T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI DÜNYA POLİTİKASINDA COMMONWEALTH ÖRGÜTÜ: ÜYE DEVLETLERİN ÇIKARLARI, ÖRGÜTÜN ETKİNLİĞİ VE GELECEĞİNİN ANALİZİ (DOKTORA TEZİ) İbrahim Çağrı ERKUL BURSA- 2016 U .Ü . S O S Y A L B İL İM L E R E N S T İT Ü S Ü U L U S L A R A R A S I İL İŞ K İL E R A N A B İL İM D A L I T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI DÜNYA POLİTİKASINDA COMMONWEALTH ÖRGÜTÜ: ÜYE DEVLETLERİN ÇIKARLARI, ÖRGÜTÜN ETKİNLİĞİ VE GELECEĞİNİN ANALİZİ (DOKTORA TEZİ) İbrahim Çağrı ERKUL BURSA - 2016 D Ü N Y A P O L İT İK A S IN D A C O M M O N W E A L T H Ö R G Ü T Ü : Ü Y E D E V L E T L E R İN Ç IK A R L A R I, Ö R G Ü T Ü N E T K İN L İĞ İ V E G E L E C E Ğ İN İN A N A L İZ İ (D O K T O R A T E Z İ) İb ra h im Ç a ğ rı E R K U L B U R S A 2 0 1 6 T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI DÜNYA POLİTİKASINDA COMMONWEALTH ÖRGÜTÜ: ÜYE DEVLETLERİN ÇIKARLARI, ÖRGÜTÜN ETKİNLİĞİ VE GELECEĞİNİN ANALİZİ (DOKTORA TEZİ) İbrahim Çağrı ERKUL Danışman Prof. Dr. İbrahim CANBOLAT BURSA - 2016 T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda 711016007 numaralı İbrahim Çağrı ERKUL’un hazırladığı “Dünya Politikasında Commonwealth Örgütü: Üye Devletlerin Çıkarları, Örgütün Etkinliği ve Geleceğinin Analizi” konulu Doktora Tezi ile ilgili tez savunma sınavı, -------------------- günü -------------- saatleri arasında yapılmış, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin ………………………........... (başarılı/başarısız) olduğuna …………………………(oybirliği/oy çokluğu) ile karar verilmiştir. Üye (Tez Danışmanı ve Sınav Komisyonu Başkanı) Üye Üye Üye Üye Yemin Metni Doktora tezi olarak sunduğum “Dünya Politikasında Commonwealth Örgütü: Üye Devletlerin Çıkarları, Örgütün Etkinliği ve Geleceğinin Analizi” Başlıklı çalışmanın bilimsel araştırma, yazma ve etik kurallarına uygun olarak tarafımdan yazıldığına ve tezde yapılan bütün alıntıların kaynaklarının usulüne uygun olarak gösterildiğine, tezimde intihal ürünü cümle veya paragraflar bulunmadığına şerefim üzerine yemin ederim. Tarih ve İmza Adı Soyadı: İbrahim Çağrı Erkul Öğrenci No: 711016007 Anabilim Dalı: Uluslararası İlişkiler Programı: Uluslararası İlişkiler Statüsü: Doktora ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DOKTORA TEZ ÇALIŞMASI ÖZGÜNLÜK RAPORU ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI BAŞKANLIĞI’NA Tarih: 04/10/2016 Tez Başlığı / Konusu: Dünya Politikasında Commonwealth Örgütü: Üye Devletlerin Çıkarları, Örgütün Etkinliği ve Geleceğinin Analizi Yukarıda başlığı gösterilen tez çalışmamın a) Kapak sayfası, b) Giriş, c) Ana bölümler ve d) Sonuç kısımlarından oluşan toplam…... sayfalık kısmına ilişkin, 04/10/2016 tarihinde şahsım tarafından Turnitin adlı intihal tespit programından aşağıda belirtilen filtrelemeler uygulanarak alınmış olan özgünlük raporuna göre, tezimin benzerlik oranı %...... ‘tür. Uygulanan filtrelemeler: 1- Kaynakça hariç 2- Alıntılar hariç 3- 5 kelimeden daha az örtüşme içeren metin kısımları hariç Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez Çalışması Özgünlük Raporu Alınması ve Kullanılması Uygulama Esasları’nı inceledim ve bu Uygulama Esasları’nda belirtilen azami benzerlik oranlarına göre tez çalışmamın herhangi bir intihal içermediğini; aksinin tespit edileceği muhtemel durumda doğabilecek her türlü hukuki sorumluluğu kabul ettiğimi ve yukarıda vermiş olduğum bilgilerin doğru olduğunu beyan ederim. Gereğini saygılarımla arz ederim. Adı Soyadı: İbrahim Çağrı Erkul Tarih ve İmza Öğrenci No: 711016007 Anabilim Dalı: Uluslararası İlişkiler Programı: Uluslararası İlişkiler Statüsü: Y.Lisans Doktora Danışman: Prof. Dr. İbrahim Canbolat / 04/10/2016 X x IV ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : İbrahim Çağrı Erkul Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Uluslararası İlişkiler Bilim Dalı : Uluslararası İlişkiler Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı : XIV + 408 Mezuniyet Tarihi : …/…/ 2016 Tez Danışmanı : Prof. Dr. İbrahim CANBOLAT DÜNYA POLİTİKASINDA COMMONWEALTH ÖRGÜTÜ: ÜYE DEVLETLERİN ÇIKARLARI, ÖRGÜTÜN ETKİNLİĞİ VE GELECEĞİNİN ANALİZİ Çalışmada Commonwealth’in ortaya çıkışı, “imaj” ve “gerçek” çerçevesinde ele alınmıştır. Britanyalı siyasilerce izlenen temkinli ve öngörülü politikalarının başarısı, Commonwealth’in ortaya çıkışında önemli bir rol üstlenmiştir. Ancak Commonwealth içerisinde “ortak” kelimesine vurgu yapılmasına rağmen bütçenin azlığı, lider ülkenin eksikliği ve kurumsal yapının yetersizliğinden ileri gelen sorunlar, üyelerinin gelişmesi ve sorun çözme noktasında Commonwealth’i etkisizleştirmektedir. Commonwealth’in mevcut etkisizliği artan bir varlık sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bu noktada çalışmada Commonwealth’in geleceğine ilişkin görüşler “imaj” ve “gerçek” çerçevesinde analiz edilerek, çözüm önerileri sunulmaya çalışılmıştır. Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi değerlerin Commonwealth içerisinde ön plana çıkması, önemli bir gelişme olarak kabul edilebilir. Fakat zengin ve fakir ülkeler arasında değer paylaşımının yapılamaması, Commonwealth’in “imajı” “gerçeğe” dönüştüremediğini göstermektedir. Bu yönüyle çalışma, yalnızca Commonwealth’in ortaya çıkışını ve kurumsal yapısındaki değişimi açıklamayı amaç edinmemektedir. Buna ek olarak, Commonwealth’in yaşamakta olduğu sorunlar dikkate alınarak, Örgüt’ün dünya politikasında nasıl etkin hale getirilebileceği de incelenmiştir. Çalışmanın bütünlüğünün sağlanması ve Britanyalı siyasilerin Commonwealth üzerindeki politika tercihlerinin anlaşılması için İngiltere tarihi, Britanya İmparatorluğu’nun doğuşu, gelişimi ve dekolonizasyon süreci de çalışmanın konuları arasında yer almaktadır. Anahtar Kelimeler: Commonwealth, Britanya İmparatorluğu, Gelişmekte Olan Ülkeler, İngiltere Tarihi, Bağımlılık V ABSTRACT Name and Surname : İbrahim Çağrı ERKUL University : Uludağ University Institution : Social Science Institution Field : International Relations Branch : International Relations Degree Awarded : PhD Page Number : XIV+408 Degree Date : …. / …. / 2016 Supervisor : Prof. Dr. İbrahim CANBOLAT THE COMMONWEALTH ORGANIZATION IN WORLD POLITICS: INTERESTS OF THE MEMBER STATES, ANALYSIS OF EFFECTIVENESS AND FUTURE OF THE ORGANIZATION This study discussed concepts of "image" and "reality" in the framework of emergence of Commonwealth. The success of the British politicians who pursued cautious and foresighted policy has played an important role in the emergence of the Commonwealth. But in the Commonwealth despite the emphasis on the word of "common" the Organization is ineffective for problem solving and development of its members due to problems as lack of budget, absence of leading country and insufficiency of institutional structures. The current ineffectiveness of Commonwealth creates a growing problem of existence. At this point this study tried to provide solutions on the future of the Commonwealth based on concepts of "image" and "reality". Values such as democracy, rule of law and human rights come into prominence especially after the Cold War in the Commonwealth can be considered as an important development. But failure of allocation of values between rich and poor countries indicates us the Commonwealth is not able to convert “image” into “reality”. With this aspect this study does not aspire to examine only the emergence of the Commonwealth and the institutional structure change within the Organization. In addition this study discusses how to make the Commonwealth effective in world politics considering the current problems of it. Ensuring the integrity of the study and to better understand British politician’s policy preferences on the Commonwealth, the history of England, the foundation of the British Empire and decolonization process are also among the topics of this study. Keywords: Commonwealth, British Empire, Developing Countries, History of England, Dependency VI İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI .......................................................................................................... I ÖZET ................................................................................................................................... IV ABSTRACT ......................................................................................................................... V İÇİNDEKİLER .................................................................................................................. VI KISALTMALAR .............................................................................................................. XII TABLOLAR LİSTESİ ……………………………………………………….…..........XIV GİRİŞ .................................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM İMAJ VE GERÇEK ÜZERİNE: KAVRAMSAL VE TEORİK BİR YAKLAŞIM 1. İmaj ve Gerçek Kavramlarına İlişkin bir Sorgulama: İmaj Gerçeği Ne Ölçüde Karşılayabilir?.............................................................................................................8 2. Uluslararası İlişkilerde İmajın Önemi…………………………………………..….15 3. Commonwealth’in İmaj Boyutu……………………………………………………21 4. İmajın Sürdürülebilirliği Üzerine…………………………………………………..26 İKİNCİ BÖLÜM İNGİLTERE’NİN İMPARATORLUKLAŞMA SÜRECİ VE BRİTANYA İMPARATORLUĞU’NU “ORTAK REFAH” İMAJI OLUŞTURMAYA YÖNELTEN SEBEPLER 1. Roma İmparatorluğu, Anglo-Saxsonlar ve Danimarkalıların Britanya Adası’nı İşgalinin, Bir Devlet Olarak İngiltere’nin Ortaya Çıkışına Yaptığı Etki …………..31 2. Britanya Adası’nda Norman Döneminin Başlaması……………………………….42 3. Magna Carta ve Sonrasındaki Önemli Gelişmeler…………………………………49 4. William Wallace ve İskoçya’nın Bağımsızlık Mücadelesi…………………………57 5. Yüz Yıl Savaşları: İngiltere Tarihinin Dönüm Noktası…………………………….60 5.1. Köylü Ayaklanması/İsyanı………………………………………………….…65 VII 5.2. II. Richard’ın Ölümü ve İngiliz Parlamentosu’nun Yükselişi…………………67 5.3. V. Henry Dönemi: İngiliz Milliyetçiliği ve İngiliz Dilinin Gelişmesi………...68 5.4. Yüz Yıl Savaşları’nın Sona Erişi ve İngiltere’nin İmparatorluklaşma Sürecine Etkisi………………………………………………………………………...…70 6. Çifte Gül Savaşları ve Tudor Hanedanı’nın İktidara Gelişi………………………..72 6.1. VII. Henry Dönemi: İngiltere’nin İmparatorluklaşmasının Ekonomik, Askerî ve Düşünsel Temelleri………………………….....................................................74 6.2. VIII. Henry Dönemi: Dinî Reformasyon ve İngiltere’nin Politik Anlamda Gerçek Bir Ada Devleti Haline Gelmesi……………………………………....78 6.3. Kraliçe Elizabeth Dönemi: İngiltere’nin Denizlerde Üstünlük Kurması……...84 7. Stuart’lar Dönemi ve Commonwealth Cumhuriyeti’nin Oluşumu…………………88 8. II. Charles ve II. James Dönemleri: Krallık Tahtının Zayıflaması ve Sömürge İmparatorluğunun Yükselişi………………………………………………………..97 9. III. William ve Kraliçe Anne Dönemi: İmparatorluğun Güvenliğinin Sağlanması ve Büyük Britanya’nın Ortaya Çıkışı………………………………………………...103 10. I. ve II. George Dönemleri: Britanya İmparatorluğu’nda Liberalizmin Yükselişi ve Fransa’ya Karşı Kurulan Üstünlük………………………………………………..108 11. III. George Dönemi: Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın Commonwealth’in Ortaya Çıkışındaki Önemi, 1815 Waterloo Savaşı ve Sanayi Devrimi’nin Britanya İmparatorluğu’na Etkileri…………………………………………………………113 12. IV. George ve IV. William Dönemleri: Bir Dünya Gücü Olarak Britanya İmparatorluğu……………………………………………………………………..121 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM COMMONWEALTH’İN OLUŞUM KOŞULLARI, YAPISI, DÖNÜŞÜMÜ, İŞLEVSELLİĞİ VE ÜÇÜNCÜ DÜNYA ÜLKELERİNİN COMMONWEALTH İÇİNDEKİ YERİ 1. Kraliçe Victoria Dönemi: Kanada’nın Kendi Kendini Yönetmek İstemesi ve Commonwealth’in Bir İmaj Olarak Ortaya Çıkışı……………………………………124 2. I. Dünya Savaşı’nın Commonwealth’in Kuruluşuna Etkisi……………………..…128 VIII 3. 