T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI ANA BİLİM DALI İSLÂM TARİHİ BİLİM DALI ERKEN DÖNEM İSLAM TARİHİNDE KADININ SAVAŞLARDAKİ ROLÜ YÜKSEK LİSANS TEZİ Ömer Faruk YALÇINKAYA ORCID: 0000-0002-2148-9234 BURSA – 2021 T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI ANA BİLİM DALI İSLÂM TARİHİ BİLİM DALI ERKEN DÖNEM İSLAM TARİHİNDE KADININ SAVAŞLARDAKİ ROLÜ YÜKSEK LİSANS TEZİ Ömer Faruk YALÇINKAYA ORCID: 0000-0002-2148-9234 Danışman: Dr. Öğr. Üyesi İlhami ORUÇOĞLU BURSA – 2021 ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Ömer Faruk Yalçınkaya Üniversite : Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : İslâm Tarihi ve Sanatları Bilim Dalı : İslâm Tarihi Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : xiii + 300 Mezuniyet Tarihi : …. / …. / 20…….. Tez Danışmanı : Dr. Öğr. Üyesi İlhami Oruçoğlu ERKEN DÖNEM İSLAM TARİHİNDE KADININ SAVAŞLARDAKİ ROLÜ Câhiliye ve Hz. Peygamber dönemi savaşlarında kadınların varlığını konu edinen çalışmamızda ilk olarak bu devrin kadınlarının sosyal, ekonomik, siyasi, etnik ve kültürel bağlamda durumlarının ortaya konulmasıyla birlikte İslâm'da savaş kavramının tanım ve niteliği ile Câhiliye savaşlarının mâhiyetine değinilmiştir. Kadınların yaratılış îtibâriyle bedenen erkeklere göre daha zayıf olmaları hasebiyle savaşların asıl taraflarının erkekler olduğu yaygın bir kabül olsa da çalışmamızda zikri geçen dönemlerde kadınların da savaşlarda göstermiş oldukları yararlılıkların azımsanamayacak boyutta olduğu anlaşılmaktadır. Sistematik ve kronolojik olarak târihî kavramlar, olaylar, kişiler ve dönemleri konu edinen çalışmamızda tümevarım metodu takip edilmiştir. Haberlerin tespitinde esas olarak ilk geçtikleri temel kaynaklardan âzamî ölçüde yararlanılırken, muahhar müelliflerin ve muâsır araştırmacıların eserlerinden de istifâde edilmiştir. Savaşan askerlere tıbbî yardımlarda bulunma, su taşıma, yemek yapma gibi geri planda bir takım hizmetlerde bulunan kadınlar zarûriyet halinde bizzat çarpışmalara da dâhil olmuşlardır. Çalışmamızda müslümanlara savaşlar münâsebetiyle katkı sunan kadınların sayısı altmış dört iken, müşrikler bağlamında tespit ettiğimiz kadınların sayısı yirmi dokuzdur. Anahtar Kelimeler: Kadın, Savaş, Câhiliye, Hz. Muhammed, Geri hizmetler, Yaralıları tedavi v ABSTARCT Name and Surname : Ömer Faruk Yalçınkaya University : Bursa Uludag University Institution : Social Science Institution Field : Department of İslamic History and Arts Branch : İslamic History and Arts Degree Awarded : Master Thesis Page Number : xiii + 300 Degree Date : …. / …. / 20…….. Supervisor : Dr. Öğr. Üyesi İlhami Oruçoğlu THE ROLE OF THE WOMAN IN THE WAR IN EARLY ISLAMIC HISTORY In our study, which focuses on the existence of women in the wars in the period of Jahiliyyah and the time of the Prophet, first of all, the social, economic, political, ethnic and cultural status of women in this period is revealed, and the concept of war in Islam and the nature of the wars of Jahiliyyah are mentioned. Although it is widely accepted that men are the main parties of wars because of the fact that women are weaker physically than men, it is understood in our study that the usefulness of women in wars in the aforementioned periods cannot be underestimated. The inductive method is followed in this study, which systematically and chronologically focuses on historical concepts, events, persons and periods. In the determination of the news, the basic sources that they first mentioned were used to a maximum extent, while the works of later authors and fellow researchers are also benefited. Women, who performed some background services such as medical aid to the warriors, carrying water, cooking, etc. were also involved in the battles in case of necessity. In our study, the number of women who contributed to the wars on the side of Muslims was found to be sixty-four, and twenty-nine by the polytheists. Keywords: Woman, War, Jahiliyyah, Prophet Muhammad (pbuh), Rear Service, Treatment of the wounded vi İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI ............................................................................................................... II YÜKSEK LİSANS İNTİHAL YAZILIM RAPORU ............................................................. III YEMİN METNİ ........................................................................................................................ IV ÖZET ........................................................................................................................................... V ABSTARCT ............................................................................................................................... VI İÇİNDEKİLER ........................................................................................................................ VII ÖNSÖZ ........................................................................................................................................ X KISALTMALAR ..................................................................................................................... XII TRANSKRİPSİYON İŞARETLERİ .................................................................................... XIII GİRİŞ ............................................................................................................................................ 1 1. ARAŞTIRMANIN AMACI VE MUHTEVÂSI ............................................................ 1 2. ARAŞTIRMANIN KAYNAKLARI ............................................................................. 3 3. ARAŞTIRMANIN METODU ..................................................................................... 14 BİRİNCİ BÖLÜM TOPLUMDA KADIN VE SAVAŞ 1. İSLÂM ÖNCESİ(CÂHİLİYE) DÖNEM ............................................................................ 18 1.1 CÂHİLİYE TOPLUMUNDA KADININ GENEL DURUMU ................................... 18 1.2 SAVAŞA KATILMASI .............................................................................................. 29 1.3 SAVAŞ SONUCU ESİR DÜŞEN KADININ DURUMU ........................................... 35 2. İSLÂM SONRASI DÖNEM ................................................................................................ 39 2.1 SAVAŞ-CİHÂD TANIM VE MÂHİYETİ ................................................................. 39 2.2 HZ. PEYGAMBER’İN KADINLARIN SAVAŞA KATILMASINDAKİ GENEL TAVRI .................................................................................................................................... 43 2.2.1 İzin Vermediği Dönem ....................................................................................... 43 2.2.2 İzin Verdiği Dönem ........................................................................................... 46 2.2.2.1 Hz. Peygamber’in Hanımlarının Savaşa Katılması ................................. 49 2.3 KADINLARIN SAVAŞA KATILMALARININ HUKŪKÎ DURUMU ..................... 51 2.4 SAVAŞTA MÜŞRİK KADINLARIN ÖLDÜRÜLMESİNİN YASAK OLUŞU ....... 54 vii İKİNCİ BÖLÜM KADINLARIN SAVAŞ ESNASINDAKİ ROLLERİ 1. CÂHİLİYE KADINININ ROLLERİ.................................................................................. 60 1.1 TEŞVİK VE CESÂRETLENDİRME .......................................................................... 60 1.1.1 Şiir ve Şarkı Okuma........................................................................................... 60 1.1.2 Konuşmalar ....................................................................................................... 64 1.2 MÜSLE(ÖLÜYE EZİYET) YAPMA ......................................................................... 65 1.3 SÛİKAST GİRİŞİMLERİ ........................................................................................... 68 1.4 İNTİKAM(ÖÇ ALMA) DUYGUSUNU CANLI TUTMA ......................................... 73 1.5 ÇARPIŞMAYA KATILMA ........................................................................................ 78 2. MÜSLÜMAN KADININ ROLLERİ .................................................................................. 80 2.1 SAVAŞ ÖNCESİNDE................................................................................................. 80 2.1.1 Savaşçı Oğul Yetiştirme .................................................................................... 80 2.1.2 Bağış Yapma (Mâlî Destek Sağlama) ................................................................ 85 2.1.3 İstihbarat ........................................................................................................... 87 2.1.4 Savaş Bilgisi Saklama ....................................................................................... 93 2.2 SAVAŞ ESNASINDA................................................................................................. 97 2.2.1 Yaralıları Tedâvi ............................................................................................... 97 2.2.1.1 Uhud Gazvesi (3/625) ........................................................................... 101 2.2.1.2 Hendek Gazvesi (5/627)........................................................................ 116 2.2.1.3 Benî Kurayza Gazvesi (5/627) .............................................................. 131 2.2.1.4 Hudeybiye Antlaşması (Bey‘atürrıdvân) (6/628) .................................. 136 2.2.1.5 Hayber Gazvesi (7/628) ........................................................................ 138 2.2.2 Su Çekme, Su Taşıma ...................................................................................... 166 2.2.3 Yemek Hazırlama ............................................................................................ 172 2.2.4 Harb ve Konaklama Meydanlarında Nezâret(Eşyaların Gözetimi) ................ 176 2.2.5 Geri Hizmetler ................................................................................................. 177 2.2.6 Askeri Teşvik ve Cesâretlendirme ................................................................... 178 2.2.7 Savaştan Kaçan Askeri Kınama ...................................................................... 179 2.2.8 İstişâre ............................................................................................................. 181 2.2.9 Bizzat Savaşma ................................................................................................ 182 2.3 SAVAŞ SONRASINDA ........................................................................................... 199 2.3.1 Ölü ve Yaralıların Taşınması .......................................................................... 199 2.3.2 Esirlerin ve Savaşta Ele Geçirilen Malların Saklanması ................................ 208 viii ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SAVAŞ’IN KADINA ETKİSİ 1. GANÎMET ........................................................................................................................... 217 2. EMÂN VERME .................................................................................................................. 232 3. YAKINI ÖLEN KADININ DURUMU ............................................................................. 241 3.1 ÖLÜ ARKASINDAN AĞLAMA, AĞIT YAKMA .................................................. 241 3.2 METÂNET VE SABIR GÖSTERME ....................................................................... 249 SONUÇ ..................................................................................................................................... 253 BİBLİYOGRAFYA ................................................................................................................. 257 TABLOLAR ............................................................................................................................. 291 ÖZGEÇMİŞ ............................................................................................................................. 299 TEZ ÇOĞALTMA VE ELEKTRONİK YAYIMLAMA İZİN FORMU ........................... 300 ix ÖNSÖZ Küreselleşmenin insanlık tarihi içerisinde zirvede yaşandığı günümüz dünyasında tarihin belirli zaman dilimlerinde tesâdüf edilen ata erkil toplumların yerini, kadın merkezli bir hayata yâhut ikisinin toplumda eşit görüldüğü içtimâî bir düzene inkılâb ettiği söylenebilir. Buradan hareketle kadınların özellikle asrımızda kazandığı, sosyal, siyasal ve ekonomik haklar onların toplumda daha etkin olmalarına ve ön plana çıkmalarına sebebiyet vermiştir. Bu da hem kadınlar hakkında yapılan çalışmaların kemiyet ve keyfiyet açısından kıymetini arttırmış hem de okuyucuların bu eserlere olan ilgisinin artmasına zemin teşkil etmiştir. Yüksek lisans ders döneminde Vâkıdî’nin Hz. Peygamber’in gazve ve seriyyelerini konu alan üç ciltlik Kitâbü’l-Meġāzî adlı eserini okurken satır aralarında bazı hanım sahâbîlerin savaşlara dâhil olduklarını müşâhede ettim. İkinci cildin ortalarına geldiğimde bu bilgilerin sayısının artması konuya olan ilgi ve dikkatimi celbetti. Bunun üzerine konu hakkında yapılan bir çalışma olup-olmadığını incelediğimde konunun zihnimde oluşan yönüyle çalışılmış tez olmadığını tespit ettim. Daha sonra danışman hocamın onay vermesi ile birlikte tez konumuzu belirlemiş olduk. Bu çalışma, giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünün ilk kısmında tezimizin amacı ve muhtevâsı hakkında değerlendirmelerimiz sunulmuş, ikinci kısımda araştırmalarımız sırasında faydalandığımız kaynakların tanıtımını yapılmış, üçüncü kısımda çalışmada izlenilen usûl hakkında icmâlî mâlûmatlara yer verilmiş, son kısımda ise araştırmalarımız sırasında karşılaştığımız problemler dile getirilmiştir. İslâm öncesi ve İslâm sonrası diye iki döneme ayırdığımız birinci bölümde, ilk olarak kadınların Câhiliye toplumunda genel durumu, savaşa katılmaları hakkında haberler ve savaş sonrası esir düşenlerin mâruz kaldıkları vaziyetler ele alınmıştır. İslâm sonrasında ise, savaşın tanımı ve İslâmî kaynaklarda niteliği ile başlayan ikinci kısım, Hz. Peygamber tarafından müslüman kadınların savaşlara katılmasında karşılaştıkları tavırlar, hukūkî açıdan bu konuya yaklaşımlar ve savaşın akabinde onlara uygulanacak muâmelelere temâs edilmiştir. Konunun esas omurgasını teşkil eden kadınların savaş esnasındaki rollerinin aktarıldığı ikinci bölüm de “Câhiliye Kadının Rolleri” ve “Müslüman Kadının Rolleri” adında yine iki başlık altında işlenmiştir. Câhiliye kadınlarına nispeten daha yoğun haberlerine ve icrâ ettikleri görevlerine rastlanılan müslümanlar kendi içinde yine x sistematiği bozmadan kronolojik çerçevede “Savaş Öncesi”, “Savaş Esnasında” ve “Savaş Sonrası” şeklinde üçe ayrılarak üzerinde durulmuştur. Tezin son bölümünde ise, savaşın kadına etkisi bağlamında ganîmet, emân verme ve yakınını kaybeden kadının durumu hakkında rivâyet ve tahlillere yer verilmiştir. Bu vesîle ile, gerek araştırma konusunun seçimi, gerek yürütülmesi esnasında bilgi, tecrübe, tenkit ve tavsiyelerinden istifade ettiğim, her daim destek ve teşvikleri ile moral bulduğum saygıdeğer danışman hocam Dr. Öğr. Üyesi İlhami ORUÇOĞLU’na, yüksek lisans ders döneminde sunduğu dersleriyle yazı hayatıma katkı sağlayıp, dönem sonu hazırlanacak bir kitabın editörlük görevini üstlenmemi isteyip, teşvik ve cesâretlendirmeleriyle bu alanda tecrübe kazanmamı sağlayan muhterem hocam Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ’ye, yine ders döneminde tez yazımı noktasında ekstradan husûsî tecrübelerini paylaşarak bilgi ve beceri elde etmemize gayret gösteren muhterem Prof. Dr. Âdem APAK’a, çalışmamızın iptidâî aşamasında kıymetli tavsiyelerde bulunan saygıdeğer hocam Prof. Dr. M. Asım YEDİYILDIZ’a, konu hakkında teşvik edici ve cesâretlendirici görüşlerini paylaşan Doç. Dr. Saadet MAYDAER hocama en içten şükranlarımı sunarım. Araştırmalarım sırasında aradığım bir eseri temin etmemde attığım maile dönüş yapan ve husûsî kütüphanesinden yardımcı olan Dr. İlyas UÇAR beyfendiye, çeşitli kütüphanelerden baskısı tevâfuk edilemeyen ve yayın evlerinin de bu konuda yardımcı olamadığı bazı eserlerin adresime kadar gönderme hizmetinde bulunan İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM)’a ayrıca teşekkürü borç bilirim. Uzun soluklu süren tez sürecinde her daim dua, gayret, teşvik ve temennileriyle yanımda olan aileme minnetlerimi ifade etmeyi bir vecîbe telakkî ediyorum. Bilhassa çalışmanın ekseriyetini okuyarak dilbilgisi, anlam akışı gibi konularda hata ve eksiklerimin tespit ve tashih edilmesi gibi son derece yoğun mesâiye tahammül edip, sabır ve titizlikte emek sarfeden kıymetli ablam Fatma Sevinç YALÇINKAYA’ya müteşekkirim. Ömer Faruk YALÇINKAYA Bursa, 2021 xi KISALTMALAR a.g.e. : Adı geçen eser a.mlf. : Aynı müellif A.Ü.İ.F.D. : Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi b. : bin, ibn bkz. /bk. : Bakınız bs. : Basım /Baskı C. : Cilt çev. : Çeviren D.E.Ü.İ.F.D : Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi DCR : A Dictionary of Comparative Religion DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi ed. : Editör F.Ü.İ.F.D. : Fırat Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi h. : Hicrî H.Ü.İ.F.D. : Hitit Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi Had. no: : Hadis numarası haz. : Hazırlayan Hz. : Hazreti IDB : The Interpreter’s Dictionary of the Bible İ.B.B. : İstanbul Büyükşehir Belediyesi İA : Millî Eğitim Basımevi İslam Ansiklopedisi İFAV : Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Vakfı İSAM : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi km : Kilometre krş. : Karşılaştırınız md. : Madde MEB : Millî Eğitim Bakanlığı nşr. : Neşreden ö. : Ölümü, Ölüm tarihi s. : Sayfa S. : Sayı sad. : Sadeleştiren ss. : Sayfalar t.y. : Tarih yok TDEA : Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi terc. : Tercüme, Tercüme eden thk. : Tahkik eden tsh. : tashih eden v.d. : ve diğerleri vb. : ve benzeri y.y. : Yayın yeri yok xii TRANSKRİPSİYON İŞARETLERİ ʾ : ء ʿ : ع Â, Ā : َا ,آ A, E : َـ B : ب C : ج D : د F : ف Ġ : غ H : ه Ḥ : ح Ḫ : خ I, İ : ِـ Î : ِـ،ي Ḳ : ق L : ل M : م N : ن O, Ö, U, Ü : ُـ Ô, Û : ُـ،و R : ر S : س Ṣ : ص S̱ : ث S̱ : ث Ş : ش T : ت Ṭ : ط Û, Ū : او V : و Y : ى Z : ز Ẓ : ظ Ẕ : ذ Ż, Ḍ : ض xiii GİRİŞ 1. ARAŞTIRMANIN AMACI VE MUHTEVÂSI Asırlardır üzerine pek çok eser verilen konulardan biri savaşlar bir diğeri kadınlardır. Genellikle yan yana anılmayan bu iki kelime esasen durumun tam tersine birbirine çok yakındır ve aralarında kuvvetli bağlar barındırmaktadır. Ancak bu bağlantı müellifler tarafından çoğu zaman ihmale uğramış, ortaya konulan çalışmalarında bu iki konu birbirinden bağımsız münferit olarak ele alınmıştır. Nitekim araştırmamızı konu edindiğimiz Câhiliye ve Hz. Peygamber dönemi de bu tabloya dâhildir. İnsanlık savaş tarihini incelediğimizde savaşların asıl temsilcileri diğer bir ifadesiyle başrol oyuncuları genellikle erkekler ola gelmiş, kadınlar bu vetîre içerisinde yan rolde dahi yer almamıştır. Savaşları bir sinemaya benzettiğimizde savaş meydanları filmin seyirciyle buluştuğu sinema sahnesini, savaşan erkekler filmin başrol aktörlerini, savaşa katılan kadınlar ise filmin figüran oyuncularını temsil etmektedir. Her ne kadar kadınların isimleri savaş konusunda erkekler kadar zikredilmese de çeşitli hizmetlerde onlara son derece yardımcı oldukları görülmektedir. İşte bu açıdan İslâm tarihinin ilk dönemlerinde kısmî bilgilerle de olsa kadınların savaşlarda yardımcı bir kuvvet olarak erkeklere destek sağladıklarına tesâdüf edilmektedir. Bu çalışma ile amacımız, kamerayı sürekli asıl oyunculara yönlendirmekten ziyade filmin birçok sahnesinde var olup ancak flu planda kalan kadın aktrislere de çevirmek ve onların varlığına işaret ederek izleyicilerin dikkatine sunmaktır. Zîra yalnız kadınlardan ibaret bir savaştan bahsetmek mümkün değildir. Nitekim savaşların asıl taraflarının erkeklerden müteşekkil olduğu kaynakların ortaya koyduğu haberler çerçevesinde her daim gözükmektedir. Buradan hareketle insanlık tarihinde Câhiliye devri ile başlattığımız müşrik kadınların, Hz. Peygamber ile başlattığımız ve onun vefatına kadar süren zaman zarfında müslümanların gerçekleştirmiş olduğu savaşlarda hanım sahâbîlerin varlığına dikkatleri çekmek, göstermiş oldukları gayretleri sistematik bir şekilde incelemek çalışmamızın gayesini oluşturmaktadır. İlk olarak müslüman kadınlar bağlamında ele aldığımız araştırmalarımızı Hz. Peygamber dönemi savaşları ile sınırlayarak başladık. Ancak ilerleyen süreçte karşı cephede bulunan aynı toplum ve kültürün bireyleri müşrik kadınların varlığının 1 çalışmamıza tamamlayıcı ve zenginleştirici mâhiyet arz etmesi ile birlikte ortaya koydukları hizmetlerin mukāyese edilebilmesine sağlayacağı imkân dolayısıyla araştırmalarımıza yeni bir pencere daha açarak incelemelerimizi genişlettik. Müslüman kadınların haberlerini belirlediğimiz zaman dilimine âzamî ölçüde sâdık kalmakla birlikte Câhiliye müşrik kadınları hakkında bu dönemde bazı hususların yetersiz kalmasından mütevellit onlar hakkında İslâm öncesi dönemden de bilgiler topladık. Târihî bir mefhum, hâdise, şahıs veya dönem tetkik edilirken konunun sistematik olarak ele alınması kadar kronolojik bağlamının da gözetilmesinin lüzumu izahtan varestedir. Bu iki cihetten herhangi birinde gözetilecek ihmal ortaya konulan çalışmanın eksik kalmasına neden olacaktır. Dolayısıyla bu çalışmamızı her iki boyutun birbiriyle bağlantısını dikkate alarak yapmaya çalıştık. Ayrıca sadece savaşlar münâsebetiyle elde edilen rivâyetlerin aktarımının konuyu dar bir alana sıkıştırarak bağlamlarından uzaklaştıracağı düşüncesiyle savaşların öncesi ve sonrası hakkında da kadınlar hakkında bazı haberlere yer verdik. Buna göre konuya hazırlık mâhiyeti taşıyan birinci bölüme Câhiliye toplumunda kadının siyâsî, içtimâî, iktisâdî, etnik ve kültürel alanda bulunduğu durumu irdeleyerek başladık. Burada sunduğumuz bilgilerle müşrik kadınların içinde bulunduğu durumların ortaya konulmasıyla beraber ilerleyen dönemde İslâm’a girecek olan kadınların ahvâl-i istikbaline, değişen ve dönüşen bazı vaziyetlerine de ışık tutmaya gayret göstererek bazı yerlerde vurgularımızı buna göre yaptık. Bu sayede müslüman kadınlar için de ayrı bir başlık açmak yerine tercihimizi İslâm’da savaş kavramının tanım ve niteliği ile Câhiliye savaşlarının mâhiyetinin birlikte ele alındığı bir bölüme dönüştürdük. İki kısma ayırdığımız bu ilk bölümde Câhiliye kadınının savaşlara iştirak etmesi ve savaş sonrası esir düşmesi kendi içerisinde ele alınırken; müslüman kadınların savaşa katılmasında Hz. Peygamber’in onlara göstermiş olduğu farklı yaklaşımlar, İslâm hukuk eserlerinde müslüman kadınların savaşa katılması üzerine yapılan değerlendirmeler ile savaşın içinde ve akabinde kadınlara uygulanacak muameleler de daha önce belirtilen esaslar gözetilerek kendi içinde ele alınmıştır. Çalışmamızın ikinci bölümünde Câhiliye kadınları hakkında elde edilen verilerin gayet sınırlı olması dolayısıyla onlar için zaman bakımından alt başlıklandırmalarda bulunmadık. Bunun yerine konunun içerisinde bu zaman dilimlerine temâslarda bulunarak olayları siyâk ve sibak çerçevesinde kaydettik. Müslüman kadınların bu 2 bölümde nakledeceğimiz haberlerinin nispeten daha fazla olması hasebiyle başlıklandırmalarda zamanı üçe ayırarak ele aldık. Müşrik kadınlar için gözettiğimiz hususların yanı sıra özellikle “Yaralıları Tedâvi” başlığı altında müslüman kadınların isimleri, nesepleri, eş ve çocukları, kendileri hakkında aktarılan bazı bilgilere de değindik. Ayrıca yine bu başlık altında beş savaş üzerinden tetkik ettiğimiz rivayetlerde savaşa katıldığına dair kani olduğumuz hanım sahâbîlerin zikri geçen savaşlar sonrası listelerini verdik. Çalışmamızda sadece rivâyetlerin sunumundan ziyade, kavramların lügat anlamları, tarihi arka planları ve süreç içerisinde müşrik ve müslüman kadınlar bağlamında yaşadıkları değişim ve dönüşümleri de dile getirmeye çaba sarfettik. Gerek çalışmanın bazı bölümlerinin içerisinde gerek sonuç bölümünden sonra konu ile ilgili tablolar oluşturduk. 2. ARAŞTIRMANIN KAYNAKLARI Câhiliye ve Hz. Peygamber dönemini konu edinen çalışmamızın en esaslı kaynağı Kur’ân-ı Kerim’dir. Zîra Hz. Peygamber’e 23 yıl süren zaman zarfında tedrîcen nâzil olan bu ilâhî vahiy, Câhiliye dönemine en yakın yazılı vesîka olarak kabul edilmektedir. İstifâde ettiğimiz ayetlerin mealleri için Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir1 adlı çalışmayı tercih ettik. Kur’ân-ı Kerîm’de her ayetin konu hakkında yeterince ayrıntıya girmemesi, yer yer kısaca temâs edip geçmesi, zikri geçen olayların öncesi ve sonrası hakkında gelişmelerin takip edilmesine olanak sağlaması bakımından tefsir kitaplarına da mürâcaat ettik. Pek çok kaynaktan beslenerek ortaya konulan bu eserlerin hâdiselerin geri planına ışık tutmasının yanı sıra rivâyet zenginliği ile farklı haberlere ulaşmamıza olanak sağlaması yönüyle de ehemmiyet arz etmektedir. Bu açıdan en geniş târihî malzemeye yer veren et-Taberî’nin (ö. 310/923) Câmiʿu’l-beyân2 isimli eseri ile birlikte Mâverdî’nin (ö. 450/1058) en-Nüket ve’l-Uyûn’u,3 Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî’nin (ö. 597/1201) Zâdü’l- 1 Heyet, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, C. I-V, 4. bs., Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2012. 2 Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd el-Âmülî et-Taberî el-Bağdâdî Taberî, Câmiʿu’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân, thk. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, C. I-XXVI, Kahire, Dârü’l-hicr, 1422/2001. 3 Ebü’l-Hasen Alî b. Muhammed b. Habîb el-Basrî el-Mâverdî, en-Nüket ve’l-Uyûn: Tefsîru’l-Mâverdî, nşr. Seyyîd b. Abdülmaksûd b. Abdürrahîm, C. I-VI, Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, t.y. 3 mesîr fî ʿilmi’t-tefsîr’i4 ve Fahreddin er-Râzî’nin (ö. 606/1210) Mefâtîḥu’l-ġayb’ı5 çalışmamızda istifade edilen tefsirlerdir. Kur’ân-ı Kerîm ve tefsirlerin ardından ana kaynaklarımızı hadis kitapları tâkip etmektedir. Kur’ân’dan sonra en güvenilir olma vasfına sahip bu kaynaklarda gerek bizzat râvî konumunda bulunarak ilk ağızdan kadınların kaydedilen haberleri gerek diğer rivâyet eden kimselerin nakillerinin muhtevâ bakımından zengin içeriğe sâhip oluşu, haberlerin sened ve metin üzerinde bağlantılar kurarak kapalı kalan noktaları tenvir ve tahlil etmemize olanak sağlamaktadır. Bu eserlerin bazılarının konu bağlamında bölüm başlıkları oluşturularak aynı melese etrâfında hadislerin bir arada sunumu şeklinde hazırlanması araştırmalarımıza ciddi katkılar sunmuştur. “Cihâd ve’s-Siyer”, “Meġāzî”, “Menâḳıb”, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, “Feżâʾilü aṣḥâbi’n-Nebî”, “Ṭıb”, “Ṣalât”, “Cenâʾiz” ve “Edeb” bölümleri bunlardan bazılarıdır. Buhârî (ö. 256/870)6, Müslim (ö. 261/875)7, Ebû Dâvûd (ö. 275/889)8, Nesâî (ö. 303/915)9, Tirmizî (ö. 279/892)10, İmam Mâlik (ö. 179/795)11, Dârimî (ö. 255/869)12 ve İbn Mâce (ö. 273/887)13 ilk tercih ettiğimiz müellifler olmakla birlikte Abdürrezzâk es-San‘ânî’nin (ö. 211/826- 27) el-Musannef’i,14 Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/855) el-Müsned’i,15 Taberânî’nin (ö. 4 Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Bağdâdî İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr fî ʿilmi’t-tefsîr, 1. bs., C. I, Beyrut, el-Mektebetü’l-İslâmî-Dâru İbn Hazm 1423/2002. 5 Ebû Abdillâh (Ebü’l-Fazl) Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn er-Râzî et-Taberistânî Fahreddin Er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, 1. bs., C. I-XXXII, Beyrut, Dârü’l-fikr, 1401/1981. 6 Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl b. İbrâhîm el-Cu‘fî el-Buhârî, Ṣaḥîḥ-i Buḫârî, nşr. Abdülmelik Mücâhid, C. I, Riyad, Dârü’s-selâm li’n-neşr, 1417. 7 Ebü’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc b. Müslim el-Kuşeyrî, Ṣaḥîḥ-i Müslim, thk. Muhammed Fuâd Abdulbâkî, C. I-V, Beyrut, Dâru ihyâi kütübi’l-Arabî, 1412/1991. 8 Ebû Dâvûd Süleymân b. el-Eş‘as b. İshâk es-Sicistânî el-Ezdî, es-Sünen, thk. Şuayb el-Arnaût v.d., C. I-VII, Beyrut, Dârü’r-risâle el-âlemiye, 1430/2009. 9 Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb b. Alî en-Nesâî, Kitâbü’s-Sünenü’l-Kübrâ, thk. Hasan Abdülmün‘im Şelebî, C. I-XII, 1. bs., Beyrut, Müessesetü’r-risâle, 1421/2001. 10 Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre (Yezîd) et-Tirmizî, el-Câmiʿu’l-kebîr, thk. Beşşâr Avvâd Ma‛rûf, C. I-VI, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-garbi’l-İslâmî, 1996. 11 Çalışmamızda İmam Mâlik’in Muhammed Fuâd Abdulbâkî tahkikli neşrini esas almakla birlikte bir yerde kullandığımız Muhammed Mustafa el-A‘zamî’nin neşrinin farkını belirtmek için verdiğimiz dipnotta eserin yanında prantez açarak muhakkikin adını da belirttik. Ebû Abdillâh Mâlik b. Enes b. Mâlik b. Ebî Âmir el-Asbahî el-Yemenî İmam Mâlik, el-Muvaṭṭaʾ, thk. Muhammed Fuâd Abdulbâkî, C. I-II, y.y., Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî, 1406/1985; a.mlf., el-Muvaṭṭaʾ, thk. Muhammed Mustafa el- A‘zamî, C. I-VIII, 1. bs., Abu Dabî, Müessesetü Zâyd b. Sultân, 1465/2004. 12 Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahmân b. el-Fazl ed-Dârimî, es-Sünen, thk. Hüseyin Selîm Esed ed-Dârânî, C. I-IV, Riyad, Dârü’l-muğnî li’n-neşr ve’t-tevzi‘, 1421/2000. 13 Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd Mâce el-Kazvînî, es-Sünen, thk. Şuayb el-Arnaût v.d., C. I-V, Beyrut, Dârü’r-risâle el-âlemiyye, 1430/2009. 14 Ebû Bekr Abdürrezzâk b. Hemmâm b. Nâfi‘ es-San‘ânî el-Himyerî, el-Musannef, nşr. Habîburrahman el-A‘zamî, C. I-XI, Beyrut, el-Meclisü’l-ilmî, 1970/1983. 15 Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybânî el-Mervezî, el-Müsned, thk. Şuayb el-Arnaût v.d., C. I-L, 1. bs., Beyrut, Müessesetü’r-risâle, 1417/2001. 4 360/971) el-Muʿcemü’l-kebîr’i,16 Beyhakī’nin (ö. 458/1066) es-Sünenü’l-kebîr’i17 en yoğun kullandığımız kaynaklar arasında yer almaktadır. Bu eserlerin haricinde rivâyetlerin ilk nakledildikleri kaynaklara ulaşma düşüncesinden hareketle Süfyân es- Sevrî (ö. 161/778)18, Leys b. Sa‘d (ö. 175/791)19, Tayâlisî (ö. 204/819)20, İmam Şâfiî (ö. 204/820)21, Humeydî (ö. 219/834)22, Saîd b. Mansûr (ö. 227/842)23, Alî b. el-Ca‘d (ö. 230/844-45)24 ve İbn Ebû Şeybe (ö. 235/849)25 eserlerine başvurduğumuz muhaddislerdendir. Hadislerde geçen sözcük ve terimleri açıklamak, zikri geçen meseleleri îzah etmek, rivâyetlerden ortaya çıkan hükümleri bildirmek gibi geniş literatür taramasını ihtivâ eden hadis şerhleri, hadis kitapları ile birlikte sık sık başvurduğumuz kaynaklar arasında yer almaktadır. Örneğin bir hadiste, ismi zikredilmeyen bir savaş münâsebetiyle müslümanların öldürülmüş bir kadın etrâfında toplandığını gören Hz. Peygamber’in durumu soruşturduktan sonra kadınların öldürülmesini yasakladığı bildirilmektedir. Rivâyeti ele alan hadis şerhlerine baktığımızda savaşın ismi veya muhtemel haberleri, eylemi gerçekleştiren sahâbînin kimliği, kadının teşhisi, Hz. Peygamber’in bu emrinin kimleri hangi durumlarda kapsayacağı gibi bir çok açıdan aydınlattığı, bu sayede hâdiselere daha derinlemesine baklamamıza olanak sağladığı söylenebilir. Hadislerde îzaha muhtaç meselelerin yanı sıra haberlerin kaynaklar bağlamında tetkik edilerek yapılan değerlendirmeler bu eserlerin kıymetini ve ehemmiyetini arttırmaktadır. 16 Ebü’l-Kāsım Müsnidü’d-dünyâ Süleymân b. Ahmed b. Eyyûb et-Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr, nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî, C. I-XXV, Kahire, Mektebetü İbn Teymiyye, t.y. 17 Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Alî el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kebîr, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et- Türkî, C. I-XXIV, 1. bs., Kahire, Merkezü’l-hicr li’l-buhûs ve’d-dirâseti el-Arabiyye ve’l-İslâmiyye, 1432/2011. 18 Ebû Abdillâh Süfyân b. Saîd b. Mesrûk es-Sevrî el-Kûfî Süfyân es-Sevrî, Min Ḥadîs̱i’l-İmâm Süfyân b. Saʿîd es̱-S̱evrî: Rivâyetü’s-Serî b. Yaḥyâ ʿan şüyûḫih ʿani’s̱-S̱evrî ve rivâyetü Muḥammed b. Yûsuf el- Firyâbî ʿani’s̱-S̱evrî, thk. Âmir Hasan Sabrî, C. I, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-beşâiri’l-İslâmiyye, 1425/2004. 19 Ebü’l-Hâris el-Leys b. Sa‘d b. Abdirrahmân el-Fehmî, Cüzʾ fîhi meclis min fevâʾidi’l-Leys̱ b. Saʿd, nşr. Muhammed b. Rızk b. Tarhûnî, C. I, 1. bs., Riyad, Dâru âlemi’l-kütüb li’n-neşr ve’t-tevzî‘, 1407/1987. 20 Ebû Dâvûd Süleymân b. Dâvûd b. el-Cârûd et-Tayâlisî, el-Müsned, thk. Muhammed Abdülmuhsin et- Türkî, C. I-IV, y.y., Dârü’l-hicr, 1419-1420/1999. 21 Ebû Abdillâh Muhammed b. İdrîs b. Abbâs eş-Şâfiî, el-Müsned, C. I, Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1400. 22 Ebû Bekr Abdullah b. ez-Zübeyr b. Îsâ el-Kureşî el-Humeydî, el-Müsned, thk. Hüseyin Selîm Esed, C. I-II, 1. bs., Dımaşk, Dârü’s-sakâ li’t-tibâ‘a ve’n-neşr ve’t-tevzî‘, 1996. 23 Ebû Osmân Saîd b. Mansûr b. Şu‘be el-Horasânî, Kitâbü’s-Sünen, thk. Habîbürrahman el-A‘zamî, C. I-II, 1. bs., Bombay, Dârü’s-Selefiyye, 1403/1982. 24 Ebü’l-Hasen Alî b. el-Ca‘d el-Cevherî, Müsnedü İbni’l-Caʿd, thk. Âmir Ahmed Haydar, C. I, 2. bs., Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1417/1996. 25 Ebû Bekr Abdullāh b. Muhammed b. Ebî Şeybe İbrâhîm el-Absî el-Kûfî, el-Muṣannef, thk. Kemâl Yûsuf el-Hût, 1. bs., Beyrut, Dârü’t-tâc, 1409/1989. 5 Hattâbî’nin (ö. 388/998) Meʿâlimü’s-Sünen’i26, Nevevî’nin (ö. 676/1277) el-Minhâc fî şerḥi Ṣaḥîḥi Müslim b. Ḥaccâc’ı27, İbn Hacer el-Askalânî’nin (ö. 852/1449) Fetḥu’l-bârî bi-şerḥi Ṣaḥîḥi’l-Buḫârî28 ve Hedyü’s-sârî muḳaddimetü Fetḥi’l-bârî’si29, Bedreddin Aynî’nin (ö. 855/1451) ʿUmdetü’l-ḳārî fî şerḥi Ṣaḥîḥi’l-Buḫârî’si30, Kastallânî’nin (ö. 923/1517) İrşâdü’s-sârî li-şerḥi Ṣaḥîḥi’l-Buḫârî’si31, Azîmâbâdî’nin (1857-1911) Avnü’l-mabûd Şerḥu Sünen-i Ebî Dâvûd’u32 bu hususta kullandığımız belli başlı hadis şerhleridir. Tezimizin diğer kaynakları Siyer ve Megāzî kitaplarıdır. Çalışmamız açısından en geniş malzemenin sunulduğu bu kaynaklar, en fazla yararlandığımız eserlerin başında gelmektedir. Sadece savaşlar bağlamında bilgilerin kaydedilmediği; savaşa katılan kadınların isimleri, yerine getirdikleri görevler, muhârebe meydanlarında yaşadıkları olaylar, harb sonrası kendilerine gösterilen yaklaşımlar, savaşların kadınlar üzerindeki etkisi ve savaş sonrası yaşadıklarına verdikleri tepkiler gibi pek çok durum üzerinden haberlerin tespitine bu eserler doğrudan kaynaklık teşkil etmiştir. Araştırmalarımızda en çok kaynak gösterdiğimiz müellif Vâkıdî’nin (ö. 207/823) Kitâbü’l-Meġāzî33 adlı eseri, zikri geçen haberlerin yanında müslümanların ve müşriklerin savaş hazırlıkları, savaşta askeri sevk ve idâresiyle ilgili stratejileri, ordularının sayısı, yaralı ve ölülerinin sayısı ve durumları, savaş münâsebetiyle kadınların ve esirlerin yer aldığı listeleri, ele geçen ganîmetlerin taksimi ile birlikte özellikle savaşlarla ilgili nâzil olan âyetleri ve bazı fıkhî meseleleri zikretmesi açısından eser çalışmamız için son derece önem arz etmektedir. Öte yandan siyer ve megāzî müellifi İbn İshak’ın (ö. 151/768) Kitâbü’l-Meġāzî (Sîretü İbn 26 Ebû Süleymân Hamd (Ahmed) b. Muhammed b. İbrâhîm b. Hattâb el- Hattâbî el-Büstî, Meʿâlimü’s- Sünen, nşr. Muhammed Râgıb et-Tabbâh, C. I-IV, Halep, 1351/1932. 27 Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Şeref b. Mürî en-Nevevî, el-Minhâc fî şerḥi Ṣaḥîḥi Müslim b. Ḥaccâc, C. I- XVIII, y.y., Müessesetü Kurtuba, 1414-1412/1991-1994. 28 Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed İbn Hacer el-Askalânî, Fetḥu’l-bârî bi-şerḥi Ṣaḥîḥi’l-Buḫârî, thk. Muhibbüddin el-Hatîb, Muhammed Fuâd Abdülbâkî, Kusay Muhibbüddin el- Hatîb, C. I-XIII, Kahire, el-Mektebetü’s-Selefiyye, t.y. 29 Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed İbn Hacer el-Askalânî, Hedyü’s-sârî muḳaddimetü Fetḥi’l-bârî, nşr. Muhibbüddin el-Hatîb, Kusay Muhibbüddin el-Hatîb, C. I, Kahire, el-Mektebetü’s- Selefiyye, t.y. 30 Ebû Muhammed (Ebü’s-Senâ) Bedrüddîn Mahmûd b. Ahmed b. Mûsâ b. Ahmed el-Aynî, ʿUmdetü’l- ḳārî fî şerḥi Ṣaḥîḥi’l-Buḫârî, C. I-XXV, Kahire, Dârü’l-fikr, t.y. 31 Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr el-Kastallânî, İrşâdü’s-sârî li-şerḥi Ṣaḥîḥi’l-Buḫârî, C. I-X, Mısır-Bulak, el-Matbaatü’l-kübrâ el-emîriyye, 1323. 32 Ebü’t-Tayyib Muhammed Şemsü’l-Hak b. Emîr Alî ed-Diyânüvî el-Azîmâbâdî, Avnü’l-mabûd Şerḥu Sünen-i Ebî Dâvûd, thk. Abdurrahman Muhammed Osman, C. I-XIII, 2. bs., Medine, el-Mektebetü’s- Selefiyye, 1388/1968. 33 Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer b. Vâkıd el-Vâkıdî el-Eslemî el-Medenî, Kitâbü’l-Meġāzî, nşr. Marsden Jones, C. I-III, Londra, 1966. 6 İsḥâḳ, el-Mübtedeʾ ve’l-mebʿas̱ ve’l-meġāzî)34 isimleriyle zikredilen eseri en önde gelen kaynaklarımızdandır. Ancak bu eserin günümüze bütünüyle ulaşamaması, ondan faydalandığımız haberlerin azlığına sebebiyet vermiştir. Hz. Peygamber dönemi hakkında tam olarak günümüzde kadar ulaşan İbn Hişâm’ın (ö. 218/833) es-Sîretü’n-nebeviyye’si35 gerek İbn İshâk’ın eksikliğinin giderilmesi gerek Vâkıdî’nin naklettiği haberlerin teyit ve mukāyese edilebilmesine sunduğu katkı göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür. Nitekim kaynaklarda tarih, ahbâr, ensâb, şiir, nahiv ve lugat âlimi olarak tanıtılan İbn Hişâm’ın sâhip olduğu bu birikimi eserine yansıttığı görülmektedir ki, kadınların savaşlarda söylediği şiirleri nakletmesi, haberlerde geçen garip kelimelere açıklık getirmesi, bazı rivâyetlerin farklı yönlerini kaydetmesi, Vâkıdî’nin eksik bıraktığı listeleri tamamlamamıza olanak sağlaması gibi hususlar eserin farkını ortaya koymaktadır. Araştırmalarımız sırasında edindiğimiz tecrübelere göre Vâkıdî ve İbn İshâk bilgilerin bize kadar ulaşmasında en başta gelen iki kaynağı temsil etmektedir. Her ne kadar Vâkıdî’nin Kitâbü’ṭ-Ṭabaḳāt’ının tamamı ve İbn İshâk’ın ismi geçen eserinin büyük bir kısmı günümüze intikal etmese de kendilerinden sonra yazılan eserlere kaynaklık teşkil etmeleri bazı konularda fikir sâhibi olmamıza olanak sağlamıştır. Zîra elimizde bugün var olan bu iki müellifin eserlerinden elde edemediğimiz bazı haberlere kendilerinden sonra yazılan kaynaklarda râvî konumunda bulunduklarına şâhit olunulmaktadır. Misalen Ümmü’d-Dahhâk bint Mes‘ûd’un Hayber’de ganîmetten pay aldığı Vâkıdî’nin çalışmamıza kaynaklık eden eserinden tespiti mümkün değilken bu bilgiyi İbn Abdülber ve başkaları Vâkıdî’den naklen kaydetmektedir. Aynı şekilde İbn İshak’tan da eserinde tesâdüf edilemeyen birçok haberin başta İbn Hişâm olmak üzere sâir kaynaklarda yer aldığı görülmektedir. Bu açıdan Vâkıdî ve İbn İshak’ın çalışmamıza doğrudan bilgi sunmalarının haricinde dolaylı olarak da katkı sundukları ifâde edilebilir. 34 Ebû Abdillâh Muhammed b. İshâk b. Yesâr b. Hıyâr el-Muttalibî el-Kureşî el-Medenî, Kitâbü’s-Sîre ve’l-Meġāzî(Sîretü İbn İsḥâḳ), thk. Süheyl Zekkâr, C. I, Dımaşk, Dârü’l-fikr, 1398/1978. 35 Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî, es-Sîretü’n-nebeviyye li’bni Hişâm, thk. Ömer Abdüsselâm Tedmürî, C. I-IV, Beyrut, Dârü’l-kitâbi’l-Arabî, 1410/1990. 7 Başta İbn Şihâb ez-Zührî (ö. 124/742)36 olmakla birlikte İbn Hibbân (ö. 354/965)37, İbn Hazm (ö. 456/1064)38, Süheylî (ö. 581/1185)39, Kelâî (ö. 634/1237)40, İbn Seyyidünnâs (ö. 734/1334)41, Ebü’l-Fidâ’ İbn Kesîr (ö. 774/1373)42, Makrîzî (ö. 845/1442)43, Şemseddin Şâmî (ö. 942/1536)44, Nûreddin Halebî (ö. 1044/1635)45 ve ez- Zürkānî (ö. 1099/1688)46 siyer-megāzî alanında eserlerine başvurduğumuz en meşhur kaynaklar bağlamında zikredilebilir. Çalışmamızın birincil kaynakları arasında yer alan Tabakat kitapları, müslüman kadınların tam isimleri, künyeleri, bağlı oldukları kabîleleri, doğum ve vefat tarihleri, eşleri, çocukları, katıldıkları savaşlar, elde ettikleri ganîmetler, yaşadıkları husûsî olaylar, isim karışıklıklarına bağlı hataların tahkiki gibi konularda derli toplu bilgiler sunmaktadır. Bu yönüyle araştırmalarımıza derinlik kazandırma ve çok yönlü düşünmemize olanak sağlamalarının yanında rivâyetler arasında bağlantılar kurarak eksik ve noksan kalan kısımları tamamlamamız açısından büyük önemi hâizdir. Bu alanda en başta ve en fazla mürâcaat ettiğimiz kaynak İbn Sa‘d’ın (ö. 230/845) Kitâbü’ṭ-Ṭabaḳāti’l- 36 Ebû Bekr Muhammed b. Müslim b. Ubeydillâh İbn Şihâb ez-Zührî, el-Meġāzi’n-nebeviyye, thk. Süheyl Zekkâr, C. I, Dımaşk, Dârü’l-fikr, 1401/1981. 37 Ebû Hâtim Muhammed b. Hibbân b. Ahmed el-Büstî İbn Hibbân, es-Sîretü’n-nebeviyye ve aḫbârü’l- ḫulefâʾ, tsh. Hâfız Seyyid Azîz Bey v.d., C. I, 1. bs., Beyrut, Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye, 1417/1997. 38 Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd b. Hazm el-Endelüsî el-Kurtubî İbn Hazm, Cevâmiʿu’s-sîre ve ḫamsü resâʾile uḫrâ, thk. İhsân Abbâs, Nâsırüddin el-Esed, C. I, Mısır, Dârü’l-maʻârif, t.y. 39 Ebü’l-Kāsım Abdurrahmân b. Abdillâh b. Ahmed el-Has‘amî es-Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf fî şerḥi’s- Sîreti’n-nebeviyye li’bni Hişâm, thk. Abdurrahman el-Vekîl, C. I-VII, Kahire, Mektebetü İbn Teymiyye, 1410/1990. 40 Ebü’r-Rebî‘ Süleymân b. Musâ b. Sâlim el-Kelâî, el-İktifâʾ fî (bimâ teḍammenehû min) meġāzî Resûlillâh ve’s̱-s̱elâs̱eti’l-ḫulefâʾ, thk. Muhammed Kemâleddin İzzeddin Ali, C. I-IV, 1. bs., Beyrut, Âlemi’l-Kütüb, 1417/1997. 41 Ebü’l-Feth Fethuddîn Muhammed b. Muhammed b. Muhammed el-Ya‘merî İbn Seyyidünnâs, Uyûnü’l- eser fî fünûni’l-meġāzî ve’ş-şemâil ve’s-siyer, nşr. Muhammed el-Îd el-Hatrâvî, Muhyiddîn Mestû, C. I-II, Medine/Beyrut, t.y. 42 Ebü’l-Fidâ’ İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav’ b. Kesîr el-Kaysî el-Kureşî el- Busrâvî ed-Dımaşkī eş-Şâfiî İbn Kesîr, es-Sîretü’n-Nebeviyye, thk. Mustafa Abdu’l-Vâhid, C. I-IV, Beyrut, Dârü’l-ma‘rife, 1395/1976. 43 Ebû Muhammed (Ebü’l-Abbâs) Takıyyüddîn Ahmed b. Alî b. Abdilkādir b. Muhammed el-Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ bimâ li’r-resûl mine’l-ebnâʾi (enbâʾi) ve’l-aḥvâl ve’l-ḥafede ve’l-metâʿ, nşr. Muhammed Abdühamîd en-Nemîsî, C. I-XV, Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1420/1999. 44 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Yûsuf b. Alî b. Yûsuf es-Sâlihî eş-Şâmî, Sübülü’l-hüdâ ve’r- reşâd fî sîreti ḫayri’l-ʿibâd, thk. Âdil Ahmed Abdülmevcûd, Ali Muhammed Meûz, C. I-IV, Beyrut, 1414/1993. 45 Ebü’l-Ferec Nûrüddîn Alî b. Burhâniddîn İbrâhîm b. Ahmed el-Halebî, es-Sîretü’l-Ḥalebiyye: İnsânü’l- ʿuyûn fî sîreti’l-emîni’l-meʾmûn, C. I-III, Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1427. 46 Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdilbâkī b. Yûsuf ez-Zürkānî, Şerḥu’l-‘Allame ez-Zerkânî ale’l- Mevâhibi’l-ledünniyye, nşr. Muhammed Abdülazîz el-Hâlidî, C. I-XII, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-kütübi’l- ilmiyye 1417/1996. 8 kebîr47 isimli eseridir. Özellikle kadınlara ayırdığı kitabın son cildi ile Resûl-i Ekrem’e ayırdığı ilk cildi, Hz. Peygamber’in gazve ve seriyyelerini konu edindiği ikinci cildi ve Bedir Gazvesi’ne katılan ashâb-ı nebî ile başlattığı üçüncü cildi araştırmalarımızda kıymetli bilgiler ihtivâ etmektedir. Ayrıca bu kaynakların daha önce de Vâkıdî-İbn Abdülber bağlamında zikri geçtiği üzere birçok habere ulaşmamıza katkı sağlamaktadır. Bu açıdan bu kaynaklardan; İbn Hibbân’ın (ö. 354/965) es̱-S̱iḳāt’ı48, İbn Mende’nin (ö. 395/1005) Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe’si49, Ebû Nuaym el-İsfahânî’nin (ö. 430/1038) Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe’si50, İbn Abdülber’in (ö. 463/1071) el-İstîʿâb fî maʿrifeti’l-aṣḥâb’ı51, İbn Asâkir’in (ö. 571/1176) Târîḫu medîneti Dımaşḳ’i52, İbnü’l-Esîr’in (ö. 630/1233) Üsdü’l-ġābe fî maʿrifeti’ṣ-ṣaḥâbe’si53, Mizzî’nin (ö. 742/1341) Tehẕîbü’l-Kemâl fî esmâʾi’r-ricâl’i54, Zehebî’nin (ö. 748/1348) Tecrîdü esmâʾi’ṣ-ṣaḥâbe55 ve Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ’sı56, İbn Hacer el-Askalânî’nin (ö. 852/1449) özellikle el-İṣâbe fî temyîzi’ṣ-ṣaḥâbe’si57 araştırmalarımızda başucu niteliğinde istifâde ettiğimiz eserler olmuştur. Arap kültürünün nesebe bağlı haberlerinin özel gayretlerle muhâfaza edilip kısmen yazıyla nakledilegeldiği ensâb kitapları, hem tabakat ve diğer eserlerden elde ettiğimiz rivâyetlerin teyidine hem de farklı bilgilere ulaşmaya imkân tanıması açısından 47 Ebû Abdillâh Muhammed b. Sa‘d b. Menî‘ el-Kâtib el-Hâşimî el-Basrî el-Bağdâdî, Kitâbü’ṭ-Ṭabaḳāti’l- kebîr, thk. Ali Muhammed Ömer, C. I-X, Kahire, Mektebetü’l-Hancî, 1421/2001. 48 Ebû Hâtim Muhammed b. Hibbân b. Ahmed el-Büstî İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, nşr. Muhammed Abdürreşîd, C. I-IX, 1. bs., Haydarâbâd, 1393/1973. 49 Ebû Abdillâh Muhammed b. İshâk b. Muhammed el-İsfahânî İbn Mende, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, nşr. Âmir Hasan Sabrî, C. I, 1. bs., y.y., Câmi‘atü’l-İmâretü’l-Arabiyyetü’l-Müttehide, 1426/2005. 50 Ebû Nuaym Ahmed b. Abdillâh b. İshâk el-İsfahânî Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, thk. Âdil b. Yusuf el- Azâzî, C. I-VI, Riyad, Dârü’l-vatan, 1419/1998. 51 Ebû Ömer Cemâlüddîn Yûsuf b. Abdillâh b. Muhammed b. Abdilberr en-Nemerî, el-İstîʿâb fî maʿrifeti’l-aṣḥâb, thk. Ali Muhammed el-Becâvî, C. I-IV, Beyrut, Dârü’l-cîl, 1412/1992. 52 Ebü’l-Kāsım Alî b. el-Hasen b. Hibetillâh b. Abdillâh b. Hüseyn ed-Dımaşkī İbn Asâkir, Târîḫu medîneti Dımaşḳ, thk. Muhibbuddîn Ebî Saîd Ömer b. Ğarâme el-Amravî, C. I-LXX, Beyrut, Dârü’l- fikr, 1415/1995. 53 Ebü’l-Hasen İzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe fî maʿrifeti’ṣ-ṣaḥâbe, thk. Ali Muhammed Muavviz, Âdil Ahmed Abdülmevcûd, C. I-VIII, Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1417/1996. 54 Ebü’l-Haccâc Cemâlüddîn Yûsuf b. Abdirrahmân b. Yûsuf el-Mizzî, Tehẕîbü’l-Kemâl fî esmâʾi’r-ricâl, nşr. Beşşâr Avvâd Ma‘rûf, C. I-XXXV, Beyrut, Müessesetü’r-risâle, 1402-1413/1982-1992. 55 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân ez-Zehebî et-Türkmânî el-Fârikī ed-Dımaşkī Zehebî, Tecrîdü esmâʾi’ṣ-ṣaḥâbe, nşr. Dârü’l-ma‘rife, C. I-II, Beyrut, t.y. 56 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân ez-Zehebî et-Türkmânî el-Fârikī ed-Dımaşkī Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, nşr. Şuayb el-Arnaût v.d., C. I-XXV, 11. bs., Beyrut, Müessesetü’r- risâle, 1417/1996. 57 Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed İbn Hacer el-Askalânî, el-İṣâbe fî temyîzi’ṣ-ṣaḥâbe, thk. Ali Muhammed Muavviz, Âdil Ahmed Abdülmevcûd, C. I-VIII, Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1415/1995. 9 önemlidir. Belâzürî’nin (ö. 279/892-93) Ensâbü’l-Eşrâf’ı58 ile Zübeyrî’nin (ö. 236/851) Kitâbü Nesebi Ḳureyş’i59 ve İbn Hazm’ın (ö. 456/1064) Cemheretü ensâbi’l-ʿArab’ı60 bu bağlamda faydalandığımız çalışmalardır. Umûmî tarih içeriğine sâhip İslâm tarihi alanında şaheser habul edilen Taberî’nin (ö. 310/923) Târîḫu’t-Taberî61 isimli eseriyle birlikte bu esere nispeten sıhhat değeri daha yüksek rivâyetleri barındıran İbnü’l-Esîr’in (ö. 630/1233) el-Kâmil fi’t-târîḫ62 adlı eserini müslüman kadınların haberleri yanında İslâm öncesi müşrik kadınların bilgilerini tespit ederken sık sık kullandık. Bu iki eserden başka, Halîfe b. Hayyât (ö. 240/854-55)63, Muhammed b. Habîb (ö. 245/860)64, Mes‘ûdî (ö. 345/956)65, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1201)66, Sıbt İbnü’l-Cevzî (ö. 654/1256)67 ve İbn Kesîr (ö. 774/1373)68 de araştırmalarımıza kaynaklık ettiler. Gerek savaş mekânlarının topografik bilgileri gerek yerleşim yerlerinin şehir özelliklerinin tesbiti noktasında coğrâfya ve şehir tarihi kitaplarından özellikle Hayber ile alâkalı olarak başvurma ihtiyacı hissettik. Fâkihî’nin (ö. 278/891-92 [?]) Aḫbâru 58 Ebü’l-Hasen Ahmed b. Yahyâ b. Câbir b. Dâvûd el-Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, thk. Muhammed Hamîdullah, C. I, Mısır, Dârü’l-ma‘ârif, 1959; a.mlf, Ensâbü’l-Eşrâf, thk. Süheyl Zekkâr, Riyâd Ziriklî, C. I-XIII, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-fikr, 1417/1996. Çalışmamıza Hâmidullah’ın tahkik ettiği neşri esas almakla birlikte bir yerde farklı bilgi içermesi bakımından başka bir neşrini de kullandık ve karışıklığa mahal vermemek için eser isminden sonra parantez içinde farklılığa vurgu yaptık. 59 Ebû Abdillâh Mus‘ab b. Abdillâh b. Mus‘ab ez-Zübeyrî, Kitâbü Nesebi Ḳureyş, nşr. E. Lévi-Provençal, C. I, Kahire, Dârü’l-me‘ârif, 1982. 60 Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd b. Hazm el-Endelüsî el-Kurtubî İbn Hazm, Cemheretü ensâbi’l- ʿArab, thk. Abdüsselâm Muhammed Hârûn, C. I-II, Kahire, Dârü’l-me‘ârif, 1982. 61 Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd el-Âmülî et-Taberî el-Bağdâdî Taberî, Târîḫu't-Taberî: Târîḫu’r-Rusül ve’l-Mülûk, thk. Muhammed Ebü’l-Fazl İbrâhim, C. I-XI, Kahire, Dârü’l-ma‘ârif, 1387/1967. 62 Ebü’l-Hasen İzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîḫ, thk. Ömer Abdüsselâm Tedmürî, C. I-XI, Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-Arabî, 2012. 63 Ebû Amr Halîfe b. Hayyât b. Halîfe eş-Şeybanî el-Basrî Halîfe b. Hayyât, et-Târîḫ, thk. Ekrem Ziyâ el- Ömerî, C. I, Riyad, Dâru Tayyibe, 1405/1985. 64 Ebû Ca‘fer Muhammed b. Habîb b. Ümeyye b. Amr el-Hâşimî İbn Habîb, el-Muḥabber, nşr. Ilse Lichtenstädter, C. I, Haydarâbâd/Dekken, 1361/1942. 65 Ebü’l-Hasen Alî b. el-Hüseyn b. Alî el-Mes‘ûdî el-Hüzelî Mes‘ûdî, et-Tenbîh ve’l-işrâf, nşr. Abdullah es-Sâvî, C. I, Kahire, el-Mektebetü’t-târîhiyye, 1357/1938. 66 Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Bağdâdî İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam fî Târîḫi’l-Mülûk ve’l-Ümem, thk. Muhammed Abdülkadir Atâ, Mustafa Abdülkadir Atâ, C. I-XIX, Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1415/1995; a.mlf, Telḳīḥu fühûmi ehli’l-es̱er fî ʿuyûni’t-târîḫ ve’s- siyer, nşr. Şirketü Dârü’l-Erkam b. ebi’l-Erkam, C. I, 1. bs., Beyrut, 1418/1997. 67 Ebü’l-Muzaffer Şemsüddîn Yûsuf b. Kızoğlu et-Türkî el-Avnî el-Bağdâdî Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z- zamân fî târîḫi’l-aʿyân, nşr. Muhammed Berkâtî v.d., C. I-XXIII, Beyrut, er-Risâletü’l-âlemiyye, 1434/2013. 68 Ebü’l-Fidâ’ İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav’ b. Kesîr el-Kaysî el-Kureşî el- Busrâvî ed-Dımaşkī eş-Şâfiî İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî, C. I-XXI, Cize, Dârü’l-hicr li’t-tibâ‘a ve’n-neşr, 1417/1997. 10 Mekke’si69 ile Ebû Ubeyd el-Bekrî’nin (ö. 487/1094) Muʿcemü me’staʿcem70 adlı eserleri bu bağlamda zikredilebilir. Câhiliye sosyo-kültürel hayatından birçok kesitini konu alan şiir ve edebiyat türü kitaplarından çalışmamızda hem bilgi toplama hem bazı şiirlere yer verme bakımından faydalandık. İbn Ebû Tâhir (ö. 280/893) Belâġātü’n-nisâʾ71, Ebû Zeyd el-Kureşî (IV./X. yüzyıl [?]) Cemheretü eşʿâri’l-ʿArab fi’l-Câhiliyye ve’l-İslâm72, İbn Abdürabbih (ö. 328/940) el-ʿİḳdü’l-ferîd73, Ebû Hilâl Askerî (ö. 400/1009’dan sonra) Cemheretü’l- ems̱âl74, Zevzenî (ö. 486/1093) Şerḥu’l-Muʿallaḳāti’s-sebʿ75 ana kaynaklarımız olmakla birlikte bu alanda yapılan Yedi Askı76 ve Yedi Askı: Arap Edebiyatının Harikaları77 çeviri eserleri burada kaydedilebilir. Çalışmamızın muhtevâ bakımından fıkıh eserlerini de ilgilendirmesi bu kaynakların kullanımı ihtiyacını doğurmuştur. Müslüman kadınların savaşa katılmalarının hukūkî boyutu ile savaşlarda müslümanların kadınları öldürmesinin yasak oluşu müstakil başlıklar halinde tetkik edilirken, kadınların savaş sonrası ganîmetten faydalanmaları ve emânda bulunmaları durumu da incelenmiştir. Hanefî fakîhlerden Ebû Yûsuf (ö. 182/798)78, Tahâvî (ö. 321/933)79, Kudûrî (ö. 428/1037)80, Serahsî (ö. 483/1090 69 Ebû Abdillâh Muhammed b. İshâk b. Abbâs el-Fâkihî, Aḫbâru Mekke fî ḳadîmi’d-dehr ve ḥadîs̱ih, nşr. Abdülmelik b. Abdullah b. Dehîş, C. I-VI, 2. bs., Beyrut, Dârü’l-hadar, 1414/1994. 70 Abdullāh b. Abdilazîz b. Muhammed b. Eyyûb b. Amr el-Bekrî el-Endelüsî, Muʿcemü me’staʿcem min esmâʾi’l-bilâd ve’l-mevâżıʿ (mevâḳıʿ), thk. Mustafa es-Sakkâ, C. I-IV, Beyrut, Âlemü’l-kütüb, t.y. 71 Ebü’l-Fazl Ahmed b. Ebî Tâhir Tayfûr el-Mervezî el-Horasânî İbn Ebû Tâhir, Belâġātü’n-nisâʾ, thk. Ahmed el-Elfî, C. I, Kahire, Matbaatü medresetü vâlideti Abbas el-evvel, 1326/1908. 72 Ebû Zeyd el-Kureşî, Cemheretü eşʿâri’l-ʿArab fi’l-Câhiliyye ve’l-İslâm, thk. Ali Muhammed el-Becâvî, C. I, Mısır, el-Matbaatü Nehzâtü, t.y. 73 Ebû Ömer Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Abdirabbih b. Habîb el-Kurtubî İbn Abdürabbih, el- ʿİḳdü’l-ferîd, thk. Müfîd Muhammed Kumeyha, Abdülmecid et-Terhînî, C. I-IX, 1. bs., Beyrut, Dârü’l- kütübi’l-ilmiyye, 1404/1983. 74 Ebû Hilâl el-Hasen b. Abdillâh b. Sehl el-Askerî, Cemheretü’l-ems̱âl, nşr. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrâhim, Abdülmecid Kutamış, C. I-II, 2. bs., Beyrut, Dârü’l-fikr, 1408/1988. 75 Ebû Abdillâh Hüseyn b. Ahmed ez-Zevzenî, Şerḥu’l-Muʿallaḳāti’s-sebʿ, thk. Heyet, C. I, Beyrut, Dârü’l-âlemiyye, 1413/1992. 76 Şerafettin Yaltkaya, Yedi Askı, İstanbul, Maarif Matbaası, 1943. 77 Kollektif, Yedi Askı: Arap Edebiyatının Harikaları, çev. Nurettin Ceviz, Kenan Demirayak, Nevzat H. Yanık, Ankara, Ankara Okulu Yayınları, 2010. 78 Ebû Yûsuf Ya‘kūb b. İbrâhîm b. Habîb b. Sa‘d el-Kûfî, Kitâbü’l-Ḫarâc, nşr. Dârü’l-ma‘rife li’t-tibâ‘a ve’n-neşr ve’t-tevzî‘, C. I, Beyrut, 1399/1979. 79 Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. Selâme el-Ezdî el-Hacrî el-Mısrî et-Tahâvî, Şerḥu müşkili’l-âs̱âr, thk. Şuayb el-Arnaût, C. I-XVI, 1.bs., Beyrut, Müessesetü’r-risâle, 1415/1994. 80 Ebü’l-Hüseyn Ahmed b. Ebî Bekr Muhammed b. Ahmed el-Kudûrî, el-Muḫtaṣar, nşr. Kâmil Muhammed Muhammed Uveyza, C. I, Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1418/1997. 11 [?])81, Kâsânî (ö. 587/1191)82, Mergīnânî (ö. 593/1197)83, Mevsılî (ö. 683/1284)84, Aynî (ö. 855/1451)85 olmakla birlikte Şâfiî (ö. 204/820)86, Münzir en-Nîsâbûrî (ö. 318/930 [?])87, Mâverdî (ö. 450/1058)88, Sahnûn (ö. 240/854)89, İbn Rüşd (ö. 520/1126)90, İbn Kudâme (ö. 620/1223)91 ve Karâfî (ö. 684/1285)92 menâbi-i şerîat müelliflerimizdendir. Konuları pek çok açıdan ele almaya gayret gösterdiğimiz tezimizde, hâdiselerle irtibatlı kavramlarla ilgili olarak Arapça lugatlar ve Türkçe sözlükler kullandık. Özellikle bölümlerin giriş paragraflarını teşkil eden bu bilgiler mevzûlara hazırlık evresinin basamaklarını temsil etmektedir. Bu açıdan “cihâd, esîr, ganîmet, emân, mâtem” ve diğer kavramlar hakkında başta İbn Manzûr’un (ö. 711/1311) Lisânü’l-ʿArab’ı93, Fîrûzâbâdî’nin (ö. 817/1415) el-Ḳāmûsü’l-muḥîṭ’i94, Zebîdî’nin (ö. 1205/1791) Tâcü’l- 81 Ebû Bekr Şemsü’l-eimme Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed Serahsî, el-Mebsûṭ, C. I-XXX, Beyrut, Dârü’l-ma‘rife, 1409/1989; a.mlf, Şerḥu’s-Siyeri’l-kebîr, thk. Ebû Abdullah Muhammed Hasan İsmail eş-Şâfiî, C. I-V, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1417/1997. 82 Alâüddîn Ebû Bekr b. Mes‘ûd b. Ahmed el-Kâsânî, Bedâʾiʿu’ṣ-ṣanâʾi fî tertîbi’ş-şerâʾi, nşr. Dârü’l- kütübi’l-ilmiyye, C. I-VII, 2. bs., Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, (C. I, II, IV, VI) 1406/1986, (C. III, V, VII) 1394/1974. 83 Ebü’l-Hasen Burhânüddîn Alî b. Ebî Bekr b. Abdilcelîl el-Fergānî el-Mergīnânî, el-Hidâye Şerḥu Bidâyeti’l-mübtedî, nşr. Fehîm Eşref Nûr, C. I-V, Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, t.y. 84 Ebü’l-Fazl Mecdüddîn Abdullāh b. Mahmûd b. Mevdûd el-Mevsılî, el-İḫtiyâr li-taʿlîli’l-Muḫtâr, nşr. Mahmûd Ebû Dakīka, C. I-V, Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, t.y. 85 Ebû Muhammed (Ebü’s-Senâ) Bedrüddîn Mahmûd b. Ahmed b. Mûsâ b. Ahmed el-Aynî, el-Binâye fî şerḥi’l-Hidâye, nşr. Eymen Sâlih Şa‘bân, C. I-XIII, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1420/2000. 86 Ebû Abdillâh Muhammed b. İdrîs b. Abbâs eş-Şâfiî, el-Üm, nşr. Muhammed Zührî en-Neccâr, C. I- VIII, 2. bs., Beyrut, Dârü’l-ma‘rife, 1393/1973. 87 Ebû Bekr Muhammed b. İbrâhîm b. el-Münzir en-Nîsâbûrî, el-Evsaṭ fi’s-sünen ve’l-icmâʿ ve’l-iḫtilâf, nşr. Ebû Hammâd Sagīr Ahmed b. Muhammed Hanîf, C. I-V, XI, 1. bs., Riyad, Dârü’t-tayyibe, 1405- 1420/1985-1993; a.mlf, el-İcmâʿ, thk. Ebû Hammâd Sagīr Ahmed b. Muhammed Hanîf, C. I, 2. bs., Acmân/Re’sül-Hayme, Mektebetü’l-Furkān-Mektebetü’s-sekāfiyye, 1420/1999. 88 Ebü’l-Hasen Alî b. Muhammed b. Habîb el-Basrî el-Mâverdî, el-Ḥâvi’l-kebîr, nşr. Ali Muhammed Muavvaz, Âdil Ahmed Abdülmevcûd, C. I-XVIII, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1414/1994. 89 Ebû Saîd Abdüsselâm b. Saîd b. Habîb et-Tenûhî Sahnûn, el-Müdevvenetü’l-kübrâ, nşr. Vizâretü’l- evkāf es-Suûdiyye, C. I-XVI, Riyad, Matbaatü’s-saâde, 1324. 90 Ebü’l-Velîd Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Kurtubî İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid ve nihâyetü’l-muḳteṣid, nşr. Muhammed Subhî Hasan Hallâk, C. I-IV, 1. bs., Kahire, Mektebetü İbn Teymiye, 1415/1994. 91 Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Abdullāh b. Ahmed b. Muhammed b. Kudâme el-Cemmâîlî el- Makdisî İbn Kudâme, el-Muġnî, nşr. Tâhâ ez-Zeynî, Mahmûd Abdülvehhâb Fâyid, Abdülkādir Ahmed Atâ, C. I-IX, Kahire, Mektebetü’l-Kâhire, 1388-1390/1968-1970. 92 Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. İdrîs b. Abdirrahmân el-Mısrî el-Karâfî, eẕ-Ẕaḫîre (fi’l-fıḳh), nşr. Saîd A‘râb, Muhammed Bû Hubze, Muhammed Haccî, C. I-XIV, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-garbi’l-İslâmî, 1994. 93 Ebü’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem b. Alî b. Ahmed el-Ensârî er-Rüveyfiî, Lisânü’l- ʿArab, C. I-XVIII, Kum/İran, Neşru Edebi’l-havze, 1405. 94 Ebü’t-Tâhir Mecdüddîn Muhammed b. Ya‘kūb b. Muhammed el-Fîrûzâbâdî, el-Ḳāmûsü’l-muḥîṭ, nşr. Mektebü Tahkîki’t-Türâs fî Müesseseti’r-Risâle, C. I, 8. bs., Beyrut/Lübnan, Müessesetü’r-risâle li’t- tibâ‘a ve’n-neşr ve’t-tevzî‘, 1426/2005. 12 ʿarûs min cevâhiri’l-Ḳāmûs’u95, Mütercim Âsım Efendi’nin (ö. 1235/1819) Kāmus Tercümesi96 eseri gelmekle birlikte Türkçe Sözlük97, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat98, Tarama Sözlüğü99, Dinî Terimler Sözlüğü100 istifâdemize medâr olmuştur. Araştırmamızda günümüz bilimsel çalışmaların ürünleri olan yüksek lisans ve doktora tezlerine, makalelere, teliflere ve ansiklopedik eserlere imkânlarımız ölçüsünde ulaşmaya çalıştık. Ayrıca araştırmacıların çeşitliliğinde fayda mülâhaza ederek yerli- yabancı fark etmeksizin müslümanlarla birlikte müsteşrik bilim adamların ortaya koyduğu eserleri de inceledik. Hafâcî (ö. 1069/1659)101, Corcî Zeydân (1861-1914)102, Mehmet Şemsettin Günaltay (1883-1961)103, Philip Khuri Hitti (1886-1978)104, Kettânî (1886-1962)105, Ahmed Emîn (1886-1954)106, Ziriklî (1893-1976)107, Ömer Rızâ Kehhâle (1905-1987)108, Cevâd Ali (1907-1987)109, Muhammed Hamîdullah (1908-2002)110 ve Mahmûd Şît Hattâb (1919-1998)111 bunlardan ilk akla gelendir. 95 Ebü’l-Feyz Muhammed el-Murtazâ b. Muhammed b. Muhammed b. Abdirrezzâk el-Bilgrâmî el- Hüseynî ez-Zebîdî, Tâcü’l-ʿarûs min cevâhiri’l-Ḳāmûs, nşr. Ahmed Ferrâc v.d., C. I-XL, Kuveyt, Matbaatü hükûmeti’l-Kuveyt, 1965-2002. 96 Mütercim Âsim Efendi, Kāmus Tercümesi (el-Okyânûsü’l-basît fî tercemeti’l-Kāmûsi’l-muhît), C. I-VI, 1. bs., İstanbul, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2013. 97 Şükrü Halûk Akalın v.d., Türkçe Sözlük, 11. bs. (tıpkıbasım), Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları, 2019. 98 Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Yayına haz. Aydın Sami Güneyçal, 32. bs., Ankara, Aydın Kitapevi Yayınları, 2016. 99 Kollektif, Tarama Sözlüğü, 2. bs., Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1988. 100 Ahmet Nedim Serinsu, Dinî Terimler Sözlüğü, Ankara, MEB Yayınları, 2009. 101 Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Ömer el-Hafâcî, Şifâʾü’l-ġalîl fîmâ fî kelâmi’l-ʿArab mine’d-daḫîl, Kahire, el-Matbaatü’l-Vehbiyye, 1282. 102 Corcî Zeydân, Târîḫu’t-temeddüni’l-İslâmî, C. I-V, Kahire, Müessetü Hindâvî li’t-ta’lîm ve’s-sekāfe, 2013. 103 Mehmet Şemseddin Günaltay, “İslâmdan Önce Araplar Arasında Kadının Durumu, Âile ve Türlü Nikâh Şekilleri”, Marife, haz. Cem Zorlu, Konya, C. 1, S. 3, 2001; a.mlf, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, sad. M. Mahfuz Söylemez, Mustafa Hizmetli, Ankara, Ankara Okulu Yayınları, 2016. 104 Philip K. Hitti, Siyasî ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, C. I-IV, İstanbul, Boğaziçi Yayınları, 1989. 105 Muhammed Abdülhay b. Abdilkebîr b. Muhammed el-Hasenî el-İdrîsî el-Kettânî, et-Terâtîbü’l- idâriyye(Niẓâmü’l-ḥükûmeti’n-nebeviyye), nşr. Abdullah el-Hâlidî, C. I-II, Beyrut, Şeriketü Dârü’l- Erkam b. ebi’l-Erkam, t.y. 106 Ahmed Emîn, Fecrü’l-İslâm: İslâm’ın Doğuşu, çev. Ahmed Serdaroğlu, Ankara, Kılıç Kitabevi, 1976. 107 Ebû Gays Muhammed Hayrüddîn b. Mahmûd b. Muhammed b. Alî b. Fâris ez-Ziriklî ed-Dımaşkī, el- Aʿlâm, C. I-VIII, 15. bs., Beyrut, Dârü’l-ilm li’l-Melâyîn, 2002. 108 Ömer Rızâ Kehhâle, Aʿlâmü’n-nisâʾ fî ʿ âlemeyi’l-ʿArab ve’l-İslâm, C. I-V, Dımaşk, Müessesetü’r-risâle, 1379/1959. 109 Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal fî târîḫi’l-ʿArab ḳable’l-İslâm, C. I-X, 2. bs., Beyrut, 1413/1993. 110 Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, çev. Mehmet Yazgan, İstanbul, Beyan Yayınları, 2014; a.mlf, İslâm’da Devlet İdâresi, çev. Hamdi Aktaş, İstanbul, Beyan Yayınları, 2016; a.mlf, Hz. Peygamber’in Savaşları, çev. Nazire Erinç Yurter, İstanbul, Beyan Yayınları, 2017. 111 Mahmud Şît Hattâb, Komutan Peygamber, çev. Ahmed Ağırakça, İstanbul, Bir Yayıncılık, 1988. 13 Rıza Savaş’ın İslâm’ın İlk Asrında Kadın112, Levent Öztürk’ün Hz. Peygamber Döneminde Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri113, Zekeriya Akman’ın Hz. Peygamber Döneminde Savaşlarda Kadın114, Kâsım Muhammed’in, el-Mümerrıḍa fî’t-türâs̱i’l- Arabiyyi’l-İslâmî115 adlı çalışmalarını çalışmamıza sundukları katkılardan ötürü ayrıca belirtmek istiyoruz. 3. ARAŞTIRMANIN METODU Bu çalışmanın ilk aşamasına tez konumuzu belirlememize olanak sağlayan Vâkıdî’nin Kitâbü’l-Meġāzî isimli eserini baştan sona en az bir kere okumak suretiyle tespit ettiğimiz haberlerin fişlenmesiyle116 başlanmıştır. Daha sonra yine ana kaynaklarımız arasında yer alan İbn İshâk ve İbn Hişâm’ın es-Sîre adlı eserlerinin tamamı, İbn Sa‘d’ın I, II ve X. ciltleri ile Belâzürî’nin Ensâb’ının ilk cildini baştan sona dikkatlice okumak suretiyle devam edilmiştir. Ayrıca araştırmalarımıza zengin malzeme sunan Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd’un eserleri de serâpâ okuduğumuz kaynaklar arasındadır. Zîra tezimize konu olan haberlerin zikri geçen kaynaklarda belirli konu başlıkları altında sunulmaktan ziyâde dağınık halde bulunmalarından ötürü satır arası okumalar yapmamızı gerekli kılmıştır. Ancak uzun ve meşakkatli geçen bu okumalar sayesinde hâdiselerin öncesi ve sonrasına hâkimiyet kesbetmemize, tetkik ve tahlil becerilerimizin gelişimine, kaynaklar bağlamında konuların eksik kalan yönlerini elde ettiğimiz tecrübelerimizin zihin dünyamızda oluşturduğu istinbatlarla boşlukarın ikmâl ve itmâm edilmesine önemli rol oynamıştır. Bu kaynaklarda elde ettiğimiz rivâyetler çalışmamızın zeminini oluşturmakla beraber konu başlıklandırmaların oluşmasına da katkı sunmuştur. Yine araştırmalarımıza temel oluşturması bakımından Diyanet İslâm Ansiklopedisi’nin etkisi büyüktür. Burada neşredilen maddelerin bilimsel bir çalışma 112 Rıza Savaş, İslâm’ın İlk Asrında Kadın, 1. bs., İstanbul, Siyer Yayınları, 2017. 113 Levent Öztürk, Hz. Peygamber Döneminde Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, İstanbul, Ayışığıkitapları, 2001. 114 Zekeriya Akman, “Hz. Peygamber Döneminde Savaşlarda Kadın”, Elazığ, F.Ü.İ.F.D., C. XVII, S. 2, (2012), ss. 255-267. 115 Mahmûd el-Hâc Kâsım Muhammed, “el-Mümerrıḍa fî’t-türâs̱i’l-Arabiyyi’l-İslâmî”, Dubaî, Âfâku’s̱- S̱eḳāfe ve’t-Türâs̱, S. XIV, (1417/1996), ss. 34-44. 116 Günümüzde akademik çalışmalar yapan bazı araştırmacılar kolaylık sağlamakla birlikte faydalı buldukları bazı programların kullanımını tercih ettiklerini ifâde etmektedir. Biz çalışmamızın en başından itibaren eski yöntem olarak da addedilebilecek A6 kâğıt boyutlarında edindiğimiz bilgi kartlarına tespit ettiğimiz rivâyetleri yazarak bilgilerin toplanması daha sonra tasnifi ve yazım sürecini takip ettik. 14 olması hasebiyle yalnız haberlere ulaşmak niyetiyle irdelemenin ötesinde akademik bir dil kazanma, rivâyetlerin bilimsel olarak ele alınış biçimini kavrama, takip edilen yöntemleri karşılaştırma gibi birçok hususta istifâde edilmiştir. Ayrıca bu melekeleri kazanma çabamızda diğer bilimsel çalışmalardan kaynakçamızda yer alan ve almayan tezlere, makalelere de borçlu olduğumuzu ifâde etmek isteriz. Gerek kelime dağarcığımızı genişletmek gerek kelimelerin eş ve zıt anlamlarını bulmak dolayısıyla çalışmamıza ifâde zenginliği noktasında mâmur hale getirmek ve kelimelerin doğru yazımlarını tespit etmek için matbû ve elektronik sözlüklere sık sık başvurularak yararlanılmıştır. Kaynakların temin edilmesinde başta fakülte kütüphanemizin ilgili raflarına mürâcaat etmekle birlikte, İSAM kütüphanesine ve elektronik kaynaklara imkânlar nispetinde başvuruldu. Yapılan tezler ile ilgili YÖK’ün Ulusal Tez sayfası, makale ve bilimsel çalışmalar için İSAM’ın ilgili sayfaları tarandı. Araştırmalarımızdan elde ettiğimiz bilgileri belli bir seviyeye getirdikten sonra el-Mektebetü’ş-Şâmile117 isimli programla rivâyetlere derinlik, farklılık ve zenginlik kazandırılmaya çalışıldı. Ancak burada tespit ettiğimiz rivâyetleri programdan kaynak olarak vermedik. Elimizde olan eserlerden yâhut elektronik kaynaklardan bilgileri yeniden teyit etmek suretiyle çalışmamızda kullandık. Târihî; şahıs, toplum, kavram, mekân, hâdise gibi birçok noktadan ele aldığımız çalışmamızda bilgilerin işlenişi noktasında sosyal bilimler alanında yapılan çalışmalarda yaygınca kullanılan tümevarım metodu takip edildi. Rivâyetlerin ilk geçtikleri esas kaynaklardan bilgilerin tespit edilmesi yürütülürken muahhar müelliflerin ve muâsır araştırmacıların haberlere sundukları katkılar da tetkik edildi. Temel kaynakların üzerine bu çalışmalarda varsa yapılan katkılar tahlil süzgecinden geçirildi ve irdelendi. Bu sırada tespit edilen muhtemel zühul eseri hatâlar, tahkik ve müstensih hatâları, yanlış bilgi aktarımları ve tecrübelerimiz neticesinde elde ettiğimiz kanaatimizle uyuşmayan yorumlara mâkul çerçevelerde temas veya işâret edildi. Ayrıca bizden önce yapılan çalışmalarda spesifik olarak sunulan ilâveler çalışmamıza konu olduysa mutlaka atıf yapılarak belirtildi. Eğer işleyeceğimiz bir alt konuda daha önce yapılan kapsamlı bir 117 Araştırmalarımızda kullandığımız Şamile programı 3.61 sürümü olup 35 farklı konuda 6727 cilt kitaptan müteşekkildir. Geniş bilgi için bk. https://shamela.ws/ 15 çalışma bulunuyorsa genel hususlar belirtilerek geniş bilgi için oraya işâret etmekle yetinildi. Tezimizin yazımı bağlamında bazı hususların da belirtilmesinde fayda mülâhaza etmekteyiz. Araştırmamızın kaynakları ve müelliflerinin isimlerinin ve hadis eserlerinin bab başlıklarının, Arap yayınevi isimlerinin yazımında Diyanet İslâm Ansiklopedisi’ni temel aldık.118 Burada tesâdüf edemediğimiz kitap ve makale isimlerini de bu esasları takip ederek kendimiz kaydettik. Buradan hareketle metinlerin orijinal harflerinin (Arap harfleri) Latin alfabesine çevrilmesi olan Transkripsiyon sistemini çalışmamızın başına ekledik. Kaynakların kronolojik sıralamasına dikkat ederek ilk geçtikleri yerlerde tam künyelerini, daha sonraki atıflarda müelliflerin meşhur ismi ve eserin adının kısaltmasını kaydettik. Kur’ân-ı Kerîm’den yapılan dipnotlandırmalarda sûre isminin başına mârife alâmeti koymakla birlikte sûre numarası/ayet numarası şeklinde belirttik. Kütüb-i tis‘a içerisinde yer alan eserlere Concordance usûlü ile diğer hadis kaynaklarına eser, cilt ve sayfa numarası şeklinde atıfta bulunurken bu eserlerin farklı baskıların kullanımına kolaylık sağlamasına fırsat sağlamak için hadis numaralarına da yer verdik. Ancak eserde hadis numarası belirtilmemişse numara yerine “...” üç nokta koyarak duruma işâret ettik. Arapça lugatlerin farklı tertip ve esaslar üzerine kurulu olmaları hasebiyle dipnotta kelimelerin madde isimleri iki tırnak arasında belirtilmesinin akabinde (md.) kısaltması kullanıldı, beraberinde cilt ve sayfa numaraları da kaydedildi. Ayrıca yaptığı çalışmaların farklı çevirileri bulunan muâsır araştırmacı Hamîdullah’ın kendi eserlerinde takip ettiği paragraf başına numara verme usûlü bulunmaktadır. Eserlerinden yaptığımız atıfların bazısının aynı sayfaya denk gelmesi nedeniyle yazarın eser ve sayfa numarasını gösterdikten sonra madde(paragraf) numarasını da hassaten belirtmekte fayda gördük. Kullandığımız bilgiler birbirini takip eden sayfalar veya hadisler arasından müteşekkil ise sayfa ve hadis numaraları arasına (-) işâreti, eğer birbirinden bağımsız bölümler kastediliyor ise buralara (,) virgül işâreti konulmuştur. 118 İsmail Durmuş, “Transkripsiyon”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 41, ss. 306-308. 16 BİRİNCİ BÖLÜM TOPLUMDA KADIN VE SAVAŞ 1. İSLÂM ÖNCESİ(CÂHİLİYE) DÖNEM 1.1 CÂHİLİYE TOPLUMUNDA KADININ GENEL DURUMU Câhiliye dönemi Araplarının içinde bulunduğu sosyal hayatın egemen olduğu ilkeleri Emevî devri Arap şâiri el-Kutâmî şiirinde şu mısralarla ifâde eder: “Bizim işimiz; düşmana, komşumuza, baskın yapacak bir kimse bulamadığımız takdirde de kardeşimizi bulursak, kendi kardeşimize baskınlar vermektir.”119 Kabîlevî zümreler halinde hayatlarını idâme ettiren Câhiliye Arapları kısıtlı çöl imkânlarında geçim ve hâkimiyet mücâdelesi vermekteydi. Bölgedeki olanakların sınırlı olması, toprağın zirâata elverişli olmaması gibi nedenlerden dolayı konargöçer bir hayat süren kabîleler, aralarında çoğu zaman birbirlerine baskınlar verme mecburiyetinde kalmaktaydı. Kabîleler bu sayede ganîmet elde ederek hem geçim ve iâşelerini sağlamakta hem de bölgede hâkimiyetlerini tesis etme çabası içindeydiler. Hangi kabîle sayıca daha fazla muhârib askere, cengâvere sâhip ise bu topraklarda üstünlük ve avantaj onun tarafında olmaktaydı. Câhiliye insanının içinde bulunduğu bu içtimâî durum, erkeği kadına nazaran daha hayâtî kılmış ve erkek merkezli(ataerkil) bir toplum yapısı oluşmasına da zemin teşkil etmiştir.120 Baskın ve yağmacılığın sıradan olduğu bu dönemi Muallaka şâiri Amr b. Külsûm şöyle ifâde eder: “Çocuklarımızın geleceğinden endişe duyduğumuz günde süvarilerimiz bölük bölük her tarafa yayılır, Böyle bir endişe duymadığımız günde ise, silahlarımızı kuşanır baskına çıkarız.”121 Câhiliye Arapları’nda âileyi erkekler temsil etmekte,122 âile erkeğin yakınları tarafından oluşmaktaydı.123 Âilede üretici vasıfları ön plana çıkan erkek; savaşan, yağma 119 Hitti, Siyasî ve Kültürel İslam Tarihi, C. 1, s. 48. 120 Emîn, Fecrü’l-İslâm, s. 37; Günaltay, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, s. 120; Mehmet Âkif Aydın, “Kadın”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2001, C. 24, s. 86. 121 Kollektif, Arap Edebiyatının Harikaları, s. 125. 122 Corcî Zeydân, Târîḫu’t-temeddüni’l-İslâmî, Kahire, Müessetü Hindâvî li’t-Ta’lîm ve’s-Sekâfe, 2013, C. 4, s. 21. 123 Câhiliye’de Araplar oluşan âile fertleri bakımından çeşitli şekillerde isimlendirilmektedir. Âl; aynı obada oturan dede, oğullar, torunlar ve bunların çocuklarından müteşekkil haline denmektedir. Bunların çadırları ve malları ortaktır. ‘İyâl ise; karı ve koca ile çocuklarının bulunduğu toplumun en küçük öbeğini oluşturmaktadır. Birden fazla Âl’in meydana gelmesiyle de Hayler oluşmaktadır. Günaltay, Âile ve Türlü Nikâh Şekilleri, s. 194. 18 yapan, ganîmet getiren, düşmana karşı caydırıcı bir güç olarak görüldüğünden îtibarlı, kadın ise tüketici birey olarak kabul edildiğinden toplumda âileye yük olarak görülmekteydi.124 Hukūkî açıdan erkeğin aşağısında kabul edilen kadın, hiçbir konuda erkekle eşit görülmez, bir mesele hakkında söz söyleyemezdi.125 Özellikle toplumun vasat ve aşağı kesiminde kalan kadınların kocası tarafından değeri, mâlik olduğu malların değerinden çok değildi.126 Câhiliyenin mevki-i içtimâiyyesinde kadın, toplumun bir ferdi olmaktan daha ziyâde erkeklerin nefislerini tatmin eden ve hizmetlerini yerine getiren bir varlık olduğu nokta-i nazariyyesi hâkimdi.127 Bir evde erkek çocuğu dünyaya geldiğinde âdeta bayram havası eser, baba ziyâdesiyle memnun olup kıvanç duyarken, kız çocuğu dünyaya geldiğinde ise evde mâtem havası eser, baba bir suç işlemiş gibi hacâletle kızarır, öfkelenir, bu yavruyu âile için bir nuhûset ve musîbet sayardı.128 Erkek çocuğuna önem veren Araplar özellikle yuva kurma arefesinde olan evlâtlarına “İyi geçin ve erkek çocukların olsun” şeklinde dua ederlerdi.129 Câhiliye medeniyetinde Arap erkeğinin mâlik olduğu bir kısım husûsiyetler onların övünç kaynağı idi. Bunlar arasında; sâhibi olduğu köleler, servetler, içtiği içkiler, katlettiği kişiler ve kadınlar bulunmaktaydı.130 Toplumda umûmiyetle her ne kadar kadın erkeğin yanında saygın bir birey olmasa da, Câhiliye Arap erkekleri ırz ve nâmuslarını koruma husûsunda kadınlarına âzamî derecede önem vermekteydi. İzzet-i nefis ve şereflerine düşkün olan erkekler, şeref ve iffet sâhibi olan eşleri hakkında söylenen bir söz veya eyleme katiyyen müsâmaha göstermezdi.131 Nitekim Câhiliye devrinde mûteber insanı; cesur, yürekli, yiğit, iyiliksever, konuksever ve kabîlesinin gereklerini yerine getiren insan olarak telakkî ederlerdi. Fazîlet, bağlı oldukları nesebe göreydi. İnsanı bu 124 Ali Bardakoğlu, “Cahiliyye Döneminde Kadın”, Sosyal Hayatta Kadın, haz. İsmail Kurt, Seyit Ali Tüz, İstanbul, Ensar Neşriyat, 2005, s. 15. 125 Günaltay, Âile ve Türlü Nikâh Şekilleri, s. 191. 126 Neşet Çağatay, İslam’dan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1957, s. 121. 127 Günaltay, Âile ve Türlü Nikâh Şekilleri, s. 190. 128 Günaltay, İslam Öncesi Araplar, s. 120; Çağatay, İslâmdan Önce Arap Tarihi, s. 121. 129 Yıldız, Hakkı Dursun(Redaktör), Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul, Çağ Yayınları, 1992, C. 1, s. 184. 130 Abdurrahman Şarkâvî, Muḥammedün Raṣûlü’l-Ḥurriyye, 1. bs., Beyrut, Dârü’ş-Şurûk, 1410/1990, s. 22. 131 Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 5, s. 66. 19 tarzda târif etmelerinin nedeni, Câhiliye toplumunun şeref ve haysiyetlerine çok fazla önem vermeleriydi. Bu husûsiyetleri hâiz olmayan kişilerin ise toplumda saygınlığı olmazdı.132 Bu konuda yine Arap şâiri Amr b. Külsûm’ün şu beyitleri, ifâde edilen durumu açıkça ortaya koymaktadır: “Herhangi bir oymak, benzeri bir tehlikeyi sezip de savaşa girme konusunda çekimser davrandığında, Biz şerefimizi korumak için, Rehve dağı gibi güçlü bir ordu kurar, gālip gelen de biz oluruz. Ölümü şeref sayan gençler ve savaşlarda deneyimli yaşlılar sayesinde Bütün insanlara meydan okuruz; soyumuzu korumak için karşı tarafın kökünü kazırız.”133 Ayrıca Câhiliye erkeğinin ırz ve nâmusunu korumaya gösterdiği aşırı tutumun bir diğer işâreti, kadınların savaşlarda ordunun gerisinde bulunmalarıdır. Bu sayede savaşçılarda düşmanla cenk esnasında mağlûbiyet yaşanması durumunda, kadınlarının düşmanların eline geçeceği kaygısı oluşuyordu. Nitekim savaşta kadınlarını arkalarına alan erkek savaşçılar pes etmeyi düşünmeden savaşı sonuna kadar sürdürür hatta ölümü bile hiçe sayarlardı.134 Yine bir diğer Muallaka şâiri İmruülkays bu husûsu şu sözleriyle desteklemektedir: “Nice günler vardır ki kadınları ve şerefimizi korumak için düşmanların verdiği korku ve gözdağına rağmen kendimi sıkmış(ve savaşa devam etmiş)imdir.”135 İzzet ve onurlarını koruma husûsunda aşırıya giden İslâm öncesi Câhiliye insanı kimi zaman ifrat derecesine varacak hal ve tavırlar sergilemekteydi. Bunların başında ve’d, yani kız evlâdını diri diri toprağa gömme âdeti gelmekteydi.136 Canlı olarak toprağa gömülen bu kız çocuğuna ise mev‘ûde denilmekteydi.137 Araplar bu mel‘un âdeti ileride 132 Halime Özdemir, Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Câhiliye Çağı İnsanı, (Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2006, s. 103. 133 Kollektif, Arap Edebiyatının Harikaları, s. 125. 134 Yıldız, Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi, C. 1, s. 181. 135 Yaltkaya, Yedi Askı, s. 49. 136 Kur’ân-ı Kerîm’de geçen âyetler kız çocuğu dünyaya gelen babanın halini şu şekilde arz eder: “Onlardan birine bir kız müjdelendiğinde, öfkelenerek yüzü mosmor kesilir. Verilen müjdenin(kendisine göre) kötülüğünden dolayı halktan gizlenir. Böyle alçaltıcı bir duruma rağmen onu yanında mı tutsun yoksa toprağa mı gömsün! Görün işte ne kötü yargıda bulunuyorlar!” (en-Nahl, 16/58-59). 137 Günaltay, Âile ve Türlü Nikâh Şekilleri, s. 191. 20 onur ve şerefine halel getirir endişesiyle irtikâp etmekteydi.138 Hayatlarını sürdürdükleri bu çağda toplumda bulunan bir takım maraz-ı hayat-ı ictimâî durumlar bazı fertleri bu fiili işlemeye sürüklemekteydi. Bunların başında kabîleler arasında sürekli gerçekleşen savaşlar gelmekteydi. Bu savaşlarda yenilen tarafların kadınları ve kızları gālip olan kabîleye esir düşmekteydi. Bilhassa üstün olan kabîlenin şâirleri bu durumu iftihar vesîlesi sayarak bu konuda şiirler söylemekte, mağlûp olan taraf ise tahkir edilmekteydi.139 Bir diğer marazî durum ise borç verme işleminde gerçekleşiyordu. İslâm öncesi dönemde bir adam borçlandığı ve borcunu geri ödeyemediği vakit ya kendisi yâhut borcuna bedel olarak eşi, vâlidesi, kızı veya oğlunun eşini alacaklı kimseye teslim etme mecburiyetinde kalırdı. Dâyin, alacağına karşılık elde ettiği kadın veya kız çocuklarından sâdece kendisi için faydalanmakla kalmaz, bunun yanında kadınların sermaye olarak kullanıldığı önlerinde bayraklar bulunan evlerde istihdam edebilmekteydi. Kadınlara burada işletilen sû-i haller neticesinde alacağının kat be kat fazlasını kazanan dâyin, daha sonra onları âilesine geri teslim ederdi. Toplumda bu zillete dûçar olabilecek bireylerin sayısı da oldukça fazlaydı. İleride yaşayabileceği bu tablodan ürperen Arap, çareyi kimi zaman kız çocuğu doğar doğmaz kimi zaman ise küçük yaştayken diri diri gömmekte bulmaktaydı.140 Kaynaklarda bu işin ortaya çıkışı ile alâkalı anlatılan kıssaya göre, Temim kabîlesinin, her sene Hire emîri Nu‘mân’a belli bir miktar vergi vermesi gerekiyordu. Bir sene vergilerini ödeyemeyen Temimlilerin üzerine Nu‘mân adamlarını göndererek hayvanlarına ve sürülerine el koymuş, kadınlarını ve kızlarını ise esir etmişti. Bu durum karşısında oldukça müteessir olan kabîle üyeleri Nu‘mân’ın huzuruna çıkarak mallarının kendisinde kalmak suretiyle kadın ve kızlarının kendilerine geri iâdesini talep ettiler. Bunun üzerine Nu‘mân, tutsak edilen Benî Temim kadın ve kızlarından arzu edenlerin salıverilmesini emretti. Ancak esirlerin çoğu geri dönerken kabîleden sâdece Kays b. Âsım’ın kızı, Amr adında bir çocuğa gönlünü kaptırdığı için geri dönmedi. Bu durumdan 138 Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 5, s. 66. 139 Günaltay, Âile ve Türlü Nikâh Şekilleri, s. 192. 140 Şarkâvî, Muḥammedün Raṣûl, s. 21. 21 kahrolan ve hiddetlenen Kays, bir daha kız evlâdı olursa onu diri diri gömerek141 öldüreceğine yemin etti.142 Toplumun belli bir kısmında görülen kız çocuklarının diri diri gömülmesi, husûsiyetle Benî Temim ve Benî Esed kabîlelerinde görülmekteydi.143 Ayrıca kimi kabîleler ise, icrâ edilen bu menfur hâdiseyi olumsuz bir hal olmaktan ziyâde güzel bir haslet hatta alışılagelmiş bir mesele kabul etmekte ve bunu “دفن البنات منالمكرمات”(Kızları diri diri gömmek mükerrem davranışlardandır) sözleriyle ifâde ederek fahr etmekteydiler.144 Bu nedenle günlük hayatta Temimli Kureyş kadınları, eşlerinin yanında saygı ve kıymet görmelerine rağmen, erkeklerine mütekebbir ve katı davranışlarıyla meşhur olmuşlardır.145 Kız çocuklarına uygulanan bu katı tavrın bir diğer nedeni ise Kur’ân-ı Kerîm’de şu şekilde bildirilir: “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızın canına kıymayın! Biz onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır.”146 Anne ve babalık fıtratına aykırı bir eylem olan bu âdet-i câhiliyye, belli bir süre devam etmiş, evvelâ öldürülecek olan yavruların muayyen bir fidye karşılığında necat edilmesi âdeti ortaya çıkmış, daha sonra ise İslâm’ın neşriyle birlikte bu gayr-i tabiî âdet de ortadan kalkmıştır.147 İslam’ın zuhûrundan evvel Câhiliye Arapları’nda birçok evlenme usûlü bulunmaktaydı.148 Genellikle Pederşâhî sosyal hayatın hâkim olduğu bu toplumda, kız bir bedel(sıdak) ya da mehir karşılığında babasından istenir, bu olaya da “hıtbe”149 denirdi. Baba alacağı bedele göre kızını dilediği kimseyle evlendirebilirdi. Kızın bu konuda 141 Esâsen Araplar’da kız çocuklarını gömme âdetinin eski zamanlara dayandığı göze alındığında bu rivâyetin sonradan düzmece bir kurgu olduğunu söylemek kuvvetle muhtemeldir. Nitekim Hire emîri Nu‘mân’ın, Hz. Peygamber’in gelişine yakın yaşadığı sahih olsa da, zikri geçen rivâyetin bu fiilin ortaya çıkmasına zemin teşkil etmediği, aksine bu olayların gerçekleşmesinden sonra bahâne üretme çabasının bir sonucu olduğu anlaşılmaktadır. Bkz. Günaltay, Âile ve Türlü Nikâh Şekilleri, s. 191. 142 Ebü’l-Abbâs Muhammed b. Yezîd b. Abdilekber b. Umeyr el-Müberred, el-Kâmil fi’l-edeb (fi’l-luġa ve’l-edeb ve’n-naḥv ve’t-taṣrîf), nşr. Muhammed Ebü’l-Fazl İbrâhim, 3. bs., Kahire, Dârü’l-fikri’l- Arabî, 1417/1997, C. 2, ss. 63-64; Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 5, ss. 66-67. 143 Yıldız, Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi, C. 1, s. 182. 144 Günaltay, Âile ve Türlü Nikâh Şekilleri, s. 191. 145 Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 5, s. 67. 146 el-İsrâ, 17/31. 147 Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 5, s. 67. 148 Câhiliye dönemi evlilik çeşitleri için bkz. Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, C. 5, ss. 533-547. 149 Geniş bilgi için bkz. Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, C. 4, ss. 644-650. 22 onayına ihtiyaç duyulmazdı. Evlenecek kişinin genç, yaşlı vs. olmasına bakılmaz ancak kabîleler arası denklik aranırdı.150 Erkeğin ödemiş olduğu mehir, belli bir zaman sonra kendini eşi üzerinde her türlü yetkiye sâhip görmesine ve neticede kadının hukūkî açıdan yoksun kalmasına sebep olmaktaydı.151 Ancak toplumda her kadın bu şekilde bir evlenmeye mâruz kalmamaktaydı. Hür ve soylu âilelerin kızları bu uygulamaların dışında kendi kararlarını kendileri verebilecek kudrete sâhip bulunmaktaydılar. Nitekim Kureyş’in ileri gelenlerinden birinin kızı olan Hind bint Utbe babasına: “Ben, kararımı verecek bir kadınım. Bana sormadan beni kimseyle evlendirme.” demiş, babası da kararın kendisine âit olduğunu ifâde etmişti.152 Eserlerde zikri geçen, buna delil teşkil eden bir diğer hâdise ise Evs b. Hârise’nin kızının isteme olayında görülmektedir. Uzunca anlatılan menkıbede Hâris b. Avf, Evs’e gelerek kızına tâlip olur. Evs önce en büyük kızına durumu açar, o çeşitli bahâneler ileri sürerek geri çekilir. Ardından ortanca kızından da benzer bir cevap alan baba, son olarak küçük kızına durumu arz eder. Küçük kızın bu evliliğe müspet cevap vermesi üzerine onu Hâris ile evlendirmiştir.153 Dînî teâmüllere bağlı olmayan, bilakis erkeklerin bedelini ödeyerek satın aldığı bir mal gibi kabul edilen Câhiliye devrinde kadın, özel zamanlarında da menfî bir durumla karşı karşıya kalmaktaydı. Bu zamanlarda örf ve geleneklerine göre hareket eden erkekler, eşleriyle evkât-ı muayyenede birlikte oturmaz, aynı kaptan yemek yemez, aynı yatakta uyumaz, evden hatta oymağından çıkararak hanımını kendisinden uzaklaştırırdı.154 Araplar arasında soy asabiyeti, übüvvet yoluyla baba tarafından oluşmakla berâber anne tarafının da önemi bulunmaktaydı. Ancak bu önem, aralarında oluşan sıhriyet yoluyla değil bilakis kadının anne olmasına dayanmaktaydı. Câhiliye zamanında kadın, anne oluncaya kadar asla âilede bir konum sâhibi olamazdı. Yalnız anne olmaları durumunda nesepler ve kabîleler arasında bir bağ kurulurdu. Anneyi eşe tercih etmek155 150 Günaltay, Âile ve Türlü Nikâh Şekilleri, s. 196; Çağatay, İslâmdan Önce Arap Tarihi, s. 123. 151 Günaltay, Âile ve Türlü Nikâh Şekilleri, s. 196. 152 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 223. 153 Yıldız, Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi, C. 1, s. 183. 154 Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, C. 5, s. 555; Günaltay, Âile ve Türlü Nikâh Şekilleri, s. 190. 155 Bu konuda aktarılan bir rivâyet duruma misal teşkil etmektedir. Bir gün meşhur Arap şâirlerinden Hansa’nın erkek kardeşi Sahr b. Amr, Esedoğulları Gazvesi’nde bir saldırı sonucu zırhının halkaları göğsüne batar ve yaralanır. Bir yıl boyunca çok şiddetli ağrılar çeken Sahr’a, annesi ve hanımı refâkat 23 bir an‘ane bir töreydi.156 Kadın anne olamadan öldüğü takdirde erkeğe baş sağlığına gidilmezdi.157 Ancak bu yaklaşım sâdece Araplara mahsus bir âdet değil aynı çağda yaşayan Yunanlılar ve İranlılar gibi büyük medeniyetlerde de karşılığı bulunmaktaydı. Genel kanaate göre kadın anne olmakla saygın bir birey olmaktaydı.158 Yine Araplar arasında kadın anne olmadan önce herhangi bir sebepten dolayı diyet vermesi gerekirse, bu diyeti kadının kocası değil, mensup olduğu kabîlenin ödemesi gerekmekteydi159. Ancak tüm bu durumlar kadının anne olmasıyla değişmekteydi. Kadının, anne olduktan sonra evinde söz söyleme salâhiyeti doğar, âileler arasında hısımlık asıl o zaman gerçekleşirdi. Kurulan bu birliktelik kabîleleri birbirine yaklaştırır “huûlet” yani anne tarafının aşîretine destek ve yardım etme geleneği baş gösterirdi. Nitekim anne ve baba birbirine düşman olsalar bile bu gelenek değişmezdi.160 Câhiliye döneminde kadınların, velûd bir yapıya sâhip olup fazlaca erkek evlâda mâlik olması yâhut doğacak çocuklarının çeşitli meziyetlere hâiz, kabîlelerinin önde gelen birer ferdi haline gelmesi onların övünç kaynaklarıydı.161 Hind bint Utbe’nin Ebû Süfyân ile kuracağı yuva öncesi söylediği sözler: “İkimizden dünyaya gelecek olan çocuk, onun kabîlesinin şerefini müdâfaa eden, kabîlenin süvari birliğini destekleyen ve kökünü süsleyen bir şahsiyet olmaya layıktır. Yoğun olayların kopuşu esnasında ne acizdir, ne ikinci adam adamdır.”162 ve Arap şâir Lebîd b. Rebîa’nın uzunca söylediği şiirden bir beyti: “Biz dört oğlan anasının çocuklarıyız.”163 misal olarak zikredilebilir. etmektedir. Bir gün evin önünden geçmekte olan bir kadın, Sahr’ın hanımına kocasının ahvâlini sorar. Eşinin durumundan bunalmış olan kadın: “Ne diri sayılır ki ondan hayır umayım ne ölü sayılır ki unutulsun” diye cevap verir. Karısının bu sözlerini duyan Sahr, hanımının vefasızlığını ve annesinin fedakârlığı hakkında târizkâr bir şiir söyler. Bkz. İbn Abdürabbih, el-ʿİḳdü’l-ferîd, C. 6, s. 31. 156 Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 4, s. 21. 157 İbn Abdürabbih, el-ʿİḳdü’l-ferîd, C. 5, s. 185; Necdet Çağıl, “İslam Öncesi Mekke Toplumunda Kadın”, Kur’ân’ın Anlaşılmasına Katkısı Açısından Kur’ân Öncesi Mekke Toplumu(Sempozyum), ed. Mevlüt Güngör, İstanbul, İ.B.B. Kültür Müdürlüğü, (1-3 Temmuz) 2011, s. 202. 158 Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 4, s. 22. 159 Günaltay, Âile ve Türlü Nikâh Şekilleri, s. 194. 160 Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 4, s. 22. 161 Şarkâvî, Muḥammedün Raṣûl, s. 22. 162 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 224. 163 Ebû Akīl Lebîd b. Rebîa b. Mâlik b. Ca‘fer el-Âmirî el-Ca‘ferî Lebîd b. Rebîa , Dîvânu Lebîd b. Rabîa‘, İtenâ bihî: Hamdu Tammâs, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-mâ‘rife, 1425/2004, s. 59; Ebû Hilâl Askerî, Cemheretü’l-ems̱âl, C. 2, s. 117; Ebû Hayyân Alî b. Muhammed b. Abbâs et-Tevhîdî, el-Beṣâʾir ve’ẕ- ẕeḫâʾir, thk. Vedâd el-Kādî, 1. bs., Beyrut, Dâru sâdır, 1408/1988, C. 6, s. 238; Yıldız, Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi, C. 1, s. 169. 24 Evlendikleri kadınlar hakkında tasarruf sâhibi olan erkeklerin, onları diledikleri zaman boşamasının önünde bir engel bulunmamaktaydı. Bu yüzden Araplar arasında talak yaygındı. Bu konuyu şiirine konu edinen el-A‘şâ şu sözlerle ifâde eder: “Ey karım! Benden ayrıl, çünkü sen boşsun. İnsanların işleri de böyle gelip geçicidir.”164 Hatta erkeğin kadın üzerindeki hâkimiyet alanı o kadar genişti ki boşadığı eşine eziyet olsun diye onun bir başkasıyla yeniden evlenmesine mâni olabilmekteydi.165 İçtimâî hayatta irtikâp edilen bir başka umûr-ı hasîse ise babası öldükten sonra çocuğunun üvey annesi ile evlenmesiydi. Makt nikâhı adı verilen bu uygulama, ölen bir erkeğin geride kalan hanımına diğer eşlerinden olan bir evlâdı, üzerine elbisesini atmak suretiyle onu nikâhı altına aldığı kabul edilirdi. Bu evlilik için herhangi bir bedel ödemeyen evlât, dilerse kocasından kadına kalan mîras kadında kalmak suretiyle onu kendi nikâhı altında tutar, dilerse de onu bir başkasına mehir karşılığında verirdi. Kimi zaman da kocasından kadına intikal eden mala sâhip olmak için ona ezâ verir yâhut ölmesini beklerdi.166 Hatta vefat eden kişinin geride kalan evlâdı, eğer yaşı daha küçük ise; üvey annesi çocuk büyüyünceye kadar bekletilerek, kararın çocuğun inisiyatifinde kalması sağlanırdı.167 Arap geleneğinde bulunan bu şekilde evlenme âdeti, kadının kocasının terekesindeki sâhip olduğu herhangi bir mal gibi görülmesinden ileri gelmekteydi. Kadının bu durumdan kurtulmasının tek yolu, eşi ölür ölmez üzerine elbise atılmadan evden hatta bulunduğu obadan kendi kabîlesinin yanına firar etmekti. Ancak bu sayede özgürlüğüne kavuşabilmekteydi.168 Câhiliye zamanında babasının ölümü üzerine üvey annesiyle evlenen Amr b. Ma‘dîkerib, analığı kendisinden hoşlanmayınca bu durumdan duyduğu rahatsızlığı şu sözlerle dile getirmiştir: “Şâyet kardeşlerim ve oğullarım ondan olmasaydı sağ elimin izleri yüzünde belirirdi.”169 164 Yıldız, Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi, C. 1, s. 168. 165 Günaltay, Âile ve Türlü Nikâh Şekilleri, s. 191. 166 Emîn, Fecrü’l-İslâm, s. 332. 167 Çağatay, İslâmdan Önce Arap Tarihi, s. 124. 168 Günaltay, Âile ve Türlü Nikâh Şekilleri, s. 197. 169 Yıldız, Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi, C. 1, s. 169. 25 Tefsirlerde aktarılan170 bir hâdiseye göre, bu evliliğin İslâm’ın Medine yıllarının başında hâlâ Araplar arasında devam ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim bu âdet-i seyyienin yasaklanması ile ilgili gelen âyetin sebeb-i nüzûlü olarak şu olay zikredilmektedir. Ebû Kays b. el-Eslet isminde bir müslümanın vefat etmesi üzerine maksadı kocasından ona kalan mala sâhip olmak olan evlâdı, Câhiliye örfüne göre analığı Kebşe’nin üzerine elbisesini atarak onunla izdivaç etmiş ve bu nedenle de ne kadına yaklaşmış ne de geçimini sağlamıştı. Bunun üzerine Kebşe, durumu Allah resûlüne bildirmiş ve şu âyet nâzil olmuştu: “Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın nikâhladığı kadınlarla evlenmeyin; çünkü bu bir edepsizliktir, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur.” (en-Nisâ, 4/22) Yine bu coğrafyada cemiyetlerin benimsemiş olduğu hayat tarzları, kadın ve erkekler arasında görülen münâsebetlerde müessir rol oynamaktaydı. Genelde toplum konargöçer ve mukîm olmak üzere iki kısma ayrılmaktaydı. Göçebe Araplar arasında haremlik selâmlık ameliyesi daha az görülmekteydi.171 Nitekim sahrâda yaşam koşulları yakın komşuluk ilişkilerini mühim kılmakta, kurulacak emin ortam, kadın-erkek münâsebetlerinde olabilecek bir hâdise-i ihânete hiçbir şek ve şüphe bırakmayacak evsâfa sâhip bulunmaktaydı. Burada çocuklar küçüklükten îtibâren birlikte oynarlar birlikte büyürlerdi. Bu sebeple kadın ve erkekleri ayıran bir kısıtlama ve sınırlama bulunmamaktaydı. Kadın, gerek yakınlarının yanında gerekse el olan kimselerin yanında aynı ortamda bulunabilir, iş görebilir, sohbete katılabilirdi.172 Bedevî serbestisine alışan kadın, daha komplike olan şehre ve şehir insanına ilgi duymazdı. Buna binâen bedevî kadın, şehirden bir kimseyle evliliğe sıcak bakmaz fakat aralarında böyle bir evliliğin gerçekleşmesi durumunda şehre adaptasyonda sıkıntılar yaşadığı görülmekteydi. Eserlerde buna misal teşkil eden bir anlatıda Yezîd b. Muâviye’nin annesi Meysûn bint Bahdel zikredilmektedir. Medenî ve şehir yaşamına alışık olmayan Meysûn, bir süre sonra çadıra ve köyüne duyduğu özlemi bir kasîde ile şu şekilde dile getirmiştir: “Aba giyip mutlu olarak yaşamam, benim için şeffaf elbiseler giymekten daha iyidir. Çadırda her taraftan rüzgârın esmesi, bana yüksek saraydan daha iyidir. Evimde ekmek kırıntıları yemem, benim için börek ve çörek yemekten daha iyidir.” 170 Mâverdî, en-Nüket ve’l-Uyûn, C. 1, ss. 465-466; Emîn, Fecrü’l-İslâm, s. 332. 171 Aydın, “Kadın”, (DİA), C. 24, s. 86. 172 Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, C. 4, s. 617; Ramazan Altıntaş, “Cahiliye Arap Toplumunda Kadın”, Diyanet İlmi Dergi, Ankara, C. 37, S. 1, 2001, s. 63. 26 Bu durumdan haberdar olan Muâviye ise, eşinin obasına âilesinin yanına geri dönmesine müsâade etmiştir.173 Câhiliye devrinde kadınların tümünü kapsayacak temel yargılarda bulunmak mümkün değildir. Lâkin toplumun ahvâl-i umûmiyesinde kadınlar, hür ve köle diğer deyişle câriye olarak ikiye ayrılmaktaydı. Hür kadınlar toplumda câriyelere göre nispeten daha saygın ve îtibarlıydı. Ancak fakir hür kadınlar, ne evde ne de bulunduğu muhitte söz söyleme ve îtibar görmede asilzâde kadına hiçbir şekilde yaklaşamamaktaydı. Asilzâdegân bir sınıfa mensup olan kadın, evvelâ âilesinin büyük servetlere sâhip olması ve geniş bir kabîleye mensup olmanın vermiş olduğu güç onların, âilede görüşüne mürâcaat edilen, egemen bireyler olmasını sağlamıştır. Ayrıca soylu âilelerin kızları, kocalarının onlara eziyet etme veya haksız bir davranışta bulunmasına da fırsat vermemekteydi. 174 Bilhassa yarı medenî sayılabilecek Mekke, Medine ve Tâif topraklarında soylu kabîlelerin kadınları, izzet ve şeref sâhibiydiler. Bunların içinde bir takım kabîle reislerinin istîdat sâhibi(musta‘idd) kızları vardı ki onlara, aşîrette çoğu erkekten daha fazla hürmet edilirdi. Abdülmuttalib b. Hâşim’in annesi, Adî b. Neccâr’ın neslinden Selmâ bint Amr, Kureyş’in eşrafından Huveylid’in kızı Hadîce bint Huveylid, Ümmü Hakîm bint el-Hâris, Mekke’nin ileri gelenlerinden Utbe b. Rebîa’nın kızı Hind, Alkame kızı Amre, Medine kadınlarından Ümmü Umâre bint Kâ‘b ve Araplar’ın en meşhur şâiresi Hansa bu âlî makāmın en önde gelen temsilcileriydi.175 Yüksek makāmlara sâhip olan bu kadınlar, içtimâî hayatta iffetli, necâbetli ve onurlarına leke getirecek işlerden uzaktılar. Bulundukları konum, onların diğer kadınların mâruz kalabilecekleri bir takım hallerden uzak kalmalarını sağlamıştı.176 Nitekim Hz. Peygamber, Mekke Fethinden sonra müslüman kadınlardan çeşitli hususlarda bîat alırken zinâ etmemeleri gerektiğini ifâde edince, yeni müslüman olan bu soylu kadınlardan Hind bint Utbe: “Hiç hür kadın zinâ eder mi?”177 sözleriyle içinde bulundukları ayrıcalıklı konuma işâret etmektedir.178 173 Yıldız, Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi, C. 1, s. 184. 174 Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, C. 4, s. 616. 175 Günaltay, İslam Öncesi Araplar, ss. 121-122. 176 Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 5, s. 66. 177 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 225; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 360; Taberî, et-Târîḫ, C. 3, s. 62. 178 Aydın, “Kadın”, (DİA), C. 24, s. 86. 27 Erkeklerin hürmet ettiği, toplumda değerli ve saygın bir diğer kimseler kâhinlik/arraflık/falcılık yapan kadınlardı. Öyle ki erkekler aralarında anlaşıp çözemediği problemleri bu kadınlara danışır, onlar da taraflar arasında hüküm verirdi.179 Hz. Peygamber’in doğumundan önce dedesi Abdülmuttalib’in başından geçen bir hâdise, bu konuya delil teşkil etmektedir. Abdülmuttalib, ataları İsmail’den kalan fakat yeri bilinmeyen zemzem kuyusunun yerini bulmuş ve çıkarmıştı. Bunu gören Kureyşliler, hemen atalarından kalan zemzemde kendilerinin de haklarının bulunduğunu iddia etmişlerdi. Bunun üzerine Abdülmuttalib, bunu kabul etmeyerek bu işi tek başına yaptığını ve yalnız onun hakkının olduğunu söylemişti. Bunun üzerine anlaşmaya varamayan Kureyşliler aralarında hüküm vermesi için bir makāma gitmeyi teklif ettiler. Abdülmuttalib de bu teklifi kabul edince Şam’ın ileri gelen kadınlarından biri olan Benî Sa‘d b. Huzeym kabîlesinden bir kâhineye başvurarak aralarında hüküm vermesini istemişlerdi.180 Hür kadınların az çok insânî muâmele gördüğü Câhiliye devrinde ne var ki câriye/köle olan kadınların hiçbir değeri bulunmuyordu.181 Savaşlar neticesi esir düşen bu kadınlar, sâhipleri tarafından herhangi bir mal olarak telakkî edilmekteydi. Çoğu zaman bu kadınlara mâlik olan kimseler, sıradan bir gelir gibi onların bedenleri üzerinden kazançlar elde ederlerdi. Câriyesi ile dişi devesi arasında bir fark görmeyen Arap, bu sebeple genç ve güzel bulduğu köle kadınları satın alarak onları fuhşa zorlamakta, bundan da hiçbir rahatsızlık duymamaktaydı. Bu duruma râzı olmayan câriyelerin ise karşı koyabilecekleri hiçbir güç ve imkânları bulunmuyordu.182 Toplumda câriyelerin efendisi tarafından düşürüldüğü durumun insanlar tarafından normal karşılanması, onların insan dahi sayılmamasının neticesiydi.183 Bunun yanında câriyeler, efendisinin tüm buyruklarını yerine getirmeye mecbûr olmasına mukābil deve çobanlığından ev işlerine kadar tüm işlerde de çalışmak zorunda kalırlardı.184 179 Altıntaş, Cahiliye Arap Toplumunda Kadın, s. 63. 180 Ebû Abdillâh Muhammed b. İshâk b. Yesâr b. Hıyâr el-Muttalibî el-Kureşî el-Medenî İbn İshâk, Kitâbü’s-Sîre ve'l-Meġāzî(Sîretü İbn İsḥâḳ), thk. Süheyl Zekkâr, Dımaşk, Dârü’l-fikr, 1398/1978, s. 24; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 1, s. 166. 181 Mehmet Birekul, Peygamber Günlerinde Kadın, 1. bs., Konya, Yediveren Kitap, 2004, s. 53. 182 Günaltay, Âile ve Türlü Nikâh Şekilleri, s. 192; Âdem Apak, Ana Hatlarıyla İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Kültürü, İstanbul, Ensar Neşriyat, 2016, s. 120. 183 Mehmet Âkif Aydın, Muhammed Hamîdullah, “Köle”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2002, C. 26, s. 238. 184 Altıntaş, Cahiliye Arap Toplumunda Kadın, s. 66. 28 Câhiliye’de her ne kadar kadın geri planda kalmış olsa da birçok işe koşturmakta, bu açıdan aktif bir rol üstlenmekteydi. Özellikle zorlu çöl şartlarında yaşamını sürdüren bedevî toplumda yiyecekleri hazırlamak, develeri sağmak, yün eğirmek, çocuklara bakmak, evin yakacak malzemelerini hazır etmek ve benzeri işler ona âitti. Erkekler bu işlere karışmaz çünkü toplumda bu işler kadın işi olarak görülürdü.185 Ayrıca kabîle herhangi bir saldırıya uğradığı vakit askerlere su taşımak, şiirlerle onları teşcî etmek, yaralıları tedâvi etmek de onların vazîfelerindendi. Fakat bu işler neticede onlara bir şeref ve değer katmamaktaydı.186 Ticaret ve tarımla geçinen şehirde ise kadınlar, çöle oranla daha az sa’y ü gayretle hayatlarını idâme ettirmekteydi.187 Arapların zihin dünyasını yansıtması açısından mühim bir kaynak olan mesellere bakıldığında, kadınlar hakkında ifâde edilenler, kadının aşağı durumda görüldüğünü açıkça ortaya koymaktadır.188 Kadınların görüşlerini zayıf ve fazlaca fikir sâhibi olmadıkları yönünde kabul eden Araplar, bu sebeple onlarla istişâre etmez ve hatta bunu aptallık olarak görürlerdi. Kıymetsiz ve saçma gördükleri sözleri ise “re’yü’n-nisâ”(kadın görüşü) olarak nitelendirirlerdi. Bu nedenle de “kadınlarla istişâre ediniz, fakat riâyet etmeyiniz” sözü bir darb-ı mesel olmuştur. Bu, kadınların akıllarından öte hisleriyle hareket ettiklerini düşünmelerinden kaynaklanıyordu.189 Aynı devirde erkeğe; bunadığı, aklı köreldiği, ihtiyarladığı ve hastalandığı vakit “el-fendü” denilmekteydi. Arap lugatinde bu kelime görüş ve kelâmda kusurlu bulunmanın ifâdesiydi. Ancak kadın için “acûzün müfennedetün” hiç kullanılmazdı. 190 Çünkü herhangi bir meselede kadından fikir alma veya onun görüş beyân etmesi katiyyen söz konusu değildi. Şu var ki hür ve soylu olan kadınlar, mesellerde aktarılan bu hususların dışında istisnâları teşkil etmekteydi.191 1.2 SAVAŞA KATILMASI İslâm’dan önce yerleşik hayattan ziyâde göçebe yaşam süren Araplar bu sebeple düzenli bir orduya sâhip değillerdi. Kabîleler, aralarında bir savaş düzenleneceği vakit eli 185 Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, C. 4, s. 616. 186 Günaltay, İslam Öncesi Araplar, s. 121; Çağatay, İslâmdan Önce Arap Tarihi, s. 121. 187 Bardakoğlu, Cahiliyye Döneminde Kadın, s. 18. 188 Emîn, Fecrü’l-İslâm, s. 109. 189 Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, C. 4, s. 618. 190 İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, “fnd” md., C. 3, s. 338. 191 Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, C. 4, s. 618; Altıntaş, Cahiliye Arap Toplumunda Kadın, s. 65. 