T.C ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI SERBEST PİYASAYA GEÇİŞ EKONOMİLERİNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN REFORM HAREKETİ VE TÜRKMENİSTAN ÖRNEĞİ (DOKTORA TEZİ) ABDURRAHMAN IŞIK BURSA 2006 T.C ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI SERBEST PİYASAYA GEÇİŞ EKONOMİLERİNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN REFORM HAREKETİ VE TÜRKMENİSTAN ÖRNEĞİ (DOKTORA TEZİ) ABDURRAHMAN IŞIK Danışman Prof.Dr. Hüseyin ŞAHİN BURSA 2006 II TC. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE ............................................................. Anabilim/Anasanat Dalı, ............................................Bilim Dalı’nda .............................numaralı …………………….................. ..........................................’nın hazırladığı “....................................................................................................... ........................................” konulu ............................... (Yüksek Lisans/Doktora/Sanatta Yeterlik Tezi/Çalışması) ile ilgili tez savunma sınavı, ...../...../ 20.... günü ……… - ………..saatleri arasında yapılmış, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin/çalışmasının ……………………………..(başarılı/başarısız) olduğuna …………………………(oybirliği/oy çokluğu) ile karar verilmiştir. Sınav Komisyonu Başkanı Akademik Unvanı, Adı Soyadı Üniversitesi Üye (Tez Danışmanı) Akademik Unvanı, Adı Soyadı Üniversitesi Üye Akademik Unvanı, Adı Soyadı Üniversitesi Üye Akademik Unvanı, Adı Soyadı Üniversitesi Üye Akademik Unvanı, Adı Soyadı Üniversitesi Ana Bilim Dalı Başkanı Akademik Unvanı, Adı Soyadı ....../......./ 20..... Enstitü Müdürü Akademik Unvanı, Adı Soyadı III ÖZET Yazar : Abdurrahman IŞIK Üniversite : Uludağ Üniversitesi Anabilim Dalı : İktisat Bilim Dalı : Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı : XIV + 251 Mezuniyet Tarihi : …. /…. / 200 Tez Danışmanı : Hüseyin ŞAHİN SERBEST PİYASAYA GEÇİŞ EKONOMİLERİNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN REFORM HAREKETLERİ VE TURKMENİSTAN ÖRNEĞİ Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla beraber planlı ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş yolunda yarış içerisinde olan ülkelerden bazıları geçen on yılın sonunda bitiş çizgisine yaklaştı, diğerleri ise güç bela hareket noktasındaki engelleri aşmak için çabalamaktadırlar. Bazı Orta ve Doğu Avrupa ülkesi ve Baltık Cumhuriyetleri Avrupa Birliğine katılımın eşiğinde bulunurken, Rusya’nın da dâhil olduğu çoğu BDT ülkesi ise düzensiz bir gelişme seyri göstermektedir. İşte bu çalışmanın temel amacını da, geçiş süreci reformları, reformların etkileri ve sonuçlarının Türkmenistan örneği göz önünde bulundurularak anlatımıdır. IV ABSTRACT Yazar : Abdurrahman IŞIK Üniversite : Uludağ Üniversitesi Anabilim Dalı : İKTİSAT Bilim Dalı : Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı : XIV + 251 Mezuniyet Tarihi : …. /…. / 200 Tez danışmanı : Prof. Dr. Hüseyin Şahin IMPLEMENTED REFORM POLICIES IN TRANSITION ECONOMIES AND TURKMENISTAN EXAMPLE The race to transform centrally planned economies into market economies has led, ten years later, to one group of countries approaching the finish line, others languishing at various points along the track, and a few barely off the starting blocks. Some Central and Eastern European economies (CEE) and the Baltics are knocking on the doors of the European Union. But in many economies in the Commonwealth of Independent States (CIS), including Russia, there has been uneven progress and prospects remain murky. So, this study’s main objective, explaining the transition period reforms, it’s effects and results with Turkmenistan example. V ÖNSÖZ Geçiş ülkeleri ile ilgili yapılan araştırmalar, bu sürece başlayan ülkelerin bulundukları konumun bilinmesi açısından önem arz etmektedir. Özellikle soydaşlarımızın yaşamış olduğu Orta Asya devletlerinde sürecin tespiti ve neler yapılacağına dair önerilerin sunulması bu alanda çalışma yapan her insan için bir vazife şuurunun gereğidir. Çalışma bu duygu ve düşüncelerle ele alınmış ve konu ilgili bilgilere - gerek kaynak çeşitliliği, gerekse de önemli insanlarla mülakatlar yoluyla - ulaşılabilindiği ölçüde zenginleştirilmiştir. Bu çalışmanın yürütülmesinde birçok kişinin emeği geçmiştir. Başta değerli hocam, Prof. Dr. Hüseyin Şahin’e olmak üzere, Prof. Dr. Ercan Dülgeroğlu, Prof.Dr. Tayyar Arı, Prof. Dr. İbrahim Kanyılmaz ve Prof. Dr. Hanifi Arslan’a yapmış oldukları yardımlardan dolayı çok teşekkür ederim. Abdurrahman IŞIK Aşkabat/Türkmenistan 2006 VI İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI…………………………………………………………………………...II TÜRKÇE ÖZET……………………………………………………………………………………III ABSTRACT………………………………………………………………………………………...IV ÖNSÖZ……………………………………………………………………………………………....V İÇİNDEKİLER……………………………………………………………………………………..VI TABLOLAR………………………………………………………………………………………….IX KISALTMALAR……………………………………………………………………………………..X SERBEST PİYASAYA GEÇİŞ EKONOMİLERİNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN REFORM HAREKETLERİ VE TÜRKMENİSTAN ÖRNEĞİ GİRİŞ………………………………………….…………………..……………1 BİRİNCİ BÖLÜM GEÇİŞ EKONOMİLERİ 1. GEÇİŞ EKONOMİLERİNİN TANIMI……………….….……………………5 2. GEÇİŞ ÜLKELERİNİN GRUPLANDIRILMASI………….……………….9 2.1. Orta Ve Doğu Avrupa Ülkeleri…………………..………………..11 2.2. Baltık Cumhuriyetleri……..……………………………….………….13 2.3. Bağımsız Devletler Topluluğu……………..………………...….15 2.4. Diğer Geçiş Ülkeleri…………….…….……………….………….……22 VII İKİNCİ BÖLÜM SOSYALİST SİSTEMDEN PİYASA EKONOMİSİNE GEÇİŞ SÜRECİ 1. SOSYALİST (PLANLI) EKONOMİ……………………….……………………29 1.1. Sosyalist Sistemin İşleyişi……………..………..……….……31 1.1.1. SSCB’de yönetim anlayışı ve burjuvazi, bürokrasi çelişkisi……………………………………32 1.1.2. Mülkiyet ilişkileri ve üretim faktörlerinin bölüşümü…………………………………………….……36 1.2. SSCB’nin Dağılma Süreci…………….…….……………......39 1.2.1. Sovyet ekonomisinin bozulması.………….…39 1.2.2. Dağılma sürecini önlemeye yönelik uygulanan reform politikaları………….……..45 1.2.3. Sistemin dağılmasına sebep olan iç ve dış nedenler………………………………………………..…50 1.2.4. Uluslar Sorunu……………………………….………..55 1.3. Alternatif Uygulama Olarak Piyasa Sosyalizmi………59 1.4. Piyasa Ekonomisi Ve Tercih Edilme Nedenleri……….62 1.5. Piyasa Ekonomisinin Tercih Edilmesinde Küreselleşmenin Rolü………………….….………………………71 VIII ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SSCB’NİN DAĞILMASININ ARDINDAN GEÇİŞ ÜLKELERİNDE EKONOMİK YAPI VE TÜRKMENİSTAN 1. ULUSLARIN BAĞIMSIZLIKLARINI KAZANMASI………………….…75 2. BAĞIMSIZLIK SÜRECİNE DOĞRU TÜRKMENİSTAN SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETİ……………………..……………….78 3. SERBEST PİYASA EKONOMİSİNE GEÇİŞ SÜRECİNDE EKONOMİK YAPI VE TÜRKMENİSTAN………………………….………..81 3.1. Ekonomik Büyüme……….…………….………….……………83 3.2. Enflasyon.………………………………………………….…………88 3.3. Doğrudan Yabancı Yatırımlar…….………………….…….91 3.4. Dış Ticaret Dengesi……………….……………………….…..99 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM SERBEST PİYASA EKONOMİSİNE GEÇİŞ REFORMLARI VE TÜRKMENİSTAN 1. GEÇİŞ EKONOMİLERİNDE UYGULANAN REFORM STRATEJİLERİ………………………………………………………………….……105 1.1. Eş Zamanlı Reform Stratejileri…….…………………109 1.2. Kademeli Reform Stratejisi.........……………….…114 1.3. Reform Stratejilerinin Karşılaştırılması………….119 1.4. Reformların Kapsamının Belirlenmesi…………….122 IX 2. SİSTEM DEĞİŞİMİNE YÖNELİK REFORMLAR……………….……..125 2.1. 1989 Yılından Günümüze Sistem Değişim Reformları..……………..………………………………………128 2.2. Sistem Değişimine Yönelik Reformların Öğeleri………………………………………………………..…..131 2.2.1. Liberalleşme reformları.……………………….131 2.2.1.1. Fiyatların serbestleştirilmesi.…….134 2.2.1.2. Ticaretin serbestleştirilmesi ve dış ticaret…………………………………….....135 2.2.2. Mali sisteme yönelik reformlar……….…..139 2.2.2.1. Bütçe ve vergi reformu……..………141 2.2.2.2. Para ve maliye politikasına yönelik reformlar................................144 2.2.3. Özelleştirme………….………………………………148 2.2.3.1. Özelleştirme sürecini etkileyen faktörler……………..………………………157 2.2.3.2. Özelleştirme sürecinin sonuçları.159 2.2.4. Toprak reformu……..…………………………….164 2.2.5. Sosyal yapıda değişim……………………….…167 2.2.6. Girişimin yeniden yapılandırılması…….…176 2.2.7. Sektörel alanda yapısal değişim………...179 2.2.7.1. Tarım alanında yapısal değişim………………………………………..…180 2.2.7.2. Sanayi alanında yapısal değişim…………………………………………..183 X 2.2.7.3. Diğer sektörlerde yeniden yapılanma………………………………….187 2.3. Sistem Değişimine Yönelik Reformların Etkileri......191 2.4. Geçiş Ekonomileri On Yıllık Süreçte Neyi Nasıl Gerçekleştirdi?...…….………………………..…………………..195 2.5. Reform Sürecini Etkileyen Faktörler…….…………….…203 2.5.1.Yönetim gelişimini sağlayan faktörler….…204 2.5.2.Ülkelerin yapısından kaynaklanan olumsuz faktörler………….……………………………………….205 SONUÇ ……………………………………………………..……………….210 KAYNAKLAR………………………………………………..…………..…227 XI TABLOLAR TABLO 1: Geçiş Ekonomileri …………………………………………………………..10 TABLO 2: Sovyet Ekonomik Performansına İlişkin Temel Göstergeler (Bir önceki döneme göre artış yüzdesi)………………………….42 TABLO 3: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin Nüfusu ve Etnik Yapısı (1989 Nüfus Sayımı Verilerine Göre)…………………..57 TABLO 4: Geçiş Ülkelerinde Reel GSMH Artışı(%)………….…..………..87 TABLO 5: Geçiş Ülkelerinde Yıllara Göre Tüketici Enflasyon oranları %(1992-2004)…………………………………………………………………90 TABLO 6: Geçiş Ülkelerinde Dolaysız Yabancı yatırımlar (Milyon Dolar)……………………………………………………………………………94 TABLO 7: Geçiş Ülkelerinde Dış Ticaret Dengesi (milyon$)………..100 TABLO 8: Türkiye Türkmenistan ve BDT Dış Ticaret Dengesi (1000 $ 1990 – 2005)…………………………………………………104 TABLO 9: BDT ve Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde Özel sektörün GSMH içindeki payı (2002) ve Özelleştirme Metodları…………………………………………………………………….154 TABLO 10: Geçiş Ülkelerinin Özelleştirme Performansları….…..…164 TABLO 11: Türkmenistan’da Toprak Kullanımı…..……….……181 XII KISALTMALAR SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ABD : Amerika Birleşik Devletleri BAE : Birleşik Arap Emirlikleri GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla UNDP : Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı UN : Birleşmiş Milletler UNIDO : Birleşmiş Milletler Sanayi ve Kalkınma Organizasyonu NAFTA : Kuzey Amerika Serbest Ticaret Sahası OECD : Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Organizasyonu EBRD : Avrupa Yatırım ve Kalkınma Bankası AB : Avrupa Birliği TİKA : Türk İşbirliği Kalkınma Ajansı BDT : Bağımsız Devletler Topluluğu IMF : Uluslararası Para Fonu SAFI : Devlet Yabancı Yatırım Ajansı SCRME : Devlet Ticaret Malı ve Hammadde Borsası USD : Amerikan Doları XIII KDV : Katma Değer Vergisi Kw/s : Kilovat/saat a.g.e. : Adı Geçen Eser 1 SERBEST PİYASAYA GEÇİŞ EKONOMİLERİNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN REFORM HAREKETLERİ VE TÜRKMENİSTAN ÖRNEĞİ GİRİŞ Geçiş ekonomileri kavramı, yaygın olarak Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra kullanılmaya başlanmıştır. Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla beraber, yaklaşık 380 milyon nüfusa sahip 25 civarında ülke sosyalist sistemin başarısızlığından dolayı serbest piyasa ekonomisine geçiş noktasında tercihte bulunmuştur. Bu ülkelerin ekonomileri hâlâ serbest piyasa ekonomisine dönüşümü devam ettiği için geçiş ekonomileri olarak adlandırılmaktadırlar. Başka bir tanımlamaya göre geçiş ekonomileri birçok ülkenin planlı ekonomiden piyasa ekonomisi sistemine geçmeye yönelik çabalarıdır. 