1931 Westminster Statüsü ve Britanya İmparatorluğu’nun Dominyonları ile İlişkileri………………………………………………………………………………..135 4. II. Dünya Savaşı’nda Commonwealth…………………………………………...…138 5. II. Dünya Savaşı’nın Bitişi ve Britanya Uluslar Commonwealth’inin Dönüşümüne Giden Süreç…………………………………………………………………………...143 5.1. Hindistan’ın Commonwealth’in Dönüşümüne Etkisi………………….…144 6. Dekolonizasyon ve Britanya Uluslar Commonwealth’inin Dönüşümü ………...…146 7. 1949 Londra Deklarasyonu ve Modern Commonwealth’in Kuruluşu……………..154 7.1. Commonwealth İçerisinde Sürekliliği İfade Eden Bir Sembol Olarak Kraliçe II. Elizabeth Döneminin Başlaması…………………………………………...158 7.2. 1953 ve 1955 Commonwealth Başbakanlar Konferansları: Avusturalya ve Birleşik Krallık Arasında Oluşan Güven Sorunu Çerçevesinde “Ortak” Çıkar Problemi…………………………………………………………………….…160 7.3. Süveyş Krizi’nin Britanya’nın Dünya Politikasına Etkisi……………..…162 7.4. 1956 ve 1957 Commonwealth Başbakanlar Konferansları: “Ortaklık” Vurgusuna Rağmen Yaşanan Görüş Ayrılıkları………………………………164 7.5. 1958 ve 1959’da Commonwealth’de Yaşanan Güç Kaybı……………….166 7.6. Modern Commonwealth’in İlk On Yılının Değerlendirilmesi………...…167 8. 1960 -1969 Yılları Arasında Commonwealth………………….…………………..168 8.1. Bağımsızlığını Kazanacak Olan Devletlerin, Commonwealth İçerisinde Kalmaya İkna Çalışmaları………..…………………………………………...169 8.2. Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Commonwealth Üyeliğinden Ayrılması: İmaj ve Gerçek Üzerine Bir Değerlendirme…………………………………..172 8.3. 1962 ve 1964 Commonwealth Başbakanlar Konferansları: Birleşik Krallık’ın Avrupa Ekonomik Topluluğu’na Yaptığı Üyelik Başvurusu ve Sonuçları ……………………………………………………………………...176 8.4. Commonwealth Sekreterliği’nin Kurulması ve Etkileri………………….181 8.5. Rodezya Sorunu, Commonwealth Genel Sekreterliği’nin İşlevselliği ve Birleşik Krallık’ın AET Üyelik Başvurusunun İkinci Kez Veto Edilmesine Yönelik Düşünceler …………………………………………………………..183 IX 8.6. 1969 Commonwealth Başbakanlar Konferansı ve Modern Commonwealth’in İkinci On Yılının Değerlendirilmesi……………………………………………………………...189 9. 1970 - 1979 Yılları Arasında Commonwealth……………………………………..191 9.1. Commonwealth’in Üye Ülkelerin Sorunlarına Çözüm Bulma Kapasitesine Yönelik Bir Değerlendirme …………………………………………………..192 9.2. 1971 Commonwealth Hükümet Başkanları Toplantısı ve Singapur Deklarasyonu: Commonwealth Prensiplerinin İlan Edilmesi ……………...…193 9.3. Rasyonel Bir Dış Politika Tercihi Olarak Pakistan’ın Üyelikten Ayrılması………………………………………………………………….......197 9.4. Birleşik Krallık’ın AET Üyeliğinin Commonwealth’e Etkileri………….199 9.5. 1975 Lome Antlaşması: Commonwealth Açısından Bir Değerlendirme..203 9.6. 1975 Commonwealth Hükümet Başkanları Toplantısı: Irkçılık, Commonwealth’in Kurumsallaşması ve Lome Antlaşması’nın Ele Alınması……………………………………………………………………….204 9.7. Ortak Refah Sorunu ve Irkçılıkla Mücadele Çerçevesinde 1977 Commonwealth Hükümet Başkanları Toplantısı ……………………………..206 9.8. 1979 Commonwealth Hükümet Başkanları Toplantısı, Irkçılık ve Irksal Önyargı Üzerine Commonwealth Lusaka Deklarasyonu…………………..…211 9.9. Modern Commonwealth’in Üçüncü On Yılının Değerlendirilmesi……...213 10. 1980 - 1989 Yılları Arasında Commonwealth……………………………………215 10.1. Margaret Thatcher’ın Dış Politika Algısı ve Commonwealth’e Bakışı…216 10.2. 1981 Commonwealth Hükümet Başkanları Toplantısı ve Adil Bir Uluslararası Ekonomik Düzenin Hedeflendiği Melbourne Deklarasyonu……217 10.3. Commonwealth’in Falkland Savaşı’na Yaklaşımı……………………...219 10.4. Grenada’nın İşgalinin, Birleşik Krallık ve Commonwealth Üzerinde Etkileri………………………………………………………………………...222 10.5. 1985 Commonwealth Hükümet Başkanları Toplantısı ve Sonrasında Yaşanan “Ortak” Karar Alma Sorunu………………………………………...225 10.5.1. Dünya Düzeni Üzerine Nassau Deklarasyonu ve Afrika’nın Güneyi Üzerine Commonwealth Uzlaşısı……………………………..226 X 10.6. 1987 Commonwealth Hükümet Başkanları Toplantısı: Commonwealth Değerleri Üzerine Bir Sorgulama…………………..........................................229 10.7. 1989 Commonwealth Hükümet Başkanları Toplantısı: Soğuk Savaş Döneminin Son Toplantısı…………………………………………………….231 10.8. Modern Commonwealth’in Dördüncü On Yılı ve 40. Yılında Modern Commonwealth’in İşlevselliğine Yönelik bir Değerlendirme……………...…233 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM COMMONWEALTH ÖRGÜTÜ’NÜN BÜGÜNÜ, İŞLEVSELLİK SORUNU VE GELECEĞİ 1. 1990 – 1999 Yılları Arasında Commonwealth ………………………………….…238 1.1.Commonwealth’in Soğuk Savaş Sonrası Döneme Uyum Çalışmaları …...239 1.2. 1991 Commonwealth Hükümet Başkanları Toplantısı ve Harare Deklarasyonu………………………………………………………………….240 1.3.1993 Commonwealth Hükümet Başkanları Toplantısı ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Üyeliğe Dönüşü…………………………………………..…245 1.3.1.Güney Afrika’nın Commonwealth Üyeliğine Dönüşü …………248 1.4. 1995 Commonwealth Hükümet Başkanları Toplantısı: Demokrasi, İnsan Hakları ve Hukukun Üstünlüğünün Commonwealth Üyeleri İçin Bir Gereklilik Olduğu Vurgusu ………………………………………………………………249 1.5. Tony Blair’in İktidara Gelişi ve Commonwealth İçerisinde Ekonomik Konuların Öneminin Artması…………………………………………………252 1.6. 21. Yüzyılın Eşiğinde Commonwealth: Bütçe ve Lider Ülke Eksikliği Sorunu…………………………………………………………………………255 1.7. Modern Commonwealth’in Beşinci On Yılı ve 50. Yılında Modern Commonwealth’in İşlevselliğine Yönelik Bir Değerlendirme………………..259 2. 2000’li Yıllarda Commonwealth Örgütü………………………………………...…261 2.1. Commonwealth’in 21. Yüzyılda Yeni Rol Arayışları: 11 Eylül Terör Saldırıları, Zimbabwe’nin Üyelikten Çekilmesi……………………………....262 2.2. 2005 ve 2007 Commonwealth Hükümet Başkanları Toplantıları: Demokrasi Sorunu, Üyelik Kriterleri, Milenyum Gelişme Hedefleri ve Genel Sekreter’in Arabuluculuk Rolüne İlişkin Bir Değerlendirme…………………269 XI 2.3. Modern Commonwealth’in 60. Yılı: Ruanda’nın Üyeliği ve Hindistan’ın Commonwealth İçerisinde Aktif Bir Rol Üstlenme İsteği ……………………274 2.4. Commonwealth’in Reformuna Yönelik Çabalar: Akil İnsanlar Grubu’nun Çalışmaları ve Kraliçe’nin Ölümü Halinde Commonwealth’de Yaşanabilecek Belirsizlik…………………………………………………………………...…279 2.5. Commonwealth’in Güç Kaybı: Gambiya’nın Üyelikten Ayrılma Kararı ve Sri Lanka Zirvesi’nin Beraberinde Getirdiği Sorunlar………………………..286 2.5.1. Sebep ve Sonuçlarıyla Gambiya’nın Üyelikten Ayrılması……..288 2.5.2. 2013 Sri Lanka Zirvesi: Commonwealth Değerlerinin Sorgulanması…………………………………………………………..291 2.6. 2015 Malta Zirvesi: Commonwealth Yol Ayrımında…………………….294 3.Commonwealth’in Neo-Kolonyal Bir Örgüt Olarak Değerlendirilmesi Üzerine Bir Analiz………………………………………………………………………………….302 4.Commonwealth’in Varlığını Sürdürmesi Üzerine Bir Sorgulama: Stockholm Sendromu ve Hegemonya……………………………………………………………..311 5. İskoçya'nın Bağımsızlık Referandumu Bağlamında Commonwealth’in “Ortaklık” Kavramının Sorgulanması………………………………………………………….…320 6. Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği Referandumu ve Commonwealth’e Etkileri…...327 7. Windsor Hanedanı’nın Geleceği Bağlamında Commonwealth’in Değerlendirilmesi……………………………………………………………………..338 SONUÇ .............................................................................................................................. 349 KAYNAKÇA .................................................................................................................... 361 EKLER .............................................................................................................................. 402 ÖZGEÇMİŞ ...................................................................................................................... 408 XII KISALTMALAR: Kısaltma Bibliyografik Bilgi a.g.b. Adı geçen bildiri a.g.e. Adı geçen eser a.g.m. Adı geçen makale a.g.r. Adı geçen rapor AB Avrupa Birliği ABD Amerika Birleşik Devletleri AET Avrupa Ekonomik Topluluğu AKP Afrika, Karayip, Pasifik Bkz. Bakınız BM Birleşmiş Milletler BMGK Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi BP British Petroleum CHOGM Commonwealth Hükümet Başkanları Toplantısı/Commonwealth Heads of Government Meeting çev. Çeviren der. Derleyen ed. Editör FKÖ Filistin Kurtuluş Örgütü GSMH Gayri Safi Milli Hasıla GSYH Gayrisafi Yurt İçi Hasıla IMF Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund) KKTC Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti G7 Yediler Grubu /Group of Seven M.Ö. Milattan Önce M.S. Milattan Sonra NATO Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı /North Atlantic Treaty Organization OPEC Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü/Organization of Petroleum Exporting Countries pp. Page XIII ts. Tarihsiz s. Sayfa ss. Sayfadan sayfaya vd. Ve diğerleri Vol. Volume yay.y. Yayımcı yok YUED Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen y.y. Basım yeri yok XIV TABLOLAR LİSTESİ: Tablo 1: Kraliçe II. Elizabeth’in Devlet Başkanı Olarak Kabul Edildiği Ülkeler….…158 Tablo 2: 1960 – 1969 Yılları Arasında Commonwealth’e Yeni Katılan Devletler…...169 Tablo 3: 1970 – 1979 Yılları Arasında Commonwealth’e Yeni Katılan Devletler…...191 Tablo 4: 1980 – 1989 Yılları Arasında Commonwealth’e Yeni Katılan Devletler...…215 Tablo 5: 1990 ve 1999 Yılları Arasında Commonwealth Üyesi Olan Ülkeler…….…238 Tablo 6: Commonwealth Üyesi Ülkelerin İnsani Gelişmişlik İndeksi’ndeki Sıralamaları……………………………………………………………………………285 Tablo 7: CAMBIS ülkelerinde 2015’e ait GSYH ve kişi başına düşen GSMH (SAGP)………………………………………………………………………………..333 Tablo 8: Commonwealth Üyesi Ülkelerin Gayri Safi Yurtiçi Hasılaları ve Dünya Sırlamasındaki Yerleri ………………………………………………………………..335 1 GİRİŞ Mozambik ve Ruanda dışında, ortak noktaları Britanya İmparatorluğu’nun eski sömürgesi/kolonisi olmanın ötesine geçemeyen devletlerden oluşan Commonwealth’in, büyük bir heterojenlik içerisinde olduğu belirtilebilir. Çoğunluğu gençlerden oluşan 2,2 milyar nüfusu içinde barındıran Commonwealth üyesi ülkeler, yönetim şekilleri, coğrafi konumları, yüz ölçümleri, siyasi pozisyonları, ekonomik yapıları ve nüfus özellikleri bakımından büyük bir çeşitlilik göstermektedirler. 1642’de Oliver Cromwell öncülüğünde Kral I. Charles’a karşı başlatılan iç savaşın kazanılmasının ardından, İrlanda ve İskoçya’nın kaybedilmesinin önüne geçmek için stratejik amaçlarla seçilmiş olan Commonwealth kavramı, krallıktan cumhuriyete geçen yeni devleti tanımlamak için kullanılmıştır. Bu kavramın sonraki dönemlerde, Britanya İmparatorluğu ile eş anlamlı olarak kullanıldığı da görülmüştür. 