29 silah tutan kimseler bir araya gelir, bir bölümü süvâri diğer bölümü de piyade asker olarak yola çıkar, yanlarında şavaş techizâtı olarak ok, mızrak, kılıç vb. silahlar bulunurdu.192 Câhiliye döneminde kadınlar erkeklerle birlikte çeşitli hususlarda onlara destek olmak amacıyla savaşlara katılırdı. Bilhassa yaralıların tedâvisi, su ve yiyecek taşımak, silahları tâmir etmek, harb malzemelerini hazırlamak gibi savaşın geri planında kalarak yardımda bulunurlardı.193 Kaynaklarda Yevmü’l-Vakît olarak zikredilen çatışmada kadınların askerlerin su ihtiyacını karşılayabilmek için tulum diktiği194 ve ayrıca savaşa katılan bu kadınlara savaş yerinde husûsî alanlar tahsil edilerek, çadırlar kurulduğu nakledilmektedir.195 İslâm öncesi Araplar savaşlarda kıymet verdikleri malları, çocukları ve kadınlarını arkalarında bulundurmayı prensip edinmişlerdi. Bu sayede savaşçıların onları savaş meydanında geride bırakıp kaçmalarına engel olunmak isteniyordu.196 Kaynaklarda Feyfu’r-rîh olarak zikredilen muhârebede Mezhic kabîlesinin adamlarının kaçmaması için kadın ve çocuklarını müsâdeme yerine getirdiği nakledilir.197 Yine başta Vâkıdî olmak üzere birçok kaynakta aktarıldığına göre Huneyn Gazvesi’nde Benî Çüşem kabîlesinden Düreyd b. es-Sımne adında bir adam müşriklere yardım için savaşta bulunmaktaydı. Mâlik b. Avf’ın komutanlığında toplanan müşrik ordusu müslümanların üzerine hareket ederken komutan herkesin berâberinde mallarını, evlâtlarını ve kadınlarını da getirmesini emretmişti. Yaşı yüz altmışa varmış ihtiyar bir adam olmasına rağmen tecrübe ve harb sanatına sâhip olması dolayısıyla orduda bulunan Düreyd, Mâlik’e insanlarla birlikte kadın ve çocuklarının getirilmesi emrinin nedenini sormuş, Mâlik ise: “İstedim ki, her adamın gerisinde âilesi, malı, çocukları ve hanımları bulunsun. Ta ki onlar için savaşsınlar.” demişti.198 Câhiliye toplumunun âdetlerine şiirlerinde yer veren şâirler bu hareket tarzını da şu şekilde dile getirmişlerdi: 192 Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 1, s. 168. 193 Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 5, s. 68. 194 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 1, ss. 561-562; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 2, s. 546. 195 Cafer Acar, Cahiliye’de ve Risalet Döneminde “Savaş” Olgusu, (Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007, s. 148. 196 Hattâb, Komutan Peygamber, s. 249. 197 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 1, s. 565; Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, C. 5, s. 353. 198 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, ss. 886-887; Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb el- Himyerî İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye li’bni Hişâm, thk. Ömer Abdüsselâm Tedmürî, Beyrut, Dârü’l-kitâbi’l-Arabî, 1410/1990, C. 4, ss. 81-82; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, ss. 138-139; Taberî, et- 30 “(Düşmanla çarpışırken) arkalarımızda güzel ve beyaz kadınlarımız bulunur ki onların (düşmanlar)tarafından üleşilmelerinden veya zillete dûçar olmalarından korunur ve çekiniriz. (O kadınlar ki onların hepsi) düşmanla karşılaştıkları vakit (bilinmeleri ve bundan dolayı kaçmak tarafını tutmamaları veya kahramanlığa nişan olmak üzere ve düşman pervâsı olmadığını göstermek için) kendilerini bir alâmetle tanıtmaları ve düşmandan at ve kılıç almaları ve demirler içinde tutsaklar yakalamaları için erkeklerinden söz almışlardır.”199 Bekir b. Vâil kabîlesi ile Benî Tağlibliler arasında bir savaş vukū bulmadan evvel Bekrlilerden Hâris b. Abbâd, Hâris b. Hemmâm’a savaşa kadınları da berâberlerinde götürmesini salık vermiş, Hâris b. Hemmâm bunun nasıl olacağını sorması üzerine şu şekilde cevap vermiştir: “Her kadının eline bir su tulumu, bir de sopa ver. Sonra kadınları gerinize alın. Bunu yapmanız sizin cehd ve himmetinizi arttırır. Kadınların sizleri ayırt etmeleri için de işâretler taşıyın ki sizi bilsinler. Yara almış birinin önünden geçerken sizden olan birini tanıyıp su verirler. Diğerlerine ise sopalarıyla vurarak öldürürler.”200 Bu tavsiyeler üzerine Bekr kabîlesi, kadınların savaşta kendilerini tanıyabilecekleri bir alâmet olarak saçlarını kazıyarak onlarla savaşa çıkmışlardır.201 Câhiliye döneminde kadınların ayrıca savaşlarda erkeklerle berâber bulunarak onlara psikolojik destek sağladıkları da görülmektedir. Bu dönemde savaşlar neticesinde yakınlarını kaybeden Arap kadınları, intikāmlarını alacakları günleri beklerken öç alma duygusunun sönmemesi ve erkeklerin gevşekliğe düşmemesi açısından önemli rol oynamışlardır. Nitekim müslümanlara karşı Bedir Gazvesi’nde ağır kayıplar veren müşrikler yeniden yapacakları savaş öncesi savaşa kadınların katılıp katılmaması konusunu müzâkere etmişlerdir. Megāzî müellifinin haberine göre Safvân b. Ümeyye savaşta kadınların onlarla berâber olmasının arzuladıkları intikām ateşini harlayacağını, bu sayede istediklerini elde etmeden evlerine dönmeyeceklerini, kadınların onlarla birlikte katılmasının gerektiğini savunmuş ve bunu ilk yapanın da kendisi olacağını Târîḫ, C. 3, s. 71; İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam fî Târîḫ, C. 3, ss. 331-332; İbn Kesîr, es-Sîre, C. 3, s. 611. 199 Yaltkaya, Yedi Askı, s. 96. 200 Abdülkādir b. Ömer b. Bâyezîd el-Bağdâdî, Ḫizânetü’l-edeb ve lübbü lübâbi lisâni’l-ʿArab, nşr. Abdüsselâm M. Hârûn, 4. bs., Kahire, 1418/1997, C. 1, s. 473; Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, C. 5, s. 444. 201 Bağdâdî, Ḫizânetü’l-edeb, C. 1, s. 473. 31 söylemiştir. Bu sözler üzerine müşriklerden Nevfel b. Muâviye ed-Dîlî bu görüşün tersine bir yorumda bulunması üzerine Hind bint Utbe araya girerek: “Allah’a and olsun ki sen Bedir’de sağ salim kurtuldun ve hanımlarının yanına döndün. Evet, çıkacağız ve savaşa şâhit olacağız. Şarkıcı kadınlar Bedir seferinde Cuhfe’den geri çevrildiler. O gün sevdiklerimiz öldürülürken yanlarında onları kızıştıracak kimse yoktu.” demiş ve sonrasında Kureyşliler kadınlarıyla birlikte Uhud Savaşı için yola çıkmışlardır.202 Ebû Süfyân’ın eşi Hind, savaş için yola çıkan kadınların başına geçerek erkeklerin intikām hırsını besleyici, şiddetli bir tarzda alevlendirici görevler icrâ etmekteydi. Gösterdiği bu çaba ve gayretin sebebi; Bedir’de kaybettiği babası Utbe, kardeşi Velîd ile amcası Şeybe’nin öcünün alınmasına duyduğu intikām hissinden ileri geldiğini söylemek mümkündür.203 Aynı savaşta müslüman askerlerin safında bulunmuş Ümmü Umâre’ye Kureyş kadınların savaşta erkekleriyle berâber savaşıp savaşmadığı sorulduğunda: “Eûzü billah. Onlardan bir kadının bir ok ya da bir taş attığını görmedim. Ancak onlardan def ve davul çalanlar vardı. Onlara vuruyor ve Bedir’de öldürülenleri Kureyş’e hatırlatıyorlardı. Yine onlarla berâber ellerinde sürmelik ve miller bulunan kadınlar vardı. Ne zaman bir adam savaştan yüz çevirir ya da korkaklık gösterip geri kalırsa o kadınlar onlara sürmelikler ve miller vererek “Sen ancak bir kadınsın!” diyorlardı.” diye cevap vermiştir.204 Rivâyetin devamında dikkatleri çeken bir diğer bilgi de ise; müşrik askerlerin hezimet yaşayıp gerisin geriye kaçıştıkları hengâmede kaçan piyâdelerin gerisinde kalmasına neden olacak derecede karnı şişkince bulunan ve muhtemelen gebe olan Hind’in bu haliyle savaşa iştirak ettiği anlaşılmaktadır. Bu rivâyet, Câhiliye döneminde müşrik kadınların ayrıca intikāmının alınması husûsunda ne derece hırslı olduğunun görülmesi bakımından önem arz etmektedir.205 Her ne kadar kadınlar savaşa vuruşmaktan ziyâde destek amaçlı katılmış olsalar da yeri geldiğinde kendilerini ortaya atmaktan çekinmemişlerdir. Uhud Savaşı’nda Amre bint Alkame el-Hârisiyye adında müşriklerden bir kadın savaşta Kureyş sancağının yere düştüğü, müşrik askerlerin dağıldığı bir anda hemen sancağı yerden kaldırarak cesâret 202 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 202. 203 Muhammed Hüseyin Heykel, Ḥayâtü Muḥammed, 14. bs., Kahire, Dârü’l-meârif, 1977, ss. 298-298. 204 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 272; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 70, s. 176. 205 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 272. 32 sergilemiştir.206 Savaşlarda göstermiş oldukları şecaât ve cür’etleriyle Ümmü Hâkim bint el-Hâris ve Sahr’ın kızkardeşi meşhur şâire Hansâ’da ayrıca nam salmış diğer Arap kadınlarından bazılarıdır.207 Kaynaklarda eşine az rastlansa da Câhiliye devrinde bazı kadınların, kumandanların yanında yer aldığı görülmektedir. Kumandan yanında bulundurduğu bu kadınların bilgisinden ve fikrinden yararlanmakta, hatta onlardan aldığı görüşlerle hareket ettiği aktarılmaktadır. Esâsında bu kadınların bir nevi müşâvir/danışman vazîfesinde bulunduğu kabul edilebilmektedir.208 El-Kâmil’de nakledilen bir rivâyette Lakît b. Zürâre’nin savaşlara kendisiyle fikir teâtisinde bulunmak için yanında kızı Dahtenûs’u da götürdüğü ve bu sebeple Şi‘bu Cebele Savaşı’nda harbe kızıyla berâber çıktığı ifade edilmektedir.209 İbn Hişâm siyerinde Uhud savaşına müşriklerden katılan sekiz kadının ismini zikrederken, Vâkıdî aynı savaşa müşriklerden on dört kadının ismine yer vermektedir.210 Bazı rivâyetlere göre ise bu sayı on beştir.211 Kaynaklardan tespit ettiğimiz Uhud’a çeşitli yakınları ile katılan müşrik kadınların listesi şu şekildedir: 1) Hind bint Utbe b. Rebîa b. Abdişems b. Abdimenâf b. Kusayy el-Kureşiyye, eşi Ebû Süfyân Sahr b. Harb b. Ümeyye ile katıldı.212 2) Ümeyme bint Sa‘d b. Vehb b. Eşyem b. Kinâne, eşi Ebû Süfyân Sahr b. Harb b. Ümeyye ile katıldı.213 3) Berze(Berîre) bint Mes‘ud es-Sakafî, eşi Safvân b. Ümeyye ile katıldı.214 206 Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 5, s. 67. 207 Zeydân, el-Meġāzî, C. 5, s. 68. 208 Cafer Acar, Cahiliye’de ve Risalet Döneminde “Savaş” Olgusu, s. 149. 209 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 1, s. 523. 210 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 202-203; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 25. 211 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 34; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 505; Mes‘ûdî, et-Tenbîh ve’l-işrâf, s. 211; İbn Hibbân, es-Sîretü’n-nebeviyye, C. 1, s. 219; Mâverdî, el-Ḥâvi’l-kebîr, C. 14, s. 33; İbn Abdülber, el- İstîʿâb, C. 4, s. 1609. 212 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 202; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 25; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 312; Taberî, et- Târîḫ, C. 2, s. 501; İbn Hibbân, es-Sîretü’n-nebeviyye, C. 1, s. 219; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 40; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 2, s. 254. 213 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 202; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 312; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 2, s. 254. 214 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 202; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 25; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 312; Taberî, et- Târîḫ, C. 2, s. 501; İbn Hibbân, es-Sîretü’n-nebeviyye, C. 1, s. 219; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 40; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 2, s. 254. 33 4) el-Beğûm bint el-Mu‘azzil b. Kinâne, eşi Safvân b. Ümeyye ile katıldı.215 5) Sülâfe bint Sa‘d b. Şüheyd el-Ensâriyye(el-Evsiyye), eşi Talha b. Ebû Talha ile katıldı.216 6) Ümmü Cüheym(Ümmü Hakîm) bint el-Hâris b. Hişâm b. Mugīre, eşi İkrime b. Ebû Cehil ile katıldı.217 7) Fâtıma bint el-Velîd b. el-Mugīre, eşi el-Hâris b. Hişâm ile katıldı.218 8) Hind(Rayta) bint Münebbih b. el-Haccâc es-Sehmî, eşi Amr b. el-Âs ile katıldı.219 9) Hunâs bint Mâlik b. el-Mudarrib, oğlu Ebû Azîz b. Umeyr el-Abderî ile katıldı ki bu kadın Mus‘ab b. Umeyr’in annesidir.220 10) Remle bint Târık b. Alkame, eşi el-Hâris b. Süfyân b. Abdülesed ile katıldı.221 11) Ümmü Hakîm bint Târık, eşi Kînane b. Ali b. Rebî‘a b. Abdüluzzâ ile katıldı.222 12) Kuteyle bint Amr b. Hilâl, eşi Süfyân b. Uveyf ile katıldı.223 13) ed-Duğunniyye, oğulları en-Nu‘mân ve Câbir ile katıldı.224 14) Amre bint el-Hâris b. Alkame, eşi Gurâb b. Süfyân b. Uveyf ile katıldı.225 215 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 202; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 312; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 2, s. 254. 216 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 202; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 25; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 312; Taberî, et- Târîḫ, C. 2, s. 501; İbn Hibbân, es-Sîretü’n-nebeviyye, C. 1, s. 219; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 40; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 2, s. 254. 217 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 203; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 25; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 313; Taberî, et- Târîḫ, C. 2, s. 501; İbn Hibbân, es-Sîretü’n-nebeviyye, C. 1, s. 219; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 40; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 2, s. 254. 218 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 203; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 25; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 313; Taberî, et- Târîḫ, C. 2, s. 501; İbn Hibbân, es-Sîretü’n-nebeviyye, C. 1, s. 219; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 40; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 2, s. 254. 219 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 203; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 25; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 313; Taberî, et- Târîḫ, C. 2, s. 501; İbn Hibbân, es-Sîretü’n-nebeviyye, C. 1, s. 219; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 40; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 2, s. 254. 220 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 203; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 25; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 313; Taberî, et- Târîḫ, C. 2, s. 501; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 2, s. 254. 221 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 203; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 313; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 501; Sıbt İbnü’l- Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 2, s. 254. 222 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 203; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 313; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 2, s. 254. 223 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 203; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 313; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 2, s. 254. 224 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 203; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 313. 225 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 203; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 25; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 313; Taberî, et- Târîḫ, C. 2, s. 502; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 2, s. 254. 34 İbn Kesîr eserinde konu ile alâkalı birkaç ismi zikrettikten sonra listenin geri kalanına yer vermeyip “Daha başkaları da eşleriyle berâber çıktılar.” şeklindeki ifâde ile yetinmektedir.226 1.3 SAVAŞ SONUCU ESİR DÜŞEN KADININ DURUMU İnsanlık târihînde âdemoğullarında fıtrî olarak var olan istibdat ruhu mûcibince aralarında savaşlar eksik olmamış, güçlü olan taraf zayıf olan tarafa galebe çalarak egemenliğini tesis etmeye çalışmıştır. İnsanoğlu kadar eski olan bu savaşların neticesinde ise mağlûp olan devletler ve kabîleler esir edilerek köleleştirilmiştir.227 Erken devirlerde beynelmilel münâsebetlerde hukuk çerçevesinde ortaya konulan herhangi bir uygulama ve muâhedenin bulunmaması savaş sonucu esirlerin durumlarının gālip olan tarafın insafına kalmasına sebep olmuştur. Genellikle kazanan taraf muhârebede savaşan- savaşmayan ayrımı gözetmeksizin kadın, çocuk, ihtiyar demeden katletmiştir.228 İlk uygarlıklarda görülen uygulamalarda, esirlerin ekseriyetle köleleştirmekten daha ziyâde çeşitli şekillerde öldürüldüğü görülmektedir.229 Ancak zamanla insan gücüne duyulan ihtiyaç sebebiyle muhârebelerde ele geçirilen esirlerden faydalanma yoluna gidilmiş, zirâat ve hayvancılık gibi işlerde onları çalıştırmak için kısmen öldürmekten vazgeçip köleleştirme yolu tercih edilmiştir.230 Erkek olan köleler daha çok güç ve kuvvete dayalı işlerde istihdam edilirken kadın kölelerden ise erkeklerin nefislerini tatmin etmede ve onlardan evlât sâhibi olma gibi hususlarda yararlanıldığı görülmektedir.231 Gün geçtikçe kölelerin sayısında görülen artış, sâhipleri tarafından onlardan farklı şekilde yararlanma ortamları oluşturmuştur. Sâhibinin elinde herhangi bir mal kabul edilen esir, zamanla satılarak ondan kazanç elde edilen bir metâ haline dönüştürülmüştür. Câhiliye dönemine gelindiğinde bu durumun artık sıradan bir olay olarak kabul edildiği 226 İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 5, s. 342. 227 Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 4, s. 27. 228 Ahmet Özel, “Esir”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, C. 11, s. 382. 229 İlk Uygarlıklarda esirlere uygulanan muâmeleler için bkz. Ahmet Özel, İslâm Devletler Hukukunda Savaş Esirleri, 2. bs., Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2014, ss. 35-38. 230 Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 4, s. 27. 231 Ali Hatalmış, Erken dönem İslam Tarihinde Kölelik ve Cariyelik, (Doktora Tezi), Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012, s. 19. 35 ve köle ticaretinin yaygın olarak yapıldığı ve hatta bu dönemde emîrlerin ve melîklerin saraylarında kölelerin sayıları binlere vardığı kaynaklar tarafından bildirilmektedir.232 Arabistan’da Mekke, Yesrib, Tâif ve Necran gibi şehirlerde mevsimsel ve dâimî kurulan pazarlar, köle satışlarına yoğun talebin olduğu yerlerdi. Dış pazarlardan tedârik edilen köleler, canlı ve hareketli olan bu pazarlarda köle sâhibine iyi kazançlar sağlıyordu.233 Bunun yanında Câhiliye döneminde süre gelen savaşlar neticesinde elde edilen esirler de bu pazarların en mühim kaynaklarından biriydi.234 Bunların dışında aynı dönemde alacaklısına borcunu ödeyemeyen kimse; kendisi, karısı veya çocukları alacaklının eline esir düşebilmekte veya mâişet derdinde bulunan evin erkeğinin, örnekleri az da olsa çocuğunu köle olarak satabildiğine rastlanılmaktaydı.235 Özellikle de zikredilen son muâmeleye kız çocuklarının daha fazla mâruz kalması muhtemeldi. Bu gibi menfî tercihin söz konusu olduğu bir durumda ilk olarak onların tercih edilmeleri ise kız çocuğunun kaba kuvvet olarak âilesine ve kabîlesine fazla yarar sağlayamayan bir birey olarak görülmesinden ileri gelmekteydi. İslâm öncesi dönemde Araplarda, esirlere uygulanan genelgeçer muayyen bir muâmele tarzından bahsetmek mümkün değildi. Topluca yakılmak, çeşitli uzuvları kesilmek suretiyle eziyet edilerek öldürülmek, düşmana satılmak ve kendisinden yararlanmak için köle olarak hayatta bırakılmak mâruz kaldıkları muâmele tarzlarının en başta gelenleriydi. Bunların yanı sıra husûsen kadınlar ve çocuklar kimi zaman karşılıksız kimi zaman ise fidye karşılığında veyâhut hasmın elinde bulunan bir esirin mübâdelesi yoluyla hür kalabilmekteydi.236 Araplar bazen kadın esirleri hizmetçi olarak yanlarına alır ve çeşitli işlerde hizmetlerini gördürürlerdi. Bazen de bu kadınları, kabîlesine ya ihsan olarak veya utanç vesîlesi kılmak maksadıyla geri teslim ederlerdi.237 Bu konuda kaynaklarda zikredilen bir örnekte, Gassânî topraklarına sürekli baskın ve saldırı düzenleyen Nâbiga ez-Zübyânî isimli Arap şâirin kabîlesi Zübyânlılara, Gassânî melîki ordu göndermiş ve savaş sonrası kabîlenin çoğu kadınları tutsak olarak ele geçirilmişti. Yaşanan bu hâdise üzerine Nâbiga, 232 Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 4, s. 28. 233 Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, C. 7, s. 454. 234 Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, C. 1, s. 262; C. 7, s. 455. 235 Mehmet Âkif Aydın, Muhammed Hamîdullah, “Köle”, (DİA), C. 26, s. 238. 236 Özel, “Esir”, (DİA), C. 11, s. 382; Hamîdullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, s. 52(md. 70). 237 Hatalmış, Erken Dönem İslam Tarihi’nde Kölelik ve Cariyelik, s. 22. 36 önce esir düşen kadınlarının iyi ve güzel vasıflarını öne çıkararak onları övgü dolu sözler sarfetmesi, sonrasında onların kurtarılmayı bekleyen hallerini âdeta resmeden şiirler söylemesi üzerine Gassânî melîki de, Nâbiga’nın sözlerine lütufta bulunarak esir kadınların serbest bırakılmasını emretmiştir.238 Yine aynı konuda bir başka misal olarak ise Birinci Üvâre Vak‘ası’nda Münzir b. İmruülkays ile Bekir b. Vâil kabîlesi arasında meydana gelen savaş bağlamında görülmektedir. Nitekim savaş sonrası gālip olan Münzir, Bekr kabîlesinden birçok kişiyi esir olarak ele geçirmiş ve önce erkek esirlerin Üvâre dağının tepesinde öldürülmesini emretmiş ve onlar orada öldürülmüştür. Daha sonra geriye kalan kadın esirlerin de ateşe atılıp yakılmasını emretmiş, ancak bu sırada Münzir’e, Kays b. Sa‘lebe kabîlesinden gelen bir adam esir kadınlar hakkında aracı olmuş ve neticede onların salıverilmesine ve hayatta kalmasına vesîle olmuştur. Kayslı bu adamın Münzir’in huzuruna gelip Bekr b. Vâil kabîlesinin esir edilen kadınlarına bağışlanma dilemesi ve onların kurtulmalarından dolayı duyduğu övüncü Arap şâirlerinden el- A‘şâ şu sözlerle dile getirmektedir: “Fakir olmasına rağmen Allah’ın kendisine her şeyi verdiği kimse bizdendir. Hükümdara ise, Üvâre günü Şeybânoğullarından esir alınan kadınlar ateşe atılmak üzere arz edildiği zaman, onların bu kadınlarını Kayslı kişinin ricası üzerine bağışlayıp affetmek düşer.”239 Savaşlar neticesinde esir düşen kadınlar arasında tutsaklığa tahammül gösteremeyip canlarına kıyanlar olmakla birlikte geneli Câhiliye toplumunda var olan bu yaşantıya râzı olmasalar da katlanma yolunu tercih ettikleri görülmektedir.240 Kaynakların sunduğuna göre Câhiliye devrinde köle ve câriyeler o kadar çoktur ki Arap ileri gelenlerinden evinde köle ve câriyesi olmayan kimse bulunmamaktadır.241 Bu ileri gelenlerden biri olan ve Yesrib’de sâhip olduğu köle ve câriyeleri çalıştırarak geniş servete mâlik olan Abdullah b. Übey b. Selûl’ün, Hz. Muhammed’in Medine’ye hicretinden sonra da bu ticaretini devam ettirdiği anlaşılmaktadır.242 Fahreddin er-Râzî, “Namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi zorla fuhşa sürmeyiniz.”243 âyetinin tefsirinde sebebi nüzûl olarak Abdullah b. Übey’in câriyeler üzerinden kazancına ilişkin üç farklı 238 Acar, Cahiliye’de ve Risalet Döneminde “Savaş” Olgusu, s. 40. 239 Ebû Hilâl el-Hasen b. Abdillâh b. Sehl el-Askerî, el-Evâʾil, thk. Muhammed es-Seyyid el-Vekîl, 1. bs., Tanta, Dârü’l-Beşîr, 1403/1987, s. 42; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 1, s. 497. 240 Savaş, İslâm’ın İlk Asrında Kadın, s. 35. 241 Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 4, s. 28. 242 Günaltay, Âile ve Nikâh Şekilleri, s. 193. 243 en-Nûr, 24/33. 37 rivâyet zikretmektedir. Rivâyetlerin ilkine göre; altı câriyesi bulunan Abdullah b. Übey, bunları zinâ etmeye zorluyor ve kendisine bu işten para getirmelerini istiyordu. Bu câriyelerden ikisi durumu Hz. Peygamber’e bildirip kendisinden şikâyette bulunması üzerine bu âyet nâzil olmuştur. İkinci rivâyette ise; Abdullah b. Übey’in esir aldığı adamlardan biri câriyelerinden birisine göz koymuş ve ondan faydalanmak istemişti. Müslüman olan bu câriye bu işten uzak durmasına rağmen Abdullah b. Übey esirden doğacak çocuğun fidyesini alabilmek için câriyesinin ona yaklaşmasını isteyerek onu bu işe zorunlu bırakmış, bunun üzerine bu âyet nâzil olmuştur. Son rivâyette ise; Abdullah b. Übey, Muâze adında güzel bir câriyesiyle birlikte Hz. Peygamber’in huzuruna gelerek: “Ey Allah’ın resûlü bu falanın yetimlerindendir. Biz bundan menfaat elde etmek için zinâ yapmasını emredemez miyiz?” diye sormuş, Allah resûlü: “Hayır” diye mukābelede bulunmuştur. Abdullah b. Übey’in sorusunda ısrar etmesi üzerine ise bu âyet inmiştir.244 Yine aynı dönemde efendisi tarafından hâmile kalan câriye “ümmüveled” diye isimlendirilmekte245 ve bu kadınlardan doğan çocuklar da köle sayılmaktaydı.246 Ancak esir kabul edilen çocuğun yetenekli ve zekî olması durumunda ise çocuğa sâhip çıkılır ve kendi nesline dâhil edilirdi. Zebîbe adında Habeşli bir câriyenin oğlu olan Arapların meşhur şâirlerinden Antere, küçük yaştan beri güzel şiirler söylemesi, iyi ata binmesi ve kabîlesinin düşmanlarına karşı gösterdiği kahramanlıklardan dolayı kabîlesinin onu kölelikten âzat ettiği bilgisi bu uygulamanın bir göstergesi olarak ifâde edilebilir.247 Yaygın olarak kadın veya kız çocuğu esirler için kullanılan câriye kelimesi Kur’ân’da: “Elinizin altında sâhip olduğunuz” anlamında “Mâ meleket yemînüke”248 gibi ifâde edilirken hadislerde “berîre, eme, feynât, velîde” gibi kavramlarla da ifâde edilebilmektedir.249 244 Fahreddin Er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, C. 23, s. 221. 245 Hamza Aktan, “İstîlâd”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2001, C. 23, s. 361. 246 Aydın, Hamîdullah, “Köle”, (DİA), C. 26, s. 238. 247 Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 4, s. 29; Cemal Muhtar, “Antere”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1991, C. 3, s. 237. 248 el-Ahzâb, 33/50. 249 Kölelikle İlgili Kavram ve Terimler için bkz. Hatalmış, Erken Dönem İslam Tarihi’nde Kölelik ve Cariyelik, ss. 10-17. 38 2. İSLÂM SONRASI DÖNEM 2.1 SAVAŞ-CİHÂD TANIM VE MÂHİYETİ Savaş, gazâ, kıtâl gibi anlamlara gelen cihâd sözlükte “güç ve gayret sarfetmek, bir işi başarmak için elinden gelen bütün imkânları kullanmak” mânâsındaki cehd kökünden türemektedir.250 İslâm literatüründe ise “dini emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak, İslâm’ı teblîğ etmek, nefse ve dış düşmanlara karşı mücâdele vermek” şeklinde genel ve kapsayıcı bir tanım yapılmaktadır.251 Hanefî İslâm hukukçusu olan Kâsânî cihâdı “Dil, mal ve can ile berâber ve bunların dışındaki vasıtalarla savaşarak güç ve kuvveti Allah yolunda harcamaktır.”252 diye tanımlar ve bu tanımın şer‘an cihâdın en uygun târifi olduğu bazı müellifler tarafından ifâde edilmektedir.253 Kur’ân-ı Kerîm’de, “iki grup arasında meydana gelen silahlı çatışma” anlamındaki savaş karşılığında harb(el-Mâide 5/64; el-Enfâl 8/57; Muhammed 47/4) ve kıtâl kelimeleriyle bunların türevleri kullanılmıştır.254 İslâm haksız olan savaşı uygun görmemiş yalnız şu üç durumda harbi mübah kılmıştır. Bu durumların ilki olarak toplumun huzur ve güvenini korumayı hedefleyen savunma halinde(el-Bakara 2/190), ikincisi düşmanın anlaşmayı bozup İslâm aleyhine çalışması durumunda(et-Tevbe 9/13), üçüncü olarak ise devletin egemenliği ve selâmeti ile ilgili fitneyi bastırma(el-Bakara 2/193) nedenlerine dayanmaktadır.255 Muâsır İslâm hukukçuları dayanak olarak Kur’ân-ı Kerîm’in “barış isteyen düşmanla barış yapmasını”(el-Enfâl 8/61), “haksız saldırıyı ve başlayan savaşta aşırıya gitmemeyi”(el-Bakara 2/190) emreden ve zulme mâruz kaldıkları için, müslümanlara savaşma izni verildiğini bildiren(el-Hac 22/39) nasları kullanarak İslâm’a göre sulhun esas, savaşın ârızî olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre İslâm devleti, karşı taraftan 250 İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, “chd” md., C. 3, s. 135; Fîrûzâbâdî, el-Ḳāmûsü’l-muḥîṭ, “chd” md., s. 275; Zebîdî, Tâcü’l-ʿarûs min cevâhiri’l-Ḳāmûs, “chd” md., C. 7, s. 537. 251 Ahmet Özel, “Cihad”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1993, C. 7, s. 527. 252 Kâsânî, Bedâʾi, C. 7, s. 101. 253 Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıḳhü’l-İslâmî ve edilletüh, Dımaşk, Dârü’l-fikr, 1405/1985, C. 6, s. 414. 254 Özel, “Cihad”, (DİA), C. 7, s. 527. 255 Ali Abdu’l-Wahid Wafi, “İslamiyete Göre Kölelik”, çev. Kemal Işık, Ankara, A.Ü.İ.F.D., C. IX, Türk Tarih Kurumu Basımevi, (1962), s. 209. 39 saldırı, hak ihlâli vb. sebepler olmadıkça gayr-i müslim devletlerle mütemâdiyen barış içinde yaşar ve olumlu ilişkiler kurar.256 Bu konuda cumhurun yaklaşımı, İslâm’ın yalnız ilâhî hâkimiyete teslim olan ve bunu temsil eden devletin meşrûiyetini, varlık ve bağımsızlığını tanıyacağını ve bu devletin de İslâm devleti olduğunu bildirmektedir. Onlara göre müslümanlar, gayr-i müslim oldukları sürece onlarla harb halindedir. Barış ya İslâm devletinin güçsüzlüğünden ya gayr-i Müslimlerin İslâm’ı kabul etmelerinden yâhut da İslâm devletinin egemenliği altına girmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu sebeple cumhur, karşı tarafın delillerini “Onlar müslümanların güçsüz oldukları zamanlara ait ve geçicidir” şeklinde yorumlamaktadır.257 Fakihler Arap dilinde silahlı çarpışmayı ifâde eden diğer kelimeler yerine genellikle cihâd kavramını tercih etmişlerdir. Savaşların istilâ, tahakküm, tazyik ve zulüm gibi olumsuz hedeflerden uzak olduğunu “Sırf Allah yolunda, Allah için” (fî sebîlillah) nitelemesiyle birlikte ifâde etmişlerdir. Silahlı çatışmalar dâhil olmak üzere müslümanlarla gayr-i müslimler arasında umûmî ve husûsî devletlerarası ilişkiler, İslâm hukuk literatüründe âdeten cihâd veya siyer terimleri çatısında ele alınması bu bakış açısının bir göstergesidir.258 İnsanlık târihî boyunca bireyler arasında çekişmeler hiç eksik olmamıştır. Zamanla fertlerin toplumsal hâle gelerek milletleri oluşturması aralarındaki bu çatışmaların da büyümesine ve savaşlara neden olmuştur. Meşhur tarihçi İbn Haldun insanlar arasında meydana gelen savaşların asıl nedenini birbirlerinden intikām almak istemelerine ve bunun sebebini ise aralarında oluşan asabiyet duygusuna dayandırmaktadır. Ona göre insanların muhârebe için birbirini teşvik etmesi ile iki topluluk karşı karşıya gelir, gruplardan biri intikām, diğeri ise kendini savunmak ister ve böylece savaşlar vukû bulur. Ortaya çıkan bu durum insanlar için tabiî bir hâdise olup, hiçbir kavim veya nesil bundan berî kalamaz. Yazar eserinde intikām alma ve cezalandırmanın sebeplerini kıskançlık ve rekābet, düşmanlık, Allah ve din için kızmak, hükümdarlık için kızmak ve onu kurmaya çalışmak gibi dört başlıkta ele alır. Müellife göre birinci durum birbirine yakın ve komşu olan kabîle ve aşîretler arasında meydana 256 Hayrettin Karaman, Anahatlarıyla İslâm Hukuku, 13. bs., İstanbul, Ensar Neşriyat, 2008, s. 212. 257 Karaman, Anahatlarıyla İslâm Hukuku, s. 212. 258 Ahmet Yaman, “Savaş”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2009, C. 36, s. 190. 40 gelmektedir. İkinci durum olan düşmanlık, çoğunlukla çorak arâzilerde yaşamını sürdüren vahşî/yabanî milletlerde görülmektedir. Çünkü bunlar iâşelerini ve hayatlarını, silahlarıyla ve başkalarının sâhip oldukları şeyleri ellerinden alarak kısacası harâmîlik yaparak sağlamaktaydılar. Eğer karşı taraf ellerindekileri vermek istemez bu duruma karşı koyar ve kendilerini savunurlarsa aralarında savaş meydana gelir ve düşmanlık oluşurdu. Müellif üçüncü durumu ise kısaca şerîatın cihâd diye isimlendirdiğini söylemektedir. Dördüncü ve son durumu da devletlerin kendilerine isyan eden ve itâat etmeyenlere karşı savaşma hâli olarak arz eder.259 Hz. Peygamber’in neş’et ettiği Câhiliye devrinde özellikle bu ilk iki sebep kabîleler arasında savaş nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Bölgedeki kavurucu sıcakların ve kuraklığın hâkim olduğu çöl şartları insan yaşamını zorlaştırmakta ve mahdut imkânların hüküm sürdüğü bu yerlerde suyun ve otlak alanların azlığı, nüfusun artması gibi başlıca sebepler bölgede kabîleler arası hâkimiyet ve yaşam mücâdelesine neden olmaktaydı. Bundan dolayı kabîleler sınırlarını genişletme eğiliminde olmuşlar bu da aralarında savaşlar çıkmasına yol açmıştı.260 Câhiliye insanının içinde bulunduğu bu durum kabîle asabiyetinin artmasına, askerî yapılarını kan bağı üzerine kurmaya teşvik etmişti. Hz. Muhammed’in ilk olarak Câhiliye Arapları’na İslâm’ı teblîği ile bu insanlardan bir kısmı müslüman olmuş, ne var ki o zaman zayıf ve güçsüz olup toplumda azınlık durumunda olan bu insanlar, kurulu düzenlerinden tâviz vermek istemeyen Mekkeli müşrikler tarafından baskı ve zulüm görmüşlerdi. Kendilerine uygulanan aşırı tazyik ve tahakküme dayanamayınca da Mekke’den Medine’ye hicret ederek ilk defa orada İslâm devletinin temellerini atmışlardı. İslâm’dan önce asabiyet duygusuyla hareket etmiş müslümanlar, artık Hz. Peygamber’in etrâfında inanç temeli üzerine kurulu bir birliktelik yaşıyorlardı. Nitekim İslâm devleti vatan, millet, nesep gibi maddî değerlerden ziyâde manevî değerler ve mefkûre etrâfında oluşuyordu.261 Bundan dolayı da Câhiliye askerî yapısını duygusal ve bireysel hassasiyetler yönlendirmekteyken, Risâlet 259 Ebû Zeyd Veliyyüddîn Abdurrahmân b. Muhammed b. Muhammed İbn Haldun, Muḳaddime, thk. Abdullah Muhammed ed-Dervîş, Dımaşk, Dâru Ya‘reb, 1425/2004, C. 1, s. 457. 260 Acar, Cahiliye’de ve Risalet Döneminde “Savaş” Olgusu, s. 26. 261 Karaman, Anahatlarıyla İslâm Hukuku, s. 212. 41 döneminde duygusallığın yerini, Allah resûlünün liderliğinde oluşan siyasi-askerî ahlak prensipleri yönlendirmekteydi.262 Resûl-i Ekrem zamanında husûsî olarak kurulmuş muvazzaf bir ordu sistemi bulunmuyor, eli silah tutan her müslüman dînî bir vecîbe olarak cihâd ile mükellef kabul ediliyordu.263 Bu dönemde müslümanlar idârî cihetten gönüllü, dînî sorumluluk yönünden ordunun dâimî bireyleriydiler. Bir sefer düzenlenmek veya bir saldırıya karşı koymak gerektiğinde gönüllülere haber salınır, bir kayıt defteri açılır ve gelenlerin ismi buraya kaydedilirdi. Belirlenen günde gönüllüler, savaşa hazır bir şekilde şehir dışında muayyen bir yerde toplanırlardı.264 O dönemdeki Araplar üzerlerinde üniforma olmadığı ve savaşın hengâmesinde dostu düşmandan ayırt edebilmek için “parola” kullanmaktaydı.265 Bu nedenle Hz. Peygamber’de bir sefere çıkacağı zaman silah arkadaşlarını hasımlara karşı korumak için bir şiâr(parola) belirlerdi. Üniformanın olmadığı bu zamanlarda müslümanlar özellikle gece yürütülen savaşlarda teke tek karşılaştıklarında yüksek sesle parolayı söyleyerek birbirlerinden emin olurlardı.266 İlk defa Uhud Gazvesi’nde okçular tepesindeki müslüman askerlerin düşman askerlerinden tefrik edilmeleri için üniforma niyetine değişik bir tarzda beyaz elbise giydikleri bildirilmektedir.267 “Ey insanlar! Düşmanla karşılaşıp savaşmayı arzu etmeyin, Allah’tan afiyet(ruh ve beden sağlığı, huzur…) isteyin. Düşmanla karşılaşınca da sabır ve sebat gösterin ve bilin ki cennet, kılıçların gölgesi altındadır.”268 Düşmanla karşılaşmayı arzu etmek, bir mânâda kendine fazlaca güvenmek, karşıdakini hafife almak demektir. Düşmanla karşılaşmayı istemek ayrıca ahlâkî zaaf belirtisi, kendine aşırı güvenmek, strateji hatası, ihtiyâta ve tedbire aykırı davranmaktır. İslâm’da savaş arzu edilen, sadistçe zevk alınan 262 Acar, Cahiliye’de ve Risalet Döneminde “Savaş” Olgusu, s. 186. 263 Kur’ân-ı Kerîm’de inanları savaşa katılmaları husûsunda gerekliliğini ifâde eden âyetler için bkz. en- Nisâ 4/71-76; el-Enfâl 8/15-16; et-Tevbe 9/36, 38-41; el-Fetih 48/16-17. 264 Sabri Hizmetli, İslâm Tarihi-İlk Dönem-, 9. bs., Ankara, Ankara Okulu Yayınları, 2015, s. 315; İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, 10. bs., Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2015, s. 303. 265 Hamîdullah, İslâm Peygamberi, s. 38(md. 45). 266 Hamîdullah, İslâm Peygamberi, s. 834(md. 1705). 267 İbn İshâk, es-Sîre, s. 326; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 29; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 507; İbn Hazm, Cevâmiʿu’s-sîre, s. 158. 268 Buhârî, “Cihâd”, 112(Had. no: 2966); Müslim, “Cihâd”, 20(Had. no: 1742). 42 bir araç olarak görülmemiş bilakis başka çarenin kalmadığı zaman başvurulan ilâhî gāyelere yönelik bir vâsıta olagelmiştir.269 2.2 HZ. PEYGAMBER’İN KADINLARIN SAVAŞA KATILMASINDAKİ GENEL TAVRI 2.2.1 İzin Vermediği Dönem Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicretlerinden sonra müşriklerle çeşitli zaman ve zeminlerde savaşlar meydana gelmiş ve bu muhârebelerde ordunun asıl gücü olan muhârib erkeklerin yanı sıra bazı kadın sahâbîlerin de bu savaşlara gönüllü olarak katılma talepleri olmuştur. Kaynakların sunmuş olduğu rivâyetleri incelediğimizde Hz. Peygamber bu istekleri Medine’nin ilk zamanları çeşitli nedenlerle geri çevirdiği görülmektedir. Medine’nin Neccâroğulları kabîlesine mensup Ümmü Varaka isimli kadın sahâbî Bedir Savaşı öncesi savaşa katılarak yaralıları tedâvi etmeyi, hastalara bakmayı ve savaşın neticesinde şehit olmayı arzu etmiş bu sebeple Allah resûlüne gelerek kendisinden bu hususta izin istemiştir. Ancak Hz. Peygamber evinde oturmasını, kendisine şehitliğin ulaşacağı müjdesini vererek bu isteğini geri çevirmiş270 onu “eş- Şehide” diye isimlendirmiştir.271 Nitekim Hz. Ömer zamanında Ümmü Varaka 269 Karaman, Anahatlarıyla İslâm Hukuku, s. 213. 270 Bir sonraki başlıkta dile getirileceği üzere Hz. Peygamber döneminde kadın sahâbîler pek çok savaşta yer almış ve çeşitli vazîfeler icrâ etmişlerdir. Bedir öncesi savaşa katılmak için aşırı arzu gösteren ama geri çevrilen, Hz. Ömer zamanında vefat ettiği bilenen Ümmü Varaka’nın bu savaşlarda ismine tesâdüf edilememesi dikkatimizi çekmektedir. Fakat araştırmamız boyunca incelediğimiz kaynaklarda bu konuda bir bilgiye tesâdüf edemedik. Hakkında ansiklopedi maddesi bulunan Ümmü Varaka’nın Bedir Harbi’nden sonraki savaşlara neden iştirak etmediği veya ettiyse bile müelliflerin zikretmeyişi şimdilik bizler için bir muammadır. Muhtemelen Ümmü Varaka’nın bu talebi sonrası geçirdiği bir rahatsızlık sebebiyle bu savaşlardan geri kaldığı düşünülebilir. Yoksa bağlı olduğu Benî Neccâr kabîlesinden başka hanımların Hz. Peygamberle birlikte bazı gazvelerde yer alıp onun adına tevâfuk edilememesi ve kaynaklar tarafından da bu konuda bir bilgi sunulmaması bizi bu ihtimali düşünmeye sevk etmiştir. Ansiklopedi maddesi için bkz. Ahmet Tahir Dayhan, “Ümmü Varaka”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, ss. 332-333. 271 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 424; İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 6, s. 538(Had. no: 33653); İbn Ebû Âsım, el-Âḥâd ve’l-mes̱ânî, C. 6, s. 139(Had. no: 3366); Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 62(Had. no: 591-592); Ebü’l-Kāsım Müsnidü’d-dünyâ Süleymân b. Ahmed b. Eyyûb et-Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr, nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî, Kahire, Mektebetü İbn Teymiyye, t.y., C. 25, ss. 134-135(Had. no: 326). 43 müdebber272 kıldığı kölesi ve câriyesi tarafından öldürülerek arzu etmiş olduğu şehitliğe kavuşmuştur.273 Benzer bir hâdise ile kaynaklarda adı geçen bir diğer hanım sahâbî Ümmü Kebşe’dir.274 Kudâ‘a kabîlesinin Uzre kolundan olan bu hanım Hz. Peygamber’e gelerek kendisiyle berâber savaşa katılmak istemiştir.275 Fakat Allah resûlü onun da bu isteğini geri çevirince, bu sefer o asıl amacının savaşta çarpışmaya katılmak olmadığı, bilakis yaralılara tedâvi etmek, hastalara bakmak ve onlara su vermek olduğunu ifâde ederek talebinde ısrarcı olmuştur. Bunun üzerine Resûlullah “Sizin çıkışınız diğerlerine örnek olur, sünnet(âdet) haline gelir ve şu kadın da savaşa katıldı, denir; böyle söylenmesini istemiyorum, bu sebeple sen katılma yerinde otur.”276 diyerek cevabını bir kez daha yenilemiştir. Rivâyeti incelediğimizde ilk defa İbn Ebû Şeybe tarafından aktarıldığı ve diğer yazarların da ondan naklettiği görülmektedir. Lâkin İbn Sa‘d, İbn Ebû Şeybe’den naklettiği bu rivâyette farklı olarak Allah resûlünün “Sonra insanlar, ‘Muhammed, bir kadınla savaşa çıkıyor.’ demesinler”277 diye bu talebi uygun görmediğini aktarmaktadır. Kaynaklarda bu savaşın nereye düzenleneceği hakkında bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak İbn Hacer, Ümmü Kebşe’nin bu talebinin Mekke Fethinden sonra olduğunu aktarmaktadır.278 Kanaatimizce bu talep Bedir Savaşı öncesi olmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber’in “Sonunda uyulacak sünnet olmasa ve falanca kadın savaşa çıkmış denmese 272 Bir kimsenin, kölesini kendi ölümüne bağlı olarak âzat etmesi anlamında fıkıh terimi için bkz. Fahrettin Atar, “Tedbir”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2011, C. 40, s. 258. 273 Hz. Ömer, Ümmü Varaka’nın haberini alınca üzülmüş ve olayın akabinde şöyle söylemiştir: “Allah resûlü doğru söyledi. O, hep ‘Haydi kalkın şehideyi ziyaret edelim.’ derdi” ifâdeleri meşhurdur. İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 424; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 45, s. 253(Had. no: 27272). 274 İbn Abdülber el-İstî’âb adlı eserinde Ümmü Kebşe hakkında sâdece Kudâ‘a kabîlesinin Uzre koluna mensup olduğunu ve Said b. Amr b. el-Kureşî’nin ondan rivâyette bulunduğunu aktarır. İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1951. 275 Hz. Peygamber’e gelerek savaşa ısrarla katılmak isteyen Ümmü Kebşe’nin de adına Ümmü Varaka gibi ilerleyen dönemlerde gerçekleşen savaşlarda yer alan hanımlar arasında tesâdüf edilememektedir. Bunun sebebinin de daha sonra harbe katılmasına engel teşkil edici bir hastalığa mı yakalandı yoksa başka bir nedenle mi ismine rastlanılamamakta, müellifler bu konuda bizleri tenvir edici bir haber sunmamaktadır. 276 İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 6, s. 538(Had. no: 33653); İbn Ebû Âsım, el-Âḥâd ve’l-mes̱ânî, C. 6, s. 242(Had. no: 3473); Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, C. 25, s. 176(Had. no: 431); Ebû Nuaym el- İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3553; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 371, İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 455. 277 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 292. 278 İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 455. 44 izin verirdim.” ifâdelerinden de anlaşılacağı üzere bu sözlerin onca savaştan sonra söylenmiş olması mümkün gözükmemektedir. Ümmü’l-mü’minîn Hz. Âişe de bir keresinde Resûl-i Ekrem’e aynı talepte bulunmuş; “Ya Resûlullah! Biz cihâdı amellerin en fazîletlisi olarak biliyoruz. Biz de cihâda katılamaz mıyız?” diye sormuş, Allah resûlü de, “Hayır, siz cihâda katılamazsınız. Siz kadınlar için en fazîletli cihâd, makbul hac ibadetidir.” diye ifâde etmiştir.279 Bazı kaynaklarda ise cevâben hac ibadeti ile birlikte umre de zikredilmektedir.280 Hz. Peygamber başka bir hadislerinde ise kadınlar için en iyi kulluğun evlerinde olacağını, eşlerine yapacakları hizmetin cihâda eşit sayılacağını haber vermiştir.281 Kadınların savaşa katılma talepleri kimi zaman ise erkeklerin mîrastan kadınlara göre iki kat pay alması, savaşa iştirak ederek daha fazla sevap kazanıp ve bundan dolayı onlara karşı elde edilen bir üstünlük vesîlesi görmelerinden ileri gelmektedir. Nitekim Hz. Peygamber’in eşlerinden Ümmü Seleme, kadınların bu hislerine tercüman olarak Hz. Peygamber’e “Ey Allah’ın resûlü! Erkekler savaşıyor, biz savaşamıyoruz, biz mîrasta onların aldığının yarısını alıyoruz.”282 diyerek bu durumu kendisine îzah etmesini istemiş, bunun üzerine gelen âyette “Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri iç çekerek arzu etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da nasipleri var. Allah’ın lütfundan isteyin; şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir.”283 buyurularak erkeğin mîrastaki üstünlüğünün Allah Teâlâ tarafından verilmiş olan fıtrî/tabiî özelliklerden ileri geldiği anlaşılacağı şekilde bildirilmiştir.284 Zikri geçen ayetin te’vili ise kaynaklarda: “Amellere verilen sevap cihetiyle kadın ve erkek aynıdır. Aralarında bir fark yoktur. İnsanın erkek ve kadın olarak yaratılması, dünya malından nasiplerinin farklı olması gibi hususlarla ilgili maslahatlar Allah’ın 279 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 40, ss. 483-484(Had. no: 24422); Buhârî, “Cihâd”, 1, 62(Had. no: 2784, 2875-2876); Beyhakî, es-Sünen, C. 9, ss. 204-205(Hadis No; 8693). 280 İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 3, s. 122(Had. no: 12655); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 42, s. 198(Had. no: 25322); İbn Mâce, “Ḥac”, 8(Had. no: 2901). 281 Ali Toksarı, “Hz. Peygamber Döneminde Kadın”, Sosyal Hayatta Kadın, haz. İsmail Kurt, Seyit Ali Tüz, İstanbul, Ensar Neşriyat, 2005, s. 77. 282 Saîd b. Mansûr, es-Sünen, C. 4, s. 1236(Had. no: 624); İbn Râhûye, Müsnedü İshâk b. Râhûye, C. 4, s. 103(Had. no: 1870); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 44, s. 320(Had. no: 26736); Tirmizî, “Tefsir”, 5(Had. no: 3022); Beyhakî, es-Sünen, C. 18, s. 73(Had. no: 17864). 283 en-Nisâ 4/32. 284 Allah Teâlâ’nın arzu edilmesini veya göz dikilmesini yasakladığı şeyler arasında kadınların farklı mîras payları alması için bkz. Heyet, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, C. 2, s. 54. 45 ilminde’dir. İnsanlara düşen, kendisi için takdir edileni en iyi bir şekilde kullanıp değerlendirmektir. Yoksa Allah’ın takdirine giren hususlarda, başka şeyleri temenni etmeleri doğru değildir.”285 şeklinde ifâde edilmektedir. Hz. Peygamber’e Medine döneminin başlangıcında ve özellikle Bedir Savaşı öncesi kadınlar tarafından yapılan taleplere Rasûlullah’ın vermiş olduğu cevaplardan anlaşıldığı üzere, onların savaşlara fiili olarak iştirak etmelerine ihtiyaç duyulmadığı gibi münâsip de görülmemiştir. Zîra gerekçe olarak sunulan ifâdelerden de ortaya çıkmaktadır ki bu tutum düşmanlar tarafından gelebilecek ithâmların önüne geçmek istemesinden kaynaklanmaktadır. Aynı zaman diliminde müslüman kadınların harbe bilfiil katılmalarının dışında yaralıları tedâvi etme, hastalara bakma, askerlere su taşıma, ölüleri nakletme gibi geri hizmet sayılan hususlarda da kendilerine müsâade edilmediği görülmektedir.286 Kaynakların sunmuş olduğu bilgilere göre Bedir savaşına müslüman kadınlardan katılan olmamıştır. Hâlbuki aynı savaşta karşı tarafta yer alan Mekkeli müşrik ordusunun içerisinde kadınların hazır bulunduğu nakledilmektedir.287 2.2.2 İzin Verdiği Dönem Medine döneminin başlarında gerçekleşen savaşlarda Bedir’de olduğu gibi, müslümanların ilk askerî seferlerinin hiçbirinde hemşire, aşçı gibi vazîfelerde dahi kadınlara görev ve sorumluluk verilmemiştir.288 Ancak Hz. Peygamber’in bu tavrı ilerleyen zamanlarda değişmiş ve farklılık arz etmiştir. Bu açıdan müslüman kadınların kısa bir dönem hâricinde savaşlarda faal olarak rol aldıkları görülmektedir.289 Hâssaten 285 Mustafa Baktır, “İslam’da Kadının Çalışma Şartları”, Sosyal Hayatta Kadın, haz. İsmail Kurt, Seyit Ali Tüz, İstanbul, Ensar Neşriyat, 2005, s. 127. 286 Akman, Hz.Peygamber Döneminde Savaşlarda Kadın, s. 259. 287 Savaş, İslâm’ın İlk Asrında Kadın, s. 205. 288 Hamîdullah, İslâm Peygamberi, s. 835(md. 1707). 289 Bedir Savaşı’nda Müslümanlar üç sancak kullanmışlardır. Sancaklardan birisi beyaz, diğer ikisi siyahtır. Beyaz sancak Hz. Peygamber tarafından Mus‘ab b. Umeyr’e, siyah sancaklardan biri Hz. Ali’ye, diğer sancak ise sahâbeden başka birisine verilmiştir. Hz. Ali’ye verilen sancağın ismi Ukāb’dır. Bu sancak Hz. Âişe’nin çarşafından yapılmıştır. Bazı kaynaklarda ise Hz. Âişe’nin perdesinden yapıldığı belirtilmektedir. Ebû Muhammed Abdullāh b. Muhammed b. Ca‘fer b. Hayyân Ebü’ş-Şeyh, Aḫlâḳu’n- nebî ve âdâbüh, nşr. Sâlih b. Muhammed, Riyad, Dârü’l-müslim, 1418/1998, C. 2, s. 408; Ebû Muhammed Muhyissünne el-Hüseyn b. Mes‘ûd b. Muhammed el-Ferrâ’ Begavî, el-Envâr fî şemâʾili’n- nebiyyi’l-muḫtâr, thk. İbrâhim Yakubî, 1. bs., Dımaşk, Dârü’l-mektebî, 1416/1995, C. 2, s. 591; Ebû Muhammed b. Ali b. Ahmed b. Hadîde el-Ensârî İbn Hudeyde, el-Miṣbâḥu’l-muḍî fî küttâbi’n- nebiyyi’l-ümmî ve Rüsulihî ilâ Mülûki’l-Arż min ʿArabî ve ʿAcemî, nşr. Muhammed Azîmüddin, 2. bs., 46 yemek pişirmek, su taşımak, yaralıları tedâvi etmek, ölü ve hastaları muhârebe meydanından nakletmek gibi bir takım geri hizmetlerde ve hatta bazı kritik durumlarda bilfiil savaşa katılmak suretiyle savaşlarda yararlılık göstermişlerdir.290 Kaynaklardan elde edilen bilgilere göre Medineli hanımların Mekkeli hanımlara nazaran hem savaşlarda hem de günlük hayatta daha aktif rol aldıkları açıkça anlaşılmaktadır. Bunun sebebi olarak Medinelilerin, Mekkelilere nispetle daha yoğun savaş yapmalarının etkisi olduğu düşünülebilir.291 Nitekim Müslümanların Medine’ye hicretlerinden önce Medineli Evs ve Hazrec kabîleleri arasında 120 yıl sürdüğü aktarılan savaşların cereyân etmesi ve bu savaşların sonuncusu olan “Yevmü Buâs” diye bilinen savaşın daha hicretten beş veya altı yıl önce meydana gelmiş olması bu düşünceyi desteklemektedir.292 Müslüman kadınların ilk defa harbe katılımlarının Uhud Savaşı’nda olduğu görülmektedir. Bu savaş öncesi Hz. Peygamber’in ashâbı ile yapmış olduğu istişârede ashâptan bazı kimseler Medine’de kalarak savaşmayı, bu sebeple kadınların evlerin üzerinden düşmana taş atarak kendilerine destek sağlayabileceklerini dile getirmişlerdir.293 Taberânî’de yer alan Enes b. Mâlik tarafından nakledilen rivâyette, Hz. Peygamber’e gelerek harbe iştirak etme talebini dile getiren Ümmü Süleym’e Resûlullah, cihâdın kadınlara farz kılınmadığını söylemiş, bunun üzerine o da; yaralıları tedâvi edebileceğini, göz ağrılarına ilaç hazırlayabileceğini ve askerlere su taşıyabileceğini ifâde edince Hz. Peygamber: “O halde gazâya çıkmanız ne güzel olur.” buyurmuştur.294 Yine Enes b. Mâlik kanalıyla sunulan bilgide Uhud Gazvesi’nde Hz. Peygamber’in eşi Hz. Âişe ile annesi Ümmü Süleym’in çemrenmiş bir halde sırtlarında su kırbalarıyla cephede Beyrut, Âlemü’l-Kütüb, 1405/1985, C. 2, s. 134; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 7, s. 163; Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 1, s. 190; Naci Bakırcı, “Mevlana Müzesindeki Sancaklar”, Mevlâna Ocağı, Ed. Mehmet Bayyiğit, Konya, 2007, s. 243. Ukāb isimli sancak daha sonra Hayber’de de kullanılmıştır. Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 649; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 101; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 309. 290 Hamîdullah, İslâm’da Devlet İdâresi, s. 317(md. 529). 291 Levent Öztürk, İslâm Tıp Tarihi Üzerine İncelemeler, İstanbul, Ensar Neşriyat, 2013, s. 119. 292 Asri Çubukcu, “Buâs”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1992, C. 6, s. 340. 293 İbn İshak, es-Sîre, s. 324. 294 Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr, C. 1, s. 256(Had. no: 740); Ebû Nuaym Ahmed b. Abdillâh b. İshâk el- İsfahânî Ebû Nuaym el-İsfahânî, Ḥilyetü’l-evliyâʾ ve ṭabaḳātü’l-asfiyâʾ, thk. Muhammed es-Saîd b. Besyûnî Zağlûl, Beyrut-Kahire, Dârü’l-fikr-Mektebetü’l-Hancî, 1416/1996, C. 8, s. 265; Ebü’l-Hasen Nûrüddîn Alî b. Ebî Bekr b. Süleymân el-Heysemî, Mecmaʿu’z-zevâʾid, nşr. Hüsâmeddin el-Kudsî, Beyrut, Dârü’l-kitâbi’l-Arabî, t.y., C. 5, s. 324. 47 su taşıyarak yaralılara su verdiklerine şâhit olduğunu aktarmaktadır.295 Bu konuda benzer bir diğer talep ise Hayber Savaşı öncesi Ümeyye bint Kays b. Ebi’s-Salt tarafından dile getirilmiştir. Benî Gıfâr’dan bir grup kadınla birlikte Hz. Peygamber’in yanına gelen bu hanım sahâbî “Ey Allah’ın resûlü! Bu seferinde seninle birlikte olmak istiyoruz. Yaralıları tedâvi eder, elimizden geldiği kadar müslümanlara yardım ederiz.” demiş, Resûlullah da, “Haydi, Allah’ın bereketiyle...” diyerek bu talebi geri çevirmemiştir.296 Aynı savaş öncesi benzer istekle gelen bir diğer hanım Ümmü Sinân’a da Allah resûlü, “Allah’ın bereketiyle sende yola çık. Senin kavminden ve diğerlerinden bazı arkadaşların da var. Onlar benimle konuştular ve ben onlara çıkmaları için izin verdim. Eğer istersen kavminle, yok istemezsen bizimle birlikte çıkarsın.” diyerek onun da savaşa katılmasına izin vermiştir.297 Megāzî müellifi Vâkıdî, Hayber’e müslümanlardan yirmi kadar kadının katıldığını nakletmektedir.298 Hz. Peygamber’in yukarıda geçen rivâyetlerde vermiş olduğu cevaplardan anlaşılmaktadır ki müslüman kadınlar için harbe katılma onların aslî vazîfelerinin arasında yer almamakta ancak geri hizmetlerde ihtiyaç hâsıl eden husûsî durumlarda savaşa iştirak etmeleri gündeme gelebilmekteydi. Kaynaklarda ismine rastlayamadığımız Abdullah b. Üneys’in eşi olarak zikri geçen hanım sahâbînin Hayber’e eşi ile birlikte hâmile haliyle katıldığı ve yolda doğum yaptığı aktarılmaktadır.299 O’nun hâmileliğinin bu son döneminde savaşa çıkması hâiz olduğu kābiliyetlerinin varlığına ve geri hizmetlerde kadınlara duyulan ihtiyacın önemine binâen olduğu söylenebilir. Konunun anlaşılmasında kaynakların vermiş olduğu bilgilerden bir kaçını zikretmeyi burada yeterli görmekle berâber şunu ifâde etmek isteriz: Müslüman kadınların ilk zamanlar orduya katılmalarına izin verilmediğini, karşı tarafta müşrik ordusunun içerisinde kadınların yer aldığını zikretmiştik. Bu bilgilerden hareketle kadınların savaşa katılması sâdece müslümanlara özgü bir tutum ve davranış olmamış, karşı saflarda yer alan askerî birliklerde de hatta daha fazlaca rastlanan bir uygulama olmuştur. Bu nedenle çalışmamızı sadece müslüman kadınların savaşlarda göstermiş 295 Buhârî, “Cihâd”, 65(Had. no: 2880); “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 18(Had. no: 3811); “Meġāzî”, 18(Had. no: 4064); Müslim, “Cihâd”, 136(Had. no: 1811); Beyhakî, es-Sünen, C. 18, s. 103(Had. no: 17912). 296 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 290; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 277. 297 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 686-687; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 277; Taberî, et-Târîḫ, C. 11, s. 624. 298 Vâkıdî, el-Meġāzî, C.2, s. 685. 299 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 686; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 6, s. 314; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 144. 48 olduğu hizmetlerle sınırlı tutmayarak karşı tarafın birliklerinde yer alan kadınlar bağlamında da başlıklar altında ileride ele aldık. 2.2.2.1 Hz. Peygamber’in Hanımlarının Savaşa Katılması Hz. Âişe’nin “Resûlullah bir sefere çıkacağı zaman hanımları arasında kurâ çekerdi.”300 sözleri birçok kaynakta yer alan meşhur bir sözdür. Bir gün yeğeni Abdullah b. Zübeyr, Müreysî‘ Gazvesi’ndeki olaydan kendisine bahsetmesini istemiş, Hz. Âişe cevâben: “Ey yeğenim! Resûlullah bir sefere çıkacağı zaman hanımları arasında kurâ çekerdi. Kimin kurâsı çıkarsa Resûlullah onunla çıkardı. Resûlullah ne seferde, ne de Medine’de iken ondan ayrılmamı istemiyordu. el-Müreysî‘ Gazvesi’ne çıkmak istediği zaman aramızda kurâ çekti; kurâ bana ve Ümmü Seleme’ye çıktı. Onunla birlikte yola çıktık.”301 demiştir. Rivâyetin devamı niteliğinde geçen bilgilerde ise müslümanlar el- Müreysî‘ suyuna yerleşmiş orada Resûlullah için deriden bir çadır kurulmuş ve hanımlarından Hz. Âişe ile Ümmü Seleme yanında bulunmuşlardı. Hz. Peygamber’in savaşlara yanında eşlerinden birini de götürme uygulaması kadınların savaşa katılımının söz konusu olduğu döneme tasâdüf etmektedir. Kadınların savaşa dâhil olarak fedâkârca göstermiş oldukları hizmetlerden Peygamber eşleri de geri durmamış, onlar da bu vazîfelere tâlip olmuşlardır. Nitekim Ümmü Seleme tarafından sunulan bir bilgide bu durumu, “İçinde savaş ve korku bulunan çok sayıda savaşlarda, Resûlullah ile birlikte bulundum: el-Müreysî‘, Hayber, Hudeybiye, Mekke’nin Fethi ve Huneyn… Fakat bunların hiçbirisi Hendek(savaşı) kadar yorucu ve korkutucu değildi.” sözleriyle ifâde etmiştir. Vâkıdî’nin naklettiği bir haberde müslümanların hendek kazma işi bittiği vakit savaş alanında Allah resûlü için deriden bir çadır kurulmuş ve Resûlullah’ın eşleri Hz. Âişe birkaç gün, Ümmü Seleme birkaç gün ve Zeyneb bint Çahş birkaç gün yanında sırayla kaldıkları nakledilmektedir.302 Ayrıca yine aynı eserde Ümmü 300 Şâfiî, el-Müsned, s. 261; Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 426; Ebû Bekr Abdürrezzâk b. Hemmâm b. Nâfi‘ es-San‘ânî Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muṣannef, nşr. Habîburrahman el-A‘zamî, Beyrut, el-Meclisü’l- ilmî, 1970/1983, C. 5, s. 410(Had. no: 3748); Dârimî, Nikâḥ, 26(Had. no: 2254), Cihâd, 31(Had. no: 2467); Buhârî, “Şehâdât”, 30(Had. no: 2688), “Cihâd”, 64(Had. no: 2879), “Nikâḥ”, 98(Had. no: 5211); Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 88(Hadis No; 2445), “Tevbe”, 56(Had. no: 2770); Ebû Bekr Ahmed b. Alî b. Sâbit el-Bağdâdî Hatîb el-Bağdâdî, Târîḫu Medîneti’s-selâm (Târîḫu Bağdâd), nşr. Beşşâr Avvâd Ma‘rûf, Beyrut, Dârü’l-garbi’l-İslâmî, 1422/2001, C. 16, s. 183. 301 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 426; Abdullah b. Zübeyr rivâyeti için bkz. İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 243; Ebû Zeyd Ömer b. Şebbe en-Nümeyrî el-Basrî İbn Şebbe, Târîḫu’l-Medîneti’l-münevvere, thk. Fehîm Muhammed Şeltût, Cidde, 1399/1979, C. 1, s. 328. 302 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 454. 49 Seleme’nin Resûlullah’ın yanından savaş boyunca hiç ayrılmadığı ve Allah’ın Nebî’sinin bizzat hendeği koruduğu ifâde edilmektedir.303 Müelliflerin sunduğu haberlerden müslüman kadınların savaşlara katılmalarının gelişi güzel sebeplere dayanmadığı ve bâhusus sâhip oldukları bilgi ve tecrübelerle yemek yapma, su taşıma, yaralıları tedâvi etme, ilaç hazırlama gibi hususlarda ihtiyaca binâen olduğu açıkça görülmektedir. Hz. Peygamber’in eşlerini de berâberinde savaşlara götürmesi hem bu gereksinimin karşılanması hem de Resûl-i Ekrem’in onların özellikle bazılarının isâbetli görüşleri sebebiyle hanımlarından fikir alış-verişinde bulunmak istemesinin de etkisi olduğunu düşünmekteyiz. Nitekim Hudeybiye’de gerçekleşen Hz. Peygamber’in Ümmü Seleme ile olan istişâre hâdisesi bu düşüncemize zemin teşkil etmektedir. Bu konuyu ileride ayrı bir başlık altında sunacağımız için şimdilik bu hususa sadece işâret etmekte yetineceğiz. Tespitlerimize göre ezvâc-ı tâhirâttan Uhud Gazvesi’nde yalnızca Hz. Âişe,304 Benî Mustaliḳ Gazvesi’nde Ümmü Seleme ile Hz. Âişe,305 Hendek Gazvesi’nde Ümmü Seleme, Hz. Âişe ve Zeyneb bint Çahş,306 Benî Kurayza Gazvesi’nde yok(tespit edemedik), Hudeybiye Musâlahası’nda Ümmü Seleme,307 Hayber Gazvesi’nde Ümmü Seleme,308 Mekke Fethi’nde Ümmü Seleme ile Meymûne,309 Huneyn Gazvesi’nde yok(tespit edemedik), Tâif Gazvesi’nde Ümmü Seleme310 ile Zeyneb bint Çahş311 Hz. Peygamber ile birlikte savaşa iştirak etmiştir. Muâsır yazarlardan Mevlânâ Şibli Numânî, Hz. Peygamber’in Tebük Gazvesi’nde, diğer savaşların aksine yanına eşlerinden hiçbirini almadığını, âile fertlerini korumak için de Hz. Ali’yi geride bıraktığını söyler.312 Ancak Vâkıdî’den rivâyetle 303 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 464. 304 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 265. 305 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 407; C. 2, s. 426; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 60. 306 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 454. 307 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 613. 308 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685. 309 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 829, 868; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 388. 310 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, s. 926; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 4, s. 121; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 146. 311 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, s. 926; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 4, s. 121; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 146. 312 Mevlânâ Şibli Numânî, Son Peygamber Hz.Muhammed, çev. Yusuf Karaca, İstanbul, İz Yayıncılık, 2014, s. 346. 50 kaynaklar aynı gazâda Resûlullah’ın yanında zevcesi Ümmü Seleme’nin bulunduğunu haber vermektedir.313 2.3 KADINLARIN SAVAŞA KATILMALARININ HUKŪKÎ DURUMU Allah yolunda can, mal, dil ve diğer vâsıtalarla savaşmak ve bu uğurda elinden geleni yapmak olarak târif edilen cihâd, İslâm hukukuna göre farz-ı kifâye kabul edilmektedir.314 Cihâd savaşa ehil olan herkesin üzerine farz olmakla birlikte, bir kısım müslümanın yerine getirmesiyle diğerlerinden bu farziyet sâkıt olmaktadır.315 Kur’ân’da yer alan birçok âyet ve Hz. Peygamber’in hadislerine göre savaş, her müslüman erkek için zarûrî bir görevdir.316 Bu sebeple fakihler çocuğa, köleye, kadına, köre, kötürüme ve eli kesik olana cihâdın vâcip olmadığını söylemişlerdir.317 Ancak düşmanın İslâm beldesine hücum etmesi veya erkek sayısının yetersiz olması gibi genel seferberlik(nefîr- i âmm) gerektiren vaziyetlerde farz-ı ayn olduğu konusunda müslüman hukukçular ittifak etmişlerdir.318 Kadınların harbe iştirak etmeleri hep bir sebebe bağlanmış ve doğrudan katılmaları uygun görüşmemiştir. Zîra kadın erkeğe nispeten fizyolojik açıdan daha nahif, zayıf ve çelimsiz yaratılmıştır. Erkek sert ve katı tabiatıyla maddî güç ve kuvvet bakımından ondan daha kudretlidir. Ayrıca kadınlara mahsus bazı özel hallerin onlarda meydana getirdiği bedensel ve ruhsal haller de savaş alanında yüklenecekleri bir takım görevleri tam olarak icrâ edememelerine neden olabilmektedir.319 Bir diğer neden olarak ise kadınların harbe katılmalarının müslümanların nâmuslarının teşhiri söz konusu olup, 313 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, s. 1036; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâilü’n-Nübüvve, nşr. Muhammed Revvâs, Abdülber Abbâs, Beyrut, Dârü’n-nefâis, 1406/1986, C. 1, s. 521; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 40, s. 189; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 14, s. 52. 314 Ebû Bekr Ahmed b. Alî er-Râzî Cessâs, Şerḥu Muḫtaṣari’ṭ-Ṭaḥâvî, nşr. Sâ‘id Bekdâş v.d., Beyrut, Dârü’l-beşâiri’l-İslâmiyye-Dârü’s-Serrâc, 1431/2010, C. 7, s. 5; Ebü’l-Kāsım Ubeydullāh b. Hüseyn b. Hasen b. el-Cellâb el-Basrî İbnü’l-Cellâb, et-Tefrîʿ fî Fıkhi’l-imâm Mâlik b. Enes, thk. Seyyid Kesrevî Hasan, Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1428/2007, C. 1, s. 248; İbnü’l-Mehâmilî, el-Lübâb fi’l-fıḳhi’ş- Şâfi‘î, nşr. Abdülkerîm b. Suneytân el-Amrî, 1. bs., Medine, 1416, s. 372; Kudûrî, el-Muḫtaṣar, s. 231; Mergīnânî, el-Hidâye, C. 4, s. 217; İbn Kudâme, el-Muġnî, C. 9, s. 196; Radıyyüddîn Ebû Bekr b. Alî b. Muhammed el-Haddâd, el-Cevheretü’n-neyyire, nşr. İlyâs Kaplân, Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1427/2006, C. 2, s. 571. 315 Cihâdın farz-ayn olduğu üç durum için bkz. İbn Kudâme, el-Muġnî, C. 9, s. 197. 316 Âyetler için bkz. en-Nisâ 4/95; et-Tevbe 9/122; el-Hac 22/78. 317 Kudûrî, el-Muḫtaṣar, s. 231; Mergīnânî, el-Hidâye , C. 4, s. 219; Haddâd, el-Cevhere, C. 2, s. 571. 318 Kâsânî, Bedâʾiʿ, C. 9, s. 381; Serahsî, Siyeri’l-kebîr, C. 1, s. 129; Zühaylî, el-Fıḳhü’l-İslâmî, C. 6, s. 417. 319 Baktır, İslâm’da Kadının Çalışma Şartları, s. 128. 51 düşmanın buna sevinmesine engel olmak istenmesidir.320 Bunun yanında ayrıca müşrikler tarafından bu durumun müslümanların acizliğe düşüp kadınlara muhtaç kaldığı şeklinde muhtemel yorumda bulunmalarının da önüne geçilmek istenmesi eklenebilir.321 Bu gibi sebeplerle kadınların doğrudan savaşlara katılması ilk başlarda uygun görülmemiş, ancak müslümanların içinde bulunduğu zarûret anlarında onların da katılmalarına müsâade edilmiştir. Hanefi hukukçusu Serahsî savaşlarda ihtiyaç halinde kadınların harbe katılmasına Ümmü Süleym’in Huneyn Gazvesi’ndeki olayını delil olarak sunmaktadır. Huneyn savaşına katılan Ümmü Süleym, düşman karşısında dağılıp kaçan müslüman askerleri görünce Hz. Peygamber’e “Ya Resûlullah! Şu savaştan kaçıp seni düşman arasında yardımsız bırakanları gördün mü? Şâyet Allah sana imkân verirse onları affetme!” demiş, Resûlullah’da; “Ya Ümmü Süleym! Allah’ın koruması daha geniştir.” demiştir. Ne var ki Ümmü Süleym sözlerini üç kez tekrar etmesi üzerine her seferinde de Resûlullah’tan aynı cevabı almıştır.322 Serahsî, Resûlullah’ın Ümmü Süleym’in savaşa katılmasına engel olmamasını, zorunlu hallerde kadınların savaşa katılabileceğini, bu olayın bu duruma mesned teşkil ettiğini ifâde etmiştir.323 Müellif ilâveten Ümmü Mutâ‘’nın da Hz. Peygamber ile Hayber Savaşı’na katıldığını ve Allah resûlünün ona engel olmamasını bir başka delil olarak ayrıca zikretmektedir.324 Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’inin Kitâbü’t-Ṭıb bölümünde Rubeyyi‘ bint Muavviz’in, “Biz Resûlullah ile birlikte savaşır ve askerlere su taşır, onlara hizmet ederdik. Ölüleri ve yaralıları da Medine’ye naklederdik.”325 dediğini rivâyet etmiş, Kastallânî ise bu hadisin şerhinde zarûret halinde bir kadının yabancı bir erkeği tedâvi edebileceğini ifâde etmiştir.326 320 Kaynaklarda geçen bir bilgide, Uhud savaşına yaralılara su vermek için katılan Ümmü Eymen’in savaş esnasında Hibbân b. el-Arika isimli müşriğin atmış olduğu ok eteğine isâbet ederek açılmasına sebep olmuştu. Oku atan müşriğin aşırı derecede gülmesi Hz. Peygamber’in canını sıkmış ve Sa‘d b. Ebû Vakkās’a demiri olmayan bir ok vererek ona atmasını söylemişti. Sa‘d b. Ebû Vakkās’ın attığı ok Hibbân’ın boğazına isâbet edince sırt üstü yere düşmüş ve avret yeri açılmıştı. Bunun üzerine sevinen Resûlullah “Sa‘d kadının intikāmını aldı.” demişti. Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 241. 321 İbn Kudâme, el-Muġnî, C. 9, s. 215. 322 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, ss. 902-903. 323 Serahsî, Siyeri’l-Kebîr, C. 1, s. 130. 324 Serahsî, Siyeri’l-Kebîr, C. 1, s. 130. 325 Buhârî, “Ṭıb”, 2(Had. no: 5679). Buhârî söz konusu hadisin geçtiği babın başlığını “Erkek kadını, kadın da erkeği tedâvi eder mi” (ل َ َّرُج َّرُجُل الَمْرأَةَ أَِو الَمْرأَةُ ال .şeklinde koymuştur (َهْل يُدَاِوي ال 326 Kastallânî, İrşâdü’s-sârî, C. 8, s. 361. 52 Askerî tarih alanında çalışmalarıyla tanınan asker, düşünür ve yazar olan Mahmûd Şît Hattâb, askerliğe kabul şartlarını sayarken ilk maddeye belirli bir yaş olgunluğuna ulaşmayı, bülûğa erişmeyi saymaktadır. O, askerlik vazîfesine sâdece rüşde eren erkeklerin değil bülûğa eren kadınların da zarûret halinde katılabileceğini ifâde etmektedir. Ayrıca müellif Hz. Peygamber döneminde kadınların harbe iştirak ettiklerini ve çeşitli görevlerde yardımlarda bulunduklarını dile getirdikten sonra, Dört Halîfe ve Emevîler zamanında da devam eden bu uygulamanın ilk olarak Abbasîler döneminde son bulduğunu ve Abbasîlerin askerliğe beşinci şart olarak erkek olmayı getirdiğini kaydetmektedir.327 Hanefi hukukçularından bazıları, İslâm ordusunun büyük olması halinde berâberinde kadınların katılmasında bir beis görmemişler, ordunun büyük olmasını onların emniyeti için yeterli bulmuşlar ve bu sebeple emniyetsiz addettikleri küçük birliklerle çıkmalarını mekruh saymışlardır.328 İslâm hukukçularından Şeybânî ise gerek büyük orduda gerekse küçük seriyyelerde genç kadınların savaşa katılmasını uygun bulmamış, onların fitneye sebebiyet vermemesi açısından evlerinde kalmalarını, yaşlı hanımların ise yaralıları tedâvi için büyük ordulara katılmalarında bir sakıncanın olmadığını söylemiştir.329 Bir diğer açıdan fakihler kadının kocasından,330 kölenin efendisinden, çocuğun velisinden izni olmadıkça savaşlara katılamayacağını ifâde ettikten sonra seferberlik halinde memleketin müdâfaası her müslüman üzerine vâcip olacağından, izin gerekmeksizin savaşa katılabileceklerini bildirmişlerdir.331 Netice olarak müslüman kadınların iffet ve nâmuslarına halel getirmemek ve dolayısıyla fitneye vesîle olamamak kayıt ve şartı ile hanımların zarûret halinde savaşta geri hizmetlerde bulunmak için katılmalarına bazı İslâm hukukçuları tarafından cevaz verilmiştir. 327 Hattâb, Komutan Peygamber, ss. 32-33. 328 Kudûrî, el-Muḫtaṣar, s. 231; Merğinânî, el-Hidâye, C. 4, s. 225; Haddâd, el-Cevhere, C. 2, s. 573. 329 Serahsî, Siyeri’l-kebîr, C. 1, s. 140. 330 Kocasının izni olmaksızın kadının cihâda katılması câiz değildir. Çünkü evlilik haklarını yerine getirmek farz-ı ayn’dır. O bakımdan bu, kifâye olan farzdan önce gelmektedir. Kâsânî, Bedâʾiʿ, C. 9, s. 382. 331 Kudûrî, el-Muḫtaṣar, s. 231; Merğinânî, el-Hidâye, C. 4, s. 219; Haddâd, el-Cevhere, C. 2, s. 573. 53 2.4 SAVAŞTA MÜŞRİK KADINLARIN ÖLDÜRÜLMESİNİN YASAK OLUŞU Hz. Peygamber’den önce Câhiliye dönemi savaşlarında savaşa katılmayanlar hakkında özel bir hukuk teâmülü gözetilmemiş ve muhârib savaşçıların yanı sıra kadın, çocuk, yaşlı, hasta, engelli demeden hepsi aynı muâmeleye tâbi tutulmuşlardır. Savaşlarda bu şekilde bir ayrım gözetmeyen Câhiliye Arapları katılsın veya katılmasın hiçbir kimseyi öldürmekten geri durmamıştır. Ayrıca Araplar hasımlarını hor ve hakir bırakmak için kadınları bir araç olarak kullanmış, hiddet ve hınçlarının çoğunu onlardan bilhassa hâmile kadınların karınlarını deşmek suretiyle çıkarmışlardır.332 Bilhassa asabiyetin öne çıktığı bu savaşlarda savaşın geri planında kalarak savaşa bilfiil dâhil olmayan bu insanların uğrayabileceği zararı Muallaka şâirlerinden Amr b. Külsûm: “(Ya mağlûb ederek) onlar bizim çocuklarımızı yok ederler veyâhut biz onların çocuklarını yok ederiz.”333 şeklinde ifâde etmiştir. İslâmî kaynaklarda yer alan birçok rivâyette Hz. Peygamberin savaşlarda özellikle kadın ve çocuklarla berâber yukarıda zikredilen muhârib gücü temsil etmeyen bu kimselerin öldürülmesini yasaklayarak bu sayede onlara gelebilecek zararın önüne geçmek istediği görülmektedir. İbn Ömer tarafından aktarılan bir hadiste Resûlullah gazvelerin birinde bir kadını öldürülmüş olarak görünce ashâbını kadın ve çocukları öldürmekten men ettiğini zikretmektedir.334 Bu rivâyeti îzah eden Kâsânî, savaşta bilfiil savaşmayan kimsenin öldürülmemesi gerektiğini, anlam açısından savaşma kavramının ise; fikir sunma, teşvik etme, yol gösterme vb. eylemler anlamına geldiğini ve bunlardan herhangi biriyle düşmana yardım eden bu kimselerden birinin öldürülebileceğini bildirmektedir.335 Aynı rivâyeti benzer şekilde açıklayan Haskefî ise savaşta kadınların, çocukların, delilerin, bağırıp çağıramayacak derecede yaşlı olanların, körlerin, topalların, kötürümlerin, insanlara karışmayan rahip ve kilise ehlinin öldürülemeyeceğini fakat 332 Mustafa Ağırman, Hz. Peygamber’in Savaş Stratejisi, (Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 1992, s. 44. 333 Yaltkaya, Yedi Askı, s. 91. 334 İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 6, s. 482(Had. no: 33112); Dârîmî, Siyer, 25(Had. no: 2505); Buhârî, “Cihâd”, 147-148(Had. no: ...-3015); Müslim, “Cihâd”, 24-25; Ebü’l-Kāsım Temmâm b. Muhammed b. Abdillâh el-Becelî er-Râzî Temmâm er-Râzî, el-Fevâ’id, thk. Hamdî b. Abdülmecîd es-Selefî, 1. bs., Riyad, Mektebetü’r-rüşd, 1412/1992, C. 2, s. 115; İbn Mâce, “Cihâd”, 30(Had. no: 2841); Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 119(Had. no: 2668); Şâmî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, C. 9, s. 118. 335 Kâsânî, Bedâʾiʿ, C. 9, s. 399. 54 bunlardan herhangi birinin kral yâhut savaşabilir yâhut savaşta görüş sâhibi olur veya mal sâhibi olup savaşa yardım ederse öldürülebileceğini ifâde etmektedir.336 Bu kimselerin öldürülmesinden de murâdın düşmanın moral ve motivasyonunun kırılarak müslümanlar üzerinde oluşabilecek her türlü menfî durumu engellemek veya tesir gücünü azaltmak istenmesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.337 Nitekim Kur’ân’ın “İşte o zaman sizde küfrün elebaşları ile savaşın”(Tevbe 9/12) âyetinin bu görüşü teyit ettiği söylenmektedir.338 Bu mevzûda bir başka hadis de Rebâh b. Rebî tarafından aktarılmaktadır. Rivâyete göre Hz. Peygamberle birlikte bulunduğu bir savaşta insanların bir şeyin etrâfında toplandığını gören Allah resûlü, durumu kendisine bildirmesi için oraya bir adam gönderir ve olay mahalline gidip dönen kişinin, insanların öldürülmüş339 bir kadın etrâfında toplandığını haber vermesi üzerine ise Resûlullah: “Bu kadın savaşmıyordu.” diyerek şâhit olunan olayın yanlışlığını bildirir. Haberin devamında ileri birliğin başında bulunan Hâlid b. Velîd’e de bir adam gönderen Hz. Peygamber: “Hâlid’e söyle hiçbir kadını ve (savaşın dışında bir iş için) kiralanmış ve (emir altında) bulunan bir kimseyi öldürmesin.” diye emreder.340 Rebâh b. Rebî rivâyetinde geçen bu hâdisenin nerede olduğuna dâir hadis kaynaklarında müellifler tarafından meşhur bir bilgi sunulmamaktadır. Ancak bazı eserlerde olayın Mekke’nin Fethi341 veya Huneyn Gazvesi’nde342 vukū bulduğuna dâir farklı bilgiler yer almaktadır. Mevzûmuzun esâsını teşkil eden rivâyeti ele alan muhaddis ve fakih Âzîmâbâdî’ye göre bu hadis, savaşta kadınları ve çocukları öldürmenin câiz olmadığına 336 Alâüddîn Muhammed b. Alî b. Muhammed el-Haskefî, ed-Dürrü’l-muḫtâr, thk. Abdülmünʻim Halîl İbrâhîm, Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1423/2002, C. 1, s. 330. 337 Serahsî, el-Mebsûṭ, C. 10, s. 5. 338 Hamîdullah, İslâm’da Devlet İdâresi, s. 280(md. 459). 339 Kadını Halid b. Velid’in öldürdüğüne dâir bkz. Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, s. 912; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 4, s. 100; İbn Hibbân, es-Sîretü’n-nebeviyye , C. 1, s. 353; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 136. 340 Saîd b. Mansûr, es-Sünen, C. 2, s. 280(Had. no: 2623); Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 119(Had. no: 2669); Ebû Ya‘lâ Ahmed b. Alî b. el-Müsennâ et-Temîmî Ebû Ya‘lâ el-Mevsılî, el-Müsned, nşr. Hüseyin Selîm Esed, 2. bs., Dımaşk-Beyrut, Dârü’l-Memûn li’t-türâs, 1410/1990, C. 3, ss. 115-116(Had. no: 1546); Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr, C. 5, s. 73(Had. no: 4621). 341 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 10, s. 173(Had. no: 5959); Serahsî, el-Mebsûṭ, C. 10, s. 5; Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed İbn Hacer el-Askalânî, İtḥâfü’l-mehere bi’l-fevâʾidi’l- mübtekire min eṭrâfi’l-ʿaşere, thk. Züheyr b. Nâsır en-Nâsır v.d., 1. bs., Medine, 1415/1994, C. 9, s. 323. 342 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, s. 912; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 4, s. 100; İbn Hibbân, es-Sîre, C. 1, s. 353; İbnü’l- Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 136. 55 delil teşkil etmektedir. İmam Mâlik ve Evzâî’nin de bu şekilde hükmettiğini bildiren şârih, bu iki âlimin görüşünün kadın ve çocukların hiçbir durumda öldürülemeyeceğini, Şâfiî ve Kûfe âlimlerine göre ise kadının savaşa katılması durumunda öldürülmesinin câiz olduğunu bildirmektedir.343 Aynı hadisi yorumlayan bir diğer şârih Hattâbî ise, kadının savaştığı takdirde öldürülmesinin câiz olduğunu ifâde etmektedir. Zîra görüldüğü üzere Hz. Peygamber kadının öldürülmesinin haramlığına sunduğu esbâb-ı mûcibe kadının savaşmama halidir. Bu sebeple o da savaşa katılan kadının öldürülmesini tecvîz etmektedir.344 Kaynaklarda zikredilen bu hadislerden genel hüküm olarak kadınların savaşlarda öldürülmelerinin yasak olduğu beyân edildiği görülsede, İbn Mâce tarafından sunulan bir rivâyette, “Bu kadın savaşanlar içinde savaşmış değildi.” ifâdesi bu yasağın yalnız harbe iştirak etmeyen kadınları kapsadığı yoksa fiilen savaşa katılan kadınların öldürülmesinde bir sakıncanın bulunmadığı anlaşılabilmektedir. Nitekim Ebû Dâvûd’un el-Merâsîl adlı eserinde İkrime’den naklettiği, “Peygamber Tâif’te öldürülmüş bir kadın gördü ve bunun üzerine “Ben sizi kadınları öldürmekten men etmedim mi? Bu öldürülen kadının sâhibi kim? dedi. Bir adam: “Ey Allah’ın resûlü, ben bu kadını arkama bindirdim, o ise beni yere çalarak öldürmek istedi. Ben de onu öldürdüm.” dedi. Bunun üzerine Resûlullah da kadının gömülmesini emretti.”345 hadisi ile bu düşünceyi desteklediği söylenebilmektedir. Ayrıca burada Hz. Peygamber’in kadını öldüren kişiye herhangi bir şey demeyip sadece onu takrir buyurması mukâteleye katılan kadının öldürülebileceğine bir başka delil teşkil ettiği ifâde edilmektedir.346 Burada değinmemiz gereken bir diğer benzer konu, müslümanların geceleyin düzenledikleri baskınlarda arada kalan kadın ve çocukların da öldürülmesidir. Olayı nakleden râvî Es-Sa‘b b. Cessâme’nin347 anlattığına göre bir defasında Hz. Peygamber’e savaşan müşriklerden âile sâhibi olanların, müslümanların gece düzenledikleri baskınlarda ayırt edilemeyerek onların hâne halkından kadın ve ergenlik çağına varmamış 343 Azîmâbâdî, Avnü’l-mabûd, C. 7, s. 329. 344 Hattâbî, Meʿâlimü’s-Sünen, C. 2, s. 280. 345 Ebû Dâvûd Süleymân b. el-Eş‘as b. İshâk es-Sicistânî el-Ezdî Ebû Dâvûd, el-Merâsîl, thk. Şuayb el- Arnaût, 1. bs., Beyrut, Müessesetü’r-risâle, 1408/1988, s. 247(Had. no: 333). Ayrıca benzer rivâyet için bkz. Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, s. 912. 346 Ahmed Davudoğlu, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi: Selâmet Yollar, İstanbul, Sönmez Yayınları, t.y., C. 4, ss. 109-110. 347 Müslim ve Ebû Dâvûd’un zikrettiği hadislerde soruyu soran kişinin İbn Cessâme olduğu görülmektedir. 56 çocuklarının da isâbet aldığı bu sebeple yaralandıkları ve öldükleri sorulmuştur. Hz. Peygamber de, “Onlar da onlardan(müşriklerden)’dır”348, bazı rivâyetlerde ise “Onlar da babalarındandır.”349 diyerek cevap vermiştir. Buhârî şârihi Kastâllânî “Onlar da onlardandır.” cümlesini şu şekilde îzah etmektedir: “Maksat, savaş esnasında kasten kadın ve çocukların öldürülmesi değildir. Fakat geceleyin düzenlenen baskınlar gibi müşrik erkeklerle ayırt etmenin mümkün olmadığı hallerde kadın ve çocuklar öldürülebilir. Eğer kadın ve çocuklara zarar vermeden müşrik erkeklerin öldürülmesi mümkünse onları öldürmek câiz değildir.”350 Hattâbî ise aynı hadisin yorumunda “Müşrik kadınlar ve çocuklar dînî hükümler açısından âile reisine tâbidirler. Ancak savaşta ayırt edilemedikleri zarûrî hallerde öldürülürler. Aksi halde öldürülmezler.”351 diyerek Kastallânî’nin ifâdelerine yakın bir yorumda bulunmaktadır. Zührî ise bahsi geçen hadisin neshedildiğini söylemektedir. Fakat yukarıda geçen açıklamalardan da anlaşılacağı üzere müşriklerin kadınlarının ve çocuklarının katledilmesi mutlak olarak emredilmemiş, özellikle ayırt etmenin mümkün olmadığı zarûrî hallere mahsus olduğu ve bu hükümlerin ayrıca kıyamete kadar geçerli olduğu ifâde edilmektedir.352 Düşmanın kadınlarını ve çocuklarını veya ellerindeki müslüman esirleri savaşta kalkan olarak kullanmaları durumunda fakihler, bunların da isâbet alarak zarar görebileceği endişesiyle savaşın en düşük keyfiyette devam etmesi gerektiği husûsunda ittifak etmişlerdir. Ancak düşük keyfiyetin derecesini belirlemede aynı ittifakı göstermemişlerdir. Kimi âlimler, düşmanın müslümanları zaafa uğratacakları bir usûl haline getirilmemesi için hedef alınabileceğini belirtirken ekseriyet; savaşın kesilmesi, müslümanların yenilgiye uğraması veya daha fazla zarara uğramaları gündeme gelirse zarûreten bu yola mürâcaat edilebileceği belirtmişlerdir.353 Hâfız İbn Hacer’in yapmış olduğu açıklamada ise, İmam Mâlik ve Evzâî’nin, savaşta müşriklerin ellerinde bulunan 348 İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 6, s. 485(Had. no: 33137); Buhârî, “Cihâd”, 146(Had. no: 3012); Müslim, “Cihâd”, 26, 27(Had. no: 1745, …); İbn Mâce, “Cihâd”, 30(Had. no: 2839); İbn Ebû Âsım, el-Âḥâd ve’l-mes̱ânî, C. 2, s. 169(Had. no: 904). 349 Müslim, “Cihâd”, 28(Had. no: …); Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 119(Had. no: 2672). 350 Kastallânî, İrşâdü’s-sârî, C. 5, s. 146. 351 Hattâbî, Meʿâlimü’s-Sünen, C. 2, s. 282. 352 Kollektif(terc. ve şerh), Sünen-i Ebû Dâvûd Terceme ve Şerhi, haz. Nimet Ceylan, Hatice Kakı, İstanbul, Şamil Yayınevi, 2011, C. 10, s. 225. 353 Yaman, “Savaş”, (DİA), C. 36, s. 193. 57 kadın ve çocuklardan kalkan olarak faydalansalar dahi öldürülmemeleri gerektiğini söylemektedir.354 Son olarak Mâlik b. Enes’in sunmuş olduğu bir bilgide, “Resûlullah, İbn Ebî Hukayk’ın oğlunu öldürenlerin kadın ve çocukları öldürmekten men etmesi üzerine onlardan birisi şöyle demektedir: “Ebû Hukayk’ın oğlunun hanımı bağırarak önümüze çıktı. Hemen kılıcımı kaldırdım, tam bu esnada Hz. Peygamber’in yasağı aklıma geldi. Derhal kendimi tuttum. Eğer kadınların öldürülmesine dâir Peygamber’in koymuş olduğu bu yasak olmasaydı o kadını öldürüp kurtulurduk.”355 Bu hadisten hareketle hem ashâbın Resûlullah’ın emirlerini yerine getirme husûsunda ne kadar hassas olduklarını hem de Hz. Peygamber’in emri neticesi müslümanların kadınları öldürmeden imtinâ eder bir hale geldiklerini söylemek mümkündür. Nitekim bu konuda kaynaklarda bahsi geçen başka rivâyetleri ileride diğer konu başlıkları altında yeri geldikçe zikredeceğiz. 354 Sünen-i Ebû Dâvûd Terceme ve Şerhi, C. 10, ss. 221-222. 355 İmam Mâlik, el-Muvaṭṭaʾ, “Cihâd”, 8. 58 İKİNCİ BÖLÜM KADINLARIN SAVAŞ ESNASINDAKİ ROLLERİ 1. CÂHİLİYE KADINININ ROLLERİ 1.1 TEŞVİK VE CESÂRETLENDİRME 1.1.1 Şiir ve Şarkı Okuma Câhiliye döneminde şiir, toplum hayatının seciye, ahlak, âdet, gelenek ve inanç gibi esaslarda insanın düşünce ve fikir hayatını yansıtan birçok hususta kendini ifâde ettiği en mühim vasıta olarak telakkî edilmektedir. Bu bağlamda tarih kitaplarında zikredilen, “Şiir Arab’ın akıl defteridir.” sözü bu nazariyeyi teyit etmektedir.356 Ayrıca araştırmacılar, Câhiliye toplumunda meydana gelen savaşlar ve baskınlar gibi târihî hâdiseler hakkında fikir vermesi açısından şiirin en önemli kaynaklardan biri olduğu husûsunda ittifak etmektedirler.357 Araplar şâirlere büyük kıymet vermekte, halk arasında onları en önde gelen kimseler saymaktaydı. Günümüz toplumlarını çevresinde toplayan âlî bir hânende ya da ünlü bir ses sanatçısı gibi o dönemin insanları da şâirlerin etrâfında bir araya gelerek inşâd ettiği şiirlere kulak vermekteydi. Bir kabîlenin içinden nitelikli bir şâir çıktığında ise bundan fazlasıyla memnun olunmakta tebrik etmeye gelen kabîlelere ise sofralar kurup ikramlar verilmekteydi.358 Câhiliye toplumunda, sâhip olduğu sihir-âmiz beyân gücünden dolayı “bilen” dedikleri şâiri, Goldziher ise, “tabiatüstü sihrî bilgiye sâhip olan sezişle bilen”359 şeklinde daha kapsamlı ifâde etmiştir. Savaşların yoğun yaşandığı bu çağda şâirin mâlik olduğu ifâde gücü, cemiyette yalnız sanat çerçevesinde değerlendirilmemiş özellikle düşmanlar karşısına onları zillete düşürme ve kābiliyetlerini dumûra uğratmada etkin bir vasıta olarak görülmüştür.360 Câhiliye’de şiirleriyle meşhur olmuş birçok kadın şâir de bulunmaktadır. Bunlardan bazılarının şiir müsabakalarında hakemlik yapması üstün derecede şiir kābiliyetine sâhip olduklarını söylememizi mümkün kılmaktadır.361 Arap kadınları özellikle erkekleri kışkırtmak, cesâretlendirmek, azim ve kararlılıklarını takviye etmek 356 Emîn, Fecrü’l-İslâm, s. 98. 357 Yıldız, Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi, C. 1, s. 166. 358 Yıldız, Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi, C. 1, s. 164. 359 Fritz Krenkow, “Şair”, İslâm Ansiklopedisi(İA), İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1940-88, C. 11, s. 291. 360 Çağatay, İslâmdan Önce Arap Tarihi, s. 136. 361 Bardakoğlu, Cahiliyye Döneminde Kadın, s. 19 60 için savaşlara onlarla berâber katılmış ve şiirler söylemişlerdir. Kaynaklarda zikredilen Bekr b. Vâil oğullarıyla Sâsânî ordusunun yapmış olduğu Zûkar Savaşı’nda, muhârebeye iştirak eden kadınlardan biri savaş esnasında: “Eğer onlar zafer elde ederlerse sünnetsizdirler. Bizi ele geçirecekler. Ey Icl oğulları! Elinizi çabuk tutun, onlar size feda olsun.” şiiriyle savaşın gidişatını etkilemiş ve ihtimal bu sözler üzerine Sâsânî ordusunda yer alan İyâd kabîlesi taraf değiştirmiştir.362 İbnü’l-Esîr rivâyetin devamında Şeybânîler’den el-Kârîn’in kızının: “Ey Şeybânoğulları! Çabuk davranınız, saf saf olarak düşmana saldırınız. Eğer bozguna uğrarsanız sünnetsizler bizi kirletirler.” sözleri üzerine yedi yüz askerin kılıç sallamayı kolaylaştırmak için kaftanlarının kollarını keserek Acemlerin üzerine saldırdıklarını kaydetmektedir.363 Tâberî aynı savaşın haberinde, İcl kabîlesinden bir kadının muhârebede “Onları(Farslıları) bozguna uğratırsanız, biz sizinle kucaklaşır, sizin için yastıklar döşeriz. Düşman önünden kaçarsanız, size sevgi göstermez ve sizden ayrılırız.” şiiriyle savaşçıları kışkırtmaya çalıştığını bildirmektedir.364 Belâzürî ise, Vâil’in iki evlâdı Bekir ve Tağlib’in nesillerinden iki kabîlenin savaşı “Tehâluk Savaşı” diye isimlendirilen Kadda Harbi’nde Benî Şeybân’dan bir kadının şöyle dediğini aktarır: Şâyet bize yönelirseniz siz, kucaklaşırız biz Minderleri yerlere seriveririz biz Ya da sırt çevirirseniz ayrılırız biz Sevilmeyen ayrılışla isteksiz!365 Savaşlarda askerlere destek olmak için katılan kadınlar, onların şecaat ve kahramanlık göstermeleri için ellerinden gelen her şeyi yapmaktaydı. Eğer savaşçılardan biri bezginlik gösterir veya geri çekilmeye kalkarsa onu şiddetli bir şekilde kınayarak tekrar savaşa dönmesini sağlamaktaydılar. Kadınların gösterdikleri bu gayretler sonucu birçok yenilgiye giden savaşın kaderini okudukları şiirlerle tersine çevirdiklerini söylemek mümkündür. Ayrıca kadınlar savaşlarda şiir kābiliyetlerinin yanında def çalıp şarkılar söylemek suretiyle de askerin moral ve motivasyonunu arttırmaya gayret 362 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 1, s. 443; Acar, Cahiliye’de ve Risalet Döneminde “Savaş” Olgusu, s. 148. 363 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 1, s. 443. 364 Tâberî, Târîh, C. 2, s. 208. Ayrıca bkz. Ebû Ubeydillâh Muhammed b. İmrân b. Mûsâ b. Saîd el- Merzübânî, Eşʿârü’n-nisâʾ, thk. Sâmî Mekkî el-Ânî, Hilâl Nâcî, Beyrut, Dâru âlemi’l-kütüb, 1415/1995, s. 130. 365 Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 317. 61 göstermekteydi. Ordunun arkasında savaşta yer alan bu kadınların şimdiki askerî bando veya mehter takımı gibi görev icrâ ettikleri söylenebilir.366 Uhud Savaşı’nda Kureyşliler, kadınlarının haricinde yanlarında def çalıp, şarkı söyleyen câriyeler eşliğinde yola çıkarak, her su kaynağının başında konakladıklarında câriyelerin sergiledikleri performansları izlemekteydi. Kaynaklarda Bedir Harbi’ne katılan Amr b. Hâşim b. Abdülmuttalib’in câriyesi Sâre, el-Esved b. el-Muttalib’in câriyesi Azze ve Ümeyye b. Halef’in câriyesinin isimleri açıkça zikredilerek bu kadın şarkıcıların her konaklama yerinde şarkılar söyledikleri nakledilmektedir.367 Megāzî müellifi Vâkıdî, savaşta yer alan bu câriyelerin savaşa olan katkılarını şöyle aktarır, “İki grup karşılaşmadan müşriklerin kadınları müşrik saflarının önünde def ve davullar çalıyor, sonra dönüp arka tarafa gidiyorlardı. Müşrikler bize yaklaştıklarında kadınlar geri kalıp safların arkasında kalıyorlardı. Onlardan bir adam ortaya çıktıkça kadınlar onu teşvik ediyor ve Bedir’de öldürülenleri ona hatırlatıyordu.”368 Savaşta erkeklerin arkasında kalan kadınlar def ve davul çalarak askerleri harbe teşvik ediyor, öfkelerini alevlendirerek hasımlarına saldırmalarını istiyorlardı. Uhud’da kadınların başında yer alan Hind bint Utbe bu açıdan Bedir’de öldürülen yakınlarını hatırlatıp şöyle demekteydi: “Zühre’nin kızlarıyız biz, Yastıklar üzerinde yürürüz biz, İlerlerseniz kucaklaşır, Sırt çevirirseniz bize, Ayrılırız biz, Hem de sevgisiz bir ayrılışla...”369 Kureyşli kadınların bu şiirle “Biz, yüksekliğinden ve erişilemeyeceğinden dolayı yıldızın kızlarıyız.” demeyi ima ettikleri, Remle bint Târık ile Ümmü Hakîm bint Târık’ın bu şiiri söylediği ve kadınların da onlara eşlik ettikleri söylenmektedir.370 Başka bir kadın ise şöyle demekteydi: 366 Acar, Cahiliye’de ve Risalet Döneminde “Savaş” Olgusu, s. 141. 367 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 39; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 290. 368 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 223; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 139. 369 İbn İshâk, es-Sîre, s. 327; Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 255; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 31; Tâberî, Târîh, C. 2, s. 510. 370 Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 317. 62 “Abduddâr’ın oğulları! Yurdumuzu koruyanlar Keskin kılıçlarla vurun.”371 Mağlûbiyete ve yakınlarını kaybetmenin acısına asla tahammül göstermeyen câhiliye şâireleri ancak intikāmlarını aldıklarında durmak bilmiş ve içlerinde yanan ateşi bir nebze de olsa söndürmüşlerdir. Uhud’da kaybettiği sevdiklerinin intikāmını alan Hind, yine bunu şiirle şöyle ifâde etmiştir: “Uhud’da nefsim Hamza’dan intikām şifasını aldı, hatta onun karnını ciğerinden deldim. Bu, benden kasd edici elem verici şiddetli hüzün ateşinin eleminden bulunmakta olduğum şeyi benden götürdü. Harb şiddetli ve soğuk yağmurun atılmasıyla sizin üzerinize yükseldi. Sizin üzerinize aslan gibi saldırdı.”372 Savaşlarda kocalarını teşvik eden kadınlar ayrıca evlâtlarının da aynı hususta gayret göstermelerini ve hatta onları kimi zaman çarpışmanın yoğun yaşandığı yerlere sürerek onlardan kahramanlık göstermesini beklemekteydi.373 Kedîd Vak‘ası’nda Ümmü Rebîa b. Mükdem kendi oğlunun isâbet aldığı ok yarasını sarmış, akan kanı durdurduktan sonra şiirler okuyarak onun tekrar savaşa dönmesini teşvik etmiştir. Annesinin sözleriyle şevki tazelenen mecruh evlât, yeniden kendisini çarpışmanın içine atarak vuruşmaya devam etmiştir.374 Ancak savaşlarda şiirler söyleyen bu kadınların hepsinin şâir oluğunu söylemek mümkün değildir. Nitekim kadınların şiir söylemeleri için böyle bir zorunluluk da bulunmamaktaydı. Özellikle savaşlarda şiirin etkin bir silah olması, kadınların kendi şiirleri olmasa bile ünlü şâirlerin şiirlerini hıfzederek muhârebelerde bunları okudukları görülmektedir. Hind bint Târık’ın şiirleri, bu açıdan savaşlarda en çok başvurulan şiirlerin başında gelmekteydi.375 Uhud’a katılan Hz. Peygamber’in eşi Âişe, Kinâne kabîlesinden 371 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 43. 372 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 55; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 16; Muhammed b. Ebû Bekr b. Abdullah b. Mûsâ el-Ensârî et-Tilmisânî el-Mârûf bi'l-Bürrî, el-Cevhere fî nesebi’n-nebî ve aṣḥâbihi’l- ‘aşere, nşr. Muhammed et-Tevencî, Riyad, Dârü’r-rufâî, 1403/1983, C. 1, s. 55; İbn Hadîde, el- Misbâhu’l-Mudî fî Kitâbi’n-Nebî, C. 1, s. 121. 373 Acar, Cahiliye’de ve Risalet Döneminde “Savaş” Olgusu, s. 149. 374 Beşîr Yemût, Şâ‘irâtü’l-‘Arab fi’l-Câhiliyye ve’l-İslâm, 1. bs., Beyrut, el-Mektebetü’l-Ehliyye, 1353/1934, s. 54; Acar, Cahiliye’de ve Risalet Döneminde “Savaş” Olgusu, s. 149. 375 Acar, Cahiliye’de ve Risalet Döneminde “Savaş” Olgusu, ss. 149-150. 63 Târık b. Murakka’nın kızlarını işaret ederek “Atlar kadınlardan daha iyidir! diyen yalan söylemiştir.” sözüyle Câhiliye kadınlarının durumu hakkında değerlendirmede bulunmuştur.376 Câhiliye döneminde kocalarının savaşa çıkarak canını tehlikeye atmasını istemeyen kadınların ise kınandığını söylemek mümkündür. Nitekim Arap erkekleri, savaşları, şecaat ve kahramanlıklarını sergileyecekleri bir vesîle ve kadınlara kendilerini kanıtlama fırsatı olarak görmekteydiler.377 Urve b. Verd, savaşa çıkacağı için yakınan eşine şu beyitlerle tepki göstermektedir: “Ey Münzir’in kızı! Yeter artık beni payladığın! Yat da zıbar! Zıbarmak istemiyorsan(sabaha kadar) gözünü kırpmadan bak dur, (ama benim başımı ağrıtma!) Ey Hassân’ın anası! Beni kendi halime bırak! Bırak da alım-satım(gibi hiçbir tasarruf)a sâhip olamayacağım (ölüm gelme)den önce canımla (tehlikelere atılarak biraz şan ve şeref) elde edeyim.”378 1.1.2 Konuşmalar Savaşlarda erkeklerin kuvve-i gadabiyyelerini arttırıcı bir etkiye sâhip olan kadınlar, kimi zaman bir savaşın başlamasında kimi zaman ise kötü giden bir savaşın seyrinin değişmesinde önemli rol oynamışlardır. Bu özelliklerinin muhtemelen farkında olan kadınlar, hasımlarına karşı yaptıkları konuşmalarla askerlerini amansız mücâdelelerin içine atmaktan geri durmamıştır. Kaynaklarda bu tarz bilgilere az tesâdüf edebilsek de rivâyetler fikir oluşması açısından dikkate değerdir. Nitekim Câhiliye devrinde Cedîs kabîlesinden Hüzeyle adında bir kadın, kabîlesinin kızlarının mâruz kaldığı çirkin durumdan ötürü erkeklerini önce kınamış ve daha sonra bu zilletten kendilerini kurtarmaları için onları şu sözlerle savaşa teşvik etmiştir:379 “İçinizde karınca sayısınca erkekler varken, genç kızlarınıza yapılan bu hakarete karşı ses çıkarmamanız size yakışıyor mu? Eğer biz erkek, sizler de kadın olsaydınız, bu kötü davranışı asla kabullenmezdik. Şerefinizle ölünüz veya düşmanınızı öldürünüz. Haydi, savaş ateşini büyük ve kuru odunlarla kızıştırınız. Aksi takdirde kabîleyi terk edip kırlara gidin ve açlıktan ölün. Vatanınızdan uzak kalmak böyle rezalete katlanmaktan iyidir. Zillet içerisinde yaşamaktansa ölmek daha hayırlıdır. Eğer siz bu hâdiseden sonra gazaba gelip 376 Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 317. 377 Harun Öğmüş, Câhiliyye Döneminde Araplar, İstanbul, İz Yayıncılık, 2013, s. 184. 378 Ebû Zeyd el-Kureşî, Cemheretü eşʿâri’l-ʿArab, s. 450. 379 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 1, ss. 321-322. 64 kızmayacaksanız, gözlerinize sürme çekip kadın olun ki, ayıplanmayasınız. Kendinize kadın kokuları sürün çünkü siz gelin elbiseleri ve neslin üremesi için yaratıldınız. Nâmusunuzu müdâfaa etmeyip de aramızda erkek gibi böbürlenerek yürüyenlere yazıklar olsun ve onlar bizden ırak olsun.”380 Hüzeyle’nin coşturucu sözleri kabîlenin gençleri üzerinde müspet etki yapmış, onların harekete geçmesine sebep olmuştur. Savaşabilme güç ve kudretine daha fazla sâhip bulunanların genç delikanlılar olması dolayısıyla konuşmaların genellikle onlara hitaben yapılmakta olduğu görülmektedir. Gassâni melîki Hâris ile Lahmîler hânedanının hükümdarı Münzir b. Münzir arasında gerçekleşen Mercu Halime381 Savaş’ında savaşın süresinin uzaması, bir türlü tarafların bir birlerine galebe çalamaması üzerine Hâris, kızını yanına çağırarak büyük kazanlarda güzel kokular hazırlamasını ister. Hind hazırladığı bu kokulardan kendisine ve askerlere sürdükten sonra babası Hâris askerlere şu konuşmayı yapar: “Ey Gassân gençleri(yiğitleri)! Hîre hükümdarı (Münzir’i) kim öldürürse, kızım Hind’i onunla evlendireceğim.” Bu sözleri işiten gençlerden Gassânlı Lebîd b. Amr adında genç cûş u hurûşa gelerek babasına: “Babacığım! Ben ya Hîre hükümdarını öldüreceğim ya da bu uğurda öleceğim, bunun üçüncü bir şıkkı yok.” diyerek atını düşman saflarına sürmüş ve Münzir’in başını gövdesinden ayırarak Hâris’in huzuruna getirmiştir.382 1.2 MÜSLE(ÖLÜYE EZİYET) YAPMA Bir canlının burun, kulak, tenâsül organı, göz gibi uzuvlarından birini veya bir kaçını diri diri kesmek suretiyle azap vermek veya başka türlü işkence etmek ya da bir canlıya eziyet ede ede şeklini ve suretini değiştirmek anlamına gelen “Mesl” ya da “Müsle”383, Câhiliye savaşlarında kadınların düşman askerlerine irtikâp ettiği ukûbet-i 380 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 1, ss. 322-323; Ebü’l-Meâlî Bahâüddîn Kâfi’l-küfât Muhammed b. el-Hasen b. Muhammed b. Alî İbn Hamdûn, et-Teẕkiretü’l-Ḥamdûniyye, thk. İhsan Abbas, Bekir Abbas, 1. bs., Beyrut, Dâru sâdır, 1996, C. 7, ss. 363-364; Yemût, Şâirâtü'l-'Arab, ss. 29-30. 381 Savaşın Hâris’in kızı Halime dolayısıyla aldığını zikreden İbnü’l-Esîr, savaşın sebebiyle ilgili bir kaç farklı rivâyet aktarmaktadır. Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, ss. 321-324. 382 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 1, ss. 488-489; Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, C. 3, ss. 239-240. 383 Ebû Ömer Cemâlüddîn Yûsuf b. Abdillâh b. Muhammed b. Abdilberr en-Nemerî, et-Temhîd limâ fi’l- Muvaṭṭaʾ mine’l-meʿânî ve’l-esânîd, thk. Saîd Ahmed Arâb v.d., Tıtvân, Vizâretü’l-evkāf ve’ş-şüûni’l- İslâmiyye, 1387-1412/1967-1992, C. 24, s. 234; İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî, C. 6, s. 23; Haydar Hatipoğlu(terc. ve şerh), Sünen-i İbn Mâce Tercemesi ve Şerhi, İstanbul, Kahraman Yayınları, 2012, C. 8, s. 531. 65 fahişeden biriydi. İslâm öncesi dönemde herhangi bir hukuk teâmülü ile yasak olmayan bu davranış kimi zaman esirlerinde mâruz kaldığı eziyetlerden biriydi.384 İlk dönem târihî kaynaklarda zikredildiğine göre Uhud Gazvesi’nde müşrik ordusunun içinde yer alan kadınlar, müslüman askerlerin ölülerinin kulak ve burunları kesmiş, cansız bedenlerini parçalayarak tahrif etmişlerdir. Ayrıca kestikleri bu uzuvlardan bilezik, gerdanlık ve halhal gibi eşyalar yapıp bileklerine ve boyunlarına asmışlardır. Uhud’da Kureşli kadınların başında bulunan Hind bint Utbe yaptıkları bu küpelerden Hz. Hamza’nın kātili Cübeyr b. Mut‘im’in kölesi olan Vahşî’ye de verdiği nakledilmektedir.385 Eserlerde bu konuda zikredilen en meşhur hâdise yine Uhud Savaşı’nda Hind bint Utbe’nin Resûlullah’ın amcası Hamza’ya irtikâp ettiği müsledir. Bedir’de babası ve kardeşini öldürmesi sebebiyle onların intikāmlarını almak için yemin eden Hind, Vahşî b. Harb’i bir takım vaatler karşılığında Hamza’yı öldürmesi için tutmuştu. Aldığı görev icabı Uhud Gazvesi’nde Hamza’yı attığı mızrakla öldüren Vahşî, durumu Hind’e haber vermiş, olay yerine gelen Hind, Hamza’nın karnını yararak ciğerini çıkarıp386 ağzında çiğnemiş, yutmaya muvaffak olamayınca da tükürmüştü. Daha sonra burun ve kulaklarını kesip onlardan iki kolluk, iki bilezik ve iki halhal yapmıştır.387 Yine Uhud Savaşı’nda Âsım b. Sâbit’in attığı oklarla iki evlâdını kaybeden Mekkeli azılı müşrik kadınlarından Sülâfe, Allah’ın kendisine Âsım’ın başını ele geçirme fırsatı verirse, ondan içki içmeye yemin etmiştir.388 Günümüz evrensel hukuk 384 Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, C. 5, s. 466. 385 İbn İshâk, es-Sîre, s. 333; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, ss. 53-54; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 524. 386 Vâkıdî’nin rivâyeti bu konuda farklılık arz etmektedir. Eserinde haberi konu alan müellif; Vahşî, Hz. Hamza’yı öldürdükten sonra ciğerini çıkararak Hind’in yanına gitmiş ve kendisine, “Eğer babanın kātilini öldürürsem bana ne verirsin?” demiştir. Hind, üzerindeki elbisenin kendisinin olabileceğini ve Mekke’ye döndükten sonra ayrıyeten on dinar vereceğini taahhüt etmesi üzerine Vahşî, “İşte bu Hamza’nı ciğeridir.” diyerek Hz. Hamza’nın vücudundan çıkardığı ciğeri ona uzatmış, ciğeri eline alan Hind ağzına alıp çiğneyerek yutmak istemiştir. Bkz. Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 286. 387 İbn İshâk, es-Sîre, s. 333; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, ss. 53-54; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 524; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 1, s. 373; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 3, s. 266; Ebü’s-Safâ (Ebû Saîd) Salâhuddîn Halîl b. İzziddîn Aybeg b. Abdillâh es-Safedî, el-Vâfî bi’l-vefeyât, thk. Ahmed Arnâvût, Türkî Mustafâ, 1. bs., Beyrut, Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî, 1420/2000, C. 13, s. 104; Makrîzî, İmtâʿu’l- esmâʿ, C. 1, s. 166; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 218; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, s. 200(md. 389). 388 İbn İshâk, es-Sîre, s. 329; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 37; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 428; Taberî, et- Târîḫ, C. 2, s. 517. 66 beyânlarına389 aykırı olan Câhiliye kadınlarının uyguladığı bu eziyetlerin, maktulleri neredeyse tanınmaz hale soktuğunu söylemek mümkündür. Nitekim Uhud’da vücudunda yetmiş390 yara tespit edildiği bildirilen Enes b. Nadr’ı kız kardeşi ancak parmaklarından tanıyabilmiştir.391 Yine Uhud Harbi’nde oğlu Hanzale b. Ebû Âmir’in cenazesinin başına gelen müşrik baba, kendilerine müsle yapılmış Hamza ve Abdullah b. Çahş’ın naaşlarını müşâhede edince, “Ey Kureyş topluluğu! Her ne kadar bana ve size muhalefet etmiş olsa da Hanzale’nin cansız bedenine müsle yapmayın.” diye ricada bulunmuş, bu sebeple müşriklerin onun cesedine müsle yapmadığı nakledilmiştir.392 Megāzî müellifi Vâkıdî’nin bildirdiğine göre, Hz. Peygamber’in ashâbına ilk defa müsle uygulayan kişi Utbe’nin kızı Hind olmuştur. Ayrıca Hind, Uhud’da başlarında bulunduğu kadınlara da bu işi yapmalarını emrederek onlara bu konuda öncülük etmiş, müşrik kadınların savaş meydanında vefat eden sahâbîlerin kulak, burun ve tenâsül organlarını kesmelerine ön ayak olmuştur. Müellif, zikri geçen savaşta, hayata gözlerini yuman sahâbîlerden Hanzale b. Ebû Âmir haricinde tüm müslümanlara müsle yapıldığını ayrıca nakletmektedir.393 Hz. Peygamber, tehzil ve terzil edici bu muâmelelerde bulunmaktan müslümanları önce nehyetmiş394, sonrasında savaşa giden mücâhitlere ve bilhassa ordunun başındaki 389 12 Ağustos 1949 tarihli “Harp Zamanında Sivillerin Korunmasına İlişkin Cenevre Sözleşmesi” sözleşmenin 3. maddesinin ilgili kısmı şu şekildedir: “1. Silahlarını teslim eden silahlı kuvvetler mensuplarıyla hastalık, mecburiyet, mevkufiyet dolayısıyla veya diğer herhangi bir sebeple harp dışı olan kimseler de dâhil olmak üzere, muhasamata doğrudan doğruya iştirak etmeyen şahıslara, bilcümle ahvalde, ırk, renk, din veya itikat, cinsiyet, doğum, servet veya bunlara mümasil diğer herhangi bir kıstasa dayanan gayrimüsait fark gözetilmeksizin, insani muamele yapılacaktır: Bu bapta, yukarıda zikredilen şahıslara karşı her ne zaman her nerede olursa olsun, şu muamelelerde bulunmak memnudur: a. Hayatta veya beden bütünlüğüne kasıtlar, bilhassa her şekilde katil, tadili uzuv, zulüm, azap ve işkenceler, c. Şahısların haysiyet ve şerefine tecavüzler, bilhassa tehzil ve terzil edici muameleler…” bkz. http://www.madde14.org/index.php?title=Harp_Zaman%C4%B1nda_Sivillerin_Korunmas%C4%B1n a_%C4%B0li%C5%9Fkin_1949_Cenevre_S%C3%B6zle%C5%9Fmesi Erişim Tarihi (28.04.2020). 390 Buhârî bu sayıyı seksen olarak zikreder; bkz. Buhârî, “Cihâd”, 12(Had. no: 2805). 391 İbn İshâk, es-Sîre, s. 330; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 46; Ebû Bekr Ahmed b. Alî b. Sâbit el-Bağdâdî Hatîb el-Bağdâdî, el-Müttefiḳ ve’l-müfteriḳ, thk. Muhammed Sâdık Aydın, 1. bs., Dımaşk, Dârü’l- Kādirî, 1417/1997, C. 3, s. 1778; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 46. 392 Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 329. 393 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 274. Ayrıca bkz. Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 13, s. 261. 