20. Yüzyıl içerisinde ortaya çıkan ve günümüzde de devam eden eğilim, piyasa ekonomisine geçmeyen ekonomilerin, küreselleşme çağında, açık ekonomiler dünyasında artık rekabet olanağının bulunmadığıdır. Küresel pazarda ekonomilerin var olmaları, neticede rekabet edebilmelerine ve rekabet edebilmeleri ise; piyasa ekonomisi olmalarına yani piyasa güçlerinin serbest işleyişine izin vermelerine bağlıdır. Dahası, küresel ekonominin rekabetçi yapısına ve piyasa güçlerinin işleyişine ayak uyduramayan piyasa ekonomisinin alternatiflerini benimsemiş ülkeler, ekonomik kriz denilen bir çöküntü ile karşılaşmaktadırlar. İşte geçiş ülkeleri bu konjonktürel olmayan yani yapısal ekonomik krizle boğuşmaktadırlar. Olumsuz şartların zorlaştırdığı koşullarda, serbest piyasa ekonomisine geçiş yolunu seçen BDT ülkeleri için problemlerin yoğun hissedildiği bir dönem yaşanmıştır. Ekonomik ve politik değişim de bu 2 bölgelerin, Orta ve Doğu Avrupa ile Baltık cumhuriyetleri seviyesine ulaşabilmeleri için uzun bir sürecin gerekliliğini ortaya koymuştur. Bazı bölgelerde hali hazırda yürütülen reform hareketine rağmen, sistem değişimine yönelik reformların işleyişinde düzensizlikler görülmektedir. Fiyatların ve dış ticaretin serbestleştirilmesi, işletmelere yönelik sıkı bütçe uygulamaları ve verimli alanların mülkiyetinin değişimini öngören reformların çoğu Rusya’da gerçekleşmişse de bunu BDT ülkelerinin çoğu için söylemek mümkün değildir. Diğer alanlarda yürütülen reformlar, örneğin; yasal altyapı ve rekabet politikalarının düzenlenmesi ile ilgili kurallar yavaş ilerleme göstermektedir. Bölgede özel mülkiyete dayalı piyasa yapısı tavsiye edilmesine rağmen, bunun yerine getirilmesi hususunda önemli aksaklıklar yaşanmıştır. Özellikle özelleştirmenin hızlı ve toplu yapılmasına yönelik programların sonucunda, devletin mülkiyetinin ağırlıklı olduğu verimli alanlarda olumlu bir sonuç elde edilememiştir. Bu çalışmanın birinci bölümünde, geçiş ekonomilerinin tanımı ve sınıflandırılması hususunda değerlendirmeler yapılarak, geçiş ekonomileri teriminin günümüzde kullanıldığı anlam çerçevesinde hangi ülkelerin bu sınıflandırmaya dâhil oldukları tesbit edilecektir. Buna göre, geçiş ülkeleri Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, Baltık cumhuriyetleri, Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkeleri ve son olarak Doğu Asya ülkeleri şeklinde dört kategori altında değerlendirilecektir. Diğer yandan, geçiş ülkeleri arasındaki farklı başlangıç koşulları göz önünde bulundurularak, geçiş ülkelerinin temel bazı özellikleri maddeler halinde kısaca sıralanacaktır. İkinci bölümde, geçiş sürecinin tarihsel gelişimi dikkate alınarak, bu ülkeleri sistem değişikliğine iten sebepler üzerinde durulacaktır. Bunlar iç ve dış sebepler yanında ülkenin dağılmasında önemli rol oynayan uluslar sorunu ve ekonomik istikrarsızlık olmak üzere dört ana başlık altında kategorize edilerek incelenecektir. Dağılma sürecini durdurmaya yönelik uygulanan reform politikaları, bunların başarı şansı 3 ve başarısızlıkla sonuçlanmasını doğuran unsurlar ele alınacaktır. Piyasa ekonomisine giden süreçte uygulanmaya çalışılan alternatif sistem olan piyasa sosyalizmi ve uygulanabilirliği analiz edilen diğer bir konu başlığını oluşturmaktadır. Piyasa ekonomisine alternatif olarak uygulanmaya çalışılan piyasa sosyalizminin dağılma sürecini durduramamasının nedenleri, söz konusu sistemin temel özellikleri ve işleyişi göz önünde bulundurularak kısaca izah edilecektir. Üçüncü bölümde piyasa ekonomisini tercih etmek durumunda kalan geçiş ülkelerinin ve özellikle Türkmenistan’ın bağımsızlık sonrasında yaşadığı ekonomik dalgalanmaların nedenleri ve temel iktisadi göstergeler olan, ekonomik büyüme, fiyatlar genel seviyesi, doğrudan yabancı yatırımlar ve dış ticaret dengesi rakamlarının seyrine göre söz konusu ekonomilerin performansları ile ilgili karşılaştırmalı özet bilgiler sunulacaktır. Dördüncü bölüm yapılan tespitler çerçevesinde, Türkmenistan örneği dikkate alınarak, geçiş ülkelerini serbest piyasa ekonomisine dönüşüm sürecinde tercih ettikleri strateji, politikalar ve uygulanan reformlara yer verilecektir. Bu gruplamaya dâhil ülkeler, temel iki alternatif olan Eş zamanlı ve Aşamalı strateji arasından seçim yapmışlardır. Genellikle şok stratejiyi seçen BDT ülkeleri, sürecin başlangıcında ciddi bunalımlar yaşamışlardır. Bunun temel nedenleri, sadece başlangıç şartları değil, ülkelerin sahip oldukları, siyasi, tarihi ve ekonomik yapı bu süreçte etkili olmuştur. Bu bağlamda söz konusu stratejiler, nitelikleri ve geçiş ülkelerinin bu stratejileri tercih etmelerini gerektiren temel hususlara değinilerek sonuçları analiz edilecektir. Yapılan araştırmada, seçilen reform stratejileri çerçevesinde, uygulanan reform politikaları, liberalleşme reformları, mali sisteme yönelik reformlar, özelleştirme, toprak reformu, sosyal politika reformları ve sektörel alandaki reformlar olmak üzere temel başlıklar altında geçiş süreci incelenerek, bu ülkelerin geçen süreçte neyi nasıl gerçekleştirdiği ve ülkeler arasındaki farklı sonuçların 4 nedenleri irdelenerek süreci etkileyen faktörler tespit edilmeye çalışılacaktır. Sistem değişimine yönelik uygulanan reform politikaları analiz edilerek geçiş ülkelerini geçiş sürecinde ulaştıkları veya ulaşmayı hedefledikleri noktanın neresinde oldukları veriler kullanılarak izah edilecektir. 5 BİRİNCİ BÖLÜM GEÇİŞ EKONOMİLERİ 1. Geçiş Ekonomilerinin Tanımı Geçiş Ekonomisi, sosyalist veya karma ekonomik sistemleri uygulayan ülkelerin, küreselleşme çağında ve açık ekonomi koşullarında, kendilerini piyasa ekonomisine uyarlamaları sürecine verilen addır. Burada dikkat edilecek husus; sosyalist veya karma ekonomiye sahip ülkelerin piyasa ekonomisine geçme gayretleri, bilimsel bir altyapının sonucunda kendi rızalarıyla olmamıştır. Bir başka deyişle, geçiş ekonomisi sürecini başlatan, piyasa ekonomileri ile alternatifleri arasındaki rekabet sonunda, ikinci guruba dâhil ülkelerde iktisadi krizin ortaya çıkması; böylece karma ve sosyalist ekonomik örgütlenmelerin çökerek işlevlerini yitirmesidir.1 Geçiş ekonomileri, serbest piyasa ekonomisine geçiş sürecini seçerken nasıl isteyerek tercih etmemişlerse, aslında sosyalizmi tercihleri de isteyerek olmamıştır. Orta Asya cumhuriyetleri, merkezi planlama tecrübesini 1917 Bolşevik devrimiyle Rusların topraklarını almaları sonucunda zorunlu olarak seçmişlerdir. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ise, II. Dünya savaşı akabinde 1945 sonrasında Rusya`ın savaştan galip çıkmasıyla sosyalist sistem içerisine girmişlerdir. Baltık cumhuriyetleri, 1917 devrimi sonucunda Rus boyunduruğundan kurtulmuş ve bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Ancak, 1944 yılında Rusların Nazileri mağlup etmeleri sonucunda Sovyetler Birliği hâkimiyeti altına girmişlerdir. Kısacası, tercih etmedikleri halde 1 AKALIN Güneri, “Piyasa Ekonomisinin Neresindeyiz?”, Türkiye’nin İstatistik Portalı, (çevrimci)http//www.istatistikci.com/article_read.asp?id=54 (Ağustos 2004) 6 sosyalizmi seçmek durumunda kalan bu ülkeler, yıllar sonra yine tercihleri olmadığı halde serbest piyasa ekonomisine geçiş yoluna girmişlerdir. Bulundukları ekonomik sistemi terk ederek, alternatif bir sistem olarak gördükleri piyasa ekonomisine yönelen ülkeler için piyasa ekonomisi, yaşanan ekonomik bunalımdan kurtulmanın yegâne çaresi olarak görülmektedir. Geçiş ekonomileri kavramı, yaygın olarak Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra kullanılmaya başlanmıştır. Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla beraber, yaklaşık 380 milyon nüfusa sahip 25 civarında ülke sosyalist sistemin başarısızlığından dolayı serbest piyasa ekonomisine geçiş noktasında tercihte bulunmuştur. Bu ülkelerin ekonomileri hâlâ serbest piyasa ekonomisine dönüşümü tamamlayamadığı için geçiş ekonomileri olarak nitelendirilmektedir. Başka bir ifade ile birçok ülkenin planlı ekonomiden piyasa ekonomisi sistemine geçmeye yönelik çabaları geçiş ekonomileri olarak adlandırılmıştır.2 Geçiş ekonomilerinin bazı temel özellikleri şunlardır; • Geçiş ekonomileri, doğal zenginliklerini etkin kullanma açısından zayıf bir görünüm arz etmektedir. Bazı ülkelerin doğal zenginliklerden yoksun olması bazılarının ise doğal zenginliğe sahip olmasına rağmen, bunu gerçek değeri üzerinden uluslararası pazara ihraç yol ve imkânlarının bulunmaması, gerekli altyapı ve teknolojiye sahip olmaması sonucunda etkin kullanımın sağlanamaması ve israf nedeniyle küresel rekabeti kaybetmişlerdir. • Bağımsızlığa hazırlıksız olarak yakalanan bu ülkeler, kendilerini, sistem değişiminden kaynaklanan mali kriz 2 SCHAFFER E. ANDA TURLEY G., “Effective Versus Statutory Taxation: Measuring Effective Tax Administration in Transition”, European Bank Working Paper No: 437, November 2000 7 içerisinde bulmuşlardır. Makro ekonomik istikrarsızlık, bağımsızlık sonrası geçiş ekonomilerinin temel özelliklerinden birisidir. Hemen hemen bütün geçiş ekonomilerinde, ilk yıllarda hiperenflasyon ve ekonomik büyümede keskin düşüşler yaşanmışlardır. • SSCB’nin dağılması sürecinde, artan ekonomik ve sosyal yozlaşmanın neden olduğu rüşvet ve yolsuzluk geçiş ekonomilerinin ilk yıllarındaki temel sorunlarından birini teşkil etmiştir. • Kurumsal ve yapısal alandan kaynaklanan işlevsizlik nedeniyle, önemli reform hareketine ihtiyaç duymaktadırlar. • Kamu açığı, dış açık ve tüketimin yeterince kısılamaması nedeniyle borçlanmaya başvurulması ve bunun sonucu olarak devalüasyonun kaçınılmaz hale gelmesi nedenleriyle milli gelirde düşme yaşanmıştır. • Sosyalist sistemin temel unsurlarından birisi de, devletin çalışabilecek güce sahip herkese iş verme zorunluluğudur. Dolayısıyla, SSCB döneminde ihtiyaç olmadığı halde istihdam edilen işgücünün çoğu serbest piyasa koşulları nedeniyle yeni sistemde işsiz kalmasından kaynaklanan yaygın bir işsizlik söz konusudur. • Tüketim sübvansiyonları tipik olarak nakit transferleri şeklinde yapılmamıştı. Daha çok fiyat kontrolleri ve gelir eşitsizliğinin azaltılması yoluyla sağlanan sübvansiyonların bir karışımı olarak yapılmıştır. • 1980’li yılların sonlarında sosyal sektörlere yapılan kamu harcamalarının ulusal gelir içindeki payı yüksekti. Bütün geçiş ekonomileri insani gelişme endeksinde kişi başına gelir düzeyi bakımından daha yüksek bir sırada bulunuyordu. Bu gelişme 8 sosyal sektörlere yapılan yatırımların bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır3 • Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra bütün ülkelerde yoksulluk artmıştır. Kişi başına günlük 4 dolar (1990 yılı satın alma gücü paritesi) yoksulluk standardına göre, bugünkü Bağımsız Devletler Topluluğunu oluşturan eski Sovyetler Birliği’ne sosyalist Orta-Doğu Avrupa ülkeleri de dâhil edildiğinde4, yoksulluk 1988 yılında toplam bölge nüfusunun %4’ü iken 1994 yılında %32’ye yükselmiştir. 1988 yılında 13,6 milyon olan yoksul nüfus 1994 yılında 119,2 milyona yükselmiştir5. Diğer bir ifadeyle, piyasa ekonomisine geçiş reformları öncesinde, genel olarak yaygın bir yoksulluk bulunuyordu. • Okuryazarlık oranın %100’ler seviyesinde olduğu bu ülkelerde, eğitim sisteminde yaşanan erozyon nedeniyle gerekli kalifiye elemanının yetişmemesinden kaynaklanan beyin gücünün eksikliği bulunmaktaydı. Bu niteliklere sahip ülkeler, çare olarak piyasa ekonomisine geçiş, yani yapısal reformları uygulama yoluna gitmişlerdir. 3 UNDP, “Poverty in Transition, Regional Bureau for Europe and the CIS”, July 1998, s.90. 4 Eski Sovyetler Birliğini oluşturan cumhuriyetler dışında olup ancak sosyalist sistemle yönetilen orta ve doğu Avrupa ekonomilerinde yoksulluk SSCB’ye göre daha düşüktür. Bu bölgede yoksulluğu değerlendirirken SSCB’ye ilişkin sonuçlardan ayrı bir yorumlama yapmak gerekir. Çünkü merkezi sistemle yönetilen sosyalist bloğa dâhil Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Romanya gibi ülkeler politik ve ekonomik olarak SSCB ile birlikte hareket etmelerine rağmen 1991 öncesinde bağımsız ülkelerdir. SSCB’nin ekonomik yardımda bulunduğu bu ülkelerde yoksulluk çok düşüktü. Çeşitli incelemelerde geçiş sonrası değerlendirmeleri yapılırken bu ülkeler eski SSCB ile birlikte yorumlanmaktadır. Bunun nedeni bu ülkelerin de geçiş ekonomileri olmasıdır. Ancak, geçiş sonrası özellikle eski SSCB cumhuriyetlerine ilişkin yoksulluk değerlendirmesi yapılırken orta-doğu Avrupa ülkeleri ayrı olarak değerlendirilmelidir. Eski SSCB cumhuriyetleri ile birlikte değerlendirildikleri takdirde yoksulluk hem geçiş öncesi hem de geçiş sonrası nispeten daha düşük çıkacaktır. 