1931’den önce gayri resmi olarak Britanya İmparatorluğu’nun dominyonları ile ilişkilerinde kullanılan bu terim, 1931’de ilan edilen Westminster Statüsü ile Britanya Uluslar Commonwealth’i (British Commonwealth of Nations) olarak resmileştirilmiştir. Pakistan ve Hindistan’ın katılımı da dikkate alınarak, 1949 Londra Deklarasyonu’nda Örgüt’ün ismi “Uluslar Commonwealth’i” (Commonwealth of Nations) olarak değiştirilmiştir. Günümüzde ise Örgüt kendisini yalnızca Commonwealth (The Commonwealth) olarak isimlendirmektedir. Commonwealth kavramının, Türkçe’de İngiliz Milletler Topluluğu, İngiliz İmparatorluğu, topluluk, cumhuriyet ve eyalet gibi anlamlarla kullanıldığı görülmektedir. Bunların dışında “common” ve “wealth” kelimeleri ayrı ayrı düşünüldüğünde, “ortak refah” şeklinde bir kavramsallaştırma da mümkün olabilmektedir. Çalışmaya konu olan Commonwealth Örgütü’nün ise Türkçe literatürde İngiliz Milletler Topluluğu olarak kullanılmasının sorunlu olduğu belirtilmelidir. Bugün 53 üyesi olan Commonwealth'i bu şekilde isimlendirmek, üye ülkelerdeki halkları İngiliz kabul etmek veya daha açık bir ifade ile Örgüt’ün İngiliz milletinden ibaret olması anlamına geleceğinden yanlış olacaktır. Bu yönüyle bir Nijeryalıyı, Pakistanlıyı, Jameikalıyı veya Malezyalıyı “İngiliz Milletinin” bir parçası gibi görmek doğru 2 olmayacaktır. Çalışmada, Londra Deklarasyonu temelinde, Commonwealth’in Anglo- Saxon veya Britanyalılık temelinde yaşadığı değişimin ortaya koyulmuş olması, bu savın en önemli destekleyicisidir. Bilime ve Türkçe literatüre yapacağı katkıya olan inanç, bu konunun seçilmesinin temel sebebidir. Commonwealth’in oluşum koşulları, yapısı, üyeleri, genişlemesi, dönüşümü ve geleceği konularını, bir doktora tezinin gerektirdiği şekilde ortaya koymak için sarf edilen çaba, bu inanç ile ilişkilidir. Özellikle Türkçe literatürün, İngiltere’nin imparatorluklaşma süreci ve Commonwealth konusunda eksik olması da bu çabaya anlam kazandırmıştır. Çalışmanın literatürdeki boşluğu giderecek şekilde detaylı olmasına ayrıca özen gösterilmiştir. Commonwealth’in geleceğine ve işlevselleştirilmesine ilişkin görüşler “imaj” ve “gerçek” çerçevesinde ele almıştır. Bu sebeple çalışmaya imaj ve gerçeğe ilişkin kavramsal ve teorik bir bölümle başlanmıştır. Bahsedilen bölüm, çalışmanın diğer bölümlerinde Britanya İmparatorluğu, Birleşik Krallık ve Commonwealth çerçevesinde sıklıkla değinilen imaj ve gerçeğe ilişkin vurgunun anlaşılabilmesi için önem arzetmektedir. Çalışmanın birinci bölümünde ilk olarak imajın ne olduğu, nasıl oluşturulduğu ve gerçeği ne ölçüde karşıladığı farklı görüş ve örneklerden yararlanılarak incelenmiştir. Buna ek olarak, devletlerin ve örgütlerin siyasal gerçeklik temelinde oluşturmaya çalıştıkları imajın güvenilirliğine ve meydana getirdiği sorunlara yer verilmeye çalışılmıştır. Ayrıca çalışmanın birinci bölümünde imaj ve gerçeğin Commonwealth üzerinden nasıl anlamlandırılabileceğine de kısaca değinilmiştir. Böylece kavramsal ve teorik çerçeve, çalışmanın konusuyla örgülenmek istenmiştir. Son olarak imajın her zaman gerçeğin gizlenmesi için kullanılıp kullanılamayacağı ve ne kadar bir süre için gerçeği gizleyebileceği sorgulanmıştır. İmaj ve gerçek bağlamında çalışmanın temel varsayımı, Örgüt’ün mevcut etkisizliği ve işlevsizliğine paralel olarak artan bir varlık sorununun bulunduğu ve bu sorunun çözümünün, Birleşik Krallık liderliğinde “imajın” “gerçeğe” dönüştürülmesine ilişkin çalışmaların yapılmasıyla mümkün olabileceğidir. Commonwealth’in kurumsal eksiklikleri ve bu eksikliklerin giderilmesi için ne gibi reformların yapılması 3 gerektiğiyle ilgili olarak yer verilen düşünceler de çalışmanın temel varsayımı dikkate alınarak ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Commonwealth’in varlık sorununda, Modern Commonwealth’in etkisizliğine ve işlevsizliğine rağmen, değer temelli bir örgüt haline gelmeye başlaması önemli bir yer tutar. Azgelişmiş üye ülkelerin insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi konularda eleştirilerle karşılaşması, değerler temelinde eleştirilen ülkelerde “köprübaşı” konumunda bulunan siyasi elitleri rahatsız ettiği gibi Birleşik Krallık ile ilişkilerin bozulmasına da sebebiyet vermektedir. Son olarak, Birleşik Krallık ve Commonwealth’in özdeş olarak algılanması, Örgüt’ün neo-kolonyal olmakla suçlanmasına sebebiyet vermiştir. Neo-kolonyal temelde yapılan suçlamaların da Commonwealth’in varlık sorununda büyük bir yer tuttuğu belirtilmelidir. Britanya İmparatorluğu’nun göreli olarak zayıflamasıyla, koloni ve dominyonlarda özgürlük isteğinin artması, Commonwealth’in ortaya çıkışının temel sebepleri arasındadır. Söz konusu durumu açıklayabilmek adına, çalışmada İngiltere’nin imparatorluklaşma süreci ve Britanya İmparatorluğu’nu Commonwealth’i oluşturmaya mecbur bırakan sebepler üzerinde durulmuştur. 2016 itibariyle 53 üyeye sahip olan Commonwealth ülkelerinden yalnızca Mozambik ve Ruanda’nın, Britanya İmparatorluğu’nun eski kolonisi/sömürgesi olmadığı dikkate alındığında, Britanya İmparatorluğu’nu anlamanın, Commonwealth’i anlamanın bir ön gerekliliği olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Bu sebeple çalışmanın ikinci bölümünde, zaman dilimine uygun olarak, öncelikle İngiltere’de Tudor Hanedanı dönemine kadar geçen sürecin, İngiltere’nin imparatorluklaşmasını ve Britanya İmparatorluğu’nun politik düşüncesini ne şekilde etkilediği analiz edilmiştir. Sonrasında ise VII. Henry ile başlayan Tudor dönemi detaylandırılarak, Britanya İmparatorluğu’nun temellerinin nasıl atıldığı araştırılmıştır. Yine çalışmanın ikinci bölümünde, Britanya İmparatorluğu’nun dünyaya nasıl yayıldığı ve hükmettiği konusu ile koloni/sömürge sisteminin nasıl işlediği de değinilen konular arasındadır. Bu sistemin nasıl işlediği, Galtung’un “Yapısal Bağımlılık” modelinde ortaya koyduğu “çevrenin” merkezi ve “merkezin” merkezi arasındaki çıkar uyumu ile 4 temellendirilmiştir. “Yapısal Bağımlılık” modelinden Modern Commonwealth’in incelendiği üçüncü ve dördüncü bölümlerde de yararlanıldığı belirtilmelidir. Çalışmanın ikinci bölümüne ilişkin olarak şu da ifade edilmelidir ki, doğrudan Commonwealth ile ilişkilendirilemeyecek olan İngiltere tarihiyle ilgili konulara da bu bölüm içerisinde yer verilmiştir. Bu bir yöntem olarak hem tezin bütünlüğünün sağlanması, hem de siyasilerin oluşturduğu politikaların tarihsel derinlik/arka plan araştırılmadan anlaşılmasının zorluğu açısından önemlidir. Ayrıca İngiltere tarihi, Britanya İmparatorluğu’nun doğuşu ve gelişiminin yanında dekolonizasyon sürecinin de çalışmada bir bütün olarak verilmesi, Türkçe literatüre yapılan bir katkı olarak kabul edilebilir. İkinci bölümün son kısmında ise İngilizlerin, İmparatorluklarını korumak için yaptıkları imaj çalışmalarının yanında Modern Commonwealth’in oluşumunun tarihsel arka planına yer verilmiştir. Bu bölümde, Britanya İmparatorluğu için bir zorunluluk olarak oluşan Commonwealth’in ortaya çıkışı, İmparatorluğun tarihi bağlamında değerlendirilmiştir. Özetle çalışmanın ikinci bölümünde, Britanya İmparatorluğu’nun genişlemesi, İmparatorluğun nasıl yönetildiği ve dominyonların bağımsızlık sürecine İmparatorluğun nasıl tepki verdiği, Modern Commonwealth'in ortaya çıkış koşulları da dikkate alınarak analiz edilmiştir. Tarihsel anlamda “İngiliz realizmi” ve yine tarihte uygulanmaya çalışılan çeşitli “imaj” çalışmaları da bu bölümün kapsamında yer almaktadır. Çalışmanın ikinci bölümü, IV. George ve IV. William dönemlerine de değinilerek tamamlanmıştır. Bu bölümde incelenen imaj çalışmaları Britanya İmparatorluğu’nun hızla genişlediği ve bir dünya gücü gibi davranmaya başladığı bir dönemde niçin Commonwealth’in temellerini atacak bir politika değişikliğine gittiğinin anlaşılması için önem taşımaktadır. Çalışmanın bahsi geçen politika değişikliğine ilişkin varsayımı, Britanya İmparatorluğu’nun Commonwealth’in temellerini atacak bir politika değişikliğine gittiği dönemde kurguladığı imajı, liberal ve gerçekçi bir siyaset ile desteklemeyi başarmış olduğudur. Ancak bu başarıya rağmen, Birleşik Krallık’ın Modern Commonwealth içerisinde oluşturulmaya çalışılan imajı, çeşitli ekonomik ve siyasi politikalarla desteklememesi dışpolitik bir başarısızlığa sebebiyet vermiştir. 5 Çalışmanın üçüncü bölümünde, Sir Kenneth Wheare’nin “eğer Commonwealth olmasaydı onu yaratmak imkânsız olurdu” 1 dediği, Commonwealth Örgütü’nün oluşum koşulları, yapısı, üyeleri, genişlemesi ve dönüşümü, Soğuk Savaş sonrası döneme kadar incelenmiştir. Britanya tahtında 63 yıldan daha fazla bir süre kalan Kraliçe Victoria döneminde Kanada’nın kendi kendini yönetmek istemesi ve Commonwealth’in bir “imaj” olarak ortaya çıkışı, üçüncü bölümde detaylandırılan ilk konu olmuştur. Sonrasında, I. Dünya Savaşı’nın Commonwealth’e etkisi ve Modern Commonwealth’e giden süreçte en önemli köşe taşı olan 1931 Westminster Statüsü açıklanmıştır. Yine zaman dilimine uygun olarak, II. Dünya Savaşı çerçevesinde dekolonizasyon ve Londra Deklarasyonu’na giden süreç irdelenmiştir. Bu bölümde değinilen bir diğer konu, Modern Commonwealth’in kurumsal yapısıdır. Kurumsal yapıyı açıklamak için ağırlıklı olarak Commonwealth’in kendi bildiri, rapor ve yayınlarından yararlanılmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda 1949 ve sonrasında yapılan tüm Commonwealth zirveleri incelenmiştir. Çalışmayı detaylandırmak amacıyla, sırasıyla 1949-1959, 1960-1969, 1970-1979, 1980- 1989 yıl aralıkları ayrı ayrı analiz edilmiştir. Yapılan Commonwealth zirveleri dikkate alınarak, Commonwealth’in üyeleri, sorunları, kurumsal dönüşümü, değerleri ve etkinliği detaylı bir sorgulamaya tabi tutulmuştur. Ayrıca çalışmanın üçüncü bölümünde, Güney Afrika’da yaşanan Apartheid sorunu ve Güney Afrika’nın üyelikten ayrılması, Birleşik Krallık’ın Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) üyelik girişimleri ve üyeliğin Commonwealth’e etkileri, Margaret Thatcher’ın imaj çalışmalarını dışlayarak uyguladığı realist dış politikanın, Commonwealth içerisinde meydana getirdiği sorunlar, Commonwealth üyesi ülkelerin yayınladıkları deklarasyonlar ve bu deklarasyonların ortaya koyduğu Commonwealth değerlerine de yer verilmiştir. 1949 ve 1989 yılları arasında samimiyet, işlev ve sorun çözme noktasında yaşanan sorunlar karşısında Commonwealth kendisini ispat edecek bir başarı elde edememiştir. Çalışma, belirtilen başarısızlığı liderler düzeyinde yapılan Commonwealth toplantıları, yaşanan sorun ve kriz alanlarını dikkate alarak detaylandırmıştır. Bu bölüm, Modern Commonwealth’in ilk 40 yılına yönelik yapılan bir değerlendirme ile tamamlanmıştır. Commonwealth’in ilk 40 yılının detaylı bir biçimde incelenmesi, Commonwealth’in Soğuk Savaş döneminde kurumsal yapısında 1 Peter B. Harris, The Commonwealth, London, Longman, 1975, p. 11. 6 yaşadığı göreli değişimi ve Commonwealth’in işlevselliğini/işlevsizliğini anlamak için elzemdir. Yine üçüncü bölümün varlığı Commonwealth’e ilişkin yapılacak güncel bir değerlendirme/karşılaştırma için de önem arzetmektedir. Çalışmanın dördüncü ve son bölümünde, Commonwealth ile ilgili gelişmeler, Soğuk Savaş sonrası dönemde yapılan hükümet başkanları toplantıları çerçevesinde 2016’ya kadar getirilmiştir. 1991 Commonwealth Harare Deklarasyonu, Güney Afrika’nın Commonwealth üyeliğine dönüşü, Commonwealth’in bütçe, lider ülke ve işlevsellik temelinde incelenmesi, Commonwealth’in yeni rol arayışları, Zimbabve ile Gambiya’nın üyelikten çekilmesi, Ruanda’nın üyeliğe kabulü ve Commonwealth’in reformuna yönelik çalışmalar, Soğuk Savaş sonrası dönemde öne çıkmaları sebebiyle dördüncü bölümde ele alınan konular arasındadır. Bunlara ek olarak, Commonwealth’in neo-kolonyal bir örgüt olarak değerlendirilmesinin mümkün olup olamayacağı farklı açılardan sorgulanmıştır. Commonwealth’in varlığını sürdürmeyi nasıl başardığı konusu, özellikle Stockholm Sendromu ve Üçüncü Dünya ülkelerinin Britanya İmparatorluğu/Birleşik Krallık ile olan ilişkileri dikkate alınarak irdelenmiştir. Çalışmanın bu bölümünde, gerek güncelliği, gerekse Commonwealth’e etkisi bakımından önemsenen Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği (AB) referandumunun Commonwealth’e muhtemel etkileri analiz edilmiş ve Commonwealth’in AB’ye alternatif olarak sunulamayacağı da belirtilmiştir. Commonwealth içerisinde sıklıkla dile getirilen “ortaklık” kavramı ise İskoçya'nın Bağımsızlık Referandumu bağlamında irdelenmiştir. Son olarak Windsor Hanedanı’nın geleceği ve bunun Commonwealth’e etkileri, Birleşik Krallık, Avusturalya, Kanada ve Yeni Zelanda’daki kamuoyu araştırmaları göz önünde bulundurularak incelenmiştir. Ayrıca Birleşik Krallık İşçi Partisi’nin yeni lideri Jeremy Corbyn’in düşünce ve söylemlerinden de yapılan bu incelemede yararlanılmıştır. Çalışmanın yukarıda açıklanan içeriği dikkate alındığında, yalnızca Commonwealth Örgütü’nün ortaya çıkışı, genişlemesi, kurumsal yapısındaki değişimi ve Commonwealth zirvelerinde alınan kararları yorumlamayı amaç edinmediği görülebilir. Commonwealth’in yaşadığı ve yaşamakta olduğu sorunları dikkate alan çalışma, Örgüt’ün nasıl işlevselleştirilebileceği üzerinde de sıklıkla durmaktadır. Bu 7 yönüyle çalışmanın Commonwealth üzerinde bir durum tespiti yapmak yerine, Örgüt’ün geleceğine ilişkin çözüm önerilerini “imaj” ve “gerçek” çerçevesinde analiz