394 Uhud Savaşı akabinde müslümanların ölülerine yapılan bu muâmeleye karşılık Allah Teâla vahyettiği âyette; “Cezalandırmak isterseniz size yapıldığı kadarıyla cezalandırın( fakat sabır gösterirseniz ,(بِِمثْلِ bilin ki sabırlı davrananlar için bu muhakkak daha hayırlıdır. Sen sabret; sabır göstermen de Allah’ın ihsanı sayesinde olacaktır. Onlardan dolayı üzülme, kurdukları tuzaklardan kaygı duyma. Çünkü Allah 67 kumandanlara yönelik uyarılar arasında savaşacakları kimselerin ölülerine395 asla müsle yapılmaması husûsunda îkazlarını yinelemiştir.396 1.3 SÛİKAST GİRİŞİMLERİ Savaşlarda bulunarak muhtelif açılardan erkeklere yardım sağlayan kadınlar, muhtemelen kendi irâdeleriyle yâhut başkası tarafından teşvik edilmesi sonucu karşı tarafın askerlerine sûikast girişimlerinde bulunmuşlardır. Bu teşebbüslerin bazılarında başarısız olsalar da kimisinde sonuç aldıkları görülmektedir. Ancak savaşın kadınlar için aslî bir görev teşkil etmediği göz önünde bulundurulduğunda bu rivâyetlerin azlığının sebebi olması düşünülebilir. Hz. Peygamber, Medine’ye hicretinden sonra buradaki kabîlelerle Medine Sözleşmesi diye anılan bir sözleşme imzalamıştı. Anlaşmaya Evs kabîlesinin müttefiki olarak katılan Yahudi Benî Kurayza kabîlesi, ilerleyen zamanlarda anlaşma maddelerinden bazılarının tek taraflı ihlali ve Hendek Savaş’ında müslümanların aleyhine takındıkları tavırlardan dolayı Hz. Muhammed, 3000 kişilik ordu ile Hendek Gazvesi’nin hemen akabinde Hicrî 5. yılda(627) Benî Kurayzalılar’ın üzerine yürümüştü.397 Yirmi beş günlük muhâsara sonrasında Kurayzalılar’ın teslîm-i silâh ettiği bu savaşta, Nübâte isminde Yahudi asıllı bir kadının etrâfı sarılan kalenin altında dinlenmekte olan müslüman askerlerin üzerine bir değirmen taşını yuvarlayarak bir sûikast girişiminde bulunmuştu. Değirmen taşının kendilerine doğru geldiğini fark eden müslüman askerler hemen oradan uzaklaşmış ancak kaçmaya muvaffak olamayan Hallâd b. Süveyd başına aldığı darbe sonucu orada vefat etmişti.398 Kaynakların sunmuş olduğu bilgide bu takvâ ile hareket edip iyiliği seçenlerin yanındadır.” (en-Nahl 16/126-128) buyurmuş, bunun üzerine Hz. Peygamber affedip sabr etmiş ve ölülere işkence yapılmasını nehyetmiştir. Bkz. İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, ss. 58-59. 395 “Harb devam ederken burun ve kulaklar gibi azaların kesilmesinde sakınca yoktur. (Öldürme kastıyle) harb esnasında düşmanın burnunu, kulağını kesmek câizdir. Ancak düşmanı yakaladıktan sonra eza vermek için müsle yapılmaz.” Bkz. https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/musle Erişim Tarihi (28.04.2020). 396 İmam Mâlik, “Cihâd”, 11; Ebû Yûsuf Ya‘kūb b. İbrâhîm b. Habîb b. Sa‘d el-Kûfî, Kitâbü’l-Âsâr, thk. Ebu’l-Vefâ, Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, t.y., s. 192; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muṣannef, C. 5, s. 218(Had. no: 9428); Dârimî, Siyer, 5(Had. no: 2483), Müslim, “Cihâd”, 3(Had. no: …); İbn Mâce, “Cihâd”, 38(Had. no: 2857). 397 Casim Avcı, “Kurayza (Benî Kurayza)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2002, C. 26, ss. 431-432. 398 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 516-517; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 491; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 593; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 2, s. 452; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 2, s. 183; Safedî, el-Vâfî bi’l-vefeyât, 68 kuşatmanın ağırlaşması üzerine Zübeyr b. Bâtâ’nın kalesinde bulunduğu399 aktarılan Nübâte’nin, bu eylemi kocasının yönlendirmesi doğrultusunda gerçekleştirdiği zikredilmektedir.400 Vâkıdî rivâyetinde Nübâte ile kocasının birbirlerini çok sevdiklerini aktarmasına binâen kadının kocasına duyduğu aşırı sevgiden bu eyleme hiç düşünmeden râzı olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim haberin devamına göre, Hz. Peygamber’in esir düşen kadınları öldürmediği bilgisine vakıf olan kocası, karısının savaş sonucu esir düşerek câriye olmaması için onun da savaşa fiilen katılımını sağlayarak kendisiyle aynı kaderi paylaşmasını arzu etmiştir.401 Savaş sonucu esir olarak ele geçirilen Nübâte, diğer tüm tutsak kadınlarla birlikte Medine’ye getirilmiş, hakkında verilecek karar açıklanmadan önce Hz. Âişe’nin yanına uğrama ve onunla hasbihal etme fırsatı olmuştur. Aralarında geçen konuşma esnasında dışardan yüksek sesle adının söylendiğini duyunca, olayı kendi ağzından şu şekilde anlatır: “Ben ez-Zübeyr b. Bâtâ’nın kalesindeydim. Bana kocamın emretmesi üzerine ben de bir değirmen taşını Muhammed’in ashâbının üzerine bıraktım. Değirmen onlardan bir adamın başını yarmıştı. O ölmüştür; ben de bu nedenle öldürüleceğim.” Önceden öldürüleceğini bilen Nübâte, Hz. Âişe’nin yanından alınarak Allah resûlünün emri üzerine savaşta ölen sahâbî Hallad b. Süveyd’e kısasen öldürülmüştür.402 Kaynakların üzerinde ittifak ettiği bilgiye göre bu savaş neticesi esir olan kadınlardan yalnız Nübâte, birinin ölümüne kasten sebep olmasından dolayı ölümle cezalandırılmıştır. Müelliflerin ayrıca ismini “Bünâne”403 ve “Müzene”404 olarak da zikrettiği Nübâte’nin, Benî Nadîr kabîlesine mensup olması ve Benî Kurayza’dan Hâkim adında bir adamla evli olmasının haricinde hakkında başka bir bilgiye tesâdüf edilememektedir. C. 13, s. 233; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 251; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, ss. 13-14; Halebî, es- Sîretü’l-Ḥalebi, C. 2, s. 450. 399 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 517; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 251; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 14. 400 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 516-517; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, ss. 13-14. 401 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 517; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 13. 402 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 517; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, ss. 191-192; Taberî, et-Târîḫ, C. 5, s. 589; İbn Kesîr, es-Sîre, C. 3, s. 242; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 14. 403 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 491; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 593; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 2, s. 452; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 2, s. 183; Safedî, el-Vâfî bi’l-Vefeyât, C. 13, s. 233; Makrîzî, İmtâʿu’l- esmâʿ, C. 1, s. 251. 404 Halebî, es-Sîretü’l-Ḥalebi, C. 2, s. 450. 69 Kaynakların zikrettiği bir başka rivâyette ise bu sefer Hz. Peygamber’in hedef alındığı ve yine bir yahudi kadın tarafından icrâ edilen sûikast girişiminden bahsedilmektedir. Medine’den çıkarılarak Hayber’e yerleşen yahudi Benî Nadîr kabîlesinin bu bölgede yapmış oldukları faaliyetlerin müslümanların aleyhine bir tehdit unsuru haline gelmesinden ötürü Hz. Peygamber buraya Hicrî 7. yılda(628) bir sefer düzenlemişti. Müslümanların geldiğini haber alan yahudiler, kalelerine çekilerek önce savaşma yoluna gitmiş sonrasında sulh yolunu tercih ederek teslim-i silah etmişlerdi. Araştırmacı Hamîdullah’ın verdiği bilgiye göre, barışın akabinde Hayber’de yedi kale müslümanların kontrolü altına girmişti. Harekât sonunda devrin savaş esirlerine uyguladığı muâmelenin dışında bir tavır sergileyen Hz. Muhammed, ele geçirilen tüm esirleri affederek orayı terk etmelerine müsâade etmiş, hatta bu kararında daha fazla esneklik göstererek yetişecek toprak ürünlerinden bir kısım almalarına da izin vermişti.405 Sağlanan barış ortamında serbest bırakılan esirler arasında bulunan Zeyneb bint Hâris, Hayber Gazvesi’nde babası Hâris, amcası Beşşâr, kardeşi Zübeyr ve kocası Sellâm b. Mişkem’i kaybetmişti.406 Onların intikām hisleriyle hareket eden Zeyneb, oluşan bu serbest ortamı fırsat bilerek Allah resûlünün canına kastedici bir eylem hazırlığında bulunmuştu. İlk olarak Hz. Peygamber hakkında bilgi edinmeye çalışan Zeyneb, onun hayvanın neresini sevdiğini, kimden neyi nasıl kabul ettiğini öğrenmek istemişti. Soruşturması sayesinde Allah resûlünün hayvanın ön kol ve omuz kısımlarını sevdiğini, sadaka kabul etmeyip hediye kabul ettiğini öğrendi. Elde ettiği bu bilgiden sonra hemen kendisine ait bir koyunu keserek, hayvanı kızartmadan önce özellikle Hz. Peygamber’in sevdiğini öğrendiği yerlere daha fazla sürmek suretiyle zehirlemiş407 ve güneş batınca Hz. Muhammed’in konakladığı yere gelerek, bunun kendisine bir hediyesi olduğunu beyân edip zehirli koyunu bırakarak oradan ayrılmıştı.408 Kaynaklar Zeyneb’in Hz. Peygamber hakkındaki mâlûmatı kimlerden aldığını sarih olarak belirtmemektedir. Ancak kadının edindiği bilgilerden de anlaşılacağı üzere sâdece hediyeyi kabul ettiğini, yemekte 405 Muhammed Hamîdullah, “Hayber”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, C. 17, ss. 21-22. 406 Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, C. 15, s. 91. 407 Vâkıdî, rivâyetinde Zeyneb’in hangi zehrin daha etkili olduğu husûsunda bazı yahudilere fikir danıştığı ve hepsinin ortak olarak “ ََلبُِط ي” “Lâbudî” denilen zehri tavsiye ettiğini nakletmektedir. Ancak müellif rivâyette yahudilerin Zeyneb’in sûikast planından haberdar olup olmadıkları hakkında bilgi vermemektedir. bkz. Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 677. 408 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 677; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 287; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, ss. 179-180; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 246; İbn Hazm, Cevâmiʿu’s-sîre, s. 127; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 100. 70 hayvanın ön kol kısmını sevdiğini bilecek kadar Hz. Peygamber’i tanıyan ve ona yakın olan biri olduğu söylenebilir. Hâdiseyi başından beri bir plan çerçevesinde sürdürdüğü anlaşılan Zeyneb’in akşam vaktini seçmesi de tesâdüfî olmasa gerekir. İhtimal akşamın karanlığından faydalanarak koyunun zehirli olduğunun anlaşılmasını istememiş olabileceği gibi yâhut Hz. Peygamber’in haftanın belli günleri oruçlu geçirdiğini de öğrenmiş ve hiçbir şeyi riske atmak istememişti. Ayrıca kaynaklar bu konuda bilgi sunmasa da yemek öncesi Resûlullah’a haber verdiği de düşünülebilir. Nitekim Allah resûlünün kendisini böyle bir ikramın beklediği haberi bulunmasa yemeğe başka bir yere davet edilmesi veya yakın bir zamanda karnını doyurması ihtimalleri mevcuttur. Bu sebeple emeklerinin boşa gitmesini istemeyen Zeyneb’in bunları da hesap ederek hareket ettiğini söylenebilir.409 Hz. Peygamber o an berâberinde bulanan Ebû Bekir410, Ebû Saîd el-Hudrî411 ve Bişr b. el-Berâ’ b. Ma‘rûr’u da sofraya davet ederek yemeğe yaklaşmalarını ve yemelerini söylemişti. Onların da sofraya oturması ile yemeğe başlanmış, koyunun ön kolundan aldığı ısırığı ağzında biraz çiğnedikten sonra zehirli olduğunu anlayıp hemen çıkaran Hz. Peygamber, hayvanın zehirli olduğunu söyleyip sofradakilerden hemen yemekten ellerini çekmelerini istemişti. Ancak daha öncesinde etten ağzına aldığı parçayı yutan Bişr b. Berâ bu sebeple zehirlenmişti. Olduğu yerde zehrin etkisiyle kalakalan vücudu felce uğrayarak bembeyaz kesilen sahâbî, hareket edemez hale gelmişti. Ağrıları bir yıl boyunca devam eden Bişr, zehirlenmenin etkisiyle vefat etmişti. Ayrıca oradan ayrılmadan vefat ettiği de nakledilmektedir.412 Bazı eserlerde ihtimal zehrin tesir gücünü ifâde etmek maksadıyla, olay yerinde etten bir parça köpeğe verildiği ve köpeğin hemen oracıkta can verdiği ifâde edilmektedir.413 409 Kenan Karagöz, Hz. Muhammed Döneminde Öldürülenler, (Doktora Tezi), Erzurum, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015, s. 100. 410 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 178. 411 Karagöz, Hz. Muhammed Döneminde Öldürülenler, s. 100. 412 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 678; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 287; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, ss. 179- 180; İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, C. 3, s. 30; Ebû Süleyman Muhammed b. Abdullah b. Ahmed İbn Zebrü’r- Reb‘î, Târîhi mevlidi’l-‘ulemâ‘ ve vefeyâtihim, thk. Abdullah Ahmed Süleyman el-Humed, Riyad, Dârü’l-âsıme, 1410/1989, C. 1, s. 79; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 1, s. 167; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 1, s. 380; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 4, s. 30; Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Şeref b. Mürî en- Nevevî, Tehẕîbü’l-esmâʾ ve’l-luġāt, nşr. İdâretü’t-Bidâyetü’l-Münîriye, Beyrut, Dârü’l-kütübi’l- ilmiyye, t.y., C. 1, s. 133. 413 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 180; Şâmî, Sübülü’l-Hüdâ, C. 5, s. 134. 71 Yaşanan hâdise üzerine Allah resûlünün emri ile yakalanarak huzuruna getirilen Zeyneb’e Resûlullah eti onun mu zehirlediğini sormuş, o da kendisinin yaptığını itiraf etmişti. Neden böyle bir davranışta bulunduğunu sorması üzerine ise babasını, amcasını ve kardeşini müslümanlarla yapılan savaşta kaybettiği için kendisini öldürmek istediğini belirtmişti.414 Suçunu itiraf eden Zeyneb’in bu işlediği cinâyetten dolayı bir ceza alıp almadığı hakkında kaynaklarda kesin bir yargı bulunmayıp ihtilaf edildiği görülmektedir. Genellikle zikrettiği rivâyetlerin bap başlıklarında hüküm bildirmeye gayret eden Buhârî, Zeyneb bint Hâris’e Hz. Peygamber’in cezâ verip vermediği husûsundaki farklı rivâyetlere binâen hüküm bildirmek yerine başlığı istifham şeklinde, “(Muâhedeli) Müşrikler, Müslümanlara Sözlerinde Durmamaları ve Hıyânet Ettikleri Zaman Bağışlanırlar mı?”415 şeklinde kaydetmiştir.416 Müslim’in bir rivâyetinde sahâbîler, “Ya Resûlallah, bu kadını öldürelim mi? diye sormuşlar. Resûlullah: “Hayır öldürmeyiniz.” demiştir.417 Mâlikî hukukçu İbn Sahnûn, hadis ehlinin Hz. Peygamber’in kadının öldürttüğü husûsunda ittifak ettiğini söylemiş418 ancak Zührî’den bir rivâyette Zeyneb’in müslüman olduğunu bu sebeple serbest bırakıldığını nakletmiştir.419 Ebû Seleme’nin Câbir’den naklettiğine göre ise Hz. Peygamber, bu kadının kısasen öldürülmesini emretmiştir.420 Zikredilen rivâyetleri te’lif sadedinde Beyhakî, “Bu kadını Resûlullah evvelâ serbest bırakmıştır. Fakat sonra o zehirli koyunun etini yiyenlerden Bişr b. Berâ’nın vefatı üzerine kısas ettirmiştir. Şu halde Resûlullah evvelâ kendi şahsı hesabına cezâ vermemiş, sonra Bişr’in ölümü üzerine kısas ettirmiştir.” diyerek açıklamıştır.421 Bir önce zikrettiğimiz Nübâte misalini de göz önünde bulundurduğumuzda bu konuda Beyhakî’nin açıklamasının en uygun yaklaşım olduğu söylenebilir. Ayrıca birçok hadis kitabında yer alan Hz. Peygamber’in eşi Âişe’nin, “Resûlullah kendi şahsıyla ilgili olarak hiç kimseden intikām almazdı, fakat Allah’ın hürmetine saygısızlık hali müstesna idi. 414 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 678; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, ss. 179-180; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, ss. 134-135. (باب إِذَا َغدََر المْشِرُكون بِاْلُمْسِلِميَن َهْل يُْعفَى َعْنُهم؟) 415 416 Buhârî, “Cizye ve’l-Muâdea”, 7(Had. no: 3169); Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, C. 15, s. 91. 417 Müslim, “Selâm”, 45(Had. no: 2190). 418 Nevevî, el-Minhâc fî şerḥi Ṣaḥîḥi Müslim, C. 14, s. 257; Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, C. 15, s. 91. 419 Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, C. 15, s. 91; Kastallânî, İrşâdü’s-sârî, C. 6, s. 378. 420 Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, C. 15, s. 91; Şâmî, Sübülü’l-Hüdâ, C. 5, s. 135. 421 Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Alî el-Beyhakî, Delâʾilü’n-nübüvve ve maʿrifetü aḥvâli ṣâḥibi’ş-şerîʿa, nşr. Abdülmu‘tî Kal‘acî, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1408/1988, C. 4, s. 261. 72 Allah için bunu cezalandırırdı.”422 beyânı da cezanın Bişr b. Berâ’nın durumuna müteâkip görüldüğünü destekleyecek mâhiyettedir. Bişr b. Berâ’nın zehirlenme sonucu hayatının son bulması muayyen olmakla birlikte ayrıca bazı rivâyetlerde ismi zikredilmeyen başka bir sahâbînin de hayatını kaybettiği rivâyet edilmektedir.423 Daha önce bu yemekte Hz. Peygamber ile birlikte bulunduğunu kaynaklardan tespit ettiğimiz Ebû Bekir ve Ebû Saîd el-Hudrî’nin vefat tarihleri ölen kişinin onlardan biri olmadığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle râvîlerin rivâyetlerinde öldüğü zikredilen kişinin muhtemelen Bişr b. Berâ olduğu ve bu bilginin o zamanki insanların malumu olduğu için zikretme gereği duyulmadığı düşünülebilir. Diğer bir ihtimal ise kaynaklarda ismine rastlayamadığımız başka bir sahâbînin söz konusu olmasıdır. Ancak ölümün ciddi bir hâdise olması ve hayatını kaybeden kişinin isminin atlanmasının uzak bir ihtimal olarak düşünüldüğünde birinci ihtimalin daha mâkul olduğu söylenebilir. Allah resûlü vefat ettiği hastalık sırasında onu ziyarete gelen Bişr b. Berâ’nın annesine hitaben, “Hâlâ Hayber’de yediğim yemeğin acısını duyuyorum. İşte şu anda kalp damarımın kopma zamanı geldi.” demiştir. Bunun üzerine Ümmü Bişr de “Şüphesiz müslümanlar elbette görecekler ki, Resûlullah Allah’ın peygamberliği ona ikram ettiği gibi onu şehit olarak vefat ettirmiştir.”424 1.4 İNTİKAM(ÖÇ ALMA) DUYGUSUNU CANLI TUTMA “İnsanlar arasında meydana gelen savaşlar ve müsâdemeler, Allah’ın onları yaratmasından beri ola gelmiştir. Savaşların aslı ise, insanların birbirlerinden intikām almak istemesidir. Savaşlarda herkes kendi asabiyetine destek olur. İnsanların birbirini savaşa yönlendirmesi ile iki topluluk karşı karşıya gelir; topluluklardan biri intikām diğeri ise kendini müdâfaa etmek ister. Böylece savaşlar meydana gelir.”425 sözlerinin sâhibi İbn Haldun, âdeta (kendi yaşadığı asra kadar) insanlık savaş târihinin röntgenini çekerek bizlere kısaca ifâde etmektedir. Câhiliye dönemi savaşlarına baktığımızda İbn Haldun’un 422 Buhârî, “Menâḳıb”, 23(Had. no: 3060), “Edeb”, 80(Had. no: 6126), “Ḥudûd”, 10(Had. no: 6786); Müslim, “Fedâ’il”, 77(Had. no: 2327); Ebû Dâvûd, “Edeb”, 5(Had. no: 4785). 423 Dârimî, es-Sünen, C. 1, s. 209; Ebû Dâvûd, “Diyet”, 6(Had. no: 4510); Beyhakî, es-Sünen, C. 8, s. 83. 424 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 679; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 287; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 181; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 512; İbn Kesîr, es-Sîre, C. 3, s. 400; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 13, s. 350. 425 İbn Haldun, Muḳaddime, C. 1, s. 457. 73 bu tespitlerinin ne kadar yerinde olduğunu ve bire bir örtüştüğünü söylemek mümkündür. Zîra Câhiliye devri Arap şâiri Düreyd b. Sımme’nin, “Her zaman kanımızı ebediyete kadar öç almaya çalışan sâhiplerinde görürsün. Öç almak için bize baskın yapılır ve felâkete uğrarsak, onlar öçlerinde şifa bulurlar yâhut biz öç almak için baskın yaparız. Böylece sonsuz zamanı (düşmanlarımız ile) aramızda iki bölüme ayırdık, (bizden öç alınan) bölüm geçer-geçmez (biz öç aldığımız) bölümde bulunuruz.”426 ifâdedeleriyle onu teyit eder mahiyettedir. Nitekim bu devirde yaşanılan coğrafyanın insanının hayatının bir parçası haline gelmiş kabîle savaşları hayatta kalmak için güçlü olmalarını bunun içinde birbirlerinin desteğini yani asabiyeti zorunlu hale getirmektedir. Câhiliye devrinde insanlar arasında adaletin ve hukūkun icrâ edildiği günümüz mahkemeleri gibi herhangi kurum veya adlî kuruluşun bulunmaması şahısların kendi hak ve adâletlerini sağlama yoluna gitmelerine sebep olmaktaydı. Bir kabîleden bir kimsenin başka bir kabîleden bir kimseyi öldürmesi durumunda cana kıyan ve maktûlün kabîleleri arasında intikām merkezli bir husûmet başlardı. Maktûlün kabîlesi, kātilin kabîlesinden birini öldürmeden veya diyet ile aralarında sulha varılmadan iki kabîle arasında asla neticeye varılamaz, güdülen dava kapanmazdı.427 Çünkü Arapların yaşadıkları sosyal toplum göz önünde bulundurulduğunda intikām alma duygusu onları güçlü kılan, bir yönde ayakta tutan en önemli âmillerden biriydi. Nitekim intikām duygusunun var olmaması veya uygulanmaması muhâlif kabîleye karşı zayıflık ve güçsüzlük imajı verilmesine, ileride olabilecek çarpışmalarda hedef haline gelmesine sebep olabilirdi. Bu açıdan intikām diğer kabîlelere karşı kaybettiklerinin onları aciz bırakmadığı, hayatta olduklarını ve yakınlarının intikāmlarını alabilecek kadar güçlü olduklarını gösterme biçimleriydi. Aksi halde hedef haline gelebilecek âilenin ve kabîlenin kısa sürede dağılması hatta yok olması kuvvetle muhtemeldi. Bu gibi durumların farkında olan Araplar öçlerini alma husûsunda hırz-ı can göstermekteydiler. Ölen kişinin intikāmını almak, âilede en yakın erkekten başlayarak uzağa doğru devam etmekteydi.428 Herhangi bir kabîleden birisinin öldürülmesi durumunda kātilin kabîlesinden dökülen kana karşılık kātili kendilerine teslim etmesi istenirdi. Her ne kadar intikāmını almamak maktul kabîle için zillet göstergesiyse kātilin kabîlesi için de kabîlesinden 426 Ahmet Ateş, “Sâr”, İslâm Ansiklopedisi (İA), İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1940-88, C. 10, s. 199. 427 Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 5, s. 65. 428 Ateş, “Sâr”, (İA), C. 10, s. 199; Acar, Cahiliye’de ve Risalet Döneminde “Savaş” Olgusu, s. 41. 74 haksız bile olsa birini teslim etmek utanç vesîlesi sayılmaktaydı. Taraflar arasındaki sükûneti, meselenin kan dökülmeden hallini sağlayan diyete ise umûmiyetle aciz, güçsüz ve zayıf mizaç sâhipleri rıza göstermekteydi.429 Ancak özellikle kabîle içinde intikāmı gerektiren bir vukūât halinde kabîlenin ileri gelenleri meseleyi diyetle çözme yoluna giderlerdi. Maktûlün yakınının diyete râzı olmayarak direnç göstermesi durumunda ise havaya bir ok atılır ve bu ok yere kanlı vaziyette yere düşerse intikāmın kan dökülerek yerine gelmesine aksi halde diyetin kabulüne karar verilmiş olunurdu.430 Câhiliye Araplarında öldürülen şahsın intikāmı kendisine düşen kişi bu durumu belli edecek bazı tavır ve davranışların içine girmekteydi. Bu hususta aktarılan bilgilere göre vazîfeyi yerine getirecek kişi, Araplarca intikām alâmeti olarak kabul edilen başına siyah sarık takar431 ayrıca öcünü alıncaya kadar içki içmeyeceğine432, kendi eşi dâhil kadınlara yaklaşmayacağına, başını yıkamayacağına yemin ederdi.433 Câhiliye şâiri Tarafe’nin bir beytinde434 yaptığı telmihte de değindiği, Araplar arasında öldürülen bir kişinin intikāmı alınmaması durumunda ruhunun bir baykuş olup kabri üzerinde “bana su verin” diye feryat ettiğine ancak intikāmı alınmasının ardından rahata kavuşarak uçup gittiği yönünde bir inanç söz konusuydu.435 Câhiliye kadınları kabîleden birinin öldürülmesi durumunda kabîlenin intikām hislerini canlı tutan, onları öç almaya teşvik edici rolü üstlenmekteydi. Ölen kimsenin ardından başlarını açıp ağıtlar yakarak mâtem tutan kadınlar, bu işi intikām alınıncaya kadar ertelerler hatta kimi zaman âdî fâhişeler gibi hareket edeceklerini beyân edip erkekler üzerinde psikolojik baskı kurmaktaydı.436 Kadınlar bu baskı ve intikām havasını söyledikleri sözler ve okudukları şiirlerle de oluşturmaktaydı. Bu konuda en çarpıcı 429 Bu durumu Züheyr b. Ebî Sülmâ şiirinde şu şekilde dile getirir: “Onlar öyle kudretli kimselerdir ki kin ve intikam sâhibi olan kimse, onlardan intikamını alamadığı gibi onlara karşı cürüm ve cinâyet işleyen kimse de kendilerinden emin kalamaz.” bkz. Yaltkaya, Yedi Askı, s. 59. 430 Ebü’l-Meâlî Cemâlüddîn Mahmûd Şükrî b. Abdillâh b. Mahmûd el-Âlûsî, Bulûġu’l-ereb fî maʿrifeti aḥvâli’l-ʿArab, thk. Muhammed Behce El Esrî, Bağdat, 1314, C. 3, ss. 18-19; Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, C. 5, s. 599. 431 Yaltkaya, Yedi Askı, s. 13. 432 Âlûsî, Bulûġu’l-ereb, C. 3, s. 24. 433 Ateş, “Sâr”, (İA), C. 10, s. 200. 434 “Hayatta az ve neşesiz şarap içmiş olmamamak için beni bırak ki baykuşumu sağlığında (şaraba) kandırayım.” 435 Yaltkaya, Yedi Askı, s. 43. 436 Ateş, “Sâr”, (İA), C. 10, s. 200. 75 örneklerini bir intikām savaşında kaybettiği kardeşi Sahr’ın ardından söylediği şiirlerle437 Araplar arasında meşhur olan Hansâ’nın ortaya koyduğu söylenmektedir.438 İntikāmlarının alınması için onu sürekli gündeme getiren kadınlar, zayıflık göstergesi telakkî edilen diyetin kabul edilmesine karşı çıkmakta, râzı olmamaktaydı. Oğlu Kays b. Züheyr’in öldürülmesi üzerine babası Huzeyfe b. Bedr’in diyeti kabul etmesine öfkelenerek bu duruma şiddetle karşı çıkan annesi Kırfe, kocasını oğlunun öcünü almaya iknâ etmek için şiirler söylemiştir.439 Besûs vakasında Cessâs b. Mürre, kızkardeşi Celile bint Mürre’nin kocası Küleyb ile aralarında oluşan bir husûmet sonucu Cessâs, Küleyb’i öldürmüştü. Küleyb’in nâşı etrâfında toplanan kadınlar yakalarını yırtarak, yüzlerine şamarlar indirip Küleyb’in mâtemini tutmuşlar, bu sırada orada bulunan Celile’yi, “Sen mâtemimizden uzaklaş çünkü sen kātilin kız kardeşisin ve bize zulmeden bu adamın öz kardeşisin” diyerek uzaklaştırmışlardı. Yolda babası Mürre’ye rastlayan Celile, babasının diyet miktarını arttırmasıyla bu meselenin hallolmasının mümkün olup olmadığını sorması üzerine, “Kâbe’nin sâhibine andolsun ki, işte bu aldatılmış birinin kuruntusudur. Tağlib kabîlesi diyet develerinin miktarını arttırman nedeniyle mi efendilerinin kanından vazgeçip senin yakanı bırakacak?” diyerek intikāmın kaçınılmaz olduğunu vurgulamıştır.440 Kadınlar ayrıca intikāmların alındığı savaşlara da katılmak suretiyle burada da üzerlerine düşeni yapma gayretini gösteriyorlardı. İntikam alma genellikle erkekler tarafından görülmekte iken bazı kabîlelerin ileri gelenlerinin kızlarının, bu vazîfeyle yakından alâkadar oldukları görülmektedir. Bedir’de baba, amca ve kardeşini kaybeden Utbe b. Rebîa’nın kızı Hind, Uhud Savaşı öncesi Vahşî’yi öcünü alması için görevlendirmişti. Bedir’de yakınlarının ölümüne sebep olan Hz. Hamza’dan intikāmını alan Hind, duygularını şu şekilde dile getirmektedir: “Biz Bedir gününe karşı size ceza verdik, harpten sonra harp alevlenicidir. Utbe’den benim için bir sabır olmadı. Ne kardeşimden ne onun amcasından ve ne de Bekr’imden. 437 “Sahr bizim hem koruyucumuz hem seyyidimizdir. Biz onu nasıl övelim o bir denizdir. Sahr öyle birisidir ki, yol gösterenlerin öncüsüdür. O, başında ateş olan bir alem gibidir.” Şiir için bkz. İbn Ebû Tâhir, Belâġātü’n-nisâʾ, s. 168. 438 Bkz. Ali Şakir Ergin, “Hansâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1997, C. 16, ss. 46-47. 439 Acar, Cahiliye’de ve Risalet Döneminde “Savaş” Olgusu, s. 143. 440 Geniş bilgi için bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 1, ss. 472-476. 76 Yüreğimi soğuttum ve yeminimi yerine getirdim, ey Vahşî sadrımın susuzluğunu giderdin. Vahşî’nin teşekkürü hayatım boyuncadır, hatta mezarımda kemiklerimin çürüyüp dağılmasına kadar.”441 Alınan her bir intikām başka alınacak intikāmlar doğurarak fâsit dâireler oluşturan ve insanların içinde bocaladığı bu çağda Hind bint Utbe’nin aldığı intikāmdan sonra söylediği şiire hemen karşı taraftan bir kadın cevap vererek şu şiiri seslendirmiştir: “Ey koğucu küfrün elebaşının kızı, Bedir’de ve Bedir’den sonra rezil rüsva oldun. Allah seni beyazlığı uzun olan Hâşimîlerin fecrinin sabahında, Kesen her kesici ile keskin kılıç ile kafanı yarsın. Hamza benim aslanımdır(yiğit) Ali ise şâhinim. O zaman ki, Şeybe ve senin baban bana ğadr olsun diye attılar ve ondan göğüsten zâhir olan şeyleri kanla boyadılar. Senin kötü nezrin, nezirlerin en şerlisidir.”442 Kaynaklarda aktarılan bir başka rivâyete göre ise ayrıca hâli vakti yerinde olan kadınların, yakınlarının intikāmı için kātilin başını getirene büyük ödüller vaat ederek, bu sayede kaybettiklerinin öcünü almayı ummuşlardı. Amr b. Avf oğullarına mensup Sülâfe bint Sa‘d b. eş-Şüheyd’in kocasından geriye kalan dört oğlundan ikisi Hâris ve Müsâfi, Uhud muhârebesinde Kureyş’in sancaktarlığını yapıyorlardı. Savaş sırasında Âsım b. Sâbit’in attığı oklarla iki evlâdını kaybeden Sülâfe, imkân bulduğu takdirde Âsım b. Sâbit’in başıyla içki içmeye nezr etmiş ve kendisine Âsım’ın başını getirene yüz deve vereceğini vaat ederek onu hedef haline getirmişti. Bu sözleri işiten ve develere sâhip olmak isteyen Hüzeyl kabîlesine mensup Lihyânoğullarından bir grup, Hz. Peygamber’in yanına gelerek kendisinden onlara İslâmî açıdan bilgiler öğretmesi için insanlar göndermelerini istemişlerdi. Resûlullah başlarında Âsım b. Sâbit’in bulunduğu bir grup sahâbîyi onlarla birlikte göndermiş, ancak yolda ihânet ederek onları pusuya düşürmüşlerdi. Müşrikler teslim oldukları takdirde kendilerini öldürmeyeceklerini, onları 441 İbn İshâk, es-Sîre, s. 333; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 54; el-Abbâs b. Bekkâr ed-Dabbî, Aḫbâru’l-vâfidât mine’n-nisâ ‘alâ Mu‘âviye b. Ebî Süfyân, thk. Sekîne eş-Şihâbî, 1. bs., Beyrut, Müessesetü’r-risâle, 1403/1983, s. 49; Ebû Nasr el-Mutahhar b. Tâhir (el-Mutahhar) el-Makdisî, Kitâbü’l-Bedʾ ve’t-târîḫ, Port Said, el-Mektebetü’s-sekāfeti’d-dîniyye, t.y., C. 4, s. 204. 442 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 54; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 16; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 277; İbn Seyyidünnâs, Uyûnü’l-eser, C. 2, ss. 28-29. 77 Mekke’ye götürerek para kazanmak istediklerini söylemiş, ancak müslümanlar teslim-i silah etmemişti. Âsım b. Sâbit, “Allah’ım! Senin dinini gündüzün ilk vaktine kadar korudum. Sen de benim cesedimi gündüzün sonuna kadar koru.” diyerek önce sadağındaki oklar bitene kadar ok atarak savaşmış, sonra mızrağı ve kılıcı ile ölene kadar savaşmıştı. Liyânoğulları başına konan ödüle sâhip olmak için Âsım b. Sâbit’e yaklaşmak istediklerinde eşek arılarının saldırması sonucu buna muvaffak olamamamışlardı. Arıları def etmeye güçleri yetmeyince gündüzün kararmasını beklemişler, ancak aniden bastıran yağmurun oluşturduğu sel ile Âsım b. Sâbit’in cansız bedeni sürüklenip kaybolmuş, Lihyânlılar ve Sülâfe bint Sa‘d emellerine kavuşamamıştır.443 1.5 ÇARPIŞMAYA KATILMA Kimi zaman şiirlerle kimi zaman söylediği şarkılar, çaldığı davul ve deflerle savaşlarda erkeklerine moral veren, onların kahramanlık duygularını çoşturan Câhiliye kadınlarının tabiî olarak muhârip erkekler gibi çarpışmalara bilfiil katıldıklarını ve hatta onlardan böyle bir davranış beklenildiğini söylemek kaynakların sunduğu bilgiler çerçevesinde mümkün değildir. Nitekim müslümanlar safında Uhud Muhârebesi’nde yer alan Ümmü Umâre’nin izlenimleri Kureyş kadınlarının savaşın aktif cephesinde bulunmadıklarını ortaya koymaktaydı. Ayrıca kadınların Uhud Savaşı’na katılmalarının müspet ve menfî yönlerinin istişâre edildiği toplantılarda Câhiliye kadınından savaşlarda faydalı olacakları kanaati hâsıl olsa da vuruşmalara dâhil olmaları gibi bir beklentinin olmadığı görülmektedir.444 Bu sebepten bu başlık altında verilebilecek misallerin pek az yaşanması, târihî kaynakların da bunlara ne kadarına değindiği ve günümüze birçok kaynağın ulaşamaması göz önünde bulundurulduğunda bu tür bilgilere Câhiliye kadını için rastlama ihtimalinin kısıtlı olduğu söylenebilir. Ancak erkeklerden beklenen performansın sergilenemediği ve kadınlardan herhangi birinin cesâret göstererek çarpışmanın ortaya atıldığı rivâyetlerin hem şâirlerin hem de nakleden râvîlerin dikkatlerini çekerek bunu eserlerine kaydettikleri görülmektedir. 443 İbn İshâk, es-Sîre, s. 329; Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 356; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 125; İbn Sa‘d, eṭ- Ṭabaḳāt, C. 2, ss. 51-52; C. 3, ss. 428-429; Buhârî, “Cihâd”, 170(Had. no: 3045), “Meġāzî”, 29(Had. no: 4086); Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 375; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 539; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 1, s. 183; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 2, s. 779; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 32, s. 202; İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam fî Târîḫ, C. 3, s. 212; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 13, s. 275. 444 Bu konudaki rivâyetler birinci bölümde Câhiliye kadınlarının savaşlara katılması başlığı altında verildi. 78 Uhud Gazvesi’nde Mekke ordusunun sancaktarlığını, dededen kendilerine kalan mîrasın sâhibi445 Abdüddâroğulları yapmaktaydı. Savaşta sancağı taşıyan bu kabîledeki kişilerin, müslümanlar tarafından bir bir toprağa düşürülmesi sonucu sancağı en son Ebû Talha’nın kölesi Suâb446 kardırmış ancak o da aldığı darbeler sonucu orada öldürülmüştü. Kureyş’in sancağı her eline alanın ardı sıra öldürülmesi447 sonucunda bu müşriklerde korku hâsıl etmiş ve kimse sancağı yerden kaldırmaya teşebbüse dahi cesâret gösteremez olmuştu. Bu sırada savaşa eşi Gurâb b. Süfyân b. Uveyf ile katılmış448 olan Ehâbişlerden449 Amre bint el-Hâris b. Alkame isminde bir kadın, savaşın ilk evresinde yaşanan bu durum üzerine cesâretle savaşçıların arasına dalarak, yere düşen sancağı kaldırmış ve harbin nihâyetine kadar muhâfaza etmişti.450 Bu tabloya şâhit olan müslüman şâir Hassan b. Sâbit önce çekimser davrananları kınadıktan sonra Amre’yi metheden şu sözleri söylemiştir: “Şâyet Hârisli kadın orada bulunmasaydı, sizler pazarlarda getirilip satılan köleler gibi satılırdınız.”451 Burada şunu ifâde etmeliyiz ki Amre bint el-Hâris’in meseleye sâhip çıkmasının tesâdüfî veya yalnız onun göstermiş olduğu cesâret eseri olmadığı, ayrıca bağlı bulunduğu kabîle ile de yakından alâkalı olduğunu söylemek mümkündür. Ensâb müellifi Belâzürî, onun nesebini Amre bint el-Hâris b. Alkame b. Zürâre b. Abdümenâf b. Abdüddâr şeklinde vermektedir. Benî Abdüddâr kabîlesine mensup Amre, atası Kusay’dan kendilerine kalan, Kureyş ordusunun sancaktarlık görevine Abdüddâr kabîlesinin bir ferdi 445 Kureyş’in sancaktarlık vazîfesinin Abdüddâroğulları tarafından yürütülmesi hakkında bkz. Ahmet Lütfi Kazancı, “Abdüddâr (Benî Abdüddâr)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1988, C. 1, s. 177. 446 Kaynaklarda arapça aslı (صواب) şeklinde kaydedilen Suâb’ın isminin “Suvâb” şeklinde de okunmaya elverişli olduğu söylenebilir. Ancak bizden önceki araştırmacıların Suâb’ı kullandığı dikkate alarak tercihimizi bu yönde kullandık. Suâb şeklinde kullanım için bkz. Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Vahşî b. Harb”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, s. 450. 447 Mahmûd Şît Hattâb eserinde Suâb’a gelene kadar tam dokuz sancaktarın öldürüldüğü ifâde etmiştir. Ancak Uhud’da müslümanlar tarafından bir bir öldürülen, müşriklerin sancaktarlarının isimlerini kaydeden Belâzürî’den tespitimize göre bu sayı ona çıkmaktadır. Krş. Belâzürî, Ensâb, C. 1, ss. 53-55; Hattâb, Komutan Peygamber, s. 115. 448 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 203. 449 Ehâbiş, Mekke çevresinde yaşayan ve Kureyş’in müttefiki olan çeşitli kabîlelerin oluşturduğu bir topluluk. Bkz. Mehmet Ali Kapar, “Ehâbîş”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1994, C. 10, s. 496. 450 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 203; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, ss. 41-42; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, s. 200(md. 388). 451 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 42; Belâzürî, Ensâb, C. 11, s. 137; İbn Hazm, Cemheretü ensâbi’l-ʿArab, C. 1, s. 188; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 5, s. 441. 79 olarak sâhip çıkmıştır. Nitekim Hz. Peygamber de aynı savaşta müslümanların sancağını yine Benî Abdüddâr soyuna mensup bir kişiye, Mus‘ab b. Umeyr’e verdiği görülmektedir. Uhud’da Resûlullah’tan aldığı kılıçla savaşan Ebû Dücâne bir aralık müslüman askerlere bir şeyler atıp yaralılara zarar veren bir kimsenin hemen yanına gelerek kılıcını kaldırmış ancak onun bir kadın olduğunu anlayınca öldürmekten vazgeçmiştir. Vâkıdî bu kadının Amre bint el-Hâris olduğunu kaydederken452 diğer müellifler isim zikretmeden nakletmektedirler.453 Rivâyetten anlaşılan bazı kadınların çatışmaların sıcak yaşandığı mevzilere kadar gelerek ihtimal tuzaklar hazırlıyor yâhut yaralı ve ölmemiş askerlerin canlarına kastediyorlardı. 2. MÜSLÜMAN KADININ ROLLERİ 2.1 SAVAŞ ÖNCESİNDE 2.1.1 Savaşçı Oğul Yetiştirme Eskilerin ifâdesiyle “Ana kucağı, terbiye ocağı” olan anne, çocuğun doğduğu andan îtibâren ilk terbiyesini aldığı yer olarak söylenebilir. Bu yaşlarda çocukla en fazla vakit geçiren anne, onun bakım ve terbiyesi husûsunda da en önde gelen kimsedir. Bu açıdan bir çocuğun daha mektebe gitmeden ilk talim ve terbiyesi annesinin yanında başlamakta, annesi onun ilk muallimi, mürebbiyesi olmaktadır. Çağlar boyunca gelip geçen düşünürler mutlaka bu konuda bir şeyler söylemiş, annenin çocuk üzerindeki ehemmiyetine vurgu yapmıştır. Bu konuya dikkat çeken Fransız yazar Rousseau, “Şefkatin en büyük âmili analardır, hayatımdaki bütün hatalarım ana terbiyesi görmeyişimden ileri gelmiştir.” diye ifâde etmiştir.454 Fransız asker ve kumandan Napolyon ise iyi vatandaşlara iyi annelerle ulaşabileceklerini ayrıca Fransa’nın, iyi annelerin yetiştirdiği askerlerle dünyayı fethedebileceğini beyân ederek çocuğun yetişmesinde annenin önemine bir de o değinmektedir.455 Bir çocuğun ilerleyen yaşlarda savaşçı olması kendisini, âilesini, yeri geldiğinde yurdunu korumak için mücâdele vermede göstereceği cesâretin ve atılganlığın küçük 452 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 259. 453 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 33; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 511; Ebû Nuaym el-İsfehânî, Maʿrifetü’ṣ- ṣaḥâbe, C. 3, s. 1436. 454 İnci Beşoğul, Çocuk Bakım ve Terbiyesi, 4. bs., İstanbul, Çelik Yayınevi, 1984, s. 20. 455 Beşoğul, Çocuk Bakım ve Terbiyesi, s. 21. 80 yaşta annesinden alacağı terbiye ile mümkün olacağı söylenebilir. I. Dünya Savaşı kumandanlarından Alman Subay Erich Ludendorf(1865-1937) “el-Ümmeh fi’l-Harb” adlı eserinde, “Savaş amaç değildir bir araçtır. Bunun için ulusun bütünü savaşa hazır olmalıdır. Her zaman da savaşa çıkacak vaziyette hazır kıta gibi beklemesi gerekir. Kadınların görevi, böyle genel savaşların getireceği yük ve zorlukları rahatlıkla üstlenecek nesiller yetiştirmesidir. Erkekler de bu amaca ulaşmak için ellerinden gelen gayreti sarfetmelidirler.”456 sözleriyle açıklamaktadır. Hz. Peygamber dönemi savaşlarını incelediğimizde sahâbî annelerin evlâtlarının almış oldukları terbiye neticesinde küçük yaştan îtibâren yüksek pür-heyecân ve dâiye ile savaşlarda yer almak istedikleri görülmektedir. Fatih Sultan Mehmet’in annesi oğluna, “Evladım! Allah’ın emri ile Allah ve Resûlü yolunda gerekirse şehit olacaksın.”457 dediği ifâde edildiği gibi sahâbî annelerin de oğullarına benzer şekilde nasihatler verdikleri rivâyetlerde yer almaktadır. İbn Ebû Şeybe’de Şa‘bî’nin naklettiği bir rivâyete göre, “Bir kadın, Uhud Savaşı’na çıkılırken oğluna bir kılıç verdi. Çocuğun, kılıcı taşımaya gücü yetmiyordu. Kılıcı iple bileğine bağlamıştı. Oğlunu elinden tutarak Resûlullah’a getirdi ve: “Ya Resûlullah! Bu benim oğlum. Senin uğrunda savaşacak.” dedi. Haberin devamında Resûlullah çocuktan kılıçla birkaç hareket yapmasını istedikten sonra onu yeterli bulur ve harbe katılmasına izin verir. Savaş esnasında yara alan çocuk Hz. Peygamber’in yanına getirildiğinde çocuğa, “Yavrucuğum, herhalde üzülmüşsün.” demesi üzerine çocuk, üzülmediğini ifâde sadedinde “Hayır.” diyerek cevap verir.458 Kaynaklarda Bedir ve Uhud Gazvesi’ne küçük yaşlarına rağmen katılmak isteyen çocuk sahâbîlerden bahsedilmektedir. Çocuk dememizin sebebi tespit ettiğimiz rivâyetlerde görüleceği üzere bu talepte bulunanların daha on iki, on üç ve on dört yaşlarında olmalarıdır. İhtimal annelerinden aldıkları nasihatlerin duygu ve düşünce dünyalarında oluşturduğu cihâd aşkı, onlarda Bedir savaşına çıkmaya can atacak kadar yer edinmiş, bu sebeple harbe iştirak etmek istemişlerdi. Kaynaklarda Sa‘d b. Ebû Vakkās’ın aktardığı bir nakilde kardeşi Umeyr’in Bedir savaşına katılmak için kendisiyle 456 Hattâb, Komutan Peygamber, s. 281. 457 Beşoğul, Çocuk Bakım ve Terbiyesi, s. 39. 458 İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 7, ss. 370-371; Ebü’l-Kāsım Abdurrahmân b. Muhammed b. İshâk el- Abdî el-İsfahânî İbn Mende, Müstaḫrec min kütübi’n-nâs li’t-teẕkire ve’l-müsteṭraf min aḥvâli’n-nâs li’l-maʿrife, thk. Âmir Hasan Sabrî, Bahreyn, Vizaretü’l-Adli ve’ş-Şu‘ûni’l-İslâmiyye, t.y., C. 1, s. 360; Kandehlevî, Hadislerle Müslümanlık, C. 2, s. 597. 81 berâber yola çıktığını ifâde eder. Yolda kardeşinin tuhaf hareketler sergilediğini farkeden Sa‘d, kardeşine gösterdiği bu davranışların sebebini sormuş, kardeşi Umeyr’de, “Resûlullah beni görüp de küçük bularak harbe götürmemesinden korkuyorum. Hâlbuki ben savaşa katılmayı çok istiyorum. Belki Allah bana şehadeti nasip eder.” beyânıyla duruma açıklık getirmiştir. Ancak orduyu tek tek teftiş eden Allah resûlü, Umeyr’i görmüş ve küçük bularak onun ordudan ayrılması gerektiğini söylemiştir. Umeyr’in aldığı emir karşısında üzülerek feryâd edercesine ağladığını gören Hz. Peygamber bu sefer kendisine müsâade etmiş, henüz yaşı ve boyu küçük olduğu için kılıcını omzuna abisi Sa‘d bağlamış ve böylece savaşa iştirak etmiştir. Sa‘d b. Ebû Vakkās, kardeşi Umeyr’in Bedir Savaşı’nda hayatını kaybettiğinde daha on altı yaşında olduğunu nakletmiştir.459 Yine Bedir Harbi’nde yer aldığı görülen Muâz, Muavviz ve Avf’ın annesin Afrâ bint Ubeyd’in bu savaşa yedi oğlunun katıldığı nakledilmektedir.460 Savaşta yer alan ensardan bu üç delikanlı461 savaş öncesi Utbe’nin yapmış olduğu mübâreze çağrısına karşılık hemen yerlerinden fırlayarak öne atılmışlar462 ancak Hz. Peygamber’in onları geri çağırması üzerine yerlerine geri dönmüşlerdir.463 Savaşa katılan sahâbîlerden Abdurrahman b. Avf’ın haberine göre ordu saflarında yanında küçük oldukları için kılıçları boyunlarında iki genç bulunmaktaydı. Bir aralık gençlerden biri Abdurrahman b. Avf’a dönerek, “Amca, onlardan hangisi Ebû Cehil?” diye sormuştu. Abdurrahman b. 459 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 21; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, ss. 138-139; Ebû Abdillâh Muhammed b. Nasr b. Yahyâ el-Mervezî, es-Sünne, nşr. Sâlim b. Ahmed es-Selefî, 1. bs., Beyrut, Müessesetü’l-Kütübi’s- Sekâfe, 1408/1988, ss. 46-47(Had. no: 146); Ebü’l-Kāsım Abdullāh b. Muhammed b. Abdilazîz b. el- Merzübân el-Begavî, Muʿcemü’ṣ-ṣaḥâbe, thk. Muhammedü’l-Emîn b. Muhammed el-Cengî, Kuveyt, Mektebetü dâri’l-beyân, 1421/2000, C. 3, s. 6; İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, C. 1, s. 152; İbnü’l-Cevzî, el- Muntaẓam fî Târîḫ, C. 3, s. 141; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 4, s. 287. 460 İbn Habîb, el-Muḥabber,ss. 399-400; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 5, s. 142; İbnü’l-Cevzî, et-Telḳīḥ, s. 516; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 3, s. 220; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 240. 461 Bazı kaynaklarda üçüncü olarak Abdullah b. Revâha’nın da ismi zikredilmektedir. Ancak Vâkıdî, “Bize göre doğru olan Benî Afra’nın çocuklarıdır.” demektedir. Bkz. Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 68; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 2, s. 267; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 445; Makdisî, el-Bedʾ ve’t-târîḫ, C. 4, s. 189; İbn Hazm, Cevâmiʿu’s-sîre, s. 66; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 5, s. 103. 462 Benî Neccâr soyuna mensup olduğu bilinen Afrâ bint Ubeyd’in üç oğlu’nun Bedir’de Utbe’nin çağrısına karşılık yerlerinden ayrılmaları Hz. Peygamber ile aralarında bulunan huûlet(anne tarafından akrabalık) asabiyetinin neticesi olduğu düşünülebilir. Nitekim onları geri yerlerine dönmelerini isteyen Hz. Peygamber bu sefer bir diğer asabiyet bağı bulunan Benî Hâşim’den üç kişinin müşriklerin çağrısına icâbet etmelerini istemesi bu düşüncemizi desteklemektedir. 463 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 68; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 15; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 38, s. 257; Alî b. Hüsâmiddîn b. Abdilmelik b. Kadîhân el-Müttakī el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nşr. Bekrî Hayyânî, Saffet es-Sekkā, 5. bs., Beyrut, Müessesetü’r-risâle 1405/1985, C. 10, s. 414. 82 Avf’ın çocuğa neden Ebû Cehil’i sorduğunu sorması üzerine çocuk, “Duydum ki, o adam Resûlullah’a sövüyormuş. Eğer onu görürsem, ya ölürüm ya da onu öldürürüm, diye yemin ettim.” diye cevap vermiştir. Savaş sırasında Ebû Cehil’i gözleyen bir diğer sahâbî Muâz b. Amr b. el-Cemûh ona yaklaşarak bir darbe indirmiş ancak oğlu İkrime, Muâz’ın hamlesine karşılık vererek boynundan kolunu ayırmıştır.464 Bu sırada Abdurrahman b. Avf, Ebû Cehil’i göstermesi üzerine Afrâ hatunun iki oğlu hamle yaparak onu yere sermişlerdir.465 Gençlerin Abdurrahman b. Avf’a, “Duydum ki, o adam Resûlullah’a sövüyormuş.” ifâdesinden hareketle onların savaşa katılmalarında ve müşriklerin elebaşını öldürmek istemelerinde annelerinin bilgisi hatta tavsiyesi olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Câhiliye kadınını ele aldığımız bölümlerde kadınların erkekleri savaşa teşvik etmede ve hatta intikāmlarını almada önemli rol üstlendikleri ifâde edilmişti. Bu bağlamda sahâbî hanımların da küçük yaştan îtibâren çocuklarını Allah ve Resûlullah uğruna savaşa çıkmaya teşvik ettiği ve bu uğurda hazırladığı söylenebilir. Nitekim Kâdisiye Savaşı’na dört oğlu ile katılan kadın sahâbî Hansâ, savaş öncesi çocuklarına, geçici olan dünya hayatından bâkî olan ahiret hayatına Allah’ın in’âm-ı ilâhiyesine mazhâr olmak için çarpışmanın en şiddetli yaşandığı zamanda ileriye çıkarak İslâm dini uğruna can verene kadar vuruşmalarını salık vermesi bu düşüncemizi desteklemektedir. Savaşın neticesinde dört oğlunu da kaybeden Hansâ, “Onların ölümüyle beni şereflendiren Allah’a hamdolsun. Dilerim ki Yüce Rabbim, beni de evlâtlarımla birlikte rahmetinin gölgesinde birleştirir.” diyerek Allah’a niyâz etmiştir.466 Annelerinin yönlendirmeleriyle Bedir’e geldiklerini düşündüğümüz çocuk sahâbîlerin listesini Belâzürî ve Sıbt İbnü’l-Cevzî eserinde şu şekilde zikreder; Abdullah b. Ömer, Berâ b. Âzib, Üsâme b. Zeyd, Râfi‘ b. Hadîc, Zeyd b. Sâbit, Üseyd b. Zahîr, Zeyd b. Erkam, Umeyr b. Ebî Vakkās.467 Kaynaklarda İbn Ömer’in ifâdesinde Bedir’e on üç yaşında katılmak istemiş ancak Hz. Peygamber tarafından geri çevrilmiştir.468 Berâ b. 464 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 87; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 2, s. 276; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 3, s. 207(Had. no: 1673); Buhârî, “Farżu’l-ḫumus”, 17(Had. no: 3141); Müslim, “Cihâd”, 42(Had. no: 1752). 465 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 88; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 2, s. 277; Belâzürî, Ensâb, C. 1, ss. 130, 298; İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, C. 1, ss. 171-172; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 5, ss. 113-114. 466 İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, ss. 1828-1829; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, ss. 90-91; İbn Hacer, el- İṣâbe, C. 8, ss. 111-112. 467 Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 288; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 3, s. 196. 468 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 4, s. 133; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 31, s. 95. 83 Âzib ise İbn Ömer ile Bedir’e küçük görüldükleri için katılamadıklarını beyân etmektedir.469 Çocuklardaki cihâda katılma arzusunun Bedir’de geri çevrildikten sonra sönmediği görülmektedir. Ertesi yıl vukū bulan Uhud Harbi’ne yine katılmak istemişler, Belâzürî’nin verdiği toplu listeye göre; Abdullah b. Amr, Zeyd b. Sâbit, Üsâme b. Zeyd, Berâ b. Âzib, Zeyd b. Erkam470, Üseyd b. Zahîr, Arâbe b. Evs b. Kayzî, Ebû Saîd el- Hudrî, Semüre b. Cündüp, Râfi‘ b. Hadîc’in isimleri zikredilmektedir.471 İbn Mende’nin verdiği toplu listede ayrıca Zeyd b. Câriye el-Ensârî, Sa‘d b. Hatbe472, Abdullah b. Ömer, Câbir b. Abdullah da bulunmaktadır.473 Eserinde müstakil olarak Zeyd b. Sâbit474 ve Sa‘d b. el-Hanzeliyye’nin475 isimlerini de ayrıca zikreder. Uhud için bir başka toplu liste veren İbn Kayyim el-Cevziyye ise bu isimlerden farkı olarak Amr b. Hazm’ın ismini kaydeder.476 Kaynakların sunduğu bazı rivâyetlerde savaş esnasında bile annelerinden bu konuda teşvik aldıkları görülmektedir. Vâkıdî’nin naklettiği rivâyette Uhud’a katılan Abdullah b. Zeyd, savaşta uzun boylu bir müşriğin kendisine indirdiği bir darbe neticesinde sol pazusundan ciddi bir şekilde yaralanmıştı ve kan kaybetmekteydi. Bunun üzerine savaşta yaralıların tedâvisi gibi hizmetlerde bulunduğu bilinen Ümmü Umâre yanına gelerek yarasını sarmış ve oğluna şunları söylemişti: “Ayağa kalk evlâdım! Müşriklerle vuruş!”. Ümmü Umâre’nin bu tavrına muttali olan Resûl-i Ekrem ise, “Senin yaptığını kim yapabilir ey Ümmü Umâre?” sözleriyle memnuniyetini izhâr etmiştir.477 Bir diğer misal ise Hendek Gazvesi’nde Benî Hârise kalesinde bulunduğunu ifâde eden Hz. Peygamber’in zevcesi Âişe, yakınlarından geçen Sa‘d b. Muâz’ın annesi Ümmü 469 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 5, s. 285; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 1, s. 362; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 1, s. 411. 470 Nevevî, Tehẕîbü’l-esmâʾ, C. 1, s. 199. 471 Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 316. 472 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 8, s. 175; Ebû Muhammed Abdullāh b. Müslim b. Kuteybe ed-Dîneverî İbn Kuteybe, el-Maʿârif, nşr. Servet Ukkâşe, 4. bs., Kahire, 1992, s. 499. 473 İbn Mende, Müstaḫrec min kütübi’n-nâs, C. 1, s. 17. 474 İbn Mende, Müstaḫrec min kütübi’n-nâs, C. 1, s. 16. 475 İbn Mende, Müstaḫrec min kütübi’n-nâs, C. 1, s. 18. 476 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ebî Bekr b. Eyyûb ez-Züraî ed-Dımaşkī el-Hanbelî İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l-meʿâd fî hedyi ḫayri’l-ʿibâd, nşr. Şuayb Arnaût, Abdülkâdir Arnaût, Beyrut, Müessesetü’r-risâle, 1418/1998, C. 3, ss. 174-175. 477 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 271; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 385; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, C. 2, s. 280. 84 Muâz’ın “Oğlum Allah resûlüne yetiş! Vallahi geç kaldın.”478 sözlerini sarfettiğini haber verir. Babaları Avvâm’ı daha küçük yaşta kaybeden Zübeyr b. Avvâm ve kardeşlerini anneleri Safiyye bint Abdülmuttalib büyütmüş, oğullarının yetişmesinde uyguladığı katı kurallardan ötürü kimi zaman eleştirildiğinde onların savaşçı olarak iyi yetişmelerini istediğini belirtmiştir.479 Annesinin sıkı disiplininde yetişen Zübeyr b. Avvâm’ın küçük yaştan îtibâren ok atmayı, kılıç kullanmayı ve iyi ata binmeyi öğrenerek büyüdüğü, Hz. Peygamber’in katıldığı hiçbir gazveden geri kalmadığı nakledilir.480 Huneyn Gazvesi’ne oğullarıyla birlikte katılan Ümmü Eymen’in, savaşta Resûl-i Ekrem’i korumak için onun yakın çevresinde çarpışan oğlu Eymen’i burada kaybettiği zikredilir.481 Buraya kadar ele alınan nakillerden anlaşılabileceği üzere hanım sahâbîler, evlâtlarına gerek savaş öncesi gerek savaşta yaralı hallerinde bile savaştan geri durmamaları husûsunda öğütlerde bulunmuş ve onlara bu açıdan medâr-ı teşvik olmuşlardır. Onların da annelerinden aldıkları bu mev‘izelerle küçük yaştan îtibâren savaşlara katılma husûsunda üstün bir çaba sarfettikleri görülmektedir. 2.1.2 Bağış Yapma (Mâlî Destek Sağlama) Hz. Peygamber döneminde muhâcir ve ensardan eli silah tutan kişiler İslâm’ın askerî gücünü yani ordusunu oluşturmaktaydı. Bu dönemde düzenli bir orduya sâhip olmayan müslümanlar ilk defa Hz. Ömer zamanında divan teşkilâtının kurulması ve benzeri adımların atılmasıyla düzenli ordu sisteminin tesis edilmesine başlanmıştı.482 Bu bağlamda Resûlullah’ın zamanında bir savaş tertip edileceği zaman bir münâdî müslümanları savaşa davet eder, açılan kayıt defterine gelenlerin isimleri kaydedilir ve herkesin savaşa hazır vaziyette belirtilen yerde hazır olması istenirdi.483 Düzenli bir ordunun bulunmayışı, askerlerin savaşma için gerekli olan teçhizatlarını kendi 478 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 469; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 3, s. 71. 479 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 94; Aynur Uraler, “Safiyye bint Abdülmuttalib”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2008, C. 35, s. 475. 480 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 95; Mehmet Efendioğlu, “Zübeyr b. Avvâm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2013, C. 44, s. 522. 481 Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 1, s. 318. 482 Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 1, ss. 168-169. 483 Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 303. Geniş bilgi için bkz. Hamîdullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, ss. 160-162(md. 282-284). 85 imkânlarıyla sağlamalarını gerektirmekteydi. Ancak müelliflerin kaydettiği bazı rivâyetlerden bu problemi durumu müsâit olmayan savaşma arzusu içinde olan sahâbîlere zengin sahâbîler tarafından yardımlar yapıldığı bildirilmektedir. Savaş hazırlığının başlaması üzerine varlıklı sahâbîler gidip birkaç kişiyi yâhut durumları yeterliyse daha fazla kişinin harb ihtiyaçlarını görüp savaşa berâber çıkarlardı.484 Yaptıkları bu yardımlardan herhangi bir karşılık beklemez sâdece Allah’ın rızasına kavuşmak ve Hz. Peygamber’in bu yöndeki emir ve tavsiyeleri yerine getirmeye çalışırlardı.485 Buhârî’de yer alan bir rivâyette savaş öncesi Resûl-i Ekrem’e arkadaşları tarafından gönderilen bir sahâbî, savaş için binek istemiş, önce kendisinde bulunmadığını söyleyen Allah resûlü kısa bir süre sonra sahâbîyi çağırtıp Sa‘d b. Ubâde’den borç olarak aldığı develeri ona verdiği nakledilmektedir.486 Zikredilen rivâyetlerden anlaşılacağı üzere Hz. Peygamber döneminde askerî seferler, imkânı olan sahâbîlerin maddî destekleriyle oluşturulmaktaydı. Taberânî’nin kaydettiği bir rivâyette Meymûne bint Sa‘d isminde bir hanım Resûl-i Ekrem’e gelerek; “Ya Resûlallah! Savaşa çıkamayıp da malını bu uğurda sarf edenlerin durumu nedir? Ecir, maddî yardım sağlayana mı yoksa bizzat savaşa katılana mı? diye sormuş, Hz. Peygamber de, ‘Orduya maddî muâvenet eden bunun karşılığını, bilfiil savaşa katılan da katılmasının karşılığını alır.’ diyerek cevap vermiştir.”487 Kaynaklarda “ceyşü’l-usre” (zorluk ordusu) gibi isimlerle anılan Tebük Gazvesi’ne hazırlık safhasında erkek sahâbîlerin yanı sıra kadın sahâbîlerinde bu yardım konusunda destek oldukları zikredilir. Vâkıdî Meġāzî’sinde Hz. Âişe’nin evine gelen Ümmü Sinân el-Eslemiyye, insanların ciddi maddî sıkıntılar içinde bulunduğu bir zamanda hanım sahâbîlerinde ortaya serilmiş bir sergi üzerine müslüman askerlerin savaş ihtiyaçlarının karşılanması için yardım ettiğini nakleder. Getirilenlerin içinde; deniz kabuğu, bilezik, halhal, küpeler ve yüzükler gibi ziynet eşyaları bulunmaktadır.488 Öyle ki Hz. Peygamber’in önüne koyulan serginin dolup taştığı ifâde edilmiştir.489 Muhâcirlerin Mekke’den gelirken birçok malını geride bıraktığı 484 Muhammed Yûsuf Kandehlevî, Hadislerle (Hz. Peygamber ve Eshabının Yaşadığı) Müslümanlık, terc. Ahmet M. Büyükçınar, A. Ömer Tekin, Yaşar Erol, İstanbul, Kalem Yayınevi, 1980, C. 2, ss. 421-422. 485 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, s. 991. 486 Buhârî, “Meġāzî”, 79(Had. no: 4415). 487 Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr, C. 25, s. 38; Heysemî, Mecmaʿu’z-zevâʾid, C. 5, s. 323. 488 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, ss. 991-992; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 2, s. 35; Savaş, İslâm’ın İlk Asrında Kadın, s. 205. 489 Kandehlevî, Hadislerle Müslümanlık, C. 2, s. 757. 86 ve ensarın da onlarla imkânlarını paylaştığı göz önünde bulundurulursa serginin dolması için birçok kadın sahâbînin katkı sunduğu söylenebilir. Kaynaklarda kadınların savaşlar için ekonomik destek sağladığına dâir Ümmü Sinân’ın sunduğu rivâyetin açıklığında başka rivâyete tesâdüf edilememektedir. Ancak Câhiliye kadınından edindiğimiz bilgilerle ihtimal kadınların yün vb. şeyleri eğirme, dikme gibi bir takım elbecerilerine sâhip olmaları onların askerlerin kıyafetlerini, kalkanlarını karşılıksız tâmir etmek suretiyle ekonomik katkı sundukları kanaati hâsıl olmaktadır. Bu kanaatimizi destekleyen Taberânî’de geçen bir rivâyette ise Resûl-i Ekrem’in zevcesi Zeyneb’in ip bükerek Hz. Peygamber’in seriyyelerine verdiği, o iplerden de örülen şeylerin savaşlarda kullanıldığı nakledilmektedir.490 2.1.3 İstihbarat İstihbarat teşkilâtı çağlar boyunca devletlerin ehemmiyet gösterdiği müesseselerden biri olarak görülmektedir. İnsanlık târihî boyunca savaşların cereyân edişi, devletlerin veya toplumsal yapıların dıştan gelebilecek her türlü ihtimal-i tehlike ve savlet-i a‘dâya karşı kendilerini emniyette hissetme içgüdüsünden hareketle bir takım yollara başvurmuşlardır. Bu bağlamda Hz. Peygamber’de istihbarata önem vermiş, bu sayede şahsına veya müslümanların aleyhine olabilecek her türlü gâileyi vukū bulmadan önce önlemek istemiştir. Kaynaklar çeşitli zaman ve mekānlarda istihbarat alanında Hz. Peygamber’e destek sunan erkek sahâbîlerin yanında kadınların da gösterdikleri katkılardan bahsetmektedir. İlk olarak tespitimize göre Resûlullah’ın Medine’ye hicreti öncesi Mekkeli müşrikler Dâru’n-Nedve’de bir toplantı gerçekleştirmişti. Toplantıda bir araya gelen Kureyş’in ileri gelenleri müslümanların önünü kesmek, dolayısıyla Hz. Muhammed’in teblîğ vazîfesini yapmasını engellemek için istişâre ediyorlardı. Toplantıda insanların beyân ettikleri fikirleri dinleyen Ebû Cehil, “Her bir kabîleden kuvvetli, kavminde şerif, nesebi yüksek genç birer kişi seçelim. Sonra her birinin eline keskin birer kılıç verelim. Sonra ona gitsinler ve o kılıçla bir adamın öldürmesi gibi onu öldürsünler ve böylece biz de ondan kurtulalım.” teklifi oradakiler tarafından mâkul 490 Ebü’l-Kāsım Müsnidü’d-dünyâ Süleymân b. Ahmed b. Eyyûb et-Taberânî, el-Muʿcemü’l-evsaṭ, thk. Tarık b. Ivadillah b. Muhammed, Abdu’l-Muhsin b. İbrahim el-Hüseynî, Kahire, Dârü’l-harameyn, 1415/1995, C. 6, s. 233; Heysemî, Mecmaʿu’z-zevâʾid, C. 8, s. 289. 87 görülüp kabul edilmişti.491 Kaynaklar Hz. Peygamber’in bu plandan haberdar olmasıyla alâkalı iki farklı rivâyet sunmaktadır. İlk rivâyete göre durumdan Hz. Peygamber’i vahiy meleği Cebrâil haberdar ederek uyarmıştır.492 Diğer bir rivâyete göre ise toplantıda alınan kararlardan Hz. Peygamber Rukayka bint Ebû Sayfî b. Hâşim vesilesiyle muttali olmuştur. Allah resûlüne gelen Rukayka: “Kureyş aralarında toplantı yaptı ve sana evinde geceleyin baskın yapacaklar.” diyerek onu uyarmış ve bunun üzerine Resûlullah yatağına o gece yeğeni Ali b. Ebû Tâlib’i yatırmıştır.493 Tabakat kitaplarında Rukayka hakkında verilen bilgilerde Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib’den yaşça daha büyük olduğu, Resûlullah’ın getirdiği dine ittibâ edip müslüman olduğu nakledilir.494 Ancak müşriklerin yaptığı toplantıdan nasıl haberdar olduğuna dâir bir bilgi sunulmamaktadır. Zikri geçen iki rivâyetin teyidi mâhiyetinde, iki rivâyetinde mümkün olduğunu ve ayrı ayrı gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Allah tarafından ilâhî bir koruma495 altında olduğu ifâde edilen Hz. Muhammed’i, Cebrâil’in gelip bu karardan haberdar ettiği kabul edilse bile ayrıca babasının halası olan Rukayka’nın da vâkıf olduğu haberi getirip ona ulaştırması son derece tabiî ve muhtemel bir durumdur. Bu açıdan Rukayka’nın Mekke devrinde kemiyetini bilemesek de Hz. Peygamber’e istihbarat sunduğunu söylemek mümkündür.496 Savaş öncesi komutan, düşman ordusu hakkında; asker gücü, ordu düzeni, silah durumu, savaş taktik ve stratejisi gibi hususlarda elde edeceği mâlûmatlar çerçevesinde hareket eder. İstihbarat ne kadar detaylı olursa sevkülçeyş o denli yerinde ve başarı ihtimali yüksek olur.497 Bedir Gazvesi öncesi Besbes b. Amr ve Adî b. Ebü’z-Zağbâ adında iki sahâbî Ebû Süfyân’ın yönettiği Kureyş kervanı hakkında Bedir suyuna geldiklerinde Cüheyne kabîlesinden iki kızın konuşmalarına şâhit olurlar. Aralarında konuşan kızlardan biri diğerinden alacağını istemesi üzerine borçlu kız: “Yarın veya öbür 491 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 2, ss. 121-122; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 1, ss. 193-194; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, ss. 370-372; İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, C. 1, ss. 113-115; Makdisî, el-Bedʾ ve’t-târîḫ, C. 4, ss. 168-170; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 4, ss. 176-178. 492 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 2, s. 124; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 1, s. 194; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 372; İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, C. 1, s. 115; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâil, C. 1, s. 203; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 4 s. 178. 493 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 52; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 137. 494 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 52; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 137. 495 el-Maide, 5/67; et-Tevbe, 9/40. 496 Savaş, İslâm’ın İlk Asrında Kadın, s. 63. 497 Hattâb, Komutan Peygamber, s. 235. 88 gün kervan gelir ve ben onlara hizmet ederim, sonrasında sana alacağın parayı öderim.” der. Bu sözleri işiten sahâbîler kızlardan kervan hakkında aldıkları istihbaratı hemen Hz. Peygamber’e ulaştırırlar.498 Kadınların göstermiş oldukları bir diğer yardım Abdullah b. Atîk seriyyesinde zikredilmektedir. Hz. Peygamber ve müslümanlar hakkında sürekli olarak menfî bir tavır sergileyen ve benzer durumları sürekli destekleyen yahudi zengini Sellâm b. Ebi’l- Hukayk(Ebû Râfi‘) bu davranışlarını devam ettirdiği için Allah resûlü, Abdullah b. Atîk’in önderliğinde dört kişilik bir kuvvetle onu öldürmesi için görevlendirir.499 Bazı eserlere göre ise Ebû Râfi‘’yi öldürmek isteyenlere izin vermiştir.500 Kendisine ait kuvvetlendirilmiş bir kalede bulunan Ebû Râfi‘’i, Abdullah b. Atîk ve arkadaşları geceleyin düzenlemiş oldukları tertiple öldürmüşlerdir. Megāzî müellifi Vâkıdî diğer kaynakların aksine Hayber’de İbn Atîk ve arkadaşlarının Ebû Râfi‘’yi müstahkem kalesine girerek öldürmesinde orada yaşayan İbn Atîk’in sütannesinin onlara sağlamış olduğu destek ve istihbarattan bahsetmektedir. Müellifin sunduğu bilgilerde arkadaşlarıyla Hayber’e varan İbn Atîk önce sütannesine haber gönderir ve sakin bir yerde buluşurlar. İbn Atîk kendisine buraya Ebû Râfi‘’yi öldürmek için geldiklerini ve bunu yapmadan asla dönmeyeceklerini söylemesi üzerine sütannesi, önce bunun zor olduğunu söylese de kendilerine yardım edeceğini bildirerek gece olunca yanına gelmelerini söyler. Kale sakinlerinin istirâhate çekildiği vakit Abdullah ve arkadaşlarıyla Ümmü Atîk’in yanına gelir. Ümmü Atîk Yahudilerin evlerinin avlu kapılarını misafirlerin geldiğinde girebilmesi için kapatmadığını, Ebû Râfi‘’nin evine vardıklarında “Biz Ebû Râfi‘’e bir hediye getirdik.” diyerek kapıyı çalarlarsa kapının mutlaka kendilerine açılacağı bilgisini onlara verir. Bu bilgilerle hareket eden İbn Atîk ve arkadaşları başarılı bir şekilde seriyyeyi gerçekleştirerek geri dönerler.501 Kaynaklarda Abdullah ve arkadaşlarına yardım eden kadının Yahudi olması, İbn Atîk’in ondan süt emmiş olması dışında adına veya başka bir bilgiye tesâdüf edilememektedir. 498 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 40; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 2, s. 260; İbn Hazm, Cevâmiʿu’s-sîre, s. 65; Beyhakî, Delâʾil, C. 3, s. 33. 499 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 391-392; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, ss. 87-88; Buhârî, “Cihâd”, 155(Had. no: 3022-3023), “Meġāzî”, 16(Had. no: 4038, 4039, 4040); Taberî, et-Târîḫ, C. 2, ss. 493-495; İbnü’l- Esîr, el-Kâmil, C. 2, ss. 38-39. 500 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, ss. 218-220; Ebû Nuaym el-İsfehânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 5, s. 2538; Beyhakî, es-Sünen, C. 18, ss. 262-263; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 6, s. 102. 501 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 391-392; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 13, s. 310. 89 Hz. Peygamber’e istihbarat verdiği aktarılan bir diğer hanım ise Ebû Zerr el- Gıfârî’nin zevcesi Leylâ’nın durumu zikredilmektedir. Hz. Peygamber’in Gâbe mevkiinde Ebû Zerr’in bakımını üslendiği yirmi kadar süt veren devesine Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe Gatafânlı bir takım atlılarla birlikte saldırarak Ebû Zerr’in develerin başında olan Zerr’i öldürüp karısını da develerle birlikte kaçırmıştı.502 Hadis kaynaklarında esir olarak tutulduğu yerden kaçışı detaylıca anlatılan Leylâ, bir gece bağlarından bir şekilde kurtularak Hz. Peygamber’in devesi Adbâ üzerinde Medine’ye Resûlullah’ın yanına geldiği ve oradaki insanların haberlerini bildirdiği aktarılmaktadır.503 Bu bağlamda Allah resûlünün Medine dışında da orada bulunan kadınlardan istihbarat sağladığını söylemek mümkündür. Zikri geçen Rukayka bint Ebû Sayfî’nin haberine benzer bir hâdise de Benî Nadîr Vak‘ası’nda görülmektedir. Nadîroğulları hakkında nakledilen rivâyette Hicretin 4. yılı vukū bulan Bir’imâune olayında yetmiş kadar sahâbî pusuya düşürülerek katledilmişti. Pusudan kurtulanlardan Amr b. Ümeyye ed-Damrî adlı sahâbî Medine’ye dönüş yolunda onlara suikast düzenleyenlerden sandığı Benî Âmir kabîlesinden iki müslümanı öldürmüştü. Bu hâdise üzerine Allah resûlü, ensar ve muhâcirden bir grup504 sahâbî ile birlikte Yahudi Benî Nadîr kabîlesinin yurduna varıp onlardan aralarında bulunan mutâbakat gereği diyetin ödenmesine yardımcı olmalarını talep etmişti. Yahudiler Resul- i Ekrem’e diyet konusunda yardımcı olacaklarını bildirip yanından ayrılmışlar Hz. Peygamber’de yanında bulunan sahâbîlerle bir evin duvarının dibinde onları beklemeye durmuştu. Diyet konusunda bir araya gelen Benî Nadîrliler istidrâdî olarak Allah resûlünün dayandığı damın üzerinden üzerine büyük bir kaya yuvarlayarak ondan kurtulma planları kurmuştu. Ancak bazı kaynaklarda Yahudilerin planlarından Hz. Peygamber’i semadan gelen bir haber(ء ِ ُر ِمْن ال سَما (اْلَخب505َ kimi kaynaklar tafsilatına 502 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 227; İbn Hazm, Cevâmiʿu’s-sîre, s. 201; Beyhakî, Delâʾil, C. 4, ss. 186-187; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 391; İbn Seyyidünnâs, Uyûnü’l-eser, C. 2, s. 125. 503 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 548; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muṣannef, C. 5, ss. 206-207(Had. no: 9395); İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 231; Müslîm, Nezr, 8(Had. no: 1641); Ebû Dâvûd, “Eymân ve’n-Nüzûr”, 27(Had. no: 3316); Beyhakî, Delâʾil, C. 4, s. 188; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 396; İbn Seyyidünnâs, Uyûnü’l-eser, C. 2, s. 127; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 264. 504 Bu konuda en geniş listeyi veren Vâkıdî’nin listesine göre Resûlullah’ın yanında; Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Sa‘d b. Muâz, Üseyd b. Hudayr ve Sa‘d b. Ubâde bulunmaktadır. Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 364. 505 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 364-365; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, ss. 551-552; Beyhakî, Delâʾil, C. 3, s. 355; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 3, s. 309; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 13, s. 251. 90 girmeden sâdece kendisine gelen bir haber( ُ506(اْلَخبَر ile bazı kaynaklar da ise Benî Nadîr’den samimi bir kadının(ر ِ َّنِضي َِني ال ٌ نَاِصَحةٌ ِمْن ب verdiği haberle durumdan 507(اْمَرأَة haberdar olduğu nakledilir. Yine rivâyette Yahudilerin planından nasıl haberdar olduğu sarih olarak belli olmayan bu kadının haberi Hz. Peygamber’e ulaştırması için ensardan bir müslümanı kardeşinin oğullarına göndermiş ve kadının kardeşi Benî Nadîrler Resûlullah’a ulaşmadan yetişip durumdan kendisini haberdar etmiştir.508 Hicretin 6. yılında Zeyd b. Hârise’nin Cemûm’da bulunan Benî Süleym kabîlesine yönelik gerçekleştirdiği seriyyede orada Müzeyne kabîlesinden Halîme adında bir kadının seriyye komutanı Zeyd’e istihbarat sağladığı aktarılmaktadır. İhtimal önceden müslümanların kendilerine doğru geldiklerini haber alan Süleymliler mallarını da alarak saklanmışlar ancak gelenlere Müzeyneli Halîme’nin saklandıkları yeri ihbar etmesi sonucu onlara ait deve, koyun ve esirler ele geçirilmişti. Hatta esirler arasında Halîme’nin kocası da bulunmaktaydı. Zeyd b. Hârise ele geçirilen ganîmetler ve esirlerle Medine’ye döndükten sonra Hz. Peygamber Halîme’yi serbest bırakmış ve kocasını da ona bağışlamıştı.509 Kaynaklar bize bu konuda bir bilgi sunmasa da Müzeyne kabîlesinden olduğu belirtilen Halîme’nin müslüman olduğu düşünülebilir. Nitekim Müzeyne kabîlesinin İslâmiyet’le tanışıklığının hicretin ilk yıllarına dayandığı ve Mekke müşriklerine karşı müslümanların yanında yer aldığına dâir bilgiler510 bu ihtimali güçlendirmektedir. Nitekim İslâm’ın ardından Mekke müşrikleriyle birlikte müslümanlara karşı hem-şerr olan Benî Süleym kabîlesi onların Medine’ye gelişinden sonra da müslümanlar için şarkî taraftan Medine için tehdit unsuru olmuştu. Çeşitli zamanlarda aldığı istihbarat üzere Allah resûlünün bu kabîleye askerî seferler düzenlediği bilinmektedir.511 Bu açıdan bu kabîle içinde Halîme’nin ihtimal müslüman kimliğini gizleyerek gerekli zamanlarda Hz. Peygamber’e istihbarat sağladığı düşünülebilir. 506 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 2, s. 204; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 53. 507 İbn Şihâb ez-Zührî, el-Meġāzi, ss. 72-73; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muṣannef, C. 5, s. 359(Had. no: 9733); Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 317. 508 İbn Şihâb ez-Zührî, el-Meġāzi, ss. 72-73; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muṣannef, C. 5, s. 359(Had. no: 9733); Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 317. 509 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 83; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 641; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 88; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 3, s. 366; İbn Seyyidünnâs, Uyûnü’l-eser, C. 2, s. 151. 510 İbrahim Sarıçam, “Müzeyne(Benî Müzeyne)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2006, C. 32, s. 250. 511 Mehmet Azimli, “Süleym(Benî Süleym)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, C. 38, s. 55. 91 Kadınların bu dönemde istihbarat anlamında etkin bir rol üslendikleri söylenebilir. Ancak zikri geçen rivâyetlerden anlaşılacağı üzere bu vazîfelerin onlar için aslî bir görevden ziyâde şâhit oldukları bilgileri paylaşmaktan ibâret olduğu anlaşılır. Kaynaklarda Hz. Peygamber’in onlardan bu konuda açık olarak bir talepte bulunduğuna dâir bir haber bulunmasa da onların bilmüşâhede oldukları bilgileri Resûl-i Ekrem’e ulaştırmaktan geri durmamışlardır. Burada konumuz îtibâriyle hanım sahâbîlerin müslümanların lehine sağlamış oldukları istihbârat yardımlarından bahsedilse de bunun tam tersi bazı kadınların müslümanların aleyhine olabilecek faâliyetlerde bulunduğu da görülmektedir. Nitekim Allah resûlünün Mekke üzerine düzenleyeceği sefer öncesi Bedir ashâbından Hâtıp b. Ebû Beltea, Resûlullah’ın Mekke üzerine çıkışını Kureyş’e bildiren bir mektup yazarak Müzeyne kabîlesine mensup bir kadına vermişti. Mektubu götürmesi karşılığında Hâtıp’tan on dinar alan kadın, mektubu saçlarının arasına gizleyerek saçlarını ördü ve yola çıktı.512 Durumdan kendisi haberdar edilen Hz. Peygamber, Ali, Zübeyr ve Mikdât b. Esved’i yanına çağırarak, “Gidin, Hâh bustanına kadar ilerleyin. Oraya vardığınıza mahfe içinde yolculuk eden bir kadın bulacaksınız. O kadının yanında bir mektup var. Onu kadından alıp getiriniz.”513 diye emretti. Kadının yanına varan sahâbîler mektubu kadından alarak Hz. Peygamber’e getirdiler. Sonrasında Hâtıp’ı yanına çağıran Resûlullah bunu neden yaptığını sordu, Hâtıp Mekke’de kalan âilesi hakkında duyduğu endişenin etkisiyle bu nâsezâ hale düştüğünü ifâde etti. Vâkıdî’nin sunduğu rivâyette mektubu kadına teslim eden Hâtıp, “Mümkün olduğu kadar mektubu sakla. Yoldan(ana) gitme; çünkü muhafızlar var.”514 diyerek onun Mekke’ye gidişine engel olabilecek yolu kontrol eden müslüman bekçilerin varlığından haberdar etti. Bu da Allah resûlünün kurduğu istihbarat ağının varlığına delil teşkil etmektedir. Kaynaklarda mektubu taşıyan kadının el-Arc halkından Kenûd515 adında Müzeyneli bir kadın olduğuna dâir bir rivâyet bulunsa da genel olarak bu kadının Benî Abdülmuttalib’den birinin âzadlı câriyesi olduğu 512 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 797-798; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 4, s. 39; Taberî, et-Târîḫ, C. 3, ss. 48-49; Hibbân, es̱-S̱iḳāt, C. 2, s. 41; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 117. 513 Buhârî, “Cihâd”, 141(Had. no: 3007); “Meġāzî”, 47(Had. no: 4274); Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 161(Had. no: 2494). 514 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 799. 515 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 798; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C.2, s. 117 92 ve isminin Sâre olduğu nakledilir.516 Mekke’nin Fethi günü adı Ebû Süfyân’ın karısı Hind ile birlikte öldürülmesi emredilenler arasında zikredilse de Abdülmuttalib oğullarının âzadlı câriyelerinden olması hasebiyle bağışlanması için istircâ da bulunulmuş ve bağışlanmıştı. İlerleyen dönemde Ömer b. Hattâb’ın halîfeliği zamanında bir süvarinin atının altında kalarak can vermişti.517 2.1.4 Savaş Bilgisi Saklama Ahlâka dâir yazdığı eserinde Maverdî, “Mal konusunda emanet ehli olan her insan sır konusunda güvenilir olmayabilir. Sır saklamak emaneti korumaktan zordur. Bu yüzden sır saklamaya lâyık birini bulmak son derece güçtür. Birine sır vermeden önce onun akıllı, dindar ve ketum bir kişi olup olmadığına bakmak gerekir.” diyerek sır verilecek kişinin öneminden bahsetmektedir.518 Hz. Peygamber de gizlilik ve sır saklamaya son derece ehemmiyet vermiş ve çevresinde yetişen müslümanların erkeğiyle, kadınıyla ve hatta çocuğuyla bu hususta âzamî hassasiyet gösterdikleri rivâyetlerde nakledilmektedir. Özellikle düzenleyeceği askerî harekât ve operasyonlar öncesinde gizlilik esâsına göre hareket eden519 Allah resûlü, ashâbının da bu hususta yetişmesini sağlamış, düşmanın kendilerine karşı kullanabileceği her türlü mâlûmattan onları yoksun bırakmak için gizliliği savaş stratejisi olarak benimsemiştir. Milletlerin ekseriyetinden daha evvel gizliliği tatbik eden müslümanlar, bu harekât tarzının savaşlarda kazandıkları zaferlerde en güçlü âmil olduğu söylenmektedir.520 Kaynakların sunduğu rivâyetler incelediğinde çeşitli zamanlarda gizliliğinin önemli olduğu bazı meselelerin müslüman kadınların yanında paylaşıldığı hatta kimi zaman doğrudan muhatap olarak onlara da bir kısım bilgiler verildiği görülmektedir. Âişe bint Ebî Bekr’in naklettiği rivâyette kendisine hicret etme emri verilen Hz. Peygamber âdeti olmadığı bir zaman diliminde öğle sıcağında evlerine gelmiş, babası Ebû Bekir ile 516 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 799; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 4, s. 39; Taberî, et-Târîḫ, C. 3, s. 48; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 117. 517 Ebû Hafs Sirâcüddîn Ömer b. Alî b. Ahmed el-Ensârî el-Mısrî İbnü’l-Mülakkin, et-Tavżîḥ li-şerḥi’l- Câmiʿi’ṣ-ṣaḥîḥ, thk. Dârü’l-felâh ekibi, 1. bs., Katar, Vizâretü’l-Evkâf ve’ş-Şu‘ûni’l-İslâmiyye, 1429/2008, C. 21, s. 420; Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, C. 17, s. 274. 518 Mustafa Çağrıcı, “Sır”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2009, C. 37, s. 115. 519 Buhârî, “Cihâd”, 103(Had. no: 2947-2948). 520 Ağırman, Hz. Peygamber’in Savaş Stratejisi, s. 140. 93 yalnız görüşmek istemişti. Ebû Bekir’in o sırada evde bulunan kızları Âişe ile Esmâ’nın sır saklamayı bildikleri beyânı üzerine onların da şehâdetinde Resûlullah, Allah tarafından kendisine hicret için izin verildiğini ve hicrette yol arkadaşı olarak da kendisinin iştirak edeceğini söylemişti.521 Konuşulanlara şâhit olan Âişe’nin sekiz ve Esmâ’nın yirmi yedi yaşlarında olduğu göz önünde bulundurulduğunda birinin genç diğerinin çocuk yaşta önemli konuların yanlarında konuşulabilecek kadar güvenilir olduklarının göstergesidir. Nitekim Esmâ’nın anlattığına göre, Hz. Peygamber ile Ebû Bekir’in hicret için evden ayrılmaları üzerine Kureyş’ten bir grup içlerinde Ebû Cehil ile birlikte evlerinin önüne gelmiş ve ona babasının nerede olduğunu sormuştu. Onlara babasının nerede olduğunu bilmediğini söylemesi üzerine ise Ebû Cehil, Esmâ’nın yüzüne bir tokat indirmiş, tokatın şiddetinden kulağındaki küpeleri düşmüştü.522 Ancak Esmâ onlara hiçbir şey söylememiş onlar da oradan çekip gitmişti. Sır saklama konusunda emin olunan hanımların kimi zaman da doğrudan sırlara ortak oldukları görülmektedir. Mekke seferi öncesi eşi Âişe’nin yanına gelen Hz. Peygamber, hazırlık yapmasını ve bu durumu gizli tutmasını söylemişti.523 Rivâyetlerden anlaşıldığına göre bir hazırlık içinde olunulduğunu hisseden Ebû Bekir Resûlullah’ın evine gelmiş, kızı Âişe’ye Resûlullah’ın bir sefere mi niyetlendiğini sormuş, ancak kızı Âişe bu konuda kendisine bir şey söylememiş ve asıl olan hedef dışında bazı yerlerin ihtimalinden bahsederek Hz. Peygamber’in sırrını muhâfaza etmiştir.524 Müslümanların Mekke seferi öncesi Medine’ye gelerek Resûl-i Ekrem’den Hudeybiye Sulhü’nün uzatılmasını isteyen ancak müspet bir cevap alamayan Ebû Süfyân, Mekke’ye dönmeden önce muhtemelen bilgi almak için Resûlullah’ın zevcesi olan kızı Ümmü Habîbe’nin yanına uğramıştı. Ancak kızı daha babasının oturmasına izin vermeden, gösterdiği katı tutumlar dikkat çekmektedir.525 Hz. Peygamber’in eşi olması 521 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 2, s. 126; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, ss. 377-378; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 4, s. 181; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 1, ss. 695-696; Ali Yardım, “Esmâ bint Ebû Bekir es-Sıddîk”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, C. 11, s. 402. 522 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 2, s. 129; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, ss. 379-380; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 69, s. 12; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 1, s. 697. 523 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 796; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 351; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 209; Zürkānî, Şerḥu’l-Mevâhibi’l-ledünniyye, C. 3, s. 381. 524 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 796; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 352; Hamîdullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, s. 99(md. 161). 525 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 792; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 4, s. 36; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 97; Taberî, et-Târîḫ, C. 3, s. 46; İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, C. 2, s. 38. 94 hasebiyle vakıf olduğu bazı bilgileri babasının ondan sual edebileceğini tahmin ettiğinden babasına karşı menfî tavır sergilediği düşünülebilir. Aksi halde İslâm’ın vaz ettiği kanunlarda anne-babaya gösterilecek hürmetin gereğine uygun olamayacağı söylenebilir. Hanım sahâbîlerin kendilerine verilen sırrın ifşa edilmemesi husunda gösterdikleri hassasiyetin yanında çocuklarını da aynı hasletlerle yetiştirdiklerini söylemek mümkündür. Sahîhayn’da kaydedilen bir rivâyette annesi tarafından küçük yaşta Resûl-i Ekrem’in hizmetine verilen Enes b. Mâlik, bir gün Hz. Peygamber’in kendisine bir sır verdiğini, bu sırrı herkesten koruduğunu hatta kendisinden soran annesi Ümmü Süleym’e bile söylemediğini ifâde eder.526 Müslim’de geçen başka bir benzer rivâyette ise annesinin yanına gelmekte geciken Enes’e annesi geç kalmasının sebebini sormuş, o da kendisini Hz. Peygamber’in ihtiyaç için bir yere gönderdiğini söylemişti. Durumu kendisinden soran annesine Enes bunun bir sır olduğunu söylemiş, Ümmü Süleym’de, “Sakın Resûlullah’ın sırrını kimseye söylemeyesin!” diyerek sıkıca tembih etmiştir.527 Câhiliye dönemindeki müşriklerin kadınlara olan yaklaşımlarının aksine müslüman toplum arasında mümin kadınların daha fazla saygı değer olduklarını, onlara duyulan güven ve itimat gereği erkeklerin sırlarını onlarla paylaşmasından çıkarmak mümkündür. Hz. Peygamber’in sütteyzelerinden biri olduğu veya aralarında babası ya da dedesi cihetinden sütteyzeliği bulunduğu beyân edilen528 Ümmü Harâm’ın evine Allah resûlü ara sıra uğrar, yemek yer hatta öğle uykusuna kaldığı olurdu. Ümmü Harâm’ın haberine göre yine kendilerine misafir olduğu bir gün kaylûle yapan Resûlullah, uykusundan gülerek uyanmış, kendisine gülmesinin sebebini soran Ümmü Harâm’a ise ümmetinden bir kısım kimselerin Allah yolunda deniz üzerinde sefere çıkacağını haber vermiş, o da kendisinin de onların içinde olması için Hz. Peygamber’den dua talebinde bulunmuştu.529 Kadınların kendilerine verilen sırrı saklama konusunda gösterdikleri âzamî hassasiyeti bir de Ümmü’l-mü’minîn Âişe’nin bir rivâyetinde ayrıca görmekteyiz. 526 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 21, s. 20(Had. no: 13293); Buhârî, “İstiʾẕân”, 46(Had. no: 6289); Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 146(Had. no: …). 527 Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 145(Had. no: 2482). 528 Nevevî, el-Minhâc fî şerḥi Ṣaḥîḥi Müslim, C. 13, s. 85. 529 İmam Mâlik, el-Muvatta’, “Cihâd”, 39; Buhârî, “Cihâd”, 3(Had. no: 2788-2789); 8(Had. no: 2799- 2800); 75(Had. no: …); “İstiʾẕân”, 41(Had. no: 6272-6273); “Ta‘bîr”, 12(Had. no: 7001-7002); Müslim, “İmâre”, 160(Had. no: 1912); 161(Had. no: …); 162(Had. no: …). 95 Sunduğu habere göre bir gün kendisini ziyarete gelen kızı Fâtıma’yı yanına oturtan Hz. Peygamber, ona bir sır vermiş Fâtıma’nın gözleri yaşarmış ve ağlamıştı. Sonra yeniden bir sır daha verince bu sefer de tebessüm etmişti. Sonrasında Fâtıma, konuşulanları merak eden Âişe’nin verdiği sırrı sorması üzerine hiçbir zaman Resûlullah’ın herhangi bir sırrını ifşa etmediğini belirterek bu isteğini geri çevirmiş, ancak Hz. Peygamber’in vefatı üzerine talebini yenileyen Hz. Âişe ile artık saklamasının gereği kalmadığı için paylaşmıştı.530 Husûsî olarak Hz. Peygamber’in çevresinde, umûmî olarak ise toplumda bulunan hanım sahâbîlerin zikredilen rivâyetlere dayanarak sır saklamayı bildikleri ve evlâtlarını da bu şekilde terbiye ettiklerini düşünmekteyiz. Nitekim sosyal hayatın merkezinde hem anne hem de bir birey olarak toplumda var olan kadınının en başta bu husûsiyette göstereceği örneklik toplumun mayasını oluşturmada etkin bir rol oynayacağı malumdur. Evde, çarşıda, mescidde varlığını sürdüren kadınların güvenilir oluşu sayesinde bazı zamanlar yanlarında rahatça müzâkere edilmiş ve bu sırlara ortak olmuşlardır. Belâzürî’nin kaydettiği bir rivâyette Uhud Savaşı öncesi Hz. Peygamber’e amcası Abbâs b. Abdülmuttalib Mekke ordusu hakkında bilgiler içeren bir not göndermişti. Resûlullah kendisine ulaşan notu sahâbî Übey b. Kâ‘b’a okutmuş ve bunu gizli tutmasını istemişti. Ardından Sa‘d b. er-Rebî‘a’nın yanına gelen Resûlullah onu da bu konuda bilgilendirerek duyduklarını gizli tutmasını istemişti. Hz. Peygamber’in Sa‘d’ın yanından ayrılması üzerine Sa‘d’ın yanına gelen karısı önce Resûlullah’ın ne sorduğunu sormuş, Sa‘d kendisine müspet cevap vermeyince bu sefer onları konuşurken dinlediğini ve duyduklarını anlatmıştı. Bunun üzerine hemen eşiyle berâber Hz. Peygamber’e yetişen Sa‘d, durumu kendisine arz ettikten sonra “Ey Allah’ın resûlü! Sen benden bunu saklamamı isterken ben haberin yayılmasından ve bunu yayan kişinin ben olduğumu düşünmenden korktum.” demiş, Hz. Peygamber’de onun endişesini gidermek için eşini serbest bırakmasını söylemiştir.531 Bu bağlamda kadınların isteyerek veya istemeden şâhit oldukları konusunda kendilerine güvenildiği, sırrın yayılması husûsunda bir tehdit olarak görülmedikleri söylenebilir. 530 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 44, ss. 9-10(Had. no: 26413); Buhârî, “Menâḳıb”, 25(Had. no: 2623); Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 97(Had. no: 2339); 98(Had. no: 2340); 9(Had. no: …). 531 Belâzürî, Ensâb, C. 1, ss. 313-314. 96 2.2 SAVAŞ ESNASINDA 2.2.1 Yaralıları Tedâvi Hz. Peygamber döneminde savaşlarda kadınların göstermiş oldukları yararlılıklardan biri de orduda hastabakıcılık hizmetiydi. Rivâyetlerde açıkça görüldüğü üzere müslüman kadınlar, savaşa katılmak için izin istemiş ve gāyelerini belirtirken onlardan birinin özellikle yaralıların tedâvisini görmek olduğunu bildirmişlerdi. İbn Haldun bu dönemdeki tıp bilgisini ele aldığı eserinde sunduğu bilgilere göre toplumun sâhip olduğu hekimlik bilgisinin bir takım kimselerin yetersiz tecrübeleri üzerine kurulu bir nevi tedâvi usullerinden ileri gelmekteydi.532 Kabîlenin ihtiyâr kadın ve erkeklerin üzerinden nesilden nesile aktarılan bu bilgiler kimisi sahih olsa da, tabiî kanunlara dayanmamaktaydı.533 Bu bağlamda Hz. Peygamber’in bir hadislerinde “Daha önce tabiplik(yani sağlıklı tedâvi) bilgisi olmadığı halde hekimlik yapmaya kalkışan ve hastaya zarar veren kimse zâmındır(yani diyetle mükelleftir).”534 diyerek bu konuda dikkatli olmaya, ehil olmayan kimselerin verecekleri zararın535 önüne geçmek isteyerek müslümanları uyarmış, hastaya verecekleri her türlü zarardan sorumlu536 olduklarını hatırlatmıştır. Savaşlarda yer alan kadın hemşirelerin evlerinde sâhip oldukları sağlık tecrübelerini savaşlarda da göstermek istedikleri, Hz. Peygamber’in onlara bu konuda vermiş olduğu izin de onların ilk yardım konusunda yeterli olduklarını düşünmemize sevk etmektedir. Ancak burada konuyu arz etmeye geçmeden önce kadınların savaşlarda ortaya koydukları sağlık hizmetlerinin tespiti konusunda karşılaştığımız sorunlara temas etmek istiyoruz. Hz. Peygamber döneminde kadınların savaşlara katılmasını incelediğimizde ilk olarak, Resûl-i Ekrem’in kadınlar tarafından savaşa çıkmak için yapılan taleplere çeşitli 532 Arap Yarımadasında görülen tıp ile ilgili geniş bilgi için bkz. Levent Öztürk, Hz. Peygamber Döneminde Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, İstanbul, Ayışığıkitapları, 2001, ss. 57-65. 533 Bkz. İbn Haldun, Muḳaddime, C. 2, ss. 268-269. 534 İbn Mâce, “Ṭıb”, 16(Had. no: 3466); Ebû Dâvûd, “Diyât”, 24(Had. no: 4586-4587); Nesâî, “Ḳasâme”, 35(Had. no: 7005); “Ḳasâme”, 42(Had. no: 7039). 535 Avnü’l-Ma’bûd müellifi’nin Alkamî’den bildirdiğine göre “Ehil olduğu halde, tedâvi sırasındaki hataen hastanın zarar görmesine neden olan hekime sorumluluk yoktur. Kuşkusuz bu kasdî olmayan yâhut ihmale dayanmayan kusurdur.” Azîmâbâdî, Avnü’l-mabûd, C. 12, s. 331. 536 Hattâbî bu hadisin şerhinde, tabiblik bilgi ve birikimi bulunmadığı halde hastayı muâlece sırasında kusur ve hata eseri hastanın ölümüne sebebiyet veren kimsenin diyet ödemekle yükümlü olduğuna dâir ittifak olmakla birlikte kısas cezana çarptırlamayacağını çünkü tedâvinin hastanın rızası ile gerçekleşip bir zorlamanın bulunmadığını ifâde eder. Hattâbî, Meʿâlimü’s-Sünen, C. 4, ss. 38-39. 97 nedenlerle müsâade etmediği görülmektedir. Bu sebeple müslümanların müşrik ordusuyla ilk ciddi karşılaşması olan Bedir Gazvesi’nde müslüman kadınların varlığına rastlanılmamaktadır. Bu savaş, müslümanlar için gālibiyetle neticelenmiş olsa da birçok sahâbede meydana gelen ağır yaralanmalar savaşlarda hastabakıcı kadınların varlığına ihtiyaç hasıl etmiş, dolayısıyla Resûlullah Bedir sonrası kadınların özellikle yaralıları tedâvi husûsunda yaptıkları taleplere binâen onların da savaşa katılmalarına müsâade etmiştir. Bu sayede kadınların ilk katıldıkları savaş tespitlerimize göre Uhud Gazvesi’nde olmuştur. Bu gazvede bulunan kadınların geri hizmetlerde husûsiyle sağlık alanında pek çok yardımlarda bulunduğu görülmektedir. Fakat bu noktada karşımıza çıkan bir problem kaynakların savaşa katılan kadınlar hakkında sunduğu rivâyetlerin hepsinin aynı açıklıkta bulunmayışıdır. Örneğin birçok savaşa katılan Ümmü Umâre’nin sağlık alanında ortaya koyduğu hizmetler açık bir şekilde zikredilmekteyken, bu açıklığa aynı savaşa katılan her hanım sahâbî için tesâdüf edilememekte; ya sâdece savaşa katılanlar arasında ismi zikredilmekte ya da başka bir alanda yaptığı hizmetten bahsetmekle yetinildiği görülmektedir. Rivâyetlerin râvîlerin sâhip oldukları müşâhede ve bilgilerden ibâret olduğu düşünüldüğünde, kimi rivâyetlerde râvînin savaşa iştirak eden hanım sahâbînin savaşta gösterdiği cesârete şâhit olması veya sâhip olduğu bu mâlûmat gereği o hanım sahâbînin sâdece çarpışmanın en yoğun yaşandığı esnada eline aldığı kılıçla düşmana saldırdığını aktardığı görülmektedir. İhtimal kadınların savaşlarda yaralıları tedâvi etmesi, askerlere su taşıması gibi hizmetlerde bulunması onlar için asıl vazîfe olup bunun yanında savaşta göstermiş olduğu cesârete vurgu yapmak için rivâyetinde bu husûsu ön plana çıkarırken diğer vazîfelere temas etmemiş de olabilir. Kaynaklarda karşılaştığımız bir diğer problem ise muhtemel tahkike dayalı müstensih hatalarıdır. Bu hususlardan hareketle kaynaklarda eksik kalan yerleri varsa tespit edebildiğimiz araştırmacıların değerlendirmelerine yer vererek yoksa kendi bazı değerlendirmelerimizi sunarak tenvir ve teyit etme yoluna gittik ve bilgileri bu şekilde tasniflendirdik. Her ne kadar savaşlara katılan müslüman kadınların özellikle sağlık alanında gösterdikleri hizmetlerin hepsini tespit edebilme imkânı bulamasak da meselenin daha iyi kavranabilmesi ve örneklik arz etmesi için “Yaralıları Tedâvi” başlığının altında kadınların katıldıkları savaşlarda yaralanmaların kemiyet ve keyfiyetini, savaşa katılan asker sayısı gibi meseleleri bir kısım rivâyetler bağlamında ele aldık. 98 Yine burada Hz. Muhammed’in gerçekleştirmiş olduğu askerî faaliyetlere ele alacağımız konular sadedinde değinmek istiyoruz. Hadis ve Siyer müelliflerinin kabul ettikleri tanıma göre; “Asker sayısı az olsun veya çok olsun, savaş için yâhut başka bir maksatla hareket edilsin, çarpışma vukū bulsun veya bulmasın Hz. Peygamber’in bütün seferlerine gazve, bir sahâbînin kumandası altında gönderdiği askerî birliklere seriyye denilir.”537 Resûlullah’ın katıldığı gazve sayısı yirmi yedi538, hazırlayıp gönderdiği seriyye sayısı kırk yedi539 olarak rivâyet edilmektedir. Allah resûlünün bizzat kendisinin savaşa katıldığı gazveler olarak Bedir Gazvesi (2/624), Uhud Gazvesi (3/625), Müreysî‘ Gazvesi (5/627), Hendek Gazvesi (5/627), Benî Kurayza Gazvesi (5/627), Hayber Gazvesi (7/628), Mekke’nin Fethi540 (8/630), Huneyn Gazvesi (8/630) ve Tâif Gazvesi (8/630) olmak üzere dokuz gazvenin adı zikredilmektedir.541 Daha önce zikrettiğimiz gibi Bedir harbi öncesi bazı kadınlar Hz. Peygamber’e gelerek savaşta yaralananları tedâvi etmek gibi bir takım geri hizmetlerde bulunmak suretiyle yararlılık göstermek istemişler ancak bu talepleri Resûlullah tarafından geri çevrilmişti. Ensâb müellifi Belâzürî, müslümanların Bedir’e çıkışı hakkında sunduğu rivâyette Hz. Peygamber’in savaş olacağını tahmin etmediğini “Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz.”( el-Enfâl 8/7) âyetinin buna delil teşkil ettiğini zikrederek, ashâbtan bir kısım kimselerin de savaş olmayacağı 537 Hüseyin Algül, “Gazve”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1996, C. 13, s. 488. 538 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 7; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 4, s. 255; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 5; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 7, s. 467; Mes‘ûdî, et-Tenbîh ve’l-işrâf, s. 241. 539 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 7; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 5. Seriyyelerin sayısı ve isimlendirilmesi noktasında farklılıklar bulunmaktadır. Bkz. Serdar Özdemir, “Seriyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2009, C. 36, ss. 565-566. 540 Mekke’nin müslümanların himâyesine geçmesinin sulhen olduğuna dâir de görüş bulunmaktadır. Bkz. Nebi Bozkurt, Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Mekke”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2003, C. 28, ss. 557-558. 541 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 7; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 5; Ebü’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem b. Alî b. Ahmed el-Ensârî er-Rüveyfiî İbn Manzûr, Muḫtaṣaru Târîḫi Dımaşḳ, nşr. Rûhiyye en-Nehhâs v.d., 1. bs., Dımaşk, Dârü’l-fikr, 1404-1409/1984-1989, C. 2, s. 201. 99 düşüncesiyle542 orduya iştirak etmedikleri sarâhaten nakletmektedir.543 Bedir’de müslümanların kayıplar vermesi ve yaralıların durumu savaşta kadınların yardımına bu konuda ihtiyaç hâsıl olduğu tecrübesini doğurmuş, bu sebeple ilerleyen zamanlarda orduya katılmalarına izin verildiğini söylemek mümkündür. Nitekim Uhud Gazvesi’nde müslüman kadınların savaşa iştirak ederek yaralıların pansuman ve tedâvi gibi ilk yardım müdâhelelerinde yer aldıklarını birazdan rivâyetler bağlamında ele alacağız. Ancak konuya geçmeden Uhud Savaşı’ndan hareketle sunulan bazı bilgileri vermek istiyoruz. Vâkıdî, Uhud’da müslüman askerlerin yaralıları hakkında verdiği bilgiye göre Abdüleşheloğullarının ekserisi hatta hepsi, Benû Sâide, Ehlü Hurbâ ve Benû Selime’den de kırk kişi savaş esnasında yaralanmıştı.544 Talebesi İbn Sa‘d ise sâdece çarpışmaların yaşandığı sırada otuza yakın yaralının bulunduğunu kaydetmektedir.545 Ebû Saîd el- Hudrî’den nakledilen rivâyette Medine’ye dönen müslümanların mescitte ateş yaktığı ve o ateşle yaralarını yakarak tedâvi etmeye çalıştıklarını haber vermektedir.546 Anlaşılan Uhud’da kadınların savaşta sunduğu sağlık hizmetleri harb esnasında acil vakalara yönelik olmuş, sonrasında Medine’ye dönünce yaralıların tedâvilerine devam edilmiştir. Kaynaklar bazı sahâbîlerin yaraları hakkında; “Abdurrahman b. Avf yirmi veya daha fazla547, Kâ‘b b. Mâlik on yedi548, Kutbe b. Âmir b. Hadîde dokuz549, Umâre b. Ziyâd b. es-Seken on dört550, Hârice b. Zeyd on küsur(mızrak yarası)551, Tufeyl b. Âmir b. Hadîde dokuz552 yara aldı.” şeklinde daha kapsamlı bilgiler vererek savaşta ciddi yaralanma hâdiselerinin yaşandığını anlamamıza olanak sağlamaktadır. Bir diğer örnek olarak 542 Hz. Peygamber, Bedir’den müslümanlarla birlikte gālip olarak Medine’ye dönünce savaşa iştirak etmemiş sahâbîlerden Üseyd b. Hudayr yanına gelerek önce tebrik ardından savaşa katılmadığı için özür beyân etmiş, ve “Ben bu işin sâdece kervandan ibâret olduğunu sandım. Senin harbedeceğini tahmin edemedim.” diyerek halini arz etmiştir. Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 288. 543 Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 288. 544 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 334-335. 545 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 43. 546 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 248; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 20, s. 386. 547 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 46. 548 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 236, 335; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 50, s. 188; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n- Nübelâ, C. 2, s. 524; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 146. 549 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 335. 550 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 241; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 3, s. 1142; Safedî, el-Vâfî bi’l-vefeyât, C. 22, s. 250; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 149. 551 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 258; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 486; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 2, s. 417; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 2, s. 108; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 159. 552 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 335; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 530; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 179. 100 müslümanların on beş gün süren Tâif muhâsarasında kullandıkları debbâbelerin553 üzerine müşrikler kızgın demir parçaları atarak yanmasına ve debbâbelerin içinde bulunan müslüman askerlerin ise yaralanmasına neden olduğu aktarılmaktadır.554 Görüleceği üzere ciddi yaralanma hâdiselerinin yaşandığı bu ve diğer savaşlarda özellikle kadınların sağlık alanında gösterecekleri yardımların büyük ölçüde ihtiyaç hâsıl ettiği söylenebilir. Kaynaklarda bu başlık altında zikredeceğimiz rivâyetlerin fazlaca oluşu konunun okuyucunun zihninde daha sistematik oluşabilmesi amacıyla bazı savaşlar üzerinden ele almayı uygun gördük. Savaşların başlıklarını ise kadınların yaralıları tedâvisi noktasında açık rivâyetlerin bulunduğu nakiller bağlamında oluşturmayı tercih ettik. Savaşa katılan kadınların sayısı ve isimlerini başlıkların sonunda liste şeklinde verdik. 2.2.1.1 Uhud Gazvesi (3/625) Müslüman kadınların katıldıkları ilk savaş olarak da ifâde edebileceğimiz Uhud Gazvesi’ne Vâkıdî on dört555 kadın sahâbînin katıldığını kaydederken, talebesi İbn Sa‘d bu sayıyı on beş556 olarak zikretmektedir. Vâkıdî’nin eserinde Hz. Peygamber’in kızı Fâtıma, eşi Âişe, Hamne bint Çahş, Ümmü Eymen, Ümmü Süleym bint Milhân, Hind bint Amr b. Harâm, Ümmü Umâre, Safiyye bint Abdülmuttalib gibi bazı isimleri zikrederek Uhud’a çıkan kadınların sayısı hakkında verdiği listeyi eksik bıraktığı görülse de çeşitli kaynaklardan tespit ettiğimiz bu isimlerle listeyi tamamlayacağız. Uhud’a katılan kadınlar arasında yer alan Âişe’nin Hz. Peygamber’e olan yakınlığı hasebiyle bir takım tıbbî bilgilere vakıf olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bir gün yeğeni Urve b. Zübeyr kendisine “Resûlullah’ın hanımı olduğun için senin fıkıh konusunda çok şey bilmene hayret etmiyorum. Yine şiir konusunda en iyi bilenlerden olarak tanınan Ebû Bekir’in kızı olduğun için bu konuda sâhip olduğun bilgi birikimin de 553 Debbâbe, günümüzdeki adıyla tank olarak kabul edilebilir. Eski zamanlarda, gelen ok ve taşlardan korunmak amacıyla içine askerlerin girdiği, o günün şartlarında deri ve tahtalardan yapılan tankın benzeri ilkel bir harb aletidir. Bu düzeneğin içine giren askerler onu muhâsara ettikleri kalelere doğru sürüp yaklaştırdıktan sonra içinden ansızın çıkıp kılıç mesâfesinde çarpışıyorlardı. Bir hadiste İslâm’ın ikinci halîfesi Hz. Ömer’in, “Kalelere ne yapıyorsunuz?” diye sorduğu bir vakit; sorulan şahıs, “Debbâbeler yapıyor ve adamlar onların içine giriyorlar.” dediği bildirilmektedir. İbn Manzûr, Lisânü’l- ‘Arab, “dbb” md., C. 1, s. 371. 554 Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 366. 555 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 249; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 153. 556 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 34. 101 beni şaşırtmıyor. Ancak sen, tıp ile ilgili mâlûmata da hâkimsin. Bu nereden geliyor?” diye sormuş, Hz. Âişe ona şerhen şu cevabı vermiştir: “Ey Urveciğim! Resûlullah âhir ömründe ahvâl-i sıhhiyesi tagayyürat gösterdi ve kendini pek iyi hissetmiyordu. O sıralar Arabistan’ın her yerinden kendisini ziyarete heyetler geliyordu. Onlar Resûlullah’ın rahatsızlığını öğrenince her biri çeşitli tavsiyelerde bulunarak ilaç târifleri verdiler. İşte, bu ilaçlarla onun tedâvisi ile ben ilgilendim, bilgim buradan gelmektedir.” demiştir.557 Uhud savaşına katıldığı Vâkıdî tarafından da belirtilen Âişe, Ümmü Süleym’in oğlu Enes b. Mâlik tarafından aktarılan rivâyette annesi Ümmü Süleym ile Âişe’nin Uhud’da omuzlarında yaralı askerlere su taşıyarak ağızlarına boşalttıklarını haber vermektedir.558 Bu rivâyetten de anlaşılacağı üzere küçük yaşına559 rağmen savaşta hazır bulunan Âişe’nin yaralıları tedâvisi konusunda yardımcı hizmette bulunduğu bu sayede ilk yardım konusunda tecrübe edindiğini söylemek mümkündür. Nitekim Hamîdullah onun askerî seferlere iştirak ettiğini zikrettikten sonra “Bizzat savaş alanında cesur bir hastabakıcı hemşire olarak görev yapmıştır.” ifâdesiyle Âişe’nin bu konuda ortaya koyduğu hizmeti vurgulamaktadır.560 Vâkıdî’nin Uhud’a çıkanlar arasında zikrettiği kadınlar arasında bir diğer isim o zamanlar on altı yaşlarında olan Hz. Peygamber’in kızı Fâtıma’dır. Pek çok kaynakta farklı râvîler tarafından benzer şekilde aktarılan rivâyetlerde Uhud’da Hz. Peygamber’in dişi kırılmış, yüzü yaralanmış ve miğferinin iki halkası şakaklarına batmıştı. Ebû Saîd’in 557 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 40, s. 441(Had. no: 24380); Şâmî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, C. 11, s. 180; Zürkānî, Şerḥu’l-Mevâhibi’l-ledünniyye, C. 4, s. 389-390; Seyyid Süleyman Nedvî, Sîretü’s- seyyide ʿÂʾişe ümmi’l-müʾminîn, thk. Muhammed Rahmetullah Hâfız en-Nedvî, Dımaşk-Beyrut, Dârü’l-kalem, 1424/2003, ss. 302-303. 