5 UNDP, a.g.e., July 1998 s.21. 9 Yapılan açıklamalar ışığında geçiş ekonomileri kavramı iki şekilde tanımlanabilir. Genel anlamıyla alındığı zaman Geçiş Ekonomileri terimi, planlı ekonomiyi ya da karma ekonomiyi terk ederek serbest piyasa ekonomisini oluşturmaya çalışan ekonomiler olarak tanımlanabilir. Bu çerçevede değerlendirildiğinde günümüzdeki çoğu gelişmekte olan ülke bu kapsama girmektedir. Ancak geçiş ekonomileri terimi spesifik olarak; önceleri sosyalist ekonomi sistemine sahip olup, günümüzde serbest piyasa ekonomisini tesis etmeye çalışan ülkeler için kullanılmaktadır.6 Bu çalışmada da geçiş ekonomileri terimi spesifik manası ile ele alınarak değerlendirmeler yapılmaktadır. 2. Geçiş Ülkelerinin Gruplandırılması Eski Sovyet blok’una ait ülkelerde geçiş işlemi, 25 ülkenin kendilerine ait olan sistem ve politik problemleri gidermek amacıyla daha iyi bir sistem ile değiştirme çabasından kaynaklanmaktadır. Bu 25 ülke üç sınıf altında değerlendirilmektedir. Bunlar; Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, Baltık cumhuriyetleri ve Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkeleri.7 Avrupa kalkınma bankası verilerine göre, bu ülkelere Bosna Hersek de ilave edilerek geçiş ekonomileri sayısı 26’ya yükselmektedir.8 Eski Sovyet rejiminin dışında geçiş ekonomileri içerisinde sayılan 4 Doğu Asya ülkesi de dâhil edildiğinde geçiş ekonomileri 30’a ulaşmaktadır.9 6 ALTAY Asuman, “Geçiş Ekonomilerinde Devletin Ekonomik Rolleri, Görevleri ve KOBİ’lerin Durumu”, Maliye araştırma Konferansları, Maliye Araştırma Merkezi, Yayın No:86, Kırk birinci seri – Yıl 2002, İstanbul 2003, s.1-11 7 FISCHER Stanley, SAHAY Ranta, “Transition Economies: The Role Of Institution and Initial Condition”, Fischer, Sahay-Calvo Conference, April 14 doc., 2004, s. 2. 8 EBRD, European Bank for Reconstruction and Development, “Transition Report 1999 Ten Years of Transition”, London, Ventura Litho Limited, November 1999, s. 24. 9 IMF, International Monetary Fund, “Transition: Experience and Policy Issues”, World Economic Outlook 2000, Washington, 2000, s.89. 10 Tablo 1: Geçiş Ekonomileri Geçiş ülkeleri Geçiş sürecinin İstikrar programı başlangıç tarihi başlangıç tarihi Avrupa Birliğine Katılım Sürecinde Olan Ülkeler Bulgaristan 1991 Mart 1991 Çek cumhuriyeti 1991 Şubat 1991 Macaristan 1990 Ocak 1990 Polonya 1990 Mart 1990 Romanya 1991 Ocak 1993 Slovakya 1991 Ocak 1991 Slovenya 1990 Şubat 1992 Güneydoğu Avrupa Ülkeleri Arnavutluk 1991 Ağustos 1992 Bosna Hersek ……. …………. Hırvatistan 1990 Ekim 1993 Makedonya 1990 Ocak 1994 Baltık cumhuriyeti Estonya 1992 Haziran 1992 Letonya 1992 Haziran 1992 Litvanya 1992 Haziran 1992 Bağımsız Devletler Topluluğu Azerbaycan 1992 Ocak 1995 Beyaz Rusya 1992 Kasım 1994 Ermenistan 1992 Aralık 1994 Gürcistan 1992 Aralık 1994 Kazakistan 1992 Ocak 1994 Kırgızistan 1992 Mayıs 1993 Moldova 1992 Aralık 1993 Özbekistan 1992 Kasım 1994 Rusya 1992 Nisan 1995 Tacikistan 1992 Şubat 1995 Türkmenistan 1992 ……... ……. Ukrayna 1992 Kasım 1994 Doğu Asya Ülkeleri Kamboçya 1990 …….. …….. Çin 1978 …….. …….. Laos Cumhuriyeti 1986 …….. …….. Vietnam 1986 …….. …….. Kaynak: IMF, International Monetary Fund, Transition: Experience and Policy Issues, World Economic Outlook 2000, Washington, 2000, s.89. ve diğer geçiş raporları. Sovyetler birliğinin dağılmasıyla beraber, planlı ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş yolunda yarış içerisinde olan ülkelerden bazıları geçen on yılın sonunda bitiş çizgisine yaklaştı, diğerleri ise henüz hareket noktasındaki engelleri aşmak için çabalamaktadırlar. 11 Bazı Orta ve Doğu Avrupa ülkesi ve Baltık cumhuriyetleri, Avrupa Birliğine katılımı tamamlamışken, Rusya’nın da dâhil olduğu çoğu BDT ülkesi ise düzensiz bir gelişme seyri göstermektedir.10 Bu bilgiler ışığında geçiş sürecindeki ülkeler piyasa ekonomisinin temel özellikleri açısından bir değerlendirmeye tabi tutulduğunda, ortaya iki ayrı ülke grubu çıkmaktadır. Birinci grupta dönüşüm sürecini tamamlamış ve Avrupa Birliği üyeliğine kadar gelmiş olan Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Baltık cumhuriyetleri yer alırken, ikinci grupta reformların istenen düzeyde gelişmediği BDT ülkeleri yer almaktadır.11 Bir sınıflandırma yapılacak olursa geçiş ekonomisine sahip ülkeler dört kategori altında değerlendirilebilir; 1. Orta ve Doğu Avrupa Ülkeleri 2. Baltık cumhuriyetleri 3. Bağımsız Devletler Topluluğu Ülkeleri 4. Doğu Asya Ülkeleri 2.1. Orta ve Doğu Avrupa Ülkeleri Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri iki kategoride değerlendirilebilir. Avrupa Birliğine katılımını sağlamış veya katılma sürecinde olan ülkeler – Bulgaristan, Çek cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Romanya, Slovakya, Slovenya – ve diğer Güney Doğu Avrupa ülkeleri – Arnavutluk, Bosna Hersek, Hırvatistan, Makedonya – şeklinde sınıflandırılabilir.12 Avrupa Birliğine katımlı sağlayan ülkeler diğer 10 IMF, International Monetary Fund, “Transition Economies: An IMF Perspective on Progress and Prospects”, IMF Publication on Transition, November 3, 2000, (çevrimci) http://www.imf.org/external/np/ib/2000/110300.htm (Ağustos 2004) 11 RAISER Martin, BABETSKİİ Ian ve diğerleri, “How Deep is your trade? Transition and International Integrations in Eastern Europe and the former Soviet Union”, EBRD Working Paper No:83, 2003, s.1 12 IMF, a.g.e., World Economic Outlook 2000, s.89. 12 ülkelere göre geçiş sürecinde daha istikrarlı bir çizgi takip etmişlerdir. Özellikle Avrupa Birliğine tam üyelik sürecinde olan ülkeler 1990’lı yılların ikinci yarısından sonra ciddi atılımlarda bulunarak önemli gelişmeler sağlamışlardır.13 Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, gerek coğrafi gerekse kültürel olarak Baltık Cumhuriyetleri ve BDT içerisinde yer alan ülkelerle bir kıyaslama yapıldığında, Avrupa Birliği içerisinde yer alan ülkelere yakınlık açısından daha avantajlı bir konuma sahiptir. Diğer taraftan, Balkan ülkeleri ile birlikte yaklaşık 40 yıl Sovyet sisteminin etkisinde kalan Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri,14Sovyet sisteminin etkisi altında 50 yıl kalan Baltık cumhuriyetleri ve 70 yıl Sovyet esareti altında kalan BDT ülkelerine göre Avrupa Birliği ile sadece coğrafi ve kültürel bir yakınlığa sahip değil aynı zamanda tarihi birlik, aynı alfabe ve din, benzer eğitim ve bürokratik sistem ve en önemlisi yoğun ticari etkileşim yönleriyle de önemli avantajlara sahiptirler. Bu avantajlar, uygulanan reform politikalarının başarısında önemli bir role sahiptir.15 SSCB’nin dağılması ile birlikte, serbest piyasa ekonomisine geçiş sorunu ile karşı karşıya kalan Doğu Avrupa ülkeleri, çok genel olarak, kurumların düzenlenmesi konusunda ülke bazında farklılıklar görülmekle birlikte, dört büyük sorun ile karşı karşıya kalmışlardır:16 1. Ekonominin hemen hemen tamamı kamulaştırılmış, özel mülkiyete çok sınırlı hayat hakkı tanınmıştır. 13 FISCHER, SAHAY, a.g.e., 2004, s. 2-5. 14 WAGENER Hans Jürgen, “The Welfare State In Transition Economics and Accession to the EU”, FIT Discussion Papers No:16199, 1999, s.152 15 SVEJNAR Jan, “Transition Economies: Performances and Challenges, Transition Newsletter”, The World Bank Group, s.36-37. (çevrimci)http://www.worldbank.org/transitionnewsletter/mayjune2002/pgs36- 37.htm Ağustos 2004. 16 BASTIRMACI Atilla, “Doğu Avrupa Ülkelerinde Özelleştirme Süreci”, Anlaşmalar Genel Müdürlüğü, http://www.foreigntrade.gov.tr/ead/DTDERGI/1ekim98/dogu.htm (Ocak 2006) 13 2. Üretim yapan kamu kuruluşlarının büyük bir kısmı tekelleşmiş, fiyatlar ve yatırım kararları devlet tarafından kontrol edilir hale gelmiş, dışa kapalı, COMECON içi uzmanlaşmaya yönelik ekonomik politikalar izlenmiş, bu da ekonomileri rekabete kapalı yapılar haline getirmiştir. 3. Sosyal güvenlik harcamaları ekonomik faaliyetlerin hacmi ile karşılaştırılamayacak ölçüde artmış, harcamalar toplumda ortaya çıkabilecek rahatsızlıkları gidermek amacıyla siyasi bir araç olarak kullanılır hale gelmişti 4. Yukarıda sözü edilen sorunların da etkisiyle makroekonomik dengeler bozulmuş, yüksek bütçe açıkları, kontrol edilemez hale gelen ücretler, para arzının sınırsız artışı ve yüksek enflasyon gibi sorunlarla karşılaşılmıştır. Doğu Avrupa'daki geçiş sürecinin bir diğer önemli özelliği, devletin tıpkı sosyalist rejimlerde olduğu gibi, serbest piyasa ekonomisinin kurulmasında da çok önemli bir rol üstlenmiş olmasıdır. Dolayısıyla, devlet, yaptırım gücü olması nedeniyle, bir yandan sosyal grupların çekişmelerine sahne olacak bir arena haline gelirken, diğer yandan da geçiş sürecini başlatan, yeni kuralları koyan, uygulayan ve uygulamayı izleyen bir aktör haline gelecektir. Dolayısıyla, devlet kendisine geçiş sürecinin amacına ters düşen bir rol biçmiş olacaktır. Bir yandan, bireylerin öncü oldukları bir serbest piyasa ekonomisini kurmayı hedeflerken, diğer taraftan, bu süreçte başrolü kendisi oynayacak ve geçişi yönlendirecektir. Devletin böylesine önemli bir rol üstlenmesi kaçınılmaz olmuştur. 2.2. Baltık cumhuriyetleri Baltık ülkeleri, Baltık denizine kıyısı olan ülkelere verilen coğrafi bir terimdir. Danimarka, Estonya, Finlandiya, Almanya, Letonya, Litvanya, Polonya, Rusya ve İsveç birer Baltık ülkesidir. Ayrıca bu 14 ülkelerle birlikte, Baltık Denizi'ne kıyısı olmadığı halde Norveç ve İzlanda da, Baltık Denizi ülkeleri Konseyi üyesidir. Baltık Cumhuriyetleri veya Baltık Devletleri ise, bu ülkeler arasında tarihi ve coğrafi konumları bakımından yakınlık gösteren Estonya, Litvanya ve Letonya'ya verilen özel bir addır. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bağımsızlıklarını ilan eden bu ülkeler 2004 yılında Avrupa Birliği, 2005 yılında ise de NATO'ya üye olmuşlardır. Baltık Devletleri, Rusya Federasyonu'na bağlı olan ancak Rusya ile kara bağlantısı olmayan Kaliningrad Bölgesi ile Rusya arasında yer almaktadır. Baltık cumhuriyetleri, Estonya, Letonya ve Litvanya’dan oluşmaktadır.17 Yaklaşık 50 yıllık Sosyalist ekonomi yapısından, serbest piyasa ekonomisine geçiş sürecine giren Baltık cumhuriyetleri, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin gerçekleştirmiş olduğu reform politikalarının gerisinde kalsa da BDT ülkelerinden daha başarılı bir geçiş süreci yaşamıştır. Günümüzde Avrupa Birliğine üye olan ülkeler arasında Baltık cumhuriyetlerinin de yer alması başarının bir delili olarak gösterilebilir. Baltık cumhuriyetlerinin ve Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin, makro ekonomik istikrarı sağlamadaki hızları ve yapısal reformların uygulanmasındaki kararlılıkları bu ülkelerin orta gelirli ülkeler seviyesine ulaşmalarına ve geçiş ekonomisi sürecinin sonuna yaklaşmalarında etken en önemli sebep olarak nitelendirilebilir.18 Baltık cumhuriyetleri Tablo 1’den de görüleceği üzere Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra 1992 yılı Haziranında serbest piyasaya geçiş sürecinde ilk istikrar programlarını uygulamaya koymuşlardır.19 17 a.g.e., s.36-37. 18 IMF, a.g.e., (çevrimci) http://www.imf.org/external/np/ib/2000/110300.htm (Ağustos 2004) 19 IMF, a.g.e., World Economic Outlook 2000, s.89. 15 2.3. Bağımsız Devletler Topluluğu BDT olarak nitelendirilen devletler; Ermenistan, Azerbaycan, Beyaz Rusya, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, Özbekistan, Rusya, Tacikistan, Türkmenistan, Ukrayna, olmak üzere 12 ülkeden oluşmaktadır.20 BDT ülkeleri bağımsızlıklarını 1992 yılında almalarına rağmen, serbest piyasa ekonomisi için temel teşkil eden istikrar programına ancak 1994 yılının ortalarında başlayabilmişlerdir. Orta ve Doğu Avrupa ve Baltık cumhuriyetleriyle karşılaştırıldıklarında yaklaşık üç yıllık gecikmeyle süreçte yer almaktadırlar.21 BDT ülkeleri diğer geçiş ülkelerine nazaran daha sıkıntılı bir geçiş süreci yaşamaktadırlar. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Baltık cumhuriyetleri kapalı ekonomik sistemde sırasıyla 40 ve 50 yıl gibi bir süre kalmış ve serbest piyasa ekonomisine geçmeye karar verdiklerinde daha önce uygulamış oldukları sisteme geri dönüşte BDT ülkeleri kadar zorluk çekmemiş ve reformları gerçekleştirmeye başlamışlardır. Ve kısa sürede Avrupa Birliğinin kapısını çalabilecek seviyeye ulaşmışlardır. Bütün bu ifadeleri BDT ülkeleri için yazmak mümkün değildir. Bu çerçevede BDT ülkelerinin, Orta ve Doğu Avrupa ile Baltık cumhuriyetleri seviyesinde reformlarda gereken başarıyı gösterememelerinin temel nedenleri kısaca şöyle sıralanabilir;22 1. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Baltık cumhuriyetlerinde kapalı ekonomik sistemi 40–50 yıl sonra değiştirmeye karar verirken, BDT ülkeleri yaklaşık 70 yıllık bir sürecin ardından sistem değişikliğine karar vermişlerdir. 20 SVEJNAR, a.g.e., s.36-37. 21 IMF, a.g.e., World Economic Outlook 2000, s.89. 22 SVEJNAR, a.g.e., s.36-37. 16 2. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Baltık cumhuriyetlerinde halk serbest piyasa ekonomisi sistemi tecrübesi olmasına karşın, BDT ülkelerinde halkın böyle bir tecrübeye sahip olduğundan bahsedilemez. 3. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Baltık cumhuriyetlerinde sistem deşikliğini sağlayacak olan idari kadrolar neyi nasıl yapacaklarına hızla karar verebilirken, BDT ülkelerinde sistemi uygulayacak olan kişilerin sistem hakkında yeterli bilgiye sahip olamamalarından dolayı önemli güçlükler yaşamışlardır. 4. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Baltık cumhuriyetlerinde bu ülkelere yardımcı olacak, din, dil, kültür ve soy birliğine sahip oldukları serbest piyasa ekonomisini en iyi şekilde uygulayan Avrupa ülkeleri varken, BDT ülkeleri için böyle bir avantajdan bahsetmek mümkün değildir. 5. Belki de bu nedenler içerisinde en önemlisi, Rusya’nın BDT ülkeleri üzerinde hâlâ devam eden etkinliği. Rusya bu ülkeleri bir nevi arka bahçesi olarak görmekte ve kullanmaktadır. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Baltık cumhuriyetleri ise böyle bir baskıdan uzak Avrupa Birliğine girme mücadelesi vermişlerdir. Yukarıda sayılan nedenlerden dolayı Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Baltık cumhuriyetlerinde geçiş ve dönüşüm politikalarının daha hızlı sonuç verdiği, diğer bir deyişle BDT ülkelerinde gelişmelerin yavaş ilerlediği ifade edilebilir. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Türk cumhuriyetleri’nin bağımsızlıklarına kavuşmaları ile birlikte, birçok politikacı, stratejist ve bilimadamı, bölgede Türkiye’nin öneminin arttığına yönelik fikir beyan etmiştir. Aslında, Soğuk savaş’ın sona ermesi, Türkiye için hem riskler, tehlikeler, hem de yeni fırsat ve seçeneklerin çıkmasına neden olmuştur. Bölgede, Batı için anti- Komünist bir kale olan Türkiye, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin sosyalist rejimden kurtulmalarının ardından 17 eski önemini kaybetmiştir. Ve sonuç olarak Rusya karşısında yalnız kalmıştır. Diğer taraftan, Balkanlar ve Türk cumhuriyetleri’nin bağımsızlıklarını kazanmaları, Türkiye için yeni hareket alanlarının oluşmasına neden olmuştur. Türkiye ile Türk cumhuriyetleri arasındaki, ırk, dil, din ve kültür birliği bu ülkelerle ilişkilerde yakınlaşmanın temel dinamiğini teşkil etmiştir.23 Sovyetler Birliği dağılmasının ardından, model olma özelliğini kaybetmiştir. Bu nedenle dağılan Birlik içerisindeki ülkeler, yeni model arayışına girmişlerdir. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Baltık cumhuriyetleri, model olarak AB’yi seçmiş ve bu alanda reformlarına hız vermişlerdir. BDT ülkeleri ve özellikle Türk cumhuriyetleri için süreç diğerleri gibi belirgin başlamamıştır. Türk cumhuriyetleri için ilk aşamada iki model gündeme gelmiştir. Bunlar, Türkiye ve İran modelleridir.24 İran modeli, gerek tarihsel, kültürel ve dünya kamuoyu tarafından dışlanmışlık gerekse, Rusya’nın radikal İslam korkusu nedeniyle, bu ülkelerden gereken iltifatı görmemiştir. Türkiye modelinin ise; cumhuriyetin kuruluş aşamasında yaşadığı kurumsal ve yapısal değişim tecrübesi bu ülkeler için iyi bir örnek olabileceği varsayılmıştır. Bunun yanında Sovyetler Birliği model olma özelliğini yitirmesine karşın, Rusya Federasyonu bu ülkeler için yeni model olarak ortaya çıkmıştır. Bunun altındaki temel neden ise, ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmalarının ardından, izlenecek politikalar ve sonuçları hakkında belirsizlik içinde bulunmaları ve Rusya Federasyonu’nun izleyeceği yöntem çerçevesinde bekle gör politikasını uygulamak istemeleridir. Son dönemlerde yaşanan rejim değişimi dalgası ve buna Rusya federasyonunun sessiz kalması, bölge ülkelerini kendilerini garantiye alma adına Çin ile ekonomik ilişkileri artırma 23 BAL İdris, “Türk Cumhuriyetlerinde Milletleşme Süreci ve İç ve Dış Politikaya Etkisi”, Avrasya Etütleri, Bağımsızlığın 10. Yılında Türk Cumhuriyetleri, TİKA, AB Ofset Basın Yayın Matbaacılık, Yaz 2001, s. 29–30. 24 GÜNGÖR Bayram, “Türkiye ile Yeni Türk Cumhuriyetleri Arasındaki Ekonomik Entegrasyonun Olabilirlik Etüdü”, Akademik Araştırmalar Dergisi, Lebib Yalkın Matbaası, Yıl:2, Sayı:6, Ağustos-Ekim 2000, s. 83. 18 yoluyla yakınlaşmaya gitmelerine neden olmuştur. Çin gerek ekonomik potansiyeli ve gerekse de dünyada edinmiş olduğu yer itibariyle birçok BDT ülkesi için ilişki kurma adına cazip bir ülke konumundadır. Ancak Rusya’nın ve ABD’nin uyguladığı politikalar ülkelerin bu yakınlaşmayı benimsediklerini ifade etmelerine engel görülmektedir. Türkiye ise bu ülkelerle ilişkilerinde Rusya ve ABD’ye rağmen söz sahibi olamazdı ve olmamıştır. Rusya’nın, bağımsız olmalarına rağmen bu ülkeler üzerindeki saldırgan politikaları ve ABD’nin yeni oluşan coğrafya üzerindeki hedefleri bu ülkeleri model seçiminde çekingen davranmaya itmiştir. Rusya’nın bölge üzerinde yürütmüş olduğu saldırgan politikanın nedenleri şöyle sıralanabilir;25 1. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından yaşanan belirsizlik ve karasızlık ortamından Rusya’nın faydalanmak istemesi 2. Rus kamuoyunun dikkatinin dışarıya çekilmesi suretiyle, ülke içerisinde yaşanan zorlukların hissettirilmek istenmemesi 3. Rusya’nın hâlâ hâkim ülke olduğunun yeni kurulan iktidarlara gösterilmesi 4. Rusya’nın tarih boyunca uyguladığı genişleme ve yayılmacı politikasından, bugünkü dünya gerçeklerine rağmen vazgeçememesi 5. Rusya’nın SSCB’nin dağılmasının ardından, bölgedeki vatandaşlarının haklarının korunması 25 TANRISEVER Oktay F., “Rusya ve Bağımsız Türk Devletleri: Bağımsızlığın Anlamını Keşfetmek”, Avrasya Etütleri, Bağımsızlığın 10. Yılında Türk Cumhuriyetleri, TİKA, AB Ofset Basın Yayın Matbaacılık, Yaz 2001, s. 100–103. AKARSLAN Mediha, “Değişen Dünya Dengeleri Rusya Federasyonu Yakın Çevre Politikası ve Türk Cumhuriyetleri”, Ezgi Kitabevi Yayınları, Ankara, 1994, s. 138- 139. 19 6. Zengin doğal kaynak rezervlerinin Rusya’nın kontrolü dışında, bölge dışına çıkarılması sonucu bölgedeki dengelerin aleyhine dönmesi 7. Rusya’nın kısa veya uzun vadede bölgede ortaya çıkabilecek rakibe karşı üstünlüğünü koruma çabası 8. Rusya’nın askeri politikasının, BDT ile ortak güvenlik kurmaya dayalı olması 9. Rusya’nın bölgede varlığını sürdürmek istemesinin diğer önemli bir nedeni de bölgede %40’ı aşan uyuşturucu trafiği ve silah kaçakçılığının kontrol altına alınması Bunun yanında, bölgede eski etkinliğini kazanma arayışında olan Rusya, 1993 yılında Yakın Çevre Politikası’nı ilan ederek eski Sovyet toprakları üzerinde iddiasını ortaya koymaya çalışmıştır. Bu politikayı etnik çatışmaları körükleyerek bölgede söz sahibi olma şeklinde kullanmıştır. Bu çerçevede, Abhazaları Gürcistan’a karşı kışkırtarak, Karabağ konusunda Azerbaycan’a karşı Ermenistan’ı destekleyerek bu ülkelerin BDT’ye katılmaları konusunda zorlamıştır.26 Söz konusu politika, Türk cumhuriyetleri dâhil, yakın çevre ülkeleri üzerinde şu hedefleri öngörmektedir; a) BDT çerçevesi içinde ve ikili esas temelinde olmak üzere bağımsızlığını yeni kazanan ülkelerle politik, ekonomik ve askeri işbirliğinin derinleştirilmesi b) BDT ülkelerinin altyapısının genişletilmesi ve güçlendirilmesi c) Yeni bağımsız devletlerle, Rus vatandaşların haklarının korunması konusunda anlaşmaların yapılması d) BDT sınırlarının ortak korunmasının temin edilmesi e) BDT barışı koruma gücünün teşekkül ettirilmesi 26 BAL, a.g.e., s. 32-33. 20 Diğer taraftan, Rusya Federasyonu’nun Müslüman Türk cumhuriyetlerine karşı antipatik olmasının ve bunların Müslüman devletler ile ilişkilerine olumlu bakmamasının da temelinde yatan bazı nedenler vardır. Bunlar; 1. Rusların Afgan Müslümanları tarafından yenilgiye uğratılması27 2. Türkmenistan28, Tacikistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Azerbaycan’da toplumu yönlendirmek istedikleri komünist idareye karşı direnen kesimin de Müslüman olması29 3. Eski Sovyet rejiminin inanç değerlerinden yoksun bir felsefe üzerine inşa edilmiş olması 4. Bu ülkeler ile Rusya arasında kültürel ve manevi değerler açısından derin farklılıkların bulunması 5. İran’ın radikal İslam politikalarının bölgede hâkim olma tehdidinin bulunması Bölge üzerinde söz sahibi olmak isteyen yalnız Rusya değildir. ABD’nin de bu ülkeler üzerinde bazı öncelikleri söz konusudur. Bunlar;30 • Rusya ve Kazakistan’ın, nükleer silah konusundaki tutumlarını kontrol altına almak ve diğer ülkelere, özellikle İran’a nükleer silah hammaddesi satımı, transferi ya da teknolojisinin aktarımını önlemek 27 AKARSLAN, a.g.e., s. 147 28 Göktepe savaşında rejim değişikliğine karşı direnen halk topyekûn şehit edilmiştir. İlk olarak, 1879 yılında gelen Rus ordusu güçlü bir direnişle karşılaşınca, 1881 yılında daha güçlü bir ordu ile bölgeyi almıştır. Ekim devriminin ardından da Sosyalist rejimi tercih etmek durumunda kalmıştır. 29 AKARSLAN, a.g.e., s. 147. 30 TANRISEVER, a.g.e., s. 100. 21 • Radikal islamın bölgede hâkim olmasını önlemek ve İran yerine, laik demokratik rejimlerin kurulmasını sağlamak. • Bölgenin petrol ve doğal gaz gibi zengin tabii kaynaklarının işletilmesi ve kontrolünde söz sahibi olmak • BDT ülkelerini Batı güvenlik ve ekonomi sistemine dâhil etmek • Demokrasi ve insan hakları söylemini ortaya atarak, iktidar değişikliklerine zemin hazırlamak • Sayılan hedefleri gerçekleştirirken Rusya ile olan ilişkileri tehlikeye atmamak • Son olarak, ABD’nin gelecekte potansiyel tehdit olarak gördüğü Çin ve İran’a bölgeye yerleştirilecek askeri güçlerle varlığını hissettirmek. Sayılan faktörler çerçevesinde, Rusya, Türkiye’nin Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya’da etkin rol almasını istememektedir. Rusya’nın bu alanda uygulamış olduğu politikaların kısmen başarılı olduğu söylenebilir. Uygulanan politikalar, Türkiye ile Türk cumhuriyetleri arasında kurulacak ekonomik entegrasyonun olabilirliğini de zayıflatmıştır. Bölge liderleri, Türkiye ile olan ilişkileri istemelerine rağmen, beklenen düzeyde gayret göstermemişlerdir. Belki de bunda sadece Rusya’nın politikalarının etkin olduğunu vurgulamak doğru değildir. Bunun yanında bu ülkelerde yaşayan halkın hâlâ Sovyetler Birliği sevgisinin olması bu ilişkilerdeki durgunluğun nedenlerinden birisidir. 