ederek sunmayı amaçladığı da belirtilmelidir. Çalışmanın, Commonwealth üyesi Üçüncü Dünya ülkelerinin sorun alanlarını dikkate alarak, Örgüt’ün “varlık sorununu” bu ülkeler açısından incelemeyi amaçladığı da söylenebilir. Bu noktada, Commonwealth’in neo-kolonyal bir yapı olup olmadığı önemli bir sorgulama sorusu kabul edilerek, 1949 sonrası dönem Britanya İmparatorluğu yönetimiyle karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır. Bu bağlamda, çalışma Commonwealth’i yalnızca Birleşik Krallık temelinde açıklamak yerine, gelişmiş ve gelişmekte olan tüm üye ülkelerin Örgüt’e yaklaşımlarını bütüncül bir yöntem içerisinde değerlendirmeyi hedeflemiştir. Bu bütüncül yaklaşım ele alınırken, çalışmanın karşılaştığı sorunların başında En Az Gelişmiş ve küçük ülke olarak sınıflandırılan Commonwealth ülkelerinin dış politika tercihlerine ilişkin akademik kaynağın/bilginin sınırlı olması yer almaktadır. Yine çalışmanın genelinde karşılaşılan en büyük sorunun, Commonwealth konusunda güncel ve kapsamlı kaynaklara ulaşmada yaşanıldığı da belirtilmesi gereken bir husustur. Bunda Commonwealth’in dünya politikasında azalan etkisine paralel olarak, daha az akademisyen tarafından çalışma konusu yapılması önemli bir etkendir. Çalışmada bahsi geçen sorunların aşılması için birincil kaynakların kullanımına daha fazla önem verilmeye çalışılmıştır. Birincil kaynaklara daha fazla önem verilmesi, Commonwealth’in yaşamakta olduğu sorunlar ve Örgüt’ün nasıl işlevselleştirilebileceği üzerinde fikirler sunmayı amaçlayan bu çalışma ile de uyum içerisindedir. Çalışmada kullanılan ikincil kaynakların ise bilimsel bilginin kaynağının doğru olması hedefinden hareketle, dikkatlice seçilmeye çalışıldığı ve sorgulama sürecinden geçirilerek kullanılmasına ayrıca dikkat edildiği belirtilmelidir. 8 I. BÖLÜM İMAJ VE GERÇEK ÜZERİNE: KAVRAMSAL VE TEORİK BİR YAKLAŞIM Türkçe’de imge kelimesiyle eş anlamlı olarak kullanılan imaj kelimesi “genel görünüş”, “izlenim” gibi anlamlara sahip olmakla birlikte, “bir uyaran söz konusu olmaksızın bilinçte beliren nesne ve olaylar” olarak da tanımlanmaktadır. Gerçek kelimesi ise “yalan olmayan”, “hakikat”, “doğruluk”, “yapay olmayan” ve “imgelenen şeylere karşıt olarak var olan” anlamına gelmektedir. 2 Bu noktada bir kişi, kurum ya da olaya yönelik olarak bilinçte oluşan imaj, zihnin tasarladığı yapay bir anlama karşılık gelebilir. Diğer taraftan gerçek, yukarıda da belirtildiği üzere imgelenen şeylere karşıt olarak mevcudiyetini korumaktadır ve bu yönüyle imajla oluşturulan anlam veya düşünceden farklılaşarak var olanı, olduğu gibi yansıtmaktadır. Devletler, çıkarları için uygun olmayan gerçekleri, siyasal gerçeklik temelinde oluşturdukları imaj yardımıyla değiştirmeye çalışmaktadırlar. Devletlerin gerek ulusal gerekse uluslararası alanda yaygın olarak kendi istedikleri yönde bir imaj oluşturmaya çalıştıkları açıktır. Bu noktada tarihsel temelleri de düşünüldüğünde, imajı gerçeğin yerine ikame etme noktasında en fazla tecrübeye sahip olan devletlerden birinin kuşkusuz İngiltere/Birleşik Krallık olduğu söylenebilir. Çalışmada “İngiliz realizmi” şeklinde kavramsallaştırılarak kullanılan politika uygulamalarının önemli bir ayağını oluşturan “imaj ve gerçeğin” daha iyi anlaşılabilmesi için bu bölümde kavramsal ve teorik bir yaklaşıma yer verilecektir. 1. İmaj ve Gerçek Kavramlarına İlişkin bir Sorgulama: İmaj Gerçeği Ne Ölçüde Karşılayabilir? Mehmedoğlu’nun da ifade ettiği gibi imaj kavramı kişi, kurum, kuruluş, medya, toplum, devlet ve dinler için de sıklıkla kullanılmaktadır. İmajın ifade ettiği anlam kişilere göre farklılaşabileceği için kimileri imaja olumlu bir değer atfetmekte, kimileri ise onu güvenilir bulmadıkları için yapay veya sahte olarak nitelendirmektedir. Bu noktada imaj tamamen dışlanması yerine bilgi ve tecrübeleri aktarmayı sağlayan bir 2 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., http://www.tdk.gov.tr/, (18.06.2016) 9 araç olarak da kabul edilebilir. Ancak indirgemeci yapısından dolayı bazıları imajı “hakikatin ‘yaklaşık ve kısmi’ bilgisi veya sunumu” 3 şeklinde tanımlamaktadırlar. İmaj, gerçeğin bilgisinin bir kısmını yansıttığı durumlarda daha kabul edilebilir bulunmaktadır. Ancak şunu da dikkate almak gerekir ki, böyle bir durumda yansıtılan imaj, daha önemsiz bir konu üzerinden inşa edilebilir ve önemsiz olan bu konu, oluşturulan imajın yardımıyla gerçeğin önüne geçerek, konunun veya ilişkilerin temelini değiştirebilir. Örneğin, çalışmanın üçüncü bölümünde değinileceği gibi, Birleşik Krallık’ın 1977 yılında gerçekleştirilen Commonwealth Hükümet Başkanları Toplantısı’nda imzaladığı Gleneagles Antlaşması, o dönemde Apartheid rejimiyle yönetilen Güney Afrika özelinde sporda ırkçılığın sonlandırılmasını hedeflemekteydi. 4 Burada Birleşik Krallık’ın yansıttığı imaj, spor gibi dış ilişkilerde daha “önemsiz” bir konu üzerinden inşa edilmekteyken, gerçek Güney Afrika ile ikili ilişkilerin temelini oluşturan hammadde, yatırım ve ticaret üzerinden artarak devam etmekteydi. Diğer bir ifadeyle imajın, gerçeğin bilgisinin bir kısmını yansıtmasına rağmen onu gölgeleyebilme kabiliyeti, gerçekten büyük bir kopuşu beraberinde getirmektedir. İmaj, gerçeğin önüne geçtiği bu gibi durumlarda, bir ambalaj veya makyaj malzemesi olarak kullanılmakta ve böylece gerçek gizlenmeye çalışılmaktadır. Diğer taraftan oluşturulan imajla birlikte, asıl hayattan kopuk bir “gerçeklikle” karşılaşılmaktadır ki, böylece, olmayan varmış gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. 5 Şunu da dikkate almak gerekir ki, gerçeklik herkes için aynı anlamı ifade etmez. Örneğin bir savaşın sonucu, savaşı kaybeden için “bozgun”, kazanan açısından ise “zafer” olacağı için farklı anlamlar taşıyacaktır. Buradan yola çıkarak savaşın sonucu gerçek olduğu gibi bu gerçekliğe hangi perspektiften bakıldığına bağlı olarak anlam da değişecektir. 6 3 Ali Ulvi Mehmedoğlu, “İmaj, Tasavvur ve Hakikat Üzerine”, Diyanet Aylık Dergi, Eylül 2013, S. 273, s. 25-26. 4 1977 tarihli Gleneagles Anlaşması’nın tam metni için ayrıca bkz., “The Gleneagles Agreement on Sporting Contacts with South Africa”, http://thecommonwealth.org/sites/default/files/history- items/documents/GleneaglesAgreement.pdf, (27.02.2015). 5 Mimar Türkkahraman, “Günümüzün Büyüsü İmaj ve Gerçek Hayat”, Sosyoloji Konferansları Dergisi, S. 30, 2004, s. 5. 6 William James, Faydacılık, (çev. Tufan Göbekçin), Ankara, Yeryüzü Yayınevi, 2003, s. 129-130. 10 Görmez’in de değindiği üzere, günümüzde imaj geçmişte olmadığı kadar önemli hale gelmiştir. O’na göre imajın etkisi o kadar yaygınlaşmıştır ki, gerçeğin ters yüz edilmesiyle bireysel ve toplumsal ilişkiler şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, iletişimin güçlendiği bu dönemde oluşturulan bir imajlar dünyasında yaşanmaktadır. Bu noktada temel sorun insanların gerçeği kendi gerçekliğiyle anlamak ve araştırmak yerine, gerçeğe ilişkin oluşturulan imajdan gerçeği öğrenmeye çalışmalarıdır. 7 Buna ek olarak Erdoğan ve Alemdar’ın “imaj” ve “gerçeğin” yer değiştirmesi ve bu yolla oluşturulan egemen düşüncenin, itiraza kapatılmasına ilişkin olarak yaptıkları saptama da dikkate alındığında, 8 mevcut gerçekliğe ulaşmak biraz daha zorlaşmaktadır. Baudrillard, kitle iletişim araçlarının insanlara sunduğu gerçekliğin aslında yaşanmadığını ve gerçeğin bazı göstergelere sığınılarak yok sayıldığı bir dünyadan bahsetmiştir. Dünyada tüketilen imge, gösterge ve iletiler, kişinin dünyaya olan uzaklığıyla sağlamlaştırılmaktadır. Örneğin O’na göre bu imgeler, Vietnam Savaşı’nın zalimliğini bile içten bir hale getirebilmektedir. 9 Baudrillard, gizlemeyi “sahip olunan şeye sahip değilmiş gibi yapmak” olarak, simüle etmeyi ise “sahip olunmayan şeye sahipmiş gibi yapmak” şeklinde tanımlamaktadır. Üzerinde düşünüldüğünde birbirinin zıddı gibi duran bu iki kavramdan simüle etmek, Baudrillard’a göre karışık bir iştir. Simüle etmek için yalnızca “mış” gibi yapmak yeterli olmamaktadır. Örneğin simüle eden bir kişi sadece hasta olduğunu iddia ederek etrafındakileri inandırmaya çalışmayacağı için simüle etmek basit bir taklidin fazlasıdır. Çünkü simüle eden kişide hastalığa yönelik belirtiler görülmektedir. Simüle eden kişi gerçekten hastalık belirtileri gösterdiği ve bu belirtilerin doğal olarak mı, yoksa üretilebilen yapay bir belirti mi olduğunu bilinemeyeceği için hastalığın gerçek bir hastalık olup olmadığı da anlaşılamaz hale gelmektedir. Böylece gerçek ve sahte arasındaki fark, yapılan simülasyon ile ortadan 7 Mehmet Görmez, “Hakikat ve İmaj”, Diyanet Aylık Dergi, Eylül 2013, S. 273, s. 1-2. 8 İrfan Erdoğan, Korkmaz Alemdar, Öteki Kuram: Kitle İletişim Kuram ve Araştırmalarının Tarihsel ve Eleştirel bir Değerlendirmesi, Ankara, Erk, 2010, s. 269. 9 Jean Baudrillard, Tüketim Toplumu, (çev. Hazal Deliceçaylı, Ferda Keskin), İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2010, s. 27-29. 11 kaldırılmaya çalışılmaktadır. 10 Baudrillard “Amerika” isimli eserinde bu durumu iğneleyici bir biçimde açıklamıştır: “Amerikalılar olgulara inanır ama yapaylığa inanmaz. Olgunun yapay olduğunu bilmiyorlar. Bu olgulara inanma, her yapılana ve görünüşe ya da görünüşlerin oyunu denebilecek şeye aldırmadan, her görülene tam bir inanış içinde, nesnelerin pragmatik apaçıklığı içinde: Bir yüz aldatmaz, bir davranış aldatmaz, bir bilimsel süreç aldatmaz, hiçbir şey aldatmaz, hiçbir şey iki yanlı çift görünümlü değildir (Aslında bu doğrudur: Hiçbir şey aldatmaz, yalan diye bir şey yoktur; yalnızca tam tamına olgunun yapaylığı olan simülasyon vardır): Amerikan toplumu işte bu anlamda oldubittiye inanmasıyla çıkarsamalarının saflığıyla, nesnelerdeki kötücül ruhu tanımamasıyla bir ütopyacı toplumdur…” 11 Buradan çıkarılabilecek temel yorum; gerçek olarak sunulan bir takım yapay/sahte belirti/göstergeler yardımıyla gerçekten uzaklaşıldığı ve hatta bunların olguların yerine geçecek kadar inandırıcı hale geldikleridir. Ancak bu uzaklaşma gerçek ve sahte arasındaki farkı büyük ölçüde kapattığı, hatta anlaşılamaz hale getirdiği için gerçeğe yönelik olarak, diğerlerinden çok daha zorlu bir meydan okuma olarak kabul edilebilir. Buna karşın “mış” gibi yapmanın, gerçeğin ortaya çıkışında ancak bir gecikmeye sebep olabileceği söylenebilir. Örneğin, Christine Joy Maggiore isimli kadın 1992 yılında taşıdığını öğrendiği HIV virüsünün AIDS ile bir bağlantısının bulunmadığı gerekçesiyle ilaçlarını almayı reddederek normal yaşamına devam etmiştir. Yazdığı “Ya AIDS Hakkında Bildiğinizi Sandığınız Her Şey Yanlışsa?” kitabında da HIV ve AIDS’e ilişkin iddialarına da yer vermiştir. Fakat 2005 yılında kızı henüz üç buçuk yaşındayken ölmüş, kendisi de 2008’de hayatını kaybetmiştir. 12 Bu örnekten çıkan sonuç AIDS inkârcılığının AIDS’in gerçekliğini ortadan kaldırmadığıdır. Bu sebeple varmış ya da yokmuş gibi davranmak mevcut gerçekliği ortadan kaldırmayacağı için salt söyleme dayalı bir imaj kurgusunun da başarılı olmasının mümkün olmadığı ifade edilebilir. 10 Jean Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon, (çev. Oğuz Adanır), Ankara, Doğu Batı Yayınları, 2016, s. 15-16. 11 Jean Baudrillard, Amerika, (çev. Yaşar Avunç), İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2013, s. 101- 102. 12 Roelf Bolt, Yalancılar ve Sahtekarlar Ansiklopedisi, 2. b., (çev. Tevfik Uyar), İstanbul, Domingo, 2016, s. 51. 12 Kurgulanan “gerçekliğin” * bu “gerçeklikten” olumsuz etkilenecek insanlar tarafından kabul görmesi büyük önem taşımaktadır. Örneğin, 19. yüzyılda uzun bir süre Avusturya Şansölyeliği görevinde bulunan Klemens von Metternich’e göre, Osmanlı’nın hâkimiyetindeki bölgeler Avrupa olarak kabul edilmemiştir. Bu bağlamda Metternich, Avrupa’yı Landstrasse’de (Viyana’nın çevresi) bitirmiştir. 