558 Buhârî, “Cihâd”, 65(Had. no: 2880); “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 18(Had. no: 3811); “Meġāzî”, 18(Had. no: 4064); Müslim, “Cihâd”, 136(Had. no: 1811); Beyhakî, es-Sünen, C. 18, s. 103(Had. no: 17912); Ebü’l- Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Bağdâdî İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, nşr. Mahmûd Fâhûrî, Muhammed Revvâs Kal‘acî, 3. bs., Beyrut, Dârü’l-me‘ârif,1405/1985, C. 2, s. 66. 559 Diyanet İslâm Ansiklopedisinin “Âişe” maddesinde yaşı ile alâkalı Bi’setin 4. yılı (614) de doğduğuna dâir sunulan bilgi kabul edildiğinde Uhud Harbi’ne (625) katıldığında on bir yaşlarında olmalıdır. Ancak bazı araştırmacıların değerlendirmeleri Âişe’nin hicret esnasında on yedi yaşlarında olması gerektiğine dâir görüşleri esas alındığında ise Uhud’da yaklaşık yirmi yaşlarında olması gerekmektedir. Âişe’nin yaşı için bkz. Mustafa Fayda, “Âişe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1989, C. 2, s. 201; Rıza Savaş, “Hz. Aişe’nin Evlenme Yaşı İle İlgili Farklı Bir Yaklaşım”, İzmir, D.E.Ü.İ.F.D., S. IX, (1995), ss. 139- 144. Hz. Âişe’nin yaşı ile ilgili daha yeni ve geniş bilgi için bkz. Recep Erkocaaslan, Hz. Âişe’nin Hayatı, Şahsiyeti ve Hz. Peygamber Sonrası İslâm Tarihindeki Rolü, (Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2016, ss. 19-35. 560 Hamîdullah, İslâm Peygamberi, s. 563(md. 1102). 102 verdiği habere göre Resûlullah’a ilk müdahaleyi babası Mâlik b. Sinân hemen orada Peygamber’in yüzünden akan kanı emmek( ََيْملُُج الد م) suretiyle gerçekleştirmişti. Sonrasında Allah resûlünün yanına gelen kızı Fâtıma ilk önce babasının yüzünden akan kanı suyla yıkamış ancak suyun kanamayı azaltmayıp daha da arttırdığını görünce bir hasır parçasını yakarak külünü561 yaraya bastırarak kanamayı durdurmuştu.562 Bazı rivâyetlerde ise Fâtıma’nın onu yakılmış bir yün parçasıyla(َة ٍ tedâvi ettiği de (بُِصوفٍَة ُمْحتَِرق zikredilmektedir.563 Halebî eserinde Fâtıma’nın suyun kanamayı fazlalaştırdığını görünce papirüsten imal edilmiş bir hasır parçasını kül oluncaya kadar yaktığını, ortaya çıkan külü yaraya yapışıncaya kadar bastırarak kanamayı durduğunu ifâde eder. Ayrıca müellif, yaraya yapıştırılan papirüsün kan tutma konusunda güçlü bir etkiye ve (yarayı) kurutma özelliğine sâhip olduğunu ayrıca zikrederek kullanılan malzeme ve fâidesi noktasında açıklayıcı bilgiler vermektedir.564 Taberânî ise Fâtıma’nın Uhud’a çıkışı hakkında, “Uhud savaşına müşrik askerlerin Resûlullah’ın ve ashâbının etrâfından ayrılıp uzaklaşınca hanım sahâbîler Hz. Peygamber’in ve sahâbenin yanına gelmişler, Fâtıma da o gelenlerle berâber gelmişti.” ifâdesiyle kavl-i şârihte bulunmaktadır.565 Yine Ebû Saîd el-Hudrî’nin haberinde Resûlullah’ın yaralandığı haberi üzerine Hudre âilesinden bazı çocuklarla birlikte çıkarak Medine vadilerinden Kanât denilen mevkide Müslümanlarla denk gelmişler, Hz. Peygamber’in yaralarını târif eden Ebû Saîd yüzündeki siyahlığın sebebini kendisine sorunca Resûlullah “Yanmış hasırdır.” diye cevap vermiştir.566 Savaş sonrası Medine’ye dönen Hz. Peygamber’in yüzündeki hasır külleri sebebiyle simsiyah olduğu aktarılmakta567, aldığı yaraların tedâvisinin bir ayı aşkınca bir süre devam ettiği ve yüzündeki yara izi kayboluncaya kadar çürümüş ”أََخذَْت ِقْطعَةَ َحِصيٍر فَأَْحَرقَتْهُ َحت ى صَ اَر َرَمادًا“ 561 562 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 447-450; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 43; Saîd b. Mansûr, es-Sünen, C. 2, ss. 354-355; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 45; Buhârî, “Vuḍûʾ”, 72(Had. no: 243); “Cihâd”, 80(Had. no: 2903); “Ṭıb”, 27(Had. no: 5722); Müslim, “Cihâd”, 101(Had. no: 1790); İbn Mâce, “Ṭıb”, 15(Had. no: 3464-3465); Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 324; Beyhakî, Delâʾil, C. 3, s. 260; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z- zamân, C. 3, s. 262; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, ss. 153-154; Ayrıca bkz. M. Yaşar Kandemir, “Fâtıma”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, C. 12, s. 219. 563 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 450; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 154. 564 Halebî, es-Sîretü’l-Ḥalebi, C. 2, s. 322. 565 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, C. 6, s. 153(Had. no: 5823); Nesâî, “İşretü’n-nisâ”, 91(Had. no: 9191). 566 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 447-448; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 20, ss. 385-386. 567 Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 97. 103 kemikle(ل ٍ َبا .tedâvisinin sürdüğü bildirilmektedir (بِعَْظٍم 568 Rivâyetler Hz. Peygamber’in bir aylık tedâvisini kimin gördüğü hakkında açık bir bilgi sunmasa da tedâvisiyle husûsen kızı Fâtıma’nın ve zevcelerinden Âişe’nin tecrübeleri sebebiyle alâkadar olduğu söylenebilir. Bazı hadis kaynaklarının sunduğuna göre Hz. Peygamber sefere çıkarken âile efrâdından ahiren kızı Fâtıma ile vedalaşmakta, seferden dönünce de evvelen onunla görüşmekteydi.569 Uhud Muhârebesi’ne Vâkıdî tarafından iştirak ettiği zikredilen, nesebi Hazreç kabîlesinin Neccâroğulları koluna dayanan Ümmü Süleym kaynaklarda adı Sehle, Rümeysâ, Rümeyse, Gumeysâ, Rümeyle, Üneyfe, Müleyke olarak zikredilse de Ümmü Süleym künyesiyle meşhur olmuştur.570 Oğlu Enes kanalıyla Uhud’da Âişe ile birlikte yaralılara su taşıyıp ağızlarına döktüğünü daha önce zikrettiğimiz Ümmü Süleym’in doğum ve vefat târihi hakkında kaynaklar bir bilgi sunmamaktaysa da oğlunun Uhud’da on üç yaşlarında olması571 onun en az yirmili yaşlarda bu savaşa iştirak ettiğini söylememizi mümkün kılmaktadır. Yine onun da genç sayılabilecek yaşlarda Âişe ile berâber Uhud’da yaralıların tedâvisi noktasında yardımcı olduğu hem de hastabakıcılık konusunda tecrübeler kazandığı söylenebilir. Benî Neccâr kabîlesinden Uhud’a katılan bir diğer hanım sahâbî Ümmü Umâre bint Kâ‘b’dır.572 Asıl ismi Nesîbe bint Kâ‘b b. Amr olarak zikredilen, Medine’de İslâm’ı ilk tercih edenler arasında bulunan Ümmü Umâre, ikinci Akabe bîatında kocası ve iki oğluyla birlikte hazır bulunarak Resûlullah’a olan merbûtiyetini ihdas etmiştir.573 Uhud, 568 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 450; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 324; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 154. 569 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 37, s. 46(Had. no: 22363); Ebû Davûd, Tereccül, 20(Had. no: 4213). 570 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 395; Ebû Nuaym el-İsfehânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3504; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1940; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 409. 571 Enes b. Mâlik’in hicretten on yıl önce (612) dünyaya geldi. Bkz. İbrahim Canan, “Enes B. Mâlik”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, C. 11, s. 234. 572 İsmi ile ilgili Bint Harb el-Ensâriyye şeklinde de bir rivâyet bulunan Ümmü Umâre’nin ihtimal kendisine bu isimlendirmenin savaşlarda gösterdiği şecaat sebebiyle tesmiye edilmektedir. Ebü’l-Feth Muhammed b. Hüseyn b. Ahmed el-Ezdî el-Mevsılî, Esmâü Men Yu’refu Bikünyetihî Min Aṣḥabi Rasûlillâhi Ṣallallahü Aleyhi ve Sellem, thk. Ebû Abdirrahman İkbâl, Bombay, Dârü’s-Selefiyye, 1410/1989, C. 1, s. 69. Ümmü Umâre’nin ismi hakkında kaynaklarda görülen farklılıklar hakkında değerlendirme için bkz. Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 148. 573 Ebû Nuaym el-İsfehânî s. 383; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1948; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 1, s. 675; C. 7, s. 360; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, ss. 333-334. Ayrıca bkz. Halit Özkan, “Ümmü Umâre”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, s. 332. 104 Hudeybiye, Hayber, Umretü’l-Kazâ, Huneyn ve Yemâme savaşlarına iştirak ettiği bildirilen Nesîbe, geri hizmetler de bulunarak yaralıların tedâvisinde hemşirelik vazîfesi icrâ etmiştir.574 Vâkıdî onun Uhud’a kocası Gaziyye b. Amr575 ve iki oğluyla katıldığını naklederken bazı kaynaklar bu savaşa kocası Zeyd b. Âsım576 ile birlikte katıldığını haber vermektedir. Oğlu Abdullah b. Zeyd’in sunduğu habere göre Uhud Harbi’nde kendisine sırık gibi uzun bir müşrik tarafından indirilen bir darbe sonucu sol pazusundan ciddi bir yara almış ve yarasından akan kanı kesmeye muvaffak olamamıştı. Olaya şâhit olan Resûlullah, yarasını bir bezle bağlamasını söylemiş olay yerine gelen Ümmü Umâre, oğluna ilk müdâhaleyi gerçekleştirerek kanamayı durdurmuştu. Abdullah’ın verdiği bilgilerde annesinin yanında o gün yaralılar için hazırlanmış( ْد أََعد تَْها ِلْلِجَرا حِ َق ) içinde sargı bezleri(ِب ُ ِفي َحْقَوْيَها)bulunan husûsî bir çantası (َوَمَعَها َعَصائ ) bulunduğu bilgisi annesinin Uhud’a yaralıların tedâvisi amacıyla katıldığına güçlü bir delil teşkil etmektedir. Ayrıca ilkyardım çantası diyebileceğimiz bu çantaya sâhip olan Ümmü Umâre’nin tecrübeli bir hastabakıcı olduğunu söylememizi de mümkün kılmaktadır.577 Uhud Savaşı’nda müslümanların hezimet yaşayıp Allah resûlünün etrâfından uzaklaştığı esnada oğluyla berâber Allah resûlünü korumaya gayret gösteren bu hanım sahâbî, İbn Kamîe isimli bir müşrik savaşçı tarafından boynuna aldığı kılıç darbesi sonucu ağır yaralanmıştı. Uhud’un ertesi günü gerçekleşen Hamrâülesed Gazvesi’ne de katılmak istemiş ancak yarasından gelen kanın durmaması sebebiyle bu mümkün olmamıştır. Hamrâülesed dönüşü daha evine varmadan Hz. Peygamber, Ümmü Umâre’nin kardeşi Abdullah b. Kâ’b b. el-Mâzinî’yi ablasının ahvâl-i sıhhıyesini öğrenmek için göndermiş, Abdullah’ın selamette olduğu bilgisini getirmesi üzerine çok sevinmiştir. Ümmü Umâre’nin aldığı bu yaranın tedâvisinin bir sene sürdüğü ve izini ömür boyu sırtında taşıdığı bildirilmektedir.578 Bir rivâyete göre Uhud’da Abdullah b. Zeyd’e Resûlullah, 574 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 383; İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam fî Târîḫ, C. 4, s. 189; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 5, s. 197; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, C. 2, s. 278. 575 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 268; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 383; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 250; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 5, s. 198; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, C. 2, s. 278; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 162. 576 Ebû Nuaym el-İsfahânî, Ḥilyetü’l-evliyâʾ, C. 2, s. 64; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 2, s. 557; C. 4, s. 1948; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 1, s. 675; C. 7, s. 360; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 334. 577 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 270-271; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 385; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n- Nübelâ, C. 2, s. 280. 578 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 269-270; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 384; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 325; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 5, s. 198. 105 Ümmü Umâre yaralanınca “Annene… Annene yardım et; yarasını sar.” diye selenmiş, onun da annesinin yarasıyla ilgilendiği bildirilmektedir.579 Doğum târihi kaynaklarda belirtilmeyen Ümmü Umâre’nin iki erkek kardeşi Abdullah ve Abdurrahman b. Kâ’b’ın Bedir’de bulundukları bilgisi kesindir. Daha önceki rivâyetlerden edindiğimiz tecrübemize göre Bedir’e katılan sahâbîlerin yaşları on beşten fazla olmaktadır. Bu sebeple Ümmü Umâre’nin de en az yirmili yaşlarda genç bir anne olarak savaşa katılmasında sâhip olduğu hemşirelik tecrübelerinin de etkisi bulunduğu düşüncesine sevk etmektedir. Uhud’da yaralıların tedâvisiyle ilgilenen kadın sahâbîlerden biri de Hamne bint Çahş’tır. Annesi, Abdülmuttalib’in kızı ve Resûlullah’ın halası olan Ümeyye bint Abdülmuttalib’dir. Nesebi baba tarafından Kureyş’in Esed b. Huzeyme kabîlesine bağlıdır. Hz. Peygamber’e bîat eden hanımlardan olan ve Mekke’den Medine’ye ilk hicret edenler arasında yer alan Hamne, Mus‘ab b. Umeyr ile evlenmiş ve ondan bir kızı dünyaya gelmiştir.580 Vâkıdî Uhud’a iştirak eden Kâ‘b b. Mâlik’in sunduğu rivâyetle Hamne’nin susamış askerlere su taşımanın yanı sıra yaralıları tedâvi ettiğini de belirtmektedir.581 Yine Uhud’da bulunan Hamne’nin kardeşi Ebû Abdullah b. Çahş’ta savaşta ablasının yapmış olduğu hizmetlerinden bahsederken yaralıları tedâvi ettiğini o da belirtmiştir.582 Uhud’a kocası Mus‘ab b. Umeyr ile katıldığı aktarılan Hamne’nin hemşirelik vazîfesi yaptığı açıkça belirtilmiş ancak hakkında daha fazla mâlûmat zikredilmemiştir.583 Doğum ve vefat tarihlerine kaynaklarda tesâdüf edilemeyen, anne olan bu hanım sahâbînin de genç yaşlarda harbe katıldığını düşünmekteyiz. Kaynaklarda Uhud’a katılanlar arasında adı tavzîhen zikredilen Resûl-i Ekrem’in dadısı Ümmü Eymen, asıl adı Bereke bint Sa‘lebe b. Amr el-Habeşiyye’dir. İlk oğluna 579 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 272-273; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 386; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n- Nübelâ, C. 2, s. 281. 580 Bkz. Mehmet Aykaç, “Hamne Bint Cahş”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1997, C. 15, s. 497. 581 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 249-250; Vâkıdî’den rivâyetle İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 230. 582 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, C. 24, s. 216; Heysemî, Mecmaʿu’z-zevâʾid, C. 9, s. 262. 583 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 229; Ebû Nuaym el-İsfehânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3293; İbnü’l- Cevzî, et-Telḳīḥ, s. 230; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 71; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 5, s. 340; Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân ez-Zehebî et-Türkmânî el-Fârikī ed- Dımaşkī Zehebî, Teẕhîbü Tehẕîbi’l-Kemâl fî esmâʾi’r-ricâl, thk. Guneym Abbas Guneym, Mecdî Seyyid Emîn, 1. bs., Kahire, 1425/2004, C. 11, s. 126; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 153; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 7, s. 71. 106 nispeten Ümmü Eymen diye anılan bu hanım sahâbî ayrıca Ümmü’z-Zabâ ve Ümmü Üsâme olarak da tekniye edildiği görülmektedir.584 Vâkıdî eserinde Kâ‘b b. Mâlik kanalıyla naklettiği rivâyette Ümmü Eymen’in sâdece yaralılara su verdiğini zikretmekte585, talebesi İbn Sa‘d ise ayrıca yaralıların tedâvisiyle de meşgul olduğunu belirtmektedir.586 Vâkıdî’nin bugün elimizde bulanan nüshasından ihtimal tahkîke dayalı bir noksanlık sonucu tevâfuk edemediğimiz yaralıları tedâvi ettiği bilgisinin İbn Sa‘d ile berâber İbnü’l-Cevzî, İbn Batîş, İbn Hacer gibi müellifler tarafından da sunulması onun da savaşta hastabakıcı vazîfesi gördüğünü söylememize zemin teşkil etmektedir.587 Yine Vâkıdî’nin sunduğu bir rivâyetten Ümmü Eymen’in savaşta Resûl-i Ekrem’e yakın bir konumda hizmet ettiğini söylemek mümkündür. Nitekim rivâyette o gün yaralılara su veren Ümmü Eymen’e Hibbân b. el- Arika isimli müşriğin attığı bir ok arkadan eteğine isâbet ederek onun yere düşmesine sebep olmuştu.588 Kaynaklarda Uhud’da yaralılara gösterdiği hizmetler bakımından daha fazla mâlûmata tesâdüf edemediğimiz Ümmü Eymen’in doğum târihi hakkında da bir bilgi sunulmamaktadır. Ancak Hz. Peygamber’in “Annemden sonra annem.”589 dediği, Resûlullah’ın doğumundan îtibâren dadılığını yaptığı ifâde edilen Ümmü Eymen’in bu bilgilerden hareketle onun da bir anne olarak yaklaşık altmış yaşlarında Uhud’a katıldığı söylenebilir.590 Rivâyetlerde Allah resûlünden savaşta yaralıların tedâvisini görmek için izin isteyen kadınların talepleri göz önüne alındığında ileri yaşına rağmen Ümmü 584 İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 1, s. 128; Ebü’l-Mecd İmâdüddin İbn Bâtiş, Kitâbü’l-Muġnî fi’l-inbâʾ ʿan ġarîbi’l-Müheẕẕeb ve’l-esmâʾ, thk. Mustafa Abdülhafîz Sâlim, Mekke, el-Mektebetü’t-ticâriyye, 1411/1991, C. 2, s. 73; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 2, s. 73. 585 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 250. 586 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 214. Vâkıdî’den naklen İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 361. 587 İbnü’l-Cevzî, et-Telḳīḥ, s. 229; İbn Bâtiş, Kitâbü'l-Muġnî, C. 2, s. 73; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 361. 588 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 241. 589 Ebû Bekr Ahmed b. Ebî Hayseme Züheyr b. Harb en-Nesâî İbn Ebû Hayseme, Aḫbârü’l-Mekkiyyîn min Kitâbü't-Târîḫu’l-kebîr li İbni Ebî Hayseme, thk. Salâh b. Fethî Hilâl, 1. bs., Kâhire, el-Fârûku’l-hadîse, 1424/2004, C. 2, ss. 192, 790; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1794; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 8, s. 51; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 577; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 290; Nevevî, Tehẕîbü’l- esmâʾ, C. 2, s. 358. 590 Habeş asıllı bir köle olan Ümmü Eymen, Resûl-i Ekrem’in babası Abdullah’a yâhut annesi Âmine’ye dedesi Abdülmuttalib’in kölesi iken mîras olarak kalmıştır. Bir başka rivâyete göre ise Hz. Peygamber’in eşi Hadîce’nin kız kardeşi tarafından Resûlullah’a mevhûbe edilmiştir. İbn Sa‘d, eṭ- Ṭabaḳāt, C. 10, s. 212; Ebû Nuaym el-İsfehânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3469; İbnü’l-Cevzî, et- Telḳīḥ, s. 228; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 291; Bünyamin Erul, “Ümmü Eymen”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, s. 317. 107 Eymen’in savaşa katılmasında sâhip olduğu sağlık bilgisinin de etkisi olduğunu söylemek mümkündür. Uhud’a katılan kadın sahâbîlerden biri de Hz. Peygamber’in halası Safiyye bint Abdülmuttalib’dir. Mekke’de İslâm’a ilk girenler arasında kabul edilen oğlu Zübeyr ile birlikte müslüman olup, Medine’ye hicret eden ve Resûl-i Ekrem’e bîat eden kadınlar arasında yer almaktadır. Hakkında zikredilen bilgilerde Safiyye’nin çeşitli savaşlara iştirak ettiği, savaşlarda yaralıların tedâvisi ve geri hizmetlerde bulunduğu bildirilmekle berâber onun gazâya çıkan ilk kadın olarak da anıldığı kaydedilmektedir.591 Vâkıdî’nin Safiyye’den bizzat sunduğu rivâyette Medine’de bulunduğu kaleden Resûlullah’ın ashâbının geri çekildiğinden haberdar olan Safiyye elinde bir kılıçla Uhud’a doğru yola çıkmış, yol üzerinde Benî Hârise denilen yerde içlerinde Ümmü Eymen’in de bulunduğu ensardan bir grup kadınla karşılaşarak onlarla birlikte Uhud’a gelmişti. Uhud’da kendisini ilk karşılayan yeğeni Ali’den Hz. Peygamber’in yerini öğrenen Safiyye, Resûl-i Ekrem’in yanına geldiğinde onun yaralı halde olduğunu haber vermektedir.592 İbn Sa‘d benzer şekilde sunduğu rivâyetinde o da müslümanların bozguna uğraması ve geri çekilmesi üzerine Safiyye’nin savaşa çıktığını nakletmektedir.593 Savaş alanına gelen Safiyye’nin sağlık hizmetinde bulunduğuna dâir açık bir rivâyete rastlayamasak da onun da bu sebeple geldiğini söylememize engel teşkil edecek bir durum söz konusu değildir. Zîra Uhud’a gelen Safiyye’nin ilk olarak Resûlullah’ın durumunu sorması, savaşta kardeşi Hamza ve oğullarının bulunması onun da diğer kadınlar gibi yaralanmalara karşı hizmet için Uhud’a gelme ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Nitekim kardeşi Hamza’nın müşrik kadınlar tarafından müsle yapılan bedenini görmesini istemeyen Hz. Peygamber, oğlu Zübeyr’e annesinin önüne durmasını söylemiş ancak Safiyye durumdan haberdar olduğunu ve bunu metanetle karşılayacağını bildirmesi üzerine Resûlullah görmesine izin vermiştir.594 Doğum târihi milâdî 567595 civârında olduğu zikredilen Safiyye’nin Uhud’a yaklaşık elli sekiz yaşlarında seyyibe bir kadın olarak katıldığı söylenebilir. 591 Uraler, “Safiyye bint Abdülmuttalib”, (DİA), C. 35, s. 475. 592 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 288-289. 593 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 41. 594 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 60; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 41; Tâberî, Târîh, C. 2, s. 529; İbnü’l- Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, ss. 171-172; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 215. 595 Uraler, “Safiyye bint Abdülmuttalib”, (DİA), C. 35, s. 475. 108 Vâkıdî’nin Uhud’a katılan kadınlar arasında ismini zikrettiği bir sâir isim de Hind bint Amr b. Harâm’dır.596 Hazrec kabîlesinin Benî Selime koluna mensuptur.597 Hicretin akabinde Medine’de müslüman olup Hz. Peygamber’e bîat eden kadınlar arasında yer alan Hind bint Amr’ın bu savaşta yaralıları tedâvi edip etmediği ve savaşa ne zaman katıldığına dâir Vâkıdî tarafından sarih bir bilgi sunulmasa da araştırmacılar onun Uhud’a yaralıların tedâvisi için çıkan kadınlardan biri olarak kabul etmektedir.598 Hz. Peygamber döneminde müslüman kadınların sağlık alanında gösterdikleri hizmetleri konu alan çalışmasında Levent Öztürk, Hind bint Amr’ın Uhud’a hangi vakitte katıldığının net olmadığını, aldığı haber üzere sonradan katıldığı fikrinin daha mâkul olduğunu beyânla onun Hayber’de kesin olarak bulunduğu yönündeki rivâyeti Uhud’a hastabakıcı olarak katıldığına hamlederek kanaatini bu yönde sunmaktadır.599 Doğum ve vefat târihi hakkında da bir bilgiye tesâdüf edilemeyen Hind’in, Uhud’a gelişinin yaralılara görülecek hizmetler açısından olduğu söylenebilir. Zîra bu savaşa topal olarak katılan eşi Amr b. Cemûh, oğlu Hallâd ve kardeşi Abdullah b. Amr’ın cenazelerini Medine’ye intikaliyle bizzat kendisi ilgilendiği bilgisi kaynaklarca kesindir.600 İhtimal onların vefatlarından önce yanlarında bulunarak hayatta kalmaları için çaba sarfettiği düşünülebilir. Oğlu Hallâd’ın savaşa katıldığı bilgisinden hareketle bu hanım sahâbînin yaklaşık otuzlu yaşlarda bu savaşa bir anne olarak katıldığı söylenebilir. Annesi ve erkek kardeşi Mistah ile Mekke’de erken dönemde müslüman olup Medine’ye hicret eden Hind bint Üsâse, Uhud’da yer alan sahâbîlerden biridir. Resûl-i Ekrem’e bîat eden kadınlar arasında yer alan Hind’in tam adı Hind bint Üsâse b. Abbâd b. el-Muttalib b. Abdümenâf el-Kureşiyye’dir.601 İlk dönem müelliflerinden İbn İshâk’ın 596 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 264-266. 597 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 368. Hind bint Amr’ın nesebi ile alâkalı İslâm Ansiklopedisi’nin “Hind bint Amr” maddesinde Benî Seleme olarak zikredilsede bu sehven yapılmış yazı hatası olarak düşünülebilir. Nitekim yine aynı ansiklopedinin “Hazrec (Benî Hazrec)” maddesini incelediğimizde Hazrec’in kollarından biri olarak Seleme yerine Selime kabîlesine tesâdüf edilmektedir. Ayrıca bazı muasır araştırmacıların da nesebini Selime olarak kaydettiği görülmektedir. Bkz. Ahmet Önkal, “Hazrec (Benî Hazrec)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, C. 17, s. 143; Kasım Kırbıyık, “Hind Bint Amr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, C. 18, s. 64; Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 104. 598 Kırbıyık, “Hind Bint Amr”, (DİA), C. 18, s. 64. 599 Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, ss. 104-105. 600 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 264-266. 601 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 217; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 277; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 341. 109 sunduğu bilgilerden Hind bint Üsâse’nin de Uhud’a katıldığı görülmektedir.602 Vâkıdî’nin Uhud’a katılan müslüman kadınların sayısının on dört olduğunu zikrettikten sonra bazı isimlere temas ettiğine ve listeyi eksik bıraktığına değinmiştik. Bu açıdan İbn İshâk’ın vermiş olduğu bu bilgiler listenin itmam olmasında oldukça mühimdir. Doğum târihine kaynaklarda tesâdüf edilemeyen Hind’in kardeşi Mistah’tan hareketle ortalama yirmili yaşlarda genç bir hanım olarak Uhud’da hazır bulunduğu söylenebilir. Zîra Mistah’ın muhtemel doğum târihine göre Uhud’a yirmi yedi yaşlarında katıldığı görülmektedir.603 Uhud’a katılış nedeni hakkında açık bir rivâyetin de olmadığı Hind’in diğer hanım sahâbîler gibi askerlerin sağlık ve diğer geri planda kalan hizmetler husûsunda yardımcı olmak için savaşa katıldığı söylenebilir.604 Uhud’a katılan diğer bir hanım sahâbî de Ümmü Süleym’in ablası Ümmü Harâm bint Milhân’dır. Soy bakımından Benî Neccâr kabîlesine bağlı olan Ümmü Harâm, kız kardeşi Ümmü Süleym ile birlikte Resûl-i Ekrem ile aralarında süt ve soy bakımından teyze-yeğen ilişkisinin olduğu bildirilmektedir. Hz. Peygamber’in babası Abdullah’ın babaannesi Selmâ, Benî Neccâr kabîlesine mensup olması hasebiyle bazı rivâyetlerde Ümmü Harâm’ın Resûlullah’ın sütteyzelerinden biri olduğu, kimi rivâyetlerde ise sütteyzeliğinin babası ve dedesi yönünden bulunduğu aktarılmaktadır.605 Resûl-i Ekrem’in Medine’ye hicretinden sonra kendisine bîat eden Ümmü Harâm, ensârdan Ubâde b. Sâmit ile evlenmiş ve Muhammed adında bir çocukları dünyaya gelmiştir.606 Hamîdullah, Ümmü Harâm’ın kız kardeşi Ümmü Süleym ile birlikte Uhud Savaşı’nda yer aldığını, Resûl-i Ekrem’in de âilesinden bazı kadınların yaralıların tedâvisi konusunda 602 İbn İshâk, es-Sîre, s. 333; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 54; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, ss. 15-16; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 277; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 5, s. 419; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 341. 603 Bkz. Hüseyin Algül, “Mistah b. Üsâse”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2005, C. 30, s. 188. 604 Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 106. 605 Nevevî, el-Minhâc fî şerḥi Ṣaḥîḥi Müslim, C. 13, s. 85. 606 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 404. İbn Sa‘d Ümmü Harâm’ın Ubâde b. Sâmit’ten sonra Amr b. Kays ile evlendiği ve bu evlilikten Kays ve Abdullah adında iki çocuğunun olduğunu aktarmaktadır. Aynı zamanda müellif, Ubâde’nin h. 34 yılında Şam’da yetmiş iki yaşında vefat ettiği bilgisini de vermektedir. Kaynaklardan Ubâde hakkında rivâyetlerin daha mâkul olduğu görülmektedir. Burada İbn Abdülber’in Ümmü Harâm’ın isminin doğru tespitinin yapılamadığı beyânına atıfla İbn Sa‘d’ın Amr b. Kays haberinde isim benzerliklerine bağlı sehven karışıklığa düştüğü düşünülebilir. Krş. İbn Sa‘d, eṭ- Ṭabaḳāt, C. 3, s. 459, 506; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1931; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 5, s. 373; M. Yaşar Kandemir, “Ubâde b. Sâmit”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, ss. 13-14. 110 yardımcı olduğunu kaydetmektedir.607 Kandemir’in İslâm Ansiklopedisi’nde yazdığı “Ümmü Harâm” maddesinde de Ümmü Harâm’ın Uhud’a katılarak yaralı askerlere sağlık hizmetlerinde bulunduğunu nakletmekte608, Ümmü Harâm ile ilgili çalışmaları bulunan Hüseyin Algül’ün de ondan iktibasla bu bilgiyi kullandığı görülmektedir.609 Muâsır araştırmacılar tarafından verilen bu bilgilerin dışında Ümmü Harâm’ın Uhud’a katıldığını teyit edemesek de onun da Uhud’da askerlere sunulan sağlık hizmetlerinin yanında diğer vazîfelerde cehd ve gayret sarfederek yer aldığını söylemek mümkündür. Nitekim Algül’ün Ümmü Harâm’ın Hz. Peygamber’in Neccâroğulları kabîlesi münasebetiyle aralarındaki râbıtaya temas ettikten sonra “Bu sülâlenin Medine döneminde Hz. Peygamber’e yakınlığı, ilgisinin derinliği, yöneltilen görev ve sorumlulukların gereğini yerine getirmedeki can pahasına gösterdikleri titizliği, samimi hizmet arzusunu ve İslâm dinine fedakârâne yardımlarını düşünmek..” sözleriyle her daim Resûlullah’ın yanında olduklarını bildirmektedir.610 Hamîdullah, aralarında Resûlullah’ın âilesinden kadınların da bulunduğu bazı hanımların Uhud’da yaralıların tedâvisiyle ilgilendiğini aktarmaktadır.611 Bu bağlamda Ümmü Harâm’ın Uhud’a katıldıkları konusunda şüphe bulunmayan kocası Ubâde b. Sâmit ve kız kardeşi Ümmü Süleym ile bu savaşa çıktığı söylenebilir. Kaynaklarda doğum târihi hakkında bir bilgiye tasâdüf edilemeyen Ümmü Harâm’ın da bu savaşta bir anne olarak katıldığını söylemek mümkündür. Benî Neccâr kabîlesine mensup er-Rubeyyi‘ bint Muavviz’in de Uhud’a katılanlar arsında yer aldığı söylenebilir. Kendi beyânına göre Hz. Peygamberle savaşlara katılarak yaralıların tedâvisi ile ilgilenen er-Rubeyyi‘, genç yaşta müslüman olup Hudeybiye’de Resûlullah’a bîat edenlerden biridir.612 Buhârî ve çeşitli kaynakların er-Rubeyyi‘den naklettiği rivâyette er-Rubeyyi‘ gazvelerin ismini zikretmeden “Biz kadınlar Hz. Peygamber ile berâber gazvelerde bulunurduk. Askerlere su verir, onlara hizmet eder, 607 Hamîdullah, İslâm Peygamberi, s. 835(md. 1707). 608 M. Yaşar Kandemir, “Ümmü Harâm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, s. 322. 609 Hüseyin Algül, “Hala Sultan’ın Hayatı ve Şahsiyeti ve Kıbrıs Türkler Üzerindeki Etkisi”, Osmanlı Döneminde Kıbrıs, İstanbul, 2016, s. 442. 610 Algül, Hala Sultan’ın Hayatı ve Şahsiyeti, ss. 442-443. 611 Hamîdullah, İslâm Peygamberi, s. 835(md. 1707). 612 İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1837; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 108; Mizzî, Tehẕîbü’l-Kemâl, C. 35, s. 174; Ebü’l-Fidâ’ İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav’ b. Kesîr el-Kaysî el- Kureşî el-Busrâvî ed-Dımaşkī eş-Şâfiî İbn Kesîr, et-Tekmîl fî maʿrifeti’s̱-s̱iḳāt ve’ż-żuʿafâʾ ve’l-mecâhîl, thk. Şâdî b. Muhammed b. Sâlim Âl-i Nu‘mân, Yemen, Merkezü’n-Nu‘mân li’l-Bühûs ve’d-Dirâsâti’l- İslâmiyye ve Tahkîki’t-Tirâs ve’t-Terceme, 1432/2011, C. 4, s. 239; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 132. 111 yaralı ve ölüleri Medine’ye götürürdük.”613 diyerek savaşlarda yer aldığını açıkça beyân eder. Bazı rivâyetlerde ise “Yaralılara su verir, tedâvi ederdik.”614 şeklinde bulunan ifâdesinden askerlere sağlık hizmetlerinde bulunduğu da anlaşılmaktadır. Buhârî, er- Rubeyyi‘’nin yaralıları tedâvi ettiği rivâyetinin bâbını (و ِ َباُب ُمدَاَواةِ ال نَِساِء الَجْرَحى فِي الغَْز ) “Kadınların Gazvede Yaralıları Tedâvi Etmeleri Bâbı” şeklinde isimlendirmektedir.615 Taberânî’nin er-Rubeyyi‘’nin yaralıları tedâvi ettiklerini tasrih ettiği rivâyetinde ayrıca ِتلُ ) َُقا Savaşmazdık”616 sözüyle gazâlara çıkış niyetlerini belli gāyelere hasrederek“ (فَََل ن aktarması, Hz. Peygamber döneminde müslüman kadınların husûsiyle askerlere savaşlarda sağlık hizmetlerinde ve geri planda yardımcı olmak için katıldıklarını izhar etmektedir. Uhud’a katıldığı rivâyetlerde sarih olmasa da Ümmü Harâm gibi Neccâroğullarına mensup bu hanım sahâbînin de Uhud’da yer aldığını düşünmekteyiz. Rubeyyi‘’nin Hz. Peygamber döneminde sağlık alanında göstermiş olduğu hizmetlerini çalışmasında ele alan Öztürk, “O’nun Uhud Savaşı’na katılmış olduğunu çıkarmak için bilgilerimiz net değilse de bu muhtemel gözükmektedir.”617 beyânıyla kanaatimizi desteklemektedir. Bu konuda düşüncemizi destekleyen bir diğer delil olarak ise Rubeyyi‘’nin “Yaralıları ve ölüleri Medine’ye naklederdik.” sözünü ileri sürmek mümkündür. Nitekim araştırmalarımızda edindiğimiz başka rivâyetlerden de hanım sahâbîlerin müslümanlardan yaralı ve ölen askerleri Medine’ye taşınmasının Uhud Savaşı’nda gerçekleştirdikleri görülmektedir. Bu açıdan Rubeyyi‘’nin zikri geçen sözü Uhud bağlamında söylemiş olması gerekmektedir. Kaynaklarda doğum târihine tesâdüf edilemeyen er-Rubeyyi‘’nin Bedir Savaşı sonrası618 Leysoğulları’ndan İyâs b. Bükeyr ile evlenip ondan Muhammed adında bir çocuğu dünyaya geldiği619 bildirilmekte ise de bu düğünün Uhud’dan önce yâhut sonra 613 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 44, s. 567(Had. no: 27017); Buhârî, “Cihâd”, 68(Had. no: 2883); İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 133. 614 Buhârî, “Cihâd”, 67(Had. no: 2882); Ebû Nuaym el-İsfehânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3332; el- Mühelleb b. Ebî Sufre et-Temimi el-Mâlikî el-Endelûsî, el-Muḫtaṣaru’n-naṣîḥ fî tehẕîbi’l-kitâbi’l- Câmiı’ṣ-Ṣaḥiḥ, thk. Ahmed b. Fâris es-Sellûm, Riyad, Dârü’t-tevhîd-Dâru Ehli’s-sünne, 1430/2009, C. 2, s. 295. 615 Buhârî, “Cihâd”, 67(Had. no: 2882). 616 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, C. 24, s. 276(Hadis No; 701). 617 Bkz. Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, ss. 109-111. 618 Buhârî, “Meġāzî”, 12(Hadis No; 4001); “Nikâḥ”, 49(Hadis No; 5147). 619 İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 132. 112 olduğu belli değildir. Bu sebeple onun da sâdece genç bir hanım olarak bu savaşa iştirak ettiği söylenebilir. Uhud’a katılan hanımlardan bir diğeri Neccâroğullarından Ümmü Selît’tir. İbn Sa‘d’ın Ṭabaḳāt’ında onun hakkında sunulan bilgide asıl künyesinin Ümmü Kays olduğu ancak Amr b. Kays b. Mâlik(Ebû Selît b. Ebî Hârise) ile evliliğinden dünyaya gelen Selît’e nispeten “Ümmü Selît” diye tekniye edildiğini nakledilmektedir.620 Bazı kaynaklarda Ümmü Selît’in Amr b. Kays’ın vefatı üzerine Mâlik b. Sinân ile evlenerek ondan Ebû Saîd el-Hudrî adında bir çocuğu olduğu621 aktarılsa da bunun sahih olmayan bir bilgi olduğunu söylemek mümkündür. Zîra Ebû Saîd el-Hudrî’nin annesi yine Neccâroğullarına mensup Üneyse bint Ebû Hârise olduğu görülmektedir.622 Buhârî’nin kaydettiği bir hadiste Ömer b. Hattâb Ümmü Selît’in Uhud günü sırtında su kırbaları ile kendilerine su taşıdığını haber vermektedir.623 İbn Hacer, Buhârî şerhinde bu bilgiye yer vermeyen İbn Sa‘d’ı tenkit ederek, Ümmü Selît’in bu hadisle Uhud’a katıldığının sabit olduğunu vurgulamaktadır.624 Bir diğer Buhârî şârihi Aynî’nin de eserinde aynı kanaati dile getirdiği görülmektedir.625 Vâkıdî’nin eksik bıraktığı listenin istikmâl olmasında çeşitli kaynaklarında626 zikrettiği bu rivâyet ehemmiyet arz etmektedir. Rivâyetlerde sırtında askerlere su taşıdığı sarih olarak zikredilen Ümmü Selit’in yaralıların temiz suya 620 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, ss. 389-390; İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî, C. 6, s. 79. 621 Ebü’l-Velîd Süleymân b. Halef b. Sa‘d et-Tücîbî el-Bâcî, et-Tadîl ve’t-tecrîh li-men harrece lehü’l- Buhârî fi’l-Câmii’s-sahîh, thk. Alî İbrâhîm Mustafâ, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 2010, s. 549; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 408; Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 140. 622 Ebû Bekr Ahmed b. Alî b. Muhammed el-Yezdî el-İsfahânî İbn Mencûye, Ricâlü Ṣaḥîḥi Müslim, thk. Abdullah el-Leysî, Beyrut, Dârü’l-ma‘rife, 1407, C. 1, s. 232; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1671; Hatîb el-Bağdâdî, Târîḫu Bağdâd, C. 1, s. 532; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 20, s. 379; Nevevî, Tehẕîbü’l-esmâʾ, C. 2, s. 237. İbn Hacer Üneyse bint Amr b. Kays(Ebû Saîd)’in tercüme-i hâlini verirken ilk eşinin Nu‘mân olduğunu ve ondan sonra Mâlik b. Sinân ile evlenerek Ebû Saîd’i dünyaya getirdiğini aktarmaktadır. Bkz. İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 40. 623 Buhârî, “Meġāzî”, 23(Had. no: 4071); Buhârî, “Cihâd”, 66(Had. no: 2881). 624 İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî, C. 6, s. 79. 625 Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, C. 14, s. 168. Burada şunu da ifâde etmek gerekir ki, elimizde bulunan Buhârî’nin Aynî şerhinde ihtimal müstensih hatası olarak Uhud yerine Hayber yazıldığı görülmektedir. Çünkü cümlede Hayber ve Huneyn’e katıldığını beyân ettikten sonra İbn Sa‘d’ın Ümmü Selît’in Uhud’a katıldığını zikretmekten gafil oldu demesi hem mantıkî açıdan hem İbn Hacer’in ifâdelerine uygun düştüğü görülmektedir. Krş. İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî, C. 6, s. 79; Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, C. 14, s. 168. 626 Ebû Ubeyd el-Kāsım b. Sellâm b. Miskîn el-Herevî, Kitâbü’l-Emvâl, thk. Ebû Seyyid b. Ebu Receb Ebû Enes, 1. bs., Kahire-Riyad, Dârü’l-Hedyi’n-nebevî-Dârü’l-fadîle, 1428/2007, C. 1, s. 353; Ebû Ahmed Humeyd b. Mahled b. Kuteybe el-Horasânî İbn Zencûye, Kitâbü’l-Emvâl, thk. Şâkir Zîb Feyyâz, 1. bs., Riyad, 1406/1986, C. 2, ss. 539-540, 558; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Ḥilyetü’l-evliyâʾ, C. 2, ss. 63-64; Mühelleb, el-Muhtasaru’n-nasîh, C. 2, s. 294; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1940; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 333. 113 kavuşmasında sağlık açısından hizmet ettiği söylenebilir. Zîra er- Rubeyyi‘’nin yaralıları tedâvi ettiklerini açıkça zikretmesi, Hz. Peygamber’in yaralandığında kızı Fâtıma’nın ilk müdahaleyi suyla yapması bu açıdan hatırlanabilir. Kaynaklarda doğum târihine rastlayamadığımız Ümmü Selît’in Uhud’a genç bir kadın olarak katıldığı belirtilebilir. Medineli ilk Müslümanlar arasında yer alan Ümmü Atıyye’nin de Uhud’a katılanlardan biri olduğunu söylemek mümkündür. Hz. Peygamber’in hicretin akabinde Medineli kadınlarla gerçekleştirdiği “kadınlar bîatı” denilen bîatta Resûl-i Ekrem’e bîat edenlerden biri olan Ümmü Atıyye’nin ismi Nüseybe bint el-Hâris el-Ensâriyye’dir. Kaynaklarda bazı müellifler tarafından isminin tespiti noktasında okumaya elverişli olduğu için karışıklığa düştükleri “Nüseybe” (نَُسْيبَة) yerine “Nesîbe” (نَِسيبَة) diye kaydettikleri görülmektedir.627 Neccâroğullarına mensup bu hanım sahâbînin bizzat sunduğu rivâyette “Ben Resûlullah ile berâber yedi savaşta bulundum. (Savaşta) onların bineklerine ve eşyalarına nezâret eder, yemeklerini yapar, yaralıları tedâvi eder ve hastalara bakardım.”628 sözleriyle savaşlarda hemşirelik629 vazîfesi icrâ ettiğini sarâhaten beyân etmektedir. Vâkıdî’nin eserinde tesâdüf edilemeyen bu bilginin öğrencisi İbn Sa‘d tarafından zikredilmesi eksik kalan Uhud listesi için kıymet arz etmektedir. Daha önceki değerlendirmelerimizde de görüleceği üzere Benî Neccâr kabîlesine mensup olan kadınların Uhud’a katıldığı ifâde edilmişti. Enes b. Mâlik kanalıyla rivâyet edilen bir hadiste de Ümmü Süleym ile ensardan bazı kadınlar Allah resûlü ile bazı savaşlarda bulunarak yaralıların tedâvisi ile ilgileniyorlardı.630 Bu bağlamda Ümmü Atıyye’nin kendi ifâdesiyle yedi savaşta Hz. Peygamberle birlikte hazır bulunması onun da Uhud’da yer aldığını söylememizi mümkün kılmaktadır. Ümmü Atıyye’nin kaynaklarda doğum târihine ve kocasının adına rastlayamadık. Fakat Humeydî eserinde onun eşiyle berâber 627 Zekeriya Güler, “Ümmü Atıyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, s. 314. Ümmü Atıyye’nin isminin kaynaklar bağlamında geniş değerlendirmesi için bkz. Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, ss. 126-127. 628 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 422; İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 6, s. 537; İbn Râhûye, el-Müsned, C. 5, s. 211(Had. no: 2345); Dârîmî, Cihâd, 30(Had. no: 2466); Müslim, “Cihâd”, 142(Had. no: 1812); İbn Mâce, “Cihâd”, 37(Had. no: 2856); Nesâî, “Siyer”, 186(Had. no: 8829); Ebû Avâne Ya‘kūb b. İshâk b. İbrâhîm el-İsferâyînî, Müsnedü Ebî ʿAvâne, thk. Eymen b. Ârif ed-Dımaşkî, Beyrut, Dârü’l-ma‘rife, 1419/1998, C. 4, s. 333(Had. no: 6879); Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr, C. 25, ss. 55-56(Had. no: 121- 122). 629 İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1947. 630 Nesâî, “Siyer”, 186(Had. no: 8831). 114 altı gazveye katıldığını zikretmesi631 bağlamında onun da kocasıyla birlikte Uhud’a iştirak eden kadınlardan biri olduğu söylenebilir. Hakkında kaynaklarda sınırlı bilgilere tesâdüf edilen Ümmü Kücce’nin Uhud’a katılan kadınlardan biri olduğu imkân-ı örfî dâhilinde ifade etmek mümkündür. Meşhûren Ümmü Kücce olarak anılan bu hanım sahâbî Ümmü Kuhle ya da Ümmü Kuhha şeklinde anıldığı da görülmektedir.632 Kocası Evs b. Sâbit el-Ensârî’nin Uhud Harbi’nde ölümü üzerine kocasının mîrasından mahrumiyet yaşayan Ümmü Kücce, durumu Hz. Peygamber’e arz etmesi üzerine mîras hukukunu ihdâs eden âyetler nâzil olmuştur.633 Medine heyet-i içtimâiyyesinde sağlık alanında hizmetleri bulunduğu aktarılan634 bu hanım sahâbî hakkında Hâşimî’nin, ensar kadınları üzerine yaptığı çalışmasında bir kısım bilgiler verdiği görülmektedir. Hâşimî’nin sunduğu bilgilerde Bedir Savaşı’na çıkmak üzere olan Evs b. Sâbit’e Ümmü Kücce, “Müslüman askerler için yemek hazırlamak ve sizlere su taşımak için sizinle savaşa çıkmak istiyorum.” şeklinde talepte bulunmuştur. Ancak bu isteği Evs tarafından daha bir aylık hâmile oluşu ve bakması gereken bir kızının varlığı nedenleriyle geri çevrildiği görülmektedir.635 Daha sonra yine Uhud’a katılacak olan Evs, bu sefer eşi Ümmü Kücce’ye “Kızlarımızı nereye bırakabiliriz sen de benimle çıksan?” diye sormuş, o da annesine bırakabileceklerini ifâde ederek kızlarını annesine bırakmışlardır. Müellif rivâyetlerin devamında Ümmü Kücce’nin kocasının silahını hazır edip, yaralıları sarmak için bezler ve askerlere su taşımak için kırbalar hazırlayıp eşiyle berâber savaşa katıldığını kaydetmektedir.636 Hâşimî’nin eserinde Ümmü Kücce’nin Uhud’a yaralıların tedâvisi için açık olarak katıldığı anlaşılsa da ancak müellif bu konuda bir kaynak sunmamaktadır. Kaynaklardan teyit edemediğimiz bu bilginin melhûzat açısından mümkün olduğunu düşünmekteyiz. Nitekim önceki rivâyetlerde de görüldüğü gibi özellikle ensardan bazı kadınların kocalarıyla birlikte Uhud’a katıldığı görülmektedir. Bu açıdan Ümmü Kücce’nin de genç olduğunu tahmin ettiğimiz yaşlarda evli bir kadın olarak eşiyle Uhud’a katıldığı söylenebilir. Uhud Gazvesi’nde Hizmet Veren Hanım Sahâbîlerin Listesi; 631 Humeydî, el-Müsned, C. 1, s. 353. 632 Taberî, Câmiʿu’l-beyân, C. 6, s. 430. 633 Asıl konudan sapmamak ve konu ileride husûsî olarak ele alınacağı için bu bilgilerle kifâyet ediyoruz. 634 Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 165. 635 Abdü’l-Mün‘ım el-Hâşimî, Nisâü’l-Ensâr, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-hicr, 1408/1988, s. 10. 636 Hâşimî, Nisâü’l-Ensâr, ss. 14-15. 115 1) Ümmü’l-mü’minîn Âişe bint Ebî Bekr es-Sıddîk el-Kureşiyye (ö. 58/678) 2) Ümmü'l-Haseneyn Fâtıma bint Muhammed ez-Zehrâ (ö. 11/632) 3) Ümmü Süleym Gumeysâ bint Milhân (Mâlik) b. Hâlid el-Ensâriyye el-Hazreciyye (ö. [?]) 4) Ümmü Umâre Nesîbe bint Kâ‘b b. Amr el-Mâziniyye el-Hazreciyye (ö. 13/634 [?]) 5) Hamne bint Cahş b. Riâb el-Esediyye (ö. [?]) 6) Ümmü Eymen Bereke bint Sa‘lebe b. Amr el-Habeşiyye (ö. 24/645 [?]) 7) Ümmü’z-Zübeyr Safiyye bint Abdilmuttalib b. Hâşim el-Kureşiyye el-Hâşimiyye (ö. 20/641) 8) Hind bint Amr b. Harâm b. Sa‘lebe el-Ensâriyye (ö. [?]) 9) Hind bint Üsâse b. Abbâd b. el-Muttalib b. Abdümenâf el-Kureşiyye (ö. [?]) 10) Ümmü Harâm bint Milhân (Mâlik) b. Hâlid el-Ensâriyye el-Hazreciyye (ö. 28/648) 11) er-Rubeyyi‘ bint Muavviz b. Hâris (Afrâ’) en-Neccâriyye el-Ensâriyye (ö. 70/689’dan sonra) 12) Ümmü Selît(Ümmü Kays) bint Ubeyd b. Ziyâd en-Neccâriyye el-Ensâriyye (ö. [?]) 13) Ümmü Atıyye Nüseybe bint el-Hâris el-Ensâriyye (ö. 70/689-90 [?]) 14) Ümmü Kücce (ö. [?]) 2.2.1.2 Hendek Gazvesi (5/627) Hicrî 5. yılda meydana gelen Hendek Gazvesi’nde Müslümanlar Uhud’da yaşadıkları kısmî hezimetten de çıkardıkları ders sonucu üzerlerine gelen müşrik ordusuyla açık arâzide çarpışmak yerine Medine’de hendekler kazarak savunma stratejisi uygulamışlardı.637 Geride kalan kadınları ve çocukları ise yüksek yerlere ve müstahkem kalelere topladılar.638 Yirmi günden fazla süren müşriklerin kuşatmaları neticesinde düşmanlar tarafından atılan özellikle oklar sebebiyle sahâbede ciddi yaralanmalar olmuş, yaralıların tedâvisi için mescidde kurulan(veya bulunan) çadırlarda bazı müslüman kadınlar tarafından tedâvileri gerçekleştirilmişti. 637 Muhammed Hamîdullah, “Hendek Gazvesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, C. 17, ss. 194-195. 638 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 451; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 63; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 2, s. 8; Nevevî, Tehẕîbü’l-esmâʾ, C. 1, s. 256; Mizzî, Tehẕîbü’l-Kemâl, C. 14, s. 109. 116 Bu çadırlarda sağlık hizmeti sunan kadınların başında Küaybe’nin geldiği söylenebilir. Nesebi Huzâa kabîlesinin Medine yakınlarında bulunan Eslemoğulları koluna dayanmaktadır. Hicretten sonra Müslüman olan Küaybe, Resûl-i Ekrem’e bîat eden kadın sahâbîlerden biridir. Tam adı Küaybe bint Sa‘d (Saîd) b. Utbe el- Eslemiyye’dir. Kimi kaynaklarda Küaybe ismi yerine yaygın olarak Rüfeyde ismi ile de kaydedildiği görülmektedir.639 Ayrıca bazı müelliflerin hatâen Küaybe ile Rüfeyde’yi eserlerinde ayrı birer kişi olarak yer verdiklerine rastlanılmaktadır.640 Kimi çağdaş araştırmacıların ise Küaybe ile Rüfeyde’yi ayrı birer şahsiyet olarak telakkî ederek hatta Rüfeyde’nin Küaybe’nin kız kardeşi olduğunu ifâde ettikleri görülmektedir.641 Rüfeyde isminin (küçük yardımcı) şeklinde taşıdığı anlam bakımından Küaybe’ye birazdan ele alacağımız ortaya koyduğu hizmetler ve yardımseverliğinin neticesinde kendisine verilen bir isim olarak da düşünülebilir.642 Hendek’te yaralanan Müslümanlar arasında kaynaklarda haberi en meşhur olarak nakledilen, ensardan Sa‘d b. Muâz’dır. Savaşın nihâî seyrine doğru müşriklerden Hibbân b. el-Arika643 tarafından atılan bir ok Sa‘d’ın kolundaki “Ekhal”644 (أَْكَحل) denilen 639 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 510; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 189; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 276; İbn Habîb, el-Muḥabber, ss. 410-411; Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl b. İbrâhîm el-Cu‘fî el-Buhârî, el- Edebü’l-müfred, thk. Muhammed Fuâd Abdülbâkî, Beyrut, Dârü’l-beşâirü’l-İslâmiyye, 1409/1989, s. 385; İbn Hazm, Cevâmiʿu’s-sîre, s. 116; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1838; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l- ġābe, C. 7, s. 111; C. 7, s. 244; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 135; Kehhâle, Aʿlâmü’n-nisâʾ, C. 4, s. 245. 640 Tabakat müelliflerinden İbn Abdülber ile İbnü’l-Esîr benzer bilgiler vererek Küaybe ve Rüfeyde’yi ayrı ayrı zikretmekte, İbn Hacer daha ihtiyatlı tavır sergileyerek önce el-İsâbe’de iki isim altında verse de daha sonra kaleme aldığı eserinde tek bir isimle bilgileri kaydetmektedir. Krş. İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1838; C. 4, s. 1907; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 111; C. 7, s. 244; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, ss. 135-136; C. 8, s. 297; Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed İbn Hacer el-Askalânî, Tehẕîbü’t-Tehẕîb, nşr. Dârü’l-kitâbi’l-İslâmî, 1. bs., Kahire 1414/1993, C. 12, s. 418. Ayrıca bkz. Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, ss. 111-112. 641 Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye, C. 1, s. 350. Küaybe hakkında neşredilen (DİA) maddesinde Küaybe ile Rüfeyde’nin aynı kişi olduğuna değinilmeden Kettânî’nin sunduğu bu bilginin kullanıldığı da görülmektedir. Bkz. Rıza Savaş, “Küaybe bint Sa‘d”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2002, C. 26, s. 519. 642 Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 111. 643 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 469, 495; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 64; İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 7, s. 373(Had. no: 36796); Buhârî, “Meġāzî”, 31(Had. no: 4122); Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 347; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 3, s. 1242. Bazı rivâyetlerde Sa‘d’ın yaralanmasına sebep olan oku atan müşrik Ebû Üsâme el-Cüşemî olarak kaydedildiği de görülmektedir. Ayrıca bkz. Yasemin Sarı, Hendek Savaşı, (Yüksek Lisans Tezi), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya, 2006, ss. 87-88. 644 Hindistanlı hadis bilgini Fettenî eserinde, metinde geçen “Ekhal” kelimesinin kolun ortasında bulunan bir damar olduğunu, bu damarın kesildiği takdirde kanın durmaksızın akacağını, koldaki bu damara can damarı (هو عرق الحياة) denildiğini bildirir. Ayrıca adı geçen damarın vücudun her organında bir bölümü 117 damarına isâbet ederek ciddi yaralanmasına sebebiyet vermiş, orada bulunan Resûl-i Ekrem hemen mişkâs denilen bir demirle Sa‘d’ın kesilen damarından akan kanı durdurmaya yönelik dağlama yapmış, ancak bu sefer de Sa‘d’ın kolunda şişkinlik meydana gelmişti. Az sonra dağlanan damarın yeniden kanadığını gören Hz. Peygamber, bir kez daha dağlama yaparak Sa‘d’ın ilk müdahalesini bizzat kendi elleriyle gerçekleştirmişti.645 Âişe’den nakledilen rivâyette Hz. Peygamber, Sa‘d b. Muâz’a uyguladığı ilk müdâhalenin ardından tedâvisinin onu sık ziyaret edebilmek için mescitte kurulan çadırda sürdürülmesini istemişti.646 Kaynaklarda çadırın husûsiyetiyle alâkalı sunulan bilgiye göre, bu çadır Eslem kabîlesinden Küaybe bint Sa‘d’a âitti. O, burada hastalara bakıyor ve yaralıları tedâvi ediyordu.647 Rüfeyde’nin çadırında bakımına devam edilen Sa‘d’ı burada Hz. Peygamber sabah-akşam ziyaret etmek suretiyle onun yakından takibini yapıyordu.648 Benî Kurayza Yahudileri Hendek Gazvesi’nde Müslümanlarla aralarında bulunan anlaşmaya aykırı şekilde müşriklerle berâber bazı tavır ve davranışların içinde bulunmaları sebebiyle Hendek Harbi’nin hemen ardından Müslümanlar tarafından muhasara edildiler. Yirmi beş gün süren kuşatma neticesi teslim-silah eden Kurayzalılar Resûl-i Ekrem’den bağışlanma talebinde bulundular. Fakat Resûlullah onlar hakkında verilecek hükmü İslâm öncesi onların müttefiki olan Evs kabîlesinden Sa‘d b. Muâz’a tevdî etti.649 Bunun üzerine Sa‘d tedâvisi devam ettiği Rüfeyde’nin çadırından alınarak bulunduğunu, koldakine “Ekhal” (أَْكَحل), uyluktakine “Nesâ” (نسا) şeklinde isim verildiğini zikreder. Cemâlüddîn Muhammed Tâhir b. Alî el-Fettenî, Mecmaʿu biḥâri’l-envâr fî ġarâʾibi’t-tenzîl ve leṭâʾifi’l- aḥbâr, nşr. Matbaatü meclisi dâireti’l-ma‘ârif el-Osmaniyye, Haydarâbâd-Dekken, 1387/1967, C. 4, s. 378. Ayrıca bkz. Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, C. 4, s. 239. 645 Tayâlisî, el-Müsned, C. 3, s. 307(Had. no: 1852); Alî b. el-Ca‘d, el-Müsned, s. 388(Had. no: 2651); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 22, s. 246(Had. no: 14343); C. 23, s. 343(Had. no: 15144); Müslim, “Selâm”, 75(Had. no: 2208). 646 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 40, s. 336(Had. no: 24294); Buhârî, “Ṣalât”, 77(Had. no: 463); Müslim, “Cihâd”, 65(Had. no: 1769); Ebû Dâvûd, “Cenâʾiz”, 8(Had. no: 3101); Nesâî, “Mesâcid”, 18(Had. no: 710). 647 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 510; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 189; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 276; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 248; C. 9, s. 254; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, ss. 136, 297. Muahhar tarihçi Halebî eserinde, Rüfeyde’nin sahâbeden kimsesi bulunmayan kişilerin yaralı olanlarını da çadırında tedâvi ettiğini söylemektedir. Halebî, es-Sîretü’l-Ḥalebi, C. 2, s. 447. 648 Buhârî, el-Edebü’l-müfred, s. 385; Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, C. 8, s. 387. 649 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, ss. 183-186; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, ss. 393-394; Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, C. 40, ss. 336-337(Had. no: 24295); C. 42, ss. 26-30(Had. no: 25097); Buhârî, “Meġāzî”, 31 (Had. no: 4117); İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam fî Târîḫ, C. 3, s. 244; Ebû Hafs Zeynüddîn Ömer b. el- Muzaffer b. Ömer el-Bekrî el-Kureşî el-Maarrî İbnü’l-Verdî, Târîḫu İbni’l-Verdî, nşr. Dârü’l-kütübi’l- ilmiyye, 1. bs., Lübnan-Beyrut, 1417/1996, C. 1, ss. 116-117; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 6, s. 89. 118 bir eşeğin üzerinde hüküm vermesi için Benî Kurayza yurduna götürüldü.650 Daha sonra Sa‘d yeniden Küaybe’nin çadırına getirildi.651 Bu olaydan yakın bir süre sonra gerçekleştiği anlaşılan bir rivâyete göre Mescîd-i Nebevî’de Rüfeyde’nin çadırının yanında bulunan Gıfâr oğullarına ait başka bir çadıra alttan sızan bir kan çadırdakileri harekete geçirerek onlarda bir merak uyandırmış ve sonrasında bu kanın Rüfeyde’nin çadırında tedâvisi devam eden Sa‘d b. Muâz’dan geldiği anlaşılmıştı. Sa‘d, bu kanama652 neticesi Rüfeyde’nin çadırında vefat etti.653 Sunulan rivâyetler bağlamında Sa‘d’ın tedâvisinin Rüfeyde’nin çadırında yaklaşık bir ay sürdüğü anlaşılmaktadır.654 Kaynaklar geçen bu bir aylık süre boyunca Rüfeyde’nin yanında ona yardımda bulunan yâhut Sa‘d b. Muâz’ın yarasıyla ilgilenen bir başka hanım sahâbîden söz etmemektedir. Ancak az önce temas ettiğimiz Mescîd-i Nebevî’de Gıfâr oğullarına ait olduğu beyân edilen diğer çadır bu kabîleye mensup bazı kadınlar tarafından da yaralılara sağlık hizmeti sunulan bir mekān olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca Ensarın ileri gelenlerinden biri olan Sa‘d’ın, sarâhaten bir bilgi sunulmasa da ihtimal çadırda geçirdiği süre zarfında yakınları ve özellikle annesi tarafından tedâvi sürecinin yakından tâkip edilip hatta ona refakatte bulunduğunu söylememize engel teşkil edecek aksi bir mâlûmat da bulunmamaktadır. 650 Tayâlisî, el-Müsned, C. 3, s. 684(Had. no: 2354); Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 511; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 189; Saîd b. Mansûr, es-Sünen, C. 2, s. 396(Had. no: 2964); Buhârî, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 12(Had. no: 3804); Müslim, “Cihâd”, 64(Had. no: 1768). 651 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 526; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 394; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, C. 1, s. 287. 652 Kaynaklarda İbn Abbâs’tan aktarılan bir rivâyette Resûlullah Sa‘d b. Muâz’ı ziyarette bulunduğu bir sırada Sa‘d’ın damarı yeniden patlayarak kanamış bunun üzerine Sa‘d’a sarılan Hz. Peygamber’in yüzüne ve sakalına kanlar bulaşmıştı. Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 526; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 394; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, C. 1, s. 287. 653 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 394; Buhârî, “Ṣalât”, 77(Had. no: 463); “Meġāzî”, 31(Had. no: 4122); Müslim, “Cihâd”, 67(Had. no: …); Beyhakî, Delâʾil, C. 4, s. 27. 654 İbn Sa‘d’ın aktardığı bir rivâyette Rüfeyde’nin çadırında Sa‘d b. Muâz’ın yarasının kapanmaması hatta durumunun ağırlaşması üzerine yakınları kendisini buradan evleri Benî Abdüleşhel yurduna götürdüler. Ancak İbn Sa‘d’ın hocası Vâkıdî’nin sunduğu başka bir rivâyette Abdüleşhel oğullarının Sa‘d’ı vefatı üzerine Rüfeyde’nin çadırından aldıkları görülmektedir. Burada Vâkıdî’nin haberinin daha sağlıklı olduğunu düşünmekteyiz. Nitekim bizzat Resûlullah buyruğuyla tedâvisi mescitte kurulan çadırda gerçekleşen Sa‘d’ın âilesinin bu beyâna aykırı hareket ederek Resûl-i Ekrem’e sormadan yerini değiştirdiklerini söylemek pek mümkün olmasa gerekir. Zîra İbn Sa‘d’ın rivâyetinde râvînin Sa‘d b. Muâz’ın evine götürüldüğü esnadaki durumuna şâhit olmadığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda Sa‘d’ın Rüfeyde’nin çadırında vefat ettiği söylenebilir. Krş. Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 526; İbn Sa‘d, eṭ- Ṭabaḳāt, C. 3, s. 395. 119 İbn Sa‘d’ın kaydettiği bir rivâyette, yine bir gün Sa‘d b. Muâz’ın yanına gelen Hz. Peygamber, Sa‘d’ın başını dizine alıp ona dua ettiği sırada, muhtemelen sonradan içeri giren Sa‘d’ın ehlinden bazı kimseler ona bir şey olduğu zehâbına kapılarak endişe yaşamışlardı. Bunun üzerine durumdan haberdar edilen Resûlullah, bu endişelerini izâle edip onları teskin edici cümleler sarf etmiş, annesi Ümmü Sa‘d’da evlâdının içinde bulunduğu vazîyete müteessir olmanın bir ifâdesi olarak gözyaşlarıyla oğlu için bir şiir söylemiştir.655 Kaynaklarda Küaybe’nin Hz. Peygamber döneminde sağlık hizmetlerinde bulunan diğer hanım sahâbîlerden ayrı olarak ismiyle müsemmâ bir çadıra sâhip oluşu, sonraki müellifler tarafından bu çadırı tavsif edici bazı değerlendirmelerde bulunduklarına şâhit olunmaktadır. Zamanla Rüfeyde’nin çadırına çalışmalarında yer veren müellifler bu çadırı; hastane, seyyar hastane, seyyar savaş hastanesi, ilk İslâm hastanesi, ilk sağlık ocağı, ilk Arap hastanesi, harb hastanesi ve ilk Bîmâristân656 gibi ifâdelerle tev’il etmişlerdir. Bazı müelliflerin ise Rüfeyde’nin çadırına yaptıkları nitelemenin yanında onun için de, bu hastanenin başkanı ve İslâm’ın ilk askerî hemşiresi gibi vasıflandırıcı ifâdeler kullandıklarına tesâdüf edilmektedir.657 İlk olarak İbn İshâk’ın rivâyet ettiği haberi, eserinde benzer şekilde kaydeden Vâkıdî ile aralarında mutâbakat sağladıkları kayda göre, Küaybe bu çadırda sağlık hizmetlerinin yanında zayıf ve kimsesizlerin bakımlarıyla da ilgilenmekteydi.658 655 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 395. 656 Arslan Terzioğlu, “Bîmâristan”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1992, C. 6, s. 163. 657 Levent Öztürk, İslâm Dünyasında Hastaneler, İstanbul, Siyer Yayınları, 2018, s. 63-64. Ancak “İslâm Dünyasında Hastaneler” başlığı altında araştırmalarını kaleme alan Levent Öztürk, Rüfeyde’nin çadırına tarihsel süreç içerisinde yüklenen bu değerlendirmelerin pek sağlıklı bir yaklaşım olmadığını, zîra gerek Hendek gerek diğer savaşlarda çeşitli nedenlerle de çadırlar kurulduğunu ifâde etmektedir. Kitabında “İslâm Dünyasında Sağlık Hizmeti Veren Mekânlar” başlığı altında Rüfeyde’nin çadırı hakkında kaynaklar bağlamında geniş değerlendirmelerde bulunduğu ve sonradan yapılan bazı çalışmalara kaynaklık teşkil ettiği görülmektedir. Bkz. Öztürk, İslâm Dünyasında Hastaneler, ss. 61- 65; Elnure Azizova, Hz. Peygamber Döneminde Çalışma Hayatı ve Meslekler, (Doktora Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2007, ss. 374-377. 658 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 510; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 189; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 586; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1838; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 288; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 111; Ebü’l-Hasen Alî b. Muhammed b. Ahmed el-Huzâî et-Tilimsânî Huzâî, Taḫrîcü’d-delâlâti’s- semʿiyye ʿalâ mâ kâne fî ʿahdi Resûlillâh mine’l-ḥiref ve’ṣ-ṣanâʾiʿ ve’l-ʿamâlâti’ş-şerʿiyye, nşr. İhsan Abbas, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-garbi’l-İslâmî, 1405/1985, s. 663; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 248; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 136; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 10; Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye, C. 1, s. 350. 120 Buhârî’nin bu bilgiyi destekleyici mahiyette, Rüfeyde’nin haberini zikrettiği hadisin yer aldığı babın başlığını “Mescidin İçinde Yaralılar ve (Yaralı Olmayan)Diğerleri İçin Çadır Kurmak Babı” şeklinde verdiği görülmektedir.659 Kimi çağdaş araştırmacılar, kaynaklardan yaptıkları çıkarımlardan hareketle; Küaybe’nin Mescid-i Nebevî’de bulunan çadırında insanlara sunduğu sağlık hizmetlerinin yanı sıra garip ve kimsesizlere sosyal yardımlarda da bulunduğunu, hatta bu kimselere yardımda bulunmayı ve onlarla alâkadar olmayı kendisine bir vazîfe telakkî ettiğini, ancak bu içtimâî yardımların maddî- manevî keyfiyet boyutunun kaynaklarda var olan rivâyetler bağlamında söylemenin mümkün olmadığını ifâde etmektedir. Ayrıca onun Hz. Peygamber’in mescidinin temizlik ve tertîbi ile de alâkadar olduğu, burada unutulan yâhut kaybolan bir eşyanın muhâfazasını sağlayıp sonrasında sâhibine iâde ettiğini de eklemektedirler.660 İbn Hazm, Rüfeyde için “Saliha bir kadın” diye bir ifâde kullanarak sıfat-ı tavsîfiyyede bulunması onun göstermiş olduğu bu fedakârlıklara binâen olmalıdır.661 İlâveten araştırmacıların bu değerlendirmelerinden hareketle, Küaybe’nin çadırının Hendek Savaşı’ndan sonra mescitteki varlığının süreklilik kazandığı söylenebilir. Rivâyetlerde ilk olarak Hendek Gazvesi sonrası varlığına temas edilen bu çadır, müslümanların daha önce mücâdele verdikleri Bedir ve Uhud harpleri gibi ciddi yaralanma vakalarının yaşandığı gazvelerin neticesinde ne Küaybe’ye ne de çadırı hakkında bir bilgiye yer verilmemektedir. İhtimal Küaybe’nin çadırının evvel olarak Hendek’te gündeme gelmesi Evs kabîlesinin önde gelen kimselerinden Sa‘d b. Muâz’ın bu çadırda tedâvi olmasından ileri gelmektedir. Zîra Hz. Peygamber’in hekimlik bilgi ve tecrübesi bulunmayan kişilerin yaralıları tedâvi etmekten nehy ettiği göz önünde bulundurulduğunda, Rüfeyde’nin bir çadıra sâhip oluşu onun hâzık bir hekim edâsıyla sâhip olduğu tabâbet bilgisine borçlu olduğu kabul edildiğinde, hicretin akabinde müslüman olan bu hanımın Hendek Savaşı öncesi de sağlık hizmeti vermiş olması muhtemeldir. Her ne kadar kaynakların vermiş olduğu bilgilerden bu yaklaşımımızı teyit 659 Buhârî, “Ṣalât”, 77(Had. no: 463). 660 Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 114; Savaş, “Küaybe bint Sa‘d”, (DİA), C. 26 s. 519. Araştırmalarımızda Rüfeyde hakkında farklı bilgiler içeren bir kısım eserlere de rastladık. Ancak müelliflerin sunduğu bilgilerde kaynak göstermemeleri ve bu bilgilerin tarafımızca kaynaklardan teyit edilememesinden dolayı burada sâdece eserlerin isimlerine temas etmekle yetineceğiz. Ahmed Şevki el-Fencurî, İslâm’da İlk Hemşire Hanım Sahabî Rüfeyde, terc. Taceddin Uzun, Konya, Tekin Kitabevi, 1992; Muhammed Hâmid Muhammed, Ṣuveru min ḥayâti’ṣ-ṣaḥâbiyyât, y.y., Dârü’l-ulûm li’n-neşr ve’t- tevzî‘, t.y. 661 İbn Hazm, Cevâmiʿu’s-sîre, s. 116. 121 edecek bir habere tevâfuk edemesek de böyle düşünmemize engel teşkil edecek bir rivâyet de görülmemektedir. Küaybe’nin zikri geçen hizmetleri sunduğu esnada yaşı ve medenî durumu hakkında da tasdik edebildiğimiz bir bilgiye ulaşamadığımız için bir değerlendirmede bulunmayacağız.662 Adını burada zikredeceğimiz bir diğer hanım sahâbî Muâze el-Gıfâriyye’dir. Hakkında nesebi ve birazdan zikredeceğimiz yaralıları tedâvi ettiğine dâir sunulan rivâyetin dışında tam adına ve hayatına dâir başka bilgiye rastlanılamamaktadır. Bu açıdan hem Muâze hem de ileride değineceğimiz sâir hanım sahâbîlerde yapacağımız telakkiyatımız açısından burada Muâze hakkında kayıtlı bilgilerden biri olan neseben bağlı olduğu Benî Gıfâr kabîlesi hakkında bazı bilgilere temas etme zorunluluğu hissettik. Benî Gıfâr kabîlesi Mekke ile Medine arasında Medine’ye daha yakın bir konumda bulunmaktadır. Kabîlenin Medine’ye daha yakın bulunuşu sebebiyle Hz. Peygamber muhtemelen hicrî 2. yılda (624) Gıfârlılarla bir araya gelerek gerçekleştirdiği anlaşma sayesinde hem bu çevreden insanların İslâm’a daha açık hale gelmelerini sağlamış hem de müslümanlara Mekke’den gelebilecek muhtemel tehlikelere karşı arada adeta bir set oluşturmuştur. Diyanet Ansiklopedi maddesinde “Benî Gıfâr 8 (629) yılında müslüman olmuş.” ifâdesine rastlanılsa da ihtimal burada kastedilen kabîlenin toptan İslâmiyeti benimsemiş olmasıdır. Zîra onların İslâmla ilk tanışmaları Resûl-i Ekrem’in İslâm’ı Mekke’de teblîğ etmeye başladığı birinci yılında müslüman olan Ebû Zer el- Gıfârî vesîlesiyle olduğunu söylemek mümkündür. Rivâyetlerde dördüncü veya beşinci müslüman olarak zikredilen Ebû Zer, Mekke’ye gelerek müslüman olduktan sonra Allah resûlünün buyruğu üzere yeniden kabîlesi Benî Gıfâr topraklarına dönmüş ve kavminin İslâmla ilk tanışmasını o sağlamıştır. Ebû Zer’in göstermiş olduğu cehd ve gayret neticesinde kavminin yarısının müslüman olduğu zikredilmektedir. Resûlullah ile yaptıkları anlaşmaya sadık kalan Gıfârlılar İslâm’a çeşitli zamanlarda hizmetler ve yardımlarda bulunmuşlardır. Örneğin Hudeybiye Anlaşması için Medine’den yola çıkan 662 Çağdaş araştırmacılardan Musa Lâşîn’in Müslim üzerine yazdığı şerhinde; “(Rüfeyde) muhtemelen Benî Gıfâr’dan birisiyle evliydi.” (فيحتمل أن تكون لها زوج من بني غفار) şeklinde bir değerlendirmesine rastlanılmaktadır. Kaynak belirtmeyen müellif, bu yoruma nasıl ulaştığına dâir bir bilgi de sunmamaktadır. Mûsâ Şâhîn Lâşîn, Fetḥu’l-Mün‘ım Şerḥu Ṣaḥîḥ-i Müslim, 1. bs., Kahire, Dârü’ş- Şurûk, 1423/2002, C. 7, ss. 191-192. 122 Müslümanlar yolda Gıfâr oğulları yurdundan geçerken müslüman askerlere yiyecek yardımında bulundukları kaydedilmektedir.663 Yukarıda zikredilen bilgiler ışığında Muâze’nin erken dönemlerde müslüman olup hicretin akabinde Resûl-i Ekrem’e bîat eden kadınlar arasında yer alma olasılığı mümkündür. Bizzat kendisi tarafından hangi savaşlar olduğuna temas etmeden sunduğu rivâyete göre, Hz. Peygamber ile berâber savaşlara katılarak hastalara bakmakta ve yaralıları tedâvi etmekteydi.664 Cephelerde hastabakıcılık yaptığını ifâde eden Muâze’nin katıldığı bu savaşlardan birinin Hendek Savaşı olması muhtemeldir. Nitekim Sa‘d b. Muâz, Hendek Gazvesi sonrası beyân ettiğimiz haberinde, Rüfeyde’nin çadırının yanında Benî Gıfârlılara ait bir çadırın mevcûdiyeti görülmektedir.665 Ancak bir kez daha müellifler rivâyetlerde bu çadırda kimlerin sağlık hizmeti verdiği ve kimlerin tedâvi olduğu hakkında bir bilgiye yer vermemişlerdir. Benî Gıfâr kabîlesinden olan Muâze’nin yaralıları savaşlarda tedâvi ettiği kesindir. Bu açıdan onun ismini vermediği savaşlardan biri Hendek Savaşı olmalıdır. Bizi böyle düşünmemize sevk eden diğer bir âmil; yine kendisinden aktarıldığına göre, Hz. Peygamber’i, eşi Hz. Âişe’nin evinde ziyaret etmiş olmasıdır.666 Her ne kadar bu misafirliğin hangi maksatla ve ne zaman gerçekleştiğine değinilmese de, mescitte yaralıların tedâvisi ile ilgilendiği zamanlar gerçekleşmesi kuvvetle muhtemeldir. Yine bir başka âmil; Muâze’den nakledilen metinde kendisinin Resûlullah’a yakınlığı bulunduğunu (ّللا َّ ifâde etmesidir. Bahsedilen bu yakınlığın (كنت أنيسا لرسول 663 Ebû Nuaym el-İsfehânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 2, s. 557; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 1, s. 252; İbnü’l- Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, ss. 96-98; Abdullah Aydınlı, “Ebû Zer el-Gıfârî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1994, C. 10, ss. 266-269; Mehmet Ali Kapar, “GIFÂR (Benî Gıfâr)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1996, C. 14, s. 49. 664 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 259; Ebü’l-Abbâs (Ebû Ca‘fer) Muhibbüddîn Ahmed b. Abdillâh b. Muhammed et-Taberî el-Mekkî Muhibbüddin et-Taberî, er-Riyâżü’n-naḍire fî feżâʾil (menâḳıb)i’l- ʿaşere, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1405/1984, C. 3, ss. 116, 197; Zehebî, Tecrîdü esmâʾi’ṣ- ṣaḥâbe, C. 2, s. 305; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 308; Abdülmelik b. Hüseyn b. Abdülmelik el-Asâmî, Semṭu’n-Nücûm el-‘Avâlî fî Enbâi’l-Evâil ve’t-Tevâlî, thk. Âdil Ahmed Abdulmevcûd, Ali Muhammed Muavvid, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1419/1998, C. 3, s. 29; Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye, C. 2, s. 75. 665 Beyhakî, Delâʾil, C. 4, s. 27; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 6, s. 86. 666 Eserinde bu ziyarete değinen Öztürk, “Eğer bu ziyaret Resûlüllah’ın rahatsızlığı sırasında gerçekleştiyse, onun bazı tedâvi yöntemlerini tavsiye etmiş olabileceği ileri sürülebilir.” şeklinde bir değerlendirmede bulunduğu görülmektedir. Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 107. 123 mescitte yer alan Benî Gıfâr çadırında müslümanların yaralılarıyla ilgilenmesi nedeniyle gerçekleştiği düşünülebilir. Daha önce isimlerini zikrettiğimiz Ümmü Süleym ve Ümmü Umâre gibi savaşlara katılarak fedakârlık gösteren hanım sahâbîlere Hz. Peygamber’in ayrı bir teveccüh gösterdiği ve Resûlullah’ın vefatının ardından da sahâbî tarafından bu teveccühün devam ettiğine dâir kaynaklarda somut rivâyetler bulunmaktadır. Bu haberler göz önüne alındığında Muâze’nin de savaşlarda gösterdiği gayretler sonucu Allah resûlünün husûsî iltifatına mazhar olduğu çıkarımında bulunmak mümkündür. Muâze hakkında bilgilerimizin sınırlı oluşu hasebiyle yaşı ve medenî durumu hakkında bir yorumda bulunamamaktayız. Benî Gıfâr çadırında olası hastabakıcılık yapan kadınlardan biri de Leyla el- Gıfâriyye’dir. Muâze gibi hakkında pek az bilgi bulunan Leyla, kendisinden aktarılan bir rivâyete göre, o da Resûlullah ile berâber savaşlara çıkarak yaralıları tedâvi edip hastalarla ilgilenenlerden biridir.667 Muâze gibi hakkında pek az bilgiye rastlanan Leyla’nın, Muâze ile birlikte bu çadırda yaralıların tedâvisi ile alâkadar olması onun için de kesin değildir. Ancak Leyla’nın sunduğu başka bir rivâyette Ali b. Ebî Tâlib tarafından Basra için hazırlanan orduya da iştirak ettiği aktarılmaktadır.668 Her ne kadar Leyla’nın Hendek Savaşı’nda Mescîd-i Nebevî’de kurulan Benî Gıfâr çadırında hastabakıcılık yaptığına dâir bilgiyi kaynaklardan bizim için tasdîkî mümkün olmasa da, genel rivâyetler bağlamında onun da bu çadırda hizmet verdiğini söylenebileceğini düşünmekteyiz.669 Leyla hakkında da yaş ve medenî durumunu bildiren bir tespitimiz bulunmamaktadır. 667 İbn Ebû Hayseme, et-Târîḫu’l-kebîr, C. 1, s. 164; İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, C. 3, s. 361; Taberânî, el- Muʿcemü’l-kebîr, C. 25, ss. 28-29; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3438; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1910; İbn Mende, Müstaḫrec min kütübi’n-nâs, C. 2, s. 542; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 42, ss. 44-45; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 252; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 307. 668 Cerh ve ta‘dîl muhaddisleri tarafından bu hadis zayıf kategorisinde ele alındığı görülmektedir. Ancak bu rivâyetin gerçekleşmesine mâni bir durumdan da bahsetmekmek mümkün değildir. Ebû Ca‘fer Muhammed b. Amr b. Mûsâ el-Ukaylî, eḍ-Ḍuʿafâʾü’l-kebîr, nşr. Abdülmu‘tî Emîn Kal‘acî, Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1404/1984, C. 4, s. 166; Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Bağdâdî İbnü’l-Cevzî, el-ʿİlelü’l-mütenâhiye fi’l-eḥâdîs̱i (aḫbâri)’l-vâhiye, thk. Halîl el- Meys, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1403/1983, C. 1, s. 215; Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân ez-Zehebî et-Türkmânî el-Fârikī ed-Dımaşkī Zehebî, Mîzânü’l-iʿtidâl fî naḳdi’r-ricâl, nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî, Beyrut, Dârü’l-ma‘rife, 1382/1963, C. 4, s. 217; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 307. 669 Hz. Paygember döneminde sağlık alanında kadınlar üzerine yaptığı çalışmasında Öztürk’ün de benzer kanaatte bulunmaktadır. Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 106-107. 124 Hendek Gazvesi’nde bizzat harb meydanında yer alan hanım sahâbîler de bulunmaktadır. Bu hanımlardan ilki Allah resûlünün eşlerinden Ümmü Seleme’nin adı zikredilebilir. Kaynaklarda bu konuda sunulan pek çok rivâyeti bizzat kendisi tarafından nakledilen Ümmü Seleme’nin haberine geçmeden önce bazı bilgilere yer vermek istiyoruz. Asıl adı Hind olup adından daha çok Ümmü Seleme künyesiyle bilinmektedir. Nesebi Kureyş’in önde gelen kabîlelerinden Benî Mahzûm koluna dayanmakla berâber Hz. Peygamber ile soyunun yedinci dedeleri Mürre’de birleştiği ifâde edilmektedir. Mekke’de amcaoğlu Ebû Seleme el-Mahzûmî ile evlenen Ümmü Seleme, kendisi on iki, eşi Ebû Seleme on birinci müslüman olarak Mekke’de uygulanan baskı ve tazyikler üzerine ilk hicret yurdu Habeşistan’a gidenler arasında yer almaktadır. Daha sonra yeniden Mekke’ye dönen Ümmü Seleme, âilesinin çeşitli zahmetlerinden sonra ikinci hicretini Medine’ye eşi ve çocuklarıyla birlikte tahakkuk ettirmiştir. Uhud Gazvesi’nde aldığı yara sonucu bir müddet daha yaşadıktan sonra vefat eden kocası Ebû Seleme’nin ardından Resûl-i Ekrem kendisine izdivaç teklifinde bulunmuş ve hicrî 4. yılın Şevvalinde (Mart 626) Medine’de ikinci kez evlenmiştir.670 Ümmehâtü’l-mü’minîn arasına katılan Ümmü Seleme’nin bu vesîleyle katıldığı ilk savaş Benî Mustaliḳ (5/627), diğer bir adıyla Müreysî‘ Gazvesi’dir. Bu savaşta Hz. Peygamber ile berâber yanında eşlerinden Âişe ve Ümmü Seleme yer almıştır.671 Zîra daha önce Resûlullah’ın savaşlara çıkarken eşlerinden bazılarını yanına aldığını arz etmiştik. Uhud’a katılanlar arasında yer almayan Ümmü Seleme, ilk savaşa katılma tecrübesini Resûlullah’ın eşi olduktan sonra gerçekleştiği görülmektedir. Kaynaklarda nakledilen habere göre, sahâbîler Hendek kazma ameliyesini tamamladıktan sonra Resûl-i Ekrem için bir çadır kumuş, Allah resûlü de âdeti olduğu üzere eşlerinden bazılarını yanına almıştı. Hendek’te yanında eşlerinden Âişe, Ümmü Seleme ve Zeyneb bint Çahş belli sürelerle sırayla bulunmuşlardı.672 Ümmü Seleme 670 M. Yaşar Kandemir, “Ümmü Seleme”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, ss. 328-329. Ümmü Seleme hakkında geniş bilgi için bkz. Abdurrahman Ay, Hz. Peygamber'in hanımı Ümmü Seleme, (Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2003; Suzan Yıldırım, Hz. Peygamber'in hanımlarından Ümmü Seleme'nin hayatı ve kişiliği, (Yüksek Lisans Tezi), Şanlıurfa, Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006. 671 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 407; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 60. 672 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 454; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, ss. 230, 235; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 367. 125 tarafından, kendisinin savaş boyunca Resûlullah’ın yanından hiç ayrılmadığı ifâde edilmekteydi.673 Yine kendisinden sunulan, Hendek’te çadırda bulunduğu esnada bir gece çadırın dışından sahâbîlerden gelen bir sese şâhit olması,674 Ümmü Âmir el-Eşheliyye isimli hanım sahâbînin Resûlullah’ın çadırına yiyecek gönderdiğinde yine Ümmü Seleme’nin çadırda hazır bulunuşu675 onun savaş boyunca çadırda ikāmet ettiğini mümkün kılmaktadır.676 Yine bizzat kendisinden bu savaştan uzun bir süre sonra sarfettiği anlaşılan hem Hendek’te bulunuşunun hem diğer katıldığı savaşların onda hâsıl ettiği hislerini beyân sadedinde şu cümlesine rastlanılmaktadır; “İçinde savaş ve korku bulunan çok sayıda savaşlarda, Resûlullah ile birlikte bulundum; el-Müreysî‘, Hayber, Hudeybiye, Mekke’nin fethi ve Huneyn… Fakat bunların hiç birisi Hendek kadar yorucu ve korkutucu değildi. Şu var ki: Müslümanlar Harece ağacına benziyorlardı. Ayrıca Benî Kurayzalılar’dan geride bıraktığımız çoluk-çocuğumuza zarar gelmesinden emin değildik. Medine sabaha kadar korunuyordu. Korku içinde sabahlara kadar Müslümanların tekbir sesleri duyulmaktaydı. Sonunda Allah onları bir hayır bulamadan geri gönderdi.”677 Hendek Gazvesi’nde Allah resûlünün yanında bulunan Ümmü Seleme’nin herhangi bir sağlık hizmetinde bulunduğuna dâir bir bilgimiz bulunmamaktadır. Ancak onun müslümanların ilk hicreti Habeşistan’da bulunduğu sırada sağlık alanında bazı tedâvi yöntemlerine şâhit olup tecrübe kazandığı, bazı araştırmacılar tarafından ileri sürülmektedir.678 Nitekim Uhud Gazvesi’nde yaralanan Şemmâs b. Osman savaş sonrası ilk olarak Âişe’nin hücresine alındıktan sonra Ümmü Seleme Hz. Peygamber’e gelerek amcaoğlu olan Şemmâs’ın kendi yanına alınmasını istemiştir.679 Bu talebin Şemmâs’ın 673 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 464. 674 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 466; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 375. 675 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 477; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 33, s. 223; İbn Manzûr, Muḫtaṣaru Târîḫi Dımaşḳ, C. 14, ss. 79-80; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 370. 676 İleride ele alacağımız üzere Hz. Âişe’nin Hendek savaşına sonradan katıldığı görülmekte, Zeyneb için ise rivâyetlerde bir bilgiye tesâdüf edilememektedir. 677 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 467-468; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 235. 678 Öztürk, Esmâ bint Umeys gibi Ümmü Seleme’nin de Habeşistan hicreti ile orada kaldığı süre zarfında sağlık alanında bazı tedâvi yöntemlerini tecrübe ettiğini ve bunu daha sonra Hz. Peygamber’in rahatsızlığı döneminde uyguladığını özellikle vurgulamaktadır. Bu bilgi, aynı zamanda Ümmü Seleme’nin sâhip olduğu tebâbet bilgisinin muhtevâsının kavranmasına da kolaylık sağlamaktadır. Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 137. 679 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 312; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 227; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 2, s. 711; İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam fî Târîḫ, C. 3, s. 188. 126 onun hısmı olması ile tevili mümkün olduğu gibi Ümmü Seleme’nin sâhip olduğu sağlık bilgisi ile yakınının tedâvisi ile ilgilenmek için talepte bulunduğu düşünülebilir. Bu bağlamda Ümmü Seleme’nin Hendek’te Resûlullah’ın yanından ayrılmayışı Hz. Peygamber’in sağlığının gözetimi açısından kıymet kesbetmektedir. Muhtemel doğum târihi milâdî 597680 olarak verilen Ümmü Seleme’nin bir anne olarak eşiyle birlikte otuz yaşlarında Hendek Harbi’nde bulunduğunu söylemek mümkündür. Müslüman kadınların ilk defa İslâm ordusunda bulundukları Uhud Gazvesi’ne katılan, sonrasında husûle gelen el-Müreysî‘ Gazvesi’nde yaşadıkları müteârif bir mesele olan Hz. Âişe’nin, Vâkıdî’nin naklettiği haberle Hendek’te sırayla Allah resûlünün yanında bulunan eşlerinden biri olduğuna temas etmiştik. Ulaştığımız diğer rivâyetler ışığında Hz. Âişe’nin Hendek Gazvesi’ne çıkışının savaşın başından ziyâde özellikle sonlarına doğru isâbet ettiğini söylemek mümkündür. Bu kanaatimizi ilk destekleyen rivâyet, yine Vâkıdî tarafından şöyle sunulmaktadır: “Müslümanlar kadınları ve çocukları yüksek yerlere taşımışlardı. Benî Hârise, çocukları kendi kalelerine taşımışlardı. Onların kalesi sağlam bir kaleydi. Âişe’de o gün o kaledeydi.”681 Ayrıca İbn İshâk ve Vâkıdî’nin birbirini tasdik ettiği diğer bir haber de ise, Sa‘d b. Muâz’ın annesi ile birlikte Benî Hârise kalesinde bulunduğu sırada üzerinde kollarını açıkta bırakan kısa bir zırh bulunduğu halde Sa‘d b. Muâz’ın yanlarından geçerek savaşa gittiği Hz. Âişe’den bildirmiştir.682 Hendek günü muhtemelen Hz. Peygamber’e doğru yola çıkan Hz. Âişe, yine kendi ifâdeleriyle bize savaşa çıkışını ve başından geçenleri anlatmaktadır. Onun beyânına göre, bulunduğu yerden dışarıya çıkıp belli bir miktar yürüdükten sonra arkadan gelen bazı kimselerin seslerini işitince olduğu yerde durup sesin geldiği yöne bakmış ve sesin sâhibinin Sa‘d b. Muâz ile yanında onun kalkanını taşıyan kardeşinin oğlu el-Hâris b. Evs olduğunu görmüştü. Onların geçmesini bekleyip bir müddet olduğu yerde oturan Âişe, daha sonra tekrar yola koyularak oradan bir bahçeye girmiş, bahçede Ömer b. Hattâb ve bazı müslümanlarla karşılaşmıştı. Hz. Âişe’yi karşısında gören Hz. Ömer önce şaşırmış, ardından geliş sebebini merak içinde geldiği yolun tehlikesini ifâde edercesine; “Başına bir bela gelmesinden nasıl emin olabildin?” diyerek onun cesur bir kadın 680 Ümmü Seleme’nin doğum târihi için bkz. Kandemir, “Ümmü Seleme”, (DİA), C. 42, s. 328. 681 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 451. 682 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 469; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 177. 127 olduğunu söylemişti. Hz. Âişe sunduğu haberin devamında, o sırada müşriklerden birinin “Tut onu ben İbn Arika’yım!” diye bağırarak attığı okun Sa‘d b. Muâz’ın damarına isâbet ettiği ve onun yaralandığını eklemektedir.683 Haber bağlamında Hz. Âişe’nin Sa‘d b. Muâz’ın yaralandığı esnada yakın bir yerde bulunduğu, belki de olaya şâhit olması muhtemeldir. Zîra hatırlanacağı üzere Sa‘d yaralandığında ilk müdahaleyi Hz. Peygamber harb sâhasında yapmıştır. Hz. Âişe’nin Resûl-i Ekrem’in yanına çıktığı ve yol üzerinde çadıra varmadan yakın bir noktada bulunduğu sırada Sa‘d’ın yaralanma hâdisesi vukū bulduğu zihinde oluşmaktadır. Müslümanların Hendek kazarak kendilerini savunacaklarını hiç kestiremeyen müşrikler, oluşturdukları ordunun sayısına güvenerek yola çıkmış ve ona göre hazırlıkta bulunmamıştı. Medine’ye gelip beklemedikleri bir durum ile karşılaştıkları vakit önce hendeğin öte tarafında çadırlarını kurmuş ve açık bir gedik veya karşıya geçecek dar bir zemin arayışına başlamışlardı. Savaş esnasında Hz. Peygamber’in çadırında bulunan Hz. Âişe, Resûlullah’ın “İnsanların sâdece buradan gelmelerinden endişe ediyorum.” dediği, Hendek’te bulunan bir gediği korumak için nöbet tutarken ara sıra çadırına gidip biraz ısınıp tekrar gittiğini haber vermektedir. Nitekim havanın aşırı soğuk olması sebebiyle ara ara çadıra gelen Resûl-i Ekrem’in ısınmasına yardımcı olan Hz. Âişe, bir ara Resûlullah’ın pek tabiî yorgunluktan, “Keşke sâlih bir adam beni koruyacak olsa!” dediği sırada dışarıdan demir şakırtısı bir ses duyulduğunu bildirmektedir. Resûlullah’ın gelenin Sa‘d b. Ebû Vakkās olduğunu anlayınca ona, gediği korumasını işâret edip istirâhat etme fırsatı bulmuştur. O sırada yanında bulunan zevcesi Hz. Âişe, Resûlullah’ın hor hor diye sesli bir şekilde nefes alıp vererek uykuya daldığını aktarmaktadır.684 Kaynaklarda Sa‘d b. Muâz’ın yaralanması ve mescitte bulunan Rüfeyde’nin çadırına alınması, Hendek’ten dönen Resûl-i Ekrem’in daha ilk vakitlerinde Cebrâil kendisine gelerek Benî Kurayza üzerine işârette bulunması ve daha sonra Sa‘d’ın onlar ile ilgili hakem tayin olunması gibi rivâyetlerin hepsinin Hz. Âişe kanalıyla sunulması 683 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 390; İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 7, s. 373(Had. no: 36796); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 42, ss. 26-28(Had. no: 25097); Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâil, C. 1, ss. 502-503; İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam fî Târîḫ, C. 3, s. 231. 684 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 463. Bir benzer başka bir vak‘a Ümmü Seleme tarafından da anlatılmaktadır. Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 464. 128 onun Hendek Gazvesi’nin âhirinde ve sonrasında bulunuşu hakkında teyit mâhiyetindedir.685 Ümmü Seleme gibi onunda herhangi bir sağlık konusunda yardımları noktasında bir kayıt mevcut değildir. Ancak Resûlullah’ın sağlığı için çaba sarfettiği düşünülebilir. Hz. Âişe’nin yaşı ile ilgili ihtilaflara binâen Hendek’te bulunduğu sırada muhtemel on üç ya da yirmi iki yaşlarında olduğu söylenebilir. Ancak bize ikinci ihtimal daha yakın gelse de bu konudaki ihtilafların kesinlik kazanmaması sebebiyle iki olasılığı da zikretmekteyiz. Ayrıca Hz. Âişe’nin evli genç bir hanım sahâbî olarak bu savaşa iştirak ettiği görülmektedir. Hendek Gazvesi’nde yer alan Resûlullah’ın eşlerinden Zeyneb’in haberlerine geçmeden bir kısım bilgilere yer vermek istiyoruz. Öncelikle Allah resûlünün halası Ümeyme bint Abdülmuttalib’in kızı olan Zeyneb, babası Çahş tarafından neseben Kureyş’in Esed b. Huzeyme kabîlesine bağlıdır. Erken dönemde müslüman olan Zeyneb Medine’ye hicreti sonrası sahâbîden Zeyd b. Hârise ile evlenmiştir. Zeyd ile evliliği uzun sürmeyen Zeyneb’in boşanma hâdisesinin gerçekleştiği yıl olarak Hamîdullah’ın tespitlerine göre iki farklı rivâyet mevcuttur. İlk rivâyetin sâhibi Katâde b. Diâme ile Vâkıdî’ye göre hicrî 5. (627) yılında, ikinci rivâyetin sâhibi Ma‘mer b. Müsennâ’ya göre ise hicrî 3. (625) yılında boşanma hâdisesi meydana gelmiştir. Hamîdullah, akabinde İbn Sa‘d’ın sunduğu “Zeyneb’in 20 (641) yılında vefat ettiğinde elli üç, Hz. Peygamber’le nikâhlandığında otuz beş yaşındaydı.” bilgisinden hareketle Müsennâ’nın verdiği târihin daha muhtemel olduğunu ileri sürmüştür.686 Ancak Vâkıdî’nin verdiği târihin tespit ettiğimiz başka rivâyetler bağlamında daha sıhhatli olduğu söylenebilir. Zîra Hamîdullah’ın İbn Sa‘d’dan iktibasla sunduğu; “Zeyneb’in vefat ettiğinde elli üç yaşındaydı.” haberinin Ömer b. Osman tarafından rivâyet edildiği görülmektedir.687 Hamîdullah’ın kanaatine zemin teşkil eden yine İbn Sad’ın eserinde geçen Zeyneb’in Resûlullah ile otuz beş yaşında evlendiği rivâyeti ise Vâkıdî kanalıyla Ömer b. Osman b. 685 Âişe kanalıyla sunulan rivâyetler için bkz. İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, ss. 393-394; İbn Ebû Şeybe, el- Muṣannef, C. 7, s. 373(Had. no: 36796); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 40, s. 336(Had. no: 24294); C. 40, ss. 336-337(Had. no: 24295); Buhârî, “Ṣalât”, 77(Had. no: 463); “Meġāzî”, 31(Hadis No; 4122); Müslim, “Cihâd”, 65(Had. no: 1769); “Cihâd”, 67(Had. no: …); Nesâî, “Mesâcid”, 18(Had. no: 710); Beyhakî, Delâʾil, C. 4, s. 27. 686 Muhammed Hamîdullah, “Zeyneb bint Cahş”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2013, C. 44, ss. 357-358. 687 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 111. 129 Abdullah b. el-Cahşî tarafından nakledildiği ve rivâyetin evvelinde nikâhın hicrî 5. yılda Zilkâde ayında gerçekleştiğine dâir bir ifâdesine rastlanılmaktadır.688 İbn Sa‘d’ın eserinde, Vâkıdî kanalıyla aktarılan başka bir rivâyetinde ise, kızı Amre bint Abdurrahman’ın dinlediği habere göre, Resûl-i Ekrem’in zevcesi Âişe’ye Hz. Peygamber ile Zeyneb bint Çahş’ın ne zaman evlendiklerini soran Amre’ye Âişe’nin şu cevabı verdiğini bildirir: “Biz Müreysî‘ Gazvesi’nden dönerken ya da o gazveden kısa bir müddet sonra.”689 Vâkıdî bu rivâyetin Ömer b. Osman b. Abdullah el-Cahşî’nin sunduğu haberle örtüşerek birbirlerini teyit ettiğini de eklemektedir.690 Kanaatimizi güçlendiren bir başka haber yine İbn Sa‘d’ın eserinde Vâkıdî kanalıyla Zeyneb bint Çahş tarafından sunulmaktadır. Habere göre Zeyneb, Resûlullah’ın kendisi ile evleneceği haberini aldığında iki ay oruç tutmayı kendine söz verir. Ancak Ümmü’l-mü’minînin arasına dâhil olan Zeyneb, Resûlullah’ın eşleri arasında sefer için çekilen kurada kendi isminin de çıkması nedeniyle bu orucu erteleyerek ne zaman ki kuralar onun Medine’de kalması yönünde tevâfuk edince bu sözünü gerçekleştirdiğini zikretmektedir.691İbn Sa‘d’ın eserinde Zeyneb’in evliliğinin hicrî 5. yılda Zilkâde ayında gerçekleştiği haberi,692 Vâkıdî’nin el-Meġāzî’sinde verdiği Hendek Gazvesi’nde Resûlullah’ın yine Zilkâde ayında karargâh kurduğu haberiyle693 birlikte mütâlaa edildiğinde Zeyneb’in evliliğinin Müreysî‘ Gazvesi’nin sonrasına Hendek Gazvesi’nin öncesine denk geldiğini söylemenin kuvvetle muhtemel olduğunu düşünmemize kaynak teşkil etmektedir.694 Anladığımız kadarıyla Hamîdullah’ın diğer ihtimali yakın bulmasında Ömer b. Osman tarafından nakledilen Zeyneb bint Çahş’ın vefat ettiğinde elli üç yaşında olduğu haberidir. Araştırmacı, Zeyneb’in vefat târihi milâdî 641’den vefat yaşını çıkarıp bulduğu olası doğum târihi milâdî 588’e daha sonra Zeyneb’in Resûlullah ile evlendiğinde otuz beş yaşında olduğu bilgisinden hareketle -yine muhtemel doğum târihine (588)- otuz beş 688 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 110. 689 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, ss. 110-111. 690 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 111. 691 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 100. 692 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, ss. 110-111. 693 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 440. 694 Hendek Gazvesi’nin hemen akabinde gerçekleştiği bilinen Benî Kurayza Gazvesi’ne Resûlullah’ın çıkışının (23 Zilkade 5 / 15 Nisan 627) gününe isâbet etmesi ayrıca zikredilebilir. Bkz. Avcı, “Kurayza (Benî Kurayza)”, (DİA), C. 26, s. 432. 130 ekleyip ortaya çıkan sonucun (623) Ma‘mer b. Müsennâ’nın verdiği tarihe 3 (625) daha yakın bulunmasından hareketle bu kanaate vardığı söylenebilir.695 Arz ettiğimiz bilgiler ışığında Zeyneb bint Çahş’ın katıldığı ilk seferin Hendek Gazvesi olduğu görülmektedir. Kaynaklarda Hendek’te Resûlullah ile çadırda berâber bulunduğunda şüphe bulunmayan Zeyneb’in, çadırda geçirdiği bu zaman diliminde Âişe yâhut Ümmü Seleme gibi şâhit olduğu bir hâdiseyi aktardığına dâir bir kayda rastlayamadık. Müellifler ayrıca onun sunduğu bir sağlık hizmetinden de bahsetmemektedir.696 Zeyneb’in Hendek’te bulunuşunun otuz beş yaşlarında evli bir hanım olarak gerçekleştiği söylenebilir. Hendek Gazvesi’nde adını listeye ekleyeceğimiz diğer bir hanım sahâbî Hz. Peygamber’in halası Safiyye’dir. Ancak Safiyye’nin bu savaşta yer alışını ileri bir bahiste işleyeceğimiz için burada ismine işâret edip adını listeye eklemekle yetineceğiz. Hendek Gazvesi’nde Hizmet Veren Hanım Sahâbîlerin Listesi; 1) Küaybe(Rüfeyde) bint Sa‘d (Saîd) b. Utbe el-Eslemiyye (ö. 7/628’den sonra) 2) Muâze el-Gıfâriyye (ö. [?]) 3) Leyla el-Gıfâriyye (ö. [?]) 4) Ümmü’l-mü’minîn Ümmü Seleme Hind bint Ebî Ümeyye Süheyl (Huzeyfe) b. Mugīre el-Kureşiyye el-Mahzûmiyye (ö. 62/681) 5) Ümmü’l-mü’minîn Âişe bint Ebî Bekr es-Sıddîk el-Kureşiyye (ö. 58/678) 6) Ümmü’l-mü’minîn Zeyneb bint Cahş b. Riâb el-Esediyye (ö. 20/641) 7) Ümmü’z-Zübeyr Safiyye bint Abdilmuttalib b. Hâşim el-Kureşiyye el-Hâşimiyye (ö. 20/641) 2.2.1.3 Benî Kurayza Gazvesi (5/627) Kaynaklarda Hendek Gazvesi’nin hemen akabinde gerçekleşen Benî Kurayza Gazvesi’ne bazı müslüman kadınların katıldıkları kaydedilmektedir. Hendek’te yaralanan 695 Zeyneb bint Çahş’ın evlilik târihi, Hz. Peygamber’le evliliği hakkında geniş bilgi için bkz. Serap Toğuşlu, Hz. Peygamberin Hanımlarından Zeyneb Binti Cahş’ın Hayatı Kişiliği İslam Tarihindeki Yeri Ve Önemi, (Yüksek Lisans Tezi), Şanlıurfa, Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007. 696 Öztürk’ün, Hz. Peygamber döneminde sağlık alanında çeşitli yönlerden kadın sahâbîleri ele aldığı eserinde Zeyneb bint Çahş’ın ismine tesâdüf edilememektedir. Ancak buradan hareketle onun hiçbir sağlık bilgisinin bulunmadığı ve tecrübe etmediği yorumundan ziyâde kaynakların bu konuda yeterli bilgi sunmadığını düşünmekteyiz. 131 müslümanların tedâvisi ile ilgilenen kimi hanım sahâbîler, Medine’de kalmış olmakla birlikte Benî Kurayza kuşatmasında meydana gelebilecek olası yaralanmalara karşı bazı hanımlar bu savaşta hazır bulunmuştur. Vâkıdî, Benî Kurayza’ya katılan kadın sahâbîlerin isimlerini sunduğu listenin en başında Safiyye bint Abdülmuttalib’in adını kaydetmektedir.697 Ulaşabildiğimiz bir diğer rivâyette ise savaş esnasında Yahudilerden biri müslümanları düelloya davet ettiği sırada Safiyye’nin oğlu Zübeyr onun karşısına çıkarak onunla çarpışmıştır. O sırada orada bulunan Safiyye, oğlu için endişe duymuş, ancak vuruşmada Zübeyr üstün gelerek Yahudi’yi öldürmüştür.698 Uhud ve Hendek savaşlarında cesurca tavır sergileyen Safiyye’nin savaşta göstermiş olduğu sağlık hizmetine dâir bir kayda rastlanılamamaktadır. Safiyye’nin daha önce belirttiğimiz doğum târihinden hareketle bu gazvede yaşı altmış civârında olduğu söylenebilir. Listede adı zikredilen diğer hanım, Ümmü Umâre künyesiyle meşhur Nesîbe bint Kâ‘b’dır.699 Uhud’da geri hizmetlerin yanında özellikle sağlık hizmetinde, yaralıların tedâvisi konusunda da katkı sunan bu hanımın kaynaklarda sarih bir bilgiye rastlayamasak da orduya muhtemel yaralanmalara karşı hastabakıcı olarak katıldığı düşünülebilir. Ümmü Umâre’nin yaşının tam tespiti mümkün olmadığı için yaşı hakkında burada ve bundan sonra bir değerlendirmede bulunmayacağız. Benî Neccâr kadınlarından Uhud’da ismini zikrettiğimiz Ümmü Selît de bu savaşta yer alan hanımlardan biridir.700 Ancak kaynaklar onun için de başka bir bilgi sunmamaktadır. Onun da Uhud Gazvesi’nde bulunarak kazandığı tecrübesinin bu savaşta bulunmasına katkı sunduğu söylenebilir. Yaşı ile alâkalı ulaşabildiğimiz bir bilginin mevcut olmaması hasebiyle bu konuda onun için de bir değerlendirme sunmayacağız. Vâkıdî’nin Benî Kurayza listesinde yer verdiği diğer bir isim Ümmü’l-Alâ el- Ensâriyye’dir.701 Ensar hanımlarından Resûl-i Ekrem’e bîat edenlerden biri olan Ümmü’l-Alâ, hakkında kaynaklarda pek az bilgiye tesâdüf edilmektedir. Müelliflerin 697 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 522; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 253; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 16; Zürkānî, Şerḥu’l-Mevâhibi’l-ledünniyye, C. 3, s. 89. 698 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 504. 699 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 522; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 253; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 16; Zürkānî, Şerḥu’l-Mevâhibi’l-ledünniyye, C. 3, s. 89. 700 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 522; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 253; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 16; Zürkānî, Şerḥu’l-Mevâhibi’l-ledünniyye, C. 3, s. 89. 701 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 522; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 253; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 16; Zürkānî, Şerḥu’l-Mevâhibi’l-ledünniyye, C. 3, s. 89. 132 tespitine göre Medineli müslüman kadınlardan Ümmü’l-Alâ isminde üç farklı kişi bulunmaktadır.702 Diğer iki hanımdan tefrik edilen haberlerde ismi zikredilmeyen Ümmü’l-Alâ’nın kendisinden hadis rivâyetinde bulunan Hârice b. Zeyd b. Sâbit’in vâlidesi olduğu ifâde edilmektedir.703 Pek çok kaynakta yer alan rivâyete göre, müslümanların Medine’ye hicreti sonrası Hz. Peygamber tarafından Ensar ve Muhâcir arasında oluşturulan “biriyle kardeş olmak, birini kardeş edinmek”704 anlamına gelen Muâhât çerçevesinde Ümmü’l-Alâ’nın bulunduğu haneye muhâcirlerden Osman b. Maz‘ûn misafir edilmiştir.705 Ümmü’l-Alâ tarafından aktarılan bir haberde, Osman’ın yanlarında misafirliği sırasında bazı rivâyetlerde kendisi (ُ َّرْضتُه َّرْضنَا هُ) bazı rivâyetlerde hâne halkı tarafından 706(َم (َم 707 yakalandığı bir hastalıktan iyileşmesi için kendisine hastabakıcılık hizmeti sunulmuş, ancak bu hastalık üzerine vefat etmiştir. Haberde Ümmü’l-Alâ ve ev halkının Osman b. Maz‘ûn’un tedâvisi için çevreden aldığı bir yardımdan bahsedilmemektedir. Bu münâsebetle onun ve ev halkının sağlık alanında bir kısım tecrübelere sâhip olduğu anlaşılmaktadır.708 Ümmü’l-Alâ’nın daha önce müslüman kadınların katıldıkları savaşlarda bulunduğuna dâir bir bilgiye rastlayamadık. Tespitimize göre onun adı ilk defa Benî Kurayza Gazvesi’nde geçmektedir. Onun bu savaşa katılmasının sâhip olduğu bir kısım sağlık bilgisinden ötürü olduğunu söylememize engel teşkil edici bir bilgi mevcut 702 İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1948; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 358. 703 Ebû Nasr Ahmed b. Muhammed b. el-Hüseyn el-Buhârî el-Kelâbâzî, Ricâlü Ṣaḥîḥi’l-Buḫârî (el-Hidâye ve’l-irşâd fî maʿrifeti ehli’s̱-s̱iḳa ve’s-sedâd elleẕîne aḫrece lehüm el-Buḫârî fî Câmiʿih), thk. Abdullah el-Leysî, Beyrut, Dârü’l-ma‘rife, 1407/1987, C. 2, s. 393; Bâcî, et-Tadîl ve’t-tecrîh, C. 3, s. 1504; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 439. 704 Hüseyin Algül, “Muâhât”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2005, C. 30, s. 308. 705 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 378-379; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 45, s. 451(Had. no: 27458); Buhârî, “Cenâʾiz”, 3(Had. no: 1243). 706 Buhârî, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 46(Had. no: 3929); İbn Mende, Müstaḫrec min kütübi’n-nâs, C. 1, s. 210. 707 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 369; İbn Râhûye, el-Müsned, C. 5, ss. 87-88(Had. no: 2193); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 45, s. 449(Had. no: 27457); Ebû Muhammed Abd b. Humeyd b. Nasr el-Kissî (el-Keşşî) Abd b. Humeyd, el-Müntehab min Müsnedi Abd b. Humeyd, thk. Subhî el-Bedri, Mahmut Muhammed Halîl, 1. bs., Kahire, Mektebetü’s-sünne, 1408/1988, s. 461(Had. no: 1593); Buhârî, “Şehâdât”, 30(Had. no: 2687); “Ta'bîr”, 27(Had. no: 7018); Nesâî, “Ta'bîr”, 7(Had. no: 7587); İbnü’l- Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 358. 708 Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 156. 133 değildir. Medenî durumu hakkında evlât sâhibi bir anne olduğunu aktardığımız ensardan bu hanımın yaşı hakkında ulaşabildiğimiz bir haber bulunmamaktadır. Benî Kurayza’da hazır bulunan kadınlardan biri de Sümeyrâ bint Kays’tır.709 Medineli Hazrec kabîlesininin Neccâroğullarının Benî Dînâr koluna mensup olan Sümeyrâ’nın tam adı Sümeyrâ bint Kays b. Mâlik b. Kâ‘b b. Abdüleşhel b. Hârise b. Dînâr’dır.710 Sümeyrâ önce Abduamr b. Mes‘ûd b. Abdüleşhel b. Hârise ile evlenmiş ve ondan en-Nu‘mân, ed-Dahhâk ve Kutbe’yi dünyaya getirmiştir. Daha sonra el-Hâris b. Sa‘lebe b. Kâ‘b ile olan evliliğinden Süleym’in711 olduğu nakledilmektedir.712 Savaşlarda ilk olarak ismine Uhud’da tesâdüf edilen Sümeyrâ’nın Uhud’da bulunuşunu ayrı bir başlık altında sunacağımız haberine göre, onun savaşta kaybettiği yakınlarını Medine’ye taşıdığı anlaşılmakta rivâyetlerde başka bir hizmetinden söz edilmemektedir. Bazı çağdaş araştırmacıların zühul eseri olarak ihtimal hem isim benzerliği hem de ikisinin de Benî Neccâr hanımlarından olması hasebiyle Benî Kurayza Muhâsarası’na katılan Sümeyrâ bint Kays yerine Ümmü’l-Münzir künyeli Selmâ bint Kays’ın ismini kaydettikleri görülmektedir.713 Medenî durumu hakkında evliliklerinden çocuk sâhibi olduğu anlaşılan Sümeyrâ’nın Benî Kurayza kuşatmasına katıldığında eşinin hâlihazırdaki durumu hakkında bir bilgiye sâhip değiliz. Yaşı ile alâkalı da bir habere ulaşamadığımız bu hanımın sağlık alanında hizmet bilgisine dâir de bir kayıt zikredilmemektedir. 709 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 522; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 253; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 16; Zürkānî, Şerḥu’l-Mevâhibi’l-ledünniyye, C. 3, s. 89. 710 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 407; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 189. Bazı muahhar tarihçilerin “Sümeyrâ” yerine “Semrâ” diye de kaydettikleri görülmektedir. Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ- ṣaḥâbe, C. 6, s. 3369; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1863; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 152; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 189. 711 İbn Sa‘d’ın eserinde Sümeyrâ’nın tercüme-i hâl başlığı altında el-Hâris b. Sa‘lebe’den olan çocuğu Süleym’in ismini tahkike dayalı bir hata sonucu “Selm” (سلما) şeklinde neşredildiği görülmektedir. Eserin Süleym’in hâl tercümesi bölümünde ise “Süleym” şeklinde verilmesi tashih-i mümkün kılmaktadır. Krş. İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 483; C. 10, s. 408. 712 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 408. 713 Öztürk, eserinde Benî Kurayza’ya katılanın Selmâ olduğunu, Vâkıdî’nin onun ismini Sümeyrâ diye kaydettiğini ifâde etmektedir. Ancak yaptığımız araştırmalar neticesinde Sümeyrâ’nın Benî Neccâr kabîlesinin Dînâr koluna, Selmâ’nın Benî Neccâr’ın Adî koluna mensup farklı iki hanım sahâbî oldukları anlaşılmaktadır. Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 159. 134 Vâkıdî’nin listesinde adına en son yer verilen hanım sahâbî Sa‘d b. Muâz’ın annesi Ümmü Sa‘d’dır.714 Resûl-i Ekrem’e bîat eden Medineli kadınlardan biri olan Ümmü Sa‘d’ın asıl adı Kebşe bint Râfi‘’dir.715 Muâz b. en-Nu‘mân b. İmruülkays b. Zeyd b. Abdüleşhel ile evlenen Kebşe, ondan Sa‘d b. Muâz, Amr b. Muâz, İyâs, Evs, Akreb, Ümmü Hizâm adında çocukları olmuştur.716 Kaynaklarda Kebşe’nin Kurayza kuşatmasında bulunma niyeti sarih olarak belirtilmese de onun da muhtemel yaralanmalara karşı sağlıkçı bir hemşire olarak savaşa katıldığını düşünmekteyiz. Vâkıdî’nin verdiği bir rivâyette, Uhud Savaşı neticesi Resûlullah’ın bulunduğu yere gelen Ümmü Sa‘d, yine muhtemelen onun yaralandığı haberi üzerine tedâvisine katkı sunmak amacıyla yanına çıkmış, ancak Hz. Peygamber’in tedâvisini kızı Fâtıma gerçekleştirmiştir. Rivâyetin devamında Ümmü Sa‘d’ın Hz. Peygamber’in yanına geldiği sırada oğlu Sa‘d b. Muâz, Resûlullah’ın yanında bulunmaktadır.717 Ümmü Sa‘d’ın yaşı hakkında müellifler sarih bir bilgi vermemektedir. Kurayza Gazvesi akabinde Sa‘d’ın vefat ettiğinde otuz yedi yaşında olduğu nakledilmektedir.718 İlk oğlu Sa‘d b. Muâz’a nispeten Ümmü Sa‘d diye künyelenen Kebşe’nin bu bilgilerden hareketle savaş sırasında en az ellili yaşlarda olduğu çıkarımında bulunulabilir. Hz. Peygamber’in savaşlara çıkacağı zaman yanına eşlerinden çekilen kura sonucu bir veya iki kişi katıldığını daha önce zikrederek yeri geldikçe örneklerini sunmuştuk. Ancak araştırmalarımızda kaynaklarda Benî Kurayza Muhâsarası’nda Resûl- i Ekrem’in yanında hangi eşinin bulunduğuna dâir bir bilgiye rastlayamadık. Yukarda ele aldığımız altı hanım sahâbî dışında Resûlullah’ın âdeti üzerine eşlerinden en az birinin de bu savaşta kendisiyle birlikte yer aldığını düşünmekteyiz. Ancak bunu teyit edecek bilgiye tevâfuk edemedik. Benî Kurayza Gazvesi’nde Hizmet Veren Hanım Sahâbîlerin Listesi: 1) Ümmü’z-Zübeyr Safiyye bint Abdilmuttalib b. Hâşim el-Kureşiyye el-Hâşimiyye (ö. 20/641) 714 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 522; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 253; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 16; Zürkānî, Şerḥu’l-Mevâhibi’l-ledünniyye, C. 3, s. 89. 715 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 346; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1904, 1938; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l- ġābe, C. 7, ss. 241, 326; Safedî, el-Vâfî bi’l-vefeyât, C. 24, s. 239; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 294. 716 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 346. 717 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 315-316. 