22 2.4. Diğer Geçiş Ülkeleri Diğer geçiş ülkeleri kapsamında Kamboçya, Çin, Laos cumhuriyeti, Vietnam gibi ülkeler yer almaktadır. Bu grupta yer alan ülkelerdeki geçiş süreci diğerlerine göre farklılık arz etmektedir.31 Bu ülkelerdeki geçiş süreci incelendiğinde, Çin’de reform stratejilerinin 1970’li yılların sonunda kültürel devrimin başarısızlıkla sonuçlanmasıyla beraber diğer geçiş ülkelerinden yaklaşık on yıl önce Çinhindi ekonomisinde başlamıştır. Asya ekonomileri reformlara başlarken, diğer geçiş ülkelerine göre dengeli bir durum arz ediyordu. Bir değerlendirme yapılacak olursa, reformların başlangıcında politik yapı daha yerleşik bir durumdaydı, tarım sektörü ekonomilerinde büyük bir paya sahipti, bu ülkeler karşılıklı yardımlaşma konseyi sistemine fazla entegre olamamışlardı, özellikle Çinhindi bölgesinde piyasaya dayalı ekonomik sistem güçlü bir görünüme sahipti. Bunun yanında olumsuz taraf ise, ekonomide tarım sektörünün hâkim sektör olması, kişi başına gelirin düşük olması, bununla ilişkili olarak, temel altyapı problemleri ve yönetim kapasitesinin zayıf olduğu ifade edilebilir. Diğer yandan, bu ülkelerin başlangıçta uluslararası toplumdan tecrit edildikleri de göz ardı edilmemelidir.32 Diğer geçiş ülkelerinde olduğu gibi, geçiş sürecinin ilk yıllarında birkaç enflasyonist patlama ile karşı karşıya kalınmıştır. Uygulanan sıkı makroekonomik politikalar enflasyon oranlarının uygun seviyelere indirilmesinde başarılı olmuştur. Laos cumhuriyeti enflasyon ile mücadelede fon yardım politikasını kabul ederken, Çin geçiş ve 31 IMF, a.g.e., World Economic Outlook 2000, s.89. 32 KALRA and SLOEK, “Inflation and Growth in Transition: Are the Asian Economies Different?”, IMF Working Paper 99/118, August 1999. 23 dönüşüm politikalarında aşamalı stratejiyi benimsemiştir. Bundan dolayı, enflasyon oranları yüzde otuz seviyelerinde kalmıştır.33 Avrupa ülkelerinin tecrübelerine rağmen, istikrar programı sonucunda büyüme oranları pozitif geçekleşmiştir. Üretimdeki iyileşme tarım sektörünün arza olumlu tepkisine dayandırılmıştır. Bu olumlu tepki ise, tarım sektöründe önemli kurumsal reformların yapılması ve toprak sahiplerinin haklarının korunması temel etken olarak görülmüştür. Çin’de reformlar çerçevesinde, 1980’li yılların başında tarımla uğraşanların karar verme mekanizmasına katılmaları, toprakların orta vadeli sürelerle kiralanması ve üretim fazlası ürünlerin üreticiler tarafından serbestçe kullanımı kabul edilmiştir.34 Vietnam’da tarımda reformlarla, toprak mülkiyet sisteminin geliştirilmesi, 1980’li yılların ortalarından itibaren üretim fazlasının serbest piyasa koşullarında satılması ve 1989 yılının ortalarından itibaren çiftçilere kendi satış noktalarını oluşturmaları ve fiyatların tamamen serbestleştirilmesi imkânı sağlanmıştır.35 Asya ülkelerinin seçmiş oldukları geçiş stratejisini, Avrupa ve Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleri büyük kamusal endüstriyel sektörlerde ve küçük tarım sektörlerinde uygulamaları mümkün görülmemektedir. Ayrıca Asya geçiş ekonomileri tarafından seçilen strateji geleceğe yönelik bazı riskler taşımaktadır; bu ülkelerdeki finansal sektör reformları Avrupa ülkelerin gerisinde kalması, kamusal 33 a.g.e., IMF Working Paper 99/118, August 1999. 34 OPPERS S. Eric, “Macroeconomic Cycles in China”, IMF Working Paper 97/135, Ekim 1997. 35 AGHEVLI and DODSWORTH, “Transition East Asia: Stabilization and and Economic Reforms”, mimeo; Nisan 1997. 24 işletmelerde reform stratejilerinin yavaş ilerleme göstermesi gibi unsurlar bu bağlamda sayılabilir.36 Çin’de reformların başlamasından sonraki yıllarda 1978’den itibaren kişi başına GSMH yıllık %8 artış göstermiş ve 200 milyon insan ise yoksulluk sınırından kurtulmuştur. Asya ülkeleri içerisinde Çin’in geçiş süreci bu sürece başlayan yeni ülkeler için ders alınabilecek bir örnek teşkil eder mi? Ya da Doğu Asya kapsamına giren devletlerdeki süreç ders alınamayacak kadar farklı mı? Bu soruların cevaplarının verilebilmesi için ekonomilerin geçiş süreçleri hakkında bir karşılaştırmaya gerek vardır.37 1978’den günümüze Çin iki geçiş süreci arasında kalıyordu. Birinci geçiş süreci, kırsal ve tarım toplumundan kentleşme ve sanayileşmeye geçiş, ikinci geçiş süreci ise devlet ekonomisinden pazar ekonomisine geçiş olarak değerlendirilebilir. Birinci geçiş süreci istihdamın % 71’ine sahip tarım sektöründe başladı ve bununla sınırlı kalmayıp kırsal endüstrideki gelişme bunu takip etmiştir. Tarımsal verimlilikten kaynaklanan üretimlerdeki artışlar ekonomiye çeşitli yollarla destek sağlamıştır.38 İlk olarak, tarım sektöründe, verimlilikteki artış nedeniyle serbest kalan gizli işsizlerin kırsal endüstriye yönlendirilmesiyle üretim fazlası ortaya çıkmıştır. İkincisi, tarım ürünlerine uygulanan yüksek fiyatlardan elde edilen yüksek gelirler ve kırsal sanayide üretilen mal ve hizmetler için oluşturulan pazarda, gelirlerin artmasıyla beraber kalitede de yükselme olmuştur. 36 IMF, a.g.e., (çevrimci)http://www.imf.org/external/np/ib/2000/110300.htm (Ağustos 2004) 37 MITRA Pradeep, SELOWSKY Marcelo, HELLMAN Joel, MARTIN Ricardo, RUEHL Christof, ALAM Asad, “Transition – The First Ten Years: Analysis and Lessons for Eastern Europe and the Former Soviet Union”, The World bank, Washington DC, 2002, s.35. 38 a.g.e., s. 35-36. 25 Üçüncüsü, büyük tasarruf oranları ki bunun Gayri Safi Milli Hâsıla’ya (GSMH) oranı %30’dan daha fazla; bu tasarrufun banka aracılığıyla piyasaya yansıması amacıyla, tasarruflar için garanti verilmesine yönelik banka sisteminde reforma gidilmiştir. Bunun sonucu olarak M2 para arzının GSMH’ya oranı 1978 yılında %25 iken bu oran 1994 yılında %89’a yükselmiştir. Bu da banka sistemi aracılığıyla GSMH’nın %5’inin yatırımcılara kanalize edilmesini sağlamıştır. Bu akımlar kamu sektörüne ait bazı işletmelerin zararlarını azaltmış ve daha verimli ve kamuya ait olmayan özel sektör yatırımlarını teşvik etmiştir. Dördüncüsü, küçük yerleşim birimlerinde girişimcilik hızla gelişerek büyüme sağlamış ve özel yatırımcıların önündeki engeller ortadan kaldırılarak özel müteşebbislerin her yerde yatırım yapmalarına uygun ortam hazırlanmıştır. Pazarın dışa açılmasıyla yerli girişim ve tasarrufla sınırlı olan ekonomik yapı dolaysız yabancı yatırımlarla bu sınırlamanın dışına çıkmıştır. Bu durum yerli girişimcilerin rekabet güçlerinin gelişmesine de yardımcı olmuştur. BDT ülkeleri ile Doğu Asya ülkeleri arasında karşılaştırma yapıldığında önemli yapısal ve ekonomik farklılıkların olduğu gözlenmektedir. Bu farklılıklar şu şekilde özetlenebilir; 1990 yılı baz alındığında Çin’in toplam işgücünün %71’i tarım sektöründe çalışmasına mukabil Rusya’da, toplam işgücünün sadece %13’ü bu sektörde çalışmaktaydı. İlke olarak, Rusya’da kısmi fiyat serbestleştirilmesinden sağlanan gelir GSMH’ye oranlandığında %11 paya sahip enerji sektörü, reform sürecinde ortaya çıkan kayıpların tazmininde kullanılabilirdi. Hâlbuki ülkenin bu sektör üzerindeki kontrol hakkı sosyalist reform sürecinde kaybedilmiş, sektörden sağlanan kazançları sermaye kaçışıyla yurtdışına çıkartılmış veya verimli olmayan yatırımlara aktarılmıştır. Bu GSMH’nın toplam tamamlanmış 26 yatırımlara oranına aksetmiştir, bu oran Rusya’da %22 iken Çin’de %34 dolaylarında gerçekleşmiştir.39 Diğer taraftan, Sovyetler birliğinin dağılmasından sonra, fiyatların serbestleştirilmesi öncesi politik kontrol erozyonundan kaynaklanan parasal sistemde sıkıntılar yaşanmış ve M2 para arzında 1992 yılı itibariyle %68’den %17 seviyelerine kadar bir düşüş yaşanmıştır.40 Çin’de ikinci tip geçiş süreci açısından bir karşılaştırma yapıldığında, Çin’de toplam işgücünün yalnız %19’u kamu sektöründe istihdam edilirken bu oran örneğin Rusya’da %90’lar seviyesinde gerçekleşmiştir. Genel olarak, serbest bütçe kısıtlamaları Rusya’da daha fazla önem taşıyordu. 1985’de, toplam işgücünün %93’ü devlete ait iş yerlerinde ve organizasyonlarda, %6 dan daha fazlası köylerde, kolektif tarım arazilerinde ve tüketici kooperatiflerinde ve %1’i ise şahıs ve özel şirketlerde istihdam edilmiştir. BDT ülkelerinde, Çin’deki geçiş sürecine benzemeyen, ekonomik büyümeye yön veren yeni yatırımcılara ekonomide yatırım fırsatı ve alanının verilmemesine neden olan unsurlar;41 1. Sermaye ve savunma sanayine ait mallara olan talebin dağılması 2. Batı piyasalarıyla karşılıklı yardımlaşma konseyi aracılığıyla ticaret yolunun seçilmesinin zorlukları 3. Rus ekonomisinin büyük oranda fiyat ve ticaretin serbestleştirilmesine müsait olmaması 4. Kamu sektörünün yeniden yapılandırılması yerine, desteklenmesinin maliyeti nedenlerinden dolayı Rusya’daki kamu 39 MITRA, a.g.e., s.35-36, 2002. 40 a.g.e., s.35-36, 2002. 41 a.g.e., s.35-36, 2002. 27 sektörüne mali ve finansal transferlerin yapılması şeklinde sıralanabilir. Devletin yönetim gücünün kritik bir düzeye sahip olduğu noktasında da bir değerlendirme yapılabilir. Çin’in geçiş sürecinde uygulamış olduğu bazı dönüşüm politikalarından kaynaklanan sermaye kayıpları, kontrollü fiyatlarla piyasa fiyatlarının farklı olması sonucu ortaya çıkan arbitrajdan sağlanan haksız kazançlar gibi sebepler dolayısıyla kötüye kullanma söz konusu olmuştur. Aksine, planlı ekonomiyi terk eden bazı BDT ülkelerinde, geçiş süreci eski devlet kuruluşlarının yıkılmasına neden olmuş ve özel mülkiyetin bulunmaması devlet servetinin yağmalanmasını sağlamıştır.42 Çin’in geçiş sürecinde uygulamış olduğu reform politikası tecrübesi geçiş sürecinde başarılı bir seyir yakalamış olan Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ve Baltık cumhuriyetleriyle bazı yönleriyle paralellik göstermektedir. Bu paralellikler, örneğin, ekonomik büyümede yeni ve özel sektörlerin rolünün büyük olması, piyasa ekonomisi ve dolaysız yabancı yatırımlar yönüyle ticaretin arttırılması olarak gösterilebilir. Fakat Çin ve BDT ülkeleri arasında sürecin başlangıcındaki bazı büyük farklılıklar aynı yolu takip etmeleri durumunda karşılaşacakları zorluklara işaret etmektedir. Çin’de ilk geçiş döneminde, baskı altındaki sektörler örneğin, tarım ve devlete ait olan sektörlerin özelleştirilmesiyle büyük gelir elde edilmiştir. Gelirlerin bir kısmı piyasa ekonomisine geçişte zarara uğrayan kişileri sübvanse etmek için transfere uygundu. Önemli husus, zarara uğrayanlar ekonominin büyük kısmını oluşturmuyordu. Diğer taraftan, ülkenin pazar ekonomisi ve ekonomik büyüme disiplinini tam olarak uygulamadan önce zarara uğramış bazı devlete ait girişimlerin geçişini sağlamak için aşamalı stratejiyi seçme kapasitesine sahipti. Eğer ülke aşamalı stratejiyi 42 a.g.e., s.35-36, 2002. 28 seçme gibi bir duruma sahipse, daraltıcı geçiş sürecini yaşamaya daha az nedeni var demektir.43 Hâlbuki bu imkânlar; fiyatların serbestleştirilmesi, zarara uğrayan kamu sektörünün ekonomide küçük bir paya sahip olması ve bütçe imkânlarının zarara uğramış sektörler için kullanılması, BDT ülkelerinin sahip olduğu özellikler değildi. Bu durum önce üretim ve faaliyetlerde azalışa daha sonra toparlanmaya neden oldu. Politik ve ekonomik şartlardaki bu farklılıklara ek olarak, Rusya’daki merkezi planlama Çin’e göre daha yerleşikti. 1970’li yıllarda merkezi yönetimin sahip olduğu, üretimine karar verdiği ürün sayısı altıyüzbin iken aynı yıllarda Çin’de bu sayı sadece 600 idi. Ve bu rakam 1965 yılından itibaren de değiştirilmemişti. Diğer yandan eski Sovyetler birliğine tam benzemese de Çin’de muazzam devleşme ve bulunduğu bölgede söz sahibi olmak için dünya fiyatının altında petrol fiyatlarının belirlenmesi ve yüksek ulaşım ağı yoğunluğuna sahip olmak amacıyla güç kaybına uğrama gibi problemlere de sahip değildi. 44 Bu bilgiler ışığında kısa bir değerlendirme yapıldığında, Çin örneği Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ve Baltık cumhuriyetleriyle, geçiş süreci açısından bazı benzerlik ve paralellikler bulunmasına rağmen bunu BDT ülkeleri için söylemek doğru değildir. 43 a.g.e., s.35-36, 2002. 44 a.g.e., s.35-36, 2002. 29 İKİNCİ BÖLÜM SOSYALİST SİSTEMDEN PİYASA EKONOMİSİNE GEÇİŞ SÜRECİ 1. Sosyalist (Planlı) Ekonomi Sosyalist sistem, kapitalist sistemin toplumda tüm fertlerin refahının, tam kullanım ve iktisadi etkinlik ilkelerinin söz konusu sistemde tam sağlanamayacağı düşüncesinden hareketle belirli bir azınlığın refaha ulaşacağı ve ekonomide istikrarsızlık ve dalgalanmaların yaşanacağı tezini savunarak kapitalist sisteme tepki olarak ortaya çıkmıştır. Kısaca, sosyalist ekonomi sisteminin bir tanımı yapılacak olursa; Üretim araçları mülkiyetinin kamuya ait olduğu, bu araçların insanların ihtiyaçlarını karşılamak üzere toplumu yöneten organ tarafından üretime tahsis edildiği iktisadi organizasyon biçimidir.1 Sosyalizm öncelikli olarak sosyal bir sınıf konumunda bulunan burjuvaziyi ve kapitalizmin neden olduğu zihniyeti ortadan kaldırarak kapitalizmin neden olduğu aksaklıkları yok etmek, bunun devamında da 1917 sonrasında sanayileşmenin geliştirilmesinde rol oynayacak komünizmin kurulması gibi iki temel rolü üstlenmiştir. Bu iki görevin yerine getirilebilmesi amacıyla, Lenin’in deyimiyle Proletaryanın egemen bir sınıf olarak örgütlenmiş şekli olan devletin müdahalesinin kaçınılmaz olduğu varsayılmıştır.2 1 ŞAHİN Hüseyin, “İktisada Giriş”, Altıncı Baskı, Ezgi Kitapevi Yayınları, Bursa, 2002, s.36-37. 