13 Metternich’in Osmanlı’nın varlık gösterdiği coğrafyayı dikkate alarak Avrupa sınırlarına ilişkin olarak kurguladığı bu “gerçeğin” Landstrasse’nin doğusunda kalanlarca da kabul edilmiş olması, kurgulanan “gerçeğin” geçerliliğini arttırmaktadır. Biraz açmak gerekirse; 19. yüzyılın sonunda William Miller “Balkan Yarımadası’nın sakinleri, bölgelerin batısında yer alan herhangi bir ülkeye seyahat etmeyi tasarladıkları zaman, ‘Avrupa’ya gitmek’ten bahsederler, böylelikle kendilerini Avrupa sisteminin dışında saymış olurlar.” 14 demekteydi. Buradan hareketle, kurgulanan “gerçeklikten” olumsuz etkilenenlerin bu “gerçekliği” kabulü ve buna göre davranmaları, gerçeğin başarıyla ters yüz edildiğini göstermektedir. Konuya Aktan’dan yapılacak bir alıntıyla devam etmek faydalı olacaktır. “…Batı Avrupa’nın inkâr ettiği kötü yanlarını yoğun projeksiyon mekanizmasıyla bir hedef grupta toplaması sonucu oluşan o gruba ilişkin imaj, giderek, temsil ettiği kimlikten farklılaşarak kopuyor. Böyle bir imaj artık otonom oluyor. İmaj sahibinden ziyade oluşturanın iç dinamiklerine tabi. Yakın tarihte Yahudilerin Avrupa’daki imajı böyle oluşturulmuştu. Şimdi bizim imajımız da aynı irrasyonel süreç içerisinde. Böylesine gerçekdışı bir imajın daha da bozulmasına imaj sahibinin önceden hesap edilemeyen bir katkısı oluyor…” 15 Aktan’a göre; yukarıdaki düşüncesinde de ifade ettiği projeksiyonun geçmişte Yahudiler tarafından benimsenmesi ve Yahudilerin kimliklerini oluşturan unsurlardan vazgeçmelerine rağmen kurgulanan marazi Yahudi imajı, Avrupa tarihinde sürgün ve * Çalışmada yer verilen “kurgulanan gerçeklik”/kurgulanan imaj” ifadesi, Canbolat tarafından Ortadoğu’da yaşanan barış sürecinin gerçeklikten uzak oluşunu belirtmek için “kurgusal barış” olarak kavramsallaştırılmıştır. (İbrahim S. Canbolat, Uluslararası İlişkilerde Türkiye Savaş ve Barış Arasında Dünya, Bursa, Aktüel, 2012, s. 96.) 13 İbrahim S. Canbolat, Avrupa Birliği ve Türkiye. Uluslarüstü Sistemle Ortaklık, İstanbul, Alfa Aktüel, 2014, s. 7. 14 William Miller, Travels and Politics in the Near East, Londra: T. Fisher Unwin, 1898, s. XIII, 38- 39’dan aktaran Maria Todorova, Balkanlar’ı Tahayyül Etmek, (çev. Dilek Şendil), İstanbul, İletişim Yayınları, 2010, s. 96. 15 Gündüz Aktan, Açık Kriptolar Ermeni Soykırım İddiaları Avrupa’da Irkçılık ve Türkiye’nin AB Üyeliği, Ankara, Aşina Kitaplar, 2006, s. 207. 13 soykırımla sonuçlanacak olayları beraberinde getirmiştir. Bu yönüyle kurgulanan “gerçeklikten” olumsuz etkilenenlerin kendileri için oluşturulan imajı kabul etmesi de bu imajdan kaçınmaya çalışması da dışlanmışlığın kabulü anlamına gelecektir. 16 Kurgulanan “gerçekliği” kabul etmeyenlerin ise içinde bulunduğu psikolojiyi en iyi yansıtanların başında Fanon gelmektedir. Fanon zencilerin kaba ve cahil olduklarını kabul etmeyen ve bunun gerçek olmadığından emin olan zencilerin bile mevcut duruma tam alışamadıklarını ifade etmektedir. Örneğin, gerçeğin farkında olan zencilerin dahi kullandıkları “Senegalli bir tarih profesörümüz var, bir Zenci ancak bu kadar zeki olabilir… Doktorumuz Zenci, ama çok kibar.” 17 ifadelerinde görüldüğü üzere kurgulanan imaj, kişi tarafından söylemsel olarak reddedilse bile imajın zihin tarafından göreli olarak kabul edilebildiği görülmektedir. Böylece gerçeğin farkında olunsa da imaj yer yer kendisini gösterebilmektedir. İmajın ardındaki gerçeğin görülebilmesi için konu hakkında bilgi sahibi olmanın yanında, bu konuda sorgulama yapmanın önemi büyüktür. Örneğin “İslam korkusu” olarak tanımlanabilecek olan İslamofobi’nin temellerini oluşturan fikirler ve yine İslam’ın demokrasiyle bir arada var olamayacağına yönelik düşünceler, yazılı ve görsel medyanın yanında birçok akademik yayın tarafından da desteklenmeye çalışılmaktadır. Bu noktada, konuya uzaktan veya yüzeysel bakanların, İslam’ın “şiddet” içeren bir din olduğunu düşüneceği gibi, demokrasinin de İslam ile uyum içinde var olmayacağını düşünmeleri muhtemeldir. Ne var ki, Keane gibi çalışmasında İslamofobi’yi sorgulayan bir akademisyen, İslam’ın demokrasiye uyumunu yalnızca batılı kaynaklar üzerinden araştırmayarak, İslam’ın sahip olduğu toplumsal bilinç ve demokratik potansiyeli ortaya koymaya çalışmıştır. Ayrıca Keane, Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinden de yararlanarak, Kur’an’ın şiddetle eş tutulup tutulamayacağını da sorgulamıştır. 18 İslamofobi ile eş tutulamayacak olsa da son dönemde Arap kelimesinin de indirgemeci bir imaj ile yıpratıldığı söylenebilir. Kassır’ın “Arap Talihsizliği” isimli kitabının önsözünde yer verdiği şu cümle konunun özeti niteliğindedir: 16 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., aynı yer, s. 207-209. 17 Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler, (çev. Mustafa Haksöz), İstanbul, Sosyalist Yayınlar, 1996, s. 113. 18 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., John Keane, Şiddetin Uzun Yüzyılı, (çev. Bülent Peker), Ankara, Dost Kitabevi, 1998, s. 93-100. 14 ““Arap” kelimesinin kendisi bile öylesine yoksullaştırılmış ki bazı yerlerde basitçe sansür imalı etnik bir etikete, ya da en iyi durumda, modernitenin temsil ettiği her şeyi yadsıyan bir kültüre indirgenmiş vaziyette.” 19 Kassır’ın da belirttiği üzere, Arap halklarına yönelik bu olumsuz algının kötü yanlarından biri mevcut durumun düzeltilmesinin mümkün olmadığına yönelik yaygın bir duygunun Araplar tarafından dışarıya vurulmasıdır. Bu algıdan kişisel anlamda kaçılmaya çalışılsa da Batı’nın onlara bakışı, algının mahiyetini belirlemektedir. Diğer taraftan, Batılı algının yok sayılması ya da bu algıya karşı kişinin kendini konumlandırması, tam bir gerçekliği ortaya koymamaktadır. Bu algı elbette salt söylemden oluşmamaktadır. Zaman zaman istatistiki bilgiyle zaman zaman İsrail’in Arap-İsrail Savaşları’nda elde ettiği zafer ve kazanımlarla ya da son olarak Irak’ın işgalindeki Arapların pasif duruşla pekiştirilmiştir. Sonuç olarak yaşanan etkisizlik, Arapların sahip oldukları kendi öz imajlarını ve dünyanın onlar hakkında sahip olduğu imajı olumsuzlaştırmaktadır. 20 Kassır’ın burada anlatmak istediği imajın salt söylemsel olarak zihinlere yerleştirilmediği ve fiziki gücün de kullanılmasıyla kurgulanan imajın “gerçekliğinin” devamının sağlandığı üzerinedir. Fiziksel gücün varlığıyla oluşturulan imajın karşı tarafa da dolaylı olarak kabul ettirilmesi, gerçeğe yönelik başka bir önemli meydan okuma olarak kabul edilebilir. Yukarıda “mış” gibi yapmanın veya diğer bir ifadeyle salt söylemsel olarak imaj oluşturmanın başarısızlıkla sonuçlanarak gerçeğin ortaya çıkışında ancak bir gecikmeye sebep olabileceği söylenmişti. İsrail’in insan haklarına bağlılığı noktasında dünyada oluşturmaya çalıştığı imaj da bu yönüyle düşünülebilir. Abdülrahman’ın aktarımıyla İsrailli bir Yahudi olan Ilan Pappe’nin saptamaları bu noktada önem taşımaktadır. Pappe’nin “Bazı insanlara bir süre yalan söyleyebilirsiniz, fakat herkese sürekli olarak yalan söyleyemezsiniz” diyerek ifade ettiği bu durum, böyle bir imajın kırılganlığını ortaya koymaktadır. O’na göre İsrail’in Filistin ve Ortadoğu’ya ilişkin sorunların sebeplerine yönelik olarak geliştirdiği yadsınmanın yanında, demokrasi insan hakları ve evrensel değerler temelinde oluşturduğu imaj, dünya gerçekliğiyle uyuşmadığı için 19 Samir Kassır, Arap Talihsizliği, (çev. Özgür Gökmen), İstanbul, İletişim Yayınları, 2011, s. 11. 20 Aynı yer, s. 15-25. 15 içeriden ve dışarıdan artarak aşınmaktadır. 21 Tüm bunlar dikkate alındığında, imajın gerçeği yansıtmadığı ve farklı unsurlarca desteklenmediği durumlarda, ikna ediciliğini kaybettiği görülmektedir. İmajın, çeşitli unsurlarca desteklendiği ve daha profesyonelce kurgulandığı durumlarda ise imajın, gerçekten ayrılabilmesi için konuya uzaktan veya yüzeysel bakmayan insanlara ihtiyaç duyulacaktır. 2. Uluslararası İlişkilerde İmajın Önemi Gültekin’in de belirttiği üzere, devletlerin sahip oldukları klasik güç unsurlarının yanında uluslararası alanda iyi bir imaja sahip olmaları, ülkelerin çıkarlarını ulusal/uluslararası anlamda korumaları ve geliştirmeleri için önemli bir faktör olarak kabul edilebilir. Bu sebeple ülkeler, geçmişte onları güçlü yapan unsurların yanında, sahip olunan imajı da stratejik unsurlardan birisi olarak kabul etmek durumundadırlar. 22 Uluslararası imaja ilişkin olarak Gültekin tarafından yapılan bir tanıma yer vererek, siyasal gerçeklik ve imaj arasındaki ilişkiyle devam etmek gerekirse; “Uluslararası İmaj, bir ülkenin dış hedef kitleler tarafından algılanış tarzı, uluslararası platformda oluşturduğu genel izlenim, sahip olduğu saygınlık ve itibar, uluslararası konularda topladığı destek ve oluşturduğu sempatiye dayalı görüntülerin tümüdür.” 23 Siyasal gerçeklik anlayışı çerçevesinde, uluslararası ilişkilerde sıklıkla uygulanan imaj ve gerçeğin yer değiştirilmeye çalışılması, birçok amaca hizmet etmektedir. “Yeni Dünya Düzeni” veya “Tarihin Sonu”nda görüldüğü üzere, bir takım kavramsallaştırmalar üzerinden de kurgulanabilen uluslararası ilişkilerde imaj, Körfez Krizi’ndeki gibi bir kişiyi ve ülkeyi düşman olarak sınıflandırmaya da imkân vermiştir. Bu düşman imajı, lider pozisyondaki ülkenin politikalarına anlam/haklılık kazandıracağı gibi, müttefiklerin de bir arada tutulmasını sağlayacaktır. Böylece kurgulanan imajın bir sonucu olarak alınan kararlar, bir ülkenin aleyhine olsa dahi kabul edilebilir bir hale 21 Yahya Abdülrahman, “İsrail Gerçekleri Yadsıyan Bir Devlet”, Tanıklar, Makaleler, Belgeler, Mülakatlar ve Şiirlerle Filistin – İsrail Dosyası, (der.) Garbis Altınoğlu, İstanbul, Pozitif Yayınları, 2005, s. 226-229. 22 Bilgehan Gültekin, “Türkiye’nin Uluslararası İmajında Yükselen Değerler ve Eğilimler”, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, C.4, S.1, 2005, s. 127. 23 Aynı yer, s. 128. 16 dönüşmektedir. Bu yönüyle gerçeklere gereken önemin verilmemesi ve salt imaja odaklanılması sorunların çözümünü imkânsızlaştırmaktadır. 24 Yukarıda imajı, gerçeğin yerine ikame etme noktasında en fazla tecrübeye sahip olan devletlerden birinin İngiltere/Birleşik Krallık olduğu belirtilmişti. Ancak bazı durumlarda, çizilmeye çalışılan imajın kontrolden çıkabileceği de dikkate alınmalıdır. 2003 yılında Irak’ın işgal edilmesi sürecinde oluşturulan imaj buna verilebilecek örnekler arasındadır. Irak’ın işgal edilmesinden önce Tony Blair’ın başında bulunduğu Birleşik Krallık Hükümeti, tıpkı diğer demokratik devletler gibi girilecek savaşı gerekçelendirerek halk tarafından kabul görmesini sağlama niyetindeydi. Bu bağlamda halkın gözünde oluşturulmaya çalışılan Saddam Hüseyin imajını kuvvetlendirmek için istihbarat dosyaları da halkla paylaşılmıştır. Bu istihbarat dosyalarında ön plana çıkan hususlar arasında, tehlikeli bir şer odağı olarak gösterilmeye çalışılan Saddam Hüseyin’in, Batı’ya karşı kullanılacak kitle imha silahları bulundurduğu ve bu silahları ateşleyebilmek için yalnızca 45 dakika gibi bir süreye ihtiyaç duyduğu bilgisi yer almaktaydı. Irak’ın işgalinden kısa bir süre önce yayınlanan istihbarat raporunun bir bölümünün bir dergi ve doktora tezinden derlendiğinin ortaya çıkmış olması o dönemde Başbakanlık İletişim Müdürü olan Alastair Campbell’ın istifası ile sonuçlanmıştır. Ancak bu istifanın 2003 Ağustosu’nda gelmiş olduğu 25 ve Irak’ın işgaline 20 Mart 2003’de başlandığı dikkate alınırsa, siyasal gerçekliğin amacına ulaştığı da belirtilmelidir. “Donmuş göle” benzettiği imajı bir dayanak noktası olarak kabul eden Canbolat, “koşulların değişmesi/havanın ısınmasıyla” ortaya çıkacak olan gölün daha önce düz bir kara parçası olarak kurgulanan imajın inandırıcılığını ortadan kaldıracağı saptamasını yapmaktadır. 26 Bu benzetme yukarıda değinilen istihbarat raporlarıyla yorumlandığında; Saddam Hüseyin’in Batı için oluşturduğu tehdit ile çizilen imaj ilk etapta donmuş bir göle benzetilebilir. Ancak zaman içerisinde bu tehdidin gerçekte var olmadığının görülmesiyle, gölün üzerini kaplayan “buz erimiş” ve “buzla kaplı” 24 İbrahim S. Canbolat, “Yeni Dünya Düzeni”nde Ortadoğu ve Türkiye Gerçeği”, a.g.m., s. 345-356. 