718 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 400; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 3, s. 357; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, C. 1, s. 290. 135 2) Ümmü Umâre Nesîbe bint Kâ‘b b. Amr el-Mâziniyye el-Hazreciyye (ö. 13/634 [?]) 3) Ümmü Selît(Ümmü Kays) bint Ubeyd b. Ziyâd en-Neccâriyye el-Ensâriyye (ö. [?]) 4) Ümmü’l-Alâ el-Ensâriyye (ö. [?]) 5) Sümeyrâ bint Kays b. Mâlik b. Kâ‘b b. Abdüleşhel b. Hârise b. Dînâr (ö. [?]) 6) Ümmü Sa‘d Kebşe bint Râfi‘ (ö. [?]) 2.2.1.4 Hudeybiye Antlaşması (Bey‘atürrıdvân) (6/628) Hicrî 6. yılda gerçekleşen müslümanların Mekke’ye umre niyetiyle yolculuğu Mekkeli müşrikler tarafından engellenerek Hudeybiye denilen yerde müslümanlarla bir antlaşma gerçekleştirmişlerdi. Araştırmacılar bu yolculuğun savaştan ziyâde açıkça umre niyetiyle olduğunu bu sebepten silahsız yola çıkan müslümanların sayısının yaklaşık bin beşyüz civârında olduğunu belirtmektedir.719 Mekke’ye erkek sahâbîlerin dışında onlarla berâber yola çıkan müslüman kadınların haberine geçmeden önce onların da bu yolculuğa dâhil olmasında umre niyetlerinin yanında sâhip oldukları sağlık tecrübelerinin de etkisi olduğu söylenebilir. Nitekim araştırmacı Öztürk, bu konuda yaptığı değerlendirmesine göre, “Daha önce de zikredildiği üzere bu yolculuğa bazı hanım sahâbîler de katılmışlardı. Onların bu yolculuğa katılmalarının sâdece bir umre niyeti olmadığı, yolda karşılaşılabilecek pek çok rahatsızlık için bir kısmının özellikle seçildiği anlaşılmaktadır.”720 bunu açıkça belirtmektedir. Vâkıdî Hudeybiye’ye katılan kadınların Resûl-i Ekrem’in eşi Ümmü Seleme721, Ümmü Umâre722, Ümmü Menî‘723 ve Ümmü Âmir el-Eşheliyye724 olarak dört hanımın ismini zikretmektedir. Ancak bu hanımların 719 Muhammed Hamîdullah, “Hudeybiye Antlaşması”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, C. 18, ss. 297-299. 720 Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 163. Benzer değerlendirmesi için bkz. Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, ss. 150-151. 721 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 467, 574. 722 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 574, 603; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 383; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1948; Ebü’s-Seâdât Mecdüddîn el-Mübârek b. Esîrüddîn Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî el- Cezerî İbnü’l-Esîr, Câmiʿu’l-uṣûl li-eḥâdîs̱i’r-Resûl, thk. Abdülkādir el-Arnaût v.d., 1. bs., Dımaşk, 1389-1392/1969-1972, C. 12, s. 957; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 360; Mizzî, Tehẕîbü’l-Kemâl, C. 35, s. 372; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 294. 723 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 574. 724 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 574. 136 dışında kaynaklarda Ümmü’l-Münzir Selmâ bint Kays725, Rubeyyi‘ bint Muavviz726, Fürey‘a bint Mâlik b. Sinân727, Ümmü Kürz el-Kâ‘biyye728 ve Ümmü Hâşim(Hişâm) bint Hârise’nin729 de bir diğer adıyla Bey‘atürrıdvân denilen bu antlaşmada bulunduklarına dâir haberler mevcuttur. Çağdaş araştırmacılardan Mustafa Fayda “Âişe” maddesinde Hz. Peygamber’in hanımı Âişe’nin de Hudeybiye’ye katıldığını ifâde etmektedir.730 Hudeybiye’de Bulunan Hanım Sahâbîlerin Listesi; 1) Ümmü’l-mü’minîn Ümmü Seleme Hind bint Ebî Ümeyye el-Kureşiyye el- Mahzûmiyye (ö. 62/681) 2) Ümmü Umâre Nesîbe bint Kâ‘b b. Amr el-Mâziniyye el-Hazreciyye (ö. 13/634 [?]) 3) Ümmü Menî‘(Ümmü Şübâs) Esmâ bint Amr b. Adî b. Kâ‘b b. Selime (ö. [?]) 4) Ümmü Âmir(Ümmü Seleme) Esmâ bint Yezîd b. Seken el-Ensâriyye (ö. 30/650 [?]) 5) Ümmü’l-Münzir Selmâ bint Kays (ö. [?]) 6) er-Rubeyyi‘ bint Muavviz b. Hâris (Afrâ’) en-Neccâriyye el-Ensâriyye (ö. 70/689’dan sonra) 7) Fürey‘a bint Mâlik b. Sinân (ö. [?]) 8) Ümmü Kürz el-Kâ‘biyye (ö. [?]) 725 İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1862; İbnü’l-Esîr, Câmiʿu’l-uṣûl, C. 12, s. 483; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l- ġābe, C. 7, s. 150; Safedî, el-Vâfî bi’l-vefeyât, C. 15, s. 191. 726 İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1837; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 108; Mizzî, Tehẕîbü’l-Kemâl, C. 35, s. 174; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 132. 727 İmam Mâlik, el-Muvaṭṭaʾ(el-A‘zamî), C. 6, s. 125; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1903; İbnü’l-Esîr, Câmiʿu’l-uṣûl, C. 12, s. 777; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 229; Mizzî, Tehẕîbü’l-Kemâl, C. 35, s. 266; Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân ez-Zehebî et-Türkmânî el-Fârikī ed- Dımaşkī Zehebî, el-Kâşif fî maʿrifeti men lehû rivâye fi’l-Kütübi’s-sitte, thk. Muhammed Avvâme, Ahmed Muhammed Nemir Hatîb, Cidde, 1413/1992, C. 2, s. 515; Safedî, el-Vâfî bi’l-vefeyât, C. 24, s. 11; İbn Kesîr, et-Tekmîl, C. 4, s. 295; Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed İbn Hacer el- Askalânî, Tehẕîbü’l-Kemâl fî esmâʾi’r-ricâl, thk. Beşşâr Avvâd Ma‛rûf, Beyrut, Müessesetü’r-risâle, 1982/1996, C. 35, s. 266. 728 Humeydî, el-Müsned, C. 1, s. 340; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 45, s. 113(Had. no: 27139); Fâkihî, Aḫbâru Mekke, C. 5, s. 71; Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Bağdâdî İbnü’l-Cevzî, Câmi’u’l-mesânîd, thk. Ali Hüseyin el-Bevvâb, 1. bs., Riyad, Mektebetü’r-rüşd, 1426/2005, C. 8, s. 416; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 459. 729 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 45, s. 447; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1963; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l- ġābe, C. 7, s. 392; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 487. 730 Fayda’nın bu bilgiye ulaştığı kaynağı tespit edemedik. Başka araştırmacıların da bu bilgiyi sâdece ondan kaynak gösterdiklerine rastlanmaktadır. Bkz. Fayda, “Âişe”, (DİA), C. 2, s. 201; Ömer Sabuncu, Hz. Âişe’nin Hayatı, Şahsiyeti ve İslâm Tarihindeki Yeri, (Doktora Tezi), Harran Üniversitesi Sosyal bilimler Enstitüsü, Şanlıurfa, 2015, s. 65. 137 9) Ümmü Hâşim(Hişâm) bint Hârise (ö. [?]) 10) Ümmü’l-mü’minîn Âişe bint Ebî Bekr es-Sıddîk el-Kureşiyye (ö. 58/678) 2.2.1.5 Hayber Gazvesi (7/628) Hayber Arabistan coğrafyasının kuzeyinde Medine ile Suriye arasında Medine’ye yaklaşık 180 km civârında etrâfı volkanik arâzilerle çevrili bir vâhanın adıdır.731 Kadim Arap coğrafyacıların haberine göre Hayber, Medine’ye sekiz berîd uzaklıkta; üç günlük yürüyüş mesâfesinde ve ismi orada mukîm bulunan yahudilerin lisanlarında (الحصن) “Kale, Hisar” anlamlarına gelen bir yerdir. Yahudilerin ikâmet ettikleri; Nâ‘im, Kamûs, Şık, Netâh Ketîbe, Vatîh ve Sülâlim adında yedi kaleden müteşekkil bu yer, verimli tarım arâzileri ve geniş hurma bahçelerinden meydana gelmekteydi.732 Husûsen Câhiliye devrinde, yedi kaleden teşekkül olan Hayber’in kalelerinin sağlamlığı ve su bentlerinin çokça bulunmasıyla da şöhret bulan bir yerdi.733 Müslümalarla gerçekleştirdikleri muâhedeye aykırı hareket etmeleri nedeniyle hicrî 4. yılda Medine’den sürülen Benî Nadîr yahudileri Suriye ve Irak topraklarından Medine’ye ulaşan ticaret yolu üzerinde bulunan Hayber’e yerleşerek burada da zamanla müslümanlar ve ticaret kervanları için müz‘ic bir mekāna dönüşmesine sebep olmuşlardı. Burada verdikleri sıkıntıların yanında müslümanlar bağlamında ebediyyen rahata kavuşmak için Mekkeli müşriklerle birlikte Gatafân, Fezâre, Benî Süleym ve civar kabîleleri sundukları ekonomik vaatlerle müslümanların aleyhine toplayarak hicrî 5. yılda Hendek Gazvesi’nin gerçekleşmesine de sebebiyet vermişlerdi.734 Bu nedenlerle müslümanlar için sürekli rahatsız edici bir unsur haline gelen Hayber’in tehlikesinin izâle edilmesi kaçınılmaz hale gelmişti. Avusturyalı seminist735 Grohmann Hz. Peygamber’in Hayber’e çıkışını, “Peygamber, muhtemel olarak, Hudeybiye Muâhedesi’nin bıraktığı fenâ tesiri izâle 731 Adolf Grohmann, “Hayber”, İslâm Ansiklopedisi (İA), İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1940-88, C. 5, s. 384; Hamîdullah, “Hayber”, (DİA), C. 17, s. 20. 732 Ebû Ubeyd el-Bekrî, Muʿcem, C. 2, s. 521; Ebû Abdillâh Şihâbüddîn Yâkūt b. Abdillâh el-Hamevî el- Bağdâdî er-Rûmî, Muʿcemü’l-büldân, thk. Ferîd Abdülazîz el-Cündî, Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, t.y., C. 2, s. 468; Grohman, “Hayber”, (İA), C. 5, s. 385. 733 Kazım Çeçen, “Bent”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1992, C. 5, s. 463; Hamîdullah, “Hayber”, (DİA), C. 17, s. 20. 734 Hamîdullah, “Hayber”, (DİA), C. 17, s. 21. 735 Kelimenin kökeni îtibâriyle Fransızca’dan gelen “Semitizm” kavramı sözlükte; “Yahudi taraftarlığı.” anlamına gelmektedir. Akalın, Türkçe Sözlük, s. 2064. 138 etmek ve mü’minlere, elden kaçırdıkları ganîmete karşılık zengin bir tâviz sağlamak üzere, o tarihte takriben 1600 kişi ile, Hayber üzerine yürümüştür.”736 şeklinde ifâde beyânında bulunmaktadır. Araştırmacının bu ifâdelerinden en azından ganîmet arzusuyla ve belki de daha başka gāyelere mâtuf savaşmak için gelinen Hudeybiye’den umduklarını bulamayan müslümanların hedeflerini Hayber’e çevirdiği yönünde düşünceye sâhip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Hudeybiye öncesi Benî Kurayza Savaşı’nda hazır bulunan 3000 müslümanın yarısının silahsız bir vaziyette, ihramlarını giyip yanlarına umre niyetiyle kurban edecekleri develerini alarak Hudeybiye’ye vardığı kaynaklarda açıkça belirtilmesi müminlerin savaştan ziyâde barışçıl niyetlerle yola çıktıklarını söylememizi mümkün kılmaktadır.737 Resûlullah Hudeybiye’de Mekkeli müşriklerle gerçekleştirdiği müslümanların aleyhine gibi görünen anlaşma sayesinde güneyden düşmanlarına karşı Mekkeliler tarafından gelebilecek yardımların önünü keserek sonrasında gerçekleşmesi muhtemel müslümanlar için kalıcı bir tehdit unsuru haline gelen Hayber üzerine sefer öncesi önlemler almaktaydı. Hudeybiye’nin ardından yaklaşık bir aylık bir süre zarfından sonra hicrî 7. yılda Hz. Peygamber 1500 kişilik bir orduyla Hayber üzerine sefere çıktı. Bu sırada yanlarında bulunan bolca silahlarıyla bulundukları kaleler içinde kendilerini savunmaya daha elverişli gören yahudilerin ise müstahkem kalelerinde 20.000 yâhut en az 10.000738 savaşçının bulunduğu nakledilmektedir.739 Hayberliler’in birbirinden bağımsız yedi kalede bulunmaları onlara savunma avantajı sağlamış olsa da üzerlerine gelen müslüman askerlere toplu şekilde karşı koyma ve strateji kurma açısından onları zâfiyete uğratmaktaydı. Bunun yanında Gatafânlılar’ın 4000 kişiden müteşekkil kuvvetlerini kendi topraklarına çekerek onları orada yalnız bırakması müslümalar için ayrı bir avantaj sağlamıştı. Allah resûlünün Hayber kalelerini kuşatması ve müslümanların himâyesi altına girmesi yaklaşık bir buçuk ay kadar sürdüğü haber verilmektedir.740 İbn Şihâb ez-Zührî’den nakledilen habere göre Hayber’de bulunan kalelerin bazıları savaşılarak bazıları ise sulhen müslümanların kontrolü altına 736 Grohmann, “Hayber”, (İA), C. 5, s. 385. 737 Hamîdullah, “Hudeybiye Antlaşması”, (DİA), C. 18, ss. 297-299. 738 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 634, 640, 642. 739 Hamîdullah, “Hayber”, (DİA), C. 17, s. 21. 740 Grohmann, “Hayber”, (İA), C. 5, s. 385. 139 girmiştir.741 Muâsır tarihçi Hamîdullah da evvelen müslümanların ele geçirdiği Nâ‘im742 kalesinin bugün tam yerinin tespiti mümkün olmamakla berâber Hayber’in içinde bulunan ele geçirmede müslümanlar için taassüriyet kesbeden Kamûs kalesini dâmâd-ı nebî Ali’nin fevkalâde gösterdiği gayretlerle alındıktan sonra geriye kalan kalelerin bir bir ve kimisinin teslim-i silâh ederek barış yoluyla alındığını bildirmektedir.743 Öteyandan endülüslü meşhur coğrafyacı Bekrî, Kamûs’un Hayber’in en büyük kalesi olduğunu kaydetmektedir.744 Vâkıdî savaşın ilk günleri en-Netâh’ın aşağı ve yukarı kısımlarında Yahudilerin kalelerden attıkları oklar sebebiyle savaşan müslüman askerlerden yaralanan elli kişinin kurulan karargâhta tedâvilerinin yapıldığı eğer yaralıda hareket varsa Resûlullah’ın karargâhına götürüldüğünü bildirmektedir.745 İbn Hişâm’da bu savaşta yirmi kadar sahâbînin hayatını kaybettiğini nakletmektedir.746 Bu bilgilerden hareketle müslümanlar için kuşatma boyunca birkaç yerde kurulan karargâhlarda ileride değineceğimiz üzere kadın sağlıkçıların yaralıların tedâvisiyle ilgilendiği söylenebilir. Bir diğer yandan askerî tarihçi Mahmûd Şît’in, “Hayber’de havalar çok elverişsizdi. Çevredeki bataklıklar havanın rutubetli olmasına sebep oluyordu. İşte bu hava muhalefeti ve diğer olumsuz şartlar, müslümanların sağlığını ters yönde etkilemiştir. Hayber Gazvesi’nde mücahit hasta ve yaralıların bakımında kadınlar istihdam edilmiştir.”747 ifâdelerinden hareketle hasta ve yaralanmaların fazlaca olduğu belki de kadın sahâbîlerin sundukları sağlık hizmetlerini yetiştirmede zaman zaman güçlük çektiği de düşünülebilir. Megāzî müellifi, Hayber’e Medine’den Resûlullah ile birlikte yola çıkan müslüman kadınların sayısının yirmi olduğunu belirtmekte ve verdiği toplu listede; Resûlullah’ın zevcesi Ümmü Seleme, Safiyye bint Abdülmuttalib, Ümmü Eymen, Ebû Râfi‘’nin eşi ve Resûlullah’ın mevlâsı Selmâ, Âsım b. Adî’nin eşi Ümmü Sehle, Ümmü Umâre Nesîbe bint Kâ‘b, Ümmü Menî‘(Ümmü Şübâs), Küaybe bint Sa‘d el-Eslemiyye, Ümmü Mutâ‘ el-Eslemiyye, Ümmü Süleym bint Milhân, Ümmü’d-Dahhâk bint Mes‘ûd el-Hârisiyye, Hind bint Amr 741 İbn Şebbe, Târîḫu’l-Medîne, C. 1, s. 176; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 6, s. 306. 742 Nâ‘im kalesinin müslümanların eline geçen ilk kale olduğuna dâir bkz. İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 278; Halîfe b. Hayyât, et-Târîḫ, s. 82; Taberî, et-Târîḫ, C. 3, s. 9; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 502; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 97. 743 Hamîdullah, “Hayber”, (DİA), C. 17, ss. 21-22. 744 Ebû Ubeyd el-Bekrî, Muʿcem, C. 2, s. 522. 745 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 645-646. 746 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, ss. 291-292. 747 Hattâb, Komutan Peygamber, s. 218. 140 b. Harâm, Ümmü’l-Alâ el-Ensâriyye, Ümmü Âmir el-Eşheliyye, Ümmü Atıyye el- Ensâriyye ve Ümmü Selît ile birlikte on altı isim zikrederek listeyi eksik bıraktığı görülmektedir.748 Mukaddem tarihçilerden İbn Hişâm ise bu savaşa müslüman hanımlardan bazılarının katıldığı bilgisini vermekte herhangi bir liste sunmamaktadır.749 Bu nedenle ilk olarak listedeki hanım sahâbîlerin haberlerini verdikten sonra geriye kalan eksik isimleri tespitlerimiz ışığında sunacağız. İlk olarak kendisinden Hendek Harbi’nde bahsettiğimiz Ümmü Seleme tespitlerimize göre Hayber’e katılan Hz. Peygamber’in eşlerinden yalnızca kendisidir.750 Hayber öncesi katıldığı gazvelerde hem sağlık hem savaşın atmosferinde yaşadığı tecrübelerle Hayber’e çıkan Ümmü Seleme’nin ayrıca savaşa katılan diğer hanım sahâbîlere yol arkadaşlığı yapmasıyla da ayrı bir konumda olduğu görülmektedir. Nitekim savaşa katılmak için kendisine gelen Ümmü Sinân’a Allah resûlü dilerse kabîlesinden savaşa çıkmakta olan kadınlarla dilerse kendisiyle berâber savaşa iştirak edebileceğini beyân etmesi üzerine o da kendisiyle savaşa çıkmak istediğini dile getirmiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber de ona zevcesi Ümmü Seleme ile birlikte olmasını söylemiştir.751 Kaynaklar Ümmü Seleme’nin Hayber’de sağlık alanında sunduğu bir hizmete tavzîhen değinmemektedir. Ancak yukarıda Vâkıdî’den aktardığımız bilgiden hareketle müslümanlardan hasta ve yaralılarda husûsen hareket varsa Resûlullah’ın karargâhına taşındığını dile getirmiştik. Buradan hareketle Ümmü Seleme’nin savaşta kendisiyle berâber olan hanım sahâbîlerle burada hastabakıcılık vazîfesi icrâ ettiği düşünülebilir. Ümmü Seleme’nin bu gazveye eşiyle birlikte muhtemel doğum târihine göre otuzlu yaşlarının başında katıldığını söylemek de mümkündür. İlk olarak Uhud, Hendek, Benî Kurayza gazvelerinde adını zikrettiğimiz Resûl-i Ekrem’in halası Safiyye bint Abdülmuttalib Hayber savaşına katılan kadın sahâbîler arasında yer almaktadır.752 Önceki katıldığı savaşlardan çeşitli tecrübeler edinen Safiyye 748 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685. 749 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 290. 750 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 467, 685, 687, 709; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 101; C. 10, s. 276; Taberî, et-Târîḫ, C. 11, s. 624; İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, C. 2, s. 10; Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr, C. 23, s. 251(Had. no: 509); İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1939; İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam fî Târîḫ, C. 3, s. 293; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, ss. 235, 321. 751 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 686-687. 752 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 321. 141 için kaynaklar Hayber’de savaşa iştirak ettiği haberinden başka bu savaşta sunduğu hizmetler açısından bir bilgiye rastlanılamamaktadır. İbn Hişâm’ın İbn İshâk’tan naklettiği bir rivâyette Hayber’de yahudilerden Merhab adında bir savaşçı müslümanlara meydan okuyarak karşısına kendisiyle çarpışacak birini isteyerek ortaya çıkmıştı. Allah resûlünden izin alan Muhammed b. Mesleme Merhab’ın karşısına çıkarak onu öldürmüştü. Merhab’ın ölümü üzerine bu sefer kardeşi Yâsir atılmış ve abisinin teklifini yenileyerek o da karşısına birisinin çıkmasını istemiş onun için de Safiyye’nin oğlu Zübeyr b. Avvâm ortaya gelmişti. Oğlu, Yâsir’in düellosuna çıkan Safiyye, Resûlullah’a oğlunun Yâsir tarafından öldürüleceği endişesini dile getirmiş ancak neticede Zübeyr’de Merhab’ın kardeşi Yâsir’i mübârezede yenerek öldürmüştü.753 Bu bilgiden hareketle Safiyye’nin de Hz. Peygamber’in yakınında ihtimal Ümmü Seleme ile berâber aynı karargâhta hizmet verdiği düşünülebilir. Rivâyette Zübeyr’in mübâreze esnasında yaralandığına dâir bir bilgi mevcut değildir. Ancak haberde geçmeyen hafif yaralanmalar bile olsa orada hazır bulunan annesi tarafından tedâvisinin görüldüğünü söylemek mümkündür. Safiyye için de daha önce zikrettiğimiz bilgilerden hareketle Hayber’e dul bir anne olarak altmışlı yaşlarının başında katıldığı söylenebilir. Hz. Peygamber’e yakınlığı bulunan adını Uhud’da zikrettiğimiz savaşlarda yaralıların tedâvisiyle ilgilenen Ümmü Eymen’in müelliflerin kaydettikleri haberlere göre o da Hayber’e katılan hanım sahâbîler arasında yer almaktadır.754 Müellifler onun savaşlarda yaralıları tedâvi noktasında yardımcı olduğunu sarâhaten zikretmekte ancak Hayber için husûsî bir hizmetinden bahsetmemektedir.755 Ümmü Eymen’in savaşlarda Peygamber’e yakın konumda olduğuna dâir rivâyetler göz önünde bulundurulduğunda Hayber’de onun da Ümmü Seleme ile birlikte hastabakıcılık faaliyetlerinde bulunduğu düşünülebilir. Doğum târihi bilinmeyen Ümmü Eymen’in Hz. Peygamber’in dadısı olmasından hareketle bu savaşta muhtemelen yetmişli yaşlarda bulunmuş olması gerekir. 753 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 283; Taberî, et-Târîḫ, C. 3, s. 11; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 507; Kelâî, el-İktifâʾ fî meġāzî, C. 2, s. 191; İbn Kesîr, es-Sîre, C. 3, s. 359. 754 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 214; Nevevî, Tehẕîbü’l-esmâʾ, C. 2, s. 358; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 321. 755 İbnü’l-Cevzî, et-Telḳīḥ, s. 229; Sıfatü’s-Safve, C. 2, s. 55; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 5, s. 430; İbn Bâtiş, Kitâbü'l-Muġnî, C. 2, s. 73; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 361. 142 Adını ilk olarak Hayber756 Gazvesi’nde zikredeceğimiz Resûlullah’ın mevlâsı Selmâ, Hz. Peygamber’in diğer mevlâsı Ebû Râfi‘’in eşi olup ondan dünyaya getirdiği evlâdına nispeten Ümmü Râfi‘ diye künyelenmektedir. Hakkında pek fazla bilgiye rastlanmayan Selmâ’nın nesep yönünden bir haberine de tevâfuk edinilememektedir.757 Pek çok müellif tarafından rivâyetlerde Resûlullah’ın mevlâsı Selmâ ile Safiyye bint Abdülmuttalib’in mevlâsı Selmâ’nın aynı kişi olduğu ittihaz edilmekte758, ancak ikisini farklı birer kişi olarak ele alınarak ilkinin Ebû Râfi‘’in eşi ikincisinin annesi olduğuna dâir sunulan haber759 İbn Hacer tarafından tenkit edilmektedir.760 Hz. Peygamber’in âilesine pek çok hizmetlerinin yanı sıra ebe ve hemşire olarak da mevlâ-i meşhûre olan Selmâ, Allah resûlünün tüm evlâtlarına hem ebelik hem dâyelik, kızı Fâtıma’dan olan torunlarına ise ebelik yaptığı aktarılmaktadır.761 Hayber Harbi’nde bulunduğu birçok kaynak tarafından teyit edilen Selmâ’nın bu savaşta kadınlar tarafından müslüman askerlere sunulan sağlık hizmetlerinin yanında yine Hayber ordusunda hâmile haliyle yer alıp ve savaştayken çocuklarını dünyaya getiren müelliflerin ismini kaydetmediği Abdullah b. Üneys’in eşi ve Ümmü Sehle’nin doğumlarıyla da ilgilendiği düşünülebilir. Nitekim bu düşüncemizi müelliflerin tavzîhen sunduğu bir rivâyetle teyit edemesekte aksini düşünmemizi sağlayacak bir durumda söz konusu değildir. İbn Sa‘d’ın kaydettiği bir bilgide Resûl-i Ekrem’in hanımı Hadîce’nin 756 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 214; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1862; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 4, ss. 252, 307; Ebü’I-Hasen Alî b. Muhammed b. Abdilmelik el- Kutâmî el-Fâsî İbnü’l-Kattân el-Mağribî, Beyânü’l-vehm ve’l-îhâmi’l-vâḳıʿayn fî kitâbi’l-Aḥkâm, Dirâse ve thk. Hüseyin Âyt Saîd, 1. bs., Riyad, Dâru Tayyibe li’n-neşr ve’t-tevzî‘, 1417/1997, C. 4, s. 131; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 148; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 6, s. 381; Nevevî, Tehẕîbü’l-esmâʾ, C. 2, s. 347; Mizzî, Tehẕîbü’l-Kemâl, C. 35, s. 197; Zehebî, Teẕhîbü Tehẕîbi’l-Kemâl, C. 11, s. 141; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 321; İbn Hacer, Tehẕîbü’t-Tehẕîb, C. 12, s. 425. 757 Mehmet Eren, “Ümmü Râfî‘”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, s. 327. 758 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 216; İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, C. 3, s. 184; Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr, C. 24, s. 297; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3352; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1862; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 148; Nevevî, Tehẕîbü’l-esmâʾ, C. 2, s. 347; Mizzî, Tehẕîbü’l- Kemâl, C. 35, s. 196; Safedî, el-Vâfî bi’l-vefeyât, C. 15, s. 190; Makrîzî, İmtâ‘, C. 6, s. 342; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 187. 759 Ebû Abdillâh Alâüddîn Moğultay b. Kılıç b. Abdillâh el-Bekcerî el-Hikrî, İkmâlü Tehẕîbi’l-Kemâl, thk. Ebû Abdurrahman Âdil b. Muhammed, Ebû Muhammed Üsâme b. İbrahim, 1. bs., Kahire, Fâruku’l- Hadîse, 1422/2001, C. 9, s. 52. 760 İbn Hacer, Tehẕîbü’t-Tehẕîb, C. 12, ss. 425-426. 761 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 216; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1862; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 148; Nevevî, Tehẕîbü’l-esmâʾ, C. 2, s. 347; Makrîzî, İmtâ‘, C. 6, s. 342; Eren, “Ümmü Râfî‘”, (DİA), C. 42, s. 327. 143 doğumu öncesinde onun için bir kısım hazırlıklarında bulunduğunu beyân edilen762 Selmâ’nın, bu hazırlıklarının keyfiyetini bilemesek de onun doğum hemşireliği bakımından bir kısım tecrübeler sâhibi, mâhir bir hastabakıcı olduğu söylenebilir. Hz. Peygamber’den sonra vefat ettiği ifâde edilen Selmâ’nın adının Hayber öncesi ve sonrasında başka bir savaşta tesâdüf edilememesi onun özellikle doğumu yaklaştığı halde Hayber ordusunda hazır bulunan isimlerini zikrettiğimiz iki hanım sahâbînin doğum hemşireliğinin yanında yaralı askerlerin tedâvisini görmek için bu savaşta hazır bulunmuş olmalıdır. Ümmü Râfi‘’in hem Hz. Peygamber’e yakınlığından ötürü hem de kaynakların onun savaşa ( َّّللا ِ Resûlullah ile birlikte katıldığına dâir (قد شهدت سلمى َخْيبََر َمَع َرُسوِل rivâyetlerden hareketle onun da ümmü’l-mü’minîn Ümmü Seleme ile aynı karargâhta bulunduğunu söylemek mümkündür. Doğum ve vefatıyla ilgili bir bilgi kaydedilmeyen Selmâ’nın bu gazveye evli bir kadın olarak katıldığı ifâde edilebilir. İlk olarak Uhud Gazvesi’nde adını ve hakkında bir takım bilgileri sunduğumuz Ümmü Umâre’nin katıldığı savaşlardan biri de Hayber Harbi’dir.763 Kaynakların Uhud’da onun hakkında sarîh olarak sundukları bilgilerden hareketle bu savaşa katılmasında sâhip olduğu bir takım tıbbî meziyetlerin etkili olduğuna temas ettiğimiz bu Medineli hanım sahâbînin, Hayber’e aynı niyet ve gāyelerle yaralıların tedâvisi ve hastaların bakımı için katıldığı söylenebilir. Vâkıdî’nin Ümmü Umâre’den naklettiği bir haberde, Hayber’de es-Sa‘b b. Muâz’ın kalesini ele geçiren müslümalar burada yere gömülü buldukları mücevherleri Resûlullah’a getirmişler, Allah resûlü de kendisiyle berâber bulunan kadınlara dağıtılmasını emretmiştir. Ümmü Umâre’nin verdiği bilginin devamında orada bulunan kadınların tâdat edildiği ve sayılarının yirmi çıktığını ifâde edilmektedir.764 Bu bilgiden hareketle Hayber’de onunda Hz. Peygamber’in yakınında eşi Ümmü Seleme ile bulunan hanım sahâbîler arasında yer aldığı anlaşılmaktadır. Burada Ümmü Umâre’nin haberine ara vererek bir husûsa temas etmek istiyoruz. Hayber’e katılan müslüman kadınların geniş listesini veren Megāzî müellifi Vâkıdî, Resûlullah ile birlikte Medine’den yirmi hanımın yola çıktığını ifâde ettikten sonra 762 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 216. 763 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 661, 665, 685, 688; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 385; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's- Safve, C. 2, s. 63; el-Muntaẓam fî Târîḫ, C. 4, s. 189; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 5, s. 197; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 321; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, ss. 441-442. 764 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 688. 144 sunduğu listede sâdece on altısının ismini zikretmektedir. Listenin haricinde yine eserinde münferit olarak verdiği isimler toplandığında sayının yirmiden fazla çıktığı görülmektedir. Bir diğer yandan Vâkıdî’nin eserinde isimleri geçmeyip fakat değişik kaynakların kaydettikleri sâir isimlerle birlikte bu sayının daha da arttığı görülmekte, neticede Hayber’e katılan müslüman kadınların sayısının yirmiden fazlaca olduğuna şâhit olunmaktadır. Ortaya çıkan bu tabloda birbirini nakzeder gibi duran rivâyetlerin araştırmalarımızdan edindiğimiz izlenimlerden hareketle şu şekilde açıklanabilir: Öncelikle Hayber’de müslüman hanımların sağlık hizmeti verdiği en az iki ayrı mekāndan bahsetmek mümkündür. Nitekim Hayber için başta Vâkıdî’den sunduğumuz rivâyete göre savaşın başlarında tam yeri belirtilmeden müslümanlardan yaralananların önce bir karargâha taşınarak orada tedâvilerinin yapıldığı eğer yaralıda bir hareket olursa oradan Resûlullah’ın bulunduğu yerdeki karargâha taşındıklarını ifâde edilmişti. Buradan hareketle Hz. Peygamber’in karargâhında zevcesi Ümmü Seleme ile birlikte olan hanım sahâbîlerin hastabakıcılık hizmeti icrâ ettiği ve Ümmü Umâre’nin yukarıda naklettiği rivâyetten hareketle de bu hanımların sayısının yirmi olduğu söylenebilir. Muhtemelen yaralıların ilk götürüldüğü karargâh sıcak çatışmaların yaşandığı mevkiye yakın bir konumda bulunarak burada yaralıların ilk müdahaleleri gerçekleştiriliyor, müdahalesi yapılan yaralıda eğer hâlâ canlılık emaresi bulunuyorsa Ümmü Seleme’nin bulunduğu karargâha taşınarak orada tedâvisine devam ediliyordu. İlk karargâhta hizmet ettiğini düşündüğümüz hanımların bilgisini ileride bahsi gelecek Ümmü Sinân’ın haberleri bağlamında sunacağız. Bu sebepten tespitlerimiz ışığında savaşta Ümmü Seleme’nin bulunduğu diğer karargâhta hizmet veren hanımlara ayrıca değinmeye bölüm boyunca gayret göstereceğiz. Ancak bu iki karargâhta farzettiğimiz hanımların savaş boyunca hep aynı yerde bulunduklarını veya burada sağlık hizmeti sunulan ayrı bir çadır yâhut karargâh gibi başka bir mekānın var olup olmadığını kullandığımız kaynaklar bağlamında ifâde etmek şimdilik mümkün gözükmemektedir. Ümmü Umâre’nin kaynaklarda yaşı ile alâkalı sunulan bir bilgiye sâhip olamadığımız için sâdece bu savaşa iştirak eden evli kadın sahâbîlerden biri olduğu ifâde edilebilmektedir. 145 Vâkıdî’nin listede adını zikrettiği bir diğer hanım Ümmü Menî‘’dir.765 Onun Hayber’de bulunduğuna dâir bilgi birçok kaynak tarafından teyit edilmektedir.766 İlk olarak adını Hudeybiye’ye katılan kadınlar arasında zikrettiğimiz Ümmü Menî‘’nin asıl adı Esmâ bint Amr b. Adî’dir. Medineli ilk müslüman hanımlardan biri olup neseben Hazrec’in Benî Selime kabîlesine bağlı olan Esmâ, kocası Hadîc b. Selâme ile birlikte doğumu yaklaştığı döneminde İkinci Akabe Bîatı’nda bulunmuş ve o gece oğlu Şübâs’ı doğurmuştur. Bîat gecesi doğan ilk oğlu Şübâs’a nispeten de Ümmü Şübâs767 diye künyelenmiştir.768 Vâkıdî’nin talebesi İbn Sa‘d Ümmü Şübâs’ın Hayber’e Hz. Peygamber ile birlikte katıldığını ifâde ettiği görülmektedir. Bu nedenle onun da Ümmü Seleme ile aynı karargâhta bulunduğu ve orada sağlık hizmeti sunan evli kadınlardan birinin de o olduğu söylenebilir. Yine ilk olarak adı Uhud Gazvesi’nde gördüğü hizmetlerle anılan ensar hanımlarından Ümmü Süleym bint Milhân Resûlullah ile katıldığı savaşlardan biri de Hayber olarak kaydedilmektedir.769 Uhud ve sonrası geçen zaman diliminde kazandığı sağlık tecrübelerinin etkisiyle onun da Hayber’e yaralıların tedâvisi ve hastaların bakımı için çıkan kadınlardan biri olarak kabul edilebilir. Müellifler onun için de Hayber’de sunduğu sağlık hizmetine temas etmemektedirler. Ancak oğlu Enes kanalıyla nakledilen rivâyette Hz. Peygamber, Hayber kuşatmasında Yahudi Benî Nadîr kabîlesinin reisi Huyey b. Ahtab’ın esir olarak ele geçirilen kızı Safiyye ile savaş sonrası Medine’ye dönüş yolunda izdivaç gerçekleştirmişti. Safiyye’nin evlilik öncesi saçının taranması, koku sürünüp süslenmesi gibi bir takım hazırlıklarına yardım eden kadınlardan biri de orada hazır bulunan Ümmü Süleym olduğu bildirilmektedir.770 765 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685. 766 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 380; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 2, s. 607; Ebû Bekr Şemsüddîn Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed el-Kaysî İbn Nâsırüddin, Tavżîḥu’l-Müştebih fî żabṭı esmâʾi’r- ruvât ve ensâbihim ve elḳābihim ve künâhüm, thk. Muhammed Naîm el-Araksûsî, Beyrut, Müessesetü’r- risâle, 1414/1993, C. 5, s. 277; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 321; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 482. 767 Bazı araştırmacılar Ümmü Menî‘’nin künyesini Ümmü Şübâs yerine okumaya elverişli olduğu için Ümmü Şibâs diye kaydettikleri görülmektedir. Ancak kullandığımız temel kaynaklarda künyesinin Şübâs diye harekeli verilmesinden hareketle tarafımızca Şübâs demeyi tercih ettik. Ümmü Şibâs için bkz. Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, ss. 147-148. 768 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, ss. 379-380; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1784; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l- ġābe, C. 2, s. 607; C. 7, ss. 12, 389; İbn Nâsırüddin, Tavżîḥu’l-Müştebih, C. 5, s. 277. 769 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 321. 770 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 707; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 289; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 118; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 19, s. 51(Had. no: 11992); Buhârî, “Ṣalât”, 12(Had. no: 371); Müslim, “Nikâḥ”, 84(Had. no: 1365). 146 Doğum târihi hakkında kesin bir bilgimiz bulunmayan Ümmü Süleym’in bu savaşta Ümmü Seleme ile birlikte aynı karagâhta hastabakıcılık yapan evli kadınlardan biri olarak zikredilebilir. Uhud Gazvesi’nde müslüman askerlere çeşitli görevlerde hizmetler sunan Benî Neccâr hanımlarından Vâkıdî’nin Hayber listesinde adını zikrettiği Ümmü Selît, talebesi İbn Sa‘d tarafından sunulan bu bilginin teyit edildiği görülmektedir.771 Onun’da Hayber’e çıkışı diğer hanımlar gibi muhtemel yaralanma vakalarına karşı hemşirelik gāyesiyle olduğunu söylememize aksi bir durum söz konusu değildir. Neticede Neccâroğullarına mensup olması bu harbe kabîlesinden diğer hanımlar gibi Hz. Peygamber ile birlikte katılarak Ümmü Seleme ile aynı karargâhta hastaların bakımıyla ilgilendiği düşüncesine sevk etmektedir. Doğumu hakkında bilgi sâhibi olamadığımız Ümmü Selît’in evli olarak savaşta hazır bulunan kadınlardan biri olduğu söylenebilir. İlk olarak ismini Uhud’a katılan kadınlar arasında temas ettiğimiz Ümmü Atıyye’nin kendisi tarafından nakledilen rivâyete göre Hz. Peygamber ile birlikte yedi gazvede yer almış, çıktığı bu gazvelerde çeşitli hizmetlerin yanı sıra yaralıların tedâvisi, hastaların bakımı ile ilgilendiği ifâdelerini zikretmiştik. Birçok kaynak tarafından te’yîdi mümkün olan bu bilgilere Vâkıdî tasrih sadedinde onun Hayber’e katılan kadınlar arasında adını kaydetmektedir.772 Muahhar tarihçilerden Halebî ise bu haberlere ek olarak Hz. Peygamber’in halası Safiyye, Ümmü Süleym, Ümmü Atıyye ve kadınlardan bazılarının Allah resûlüne gelerek savaşta müslüman askerlere yardımda bulunmak niyetiyle kendisiyle birlikte savaşa katılma talebinde bulunduklarını, Resûl-i Ekrem’de bu taleplerini geri çevirmediğini nakletmektedir.773 Ayrıca İbn Sa‘d’ın Ümmü Atıyye’nin Hayber’e Resûlullah ile birlikte çıktığını kaydettiği görülmektedir.774 Bu haberler bağlamında onun da Ümmü Seleme ile birlikte hareket eden hanım sahâbîlerden biri olduğu söylenebilir. Enes b. Mâlik kanalıyla nakledilen annesi Ümmü Süleym ile birlikte ensardan bazı kadınların Hz. Peygamber ile birlikte katıldıkları savaşlarda askerlere su taşıdığı ve yaralıları tedâvi ettiği yönündeki rivâyet bu düşüncemizi desteklemektedir.775 771 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 390. Diğer kaynaklar için bkz. İbnü’l- Cevzî, Sıfatü's-Safve, C. 2, s. 64; el-Muntaẓam fî Târîḫ, C. 4, s. 189; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 321. 772 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685. Ayrıca naklen bkz. Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 321. 773 Halebî, es-Sîretü’l-Ḥalebi, C. 3, s. 82. 774 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 423. 775 Nesâî, “Siyer”, 186(Had. no: 8831). 147 Târîh-i velâdeti hakkında bir bilgiye rastlayamadığımız Ümmü Atıyye’nin Uhud’da kâil olduğumuz düşüncemizden onun da savaşa katılan evli hanımlardan biri olduğu söylenebilir. İlk olarak Hudeybiye’ye katılan hanım sahâbîler arasında sâdece ismine temas ettiğimiz Ümmü Âmir el-Eşheliyye’nin asıl adı Esmâ olmakla berâber Fükeyhe olduğu yönünde de rivâyetler bulunmaktadır.776 Ancak İbn Sa‘d’ın adını Esmâ bint Yezîd b. Seken b. Abdüleşhel olarak kaydettiği Evs’in Benî Abdüleşhel kabîlesine mensup olan Ümmü Âmir ile Benî Sevâd kabîlesine mensup olduğu açıkça zikredilen Fükehye bint Yezîd b. Seken’in farklı iki kişi olduğu görülmektedir.777 Medineli müslüman olup Resûl- i Ekrem’e bîat eden kadınlardan biri olan Esmâ, ensarın meşhur sahâbîlerinden Muâz b. Cebel’in halasının kızı olduğu da nakledilmektedir.778 Bazı müelliflerce adından ziyâde Ümmü Âmir yâhut Ümmü Âmir el-Eşheliyye künyeleriyle haberi sunulan Esmâ’nın ayrıca künyesinin Ümmü Seleme şeklinde de takdir edildiği görülmektedir.779 Esmâ’nın sahâbî hanımlar arasında bilinirliliğinin artmasını sağlayan hadislerden biri onların temsilcisi olarak ashâbıyla birlikte bulunduğu sırada Resûl-i Ekrem’e gelerek yaptığı mûciz konuşmasıdır. Resûlullah’a hitâben bir konuşmasında, “Anam babam sana feda olsun yâ Resûlallah! Ben sana kadınların elçisi olarak geldim. Allah seni bütün erkek ve kadınlara peygamber olarak göndermiştir. Biz sana ve senin rabbine îman ettik. Kadın olduğumuz için evlerinizde kapanıp kalmış, nefislerinizi tatmin etmiş ve çocuklarınızı karnımızda taşımışızdır. Siz erkekler ise cuma namazı kılmak, camiye ve cemaate çıkmak, hastaları ziyaret etmek, cenazelerde bulunmak, birden fazla hacca gitmek gibi hususlarda bize üstünlük sağlamış bulunuyorsunuz. Tüm bunların en mühimi Allah yolunda cihâd etmektir. Fakat siz hac veya umre için yâhut düşmanla harb etmek üzere evinizden çıktığınız vakit mallarınızı korur, iplik eğirip size elbiseler diker ve 776 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 301; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 69, ss. 31, 33; İbnü’l-Cevzî, Câmi’u’l- mesânîd, C. 8, s. 23; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 347; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 6, s. 379; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 426. 777 Krş. İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 301; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 282. 778 İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1787; İbnü’l-Esîr, Câmiʿu’l-uṣûl, C. 12, s. 189; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n- Nübelâ, C. 2, s. 296. 779 İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1787; İbnü’l-Cevzî, et-Telḳīḥ, s. 234; İbnü’l-Esîr, Câmiʿu’l-uṣûl, C. 12, s. 189; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 6, s. 379; Mizzî, Tehẕîbü’l-Kemâl, C. 35, s. 128; ; Zehebî, Teẕhîbü Tehẕîbi’l-Kemâl, C. 11, s. 113; Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed İbn Hacer el-Askalânî, Taḳrîbü’t-Tehẕîb, thk. Ebü’l-Eşbâl Sagîr Ahmed Şâgif el-Bâkistânî, Riyad, Dârü’l-âsıme, 1421, s. 1344. Kaynaklar bağlamında künyesi hakkında başka değerlendirmeler için bkz. Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 124. 148 çocuklarınızı biz terbiye ederiz. Bu nedenle bizlerde sizin kazandığınız hayır ve sevaplarda size ortak olamaz mıyız?” demiş, bu sözleri takdirle karşılayan Hz. Peygamber sahâbîlere dönerek, “Sizler bir kadından, dînî bir mesele hakkında sorduğu bir soruda bundan daha güzel bir söz işittiniz mi?” dedikten sonra tekrar Esmâ’ya yönelerek, “Ey hanım, iyi anla ve seni buraya gönderen hanımlara da iyice anlat ki bir kadının kocasıyla güzel geçinip onun hoşnutluğunu kazanması sevap bakımından o saydığın üstünlüklerin tümüne denktir.” diye cevap vermişlerdir. Bu hâdiseden sonra Esmâ’nın “hatîbetü’n- nisâ” diye anıldığı kaydedilmektedir.780 Kaynaklarda bu konuşmanın ne zaman yapıldığına dâir bir bilgi sunulmasa da muhtemelen en geç Hayber öncesine tekâbül ettiği Esmâ’nın Hayber’de bulunması hasebiyle söylenilebilmektedir. Kuşkusuz üzerine birçok konuda söz söylenebilecek bu rivâyet bağlamında kadınlar için savaşın farz olmadığı ve zamanla dile getirdikleri taleplerle içtimâ-i hayattaki varlık sâhalarını dinin meşrû gördüğü zeminler çerçevesinde daha da genişlediği ifâde edilebilir. Bir diğer yandan Esmâ’nın Hz. Peygamber’e gelerek muktezâ-yı hale mutâbık efkâr-ı nisânın beyân-ı hâlini açıkça arz edebilmesi onun hatipliğinin yanı sıra müslüman kadınların İslâm toplumunda sözleri karşılık bulan etkin bireyler olduklarının temsîlî bir göstergesi olarak da kabul edilebilir. Vâkıdî, Esmâ’yı Hayber’e katılan kadınlar arasında Ümmü Âmir el-Eşheliyye diye künyesiyle zikretmekte781, başta İbn Sa‘d olmak üzere bir kısım müellifler de onun bu savaşa Hz. Peygamber ile birlikte katıldığını tavzîhen kaydetmektedirler.782 Bu bağlamda onun da Ümmü Seleme ile birlikte yaralıların tedâvisiyle ilgilenen hanımlardan biri olarak telakkî edilebilir. İlk olarak adını ve hakkında bir takım haberleri Benî Kurayza Gazvesi’nde beyân ettiğimiz ensar hanımlarından Ümmü’l-Alâ’nın ayrıca ismine Vâkıdî’nin Hayber’e katılan kadınlar listesinde de tesâdüf edilmekte farklı kaynaklardan da bu bilgi teyit 780 Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3259; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 7, ss. 363-364; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, ss. 17-18; Ali Osman Ateş, “Esmâ bint Yezîd”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, C. 11, s. 423. 781 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 321. İbn Hacer Vâkıdî’den sunduğu bu rivâyette muhtemelen müstensih hatası olarak (أم عامر) yerine (أم عمارة) şeklinde istinsah edildiği görülmektedir. İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 427. 782 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 302; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 69, s. 38; İbn Manzûr, Muḫtaṣaru Târîḫi Dımaşḳ, C. 5, s. 145. 149 edilmektedir.783 Çeşitli vesîlelerle müslümanlara hizmetten geri durmayan bu hanım sahâbînin geçirdiği bir hastalık sebebiyle Resûl-i Ekrem’in kendisini evinde ziyaret ettiği ve Ümmü’l-Alâ’nın bu hasta ziyaretinden ziyâdesiyle hoşnut kaldığı görülmektedir.784 İbn Sa‘d’ın onun Hayber’e Resûlullah ile birlikte katıldığı ifâdesinden hareketle onun da Ümmü Seleme’nin yanında yer alan diğer ensar hanımlarıyla berâber yaralıların tedâvisi, hastaların bakımıyla ilgilendiği düşünülebilir. Yine Benî Kurayza’da hakkında ifâde ettiğimiz gibi yaşı hakkında bir mâlûmat elde edilemeyen Ümmü’l-Alâ’nın savaşa evli bir hanım olarak katıldığı söylenebilir. Müellifler tarafından ismi kaydedilemeyen, ilk olarak Vâkıdî’nin Hayber listesinde kendisine Âsım b. Adî’nin eşi diye tevâfuk ettiğimiz hanım sahâbînin bu savaşa hâmileyken katıldığı ve Hayber’de dünyaya gelen ilk çocuğu olduğu anlaşılan Sehle bint Âsım adlı kızına nispeten kaynaklar tarafından Ümmü Sehle diye de zikredildiği görülmektedir.785 Eserlerinde bu rivâyetleri Vâkıdî’ye izâfeten kaydeden İbnü’l-Esîr ve İbn Hacer ayrıca İbnü’d-Debbâğ’ın da bu haberleri naklettiğini tasrîh ederek bilgileri teyit etmektedirler.786 Hadis müellifi Taberânî’nin Sehle bint Âsım kanalıyla eserinde yer verdiği bir rivâyette onun, “Resûlullah’ın Huneyn’i fethettiği gün” doğduğuna dâir bir kayda rastlanılmaktadır.787 Aslen Hayber’deki hâdiseye delâlet ettiği görülen bu rivâyetin yine müstensih hatası olarak Hayber yerine Huneyn diye istinsah edildiği görülen hatanın aynı senedle Ebû Nuaym el-İsfahânî’de de tekrar ettiği, İbn Hacer’de de (خبير) “Habîr” şeklinde yine tam doğrusunun kaydedilemediği görülmektedir.788 Sehle tarafından tasrîhen aktarılan bilgilerin devamında adını bizzat Resûlullah’ın kendisi koyarak ona Allah’ın işlerini kolay kılması için dua ettiğini ve orada onu 783 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 425; Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân ez-Zehebî et-Türkmânî el-Fârikī ed-Dımaşkī Zehebî, el-Muḳtenâ fî serdi’l-künâ, thk. Muhammed Sâlih Abdülazîz el-Murâd, Medine, 1408/1987, C. 2, s. 170; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 321. 784 Ebû Dâvûd, “Cenâʾiz”, 3(Had. no: 3092); Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3536; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1948. 785 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 108; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 337; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 321; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 414. 786 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 337; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 414. 787 Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr, C. 24, s. 293(Had. no: 744). 788 Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr, C. 24, s. 293(Had. no: 744); Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3348; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 194; Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 136. 150 Abdurrahman b. Avf ile nikâhladığını beyân etmektedir.789 Araştırmacılar bu nikâhı, “Bilindiği gibi ülkemizde beşik kertmesine benzer bir biçimde Araplar, çocuklarını küçükken nikâhlıyorlardı. Ancak ergenlik çağına giren adayların bu akdi feshetme imkânları bulunuyordu.”790 şeklinde yorumlayarak îzah ettikleri görülmektedir. İbn Sa‘d’ın eserinde Abdurrahman b. Avf’ın hanımları arasında Sehle bint Âsım’ın ismine yer verilmesi bu nikâhın tamamına erdiğine delil teşkil etmektedir.791 Ümmü Sehle’nin sâdece Vâkıdî’nin, “Resûlullah ile birlikte Medine’den yirmi kadın da yola çıkmıştı.”792 diyerek adını listede zikretmesinden hareketle onun da Ümmü Seleme ile berâber olan kadınlar arasında olduğu yönünde düşünmemize sevk etmektedir. Hakkında pek az bilgi bulunan bu hanım sahâbînin de üstelik hâmile olmasına rağmen savaşa çıkması sâhip olduğu bir takım sağlık tecrübelerinin etkisiyle olduğunu düşünmekteyiz. Yaşı hakkında da bir bilgi bulunmayan Ümmü Sehle’nin savaşa iştirak eden evli hanımlardan biri olarak ifâde edilebilir. İlk olarak Hendek Gazvesi’nde adı ve hakkında sunulan haberleri ariz ve amik olarak sunmaya çalıştığımız Küaybe bint Sa‘d el-Eslemiyye, Vâkıdî’nin Hayber listesinde ismine tekrar tesâdüf edilmektedir.793 Farklı kaynaklar tarafından bu gazveye Resûlullah ile birlikte katıldığı yönünde teyit edici bilgilerle onun da Ümmü Seleme ile birlikte olan hanımlar arasında olduğunu söylememizi mümkün kılmaktadır.794 Burada bir hususa yeniden işâret etmek istiyoruz; Konunun başında araştırmalarımız sırasında kaynaklar bağlamında karşımıza çıkan bir takım problemlerden bahsetmiştik. Bu problemlerden biri, râvîlerin haberleri aynı savaşa katılan her hanım sahâbî için aynı açıklıkla sunmamalarıydı. Burada görüleceği üzere bu problemin bir benzeri olarak; çeşitli savaşlara katılmış bir müslüman hanımın kimi zaman sâdece ismine değinildiği kimi zaman ise savaşta ortaya koyduğu hizmetlerle onu diğer hanımlar arasında meşhur olmasını sağlayacak kadar haberlerinin tafsîlâtıyla kaydedildiği görülmektedir. Nitekim Hendek Harbi’nde kolundan yaralanan ensarın ileri gelenlerinden 789 Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr, C. 24, s. 293(Had. no: 744); Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3348; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 193. 790 Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 136. 791 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 118. Ayrıca bkz. İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 2, s. 846; C. 4, s. 1866; Safedî, el-Vâfî bi’l-vefeyât, C. 16, s. 17. 792 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685. 793 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 321. 794 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 276; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1907; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 244. 151 Sa‘d b. Muâz’ın Küaybe’nin çadırında tedâvi görmesi, muhtemelen râvîlerin Sa‘d b. Muâz hakkında bilgiler sunarken ona da sürekli olarak temas etmeleri neticesi Küaybe’nin Hendek Gazvesi’nde şöhret bulmasına katkı sağlamış oldukları söylenebilir. Zîra hatırlanacağı üzere hemen Küaybe’nin yanında bulunan Benî Gıfâr’a ait çadırda da bazı sağlık hizmeti sunan hanımların isimlerinin açık olarak zikredilmemesi bizi bu düşünceye sevk eden âmillerden biri olarak ifâde edilebilir. Hendek Harbi’nde mahâretli bir hemşire olarak adından söz ettiğimiz Küaybe’nin bilhassa yaralanmaların yoğun yaşandığı Hayber’de de sâhip olduğu tıbbî meziyetlerini göstererek burada elinden gelen gayreti gösterdiği telakkî edilebilir. Sonuç olarak diğer bir adıyla hassaten Rüfeyde’nin ve diğer hanım sahâbîlerin, Hayber’de üstün sağlık hizmetleri sunduğu ancak râvîlerin müşâhede sınırlarına girmemesi yâhut onlar için bu hizmetlerin olağan dışı bir durum olarak değerlendirilip tafsîlâtıyla kaydetmeye ihtiyaç duymadıkları gibi nedenlerle bu konuda kaynaklarda yeterli bilgi bulunmadığını yeniden hatırlatmak istiyoruz. Rüfeyde’nin velâdet târihi ve medenî hali hakkında kaynaklardan teyit edebileceğimiz bir bilgiye sâhip olamadığımız için bu konuda bir kanaat izhâr edemeyeceğiz. Vâkıdî’nin listesinde ismi geçen bir diğer hanım sahâbî Küaybe ile aynı kabîleye mensup Ümmü Mutâ‘ el-Eslemiyye’dir.795 Hakkında pek az bilgi verilen Benî Eslem kabîlesine mensup olduğu anlaşılan bu hanımın, kabîlesinin Hz. Peygamber’in hicreti sırasında İslâm’a girdiği ve hatta bu sırada hicret kervanına yardımcı da oldukları796 göz önüne alındığında onun Medineli ilk kadın sahâbîler arasında yer alması muhtemeldir. Onun Hayber’e çıktığı bilgisini Resûlullah ile katıldığı yönünde değişik kaynaklar tarafından verilen rivâyetler797 doğrultusunda Ümmü Seleme ile bulunan kadınlar tarafında yer aldığını söylemek mümkün görünmektedir. Hayber Gazvesi’nde hazır bulunan Ümmü Mutâ‘ şâhit olduğu bir hâdiseyi şu şekilde anlatmaktadır: “Eslem’in içinde bulundukları hali Resûlullah’a şikâyet ettiklerinde onları gördüm. Resûlullah insanlara nasihatte bulundu. İnsanlar ayağa kalktılar. Eslem kabîlesinin, es-Sa‘b b. Muâz’ın kalesine ilk varan insanlar olduklarını 795 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 321. 796 Savaş, “Küaybe bint Sa‘d”, (DİA), C. 26, s. 519. 797 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 276; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1958; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 385; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 474. 152 gördüm. Orada beşyüz savaşçı vardı.”798 Bu rivâyete eserinde “Kadınların Erkeklerle Birlikte Savaşa Katılmaları” başlığı altında yer veren Serahsî şu yorumu kaydetmektedir: “Ümmü Mutâ‘’nın beyânından Resûlullah ile savaşa katıldığı ve Resûlullah tarafından kendisine mâni olunmadığı, yaşlı kadınlar için (للعجوز) kendilerine uygun işleri görmek üzere müslüman askerlere yardımda bulunmak için savaşa katılabileceklerini anlıyoruz.”799 Yaşı ile alâkalı kaynaklardan bir mâlûmat elde edemediğimiz Ümmü Mutâ‘’nın, Serahsî’nin yorumundan onun bu savaşa genç olmayan bir yaşta katıldığını telakkî ettiği çıkarılabilir. “Ümmü” diye anılarak açıkça anne olduğunun izhâr edilmesinden de evli olup evlât sâhibi bir anne olduğu anlaşılmaktadır. Vâkıdî’nin Hayber listesinde yer alan bir diğer hanım sahâbî Ümmü’d-Dahhâk bint Mes‘ûd el-Hârisiyye’dir.800 Evs’in Benî Hârise kabîlesine mensup olan bu hanımın kendisiyle alâkalı aynı haberleri içeren bazı rivâyetlerde adının ed-Dahhâk bint Mes‘ûd şeklinde kaydedildiği görülmektedir. Başta Ebû Nuaym el-İsfahânî olmak üzere bazı tabakat müellifleri, isminin bu şekilde verilmesinin İbn Mende kaynaklı olduğunu aktardıktan sonra ismini Ümmü’d-Dahhâk olarak tasdiklerini beyân edip sonra künyesiyle ayrıca zikretmektedirler.801 İlk olarak İbn Sa‘d ile birlikte müellifler tarafından onun Hayber’e Resûlullah ile birlikte katıldığı haber verilmekte, İbn Hacer ise bu haberi bizzat kendisi kanalıyla nakledilen rivâyetle sunmaktadır.802 İbn Ebû Âsım’ın kaydettiği yine onun kanalıyla aktarılan bir başka rivâyette Hayber’e çıkmakta olan Huveyyesa ve Muheyyesa, kız kardeşleri Ümmü’d-Dahhâk’ın da kendileriyle berâber çıkarken görünce kendisinden yola çıkmaktaki muradının ne olduğunu sual etmişler, o da onlara; “Size savaşta su taşır, yaralılarınızın tedâvisi ile ilgilenirim.” diye cevap vermiştir. Rivâyetin devamında yanında başka bir hanımın da varlığından söz edilerek (ومعها إمرأة أخرى) ikisine 798 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 659; Makrîzî, İmtâ‘, C. 13, s. 327; Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed İbn Hacer el-Askalânî, el-Meṭâlibü’l-ʿâliye bi-zevâʾidi’l-mesânîdi’s̱-s̱emâniye, thk. Sa‘d b. Nâsır b. Abdul‘azîz eş-Şuserî, Riyad, Dârü’l-âsıme, 1419-1420/1998-2000, C. 17, s. 443; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 122. 799 Serahsî, Siyeri’l-Kebîr, C. 1, s. 130. 800 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685. 801 Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, ss. 3388, 3523; İbn Mende, Müstaḫrec min kütübi’n- nâs, C. 2, ss. 522, 570; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, ss. 177, 343; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, ss. 224, 422. 802 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 317; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1944; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 343; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 422. 153 Resûlullah’ın bu savaştaki ganîmetten sehm(فضرب لهما رسول هللا بسهم) verdiğini bildirmekte ancak onun kimliğine dâir bir bilgi izhâr edilmemiştir.803 İbn Şebbe’nin Târîḫu’l- Medîneti’l-münevveresinde sunulan bilgiye göre Allah resûlü Hayber’e katılan iki hanım sahâbîye enfâl-i ganîmetten erkeklere verdiği pay gibi sehmden (مثل سهم رجل) verildiğini ve bu iki kişinin Ümmü’d-Dahhâk bint Mes‘ûd ile Huzeyfe b. Yemân’ın kız kardeşi olduğunu tavzîhen bildirmektedir.804 Kadınların katıldıkları savaşlar neticesinde kendilerine ganîmetten sunulanların haberlerini ayrı bir başlık altında değerlendireceğiz. Ancak burada zikretme gereği duyduğumuz bu rivâyetler bağlamında Ümmü’d-Dahhâk’a ganîmetten erkeklere verilen hisselerden verilmesi ihtimal bilhassa savaşta göstermiş olduğu hastabakıcılık hizmetlerinin bir karşılığı olarak düşünülebilir. Kendi ifâdelerinden de açıkça savaşa katılma niyetini başka hizmetlerin yanı sıra yaralıların tedâvisini de zikretmesi onun bir kısım sağlık tecrübelerine sâhip biri olduğunu düşünmemize sevk etmektedir. Savaşa Resûlullah ile birlikte katıldığı sarâhaten bildirilen bu hanımın da Ümmü Seleme ile birlikte aynı karargâhta hizmet verenlerden biri olarak zikretmemize olanak sağlamaktadır. Hakkında birkaç sınırlı bilgiyi hocası Vâkıdî’den nakleden İbn Sa‘d, ardından onun hakkında Nesebü’l-Ensâr’da başka bilgiye tesâdüf edemediğini bildirmektedir.805 Bizim de değişik kaynaklardan yaşı hakkında bilgi sâhibi olamadığımız bu hanımın ed- Dahhâk’ın annesi olması hasebiyle sâdece savaşa katılan evli kadınlardan biri olarak ifâdesi mümkün olmaktadır. İlk olarak ismine ve hakkında bir kısım bilgilere Uhud Gazvesi’nde yer verdiğimiz Hind bint Amr b. Harâm’ın Vâkıdî’nin Hayber’e katılan kadınlar listesinde adı Hind bint Amr b. Hizâm şeklinde geçmektedir.806 Tabakat müellifleri tarafından adının “Harâm” (َحَرام) şeklinde olduğu kat’î olan Hind’in, Hayber listesinde “Hizâm” diye geçmesi açık bir takkik hatası olduğu görülmektedir. Nitekim Vâkıdî’nin aynı (ِحَزام) eserinde Uhud’da haberini verirken de “Harâm” diye kaydedildiği görülmektedir.807 803 İbn Ebû Âsım, el-Âḥâd ve’l-mes̱ânî, C. 6, s. 245(Had. no: 2477). 804 İbn Şebbe, Târîḫu’l-Medîne, C. 1, ss. 188-189. 805 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 317. 806 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685. 807 Krş. Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 264, 685; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 368; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3461; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1923; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 282. 154 Yaralıların tedâvisi için Uhud’da bulunan Hind’in kazandığı tecrübelerle yeniden Hayber’de aynı niyetle bulunduğu söylenebilir. İbn Sa‘d onun Hayber’e Resûlullah ile birlikte katıldığını kaydetmektedir.808 Bu bağlamda onun da Ümmü Seleme’nin yanında sağlık hizmetinde bulunduğu düşünülebilmektedir. Yaşı hakkında kaynaklarda bir bilgiye yer verilmeyen Hind’in Uhud’da oğluna nispeten yaklaşık otuzlu yaşlarda savaşa katılmış olabileceğini dile getirmiştik. Hayber’de de en az otuzlu yaşlarının içinde evli bir hanım olarak savaşa katıldığı ifâde edilebilir. Vâkıdî’nin adını listede zikretmeyip eserinde haberini ayrıca yer verdiği kadınlardan biri olan Benî Gıfâr kabîlesine mensup Ümeyye809 bint Kays b. Ebi’s-Salt el- Gıfâriyye hicretten sonra müslüman olup Resûlullah’a bîat eden hanım sahâbîlerden biridir. Vâkıdî’nin bizzat kendisinden sunduğu rivâyette Gıfâr kabîlesinden bir grup hanımla birlikte Hayber Savaşı öncesi Hz. Peygamber’in yanına gelen Ümeyye, “Ey Allah’ın resûlü! Gideceğin şu seferde seninle birlikte katılmak istiyoruz. Yaralıları tedâvi eder, elimizden geldiği kadar müslümanlara yardım ederiz.” diyerek talepte bulunmuş ve Resûlullah ise onlara izin vermiştir. Rivâyetin devamında ergenlik dönemine yeni adımlar attığı anlaşılan bu hanımın Hz. Peygamber’in devesinin terkisinde yolculuk yaparken kadınlara mahsus hallerin onda ilk defa zuhur etmesi neticesi ne yapacağını bilemediği ve durumu fark eden Hz. Peygamber’in ona bazı tavsiyelerde bulunduğu görülmektedir.810 İbn İshâk tarafından nakledilen aynı içeriğe sâhip rivâyetlerde haberin Benî Gıfâr’dan bir kadına ait olduğu Ümeyye bint Ebi’s-Salt’ın ise sâdece râvî konumunda olduğuna rastlanmaktadır.811 Anlaşılacağı üzere İbn İshâk’ın rivâyetlerini kullanan daha sonraki müelliflerin bir kısım karışıklıklardan kurtulamayarak haberin aslında bazı farklılıklara düştükleri söylenebilir.812 Nitekim eserinde rivâyeti nakleden 808 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 368. 809 Adıyla ilgili değerlendirme için bkz. Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 122. 810 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 277; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 29. Ayrıca savaşa katıldığına dâir bkz. Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 321; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 34. 811 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, ss. 290-291; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 45, ss. 108-109(Had. no: 27136); Ebû Davûd, Ṭahâret, 118(Hadis No; 313); Beyhakî, es-Sünen, C. 5, s. 61(Had. no: 4166); İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, ss. 29, 423; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 6, s. 312. 812 Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 123. 155 İbn Mende, hem Ümeyye’nin ismini “Âmine” şeklinde zikretmekte hem savaşın adını “Huneyn” olarak farklı verdiği görülmektedir.813 Rivâyetlerden daha genç bir kız olduğu anlaşılan Ümeyye’nin açıkça kendi beyânıyla yaralıların tedâvisine gücü yettiğince yardımda bulunmak için bu savaşa katıldığı anlaşılmaktadır. Ancak onun ne kadar tecrübeli bir hemşire olduğuna dâir bir başka haber tevâfuk edilememektedir. Rivâyette yanında bulunan diğer kadınların onun anne ve yakınları olduğu telakkî edildiğinde onun da onların yanında tecrübe kazanmak için bulunduğunu düşünmek mümkündür. Hayber’e katılan hanım sahâbîlerden bir diğerini de Vâkıdî eserinde verdiği listenin dışında münferiden Abdullah b. Üneys’in eşi olarak zikretmektedir.814 Kaynaklar tarafından adı hakkında bir bilgi sunulmayan bu hanımın Hayber’e katıldığı bizzat eşi tarafından şu şekilde bildirilmektedir: “Resûlullah ile birlikte Hayber’e çıktım, yanımda da hâmile eşim vardı. Yolda doğum yaptı. Durumu Resûlullah’a haber verdim. Resûlullah, “Onun için birkaç hurma815 ıslat. İyice yumuşayınca onu biraz suda beklet; sonra ona içir.” dedi.”816 Doğumunun ileri safhasında savaşa iştirak eden bu hanım sahâbînin geri hizmetlerinin yanı sıra özellikle sâhip olduğu bir kısım hemşirelik tecrübelerinin onun bu ordu içerisinde yer almasının nedenlerinden biri olarak düşünülebilir. Zîra daha önce de arz ettiğimiz gibi Resûl-i Ekrem’e gelen bazı kadın sahâbîler müslüman askerlerin yaralıların tedâvisi, hastaların bakımı için kendilerinin de savaşa katılmak istediklerini bildirmişler ve bu niyetleri üzerine kendilerine izin verilmişti. Bu haberlerin ve daha önce zikrettiğimiz kaynakların her hanım sahâbî için aynı derece de rivâyetleri açıkça nakletmediği göz önünde bulundurulduğunda Abdullah b. Üneys’in eşinin de bu gāyelerle savaşa çıktığını söylemek mümkündür. Eşi Abdullah tarafından harbe Resûlullah ile birlikte katıldığı anlaşılan bu hanımın yaşı hakkında bir 813 Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Abdilvehhâb b. Muhammed el-Abdî el-İsfahânî İbn Mende, Kitâb fîhi maʿrifetü esâmî erdâfi’n-nebî, thk. Yahyâ Muhtâr Gazzâvî, 1. bs., Beyrut, el-Medîne li’t-Tevzî‘, 1410/1990, s. 80. 814 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685. 815 Araştırmacı Aidin Salih eserinde hurma hakkında sunduğu bilgiler arasında; “Rahim kaslarını temizleyerek güçlendirdiği, esneklik kazandırdığı ve doğumu kolaylaştırdığı için hamile kadınlara hurma tavsiye edilir.” şeklinde hurmanın hamile olan kadınlar üzerinde müspet tesirine değinmektedir. Aidin Salih, Gerçek Tıp, İstanbul, 2008, s. 85. 816 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685. Vâkıdî’den naklen bkz. Beyhakî, Delâʾil, C. 4, s. 243; İbn Kesîr, el- Bidâye, C. 6, s. 314; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 144. 156 bilgiye tesâdüf edilememektedir. Bu bağlamda onun da muhtemel Ümmü Seleme ile birlikte olan evli hanımlardan biri olarak kaydedilebilir. Vâkıdî’nin Hayber’e katıldığını listenin haricinde kaydettiği son isim Ümmü Sinân el-Eslemiyye’dir. Medine civârında bulunan Huzâa’nın Benî Eslem kabîlesine bağlı olduğu bildirilen Ümmü Sinân, hicretin akabinde müslüman olup Resûl-i Ekrem’e bîat eden sahâbîlerden biridir.817 Kızı818 Sübeyte bint Hanzele el-Eslemiyye’nin annesi Ümmü Sinân’dan naklettiğine göre Hz. Peygamber’in Hayber Savaşı hazırlıklarını yaptığı bir vakitte yanına gelen Ümmü Sinân; “Ey Allah’ın resûlü! Bu seferinde ben de seninle birlikte çıkmak istiyorum. Su tulumlarını diker, hastaları ve olursa-İnşallah olmaz- yaralıları tedâvi eder, ayrıca eşyalara gözcülük ederim.” diyerek o da izin istemiş, Resûlullah’da ona; “Allah’ın bereketiyle sen de yola çık. Senin kavminden ve diğerlerinden bazı arkadaşlarında var. Onlar benimle konuştular ve ben onlara (katılmaları için) izin verdim. Eğer istersen kavminle, yok istemezsen bizimle birlikte çıkarsın.” demişti. O da Alla resûlü ile katılmak istediğini bildirince, o vakit kendisine hanımı Ümmü Seleme ile birlikte olmasını söylemişti.819 Sâdece Vâkıdî’nin eserinde tesâdüf edilen rivâyetin devamında Ümmü Sinân’ın savaşa yanında âilesinde bulunan bazı ilaçları da götürerek onlarla tedâvi hizmeti sunduğunu ve hastalara bu ilaçların iyi geldiğini kaydetmektedir.820 İlk olarak Hz. Peygamber’in rivâyette “Senin kavminden…” ifâdesiyle kastettiği kişilerin daha önce ifâde ettiğimiz Küaybe(Rüfeyde) ile Ümmü Mutâ‘ el-Eslemiyye olduğu, “Onlar benimle konuştular.” ifâdesinden de onların da Ümmü Sinân gibi izin almak suretiyle harbe katıldıkları anlaşılmaktadır. Zîra hatırlanacağı üzere daha önce dile getirdiğimiz hususta Küaybe ve Ümmü Mutâ‘’nın Resûlullah’a gelerek savaşa katılmak için izin istediklerine dâir bir rivâyet bulunmamaktadır. Rüfeyde’nin de Hendek haberlerinden mâhir bir hemşire olduğu hatırlanacak olursa Benî Seleme kabîlesinin hanımlarının ilaçların hazırlanması, yaralıların tedâvisi, 817 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 276; Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Ümmü Sinân”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, s. 330. 818 Araştırmalarımız sırasında bu rivâyeti Yüksek Lisans tezinde yer veren bir araştırmacının ihtimal zühul eseri olarak; annesi Ümmü Sinân’dan naklettiği rivâyette râvî konumunda bulunan kızı Sübeyte bint Hanzele’nin annesinin yerine koyulduğu ve Hayber’e katılanın Sübeyte olarak nakledildiğine rastlanılmaktadır. Yıldırım, Hz. Peygamber'in hanımlarından Ümmü Seleme'nin hayatı ve kişiliği, s. 36. 819 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 686-687; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 276; Taberî, et-Târîḫ, C. 11, s. 624; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 412. 820 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 687. 157 hastaların bakımı gibi tıbbî hizmetler açısından diğer hanımlara nazaran daha meziyetli oldukları görülmektedir.821 Bir diğer yandan Ümmü Sinân’ın bu rivâyetinden Hayber’e Resûlullah ile birlikte katılan kadınların yanında yine kendilerine izin verilip savaşa kendi kabîlesinin askerleriyle dâhil olan kadınların mevcudiyetine bir işâret söz konusudur. Araştırmalarımız sırasında edindiğimiz tecrübelerimiz bağlamında bu diğer hanımların husûsiyle Ümmü Seleme’nin bulunduğu karargâhın haricinde varlığına daha önce değindiğimiz müslüman askerler için kurulan başka bir karargâh yâhut benzeri bir mekānda hizmet verenler olarak telakkî edilebilir. Zîra bu hanımların sayısının da azımsanmayacak derecede oldukları görülmektedir. Bu bilgilerden hareketle Ümmü Sinân’dan sonra Vâkıdî’de isimlerine tesâdüf edilemeyen ancak değişik kaynaklardan adları Hayber’e katıldıkları yönünde haberleri sunulan bu hanımların rivâyetlerine yer vereceğiz. Kaynakların ayrıca kaydettiği haberde Hayber’in dönüş yolculuğunda Hz. Peygamber ile evlenen Safiyye bint Huyey’in hazırlanmasına yardımcı olan hanımlardan bir diğerinin Ümmü Sinân olduğunu nakledilmektedir. Onun da Ümmü Süleym gibi Safiyye’nin evlilik öncesi hazırlıklarına yardımcı olduğu anlaşılmaktadır.822 Hakkında sahâbîlerden Ebû Sinân’ın eşi olması haricinde bir bilgiye ulaşılamayan bu hanım sahâbînin de Ümmü Seleme ile aynı mekānda hizmet veren evli kadınlardan biri olarak zikredilebilir. Vâkıdî’nin eserinde yer vermediği Safiyye bint Ömer b. el-Hattâb’ın ancak sonraki kaynaklar tarafında Hayber’e Resûlullah ile birlikte katıldığı zikredilmektedir.823 Heysemî rivâyeti Taberânî’den naklettiği eserinde Hayber yerine Safiyye’nin Huneyn’de Resûlullah ile birlikte bulunduğu şeklinde kaydının açık bir tahkik hatası olarak karşımıza çıkmaktadır.824 Araştırmacı Kâsım Muhammed, Safiyye bint Ömer’in Hayber’de müslüman askerlere yemek hazırlayıp onlara su vermenin yanı sıra yaralı ve ilk yardıma muhtaç kimselere pansuman yaptığı ifâdesini kaynaklardan teyit edemediğimiz için bu haberlerin onun kendi ifâdelerinden öteye gitmemektedir.825 Ancak kaynakların çoğu 821 Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 144. 822 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, ss. 117-118; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 412. 823 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, C. 24, s. 324(Had. no: 732); Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3379; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 173; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 216. 824 Heysemî, Mecmaʿu’z-zevâʾid, C. 9, s. 264. 825 Mahmûd el-Hâc Kâsım Muhammed, “el-Mümerrıḍa fî’t-türâs̱i’l-Arabiyyi’l-İslâmî”, Dubaî, Âfâku’s̱- S̱eḳāfe ve’t-Türâs̱, S. 14, (1417/1996), s. 39; Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 97. 158 zaman detaylardan hâlî bulunuşu sebebiyle bu kanaatin kabul edilebilir olduğu ve Safiyye’nin de Ümmü Seleme ile sağlık hizmeti verdiği eklenebilir. Sâir kaynakların naklettiği bir rivâyete göre Hayber’e katılan kadınlardan biri de Ümmü Ziyâd el-Eşca‘iyye ve isimleri zikredilmeyen beş hanım sahâbîdir. Hakkında sâdece torunu826 Haşrec b. Ziyâd b. Eşca‘î kanalıyla aktarılan rivâyette Hayber’e izin almadan çıkan bu altı kadının haberi kendisine ulaşan Resûlullah, onları yanına çağırmış ve kızgınlığı yüzünden de anlaşılacak bir halde onlara kimin izniyle ve kiminle berâber yola çıktıklarını sorarak istîzah beklemişti. Bunun üzerine grup adına konuşan Ümmü Ziyâd; atılan okları toplama gibi saydığı geri hizmetlerin yanı sıra ayrıca yanlarında yaralıların tedâvisi için bir takım ilaçların (ومعها دواء نداوي به الجرحى) bulunduğu ve gāyelerinin müslüman askerlere Allah yolunda hizmet olduğunu beyânla hal ve niyetlerini izhâr etmiştir. Rivâyetin devamında bu hanımlara Hz. Peygamber’in Hayber ganîmetlerinden bir şeyler verdiği yönündeki haberlerden hareketle savaşa iştirak ettikleri anlaşılmaktadır.827 Yanlarında bir takım ilaçlar getirdikleri görülen bu hanımlarında kuşkusuz savaşta hastabakıcı olarak etkin bir rol üstlendikleri düşünülebilir. Öte yandan Hayber hakkında geniş bir liste sunan Vâkıdî’nin eserinde bu hanımların haberlerinin yer almaması onları ihmal ettiği sonucundan828 daha ziyâde Vâkıdî’nin savaşa Hz. Peygamber ile berâber katılan kadınların isimlerini kaydettiği şeklinde bir değerlendirme tarafımızca daha mâkul gözükmektedir. Kiminle berâber savaşa katıldıkları rivâyette zikredilmeyen bu hanımların muhtemelen eşleri veya çocuklarıyla mensup oldukları kabîlenin askerleriyle birlikte bu savaşa çıktıkları şimdiye kadar kaydettiğimiz rivâyetler bağlamında mümkün gözükmektedir. İsimleri kaydedilemeyen ve haklarında başka bir kayda rastlanılamayan Ümmü Ziyâd’ın yanında bulunan beş kadın sahâbînin de onunla aynı Eşca‘ kabîlesine mensup hanımlar olduğu ve Ümmü Seleme’nin bulunduğu karargâhtan ayrı kurulan bir mekānda hizmet verdikleri düşünülebilir. 826 Zehebî, el-Kâşif, C. 2, s. 525. 827 İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 6, s. 537(Had. no: 33651); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 37, s. 21(Had. no: 22332); Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 150(Had. no: 2729); İbn Ebû Âsım, el-Âḥâd ve’l-mes̱ânî, C. 6, s. 81(Had. no: 3294); Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, C. 25, s. 137(Had. no: 332); İbnü’l-Esîr, Üsdü’l- ġābe, C. 7, s. 323; Mizzî, Tehẕîbü’l-Kemâl, C. 35, ss. 70, 361-362; Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdullâh b. Yûsuf b. Muhammed ez-Zeylaî, Naṣbü’r-râye li-taḫrîci eḥâdîs̱i’l-Hidâye, tsh. Muhammed Avvâme, 1. bs., Cidde-Beyrut, Dârü’l-kıble li’s- sekāfeti’l-İslâmiyye-Müessesetü’r-reyyân, 1418/1997, C. 3, s. 421; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 396. 828 Değerlendirme için bkz. Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 154. 159 Daha önce Hayber’e katılan Ümmü’d-Dahhâk’ın haberlerini sunarken İbn Ebû Âsım tarafından nakledilen bir rivâyette Hz. Peygamber’in Ümmü’d-Dahhâk ve ismini kaydetmeden yanında bulunan başka bir hanıma ganîmetten “sehm” verdiğini, İbn Şebbe’nin Târîḫu’l-Medîneti’l-münevveresinde bu ikinci hanımın Huzeyfe b. Yemân’ın kızkardeşi Fâtıma olduğuna işâret ettiğini ifâde etmiştik. Bu bilgilerden hareketle Fâtıma bint el-Yemân’ın da Hayber’e katıldığı kabul edilebilir. Ancak Fâtıma’nın Huzeyfe b. el- Yemân el-Absî’nin kardeşi olduğu, Medine’de müslüman olup Resûl-i Ekrem’e bîat eden kadınlar arasında yer aldığı ve kabîlesinin Benî Abdüleşhel’in halîfi olduğuna değinen tabakat müelliflerinin Hayber noktasında bir kayıtlarına rastlanılamamaktadır.829 Adının bazı rivâyetlerde Havle830 olarak geçtiği zikredilmekte, kimi müellifler de Havle’nin diğer ismi olduğunu belirtmektedirler.831 İlk olarak Hendek Harbi’nde Mescid-i Nebevî’de Benî Gıfârlılara ait bulunan sağlık çadırında isimlerine işâret ettiğimiz Gıfâr kabîlesinin kadınlarından Leylâ ve Muâze’nin Hayber’e de katılan kadınların arasında yer aldıklarını düşünmekteyiz. Zîra ikisinin de rivâyetlerde Resûlullah ile bazı savaşlara katıldıkları bildirilmekte ancak hangi savaşlara katıldıklarına dâir bir mâlûmata yer verilmemektedir. Bu iki hanım sahâbînin Hayber’e katıldığı yönünde düşünmemize sevk eden âmil Hayber’e katıldığı kesin olan Ümeyye bint Kays b. Ebi’s-Salt’ın berâberinde yine bu kabîleden bir grup kadının da katıldığı haberi verilip onların da isimlerine yer verilmemesidir. Birbirinden bağımsız nakledilen bu rivâyetlerden hareketle izhâr ettiğimiz düşüncemizin muhtemel olduğu ancak aksini iddia edecek bir durumun da şimdilik söz konusu olmadığı söylenebilir. Tespitlerimiz doğrultusunda kaynaklarda Hayber’e katıldığına dâir rivâyet bulunan son isim Ümmü Rimse bint Amr’dır. İbn Sa‘d adının Ümmü Rümeyse bint Amr b. Hâşim b. el-Muttalib832 şeklinde de ifâde edildiğini beyân ederken, Ümmü’l-Hakîm el- 829 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 307; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, ss. 3418-3419; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1902; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 227; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, ss. 278-279. 830 İbn Ebû Âsım, el-Âḥâd ve’l-mes̱ânî, C. 6, s. 63(Had. no: 3273); İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, C. 3, s. 117; Taberânî, el-Muʿcemü’l-evsaṭ, C. 7, s. 151(Had. no: 7130); Ebû Ahmed Abdullâh b. Adî b. Abdilâh el- Cürcânî, el-Kâmil fî ḍuʿafâʾi’r-ricâl, thk. Âdil Ahmed Abdülmevcûd, Ali Muhammed Muʿavviz, Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1418/1997, C. 8, s. 386; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1834; İbnü’l- Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 99. 831 Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3309; İbn Hacer, Taḳrîbü’t-Tehẕîb, s. 1368. 832 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 216. 160 Muttalib833 şeklinde de zikredilmektedir. Müslüman olup Resûl-i Ekrem’e bîat eden kadınlardan biri olan Ümmü Rimse’nin Benî el-Muttalib’in halîfi el-Ka‘ka‘ b. el-Hakîm el-Ezdî’nin kızı olduğu da nakledilen bilgiler arasındadır.834 Tabakat müellifi İbn Abdülber onun Hayber’de bulunduğunu aktardıktan sonra hakkında başka bir bilgiye tesâdüf edemediğini aktarmaktadır.835 Sâir müelliflerin de İbn Abdülber’in bu haberine eserlerinde yer verdikleri ve haberin doğruluğu hakkında tereddüt veya şüpheye düştüklerine dâir bir beyânâtları bulunmadığı görülmektedir.836 Teferruâtını ileride vereceğimiz, Hz. Peygamber’in Hayber ganîmetlerinden ona da bir şeyler verdiği de kesindir.837 Bu bilgilerden hareketle Hayber’e katılan Ümmü Rimse’nin bir takım geri hizmetlerin yanında sağlık hizmetlerinde bulunan kadınlardan biri olması gündeme gelebilir. Yine Hayber Savaşı münâsebetiyle zikri geçen Hamne bint Çahş hakkında kaynaklarda yer alan haberde Rasûlüllah’ın savaş sonrası ganîmetten kendisine otuz vesk yiyecek tahsis ettiği bildirilmiştir. Uhud’da yaralı ve hastalara gösterdiği sağlık hizmetleriyle askerlere su taşıma gibi geri planda bir kısım faâliyetlerin içinde olduğu açıkça görülen bu hanım sahâbînin Hayber’e kesin olarak katıldığı yönünde elimizde başka bir veri mevcut değildir. Üstelik Vâkıdî’nin eserinde müstensih hatası olarak kabul edebileceğimiz Hayber’de ganîmetten nasipdar olarak Hamne yerine kız kardeşi Ümmü Habîbe’nin isminin kaydına rastlanılmaktadır.838 Ancak gerek talebesi İbn Sa‘d gerek temel kaynaklarımızdan İbn Hişâm naklettiklerine göre Hamne’nin Hayber’den otuz vesk yiyecek aldığı kesinleşmektedir.839 Kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre Çahş’ın iki kızı olan Hamne ve Ümmü Habîbe’nin bazı müellifler tarafından aynı kişi zannedilerek birbirine karıştırıldığı anlaşılmaktadır.840 Nitekim Hamne’nin künyesinin Ümmü Habîbe 833 Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed el-Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek ʿale’ṣ- Ṣaḥîḥayn, thk. Mustafa Abdülkādir Atâ, 2. bs., Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1422/2002, C. 4, s. 74. 834 İbn Habîb, el-Muḥabber, s. 407. 835 İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1935. 836 Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 584; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 320; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 391. 837 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 694; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 299; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 216; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 584; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 320; Makrîzî, İmtâ‘, C. 9, s. 282; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 391. 838 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 695. 839 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 300; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 230. İbn Hişâm ayrıca Hamne’nin yanı sıra Ümmü Habîbe’nin de ganîmetten kendisine otuz vesk verildiğini kaydeder. İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 300. 840 Aykaç, “Hamne Bint Cahş”, (DİA), C. 15, s. 497. 161 olduğu zehabına kapılanlar buradan hareketle Ümmü Habîbe’nin eşi olan Abdurrahman b. Avf’tan “Hamne’nin kocası” diye söz etmişlerdir.841 Hatta kimi müelliflerin, eserin bir yerinde Zeyneb’in kardeşi, Mus‘ab b. Umeyr’in zevcesi olarak Hamne’den söz ederken, aynı eserin başka bir yerinde onu Ümmü Habîbe olarak tekniye ettiği, bu karışıklıktan kurtulamadığı görülmektedir.842 Kaynaklar bu konuda tetkik edildiğinde Hamne ve Ümmü Habîbe’nin ayrı ayrı da ele alan eserlerin varlığına da tesâdüf edilmektedir.843 Araştırmalarımız sırasında Kâsım Muhammed’in çalışmasında her ne kadar Hamne’nin Uhud’da ortaya koyduğu hizmetlere değindikten sonra Hayber’e katıldığına dâir (وشاركت كذلك في غزوة خيبر) ifâdesine tesâdüf edilse de araştırmacının haberleri iktibas yaptığı Kehhâle’nin eserinde böyle bir ifâdenin mevcûdiyetine rastlanılamamaktadır.844 Anlaşılan araştırmacı Hayber ganîmetinden Hamne’ye bir şeyler verildiği kesin olan haberle Uhud’da bulunuşunu birlikte değerlendirerek, onun da Hayber’e katıldığı yönünde bir düşünceye sâhip olmuştur. Bir taraftan Vâkıdî’nin eksik bıraktığı listenin tamalanmasında bu haberin kıymet-i harbiyesi bulunmakla beraber fakat temkinli olmamızı gerektiren başka bir durum bulunmamaktadır. Zîra Hz. Peygamber’in Hayber ganîmetlerinden savaşa katılmadıkları halde bazı yakınlarına da hisse ayırdığı bilinmektedir. Bu açıdan Hamne’nin Hayber’e katılıp-katılmaması yeni bulgulara ihtiyaç duymakta, ileride gerek Hamne gerek diğer benzer durumda olan hanım sahâbîler için yeni yapılacak çalışmalarla daha net bilgiler ortaya konulacaktır. Bu nedenle konu sonrası Hayber’e katılanlar listesinde ismine yer veremeyeceğimiz Hamne’nin durumuna dikkatleri çekmek için çalışmanın sonunda oluşturacağımız tabloda savaş isminin yanında parantez içinde (?) soru işaretiyle belirteceğiz. Yaşı hakkında da bilgi sunulmayan Hamne’nin bu savaşta yer aldığı kabul edilecek olursa evli bir kadın olarak muhtemelen kocası ile birlikte savaşa çıktığı düşünülebilir. Tarihçi İbn Hişâm’ın kaydettiği bir habere göre birçok savaşa katılan Ümmü Umâre Nesîbe bint Kâ‘b’ın kendisiyle birlikte savaşlara katılan bir kız kardeşinin ( َوَشِهدَْت 841 Krş. İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, C. 3, s. 99; Ebü’l-Feth el-Ezdî, Esmâü Men Yu’refu Bikünyetihî, C. 1, s. 65; Ebû Nuaym el-İsfehânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3293. 842 Krş. Zehebî, Teẕhîbü Tehẕîbi’l-Kemâl, C. 11, s. 126, 161, 194. 843 Bkz. İbn Hişâm, es-Sîre, C. 2, s. 113; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 229-230; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1807, 1813, 1928; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 4, ss. 162-163; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, ss. 71-72, 302; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, ss. 88-89. 844 Kehhâle, Aʿlâmü’n-nisâʾ, C. 1, s. 296; Kâsım Muhammed, el-Mümerrıḍa fî’t-türâs̱i’l-Arabiyyi’l- İslâmî, s. 38. 162 varlığına işâret etmekte ancak onun hakkında başka bir bilgi sunmamaktadır.845 (َمعََها أُْختَُها Hangi savaşlara katıldığı rivâyette belli olmayan “Bint Kâ‘b” (بنت كعب) olarak ifâde edilebilecek olan bu hanımın kimliğinin tespiti noktasında başta tabakat ve ensâb eserlerinde bir bilgiye ulaşamadık. Hz. Peygamber döneminde savaşlara iştirak eden müslüman kadınların birçok geri hizmetin yanında özellikle sağlık alanında muhtemel yaralanmalara karşı orduya katıldıkları dikkate alındığında bu hanım sahâbînin de aynı niyetle savaşa katıldığı söylenebilir. İbn Hişâm’ın sunduğu bu bilgiyi kaynaklarda er- Ravżü’l-ünüf fî şerḥi’s-Sîreti’n-nebeviyye li’bni Hişâm adıyla İbn Hişâm’ın eserine kapsamlı bir şerh kaleme alan Süheylî’nin kitabında yer almakla berâber İbn Kesîr’in te’lif ettiği eserlerinde de İbn İshâk’tan naklen rivâyete yer verdiği ancak onlarında farklı bir bilgiye temas etmedikleri görülmektedir.846 Bu açıdan onun da adını Hayber listesine ekleyip vardığına işâret ederek gelecek araştırmacıların dikkatine sunmak istiyoruz. Hayber Savaşına katılan kadınların en başında Hz. Peygamber’in eşlerinden Ümmü Seleme’ye yer vererek bu savaşa kendisinden başka Resûlullah’ın eşlerinden katılan olmadığını ifâde etmiştik. Ancak araştırmalarımız sırasında eşlerinden Âişe’den nakledilen iki farklı rivâyet onun da bu savaşta bulunduğu ve bazı hâdiselere şâhit olduğuna dâir bir izlenim verse de kaynaklardan Hayber’e katıldığına dâir teyit edici bir başka rivâyet sunulmamaktadır. Bunlardan ilki; Hayber’de müslümanların ilk ele geçirdiği ve içerisinde Merhâb’ın kardeşi Yâsir’in ikâmet ettiği en-Netâh’ta bulunan Dârü Benî Kımme kalesiyle ilgili olarak Âişe, Dârü Benî Kımme’nin fethinden önce Resûlullah’ın doyasıya arpa ekmeği ve hurma yemediğini rivâyet etmektedir.847 İkinci olarak ise yine Âişe’den, “Hayber fetholunduğu zaman artık şimdi hurmadan doyarız dedik.”848 ya da “Âişe Hayber fetholunduğu zaman şöyle dedi: Ya Resûlullah. Şimdi hurmadan doyarız.”849 haberleridir. Bu rivâyetler bağlamında onun da Hayber’de bulunduğunu izlenimi oluşsa da bunu kesin olarak söylemek mümkün değildir. Bu nedenle onun adını listede yer vermeyeceğiz. 845 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 2, s. 107. 846 Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 4, s. 145; İbn Kesîr, es-Sîre, C. 2, s. 212; el-Bidâye, C. 4, s. 418. 847 Ebû Ubeyd el-Bekrî, Muʿcem, C. 2, s. 523; Hamîdullah, “Hayber”, (DİA), C. 17, s. 21. 848 Buhârî, “Meġāzî”, 39(Had. no: 4242); İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 43, s. 325; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 6, s. 307; Makrîzî, İmtâ‘, C. 2, s. 295. 849 İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 34, s. 159. 163 Hakkında Hayber’e katıldığına dâir rivâyetlerde intibâ uyandıran bir diğer hanım sahâbî Abdullah b. Mes‘ûd’un hanımı Zeyneb bint Muâviye’dir. Müslüman olup Resûl-i Ekrem’e bîat eden hanımlardan biri olan Zeyneb’in Hayber’e katıldığı ve Hz. Peygamber’in kendisine ganîmetten bir şeyler verdiği bazı kaynaklar tarafından zikredilmekte850 ise de ancak onun hakkında bazı rivâyetlere eserlerinde yer veren husûsen tabakat müelliflerinin bu haberi kaydetmedikleri görülmektedir.851 Çağdaş araştırmacıların bazısı da Zeyneb’in isminin Hayber için verilen listelerde adının geçmemesi dolayısıyla onun savaşa katıldığı yönünde haberin yanlış olduğuna dâir kanaat beyân etmişlerdir.852 Hz. Peygamber’in özellikle Hayber Gazvesi sonrası savaşa katılmayan bazı müslüman kadınlara da ganîmetten bir şeyler vermesi dikkate alındığında, Resûlullah’ın bu savaş bağlamında ganîmetten ona da bir şeyler vermesi haberi onun da bu harbe iştirak ettiğine hasr etmenin yeterli bir delil oluşturmadığı ifâde edilebilmektedir. Şimdilik temas edip üzerinde fazlaca durmayacağımız bu konu ileri de ganîmet başlığı altında yeniden ele alınacağı için burada ilgili yere havâle etmekle yetineceğiz. Yine çağdaş araştırmacılardan çalışmamızda yer verdiğimiz isimlerin yanında Şifâ bint Abdullah853 ve Esmâ bint Ebû Bekir’in854 de savaşlarda hemşirelik yaptığı yönünde bir ifâdelerine rastlanmaktaysa da kaynaklardan bu bilgininde teyidi bizim açımızdan mümkün olmamıştır. Bu nedenle listede onlara da yer vermeyeceğiz. İhtimal haberi kendisinden tesâdüf ettiğimiz araştırmacı haklarında bir kısım sağlık tecrübelerine rastladığı bu iki hanımın haberleri ile yaralıların tedâvisi için savaşlara katılan bazı hanımların haberlerini cemetmek suretiyle eserinde bilgiyi bu şekilde dile getirmiştir. Hz. Peygamber döneminde sağlık hizmetlerinde müslüman kadınların haberlerini araştırma konusu yapıp bu konuda eser sunan araştırmacılardan Kâsım Muhammed, el-Mümerrıḍa fî’t-türâs̱i’l-Arabiyyi’l-İslâmî adlı makalesinde yirmi iki, Levent Öztürk neşrettiği 850 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, C. 24, ss. 287-288(Had. no: 732); Serahsî, el-Mebsûṭ, C. 14, s. 35; Heysemî, Mecmaʿu’z-zevâʾid, C. 6, s. 7; Ahmed Halîl Cum‘a, Nisâʾ min ʿaṣri’n-nübüvve, 2. bs., Dımaşk-Beyrut, Dârü’l-İbn Kesîr, 1461/2000, s. 71. 851 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 274; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1856; İbn Mende, Müstaḫrec min kütübi’n-nâs, C. 2, s. 509; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 136; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, ss. 163-164. 852 Halit Özkan, “Zeyneb bint Muâviye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2013, C. 44, s. 362. 853 Birekul, Peygamber Günlerinde Kadın, s. 76. 854 Birekul, Peygamber Günlerinde Kadın, s. 110; Birekul’den naklen: Akman, Hz.Peygamber Döneminde Savaşlarda Kadın, s. 260. 164 eserinde elliden fazla ismi ayrı ayrı özellikle sağlık alanında ele almakta ancak bu çalışmalarda da görüleceği üzere zikri geçen tüm kadınların savaşlarda bilfiil yer almadığı anlaşılmaktadır.855 Listelerimizde adından bahsedemediğimiz kaynakların ismini zikretmediği bir hanım sahâbînin de burada ayrıca haberine yer vermek istiyoruz. Buhârî’nin Hafsâ bint Sîrîn’den kaydettiği bir hadiste Basra’ya gelen bu kadın Halefoğulları kasrına girmiş, Hafsâ’da onun yanına gelmişti. Bu kadın, kız kardeşinin kocasının Hz. Peygamber ile birlikte on iki gazvede bulunduğunu, kız kardeşinin de bu savaşların altısında kocasıyla berâber bulunduğunu haber verdikten sonra kız kardeşinin, “Biz hastalara bakıyor ve yaralılara ilaç yapıyorduk.” dediğini nakletmektedir.856 Kastallânî, bu hadisin şerhinde kadının isminin tespit edilemediğine işâret etmektedir.857 Hayber’e Katılan Hanım Sahâbîlerin Listesi; 1) Ümmü’l-mü’minîn Ümmü Seleme Hind bint Ebî Ümeyye el-Kureşiyye el- Mahzûmiyye (ö. 62/681) 2) Ümmü’z-Zübeyr Safiyye bint Abdilmuttalib b. Hâşim el-Kureşiyye el-Hâşimiyye (ö. 20/641) 3) Ümmü Eymen Bereke bint Sa‘lebe b. Amr el-Habeşiyye (ö. 24/645 [?]) 4) Ümmü Râfi‘ Selmâ (ö. [?]) 5) Ümmü Umâre Nesîbe bint Kâ‘b b. Amr el-Mâziniyye el-Hazreciyye (ö. 13/634 [?]) 6) Ümmü Menî‘(Ümmü Şübâs) Esmâ bint Amr b. Adî b. Kâ‘b b. Selime (ö. [?]) 7) Ümmü Süleym Gumeysâ bint Milhân (Mâlik) b. Hâlid el-Ensâriyye el-Hazreciyye (ö. [?]) 8) Ümmü Selît(Ümmü Kays) bint Ubeyd b. Ziyâd en-Neccâriyye el-Ensâriyye (ö. [?]) 9) Ümmü Atıyye Nüseybe bint el-Hâris el-Ensâriyye (ö. 70/689-90 [?]) 10) Ümmü Âmir (Ümmü Seleme) Esmâ bint Yezîd b. Seken el-Ensâriyye (ö. 30/650 [?]) 11) Ümmü’l-Alâ el-Ensâriyye (ö. [?]) 12) Ümmü Sehle(Âsım b. Adî’nin eşi) (ö. [?]) 13) Küaybe(Rüfeyde) bint Sa‘d (Saîd) b. Utbe el-Eslemiyye (ö. 7/628’den sonra) 855 Kâsım Muhammed, el-Mümerrıḍa fî’t-türâs̱i’l-Arabiyyi’l-İslâmî, ss. 37-40; Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, ss. 80-168. 856 Buhârî, “ʿÎdeyn”, 20(Had. no: 780). 857 Kastallânî, İrşâdü’s-sârî, C. 2, s. 223. 165 14) Ümmü Mutâ‘ el-Eslemiyye (ö. [?]) 15) Ümmü’d-Dahhâk bint Mes‘ûd el-Hârisiyye (ö. [?]) 16) Hind bint Amr b. Harâm b. Sa‘lebe el-Ensâriyye (ö. [?]) 17) Ümeyye bint Kays b. Ebi’s-Salt el-Gıfâriyye (ö. [?]) 18) Abdullah b. Üneys’in eşi (ö. [?]) 19) Ümmü Sinân el-Eslemiyye (ö. [?]) 20) Safiyye bint Ömer b. el-Hattâb el-Kuraşiyye el-Adeviyye (ö. [?]) 21) Ümmü Ziyâd el-Eşca‘iyye (ö. [?]) 22) Benî Gıfâr’dan bir kadın (ö. [?]) 23) Benî Gıfâr’dan bir kadın (ö. [?]) 24) Benî Gıfâr’dan bir kadın (ö. [?]) 25) Benî Gıfâr’dan bir kadın (ö. [?]) 26) Benî Gıfâr’dan bir kadın (ö. [?]) 27) Fâtıma bint el-Yemân el-Absî (ö. [?]) 28) Leyla el-Gıfâriyye (ö. [?]) 29) Muâze el-Gıfâriyye (ö. [?]) 30) Ümmü Rimse(Rümeyse) bint Amr b. Hâşim el-Muttalib b. Abdimenâf (ö. [?]) 31) Bint Kâ‘b(Ümmü Umâre Nesîbe bint Kâ‘b’ın kız kardeşi) (ö. [?]) 2.2.2 Su Çekme, Su Taşıma Hz. Peygamber döneminde savaşlara katılan hanım sahâbîlerin sunduğu geri hizmetlerden biri de harb sâhasına su taşıma hizmetidir. İlk olarak Uhud’a katılan müslüman kadınların bilhassa burada gösterdikleri yoğun gayretlerle bu ihtiyacı karşıladıkları pek çok rivâyetle nakledilmektedir. Burada yeniden ifâde edecek olursak; savaşlara katılan kadınların sâdece bir alanda değil en az birkaç değişik konuda yararlılık gösterdiklerini söylemek mümkündür. Ancak bu bölümden îtibâren sözün tekrarına düşmemek adına sâdece haklarında açık rivâyetlerin bulunduğu hanımların haberlerine yer vererek konuları ele alacağız. Fakat elbette okuyucunun, savaşa katıldığı bilinen diğer kadınların da bu vazîfelerde bulunmuş olabileceği ihtimalini zihinlerine getirmelerinde bir mahsurun bulunmadığı ifâde edilebilir. Bu haberler kaynaklarda çoğu zaman icmâlî olarak yer almış olsa da hem parçadan bütünü görme hem fikir ve kanaat belirtebilmemiz açısından yine de önem arz etmektedir. 166 Rivâyetlere geçmeden önce çalışma sınırlarımızı aşmadan kısaca suyun önemi ve husûsî olarak savaş gibi ortamlarda ne derece de öneme sâhip olduğuna dikkat çekmek istiyoruz. Sağlık alanında yapılan çalışmalarda; insanın çok çeşitli temel işlemlerini yürütmesinde rol oynayan suyun vücudunda yaklaşık olarak yüzde altmış oranında bulunmaktadır. Günlük olarak nefes alıp-verme, terleme, büyük ve küçük def-i hacet gibi bir takım beşerî ihtiyaçlar silsilesiyle insan bedeni su kaybı yaşar ve bu kaybı yerine koyması gerekir. Yapılan bir deneyde, ortalama üç saatlik bir uyku ile elli üç saat boyunca gerçekleştirilen bir askerî tatbikatta genel olarak vücut sıvısı kaybını yansıtan ortalama 4,1 kg kaybettikleri ağırlığın yanında; ruh hali, uyanıklık, tepki süreleri, dikkat, hafıza ve muhakeme gibi bir dizi bilişsel fonksiyonlarının performansında azalma yaşandığı ortaya konmaktadır.858 Bu açıdan insanın sâhip olduğu bilişsel ve psikomotor becerilerin devamında hayâtî önemi bulunan suyun, özellikle savaş stratejilerinde de etken bir rol oynadığına müslüman kadınların yer almadığı Bedir gazvesi örnek verilebilir. Bedir’de ashâbını ilk olarak düşmana en uzak kuyuların çevresinde konuşlandıran Hz. Peygamber, sahâbeden yer konusunda görüş beyân etmelerini istemişti. O sırada Hazrec’in sancaktarlığını yapan Hubâb b. Münzir adlı sahâbî, önce burada mevzilenmelerinin ilâhi bir emrin neticesi olup olmadığını ve bu nedenle yer değişikliğinin bir mahsuru bulunup bulunmadığını sormuş, vahyin bildirmesine dayanan bir karar olmadığını öğrenince şu teklifte bulunmuştur: “Burası iyi yer değil ey Allah’ın resûlü! Bizi kavmin(düşmanın) suyuna en yakın yerine götür. Ben orayı ve oranın kuyularını biliyorum. Orada, tükenmeyen ve tatlı bir suyu olan Kuleyb(Kalîb) kuyusunu biliyorum. Orada bir havuz yaparız ve kaplarımızı oraya atarız; hem içer hem de savaşırız. Ayrıca diğer kuyuları da kapatırız.” Hubâb’ın bu teklifini mâkul ve isâbetli bulan Resûl-i Ekrem ordusunun yerini değiştirerek düşmana en yakın konumda bulunacak olan kuyunun çevresine askerleri yeniden konuşlandırıp, diğer kuyuları düşman askerlerin faydalanmasını önleyici bir takım önlemler alarak müşriklerin suya ulaşmasına engel olacak bir sevkülçeyş belirlediler.859 Bu sayede hem müslüman askerlerin su ihtiyaçlarının karşılanması hem karşı tarafın sudan mahrum bırakılarak güç ve tâkatten düşmesine zemin hazırlamış 858 https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3257694/ Erişim Tarihi (18.07.2020). 859 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 53; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 2, s. 263; İbn Hazm, Cevâmiʿu’s-sîre, s. 112; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 5, s. 98; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 17; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 9, s. 243. 167 oldular. Uhud’da aynı imkân ve şartları bulamayan müslümanların su ihtiyaçlarını kadın sahâbîler karşılamışlardır. Ayrıca İslâm’ın doğup, yayıldığı hicaz topraklarının yer üstü su kaynaklarının oldukça yetersiz oluşu kuyu sularının içme ve kullanma açısından büyük öneme hâiz olduğuna da işâret etmekte yayar vardır.860 Nitekim savaşlarda kadın sahâbîlerin suları tedarik ettikleri kaynaklar genellikle kuyulardır. Hamîdullah’ın ifâdesiyle savaş alanlarında cesur bir hastabakıcı hemşire olarak görev alan Resûl-i Ekrem’in hanımı Âişe, Uhud’da müslüman askerlere su taşıyan hanımlardan biri olarak da kaydedilmektedir. Bu konuda Enes b. Mâlik kanalıyla nakledilen rivâyette, Enes Uhud günü bint Ebî Bekr Âişe ile annesi Ümmü Süleym’i askerlerin arasında elbiselerini çemrenmiş şekilde sırtlarında kırbalar ile yaralılara su veriyor, ardından boşalan kırbaları süratle geri doldurup gelerek ihtiyaç sâhiplerine verdiklerini rivâyet etmektedir.861 Bir benzer rivâyeti ayrıca Kâ‘b b. Mâlik’ten de kaydedilmektedir. O da Ümmü Süleym bint Milhân ile Âişe’yi sırtlarında kırbalarla su taşıdıklarını gördüğünü ifâde ettikten sonra Hamne bint Çahş ile Ümmü Eymen’in de yaralılara su verdiğini söylemektedir.862 Yine Enes’ten sunulan başka bir rivâyette O, annesi Ümmü Süleym ile ensardan bazı kadınların Hz. Peygamber ile savaşa katılıp yaralıları tedâvinin yanında su dağıttıklarını zikretmektedir.863 Aynı rivâyetin râvî konumunda Ümmü Süleym’den nakli de mevcuttur.864 Hamne bint Çahş hakkında rivâyetlerden bir diğeri erkek kardeşi Ebû Ahmed b. Çahş’a âittir. O, Uhud Gazvesi’nde ablası Hamne’yi yaralıları tedâvi ederken ve askerlere su dağıtırken gördüğünü ifâde etmektedir.865 Damre b. Saîd de ninesi Ümmü Umâre’den bahsederken onun da Uhud’a 860 Hüseyin Kayapınar, “Kuyular”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2002, C. 26, ss. 510-511. 861 Buhârî, “Cihâd”, 65(Had. no: 2880); “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 18(Had. no: 3811); “Meġāzî”, 18(Had. no: 4064); Müslim, “Cihâd”, 136(Had. no: 1811); Beyhakî, es-Sünen, C. 18, s. 103(Had. no: 17912); Ebû Abdillâh Muhammed b. Ebî Nasr Fütûh (Fettûh) b. Abdillâh el-Humeydî, el-Cemʿ beyne’ṣ-Ṣaḥîḥayn, thk. Ali Hüseyin Bevvâb, Lübnan-Beyrut, Dâru İbn Hazm, 1423/2002, C. 2, ss. 592-593; İbnü’l-Cevzî, Câmi’u’l-mesânîd, C. 1, s. 186; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 5, s. 389; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 220. 862 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 249-250; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 153. 863 Müslim, “Cihâd”, 135(Had. no: 1810); Tirmizî, “Siyer”, 22(Had. no: 1575); Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 33(Had. no: 2531). 864 Ebü’l-Hasen Emîr Alâüddîn Alî b. Balabân b. Abdillâh el-Mısrî İbn Balabân, el-İḥsân fî taḳrîbi Ṣaḥîḥi İbn Ḥibbân, thk. Şuayb el-Arnaût, 1. bs., Beyrut, Müessesetü’r-risâle, 1408-1412/1988-1991, C. 11, ss. 26-27(Had. no: 4723, 4724). 865 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, C. 24, s. 216(Had. no: 549); Heysemî, Mecmaʿu’z-zevâʾid, C. 9, s. 262. 168 su vermek için katılanlardan biri olduğunu rivâyet etmiş866, Ümmü Sa‘d bint Sa‘d b. Rebî‘ teyzesi Ümmü Umâre’den Uhud’daki durumunu kendisine anlatmasını istediğinde onun şunları söylediğini: “Sabahın erken saatlerinde Uhud’a çıktım. İnsanların ne yaptıklarına bakıyordum. Yanımda da içinde su bulunan bir kap(ء ٌ َقاٌء فِيِه َما ”.vardı (َوَمِعي ِس nakletmektedir.867 Vâkıdî’de Ümmü Eymen’in Uhud’da haberini sunarken ara cümle olarak onun gelişini yaralılara su vermek için(-حى َ َ ن- َوَجاَءْت َيْوَمئٍِذ تَْسِقي اْلَجْر olduğunu (أ ُم أَْيَم tâlil etmektedir.868 Kızı Sübeyte bint Hanzala’nın, bizzat kendisinden haber verdiğine göre, Hayber gazvesi öncesi Hz. Peygamber’in yanına gelen annesi Ümmü Sinân el- Eslemiyye savaşa katılabilmek için sebep gösterdiği hizmetlerden biri de su tulumlarını dikme869 ameliyesidir.870 Rubeyyi‘ bint Muavviz’den nakledilen bir haberde, “Biz kadınlar Hz. Peygamber ile berâber gazvelerde bulunurduk. Askerlere su verir, onlara hizmet eder, yaralı ve ölüleri Medine’ye naklederdik.”871 ifâdeleriyle onun da bu vazîfeyi icrâ ettiği açıkça görülmektedir. Yine kendisinden Taberânî’de yer alan kayıtta ise Resûlullah ile bulundukları savaşlarda çarpışmadıklarını; askerlere su verip, yaralıları tedâvi ettiklerini(ِتُل، َولَِكْن نَْسِقيِهْم ِمَن اْلَماِء، َونُد َاِوي اْلَجْرَحى özellikle vurgulamaktadır.872 (فَََل نُقَا Buraya kadar bu kaydettiğimiz rivâyetlerde dikkat edileceği üzere zikri geçen haberler ya savaşa katılan hanım sahâbîlerin bizzat kendileri tarafından ya da onlarla aynı savaşta yer almış evlâtları yâhut yakınları tarafından müşâhelere dayanmaktadır. Kimi rivâyetlerin ise bu hanımların savaşlarda yer alamamış evlât, torun, yeğen gibi yakınları tarafından nakledildiği görülmektedir. Bu tablodan hareketle rivâyetleri kaynaklarda yer bulan 866 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 269; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 384. 867 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 268. 868 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 241. 869 Kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre kadınların savaşa katılmak için sarfettikleri “Su tulumlarını dikerim.” ifâdesinin “Su taşırım.” anlamına da geldiği söylenebilir. Bkz. Mehmed Sofuoğlu(mütercim), Sâhîh-i Buhârî ve Tercemesi, İstanbul, Ötüken Neşriyat, 1987-1989, C. 6, s. 2709. 870 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 687; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 276; Taberî, et-Târîḫ, C. 11, s. 624; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 412; Abdullah b. Afîfî el-Bâcûrî, el-Mer’etü’l-‘Arabiyyetü fî Câhiliyyetihâ ve İslâmihâ, 2. bs., Medine, Mektebetü’s-sekāfe, 1350/1932, C. 2, s. 39; Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye, C. 2, s. 75. 871 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 44, s. 567(Had. no: 27017); Buhârî, “Cihâd”, 67(Had. no: 2882), 68(Had. no: 2883); Mühelleb, el-Muhtasaru’n-nasîh, C. 2, s. 295; Ebü’l-Hasen Alî b. Halef b. Abdilmelik b. Battâl el-Bekrî el-Kurtubî İbn Battâl, Şerḥu İbn Baṭṭâl ʿalâ Ṣaḥîḥi’l-Buḫârî, thk. Ebû Temîm Yâsir b. İbrahim, 2. bs., Riyad, Mektebetü’r-rüşd 1423/2003, C. 5, s. 79; Humeydî, el-Cemʿ beyne’ṣ-Ṣaḥîḥayn, C. 4, s. 296; Nevevî, Tehẕîbü’l-esmâʾ, C. 2, s. 343; Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Yûsuf b. Alî el-Kirmânî, el-Kevâkibü’d-derârî fî şerḥi Ṣaḥîḥi’l-Buḫârî, 2. bs., Beyrut, Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî, 1401/1981, C. 12, s. 154; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 133. 872 Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr, C. 24, s. 276(Had. no: 701). 169 hanımların kendileri ve âile fertleri tarafından kaydedilmesiyle büyük ölçüde sağlandığı anlaşılmaktadır. Yukarıda kaydettiğimiz rivâyetlerin dışında Ümmü Süleym873, Hamne bint Çahş874, Ümmü Eymen875 ve Ümmü Umâre’nin876 savaşlarda susuzluğu giderme adına gayret sarfettiği sâir kaynaklarda da zikredilmektedir. Vâkıdî’de eserinde Uhud’a müslüman kadınlardan on dört kişinin katıldığını beyân ettikten sonra sahâbî hanımların (askerlere) sırtlarında yiyecek ve içecek taşıdığını, yaralılara su verdiklerini tavzîhen belirtmektedir.877 Kaynaklarda müslüman ordu içinde sâkîlik yapan bir diğer kişi Medineli hanımlardan Ümmü Selît’tir. Nakledilen habere göre bir gün Ömer b. el-Hattâb, Medineli hanımlar arasında bir takım kadın elbiseler dağıtmış ve onlardan bir elbise artakalmıştı. Orada hazır bulunan bazı kimseler geriye kalan o elbiseyi de yanında bulunan Resûlullah’ın kızına(Ömer’in zevcesi, Alî b. Ebî Tâlib’in kızı Ümmü Gülsüm’ü kastederek) vermesini tavsiye etmişler, o da onlara Resûlullah’a bîat eden ensar hanımlarından Ümmü Selît’in bu elbiseye daha lâyık olduğu şu sözlerle ifâde etmiştir: “Çünkü Ümmü Selît, Uhud günü bizim için su kırbalarını dikerdi(onları yüklenir taşırdı).”878 Bir başka rivâyette Karaza b. Kâ‘b el-Ensâriyye’nin mevlâsı olduğu bildirilen Ümmü Ma‘bed adında bir hanımın Zeyd b. Sâbit, Muâz b. Cebel, Zeyd b. Erkam gibi Hz. 873 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 395; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 5, s. 240; Ziriklî, el-Aʿlâm, C. 3, s. 33. 874 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 249; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 230; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ- ṣaḥâbe, C. 6, s. 3293; İbnü’l-Cevzî, et-Telḳīḥ, s. 230; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 71; Sıbt İbnü’l- Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 5, s. 340; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 153; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 88. 875 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 241, 250; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 214; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 320; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 20, s. 308; İbnü’l-Cevzî, et-Telḳīḥ, s. 229; Sıfatü's-Safve, C. 2, s. 55; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 3, s. 266; C. 5, s. 430; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, ss. 149, 153; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 3, s. 64; C. 8, s. 361; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 201. 876 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 268; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 383; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 325; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 5, s. 198; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 162; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 202; Ziriklî, el-Aʿlâm, C. 8, s. 19. 877 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 249. Aynı haberler için bkz. Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 153. 878 İbn Zencûye, Kitâbü’l-Emvâl, C. 2, ss. 359-360, 558; Buhârî, “Cihâd”, 66(Had. no: 2881); “Meġāzî”, 23(Had. no: 4071); Ebû Nuaym el-İsfahânî, Ḥilyetü’l-evliyâʾ, C. 2, ss. 63-64; Ebü’l-Muzaffer Avnüddîn Yahyâ b. Muhammed b. Hübeyre eş-Şeybânî İbn Hübeyre, ed-Dûrî el-İfṣâḥ ʿan meʿâni’ṣ-ṣıḥâḥ, thk. Fuâd Abdülmün‘im Ahmed, Riyad, Dârü’l-vatan, 1417, C. 1, s. 185; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, C. 2, s. 64; Huzâî, Taḫrîcü’d-delâlâti’s-semʿiyye, s. 154; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 220. 