2 ALBERTINI J.M., “Ekonomik Sistemler”, Uygulamada Kapitalizm ve Sosyalizm, çev. Cafer UNAY, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa, 1995, s. 53. 30 Sosyalist sistem, Marksist kuram çerçevesinde devletin oluşumunu sağlayacak üç aşamada gelişimini gerçekleştireceği ileri sürülmüştür. Buna göre ilk aşamada proletaryanın siyasal iktidara sahip olarak örgütlenmesini tamamladığı yapıyı kapsamaktadır. Bu aşamaya işçi devleti aşaması da denilmektedir. Sovyet anayasasının birinci maddesinde “SSCB, işçi ve köylülerin sosyalist devletidir” şeklindeki tanımlanarak yasallaşmıştır.3 Bu süreçte zihniyet değişimini sağlamaya yönelik devlet tarafından uygulanacak politikalara ihtiyaç vardır.4 Bu yönüyle devlet, sosyalist dönüşümü sağlamanın ön koşulu olan toplumsal mülkiyeti gerçekleştirmek için üretim araçlarının devletleştirilmesi ve özel mülkiyetin kaldırılmasını sağlama yönünde işlev görecektir. Bunun yanında, “herkese emeğine göre iş” şeklinde ifade edilen bölüşüm yöntemi devam edecektir. Böylece ilk aşama hem sosyalist hem de kapitalist unsurlara sahip bir görünüm arz edecektir.5 İkinci aşama sınıfsız toplumun ilk evresi olarak ifade edilen sosyalizm aşamasıdır. Bu aşamada sosyalizm sınıfların ve meta üretiminin ortadan kalktığı, emeğin toplumsallaştığı, planlanmış üretimin piyasanın etkilerinden tamamen kurtularak toplumsal ihtiyaçların karşılandığı süreci içermektedir. Bu aşamada da “herkese emeğine göre” ilkesi geçerlidir.6 Sosyalizm ilk iki aşamayı gerçekleştirirken devlet müdahalesine dayanmak mecburiyetindedir. Sınıfsız toplumun üst aşaması olan komünizmde devlet tümüyle ortadan kalkmış ve “ Herkesin 3 ÇAM Esat, “Devlet Sistemleri”,DER Yayınları, İstanbul, 1987, s. 191. 4 ALBERTINI, a.g.e., s. 53. 5 TROTSKY L., “İhanete Uğrayan Devrim”, çev: Ayla Ortaç, Yazın Yayıncılık, 1998, s. 75. 6 ÖZUĞURLU Yasemin, “Rusya’da Kapitalist Dönüşüm ve İstikrar Sorunu” , VI. ERC/ODTÜ Uluslararası Ekonomi Kongresi, 2002, Ankara, s.3. 31 kapasitesine göre”7 ve “herkese ihtiyacı kadar” ilkesi yürürlüktedir. Dolayısıyla bu bölüşüm ilkesinde hiçbir hukuk kurumuna gerek kalmayacağı varsayılmıştır. Buna göre planlama, doğrudan ihtiyaç önceliklerinin belirlendiği bilinçli kararlara dayalı bir kaynak dağılımını ifade etmektedir.8 1.1. Sosyalist Sistemin İşleyişi Sosyalist sistem, kapitalist sistemden kaynaklanan adaletsiz bölüşümün giderilmesi ve sosyal refahın her fert için sağlanmasını hedeflemiş olsa da gelinen noktada istenilen sonuca ulaşılamamıştır. Hedeflenen amaçlara ulaşmak için sistem savunucuları tarafından ileri sürülen üç aşama olan, proletaryanın iktidara sahip olması, sosyalizm ve komünizm aşamaları gerçekleştirilememiştir. Komünizm aşamasının gerçekleşebilmesi için ilk iki aşamada güçlü role sahip olan merkezi yönetim ve bürokrasi sahip olduğu ayrıcalıkları kaybetme endişesiyle istenilen performansı ve değişimi gerçekleştirmemiştir. Çünkü komünizm aşamasıyla devlet ortadan kalkacak ve bölüşümü sağlayacak herhangi bir kurumun varlığına ihtiyaç duyulmayacaktı. Bu nedenle gücü elinde bulunduran bürokrasi baskı ve sindirme politikasını kullanmaktan çekinmemiştir. Bu politikalar Stalin döneminde zirveye ulaşmıştır. Leon Trotsky, devletin totaliter karakterinin ardında bürokrasinin ayrıcalıklarını koruma ve devam ettirme dürtüsünün bulunduğunu ileri sürmüştür. Bürokrasi, toplumsal tepki ve protestoların sınıf mücadelesi olarak gösterilmesine izin vermemiştir. 7 ÖZGÜVEN Ali, “İktisadi Düşünceler-Doktrinler ve Teoriler”, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1992, s.150. 8 ÖZUĞURLU, a.g.e., s. 3-4. 32 Bu durum, kitlelerin yok edilmesi pahasına Stalin tarafından engellenmiştir.9 1.1.1. SSCB’de Yönetim Anlayışı ve Burjuvazi, Bürokrasi Çelişkisi SSCB’de Uygulanan sistemin baskı ve sindirmeye dayalı yönetim anlayışı sistemin kuruluş aşamasının bir ürünüdür. Sistem ekim devrimi öncesinde Çarlık Rusya’sı koşularında yeraltında örgütlenmiş ve devrim sonrasında disiplin ve itaatin ön plana çıktığı bir yapıya bürünmüştür. 10 Halkın durumunu yansıtan sistem hakkında Ruslara ait şu söz çok manidardır; “Hiç kimse işsiz değil, fakat hiç kimse çalışmıyor. Hiç kimse çalışmıyor fakat herkese ücret ödeniyor. Herkese ücret ödeniyor, fakat satın alacak bir şey yok. Satın alacak bir şey yok, fakat herkes ihtiyacını karşılıyor. Herkes ihtiyacını karşılıyor, fakat herkes şikâyet ediyor. Herkes şikâyet ediyor, fakat ne zaman oy kullanma zamanı gelse herkes evet diyor.”11 Dolayısıyla devrim sonrasındaki ayrıcalıklara rağmen halkın önünde herhangi bir alternatifin bulunmaması, konumu kabullenmeyi doğurmuştur. Bu kabullenme üretim faktörlerinin etkinsiz kullanımını beraberinde getirmiştir. Aslında bu durum tek partinin üstlenmiş olduğu roldeki eksiklikten kaynaklanmaktadır. Komünist parti kuruluşunda “demokratik merkeziyetçilik” ilkesini taşırken uygulamada merkeziyetçiliğin işlediği oranda demokratiklik işlememeye başlamıştır. 9 ROGOVIN Vadim Z., “Sovyetler Birliği’nde Toplumsal Eşitsizlik, Bürokrasi ve Sosyalizme İhanet”, http//www.wsws.org.(24 Ağustos 2004)(Bu kaynak, Prof. Dr. Vadim Rogovin tarafından, aralık 1996 tarihinde Ruhr Üniversitesinde verilmiştir.) 10 KIŞLALI Ahmet Taner, “Siyaset Bilimi”, 6. Baskı, İmge Kitabevi, Ankara, 1997, s.251–252. 11 AKTAN Coşkun Can, “Liberal Demokrasi Üzerine Özlü Sözler”, Yeni Global Gerçekler, İstanbul, TÜGİAD Yayınları, 2000, s.6. 33 Sistemden kaynaklanan toplumcu düşünce kapitalist sistemdeki şahsi çıkar güdüsünün yerini alamadığı gibi sadece rollerde değişikliğin yaşanmasına neden olmuştur. Kapitalist sistemde burjuvaziyi kâr peşinde koşan girişimci oluştururken, sosyalist sistemde toplumcu düşünce ve dayanışmayı tesis etmeyle görevli olan tek parti yönetimi kapitalist sistemdeki burjuva sınıfını oluşturmuştur. Ve herşey merkezi yönetim çerçevesinde şekillendiğinden kişiler yönetime yakınlıklarına göre ayrıcalıklara sahip olmuşlardır. Sosyalist sistemde temel amaç, adil gelir dağılımı ve refahın yaygınlaştırılmasıdır. Ancak mülkiyeti kamulaştırılmış olan bu ülkelerde, merkezi yönetim tarafından toplumsal eşitlik ilkesinin ne kadar savunulduğuna bakarak yapı hakkında bilgi vermek söz konusudur. Sosyalist düşünceye göre; sosyalist devrim sonucunda ortaya çıkacak devletlerin, ikili karaktere sahip olacakları öngörülmüştür. Bir yanda, toplumsallaştırılmış mülkiyeti kapitalist düzene karşı savunan sosyalist karakter, diğer yanda ise, devlet belirli bir süre için bir azınlığa belirli ayrıcalıkları ve eşitsizliğin devamını sağlamakla yükümlü olduğundan burjuva karakter. Bu sebeple devrim sonunda ortaya çıkan geçiş devleti, burjuvazinin olmamasına karşın, bir burjuva işçi devleti olarak adlandırılmıştır. Sosyalist düşünce, bu şekilde eşitsizliği azaltmayı hedeflemiştir.12 Ancak, 1920’li yılların ortalarından itibaren Sovyetler Birliğinde durum aksi yönde gerçekleşmiştir. Egemen bürokrasi, işçilerin bölüşüm konusunda hiçbir şekilde söz sahibi olmalarına izin vermemiştir. Bunun sonucunda, merkezi yönetim, bu yol ile kendisini güçlü bir kast haline getirmiştir. Sovyetler Birliğinde 1930’ların ortalarında eşitsizlik ve sosyal adaletin yokluğu bağlamında durum gelişmiş kapitalist ülkelere göre daha kötü bir durum arz etmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken 12 ROGOVIN, a.g.e., http//www.wsws.org.(24 Ağustos 2004) 34 önemli hususlardan birisi de, Sovyetler Birliğinin 1920–1930 yılları arasında çok yoksul ve geri kalmış bir görünümde olmasıdır. Dolayısıyla, Sovyetler Birliğindeki ayrıcalıklar konusunun boyutundan çok insanların bilincinde nasıl bir yer ettiği daha büyük bir öneme sahiptir.13 Stalin’in ölümünün ardından, Sovyetler Birliğinde toplumsal gelişim istikrarlı bir şekilde ilerlememiştir. Bürokrasi, totaliter iktidarın ana dinamiğini kaybettikten sonra, toplumsal eşitlik isteyen kitlelere belirli ödünler vermek durumunda kalmıştır. Öncelikli olarak, halktan düşük ücret alan ve daha az söz sahibi olan katmanların durumunun iyileştirilmesi için, çeşitli sosyal reform ve programlar uygulama koyulmuştur. Bunu takip eden on yılda söz konusu grupların yaşam standartları iyileşme gösterirken, egemen bürokrasinin ve aydınlardan varlıklı olanların durumunda bir kötüleşme yaşanmıştır. Aslında, 1960 ve 1970’lerde aydınlar ve bürokrasi arasında patlak veren anlaşmazlığın temelinde bu gelişme yatmaktadır. Aydınların bir kısmı duruma tepki olarak, muhalefet hareketi içerisinde yer alırken diğer bir kısmı ise dışarıya göç etmeyi tercih etmiştir.14 1960’lı yıllarda yaşam standardında sağlanan genel iyileşmeye karşın, toplumsal koşullar Trotsky’nin sözleriyle tarif edilebilir durumdaydı; “Kelimenin klasik manasıyla sömürü olmamasına karşın, Sovyetler Birliğindeki yaşam koşulları hâlâ kapitalist ülkelerde sömürülen işçilerin seviyesinden düşüktür”.15 Bürokrasi kendi mülkiyet biçimlerine sahip olmadığından, mülk sahibi bir sınıfı temsil etmemekteydi. Bununla birlikte, bürokrasi daha önceki egemen sınıfın bütün olumsuz niteliklerini sergiliyordu. 13 a.g.e., http//www.wsws.org.(24 Ağustos 2004) 14 a.g.e., http//www.wsws.org.(24 Ağustos 2004) 15 a.g.e., http//www.wsws.org.(24 Ağustos 2004) 35 Ciddi sosyal eşitsizliklerin ortaya çıkması, geniş kitlelerin bilincinde, ekim devriminin büyük toplumsal kazanımlarının – üretim faktörleri ve toprağın toplumsallaştırılması- değerini azalttı. Bürokrasi, emekçilerin ve köylülerin gözünde sosyalizmin adını kötüye çıkarmıştır.16 Üzerinde durulması gereken diğer önemli bir husus, Ekim devrimin, Sovyetler Birliğindeki işçilerden çok, diğer ülkelerdeki işçiler için kazanımlar sağlamasıdır. Sosyalizm tehlikesi, kapitalist ülkeleri kendi işçi sınıflarına büyük sosyal ödünler vermeye zorlamıştır. Devletin toplumsal sorunları çözmek için, üretim bölüşüm ve mübadele ilişkilerine müdahale etmesi kapitalizmin hâlâ göz önünde bulundurmak zorunda olduğu genel bir kuralı olmuştur. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, bütün kapitalist ülkelerde, asgari ücret ve işçilere sağlanan diğer güvenceler başta olmak üzere, kapitalist özgürlüğe sınırlamalar getirilmiştir. Yıllarca bölüşüm konusunda önemli çalışmalar yapıldı; bir taraftan çok az mülk sahibi olanlar için sosyal programlar geliştirilirken, diğer taraftan, gelirler üzerinde sıkı bir denetim mekanizması kuruldu ve bu denetimi temel alan bir vergilendirme politikası takip edilmiştir. Bu önlemler, sadece toplumsal durumu değil, ekonomik durumu da etkilemiştir. Halkın talep gücü artmış ve gelişmiş kapitalist ülkelerde görülen aşırı üretimi dengeleyici bir ağırlık oluşturmuştur. Bütün bu uygulamalara rağmen, kapitalizm hâlâ sosyal eşitsizliği ortadan kaldırabilmiş değildir.17 16 a.g.e., http//www.wsws.org.(24 Ağustos 2004) 17 a.g.e., http//www.wsws.org.