25 Alison Theaker, Halkla İlişkiler El Kitabı, (çev. Murat Yaz), İstanbul, MediaCat Kitapları, 2006, s.61- 63. 26 İbrahim S. Canbolat, Uluslararası İlişkilerde Türkiye Savaş ve Barış Arasında Dünya, a.g.e., s. 96. 17 gerçeğin zamanla imaj karşısında elde ettiği üstünlükle sonuçlanmıştır. Buradan hareketle Canbolat’ın “donmuş bir göle” benzettiği imaj, tıpkı donmuş bir göl gibi yer yer güvensiz ve kaygan bir zemine sahip olarak da yorumlanabilir. Diğer bir ifadeyle kurgulanan imajın gerçek karşısında temkinli olmasını gerektiren bir durum da bulunmaktadır. Said’den bir alıntı yapılması, yukarıda imaj ve gerçek temelinde göl ile örneklendirilen görüşü pekiştirmek ve yeniden yorumlamak için faydalı olacaktır: “…genel olarak Arap dünyası, özel olarak da Filistinli’leri konu alan tartışmalar Batı’da öylesine akıl karıştırıcı ve haksız biçimde saptırılmıştır ki, meselelerin –iyi veya kötü- Araplar ve Filistinli’ler için gerçekten ne olduğunu anlamak için çok büyük gayret göstermek gerekir. Tehlikeli olan, Filistinli – Siyonist çatışmasının karmaşık koşullarını haksızlık etmeden sergilemeye çalışırken, mücadelemizin gerçeğini abluka altına almış olan yalanların, saptırmaların ve kasdi cehaletin devasa yığınağını bertaraf etmek için yeterince bir şey yapamıyor olmamdır. Belki de böyle durumlarda gerçeği su yüzüne çıkarmanın basit bir formülü yok ancak şunu da mutlaka eklemek isterim ki, benim kendimin Filistin davasının tarihi ve ahlaki yeterliliğinin onu yanlış tanıtma gayretlerinden daha uzun yaşatacağına ve onlardan arınacağına olan inancım tamdır…” 27 Said’den yapılan bu alıntıdan çıkarılacak iki temel sonuç bulunmaktadır. Bunlardan ilki “ablukaya alınmış” gerçeğin saptırılmış imajdan ayrılabilmesinin kolay olmadığıdır. İkincisi ise gerçek her ne kadar “yalanların, saptırmaların ve kasdi cehaletin” altında kalmış olsa da gerçeğin sahip olduğu üstünlüğün, kendisini çevreleyen imajdan kurtulabileceğine ilişkindir. Diğer bir ifadeyle gölün kalın bir biçimde buz tutmuş olması, gölün gerçek yapısının ortaya çıkmasını zorlaştırsa da gölün sahip olduğu durgun su örtüsünün gerçekliği bir gün buza karşı üstünlüğünü sağlayacaktır. Bunların da ötesinde göle ait gerçekliğin ortadan kalkması için gölün kurumasının yeterli olacağı düşünülebilir. Fakat bu durumda bile bölgede geçmişte bir gölün var olduğu gerek göl yatağı, gerekse diğer kalıntılardan görünecektir. Bu bağlamda gölün varlığıyla eşdeğer görebileceğimiz gerçek, gölün kurumasıyla bile ortadan kaldırılamayacaktır. Fakat şu da belirtilmelidir ki, gerçeğin imaj karşısında varlığını kanıtlaması her zaman kolay olmamaktadır. 27 Edward Said, Filistin’in Sorunu, (çev. Alev Alatlı), İstanbul, Pınar Yayınları, 1985, s. 292. 18 Gerçeğin gizlenmesinin kolay olmadığına yönelik olarak Osmanlı’ya ilişkin bir örnek vermek konunun anlaşılması için önemlidir. Çalış, Osmanlı’nın yıkılışından sonra kurulan Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok devletin oluşturmaya çalıştıkları yeni ulusal kimlik inşasında, Osmanlı’yı ötekileştirilerek onu yok saymaya çalıştıklarına değinmiştir. Ancak O’na göre bastırılmaya çalışılan tarihsel Osmanlı gerçeği “kendisini bastırmaya çalışanın bir parçası” olduğu için bastırılan gerçek her fırsatta başkaldırarak kendini görünür kılmaktadır. Bu bağlamda gerçeğin ortadan kaldırılması için gerçeği bastırmaya çalışanın kendini yok etmesi gerekmektedir. 28 Uluslararası ilişkilerde bir imajın kurgulanması medyanın yanında resmi eğitim sisteminden yararlanarak da gerçekleştirilmektedir. Yılmaz’ın Kıbrıs örneğinde belirttiği üzere Kuzey ve Güney’in birbirlerine yönelik algıladığı imajın temel sebeplerinden birisi de eğitim sistemine ilişkindir. Çünkü tarafların tarihsel anlaşmazlıklar üzerine inşa ettikleri düşman tanımlamaları, Kıbrıs’ın bütününe yönelik duyulabilecek aidiyetin olanaksızlaştırılmasına da sebebiyet vermektedir. Bu sebeple karşı taraf hakkında çizilen olumsuz düşüncenin (imajın) ardındaki objektif bilgiye ulaşabilmek, eğitimin resmi olarak konuyu yönlendirildiği durumlarda kolay olmamaktadır. 29 Devletlerin veya halkların birbirlerine karşı kurguladıkları olumsuz imajlar, sorunların çözümünü daha zor bir hale getirse de indirgemeci bir yapıya sahip olduğu için devletler tarafından daha kolay bir seçenek olarak sıklıkla tercih edilmektedir. Maalouf’un da değindiği üzere, bazı halklar içinde bulundukları felaketlerin sorumluluğunu birbirlerine yüklemektedirler. Diğer bir ifadeyle karşılaşılan sorunların başkalarının hataları yüzünden gerçekleştiğini iddia ederek çözüm yerine bir sorumlu bulunmaktadır. 30 Öztürk’ten bir alıntı yapılarak bu konu daha anlaşılır hale getirilebilir. 28 Şaban H. Çalış, Hayaletbilimi ve Hayali Kimlikler Neo-Osmanlılılık, Özal ve Balkanlar, Konya, Çizgi Kitabevi, 2001, s.169. 29 Muzaffer Ercan Yılmaz, Toplumlar Arası Çatışmalarda Barışı İnşa Etmek Birleşmiş Milletler Barış Güçleri ve Alternatif Uyuşmazlık Çözümü, Bursa, Dora, 2015, s.183-184. 30 Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler, (çev. Aysel Bora), İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 26. b., 2008, s.69. 19 “…Hayatta üzerimize saldıran birçok argümanla baş etmek yerine baş edebileceğimiz bir argümanı kendimiz için psikolojik bir kavga simgesi olarak belirleyebiliriz ve böylece çoğul sorunlarımızı ve mutluluklarımızı o tekil sembolle çatışarak ya da kutsayarak üretebiliriz…” 31 Konuya yukarıdaki alıntıyla da bağlantı kurabilecek, Ermeni meselesinde de sıklıkla kullanılan önyargıları kuvvetlendirecek Türkiye veya Türk imajıyla devam etmek isabetli olacaktır. Karagöz’ün ifade ettiği üzere, bir ulusun geçmişe ilişkin sahip olduğu birikimleri, imaj oluşumunda kod işlevi görmektedir. Ancak bu kodlar her durumda bir gerçekliği ifade etmeyebilir. Çünkü tarafların birbirlerine yönelik olumlu- olumsuz algıları, bahsi geçen kodun inşa edeceği imajın mahiyetini de değiştirecektir. Lobi faaliyetlerinin de dâhil olduğu çabalarla, tarihi gerçeklerin ters yüz edilmesi, toplumları yanıltılmakta ve böylece Ermeni meselesinde Türkiye’ye yönelik kurgulanan imajda da görüleceği üzere, Türkiye imaj “mağduru” bir ülke haline getirilmektedir. Buna ek olarak, Ermeni meselesine ilişkin olarak kurgulanan imaj, konuyla doğrudan ilişkisi olmayan bir takım hususlarla da pekiştirilmektedir. Örneğin Türkiye’de yaşanan askeri darbelerin Batı nezdinde oluşturduğu olumsuz imaj, uluslararası önyargıları arttırdığı için Ermeni meselesinde Türkiye aleyhinde kullanılmaktadır. Son olarak bir devlete ilişkin olarak kurgulanan uluslararası imajın, imkânsız olmamakla birlikte değiştirilmesinin çok zor olduğu dikkate alınması gereken bir husus olarak kabul edilebilir. 32 Kurgulanan uluslararası imajın değiştirilmesinin çok zor olduğu saptamasına ilişkin olarak şu da belirtilmelidir ki, bir dine/topluma yönelik imaj algılamasının tarihsel temellerinin çok eski olması, sahip olunan imajın değiştirilmesinin önündeki önemli engellerden birisidir. Örneğin, İslamofobi’nin Batı’da 11 Eylül 2001’de başladığını söylemek mümkün değildir. Batı’daki İslamofobi’nin tarihsel kökenlerini Hıristiyan-Müslüman mücadelesinden veya İslam karşıtlığından ayrı düşünmek doğru olmayacaktır. İslam’ın yayılmasına paralel olarak taraflar arasında yaşanan çatışmalar, olumsuz bir İslam ve Müslüman imajının tarihsel süreç içerisinde oluşmasına sebebiyet vermiştir. Türk ve Müslüman kavramlarının birbirinin yerine kullanılması ve türetilen olumsuz deyimler, sahip olunan bu imajın kuşaktan kuşağa geçmesini sağlamıştır. 31 Ali Öztürk, İmajoloji Bir Disiplin Denemesi, Ankara, Elis Yayınları, 2013, s.112. 32 Betül Karagöz, “Uluslararası İlişkilerde İmaj Kavramı ve Batı Nostaljisindeki Bir Aksaklık Olarak Türk İmajı,” Karadeniz Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, S.10, 2011, s. 107, 20 Oryantalist ve Avrupa merkezci görüşler de bu olumsuz imajın önemli taşıyıcıları olarak görülebilir. Yoğunluğu farklı olmakla birlikte devam eden İslam karşıtlığı, 1990’lı yıllarda farklı bir evreye girerek İslam’ın düşman haline getirildiği bir süreci başlatmıştır. Böylece komünizm tehlikesi inşa edilen bir başka “tehdit unsuru” ile ikame edilmeye çalışılmıştır. Yine aynı dönemde Huntington tarafından ileri sürülen “Medeniyetler Çatışması” tezinin de fikri düzeyde İslam karşıtlığını destekleyici bir rol oynadığı söylenebilir. 33 2001 sonrasında sıklıkla kullanılan “İslami terör” kavramına ek olarak, Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) ismi altında varlığını sürdüren terör örgütü de İslamofobi’nin veya İslam hakkında oluşturulmaya çalışılan imajın temel unsuru haline getirilmiştir. Böylece Batı’da tarihsel süreç içerisinde şekillendirilmiş olan İslam imajı, güncel gelişmelerle yeniden inşa edilerek, İslam gerçekliğinin ortaya çıkışı daha da zorlaştırılmaktadır. Peki, gerçekliğinin ortaya çıkışının birçok meydan okumayla karşı karşıya kaldığı böyle durumlarda ne yapılmalıdır? Türkiye örneği üzerinden açıklamak gerekirse; Batı nezdinde Türkiye üzerinde bulunan negatif imaj algısının ortadan kaldırılabilmesi için tarihsel sürecin dikkatli bir biçimde incelenmesinin önem arz ettiği söylenebilir. Canbolat, bu negatif imajın ortadan kaldırılması için Türklerin Asya’dan Avrupa’ya uzanan varlık siyasetini incelemenin gerekliliğini ön plana çıkarmıştır. Bu bağlamda Orhun Kitâbeleri, Kül Tigin Kitabesi, Kutadgu Bilig, Siyasetname ve Dede Korkut Hikâyeleri’ni işlevsellik temelinde sorgulayan Canbolat, Türklerin uluslararası ilişkiler ve modern siyasete ilişkin birçok çağdaş değere öncüllük ettiğini ispatlamaya çalışmıştır. Kısaca Canbolat, Batı’nın Türkler hakkında sahip olduğu önyargılı ve indirgemeci imajın düzeltilmesinde tarihsel/kültürel anlamda yapılacak çözümlemenin sağlayacağı katkıya inanmaktadır. 34 Böyle bir yaklaşımdan çıkarılabilecek temel sonuç; tarihsel olarak temellendirilen imaj algılamasının içerebileceği yanlışlıkların, salt güncel söylemlerle değiştirilmesinin mümkün olmadığı ve böyle bir değişim için tarihsel ve kültürel anlamda derin/özgün çözümlemelerin yapılmasının zorunlu olduğudur. 33 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., Murat Aktaş, “Avrupa’da Yükselen İslamofobi Ve Medeniyetler Çatışması Tezi”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, C.13, S.1, 2014, s. 39-49. 34 İbrahim S. Canbolat, “İmaj-Gerçek ve İşlevsellik Bağlamında Eleştirel Bir Uluslararası İlişkiler Çözümlemesi Üzerine”, Gazi Akademik Bakış, C. 1, S. 1, Kış, 2007, s. 1-13. 21 Gerçekliğinin ortaya çıkışını sağlamak adına önemli olduğu söylenebilecek bir diğer yaklaşım, “Konjonktürel Gerçeklik” yaklaşımıdır. Bu yaklaşımda, konunun/içeriğin ne olduğundan ziyade, nasıl/niçin olduğu ön plana çıkmaktadır. Bu yönüyle “Konjonktürel Gerçeklik” yaklaşımında incelenen konunun anlaşılması için sübjektif değerler dışarıda bırakılarak, mesele kendi gerçekliğinde değerlendirilmeye çalışılır. Sebep-sonuç ilişkisinden yararlanılması da “Konjonktürel Gerçekliği” anlamak için önemlidir. Böylece olay ve olguların kendilerine özgü farklı gerçeklikler temelinde anlaşılarak, çözümleme yapılabilmesi mümkün hale gelmektedir. 35 3. Commonwealth’in İmaj Boyutu Giriş bölümünde de bahsedildiği üzere, Cromwell öncülüğünde başlatılan iç savaşın kazanılmasının ardından, İrlanda ve İskoçya’nın kaybedilmesinin önüne geçmek için stratejik amaçlarla seçilmiş olan Commonwealth kavramı, tarihsel süreç içerisinde farklı anlamlar taşıyarak, İmparatorluğun imaj çalışmalarına hizmet etmiştir. 1949 öncesinde Kanada’nın kendini yönetmek istemesiyle örgütlenme süreci de başlayan Commonwealth’in, öncelikle yeni bir “Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nı” önlemek için “İngiliz realizminin” ürettiği rasyonel bir imaj politikası olarak ortaya çıktığı ifade edilebilir. 