170 Peygamber’in sahâbîlerinden bazı kimselere su verdiği nakledilmektedir.879 Ancak rivâyetten bu eylemin bir savaş münasebetiyle mi yoksa sosyal hayatın akışında yer bulan bir davranışın neticesi mi aktarıldığı anlaşılamamaktadır. Yine burada konumuzla bağlantılı bir kayda daha yer vermek istiyoruz. Uhud Harbi’nde Hz. Peygamber’in kızı Fâtıma, babasının tedâvisi ile ilgilenirken Resûlullah aşırı bir şekilde susaması üzerine Alî b. Ebî Tâlib Mihrâs denilen bir kuyudan su almaya gitmiş ve kalkanıyla biraz su getirmişti. Suyu içmek için yaklaşan Hz. Peygamber suda hoşlanmadığı bir koku duyması üzerine “Bu tadı bozuk bir sudur.” diyerek suyu içememiş sâdece ağzındaki kandan ötürü ağzını çalkalamış yâhut yüzündeki kanı yıkamıştı.880 Muhtemelen Hz. Peygamber’in suyu içemediğini gören Muhammed b. Mesleme, o an hanım sahâbîlerin yanında su bulamayınca bir su arkına881 giderek tatlı(içilebilir) bir su(ب ٍ alıp Resûlullah’a getirmiş ve Hz. Peygamber o sudan içtikten sonra (بَِماٍء َعذْ Muhammed b. Mesleme’ye hayır duasında bulunduğu kaydedilmektedir.882 Bu haberler bağlamında müslüman kadınların yaralı ve susayan askerlere sağlamış oldukları suların özellikle gelişigüzel olmayıp içilebilir sular olduğu yukarıda zikredilen rivâyetin bir benzerinin onlar hakkında tesâdüf edilememesine binâen söylenebilir. Kuşkusuz gerek yaralıların temizlenmesinde olsun gerek askerlerin içmesi için sağlanan bu suların sağlık açısından da ayrıca önem arz ettiği, bu nedenle suların içilebilmesinin yanında sağlığı olumsuz etkileyecek illetlerden berî kaynakların tercih edilmesi söz konusudur. Bir başka konuyla da münasebeti bulunması açısından kısaca temas ettiğimiz sağlıklı su meselesinin devamını gelecek bahisle birlikte bağlantılı olarak misallerle ifâde edeceğiz. Burada son olarak dile getirebileceğimiz bir diğer husus kadınların sağlamış oldukları su hizmetinin katıldıkları her savaşta aynı oranda ihtiyaç hâsıl etmediği görülmektedir. Elbette bunun ilk sebebi olarak en başta bu savaşların her birinin farklı 879 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, C. 25, ss. 170-171(Had. no: 414, 419); Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3560; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 386; Heysemî, Mecmaʿu’z-zevâʾid, C. 5, s. 67; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, ss. 477-478. 880 İbn İshâk, es-Sîre, s. 331; Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 249; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 47; Tâberî, Târîh, C. 2, s. 519; İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, C. 1, s. 230; Ebû Nuaym Ahmed b. Abdillâh b. İshâk el-İsfahânî Ebû Nuaym el-İsfahânî, Kitâbü Tıbbi’n-nebî, thk. Mustafa Dönmez, 1. bs., Beyrut, Dâru İbn Hazm, 1467/2006, C. 2, s. 491; Beyhakî, es-Sünen, C. 2, s. 298(Had. no: 1283); Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, ss. 8-9. 881 Vâkıdî bu su arkı hakkında “Bugünkü Teymîlerin evlerinin yanında bulunan” açıklaması mesâfeye dayalı tahminlere dayanak oluşturması açısından ehemmiyet arz etmektedir. Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 250. 882 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 250; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 153. 171 mekān ve şartlarda gerçekleşmesi gösterilebilir. Rivâyetlerin ekserisinin Uhud harbi üzerinden aktarılmasından da anlaşılabileceği üzere müslüman askerlerin en çok su ihtiyacının kadınlar tarafından karşılandığı savaş Uhud Savaşı olmuştur. 2.2.3 Yemek Hazırlama Savaşlarda ordunun geri tarafında yer alan hanım sahâbîlerin müslüman askerler için icrâ ettikleri bir diğer hizmet onlara yemek hazırlama ve ikramda bulunma olarak ifâde edilebilir. Zîra müslüman kadınların savaşa katılma gibi bir mecburiyetleri bulunmadığı, savaşa katılarak göstermiş oldukları bu vazîfelerin onlar için yerine getirmeleri gereken zorunlu bir işten ziyâde gönüllülük esasına dayalı fiiliyattan ibâret olduğu söylenebilir. Bu nedenle kadınlar için diğer işlerde olduğu gibi orduya yemek hazırlama ameliyesini ifâde ederken de vazîfe yerine hizmet kelimesinin kullanımının daha yerinde olduğunu düşünerek tercih etmekteyiz. İlk olarak kadınların müslüman askerlerin yemeklerini yaptığına dâir Ümmü Atıyye’nin beyânı pek çok kaynak tarafından nakledilmektedir. O’ndan rivâyet edilene göre Resûlullah ile berâber yedi savaşta hazır bulunduğunu zikreden bu hanım sahâbî, katıldığı bu gazvelerde yerine getirdiği hizmetleri sayarken askerler için yemek yaptığını da açıkça belirtmektedir.883 Uhud’a katılan hanımlarından da cepheye müslüman askerler için sırtlarında yiyecek ve içecek taşıdıkları da tarih ve megāzî eserlerinde yer almaktadır.884 Hamîdullah’ın kaydettiği başka bir bilgiye göre Uhud Savaşı’nda Mekke ordusu Medine’nin kuzey-batısında karargâhını kurması hasebiyle Hz. Peygamber’in de Medine’nin kuzey kesimindeki mahallelere yönelerek şehir ile Uhud arasında Şeyheyn denilen konumda gecelemiş ve bu sırada kendisine akşam yemeğini hanımı Ümmü Seleme getirmiştir.885 Kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre hanımların savaşlarda gösterdikleri hizmetlerin nitelik ve niceliklerinin savaşların gerçekleştiği mekān, süre, sevkülçeyş gibi etkenlere bağlı olarak muktezâ-yı hâl üzere değişkenlik arz etmektedir. Bilhassa Hendek Gazvesi’nin süresi, savaş stratejisi ve gerçekleştiği konum ve müslümanların sınırlı 883 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 422; İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 6, s. 537(Had. no: 33650); İbn Râhûye, el-Müsned, C. 5, ss. 211-212(Had. no: 2346-2347); Dârimî, Cihâd, 30(Had. no: 2466); Müslim, “Cihâd”, 142(Had. no: 1812); İbn Mâce, “Cihâd”, 37(Had. no: 2856); Nesâî, “Siyer”, 186(Had. no: 8829); Ebû Avâne el-İsferâyînî, el-Müsned, C. 4, s. 333(Had. no: 6879). 884 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 259; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 153. 885 Hamîdullah, İslâm Peygamberi, s. 199(md. 386). 172 imkânlar içinde özellikle açlığa bağlı sıkıntılar çekmesi adeta kadınların bu alanda kendilerini gösterecekleri bir ortama dönüşmüş ve onlarda imkânları ölçüsünde gayretler sarfetmişlerdir. Bu gayretlerin tüm ordunun ihtiyacını karşılamaktan ziyâde daha çok kendi yakınlarının yanında Resûlullah’a ikrâmen sundukları bir takım yiyeceklerin ihsân- ı ilâhî olarak mûcizevî şekilde artmak suretiyle diğer askerlerin de bu yemeklerden doyana kadar yedikleri nakledilmektedir. Bu konuda ilk olarak hicretten sonra Resûlullah’a bîat eden Medineli hanımlardan Amre bint Revâha için aktarılan haber zikredilebilir. O, Hendek’te müslümanların şedid- i cû‘-i hal üzere bulundukları bir zamanda kocası Beşîr b. Sa‘d ve kardeşi Abdullah b. Revâha’ya büyükçe bir tabak Acve hurmasını elbisesinin içine sararak kızıyla göndermişti. Hendeğe gelen Bint Beşîr’i babası ve dayısını ararken gören Hz. Peygamber yanına çağırarak yanında olanı sormuş, kız babası ve dayısı için annesinin yemek gönderdiğini söyleyince önce kızdan yemeği getirmesini ve daha sonra yere bir sergi serilmesini istemişti. Hurmalar serilen serginin üzerine konulduktan sonra bir münâdî hendek ehline seslenerek herkesi yemeğe çağırmış, gelenler o yemekle karınlarını doyurmuşlardı.886 Hendek’te yaşanan bir diğer misal Câbir b. Abdullah’tan aktarılmaktadır. Diğer adıyla Ahzâb gazvesi öncesi müslümanlar hendeği kazarken Resûlullah’ın aşırı derecede aç olduğunu fark eden Câbir hemen hanımının yanına gelerek durumdan kendisini haberdar etmiş ve bir şeyler hazırlamasını istemişti. Eşi evde sâdece bir avuç arpa ve bir koyunlarından başka yiyecek bir şeylerinin olmadığını söylemesi üzerine Câbir, arpayı vakit kaybetmeden öğüterek ondan ekmek yapmasını söylemiş, sonra koyunun bir kısmını kızartıp bir kısmını pişirerek hazır etmişlerdi. Hazırlık tamamlanınca Hz. Peygamber ve ashâbından bazılarını yemeğe davet etmek niyetiyle Allah resûlünün yanına varan Câbir kendisine yemek hazırladığını bildirmiş ve kendileriyle birlikte bazı sahâbîleri evine sofraya buyur etmişti. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem orada bulunan sahâbîlere de seslenerek onları da yemeğe çağırmış ve kendisiyle birlikte ashâb onar kişilik gruplar halinde Câbir’in hanesinde karınlarını 886 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 476; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 170; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâil, C. 1, ss. 499-500; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, ss. 265-266; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, ss. 401-402; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 6, s. 25; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 5, ss. 231-232; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 9, ss. 473-474. 173 doyurmuşlardı.887 Yine bu savaş esnasında bir başka misal; Hz. Peygamber’in çadırına Ümmü Âmir el-Eşheliyye888 adında hanım sahâbî bir kabın içinde yağda kavrulmuş hurma göndermiş, çadırda bulunan Resûlullah’ın eşi Ümmü Seleme ihtiyacı kadar yedikten sonra Hz. Peygamber’in münâdîsi müslümanları akşam yemeği için çağırıp o kalan yemekten doyuncaya kadar yedikleri müellifler tarafından kaydedilmektedir.889 Bir diğer savaş hakkında haberlere geçmeden önce hendekte hazır bulunan müslümanların içinde bulunduğu şartları yansıtan bir habere daha yer vermek istiyoruz. Kaynaklardan hareketle Resûlullah’ın sırdaşı olarak nitelendirilen sahâbî Huzeyfe b. el-Yemân’ın bizzat kendisinin aktardığına göre “Hatırlıyorum; çok soğuk bir gecede, Hendek’te Resûlullah ile birlikteydik; Hem soğuk, hem açlık, hem de korku bizim aleyhimize birleşmişlerdi. Bunun üzerine Resûlullah, “Kim bizim için müşriklerin neler yaptığını öğrenip gelecek? Allah onu cennetteki arkadaşım yapsın.” dedi. Huzeyfe dedi ki: “Resûlullah o kişiye, cenneti ve dönüşü vaat etmişti. Bizden hiç kimse kalkmadı. Sonra bunu üç kere tekrar etti. Yine açlık, soğuk ve korkudan ötürü kimse kalkmadı. Resûlullah kimsenin kalkmadığını görünce beni çağırdı ve “Ey Huzeyfe!” dedi. Huzeyfe: Benim ismimi ağzına aldığında, kendimde ayağa kalkacak bir tâkat bulamadım. Nihâyet ona gittim, fakat göğsümdeki yüreğimde bir titreme sesi vardı. Resûlullah, “Geceden beri sesimi işitiyorsun ve kalkmıyorsun?” dedi. Ben, “Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, bendeki açlık ve üşüme sebebiyle kalkamıyordum.” dedim.”890 Ashâb-ı Resûl’ün içinde bulunduğu bu sıkıntılar göz önüne alındığında kadınların imkânları nisbetinde göstermiş oldukları ikramların sağlamış olduğu faydalar daha iyi mülâhaza edilebilmektedir. Müslüman askerlerin savaşlarda yemek ve suya dayalı ihtiyaçlarının en yoğun yaşandığı savaşlar zaman bakımından uzun sürenler olduğu söylenebilir. Yukarıda bahsi geçen Hendek Gazvesi bunun bir örneği olduğu gibi Hayber için de bazı haberlere sâhip 887 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 452; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 170; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 23, ss. 276-277(Had. no: 15028); Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 266; İbnü’l-Cevzî, Câmi’u’l-mesânîd, C. 2, s. 100; Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân ez-Zehebî et-Türkmânî el-Fârikī ed-Dımaşkī Zehebî, Târîḫu’l-İslâm ve vefeyâtü’l-(ṭabaḳātü’l-)meşâhîr ve’l-aʿlâm, thk. Beşşâr Avvâd Ma‘rûf, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-garbi’l-İslâmî, 2003, C. 1, s. 187; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 6, s. 24; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 5, s. 156; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 9, s. 479. 888 Bu haberi yapmış olduğu tezinde Vâkıdî’den iktibasla kullanan bir araştırmacının muhtemelen zühul eseri yemeği gönderen kişiyi Ümmü Âmir el-Eşheliyye yerine Ümmü Âbid şeklinde kaydettiği görülmektedir. Yıldırım, Hz. Peygamber'in hanımlarından Ümmü Seleme'nin hayatı ve kişiliği, s. 34. 889 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 477; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 32, s. 223; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 5, s. 231; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 370. 890 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 488-489. 174 bulunmaktayız. Hayber’e katılan Medineli hanım sahâbî Ümmü Umâre’den, “Hayber’de, Benî Mâzin b. en-Neccâr’ın iki atını kestik. es-Sa‘b b. Muâz’ın kalesi fethedilmeden önce onları yiyorduk.”891 Bir başka rivâyetinde ise, “es-Sa‘b b. Muâz kalesinde öyle yiyecekler bulduk ki, onların tüm Hayber’de olabileceklerini sanmıyordum. Müslümanlar orada kaldıkları bir ay veya daha fazla süre boyunca o kaleden yediler.”892 Kaynakların sundukları bilgilerden bu kalenin ele geçirilmesinden önce geçen on gün kadar kuşatma süresinde müslümanların yanlarında yiyecek kalmadığı ve ciddi açlık yaşadıkları nakledilmektedir.893 Bu kalenin müslümanların himâyesine girmesiyle katıldığı savaşlarda askerlere yemek yaptığına dâir açık haberlerine sâhip olduğumuz Ümmü Atıyye’nin diğer hanım sahâbîlerle birlikte ele geçirilen malzemelerden savaşan müslüman askerlere yemekler hazırladıkları da rivâyetler bağlamında düşünülebilmektedir. Buraya kadar kadınların savaşlarda su ve yemek noktasında sağlamış oldukları hizmetlerin bir yönüne dikkat çekmek istiyoruz. Kadim zamanlardan beri düzenli ordulardan müteşekkil devletlerin askerî birliklerinin içinde muhtemel yaralanma yâhut hastalanma vak‘alarına karşın orduda sağlıkçı askerî personeller bulundurulmaktaydı. Örneğin Roma ordusunda yaralanan veya hastalanan bir asker ile ordu içindeki sağlıkçı askerler tarafından ilgilenilir ve tedâvisi yapılırdı. Romalı hekim Vegentius da askerlerin gayrisıhhî ve bulanık sudan içmelerine müsâade edilmemesi gerektiğini, çünkü iyi vasıflar taşımayan suları içmenin aynen zehir içmekten farksız olarak zararlara yol açabileceğini belirtmektedir. Zîra o devirlerde orduların verdikleri en fazla kayıpların askerler arasında meydana çıkan sârî illetler, gıda zehirlenmeleri ve maraz-ı müstevlî oluşturduğu görülmektedir. Bu açıdan hanım sahâbîlerin, askerlerin mukâvemetlerini dumûra uğramaması ve bedenî bir kısım rahatsızlıklar yaşamamaları için yemek ve su hizmeti bağlamında gösterdikleri gayretlerin büyük ehemmiyeti hâiz olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.894 Yine bu konuda Hayber’de es-Sa‘b b. Muâz kalesi ve içindeki yiyeceklerin müslümanların eline geçmeden önce bazı sahâbîlerin buraya ilk geldiklerinde yeşil, fakat hastalıklı ve sağlıksız meyvelerden yedikleri bu nedenle de sıtmaya tutuldukları kaydedilmektedir. Bu durumdan haberdar edildiğinde Hz. 891 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 661. 892 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 665. 893 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 659. 894 Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, ss. 52, 178. 175 Peygamber, suyu tulumlarda soğutmalarını, iki ezan vakti(sabah ile yatsı ezanı) arasında üzerlerine dökmelerini ve Allah’ın adını anmalarını söylemiş onlarda bu tavsiyelere uymuşlardı.895 İslâm târihinde bir diğer örnek Tebük seferinden misal verilebilir. Cezîretülarap’ın kuzeybatısında Medine-Tebük yolu üzerinde bulunan ve Sâlih peygamber ile ilgisinden dolayı Medâinü Sâlih diye de isimlendirilen el-Hicr896 denilen yerde Hz. Peygamber sahâbîlerine buranın kuyusundan su içmemelerini ve buradan su almamalarını emretmişti. Sahâbîler bu emr-i nebî öncesi o kuyunun suyundan alıp hamur yoğurduklarını ve su kaplarını doldurduklarını söyleyince onlara, hamurları develere vermelerini ve ondan asla yememelerini, suyu da dökmelerini emretmiş, onlarda bu îkazlara uymuşlardı.897 Bir diğer rivâyette yine burada Resûlullah, ashâbına Sâlih Peygamber’in dişi devesinin su içtiği kuyudan su alabileceklerini ifâde ettiği bildirilmektedir.898 Buraya kadar ele aldığımız bu rivâyetler bağlamında; kadın sahâbîlerin ordu içinde hem yaralıların tedâvisi hem savaşan ve yaralı askerlerin su ve yemek ihtiyaçlarının karşılanması noktasında göstermiş oldukları hizmetlerle Hz. Peygamber dönemindeki savaşlarda tıpkı askerî sıhhiye birliği gibi ceht ve gayret sarfettikleri rahatlıkla söylenebilir. 2.2.4 Harb ve Konaklama Meydanlarında Nezâret(Eşyaların Gözetimi) Bu konuda aktarılan bilgilerden biri yine Ümmü Atıyye’den nakledilen rivâyette mevcuttur. O, savaşlarda göstermiş olduğu hizmetlerden biri olarak geride eşyaların gözetimiyle de ilgilendiğini beyân etmektedir.899 Muâsır araştırmacılar da tabiî bir sonuç olarak bu rivâyetten hareketle kadınların savaşlarda, cephede ve konaklama yerlerinde 895 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 646; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 121. 896 Ömer Faruk Harman, “Hicr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, C. 17, s. 454. 897 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, ss. 1006-1007; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 4, s. 161; Buhârî, “Enbiyâʾ”, 17(Had. no: 3378); Taberî, et-Târîḫ, C. 1, s. 231; C. 3, s. 105; İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, C. 2, s. 93; Beyhakî, Delâʾil, C. 5, s. 240; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 147; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 7, ss. 163, 166. 898 Buhârî, “Enbiyâʾ”, 17(Had. no: 3379); Müslim, “Zühd”, 40(Had. no: 2981); Ebû Hâtim Muhammed b. Hibbân b. Ahmed el-Büstî İbn Hibbân, Ṣaḥîḥu İbn Ḥibbân bi-tertîbi İbn Balabân, thk. Şuayb el-Arnaût, Beyrut, Müessesetü’r-risâle, 1414/1993, C. 14, s. 82(Had. no: 6202); Beyhakî, es-Sünen, C. 2, s. 211(Had. no: 1130). 899 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 422; İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 6, s. 537(Had. no: 33650); İbn Râhûye, el-Müsned, C. 5, ss. 211-212(Had. no: 2346-2347); Dârimî, Cihâd, 30(Had. no: 2466); Müslim, “Cihâd”, 142(Had. no: 1812); İbn Mâce, “Cihâd”, 37(Had. no: 2856); Nesâî, “Siyer”, 186(Had. no: 8829); Ebû Avâne el-İsferâyînî, el-Müsned, C. 4, s. 333(Had. no: 6879-6880). 176 eşyaların gözetilmesi ve korunmasını yaptıklarını ifâde etmişlerdir.900 Kimi araştırmacının ise aynı rivâyeti kullandığı yerde bu hizmeti, (nezâret) yerine (hayvanlara su verdiği) şeklinde sunduğu görülmektedir.901 Yine savaşa katılmak için Hz. Peygamber’den izin isteyen Ümmü Sinân’ın da ifâdelerinden bu hizmete gönüllü olduğu anlaşılmaktadır.902 Bizim bu konuda eklemek istediğimiz husus bu hizmetin tüm savaşları ve ordunun tamamını kapsayıcı bir nezâretten ziyâde daha sınırlı ve elden geldiğince görülen hizmetlerden biri olarak ifâde edilmesi ortaya koyulan eylemin daha farklı boyutlarda gereğinden fazla anlam yüklenmesini önleme adına söylenmelidir. Zîra bu konu ile alâkalı erkeklerden de orduda vazîfelendirilen sahâbîlerden bahsetmek rivayetler bağlamında mümkündür. Bu nedenle mesele, kadın sahâbîlerin bu hizmetle seferlerde kimi zaman erkeklerin yükünü hafiflettiği yönünde ifâde edilebilir. Uhud Gazvesi’nde Hz. Peygamber’in kızı Fâtıma’nın babasının tedâvisi ile meşgul olurken, eşi Ali’nin de Resûlullah’a su getirmeye gitmeden önce kılıcını hanımı Fâtıma’ya bırakarak onu tutmasını bir diğer ifâdesiyle kılıcına göz kulak olmasını istemesi misal verilebilir.903 2.2.5 Geri Hizmetler Hanım sahâbîlerin göstermiş oldukları hizmetlerin genel bir ifâdesi olarak kullanılan “Geri Hizmetler” ifâdesi onların savaşlara çıkarken veya sonrasında kurmuş oldukları kendi beyânlarından hareketle tanımlanmışdır. Bu beyânlarda kimi zaman gösterilecek hizmetin adı açıkça zikredilmekteyken kimi zaman daha umûmî ifâdeler kullandıkları da görülmektedir. Bunlardan bazıları; “Hizmet ederiz.” (م ْ ,904(َونَْخدُُمُه “Elimizden geldiği kadar(gücümüz yettiğince) hizmet ederiz.” (905(وَ نُِعيَن اْلُمْسِلِميَن بَِما اْستََطْعنَا, 900 Akman, Hz. Peygamber Döneminde Savaşlarda Kadın, s. 263; Savaş, İslâm’ın İlk Asrında Kadın, s. 207. 901 Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 127. 902 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 686-687; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 276; Tâberî, Târîh, C. 11, s. 624. 903 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 249; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Kitâbü Tıbbi’n-nebî, C. 2, s. 491; Beyhakî, Delâʾil, C. 3, s. 283; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 153. 904 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 44, s. 567(Had. no: 27017); Buhârî, “Cihâd”, 68(Had. no: 2883); “Ṭıb”, 2(Had. no: 5679); Nesâî, “Siyer”, 186(Had. no: 8830); İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 133. 905 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 290; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 277; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 45, s. 108(Had. no: 27136); Beyhakî, es-Sünen, C. 5, s. 61(Had. no: 4166); Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 516; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, ss. 29, 423; İbn Kesîr, el- Bidâye, C. 6, s. 312; es-Sîre, C. 3, s. 387; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 144; Halebî, es-Sîretü’l-Ḥalebi, C. 3, s. 82. 177 “Allah yolunda hizmet ederiz.” ( َّّللا ِ (َونُِعيُن فِي َسبِيِل 906 şeklinde tesâdüf edilmektedir. Anlaşılan savaşlara çıkan müslüman kadınlar, yerden ok toplayıp askere vermekten َ م) ِ سَها haber toplamaya908 kadar değişik alanlarda İslâm ordularına çeşitli ,907(َونُنَاِوُل ال yardımda bulunmuşlardır. Hatta bu yardımların savaş öncesi; çarpışmaya giden eşinin silahını hazır etmekden(909(تعد لزوجها سَلحه, savaş sonrası; harbden dönen kocasının ya da babasının silahını (ُ َناَوَل َسْيفَهُ اْبنَتَه َيا بني ة) temizlemeye (إل َى أَْهِلِه (اْغِسِلي َعْن َهذَا دََمهُ 910 kadar yayıldığı bildirilmektedir. Bu haberden hareketle geri hizmetlerin yalnız savaş esnasında değil, ayrıca savaş öncesi ve sonrasını da kapsadığını söylemek mümkündür. 2.2.6 Askeri Teşvik ve Cesâretlendirme Câhiliye dönemi ve ilk İslâm devri zamanlarında müşrik kadınlar için savaşlarda icrâ ettikleri bazı görevlerden bahsedilmektedir. Bunlardan birisi; savaşlarda şiirler ve şarkılar söyleyerek çarpışmalara katılan müşrik askerlerin moral ve motivasyonlarını canlı tutmak ve hatta arttırmak için gösterilen gayretlerdi ve bu onlar için bir görev telakkî edilmekteydi. Ancak İslâm ordusuna gelindiğinde müslüman kadınlar için ne böyle bir vazîfe ne de böyle bir hizmetten bahsetmek söz konusu değildir. Bunun nedenlerin arasında; Müslümanlar için savaşın amaç ve gāyesinin dînî inançları bağlamında şekillenmesi ve onların his dünyalarında heyecan uyandırıcı tebşirât ve ed‘iye ifâdelerinin savaşlarda beyân sâhibinin bizzat Resûlullah’ın olmasıdır. Ayrıca Hz. Peygamber’in vahyin ışığında ortaya koyduğu prensiplerin de etki ve neticesi olarak da hanım sahâbîlerden bu tür davranışların izhâr edilmediği söylenebilir. Ancak “Zarûretler kendi miktarınca takdîr olunur.” (Mecelle/22) kaidesince de kimi zaman müslümanların izzet 906 İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 6, s. 537(Had. no: 33651); C. 7, s. 395(Had. no: 36886); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 37, s. 21(Had. no: 22332); C. 45, s. 42(Had. no: 27092); Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 150(Had. no: 2729); İbn Ebû Âsım, el-Âḥâd ve’l-mes̱ânî, C. 6, s. 81(Had. no: 3294); Nesâî, “Siyer”, 185(Had. no: 8828); Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, C. 25, s. 137(Had. no: 332); Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3501. 907 İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 6, s. 537(Had. no: 33651); C. 7, s. 395(Had. no: 36886); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 37, s. 21(Had. no: 22332); C. 45, s. 42(Had. no: 27092); Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 150(Had. no: 2729); İbn Ebû Âsım, el-Âḥâd ve’l-mes̱ânî, C. 6, s. 81(Had. no: 3294); Nesâî, “Siyer”, 185(Had. no: 8828); Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, C. 25, s. 137(Had. no: 332); Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3501. 908 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 265; Fayda, “Âişe”, (DİA), C. 2, s. 201. 909 Hâşimî, Nisâü’l-Ensâr, s. 14. 910 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 63-64; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 533; İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, C. 1, s. 235; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 25; İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam fî Târîḫ, C. 1, s. 172; İbn Kesîr, el- Bidâye, C. 5, s. 449; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 229. 178 ve îtibarı için ellerinden ve dillerinden geleni göstermekten çekinmemişlerdir. Uhud Savaşı’nda o zaman müşrik saflarında bulunan Hind bint Utbe’nin Hz. Peygamber’in amcası ve Abdülmuttalib’in oğlu Hamza’nın ölümü sonrası harb meydanında Bedir’de kaybettiği yakınlarının intikāmını aldığına dâir nefret içerikli sözlerine müslümanlar safında yer alan Hind bint Üsâse b. Abbâd b. Muttalib, “Bedir’de belaya uğradın, Bedir’den sonra da zillete düşeceksin.”911 sözleriyle başlayan bir şiirle irticâlen karşılık vermesi bu konuda misal olarak zikredilebilir. Hind bint Üsâse’nin, Utbe kızı Hind’in sözlerine karşılık kaydedilen bu şiirin onun şâirlik yanının da bulunduğunun göstermesinin yanı sıra, amcakızı olması hasebiyle Hamza’nın şeref ve haysiyetine söylenmiş sözlere karşılık vermeyi o an kendisi için bir görev addetmesinin neticesi olarak da ifâde edilebilir. Şiirde geçen “Hamza benim aslanımdır ve Ali doğanım.” sözleri bunun açıkça göstergesidir. 2.2.7 Savaştan Kaçan Askeri Kınama Bir önceki başlık altında sunulduğu gibi Câhiliye devri kadınının savaşlarda üstlendiği görevlerden biri de müşrik askerlerin savaşın şiddetlendiği yâhut kızıştığı bir anda geriye kaçmalarını engellemek, hatta onların ölesiye çarpışmalarını ve savaştan geri durmamalarını sağlamaktı. Bu konuda kullandıkları en büyük silahları dilleri olan bu kadınlar eğer bir asker kaçmaya yeltenirse hemen küçük düşürücü ifâdelerle onu kınar ve genellikle yeniden dönmesini sağlarlardı. Ancak daha önce de kaydettiğimiz gibi İslâm ordusunda kadınlar tarafından böyle bir görevden bahsetmek mümkün değildir. Ancak her ne kadar bu onlar için bir görev telakkî edilmese de müslümanların belli bir süreliğine dağınıklığa düştüğü iki savaşta bazı hanım sahâbîlerin ileri gelenleri tarafından Hz. Peygamber’i savunmasız bırakıp geriye dönenleri söz ve davranışlarıyla itap ettikleri görülmektedir. Uhud Harbi’nde okçular tepesi olarak isimlendirilen yerdeki müslüman okçuların Allah resûlünün emrine muhalif hareket ederek savaşın erken vaktinde yerlerini terk etmeleri sonucu yaşanan hâdisede müslümanlar iki ateş arasında kalarak ağır kayıplar vermesine ve müslümanların dağınıklığa düşmesine neden olmuştu. Kaynakların buradan 911 İbn İshâk, es-Sîre, s. 333; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 54; İbn Abdürabbih, el-ʿİḳdü’l-ferîd, C. 1, s. 358; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 16; İbn Seyyidünnâs, Uyûnü’l-eser, C. 2, ss. 28-29; İbn Kesîr, el- Bidâye, C. 5, ss. 419-420; İbn Hadîde, el-Misbâhu’l-Mudî fî Kitâbi’n-Nebî, C. 1, s. 120; Şâmî, Sübülü’l- hüdâ, C. 4, ss. 218-219. 179 sonrasında zikrettiğine göre bazı sahâbîlerin Medine’ye doğru yol alırken karşılarına çıkan Ümmü Eymen onların yüzlerine toprak fırlatarak, “Kirmanını al da bununla ip eğir; kılıcını bana ver!” diyerek onları muâheze ettiği bildirilmektedir.912 Yine Uhud’da bazı müslüman askerleri Resûlullah’ı korumasız bıraktıkları için kınayan hanımlardan diğeri Hz. Peygamber’in halası Safiyye’dir. Müelliflerin kaydettiğine göre eline aldığı mızrakla insanların yüzüne dokundurarak “!َِّّللا sözleriyle onların hezimete ”اْنَهَزْمتُْم َعن َرُسوِل düşmeleri ve Resûlullah’ı terk etmelerinden dolayı kınamaktaydı.913 Müslümanların bozgun yaşadığı bir diğer savaş Huneyn’de de savaşa katılan müslüman hanımlar tarafından kaçan askerlerin kınandığına şâhit olmaktayız. Bu hanımlardan biri olan ve pek çok savaşa katılan Ümmü Umâre’nin kılıcını kınından çıkararak, “Bu ne biçim şey! Siz nasıl kaçarsınız?”914 diye seslendiği, orada hazır bulunan Ümmü Süleym’in ise, “Ey Allah’ın resûlü! Müslüman olduktan sonra kaçıp seni yüz üstü bir durumda bırakan bu adamları gördün mü? Allah sana imkân verirse onları affetme! Bu müşrikleri öldürdüğün gibi onları da öldür!”915 diyerek kaçanları ağır bir eleştiriye tuttuğu kaydedilmektedir. Yine bu savaştan kaçan yeni müslümanlardan Benî Süleym ve Mekkelileri kastederek onları kınayanlardan biri de ensar hanımlarından Ümmü’l-Hâris, “Ey Allah’ın resûlü! Kim devemi geçerse (buradan kaçıp giderse) onu öldüreceğim. Vallahi, bu insanların bugünkü gibi bize yaptıklarını hiç görmedim.” dediği nakledilmektedir.916 Cepheden kaçan askerleri kınayan, katıldıkları savaşlarda gösterdikleri cesâret ve kararlı duruşlarıyla berâber Hz. Peygamber’e çeşitli vesîlelerle; hala, dadı, teyze gibi yakınlıkları münasebetiyle korumacı bir yaklaşım sergileyen bu hanımların onu savaş meydanında yalnız ve korumasız bırakıp terk edenlere karşı takındıkları bu tavırların her millette rastlanabilecek tabiî bir durum olarak kabul edilebilir. 912 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 277-278; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 326; Beyhakî, Delâʾil, C. 3, ss. 310-311; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 164; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 196. 913 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 41; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 5, s. 371; Ziriklî, el-Aʿlâm, C. 3, s. 206. 914 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, s. 903; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 2, s. 15; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 331. 915 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, ss. 903-904; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 4, s. 113; Makrîzî, İmtâʿu’l- esmâʿ, C. 2, s. 15; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 330. 916 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, s. 904. 180 2.2.8 İstişâre Husûsî ve umûmî pek çok konuda sürekli ashâbı ile istişâre halinde olan Hz. Peygamber’in askerî konularda da her dâim ümmetinin lehine olabilecek kararların alınmasında ihtiyacı olsun veya olmasın hep ortak akla mürâcaat ederek istişârenin önemini müminlere fiilen göstermiştir. Kimi zaman istişâre neticesi ortaya sürülen genel fikirlerin onun görüşleriyle tam bir uyum arz etmese bile alınan kararların uygulanmasında muhâlif hiçbir tavır ve davranış sergilemeden ilk uygulayıcısı yine o olmuştur. Nitekim Uhud harbi öncesi onun Medine’de kalarak savunma savaşı yapılması düşüncesine istişâreden özellikle Bedir’e katılamamış genç sahâbîlerin Bedir’de olduğu gibi düşmanla yüz yüze çarpışma fikri ağır basınca o da bu karara uymuş ve savaş Uhud’da gerçekleşmişti.917 İslâm toplumunun yeni var oluş mücâdelesi içinde bulunduğu diğer savaşlarda bu konuda örneklik teşkil etmektedir.918 Hayatında istişâreye ehemmiyet veren Resûl-i Ekrem’in zaman zaman hanımlarının fikirlerine de başvurduğu görülmektedir. Bu konuda vereceğimiz örneğin bir sefer münâsebetiyle karşımıza çıkması savaşlarda su taşıma, yaralıları tedâvi etme gibi bir takım hizmetlerin yanında Hz. Peygamber’in onların çeşitli konularda fikirlerine başvurabilmek için yanında onlardan bazılarını seferlere berâberinde götürdüğü düşünülebilir. Bu konuda, Buhârî’de uzunca bahsi geçen hadiste Hudeybiye Antlaşması’nda Mekkelilere fazlaca tâviz verildiğini düşünen sahâbîler Mekke’ye girememenin inkisârı içerisindeyken, Resûlullah bulundukları yerde kurbanlarını kesmeleri ve tıraş olmaları emrini üç kere tekrarladığı halde Peygamber’in emrine icâbet etmekte ağır davranmışlardı. Şartlarını ağır buldukları bu sulhun bir vahiy ile ibtâl edilmesi böylece kendileri için umre ibadetinin müyesser olmasını ümit ediyorlardı. Bunun üzerine Resûl- i Ekrem, çadırına, Ümmü Seleme’nin yanına giderek üzüntüsünü dile getirmiş, Ümmü Seleme’de ona dışarı çıkıp kimseye bir şey söylemeden kurbanını kesmesini, berberine kendisini tıraş ettirmesini, ashâbının mutlaka bu davranışını tâkip edeceğini söylemişti. Nitekim gerçekten de Ümmü Seleme’nin dediği gibi oldu. Ashâb Hz. Peygamber’in 917 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 209-214; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, ss. 26-27. 918 Talip Türcan, “Şûra”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, C. 39, s. 231; Ağırman, Hz. Peygamber’in Savaş Stratejisi, s. 147. 181 uygulamasına kayıtsız kalmadılar ve hemen kurbanlarını kesip, tıraşlarını oldular.919 Ümmü Seleme’nin müstesnâ zekâ ve fazîletiyle problemlere sunduğu çözümler bu hâdiseden açıkça görülmekte ve Resûlullah ile pek çok savaşta yer almasının nedenlerinden biri olarak misal teşkil etmektedir. Cüveynî, “hayatımın meyvesi” diye nitelendirdiği Nihâyetü’l-maṭlab adlı eserinde Ümmü Seleme’nin Hudeybiye’de gösterdiği dirâyet ve fetâneti İslâm târihinde hiçbir kadının göstermediğini ifâde etmektedir.920 Câhiliye döneminde bazı komutanların yanlarında kadınları(bunlardan bazıları kızları) yanlarında sefere götürerek savaşta onlardan danışmanlık hizmeti gibi faydalandıklarını zikretmiştik. Hz. Peygamber’in eşlerini savaşa yanında götürmesinin muhtemel sebeplerinden biri de onların kimi zaman görüşlerine mürâcaat etmek istemesidir. Nitekim Hudeybiye’de açık bir şekilde aktarılan Hz. Peygamber’in, eşi Ümmü Seleme ile istişâre etmesi buna delil teşkil etmektedir. Bir diğer açıdan savaşa katılan diğer hanım sahâbîlerin seferlerde Resûlullah ile kuracakları irtibatta aracı olmaları, ihtiyaç hâsıl olan yerlerde sorunlarına veya sorularına rahatlıkla cevap bulabilmeleri açısından da istişâreye katkı sunacakları söylenebilir. 2.2.9 Bizzat Savaşma Hz. Peygamber döneminde müslüman askerlere cephenin gerisinde çeşitli hizmet ve yardımlarda bulunmak niyetiyle gazvelere katılan hanım sahâbîlerden bazılarının katıldıkları bu seferlerde çarpışmanın seyrinin müslümanların aleyhine döndüğü ve hatta Resûlullah’ın yanında az kişi ile müşrikler arasında kaldığı zamanlarda cür’et-yab birer nefer gibi Allah resûlünü müdâfaa etmek için düşman askerlerle bilfiil çarpışmalara giriştikleri ve hatta bu nedenle yaralandıkları nakledilmektedir. Bu konuda ilk kaydedilen rivâyetler, kadın sahâbîlerin katıldıkları ilk savaş olan Uhud’da okçular tepesindeki müslüman askerlerin görev yerlerini terk etmesi ve İslâm ordusunun arkasında fırsat bekleyen müşriklerin süvâri müfrezesinin bu boşluğu değerlendirerek arkadan saldırması 919 Buhârî, “Şurût”, 15(Had. no: 2731-2732). Sâir kaynaklar için bkz. Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 613; İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 7, s. 383(Had. no: 36840); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 31, s. 220(Had. no: 18910); İbn Ebû Âsım, el-Âḥâd ve’l-mes̱ânî, C. 1, s. 395(Had. no: 551); İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, C. 1, ss. 302-303; İbn Mende, Müstaḫrec min kütübi’n-nâs, C. 1, ss. 403-404; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z- zamân, C. 3, s. 378; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 297. 920 İmâmü’l-Haremeyn Ebü’l-Meâlî Rüknüddîn Abdülmelik b. Abdillâh b. Yûsuf el-Cüveynî, Nihâyetü’l- maṭlab fî dirâyeti’l-meẕheb, thk. Abdülazîm Mahmûd ed-Dîb, 1. bs., Riyad, Dârü’l-minhâc, 1428/2007, C. 4, s. 307; Kastallânî, İrşâdü’s-sârî, C. 4, s. 451. 182 neticesi ile iki düşman askerleri arasında kalıp İslâm ordusunun dağınıklığa düştüğü zamanda irticâlen yaşandığı görülmektedir. Medine’de müslüman olup Akabe’de Resûlullah’a teslimiyetini ifâde edip sonrasında Uhud, Hudeybiye, Hayber, Umretü’l-kazâ, Huneyn ve Yemâme seferlerine katıldığı ifâde edilen Ümmü Umâre’nin başta Uhud olmak üzere katıldığı savaşların bazısında cesurca çarpışmalara dâhil olduğu aktarılmaktadır.921 Onun bu Uhud’da Mekke ordusunun askerlerine karşı göstermiş olduğu mücâdeleleri Ümmü Sa‘d bint Sa‘d b. Rebî‘ (yeğeni), Damre b. Saîd(torunu), Umâre b. Gaziyye(evlâdı) ve Abdullah b. Zeyd(evlâdı) kanalıyla bizzat kendisinden aktarılmaktadır. Başta Vâkıdî tarafından rivâyetlerine yer verilen, Uhud’a kocası ve iki oğluyla katılan asıl adıyla Nesîbe, müslümanların savaşın üstünlüğünü elinde bulundurduğu zaman dilimi olan gündüzün erken vakitlerinde savaş meydanına gelerek askerlere su dağıtma işini icrâ etmekteydi. Savaşın ilerleyen safhalarında durumun müslümanların aleyhine dönmesiyle berâber hemen Resûlullah’ın yanına gelerek eşi ve çocuklarıyla berâber çarpışmaya katılmış, eline aldığı kılıç ve oklarla onu savunmaya gayret göstermişti. En çok Resûlullah’ın müşrik askerlerin hedefi haline gelmekten korumaya gayret gösteren Nesîbe bunu şu sözlerle ifâde etmektedir: “İnsanlar Resûlullah’ın etrâfından çekildiklerinde İbn Kamîe geldi ve “Muhammed’i bana gösterin; eğer o kurtulursa yaşamak bana haram olsun!” diye bağırdı. Mus‘ab b. Umeyr ve yanındaki bazı insanlar ona karşı koydular. Ben de onlardan biriydim.”922 Diğer bir rivâyette ise: “Hatırlıyorum; insanlar Resûlullah’ın etrâfından çekilmişlerdi. Etrâfında ondan daha az sayıda kişi kalmıştı. Ben, iki oğlum ve kocam onu önünde savunuyorduk. İnsanlar ise hezimete uğramış bir şekilde yanından geçiyorlardı. Resûlullah benim kalkansız olduğumu gördü ve o sırada geri dönen ve üzerinde kalkan olan bir adama, “Ey kalkan sâhibi! Kalkanını savaşacak olan birisine ver.” dedi. Adam kalkanını attı; ben de aldım. O kalkanla Resûlullah’ı korumaya çalışıyordum. Asıl bize zarar veren süvarilerdi. Eğer onlar da bizim gibi yaya olsalardı, Allah’ın izniyle biz de onlara zarar verebilirdik. Bir adam, at üzerinde geldi ve bana bir darbe vurdu. Kalkanla kendimi korudum; kılıcı 921 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 383; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, C. 2, s. 63; el-Muntaẓam fî Târîḫ, C. 4, s. 189; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 5, s. 197; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, C. 2, s. 278. 922 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 268-269; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 45; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 384; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 5, s. 444; Kelâî, el-İktifâʾ fî meġāzî, C. 2, s. 75; Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Abdilvehhâb b. Muhammed el-Bekrî et-Teymî el-Kureşî en-Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb, thk. Müfîd Kumeyha, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1424/2004, C. 17, ss. 69- 70; İbn Seyyidünnâs, Uyûnü’l-eser, C. 2, s. 22; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 5, s. 409. 183 bana bir şey yapmadı ve geri çekildi. Bu kez ben atının arka ayaklarındaki kirişlere vurdum; adam sırt üstü yere düştü. Bunun üzerine Resûlullah, “Ümmü Umâre’nin oğlu! Annene yardım et… Annene yardım et…” diye seslendi.” Ümmü Umâre: Adamı öldürünceye kadar oğlum bana yardım etti.”923 Kocası ve iki oğluyla savaşan Nesîbe’nin o gün on iki kılıç yâhut mızrak yarası aldığı bildirilmektedir.924 Torunu Damre b. Saîd, Uhud’da şiddetli çarpışmalara katıldığını aktardığı ninesi Ümmü Umâre’nin vefatında vücudundaki yaraları saydığını ve on üç yarasının bulunduğunu kaydeder.925 Vücudunun en büyük yarası olan ve Resûlullah’ı savunurken İbn Kamîe’den aldığı darbeyi Nesîbe: “İbn Kamîe bana bu darbeyi vurdu; ben de ona çok sayıda vurdum; fakat Allah’ın düşmanının üzerinde iki zırh vardı.” sözleriyle anlatmaktadır. Kaynaklar bu yaranın hemen kapanmadığı, tedâvisinin bir yıl sürdüğü bu sebeple bazı seferlere katılmak istese de katılamadığı nakledilmektedir.926 Rivâyette boynundan aldığı anlaşılan bu ağır yaranın muhtemelen İbn Kamîe tarafından almış olduğu darbe sonucu oluştuğu düşünülebilmektedir. Uhud’da annesi Ümmü Umâre ile müşriklere karşı çarpışan Abdullah b. Zeyd’in verdiği haberlerde ise, o gün çarpışma esnasında kendisine sırık gibi bir adamın vurmasıyla sol yanından ciddi yaralanan Abdullah’ın orada ilk müdâhelesini annesi Nesîbe yapmış ve yarasını sardıktan sonra oğluna; ayağa kalkıp yeniden düşmana karşı koymasını öğütlemiş, bu duruma şâhit olan Hz. Peygamber, “Senin yaptığını kim yapabilir ey Ümmü Umâre?” diyerek göstermiş oldukları fedâkârlıklarını kemâl-i takdîr ile ifâde etmiştir. Sonrasında oğluna vuran kişinin yeniden geldiğini gören Resûlullah, “Bu senin oğluna vurandır.” diyerek işâret etmiş, o da ilk önce atının ayaklarına vurarak adamın yere düşürmüş ve sonra oğluyla berâber üzerine çıkarak adamı haklamışlardır.927 923 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 270; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, ss. 384-385; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n- Nübelâ, C. 2, s. 279. 924 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 268; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, ss. 383, 387; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, ss. 1948-1949; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 5, s. 198; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, C. 2, s. 278, 281; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 162. 925 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 269; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 384; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, C. 2, ss. 278-279. 926 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 269-270; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 384. 927 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 270-271; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 385; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n- Nübelâ, C. 2, s. 280. 184 Yoğun çarpışmalar içinde mücâdele veren Nesîbe’nin aldığı yaralardan dolayı oğlu Abdullah’ın da savaş mahallinde annesinin yaralarını sardığı bildirilmektedir.928 Ümmü Umâre’nin Uhud’da âilece korkusuzca karşı cephenin askerlerine karşı ortaya koydukları tutum ve davranışlar sahâbenin ileri gelenleri tarafından da her zaman takdirle karşılanmış, ona karşı her vesîle ile hürmetlerini çeşitli ikramlarla göstermeye çalışmışlardır. Nitekim Hz. Ömer, hilâfeti döneminde gelen elbiselerden dağıttığı bir gün içlerinde geniş ve güzel bir elbise de bulunmaktaydı ve yanındaki bazı kimseler halîfeye o elbiseyi daha yeni evlenmiş olan oğlu Abdullah b. Ömer’in eşi Safiyye bint Ebû Ubeyd’e yakıştırıp ona gönderebileceğini söylemişlerdi. Fakat Hz. Ömer, “Bunu ondan daha lâyık olan birine göndereceğim; Ümmü Umâre bint Kâ‘b’a… Uhud günü Resûlullah’tan şöyle derken işittim: “(Uhud günü) Sağıma ve soluma ne kadar baktıysam Ümmü Umâre’nin beni korumak için savaştığını görüyordum.” diyerek elbiseyi Nesîbe’ye göndereceğini bildirmişti.929 Tespitlerimize göre Uhud’da Nesîbe bint Kâ‘b dışında bizzat çarpışmaya katılan başka bir hanım sahâbî bulunmamaktadır. Hz. Peygamber’in halası Safiyye’nin bir savaşta bulundukları kaleye girmek isteyen bir yahudiyi öldürdüğüne dâir haberin hem Uhud’da hem Hendek’te olduğuna dâir iki farklı rivâyet bulunmaktadır. Hâdisenin bizim için Hendek’te gerçekleştiğinin daha mâkul göründüğünü söylemekle berâber bu konuyu ileride tekrar ele alacağımız için şimdilik oraya işâret etmekle yetineceğiz. İslâm Peygamberi isimli eserinin Uhud Savaşı’nı konu alan bölümünde Hamîdullah’ın, “Bu kargaşa içerisinde, bir düşman askeri Resûlullah’ı vurup öldürdüğünü ilan etti. Bu haber karşısında müslümanlar bozguna uğrayıp çeşitli yönlere doğru kaçışmaya başladılar. Gerçekte Muhammed yaralanmış ve hatta düşman tarafından gizlice açılıp üzeri kamufle edilen çukurlardan birine düşmüştü. Ancak aralarında birkaç kadının da bulunduğu çok az sayıdaki sahâbe, savaşı terk etmeyip, peygamberlerini savunmaya devam ettiler.”930 sözleriyle savunmaya katıldığı kesin olan Ümmü Umâre dışında başka kadınların da çarpışmalara katıldığını ifâde etmektedir. Ancak araştırmacının bu konuda somut başka haberlere veya eserinde olayın kaynaklarına temas etmemesi muhtemelen onda Uhud’da bulunan diğer hanımların da Ümmü Umâre gibi 928 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 272-273. 929 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 271; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 386; Belâzürî, Ensâb, C. 1, ss. 325-326; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 202. 930 Hamîdullah, İslâm Peygamberi, s. 200(md. 387). 185 çarpışmalara katıldığına dâir oluşan izlenimlerin yansımasından ibâret olduğu düşünülebilir. Daha önce ifâde ettiğimiz gibi Safiyye’nin bir yahudiyi öldürdüğüne dâir Uhud Savaşı bağlamında rivâyetler bulunmaktadır ancak bu haberlerin de Uhud meydanından ziyâde Medine’de gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bu açıdan Hamîdullah’ın bu ifâdesinin tashihe muhtaç olduğunu düşünmekteyiz. Nitekim müellifin bir başka eserinde, “İman sahibi, cesur küçük bir muhafız birliği, Hz. Muhammed’i sonuna kadar korudu ve bunların çoğu bu asil görev uğrunda hayatlarını feda etti. Ümmü Umâre adındaki bir kadın gönüllü de bu koruma görevine katılmış ve onun bu hareketi, Hz. Muhammed’in takdir ve övgülerini kazanmıştır.”931 ifâdelerinde daha seçici ve temkinli hareket ettiği görülmektedir. Bunu da düşüncemizi ayrıca destekleyen bir delil olarak sunmak mümkündür. Müslümanların belli bir süre bozgun yaşayıp dağınıklığa düştüğü Huneyn Gazvesi’nde de hazır bulunan932 Ümmü Umâre burada da yaşadıklarını kendisi şu şekilde anlatmaktadır: “Huneyn günü olduğunda ve insanlar hezimete uğrayıp her tarafa çekilmiş iken ben ve dört kadın oradaydık. Benim elimde keskin bir kılıç vardı. Ümmü Süleym’in yanında bir hançer vardı ve beline bağlamıştı. -Ümmü Süleym o gün Abdullah b. Ebû Talha’ya hâmileydi.- Bir de Ümmü Selît ve Ümmü’l-Hâris yanımızdaydılar.” Sonrasında müslümanların hezimete düşüp geri çekildiklerini gören kendisi de ensardan bir hanım olan Nesîbe, kılıcını çekerek ensara, “Siz nasıl kaçarsınız?” diye seslendikten sonra sözlerine şu şekilde devam eder: “Ben, boz bir devenin üzerinde olan bir Hevâzinli’ye bakıyorum; Yanında bir sancak vardı ve devesini müslümanların ardından sürüyordu. Ona engel olmak için saldırıp devesinin arka ayaklarındaki kirişlerine bir darbe vurdum. Devesi, oldukça yüksekti. Deve hemen arkasının üzerine düştü; ben de başına üşüştüm. Hareketsiz bırakana kadar durmadan adama vurdum. Sonra ona ait kılıcı aldım. Devesinin hırıltısı duyuluyordu. Deve bir karnı üzerine, bir sırtı üzerine dönüyordu. Resûlullah, elinde yalın kılıç olduğu halde ayakta duruyordu. Kılıcın kınını atmış ve “Ey Bakara Sûresi’nin ashâbı!” diye çağrıda bulunuyordu.”933 Huneyn’de iki oğlu Habîb ve Abdullah b. Zeyd ile bulunan Ümmü Umâre, savaşın müslümanları lehine dönmesi ile berâber savaşın neticesinde İslâm ordusunun pek çok esir ve ganîmet elde ettiğini de 931 Hamîdullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, s. 70(md. 105). 932 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 735, 737. 933 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, ss. 902-903; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 2, s. 15; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, ss. 330-331. 186 bildirmektedir.934 Hz. Peygamber’in vefatından sonra da hayatta olan Ümmü Umâre, Yemâme Savaşı’nda da hazır bulunarak yine bir bakıma Resûlullah’ın müdâfaası için verilen çok çetin çarpışmaların içerisine daldığı ve burada da ağır yaralar aldığı yeğeni Ümmü Sa‘d kanalıyla kendisinden aktarılmaktadır. Yeğeni, teyzesinden savaşlarda verdiği mücâdeleleri dinlerken bir ara, “Ya elin… Eline ne doldu?” diye elinin durumunu sormuş o da şu şekilde cevaplamıştır: “(Elim)Yemâme gününde yaralanmıştı. Bedevî Araplar müslümanları mağlûp etmeye başlayınca Ensar, “Bizi kurtarın!” diye bağırdılar. Ensar kurtarıldı. Ben de onlarla birlikteydim. Nihâyet ölüm bahçesine (ت ِ 935(إلَى َحِديقَِة اْلَمْو ulaştık. Orada bir saat çarpıştık; hatta Ebû Dücâne bahçenin kapısında öldürüldü. Ben bahçeye girdim. Allah’ın düşmanı Müseylime’yi arıyordum. Onlardan bir adam karşıma çıktı, elime vurdu ve kesti. Vallâhi ben, Habîs’i(Müseylime’yi) öldürülmüş olarak bulana kadar elimin kesilmiş olmasının farkında bile değildim ve ondan duraksamadım. Oğlum Abdullah b. Zeyd el-Mâzinî de kılıcını onun elbisesiyle siliyordu. Ben oğluma, “Onu öldürdün mü?”936 dedim. Oğlum, “Evet!” dedi. Bunun üzerine Allah’a şükür secdesine kapandım.”937 İbn Sa‘d, Nesîbe’nin bu savaşta eli hâriç on bir yara aldığı bildirmektedir.938 Resûlullah’tan sonra bir süre daha yaşadığı anlaşılan Ümmü Umâre’nin Ziriklî vefat târihini yaklaşık hicrî 13(634) olarak vermektedir.939 Muhtemelen araştırmacı Hz. Ömer’in Ümmü Umâre’ye elbise gönderdiği haberini esas alıp ve daha sonraki bir zamanda gerçekleştiği belirten bir rivâyetin bulunmamasından hareketle 934 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, s. 903. 935 Müseylime’nin Yemâme Savaşı’nda muhâcir ve ensardan ikibin beşyüz civârında müslüman askerlerin güçlü dirinişleri ile karşılaşınca güvendiği adamları ile berâber etrâfı yüksek duvarlarla çevrili Hadîkatü’r-Rahmân adı verilen bahçesine sığınmış ve burada öldürülmüştü. Bu bahçede yaşanan yoğun çarpışmalarda pek çok insanın da ölmesi üzerine burası sonrasında “Hadîkatü’l-mevt” diye anılmaya başlanmıştır. Bkz. Ahmet Önkal, “Müseylimetülkezzâb”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2006, C. 32, s. 90. 936 Müseylime’yi kimin öldürdüğüne dâir kaynaklarda farklı rivâyetler bulunmaktadır. Umûmiyetle Vahşî b. Harb’in, mızrağı ile onu yere düşürdüğü ve Ebû Dücâne’nin kılıcıyla öldürdüğü yâhut Ebû Dücâne’nin Müseylime’nin katlinde Abdullah b. Zeyd b. Âsım ile birlikte bulunduğu şeklinde bilgiler sunulmaktadır. Krş. Asri Çubukcu, “Ebû Dücâne”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1994, C. 10, s. 122; Önkal, “Müseylimetülkezzâb”, (DİA), C. 32, s. 90. 937 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 269; Ebû Muhammed Takıyyüddîn Abdülganî b. Abdilvâhid b. Alî el-Makdisî el-Cemmâîlî, Min menâḳıbi’n-nisâ eṣ-ṣaḥâbiyyât, thk. İbrahim Sâlih, 1. bs., y.y., Dârü’l-beşâir, 1994, s. 57. 938 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 387. Diğer kaynaklar için bkz. Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 5, s. 199; Mizzî, Tehẕîbü’l-Kemâl, C. 35, s. 372; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, C. 2, s. 281. 939 Ziriklî, el-Aʿlâm, C. 8, s. 19. 187 vefatının İslâm’ın ikinci halîfesi Ömer’in halîfeliğinin (634-644) ilk zamanlarına tesâdüf ettiği çıkarımında bulunmuş olmalıdır. Zîra hem muahhar kaynaklar tarafından sunulan haberlerde hem çağdaş araştırmacıların ortaya koyduğu çalışmalarda farklı bir bilgiye rastlanılamamaktadır.940 Huneyn Gazvesi’nde hazır bulunan kadınlardan biri de Ümmü Selît’tir.941 Ümmü Umâre gibi Benî Neccâr hanımlarından biri olan ve öncesinde Uhud, Benî Kurayza ve Hayber savaşlarına da iştirak etmiş olan bu hanım sahâbînin Huneyn’de nasıl bir mücâdele ortaya koyduğu kaynaklarda sarih olarak kaydedilmemektedir. Fakat Ümmü Umâre kanalıyla sunulan bir rivâyetten onun da Huneyn’de müslüman askerlerin dağıldığı esnada Resûlullah’ı korumak için onun etrâfında çarpışmaya katılan kimselerden biri olduğu anlaşılmaktadır.942 Hakkında pek az ve çoğunlukla detaylardan hâlî bilgiye rastlanılan Ümmü Selît’in nerede ve ne zaman vefat ettiğine dâir bir habere tesâdüf edemedik. İlk olarak ismine Huneyn Gazvesi’nde (8/630) rastladığımız, bu savaşta hazır bulunup Hevâzinlilerin önceden kurdukları pusuya girdikleri dar vadide ok yağmuru ile mâruz kalıp dağılan İslâm ordusunda Resûlullah’ı muhâfız bir asker gibi korumaya gayret gösteren bir diğer hanım sahâbî Ümmü’l-Hâris’tir. Hakkında sunulan sınırlı bilgiler içerisinde müslüman olup Resûlullah’a bîat eden ve Hazrec’in Benî Dînâr b. en-Neccâr kabîlesine mensup olan Ümmü’l-Hâris’in tam adını İbn Sa‘d, Ümmü’l-Hâris bint el-Hâris b. Sa‘lebe b. Ka‘b b. Abdüleşhel b. Hârise b. Dînâr b. en-Neccâr şeklinde kaydetmektedir. Yine tabakat müellifinin verdiği diğer bilgilerde ilk olarak Amr b. Gaziyye ile evliliğinden el-Hâris ve Abdurrahman’ı, daha sonra el-Hâris b. Hazme ile olan izdivâcından Süheyme’yi dünyaya getiren Ümmü’l-Hâris’in ilk oğlu Hâris’e nispeten künyelendiği anlaşılmaktadır.943 Huneyn’e kocası Ebü’l-Hâris ile katılan Ümmü’l-Hâris, müslümanların yaşadığı ilk hezimet ve dağılma esnasında kocasının da içlerinde bulunduğu ve geriye döndüğünü görünce ona, “Ey Hâris! Resûlullah’ı bırakmış gelip devenin yularından mı tutmuşsun?” diyerek itap etmiş, daha sonra Resûlullah’ın yanına 940 Ziriklî’nin verdiği târihin sonraki araştırmacılara da kaynaklık teşkil ettiği görülmektedir. Bkz. Özkan, “Ümmü Umâre”, (DİA), C. 42, s. 332. 941 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 390; İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam fî Târîḫ, C. 4, s. 189; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 5, s. 207. 942 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, s. 902; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 330. 943 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 408. 188 gelerek en başta geriye dönen Benî Süleym ve Mekkeliler’i kasten; “Ey Allah’ın resûlü! Mekkeliler’in ve Benî Süleym’in bize yenilgiyi yaşattığı böyle bir günde kimin devemden geriye geçtiğini görürsem vallâhi onu öldürürüm!” dediği nakledilmektedir.944 O gün çatışmalarda yer alan Ümmü Umâre’nin kendisinden aktarılan rivâyette de Ümmü’l- Hâris’in hakkında detaylardan muhayyeb bir şekilde sadece Resûlullah’ı korumaya çalışan dört kadından biri olarak adına rastlanılmaktadır.945 Tabakat müelliflerinden İbn Abdülber, İbnü’l-Esîr ve İbn Hacer onun Huneyn’e katıldığını, Umâre b. Gaziyye’nin onun torunu olduğunu bildirmekte, İbn Abdülber müslümanların bozgun yaşayıp dağınıklığa uğradığı o gün onun bundan berî olduğunu (لم تنهزم يومئذ فيمن انهزم) özellikle belirttiği görülmektedir.946 Muâsır araştırmacılardan Kehhâle ise onun haberlerine yer verdiği eserinde; ustaca ata binen, şecâat sâhibi ev hanımlarından biri olduğu yönünde tavsîfatta bulunmaktadır.947 Huneyn günü Hz. Peygamber’in yanında kalan yüz kadar sahâbîden biri olarak zikredilen948 Ümmü’l-Hâris hakkında başka bir bilgiye sâhip olamadığımız için ne zaman ve nerede vefat ettiğine dâir bir değerlendirmede bulunmamız mümkün olmamaktadır. Onun da bu savaşa esâsen geri hizmetlerde bulunma bağlamında katıldığı ancak müslümanların düştüğü zor durumda korkusuzca çarpışmaktan geri durmadığı düşünülebilir. Huneyn’de cesâret ve kararlılıkla Hz. Peygamber’i savunan dört kadından bir diğeri yine Neccâroğulları kabîlesine mensup Ümmü Süleym’dir. Oğlu Enes kanalıyla aktarılan ve pek çok müellifin eserinde yer verdiği rivâyetlerde Huneyn’e o sırada karnında Abdullah b. Ebû Talha’ya gebe olduğu halde bu savaşa katılan Ümmü Süleym’in yanında eşi Ebû Talha bulunmaktaydı. Kocası Ümmü Süleym’in beline bağladığı kuşağının içinde bir hançer olduğunu farkedince Resûlullah’ın yanında ona hançerle ne yapacağını sormuş, o da müşriklerden birinin kendisine yaklaşması halinde elindeki hançerle karnını deşeceğini bildirmişti. Ebû Talha, “Ya Resûlallah! Ümmü Süleym’in sözlerini işittin mi?” diyerek onun bu sözlerinden duyduğu tedirginliği ifâde 944 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, s. 904. 945 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, s. 902; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, s. 330. 946 İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1928; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 300; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 372. 947 Kehhâle, Aʿlâmü’n-nisâʾ, C. 1, s. 229. 948 Gülgün Uyar, “Ümmü’l-Hâris”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, s. 332. 189 etmiş, Ümmü Süleym, “Ya Resûlullah! Müslüman olduktan sonra kaçıp seni perişan bir durumda bırakan bu adamları gördün mü? Allah sana fırsat verirse onları affetme! Bu müşrikleri öldürdüğün gibi onları da öldür!” demişti. O’nun bu sözleri üzerine ise Hz. Peygamber, “Ey Ümmü Süleym! Allah bana kâfidir. Allah’ın affı daha geniştir.” diyerek hem Ümmü Süleym’in heyecanını yatıştırmış hem de İslâm’a henüz yeni girip kendisiyle katıldıkları ilk savaşta onu gereği kadar koruyamayan ashâbını cezalandırmaktan öte af ve müsâmaha yolunu tercih etmiştir.949 Öncesinde Uhud ve Hayber gibi müslümanlar için iki mühim addedilebilecek savaşta yer alan Ümmü Süleym’in Huneyn’de üstelik hâmile olmasına rağmen hazır bulunması öncelikle sâhip olduğu bilgi ve tecrübelerin geri hizmetlerden bilhassa yaralıları tedâvi noktasında onun da savaşa katılmasına katkı sağladığı düşünülebilir.950 Bir diğer yandan bu savaşa yanında husûsî olarak bir hançer edinerek çıkmış olması ve sözlerinden de bunu bilinçli olarak yaptığı anlaşılması muhtemelen beş yıl kadar önce Uhud’da yaşanan benzer hâdiseye karşılık Huneyn’e çıkarken tedbîren böyle bir tavır takınmış olmalıdır. Zîra Uhud’da Ümmü Süleym’in çarpışmalara katıldığına dâir bir habere rastlanılmamaktadır. Bunun nedeni olarak onun gazveye savaşma niyetiyle çıkmadığı ve bu yönde bir hazırlığının olmamasıyla açıklanabilir. Bu sebeple onun orada yaşanan durum üzere böyle bir yola tevessül ederek Huneyn’e muhtemel durumlara karşı kendi tedbirini alarak katıldığını söylemek mantıkî izâha ters düşmemektedir. Yoksa buradan kadınların sefere savaşma niyetiyle çıktıkları ve bu sebeple silahlandıkları yönünde bir yorumda bulunmak isâbetsiz bir yaklaşım olacağını söylemek mümkündür. Burada dikkati çekmek istediğimiz bir diğer husus Huneyn’de Resûl-i Ekrem’in savunmasında bulunan dört hanımın da Medine’nin Hazrec kabîlesinin Benî Neccâr koluna mensup olmalarıdır. Nitekim Hz. Peygamber soy yakınlığı bulunan ve bazılarıyla teyze-yeğen ilişkisine önceden temas ettiğimiz bu kabîlenin hanım sahâbîlerin bir kez daha Hüseyin Algül’ün; “Bu sülâlenin Medine döneminde Hz. Peygamber’e yakınlığı, 949 Tayâlisî, el-Müsned, C. 3, s. 553(Had. no: 2192); Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, ss. 902, 903-904; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 4, ss. 89-90; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 395; İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 7, s. 416(Had. no: 36987), s. 419(Had. no: 36999); İbn Râhûye, el-Müsned, C. 5, ss. 58-59(Had. no: 2164); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 19, s. 162(Had. no: 12108); C. 20, s. 338(Had. no: 13042); C. 21, s. 397(Had. no: 13975), s. 440(Had. no: 14049); Müslim, “Cihâd”, 134(Had. no: 1809); Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 145(Had. no: 2718); Ebû Ya’lâ el-Mevsılî, el-Müsned, C. 6, s. 226(Had. no: 3510); Taberî, et- Târîḫ, C. 3, ss. 76-77; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 7, s. 18; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 410. 950 Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 146. 190 ilgisinin derinliği, yöneltilen görev ve sorumlulukların gereğini yerine getirmedeki can pahasına gösterdikleri titizliği, samimi hizmet arzusunu ve İslâm dinine fedakârâne yardımlarını düşünmek..” ifâdeleriyle sâbıku’l-beyânı hatırlandığında onların eşlerine rağmen Resûlullah’ı korumaktaki azim ve kararlılıkları daha iyi anlaşılmasına imkân sağlamaktadır. Ayrıca gösterdikleri bu hareketle bilâ-pervâ çarpışmalara dâhil olacak kadar cesur ve gözüpek birer kadın oldukları da bedâheten ortaya koymuş olmaktadırlar. Başta Ahmed b. Hanbel ve Müslim’in Enes b. Mâlik kanalıyla sundukları bir rivâyette, adı zikredilmeyen bir sefer dönüşü Medine’ye yaklaştıkları sırada karnında doğacak çocuğu ile berâber savaşa iştirak eden Ümmü Süleym’in doğum sancısı tutmuş ve eşi Ebû Talha’da onun yanında kalmıştı. Savaşlara Resûlullah ile birlikte çıkıp onunla berâber dönmeyi kendine teberrüken addeyleyen Ebû Talha bu nedenle Hz. Peygamber’den geri kalmamak için orada ellerini açarak Allah’a niyâz da bulunmuş ve eşinin sancıları dinmesi üzerine yola devam ederek Medine’ye girmişlerdi.951 Medine’ye vardıklarında tekrar sancılanan Ümmü Süleym bu sefer oğlu Abdullah’ı doğurmuş ve sonra ilk eşinden olan oğlu Enes ile birlikte Allah resûlüne tahnîk952 yapması ve ismini koyması için göndermişti. Hz. Peygamber Enes’in bebeği getirmesinden onun Ümmü Süleym’in yeni doğan çocuğu olduğunu anlamış ve ağzına alıp iyice çiğneyerek yumuşattığı hurmayı bebeğin damağına sürmüş, yüzünü okşayıp adını Abdullah olarak koymuştu.953 951 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 20, ss. 328-329(Had. no: 13026); Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 107(Had. no: 2144); Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr, C. 25, s. 117(Had. no: 288); Ebû Bekr Ahmed b. el- Hüseyn b. Alî el-Beyhakî, el-Câmiʿu’ş-şuʿabi’l-îmân, thk. Muhtâr Ahmed en-Nedvî, Abdü’l-Alî Abdülhamîd Hâmid, 1. bs., Riyad, Mektebetü’r-rüşd, 1423/2003, C. 12, s. 206; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 12, s. 24. Olayı sâdece Müslim’den iktibasla çalışmasında yer veren Öztürk, olayın bazı detaylarını farklı aktararak; Hz. Peygamberle birlikte Medine’ye girmeyi temessük addedenin Ümmü Süleym olduğu ve doğum sancısı üzerine Resûlullah’a başvurduğunu ve onun duası sonrası sancısının azalmasıyla birlikte Medine’ye girdiklerini aktarmaktadır. Ancak yukarıda naklettiğimiz rivâyette de görüleceği üzere burada araştırmacının hâdiseyi aktarırken karışıklığa düştüğü söylenilebilir. Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 146. 952 Sözlükte “damak” anlamındaki hanek kökünden türeyen tahnîk terim olarak “Ağızda yumuşatılan hurmanın veya bal gibi tatlı bir maddenin yeni doğmuş ve henüz süt emmeye başlamamış bebeğin damağına sürülmesi” demektir. Zekeriya Güler, “Tahnîk”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, C. 39, s. 416. 953 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 7, s. 78; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 19, ss. 85-86(Had. no: 12028); C. 20, ss. 328-329(Had. no: 13026); Buhârî, “Zekât”, 69(Had. no: 1502); “Libâs”, 22(Had. no: 5824); Müslim, “Âdâb”, 22-23(Had. no: 2144); “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 107(Had. no: 2144); Tahâvî, Şerḥu müşkili’l-âs̱âr, C. 3, ss. 63-64; C. 15, ss. 15-16; Zehebî, Teẕhîbü Tehẕîbi’l-Kemâl, C. 11, s. 208; Makrîzî, İmtâ‘, C. 12, s. 24. 191 Ümmü Süleym’in doğumu gibi vefatı hakkında da kesin bir bilgiye tesadüf edilememekle berâber Ziriklî onun yaklaşık hicrî 30(650) da öldüğünü ifade etmektedir.954 Buradan hareketle vefatının Hz. Osman’ın hilâfeti dönemine (644-656) rastladığını söylemek mümkündür.955 Huneyn Gazvesi’nde yer aldığı bildirilen bir diğer hanım sahâbî Ümmü Harâm bint Milhân’dır.956 Hamîdullah, kardeşi Ümmü Süleym ile birlikte müslümanlar erkeklerin düşmanlara karşı koyup geri püskürtmede yetersiz kaldıkları Uhud ve Huneyn savaşlarında silahlara sarılarak ikisinin de çarpışmalara katıldıklarını ifâde etmektedir.957 Ancak Hamîdullah’ın sunduğu bu bilgiyi temel kaynakların yanında muâsır sâir958 araştırmacılar tarafından da tarafımızca teyit etmek mümkün olamamıştır.959 Yine bu başlık altında Ümmü Umâre’nin haberlerine yer verirken Hamîdullah’ın yine benzer konuda bir değerlendirmesinin tashihe muhtaç olduğunu zikretmiştik. Araştırmacının verdiği bu bilginin hem tarafımızca teyit edilememesi hem öncesinde yazarın benzer bir değerlendirmesininde de yeniden gözden geçirilerek düzeltilmesi gerektiğini düşünmemizden hareketle bu bilgiye şimdilik ihtiyâten yaklaşarak sâdece işâret etmekle yetinip gelecek araştırmalara havâle ediyoruz. Çalışmamızı yürüttüğümüz esnada yapmış olduğumuz araştırmamızda Ümmü Harâm hakkında henüz kapsamlı bir tez çalışmasının da bulunmadığına şâhit olduk.960 Bu nedenle ileride Ümmü Harâm’ın hakkında yapılacak çalışmalarla bu konunun tekrar gündeme gelerek daha yeni bilgiler ışığında tahlillerin ortaya konması gerektiğini de ayrıca düşünmekteyiz. Hz. Osman’ın halîfeliği zamanında Kıbrıs’a düzenlenen deniz seferine kocası Ubâde b. Sâmit ile birlikte katılan Ümmü Harâm’ın umûmiyetle Kıbrıs sahillerine 954 Ziriklî, el-Aʿlâm, C. 3, s. 33. 955 M. Yaşar Kandemir, “Ümmü Süleym”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, s. 331. 956 Kandemir, “Ümmü Harâm”, (DİA), C. 42, s. 322. 957 Hamîdullah, İslâm Peygamberi, s. 835(md. 1707). 958 Kehhâle, Aʿlâmü’n-nisâʾ, C. 1, s. 253; Ziriklî, el-Aʿlâm, C. 2, s. 172; Halîl Cum‘a, Nisâʾ min ʿaṣri’n- nübüvve, ss. 41-49. 959 Öztürk, kaynaklardan yapmış olduğu araştırmalar neticesi onun ilk katıldığı askerî birliğin Kıbrıs’a düzenlenen sefer münâsebetiyle gerçekleştiğine kâil olduğunu beyân etmektedir. Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 132. 960 Araştırmalarımız esnasında Ümmü Harâm hakkında sâdece Uludağ Üniversitesi’nde “Hala Sultan “Ümmü Haram binti Milhan” ve Kıbrıs Seferi ile ilgili Rivayeti” adlı devam etmekte olan bir yüksek lisans çalışmasının bulunduğuna tesâdüf ettik. Bkz. http://ktp.isam.org.tr/?url=makaleilh/findrecords.php Erişim Tarihi (03.08.2020). 192 yanaşan gemiden indiği sırada ( َِّسِفينَة (ِحيَن َخَرَجْت ِمَن البَْحِر/ اَل 961 yâhut bu seferden dönerken ْ ت) َما َرَجعَ 962 َّ َفل ) üzerine bindiği binekten düşerek boynunun kırılması sonucu vefat etmiştir. Bir başka rivâyette ise bineğin üzerinden düşüp ölmesi olayı Kıbrıs seferi dönüşünde Şam sahillerinde indiği sırada (َّشام ََنَزلُوا ال yaşanmıştır. Bugün Kıbrıs’ın Rum kesiminde 963(ف Larnaka’da medfun964 bulunan Ümmü Harâm’ın kabri kaynaklarda “Saliha bir kadının kabri”965 olarak da nitelendirilmektedir. Huneyn’e katıldığı yönünde bilgi sunulan başka bir kadın sahâbî ise Ümmü Eymen’dir. İbn Sa‘d’ın sunduğu bir kayıtta Huneyn’de müslüman askerlere seslenen Ümmü Eymen’e Hz. Peygamber’in dilinin sertliği nedeniyle müdâhele ederek sahâbîlere bir şey söylememesi yönünde bir uyarıda bulunduğu aktarılmakta ancak diğer hanımlar gibi savaşa dâhil olup olmadığı konusunda bir bilgiye yer verilmemektedir.966 Huneyn’e katılan oğlu Eymen’nin Hz. Peygamber’in yakın savunmasında bulunduğu ve bu uğurda öldürüldüğü pek çok kaynak tarafından nakledilmekteyken annesi hakkında farklı bir mâlûmata rastlanılamamaktadır.967 Diğer oğlu Üsâme ve eşi Zeyd b. Hârise’nin de bu savaşta yer alıp Zeyd’in burada vefat ettiği göz önünde bulundurulduğunda onun da onlarla berâber harbe çıktığını söylemek mümkün gözükmektedir.968 Bu açıdan açık bir habere rastlayamasak da onun da Resûlullah’ın yakınlarında oğlu Eymen ile birlikte yer aldığı ve hatta belki de onun da diğer hanımlar gibi elinden gelen gayreti gösterdiği düşünülebilir. 961 Zübeyrî, Nesebi Ḳureyş, s. 124; Buhârî, “Cihâd”, 3(Had. no: 2788); “İstiʾẕân”, 41(Had. no: 6272-6273); “Ta‘bîr”, 12(Had. no: 7002); Müslim, “İmâre”, 160(Had. no: 1912); Tirmizî, “Feżâʾilü’l-cihâd”, 15(Had. no: 1645); Nesâî, “Cihâd”, 40(Had. no: 3171); Ebû Avâne el-İsferâyînî, el-Müsned, C. 4, s. 494(Had. no: 7459); İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 70, s. 212. 962 Buhârî, “Cihâd”, 75(Had. no: 2894-2895); Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, C. 25, s. 131(Had. no: 319). 963 Buhârî, “Cihâd”, 8(Had. no: 2799); İbn Mâce, “Cihâd”, 10(Had. no: 2776). 964 M. Baha Tanman, “Hala Sultan Tekkesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1997, C. 15, s. 225. 965 Ebû Nuaym el-İsfehânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3480. 966 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 214. Bu rivâyete az olmakla birlikte birkaç kaynakta da tesâdüf edilmektedir. Zehebî, Târîḫu’l-İslâm, C. 2, s. 33; Teẕhîbü Tehẕîbi’l-Kemâl, C. 11, s. 192; el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, C. 10, ss. 388-389; Asâmî, Semṭu’n-Nücûm, C. 1, s. 291. 967 Begavî, Muʿcemü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 1, s. 98; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 1, s. 318; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 1, s. 128; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 4, s. 257. 968 Erul, “Ümmü Eymen”, (DİA), C. 42, s. 317. 193 Öncesinde Uhud ve Hayber969 savaşlarında da yer alan Ümmü Eymen’in İbnü’s- Seken İbn Şihâb ez-Zührî’den rivâyetle Resûlullah’ın vefatından beş ay sonra (11/632)970, İbn Mende, Hz. Ömer’in ölümünden yirmi gün sonra (23/645)971, Vâkıdî ise Hz. Osman’ın halîfeliğinin ilk günlerinde (24/645)972 hayâtının sona erdiğini nakletmektedir. Daha önce adını Hayber Gazvesi münâsebiyle dile getirdiğimiz, Hz. Peygamber’in Mekke üzerine düzenlediği sefere de katıldığı beyân edilen973 Ümmü Âmir el-Eşheliyye’den Ziriklî, eserinde casâret ve atılganlık vasıflarına sâhip bir hanım olarak bahsetmektedir.974 Araştırmacının, asıl adıyla Esmâ’yı bu şekilde tavsif etmesinde şüphesiz onun Yermük’te cesûrâne sergilemiş olduğu tavırdan kaynaklandığı düşünülebilmektedir. Kaynakların sunduğuna göre Yermük Savaşı’na katılan Esmâ, harbin kızıştığı ve müslüman askerlerin aleyhinde cereyân ettiğini görünce eline aldığı çadır direği ile yedi975 yâhut dokuz976 düşman Bizans askerini orada öldürmüştür. Akabinde uzun bir müddet daha yaşayan ve Dımaşk’a yerleşen Esmâ’nın diğer kaynakların hâricinde sadece Ziriklî vefat yılı ile alâkalı hicrî 30 (650) bilgisini kaydetmektedir.977 Bazı müelliflerin verdiği bilgiye göre Ümmü Âmir, Bâbü’s-sagīr Kabristanı’nda medfun bulunmaktadır.978 Çalışmamızın sınırları gereği Hz. Peygamber döneminden sonra meydana gelen seferler, savaşlar ve hadiselere mümkün olduğu kadar girmemeye gayret göstermekteyiz. Ancak burada hem Resûlullah’tan sonraki dönemde kadınların katıldıkları savaşlardan ve 969 Araştırmacılardan Rıza Savaş, Vâkıdî’den iktibas yaparak Ümmü Eymen’in Uhud yerine Hayber Savaşı’nda yaralandığı ve onun intikāmını Sa‘d b. Ebû Vakkās’ın aldığını rivâyet etmektedir. Muhtemelen zühul eseri olarak tahmin ettiğimiz bu yanlışlığın sonraki araştırmacıların da ondan kaynak göstererek hatâya ortak oldukları ve olayı Hayber olarak zikrettikleri görülmektedir. Savaş, İslâm’ın İlk Asrında Kadın, s. 208; Akman, Hz. Peygamber Döneminde Savaşlarda Kadın, s. 265. 970 Müslim, “Cihâd”, 70(Had. no: 1771); İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 291; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, ss. 361-362. 971 İbn Mende, Müstaḫrec min kütübi’n-nâs, C. 2, s. 556; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 362. 972 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 215; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 361. 973 Ateş, “Esmâ bint Yezîd”, (DİA), C. 11, s. 423. 974 Ziriklî, el-Aʿlâm, C. 1, s. 306. 975 Saîd b. Mansûr, es-Sünen, C. 2, s. 331(Had. no: 2787); İbn Ebû Âsım, el-Âḥâd ve’l-mes̱ânî, C. 6, s. 128(Had. no: 3349). 976 Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr, C. 24, s. 157(Had. no: 403); Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3258; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 69, ss. 32, 33, 34; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 16; İbn Manzûr, Muḫtaṣaru Târîḫi Dımaşḳ, C. 5, s. 145; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, C. 2, s. 297; Safedî, el-Vâfî bi’l-vefeyât, C. 9, s. 34; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 12, s. 128. 977 Ziriklî, el-Aʿlâm, C. 1, s. 306. 978 Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, C. 2, s. 297, Teẕhîbü Tehẕîbi’l-Kemâl, C. 11, s. 113; İbn Kesîr, el- Bidâye, C. 12, s. 128. 194 günlük yaşamdan bir kesit sunmak hem de gelecekte bu alanda yapılacak çalışmalara dikkatleri çekmek ve bir diğer yandan sahâbî hanımların cesâretlerine misal teşkil etmesi hasebiyle Esmâ bint Ebû Bekir’e de yer vermek istiyoruz. İslâm’ın ilk müslümanlarından ve birinci halîfe Hz. Ebû Bekir’in kızı, Hz. Peygamber’in zevcesi Âişe’nin kız kardeşi ve ilk îman edenlerden Zübeyr b. el-Avvâm’ın eşi olan Esmâ’nın cesâretine ilk olarak babası ile Resûlullah’ın hicreti sonrası evlerine gelip kendisinden onları sorgulayan müşriklere karşı ortaya koyduğu tavır yeniden zikredilebilir. Zîra peşine taktığı insanlarla Hz. Ebû Bekir’in evine gelen Ebû Cehil, Esmâ’dan babasının nerde olduğunu sormuş ancak istediği cevabı alamayınca da yüzüne bir tokat indirmiştir. Darbenin şiddetiyle kulağından küpeleri yere düşen Esmâ, yine tavrını değiştirmemiş ve yerlerini söylememiştir. Daha sonra da o sıralar yirmi yedi yaşlarında olan Esmâ, müşriklerin her tarafta Resûl-i Ekrem ile babasını aradığı bir ortamda onlara Sevr mağrasında kaldıkları süre boyunca geceleri yemek götürmesi de ayrıca dâhil edilebilir.979 Kaynakların kaydettiğine göre Saîd b. el-Âs zamanında Medine’de hırsızların çoğalması üzerine bir hançer edinen Esmâ, yatarken de onu başının altına koyup uyumaktaydı.980 Bazı müellifler onun eşi Zübeyr ile berâber Yermük Savaşı’na katıldığını bildirmektedir.981 Yermük Harbi’ne katılan müslüman kadınlar ile alâkalı asıl kaynağından tesâdüf edemediğimiz, bu nedenle Diyanet İslâm Ansiklopedisi’nden iktibas yapacağımız değerlendirmede hanım sahâbîlerin katıldıkları kimi savaşlarda çarpışmalara dâhil olduğu ve hatta bu konuda erkeklerle yarışacak derecede cehd ve gayretlerini son kertede ortaya koyduklarını bir kez daha dile getirilmesi olarak telakkî edilebilecek şu ifâdelere rastlanılmaktadır: “Bu savaşta İslâm ordusu içinde kadınların da bulunduğu ve ordunun arka tarafında bir tepe üzerinde mevzilenmiş olan bu kadınların kılıç kullanmak suretiyle savaşa iştirak ettikleri, hatta bu hususta erkeklerle yarıştıkları bilinmektedir.”982 Bu başlık altında Hz. Peygamber döneminde fiilen savaştığına dâir haberlerine yer vereceğimiz son isim Safiyye bint Abdülmuttalib’dir. Onun haberlerini gerçekleştiği 979 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 2, ss. 127-129; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, ss. 379-380; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 69, s. 12; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 1, s. 696. 980 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 241; Taberî, et-Târîḫ, C. 11, s. 619; Hâkim, el-Müstedrek, C. 4, s. 72(Had. no: 6917); İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 69, s. 20; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, C. 2, s. 293. 981 İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 69, s. 4; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 9, s. 54; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, C. 2, s. 288; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 6, s. 204. 982 Yardım, “Esmâ bint Ebû Bekir es-Sıddîk”, (DİA), C. 11, s. 403. 195 târihî zaman bakımından süregelen sıralamanın hâricinde tutarak burada müstakil olarak zikretmemizin sebebi ele alacağımız rivâyetlerin kaynaklar tarafından tespitinde yaşanan karışıklıkların genel konunun akışını bozarak okuyucunun zihninde oluşturabileceği istifhama sebebiyet vermemek içindir. Zîra hakkında tesâdüf edilen çalışmalarda bu konunun bazı araştırmacılar tarafından net bir şekilde ortaya koyulmadığı görülmektedir.983 Kaynakların Uhud984 yâhut Hendek985 Gazvesi bağlamında kaydettiği rivâyetlere göre bir savaş esnasında Hassân b. Sâbit savaşa dâhil olmayan kadın ve çocuklarla berâber Fâri‘ (فارع) isimli kalesinde muhtemel saldırılara karşı korunma amacıyla bulunurken, bir yahudi bulundukları kalenin etrâfında dolanmaya ve kaleye girmeye çalışmış, durumu fark eden Hz. Peygamber’in halası Safiyye önce Hassân’dan adamı haklamasını istemiş, ancak o bunu yapamayacağını bildirince kaleden inerek yahudiyi bizzat kendisi öldürmüştür. Müellifler sunduğu bu haberleri incelediğimizde ilk olarak kaleye girmeye çalışan kimsenin bir yahudi olduğunu (د / نَفٌَر ِمْن اْليَُهود / يَُهوِد ي / َرُجٌل ِمْن يَُهود ِ َناٌس ِمَن اْليَُهو َُناٌس ِمَن اْليَُهودِ / ( أ 983 DİA’da bulunan "Safiyye bint Abdülmuttalib" maddesinde “Uhud (veya Hendek) Gazvesi devam ederken” ifâdesiyle muhtemelen konunun etraflıca ele alınmadığı bu nedenle müellifin kesin bir yargıda bulunmakdan imtinâ ettiğinı düşünmekteyiz. Esâsen rivâyetler âzamî derecede incelendiğinde araştırmacının bir kanaate varmasına zemin teşkil edecek kadar haberlerin kapalılık arz etmediği görülmektedir. Erken dönem İslâm târihinde kadınlar hakkında çalışmaları bulunan araştırmacılardan Rıza Savaş’ın eserinde ise, “Hz. Peygamber’in halası Safiyye bint Abdülmuttalib, kılıcıyla Uhud Savaşı esnasında Fâri‘ (فارع) konağına girip kadınlara zara vermek isteyen Yahudilerden birinin boynunu vurunca diğerleri kaçar. Bu cesur kadın, Uhud yenilgisinden sonra oraya gider ve erkekleri kınar.” şeklinde haberi tek varyanttan ele alarak Hendek’ten hiç bahsetmeden ve rivâyet hakkında ele aldığı bir bilgiye de tesâdüf edilemeden doğrudan aktarmakla yetindiği görülmektedir. Uraler, “Safiyye bint Abdülmuttalib”, (DİA), C. 35, s. 475; Savaş, İslâm’ın İlk Asrında Kadın, ss. 207-208. 984 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 288; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 41; Ebû Bekr Ahmed b. Amr b. Abdilhâliḳ el-Bezzâr el-Basrî, el-Baḥrü’z-zeḫḫâr: el-Müsnedi’l-Bezzâr, thk. Mahfûzurrahmân Zeynullâh, Âdil b. Saʿd, Sabrî Abdulhâlik eş-Şâfiʿî, 1. bs., Medine, Mektebetü’l-ulûm ve’l-hikem, 1409-1430/1988-2009, C. 3, ss. 191-192(Had. no: 978); Taberânî, el-Muʿcemü’l-evsaṭ, C. 4, s. 116(Had. no: 3754); el- Muʿcemü’l-kebîr, C. 24, ss. 321-322(Had. no: 809); İbn Mende, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, s. 934; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 12, s. 430. 985 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, ss. 178-179; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 577; Hâkim, el-Müstedrek, C. 4, ss. 56- 57(Had. no: 6867); Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Alî el-Beyhakî, el-Ḫilâfiyyât beyne’ş-Şâfiʿî ve Ebî Ḥanîfe, thk. Mahmûd b. Abdulfettah Ebû Şezâ en-Nehhâl, 1. bs., Kahire, er-Ravzatü li’n-neşr ve’t- tevzî‘, 1436/2005, C. 5, s. 232(Had. no: 3816); İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 2, ss. 8-9; C. 7, s. 172; Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân ez-Zehebî et-Türkmânî el-Fârikī ed-Dımaşkī Zehebî, el-Müheẕẕeb fi’ḫtiṣâri’s-Süneni’l-kebîr, thk. Yâsir b. İbrahim Ebû Temâm, 1. bs., Riyad, Dârü’l-vatan, 1422/2001, C. 5, s. 2476; Safedî, el-Vâfî bi’l-vefeyât, C. 11, s. 271; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 214. 196 gibi değişik ifâdelerle ittifakla belirtmektedirler. İbn İshâk kanalıyla sunulan ve ilk olarak İbn Hişâm’ın eserinde ve Hendek Gazvesi bağlamında rastlanılan rivâyette Safiyye’den aktarılan şu ifâdeler: “Benû Kurayza harb açmıştı. Resûlullah ile aralarında olan ilişkileri kesmiştiler. Bizimle onların arasında bizi koruyacak ve müdâfaa edecek bir kimse yoktu. Resûlullah ve müslümanlar ise düşmanların karşısında idiler.”986 olayın gerçekleştiği savaşı tespit etmemizde kıymet arz etmektedir. Zîra hatırlanacağı üzere hicretin akabinde Medine’de ilk İslâm devletinin temellerini atarken Hz. Peygamber, burada bulunan yahudi kabîleleriyle Medine Sözleşmesi denilen saldırmazlık antlaşması yapmış ancak onlar sırayla bu uzlaşmaya aykırı davranarak aradaki konsensüsü ihlâl etmişlerdi. İlk olarak hicrî 2. yılda Benî Kaynukā‘ ile başlayan bu ihlâl zinciri hicrî 4. yılda Benî Nadîr ile devam etmiş ve geriye Medine’de son halka olarak yahudilerden Benî Kurayza kabîlesi kalmıştı. Medine’den çıkarıldıktan sonra Hayber’e yerleşen Benî Nadîr kabîlesi müslümanların gāilesinden kurtulmak için Hendek Savaşı öncesi Mekke ve yandaş kabîlelerden müteşekkil orduyla birlikte hareket etmiş ve Benî Kurayza’yı da bu ittifaka dâhil etmek istemişti. Başta Benî Nadîr’in tekliflerine sıcak bakmayan Kurayzalılar uzun ısrarlar neticesinde iknâ edilerek müslümanlarla olan antlaşmasından vazgeçirilmiş ve onlarda karşı tarafta yerlerini almışlar.987 Görüleceği üzere Benî Kurayza’nın müslümanların zor gününde onları yüzüstü bırakarak ve üstüne üstün onlar için bir tehdit unsuru haline gelmesi Hendek Savaşı’na tevâfuk etmektedir. Bu açıdan haberde geçen yahudinin Safiyye’nin bulunduğu kaleye girmeye çalışması Kurayzalılar’la olan antlaşmanın bozulması akabine denk geldiğini söylemek kuvvetle muhtemeldir. Olayın Hendek Gazvesi’ne rastladığını bir başka delil olarak Vâkıdî’nin rivâyetlerini bağlamında ileri sürmek mümkündür. Hâdise’yi ilk olarak Uhud988 bağlamında kaydeden müellif, eserininin ileri bölümlerinde Hendek989 başlığı altında aynı vak‘ayı farklı bir senedle de yer vermiş ve bu rivâyetinde sunduğu bilgide geçen: “Bu, Uhud’la ilgili anlatılanlardan daha sağlamdır.” ifâdesini sunduktan sonra yahudilerin başlarında Gazzâl b. Samuel olduğu halde on kişilik bir grup halinde Benî Kurayza’dan 986 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 179; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 577; Beyhakî, Delâʾil, C. 3, s. 422; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 276; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 172; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 3, s. 344; Zehebî, Târîḫu’l-İslâm, C. 1, s. 192; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 6, s. 49. 987 Avcı, “Kurayza (Benî Kurayza)”, (DİA), C. 26, ss. 431-432. 988 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 288. 989 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 462. 197 çıka geldiklerini tasrîhen bildirmektedir. Ayrıca muhakkikler tarafından dipnotlandırıldığını düşündüğümüz rivâyeti kaydeden muahhar eserlerde alt bilgi olarak doğru olanın olayın Hendek’te gerçekleştiği bilgisi (الصواب يوم الخندق) olduğunu belirttikleri görülmektedir.990 Öte yandan Uhud Gazvesi’nin gerçekleştiği zemin ve şartlar da göz önünde bulundurulduğunda hâdisenin Uhud zamanı gerçekleşme ihtimalinden uzak olduğu söylenebilmektedir. Bazı müellifler Safiyye’nin bir müşriği991 yâhut yahudiyi992 öldüren ilk müslüman kadın olduğunu ifâde etmişlerdir. Muâsır araştırmacılardan Halîl Cum‘a, Hendek’te aktarılan bu olayın sebebini; Benî Kurayza’dan aşırı taraftar bazı kimselerin Medine yakınlarındaki evlere gelerek halkın yüreğine tedhiş ve korku tohumları ekmek, cephede savaşan müslüman askerler arasında da telaş ve kaos oluşturmak amacıyla gerçekleştirdiğini ifâde etmiş,993 Hamîdullah ise: “Yahudilerin bir kısmı, Müslümanları şehrin dışında savaşa tutuşmuş bulunca, evlerini yağmalamayı, kadın ve çocuklarına tecavüz etmeyi planladılar. Bunlardan birisi, bu kalenin dış duvarına tırmanınca, Safiyye bir kılıç darbesiyle onu öldürdü ve başını aşağıdaki Yahudilerin ayaklarına attı. Onlar da dehşet içinde kalıp kaçıştılar.”994 şeklinde meseleyi îzah etmiştir. Hicrî 20(641)’de Medine’de vefat eden Safiyye, Bakī‘ Mezarlığı’nda Mugīre b. Şu‘be’nin evinin avlusunda abdest alma yerine denk gelen yere cenaze namazı halîfe Hz. Ömer tarafından kıldırıldıktan sonra defnedilmiştir.995 Kadınların savaşa çıkmaları ve erkeklerle berâber çarpışmalara katılmalarını bap başlığı olarak ( ِرَجال ِ َّن َمعَ ال َباب َغْزِو الن َِساِء َوقِتَاِلِه ) şeklinde verip, bu başlık altında Hz. Âişe ile Ümmü Süleym’in Uhud’da yaralılara su dağıttığı rivâyetini sunan Buhârî’yi şerh eden Aynî, bu bap başlığı hakkına şu şekilde bir îzâhâtına rastlanılmaktadır: “Buhârî kadınları gazveye çıkmaları ve mukāteleye katılmaları üzerine bap yaptı. Oysa ki hadiste kadınların vuruşmalara katıldıkları yoktur. Öyleyse Buhârî ya kadınların gāzilere yardım etmelerini 990 İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 12, s. 429. 991 Beyhakî, el-Ḫilâfiyyât, C. 5, s. 233(Had. no: 3817); es-Sünen, C. 13, s. 152(Had. no: 12902); İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 12, s. 431; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 172; Zehebî, el-Müheẕẕeb, C. 5, s. 2476; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 10, s. 109; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 214. 992 Beyhakî, el-Ḫilâfiyyât, C. 5, s. 232. 993 Halîl Cum‘a, Nisâʾ min ʿaṣri’n-nübüvve, s. 418. 994 Hamîdullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, s. 87(md. 141). 995 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 42; İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, C. 3, s. 197; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 3, s. 121; İbn Manzûr, Muḫtaṣaru Târîḫi Dımaşḳ, C. 2, s. 25; Ziriklî, el-Aʿlâm, C. 3, s. 206; Halîl Cum‘a, Nisâʾ min ʿaṣri’n-nübüvve, s. 422. 198 gazve kabul etmiştir veyâhut kadınlar yaralıları tedâvi ve su verme işinde sâbit olurken muhakkak kendilerini müdâfaa ediyorlardı diye düşünmüş olmalıdır. Zîra gālip olan görüş budur. İşte bunun için Buhârî, kadınlara cenk etmeyi izâfe etmiştir denildi. Ben, iki yaklaşımda münasiptir dedim. Birinci yaklaşımı Ebû Dâvûd’un naklettiği hadis teyit eder.996 İkinci yaklaşımı ise Müslim’in rivâyet ettiği şu Enes hadisi teyit eder: “Ümmü Süleym Huneyn bozgunu sırasında yanında taşıdığı hançerini göstererek: ‘Ben bu hançeri bugün için edinmişimdir. Müşriklerden birisi yanıma yaklaşırsa, bununla onun karnını deşerim.’” demiştir.”997 Bir diğer Buhârî şârihi Kastallânî aynı bap hakkında konumuzla alâkalı; müslüman kadınların savaşlara iştirak etmelerinin askerlerin sadece geri hizmetlerine tevâfuk etmediği, onların, iktizâ ettiğinde doğrudan savaş sâhasına mücâhidlerin safları arasında da hizmet etmek suretiyle cihâda katıldıklarının başlık altında sunulan hadisle sâbit olduğunu bildirmektedir. Ayrıca müslüman kadınların harbe bilfiil katılmalarının sadece Hz. Peygamber dönemine tekābül etmediği ve Hz. Ömer’in halîfeliği zamanında meşhur olan Yermük Harbi’nde sayıca üstün Rum askerlerinin bir baskın netîcesi İslâm ordugâhının içine kadar ulaştığı sırada cengâver müslüman kadınların kılıçlarını çekerek erler gibi düşmanla çarpıştıklarını eklemektedir.998 2.3 SAVAŞ SONRASINDA 2.3.1 Ölü ve Yaralıların Taşınması Savaşlara katılan müslüman kadınların göstermiş oldukları çaba ve gayretlerin biri de çarpışmalarda yaralanan veya ölen yakınlarını cepheden Medine’ye taşımak olmuştur. Uhud Savaşı’nda ismine yer verdiğimiz, Medineli hanım sahâbî Rubeyyi‘ bint Muavviz’in savaşlara katılarak çeşitli alanlarda askerlere hizmetlerde bulunduklarını ifade ettiği rivâyetinde ayrıca yaralı ve ölülerini Medine’ye götürdüklerini de açıkça beyân etmektedir.999 Eserinde bu habere yer veren ve bap başlıklarını rivâyetlerin muhtevâsına göre belirlemeye gayret gösteren Buhârî, bu haberin başlığını ( ِد ال نَِساِء َباب َر 996 Müellifin kastettiği hadis Haşrec b. Ziyâd tarafından nakledilen Ümmü Ziyâd’ın Hayber Savaşı’na katılması münâsebetiyle kaydedilen rivâyettir. Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 150(Had. no: 2729). 997 Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, C. 14, ss. 165-166. 998 Kastallânî, İrşâdü’s-sârî, C. 5, ss. 83-84. 999 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 44, ss. 567-568(Had. no: 27017); Buhârî, “Cihâd”, 67, 68(Had. no: 2882, 2883); Mervezî, es-Sünne, s. 48(Had. no: 151); Nesâî, “Siyer”, 186(Had. no: 8830); İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam fî Târîḫ, C. 5, s. 137; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 108. 199 Kadınların Yaralı ve Ölüleri Geri Götürmeleri Babı” şeklinde“ (اْلَجْرَحى َواْلقَتْلَى koymuştur.1000 Kaynaklarda bu hizmet ile alâkalı tespit ettiğimiz rivâyetlere geçmeden önce haberde zikri geçen kimseler hakkında bazı bilgilere yer vermek istiyoruz. Zîra müelliflerin kaydettiği bu haberlerde muhtemelen hâdiselerin benzerlik arz etmesi, olayı nakleden bazı râvîlerin farklı kişiler bağlamında haberi zikretmesi gibi nedenlerle bir kısım karışıklıklara düştükleri ve sonrasında eserlerinde bu bilgilere yer veren çağdaş araştırmacıların da tahlil etmeden bu hâdiseleri aldığı kaynaktan doğrudan sundukları görülmektedir. Bu açıdan bizim ortaya koyacağımız farklı eser ve râvîler bağlamında hâdiselerin okuyucunun zihninde oluşabilecek istifhamları azaltma ve konunun daha rahat anlaşılması adına şahıslar hakkında imkânlar ölçüsünde ulaştığımız bilgilere öncesinde yer vereceğiz. Bu konuda ilk olarak ismine yer vereceğimiz hanım Sümeyrâ’nın tam adı Sümeyrâ bint Kays b. Mâlik b. Ka‘b b. Abdüleşhel b. Hârise b. Dînâr’dır. Resûl-i Ekrem’e biat eden bu hanım, Medineli Hazrec kabîlesinden Neccâroğullarının Benî Dînâr koluna mensuptur.1001 İlk olarak Abdüamr b. Mes‘ûd b. Abdüleşhel b. Hârise ile olan evliliğinden en-Nu‘mân, ed-Dahhâk ve Kutbe’yi dünyaya getiren Sümeyrâ, daha sonra el-Hâris b. Sa‘lebe b. Kâ‘b’dan Süleym adında bir erkek evlâd doğurmuştur.1002 Haberin konusu olan bir diğer kişi Resûlullah’a biat eden Medineli hanımlardan biri olan Hind’dir. Tam adı Hind bint Amr b. Sa‘lebe b. Harâm b. Ka‘b b. Ganm b. Ka‘b b. Selime’dir.1003 Hazrec’in Benî Selime kabîlesine mensup olan Hind, Amr b. el-Cemûh ile evlenmiştir.1004 Bu evlilikten Muâz, Muavviz ve Hallâd adında üç erkek çocukları olmuştur.1005 Her ne kadar ele alacağımız haberde ilk olarak Vâkıdî’nin eserinde “Amr b. el-Cemûh’un Resûlullah ile birlikte aslanlar gibi savaşan dört oğlu vardı.”1006 şeklinde 1000 Buhârî, “Cihâd”, 68(Had. no: 2883). 1001 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 407; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 189. 1002 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 408; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 2, ss. 646-647; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l- ġābe, C. 7, s. 543. 1003 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 368; Ebû Nasr Tâcüddîn Abdülvehhâb b. Alî b. Abdilkâfî es-Sübkî, Ṭabaḳātü’ş-Şâfiʿiyyeti’l-kübrâ, thk. Mahmûd M. et-Tanâhî, Abdülfettâh M. el-Hulv, 1. bs., Kahire, Dâru ihyâi’l-kütübi’l-Arabî, Faysal Îsâ el-Bâbî el-Halebî, 1383/1964, C. 10, s. 118. 1004 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 264, 265; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 368; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1923; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 161. 1005 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, ss. 524, 525; Ebû Amr Halîfe b. Hayyât b. Halîfe eş-Şeybânî el-Basrî Halîfe b. Hayyât, Kitâbü’ṭ-Ṭabaḳāt, thk. Ekrem Ziyâ el-Ömerî, 1. bs., Bağdat, 1387/1967, s. 104. 1006 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 264. Ayrıca bkz. İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 53. 200 geçen bilginin sonraki muâsır araştırmacılar tarafından “Amr b. Cemûh ile evlenen Hind’in bu evlilikten dört oğlu olmuştur.”1007 beyânına dönüştüğü görülse de kaynaklarda Hind’in dördüncü bir evlâdına rastlanılamamaktadır. Abdullah b. Amr b. Harâm’ın kızkardeşi1008 olan Hind’in en çok hadis nakleden sahâbîlerden biri olan Câbir b. Abdullah’ın da halası1009 olduğu, onun hakkında sunulan bilgiler arasında yer almaktadır. Konu bağlamında ismine tesâdüf edilen bir diğer isim ise yine Medineli hanımlardan Enîse (Üneyse) bint Aneme’dir.1010 Tam ismi Enîse (Üneyse) bint Aneme b. Adî b. Sinân b. Nâbi b. Amr b. Sevâd b. Ganm b. Ka‘b b. Selime şeklinde kaydedilen, Hazrec kabîlesinin Benî Selime koluna mensup olan bu hanım sahâbî Abdullah b. Amr b. Harâm ile izdivaç etmiş ve bu evlilikten Câbir b. Abdullah’ı dünyaya getirmiştir.1011 Sa‘lebe b. Aneme’nin1012 anne-baba bir kızkardeşi olan Enîse’nin kaynaklarda bir diğer erkek kardeşi olarak ise Amr b. Aneme’nin1013 kendisiyle bağlantılı olarak sadece adı zikredilmektedir. Buraya kadar zikri geçen üç hanım sahâbînin bilgileri tablo halinde şu şekildedir: Birinci Hanım Sahâbî Tam adı Sümeyrâ bint Kays b. Mâlik b. Ka‘b b. Abdüleşhel b. Hârise b. Dînâr 1007 Kırbıyık, “Hind Bint Amr”, (DİA), C. 18, s. 64. 1008 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 265; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3461; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 3, s. 954; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 282; Safedî, el-Vâfî bi’l-vefeyât, C. 27, s. 230. 1009 İbn Habîb, el-Muḥabber, s. 404; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1923; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 282; Safedî, a.g.e., C. 27, s. 230. 1010 Kaynaklarda Enîse’nin adını İbn Sa‘d (بنت عنمة) “bint Aneme” şeklinde sunarken, bazı müelliflerin ( بنت .bint Akabe” şeklinde farklı olarak kaydettikleri de görülmektedir“ (بنت عقبة) bint Ganeme” ve“ (غنمة Muahhar müelliflerden Mizzî’nin eserinde bu konuyu gündeme getirdiği ancak onun da kesin bir sonuca varamadığı göz önünde bulundurulduğunda kat’î bir yargıya varılamayan bu durumda bize tercih etme durumu kalmıştır. Biz de çalışmamızda hem İbn Sa‘d’ın kaydettiği şekil olması hem de araştırmacılardan Kandemir’in Diyanet İslâm Ansiklopedisinde de aynı şekilde kullanması hasebiyle “bint Aneme” şeklinde kullanımının daha mâkul olduğunu düşündük. Krş. İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 380; Halîfe b. Hayyât, et-Târîḫ, s. 102; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 11, ss. 212, 213; Ebû Hafs Tâcüddîn Ömer b. Alî b. Sâlim b. Sadaka el-Lahmî el-İskenderânî el-Fâkihânî, Riyâżü’l-efhâm fî şerḥi ʿUmdeti’l-aḥkâm, nşr. Nûreddin Tâlib, 1. bs., Küveyt, Dârü’n-nevâdir, 1431/2010, C. 1, s. 460; Mizzî, Tehẕîbü’l-Kemâl, C. 4, s. 448; Moğultay b. Kılıç, el-İkmâl, C. 3, s. 131; Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, C. 17, s. 32; M. Yaşar Kandemir, “Câbir b. Abdullah”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1992, C. 6, s. 530. 1011 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 380; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 9, s. 228; İbn Hacer, el- İṣâbe, C. 8, s. 40. 1012 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 380; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 40. 1013 İbn Hazm, Cevâmiʿu’s-sîre, s. 83; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 3, s. 1195; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 4, s. 246; Kastallânî, İrşâdü’s-sârî, C. 4, s. 227; C. 5, s. 124. 201 Kabîlesi Medine / Hazrec / Benî Neccâr / Benî Dînâr İlk eşi Abdüamr b. Mes‘ud b. Abdüleşhel b. Hârise İlk eşinden en-Nu‘mân, ed-Dahhâk, Kutbe çocukları İkinci eşi el-Hâris b. Sa‘lebe b. Ka‘b İkinci eşinden Süleym çocuğu İkinci Hanım Sahâbî Hind bint Amr b. Harâm b. Sa‘lebe b. Harâm b. Ka‘b b. Ganm b. Ka‘b b. Tam adı Selime Kabîlesi Medine / Hazrec / Benî Selime Eşi Amr b. el-Cemûh Çocukları Muâz, Muavviz, Hallâd Kardeşi Abdullah b. Amr b. Harâm Yeğeni(Halası) Câbir b. Abdullah Üçüncü Hanım Sahâbî Enîse (Üneyse) bint Aneme b. Adî b. Sinân b. Nâbi b. Amr b. Sevâd b. Tam adı Ganm b. Ka‘b b. Selime Kabîlesi Medine / Hazrec / Benî Selime Eşi Abdullah b. Amr b. Harâm Çocuğu Câbir b. Abdullah Kardeşleri Sa‘lebe b. Aneme, Amr b. Aneme Yukarıda adından ilk olarak söz ettiğimiz Sümeyrâ bint Kays’ın haberine Vâkıdî ve İbn İshak kanalıyla hâdisenin bazı yönlerini farklılık arz edici şekilde benzer nakillerle ulaşmak mümkündür. Vâkıdî’nin kaydettiğine göre Benî Dînâr kadınlarından Sümeyrâ’nın Uhud’da Resûlullah’ın yanında savaşan iki oğlu en-Nu‘mân b. Abdüamr ve Süleym b. el-Hâris’in vefat haberi kendisine ulaşınca önce Resûl-i Ekrem’in durumunu sormuş ve onu görmek istemişti. Hz. Peygamber’in hayatta ve iyi olduğuna bizzat şâhit olduktan sonra, “Sen iyi olduktan sonra her türlü musîbet hafif gelir ey Allah’ın resûlü!” 202 demiş ve sonrasında iki oğlunun cenâzelerini Medine’ye götürmek için bir devenin üstüne bindirmişti. Medine’ye doğru yola çıkan Sümeyrâ, yolda Resûlullah’ın eşi Hz. Âişe ile karşılaşmış1014 ve o da kendisine, Uhud’u kastederek “Arkanda ne var?” diye sormuştu. Sümeyrâ, “Allah’a hamdolsun; Resûlullah iyidir, ölmemiştir. Allah müminlerden şehitler almıştır.” diye cevap verip şu ayeti okumuştur: “Allah inkârcıları, hiçbir şey elde edemeden, kin ve öfkeleri ile geri çevirdi, Allah müminlere savaş için yetip arttı. Allah güçlüdür, üstündür.”1015 Daha sonra Hz. Âişe Sümeyrâ’ya, berâberindeki devenin üzerindekilerin kimler olduğunu sormuş o da cevâben, iki oğlu olduğunu bildirmiştir.1016 Birçok müellif tarafından kaydedilen İbn İshâk’ın rivâyeti ise şu şekildedir: “Resûlullah Benî Dînâr’dan bir kadına rastladı ki onun kocası, kardeşi ve babası Resûlullah ile birlikte Uhud’da musîbete mâruz kalmışlardı. Onların ölüm haberi ona haber verildiği zaman o kadın şöyle dedi: “Resûlullah’a ne oldu?” Dediler ki: “Ey falanın annesi o iyidir ve Allah’a hamd olsun o, senin arzu ettiğin gibidir.” Bunun üzerine kadın: “Onu bana gösterinde onu bir göreyim.” Hz. Peygamber ona gösterildiği zaman ise: “Senden sonra her musîbet küçük(hafif) kalır.” dedi.”1017 İbn İshâk’ın ( ٍَنار Benî Dînârlı bir“ (بِاْمَرأَةٍ ِمْن َبنِي ِدي kadın” şeklinde isim vermeden sunduğu bu haberi Sümeyrâ’ya hamlettiğimizde rivâyette geçen bazı bilgilerin eksiklik ve ârızîlik kesbettiği söylenebilir. Nitekim İbn İshâk’ın haberinde geçen Sümeyrâ’nın kocası(her ikisi de), kardeşi ve babasının adına Uhud’da vefat eden müslümanlar arasında tesâdüf edilemezken, Vâkıdî’nin sunduğu rivâyette 1014 Burada Hz. Âişe’nin Uhud Savaşı’na sonradan katıldığına dâir bir intibâ oluşturabilecek bu bilginin daha önceki bölümlerde çeşitli hizmetlerde bulunmak için Uhud’a katıldığını ifade ettiğimiz haberlerle tenâkuz oluşturduğu akla gelebilir. Ancak Hz. Âişe’nin gerek su getirmek için gerek yaralıları Medine’ye taşıyıp geri gelirken yolda Sümeyrâ ile karşılaştığı düşünüldüğünde ortada ihtilaf arz eden bir durum kalmadığı söylenebilir. Nitekim müslüman askerlere yardımda bulunmak için savaşa katılan Hamne bint Çahş’ın da Uhud’a geldiğinde kimlerin vefat ettiğini sorduğu benzer bir hâdise nakledilmektedir. Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 291; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 62; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 229; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, s. 291; Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, ss. 85, 102. 1015 el-Ahzâb 33/25. 1016 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 292. 1017 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 63; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 533; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 25; İbn Seyyidünnâs, Uyûnü’l-eser, C. 2, s. 36; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 5, s. 449; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 228. 203 geçen Sümeyrâ’nın oğulları en-Nu‘mân1018 ve Süleym’in1019 adlarına müellifler tarafından Uhud’da öldürülen müslümanlar bilgisi arasında rastlanılmaktadır. Ayrıca İbn İshâk’ın haberinin devamında ölülerini Medine’ye taşıma olayına da temas etmediği ve vak‘ayı eksik bıraktığını müşâhede edilmektedir. Hâdisenin Hind bint Amr bağlamında aktarımına gelince kaynakların olayın öncesine de yer verdikleri görülmektedir. Habere göre Amr b. el-Cemûh’un çocukları babalarının topal bir adam olması dolayısıyla “Sen topal bir adamsın ve mâzurlusun.” diyerek onun Uhud Gazvesi’ne çıkmasına engel olmak istemişlerdi. Ancak bunun üzerine Allah Resûlü’ne gelen Amr, çocuklarının kendisini savaşa çıkmaktan men etmek için hapsetmek istediklerini, ne var ki bu topal haliyle harbe katılarak kendisine isâbet edecek muhtemel bir şehâdetin onun cenneti kazanmasına vesîle olmasını iştiyakla ümit ettiğini bildirmişti. Binâenaleyh Hz. Peygamber de kendisinin özrü sebebiyle mâzurlu bulunduğunu ve cihâdın ona farz olmadığını hatırlatması üzerine yine de Amr talebinde ısrarcı olmuştu. Bu sefer onun çocuklarına dönen Resûlullah “Onu engelleyemezsiniz. Belki de Allah ona şehâdet nasib eder.” demiş ve böylece çocukları ile berâber Uhud’a katılan Amr, girdiği çarpışmada öldürülerek umduğuna nâil olmuştur.1020 Asıl konumuza gelecek olursak Uhud’da eşi Amr b. el-Cemûh, kardeşi Abdullah b. Amr b. Harâm ve oğlu Hallâd b. Amr’ı kaybeden Hind, onları bir devenin üstüne bindirip Medine’ye doğru yola koyulmuştu. O sırada Medine’den Uhud’a doğru gelmekte olan Hz. Âişe yolda Hind’e rastlayınca ona “Yanında bir haber var mıdır? Arkanda ne var?” şeklinde bir soru sormuş, o da Resûlullah’ın hayatta olduğunu ve o sağ olduktan sonra her musibetin küçük kalacağı bağlamında bir beyânda bulunmuştu. Bu sefer Hz. Âişe, devenin üzerinde taşıdığı kimselerin kimler olduğunu sormuş, Hind’de “Kardeşim, oğlum Hallâd ve kocam Amr b. el-Cemûh...” diye cevap vermişti. Hz. Peygamber’in eşi, onları nereye götürdüğünü sorması üzerine ise “Medine’ye götürüyorum, onları oraya defnedeceğim.” diye soruya yanıt vermişti. Olayın devamında devesinde bir gariplik sezen Hind, devesine 1018 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 307; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 88; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 481; İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, C. 3, s. 410; İbn Hazm, Cemheretü ensâbi’l-ʿArab, s. 350; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, ss. 1500-1501; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 5, s. 316. 1019 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 307; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 88; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 483; İbnü’l- Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 2, s. 543. 1020 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 264; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 53; Ebû Nuaym el-İsfehânî, Maʿrifetü’ṣ- ṣaḥâbe, C. 4, s. 1985; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, ss. 14-15; İbn Seyyidünnâs, Uyûnü’l-eser, C. 2, ss. 27-28; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 5, s. 418; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, ss. 213-214. 