(24 Ağustos 2004) 36 1.1.2. Mülkiyet İlişkileri ve Üretim Faktörlerinin Bölüşümü Sistemde özel müteşebbisin bulunmaması, çalışanların verimliliklerini arttırmalarını sağlayacak ve daha fazla çalışmalarını teşvik edecek bir güdünün olmaması üretimde ciddi problemlerin yaşanmasını beraberinde getirmiştir. Herkese iş garantisinin sağlanması ve ücretlerde homojenliğin olması işçilerin daha fazla performanslarını arttırmaları için bir gerekçenin bulunmadığı fikrinin yerleşmesine neden olmuştur. Dolayısıyla Sovyetler Birliğinde işgücünde verimlilik düşmüş ve merkezi yönetimin tutumu halkta “Onlar bize ödüyor gözüküyor, bizler de çalışıyor gözüküyoruz”18 sözüyle de ifade edildiği gibi çalışmamayı teşvik etmiştir. Diğer yandan bir müessesede istihdam zorunluluğu nedeniyle aşırı istihdamın bulunması ve iş yerinde herkesin bir anda çalışma olanağının bulunmaması çalışanlardan bir kısmının sadece maaş dönemlerinde iş yerinde bulunmalarına neden olmuştur. İşte sistemin dağılmasına üzülen ve sistemin yıkılmasına neden olanlara – aslında sistemin yıkılmasında katkıları azımsanmayacak kadar fazladır – lanet okuyanlar çalışmadığı halde ücret alan ve sistemin yıkılmasının ardından bu gelirini kaybeden kesimdir. Bunlar hâlâ BDT ülkelerinde hiç de azımsanmayacak sayıdadırlar ve Rusya’nın yeniden bu coğrafyaya hâkim olacağı hülyasıyla yaşamaktadırlar. Mülkiyet ve bölüşüm biçimleri sosyalizmin temel çıkmazlarından biri haline gelmiştir. Bu amaçla daha sonraki yıllarda yürürlüğe koyulan Perestroyka’nın gelişimi 1988 yılından itibaren toplumun sosyalist temellerinin yıkılmaya yüz tuttuğu ve kapitalist bir kaosla sonuçlanmakta olduğunu teyit etmiştir. Bu süreci, kültür ve ekonomide yaşanan önemli boyuttaki yozlaşma takip etmiştir. 18 AKTAN, a.g.e., s.7. 37 Sovyetler Birliğinde üretim faktörleri kullanımı ve bölüşümü ile merkezi yönetimin tutumu arasındaki ilişki sosyalist sistemin işlerliğinde yaşanan problemlerin aynası durumundadır. SSCB’de ekonomik yapılanma planlanmış üretim, dolaşım, bölüşüm süreçlerine dayanmaktadır. Bu süreçlerde kullanılan ücret, faiz ve fiyat sistemi gibi unsurlar planlamaya yardımcı teknik bir düzenleyici mekanizma niteliğinden ileri gitmemiştir. Sovyetler Birliğinde emek arzı plan hedefine göre bölüşüme konu olmaktadır. Sisteme göre, kol işçileri ücret, yönetici ve teknik personel ise maaş uygulamasına tabidir. Ücretler “herkesten kapasitesine göre ve herkese emeğine göre”19 ilkesine göre belirlenmektedir. Bu kıstas somut bir düzenlemenin sağlanmasında zorluklara neden olduğundan, ücret ve maaşların farklılaştırılmasında meslek seçimi ve meslek içi ilerleme kullanılan önemli etkenler olmuştur. Buna göre bir çalışanın geliri, mesleki niteliği ve meslek içi performansı göz önünde bulundurularak, primler, fazla mesai, parça başına ücret sistemi gibi uygulamalarla tespit edilmiştir. Diğer yandan çalıştığı sektör ya da bölgenin öncelik sırasına göre ücret farklılaştırma katsayısı kullanılarak ücretler hesaplanmıştır.20 Sovyet sisteminde fiyatlar piyasa mekanizması yerine merkezi karar alma organları (Gosplan fiyat bürosu, Ticaret bakanlığı, Maliye bakanlığı, Goskomtsen, yerel yönetim birimleri) tarafından belirlenmektedir.21 Fiyatlar sadece hesap birimi fonksiyonu olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla plan hedeflerinin belirlenmesinde önemli bir role sahip değildir. Üretim kararlarında fiyatlar yerine belirleyici rol, ihtiyaç önceliklerinin belirlendiği merkezi planlama kararlarına dayalı kaynak dağılımının yapıldığı fiziki ölçümlere verilmiştir. Fiyat sadece bu fiziki hedeflerin değer olarak ifade edilmesinde kullanılan bir araç 19 ÖZGÜVEN, a.g.e., s.150. 20 BORATAV Korkut, “Sosyalist Planlamada Gelişmeler”, İkinci Baskı, Savaş Yayınları, Ankara, 1982, s.150–153. 21 GREGORY P.R., STUART R.C., “Russian and Soviet Economic Performance and Structure”, Sixth Edition, Addison Wesley, Educational Publishers, 1998, s.133. 38 olmaktan öteye gidememiştir. Bu nedenle üretim tüketici tercihlerine göre üretilmediğinden piyasada üretim fazlası ya da üretim yetersizliklerine neden olmuştur. Diğer taraftan üretilen ürününün kalitesi, modeli ve kullanılabilirliği göz önünde bulundurulmadığından ürünler sadece ihtiyacı karşılayan fakat estetiği bulunmayan bir görünüme sahip olmuştur. Bu durum üretimde yeniliğin de yok denilecek seviyede gerçekleşmesi sonucunu doğurmuştur. Bu yönüyle ücret, faiz ve fiyatlar planlamada hesap birimi olarak kullanılan temel araçların dışında bir role sahip olmaması ve dolayısıyla üretim ve tüketim üzerinde belirleyici etkilerinin bulunmaması kaynak dağılımında etkinliği de olumsuz etkilemiştir. Kaynakların merkezi yönetim tarafından gerekli fizibilite çalışmaları dışında tahsis edilmesi kaynakların israf edilmesini doğurmuştur. Yapılacak üretimde kullanılacak üretim faktörlerinin ihtiyaçlar doğrultusunda değil de masa başında hazırlanan planlar çerçevesinde tahsis edilmiş olması üretimde artışa neden olsa da aslında ihtiyaç dışı üretimin artışını sağlamıştır. SSCB istatistiklerinde iktisadi büyüme rakamlarının yüksek olmasına rağmen ekonominin çökmesine neden olan temel sebeplerden birisi de bu durumdur. İktisadi büyüme rakamlarına neden olan üretim yapılmakta ancak yapılan üretim ihtiyacı karşılamamaktadır. Sovyetler Birliğinde yatırımların temel kaynaklarından birisi olan kredi mekanizması Gosbank kredi planı çerçevesinde yürütülmüştür. Ekonomiye ne kadar kredi açılacağı veya hangi alanda kredilerin kısılacağı merkezi karar alma organlarına göre belirlenmiştir. Bankacılık sistemine göre, işletmeler kazançlarını günlük olarak devlet bankasındaki hesaplarına yatırmak zorundadırlar. Buna kolhozların kazançları da dâhil edilmiştir. Bütün bu hesaplar bankaların Gosplan çerçevesinde açabilecekleri kredilerin kaynağını oluşturmuştur.22 Bu durum devlet idarelerinde yolsuzlukların artmasına neden olmuştur. Devlet işletmelerinde bulunanlar ya da kolhozda üretim yapan 22 ÖZUĞURLU, a.g.e., s. 7-8. 39 çiftçilerin üretim ve satıştan elde ettikleri kazancı düşük göstererek bankaya yatırmamaları sonucu işletmeleri zarara uğratmışlardır. Öyle ki bu durum herkes tarafından kabul edilen bir olgu haline gelmiştir. 1.2. SSCB’nin Dağılma Süreci Sovyet sisteminin küreselleşen dünya şartlarına ve büyük bir hızla ilerleyen teknolojiye ayak uyduramaması, ekonomik yapının eskimesine ve ihtiyaçlara cevap veremez hale gelmesine neden olmuştur. Günümüz şartlarında değişimi şart koşan nedenler kısaca şöyle sıralanabilir; • Totaliter sistemde emek gücünün militarize olması, üretim ve ücretlerin merkezi yönetim tarafından sıkı takibi, • Üretim araçlarının kolektif mülkiyeti, • Her türlü çoğulculuğun dışlanması, • Eğitimin ve bilimin tekelci gücün yönetiminde olması, Kısaca ifade edilecek olursa, her alanda katı merkeziyetçiliğin yaşandığı ve küçük problemlere dâhi hiçbir pratik çözüm üretemeyen ideolojinin varlığı değişimi zorunlu kılmıştır.23 1.2.1. Sovyet Ekonomisinin Bozulması Sovyetler Birliğinin dağılma sürecine girmesine neden olan tek faktör ne dış tehditler ne de iç tehdit olabilecek uluslar sorunuydu. 24 23 ÖKE Mim Kemal, “Orta Asya Türk Cumhuriyetleri”, 1. Baskı, Melisa Yayınevi, Bursa, 1999, s. 16 – 17. 24 SHEEHY, a.g.e., s.6. 40 Gorbaçev’i Glasnost25ve Perestroyka26 olarak adlandırdığı temel reform politikaları uygulamaya iten temel etken merkezi planlamadan kaynaklanan sistem bozukluğunun, 1960’lı ve 1970’li yıllarda neden olduğu ve her geçen gün ağırlığı bir kat daha hissedilecek olan ekonomik istikrarsızlıktı27. Sovyetler Birliği gerek yüz ölçümü gerekse sahip olduğu yeraltı ve yer üstü zenginlikler açısından dünyada söz sahibi bir konumda iken giriştiği sanayileşme hamlesiyle dünyanın süper gücü konumuna ulaşmıştır. Ekonomik istikrarsızlıkların yaşanmaya başlandığı 1950’li yılların sonlarında da dönemin Sovyet liderleri olan Kruşçev ve Brejnev tarafından istikrarı sağlamaya yönelik reform politikaları28 uygulamaya konulmuştur. Ancak, merkezi yönetim uygulamaya konulan bu politikaları cumhuriyetlerin gücünü arttırıp merkez dışı hareketleri cesaretlendireceği düşüncesiyle uygulamada yavaş davranmış ve istenilen sonucun elde edilmesine engel olmuştur29. Diğer taraftan, Brejnev dönemine temel ihracat maddeleri olan petrol ve hammaddelerin üretim maliyetlerindeki artış Sovyetler Birliğinin Doğu Avrupa’daki müttefiklerine30 ve yakın olduğu üçüncü dünya ülkelerine yaptığı yardımlarda sıkıntılar yaşanmıştır31. Brejnev döneminde 25 Açıklık 26 Yeniden yapılanma 27 TEDSTROM John, “Perestroika, Radical Reform and Economic Disintegration”, The Demise of The USSR: From Communism to Independence, Ed. Tolz Vera-Elliot Iain, Great Britain, 1995, , s.36. 28 Desentralizasyon politikası 29 Kruşçev ve Brejnev döneminde ekonomiyi disiplin altına almaya yönelik olarak yapılan reform girişimleri için bkz., SANDLE Mark, “A Short History of Soviet Socialism”, Taylor&Francis Group, London, 1999, s.275-367. 30 HARDT P. John, “The Impact of Gorbachev’s Perestroika and Interdepedence on East European Allies”, Gorbachev’s USSR: A System in Crisis, Ed.: Ra’anan Uri, Lukes Igor, Macmillan Ltd., 1990, s.117-131. 31 PARTA R. Eugene, “Soviet International Operations: Domestic Fallout?”, Gorbachev’s USSR: A System in Crisis, Ed.: Ra’anan Uri, Lukes Igor, Macmillan Ltd., 1990, s.102-116. 41 savunma sanayinde yaşanan çıkışın yanında, ABD ile yaşanan rekabet nedeniyle kaynakların büyük kısmının savunma sanayine aktarılmasına neden olmuştur. Bu dönemde savunma sanayine GSMH’dan ayrılan payın %15 olarak hesaplanması32, ekonomide yaşanan istikrarsızlık ve bozulmanın daha da artmasının nedenini ortaya koymuştur 33. 1970’li yıllardan sonra gerçekleşen ikinci sanayileşme dalgasında enformasyonun hızla yenilenmesi ve teknolojideki hızlı gelişim buna ayak uyduramayan diğer ülkeler gibi Sovyetler Birliğinin de olumsuz yönde etkilenmesine neden olmuştur. Bu durumu yansıtan çeşitli veriler bulunmaktaydı. Örneğin, Sovyet sisteminde Devlet arz sistemi34 aracılığıyla gerçekleştirilen kaynak tahsisi etkin işlememekte ve sattıkları mal karşılığında aldıkları ruble hammaddeyi karşılamadığından işletmeler birbirlerine doğrudan satış yapmakta isteksiz davranmaktaydı. Geleneksel Sovyet sisteminde, hammadde ve malzemelerin bir teşebbüsten diğerine akışı devlet planlarına göre35 yapılmaktaydı. Ancak planlama direktifleri genelde önemsenmiyor ve tam olarak yerine getirilmiyordu36. 1980’lerin başlarına kadar ülkede kolaylıkla bulunabilen hammadde ve potansiyel insan gücü etkin bir şekilde kullanılamamıştır. 32 GALEOTTİ Mark, “Gorbachev and His Revolution”, New York, 1997, s.15. 33 Savunma harcamalarındaki yıllık büyüme 1970’li yılların başında %4 iken bu oran 1970’li yıllar ile 1980’li yılların sonlarında %2’ye kadar düşürülmesine rağmen Sovyet bütçesinde savunma harcamaları hâlâ önemini korumaktaydı. Mayıs 1989’daki birinci Halk Temsilcileri Kongresi’nde Gorbaçev 1989 yılında bütçeden savunma için ayrılan kaynağın 773 milyar ruble olduğunu belirterek 1990 ve 1991 bütçesinde savunma harcamalarına ayrılan bu kaynaktan %14 oranında bir kesintiye gidileceğini belirtmiştir. Bu oran Sovyet GSMH’sının %10’una yakındır. MÜLLER, a.g.e., s.62. 34 Gossnab. 35 Gosplan. 36 PECK J. Merton, “Introduction, What Is To Be Done?: Proposals for the Soviet Transition to the Market”, Ed.: Peck J. Merton, Richardson J. Thomas, Yale University Press, New Haven and London, 1991, s.1-18. 42 Tablo 2: Sovyet Ekonomik Performansına İlişkin Temel Göstergeler* (bir önceki döneme göre artış yüzdesi) Kaynak: TEDSTROM John, “Perestroika, Radical Reform and Economic Disintegration”, The Demise of The USSR: From Communism to Independence, Ed. Tolz Vera-Elliot Iain, Great Britain, 1995, s.40. * Özellikle 1990’dan önce resmi Sovyet istatistikleri büyümeyi abartma eğilimindedir. ** Aralık 1991’de Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) olarak toplanan devletler için geçerlidir. Ülke bu durumda negatif büyüme sürecine girmek durumunda kalmıştır37. Ekonomik büyüme rakamları incelendiğinde dağılma süreci öncesinde negatif büyümenin görülmediği aksine üretim artışlarının görülmesi temel iki nedenden kaynaklanmaktadır. Birinci neden üretimin plan çerçevesinde yapılması nedeniyle ihtiyaç duyulmayan mallar üretilmesine rağmen istatistiklerde pozitif büyüme rakamlarının elde edilmiş olmasıdır. İkinci neden ise merkezi yönetimin halkın tepkisini izole etmek ve dış ülkelere karşı güçlü bir görünüm arz etmek 37 “İntansif” büyüme yüksek miktarda çıktı üretimi ile elde edilen bir büyüme değil, üretim sürecinde verimlilik artışları sonucunda elde edilen büyüme olarak ifade edilmiştir. FRIEDMANN Müller, “Economic Reform in the Soviet Union”, Economic Reform in Three Giants, Ed.: FEINBERG E. Richard, GENT-ECHEVERRİ John, FRIEDMANN Müller, “U.S.