1949 Londra Deklarasyonu ile kurulan Modern Commonwealth’in de bu yönüyle imaj ağırlıklı bir politika tercihi olduğu söylenebilir. Bu yönüyle hem dominyonlardan oluşan Commonwealth, hem de 1949’da Londra Deklarasyonu ile ortaya çıkan Modern Commonwealth’in, geleneksel İngiliz politikasıyla uyum içerisinde olduğu ileri sürülebilir. Tezin genelinde de imaj ve gerçek çerçevesinde ele alınacak olan bu geleneksel İngiliz imaj politikasının, Commonwealth’i ortaya çıkarma noktasında da başarılı olduğu belirtilebilir. Elbette dekolonizasyon sürecine giren Britanya İmparatorluğu’nun varlığının salt imaj politikalarıyla sağlanmasının mümkün olmadığı da siyasiler tarafından bilinmekteydi. Bu sebeple çalışmanın ikinci bölümünde detaylandırılacak olan İmparatorluğun koloni ve sömürgeleriyle oluşturduğu yapısal bağımlılığın taşıdığı önem de dikkate alınması gereken hususlar arasındadır. 35 Konjonktürel Gerçeklik Perspektifi için bkz. İbrahim S. Canbolat, Örümcek Evinde Oturulmaz, İstanbul, Alfa Aktüel, 2014, s. 124-128. 22 Britanya İmparatorluğu’nu tüm kıtalara yayılmış, büyük kısmı tropik ve sayısız mülkten oluşan bir bohçacı torbasına benzeten Anderson’un belirttiği üzere; İmparatorluğun kontrolü altına aldığı halklar içinde çok küçük bir azınlık dışında, İmparatorluğun merkezi ile dinsel, dilsel, kültürel, siyasal ve iktisadi anlamda uzun vadeli bir bağı bulunmamaktaydı. 36 İmparatorluk, dekolonizasyon sonrasında da ilişkilerin devamını sağlayabilmek için bu azınlığa önem vermekteydi. İmparatorluğun merkeziyle çeşitli bağlara sahip olan bu azınlığı Galtung “köprübaşı” olarak kavramsallaştırmıştır. O’na göre “çevrenin” merkezinin, “merkezin” merkezi ile olan bir çıkar uyumu bulunmaktadır ve bu uyum, iki merkez arasındaki bağın temellerini oluşturmaktadır. Buna paralel olarak, çevrenin merkezindeki siyasi/ekonomik elitlerin varlığı, merkezin merkezi lehine kurulan ilişkilerin sürdürülmesinde kilit role sahiptir. 37 Britanya İmparatorluğu, tarihten aldığı dersle varlık sorununu yalnızca bahsi geçen “köprübaşlarına” endekslememiştir. Buna ek olarak, eski ilişki ağını sağlamaya yönelik “imaj” çalışmaları da Britanyalı siyasiler tarafından olabildiğince önemsenmiştir. Bu imaj çalışmalarından birisinin de Commonwealth olduğu söylenebilir. Commonwealth ismi ile eski koloni ve sömürgelerle ortak bir “iyilik” vurgusu yapılmaya çalışılmıştır. Böylece stratejik amaçlarla seçilen bu isimle monarşiye ilişkin olmayan yeni bir tür bağ oluşturulmaya çalışılmıştır. Ancak çalışmanın sonraki bölümlerinde de görüleceği üzere Commonwealth’in temelinde yer alan “ortak” (common) ibaresi işlevsel olamayarak salt “imaj” olarak kalmıştır. Bunun en önemli göstergelerinden biri Örgüt’ün önemli bir konuda/alanda itibarını arttıracak şekilde kendisini kanıtlayamamış olmasıdır. Engin’in kimlik, imaj ve itibarın birbirleriyle ilişkisini ve bunların kurumlar için ifade ettiği önemi ele aldığı çalışmasında değindiği üzere; olumlu yönde var olan imajın oluşturduğu itibar, kurumlara birçok alanda katkı yapmaktadır. O’na göre bu bağlamda oluşan güçlü kurum itibarı da “adeta güçlü bir manyetik alan gibidir”. Bu itibar kurumun karşılaştığı sorun ve krizleri de en az zararla atlatabilmesine katkıda 36 Benedict Anderson, Hayali Cemaatler Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, (çev. İskender Savaşır), İstanbul, Metis Yayınları, 2002, s.108. 37 Johan Galtung, “Emperyalizmin Yapısal Teorisi”, Uluslararası İlişkiler, C. 1, S. 2, Yaz, 2004, s. 30-32. 23 bulunmaktadır. 38 Burada bir kuruma ilişkin olarak ortaya koyulan düşünceler, Commonwealth gibi uluslararası bir örgüt için de geçerli kabul edilebilir. Bu durumda 1949’da kurulan Modern Commonwealth’in imajıyla Örgüt’e itibar kazandırmadığı ileri sürülebileceği gibi birçok ülkenin Commonwealth üyesi olması da Örgüt’ün “güçlü bir manyetik alana” sahip olmasından ziyade eski bağımlılıklar, mecburiyet, eşitlik hissi, karşılıklı çıkar ve üyelere sağlanan serbestliğe paralel olarak düşünülebilir. Yukarıda bahsi geçen itibarın sağlam bir biçimde inşa edilmesi için imajın gerçek olması gerekirken, bu süreçteki algı yönetiminin de iyi bir biçimde idare edilmesi gerekmektedir. Ancak şu da belirtilmelidir ki, itibar kazanılması gereken bir hususken imaj kurgulanabilmekte, yönetilebilmekte ve sıklıkla bahsedildiği üzere gerçeği yansıtmayabilmektedir. Bu sebeple dışarıya yönelik olarak yapılacak halkla ilişkiler çalışmalarında olumlu bir imajdan ziyade itibarın tanımlanması daha isabetli olacaktır. 39 Bu saptama Commonwealth’e uyarlandığında 1949’dan bugüne kadar, Örgüt’ün önemli bir konuda/sorunda dünyada ses getirebilecek çözümler sunamadığı söylenebilir. Bu sebeple Örgüt’ün rüştünü ispat etmesi bir gereklilik olarak değerlendirilebilir. Böylece, Commonwealth’in daha önce çok da sahip olmadığı güvenilirlik/itibar üye ülkeler nezdinde inşa edilebilecektir. Burada itibara ilişkin tarihsel bir analiz yapılarak konunun Modern Commonwealth ile yorumlanması, imaj ve itibar ilişkisinin anlaşılması için faydalı olabilir. Cannadine, Britanya İmparatorluğu’nun gücünün zirvesinde olduğu 19. yüzyılda (özellikle ilk üç çeyreğinde) Kraliyet’in dâhil olduğu törenlerin çok önemsenmediğini ve Kraliyet ailesinin bugünkü kadar popüler olmadığını ortaya koymaya çalışmıştır. Cannadine, bunların yanında gerçekleştirilen törenlerin yetersiz olmasının yanında profesyonelce yapılmadığına da değinmiştir. 1870’lerden sonra ise görkemli törenlerin de yardımıyla Kraliçe Victoria nezdinde monarşinin kamusal imajı düzeltilmeye başlanmıştır. Bu bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü yeni birer dünya gücü olma iddiasıyla ortaya çıkan devletlere karşı İmparatorluğun itibarının korunması 38 Elif Engin, “Kurum İmajı Çerçevesinde Kimlik, İmaj ve İtibar İlişkisine Genel Bir Bakış”, İmaj Üretimi, (ed.) Güzin Ilıcak Aydınalp, Ankara, Nobel, 2014, s. 14-15. 39 Gyorgy Szondi, “Central and Eastern European Public Diplomacy”, Handbook of Public Diplomacy, Nancy Snow and Philip M. Taylor (Eds), New York, Rotledge, 2009, s. 298’den aktaran Gaye Aslı Sancar, Kamu Diplomasisi ve Uluslararası Halkla İlişkiler, İstanbul, Beta, 2012, s. 71. 24 gerekmiştir. Bu şatafatlı törenler taç giyme merasimi ve cenaze törenleriyle sınırlı kalmamış rekabetin giderek arttığı I. Dünya Savaşı öncesindeki dönemde de bunlara yenileri eklenmiştir. 40 II. Dünya Savaşı sonrasında da Britanya’nın dünyada azalan gücüne paralel olarak, Kraliyet ritüellerinin rolü daha da artmıştır. Bu ritüeller İmparatorluğun sorunlu bir dönemde azalan gücünün karşısında, istikrar ve güce ilişkin bir imaj çizmek için daha da önemli hale gelmiştir. Böylece hem bir süreklilik, hem de geçmişte sahip olunan güç ön plana çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu çaba içerisinde sahip olunan “ihtişamı” ve sürekliliği ortaya koymak için icat edilen gelenekler büyük oranda yanıltıcı bir işleve sahipti. Kaybedilmekte olan Britanya İmparatorluğu’nda Kraliçe emperyal sıfatlarını bir bir kaybederken, sahip olduğu Commonwealth’in başı sıfatı artan bir öneme sahip hale gelmiştir. 41 Buradan çıkarılabilecek sonuç; Britanya İmparatorluğu’nun azalan gücünü fark ederek, imaja ilişkin çalışmalarla hem rakip devletlere, hem de eski koloni ve sömürgelerine yönelik olarak İmparatorluğun itibarını korumaya çalışmış olduğudur. Commonwealth’in oluşumu da bu bağlamda değerlendirilebilir. Ancak 1949 sonrasında gerek Britanya İmparatorluğu’nun, gerekse Modern Commonwealth’in “imajın” “gerçeğe” dönüştürülmesine yönelik başarısız bir görüntü verdikleri belirtilebilir. Üye ülkelerin “ortak bir refaha” sahip olmasına yönelik etkisizliğin yanında, Commonwealth’in 1991 Harare Deklarasyonu ile ortaya koyduğu demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi değerlerde de imaj etkisinin hissedildiği görülmektedir. Bu değerlerin uygulanmasında göreli olarak bir gelişme sağlanmış olsa da başta Birleşik Krallık olmak üzere, gelişmiş Commonwealth ülkelerinin bu konuyu dış politikanın bir çeşit manivelası olarak kullanmaları Örgüt’ün bu alanda itibar kazanmasının önüne geçmektedir. Erdoğan, güç merkezlerinin insan hakları konusunda çizdiği imajın arka planında ekonomiye ve güce ilişkin çıkarların bulunduğunu belirtmektedir. O’na göre bu noktada diğer uluslara insan hakları konusunda yapılan samimiyetten uzak baskılar 40 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., David Cannadine, “Ritüelin Bağlamı, İcrası ve Anlamı: Britanya Monarşisi ve ‘Geleneğin İcadı’, 1820 Civarı – 1977”, Geleneğin İcadı, (çev. Mehmet Murat Şahin), Eric Hobsbawm, Terence Ranger (ed.), İstanbul, Agora Kitaplığı, 2006, s. 119-162. 41 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., aynı yer, s. 164-192. 25 da bu güç merkezleri tarafından yapılmaktadır. 42 Bu bağlamda Commonwealth’in de samimiyetten uzak bir görüntü verdiği ifade edilebilir. Her ne kadar Commonwealth tekil olarak bir güç merkezi olarak değerlendirilemese de Birleşik Krallık başta olmak üzere, Commonwealth’in Apartheid karşıtlı politikalarında verdiği kötü tecrübe, uygulanmaya çalışılan “imaj” politikalarıyla unutturulamamıştır. Yine üye ülkelerin önceliklerinin ve sorunlarının görmezden gelinerek demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü temelinde yapılan eleştiriler sonucunda, Commonwealth işlevselliğini ve güvenilirliğini kaybetmektedir. Çünkü oluşturulan imaj, gereğinden fazla sürdürüldüğü için gelinen süreçte işlevini yitirmiştir. Diğer bir ifadeyle Commonwealth ile oluşturulan “ortak refah” imajının üzeri daha fazla örtülemeyeceği için üye ülkelere salt eleştiride bulunan ve maddi olarak fazla fayda sağlamayan bir Commonwealth’in artan bir biçimde gücünü ve güvenilirliğini kaybettiği görülmektedir. Çalışmanın üç ve dördüncü bölümleri incelendiğinde görüleceği üzere Commonwealth içerisinde en önemli kararların alındığı Commonwealth Hükümet Başkanları Toplantıları da imaj ve gerçeğin birbirinden ayrılması için büyük önem taşımaktadır. Çünkü bu toplantılarının sonuç bildirilerinin büyük bir kısmının “temenni” özelliğine sahip kararlardan oluşmasının yanında, bu kararların nasıl uygulanacağının da belirtilmemesi, bildirilerin sembolik olmasını beraberinde getirmiştir. Böylece “kâğıt üzerinde” kalkınma, insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, ırkçılığın önlenmesi, kadın hakları ve çevrenin korunmasına yönelik alınan kararların Örgüt’ün işlevsiz ve güçsüz görüntüsünün imajlanması için kullanıldığı ifade edilebilir. Ancak Canbolat’ın yaratılan sahte imajın işlevselliği öldüreceğine yönelik saptaması 43 dikkate alındığında, sahte imaj ve işlevselliğin aynı anda var olamayacağı görülecektir. Yine çalışmanın üç ve dördüncü bölümlerinde görüleceği üzere, üye ülkeler zaman zaman Commonwealth Hükümet Başkanları Toplantıları’nı uluslararası sorunları kendi lehlerine çözmek için bir platform olarak kullanmaktadırlar. Türkiye’yi de ilgilendiren Kıbrıs sorunu bu noktada isabetli bir örnek olarak kabul edilebilir. 1961’de Commonwealth’e üye olan Güney Kıbrıs, yapılan toplantılarda çizdiği “mağdur” 42 İrfan Erdoğan, İletişimi Anlamak, Ankara, Erk, 2002, s.482. 43 Canbolat, “İmaj-Gerçek ve İşlevsellik Bağlamında Eleştirel Bir Uluslararası İlişkiler Çözümlemesi Üzerine”, a.g.m., s.2. 26 imajının da yardımıyla toplantıların sonuç bildirilerinde kendi lehine kararlar aldırmayı başarmıştır. 1993’te ise Güney Kıbrıs imaja yönelik bu çalışmalarını farklı bir aşamaya taşımıştır. 1993 Toplantısı’nın Güney Kıbrıs’ın başkenti Limassol’de yapılacak olması, Güney Kıbrıs tarafından “mağdur” imajını ve Kıbrıs’ın “bölünmüşlüğünü” ön plana çıkarmak için tarihi bir fırsat olarak görülmüştür. Toplantı’dan yararlanarak hem gerçeklikten olabildiğince uzak bir Kuzey Kıbrıs/Türkiye imajı çizilmeye çalışılmış, hem de “mağduriyete” ilişkin olarak hali hazırda kurgulanmış olan imajın liderlerin zihninde pekiştirilmesine gayret edilmiştir. Özetlemek gerekirse, imajın ağırlıklı olarak kullanıldığı bir platform olan Commonwealth Hükümet Başkanları Toplantıları, işlevsellik noktasında büyük sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. 