204 “Dur!” diye seslenmiş, zîra Medine tarafına yönlendirdiğinde çöken deve Uhud’a çevrildiğinde koşmaya başlamıştı. Bu nedenle tekrar Uhud’a Allah resûlünün yanına gelen Hind, durumu kendisine arz etmiş, Hz. Peygamber’de Amr’ın Uhud’a çıkmadan önce bir şey söyleyip söylemediğini sormuştu. Hind, Amr b. el-Cemûh’un Uhud’a çıkmadan önce kıbleye yönelerek “Ya Rabbi! Beni âileme mahcup olarak geri çevirme ve bana şehâdeti nasib eyle.” diye dua ettiğini söylemiş, Allah resûlü de devenin bu nedenle Medine’ye gitmediğini, onun bu konuda memur olduğunu bildirmişti.1021 Olayın Enîse bint Aneme ile bağlantılı olarak aktarımına gelindiğinde ise hâdise, oğlu Câbir b. Abdullah kanalıyla aktarılmaktadır. Câbir’in naklettiğine göre, “Babam ve dayım Uhud savaşında öldürülmüşlerdi. Annem onların her ikisini de alıp bir deveye yükledi. Bu şekilde Medine’ye doğru yola çıktığında, Allah resûlünün bir münâdîsi şöyle seslendi: “Ölülerinizi öldükleri yere gömün.” O da geri dönüp onları savaş alanında öldükleri yere defnetti.”1022 Kaynakları teferruatlı bir şekilde incelediğimizde Câbir’in bu rivâyetinin bazı yönlerden kusurlu olduğunu ve tashih edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Buna göre Uhud’da vefat edenler olarak babasının yanında dayısına işâret eden Câbir’in dayıları tespitlerimize göre Sa‘lebe b. Aneme ve Amr b. Aneme’dir. Müellifler Sa‘lebe’nin Hendek Gazvesi’nde bulunduğunu1023 ve hatta burada öldürüldüğünü1024 bildirmektedir. Diğer dayısı Amr b. Aneme’nin ise Tebük Gazvesi bağlamına İslâm Tarihi’nde 1021 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 265-266; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, ss. 161-162; C. 8, s. 356; C. 13, s. 177; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 214. 1022 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 521; Beyhakî, es-Sünen, C. 7, s. 447(Had. no: 7151); Hatîb el-Bağdâdî, Târîḫu Bağdâd, C. 3, s. 106; Ebü’l-Kāsım Alî b. el-Hasen b. Hibetillâh b. Abdillâh b. Hüseyn ed- Dımaşkī İbn Asâkir, el-Muʿcemü’l-müştemil ʿalâ ẕikri esmâʾi şüyûḫi’l-eʾimmeti’n-nübel, thk. Vefâ Takıyyüddin, 1. bs., Dımaşk, Dârü’l-beşâir, 1421/2000, C. 2, s. 1103(Had. no: 1432); İbnü’l-Cevzî, el- Muntaẓam fî Târîḫ, C. 3, s. 171; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, C. 1, s. 325; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 40. 1023 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, C. 2, ss. 89-90(Had. no: 1403); İbn Zebrü’r-Reb‘î, Târîhi mevlidi’l- ‘ulemâ‘, C. 1, s. 78; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, C. 3, s. 256(Had. no: 5020); Ebû Nuaym el- İsfehânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 1, s. 493. 1024 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 66; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 1, s. 207; Ebû Nasr Alî b. Hibetillâh b. Alî el-İclî İbn Mâkûlâ, el-İkmâl fî refʿi’l-irtiyâb ʿani’l-müʾtelif ve’l-muḫtelif mine’l-esmâʾ ve’l-künâ ve’l- ensâb, thk. Abdurrahman b. Yahyâ el-Mu‘allimî el-Yemânî, Nâyif Abbas, Haydarâbâd, Meclisü Dâireti’l-Me‘ârif el-Osmâniyye, 1383/1963, C. 1, s. 160; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 1, s. 474. 205 “bekkâin”1025 diye anılan yedi sahâbînin arasında yer aldığı zikredilmektedir.1026 Bu açıdan Câbir’in dayılarından hiç birinin Uhud’da öldürülmediği ortaya çıkmaktadır. Câbir’in annesi ile alâkalı naklettiği rivâyetle çelişen bir diğer haber yine kendisi tarafından aktarılmaktadır. Bu kayda göre “Uhud savaşı sonrası halam, babamı âile mezarlığımız durumunda olan bir yere defnetmek üzere getirmişti. Derken Resûlullah şöyle ilân ettirdi: ‘Ölüleri öldürüldükleri yere geri getiriniz.’”1027 Câbir’in annesi ve halası ile ilişkili olarak naklettiği haberleri eserinde yer veren İbn Hacer, olayın bu iki hanım açısından da gerçekleşmesinin mümkün olduğunu söylemekte, kesin bir sonuç belirtmemektedir.1028 Ancak yukarıda ortaya koyduğumuz deliller göz önünde bulundurulduğunda Uhud’da bulunanın Câbir’in halası Hind olduğunu kabul etmenin daha mâkul olduğu söylemek mümkündür. Savaşta vefat eden müslüman askerlerin Medine’ye taşınması husûsunda şimdiye kadar sunduğumuz rivâyetlerde görüleceği üzere haberlerde bazı hatâ ve noksanlıklar bulunmakta ve muahhar müelliflerin de bu konuda pek bir açıklamada bulunmadıkları 1025 “Kadın erkek bütün müslümanların katılabilmek veya gidenlere yardımcı olabilmek için her türlü imkânlarını seferber ettikleri, münafıkların ise katılmamak için bahaneler uydurdukları; yolun uzak, mevsimin sıcak oluşu sebebiyle Hz. Peygamber’in yalnız güçlü bir bineği olanların iştirak edebileceğini söylediği “Gazvetü’l-usre” (çetin gazve) adıyla meşhur Tebük Gazvesi’ne çıkacak orduyla gitmek için can atan, ancak fakir olduklarından dolayı binek bulamayan yedi sahâbî, sefer öncesi Hz. Peygamber’e giderek durumlarını arzettiler. Hz. Peygamber ise kendilerine binek temin edemediğini söyledi. Buna son derece üzülen ve oradan ağlayarak ayrılan, daha sonra müslümanlar arasında “bekkâîn” diye anılan bu sahâbîler hakkında şu âyet nâzil oldu: “Kendilerine binek temin etmen için sana geldiklerinde, ‘size binek bulamıyorum’ dediğin zaman, Allah yolunda harcayacak bir şeye sahip olamadıkları için üzüntüden göz yaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur” (et-Tevbe 9/92).” Bkz. İsmail Lütfi Çakan, “Bekkâîn”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1992, C. 5, s. 363. 1026 İbn Habîb, el-Muḥabber, s. 281; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, s. 600; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 4, s. 246. 1027 Dârimî, es-Sünen, C. 1, s. 190; Tirmizî, “Cihâd”, 63(Had. no: 1717); Ebû Muhammed Muhyissünne el- Hüseyn b. Mes‘ûd b. Muhammed el-Ferrâ’ el-Begavî, Meṣâbîḥu’s-sünne, thk. Yûsuf Abdurrahman el- Mar‘aşlî, Muhammed Selim İbrâhim, Cemal Hamdi ez-Zehebî, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-ma‘rife, 1407/1987, C. 1, s. 557(Had. no: 1210); İbnü’l-Esîr, Câmiʿu’l-uṣûl, C. 11, s. 138; Zehebî, Târîḫu’l- İslâm, C. 1, s. 138; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 226. Tirmizî bu hadisin hasen sahih olduğunu ve râvîsi Nübeyh’in sika(güvenilir) bir kişi olduğunu belirtmektedir. Ayrıca bkz. Tirmizî, “Cihâd”, 63(Had. no: 1717); Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî es-Süyûtî eş-Şâfiî, Cemʿu’l-cevâmiʿ el-maʿrûf bi’l-Câmiʿi’l-kebîr, thk. Muhtâr İbrahim el-Hâic, Abdülhamîd Muhammed Nedâ, Hasan Îsâ Abdü’z-Zâhir, 2. bs., Kahire, el-Ezherü’ş-Şerîf, 1426/2005, C. 5, s. 158. 1028 İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 40. 206 görülmektedir. Haberlerin siyâk ve sibakına dikkat etmeden eserlerinde yer veren çağdaş araştırmacılarında bu hatâları tekrar ettiklerine tesâdüf edilmektedir.1029 Kaynakların bildirdiğine göre Amr b. el-Cemûh ile Abdullah b. Amr b. Harâm yeteri kadar bulunamadığı için aynı kefene sarılıp ikisini de bir kabre berâber defnedilmiştir.1030 Hz. Peygamber, “Mezarları kazın, derinleştirip genişletin ve en fazla Kur’ân bilene öncelik verin.” diyerek Abdullah b. Amr ile Amr b. el-Cemûh’un dışında Hârice b. Zeyd ile Sa‘d b. er-Rebî‘ ve en-Nu‘mân b. Mâlik ile de Abde b. el-Hashâs’ın aynı kabirlere gömüldüğü nakledilmektedir.1031 Müelliflerin ayrıca sunduğu enteresan bir bilgide ise aynı kabre koyulan Abdullah b. Amr ile Amr b. el-Cemûh’un kabirlerinin selin aktığı derenin ağzına denk gelmesi ve zamanla akan bir sel münâsebetiyle mezarın üzerindeki toprak kayarak cenazelerin açığa çıkması onların yerini değiştirmeyi zorunlu kılmıştı. Hemen ikisi için de başka mezarlar kazan müslümanlar onların bedenlerinin hâlâ bozulmadan sanki yeni defnedilmiş gibi taptaze olduklarını görünce hayrete düşmüşlerdi. Zîra aradan tam kırk altı sene geçmişti.1032 Bu durumu daha teferruatıyla birlikte nakleden Câbir, kabir açıldığında babası Abdullah’ın yüzünde bir yara olduğu ve elinin bu yaranın üzerinde kaldığını, elini kaldırdıklarında yaradan kan akmaya başladığını ve ne vakit elini elini geri yerine koyduklarında kanamanın durduğunu bildirerek ardından, “Babamı kabrinde sanki uyuyormuş gibi gördüm. Durumunda az veya çok herhangi bir değişiklik olmamıştı.” sözleriyle şâhit olduğu manzarayı ifâde etmektedir.1033 1029 Araştırmacılardan Hamîdullah, “Çok farklı nitelikte bir yiğitlik örneğine de Dinar kabîlesinden Medineli bir Müslüman kadın olan, Amr’ın kızı Hind’de rastlıyoruz: Savaştan sonra Müslümanlar Medine’ye dönerken, kendisine kocası, babası ve oğlunun şehit düştüğü haber verildiğinde…” şeklinde bu konuda eserinde kullandığı nakilde haberi tashihe ihtiyaç hissetmeden rivâyeti olduğu gibi kaydettiği ve yukarıda zikrettiğimiz hatâlı bilgileri tekrar ettiğine tevâfuk edilmektedir. Hamîdullah, İslâm Peygamberi, ss. 200-201(md. 390). 1030 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, ss. 62, 89; Buhârî, “Cenâʾiz”, 75(Had. no: 1347); İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1923; İbnü’l-Cevzî, et-Telḳīḥ, s. 103; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 4, s. 196; Safedî, el-Vâfî bi’l- vefeyât, C. 27, s. 230. İmam Mâlik zarûret halinde iki-üç kişinin aynı kabre defnedilmesinde bir mahsurun olmadığı, ancak gömülecek kimselerden en yaşlısının kıble tarafına konulması gerektiğini bildirmiştir. İmam Mâlik, el-Muvaṭṭaʾ, C. 2, s. 471. 1031 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 267; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 41. 1032 İmam Mâlik, “Cihâd”, 49; İbn Şebbe, Târîḫu’l-Medîne, C. 1, ss. 127-128; İbnü’l-Esîr, Câmiʿu’l-uṣûl, C. 11, s. 138; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 3, s. 344; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, C. 1, s. 255; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 4, s. 163. 1033 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 266-267; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, ss. 521-522; Beyhakî, Delâʾil, C. 3, s. 293. Câbir’in, babasının kabrini altı ay sonra değiştirdiğine dâir de rivâyet bulunmaktadır. Bkz. Buhârî, “Cenâʾiz”, 77(Had. no: 1351-1352). 207 Sonuç olarak yine Câbir b. Abdullah kanalıyla aktarılan, “Biz Uhud (Savaşı) günü ölüleri gömmek için (düştükleri yerden alıp Medine’ye) taşımıştık. Bunun üzerine Peygamber’in bir münâdîsi gelip, “Resûlullah size ölüleri öldükleri yere gömmenizi emrediyor.” dedi. Bizde o ölüleri eski yerlerine iâde ettik.”1034 rivâyeti müslümanların Uhud’da ölülerini Medine’ye taşıdığına delil teşkil etmektedir. İbn Sa‘d da Uhud’da insanların ekserisi kendi ölülerini Medine’ye taşıyıp şehrin çeşitli yerlerine defnettikten sonra Resûlullah’ın habercisinin “Öldürülenleri öldürüldükleri yere geri getirin.” emrini bildirdiğini, ancak münâdînin seslendiğinde henüz defnedilmemiş sadece Şemmâs b. Osman el-Mahzûmî’nin kaldığını ve onun geri getirildiğini aktarmaktadır.1035 Rubeyyi‘ bint Muavviz tarafından beyân edilen ve Sümeyrâ bint Kays ve Hind bint Amr ile örneklerine tevâfuk edilen savaşta ölen müslümanları Medine’ye taşıma hizmeti araştırmalarımıza göre sadece Uhud Harbi’nde tevâfuk edilmektedir. Nitekim rivâyetlerden anlaşıldığına göre durumdan sonradan haberdar olan Resûlullah’ın savaşta öldürülen kimselerin öldükleri yere defnedilmesi gerektiğini bildirmiştir. Müslüman kadınların Allah resûlünün men edeceği bir davranışı neden yapmış olabileceği sorusuna, aslında ölülerin haricinde müslüman kadınların bu hizmeti yaralılar bağlamında sunduğunu bu nedenle ilk başta menfî bir durum oluşmadığını, savaşın ilerleyen zamanlarında ise ölümlerin artmasıyla bazı hanım sahâbîlerin onları bunu yapmaktan mâni edecek bir söz veya eylemin bulunmaması nedeniyle de yakınlarını yaralılar gibi Medine’ye defnetmek için taşıdıklarını düşünmek mümkündür. Zîra Uhud’un müslüman kadınların katıldıkları ilk savaş olması ve Hz. Peygamber’in tedrîcî olarak genellikle vukū bulan bir olay üzerine sahâbeye tebliğde bulunması göz önünde bulundurulduğunda meselenin daha anlaşılabilir hatta tabiî bir hâdise olduğu telakkî edilebilmektedir. 2.3.2 Esirlerin ve Savaşta Ele Geçirilen Malların Saklanması Kaynaklarda müslüman kadınların savaşlar bağlamında sunduğu hizmetlerden birisi de muhârebe neticesi ele geçirilen bilhassa kadın ve çocuk esirlerin muhâfaza altında tutulmalarına gösterdikleri katkılardır. Ancak burada asıl konumuzla alâkalı tespit 1034 Süfyân es-Sevrî, Min Ḥadîs̱i’l-İmâm Süfyân b. Saʿîd es̱-S̱evrî, s. 132(Had. no: 214); Abdürrezzâk es- San‘ânî, el-Muṣannef, C. 3, s. 548(Had. no: 6658); C. 5, s. 278(Had. no: 9604); Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, C. 22, s. 77(Had. no: 14169); İbn Mâce, “Cenâʾiz”, 28(Had. no: 1516); Ebû Dâvûd, “Cenâʾiz”, 42(Had. no: 3165). 1035 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 41. 208 ettiğimiz rivâyetlere geçmeden evvel lâakal esir kelimesinin iştikākî yapısına, günümüzde mahpus edilen kimselerin konulduğu hapishânenin Hz. Peygamber dönemi ve sonrası seyrine ve gelişimine ve son olarak İslâm hukūkuna göre esirlere uygulanacak muâmele tarzına temas etmek istiyoruz. Zîra burada yer vereceğimiz bilgiler hem birinci bölümde ayrı bir başlık altında kaydettiğimiz Câhiliye devrinde Araplar’ın esir düşen kimselere karşı göstermiş oldukları tavrın İslâm’la uğradığı inkılâbı farketme de hem de değişimin kadınlar açısından müspet tesirini görme açısından ehemmiyet arz ettiğini ve bu sayede okuyucuya mukāyese imkânı sunacağını düşünmekteyiz. Arapça’da “savaş tutsağı” mukābilinde ifâde edilen (أسير) “esîr” kelimesi, “bağ, ip, zincir, kelepçe vb. şeylerle sıkıca bağlamak” anlamındaki esr(isâre) kökünden müştak bir sıfattır. Sözlükte yakalanıp esir edildikten sonra bağlandıkları için esir diye isimlendirilen bu kimseler, bununla bağlantılı olarak derdest edilip alıkoyulduktan sonra bağlanmasalar dahi yine aynı şekilde ifâde edilmektedir. Me’sûr(esir edilmiş) sözcüğünün müterâdifi olan esir’in çoğulu esrâ, userâu, usârâ, esârâ şeklinde kaydedilmektedir. Ayrıca kelimenin etimolojik yapısına bağlı olarak (َمْسُجون) “tutuklu, mahpus, mahkûm, hükümlü” anlamında da kullanıldığı görülmektedir. Lugatta sebâyâ’nın müfredi olan (ِبي ,seby” kelimesi ise kökü bakımından “aşkıyla esir almak“ (َس gönlü çelmek, esâretle kendilerine sâhip olmak” gibi mefhûmlara gelmesi hasebiyle bilhassa kadınlara mahsus olarak ifâde edilmektedir. Genellikle muhârebelerde ordunun asıl gücünü temsil eden yetişkin erkekler için yakalanıp, tutsak edildikleri takdirde kullanılan esir kelimesi kimi zaman kadın ve çocuklar için de sarfedilse de seby kelimesi erkekler için hiçbir vakit kullanılmamaktadır.1036 Hapishâne’nin Hz. Peygamber ve sonraki zamanlarda mâhiyetine geldiğimizde Şifâü’l-Galîl eserinin müellifi Hafâcî şu bilgileri kaydetmektedir: “Resûlullah, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman devirlerinde (husûsî olarak yapılmış) hapishâne yoktu. Hz. Ali dönemine gelindiğinde o hapishâne ihdas etti. İslâm’da hapishâneyi ilk ihdas eden o olup “Nâfi‘” diye isimlendirmiştir. Bu hapishâne sağlam olmadığından insanlar ondan kaçıp gidiyorlardı. Bu sebeple başka bir hapishâne inşâ ettirdi ve onu da “Muhayyes” diye 1036 İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, “esr” md., C. 4, s. 19; “sby” md., C. 14, ss. 367-368; Fîrûzâbâdî, el- Ḳāmûsü’l-muḥîṭ, “sby” md., s. 1293; Zebîdî, Tâcü’l-ʿarûs, “esr” md., C. 10, s. 50; Özel, “Esir”, (DİA), C. 11, s. 382; Özel, İslâm Devletler Hukukunda Savaş Esirleri, s. 63. Seby kelimesinin kadın ve çocuk esirler için “bir şeyi zorla bir şehirden diğerine götürmek” anlamına geldiğinden dolayı da kullanıldığı zikredilmektedir. Mehmet Birsin, “İslam Devletler Hukukunda Savaş Esirlerine Uygulanan Yaptırımların Analizi”, Çorum, H.Ü.İ.F.D., C. XI, S. XXI, (2012), s. 166. 209 adlandırdı. Burada bunu zikretmemin nedeni, bu isimlerin ilk asırdan sonra ortaya çıkmış olmalarıdır.”1037 Muâsır araştırmacıların da tespitlerine göre Resûl-i Ekrem ve Hz. Ebû Bekir zamanında muayyen bir tarzda esirler için tahsis edilmiş hapishânelerden bahsetmek mümkün değildir. Bu dönemde tutsak edilen kimseler kimi zaman mescitte kimi zaman kuyularda1038 kimi zaman ise evlerde muvakkaten mahpus edilmiştir.1039 Hz. Ömer zamanına gelindiğinde ise halîfe, ahâlinin nüfusunda görülen artış nedeniyle Mekke’de bir ev satın alarak hapishâne olarak tahsis etmiştir.1040 İslâm’da müslümanlara karşı savaşlarda bilfiil savaşa katılan erkeklerin çarpışma sırasında öldürülmelerinde bir sakıncanın bulunmadığı hususunda görüş birliği içinde bulunan müçtehidler, savaş sonrası erkeklerin durumu hakkında ihtilâf etse de savaşa katılmayan kadın ve çocukların öldürülmeyeceğinde müttefiktirler.1041 Savaşlara dâhil olmayan diğer siviller hakkında da hemfikir olamayan müslüman hukukçular bu konuda da farklı hükümler ortaya koymuşlardır. Buna göre İmam Mâlik, mallarından yaşayabilecekleri kadar ellerinde bırakılmak suretiyle kör, deli ve kilise ehli kimselerin öldürülmeyeceğini ve fânî ihtiyarların da bu hükme tâbi olacağını beyân etmiş, Ebû Hanîfe ile tâkipçileri de bu görüşü benimsemiştir. Ancak kendi ismiyle anılan fıkıh mezhebinin imamı Süfyân es-Sevrî ise, zikredilenlerden yalnızca ihtiyarların öldürülmeyeceğini bildirmiştir.1042 Evzâî bu zümrelere ilâveten çiftçilerin de öldürülmeyeceği yönünde görüş beyân ederken, İmam Şâfiî bunların hepsinin öldürülebileceğini söylemektedir.1043 Asıl konumuza gelecek olursak kaynaklarda savaşlar sonrası esir edilen kadın ve çocukların geçici tutsak olarak tutuldukları yer olarak genellikle Medineli hanım sahâbî 1037 Hafâcî, Şifâʾü’l-ġalîl, ss. 125-126; Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye, C. 1, s. 247. 1038 Esirlerin tutsak olarak tutulduğu kuyuların mâhiyetine eserinde yer veren Kettânî, buraların yerin altında yapılan tünel(dehliz), tahıl ambarı ve zindan gibi yerler olduğunu ve hassaten geçmiş milletlerin hükümdarlarınca yaptırılanların umûmiyetle yüzlerce kişiyi içine alacak genişlikte bulunduğunu, bu yerlerin kuyu diye tesmiye edilmelerinin ise yerin altında bulunmaları, kapı ve girişlerinin dar olması gibi şekille ilgili benzerliklerden kaynaklandığını ifâde etmektedir. İlâveten bu yerlere duyulan ihtiyaç mesâbesinde fazlaca bulunduklarını da eklemektedir. Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye, C. 1, s. 248. 1039 Hamîdullah, İslâm Peygamberi, s. 778(md. 1568); Birsin, Savaş Esirlerine Uygulanan Yaptırımların Analizi, s. 186. 1040 Ebü’l-Kāsım Ali b. Muhammed es-Simnânî, Ravżatü’l-ḳuḍât ve ṭarîḳu’n-necât, nşr. Selâhaddin en- Nâhî, 2. bs., Beyrut-Umman, Müessesetü’r-risâle-Dârü’l-Furkān, 1404/1984, C. 1, s. 128; Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ebî Bekr b. Eyyûb ez-Züraî ed-Dımaşkī el-Hanbelî İbn Kayyim el-Cevziyye, eṭ-Ṭuruḳu’l-ḥükmiyye fi’s-siyâseti’ş-şerʿiyye, thk. Nâyif b. Ahmed el-Hamad, 1. bs., Cidde, Dâru âlemi’l-fevâid, 1428, C. 1, s. 270. 1041 İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, C. 2, s. 336. 1042 İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, C. 2, s. 336. 1043 İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, C. 2, s. 337. 210 Remle bint el-Hâris’in evine işâret edilmektedir. Tespitlerimize göre Remle’nin adı ilk olarak Benî Kurayza’nın (5/627) Allah resûlünün hükmüne râzı olarak kaleden çıkıp teslim olmaları sonrası tesâdüf edilmektedir. İlgili haberi sunan İbn İshâk, Resûlullah’ın onları Medine’de Benî Neccâr kabîlesinden Bintü’l-Hâris adında bir kadının evinde hapsettirdiğini bildirmiş1044, Kurayza esirleri hakkında daha fazlaca mâlûmata yer veren Vâkıdî, esirlerin(erkek) Üsâme b. Zeyd’in evine, çocuk ve kadın esirlerin el-Hâris’in kızının(Remle bint el-Hâris) evine götürüldüğünü, Resûlullah’ın silahların, ev eşyalarının, diğer eşyaların ve elbiselerin de Bintü’l-Hâris’in evine götürülmesini emrettiğini kaydetmektedir.1045 Rivâyetlerden anlaşıldığı üzere Remle bint Hâris’in evi ilerleyen zamanlarda esirler konusunda daha da aktif olarak kullanılmış, nitekim Hz. Peygamber hicrî 9. yılda Uyeyne b. Hısn el-Fezârî’yi Benî Temîm üzerine göndermiş, seriyyenin neticesi Uyeyne on bir kadın ve otuz çocukla dönmüştü. Allah resûlü ise onların Remle’nin evinde tutulmasını emretmişti.1046 Yine aynı yılda Ali b. Ebû Tâlib’in gerçekleştirdiği el-Füls Seriyyesi sonrasında Medine’ye getirilen esirler arasında bulunan Adî b. Hâtim’in kız kardeşi Seffâne bint Hâtim et-Tâî de Remle bint Hâris’in evinde misafir edilmişti.1047 Yine aynı konun bir başka rivâyetine göre ise Resûlullah’ın Tay kabîlesi üzerine gönderdiği Hz. Ali kumandasında müslüman birlik Hâtim et-Tâî’in kızı Seffâne ile birlikte ele geçirdiği kadınları Medine’ye getirdiğinde Allah resûlü onların ( فِي ِ د َباِب اْلَمْسِج mescidin kapısının önünde etrafı çevrilmiş yere” konulmalarını“ (َحِظيَرةٍ ِب emretmiştir.1048 Seffâne bağlamında aktardığımız iki haberden anlaşılacağı üzere Remle bint el-Hâris’in evi ile mescidin kapısının önünde etrafı çevrilmiş diye kastedilen yerin aynı yer olması kuvvetle muhtemeldir. Zîra konumuzla ilgili yerlerini kaydettiğimiz rivâyetlerde Hz. Peygamber’in ara ara Seffâne’yi ziyaret ettiği görülmektedir. Öte yandan bu ihtimali güçlendiren bir diğer haber ise Hz. Ömer kanalıyla şu şekilde aktarılmaktadır: “Resûlullah’ın huzuruna (Hevâzin kabîlesinden) bir takım esirler gelmişti. Bunların arasında (çocuğunu kaybetmiş emzikli) bir kadın vardı ki çocuğunu aramakta idi. Kadın, 1044 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 190; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 588; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 290; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 71; İbn Seyyidünnâs, Uyûnü’l-eser, C. 2, s. 109; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 6, s. 91. 1045 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 512-513, 518; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 5, ss. 11-12. 1046 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, s. 975; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 147; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 40, s. 361; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 4, s. 142; İbn Seyyidünnâs, Uyûnü’l-eser, C. 2, s. 273. 1047 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 3, s. 988; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 2, s. 46; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 69, s. 198. 1048 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 4, s. 221; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 1, s. 278; Taberî, et-Târîḫ, C. 3, s. 113; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3362. 211 esirler arasında çocuğunu bulunca hemen alıp onu sînesine bastı ve (derin bir şefkatle) çocuğunu emzirmeye başladı. (Bu yüksek şefkatli manzarayı görünce) Hz. Peygamber bize: ‘Şu kadının, kendi çocuğunu ateşe atacağını düşünür müsünüz?’ dedi. Biz de: ‘Hayır, atmamaya muktedir oldukça atmaz!’ dedik. Bunun üzerine Resûlullah: ‘İşte Yüce Allah kullarına bu kadının çocuğuna şefkatinden daha merhametlidir.’ buyurdu.”1049 Hz. Ömer’den nakledilen bu hadisten Resûlullah’ın ashâbıyla birlikte sohbet ederken kadın ve çocuk esirlerin bir takım hallerine muttali olacak kadar onlara yakın bir yerde bulundukları anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber’in sahâbîlerle birlikte sohbetini genellikle mescitte gerçekleştirdiği göz önünde bulundurulduğunda mescidin hemen dışında etrafı çevrili olan yerin Remle bint el-Hâris’in evi olmasını desteklemektedir.1050 Ayrıca esirlerin kaçma, kaçırılma ve başlarına gelebilecek muhtemel tehlikelere karşı da sürekli gözetim altında bulunması gereğince mescide yakın bir yerde olmaları pek tabiî bir durum olarak söylenebilir. Seffâne’nin Medine’de esir edilmesi bağlamında zikri geçen Remle’nin evi ve mescidin önünde çevrili yerin bazı araştırmacıların rivâyetlerin birinde Hâtim’in kızı diğerinde Adî b. Hâtim’in kızkardeşi olarak aktarılmasından mütevellit bu iki yeri birbirinden ayrı iki mekân olarak telakkî ettikleri görülmektedir.1051 Ancak sunduğumuz bilgiler doğrultusunda bu iki yerin de aynı mekâna işâret ettiğini ve araştırmacının burada zühul eseri bir yargıya vardığını söylemek mümkündür. Hz. Peygamber’den sonra müslümanları idâre eden Hz. Ebû Bekir döneminde de esirler için Remle’nin evi onların hapsedilmesinde kullanılan bir mekân olarak karşımıza çıkmaktadır.1052 Kaynaklarda zamanı bildirilmeyen bir diğer habere göre Hz. Âişe’nin hücresinde bulunan bir esirin fırsatını bulduğu bir sırada kaçtığı ve peşine düşenler tarafından 1049 Buhârî, “Edeb”, 18(Had. no: 5999); Müslim, “Tevbe”, 22(Had. no: 2754); Taberânî, el-Muʿcemü’l- evsaṭ, C. 3, s. 232(Had. no: 3011); Ebû Nuaym el-İsfahânî, Ḥilyetü’l-evliyâʾ, C. 3, s. 228. 1050 Hz. Peygamber’in hicretin akabinde Medine’ye geldiklerinde devesi Kasvâ’nın Benî Mâlik b. en- Neccâr kabîlesinin evlerinin önünde bulunan, o gün hurma kurutmak için kullandıkları boş yere çökmesi neticesi orayı Resûlullah sâhiplerinden bedeli karşılığı satın almış ve buraya Mescid-i Nebevî inşâ edilmişti. İleride hakkında bilgiler sunacağımız Remle’nin de bu kabîleye mensup bir birey olarak bu arsaya bakan evlerden birinin sâhibi olduğu göz önünde bulundurulduğunda yukarıda zikrettiğimiz kanaatimizi güçlendirdiği söylenebilir. Mescid-i Nebevî için bkz. Mustafa Sabri Küçükaşcı, Nebi Bozkurt, “Mescid-i Nebevî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2004, C. 29, s. 281. 1051 Birsin, Savaş Esirlerine Uygulanan Yaptırımların Analizi, s. 186. 1052 Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer b. Vâkıd el-Vâkıdî el-Eslemî el-Medenî Vâkıdî, Kitâbü’r-Ridde ve nebẕe min fütûḥi’l-ʿIrâḳ ve ẕikrü’l-Ḥâris̱ bin Müs̱ennâ, thk. Yahyâ el-Cebûrî, 1. bs., Beyrut, Dârü’l- garbi’l-İslâmî, Beyrut, 1410/1990, s. 200; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 9, ss. 100-101. 212 yakalandığı aktarılmaktadır.1053 Remle’nin evinin esirler için kullanılmadan önce tutukluluk halleri için mescidin de kullanıldığı görülmektedir. Nitekim Hz. Peygamber hicrî 7. yılda Necd cihetine gönderdiği süvâri müfrezesinin Benî Hanîfe kabîlesinin iki emîrinden biri olan Sümâme b. Üsâl’ı yakalayıp getirdiklerinde o Resûlullah’ın emriyle َيٍة ِمْن َسَواِري اْلَمْسِجدِ ) mescidin direklerinden birine” bağlanmak suretiyle“ (بَِساِر hapsedilmiştir.1054 Bu bilgiler ışığında Hz. Âişe’nin hücresinin kullanılmasının, Remle’nin evinin esirler için tahsis edilmesinden öncesine tesâdüf ettiği düşünülebilir. Kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre bint Hâris’in evi sadece esirler için de kullanılmamış gün geçtikçe kullanım alanı genişleyerek çeşitli alanlarda hizmet veren bir hâneye de dönüşmüştür. Müslümanların Mekke’yi fethinin ardından Hevâzin ve Sakīf kabîlelerine karşı elde ettikleri başarılar neticesi hicrî 8. yıldan (630) îtibâren Arap yarımadasındaki kabîleler Medine’ye heyet yâhut elçi göndermeye başlamıştı. Allah resûlünü tanımak ve İslâm’ı öğrenmek için gelen bu kimseler Remle bint el-Hâris’in evinde ağırlanmıştı. İbn Sa‘d’ın araştırmalarımızda kullandığımız baskısından yapmış olduğumuz tespitlere göre Medine’ye gelen heyetlerden Muhârib1055, Kilâb1056, Tağlib1057, Hanîfe1058, Havlân1059, Uzre1060, Gassân1061, Mezhic’ten gelen Rehâviler1062 ve en-Neha‘1063 heyetleri Remle bint el-Hâris’in evinde ağırlanmıştır. Ancak İbn Sa‘d’dan kaydedemesek de diğer heyetlerden Selâmân1064, Sa‘lebe1065, Abdülkays1066 ve Benî Fezâre1067 kabîlelerinin heyetleri de Remle’nin evinde konuk edilmiştir. Kelâî, 1053 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 40, s. 303(Had. no: 24259); Beyhakî, es-Sünen, C. 18, s. 296(Had. no: 18198); Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 2, s. 252; Abdüllatîf Âmir, Aḥkâmü’l-esrâ ve’s-sebâyâ fi’l- ḥurûbi’l-İslâmiyye, nşr. Dârü’l-kütübi’l-İslâmiyye, 1. bs., Kahire-Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye- Dârü’l-kütübi’l-benânî, 1406/1986, s. 162. 1054 Leys b. Sa‘d, el-Cüzʾ, ss. 31-34; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 15, ss. 517-518(Had. no: 9833); Buhârî, “Ṣalât”, 76(Had. no: 462); “Ḥuṣûmât”, 8(Had. no: 2423); “Meġāzî”, 71(Had. no: 4372); Müslim, “Cihâd”, 59(Had. no: 1764); Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 122(Had. no: 2679). 1055 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 1, s. 258. Ayrıca bkz. Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, C. 18, s. 30. 1056 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 1, s. 259; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, C. 18, s. 31. 1057 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 1, s. 273; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, C. 18, s. 48. 1058 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 1, s. 273; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, C. 18, s. 48. 1059 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 1, s. 280; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, C. 18, s. 54. 1060 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 1, s. 286; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, C. 18, s. 59. 1061 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 1, s. 292; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, C. 18, s. 63. 1062 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 1, s. 297; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, C. 18, s. 69. 1063 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 1, s. 298; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, C. 18, s. 70. 1064 Krş. İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 1, ss. 286-287; Kelâî, el-İktifâʾ fî meġāzî, C. 2, s. 361; Makrîzî, İmtâʿu’l- esmâʿ, C. 14, s. 305. 1065 Krş. İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 1, s. 258; Kelâî, el-İktifâʾ fî meġāzî, C. 2, s. 334; İbn Seyyidünnâs, Uyûnü’l-eser, C. 2, s. 331. 1066 Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, C. 18, s. 45. 1067 İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l-meʿâd, C. 3, s. 570; Beyhakî, Delâʾil, C. 6, s. 143. 213 Vâkıdî’den rivâyetle, gelen heyetlerden Benî Sa‘lebe’nin haberini zikrederken Remle’nin evinde misafir edildikleri süre zarfında onlara ikramlarda bulunulduğundan bahsetmektedir.1068 Ayrıca Yemen’de Muâz b. Cebel’e biat ettikten sonra hicrî 11. yılda (632) Medine’ye gelen ve son heyetlerden biri olan Neha‘lıların başlarında Zürâre b. Amr ile beraber ikiyüz kişilik heyetin Remle’nin evinde konuk edildikten sonra Resûlullah’ın yanına çıkması Remle’nin evinin genişliğine işâret etmektedir.1069 Yine Medine’de ikâmet eden, İslâm’ın aleyhine takındığı menfî tavrıyla bilinen ve anne tarafından yahudi asıllı olan Ka‘b b. Eşref’in öldürülmesi hâdisesi, yahudi ve onlarla işbirliği yapan müşrik Arapları endişeye sevketmiş, olayın hemen ardından Hz. Peygamber’in yanına gelmişlerdi. Allah resûlü içinde bulundukları durumu sona erdirmek için onları aralarında bir sözleşme yapmaya davet etti. Bunun üzerine, Remle’nin evinde bir hurma ağacının altında kendileri ile Resûl-i Ekrem arasında sözleşme gerçekleştirildi.1070 Kaynaklarda Remle’nin tam ismi Remle bint el-Hâris b. Sa‘lebe b. el-Hâris b. Zeyd b. Sa‘lebe b. Ganm b. Mâlik en-Neccâr’dır.1071 Bazı eserlerde adı Remle bint el- Hades şeklinde kaydedildiği görülse de muahhar müellifler bunun kelimeyi yanlış okuma gibi sebeplerden kaynaklı muhakkik hatasından ileri geldiğini bildirmişlerdir.1072 Annesi Kebşe bint Sâbit, babası el-Hâris b. Sa‘lebe’dir.1073 Resûl-i Ekrem’e biat eden Benî Neccâr kabîlesinin Mâlik koluna mensup hanımlardan biri olan Remle’nin künyesi Ümmü Sâbit’tir.1074 Muâz b. el-Hâris1075 ile evliliğinden Sâre’yi1076 dünyaya getirmiştir. Yukarıda zikri geçen bilgilerden Remle’nin genişçe bir eve sâhip olduğu anlaşılmakta, kimi müelliflerinde bu hususa eserlerinde dikkat çektikleri görülmektedir.1077 Muâsır araştırmacılarının bazıları elçilerin, heyetlerin ağırlandığı Remle’nin evininden bahsederken muhtemelen bahçeli ve genişçe olması hasebiyle 1068 Kelâî, el-İktifâʾ fî meġāzî, C. 2, s. 334. 1069 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 6, s. 276; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 46, ss. 12-13. 1070 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 192; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 12, s. 185. 1071 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 456; C. 10, s. 415; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 7, s. 69. 1072 İbn Hacer el-Askalânî, Hedyü’s-sârî, ss. 308-309; Kastallânî, İrşâdü’s-sârî, C. 6, s. 435. 1073 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 417; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 140. Remle’nin annesi Kebşe bint Sâbit, meşhur müslüman şâir Hassân b. Sâbit’in baba bir kızkardeşi’dir. İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 418; İbn Habîb, el-Muḥabber, s. 430. 1074 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 456; C. 10, s. 415; İbnü’l-Cevzî, Telḳīḥ, C. 1, s. 240; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 6, s. 127; C. 7, s. 69. 1075 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 456; C. 10, s. 415; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 333; Sıbt İbnü’l- Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 7, s. 69; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 140. 1076 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 3, s. 456; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 6, s. 127. 1077 Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye, C. 1, s. 345-346; Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, C. 5, s. 329. 214 “Remle’nin evi” yerine “Remle’nin konağı” şeklinde ifâde etmeyi tercih ettikleri görülmektedir.1078 Burada değinmemiz gereken bir diğer husus esirlerin tutukluluk hallerini geçirdiği mekânların varlığına Medine’de kurulan ilk İslâm devletinin başlarında rastlanılamaması, o zamanlar cereyân eden savaşlar sonucu onların ganîmetten sayılarak askerler arasında dağıtılması uygulamasından ileri geldiği düşünülebilir. Ne var ki ilerleyen zamanlarda artık bu durumun değişmeye ve esirler için özel alanlar ihtiyaç hissedilmeye başlanmasıyla birlikte tutsaklar için husûsî alanlar tesis edilmeye başlanmış ve konunun başında sunduğumuz gibi Hz. Peygamber sonrası gitgide buralara duyulan gerekliliğin artması neticesi yeni yerlerin satın alınması hatta inşâ edilmesi zarûret kesbeder hale dönüşmüştür. Konu bağlamında ele aldığımız rivâyetlerden edinilen izlenime göre kadın esirlerin Câhiliye döneminde esir düşen kadınlara nazaran hareket alanlarını fazlaca kısıtlı tutulmayarak daha müreffeh ve daha müsâmahakâr şekilde tutsak edildikleri görülmektedir. Şüphesiz müslümanların esirlere göstermiş oldukları bu insânî ve iyi muâmelenin kaynağı İslâm’ın ve Hz. Peygamber’in emir ve tavsiyeleridir. İslâm’da esir düşen kimselerin bir diğer ifâdesiyle kölelerin durumuna eserinde yer veren Hamîdullah, bu durumu şu sözlerle teyit etmektedir: “Bu kölelik müessesi esas itibariyle –ki tek başıma da olsam benim görüşüm budur- insanlığa hizmet amacı güden, âcizlerin barındırılıp hallerinin düzeltildiği bir ‘ıslah evi’ gibi bir şeydir.”1079 Hamîdullah’ın bu sözünü eserinde iktibasla aktaran Birsin, “Sahabe evlerinde büyüyen köle çocuklar arasından şöhret bulan ilim adamları göz önünde bulundurulduğunda, uygulamanın, çocuklar açısından ‘koruyucu aile’ işlevi gördüğü dahi söylenebilir.”1080 diyerek konuya katkı sunmaktadır. Netice olarak müslümanların esirlere ılıman bir tarzda ve menfî tesirden uzak göstermiş oldukları tutum ve davranışlar sayesinde kadın esirler(seby)den bazılarının müslümanların yanında kalmayı tercih ettikleri hatta İslâm’ı seçtikleri görülmektedir.1081 1078 Mehmet Ali Kapar, “Hanîfe (Benî Hanîfe)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1997, C. 16, s. 42; Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Sa‘lebe (Benî Sa‘lebe)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2009, C. 36, s. 27. 1079 Hamîdullah, İslâm Peygamberi, s. 574(md. 1120). 1080 Birsin, Savaş Esirlerine Uygulanan Yaptırımların Analizi, s. 187. 1081 Savaş, İslâm’ın İlk Asrında Kadın, s. 215. 215 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SAVAŞ’IN KADINA ETKİSİ 1. GANÎMET Lugatta “çalışmaksızın elde edilen şey, emeksiz kazanç” olarak târif edilen ganîmet kelimesinin çoğulu ganâim’dir.1082 İslâm hukūkunda, “savaştan düşmanı yenerek onlardan zorla alınan mallar” şeklinde ifâde edilmektedir.1083 Harpte mağlûb edilen düşmanlardan zaptedilen bu malların, silâhlar, binek hayvanlar gibi emvâl-i menkūle bağlamında zikredilmesinin yanı sıra “müslümanların savaş yoluyla gayrimüslimlerden ele geçirdikleri esirler ve her türlü mal” şeklinde gayrimenkul malları da kapsayan ve kısmî farklılıklar arzeden tanımları da bulunmaktadır.1084 Ayrıca fıkıh eserlerinde düşmandan elde edilen ve maddî değer ifâde eden mallar için ganîmet kelimesinin müteşâbihi olarak nefel ve fey kavramları da kullanılmaktadır. Savaş yapılmadan kazanılan mallar fey(الفيء) olarak isimlendirilmekteyken, savaşarak elde edilen mallar ganîmet olarak zikredilmektedir.1085 Üçüncü kavram olan nefel ise hem ganîmet anlamında hem de ganîmetin belli bir kısmını ifâde sadedinde kullanılmaktadır.1086 İslâm öncesi dönemde savaşlarda görülen harb sonrası elde edilen ganîmet mallarının askerler arasında dağıtılma âdeti Resûl-i Ekrem’in uygulaması ve vahyin getirdiği hükümlerle yeniden şekillenerek başka bir forma evrilmek suretiyle müslümanlar arasında da devam etmiştir. İlk olarak Câhiliye savaşları akabinde “komutan payı” olarak da ifâde edebileceğimiz serasker için ayrılan ¼’lük hisse oranı Hz. Peygamber tarafından değiştirilerek miktar azaltılmış ve yeni oran 1/5 şeklinde uygulanmıştır.1087 Gelen ilâhî vahiyle de desteklenen bu uygulama İslâm’ın ganîmetin 1082 Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, s. 319. 1083 Mevsılî, el-İḫtiyâr, C. 4, s. 126; Abdülazîz Muhammed es-Selmân, el-Esʾile ve’l-ecvibetü’l-fıḳhiyye, y.y., 1412/1992, C. 3, s. 152; Kollektif, el-Mevsûʿatü’l-fıḳhiyye, Küveyt, Vizâretü’l-evkāf ve’ş-şüûni’l- İslâmiyye, 1404/1983-1427/2006, C. 31, s. 302; Üsâme b. Saîd b. el-Kahtânî v.d., Mevsûatü’l-ictimâʿi fî fıḳhi’l-İslâmî, 1. bs., Riyad, Dârü’l-Hedyi’n-nebevî, 1433-1437/2012-2016, C. 6, s. 164. 1084 Th. W. Juynboll, “Ganimet”, İslâm Ansiklopedisi (İA), İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1940-88, C. 4, s. 716; Mehmet Erkal, “Ganimet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1996, C. 13, s. 351. 1085 İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, “ġnm” md., C. 12, s. 446. 1086 Heyet, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, C. 2, s. 661. 1087 Ensâb müellifi Belâzürî, Hz. Peygamber’in ganîmetin beşe bölünerek dağıtılmasının ilk olarak Abdullah b. Çahş el-Esedî Seriyyesi’nde gerçekleştiği ve bu bağlamda gelen ayetlerin (el-Enfâl 8/41) daha sonra nâzil olduğunu belirtmektedir. Ayrıca devamında “denilir” şeklinde kaydettiği diğer bir görüşe göre ise bu ganîmetlerin Bedir Savaşı sonrası ele geçirilen ganîmetlerle birlikte pay edilinceye kadar bekletildiğinin söylendiğini kaydetmektedir. Son devir Arap tarihçilerinden Cocî Zeydân ise eserinde, ganîmet mallarının İslâm’ın ilk zamanlarında belli bir kurala bağlı olmaksızın pay edildiği, Resûlullah’ın bu malları arzuladığı gibi dağıttığını zikretmekte ve daha sonra gelen malların beşe bölünmesi hakkındaki ayetin nüzûlü ile İslâm’da ilk kez 1/5 şeklinde ayrılan ganîmetin aynı yıl vukū bulan Benî Kaynuka Savaşı’nda gerçekleştiğine işâret etmektedir. Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 372; 217 paylaştırılması hakkında tâdil ettiği ilk hususlardan biri olmuştur.1088 Eserinde bu konuyu dile getiren Muhammed Hamîdullah, “Komutanın alacağı ile ilgili, İslâm öncesi Arap geleneğini iptal ettiği gibi, düşmandan alınan ganimetin yakılmasıyla ilgili Tevrat hükmünü de (Tesniye, XIII, 16, vb.) kaldırdı; komutanda bundan böyle sıradan bir askerle aynı payı alacaktı ve komutanın yerini merkezi hükümet aldı. Dahası, merkezi hükümetin payını azalttı ve bunu, dörtte birden beşte bire indirdi; geri kalan (beşte dört) sefere katılanlara kalıyordu.”1089 şeklinde meseleye kendi ifâdeleriyle açıklık getirmiştir. İslâm’ın ganîmet hususunda hakkı teslim adına ortaya koyduğu yeniliklerden bir diğeri savaşa katılarak askerlere çeşitli vazîfelerde hizmet eden ve yardımda bulunan kadınların da ganîmetten faydalananlar arasına dâhil edilmesidir. Ne var ki İslâm öncesi savaşlarda yararlılık gösteren Câhiliye kadınları için aynı durum söz konusu olmamakta, savaşa katılmış olsalar bile ganîmetin dağıtılmasına gelindiğinde bundan mahrum bırakıldıkları, hatta bu konunun onlarla hiç alâkası yokmuş gibi kabul edilerek isimlerinin mevzûubahis bile edilmediği görülmektedir. Bu uygulamayı değiştirerek âdilâne bir tavır sergileyen Hz. Peygamber’in, müslüman ordu içinde erkeklerle birlikte askerî seferlere katılan kadınlara savaş sonrası elde edilen ganîmetten onlara da bir şeyler vermek suretiyle gösterdikleri cehd ve gayretin karşılığını vermiş, kendilerine de bu konuda ayrıca hak tanımıştır. Bu îtibarla ayrıca bu mâlûmatın İslâm’ın kadın konusundaki bakış açısının ortaya konmasında ehemmiyetli bir misal teşkil ettiğini belirtmek mümkündür.1090 Konumuzun aslî omurgasını temsil eden hanım sahâbîlerin iştirak ettikleri savaşlar sonrası aldıkları ganîmetlerin haberine geçmeden evvel bir hususa yeniden dikkat çekmek istiyoruz. Konumuzun araştırılması safhasında elde ettiğimiz tecrübelere göre kaynakların her mevzûda yeterince açık bilgiler sunmadığı ve noksanlıkların bulunduğunu dile getirmiştik. Ganîmet bağlamında da kaynakların ortaya koyduğu haberlerin yekûnuna yakınının Hayber Savaşı münâsebetiyle kaydedildiği; Uhud, Benî Zeydân, Târîḫu’t-temeddün, C. 1, ss. 228-229. Müslümanların elde ettikleri ilk ganîmetin Abdullah b. Çahş’ın komutasında gerçekleşen bu askerî seferde kazanıldığı hakkında ayrıca bkz. İbn Hişâm, es- Sîre, C. 2, s. 247; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 414; Makdisî, el-Bedʾ ve’t-târîḫ, C. 4, s. 183; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 3, s. 1607. 1088 “Allah’a ve ayırım günü yani iki topluluğun karşılaştığı gün kulumuza indirdiğimize iman etmişseniz biliniz ki ganimet olarak ele geçirdiğiniz her şeyin beşte biri Allah’a, peygambere, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Allah her şeye kadirdir.” (el-Enfâl 8/41). 1089 Hamîdullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, s. 285(md. 286). 1090 Acar, Cahiliye’de ve Risalet Döneminde “Savaş” Olgusu, s. 288. 218 Kurayza, Huneyn gibi müslüman kadınların katıldığı ve çokça ganîmetin ele geçirildiği diğer savaşların bu açıdan aynı açıklıkla ele alınarak kayıtlara geçip günümüze kadar intikal etmediği görülmektedir. Bu nedenle her ne kadar gazvelere katıldığı kesin olan hanım sahâbîlerin hepsi için katıldıkları o savaşlarda nasıl bir kazanç elde ettiğine dâir elimizde bir veri şimdilik bulunmasa da, hem Resûlullah’ın kadınlara ganîmetten bir şeyler verdiğinin kat’î oluşu hem de müelliflerin Hayber Savaşı’nda dahi harbe katılan tüm hanımların paylarına düşenleri belirtmemesi burada yer veremeyeceğimiz o hanımların ganîmetten bir şeyler almadıkları şeklinde yorumlamanın mâkul ve mümkün olamayacağının beyânıdır. Zîra bu gibi eksikliklerin râvîlerin her türlü mâlûmata ulaşmak ve onu nakletmekten âciz oluşu, müelliflerin ise eserlerini meydana getirirken seçici davranması gibi bir takım sebeplerle bu noksanlıkların yaşandığına hasredilebilmektedir. Müslüman kadınların katıldıkları ilk savaş olmasa da ganîmet konusunda kaynaklarda rivâyetleri ilk olarak Benî Kurayza Gazvesi bağlamında zikredilmektedir. Vâkıdî’nin kaydettiğine göre Kurayzalılar ile cereyân eden savaşta yararlılık gösteren Safiyye bint Abdülmuttalib, Ümmü Umâre, Ümmü Selît, Ümmü’l-Alâ, Sümeyrâ bint Kays ve Sa‘d b. Muâz’ın annesi Ümmü Sa‘d’a Resûlullah ganîmetten bir şeyler vermiştir.1091 Müellifin detaylardan hâlî bir şekilde verdiği bu habere göre ismi geçen hanımlara erkeklere verilen paydan ziyâde gösterdikleri gayretlerin karşılığında bir miktar bir şeyler verildiği nakledilmektedir.1092 Konumuzun birçok haberinin kaydedildiği Hayber Gazvesi’ne gelindiğinde, Megāzî müellifi Vâkıdî, ilk haberi Ümeyye bint Kays b. Ebi’s-Salt tarafından rivâyet etmektedir. Küçük yaşta bu savaşta yer alan Ümeyye, Hayber’in müslümanların eline geçmesi üzerine Allah resûlünün ganîmetten kendilerine de bir şeyler verdiğini ( (َرَضَخ لَنَا ancak hisse ayırmadığını (م ْ َلْم ي ُْسِه ifâde ettikten sonra; “Resûlullah, boğazımda gördüğün (َو bu gerdanlığı (َ ”.ganîmetten aldı, bana verdi ve kendi elleriyle boğazıma taktı (اْلِقََلدَة sözleriyle kendisine düşen eşyanın mâhiyeti hakkında da bilgi vermektedir. Haberin devamında müellifin kaydettiğine göre Hz. Peygamber tarafından ihsan edilen bu 1091 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 522. Ayrıca bkz. Şâmî, Sübülü’l-Hüdâ, C. 5, s. 16; Zürkānî, Şerḥu’l- Mevâhibi’l-ledünniyye, C. 3, s. 89. Metinde geçen ibâre (،ِتي َحَضْرَن اْلِقتَاَل ِئٍذ ال َل َيْوَم َذى الن َساَء .şeklindedir (َوأَْح 1092 Kadınlara pay verilmediği hakkında (م لَُه ن ْ َبِني قَُرْيَظةَ َولَْم يُْسِه َّّللاُ َعلَْيِه َوَسلََّم ِنَساًء َشِهْدَن .(َوأَْحذَى َرُسوُل هللاِ َصلَّى 219 hediyeyi hayatı boyunca boynunda taşıyan Ümeyye, öldükten sonra da kendisiyle beraber gömülmesini vasiyet etmiştir.1093 Vâkıdî’nin bu konuda ikinci olarak rivâyetine yer verdiği kadın Abdullah b. Üneys’in eşi olarak kayıtlara geçen hanım sahâbîdir. Haberi nakleden Abdullah b. Üneys, “Biz Hayber’i fethedince Resûlullah kadınlara bazı şeyler verdi, lâkin onlara hisse ayırmadı.” diyerek o da Ümeyye bint Ebi’s-Salt’ın beyânı gibi benzer şekilde durumu ifâde etmiş ve ganîmetten eşine ve Hayber’de doğan çocuğuna Hz. Peygamber’in bazı şeyler verdiğini bildirerek bu konuda tafsîlâta yer vermemiştir.1094 Megāzî müellifinin üçüncü sırada yer verdiği müslüman hanım Ümmü’l-Alâ el- Ensâriyye’dir. Onun da bizzat kendisinden nakledildiğine göre, Resûl-i Ekrem’in Hayber’de kadınlara dağıttıklarından kendisine üç tane yâkut veya elmas(ت ٍ 1095(ثَََلُث َخَرَزا düştüğü ve arkadaşlarının da aynı miktarda aldığı haber verilmektedir. Ayrıca o gün kendisine getirilen altın küpeleri Resûlullah’ın, “Bunlar kardeşim Sa‘d b. Zürâre’nin kızlarının olsun.” diyerek onlara götürdüğünü zikreden Ümmü’l-Alâ, daha sonra o küpeleri onların üzerindeyken şâhit olduğunu ve bu küpelerin Hz. Peygamber’in humusundan verildiğini beyân etmektedir.1096 Ümmü’l-Alâ’nın hem arkadaşlarının da kendisi gibi benzer şeyler aldığını hem de savaşa katılmadığı halde diğer kadınlarında ganîmet bağlamında kendilerine bir şeyler verildiğini zikretmesi açısından sunduğu bilgiler kıymet arz etmektedir. Bu iki hususu ileri de başka rivâyetler münâsebetiyle yeniden ele alacağımız için şimdilik ehemmiyetini ifâde etmekle yetineceğiz. Eserin bir sonraki sırasında yine haberi kendisinden zikredilen hanım sahâbî Ümmü Sinan el-Eslemiyye’dir. O da önce kendilerine yani kadınlara ganîmetten bir şeyler verildiğinden (ََنا bahsettikten sonra payına düşenleri bir bir ibrâz ederek bu (َرَضَخ ل 1093 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 686; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 277. Vâkıdî haberi Ümeyye’nin kendisinden (… َقْيِس َّماَها ِلي) kaydedeken, İbn İshâk ismini bildiği halde (َعْن أَُم يةَ بِْنِت haberin senedinde (قَدْ َس rivâyeti ( ٍَِني ِغفَار ٍَة ِمْن ب .şeklinde nakletmektedir. İbn İshâk’tan naklen İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s (َعْن اْمَرأ 291; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 45, s. 108(Had. no: 27136); Ebû Davûd, Ṭahâret, 118(Had. no: 313). 1094 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 686. Diğer kaynaklar için bkz. Beyhakî, Delâʾil, C. 4, s. 243; İbn Kesîr, el- Bidâye, C. 6, s. 314; Şâmî, Sübülü’l-Hüdâ, C. 5, s. 144. Rivâyetlerde zikredildiği üzere Abdullah b. Üneys’in burada dünyaya gelen çocuğunun erkek yâhut kız olması hususunda kayıtlara bir bilgi geçmemiştir. Kaynaklarda bu çocuğun ismi ve cinsiyetinin meçhul olması ve bizim ganîmet bağlamında oluşturacağımız listenin kadınlara mahsus olması hasebiyle yine Hayber’de tevellüt eden Sehle bint Âsım gibi onun da adına ganîmetten pay alanlar arasında yer vermeyeceğiz. 1095 Kāmus sâhibi Mütercim Âsım Efendi “harz” kelimesini, “Mutlak cevhere denir. La‘l ve yākūt ve elmās gibi.” şeklinde izâh etmiştir. Mütercim Âsım Efendi, Kāmus Tercümesi, “ḫrz” md., C. 3, s. 2474. 1096 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 686. 220 konuda en geniş listeyi vermiştir. Sunduğu bilgilere göre; ona bir adet yâkut veya elmas ٍ ة) gümüşten ziynet eşyaları ,(َخْرًزا) ِف ض ) bir adet Fedek katîfesi ,1097(أَْوَضاًحا ِمْن َفدَِك ي ةً َفةً ,(قَِطي Yemen işi bir hırka (ًِيا َ ل) katîfeden dokuma elbiseler ,(بُْردًا يََمان ِئ ve bir adet bakır 1098(َخَما tencere ( ٍ1099(قِدًْرا ِمْن ُصْفر düşmüştür.1100 Ayrıca savaşta yanında getirdiği ilaçlarla yaralıların tedavi hususunda daha orada etkisinin hissedildiği, ehemmiyetli yararlılıklar gösterdiği anlaşılan Ümmü Sinân’a Medine’ye dönüş yolunda yanında bulunan Ümmü Seleme, üzerinde bulunduğu deveyi ( ٍَلى بَِعير Resûlullah’ın ona verdiğini bildirmiş, o 1101(َع da bu deveyi götürüp yedi dinara satmıştır.1102 Katıldığı bu seferle bir hayli yümün ve berekete nâil olduğunu her vesile ile dile getiren Ümmü Sinân, neşesine gark olan bu anısını da tahdis-i nimet kabilinden anlatıları arasında devamlı yâd etmiştir.1103 Hayber münâsebetiyle zikri geçen diğer bir hanım sahâbî; gebe haliyle bu yolculuğa katılıp, sefer esnasında yeni doğan kızı Sehle bint Âsım’ı kucağına alan Ümmü Sehle’dir. Bu defa haberi senedine yer vermeden meçhul bir şekilde nakleden Vâkıdî, Resûl-i Ekrem’in Hayber’de kadınlara pay ayırdığını ( َِفأَْسَهَم ِللن َساء ve burada dünyaya (قَالُوا: gelen Sehle’ye de bir pay (َ َوأَْسَهَم ِلَسْهلَة) verdiğini rivâyet etmektedir.1104 İbn Sa‘d, hocasının eksik bıraktığı kısmı tamamlama mâhiyetinde Hz. Peygamber’in Ümmü Sehle ve kızı Sehle için birer pay ayırdığını zikrederek aynı minvalde haberi o da kaydetmektedir.1105 Ancak İbn Sa‘d’ın Abdullah b. Mübârek ve İbn Lehîa kanalıyla sunduğu bu rivâyette, kaynaklardan kimliği tespit edilemeyen ve doğan kızına istinâden Ümmü Sehle diye ifâde ettiğimiz hanımı râvîler muhtemel bir karışıklık sonucu Sehle bint Âsım telakkî ederek 1097 Müfredi “vedah” (وضح) şeklinde kaydedilen evdâh kelimesi kadınlara mahsus bir tür zînet ismidir ki sâfî gümüşten düzülür. Mütercim Âsım Efendi, Kāmus Tercümesi, “vḍḥ” md., C. 2, s. 1260. 1098 “Bu dahi kadifeye denir,…” Mütercim Âsım Efendi, Kāmus Tercümesi, “ḫml” md., C. 5, s. 4469. (en-Nuhâs) الن حاس“ .Fîrûzâbâdî, el-Ḳāmûsü’l-muḥîṭ, “sfr” md., s. 425 ”وال صْفُر، بالضم: من الن حاِس.“ 1099 Ma’deniyattân bakıra denir.” Mütercim Âsım Efendi, Kāmus Tercümesi, “nḥs” md., C. 3, s. 2474. 1100 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 687. kelimesi sözlükte, yük taşımaya uygun beş yaşına girmiş erkek deve olarak zikredilir. Mütercim اَْلبَِعير 1101 Âsım Efendi, Kāmus Tercümesi, “ba‘r” md., C. 2, s. 1766. 1102 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 687. 1103 Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 97. 1104 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 687. 1105 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 108. 221 bilgileri aktarmış1106, sonraki müellifler1107 ve çağdaş araştırmacılar1108 da tetebbu etmeden bu yanılgıyı devam ettirmişlerdir.1109 Sâir bir hanımın haberine geçmeden evvel yine nâ-mâlûm sîga ile Vâkıdî, “Deniliyor ki, kadınlara ve çocuklara bazı şeyler verdi, fakat onları cihâd ehli gibi değerlendirmedi.”1110 şeklinde az önce yer verdiği rivâyete denk düşmeyen başka bir mâlûmata yer vermektedir. Ne var ki Resûlullah’ın ganîmet bağlamında ileride de geleceği üzere hanımlara verdiklerinin tekdüzelik göstermediği, aynı savaşta dahi olsalar hepsine aynı oran ve nitelikte bir şeyler ihsan edilmediği anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber’in bu tarz yaklaşımının savaşta öteki hanımlara karşı daha fedâkârâne gayretler göstererek sıkıntılara göğüs germeleri yâhut sâhip oldukları bir takım tıbbî mahâretlerle ortaya koydukları çabanın bir karşılığı olarak diğerlerine nazaran arada büyük bir fark olmaksızın kendilerine pay verildiği düşünülebilir. Megāzî sâhibinin ganîmet konusunda dile getirdiği son isim Ümmü Umâre’dir. Doğrudan Ümmü Umâre’den aktardığı bilgilere göre, Hayber’in müslümanların eline geçmesi akabinde es-Sa‘b b. Muâz’ın kalesinde gömülü halde bulunan bir hazîne bulunup çıkarılarak Allah resûlüne getirilmiş, o da defînenin gazâya katılan kadınlara dağıtılmasını emretmiştir. O sırada kendisi ile birlikte bulunan yirmi kadın arasında paylaştırılan ganîmetten Ümmü Umâre, bir tane kırmızı renkte yâkut veya elmas ( َخْرًزا ve iki dinar aldığını, diğer (بُْردًا يََمانِيًا) yemen işi bir hırka ,(قَِطيفَ ةً) bir adet katîfe ,(ُحْمًرا arkadaşlarının da benzer şeylere sâhip olduğunu haber vermiştir.1111 Daha önce işâret ettiğimiz gibi burada Ümmü’l-Alâ’nın sunduğu bilgilerle Ümmü Umâre’nin zikrettiklerini istidlâlen tahlil etmek mümkündür. Nitekim ganîmetten aldıklarını ifâde ettikten sonra diğer arkadaşlarına da benzer şekilde bir şeyler verildiğini ِبي/َوَكذَِلك أَْعَطى َصَواِحبِي) beyân eden bu iki sahâbînin aldıkları göz önünde (َوَكذَِلك أََصاَب َصَواِح bulundurulduğunda sözlerinin birbirini teyit edici mâhiyette olduğu görülmektedir. Yine َبَر ِلَسْهلَةَ بِْنَت َعاِصِم ْبِن َعِد يٍ َوَلْبنٍَة لََها ُوِلدَْت.“ 1106 َّلَم - َعاَم َخْي َّّللاُ َعلَْيِه َوَس َّلى َّّللاِ - َص ”قََسَم َرُسوُل 1107 Begavî, Muʿcemü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 1, s. 401; Ebü’l-Hüseyn Abdülbâkī b. Kāni‘ b. Merzûk el-Ümevî el- Bağdâdî İbn Kāni‘, Muʿcemü’ṣ-ṣaḥâbe, nşr. Salâh b. Sâlim el-Musarrâtî, Medine, Mektebetü’l- gurabâi’l-eseriyye, 1418/1997, C. 1, s. 130; Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, C. 2, s. 82(Had. no: 1369); Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 1, s. 478. 1108 Savaş, İslâm’ın İlk Asrında Kadın, s. 211. 1109 Hadiseye eserinde yer veren Heysemî, râvîlerden İbn Lehîa’da zayıflık bulunduğunu, bu nedenle bu hadisin hasen derecesinde olduğunu ileri sürerken, İbn Hacer senedin kuvvetli olduğunu belirtmektedir. Krş. Heysemî, Mecmaʿu’z-zevâʾid, C. 6, s. 7; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 1, s. 501; Müttakī el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, C. 4, s. 531. َيْجعَْلُهْم كأهل الجهاد.“ 1110 .Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 687 ”َويُقَاُل: َرَضَخ ِللن َساِء َوال صْبَياِن َولَْم 1111 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 688. 222 her ikisinin de özellikle belirttiği gibi kadınlara verilenlerin kemiyetten ziyâde keyfiyet bakımından aralarında ilişki bulunmasıdır. Bu nedenle kaynaklardan Hayber Gazvesi’ne katıldığı halde kendilerine savaşta ele geçirilen mallardan ne verildiği hakkında bilgi sâhibi olamadığımız müslüman kadınların da sözü edilen hazineden ödüllendirildiği ancak bunun kayıtlardan tespit etmenin mümkün olunamamasıdır. Ancak Vâkıdî’nin sâir olarak kaydettiği bir başka rivâyetinde, yine Hayber’de en-Netât kalesinde Kinâne b. Ebü’l-Hukayk adlı bir yahudinin kalenin ele geçirilmesinden korkarak içinde ziynetleri bulunan deve derisinden yapılmış bir tulumu kimsenin bulmasını istemediği harabe bir yere gömüp sakladığını bildirmektedir. Kalenin fethedilmesinden sonra Sa‘lebe isminde başka bir yahudiden gömünün yerini öğrenen Resûlullah, Zübeyr b. Avvâm ile birkaç sahâbîyi târif edilen yere göndermiş, getirilen tulum açıldığında içinden; altın bilezikler, altın bileklikler, altın halhallar, altın küpeler, altın yüzükler, mücevherattan ve zümrütten setler ve ayrıca altınla kaplı bir halka çıkmıştır.1112 Her ne kadar bu hazîneden kadınlara bir şeyler verilip-verilmediği hakkında bir mâlûmata tesâdüf edemesek de es-Sa‘b’ın kalesinde ele geçirilen defîne ile benzerlik kurarak kadınlara verilen diğer kıymetli malların niteliği hakkında fikir vermesi açısından müellifin ortaya koyduğu bu haberin birlikte değerlendirilmesi ve nazar-ı dikkate alınması iktizâ etmektedir. Kaynaklarda Hayber’de ganîmetten pay alanlardan biri olarak zikredilen başka bir hanım sahâbî de Ümmü’d-Dahhâk bint Mes‘ûd’dur. Vâkıdî’nin çalışmamıza kaynaklık eden eserinden tespiti mümkün olmayan bu bilgiyi yine Vâkıdî’den naklen ilk olarak İbn Abdülber rivâyet etmektedir. İstîʿâb adlı eserinde yazar, Resûlullah’ın Ümmü’d- Dahhâk’a erkek hissesi (فأسهم لََها سهم رجل) verdiğini kaydetmektedir.1113 Muahhar tabakat müelliflerinden İbnü’l-Esîr ve İbn Hacer de bu kayda eserlerinde yer vererek bu mâlumatı gerçeklemektedirler.1114 Ümmü’d-Dahhâk’ın Hayber’e çıkışını eserinde daha detaylı şekilde aktaran İbn Ebû Âsım, isim zikretmeden Hz. Peygamber’in Ümmü’d-Dahhâk ile birlikte yola çıkan diğer arkadaşına da hisse verdiğini (م ٍ ifâde etmekte, bu bilgiyi (بَِسْه tasrih eden İbn Şebbe o arkadaşının Huzeyfe b. Yemân’ın kız kardeşi olduğunu 1112 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 672-673. 1113 İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1944. 1114 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 343; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 422. 223 belirttikten sonra ikisinin de erkek hissesi gibi ( ٍِمثَْل َسْهِم َرُجل) paya sâhip olduklarını nakletmektedir.1115 Burada haberlere devam etmeden önce iki kelimenin ve bir hususun üzerinde durmak istiyoruz. Şimdiye kadar ve bundan sonra da çokça karşımıza çıkan kelimelerin ilki olan “sehm” çoğulu (sihâm, eshem), sözlükte pay, nasip, hisse ve hak gibi anlamlara gelmektedir.1116 Kaynaklarda bu kavram genellikle savaşın asıl unsuru olarak görülen erkeklere ganîmetten verilen malları ifâde ederken kullanılmaktadır. Husûsen kadınlarla ilgili olarak fazlaca tevâfuk ettiğimiz “razh” (َرَضح) sözcüğü ise, “Harbde hizmetleri görülen kadınlara, çocuklara, kölelere ve zimmîlere ganimet mallarından verilen bir miktar maldır ki, mükatillerin sehimlerinden noksan olur. Bu miktarı tayin, veliyyü’l- emre aittir.”1117 şeklinde târif edilmektedir. Öte yandan lugatta az bir şey vermek ve az bir miktarda verilen şey anlamına da geldiğini aktaran Ömer Nasuhi Bilmen, kendileri mukātele ve mücâhede eden birer savaşçı sayılmadıkları halde savaşta bir takım hizmetleri îfâ ettiklerinden ötürü enfâl-i ganîmetten razh adıyla birer miktar mala sâhip olduklarını ve bu kimselere “ehl-i razh” denildiğini ayrıca belirtmektedir.1118 Ayrıca tercüme faâliyetlerinin yoğun yaşandığı günümüzde bazı mütercimlerin razh kelimesini “gönül alıcı bir ödül” şeklinde Arapça’dan Türkçe’ye çevirdikleri görülmektedir.1119 Diğer bir hususa gelindiğinde, muâsır yazarlardan Mahmûd Şît Hattâb, gönüllü olarak savaşa katılıp bir takım yararlılıklar gösteren kadınlara Hz. Peygamber’in erkeklerin payı kadar ganîmetten pay verdiğini dile getirirken, Hamîdullah bunun aksine harpte ortaya koydukları mühim işlere binâen kadınlara bir hediye verilse dahi yetişkin 1115 İbn Şebbe, Târîḫu’l-Medîne, C. 1, ss. 188-189; İbn Ebû Âsım, el-Âḥâd ve’l-mes̱ânî, C. 6, s. 245(Had. no: 2477). Ayrıca bkz. İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 422; Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, ss. 158, 162-163. 1116 Kadir Güneş, Arapça-Türkçe Sözlük, İstanbul, Mektep Yayınları, 2013, s. 600. 1117 Ömer Nasuhi Bilmen, Hukūk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kāmûsu, 2. bs., İstanbul, Ravza Yayınları, 2018, C. 3, s. 349. 1118 Bilmen, Istılâhât-ı Fıkhiyye Kāmûsu, C. 3, s. 349. Çağdaş araştırmacılardan Rıza Savaş konu ile ilgili olarak eserinde, “Savaşa katılan kadınlar, erkeklere göre çok az olduğu için, aldıkları ganîmetin azlığını ifâde için kullanılan kelime (رضح. أرضح) daha sonraki raviler tarafından yanlış anlaşılarak kadınlara pay vermediği şeklinde nakledilmiş olabilir.” sözleriyle zannını ifâde etmektedir. Görülen o ki araştırmacı, rivâyetlerde ganîmetten kadınlara verilen miktarın azlığını onların savaşta erkeklere nazaran sayıca az olmasında hasreden bir çıkarımda bulunmaktadır. Ancak konu bağlamında araştırmalarımızda edindiğimiz tecrübelerimize göre bu kanının yeniden ele alınması gerektiğini, bu haliyle isâbetli bir yaklaşımı yansıtmadığını ifâde etmek mümkündür. Bkz. Savaş, İslâm’ın İlk Asrında Kadın, s. 209. 1119 Kitabın konumuzla ilgili bölümünün tercümesi Şerafettin Kalay tarafından yapılmıştır. Bkz. Mustafa Cevat Akşit(ed.), Mebsût, terc. Hacı Mehmet Günay v.d., İstanbul, Gümüşev Yayınları, 2008, C. 10, s. 32, 81. 224 müslüman askerlerle aynı payı alamayacaklarını söylemektedir.1120 Kaynaklarda bu iki müellifinde zikrettiği doğrultuda rivâyetler bulunmaktadır. Bu nedenle burada sadece bu hususa temas etmekle yetinip tespit ettiğimiz diğer kalan haberleri de sunduktan sonra konuya fıkıh eserleri üzerinden yeniden daha kapsamlı bir şekilde ele alıp açıklık getirmeye çalışacağız. Hayber’e beş arkadaşı ile birlikte katılıp savaşın neticesinde hisse sâhibi olan hanımlardan biri Ümmü Ziyâd el-Eşca‘iyye’dir. Kendisinin aktardığı habere göre, harbe çıkışları esnasında Resûlullah onları yanına çağırmış, o da murâfıklarıyla beraber Hz. Peygamber’in yanına gelerek çıkışlarının yaralıların tedâvisi niyetiyle olduğu ve yanlarında bulunan ilaçların buna delil teşkil ettiğini izâh etmiş bu sâyede kendilerine izin verilmiştir. Muhtemelen savaşta gösterdikleri üstün gayretlerini takdir eden Allah resûlü de ona ve ismi zikredilmeyen diğer beş arkadaşına ganîmetten erkek hissesi gibi ( أسهم لنا pay verdiği Ümmü Ziyâd tarafından haber verilmiştir. Rivâyetin devamında (كسهام الرجال Ümmü Ziyâd, verilen hissenin mâhiyetini irdeleyen torunu Haşrec’e cevâben kendilerine ihsan edilen bu hissenin hurma olduğunu bildirmiştir.1121 Hayber’de ganîmetten hisse alan kadınlardan biri de Küaybe(Rüfeyde) bint Sa‘d el-Eslemiyye’dir. Her ne kadar günümüzde Vâkıdî’nin elimizde bulunan Kitâbü’l- Meġāzî isimli eserinden bu bilgiye tevâfuk edemesek de, ilk olarak İbn Abdülber bu haberi Vâkıdî’den nakletmekte, Resûlullah’ın bu hanıma erkek hissesi (سهم رجل) verdiğini kaydetmektedir.1122 Kaynaklarda Hayber Savaşı’na katılan ve kendisine hisse verilen bir diğer isim yine Eslemoğulları kabîlesinin bir ferdi olan Ümmü Mutâ‘ el-Eslemiyye’dir. Hz. Peygamber’in erkek hissesi (َفأَْسَهَم لَهاَ َسْهم َرُجل ) verdiği bu hanımın haberini tespitlerimize göre yine ilk olarak İbn Abdülber sunmakta diğer müellifler de bu nakli teyit etmektedir.1123 Vâkıdî ve talebesi İbn Sa‘d’ın Ümmü Mut‘a’nın Hayber’e çıkışının rivâyetleri kullandığımız eserlerinin bu günkü nüshalarında mevcutken, onun ganîmetten 1120 Hattâb, Komutan Peygamber, s. 218; Hamîdullah, İslâm’da Devlet İdâresi, s. 312(md. 516). 1121 İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 6, s. 537(Had. no: 33651); C. 7, s. 395(Had. no: 36886); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 37, s. 21(Had. no: 22332); C. 45, s. 42(Had. no: 27092); Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 150(Had. no: 2729); İbn Ebû Âsım, el-Âḥâd ve’l-mes̱ânî, C. 6, s. 81(Had. no: 3294); Nesâî, Siyer, 185(Had. no: 8828); Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, C. 25, s. 137(Had. no: 332); Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 6, s. 3501. 1122 İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1907. Yine Vâkıdî’den naklen İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 244; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 297; Zürkānî, Şerḥu’l-Mevâhibi’l-ledünniyye, C. 3, s. 81. 1123 İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1958; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 385; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 474; Kehhâle, Aʿlâmü’n-nisâʾ, C. 5, ss. 58-59. 225 pay alması hakkında bize intikal eden bir kayıtlarına rastlanılamamaktadır.1124 Bu noksanlıkların hem çeşitli vesîlelerle belirttiğimiz gibi kaynaklardan rivâyetlerin tespiti noktasında karşılaştığımız problemlere birer misal teşkil etmesi, hem de İbn Abdülber’in eserinin bu gibi eksikliklerin ikmal ve itmam edilmesinde oynadığı rolü göstermesi açısından delil ve kıymet arz etmektedir. Hayber ganîmetinden nasipdar olan kadınlar: Kadının İsmi Verilen Ganîmet Savaş 1 Safiyye bint Abdülmuttalib Ganîmetten bir şeyler 2 Ümmü Umâre Ganîmetten bir şeyler 3 Ümmü Selît Ganîmetten bir şeyler 4 Ümmü’l-Alâ Ganîmetten bir şeyler 5 Sümeyrâ bint Kays Ganîmetten bir şeyler 6 Ümmü Sa‘d b. Muâz Ganîmetten bir şeyler Ümeyye bint Kays b. Ebi’s- 7 Bir Gerdanlık Salt el-Gıfâriyye 8 Abdullah b. Üneys’in eşi Ganîmetten bir şeyler 9 Ümmü’l-Alâ el-Ensâriyye Üç tane yâkut veya elmas Ümmü’l-Alâ el-Ensâriyye’nin 10 Ümmü’l-Alâ’nın aldıklarının benzeri arkadaşları Bir tane yâkut veya elmas, gümüşten ziynet eşyaları, Bir adet Fedek katîfesi, Yemen işi bir hırka, 11 Ümmü Sinân el-Eslemiyye Katîfeden dokuma elbiseler, Bir adet bakır tencere, Yedi dinara sattığı bir deve 12 Ümmü Sehle Bir pay/hisse 13 Sehle bint Âsım Bir pay/hisse 1124 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 685; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 276. 226 Hayber Benî Kurayza Bir tane kırmızı renkte yâkut veya 14 Ümmü Umâre elmas, Bir adet katîfe, Yemen işi bir hırka, İki dinar Ümmü Umâre’nin aldıklarının 15 Ümmü Umâre’nin arkadaşları benzeri Ümmü’d-Dahhâk bint Mes‘ûd 16 Erkek hissesi el-Hârisiyye 17 Fâtıma bint el-Yemân Erkek hissesi 18 Ümmü Ziyâd el-Eşca‘iyye Erkek payı gibi(hurma) Beş Kadın(Ümmü Ziyâd’ın 19 Erkek payı gibi(hurma) arkadaşları) Küaybe(Rüfeyde) bint Sa‘d el- 20 Erkek hissesi Eslemiyye 21 Ümmü Mutâ‘ el-Eslemiyye Erkek hissesi Daha önce de dile getirdiğimiz üzere Hz. Peygamber ganîmetten sadece harbe katılan kadınlara bir şeyler vermemiş, savaş dışı Mekkeli ve Medineli müslüman kadınların bazılarına da ganîmetten azık olarak bir şeyler tahsis etmiştir. Bu konuda kaynaklar hassaten Hayber’in el-Ketîbe bölgesinde elde edilen yiyecek cinsinden ganîmetten birçok hanım sahâbîye ihsanda bulunulduğundan bahsetmektedir. Çalışmamız esnasında tespit ettiğimiz yanılgılardan birisi de Resûl-i Ekrem’in tatbik ettiği bu uygulamayı göz ardı eden kimi araştırmacıların Resûlullah’ın vermiş olduğu bu erzak haberlerini onların da savaşa dâhil olmalarından ileri gelerek bu ikramlara nâil olduklarına yormaları ve haberleri bu şekilde sunmalarıdır. Nitekim araştırmacılardan Kâsım Muhammed eserinde, Buhayne bint el-Hâris isimli sahâbînin Hayber’e katıldığını(وشاركت في غزوة خيبر) belirtmektedir.1125 Kaynaklarda Buhayne’ye Hz. Peygamber’in Hayber’de 30 vesk azık tahsis ettiği açık olarak bildirilmektedir.1126 Muhtemelen araştırmacı Buhayne’nin Hayber ganîmetleri bağlamında ismine tesâdüf ederek onun da Hayber’e katıldığı şeklinde bir kanaate ulaşmış ve haberi ona göre ifâde 1125 Kâsım Muhammed, el-Mümerrıḍa fî’t-türâs̱i’l-Arabiyyi’l-İslâmî, s. 38; 1126 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 694; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 299; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1793; İbn Mende, Müstaḫrec min kütübi’n-nâs, C. 1, s. 416; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 34. 227 Hayber etmiştir.1127 Zîra araştırmacının sunduğu bu haberin karşılığında vermiş olduğu bir kaynak bilgisi bulunmamaktadır. Evvelden yaralıları tedâvi bahsinde Zeyneb bint Muâviye ile ilgili kaydettiğimiz haberler de bu konuda verilebilecek başka bir örnek olarak hatırlatmak mümkündür. Vâkıdî, Resûlullah’ın humusundan(kendisine düşen hisseden) erzak ve infak olarak bahşettiklerinin el-Ketîbe arâzilerinin getirilerinden karşıladığı ve bunların 4000 vesk hurma, 1500 sâ‘ arpa ve 500 sa‘ hurma çekirdeğinden ibâret olduğunu nakletmektedir.1128 Ayrıca müellif Allah Resûlü’nün el-Ketîbe’den1129 eşlerine 80 vesk hurma ile 20 vesk arpa, âilesinden özellikle Abdülmuttalib oğullarından olan yakınlarına da çeşitli tahsîsatta bulunduğunu kaydetmektedir.1130 Kaynaklardan tespit ettiğimiz farklı rivâyetleri de gözeterek bilgilerin doğrudan tablo şeklinde sunumu şu şekildedir: Kadının İsmi Verilen Miktar Ümmü Rimse bint Amr b. Hâşim b. 1 40 vesk hurma 5 vesk arpa Abdülmuttalib1131 Hz. Ali ile birlikte 85’i arpa 1132 olmak üzere 300 vesk yük. 2 Fâtıma bint Muhammed Ayrıca sadece Fâtıma için 200 vesk yük. 1127 Öztürk, Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, s. 162. 1128 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 693. Vesk (وسق), altmış sâ‘(صاع) yani 62.400 dirhem miktarıdır. Aynı zamanda bu miktarı karşılayan kile de bu şekilde isimlendirilir. Bir deve, bir katır yâhut bir merkeb yüküne de vesk denilir. Irak ekolüne göre bu böyledir. Dirhem ise, (3,2,7,3625) 3 gram 2 desigram 7.3625 miligramdır. Bu açıdan 1 vesk yaklaşık 205 kg yapmaktadır. Bkz. Bilmen, Istılâhât-ı Fıkhiyye Kāmûsu, C. 4, ss. 125-126. 1129 Resûl-i Ekrem döneminde el-Ketîbe’de 40.000 hurma ağacının mevcûdiyetinden bahsedilmektedir. İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 6, s. 306. 1130 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 693-695; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 9, s. 282. Bu bilgiye eserinde oluşturduğu tablosunda yer veren Savaş, muhtemelen zühul eseri Hz. Peygamber’in hanımlarına verdiği 20 vesk arpayı 40 olarak kaydetmiştir. Savaş, İslâm’ın İlk Asrında Kadın, s. 219. 1131 Vâkıdî Ümmü Rimse için miktar belirtmeden arpa verildiğini kaydderken, İbn İshâk kanalıyla İbn Hişâm kendisine 40 vesk tahsîsat yapıldığını, İbn Sa‘d ise 40 vesk hurma 5 vesk arpa verildiğini kaydeder. İbn Hacer, İbn Sa‘d’ın bu iki rivâyetini bir araya getirerek farklı bir sonuca gittiğini bildirir. Krş. Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 694; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 299; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 216; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, s. 320; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 9, s. 282; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 391. 1132 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 694; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 300; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 28; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 9, s. 282. 228 3 Hind bint Üsâse b. Abbâd b. Abdülmuttalib1133 30 vesk yük 4 Safiyye bint Abdülmuttalib1134 40 vesk yük 5 Buhayne bint el-Hâris b. Abdülmuttalib1135 30 vesk yük 6 Dubâa bint ez-Zübeyr b. Abdülmuttalib1136 40 vesk yük Hadîce bint el-Husayn b. el-Hâris b. 7 100 vesk yük Abdülmuttalib ve kız kardeşi Hind için1137 Ümmü’l-Hakem bint ez-Zübeyr b. 8 30 vesk yük Abdülmuttalib1138 9 Ümmü Hânî bint Ebî Tâlib1139 40 vesk yük 10 Cümâne bint Ebî Tâlib1140 30 vesk yük 11 Ümmü Tâlib bint Ebî Tâlib1141 30 vesk yük 12 Ümmü Habîbe bint Çahş1142 30 vesk yük 1143 80 vesk hurma 20 vesk arpa 13 Sevde bint Zem‘a yâhut buğday 14 Âişe bint Ebî Bekr1144 80 vesk hurma 20 vesk arpa yâhut buğday 15 Ümmü Habîbe bint Ebî Süfyân1145 80 vesk hurma 20 vesk arpa 1133 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 694; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 217; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 9, s. 282. 1134 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 694; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 41; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 9, s. 282. 1135 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 694; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 299; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 217; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 9, s. 282. 1136 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 694; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 300; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 46; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 9, s. 282. 1137 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 694; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 216; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 9, s. 282. 1138 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 694; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 299; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 47; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 9, s. 282. 1139 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 694; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, ss. 47-48; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 9, s. 282. 1140 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 694; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 300; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 48; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 9, s. 282. 1141 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 694; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 300; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 48; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 9, s. 282. 1142 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 694; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 300; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 9, s. 282. 1143 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 56; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 7, s. 333. 1144 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 69; Zehebî, Târîḫu’l-İslâm, C. 2, s. 512. 1145 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 98; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 7, s. 66. 229 1146 80 vesk hurma 20 vesk arpa 16 Ümmü Seleme yâhut buğday 80 vesk hurma 20 vesk 17 Zeyneb bint Çahş1147 buğday veya arpa 80 vesk hurma 20 vesk arpa 18 Cüveyriye bint el-Hâris1148 yâhut buğday 80 vesk hurma 20 vesk arpa 19 Safiyye bint Huyey1149 yâhut buğday 1150 80 vesk hurma 20 vesk arpa 20 Meymûne bint el-Hâris yâhut buğday 1151 80 vesk hurma 20 vesk arpa 21 Hafsâ bint Ömer b. Hattâb yâhut buğday 22 Zeyneb bint Muâviye1152 50 vesk hurma 20 vesk arpa Son olarak kadınların ganîmetten alacakları hususunda İslâm hukuk eserlerini incelediğimizde husûsen iki hüküm üzerinde durulduğu görülmektedir. Pek çok müçtehidin bedîhî rivâyetler üzerinden istidlâlen belirttiği en yaygın olan görüşe göre, savaşa katılıp yaralıların tedâvisi gibi kısmî bir takım yararlılıklar gösteren kadınlara ganîmetten hisseden ziyâde (ليس لها سهم) gönüllerini hoş edecek az bir miktar bir şeyler verileceği ve bu tayinin miktarının da komutanın takdirine bağlı olduğu (يرضخ لها) bildirilmiştir.1153 Fakîhlerin bu doğrultuda görüş beyânında bulunmalarının dayanağı olarak İbn Abbâs’a mektup yazarak ondan beş meseleyi sual eden Hâricî reîsi Necde b. 1146 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 93. 1147 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 104. 1148 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 116; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 7, s. 163. 1149 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 123; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 7, s. 182. 1150 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 135; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 7, s. 281. 1151 Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân, C. 7, s. 80. 1152 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, C. 24, ss. 287-288(Had. no: 732); Heysemî, Mecmaʿu’z-zevâʾid, C. 6, s. 7; İbn Hacer, el-Meṭâlibü’l-ʿâliye, C. 16, s. 618; Halîl Cum‘a, Nisâʾ min ʿaṣri’n-nübüvve, s. 71. 1153 Ebû Yûsuf, Kitâbü’l-Ḫarâc, s. 198; Şâfiî, el-Üm, C. 7, s. 342; İbnü’l- Münzir en-Nîsâbûrî, el-Evsaṭ, C. 11, s. 185; Ebû Bekr Ahmed b. Alî er-Râzî Cessâs, Muḫtaṣaru İḫtilâfi’l-ʿulemâʾ, nşr. Abdullah Nezîr Ahmed, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-beşâiri’l-İslâmiyye, 1416/1995, C. 3, s. 431; Mâverdî, el-Ḥâvi’l-kebîr, C. 14, s. 163; Ebû İshâk Cemâlüddîn İbrâhîm b. Alî b. Yûsuf eş-Şîrâzî, et-Tenbîh fî fürûʿi’l-fıḳhi’ş-Şâfiʿî, haz. Merkezü’l-Hademât ve’l-ebhâsi’s-sekāfiyye, 1. bs., Beyrut, Âlemü’l-kütüb, 1403/1983, s. 235; Kâsânî, Bedâʾiʿ, C. 7, s. 126; Mergīnânî, el-Hidâye , C. 4, s. 265; İbn Kudâme, el-Muġnî, C. 9, s. 253; Mevsılî, el-İḫtiyâr, C. 4, s. 130-131; Karâfî, eẕ-Ẕaḫîre (fi’l-fıḳh), C. 3, s. 429; Haddâd, el-Cevhere, C. 2, ss. 593-594. 230 Âmir hadisi sunulmaktadır. Hulâsaten hadiste, Hz. Peygamber’in savaşa giden kadınlara ganîmetten muayyen bir hisse ayırıp-ayırmadığını soran Necde’ye İbn Abbâs cevâben, Resûlullah’ın kadınlara savaşta yaralıları tedâvi etmelerinden ötürü kendilerine bir şeyler verdiğini ancak onlara hisse ayırmadığını rivâyet etmiştir.1154 Fıkıh eserlerinde zikri geçen ikinci görüşün sâhibi Evzâî’nin istihraç ettiğine hüküm ise harbe dâhil olan kadınlara ganîmetten hisse verilmesi yönündedir.1155 Onun bu konuda mesned kabul ettiği haberin Resûlullah’ın kadınlara da hisse verdiği şeklinde Ümmü Ziyâd el-Eşca‘iyye kanalıyla nakledilen rivâyet olduğu görülmektedir.1156 Birinci görüş etrafında toplanan selef-i müçtehidîn meseleyi yalnız kadınlarla ilgili olarak tasrih etmedikleri, onların yanı sıra harbe katılan köle, çocuk ve zımmî kimselerle aralarında bulunan benzerlikler dikkate verilerek kadınların bu sınıflarla aynı kategoride ele alındıkları görülmektedir. Hanefî İslâm hukukçuların bu meseledeki yaklaşımlarını eserinde dile getiren Mergīnânî; köle ile kadına, çocuk ile zımmîye Resûl- i Ekrem’in ganîmet mallarından bir hisse ayırmadığını, bunun cihâdın (müslümanlar için) bir ibâdet olmasından ileri geldiği ve zımmî kimselerin ibâdet ehlinden olmaması, kadın ve çocukların da cihâd etmekten âciz bulunmalarından ötürü sebep göstermiş, ne var ki harbe katılan köle savaştığı, kadında yaralıların tadâvisi gibi sağlık hizmetlerinde bulunduğu takdirde kendilerine razh namıyla bir şeyler verileceğini zikretmiştir.1157 Bu kabilden beyânda bulunan Serahsî, kölelerin efendilerine tabi olması gibi kadınlarında eşlerine bağlı olduklarını, bunun yanında kadınların bünyelerinin savaşmaya pek de elverişli olmadığını nazar-ı dikkate vererek mevzûya îzâhatte bulunmuştur.1158 Diğer hanefî fakîhlerinden Mevsılî ise, meseleyi başka bir noktainazardan ele alarak konunun kāide-i esâsiyesini; “Zarûret hâli dışında, savaşa katılması lâzım gelmeyenlere ganîmetten hisse verilmez. Çünkü bu kimseler ganîmet ehli olarak addedilmemektedir. Savaşması icâp edenlere ise, ganîmetten hisse verilir. Çünkü bunlar ganîmet ehli kimseler 1154 Şâfiî, el-Müsned, s. 319; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 5, s. 24(Had. no: 2811); Müslim, “Cihâd”, 137(Had. no: 1812); Ebû Davûd, “Cihâd”, 150(Had. no: 2728). Metinde geçen ibâre; َِّّللا َهْل َكاَن َرُسوُل َّن بَِسْهٍم، َّسْهُم فَلَْم َيْضِرْب لَُه ََّما ال َّن فَيُدَاِويَن اْلَمْرَضى، َويُْحذَْيَن ِمَن اْلغَنِيَمِة، َوأ َّلى هللاُ َعلَْيِه َوَسلََّم يَْغُزو بِال ِنَساِء، َوقَْد َكاَن يَْغُزو بِِه َ ص 1155 İbnü’l-Münzir en-Nîsâbûrî, el-İşrâf, C. 4, s. 113; Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. Selâme el-Ezdî el-Hacrî el-Mısrî et-Tahâvî, Muḫtaṣaru İḫtilâfi’l-ʿulemâʾ, nşr. Abdullah Nezîr Ahmed, C. I-V, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-beşâiri’l-İslâmiyye, 1416/1995, C. 3, ss. 431-432. 1156 İbn Kudâme, el-Muġnî, C. 9, s. 253; Aynî, el-Binâye, C. 7, s. 168. 1157 Mergīnânî, el-Hidâye, C. 4, ss. 265-266. Ayrıca bkz. Haddâd, el-Cevhere, C. 2, ss. 593-594. 1158 Serahsî, el-Mebsûṭ, C. 10, s. 17. 231 olarak sayılmaktadır. Biz eğer tümüne hisse verecek olursak, hepsini birbirine denk tutmuş oluruz ki, bu câiz olmaz.”1159 diyerek belirtmiş, kadınların tabiatı îtibâriyle savaşmaktan âciz oluşuna ayrıca temas etmiştir.1160 Evzâî’den kaydedilen diğer görüşün ise, mesnedinde bulunan bir kısım ifâdelerin anlam bakımından duruma esas delil teşkil etmediği, bu nedenle onun yaklaşımının başka türlü de değerlendirilebileceği ileri sürülmüştür.1161 Sonuç olarak; müslüman kadın için savaşın, yerine getirilmesi gereken aslî vazîfelerden biri olmayıp daha çok zarûret halinde katıldığı gerekçesiyle, İslâm ordusuna bilhassa tıbbî açıdan sundukları geri hizmetlerin karşılığında kendilerine ganîmetten gönül alıcı bir ihsanda bulunulabileceğini söylemek mümkündür. 2. EMÂN VERME Arapça’da “güvence, emniyet, temînat, masûniyet”1162 mânâsındaki (emn) kökünden müştak bir isim olan emân,1163 İslâmî literatürde “Tarihte Müslüman ülkesine girmek ve müslüman ordusuna teslim olmak isteyen bir yabancıya verilen can, mal ve namusu koruma güvencesi”1164 şeklinde genel ve câmi biçimde tanımlanmıştır. Istılâh-ı fıkhiyyede ise; korkusuz, âsûde ve endişeden berî olmayı ifâde etmenin yanında, ayrıca harpte düşmana verilen söz veya yapılan işaretle onun emniyete mazhar olması sadedinde kullanılmıştır.1165 Emân dileyen kimseye müste’min, emân verilene müste’men, emân 1159 Burada konumuzun sınırlarını aşmadan ifâde edecek olursak; ganîmetin askerler arasında dağıtılmasında piyâde ile süvârinin de eşit olmadığı, süvârinin teçhîzât-ı seferiyye bakımından yayadan daha fazla karşılaması gereken gereksinimlerinin bulunması hasebiyle fakîhlerin çoğunluğu süvâriye üç, yayaya bir hisse verileceğini bildirmişleridir. Erkal, “Ganimet”, DİA, C. 13, s. 353. 1160 Mevsılî, el-İḫtiyâr, C. 4, s. 130-131. 1161 Beyhakî, es-Sünen, C. 13, s. 234; Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Abdullāh b. Ahmed b. Muhammed b. Kudâme el-Cemmâîlî el-Makdisî İbn Kudâme, Delilleriyle Hanbeli Fıkhı el-Muğnî Muhtasarı, haz. Hamed b. Abdülaziz el-Hammâd, İstanbul, Karınca & Polen Yayınları, 2015, C. 2, ss. 363-364. 1162 Theodorus Willem Juynboll, “Emân”, İslâm Ansiklopedisi(İA), İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1940- 88, C. 4, s. 140. Ayrıca bkz. Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, s. 246. 1163 Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-ʿAyn, “emn” md., C. 8, s. 389; Sâhib b. Abbâd, el-Muḥîṭ fi’l-luġa, “emn” md., C. 10, s. 413; Cevherî, Tâcü’l-luġa, “emn” md., C. 5, s. 2071; İbn Fâris, Muʿcemü meḳāyîsi’l-luġa, “emn” md., C. 1, s. 133; İbn Sîde, el-Muḥkem, “emn” md., C. 10, ss. 492-493; İbn Manzûr, Lisânü’l- ‘Arab, “emn” md., C. 13, s. 21; Zebîdî, Tâcü’l-ʿarûs, “esr” md., C. 34, s. 184. 1164 Serinsu, Dinî Terimler Sözlüğü, ss. 71-72. 1165 Bilmen, Istılâhât-ı Fıkhiyye Kāmûsu, C. 3, ss. 335-336. 232 veren kişiye de müemmin denilir. Emân Kur’ân-ı Kerîm’de aynı anlama gelen civâr1166 sözcüğü ile ifâde edilirken, hadislerde ahd ve zimmet kelimeleriyle de zikredilmiştir.1167 Yalnız Hz. Peygamber dönemine mahsus olmayan bu uygulama merkezî yönetim anlayışından yoksun, kabîlevî gruplar halinde hayatlarını sürdüren Câhiliye Arap toplumunda da örneğine sıkça rastlanan teâmüllerden biridir. Asabiyetin yanında kabîlenin egemenlik ve mesûliyetinin ileri geldiği bu zamanlarda meydana gelen çarpışmalar sonrası belli bir kişi veya zümrelere sığınılarak can ve mal güvencesi elde edilir, bu sayede hem lüzumsuz yere kan dökülmesinin önüne geçilir hem de sulhun tesis edilmesi kolaylaşmış olurdu. Öte yandan emân, topluluklar arası ticârî ve içtimâî hayatın artması ve güvenle devam etmesi noktasında da hâiz-i kıymete sâhipti.1168 Câhiliye döneminde canı ve malı hususunda endişeye düşen bir kimse kendisini himâye edecek bir kabîle yâhut o güçte temsilci bir şahıs arar ve onun vereceği güvenceye sığınırdı. Emânı kabul eden taraf, üstlendikleri bu sorumluluğun olası tüm menfî durum ve şartlarını da göze almış olurdu. Bu da bir yönüyle kabîlenin dışa yönük güç gösterisinin ifâdesiydi. Nitekim Araplar, müste’mine verdikleri sözü yerine getirip onu korumada gerektiğinde canlarını hiçe sayarak bu uğurda kendilerini fedâ etmekten geri durmazlardı ki, Câhiliye’de civâr sebebiyle meydana gelen savaşlar bunun açık göstergesidir. Ayrıca verilen emân noktasında olası bir ihmal ve zâfiyet asla affedilmez, bu akdedilen söze karşı ihânet addedilmekle birlikte müemminin şahsı, âilesi ve kabîlesi için uğrayacakları hacâlete, kınanmaya ve tahkire zemin teşkil ederdi. Her ne kadar nihâyetinde böyle bir vaziyete düşme ihtimâli bulunmuş olsa da, öte yandan emânını kaybeden kimseye emân vermek şan, şeref ve îtibara büyük önem atfeden Câhiliye insanı için övünç kaynağı olarak görülmekte, müste’minin talebine müspet cevap vermemek âcizlik, korkaklık göstergesi olarak utanç vesîlesi sayılmaktadır. Âdeta îtibar, güç ve kuvvetin simgelerinden biri haline gelen emân, bu nedenle kişinin kendisine hücum eden َلُمو َن .) 1166 َيْع ََّن ُهْم قَْوٌم ََل َُۜهُ ٰذِلَك بِا َُّم اَْبِلْغهُ َمأَْمن ّّٰللاِ ث ِاْن اََحدٌ ِمَن اْلُمْشِر۪كيَن اْستََجاَرَك فَاَِجْرهُ َحتّٰى َيْسَمَع َكََلَم Ve eğer müşriklerden“ (َو biri senden korunma isterse, Allah’ın sözünü duymasına fırsat vermek için onu koruma altına al; sonra onu kendi güvenlik bölgesine ulaştır. Bu uygulama, onların bilmeyen bir topluluk olmalarından dolayıdır.” (et-Tevbe, 9/6). Hamîdullah bu ayeti hukukçuların; “Eman, öldürmek ve esir etmek gayesiyle onlara (yani savaşçılara) saldırmaktan, Allah rızası için (kişinin) kendisine tutmasıdır.” şeklinde tanımladıklarını bildirmektedir. Hamîdullah, İslâm’da Devlet İdâresi, s. 262(md. 424). 1167 Nebi Bozkurt, “Eman”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, C. 11, s. 75. Ayrıca bkz. Wensick, el-Muʿcemü’l- müfehres, “emn”, “ʿahd”, “ẕimme”, “cevr” md. leri. 1168 Bozkurt, “Eman”, (DİA), C. 11, s. 75. 233 düşmanından bile isteyip karşılık bulabileceği işlevde bir keyfiyete sâhip Câhiliye örfünün ileri gelen âdetlerinden biri olagelmişitir.1169 İslâmî dönemde emân uygulaması mâhiyeti bakımından bir takım değişikliklere uğrayarak varlığını devam ettirmiştir. Hz. Peygamber’in, “Müslümanların emânı birdir; en alt seviyede bulunan bir müslüman dahi emân verebilir.”1170 beyânı ile Câhiliye’de şan ve şeref için belli bir topluluğa hasrolan bu davranışı tebdil etmiş ve kadın, erkek, hür, köle ayırmaksızın her müslümanın îfâ edebileceği bir muktezâ-yı hâle terakkî ettirmiştir. Dolayısıyla emân; dil, cinsiyet, soy, mevki farketmeksizin İslâm’a girmekle aynı haklara sâhip olan tüm müslümanların ortak paydada buluştuğu, ümmet olma bilincinin vurgulanıp, kuvvetlendirildiği ve bu hususa mesned teşkil eden bir kazanım hâline inkılâp edilmiştir.1171 Hadis’in devamında Resûlullah, “Her kim bir müslümanın verdiği ahdi bozarsa, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun.”1172 buyurarak konunun hassâsiyetle tatbik edilmesi gerektiğini bir kez daha vurgulamıştır. Emân akdinin uygulanmasında sûret-i kat’iyyede yazılı olması şartı aranmamakta, verilen bir söz veya yapılan bir hareket gibi emân veren ferdin müste’mine yolladığı yâhut şahsen verdiği bir eşyâ da akde delâlet edebilmekteydi. Bu eşyâ müemmin tarafından gönderilen giydiği bir elbise olabileceği gibi taktığı bir yüzük1173 de olabilmekteydi.1174 Nitekim müslümanların Mekke’yi fethettiği gün canından endişe edenlerden biri olan Safvân b. Ümeyye, Mekke’yi terketmiş, Hz. Peygamber de kendisini İslâm’a davet ettiğini ulaştırması için onun amcasının oğlu Vehb b. Ümeyye’yi beraberinde ona emân 1169 Geniş bilgi için bkz. Ahmet Önkal, “Civâr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1993, C. 8, ss. 34-35; Nebi Bozkurt, “Himaye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, C. 18, s. 56; Büşra Boztepe Kaya, “İslâm Öncesi Arap Toplumunda Emân Uygulamaları”, Genç Akademisyenler İlahiyat Araştırmaları, ed. Sami Erdem, İstanbul, İFAV Yayınları, 2009, ss. 731-736. 1170 Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muṣannef, C. 9, s. 263(Had. no: 17153); İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 6, s. 510(Had. no: 33396); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 2, s. 52(Had. no: 615); Buhârî, “Cizye”, 10(Had. no: 3172); “Ferâʾiż”, 21(Had. no: 6755); “İ‘tisâm”, 5(Had. no: 7300); Müslim, “Ḥac”, 467(Had. no: 370), 470(Had. no: …); “‘Itḳ”, 20(Had. no: 1370); Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 96(Had. no: 2034). 1171 Hamîdullah, İslâm’da Devlet İdâresi, s. 263(md. 428); Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Hz. Peygamber’den Selçuklular’a Emân Geleneği”, Din ve Hayat: İstanbul Müftülüğü Dergisi, Ankara, S. 18, 2013, s. 94. 1172 Hadisin metni, “،َّناِس أَْجَمِعيَن َِئَكِة َوال َّّللاِ َوالَمَل َّمةُ الُمْسِلِميَن َواِحدَةٌ، فََمْن أَْخفََر ُمْسِلًما فَعَلَْيِه لَْعنَةُ .”َوقَاَل: ِذ 1173 Ebû Müslimnâme adlı eserde tesâdüf edilen “eman yüzüğü” (امان يوزكن) ifâdesinden hareketle bu âdetin ileriki zamanlara da taşındığının bir göstergesi olarak zikredilebilir. Kollektif, Tarama Sözlüğü, C. 3, s. 1458. 1174 Bozkurt, “Eman”, (DİA), C. 11, ss. 75-76. 234 verdiğinin bir nişânesi olarak bir hırkasıyla( ِبِِردَائَه) ardından göndermiştir. 1175 Bazı kaynaklar gönderilenin sarık(عَماَمته) olduğunu nakletmişlerdir.1176 Kaynaklarda Câhiliye kadını noktasında üç hanımın emânından bahsedilmektedir. Bunlardan ilki, Humâ‘a bint Avf b. Muhallem eş-Şeybânî’nin Mervân b. Zenbâ‘ el- Absî’ye tanıdığı himâyedir ki, ilk kaynaklar olayı başlık sadedinde aktarırken sonraki müelliflerden Zemahşerî haberin tafsîlâtına yer vermektedir.1177 İkinci olarak, Benî Mâlik b. Dubey‘a kabîlesinin Kays b. Sa‘lebe kolundan Fükehye bint Katâde b. Meşnû’nun es- Süleyk b. es-Seleke es-Sâdî’ye vermiş olduğu emândır. Rivâyette, yayan olarak savaşanlardan biri olup “er-Ri’bâl” diye bilinen es-Süleyk, Bekr b. Vâil kabîlesi üzerine baskına çıkarak onları gaflette oldukları bir vakitte yakalamak istemiş ancak buna muvaffak olamamıştı. O sıralar yabancı birinin izlerini farkeden Bekrililer, “Bu suya gelen tanımadığımız bir adamın ayak izleridir.” dedikten sonra pusuya yatıp onun yeniden suya gelmesini beklemeye koyuldular. Öğlenleyin suya gelip suyu içtiği esnada birden etrafının sarıldığını farkeden es-Süleyk, içtiği sudan karnının şişmesi nedeniyle kaçamadı ve kendini hemen Fükeyhe’nin çadırına atıp ondan himâye talebinde bulundu. Fükeyhe önce onu bir elbisesinin altına soktu ve sonra toplanıp gelenlere karşı korumaya çalıştı. Ancak gelenlerin ısrarcı ve sert tutumlarıyla karşılaşan Fükeyhe, kardeşlerini ve oğullarını da yardıma çağırarak bu sayede es-Süleyk’in emniyetini sağladılar.1178 Üçüncü olarak ise, Ümmü Cemîl ed-Devsiyye’nin Dırâr b. Hattâb’a göstermiş olduğu emân zikredilir. Yine habere göre, Hâlid b. Velîd’in birâderi Hişâm b. Velîd Devs kabîlesinden Ebû Üzeyhir’in ölümüne sebep olması üzerine durumdan haberdâr olan kabîle sâkinleri dökülen kanın intikāmını almak için bulundukları muhite gelen, Dırâr b. Hattâb’ı olan- bitenden haberi olmamasına rağmen karşılık olarak öldürmek istemişlerdi. Ancak durumu farkeden Dırâr, Ümmü Cemîl isimli bir kadının evine girerek ona sığındı ki, onu öldürmeye gelenlerden birinin kılıcıyla yaptığı hamle kapıya isâbet etmişti. Olay üzerine 1175 İmam Mâlik, “Nikâḥ”, 44; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muṣannef, C. 7, s. 169(Had. no: 12646); Beyhakî, es-Sünen, C. 14, s. 333(Had. no: 14180). 1176 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, C. 17, s. 621(Had. no: 120); Huzâî, Taḫrîcü’d-delâlâti’s-semʿiyye, s. 207; Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye, C. 1, s. 181. 1177 Ebû Ubeyde Ma‘mer b. el-Müsennâ et-Teymî el-Basrî, Kitâbü’d-Dîbâc, nşr. Abdullah b. Süleyman el- Cerbû‘, Abdurrahman b. Süleyman el-Useymîn, Kahire, Mektebetü’l-Hâncî, 1411/1991, ss. 71-72; İbn Habîb, el-Muḥabber, s. 433; Ebü’l-Kāsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî ez-Zemahşerî, el-Müstaḳṣâ fi’l-ems̱âl (el-Müstaḳṣâ fî ems̱âli’l-ʿArab), nşr. Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 1987, C. 1, s. 437. 1178 Ma‘mer b. el-Müsennâ, Kitâbü’d-Dîbâc, ss. 72-73; İbn Habîb, el-Muḥabber, s. 433; Zemahşerî, el- Müstaḳṣâ fi’l-ems̱âl, C. 1, s. 438. 235 hemen yakınlarını yardıma çağıran Ümmü Cemîl bu sayede Dırâr’ın hayatının kurtulmasına vesîle olmuştu. Yaşanan bu hâdiseye binâen “Ümmü Cemîl’den bile vefalı” şeklinde meşhur olan hanım, himâyesinde bulunduğu Dırâr b. Hattâb’ın halîfe Hz. Ömer’in (Ömer b. Hattâb) zamanında onun kardeşi olduğunu zannederek Medine’ye gelmiş ve durumu kendisine hikâye etmişti. Ümmü Cemîl’i dinleyen halîfe, “O benim kardeşim değildir. Biz yalnızca din kardeşiyiz. O gāzîdir. Ona nasıl iyilikte bulunduğunu biliyoruz.” diyerek ona kendisine bir miktar yardımda bulunmuştur.1179 Müslüman kadınların emânda bulunduğu rivâyetlere gelindiğinde Selmâ bin Kays (Ümmü’l-Münzir), Zeyneb bint Muhammed, Ümmü Seleme, Ümmü Hakîm ve Ümmü Hânî bint Ebî Tâlib’in ismine tevâfuk edilmektedir. Hicrî 5. yılda gerçekleşen Benî Kurayza Gazvesi sonrası müslümanların elinde tutsak olarak hapsolan Rifâ‘a b. Samuel, önceden tanışıklığı ve yakınlığı bulunan Selmâ bint Kays’a haber göndererek ondan kendisine yardımcı olmasını istemişti. Resûlullah’ın teyzelerinden biri olan Selmâ da yanına gelip Hz. Peygamber’den Rifâ‘a’nın namaz kılıp deve eti yediğini söyleyerek onun kendisi için bağışlanmasını talep etmişti. Selmâ’nın bu dileğine olumlu yaklaşan Allah resûlü, Rifâ‘a’yı onun nâmına affetmiş ve “Namaz kılıyorsa faydası kendisinedir. Eğer dininde sebat gösteriyorsa onun için şerdir.” diyerek serbest bırakılmasını emretmiştir.1180 Hicretin 6. yılının Cemâziyelevvel ayında el-Gābe’den dönen Hz. Peygamber, Kureyş’e âit bir ticâret kervanının Şam’dan dönmekte olduğu haberini alınca Zeyd b. Hârise’yi 170 kişilik bir süvârî birliğinin başında kervan için gönderdi. Kervanda Resûlullah’ın büyük kızı Zeyneb’den ayırdığı müşrik kocası Ebü’l-Âs’da vardı. Mekke’de güvenilir bir tâcir olarak kabul edilen Ebü’l-Âs, beraberinde Süfyân b. Ümeyye’ye âit çok miktarda gümüş ve Kureyşli müşriklerin kıymetli malları bulunuyordu. Îs denilen yerde komutasındaki müfreze ile kervanı kuşatan Zeyd b. Hârise, mallara el koyup, kervanda bulunan kimseleri tutsak etti ve Medine’ye getirdi. Resûl-i 1179 Ma‘mer b. el-Müsennâ, Kitâbü’d-Dîbâc, s. 73; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 2, ss. 63-64; Ebû Abdillâh Muhammed b. Sellâm b. Ubeydillâh b. Sâlim el-Cumahî, Ṭabaḳātü fuḥûli’ş-şuʿarâʾ, thk. Mahmûd Muhammed Şâkir, Cidde, Dârü’l-medenî, t.y., C. 1, ss. 251-252; İbn Habîb, el-Muḥabber, ss. 434-435; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 136; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 4, s. 13; Zemahşerî, el-Müstaḳṣâ fi’l-ems̱âl, C. 1, s. 437; M. Yaşar Kandemir, “Dırâr b. Hattâb”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1994, C. 9, s. 276. 1180 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 514-515; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 193; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 591; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 294; İbn Seyyidünnâs, Uyûnü’l-eser, C. 2, s. 111; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 6, s. 95. 236 Ekrem elde edilen ganîmeti seriyyeye katılan askerler arasında dağıtılmasını emretti. Îs’te müslümanlara yanındaki malları kaptırıp onlara esir düşmekten kurtulan Ebü’l-Âs, geceleyin Medine’ye geldi ve zevcesi Zeyneb’den kendisine emân vermesini istedi.1181 Kaynaklarda başka bir rivâyete göre ise Ebü’l-Âs Medine’ye esirlerle birlikte getirilmiştir.1182 Kocasını himâyesine alan Zeyneb, sabah namazı vakti Resûlullah’ın kaldığı hücrenin kapısının önünden1183 veya kadınların namaz kıldığı bölümden1184 yüksek bir sesle, “Ben Ebü’l-Âs’ı himâyem altına aldım.” demiş, Hz. Peygamber, “Ey insanlar! Siz de benim duyduğumu duydunuz mu?” diye karşılık vermişti. İnsanların kendisini tasdik etmesi üzerine Resûl-i Ekrem, “Nefsim kudret elinde olana yemin ederim ki, sizin işittiğinizi bende işittiğim âna kadar bir şey bilmiyordum. Müminler kendileri dışındakilere karşı tek el hükmündedirler ve yakınlarını himâye ederler. Biz de Zeyneb’in himâye ettiğini himâye ettik.” diyerek ardından kızına, eşinin hâlen müslüman olmaması hasebiyle yaklaşmaması gerektiği husunda hatırlatmada bulunarak, emânının geçerli olduğunu bildirmişti. Daha sonra Zeyneb, babasından Ebü’l-Âs’a emâneten tevdî edilen malların geri teslim edilmesini talep etmiş. O’da durumu sefer katılanlar askerlere ifâde ederek, ganîmetten elde ettiklerinin onların hakları olduğunu ancak geri vermeleri karşılığında bundan memnun kalacağını bildirmiş, bunun üzerine sahâbîler de malların tamamını geri getirip iâde etmişti. Mekke’ye dönüp malları sâhiplerine eksiksiz teslim eden Ebü’l-Âs, sonrasında orada müslüman olduğunu beyân etmiştir.1185 Hz. Peygamber’in en azılı düşmanlarından biri olan halası Âtike’nin oğlu Abdullah b. Ebû Ümeyye ile Resûlullah’ı ve müslümanları hicveden amcasının oğlu Ebû Süfyân b. el-Hâris Mekke fethi öncesi İslâm’a girmek üzere Medine’ye doğru birlikte hareket etmişler, yolda Nîkul‘ukāb denilen mevkide Allah resûlüne denk gelmişlerdi. Kendisine biat etmek için izin istediklerinde, Resûl-i Ekrem onları yanına kabul 1181 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 553; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, s. 83; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 377. 1182 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 2, s. 298; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 470; C. 11, s. 499; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 1702; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 6, ss. 182-183. 1183 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 553; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 33; Ebû Bişr Muhammed b. Ahmed b. Hammâd el-Verrâk ed-Dûlâbî, ez-Zürriyyetü’t-tâhire, nşr. Sa‘d el-Mübârek el-Hasan, 1. bs., Kuveyt, Dârü’s-Selefiyye, 1407/1986, s. 47; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 67, s. 16. 1184 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 2, s. 299; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 399; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 471; İbnü’l- Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 28. 1185 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 553-554; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 2, s. 299; Taberî, et-Târîḫ, C. 11, s. 500; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 67, s. 16; İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam fî Târîḫ, C. 3, s. 125; Zehebî, Târîḫu’l-İslâm, C. 1, s. 240; Nebi Bozkurt, “Îs Seriyyesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2000, C. 22, s. 465. 237 etmemişti. Bunun üzerine araya giren Ümmü Seleme, Ebû Süfyân’ın hem halasının oğlu hem sütkardeşi olduğunu, diğerinin de amcasının çocuğu bir akrabası olarak ikisinin de müslüman olarak geldiği söylemiş ve onları bağışlaması için aracı olmuştu. Ancak ikisinin de risâlet döneminde yakınları olmasına rağmen kendisine gösterdikleri aşırı olumsuz söz ve davranışlardan onlara kırgınlığı bulunan Resûlullah, daha önceden sarfettikleri inanmayacakları beyânlarını1186 hatırlatarak onlara ihtiyacı olmadığını bildirmişti. Ümmü Seleme, yaptıklarının bir hata olduğunu, bu hataya onlar gibi Kureyş’ten pek çok kişinin düştüğünü ancak bu hatanın çok üstünde cürüm işleyenlerin bile affedildiğini, nitekim ehlinden yakın kimseler olarak onların bağışlanması noktasında kendisinin herkesten daha ileri olduğunu ifâde etti. Ehli şiir ve iyi bir hatip olan Ebû Süfyân, merhametini celbedecek şekilde yaptıklarından duyduğu nedâmeti kemâl-i selâset ve cezâletle Hz. Peygamber’e dile getirmiş, Ümmü Seleme’nin aracı olması ve Ebû Süfyân’ın inşâd ettiği şiirin müspet tesiriyle affedilmelerine vesîle olmuştu.1187 Müslüman olduktan sonra İslâm için mücâdele eden bu iki sahâbî, Abdullah b. Ümeyye Tâif kuşatmasında, Ebû Süfyân b. el-Hâris’de h. 20’de Medine’de vefat etmiştir.1188 Katı İslâm muhâlifi bir babanın evlâdı olarak yetişen İkrime b. Ebû Cehil, o da Kureyş’in ileri gelenlerinden gördüğü şekilde hayatını devam ettirmiş ve bi‘set’in ilk yirmi yılını (610-620) düşman gördüğü Hz. Muhammed ve ona tâbi olanların aleyhine icrâatlarla sürdürmüştü. Mücâdelesini müslümanların Mekke’ye hâkim olmaya geldikleri zamanda sergileyen İkrime, gücünün yetmediği ve müslümanların eline düşme ihtimali doğması üzerine hemen Mekke’den ayrılarak Yemen’e kaçmıştı. Zîra Mekke’nin fethi ile müşrikler için umûmî af îlân edilmesine rağmen müslümanlara göstermiş olduğu eziyet vâri aşırı tutumların yanında Hâlid b. Velîd’in emri altında Mekke’ye girmekte olan birliğe karşı mukâtele etmesi onun bu aftan mahrum kalmasına sebep olmuştu. Kocası İkrime’nin firar etmesinin ardından teslîm-i rıza ile inkıyâden İslâm’a giren Ümmü 1186 Bu konuda işaret edilen âyet; “Veya altından bir evin olmalı; ya da göğe çıkmalısın. Bize okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece oraya çıktığına da asla inanmayacağız…” (el-İsrâ, 17/93). 1187 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 810-811; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 4, s. 41; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 361; Taberî, et-Târîḫ, C. 3, s. 50; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, C. 5, s. 2586; İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, ss. 1674-1675; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 3, s. 176; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 6, ss. 531-532.. 1188 Haklarında geniş bilgi için bkz. Akif Köten, “Abdullah b. Ebû Ümeyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1988, C. 1, s. 97; M. Yaşar Kandemir, “Ebû Süfyân el-Hâşimî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1994, C. 10, s. 232. 