-Third World Policy Perspectives”, No. 14, Washington D.C., 1990, s.45-71. Gösterge 1976 - 1980 1981 - 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 ** Gayri Safi Ulusal Üretim 4.8 3.7 3.8 2.9 5.5 3.0 -2.3 -17 Ulusal Gelir 4.8 3.2 2.3 1.6 4.4 2.4 —4.0 —15 Sanayi Üretimi (net) 4.4 3.6 4.4 3.8 3.9 1.7 —1.2 —7.8 Tüketim malları üretimi 4.4 3.7 4.4 5.5 5.1 5.9 6.0 … Tarımsal üretim (net) 1.7 1.0 5.3 —0.6 1.7 1.3 —2.9 —7 Sermaye yatırımı 3.7 3.7 8.4 5.6 6.2 4.7 0.6 … Emek verimliliği 3.3 2.7 2.1 1.6 4.8 2.3 —3.0 … İstihdam seviyesi 1.9 0.9 0.6 0.1 —1.1 —1.5 —1.6 —1.7 43 için istatistik rakamlarında gerçekçi olmayan sonuçların elde edilmesini sağlamışlardır. Aslında bu hastalık kalıtsal olarak günümüz BDT ülkelerinde halen yaşanmaktadır. Sovyetler Birliğinde ekonomik istikrarsızlığın yaşanması ve uygulanan reform politikalarının nedenini oluşturan temel etkenler kısaca değerlendirilecek olursa; • Dünyada iki süper güçten biri olan Sovyetler Birliği, bu gücün gereği olarak Üçüncü dünya ülkelerinde yürüttüğü politik faaliyetlerini desteklemek amacıyla bu bölgelere önemli ölçüde fon ayırmaktaydı. Bu durum ekonomide ciddi bozulmalara neden olduğu gibi bundan etkilenen Sovyet nüfusunun da hoşnutsuzluğuna neden olmuştur. Bu durum, Sovyetler Birliğinin yayılmacı hareketinin sona ereceğinin bir sinyali olarak kabul edilebilir38. Buna en güzel örnek, Birliğin son yayılmacı hareketi olan 1979 Afganistan saldırısı ülkede ciddi huzursuzlukların yaşanmasına neden olmuştur39. • Ekonomik istikrarsızlıkların artmasının diğer bir nedeni de, Birliğin, politikalarını gerçekleştirebilmesi amacıyla, merkezden göç veren bir konumda iken, göç alan bir konuma gelmesi. Bunun sonucu olarak da 1960’lı yıllarda Trans Kafkaslar ve 1970’li yıllardan sonra ise Orta Asya cumhuriyetleri kendi kaderlerine terk edilmişlerdir40. Göçün altında yatan temel neden ise Rus nüfusun çocuklarına daha iyi bir gelecek sağlayabilmek amacıyla Rusya’ya dönmek istemeleridir. Bu durum, daha sonra bağımsızlıklarını 38 SHEEHY Ann, “A Bankrupt System, Nationalism and Personal Ambitions The Demise of The USSR: From Communism to Independence”. Ed. Tolz Vera-Elliot Iain, Great Britain, 1995, s.8. 39 Resmi rakamlara göre Afgan savaşındaki ölü sayısı 13,000 civarındadır. Ölü sayısının kayıplar, hastalıklar ve kazalar nedeniyle ölenlerle birlikte toplam 30,000 civarında olduğu belirtilmiştir. Öte yandan, yıllık 5 milyar ruble savaş harcaması yapılmıştır. Parta, s.107. 40 SHEEHY, a.g.e., s.8. 44 kazanacak ülkeler için kalifiye eleman yetiştirme fırsatı sağlamıştır. • Ekonomiyi etkileyen temel etkenlerden biriside sistemin yatırım fonu üretememesi ve teknolojiyi yenilememesi konusunda ortaya çıkmıştır. Çünkü 1980’li yıllarda hâlâ fabrikaların çoğunluğu Stalin döneminden ya da İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’dan kalan makinelerle çalışıyordu41. 1986 yılında sanayi ve inşaat sektöründeki makine ve donanım en az altı yıllıktı ve bu sermaye stokunun yaklaşık %15’i yirmi yaşın üzerindeydi. Planlara göre, 1986 ile 1990 yılları arasında mevcut donanımın %45’inin yenilenmesi düşünülmekteydi. Yenilenme oranı makine imalatında 1985 yılında bütün yatırımların değerinin %3,1’i, 1986 yılında %4’ü oranında gerçekleşmiştir. Ancak Sovyet ekonomistleri bunun yeterli olmadığını belirtmişler ve 1987 yılında sivil makine imalatı stokunun %7,5, 1990 yılında %13’e ulaşması gerektiğini belirtmişlerdir. Bu planlar hiçbir zaman tam olarak gerçekleşmemiş ve yenilenme oranı 1985 seviyesinde kalmıştır42. • Başarısızlığın altında yatan temel etkenlerden birisi de, sektörler arası haberleşme ağının yetersiz olmasıdır43. Merkezi yönetim sektörler arasında gerekli koordinasyonu sağlayacak düzeyde yeterince güçlü değildi. Hâlbuki yapılacak yatırımlar çeşidi ve miktarı özellikle sektörler arası ilişkiler açısından çok büyük önem taşımaktadır. 41 GALEOTTİ, a.g.e., s.15. 42 AVEN O. Peter, “Economic Policy And The Reforms Of Mikhail Gorbachev: A Short History, What’s To Be Done?, The Proposals For The Soviet Transition To The Market”, Yale University Press, New Haven And London, 1991, s.179-206. 43 FRIEDMAN, a.g.e., s.58. 45 1.2.2. Dağılma Sürecini Önlemeye Yönelik Uygulanan Reform Politikaları Gorbaçev’den önce Sovyet liderleri zaman zaman ekonomiyi düzenlemeye yönelik reform girişimlerinde bulunmuştur. 1950’lerin sonlarında Kuruşçev ve Brejnev yönetiminin ilk yıllarında ekonomi yönetimini desentralize çalışmaları başlatılmıştır. Ancak piyasa güçlerinin işlemediği bir ortamda desentralizasyonun cumhuriyetlerin gücünü arttırabileceği gerçeği göz önüne alınarak bu çalışmalardan vazgeçilmiştir. Moskova merkez dışı eğilimleri cesaretlendireceği endişesi ile gerekli reform çalışmalarını gerçekleştirmekte isteksiz davranmıştır44. Gorbaçev, Birliğin Batı dünyasının gerisinde kalmasını önlemek amacıyla radikal reformlar uygulamak zorunda kalmıştır. Bu amaçla ekonominin performansını iyileştirmek amacıyla yeniden yapılanma manasına gelen Perestroyka45 ve Açıklık manasına gelen Glasnost adlı reform programlarını uygulamaya koymuştur46. SSCB’de yaşanan istikrarsızlıklara son vermek amacıyla yürürlüğe koyulan Perestroyka ile işletme özerkliğinin genişletilmesi, para ilişkilerinin yaygın kullanımının sağlanması, bireysel faaliyetlerin ve farklı mülkiyet biçimlerinin teşvik edilmesi ekonomik yapılanmadaki belirgin değişimleri göstermektedir. İşletme özerkliği çerçevesinde, eski yapıda merkezi olarak belirlenmiş detaylı üretim planlarının yerini, yine merkezin direktifleriyle belirlenen hedefler doğrultusunda üretimi öngören bir yapı almıştır. Diğer bir ifadeyle yeni yapıda işletmeler 44 Kruşçev ve Brejnev döneminde ekonomiyi disiplin altına almaya yönelik olarak yapılan reform girişimleri için bkz., SANDLE Mark, “A Short History of Soviet Socialism”, Taylor&Francis Group, London, 1999, s.275-367. 45 GALEOTTİ, a.g.e., s.65. 46 SHEEHY, a.g.e., s.9. 46 merkezin belirlediği hedef üretim düzeyine göre üretimlerini sürdürmektedir. Fiyatlar ise yapılan düzenlemeler çerçevesinde, daha önce tamamına yakını merkezi yönetim tarafından belirlenirken yeni yapılanmada bazı fiyatlar merkez kontrolünde kalırken diğerlerine sözleşmelere dayalı olarak esnek bir yapı kazandırılmıştır. Ancak perestroyka ile başlayan süreçte merkezi planlamanın kurumları aynen korunmuş ve dolayısıyla reformların kısmileştiği görülmüştür. Piyasa yönelimi ve merkezi planlama kurumlarının bir arada var olması arz ve talep sürecinde tıkanıklıkların yaşanmasına neden olmuştur. Üretim kararlarının büyük oranda merkezi direktiflere göre yapılması ve kaynak dağılımının da buna göre şekillenmesi sapmalara neden olmuş ve ekonomik krizin derinleşmesine neden olmuştur. Ekonomik istikrarsızlıkları gidermeye yönelik uygulanan reformların gereken başarıyı gösterememesi üzerine Gorbaçev tarafından 1985–1987 yılları arasında, ekonomik büyümeyi hızlandırmak ve sanayinin yeniden yapılandırılmasını sağlamak amacıyla hızlandırma anlamına gelen Uskoroniye programını devreye sokmuştur47. Ancak, uygulanan bu reform politikası da bünyedeki radikal değişim ihtiyacından dolayı başarıya ulaşamamıştır. Dolayısıyla 1987–1989 yılları arasında uygulanan reformların ve bunun sonucunda artan dengesizliklerin ekonomik bunalıma neden olduğu görülmüştür. Birliğin dağılma sürecinin durdurulmasına yönelik diğer bir katkı da Sovyet ideolojistlerinden gelmiştir. Bunlara göre, ekonomiyi iyileştirmek makine imalat sanayinin geliştirilmesiyle sağlanabilirdi. Bu sektördeki sermaye yatırımlarında 1981 yılından 1985 yılına kadar %24, 1986 yılından 1990 yılına kadar ise %80 oranında sağlanacak artış hedeflere ulaşmayı sağlayacaktı. Başlangıçta bu hedeflere ulaşılmıştır. Sermaye yatırımları 1986 yılında %17 arttırılmıştır. Ne var ki, 1987 yılına gelindiğinde makine imalatı yatırımları payı 1985 47 TEDSTROM, a.g.e., s.36-47. 47 seviyesine düşerek azalmaya başlamıştır48. Petrol, enerji ve imalat gibi temel sektörlerde çıktı seviyesi düşmeye başlamış, çıktı kalitesinde de kayda değer bir iyileşme gerçekleşmemiştir49. Uygulanan reformların başarısızlıkla sonuçlanması ülkeyi yeni reform politikaları arayışına itmiştir. Ancak, 1987 yılına gelindiğinde uygulanacak herhangi bir plan veya reform programı yoktu50 buna karşılık, sorunlar bütün ağırlığıyla ortadaydı51. Bu dönemin politik ortamından yararlanan çok sayıda radikal ekonomist, Sovyet kumanda ekonomisi ve politika alternatiflerinin yetersizliğini dile getirerek piyasa yönlü reformların uygulanmaya konulması gerektiğini tartışmaya başladı52. Gorbaçev, ekonomik politikalardaki başarısızlık eleştirilerine 1987 yılının yazında yürürlüğe koyduğu Temel Koşullar ve Devlet Teşebbüsleri Yasası53 ile karşılık verdi. Bu düzenlemede yer alan reformlar öncekilere göre daha kapsamlıydı. Ancak eleştirilere yeterli ölçüde cevap verecek ve ekonomik sistemin temel yetersizliklerini ortadan kaldıracak nitelikte değildi. Üstelik düşünülen önlemler tartışmalıydı ve uygulamada sık sık muhafazakâr bürokratların engellemesiyle karşılaşıyordu54. Ne var ki bu önlemler gelecek üç yılda uygulanacak ekonomi politikasının temel unsurlarını oluşturarak 48 AVEN, a.g.e., s.179-206. 49 TEDSTROM, a.g.e., s.39. 50 Belirtmek gerekir ki Gorbaçev reform programına ilişkin olarak ne kaleme aldığı Perestroyka isimli kitabında ne de konuşmalarında bir mastır plandan söz etmemiştir. Reform sürecinde atılacak her adımı pragmatist bir yaklaşımla belirlemiştir. FRIEDMAN, a.g.e., s. 54. 51 Ocak 1987 oturumunda Gorbaçev ilk kez SSCB’de bir “kriz” durumunun varlığından söz etmiştir. SANDLE, a.g.e., s.376. 52 Bu eleştirmenlerin en ünlüsü piyasa yönlü ekonomik reformların benimsenmesinin kaçınılmaz olduğu yolunda alternatif görüşlerini dile getiren Nikolay Şemelov’du. 53 Osnovnye polozheniya korennoi perestroiki upravleniya ekonomikoi. 54 GALEOTTİ, a.g.e., s.79. 48 ekonomik desentralizasyon sürecinin ciddi ve geri dönülmez başlangıcını oluşturmuştur55. 1989 yılında ekonomik istikrasızlıkların giderilememesi üzerine Ekim 1989’da ekonomik reformların sorunları adı altında konferans düzenlenmiş ve bu çerçevede, Leonid Abalkin’in başkanlığını yürüttüğü SSCB Bakanlar Konseyi Ekonomik Reform Komisyonu tarafından yeni bir plan hazırlanmıştır. Abalkin planı olarak bilinen bu reform programı ilk aşamada, 1990 yılında, mülkiyet ilişkileri, farklı işletme tiplerinin yasallaştırılması, yeni bir vergi sistemi ve yeni bir bankacılık sistemi reformlarını içeriyordu. Program, bütçe açıklarını azaltmaya, kişisel gelirlerdeki artışı sınırlandırmaya ve bankalara verilen kredilerin kısıtlamasına ilişkin önlemleri de içermiştir56. 1991–1992 dönemini içeren ikinci aşamada, piyasa mekanizmasına geçiş planlanmıştır. Devlet siparişlerinin üzerinde üretilen ürünlerin serbest fiyatlardan serbest ticaretinin giderek arttırılması, ücret tespitinin desentralize edilmesi ve zarar eden bütün devlet teşebbüslerinin kapatılması amaçlanmıştır. 1993–1995 dönemini kapsayan üçüncü aşama anti monopol programı ve iki aşamalı bankacılık sistemine geçişi içermiştir57. Abalkin planının uygulanması oldukça güçtü. Özellikle zarar eden devlet teşebbüslerinin kapatılmasına ilişkin hüküm planın uygulanmasını zorlaştırıyordu. Çünkü Ekim 1988 itibariyle, 46,000 devlet işletmesinden 26,000’i resmen zarar etmişti. Bu teşebbüsler kapatıldıklarında yaklaşık 20 milyon işçinin işsiz kalması söz konusu olacaktı58. Öte yandan, SSCB Anayasası bütün vatandaşlarına iş garantisi sağlıyordu. Bütün bu güçlükleri dikkate alan Gorbaçev, Abalkin planını reddederek bunun yerine Başbakan Nikolay Rijkov’a yeni bir plan hazırlatarak Aralık 55 TEDSTROM, a.g.e., s.39. 56 FRIEDMAN, a.g.e., s.57. 57 AVEN, a.g.e., s.194-195. 58 GALEOTTİ, a.g.e., s.76.