4. İmajın Sürdürülebilirliği Üzerine İmajın her zaman gerçeğin gizlenmesi için kullanılıp kullanılmadığı önemli bir sorgulamadır. Canbolat’ın da belirttiği üzere gerçek ve imajın birbirine karıştırılmaması gerekmekle birlikte imajın gerçeği yansıtacak şekilde kullanılmasında bir sorun bulunmamaktadır. Kaldı ki, böylece imajın da yardımıyla gerçeğin zihinlerdeki yeri de sağlamlaşmış olur. O’na göre böyle bir imaj, gerçeği karşıladığı ve onu görünür kıldığı için yanlış anlaşılmaları da önleyecektir. 44 Buradan çıkarılacak temel sonuç; imajın her durumda kötü olmadığı, gerçeklik ile uyum içerisinde olduğunda pekiştirici bir etki yaptığıdır. Ancak uluslararası ilişkilerde imaj genellikle gerçeği pekiştirici veya gerçeği ortaya çıkarmak gibi bir işleve sahip değildir. Bu yönüyle gerçekliği pekiştirmeyen bir imajın sürdürülebilirliğinin sorgulanması da önem taşımaktadır. İmajın yalanlardan oluşabildiği, gerçeğin ise “yalan olmayan” anlamına geldiği dikkate alınırsa, önce yalan ve gerçekliğe ilişkin bazı görüşlere yer vermek konunun anlaşılması için faydalı olabilir. Mill’e göre, karşılaşılan sorunlar karşısında geçici bir takım çözümler bulmak ve bir kazanım elde etmek için yalan söylemek uygun bir davranış olarak kabul edilebileceği gibi, doğruyu takip edip güven duygusunu geliştirmek daha faydalı bir tercih olduğu için ön plana çıkmaktadır. O’na göre yalan ancak daha büyük sorun ve sıkıntıların önüne geçilebilmek için tek çözüm olduğu durumlarda söylenebilir. Ancak 44 İbrahim S. Canbolat, “Yeni Dünya Düzeni”nde Ortadoğu ve Türkiye Gerçeği”, Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu, (der.)Sabahattin Şen, İstanbul, Bağlam Yayıncılık, 1993, s. 348. 27 bu yalanın genişletilmemesi ve gerçeğe olan güvenin zedelenmemesi için dikkatli olunması gerekmektedir. Çünkü güvenin ortadan kalkması karşılıklı dayanışmayı aşındıracağı için toplumun gelişmesinin önünde bir engel olacaktır. 45 Karşılıklı güvenin zedelenmemesi için yalanın sınırları konusunda dikkatli olunmasının gerekliliğine ilişkin saptamaya benzer bir görüş de Mearsheimer tarafından ortaya koyulmuştur. Devletler arası yalanın her zaman faydalı sonuçlar veremeyebileceğinin altını çizen Mearsheimer’a göre liderlerin sık yalan söylemesi, karşı tarafla kurulacak işbirliğini zora sokacak olması sebebiyle kötüdür. Çünkü neyin gerçek neyin yalan olduğunun muğlaklaştığı bir senaryoda işbirliği de çıkmaza girecektir. Buradan hareketle Mearsheimer, devletler arası yalanların faydalı olabilmesi için dikkatlice seçilmesi ve söylenmesi gerektiğini belirtmiştir. 46 Schopenhauer ise akıldan yoksun bir kişinin aksine, temkinli ve kurnaz olanların yaptıkları kötülükleri nasıl gizleyebileceğine yönelik bilgiye sahip olduğunu belirtmiştir. Diğer taraftan akla uygun yargılar verme yeteneğinden yoksun olmanın, normalde rahatlıkla kavranabilecek gerçeklikten insanları uzaklaştırdığını ifade eden Schopenhauer, dünyayı büyük bir maskeli baloya benzeterek, insanların taktıkları farklı maskelerle gerçeği gizlediklerinin altını çizmiştir. Bu sebeple insanların bahsi geçen maskeli balo hakkında bilgi sahibi olmaları, gerçek olmayan dünyanın farkına varmaları için önem taşımaktadır. 47 Canbolat’ın “donmuş göle” benzettiği imaj yeniden hatırlanırsa, kurgulanan imajın gerçek karşısında temkinli olmasını gerektiren bir durum söz konusuydu. Bu yönüyle düşünüldüğünde Mill ve Mearsheimer’ın yalanın sınırı, seçilmesi ve kullanımına ilişkin çekinceleri daha rahat anlaşılabilir. Bahsi geçen “donmuş göl” Schopenhauer açısından incelendiğinde ise çevrede birçok donmuş göl olabileceğinin bilincinde olunması insanlar için önem arzetmektedir. 45 John Stuart Mill, Faydacılık, (çev. Şahap Nazmi Coşkunlar), İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1965, s. 34-35. 46 John J. Mearsheimer, Liderler Neden Yalan Söyler Uluslararası Politikada Yalan Gerçeği, (çev. Nejdet Özberk), İstanbul, Küre Yayınları, 2011, s. 37. 47 Arthur Schopenhauer ,Hukuk Ahlak ve Siyaset Üzerine, (çev. Ahmet Aydoğan), İstanbul, Say Yayınları, 2010, s. 31- 34. 28 Değinildiği üzere gerçeklik ciddi meydan okumalarla karşı karşıya kalmıştır: Gerçeklik bazen kurgulanan farklı imajlar karşısında muğlaklaştırılırken, bazen de itirazlara kapatıldığı için ona ulaşmak imkânsızlaştırılmak istenmiştir. Bazen kitle iletişim araçları ya da eğitim sisteminin yardımıyla zihinlere yerleştirilmiş, bazen de Baudrillard’a atıfla açıklanan simüle etmek yoluyla imaj, gerçekten ayırt edilemeyecek duruma getirilmiştir. Bazen kurgulanan gerçeklik bundan olumsuz etkilenecek olanlara bile kabul ettirilecek şekilde baskın hale gelmiş, bazen de fiziksel güç ile desteklenerek imajın gerçeğin önüne geçmesi mümkün olabilmiştir. İmajın tüm bu meydan okumalarına rağmen, gerçeğin en büyük destekçisi zamanın kendisidir. Diğer bir ifadeyle kurgulanan imajın gerçek karşısında her zaman temkinli olması ve hata yapmamasını gerektiren bir durum bulunmaktadır. Böylece oluşturulan imajın gereğinden fazla sürdürülmesinin mümkün olmadığının anlaşılarak, imajın gerçeğe dönüştürülmesine yönelik politikaların geliştirilmesi, rasyonel bir politika tercihi olarak ön plana çıkmaktadır. 29 II.BÖLÜM İNGİLTERE’NİN İMPARATORLUKLAŞMA SÜRECİ VE BRİTANYA İMPARATORLUĞU’NU “ORTAK REFAH” İMAJI OLUŞTURMAYA YÖNELTEN SEBEPLER İngiltere’nin bir imparatorluk haline gelmesi, talihin ona gülmesi ya da İspanya ve Portekiz’in taklit edilmesi ile açıklanamayacak kadar karışıktır. İngiltere’nin nasıl bir imparatorluk haline geldiği ve “üzerinde güneş batmayan” bu imparatorluğun niçin göreli olarak uzun süre “ayakta kaldığı” sorusunun cevabını İngiltere tarihinde aramak gerekmektedir. Britanya Adaları’nın Roma İmparatorluğu ile tanışmasıyla başlatabileceğimiz bu tarih, uzun yıllar sonra, önce İngiltere’yi bir dünya imparatorluğu haline getirecek sonrasında ise imparatorluğun elde tutulma çalışmalarıyla karşımıza çıkaracaktır. Bu bağlamda çalışmada, zaman dilimine uygun olarak, öncelikle İngiltere’de Tudor Hanedanı’nın yönetimine kadar olan dönemin İngiltere’nin imparatorluklaşmasına ne gibi katkıda bulunduğu ele alınacak ardından VII. Henry ile başlayan Tudor yönetimi detaylandırılarak, Britanya İmparatorluğu’nun temellerinin nasıl atıldığı araştırılacaktır. Bunlara ek olarak, kurulan imparatorluğun dünyaya nasıl yayıldığı, hükmettiği ve sömürge/koloni sisteminin nasıl işlediği de çalışmanın ikinci bölümünde değinilecek konular arasındadır. Bölümün sonunda ise, İngilizlerin, imparatorluklarını korumak için yaptıkları imaj çalışmaları 48 analiz edilerek, modern Commonwealth’in oluşumunun tarihsel arka planına yer verilecektir. Özetle çalışmanın ikinci bölümünde Britanya İmparatorluğu için bir zorunluluk olarak ortaya çıkan Commonwealth, İngiltere ve Britanya İmparatorluğu tarihi çerçevesinde incelenecektir. Commonwealth’in ortaya çıkışının temel sebebi, İmparatorluğun göreli olarak zayıflaması ve bağlı devletlerdeki özgürlük seslerinin artması olarak görülebilir. Bu durumu açıklayabilmek için, önce İngiltere’nin imparatorluklaşma süreci sorgulanacak, ardından ise Britanya İmparatorluğu’nu Commonwealth’i oluşturmaya mecbur bırakan sebepler 48 Devletlerin siyasal gerçeklik bağlamında oluşturdukları imaj için bkz., Canbolat, “İmaj-Gerçek ve İşlevsellik Bağlamında Eleştirel Bir Uluslararası İlişkiler Çözümlemesi Üzerine”, Gazi Akademik Bakış, a.g.m., s. 1-24. 30 yorumlanacaktır. Bugün 53 üyeye sahip olan Commonwealth’in üyelerinden yalnızca Mozambik ve Ruanda’nın, Britanya İmparatorluğu’nun eski sömürgesi olmadığı dikkate alındığında Britanya İmparatorluğu’nu anlamanın, Commonwealth’i anlamanın bir ön gerekliliği olduğu gerçeği ile karşılaşırız. Çalışmada sıkça kullanılacak olan “imparatorluklaşma süreci” kavramına değinmek gerekirse, bu kavramla genel olarak iki hususun vurgulanmaya çalışıldığı belirtilmelidir. Bunlardan ilki tarihteki birçok imparatorluk gibi Britanya İmparatorluğu’nun da bir tarih veya bir monark döneminde ortaya çıkmadığı ve uzun bir süreç içerisinde oluştuğuna ilişkindir. İkincisi ise, Immanuel Wallerstein’a atıfla açıklayabileceğimiz imparatorluğu yöneten ülkede -Britanya İmparatorluğu özelinde düşünülürse İngiltere- ulusal bir toplum oluşturma çabasında, emperyal politika ve uygulamalardan yararlanıldığı saptamasıyla ilgilidir. Wallerstein bu görüşünü şu şekilde açıklamaktadır: “…Batı Avrupa’nın ulus-devletlerinin 16. yüzyıldan itibaren imparatorluklarının göbeğinde az çok homojen ulusal toplumlar oluşturmaya çalıştıklarını; bunu yaparken, emperyal girişimleri ulusal toplumun yaratılmasında belki de vazgeçilmez bir araç olarak kullandıklarını hatırlarsak durum daha da kafa karıştırıcı hale geliyor.” 49 Wallerstein’ın burada anlatmaya çalıştığı husus, imparatorluğu yöneten ülkede ulusal bir toplum oluşturmak için, imparatorluklaşma yolunda izlenen politikalardan beslenildiğidir. Bu noktada “imparatorluklaşma sürecinin”, ilk anlamında kullandığında, neredeyse tüm İngiltere tarihiyle ilişkilendirilebileceğini söyleyebiliriz. İkinci anlamda kullandığında ise Tudor döneminde, özellikle de Kraliçe I. Elizabeth tarafından gerçekleştirilen emperyal politikalarının, ulusal bir toplum oluşturulmasına yönelik yaptığı katkılara işaret edilmektedir. Kısaca Wallerstein’ın 16. yüzyıl Avrupası’na ilişkin yaptığı saptamanın, İngiltere özelinde açıklayıcı olduğu ifade edilebilir. Wallerstein’ın saptamasını, İngiltere tarihini dikkate alarak tersinden değerlendirmenin de mümkün olduğu ileri sürülebilir. Şöyle ki, İngiltere’nin kendisini 49 Immanuel Wallerstein, Modern Dünya Sistemi Kapitalist Tarım ve 16. Yüzyılda Avrupa Dünya Ekonomisinin Kökenleri, C. III, (çev. Latif Boyacı), İstanbul, Yarın Yayıncılık, 2012, s. 50. 31 toprak, din ve ekonomik alanlarda Kıta Avrupası’ndan yalıtmasına yönelik politikaları, doğrudan imparatorluk haline gelmek için yapılmasa da, ülkede homojen bir toplum ile milli kimliğin oluşturulmasını hızlandırmıştır. Bu yönüyle İngiltere’nin imparatorluklaşma sürecine katkıda bulunduğu belirtilmelidir. Diğer bir deyişle, ülkede milli bir kimlik oluşturulmaya yönelik uygulamalar ile emperyal politikaların birbirlerini destekleyecek kadar uyum içerisinde var olmaları, imparatorluklaşma sürecinin başarıyla sonuçlanmasında önemli bir yere sahiptir. 1. Roma İmparatorluğu, Anglo-Saxsonlar ve Danimarkalıların Britanya Adası’nı İşgalinin Bir Devlet Olarak İngiltere’nin Ortaya Çıkışına Yaptığı Etki Avrupa’dan gelen toplayıcı ve avcıların Britanya’ya yerleşimleri, milattan önce (M.Ö.) 10.000’lere kadar dayanmaktadır. Bu insanları, Neolitik çağda çiftçi olan, evcil hayvanlara bakabilen ve yine basit çömlekler yapabilen toplulukların yerleşimleri izlemiştir. 50 Britanya Adaları’nda bu dönemdeki yaşama ilişkin kesin bilgilerin az olduğu belirtilmelidir. Öyle ki, bu dönemde inşa edilmiş bir yapı olan Sotonehenge’in hangi amaçla, 51 ne zaman ve kim tarafından inşa edildiği üzerine yapılan tartışmaların bugün dahi devam etmekte 52 olması, Ada’nın bu dönemdeki tarihine ilişkin var olan bilginin ne kadar az olduğunu göstermesi açısından önemlidir. M.Ö. VI. ve IV. yüzyıllara gelindiğinde, Alpler’in kuzeyinden ve Batı Avrupa olarak niteleyebileceğimiz Galya’dan gelen Kelt’ler, bugünkü İngiltere ve İrlanda topraklarına yerleşmeye başlamışlardır. Ancak bu kavimlerde aile yapısının önemli olması daha geniş toplulukların oluşmasında bir engel teşkil ederek, Kelt’lerin devlet ruhundan yoksun kalmalarını beraberinde getirmiştir. 53 Kaynaklarda Britanya’daki toplulukların, Roma işgalinden önce otuz barbar oymağına bölünmüş halde yaşadıkları 50 B. Elizabeth Pryse, Getting to Know Britain, Oxford, Basil Blackwell, 1985, p. 16. 51 John Reynolds, Sotonehenge’in tapınak, gözlemevi, anıt vey