238 Hakîm bint el-Hâris, Hz. Peygamber’den eşi için de bağışlanma ve emân talebinde bulunmuştu. Resûlullah’ın bu isteğini kabul ettiğini bildirmesi üzere hemen kocasının peşinden giden Ümmü Hakîm, ona yetişti ve durumu kendine anlattı. Binâenaleyh dönmeye iknâ olan İkrime b. Ebû Cehil eşi ile Mekke’ye dönerek müslüman olduğunu ikrar etti.1189 İkrime’nin dönüşüne pek sevinen Allah resûlü, “Süvâri muhâcir, hoş geldin.” sözleriyle kendisini taltif ederek kucakladı.1190 O zamana kadar Resûlullah’a birçok kötülük yapmasına rağmen bunların hiçbiri yaşanmamış gibi îmâsında dahi bulunmadan kendisine gösterdiği samîmî ve sıcak karşılamadan ziyâdesiyle mesrur olan İkrime, “Ya Resûlullah! Allah yemin ederim ki, insanları Allah yolundan çevirmek için sarf ettiğim malın iki mislini Allah yolunda harcayacağım. Allah yolundan çevirmek için yaptığım savaşların iki mislini Allah yolunda yapacağım.”1191 dedi. Ahdettiği bu söz üzere geri kalan ömrünü ihyâ eden İkrime, katıldığı Yermük Savaşı’nda şehâdete yürüdüğünde vücudunda yetmişten fazla ok ve kılıç yarası bulunduğu nakledilir.1192 Yine Mekke fethi sonrası tevâfuk edilen başka bir haberde fetih günü Ümmü Hânî bint Ebî Tâlib’in yanına gelen kocası cihetinden müşrik iki yakını1193 kendisinden himâye talebinde bulunmuş, o da bu isteklerini kabul etmişti. Nitekim bu iki şahısta İkrime b. Ebû Cehil gibi Mekke’ye girmekte olan Hâlid b. Velîd komutasındaki birliğe saldıranlar arasında bulunarak genel aftan faydalanma yolunu kaçırmışlardı. Ümmü Hânî’nin verdiği emândan habersiz bir şekilde bulundukları yere gelen Hz. Ali, bu iki zâtı öldürmek üzere kılıcını sıyırsa da, hemen ikisinin üzerine bir elbisesini atarak (َوأَْلقَْيت َعلَْيِهَما ثَْوبًا) onları himâyesine aldığını bildiren Ümmü Hânî onlara zarar gelmesine mâni olmuş ve hayatlarını kurtarmıştı. Daha sonra kız kardeşinin kararlı tavrıyla karşılaşan Hz. Ali bu davranışından vazgeçip oradan ayrılmıştı. Emân verdiği kişileri kendi evine yerleştirip 1189 İmam Mâlik, “Nikâḥ”, 44; Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 850-851; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muṣannef, C. 7, ss. 168-169(Had. no: 12645); İbn Hişâm, es-Sîre, C. 4, ss. 52, 61; Belâzürî, Ensâb, C. 1, s. 357; Taberî, et-Târîḫ, C. 11, s. 501; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 41, ss. 61-64. 1190 İbn Şebbe, Târîḫu’l-Medîne, C. 2, s. 499; İbn Ebû Hayseme, et-Târîḫu’l-kebîr, C. 2, s. 26; Tirmizî, “İstiʾẕân”, 34(Had. no: 2735); Taberî, et-Târîḫ, C. 11, s. 561. 1191 İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 7, s. 8(Had. no: 33839); İbn Şebbe, Târîḫu’l-Medîne, C. 2, s. 498; Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, C. 17, ss. 373-374(Had. no: 1022); İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 3, s. 1085. 1192 İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 4, s. 227(Had. no: 19523); C. 7, s. 8(Had. no: 33839); İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 3, s. 1085. Ayrıca bkz. Abdullah Aydınlı, “İkrime b. Ebû Cehil”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2000, C. 22, ss. 42-43. 1193 Vâkıdî, Ümmü Hânî’nin fetih günü emân verdiği kişilerin kocasının kardeşlerinden ikisi; Abdullah b. Rebî‘ el-Mahzumî ile Hâris b. Hişâm olduğunu zikrederken, İbn İshâk kanalıyla İbn Hişâm; Abdullah yerine Züheyr b. Ebî Ümeyye’nin ismini kaydetmektedir. Krş. Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, s. 829; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 4, s. 53. 239 kapıyı üzerlerine kitledikten sonra doğruca Resûlullah’ın yolunu tutan Ümmü Hânî, Bathâ’da kurulan çadırına varmış, orada kızı Fâtıma’yı bulunca durumu önce kendisine aktarmıştı. Fâtıma tarafından, “Müşrikleri mi koruyorsun?” diye sert bir eleştiriye maruz kaldıktan sonra bir de çadıra gelen Resûl-i Ekrem’e hadiseyi anlatmış, Ümmü Hânî’yi dinledikten sonra Hz. Peygamber, “Senin emân verdiğine biz de emân veririz. Senin koruduğunu biz de koruruz.” sözleriyle emânın geçerli olduğunu tasdik etmiştir.1194 Bazı kaynaklarda Ümmü Hânî’nin geldiğinde çadırda Fâtıma’nın yıkanmakta olan Allah resûlü’ne perdedarlık yaparak onu setr eder halde bulunduğu ve Ümmü Hânî’nin muhâtabının Resûlullah olduğu şeklinde olay nakledilmektedir.1195 Buhârî şerhi et-Tecrîdü’ṣ-ṣarîḥ adlı eserde Ümmü Hânî’nin verdiği emân, “Bundan mü’min bir kadının da kafîre verdiği emânın müslimînce makbul olduğu müstebân(âşikar) olur. Bir müslimin zimmeti, bütün müslimînin zimmeti demektir. Tafsîlatı kütüb-i fıkhiyyeye âiddir.”1196 şeklinde açıklanmıştır. Bab başlıklarını konunun içeriğine uygun gelecek şekilde belirlemeye gayret gösteren Buhârî, bu hadisin babını َّ ن“ 1197َ”باُب أََماِن الن َِساِء َوِجَواِرِه olarak belirlemiş, eserin Türkçe’ye kazandırılmasını sağlayan mütercim bu babı “Kadınların Emân Vermeleri ve Bir Kimseyi Korumaya Alıp Onu Tehlikeden Kurtarmaları(Yâni Siyâsî Sığınma Hakkı Tanımaları) Babı”1198 şeklinde tercüme etmiştir. Öte yandan Müslim’in es-Ṣaḥîḥ isimli eserinin de çevirisinin sâhibi olan aynı müellif, burada Ümmü Hânî haberinin altında sunduğu dipnotta, “Bundan mümin bir kadının kâfire verdiği emânın müslümanlarca makbûl olduğu meydana çıkar. Bir müslimin zimmeti, bütün müslümanların zimmeti demektir. İşte bu vâkıa da İslâm kadının siyâsî hakka sâhib olduğunun şâhidlerinden biridir.”1199 diyerek Buhârî’nin bab başlığında ortaya koyduğu çevirinin açıklaması mâhiyetinde hâsıl olan kanaatini dile getirmiştir. 1194 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 2, ss. 829-830; Nesâî, “Siyer”, 77(Had. no: 8631); Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, C. 24, s. 416(Had. no: 1013); Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 1, ss. 388-389. 1195 İmam Mâlik, “Ḳaṣri’ṣ-ṣalât”, 28; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muṣannef, C. 3, ss. 76-77(Had. no: 4861); İbn Hişâm, es-Sîre, C. 4, s. 53; Buhârî, “Ṣalât”, 4(Had. no: 357); “Cizye”, 9(Had. no: 3171); “Edeb”, 94(Had. no: 6158); Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 82(Had. no: ...). 1196 Ebü’l-Abbâs Zeynüddîn (Şihâbüddîn) Ahmed b. Ahmed b. Abdillatîf eş-Şercî ez-Zebîdî, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, terc. ve şerh Babanzâde Ahmed Naim, Kâmil Miras, 4. bs., Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1976, C. 1, s. 284. 1197 Buhârî, “Cizye”, 9(Had. no: 3171). 1198 Sofuoğlu, Sâhîh-i Buhârî ve Tercemesi, C. 6, s. 2960. 1199 Mehmed Sofuoğlu(mütercim), Sahîh-i Muslim ve Tercemesi, İstanbul, İrfan Yayınevi, 1988, C. 2, s. 362. 240 Fıkıh eserlerinde müslüman kadınların emân vermeleri noktasında İslâm hukukçuların icmâı bulunmakla beraber emânlarının câiz olduğu bildirilmektedir.1200 Sevrî, Evzâî, İmam Şâfiî, İshâk ve diğer pek çok ilim ehlinin görüşüne göre; bülûğa erişen, akıl bâliğ ve seçme ehliyetine mâlik ister hür, ister köle olsun erkek ve kadın her bir müslümanın emân geçerlidir ve bu konuda bir ayrım bulunmamaktadır.1201 Hanefî fakîhi Serahsî, dârü’l-islâm vatandaşı olan bir kadının, dârü’l-harb halkından birisine himâye vermesine Resûlullah’ın kızı Zeyneb’in eşi Ebü’l-Âs’a, Ümmü Hânî’nin de müşrik yakınlarına verdiği haberlerin delil teşkil ettiğini kaydetmektedir.1202 Yine bir kadın veya bir erkeğin külliyen bir şehir insana yâhut topluluğa veyâhut gayrimüslim bir kimseye güvence verebilecekleri hanefî hukukçular tarafından dile getirilmektedir.1203 Ayrıca emân talebinde bulunan kimsede casusluk, sabotaj, kışkırtıcılık vb. zarar vermeye yönelik bir kastın bulunmaması şartı ileri sürülmüştür.1204 Kabîle ve asabiyet merkezli yönetim anlayışına sâhip toplumların yerini, devlet egemenliğinde merkezî otoritelerin hâkim olduğu bir siteme bıraktığı yaşadığımız çağda, “Günümüzde, gayri müslim bir ülkeye, o ülkenin temsilcisi olan elçinin vizesini taşıyan pasaportla girilip, vizede belirtilen süre içinde güvenle orada kalınabileceği ve gerektiğinde ticaret yapılabildiği için emânın yerine ‘vizeli pasaport’un bu işlevi gördüğü söylenebilir.”1205 şeklinde emânın tanımını yapmak mümkündür. 3. YAKINI ÖLEN KADININ DURUMU 3.1 ÖLÜ ARKASINDAN AĞLAMA, AĞIT YAKMA Sözlükte ağıt, “Ölen bir kimsenin gençliğini, güzelliğini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bıraktıklarının acılarını, büyük felaketlerin acılı etkilerini dile getiren söz veya okunan ezgi, yazılan yazı…”1206 şeklinde tanımlanmaktadır. İnsanlık tarihi boyunca hemen hemen benzer 1200 Ebû Bekr Muhammed b. İbrâhîm b. el-Münzir en-Nîsâbûrî, el-İcmâʿ, thk. Ebû Hammâd Sagīr Ahmed b. Muhammed Hanîf, 2. bs., Acmân-Re’sül-Hayme, Mektebetü’l-Furkān-Mektebetü’s-sekāfiyye, 1420/1999, s. 83; el-İḳnâʿ, nşr. Abdullah b. Abdülazîz el-Cibrîn, 1. bs., Riyad, 1408/1988, C. 2, s. 494; el-İşrâf, C. 4, ss. 136-137; Sahnûn, el-Müdevvenetü’l-kübrâ, C. 3, s. 41; Mâverdî, el-Ḥâvi’l-kebîr, C. 13, s. 145; İbn Kudâme, el-Muġnî, C. 9, ss. 241-242; Kollektif, el-Mevsûʿatü’l-fıḳhiyye, C. 37, s. 175. 1201 Ebü’l-Hasen Alî b. Muhammed b. Habîb el-Basrî el-Mâverdî, el-İḳnâʿ, nşr. Hıdır Muhammed Hıdır, 1. bs., İran, Dârü İhsân li’n-neşr ve’t-tevzî‘, 1420/2000, s. 177; İbn Kudâme, el-Muġnî, C. 9, s. 241. 1202 Serahsî, el-Mebsûṭ, C. 10, s. 69. 1203 Kudûrî, el-Muḫtaṣar, s. 233; Merğinânî, el-Hidâye, C. 4, s. 234; Mevsılî, el-İḫtiyâr, C. 4, s. 122. 1204 Vehbe ez-Zühaylî, “Eman”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, C. 11, s. 79. 1205 Mebsût adlı eserin çevirisinde dipnot olarak verilen bu tanım, Şerafettin Kalay tarafından tercüme edilen bölüme tesâdüf etmektedir. Akşit(ed.), Mebsût, C. 10, s. 47. 1206 Akalın, Türkçe Sözlük, ss. 43-44. 241 tarzda tüm toplumlarda varlığına tesâdüf edilen bu eylem,1207 dillerin etimolojik yapılarına münhasıran gelişim göstererek bu fiili icrâ eden kimselerin değişik isimlerle anılmasına vesîle olmuştur. Umûmen ve husûsen belli bir miktar para karşılığı ölen bir kimsenin ardından meziyetlerini sayarak ağıt yakan kimse Türkçe’de “ağıtçı”(آغتجى) diye isimlendirilirken, Farsça’da “mûşger”(موشكر), Arapça’da “nâyiha” veya “nevvâhe” şeklinde ifâde edilmektedir.1208 Zamanla ölen kimsenin ardından gerçekleştirilmesi gereken ve folklorik bir yapıya bürünen bu merâsimler, Câhiliye dönemi Arap toplumunda yaygınca varlığına rastlanılmakla beraber niyâhet-nevha, nedb-nüdbe, resâ-mersiye, mâtem, bükâ ve na‘y gibi farklı isimlerle de zikredilmektedir.1209 Konumuzun önemli kavramlarından biri olan mâtem kelimesi ise lugatta, “üzüntü veya neşeye yol açan bir hâdise sebebiyle bir araya gelmiş erkek veya kadınlar topluluğu”1210 şeklinde tâbir edilirken, Cevherî’nin târifine göre, “Araplar’da hayır ve şer gibi durumlarda kadınların bir araya gelerek toplanması”1211 diye tanımlanmaktadır. Benzer tanım yapan Fîrûzâbâdî ise bu toplanmanın kadınlara yâhut genç kızlara ilişkin olduğunu belirtmektedir.1212 Bazı kaynaklar günümüzde kadınlara mahsus telakkî edilen bu davranışın eskiden kimi yerlerde erkeklerinde îfâ ettiğine dâir bir takım haberlerin varlığına işaret etmekle beraber bunun şimdilik kulaktan dolma haberlerden ibâret kîlükâlden öteye gitmediğini kaydetmektedir.1213 Câhiliye devri Arap sosyal hayatının önemli dinamiklerinden biri telakkî edilen mâtemler, toplumun büyük kıymet verdiği ve âdeta kutsallık atfettiği merâsimlerin başında gelmekteydi. Bu dönemde kocasını kaybeden kadınların üzüntü ve kederlerinin dışa dönük bir yansıması olarak; yaka paça yırtma, başına toz toprak saçma, çamura 1207 Geniş bilgi için bkz. E. Jacob, “Mourning”, The Interpreter’s Dictionary of the Bible(IDB), New York- Nashville, 1962, C. 3, ss. 452-454; D. Howard Smith, J. Robson, “Mourning”, A Dictionary of Comparative Religion(DCR), London, 1970, s. 453; Kollektif, “Ağıt”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi(TDEA), İstanbul, Dergah Yayınları, 1977, C. 1, ss. 46-47; Süleyman Uludağ, “Ağıt”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1988, C. 1, ss. 470-472. 1208 Kollektif, Tarama Sözlüğü, C. 1, s. 43; Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, ss. 950, 973. 1209 Uludağ, “Ağıt”, (DİA), C. 1, s. 471. 1210 Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-ʿAyn, “etm” md., C. 8, s. 141; İbn Sîde, el-Muḥkem, “etm” md., C. 9, s. 516; İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, “etm” md., C. 12, s. 3. Kimi leksikografi müellifleri üzüntü ve kederin ifâdesi olan nevh ve niyâhanın mâteme hasredilmesinin galat-ı meşhur olarak karşılaşıldığını ve bunun isâbetli bir yaklaşım olmadığını belirtmiş olsa da, bazıları bu durumun zamanla hüzne mahsus hâle geldiğini kaydetmektedir. Kürâunneml, el-Münteḫab, C. 1, s. 646; İbnü’l-Enbârî, ez-Zâhir fî meʿânî kelimâti’n-nâs, C. 1, s. 262. 1211 İbn Manzûr, a.g.e., “etm” md., C. 12, s. 3. Üzüntü ve sevinç gibi durumlarda kadınlara mahsus olması bakımından ayrıca bk. Kürâunneml, el-Münecced, s. 324; Mutarrizî, el-Muġrib fî tertîbi’l-Muʿrib, “etm” md., C. 1, s. 18. 1212 Fîrûzâbâdî, el-Ḳāmûsü’l-muḥîṭ, “etm” md., s. 1074; Zebîdî, Tâcü’l-ʿarûs, “etm” md., C. 31, s. 182; Mütercim Âsım Efendi, Kāmus Tercümesi, “etm” md., C. 5, s. 4842. 1213 Kollektif, “Ağıt”, (TDEA), C. 1, s. 47. 242 sürünme, elbiseyi tersten giyme, bilhassa yüzüne ve yanaklarına vurarak dövünme gibi bir takım davranışlar sergilemekteydi. Öte yandan ölen kimsenin âilesi ve yakınları tâziye süresince veya bu hal geçene kadar mâtem elbisesi (مَلبس الحزن) denilen bir elbise giymekteydi. Bu hüzün zamanında giyilen elbiseler siyah yâhut beyaz renkte olmaktaydı ki, bugün bile bu iki renk hüzün/üzüntü zamanını temsil etmekte; beyaz renk Şam ve Hicaz’da alâmet olarak kullanılırken, siyah renk Irak’ta hüzün ve kederin ifâdesi olarak tercih edilmektedir. Kimi zaman bir yıla kadar varabilen mâtem süresince yasını tutan Câhiliye kadınları bu zaman diliminde tamamen süslenmek ve koku sürünmekten de uzak bir hayat sürerek acısını yaşamaktaydı.1214 İslâm öncesi dönem hakkında da kıymetli bilgiler ihtivâ eden ve konumuza kaynaklık teşkil eden hadis eserlerinde Câhiliye’de kocasını kaybeden kadının durumu hakkında bazı haberlere yer verilmektedir. Burada nakledilen bilgilere göre, Câhiliye devrinde kocasını kaybeden kadın, evinin en küçük ve hakir bir odasına(karanlık bir köşesine) girer ve en kötü elbiselerini giyerek kocasının ölümü üzerinden bir sene geçinceye kadar hiçbir koku ve benzeri bir şey sürünmeden, yıkanmadan ve tırnaklarını kesmeden orada kalırdı. Yoğun ve meşakkatli geçen bu süre sonrası kadının yanına merkep yâhut koyun veya kuş nev’inden bir hayvan getirilir ve kadın (büyülenmiş gibi) o hayvanı kendi vücuduna sürterdi. Kadının bu şekilde vücuduna sürte sürte ezdiği hayvan artık yaşayamaz ölürdü. Sonra kadın o çirkin hapis odasından çıkardı. Bu defa kadının eline bir deve tersi verilir, o da bunu fırlatır atardı. Bu merâsimin ardından kadın temizlenir, yıkanır ve dilediği gibi süslenerek ortaya çıkar, kendisine evlenme teklifinde bulunacak görücülerine görünür ve kendini onlara arz ederdi.1215 Herhangi bir nedenden dahi olsa yakınlarını kaybetmenin acısını oldukça şiddetli ve yoğun eylemlerle gösteren bu dönemin kadınları, bu kaybın özellikle giriştikleri bir çarpışma veya savaş münâsebetiyle olması durumunda gösterdikleri reaksiyon ve çoşku daha da artmakta duygular daha üst perdeden ortaya konulmaktaydı. Artık yitirdiklerinin ardından sadece ağıt yakmakla yetinmeyip, ayrıca intikām ateşini harlayan, gündemi 1214 Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, C. 5, ss. 172-174; Mustafa Çağrıcı, “Matem”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2003, C. 28, s. 128. 1215 İmam Mâlik, “Ṭalâḳ”, 103; Buhârî, “Ṭalâḳ”, 46(Had. no: 5337); Müslim, “Ṭalâḳ”, 58(Had. no: 1489); Ebû Dâvûd, “Ṭalâḳ”, 43(Had. no: 2299); Nesâî, “Ṭalâḳ”, 63(Had. no: 5697); Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, C. 5, s. 173. Kadının iddetinin nihâyetinde deve tersi atması, geçirdiği bu bir yıllık uzun ve kesif üzüntülü iddet zamanlarının bir deve tersi kadar kıymet arz etmediğinin bir göstergesi olarak addedildiği kaydedilmektedir. Sofuoğlu, Sahîh-i Muslim ve Tercemesi, C. 4, s. 453. 243 sürekli taze tutup sevdiklerinin öçlerinin alınmasını teşvik eden bu kadınlar, geçen bu süre zarfında kendilerini bir takım dünyevî zevklerden mahrum bırakacaklarına dâir de yeminler ederek mâtemlerin etkin bireyleri konumunda varlıklarını göstermekteydi. Bedir Savaşı’nda oğullarını, babalarını, kardeşlerini ve hâsılı kocalarını kaybeden Mekkeli müşrik kadınlar, bir taraftan sevdiklerinin ağıtlarını yakıp mâtemlerini tutarken diğer bir taraftan içlerine düşen acılarının intikāmının alınmasını şiddetle talep etmekteydi.1216 Nitekim Mekke’nin ileri gelen kadınlarından Hind bint Utbe’ye Kureyşli bazı kadınlar gelerek Bedir’de yitirdiği babası, kardeşi, amcası ve yakınları hesabına niçin ağlamadığını sormaları üzerine, “Boğazına dert düşesice! Ben ağlayayım da Muhammed, onun ashâbı ve Hazrec’in kadınları bunu duysun ve sevinsinler öyle mi? Hayır vallâhi! Muhammed ve ashâbından intikām alıncaya kadar, Muhammed ile karşılaşıncaya kadar başıma yağ sürmek haram olsun. Vallâhi, eğer hüznün kalbimden çıkacağını bilseydim ağlardım; fakat dostların katillerinden gözlerimle intikām aldığımı görmeden hüzün kalbimden gitmeyecektir.” diyerek onlara çıkışmış ve içinde yaşamış olduğu duyguları açık bir şekilde dile getirmiştir. Uhud’da intikāmını alana kadar geçen süre zarfında yeminine sadık kalan Hind, başına asla yağ sürmediği ve kocası Ebû Süfyân’ın döşeğine yaklaşmadığı bildirilmiştir.1217 Toplumsal yapı ve sürülen hayat tarzı nedeniyle her an gerçekleşmesi muhtemel saldırı ve savaşların kaçınılmaz hale geldiği İslâm öncesi Arap coğrafyasında, kimi zaman ağıt sevdiklerini kaybeden kadın için altından kalması zor bir keyfiyete bürünebilmekte ve onu âdeta ârafta bırakabilmekteydi. Nitekim Câhiliye’nin önemli savaşlarından biri sayılan ve Bekr kabîlesinden Cessâs b. Mürre’nin Tağlib kabîlesinden Küleyb b. Rebîa’yı öldürmesiyle başlayan Besûs Savaşı’nda Celîle’nin yaşadıkları bu duruma misal teşkil etmektedir. Abisi Cessâs’ın, kocası Küleyb’i öldürmesi sonucu başlayan husumet döneminde Küleyb’in mâteminde bir araya gelen Tağlibli kadınlar, Celîle’nin maktûlün kardeşi olması nedeniyle onu aralarında görmek istememişler ve onu kardeşine meyletmekle itham etmişlerdi. Gözyaşlarıyla oradan çaresizce ayrılmak zorunda kalan Celîle, hislerinin tercümanı olarak terennüm ettiği şu şiirle kocasının mâtemine veda etmişti: 1216 Heykel, Ḥayâtü Muḥammed, s. 298. 1217 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 124; Belâzürî, Ensâb(Zekkâr, Ziriklî), C. 1, s. 172; Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ, C. 14, s. 336. 244 “Ey milletin kızı! İstersen beni kınamada gerçeği sorup öğreninceye kadar acele etme. Sen kınamayı gerektiren şeyi öğrenince beni kına ve terket. Eğer bir kimsenin kız kardeşi ona şefkatinden dolayı kınanırsa sen de kına. Cessâs’ın yaptığı iş bana çok ağır geldi. Vay başıma gelenlere. Olana da olacaklara da üzülüyorum. Ey maktul! Senin ölümünle evim temelden yıkılmış oldu. Senin yaptığın evi ölümün yıktı. Baba ocağındaki ilk evimi de yıkmaya yöneldi. Öcünü alan rahatlar. Benim öcümün alınmasında ise kaybedilmişin kaybedilmesi vardır.”1218 Câhiliye dönemi ağıtlarında okunan mersiye tarzı şiirler yalnız kişinin ölümü ardından okunmaz bilakis kişi daha hayattayken kendisi için inşâd edilecek kasideleri bilmek ve duymak isterdi ki bu durum pek çok kez yaşanmaktaydı. Hayatları boyunca kendisinin ve dolayısıyla kabîlesinin şan, şeref ve îtibarı için yoğun çaba sarfeden, bu hususta her türlü fırsatı değerlendirmeye çalışan Araplar, ölümlerinin dahi övünç vesîlesi kılma gayreti içinde olmuşlar ve bunu devrin en etkin silahı şiirle ortaya koymuşlardır.1219 Câhiliye’nin ünlü şairlerinden Tarafe’nin muallakasında bu anlayış: “Ey (kardeşim) Mabed’in kızı; ben, ölecek olursam arkamdan, sayıp dökeceğin vasıflarımla benim ölümümü herkese duyur ve yakanı yırt.. Beni; benim kadar himmet ve gayreti yüksek olmıyan ve her işe yetişemiyen ve vakaları başaramıyan kimseyle bir tutma.. Beni; büyük işler karşısında ağır davranan; kötülük olunca koşan ve herkesin ellerinin tersiyle itilip kakılan kimse yerinde sayma.. Eğer ben; erkekler arasında zaif ve kuvvetsiz olsaydım, bana adamları olan veya olmıyanın düşmanlığı bir zarar verirdi. Lâkin benim asalet ve şecaatim ve savaşlardaki ayak diremem bana karşı olanların bütün cesaretini kırmış (gözlerini yıldırmış) tır...”1220 dizeleriyle dile getirilmiştir. 1218 Yıldız, Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi, C. 1, ss. 166-167. 1219 Apak, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Kültürü, s. 164. 1220 Zevzenî, Şerḥu’l-Muʿallaḳāti’s-sebʿs. 66; Yaltkaya, Yedi Askı, ss. 48-49. 245 Yine bu dönemde vefatının yaklaştığını hisseden Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib, kızlarını yanına çağırarak, “Ağlayın bakalım, neler söyleyeceksiniz, duyayım.” diyerek talepte bulunmuş ve kızları da sırayla babalarının ardından yakacakları ağıtların şiirlerini bir bir onun huzurunda terennüm etmiştir.1221 Safiyye bint Abdülmuttalib: “Gece uykusuz kaldım inleyen bir sesten, Toprağın ortasına düşen adamdan gelen, O zaman gözyaşlarım çoştu aktı, Yanaklarıma doğru, incinin düşüşü gibi, Cömert adam, yükseklikler sahibi Şeybe için. Aşireti içinde kendisine itaat edilen ve övülen zat için. Yüksek hilm sahibi olan; eşraftan olanlar, Cömertler, kuvvetliler, önder kişiler içinde.”1222 ifâdeleriyle arz ederken, diğer bir kızı Ümmü Hâkim bint Abdülmuttalib ise: “Ey benim gözüm! Gözyaşlarını dökmekte cömert ol, yeni doğan bebek gibi ağla! Ağla, fazilet ve cömertlik sahibi kimseye. Ey gözüm! Yazıklar olsun sana! Bana yardım et, İri taneli gözyaşlarından bir gözyaşıyla. Ağla, binek hayvanlarına binenlerin en hayırlısına, Hayırlı babana, akan tatlı su gibi cömert insana, İyilikler ve yükseklikler sahibi Şeybe’ye Cömert tabiatlı, bağışları sebebiyle övgüye değer olan zata, Akrabaya ihsanı ve sılası çok olana, Kıtlık yıllarında bereketli yağmur gibi yardıma koşana. O halde ağla! Hüzünlenmekle hayal kırıklığına uğrama! Ağlayan kadınlar ağlamaya devam ettikçe sen de ağla!”1223 1221 İbn İshâk, es-Sîre, s. 67; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 1, s. 195; Beyhakî, Delâʾil, C. 1, s. 186; İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 3, s. 120; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 2, s. 189. 1222 İbn İshâk, es-Sîre, s. 67; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 1, s. 195; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 2, s. 189. 1223 İbn İshâk, es-Sîre, ss. 67-68; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 1, ss. 197-198; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 2, ss. 190-191. 246 sözleriyle dönemin ruhu ve karakteristik özelliklerini içinde barındıran ve yansıtan bir formda şiirlerini babalarına seslendirmişlerdir.1224 Düşmana yöneltildiğinde öldürücü bir zehir, dost için söylendiğinde âdeta âb-ı hayat gibi tesir icrâ eden ve duyguların en etkin ifâde biçimi olan Câhiliye şiirinde mersiyeler, hasımların kābiliyetlerini dumura uğratmada etkin bir silah işlevi gören hiciv kadar eski zamanlara tesâdüf etmektedir. Yitip gidenlerin ardından dökülen gözyaşlarına nağmelerle eşlik eden bu şiirlerin çoğu zaman ve en önde temsilcileri de kadınlar olmuş ve günümüze kadar birçok örneği nakledilegelmiştir.1225 Câhiliye döneminde ayrıca ölenin yakınlarının haricinde belli bir miktar para karşılığı üstünü başını yırtıp saçını başını yolarak tanımasa bile ezberlediği meziyet vâri bir takım sözlerle maktûlün ardından ağıtlar yakan, bu işi meslek haline getirmiş, kendilerine nâiha-nâihât denilen ve hayatlarını bu yolla sağlayan kadınlar da bulunmaktadır. Teşkilatlı bir şekilde hareket eden bu kadınlar ağıt sırasında önce bir kısmı ölünün iyilik ve güzelliklerini sayarak övgüye başlar onların yoruldukları yerde hemen diğerleri ağıdı devam ettirmekteydi ki, tarihte pek çok kültür ve toplumda benzerlik arz eden yanlarıyla ağıt yakan kadınların varlığına rastlanmaktadır.1226 Genellikle var olduğu toplumun sosyolojik olgularının tezâhürü olan ağıtçılık, itikādî ve amelî temel prensipler noktasında İslâm’ın aykırı gördüğü birçok unsuru bünyesinde barındırması nedeniyle yasaklanmış hatta lanetlenmiştir.1227 Değişik konularda olduğu gibi tebdil ve tehvil keyfiyetini elinde bulunduran hükm-i şâri‘ Hz. Peygamber, atadan görme ve nesilden nesile devam edegelen ağıtçılık hakkında da mümin kadınları uyarmış, böyle bir eyleme tevessül etmeyeceklerine dâir kendilerinden 1224 Abdülmuttalib’in diğer kızları Berre, Âtike, Ervâ ve Ümeyme’nin de babaları için okudukları şiirlere kaynaklarda yer verilmektedir. Bkz. İbn İshâk, es-Sîre, ss. 67-68; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 1, ss. 196-198; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 2, ss. 190-192. 1225 Çağatay, İslâmdan Önce Arap Tarihi, s. 136. 1226 Uludağ, “Ağıt”, (DİA), C. 1, ss. 470-471; Muhammed Hamîdullah, “Asr-ı Saadet Öncesi Medine’de Sosyo-Ekonomik Hayat”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, ed. Vecdi Akyüz, İstanbul, Ensar Neşriyat, 2007, C. 1, ss. 107-108. Araştırmalarımız sırasında günümüzde halen Gana’da kadınların cenaze merâsimlerinde ağıtçılık yaptığına dâir haberlere tevâfuk edilmektedir. Kocalarını kaybettikten sonra bir araya gelen bazı Ganalı kadınlar, ölen yakınlarının ardından onlara nasıl ağlanacağı ve neler söyleneceği konusunda bir fikri bulunmayan insanlara yardım ettiklerini ve bunun karşılığında para kazandıklarını söylemektedir. Röportajda kendilerini cenaze işçisi olarak tanımlayan Ami Dokli isimli hanım, insanların talepleri doğrultusunda bu işi yürüttüklerini, kazandıkları paranın cenazenin büyük veya küçük olmasına göre değişiklik arz ettiğini ve icrâ ettikleri bu işin gayet normal bir eylem olduğunu ifâde etmektedir. Bkz. https://www.trthaber.com/videolar/ganali-kadinlar-cenazelerde-aglayarak- para-kazaniyor-40757.html Erişim Tarihi (11.09.2018). 1227 Uludağ, “Ağıt”, (DİA), C. 1, s. 471. 247 söz almıştır. Medine dönemi müslüman olup Resûl-i Ekrem’e biat edenlerden biri olan Ümmü Atıyye, Resûlullah’ın müslüman kadınlardan İslâm üzerine bey’at aldığı hususlardan birinin de ölen kimsenin ardından feryâd ve çığlık kopararak ağlamamak olduğunu bildirmiş ve o zaman bu ahde vefâ gösteren beş hanım sahâbînin ismini zikretmiştir.1228 Yine kendisinde nakledildiğine göre bu bey’at sırasında elini geri çeken Ümmü Atıyye, Câhiliye zamanında bir kadının kendisi için niyâhada bulunması hasebiyle ona olan borcunu ödemek istediğini söylemiş, Resûlullah’da “Filânın ailesine müstesnâ olsun.” diyerek ona tek sefere mahsus izin vermiştir.1229 Buhârî’nin kaydına göre ise Hz. Peygamber bu talep karşısında sessiz kalmış, Ümmü Atıyye’de o kadına gidip geldikten sonra bey’atını gerçekleştirmiştir.1230 Bu konuda benzer diğer bir rivâyet de Ümmü Seleme tarafından zikredilmektedir ki, o da Resûlullah’ın ölüler üzerine saç baş yolarak, bağırıp çağırarak ağlamamak üzerine bey’atta bulunmasını istediğinde, “Ey Allah’ın Resûlü! Falanoğulları amcamın vefatı üzerine ağıtlarıyla yardıma koşarak bize yardım ettiler. Benim de onlara karşılık vermem gerekir.” demiş, ancak Hz. Peygamber onun bu talebine müspet cevap vermemiştir. Ne var ki ısrarla isteğini yenilemesi üzerine aldığı izinle edâ etmesi gereken hakkı îfâ eden Ümmü Seleme, o saatten sonra bir daha asla sesli bir şekilde ağlamadığını haber vermiştir.1231 Câhiliye bakıyyesi bazı davranışların kimi müslümanlar tarafından kat’î surette terk edilemediğinin farkında olan Allah resûlü, “Ümmetimden Câhiliye âdetlerinden kalma kolay kolay terk edemedikleri dört huy vardır: Babalarının yaptıkları ile öğünmek, neseplerde kötüleme yapmak, yıldızları vesîle edinerek yağmur talebinde bulunmak ve ölünün arkasından meziyetlerini sayarak feryâd-figan ederek ağlamak.” şeklinde bu dört hasleti saydıktan sonra, “Ölünün arkasından feryâd ve figanla ağlayan kadın, ölümünden önce tövbe etmezse kıyamet gününde üzerinde katranlı bir elbise ve uyuzlu bir gömlek olduğu halde (kabrinden) kaldırılır.”1232 bazı rivâyetlerde ise, “… üzerinde katrandan bir 1228 Buhârî, “Cenâʾiz”, 45(Had. no: 1306); “Tefsîr”, 60(Had. no: 4892); “Aḥkâm”, 49(Had. no: 7215); Müslim, “Cenâʾiz”, 31(Had. no: 936); 32(Had. no: …); Ebû Dâvûd, “Cenâʾiz”, 29(Had. no: 3127). 1229 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 45, ss. 280-281(Had. no: 27298); Müslim, “Cenâʾiz”, 33(Had. no: …); İbn Ebû Âsım, el-Âḥâd ve’l-mes̱ânî, C. 6, s. 114(Had. no: 3333); Nesâî, “Tefsîr”, 60(Had. no: 11523). 1230 Buhârî, “Aḥkâm”, 49(Had. no: 7215); Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr, C. 25, ss. 58-59(Had. no: 133); Beyhakî, es-Sünen, C. 7, s. 464(Had. no: 7186); Humeydî, el-Cemʿ beyne’ṣ-Ṣaḥîḥayn, C. 4, s. 300. 1231 Tirmizî, “Tefsîr”, 60(Had. no: 3307); Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr, C. 24, ss. 181-182(Had. no: 458); İbn Asâkir, Târîḫu medîne, C. 69, s. 37; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, ss. 331-332. 1232 İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef, C. 3, ss. 60-61(Had. no: 12103); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 37, s. 544(Had. no: 22912); Müslim, “Cenâʾiz”, 29(Had. no: 934); İbn Mâce, “Cenâʾiz”, 51(Had. no: 1581); Tirmizî, “Cenâʾiz”, 23(Had. no: 1001). 248 gömlek ve onun üstünde de ona giydirilmiş ateşten bir gömlek bulunduğu halde kıyamet günü diriltilir.”1233 ifâdeleriyle ağıtçılık yapan kadınların âkıbetleri konusunda sert uyarılarda bulunmuştur. Abdullah b. Mes‘ûd kanalıyla nakledilen hadiste, “(Ölüler için) avuç içi ile yanaklarını döven, yakalarını yırtan ve Câhiliye çağrısı ile feryâd figan eden kimse bizden değildir.”1234 buyuran Hz. Peygamber, ayrıca vefat eden bir kimsenin ardından bağırıp çağırarak yüksek sesle ağıt yakılmasının o kimsenin azap görmesine sebebiyet vereceğini haber vermiştir.1235 Binâenaleyh Hz. Ömer’in de, Câhiliye âdeti üzere ağlayan bir kimse gördüğünde sopa ile dövmek, taş atmak veya toprak saçmak gibi o kişiye bir takım cezalar uyguladığı nakledilmiştir.1236 3.2 METÂNET VE SABIR GÖSTERME İslâm’a girdikten sonra Câhiliye âdetleri ile aralarında mâkûsen mütenasip bir ivme kaydeden müslümanlar, bu durumu ölülerin arkasından gösterdikleri söz ve davranışlarına da aksettirerek o zamana kadar ki Arap toplumunda varlığına rastlanılamayan ciddî metânet ve sabır örnekliği ortaya koymuşlardır ki bu duruma misal teşkil eden birçok haber Uhud Savaşı bağlamında kaydedilmektedir. Uhud Gazvesi’nde yaralıların tedâvisi ile ilgilenip, müslüman askerlere su taşıyan hanımlardan Hamne bint Çahş, savaş sonrası Hz. Peygamber ile karşılaşmış ve yakınlarının durumunu sormuştu. Resûlullah’ın metin olmasını istemesinden haberlerin sevindirici olmadığını tahmin eden Hamne, “Kim Ya Resûlallah?” diye sormuş, Allah resûlü de dayısı Hamza olduğunu söylemişti. İlk haberi metânet ile karşılayan Hamne, ayeti okuyup bu şehâdetinin dayısının avf ve mağfiretine vesîle ”إنا هلل و إنا إليه راجعون“ olması için dua etmişti. Bu sefer kendisine kardeşi Abdullah b. Çahş’ın elîm haberi verilen Hamne, yine metînâne tavrını koruyarak kardeşi için de aynı şekilde istircâ ve istiğfar da bulunmuştu. Bu iki haberden sonra kocası Mus‘ab b. Umeyr’in de vefat ettiği öğrenen Hamne, son derece müteessir olup, “Âh savaş âh!” diye habere vâveylâ etmiş, 1233 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 37, ss. 538-539(Had. no: 22904); İbn Mâce, “Cenâʾiz”, 51(Had. no: 1582); Hâkim, el-Müstedrek, C. 1, s. 539(Had. no: 1413). 1234 Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muṣannef, C. 3, s. 558(Had. no: 6683); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 7, s. 184(Had. no: 4111); Buhârî, “Cenâʾiz”, 35(Had. no: 1294); İbn Mâce, “Cenâʾiz”, 52(Had. no: 1584); Tirmizî, “Cenâʾiz”, 22(Had. no: 999). 1235 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. 30, s. 71(Had. no: 18140); Tirmizî, “Cenâʾiz”, 23(Had. no: 1000); Tahâvî, Şerḥu müşkili’l-âs̱âr, C. 1, s. 368. 1236 Buhârî, “Cenâʾiz”, 44(Had. no: 1304). 249 Hz. Peygamber’de oradakilere, “Kocanın, hanımının yanındaki yeri başkadır.” sözleriyle yaşadığı acının zorluğuna işaret etmiştir.1237 Sonrasında Resûlullah Hamne’ye kocası için neden öyle söylediğini sormuş, o da çocuklarının yetim kalmasına duyduğu üzüntü ve kederden o sözleri sarf ettiğini bildirmiştir.1238 Kardeşi Hz. Hamza’nın öldürüldüğünü duyunca savaş yerine gelen Safiyye bint Abdülmuttalib’in önünü alması için oğlu Zübeyr’i görevlendiren Hz. Peygamber Safiyye’nin Hamza’yı görmesini istememişti. Zîra Hind bint Utbe, Bedir’de kaybettiği babası, amcası ve kardeşinin intikāmı nâmına Vahşî’ye öldürttüğü Hz. Hamza’ya ayrıca müsle yaparak vücudunu paramparça hale getirmişti. Fakat Safiyye kardeşinin durumundan haberdar olduğu, ne olursa olsun Allah için yapılanlara sabredeceğini bildirmesi ile Resûlullah kendisine izin vermişti. Kardeşinin yanı başına gelen Safiyye gördüğü manzara karşısında vakûr duruşundan tâviz vermemiş ve kardeşi için istircâ ve istiğfarda bulunmuştur.1239 Berkemal şiirlerinin yanında hissî ve rikkat-fezâ yoğunluğu fazla mersiyeleri kaydedilen Safiyye’nin babası Abdülmuttalib’e söylediği mersiyenin yanı sıra kardeşi Hz. Hamza’nın şehâdeti dolayısıyla da terennüm ettiği mısralar da nakledilmiştir.1240 Daha önce rivâyetlerini Uhud münâsebetiyle tahlil ve değerlendirme süzgecinden geçirdiğimiz Sümeyrâ bint Kays ile Hind bint Amr b. Harâm’ın da sevdiklerini kaybetmenin acısını meşiyyet-i ilâhiyeye mutâbık metin tavırlarla karşılamaları konumuza misâl teşkil etmektedir. Vâkıdî’nin el-Meġāzî’sinde aktarılan rivâyete göre Uhud Savaşı’nda kendisine iki oğlunun şehid haberi verilmesi üzerine önce Allah resûlünün durumunu soran Sümeyrâ bint Kays, Resûlullah’ın hayatta olduğunu öğrenince, “O iyi olduktan sonra her türlü musîbet hafif gelir.” demiştir.1241 Aktarılan bu rivâyet diğer kaynaklarda isim verilmeden Benî Dînâr’dan bir kadın şeklinde aktarılmış ve bu hanım sahâbînin bu savaşta kocasını, kardeşini ve iki oğlunu kaybettiği 1237 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 291; İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 62; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 532; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 5, s. 448; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 169; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 227. 1238 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 292; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 169; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 227. 1239 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 60; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 10, s. 41; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 529; İbnü’l- Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 7, ss. 171-172; İbn Hacer, el-İṣâbe, C. 8, s. 215. 1240 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 121; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 5, s. 489; Asâmî, Semṭu’n-Nücûm, C. 2, s. 160. Ayrıca Safiyye’nin Hz. Peygamber’in vefatının ardından söylediği mersiyelerde kaynaklarda günümüzde kadar nakledilegelmiştir. Bkz. İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 2, ss. 284-286; Nüveyrî, Nihâyetü’l- ereb, C. 18, ss. 265-266. 1241 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 292. 250 zikredilmiştir.1242 Yine Vâkıdî’nin eserinde tesâdüf edilen Hind bint Amr’ın haberinde, Uhud’da eşi Amr b. Cemûh, oğlu Hallâd ve kardeşi Abdullah b. Amr’ın cansız bedenlerini bir deveye yükleyip Medine’nin yolunu tutan Hind, yolda Hz. Âişe ile karşılaşmıştı. Yanında bir haberin olup olmadığını ve arkasında taşıdığının mâhiyetini soran Âişe’ye “Resûlullah sağ-salimdir. O sağ olduktan sonra her musîbet küçüktür. Allah müminlerden şehit almıştır.” dedikten sonra devedekilerin kardeşi, oğlu ve kocası olduğunu bildirmiştir.1243 Yakınlarının defininde bulunan Hz. Peygamber Hind’e hepsinin cennette olduğunu haber vermesi üzerine o da onlarla berâber olabilmek için Allah’a dua etmesini Resûl-i Ekrem’den niyâz etmiştir.1244 Savaş sonrası Medine’ye dönüş yolunda oğlu Sa‘d b. Muâz yanında bulunduğu esnada Hz. Peygamber ile birlikte karşıdan geldiklerini gören Ümmü Sa‘d b. Muâz, hemen yanlarına doğru yönelmiş, Sa‘d b. Muâz’da gelenin annesi olduğunu önceden Resûlullah’a bildirmişti. İyice yanlarına yaklaşan bu hanıma Allah resûlü, “Hoş geldin, safa geldin.” diyerek istikbalde bulunması üzerine Ümmü Sa‘d, “Seni sağ-salim görünce musîbetim ve kederim hafifledi.” demişti. Önce kaybettiği oğlu Amr b. Muâz nedeniyle kendisine başsağlığı dileyen Resûlullah, daha sonra bir takım tebşîratta bulunarak bu savaşta sevdiğini kaybeden tüm müslümanların ölülerinin cennette olduğunu haber vermiştir. Aldığı müjdeler karşısında pek sevinen Ümmü Sa‘d, “Biz buna razıyız Ey Allah’ın resûlü! Bu müjdeden sonra onlara kim ağlar ki?” sözleriyle o an yaşadığı memnuniyeti izhar etmiştir.1245 Kaynaklarda bu konuda Kurayza Gazvesi bağlamında nakledilen başka bir haberde Câhiliye döneminde ortaya koyulan yaka paça yırtma, kendine zarar verme gibi davranışların müslüman kadınlar tarafından terk edildiği, yerine sâkinliğin ve sükûnetin hâkim olduğu, müeddeb davranışlar sergilendiği görülmektedir. Haberde aktarıldığına göre, oğlu Hallâd’ın Benî Kurayza’da öldürüldüğü haberini alan annesi Ümmü Hallâd yüzü örtülü (َبة َِق bir şekilde Resûlullah’a doğru yola çıkmıştı. Onun bu halini görenler (ُمتَن durumunu yadırgayıp, “Hallâd öldürüldü, senin ise yüzün hala örtülü.” diyerek şaşkınlıklarını dile getirmişler, o da cevâben oğlu Hallâd sebebiyle başına gelen musîbete 1242 İbn Hişâm, es-Sîre, C. 3, s. 63; Taberî, et-Târîḫ, C. 2, s. 533; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, C. 6, s. 25; İbn Seyyidünnâs, Uyûnü’l-eser, C. 2, s. 36; İbn Kesîr, el-Bidâye, C. 5, s. 449; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 228. 1243 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 265; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 161; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 214. 1244 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, s. 266; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 162; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 214. 1245 Vâkıdî, el-Meġāzî, C. 1, ss. 315-316; Makrîzî, İmtâ‘, C. 1, s. 175; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, C. 4, s. 229. 251 sabredeceği ayrıca bu durumun edep ve hayâsına zarar verebilecek bir davranışa sebep teşkil etmeyeceğini ifâde etmiştir. Hallâd’ın durumundan haberdar edilen Hz. Peygamber yanına gelen Ümmü Hallâd’a, “Onun için iki şehid sevabı vardır.” dedikten sonra sebebinin onun ehli kitab kimseler tarafından öldürülmesinden ileri geldiğini söylemiştir.1246 1246 İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, C. 4, s. 492; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 8(Had. no: 2488); Ebû Ya‘lâ Ahmed b. Alî b. el-Müsennâ et-Temîmî el-Mevsılî, el-Mefârîd ʿan Resûlillâh ṣallellāhu ʿaleyhi ve sellem, thk. Abdullah b. Yûsuf el-Cüdey‘, 1. bs., Dâhiye, Mektebetü dârü’l-Aksâ, 1405/1985, s. 101; el-Müsned, C. 3, ss. 164- 165(Had. no: 1591); Beyhakî, es-Sünen, C. 18, s. 577(Had. no: 18631); İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, C. 2, s. 180. 252 SONUÇ İslâm öncesi Arap toplumunun içinde bulunduğu asabiyet merkezli kabîlevî zümreler halinde yaşam tarzı, onların diğer milletlere karşı tek bir güç haline gelmelerine engel teşkil etmenin ötesinde çoğu zaman kısıtlı imkânların zorlu şartları altında karşı karşıya gelmelerine neden olmuştur. Bu da bedenî güce dayalı bireylerin ön plana çıkmasına ve erkeğe nispeten güç, kuvvet ve tâkat bakımından zayıf ve çelimsiz kalan kadının geri plana itilmesine ve horlanmasına zemin hazırlayıcı bir etken haline gelmiştir. Kabîlenin savaşan yüzünü temsil eden erkekler bu sayede kadınlara karşı hep bir adım önde kabul edilmiş ve statü bakımından üstün görülmüştür. Kişilerin toplumda kimlik ve güç inşâsını tesis etmesi bakımından önemli bir hale gelen Câhiliye dönemi savaşlarında bu dönemin müşrik kadınlarının da doğrudan veya dolaylı yollarla çeşitli durumlarda savaşlara dâhil oldukları görülmektedir. Savaşan askerleri; şiir, şarkı ve konuşmalarla teşvik ve cesâretlendirme, düşman askerlerin ölülerine müsle yapma, savaştan kaçan askeri kınama, yaralıları tedâvi etme, danışmanlık hizmeti verme, sûikast tertip etme, ölenlerinin intikāmının alınmasını sağlama tespit ettiğimiz hizmetler olarak sıralanabilir. Bi‘setin başlangıcıyla birlikte yeni bir hüviyet kazanımı elde eden ve müşrik kadınlara nazaran toplumda daha saygın ve şeref sâhibi bir hayat sürdürmeye imkân bulan müslüman kadınların da savaşlara katıldığı bilinmektedir. Her ne kadar Hz. Peygamber’in bu konudaki yaklaşımı başta farklılık arz etse de sonrasında kadınlar tarafından gelen çokça talepler ve ricâlar ile genel ahval ve ihtiyaca binâen kendilerine geri planda kalmak suretiyle destek sağlamalarına müsâade edilmiştir. Gerek savaş öncesinde gerek savaş esnasında ve sonrasında varlığına rastlanılan bu hanım sahâbîlerin başta yaralıların tedâvisi ve hastaların bakımı ile ilgili hemşirelik yapma, cephedeki askere su taşıma, yemek yapma, harb ve konaklama yerlerinde eşyâlara bakma, ölü ve yaralıları Medine’ye taşıma gibi geri hizmetlerde yardımlarda bulunmakla beraber zaman zaman istihbârat sağlama, savaş bilgisi saklama, orduya mâlî destekte bulunma, savaşı terk eden askeri kınama, müşrik kadınların sözlü saldırılarına şiirle karşılık verme, kritik kararlarda müşâvere heyetinde bulunma ve aslî vazîfesi olmamasına rağmen müslüman askerlerin dağınıklık yaşadıkları hengâmede bizzat düşman askerle vuruşmaya girişme gibi harplerin meşakkatli ve tehlikeli anlarında İslâm ordusuna katkı sağlamışlardır. Câhiliye döneminde fâikiyet bağlamında savaşların şahıslar üzerinde süregelen müspet yaklaşım tarzının daha sonra müslüman kadınlar arasında da devam ettiği, onların 253 savaşlara katılma noktasında taleplerinden anlaşılmaktadır. Ancak taleplerinde sarf ettikleri ifadelere bakıldığında Câhiliye’de savaşların salt olarak övünç, îtibar, şan ve şeref kazanmak için vesîle olarak görülmesine karşılık, müslüman kadınlar için bu taleplerin; Allah ve Hz. Peygamber yolunda ibâdet neşvesi içerisinde dünya sonrası hayat odaklı bir programa bağlı olarak arzu ve temennîlerini dile getirmeden ibâret olduğu söylenebilir. Nitekim Bedir harbine katılmak için Resûlullah’a başvuran Ümmü Varaka isimli hanım sahâbînin savaş sonrası şehit olma arzusunu açıkça belirtmesi, Hz. Âişe’nin amellerin en fazîletlisi olarak cihâdın olduğunu bildiğini ve bu hususta kadınların savaşa katılımı hakkında sual etmesi, Ümmü Harâm’ın deniz seferi müjdesi üzerine Hz. Peygamber’den kendisinin de o sefere dâhil olması için dua talebinde bulunması duruma misal olarak zikredilebilir. Müslüman kadınlar katıldıkları savaşlar münâsebetiyle; ganîmetten bir şeyler alma, Resûlullah’ın iltifat ve duâsına nâil olma, Hz. Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn devrinde özel hediyelerle takdir olunma gibi çeşitli taltif ve ikramlara mazhar olmasına karşılık müşrik kadınların katılmış oldukları savaşların onlar üzerinde ekstradan bir teveccühe ve ihsana vesîle olmadığı görülmektedir ki, bu da esâsen aynı toplum ve kültürün paydaşlığında neş’et eden kadınların Hz. Peygamber’in önderliğinde İslâm’la ulaştığı aslî değerler manzûmesinin bir yansıması olarak kabul edilebilir. Tespitlerimize göre müslümanlara askerî olarak çeşitli konularda yardımda bulunan kadınların sayısı altmışı geçmektedir. Tabloda Medineli hanımların sayısı kırka kadar çıkarken Mekkeli müslüman kadınların sayısı on üç gibi daha aşağı bir rakamda kalmakta, yedi hanımın kabîlesine de ulaşılamamaktadır. Medineli hanımların sayısal olarak daha ileri olması onların Mekkeli hanımlara nispeten Evs ve Hazreç bağlamında daha yoğun ve uzun soluklu savaşların yaşandığı bir toplumda edindikleri tecrübelerin etkisi, hayatlarını idâme ettirdikleri şehrin farklı etnik ve kültürel değerlere sâhip bireylerden müteşekkil bir yapıda bulunması, yine bu mekânın ticârî ve zirâî fonksiyonları bakımından daha geniş olanaklara hâiz olması, onların sosyal hayatta Mekkelilere nazaran daha aktif ve girişken bir kişiliğe sâhip olmalarını sağlamıştır. Müşrik kadınlara bakıldığında ise tabloda yer alan yirmi dokuz ismin ekseriyetinin toplumun ileri gelen kimselerin yakınlarından müteşekkil, Câhiliye’nin hür kadınlarından ibârettir. Her ne kadar bu dönemin toplumunda değer ve kıymet atfedilmeyen câriyelerin de savaşlara katıldığı görülmekteyse de ancak yerine getirdikleri hizmetlerden çıkarımda 254 bulunulabileceği gibi bu durum onları normal bir birey seviyesine yükseltmekten ziyâde eğlence aracı olarak yanlarında taşıdıkları bir eşyâ mesâbesinden öteye geçmemektedir. Kaynaklarda savaşlarda yaralıların tedâvi edildiği çadırla müsemmâ kılınması, günümüzün ilk yardım çantası olarak nitelendirilebilecek özel çantalara sâhip olması, bazı ilaçların hazırlanması ve yanlarında bulunması gibi hususlardan ötürü Eslem, Gıfâr ve Neccâr kabîlesine bağlı hanımların tıbbî yardım noktasında daha fazla bilgi ve birikime mâlik oldukları fark edilmektedir. Ancak burada belirtmemiz gereken önemli bir husus bu hizmetlerin ordunun tamamını kapsayıcı şekilde telakkî etmekten ziyâde evvelen bağlı oldukları kabîlenin yakınlarının ihtiyaçlarını karşılamaya mâtuf hizmetlere şâmil olması, duruma göre diğer savaşçılara da yardımda bulunmalarıdır. Zîra gerek müslüman kadınların gerek müşrik kadınların rivâyetlerde açık bir şekilde savaşa eşleri veya başka yakınlarıyla çıkmalarının bu duruma mesned teşkil ettiği söylenebilir. Bunun yanında dikkatimizi çeken bir diğer husus; Medineli kadınlar içerisinde özellikle Neccâroğulları kabîlesine mensup olanların üstün çaba ve gayretler sarf etmesidir ki, Ümmü Umâre bunun en müşahhas örneğidir. Ayrıca Bedir’de müşriklerin mübâreze çağrısına ilk olarak Afrâ bint Ubeyd’in üç oğlunun atılması ve herkesin göze alamayacağı cesâreti göstererek bizzat çarpışmalara dâhil olanların yine bu kabîlenin ve Hz. Peygamber’in diğer yakınlarından olması, gerek asabiyet cihetinden kendilerini sorumlu hissetmeleri gerekse Resûlullah’a olan muhabbetlerinin bir ifâdesi olarak öne çıktıkları ileri sürülebilmekle birlikte hatta diğer hanımlara da bu noktada önderlik ettikleri görülmektedir. Çalışmamızda kadınların savaşlar münâsebetiyle kaydedilen haberlerini incelediğimizde temel kaynak problemleri ile karşılaşılmaktadır. Siyer, megāzî, tabakat, ensâb ve genel tarih alanında günümüze intikâl etmeyen veya kısmen ulaşan eserlerin meydana getirdiği boşluklar bizleri birçok konuda elde edilen veriler ışığında bağlantılar kurmaya ve hayal gücümüzü zorlamaya gerekli kılmıştır. Çağdaş araştırmacıların bu noktada sunduğu katkıların tespitlerini ve kayıtlarını gerçekleştirmekle beraber araştırmalarımız sırasında kazandığımız tecrübelerimizle gerek bu haberlerin teyidi ve tashihi gerek noksanlıkların izâlesi adına bulduğumuz veriler ve kanaatlerimizle parçaları tamamlamaya çalıştık. Son olarak kadınlar hakkında yapılan çalışmaların ziyâdeleşmesine rağmen bu alanda hâlâ yeteri kadar çalışmanın yapılamadığını düşünmekteyiz. Zîra araştırmalarımız 255 sırasında tesâdüf ettiğimiz “Hala Sultan” diye meşhur olan ve kadın sahâbîlerin en çok tanınanlarından Ümmü Harâm hakkında tespitlerimize göre henüz yapılmış bir tez çalışmasının bulunmaması, kadınlar hakkında yapılan çalışmaların daha çok rivâyete dayalı aktarımlardan ibâret, analiz ve tetkik süzgeci ile birlikte rivâyetlerin kaynak müzâkeresi yapılarak ele alınmaması, nicelik olarak bilimsel çalışmalara katkı sunarken nitelik bakımından yetersiz kalmasına ve hataların oluşumunun yanı sıra bunların devamına kapı aralamaktadır. Bu açıdan bu alanda yapılacak çalışmaların muâsır araştırmacıların ortaya koyduğu kanaat, veri ve yaklaşımlar göz önünde bulundurularak zengin kaynak taramasına ihtiyaç duyduğu, elde edilen verilerin dikkatli bir şekilde irdelenerek muhakkak teyit etme imkânının araştırması gerektiği, bunun mümkün olmadığı zamanlarda duruma işâret edilerek gelecek araştırmacıların müteyakkızâne ve temkinli bir şekilde haberlere teennî ile yaklaşmasına olanak sağlanması iktizâ etmektedir. Zikri geçen hususları nazar-ı dikkate alarak ortaya koyduğumuz çalışmanın gerek zamansal gerek içerik olarak genişletilmesi mümkündür. Bu da gelecek araştırmacıların gayretleriyle sınırlı bir süre ve çerçeve içerisinde yürüttüğümüz çalışmamızın teyit ve tashih edilmesinin ötesinde bu alanların ikmâl ve itmâm kılınmasına medâr olması için ileride yapılacak çalışmalara havâle ediyoruz. 256 BİBLİYOGRAFYA ABD b. HUMEYD, Ebû Muhammed Abd b. Humeyd b. Nasr el-Kissî (el-Keşşî), el- Müntehab min Müsnedi Abd b. Humeyd, thk. Subhî el-Bedri, Mahmut Muhammed Halîl, C. I, 1. bs., Kahire: Mektebetü’s-sünne, 1408/1988. ABDÜRREZZÂK es-SAN‘ÂNÎ, Ebû Bekr Abdürrezzâk b. Hemmâm b. Nâfi‘ es-San‘ânî el-Himyerî, el-Musannef, nşr. Habîburrahman el-A‘zamî, C. I-XI, Beyrut: el- Meclisü’l-ilmî, 1970/1983. ACAR, Cafer, Cahiliye’de ve Risalet Döneminde “Savaş” Olgusu, (Doktora Tezi), Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007. AĞIRMAN, Mustafa, Hz. Peygamber’in Savaş Stratejisi, (Doktora Tezi), Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1992. AHMED b. HANBEL, Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybânî el- Mervezî, el-Müsned, thk. Şuayb el-Arnaût v.d., C. I-L, 1. bs., Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 1417/2001. AKALIN, Şükrü Halûk v.d., Türkçe Sözlük, 11. bs. (tıpkıbasım), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2019. AKMAN, Zekeriya, “Hz. Peygamber Döneminde Savaşlarda Kadın”, Elazığ: F.Ü.İ.F.D., C. XVII, S. 2, (2012), ss. 255-267. AKŞİT, Mustafa Cevat (ed.), Mebsût, terc. Hacı Mehmet Günay v.d., C. I-XXX, İstanbul: Gümüşev Yayınları, 2008. AKTAN, Hamza, “İstîlâd”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2001, C. 23, ss. 361- 362. ALGÜL, Hüseyin, “Gazve”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1996, C. 13, ss. 488- 489. _________, “Hala Sultan’ın Hayatı ve Şahsiyeti ve Kıbrıs Türkler Üzerindeki Etkisi”, Osmanlı Döneminde Kıbrıs, İstanbul: 2016, ss. 442-451. _________, “Mistah b. Üsâse”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2005, C. 30, s. 188. 257 _________, “Muâhât”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2005, C. 30, ss. 308- 309. ALİ b. CA‘D, Ebü’l-Hasen Alî b. el-Ca‘d el-Cevherî, Müsnedü İbni’l-Caʿd, thk. Âmir Ahmed Haydar, C. I, 2. bs., Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1417/1996. ALİ, Cevâd, el-Mufaṣṣal fî târîḫi’l-ʿArab ḳable’l-İslâm, C. I-X, 2. bs., Beyrut: 1413/1993. ALTINTAŞ, Ramazan, “Cahiliye Arap Toplumunda Kadın”, Diyanet İlmi Dergi, Ankara: C. 37, S. 1, 2001, ss. 61-85. ÂLÛSÎ, Ebü’l-Meâlî Cemâlüddîn Mahmûd Şükrî b. Abdillâh b. Mahmûd, Bulûġu’l-ereb fî maʿrifeti aḥvâli’l-ʿArab, thk. Muhammed Behce El Esrî, C. I-III, Bağdat: 1314. ÂMİR, Abdüllatîf, Aḥkâmü’l-esrâ ve’s-sebâyâ fi’l-ḥurûbi’l-İslâmiyye, nşr. Dârü’l- kütübi’l-İslâmiyye, C. I, 1. bs., Kahire-Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye-Dârü’l- kütübi’l-benânî, 1406/1986. APAK, Âdem, Ana Hatlarıyla İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Kültürü, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2016. ASÂMÎ, Abdülmelik b. Hüseyn b. Abdülmelik, Semṭu’n-Nücûm el-‘Avâlî fî Enbâi’l- Evâil ve’t-Tevâlî, thk. Âdil Ahmed Abdulmevcûd, Ali Muhammed Muavvid, C. I-IV, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1419/1998. ASKERÎ, Ebû Hilâl el-Hasen b. Abdillâh b. Sehl el-Askerî, Cemheretü’l-ems̱âl, nşr. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrâhim, Abdülmecid Kutamış, C. I-II, 2. bs., Beyrut: Dârü’l-fikr, 1408/1988. _________, el-Evâʾil, thk. Muhammed es-Seyyid el-Vekîl, C. I, 1. bs., Tanta: Dârü’l- Beşîr, 1403/1987. ATAR, Fahrettin, “Tedbir”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2011, C. 40, ss. 528- 539. ATEŞ, Ahmet, “Sâr”, İslâm Ansiklopedisi (İA), İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1940- 88, C. 10, ss. 199-200. ATEŞ, Ali Osman, “Esmâ bint Yezîd”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, C. 11, s. 423. 258 AVCI, Casim, “Kurayza (Benî Kurayza)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2002, C. 26, ss. 431-432. AY, Abdurrahman, Hz. Peygamber'in hanımı Ümmü Seleme, (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003. AYDIN, Mehmet Âkif, “Kadın”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2001, C. 24, ss. 86-94. AYDIN, Mehmet Âkif, HAMÎDULLAH, Muhammed “Köle”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2002, C. 26, ss. 237-246. AYDINLI, Abdullah, “Ebû Zer el-Gıfârî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1994, C. 10, ss. 266-269. _________, “İkrime b. Ebû Cehil”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2000, C. 22, ss. 42-43. AYKAÇ, Mehmet, “Hamne Bint Cahş”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1997, C. 15, s. 497. AYNÎ, Ebû Muhammed (Ebü’s-Senâ) Bedrüddîn Mahmûd b. Ahmed b. Mûsâ b. Ahmed, ʿUmdetü’l-ḳārî fî şerḥi Ṣaḥîḥi’l-Buḫârî, C. I-XXV, Kahire: Dârü’l-fikr, t.y. _________, el-Binâye fî şerḥi’l-Hidâye, nşr. Eymen Sâlih Şa‘bân, C. I-XIII, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1420/2000. AZÎMÂBÂDÎ, Ebü’t-Tayyib Muhammed Şemsü’l-Hak b. Emîr Alî ed-Diyânüvî, Avnü’l- mabûd Şerḥu Sünen-i Ebî Dâvûd, thk. Abdurrahman Muhammed Osman, C. I- XIII, 2. bs., Medine: el-Mektebetü’s-Selefiyye, 1388/1968. AZİMLİ, Mehmet, “Süleym(Benî Süleym)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, C. 38, ss. 55-56. AZİZOVA, Elnure, Hz. Peygamber Döneminde Çalışma Hayatı ve Meslekler, (Doktora Tezi), İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007. 259 BÂCÛRÎ, Abdullah b. Afîfî, el-Mer’etü’l-‘Arabiyyetü fî Câhiliyyetihâ ve İslâmihâ, C. I- III, 2. bs., Medine: Mektebetü’s-sekāfe, 1350/1932. BAĞDÂDÎ, Abdülkādir b. Ömer b. Bâyezîd, Ḫizânetü’l-edeb ve lübbü lübâbi lisâni’l- ʿArab, nşr. Abdüsselâm M. Hârûn, C. I-XIII, 4. bs., Kahire: 1418/1997. BAKIRCI, Naci, “Mevlana Müzesindeki Sancaklar”, Mevlâna Ocağı, Ed. Mehmet Bayyiğit, Konya: 2007. BAKTIR, Mustafa, “İslam’da Kadının Çalışma Şartları”, Sosyal Hayatta Kadın, haz. İsmail Kurt, Seyit Ali Tüz, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2005, ss. 121-148. BARDAKOĞLU, Ali, “Cahiliyye Döneminde Kadın”, Sosyal Hayatta Kadın, haz. İsmail Kurt, Seyit Ali Tüz, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2005, ss. 13-20. BEGAVÎ, Ebû Muhammed Muhyissünne el-Hüseyn b. Mes‘ûd b. Muhammed el-Ferrâ’, el-Envâr fî şemâʾili’n-nebiyyi’l-muḫtâr, thk. İbrâhim Yakubî, C. I-II, 1. bs., Dımaşk: Dârü’l-mektebî, 1416/1995. _________, Meṣâbîḥu’s-sünne, thk. Yûsuf Abdurrahman el-Mar‘aşlî, Muhammed Selim İbrâhim, Cemal Hamdi ez-Zehebî, C. I-IV, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-ma‘rife, 1407- 1987. BEGAVÎ, Ebü’l-Kāsım Abdullāh b. Muhammed b. Abdilazîz b. el-Merzübân, Muʿcemü’ṣ-ṣaḥâbe, thk. Muhammedü’l-Emîn b. Muhammed el-Cengî, C. I-V, Kuveyt: Mektebetü dâri’l-beyân, 1421/2000. BELÂZÜRÎ, Ebü’l-Hasen Ahmed b. Yahyâ b. Câbir b. Dâvûd, Ensâbü’l-Eşrâf, thk. Muhammed Hamîdullah, C. I, Mısır: Dârü’l-ma‘ârif, 1959. _________, Ensâbü’l-Eşrâf, thk. Süheyl Zekkâr, Riyâd Ziriklî, C. I-XIII, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-fikr, 1417/1996. BEŞOĞUL, İnci, Çocuk Bakım ve Terbiyesi, 4. bs., İstanbul: Çelik Yayınevi, 1984. BEYHAKÎ, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Alî, Delâʾilü’n-nübüvve ve maʿrifetü aḥvâli ṣâḥibi’ş-şerîʿa, nşr. Abdülmu‘tî Kal‘acî, C. I-VII, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-kütübi’l- ilmiyye, 1408/1988. _________, el-Câmiʿu’ş-şuʿabi’l-îmân, thk. Muhtâr Ahmed en-Nedvî, Abdü’l-Alî Abdülhamîd Hâmid, C. I-XIV, 1. bs., Riyad: Mektebetü’r-rüşd, 1423/2003. _________, el-Ḫilâfiyyât beyne’ş-Şâfiʿî ve Ebî Ḥanîfe, thk. Mahmûd b. Abdulfettah Ebû Şezâ en-Nehhâl, C. I-VIII, 1. bs., Kahire: er-Ravzatü li’n-neşr ve’t-tevzî‘, 1436/2005. 260 _________, es-Sünenü’l-kebîr, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî, C. I-XXIV, 1. bs., Kahire: Merkezü’l-hicr li’l-buhûs ve’d-dirâseti el-Arabiyye ve’l-İslâmiyye, 1432/2011. BEZZÂR, Ebû Bekr Ahmed b. Amr b. Abdilhâliḳ el-Bezzâr el-Basrî, el-Baḥrü’z-zeḫḫâr: el-Müsnedi’l-Bezzâr, thk. Mahfûzurrahmân Zeynullâh, Âdil b. Saʿd, Sabrî Abdulhâlik eş-Şâfiʿî, C. I-XX, 1. bs., Medine: Mektebetü’l-ulûm ve’l-hikem, 1409-1430/1988-2009. BİLMEN, Ömer Nasuhi, Hukūk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kāmûsu, C. I-VIII, 2. bs., İstanbul: Ravza Yayınları, 2018. BİREKUL, Mehmet, Peygamber Günlerinde Kadın, 1. bs., Konya: Yediveren Kitap, 2004. BİRSİN, Mehmet, “İslam Devletler Hukukunda Savaş Esirlerine Uygulanan Yaptırımların Analizi”, Çorum: H.Ü.İ.F.D., C. XI, S. XXI, (2012), ss. 163-194. BOZKURT, Nebi, “Eman”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, C. 11, ss. 75- 77. _________, “Himaye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, C. 18, s. 56; _________, “Îs Seriyyesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2000, C. 22, s. 465. BOZKURT, Nebi, KÜÇÜKAŞCI, Mustafa Sabri, “Mekke”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2003, C. 28, ss. 557-558. BUHÂRÎ, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl b. İbrâhîm el-Cu‘fî, el-Edebü’l-müfred, thk. Muhammed Fuâd Abdülbâkî, C. I, Beyrut: Dârü’l-beşâirü’l-İslâmiyye, 1409/1989. _________, Ṣaḥîḥ-i Buḫârî, nşr. Abdülmelik Mücâhid, C. I, Riyad: Dârü’s-selâm li’n- neşr, 1417. BÜRRÎ, Muhammed b. Ebû Bekr b. Abdullah b. Mûsâ el-Ensârî et-Tilmisânî el-Mârûf, el-Cevhere fî nesebi’n-nebî ve aṣḥâbihi’l-‘aşere, nşr. Muhammed et-Tevencî, C. I-II, Riyad: Dârü’r-rufâî, 1403/1983. 261 CANAN, İbrahim, “Enes B. Mâlik”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, C. 11, ss. 234-235. CEMMÂÎLÎ, Ebû Muhammed Takıyyüddîn Abdülganî b. Abdilvâhid b. Alî el-Makdisî, Min menâḳıbi’n-nisâ eṣ-ṣaḥâbiyyât, thk. İbrahim Sâlih, C. I, 1. bs., y.y., Dârü’l- beşâir, 1994. CESSÂS, Ebû Bekr Ahmed b. Alî er-Râzî, Muḫtaṣaru İḫtilâfi’l-ʿulemâʾ, nşr. Abdullah Nezîr Ahmed, C. I-V, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-beşâiri’l-İslâmiyye, 1416/1995. _________, Şerḥu Muḫtaṣari’ṭ-Ṭaḥâvî, nşr. Sâ‘id Bekdâş v.d., C. I-VIII, Beyrut: Dârü’l- beşâiri’l-İslâmiyye-Dârü’s-Serrâc, 1431/2010. CEVHERÎ, Ebû Nasr İsmâîl b. Hammâd, eṣ-Ṣıḥâḥ(Tâcü’l-luġa ve ṣıḥâḥu’l-ʿArabiyye), thk. Ahmed Abdülgafûr Attâr, C. I-VI, 2. bs., Beyrut: Dârü’l-ilmi’l-melâyîn, 1399/1979. CUM‘A, Ahmed Halîl, Nisâʾ min ʿaṣri’n-nübüvve, C. I, 2. bs., Dımaşk-Beyrut: Dârü’l- İbn Kesîr, 1461/2000. CUMAHÎ, Ebû Abdillâh Muhammed b. Sellâm b. Ubeydillâh b. Sâlim, Ṭabaḳātü fuḥûli’ş-şuʿarâʾ, thk. Mahmûd Muhammed Şâkir, C. I-II, Cidde: Dârü’l-medenî, t.y. CÜVEYNÎ, İmâmü’l-Haremeyn Ebü’l-Meâlî Rüknüddîn Abdülmelik b. Abdillâh b. Yûsuf, Nihâyetü’l-maṭlab fî dirâyeti’l-meẕheb, thk. Abdülazîm Mahmûd ed-Dîb, C. I-XX, 1. bs., Riyad: Dârü’l-minhâc, 1428/2007. ÇAĞATAY, Neş’et, İslâmdan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1957. ÇAĞIL Necdet, “İslam Öncesi Mekke Toplumunda Kadın”, Kur’ân’ın Anlaşılmasına Katkısı Açısından Kur’ân Öncesi Mekke Toplumu(Sempozyum), Ed. Mevlüt Güngör, İstanbul: İ.B.B. Kültür Müdürlüğü, (1-3 Temmuz) 2011, ss. 199-224. ÇAĞRICI, Mustafa, “Matem”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2003, C. 28, s. 128. _________, “Sır”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2009, C. 37, s. 115. 262 ÇAKAN, İsmail Lütfi, “Bekkâîn”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1992, C. 5, ss. 363-364. ÇEÇEN, Kazım, “Bent”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1992, C. 5, s. 463. ÇUBUKCU, Asri, “Buâs”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1992, C. 6, s. 340. _________, “Ebû Dücâne”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1994, C. 10, s. 122. DABBÎ, el-Abbâs b. Bekkâr, Aḫbâru’l-vâfidât mine’n-nisâ ‘alâ Mu‘âviye b. Ebî Süfyân, thk. Sekîne eş-Şihâbî, 1. bs., Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 1403/1983. DÂRİMÎ, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahmân b. el-Fazl, es-Sünen, thk. Hüseyin Selîm Esed ed-Dârânî, C. I-IV, Riyad: Dârü’l-muğnî li’n-neşr ve’t-tevzi‘, 1421/2000. DAVUDOĞLU, Ahmed, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi: Selâmet Yollar, C. I-IV, İstanbul: Sönmez Yayınları, t.y. DAYHAN, Ahmet Tahir, “Ümmü Varaka”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, s. 332-333. DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Yayına haz. Aydın Sami Güneyçal, 32. bs., Ankara: Aydın Kitapevi Yayınları, 2016. DÛLÂBÎ, Ebû Bişr Muhammed b. Ahmed b. Hammâd el-Verrâk, ez-Zürriyyetü’t-tâhire, nşr. Sa‘d el-Mübârek el-Hasan, C. I, 1. bs., Kuveyt: Dârü’s-Selefiyye, 1407/1986. DURMUŞ, İsmail, “Transkripsiyon”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 41, ss. 306-308. EBÛ DÂVÛD, Ebû Dâvûd Süleymân b. el-Eş‘as b. İshâk es-Sicistânî el-Ezdî, es-Sünen, thk. Şuayb el-Arnaût v.d., C. I-VII, Beyrut: Dârü’r-risâle el-âlemiye, 1430/2009. _________, el-Merâsîl, thk. Şuayb el-Arnaût, 1. bs., Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 1408/1988. 263 EBÛ HAYYÂN et-TEVHÎDÎ, Ebû Hayyân Alî b. Muhammed b. Abbâs et-Tevhîdî, el- Beṣâʾir ve’ẕ-ẕeḫâʾir, thk. Vedâd el-Kādî, C. I-X, 1. bs., Beyrut: Dâru sâdır, 1408/1988. EBÛ NUAYM el-İSFAHÂNÎ, Ebû Nuaym Ahmed b. Abdillâh b. İshâk el-İsfahânî, Ḥilyetü’l-evliyâʾ ve ṭabaḳātü’l-asfiyâʾ, thk. Muhammed es-Saîd b. Besyûnî Zağlûl, C. I-XI, Beyrut-Kahire: Dârü’l-fikr-Mektebetü’l-Hancî, 1416/1996. _________, Kitâbü Tıbbi’n-nebî, thk. Mustafa Dönmez, C. I-II, 1. bs., Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1467/2006. _________, Maʿrifetü’ṣ-ṣaḥâbe, thk. Âdil b. Yusuf el- Azâzî, C. I-VI, Riyad: Dârü’l- vatan, 1419/1998. _________, Delâilü’n-Nübüvve, nşr. Muhammed Revvâs, Abdülber Abbâs, C. I-II, Beyrut: Dârü’n-nefâis, 1406/1986. EBÛ UBEYD el-BEKRÎ, Abdullāh b. Abdilazîz b. Muhammed b. Eyyûb b. Amr el-Bekrî el-Endelüsî, Muʿcemü me’staʿcem min esmâʾi’l-bilâd ve’l-mevâżıʿ (mevâḳıʿ), thk. Mustafa es-Sakkâ, C. I-IV, Beyrut: Âlemü’l-kütüb, t.y. EBÛ UBEYD, Kāsım b. Sellâm b. Miskîn el-Herevî, Kitâbü’l-Emvâl, thk. Ebû Seyyid b. Ebu Receb Ebû Enes, C. I-II, 1. bs., Kahire-Riyad: Dârü’l-Hedyi’n-nebevî- Dârü’l-fadîle, 1428/2007. EBÛ YA‘L el-MEVSILÎ, Ebû Ya‘lâ Ahmed b. Alî b. el-Müsennâ et-Temîmî, el- Müsned, nşr. Hüseyin Selîm Esed, C. I-VI, 2. bs., Dımaşk-Beyrut: Dârü’l-Memûn li’t-türâs, 1410/1990. _________, el-Mefârîd ʿ an Resûlillâh ṣallellāhu ʿ aleyhi ve sellem, thk. Abdullah b. Yûsuf el-Cüdey‘, C. I, 1. bs., Dâhiye: Mektebetü dârü’l-Aksâ, 1405/1985. EBÛ YÛSUF, Ebû Yûsuf Ya‘kūb b. İbrâhîm b. Habîb b. Sa‘d el-Kûfî, Kitâbü’l-Ḫarâc, nşr. Dârü’l-ma‘rife li’t-tibâ‘a ve’n-neşr ve’t-tevzî‘, C. I, Beyrut: 1399/1979. _________, Kitâbü’l-Âsâr, thk. Ebu’l-Vefâ, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, t.y. EBÜ’l-FETH el-EZDÎ, Ebü’l-Feth Muhammed b. Hüseyn b. Ahmed el-Ezdî el-Mevsılî, Esmâü Men Yu’refu Bikünyetihî Min Aṣḥabi Rasûlillâhi Ṣallallahü Aleyhi ve Sellem, thk. Ebû Abdirrahman İkbâl, C. I, Bombay: Dârü’s-Selefiyye, 1410/1989. EBÜ’ş-ŞEYH, Ebû Muhammed Abdullāh b. Muhammed b. Ca‘fer b. Hayyân, Aḫlâḳu’n- nebî ve âdâbüh, nşr. Sâlih b. Muhammed, C. I-IV, Riyad: Dârü’l-müslim, 1418/1998. 264 EFENDİOĞLU, Mehmet, “Zübeyr b. Avvâm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2013, C. 44, ss. 522-524. EMÎN, Ahmed, Fecrü’l-İslâm: İslâm’ın Doğuşu, çev. Ahmed Serdaroğlu, Ankara: Kılıç Kitabevi, 1976. EREN, Mehmet, “Ümmü Râfî‘”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, s. 327. ERGİN, Ali Şakir, “Hansâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1997, C. 16, s. 46- 47. ERKAL, Mehmet, “Ganimet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1996, C. 13, s. 351. ERKOCAASLAN, Recep, Hz. Âişe’nin Hayatı, Şahsiyeti ve Hz. Peygamber Sonrası İslâm Tarihindeki Rolü, (Doktora Tezi), Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2016. ERUL, Bünyamin, “Ümmü Eymen”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, s. 317. FAHREDDİN er-RÂZÎ, Ebû Abdillâh (Ebü’l-Fazl) Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn er-Râzî et-Taberistânî, Mefâtîḥu’l-ġayb, C. I-XXXII, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-fikr, 1401/1981. FÂKİHÂNÎ, Ebû Hafs Tâcüddîn Ömer b. Alî b. Sâlim b. Sadaka el-Lahmî el-İskenderânî, Riyâżü’l-efhâm fî şerḥi ʿUmdeti’l-aḥkâm, nşr. Nûreddin Tâlib, C. I-V, 1. bs., Küveyt: Dârü’n-nevâdir, 1431/2010. FÂKİHÎ, Ebû Abdillâh Muhammed b. İshâk b. Abbâs, Aḫbâru Mekke fî ḳadîmi’d-dehr ve ḥadîs̱ih, nşr. Abdülmelik b. Abdullah b. Dehîş, C. I-VI, 2. bs., Beyrut: Dârü’l- hadar, 1414/1994. FAYDA, Mustafa, “Âişe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1989, C. 2, ss. 201- 205. 265 _________, “İfk Hadisesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2000, C. 21, ss. 507- 509. FENCURÎ, Ahmed Şevki, İslâm’da İlk Hemşire Hanım Sahabî Rüfeyde, terc. Taceddin Uzun, Konya: Tekin Kitabevi, 1992. FETTENÎ, Cemâlüddîn Muhammed Tâhir b. Alî, Mecmaʿu biḥâri’l-envâr fî ġarâʾibi’t- tenzîl ve leṭâʾifi’l-aḥbâr, nşr. Matbaatü meclisi dâireti’l-ma‘ârif el-Osmaniyye, C. I-V, Haydarâbâd-Dekken: 1387/1967. FÎRÛZÂBÂDÎ, Ebü’t-Tâhir Mecdüddîn Muhammed b. Ya‘kūb b. Muhammed, el- Ḳāmûsü’l-muḥîṭ, nşr. Mektebü Tahkîki’t-Türâs fî Müesseseti’r-Risâle, C. I, 8. bs., Beyrut-Lübnan: Müessesetü’r-risâle li’t-tibâ‘a ve’n-neşr ve’t-tevzî‘, 1426/2005. GROHMANN, Adolf, “Hayber”, İslâm Ansiklopedisi (İA), İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1940-88, C. 5, ss. 384-386. GÜLER, Zekeriya, “Tahnîk”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, C. 39, s. 416. _________, “Ümmü Atıyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, s. 314. GÜNALTAY, Mehmet Şemseddin, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, sad. M. Mahfuz Söylemez, Mustafa Hizmetli, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2016. _________, “İslâmdan Önce Araplar Arasında Kadının Durumu, Âile ve Türlü Nikâh Şekilleri”, Marife, haz. Cem Zorlu, Konya: C. I, S. 3, 2001, ss. 189-199. GÜNEŞ, Kadir, Arapça-Türkçe Sözlük, İstanbul: Mektep Yayınları, 2013. HADDÂD, Radıyyüddîn Ebû Bekr b. Alî b. Muhammed el-Haddâd, el-Cevheretü'n- neyyire, nşr. İlyâs Kaplân, C. I-II, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1427/2006. HAFÂCÎ, Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Ömer, Şifâʾü’l-ġalîl fîmâ fî kelâmi’l- ʿArab mine’d-daḫîl, Kahire: el-Matbaatü’l-Vehbiyye, 1282. HÂKİM en-NÎSÂBÛRÎ, Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed, el- Müstedrek ʿale’ṣ-Ṣaḥîḥayn, thk. Mustafa Abdülkādir Atâ, C. I-V, 2. bs., Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1422/2002. HALEBÎ, Ebü’l-Ferec Nûrüddîn Alî b. Burhâniddîn İbrâhîm b. Ahmed, es-Sîretü’l- Ḥalebiyye: İnsânü’l-ʿuyûn fî sîreti’l-emîni’l-meʾmûn, C. I-III, Beyrut: Dârü’l- kütübi’l- ilmiyye, 1427. 266 HALÎFE b. HAYYÂT, Ebû Amr Halîfe b. Hayyât b. Halîfe eş-Şeybanî el-Basrî, et-Târîḫ, thk. Ekrem Ziyâ el-Ömerî, C. I, Riyad: Dâru Tayyibe, 1405/1985. _________, Kitâbü’ṭ-Ṭabaḳāt, thk. Ekrem Ziyâ el-Ömerî, C. I, 1. bs., Bağdat: 1387/1967. HALÎL b. AHMED, Ebû Abdirrahmân el-Halîl b. Ahmed b. Amr b. Temîm el-Ferâhîdî (el-Fürhûdî), Kitâbü’l-ʿAyn, nşr. Mehdî Mahzûmî, İbrâhim es-Sâmerrâî, C. I-VIII, y.y.: Dârü ve Mektebetü’l-hilâl, t.s. HÂMİD, Muhammed, Ṣuveru min ḥayâti’ṣ-ṣaḥâbiyyât, y.y., Dârü’l-ulûm li’n-neşr ve’t- tevzî‘, t.y. HAMÎDULLAH, Muhammed, İslâm Peygamberi, çev. Mehmet Yazgan, İstanbul: Beyan Yayınları, 2014. _________, İslâm’da Devlet İdâresi, çev. Hamdi Aktaş, İstanbul: Beyan Yayınları, 2016. _________, Hz. Peygamber’in Savaşları, çev. Nazire Erinç Yurter, İstanbul: Beyan Yayınları, 2017. _________, “Asr-ı Saadet Öncesi Medine’de Sosyo-Ekonomik Hayat”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, ed. Vecdi Akyüz, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2007, C. 1, ss. 107-108. _________, “Hayber”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, C. 17, ss. 21- 22. _________, “Hendek Gazvesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, C. 17, ss. 194-195. _________, “Hudeybiye Antlaşması”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, C. 18, ss. 297-299. _________, “Zeyneb bint Cahş”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2013, C. 44, ss. 357-358. HARMAN, Ömer Faruk, “Hicr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, C. 17, s. 454. 267 HASKEFÎ, Alâüddîn Muhammed b. Alî b. Muhammed el-Haskefî, ed-Dürrü’l-muḫtâr, thk. Abdülmünʻim Halîl İbrâhîm, Beyrut: Dârü’l- kütübi’l-ilmiyye, 1423/2002. HATALMIŞ, Ali, Erken dönem İslam Tarihinde Kölelik ve Cariyelik, (Doktora Tezi), Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012. HATÎB el-BAĞDÂDÎ, Ebû Bekr Ahmed b. Alî b. Sâbit el-Bağdâdî, el-Müttefiḳ ve’l- müfteriḳ, thk. Muhammed Sâdık Aydın, C. I-III, 1. bs., Dımaşk: Dârü’l-Kādirî, 1417/1997. _________, Târîḫu Medîneti’s-selâm(Târîḫu Bağdâd), nşr. Beşşâr Avvâd Ma‘rûf, C. I- VII, Beyrut: Dârü’l-garbi’l-İslâmî, 1422/2001. HATİPOĞLU, Haydar(terc. ve şerh), Sünen-i İbn Mâce Tercemesi ve Şerhi, C. I-X, İstanbul: Kahraman Yayınları, 2012. HATTÂB, Mahmud Şît, Komutan Peygamber, çev. Ahmed Ağırakça, İstanbul: Bir Yayıncılık, 1988. HATTÂBÎ, Ebû Süleymân Hamd (Ahmed) b. Muhammed b. İbrâhîm b. Hattâb el- Hattâbî el-Büstî, Meʿâlimü’s-Sünen, nşr. Muhammed Râgıb et-Tabbâh, C. I-IV, Halep: 1351/1932. HEYET, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, C. I-V, 4. bs., Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2012. HEYKEL, Muhammed Hüseyin, Ḥayâtü Muḥammed, 14. bs., Kahire: Dârü’l-meârif, 1977. HEYSEMÎ, Ebü’l-Hasen Nûrüddîn Alî b. Ebî Bekr b. Süleymân el-Heysemî, Mecmaʿu’z- zevâʾid, nşr. Hüsâmeddin el-Kudsî, C. I-X, Beyrut: Dârü’l-kitâbi’l-Arabî, t.y. HİTTİ, Philip K., Siyasî ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, C. I-IV, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1989. HİZMETLİ, Sabri, İslâm Tarihi-İlk Dönem-, 9. bs., Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2015. http://ktp.isam.org.tr/?url=makaleilh/findrecords.php Erişim Tarihi (03.08.2020). http://www.madde14.org/index.php?title=Harp_Zaman%C4%B1nda_Sivillerin_Korun mas%C4%B1na_%C4%B0li%C5%9Fkin_1949_Cenevre_S%C3%B6zle%C5% 9Fmesi Erişim Tarihi (28.04.2020). https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/musle Erişim Tarihi (28.04.2020). https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3257694/ Erişim Tarihi (18.07.2020). 268 https://www.trthaber.com/videolar/ganali-kadinlar-cenazelerde-aglayarak-para- kazaniyor-40757.html Erişim Tarihi (11.09.2018). HUMEYDÎ, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ebî Nasr Fütûh (Fettûh) b. Abdillâh, el-Cemʿ beyne’ṣ-Ṣaḥîḥayn, thk. Ali Hüseyin Bevvâb, C. I-IV, Lübnan-Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1423/2002. HUMEYDÎ, Ebû Bekr Abdullah b. ez-Zübeyr b. Îsâ el-Kureşî, el-Müsned, thk. Hüseyin Selîm Esed, C. I-II, 1. bs., Dımaşk: Dârü’s-sakâ li’t-tibâ‘a ve’n-neşr ve’t-tevzî‘, 1996. HUZÂÎ, Ebü’l-Hasen Alî b. Muhammed b. Ahmed el-Huzâî et-Tilimsânî, Taḫrîcü’d- delâlâti’s-semʿiyye ʿalâ mâ kâne fî ʿahdi Resûlillâh mine’l-ḥiref ve’ṣ-ṣanâʾiʿ ve’l- ʿamâlâti’ş-şerʿiyye, nşr. İhsan Abbas, C. I, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-garbi’l-İslâmî, 1405/1985. İBN ABDÜLBER, Ebû Ömer Cemâlüddîn Yûsuf b. Abdillâh b. Muhammed b. Abdilberr en-Nemerî, el-İstîʿâb fî maʿrifeti’l-aṣḥâb, thk. Ali Muhammed el-Becâvî, C. I-IV, Beyrut: Dârü’l-cîl, 1412/1992. _________, et-Temhîd limâ fi’l-Muvaṭṭaʾ mine’l-meʿânî ve’l-esânîd, thk. Saîd Ahmed Arâb v.d., C. I-XXVI, Tıtvân: Vizâretü’l-evkāf ve’ş-şüûni’l-İslâmiyye, 1387- 1412/1967-1992. İBN ABDÜRABBİH, el-ʿİḳdü’l-ferîd, thk. Müfîd Muhammed Kumeyha, Abdülmecid et- Terhînî, C. I-IX, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1404/1983. İBN ADÎ, Ebû Ahmed Abdullâh b. Adî b. Abdilâh el-Cürcânî, el-Kâmil fî ḍuʿafâʾi’r- ricâl, thk. Âdil Ahmed Abdülmevcûd, Ali Muhammed Muʿavviz, C. I-IX, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1418/1997. İBN ASÂKİR, Ebü’l-Kāsım Alî b. el-Hasen b. Hibetillâh b. Abdillâh b. Hüseyn ed- Dımaşkī, Târîḫu medîneti Dımaşḳ, thk. Muhibbuddîn Ebî Saîd Ömer b. Ğarâme el-Amravî, C. I-LXX, Beyrut: Dârü’l-fikr, 1415/1995. _________, el-Muʿcemü’l-müştemil ʿalâ ẕikri esmâʾi şüyûḫi’l-eʾimmeti’n-nübel, thk. Vefâ Takıyyüddin, C. I-III, 1. bs., Dımaşk: Dârü’l-beşâir, 1421/2000. İBN BALABÂN, Ebü’l-Hasen Emîr Alâüddîn Alî b. Balabân b. Abdillâh el-Mısrî, el- İḥsân fî taḳrîbi Ṣaḥîḥi İbn Ḥibbân, thk. Şuayb el-Arnaût, C. I-XVIII, 1. bs., Beyrut: Müessesetü’r-risâle, (C. I-VII) 1408/1988, (C. VIII-XVIII) 1412/1991. 269 İBN BÂTİŞ, Ebü’l-Mecd İmâdüddin, Kitâbü’l-Muġnî fi’l-inbâʾ ʿan ġarîbi’l-Müheẕẕeb ve’l-esmâʾ, thk. Mustafa Abdülhafîz Sâlim, C. I-III, Mekke: el-Mektebetü’t- ticâriyye, 1411/1991. İBN BATTÂL, Ebü’l-Hasen Alî b. Halef b. Abdilmelik b. Battâl el-Bekrî el-Kurtubî, Şerḥu İbn Baṭṭâl ʿalâ Ṣaḥîḥi’l-Buḫârî, thk. Ebû Temîm Yâsir b. İbrahim, C. I-XI, 2. bs., Riyad: Mektebetü’r-rüşd, 1423/2003. İBN EBÛ ÂSIM, Ebû Bekr Ahmed b. Amr b. ed-Dahhâk b. Mahled eş-Şeybânî, el-Âḥâd ve’l-mes̱ânî, thk. Bâsim Faysal Ahmed Cevâbire, C. I-VI, Riyad: Dârü’r-râye, 1411/1991. İBN EBÛ HAYSEME, Ebû Bekr Ahmed b. Ebî Hayseme Züheyr b. Harb en-Nesâî, Aḫbârü’l-Mekkiyyîn min Kitâbü't-Târîḫu’l-kebîr li İbni Ebî Hayseme, thk. Salâh b. Fethî Hilâl, C. I-IV, 1. bs., Kâhire: el-Fârûku’l-hadîse, 1424/2004. İBN EBÛ ŞEYBE, Ebû Bekr Abdullāh b. Muhammed b. Ebî Şeybe İbrâhîm el-Absî el- Kûfî, el-Muṣannef, thk. Kemâl Yûsuf el-Hût, 1. bs., Beyrut: Dârü’t-tâc, 1409/1989. İBN EBÛ TÂHİR, Ebü’l-Fazl Ahmed b. Ebî Tâhir Tayfûr el-Mervezî el-Horasânî, Belâġātü’n-nisâʾ, thk. Ahmed el-Elfî, C. I, Kahire: Matbaatü medresetü vâlideti Abbas el-evvel, 1326/1908. İBN FÂRİS, Ebü’l-Hüseyn Ahmed b. Fâris b. Zekeriyyâ b. Muhammed er-Râzî el- Kazvînî el-Hemedânî, Muʿcemü meḳāyîsi’l-luġa, thk. Abdüsselâm Muhammed Hârûn, C. I-VI, y.y.: Dârü’l-fikr, 1399/1979. İBN HABÎB, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Habîb b. Ümeyye b. Amr el-Hâşimî, el- Muḥabber, nşr. Ilse Lichtenstädter, C. I, Haydarâbâd-Dekken: 1361/1942. İBN HACER EL-ASKALÂNÎ, Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed, Tehẕîbü’t-Tehẕîb, nşr. Dârü’l-kitâbi’l-İslâmî, 1. bs., Kahire: 1414/1993. _________, el-İṣâbe fî temyîzi’ṣ-ṣaḥâbe, thk. Ali Muhammed Muavviz, Âdil Ahmed Abdülmevcûd, C. I-VIII, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1415/1995. _________, Tehẕîbü’l-Kemâl fî esmâʾi’r-ricâl, thk. Beşşâr Avvâd Ma‛rûf, C. I-XXXV, Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 1982/1996. _________, Fetḥu’l-bârî bi-şerḥi Ṣaḥîḥi’l-Buḫârî, thk. Muhibbüddin el-Hatîb, Muhammed Fuâd Abdülbâkî, Kusay Muhibbüddin el-Hatîb, C. I-XIII, Kahire, el- Mektebetü’s-Selefiyye, t.y. 270 _________, Hedyü’s-sârî muḳaddimetü Fetḥi’l-bârî, nşr. Muhibbüddin el-Hatîb, Kusay Muhibbüddin el-Hatîb, C. I, Kahire: el-Mektebetü’s-Selefiyye, t.y. _________, el-Meṭâlibü’l-ʿâliye bi-zevâʾidi’l-mesânîdi’s̱-s̱emâniye, thk. Sa‘d b. Nâsır b. Abdul‘azîz eş-Şuserî, C. I-XIX, Riyad: Dârü’l-âsıme, (C. I-XI)1419/1998, (XII- XIX)1420/2000. _________, Taḳrîbü’t-Tehẕîb, thk. Ebü’l-Eşbâl Sagîr Ahmed Şâgif el-Bâkistânî, C. I, Riyad: Dârü’l-âsıme, 1421. _________, İtḥâfü’l-mehere bi’l-fevâʾidi’l-mübtekire min eṭrâfi’l-ʿaşere, thk. Züheyr b. Nâsır en-Nâsır v.d., C. I-IX, 1. bs., Medine: 1415/1994. İBN HADÎDE, Ebû Muhammed b. Ali b. Ahmed b. Hadîde el-Ensârî, el-Miṣbâḥu’l-muḍî fî küttâbi’n-nebiyyi’l-ümmî ve Rüsulihî ilâ Mülûki’l-Arż min ʿArabî ve ʿAcemî, nşr. Muhammed Azîmü’d-Dîn, C. I-II, 2. bs., Beyrut: Âlemü’l-kütüb, 1405/1985. İBN HALDUN, Ebû Zeyd Veliyyüddîn Abdurrahmân b. Muhammed b. Muhammed, Muḳaddime, thk. Abdullah Muhammed ed-Dervîş, C. I-II, Dımaşk: Dâru Ya‘reb, 1425/2004. İBN HAMDÛN, Ebü’l-Meâlî Bahâüddîn Kâfi’l-küfât Muhammed b. el-Hasen b. Muhammed b. Alî, et-Teẕkiretü’l-Ḥamdûniyye, thk. İhsan Abbas, Bekir Abbas, C. I-X, 1.bs., Beyrut: Dâru sâdır, 1996. İBN HAZM, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd b. Hazm el-Endelüsî el-Kurtubî, Cevâmiʿu’s-sîre ve ḫamsü resâʾile uḫrâ, thk. İhsân Abbâs, Nâsırüddin el-Esed, C. I, Mısır: Dârü’l-maʻârif, t.y. İBN HAZM, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd b. Hazm el-Endelüsî el-Kurtubî, Cemheretü ensâbi’l-ʿArab, thk. Abdüsselâm Muhammed Hârûn, C. I-II, Kahire: Dârü’l-me‘ârif, 1982. İBN HİBBÂN, Ebû Hâtim Muhammed b. Hibbân b. Ahmed el-Büstî, es̱-S̱iḳāt, nşr. Muhammed Abdürreşîd, C. I-IX, 1. bs., Haydarâbâd: 1393/1973. _________, es-Sîretü’n-nebeviyye ve aḫbârü’l-ḫulefâʾ, tsh. Hâfız Seyyid Azîz Bey v.d., C. I, 1. bs., Beyrut: Müessesetü’l-kütübi’s-sekāfiyye, 1417/1997. _________, Ṣaḥîḥu İbn Ḥibbân bi-tertîbi İbn Balabân, thk. Şuayb el-Arnaût, C. I-XVIII, Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 1414/1993. 271 İBN HİŞÂM, Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî, es-Sîretü’n-nebeviyye li’bni Hişâm, thk. Ömer Abdüsselâm Tedmürî, C. I-IV, Beyrut: Dârü’l-kitâbi’l-Arabî, 1410/1990. İBN HUDEYDE, Ebû Muhammed b. Ali b. Ahmed b. Abdurrahman b. Hasan el-Ensârî (ö. 783/1381), el-Miṣbâḥu’l-muḍî fî küttâbi’n-nebiyyi’l-ümmî ve Rüsulihî ilâ Mülûki’l-Arż min ʿArabî ve ʿAcemî, thk. Muhammed Azîmü’d-Dîn, C. I-II, 2. bs., Beyrut: Âlemü’l-kütüb, 1405/1985. İBN HÜBEYRE, Ebü’l-Muzaffer Avnüddîn Yahyâ b. Muhammed b. Hübeyre eş- Şeybânî ed-Dûrî el-İfṣâḥ ʿan meʿâni’ṣ-ṣıḥâḥ, thk. Fuâd Abdülmün‘im Ahmed, C. I-VIII, Riyad: Dârü’l-vatan, 1417. İBN İSHAK, Ebû Abdillâh Muhammed b. İshâk b. Yesâr b. Hıyâr el-Muttalibî el-Kureşî el-Medenî, Kitâbü’s-Sîre ve’l-Meġāzî(Sîretü İbn İsḥâḳ), thk. Süheyl Zekkâr, C. I, Dımaşk: Dârü’l-fikr, 1398/1978. İBN KĀNİ‘, Ebü’l-Hüseyn Abdülbâkī b. Kāni‘ b. Merzûk el-Ümevî el-Bağdâdî, Muʿcemü’ṣ-ṣaḥâbe, nşr. Salâh b. Sâlim el-Musarrâtî, C. I-III, Medine: Mektebetü’l-gurabâi’l-eseriyye, 1418/1997. İBN KAYYİM EL-CEVZİYYE, Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ebî Bekr b. Eyyûb ez-Züraî ed-Dımaşkī el-Hanbelî, Zâdü’l-meʿâd fî hedyi ḫayri’l-ʿibâd, nşr. Şuayb Arnaût, Abdülkâdir Arnaût, C. I-V, Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 1418/1998. _________, eṭ-Ṭuruḳu’l-ḥükmiyye fi’s-siyâseti’ş-şerʿiyye, thk. Nâyif b. Ahmed el- Hamad, C. I-II, 1. bs., Cidde: Dâru âlemi’l-fevâid, 1428. İBN KESÎR, Ebü’l-Fidâ’ İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav’ b. Kesîr el-Kaysî el-Kureşî el-Busrâvî ed-Dımaşkī eş-Şâfiî, es-Sîretü’n-Nebeviyye, thk. Mustafa Abdu’l-Vâhid, C. I-IV, Beyrut: Dârü’l-ma‘rife, 1395/1976. _________, el-Bidâye ve’n-nihâye, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî, C. I-XXI, Cize: Dârü’l-hicr li’t-tibâ‘a ve’n-neşr, 1417/1997. _________, et-Tekmîl fî maʿrifeti’s̱-s̱iḳāt ve’ż-żuʿafâʾ ve’l-mecâhîl, thk. Şâdî b. Muhammed b. Sâlim Âl-i Nu‘mân, C. I-IV, Yemen: Merkezü’n-Nu‘mân li’l- buhûs ve’d-dirâsâti’l-İslâmiyye ve Tahkîki’t-tirâs ve’t-terceme, 1432/2011. İBN KUDÂME, Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Abdullāh b. Ahmed b. Muhammed b. Kudâme el-Cemmâîlî el-Makdisî, el-Muġnî, nşr. Tâhâ ez-Zeynî, Mahmûd 272 Abdülvehhâb Fâyid, Abdülkādir Ahmed Atâ, C. I-IX, Kahire: Mektebetü’l- Kâhire, 1388-1390/1968-1970. İBN KUDÂME, Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Abdullāh b. Ahmed b. Muhammed b. Kudâme el-Cemmâîlî el-Makdisî, Delilleriyle Hanbeli Fıkhı el-Muğnî Muhtasarı, haz. Hamed b. Abdülaziz el-Hammâd, C. I-IV, İstanbul: Karınca & Polen Yayınları, 2015. İBN KUTEYBE, Ebû Muhammed Abdullāh b. Müslim b. Kuteybe ed-Dîneverî, el- Maʿârif, nşr. Servet Ukkâşe, 4. bs., Kahire: 1992. İBN MÂCE, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd Mâce el-Kazvînî, es-Sünen, thk. Şuayb el-Arnaût v.d., C. I-V, Beyrut: Dârü’r-risâle el-âlemiyye, 1430/2009. İBN MÂKÛLÂ, Ebû Nasr Alî b. Hibetillâh b. Alî el-İclî, el-İkmâl fî refʿi’l-irtiyâb ʿani’l- müʾtelif ve’l-muḫtelif mine’l-esmâʾ ve’l-künâ ve’l-ensâb, thk. Abdurrahman b. Yahyâ el-Mu‘allimî el-Yemânî, Nâyif Abbas, C. I-VIII, Haydarâbâd: Meclisü dâireti’l-me‘ârif el-Osmâniyye, 1383/1963. İBN MANZÛR, Ebü’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem b. Alî b. Ahmed el- Ensârî er-Rüveyfiî, Lisânü’l-ʿArab, C. I-XVIII, Kum-İran: Neşru Edebi’l-havze, 1405. _________, Muḫtaṣaru Târîḫi Dımaşḳ, nşr. Rûhiyye en-Nehhâs v.d., C. I-XXXI, 1. bs., Dımaşk: Dârü’l-fikr, 1404-1409/1984-1989. İBN MENCÛYE, Ebû Bekr Ahmed b. Alî b. Muhammed el-Yezdî el-İsfahânî, Ricâlü Ṣaḥîḥi Müslim, thk. Abdullah el-Leysî, C. I-II, Beyrut: Dârü’l-ma‘rife, 1407. İBN MENDE, Ebû Abdillâh Muhammed b. İshâk b. Muhammed el-İsfahânî, Maʿrifetü’ṣ- ṣaḥâbe, nşr. Âmir Hasan Sabrî, C. I, 1. bs., y.y.: Câmi‘atü’l-İmâretü’l- Arabiyyetü’l-müttehide, 1426/2005. İBN MENDE, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Abdilvehhâb b. Muhammed el-Abdî el-İsfahânî, Kitâb fîhi maʿrifetü esâmî erdâfi’n-nebî, thk. Yahyâ Muhtâr Gazzâvî, C. I, 1. bs., Beyrut: el-Medîne li’t-tevzî‘, 1410/1990. İBN MENDE, Ebü’l-Kāsım Abdurrahmân b. Muhammed b. İshâk el-Abdî el-İsfahânî, Müstaḫrec min kütübi’n-nâs li’t-teẕkire ve’l-müsteṭraf min aḥvâli’n-nâs li’l- maʿrife, thk. Âmir Hasan Sabrî, C. I-III, Bahreyn: Vizâretü’l-adli ve’ş-şu‘ûni’l- İslâmiyye, t.y. 273 İBN NÂSIRÜDDİN, Ebû Bekr Şemsüddîn Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed el- Kaysî, Tavżîḥu’l-Müştebih fî żabṭı esmâʾi’r-ruvât ve ensâbihim ve elḳābihim ve künâhüm, thk. Muhammed Naîm el-Araksûsî, C. I-X, Beyrut: Müessesetü’r- risâle, 1414/1993. İBN RÂHÛYE, Ebû Ya‘kūb İshâk b. İbrâhîm b. Mahled et-Temîmî el-Hanzalî el- Mervezî, Müsnedü İshâk b. Râhûye, thk. Abdülgafûr Abdülhak Hüseyin el-Belûşî, C. I-V, 1. bs., el-Medinetü’l-Münevvere: Mektebetü’l-îmân, 1412/1991. İBN RÜŞD, Ebü’l-Velîd Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Kurtubî, Bidâyetü’l- müctehid ve nihâyetü’l-muḳteṣid, nşr. Muhammed Subhî Hasan Hallâk, C. I-IV, 1. bs., Kahire: Mektebetü İbn Teymiye, 1415/1994. İBN SA‘D, Ebû Abdillâh Muhammed b. Sa‘d b. Menî‘ el-Kâtib el-Hâşimî el-Basrî el- Bağdâdî, Kitâbü’ṭ-Ṭabaḳāti’l-kebîr, thk. Ali Muhammed Ömer, C. I-X, Kahire: Mektebetü’l-Hancî, 1421/2001. İBN SEYYİDÜNNÂS, Ebü’l-Feth Fethuddîn Muhammed b. Muhammed b. Muhammed el-Ya‘merî, Uyûnü’l-eser fî fünûni’l-meġāzî ve’ş-şemâil ve’s-siyer, nşr. Muhammed el-Îd el-Hatrâvî, Muhyiddîn Mestû, C. I-II, Medine/Beyrut: t.y. İBN SÎDE, Ebü’l-Hasen Alî b. İsmâîl ed-Darîr el-Mürsî, el-Muḥkem ve’l-muḥîṭü’l-aʿẓam, thk. Abdülhamîd Hindâvî, C. I-XI, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1421/2000. İBN ŞEBBE, Ebû Zeyd Ömer b. Şebbe en-Nümeyrî el-Basrî, Târîḫu’l-Medîneti’l- münevvere, thk. Fehîm Muhammed Şeltût, C. I-IV, Cidde: 1399/1979. İBN ŞİHÂB EZ-ZÜHRÎ, Ebû Bekr Muhammed b. Müslim b. Ubeydillâh, el-Meġāzi’n- nebeviyye, thk. Süheyl Zekkâr, C. I, Dımaşk: Dârü’l-fikr, 1401/1981. İBN ZEBRÜ’R-REB‘Î, Ebû Süleyman Muhammed b. Abdullah b. Ahmed, Târîhi mevlidi’l-‘ulemâ‘ ve vefeyâtihim, thk. Abdullah Ahmed Süleyman el-Humed, C.I- II, Riyad: Dârü’l-âsıme, 1410/1989. İBN ZENCÛYE, Ebû Ahmed Humeyd b. Mahled b. Kuteybe el-Horasânî, Kitâbü’l- Emvâl, thk. Şâkir Zîb Feyyâz, C. I-III, 1. bs., Riyad: 1406/1986. İBNÜ’l-CELLÂB, Ebü’l-Kāsım Ubeydullāh b. Hüseyn b. Hasen b. el-Cellâb el-Basrî, et- Tefrîʿ fî Fıkhi’l-imâm Mâlik b. Enes, thk. Seyyid Kesrevî Hasan, C. I-II, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1428/2007. 274 İBNÜ’L-CEVZÎ, Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el- Bağdâdî, el-ʿİlelü’l-mütenâhiye fi’l-eḥâdîs̱i (aḫbâri)’l-vâhiye, thk. Halîl el-Meys, C. I-II, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1403/1983. _________, Sıfatü’s-Safve, nşr. Mahmûd Fâhûrî, Muhammed Revvâs Kal‘acî, C. I-IV, 3. bs., Beyrut: Dârü’l-me‘ârif,1405/1985. _________, el-Muntaẓam fî Târîḫi’l-Mülûk ve’l-Ümem, thk. Muhammed Abdülkadir Atâ, Mustafa Abdülkadir Atâ, C. I-XIX, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1415/1995. _________, Telḳīḥu fühûmi ehli’l-es̱er fî ʿuyûni’t-târîḫ ve’s-siyer, nşr. Şirketü Dârü’l- Erkam b. ebi’l-Erkam, C. I, 1. bs., Beyrut: 1418/1997. _________, Zâdü’l-mesîr fî ʿilmi’t-tefsîr, C. I, 1. bs., Beyrut: el-Mektebetü’l-İslâmî-Dâru İbn Hazm 1423/2002. _________, Câmi’u’l-mesânîd, thk. Ali Hüseyin el-Bevvâb, C. I-VIII, 1. bs., Riyad: Mektebetü’r-rüşd, 1426/2005. İBNÜ’l-ENBÂRÎ, Ebû Bekr Muhammed b. el-Kāsım b. Muhammed, ez-Zâhir fî meʿânî kelimâti’n-nâs, nşr. Hâtim Sâlih ed-Dâmin, C. I-II, 2. bs, Bağdad: Dârü’ş-şuûni’s- sekāfeti’l-‘âmme, 1987. İBNÜ’L-ESÎR, Ebü’l-Hasen İzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî, el- Kâmil fi’t-târîḫ, thk. Ömer Abdüsselâm Tedmürî, C. I-XI, Beyrut: Dârü’l- kütübi’l-Arabî, 2012. _________, Üsdü’l-ġābe fî maʿrifeti’ṣ-ṣaḥâbe, thk. Ali Muhammed Muavviz, Âdil Ahmed Abdülmevcûd, C. I-VIII, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1417/1996. İBNÜ’L-ESÎR, Ebü’s-Seâdât Mecdüddîn el-Mübârek b. Esîrüddîn Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî el-Cezerî, Câmiʿu’l-uṣûl li-eḥâdîs̱i’r-Resûl, thk. Abdülkādir el-Arnaût v.d., C. I-XII, 1. bs., Dımaşk: 1389-1392/1969-1972. İBNÜ’L-KATTÂN EL-MAĞRİBÎ, Ebü’I-Hasen Alî b. Muhammed b. Abdilmelik el- Kutâmî el-Fâsî, Beyânü’l-vehm ve’l-îhâmi’l-vâḳıʿayn fî kitâbi’l-Aḥkâm, Dirâse ve thk. Hüseyin Âyt Saîd, C. I-VI, 1. bs., Riyad: Dâru Tayyibe li'n-neşr ve’t-tevzî‘, 1417/1997. İBNÜ’l-MEHÂMİLÎ, Ebü’l-Hasen Ahmed b. Muhammed b. Ahmed el-Mehâmilî ed- Dabbî, el-Lübâb fi’l-fıḳhi’ş-Şâfi‘î, nşr. Abdülkerîm b. Suneytân el-Amrî, 1. bs., Medine: 1416. 275 İBNÜ’L-MÜLAKKİN, Ebû Hafs Sirâcüddîn Ömer b. Alî b. Ahmed el-Ensârî el-Mısrî, et-Tavżîḥ li-şerḥi’l-Câmiʿi’ṣ-ṣaḥîḥ, thk. Dârü’l-felâh ekibi, C. I-XXXVI, 1. bs., Katar: Vizâretü’l-evkāf ve’ş-şüûni’l-İslâmiyye, 1429/2008. İBNÜ’l-MÜNZİR en-NÎSÂBÛRÎ, Ebû Bekr Muhammed b. İbrâhîm, el-Evsaṭ fi’s-sünen ve’l-icmâʿ ve’l-iḫtilâf, nşr. Ebû Hammâd Sagīr Ahmed b. Muhammed Hanîf, C. I-V, XI, 1. bs., Riyad: Dârü’t-tayyibe, 1405-1420/1985-1993. _________, el-İḳnâʿ, nşr. Abdullah b. Abdülazîz el-Cibrîn, C. I-II, 1. bs., Riyad: 1408/1988. _________, el-İcmâʿ, thk. Ebû Hammâd Sagīr Ahmed b. Muhammed Hanîf, C. I, 2. bs., Acmân-Re’sül-Hayme: Mektebetü’l-Furkān-Mektebetü’s-sekāfiyye, 1420/1999. _________, el-İşrâf ʿalâ meẕâhibi’l-ʿulemâʾ, nşr. Ebû Hammâd Sagīr Ahmed b. Muhammed Hanîf, C. I-X, 1. bs., Riyad: Dârü’l-Medîne li’t-tibâ‘a ve’n-neşr, 1425/2004. İBNÜ’L-VERDÎ, Ebû Hafs Zeynüddîn Ömer b. el-Muzaffer b. Ömer el-Bekrî el-Kureşî el-Maarrî, Târîḫu İbni’l-Verdî, nşr. Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, C. I-II, 1. bs., Lübnan-Beyrut: 1417/1996. JACOB, E., “Mourning”, The Interpreter’s Dictionary of the Bible(IDB), New York- Nashville: 1962, C. 3, ss. 452-454. JUYNBOLL, Th. W., “Ganimet”, İslâm Ansiklopedisi (İA), İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1940-88, C. 4, s. 716. KAHRAMAN, Kemal, “The ENCYCLOPAEDIA of ISLAM”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, C. 11, ss. 181-184. KAHTÂNÎ, Üsâme b. Saîd v.d., Mevsûatü’l-ictimâʿi fî fıḳhi’l-İslâmî, C. I-XI, 1. bs., Riyad: Dârü’l-Hedyi’n-nebevî, 1433-1437/2012-2016. KANDEHLEVÎ, Muhammed Yûsuf, Hadislerle (Hz. Peygamber ve Eshabının Yaşadığı) Müslümanlık, terc. Ahmet M. Büyükçınar, A. Ömer Tekin, Yaşar Erol, C. I-V, İstanbul: Kalem Yayınevi, 1980. KANDEMİR, M. Yaşar, “Câbir b. Abdullah”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1992, C. 6, ss. 530-532. 276 _________, “Ebû Süfyân el-Hâşimî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1994, C. 10, s. 232. _________, “Fâtıma”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, C. 12, ss. 219- 223. _________, “Ubâde b. Sâmit”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, ss. 13-14. _________, “Ümmü Harâm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, s. 322. _________, “Ümmü Seleme”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, ss. 328- 329. _________, “Ümmü Süleym”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, ss. 330-331. KAPAR, Mehmet Ali, “Ehâbîş”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1994, C. 10, ss. 496-497. _________, “GIFÂR (Benî Gıfâr)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1996, C. 14, s. 49. _________, “HANÎFE (Benî Hanîfe)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1997, C. 16, s. 42. KARÂFÎ, Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. İdrîs b. Abdirrahmân el-Mısrî, eẕ-Ẕaḫîre (fi’l-fıḳh), nşr. Saîd A‘râb, Muhammed Bû Hubze, Muhammed Haccî, C. I-XIV, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-garbi’l-İslâmî, 1994. KARAGÖZ, Kenan, Hz. Muhammed Döneminde Öldürülenler, (Doktora Tezi), Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015. 277 KARAMAN, Hayrettin, Anahatlarıyla İslâm Hukuku, 13.bs., İstanbul: Ensar Neşriyat, 2008. KÂSÂNÎ, Alâüddîn Ebû Bekr b. Mes‘ûd b. Ahmed, Bedâʾiʿu’ṣ-ṣanâʾi fî tertîbi’ş-şerâʾi, nşr. Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, C. I-VII, 2. bs., Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, (C. I, II, IV, VI) 1406/1986, (C. III, V, VII) 1394/1974. KÂSIM MUHAMMED, Mahmûd el-Hâc, “el-Mümerrıḍa fî’t-türâs̱i’l-Arabiyyi’l- İslâmî”, Dubaî: Âfâku’s̱-S̱eḳāfe ve’t-Türâs̱, S. XIV, (1417/1996), ss. 34-44. KASTALLÂNÎ, Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr el- Kastallânî, İrşâdü’s-sârî li-şerḥi Ṣaḥîḥi’l-Buḫârî, C. I-X, Mısır-Bulak: el- Matbaatü’l-kübrâ el-emîriyye, 1323. KAYA, Büşra Boztepe, “İslâm Öncesi Arap Toplumunda Emân Uygulamaları”, Genç Akademisyenler İlahiyat Araştırmaları, ed. Sami Erdem, İstanbul: İFAV Yayınları, 2009, ss. 731-736. KAYAPINAR, Hüseyin, “Kuyular”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2002, C. 26, ss. 510-511. KAZANCI, Ahmet Lütfi, “Abdüddâr (Benî Abdüddâr)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1988, C. 1, s. 177. KEHHÂLE, Ömer Rızâ, Aʿlâmü’n-nisâʾ fî ʿâlemeyi’l-ʿArab ve’l-İslâm, C. I-V, Dımaşk: Müessesetü’r-risâle, 1379/1959. KELÂBÂZÎ, Ebû Nasr Ahmed b. Muhammed b. el-Hüseyn el-Buhârî, Ricâlü Ṣaḥîḥi’l- Buḫârî (el-Hidâye ve’l-irşâd fî maʿrifeti ehli’s̱-s̱iḳa ve’s-sedâd elleẕîne aḫrece lehüm el-Buḫârî fî Câmiʿih), thk. Abdullah el-Leysî, C. I-II, Beyrut: Dârü’l- ma‘rife, 1407/1987. KELÂÎ, Ebü’r-Rebî‘ Süleymân b. Musâ b. Sâlim, el-İktifâʾ fî (bimâ teḍammenehû min) meġāzî, thk. Muhammed Kemâleddin İzzeddin Ali, C. I-IV, 1. bs., Beyrut: Âlemi’l-kütüb, 1417/1997. KETTÂNÎ, Muhammed Abdülhay b. Abdilkebîr b. Muhammed el-Hasenî el-İdrîsî, et- Terâtîbü’l-idâriyye(Niẓâmü’l-ḥükûmeti’n-nebeviyye), nşr. Abdullah el-Hâlidî, C. I-II, Beyrut: Şeriketü Dârü’l-Erkam b. ebi’l-Erkam, t.y. 278 KIRBIYIK, Kasım, “Hind Bint Amr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, C. 18, s. 64. KİRMÂNÎ, Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Yûsuf b. Alî, el-Kevâkibü’d-derârî fî şerḥi Ṣaḥîḥi’l-Buḫârî, C. I-XXV, 2. bs., Beyrut: Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî, 1401/1981. KOLLEKTİF(terc. ve şerh), Sünen-i Ebû Dâvûd Terceme ve Şerhi, haz. Nimet Ceylan, Hatice Kakı, C. I-XVII, İstanbul: Şamil Yayınevi, 2011. KOLLEKTİF, “Ağıt”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (TDEA), İstanbul: Dergah Yayınları, 1977, C. 1, ss. 46-47. KOLLEKTİF, el-Mevsûʿatü’l-fıḳhiyye, C. I- XLV, Küveyt, Vizâretü’l-evkāf ve’ş- şüûni’l-İslâmiyye, 1404/1983-1427/2006. KOLLEKTİF, Tarama Sözlüğü, C. I-VIII, 2. bs., Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1988. KOLLEKTİF, Yedi Askı: Arap Edebiyatının Harikaları, çev. Nurettin Ceviz, Kenan Demirayak, Nevzat H. Yanık, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2010. KÖTEN, Akif, “Abdullah b. Ebû Ümeyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1988, C. 1, s. 97. KRENKOW, Fritz, “Şair”, İslâm Ansiklopedisi (İA), İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1940-88, C. 11, s. 291. KUDÛRÎ, Ebü’l-Hüseyn Ahmed b. Ebî Bekr Muhammed b. Ahmed, el-Muḫtaṣar, nşr. Kâmil Muhammed Muhammed Uveyza, C. I, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1418/1997. KUREŞÎ, Ebû Zeyd, Cemheretü eşʿâri’l-ʿArab fi’l-Câhiliyye ve’l-İslâm, thk. Ali Muhammed el-Becâvî, C. I, Mısır: el-Matbaatü Nehzâtü, t.y. KÜÇÜKAŞCI, Mustafa Sabri, “SA‘LEBE (Benî Sa‘lebe)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2009, C. 36, s. 27. _________, “Ümmü Sinân”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, s. 330. 279 _________, “Vahşî b. Harb”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, s. 450. _________, BOZKURT, Nebi, “Mescid-i Nebevî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2004, C. 29, s. 281. _________, “Hz. Peygamber’den Selçuklular’a Emân Geleneği”, Din ve Hayat: İstanbul Müftülüğü Dergisi, Ankara: S. 18, 2013, ss. 92-96. KÜRÂUNNEML, Ebü’l-Hasen Alî b. el-Hasen b. el-Hüseyn el-Hünâî el-Ezdî, el- Münecced (fi’l-luġa), thk. Ahmed Muhtâr Ömer, Dâhî Abdülbâkī, C. I, 2. bs., Kahire: Âlemü’l-kütüb, 1988. _________, el-Münteḫab (min ġarîbi kelâmi’l-ʿArab), thk. Muhammed b. Ahmed el- Ömerî, C. I-II, 1. bs., Mekke: Câmiatü Ümmilkurâ, 1409/1989. LÂŞÎN, Mûsâ Şâhîn, Fetḥu’l-Mün‘ım Şerḥu Ṣaḥîḥ-i Müslim, C. I-X, 1. bs., Kahire: Dârü’ş-Şurûk, 1423/2002. LEBÎD b. REBÎA, Ebû Akīl Lebîd b. Rebîa b. Mâlik b. Ca‘fer el-Âmirî el-Ca‘ferî, Dîvânu Lebîd b. Rabîa‘, ‘İtenâ bihî: Hamdu Tammâs, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-ma‘rife, 1425/2004. LEYS b. SA‘D, Ebü’l-Hâris el-Leys b. Sa‘d b. Abdirrahmân el-Fehmî, Cüzʾ fîhi meclis min fevâʾidi’l-Leys̱ b. Saʿd, nşr. Muhammed b. Rızk b. Tarhûnî, C. I, 1. bs., Riyad: Dâru âlemi’l-kütüb li’n-neşr ve’t-tevzî‘, 1407/1987. MA‘MER b. MÜSENNÂ, Ebû Ubeyde Ma‘mer b. el-Müsennâ et-Teymî el-Basrî, Kitâbü’d-Dîbâc, nşr. Abdullah b. Süleyman el-Cerbû‘, Abdurrahman b. Süleyman el-Useymîn, C. I, Kahire: Mektebetü’l-Hâncî, 1411/1991. MAKDİSÎ, Ebû Nasr el-Mutahhar b. Tâhir (el-Mutahhar), Kitâbü’l-Bedʾ ve’t-târîḫ, C. I- VI, Port Said: el-Mektebetü’s-sekāfeti’d-dîniyye, t.y. MAKRÎZÎ, Ebû Muhammed (Ebü’l-Abbâs) Takıyyüddîn Ahmed b. Alî b. Abdilkādir b. Muhammed el-Makrîzî, İmtâʿu’l-esmâʿ bimâ li’r-resûl mine’l-ebnâʾi (enbâʾi) ve’l-aḥvâl ve’l-ḥafede ve’l-metâʿ, nşr. Muhammed Abdühamîd en-Nemîsî, C. I- XV, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1420/1999. MÂLİK b. ENES, Ebû Abdillâh Mâlik b. Enes b. Mâlik b. Ebî Âmir el-Asbahî el-Yemenî, el-Muvaṭṭaʾ, thk. Muhammed Fuâd Abdulbâkî, C. I-II, y.y.: Dâru ihyâi’t-türâsi’l- Arabî, 1406/1985. 280 _________, el-Muvaṭṭaʾ, thk. Muhammed Mustafa el-A‘zamî, C. I-VIII, 1. bs., Abu Dabî: Müessesetü Zâyd b. Sultân, 1465/2004. MÂVERDÎ, Ebü’l-Hasen Alî b. Muhammed b. Habîb el-Basrî, el-Ḥâvi’l-kebîr, nşr. Ali Muhammed Muavvaz, Âdil Ahmed Abdülmevcûd, C. I-XVIII, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1414/1994. _________, el-İḳnâʿ, nşr. Hıdır Muhammed Hıdır, C. I, 1. bs., İran: Dârü İhsân li’n-neşr ve’t-tevzî‘, 1420/2000. _________, en-Nüket ve’l-Uyûn: Tefsîru’l-Mâverdî, nşr. Seyyîd b. Abdülmaksûd b. Abdürrahîm, C. I-VI, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, t.y. MERGĪNÂNÎ, Ebü’l-Hasen Burhânüddîn Alî b. Ebî Bekr b. Abdilcelîl el-Fergānî, el- Hidâye Şerḥu Bidâyeti’l-mübtedî, nşr. Fehîm Eşref Nûr, C. I-VIII, Pakistan: İdâretü’l-Kur’ân ve’l-ulûmi’l-İslâmiyye, 1417. MERVEZÎ, Ebû Abdillâh Muhammed b. Nasr b. Yahyâ, es-Sünne, nşr. Sâlim b. Ahmed es-Selefî, 1. bs., Beyrut: Müessesetü’l-kütübi’s-sekāfe, 1408/1988. MERZÜBÂNÎ, Ebû Ubeydillâh Muhammed b. İmrân b. Mûsâ b. Saîd el-Merzübânî, Eşʿârü’n-nisâʾ, thk. Sâmî Mekkî el-Ânî, Hilâl Nâcî, Beyrut: Dâru âlemi’l-kütüb, 1415/1995. MES‘ÛDÎ, Ebü’l-Hasen Alî b. el-Hüseyn b. Alî el-Mes‘ûdî el-Hüzelî, et-Tenbîh ve’l- işrâf, nşr. Abdullah es-Sâvî, C. I, Kahire: el-Mektebetü’t-târîhiyye, 1357/1938. MEVSILÎ, Ebü’l-Fazl Mecdüddîn Abdullāh b. Mahmûd b. Mevdûd, el-İḫtiyâr li-taʿlîli’l- Muḫtâr, nşr. Mahmûd Ebû Dakīka, C. I-V, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, t.y. MİZZÎ, Ebü’l-Haccâc Cemâlüddîn Yûsuf b. Abdirrahmân b. Yûsuf, Tehẕîbü’l-Kemâl fî esmâʾi’r-ricâl, nşr. Beşşâr Avvâd Ma‘rûf, C. I-XXXV, Beyrut: Müessesetü’r- risâle, 1402-1413/1982-1992. MOĞULTAY B. KILIÇ, Ebû Abdillâh Alâüddîn Moğultay b. Kılıç b. Abdillâh el- Bekcerî el-Hikrî, İkmâlü Tehẕîbi’l-Kemâl, thk. Ebû Abdurrahman Âdil b. Muhammed, Ebû Muhammed Üsâme b. İbrahim, C. I-XII, 1. bs., Kahire: Fârûku’l-hadîse, 1422/2001. MUHİBBÜDDİN et-TABERÎ, Ebü’l-Abbâs (Ebû Ca‘fer) Muhibbüddîn Ahmed b. Abdillâh b. Muhammed et-Taberî el-Mekkî, er-Riyâżü’n-naḍire fî feżâʾil (menâḳıb)i’l-ʿaşere, C. I-IV, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1405/1984. 281 MUHTAR, Cemal, “Antere”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1991, C. 3, s. 237. MUTARRİZÎ, Ebü’l-Feth Burhânüddîn Nâsır b. Abdisseyyid b. Alî, el-Muġrib fî tertîbi’l-Muʿrib, thk. Mahmûd Fâhûrî, Abdülhamîd Muhtâr C. I-II, 1. bs., Haleb: Mektebetü Üsâme b. Zeyd, 1399/1979. MÜBERRED, Ebü’l-Abbâs Muhammed B. Yezîd B. Abdilekber B. Umeyr, el-Kâmil fi’l- edeb (fi’l-luġa ve’l-edeb ve’n-naḥv ve’t-taṣrîf), nşr. Muhammed Ebü’l-Fazl İbrâhim, C. I-IV, 3. bs., Kahire: Dârü’l-fikri’l-Arabî, 1417/1997. MÜHELLEB, el-Mühelleb b. Ebî Sufre et-Temimi el-Mâlikî el-Endelûsî, el- Muḫtaṣaru’n-naṣîḥ fî tehẕîbi’l-kitâbi’l-Câmiı’ṣ-Ṣaḥiḥ, thk. Ahmed b. Fâris es- Sellûm, C. I-IV, Riyad: Dârü’t-tevhîd-Dâru Ehli’s-sünne, 1430/2009. MÜSLİM b. HACCÂC, Ebü’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc b. Müslim el-Kuşeyrî, Ṣaḥîḥ-i Müslim, thk. Muhammed Fuâd Abdulbâkî, C. I-V, Beyrut: Dâru ihyâi kütübi’l-Arabî, 1412/1991. MÜTERCİM ÂSIM EFENDİ, Kāmus Tercümesi (el-Okyânûsü’l-basît fî tercemeti’l- Kāmûsi’l-muhît), C. I-VI, 1. bs., İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2013. MÜTTAKĪ EL-HİNDÎ, Alî b. Hüsâmiddîn b. Abdilmelik b. Kadîhân, Kenzü’l-Ummâl, nşr. Bekrî Hayyânî, Saffet es-Sekkā, C. I-XVIII, 5. bs., Beyrut: Müessesetü’r- risâle, 1405/1985. NEDVÎ, Seyyid Süleyman, Sîretü’s-seyyide ʿÂʾişe ümmi’l-müʾminîn, thk. Muhammed Rahmetullah Hâfız en-Nedvî, Dımaşk-Beyrut: Dârü’l-kalem, 1424/2003. NESÂÎ, Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb b. Alî, Kitâbü’s-Sünenü’l-Kübrâ, thk. Hasan Abdülmün‘im Şelebî, C. I-XII, 1. bs., Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 1421/2001. NEVEVÎ, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Şeref b. Mürî, el-Minhâc fî şerḥi Ṣaḥîḥi Müslim b. Ḥaccâc, C. I-XVIII, y.y.: Müessesetü Kurtuba, 1414-1412/1991-1994. _________, Tehẕîbü’l-esmâʾ ve’l-luġāt, nşr. İdâretü’t-tıbâati’l-münîriyye, C. I-IV, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, t.y. NUMÂNÎ, Mevlânâ Şibli, Son Peygamber Hz. Muhammed, çev. Yusuf Karaca, İstanbul: İz Yayıncılık, 2014. 282 NÜVEYRÎ, Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Abdilvehhâb b. Muhammed el-Bekrî et- Teymî el-Kureşî, Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb, thk. Müfîd Kumeyha, C. XXXIII, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1424/2004. ÖĞMÜŞ, Harun, Câhiliyye Döneminde Araplar, İstanbul: İz Yayıncılık, 2013. ÖNKAL, Ahmet, “Civâr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1993, C. 8, ss. 34- 35. _________, “Hazrec (Benî Hazrec)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, C. 17, ss. 143-144. _________, “Müseylimetülkezzâb”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2006, C. 32, ss. 90-91. ÖZDEMİR, Halime, Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Câhiliye Çağı İnsanı, (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006. ÖZDEMİR, Serdar, “Seriyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2009, C. 36, ss. 565-566. ÖZEL, Ahmet, “Cihad”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1993, C. 7, ss. 527- 531. _________, “Esir”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, C. 11, ss. 382-389. _________, İslâm Devletler Hukukunda Savaş Esirleri, 2. bs., Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2014. ÖZKAN, Halit, “Ümmü Umâre”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, s. 332. _________, “Zeyneb bint Muâviye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2013, C. 44, ss. 361-362. 283 ÖZTÜRK, Levent, Hz. Peygamber Döneminde Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri, İstanbul: Ayışığıkitapları, 2001. _________, İslâm Tıp Tarihi Üzerine İncelemeler, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2013. _________, İslâm Dünyasında Hastaneler, İstanbul: Siyer Yayınları, 2018. SABUNCU, Ömer, Hz. Âişe’nin Hayatı, Şahsiyeti ve İslâm Tarihindeki Yeri, (Doktora Tezi), Şanlıurfa: Harran Üniversitesi Sosyal bilimler Enstitüsü, Şanlıurfa: 2015. SAFEDÎ, Ebü’s-Safâ (Ebû Saîd) Salâhuddîn Halîl b. İzziddîn Aybeg b. Abdillâh, el-Vâfî bi’l-vefeyât, thk. Ahmed Arnâvût, Türkî Mustafâ, C. I-XXIX, 1.bs., Beyrut: Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî, 1420/2000. SÂHİB b. ABBÂD, Ebü’l-Kāsım İsmâîl b. Abbâd b. el-Abbâs et-Tâlekānî, el-Muḥîṭ fi’l- luġa, thk. Muhammed Hasan Âl-i Yâsîn, C. I-XI, 1. bs., Beyrut: Âlemü’l-kütüb, 1414/1994. SAHNÛN, Ebû Saîd Abdüsselâm b. Saîd b. Habîb et-Tenûhî, el-Müdevvenetü’l-kübrâ, nşr. Vizâretü’l-evkāf es-Suûdiyye, C. I-XVI, Riyad: Matbaatü’s-saâde, 1324. SAÎD b. MANSÛR, Ebû Osmân Saîd b. Mansûr b. Şu‘be el-Horasânî, Kitâbü’s-Sünen, thk. Habîbürrahman el-A‘zamî, C. I-II, 1. bs., Bombay: Dârü’s-Selefiyye, 1403/1982. SALİH, Aidin, Gerçek Tıp, İstanbul: 2008. SARI, Yasemin, Hendek Savaşı, (Yüksek Lisans Tezi), Sakarya: Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006. SARIÇAM, İbrahim, “Müzeyne(Benî Müzeyne)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2006, C. 32, ss. 250-251. _________, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, 10. bs., Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2015. SAVAŞ, Rıza, “Hz. Aişe’nin Evlenme Yaşı İle İlgili Farklı Bir Yaklaşım”, İzmir: D.E.Ü.İ.F.D., S. IX, (1995), ss. 139-144. _________, “Küaybe bint Sa‘d”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2002, C. 26, s. 519. _________, İslâm’ın İlk Asrında Kadın, 1. bs., İstanbul: Siyer Yayınları, 2017. 284 SELİGSOHN, Max, “A’işe”, İslâm Ansiklopedisi (İA), İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1940-88, C. I, ss. 229-230. SELMÂN, Abdülazîz Muhammed, el-Esʾile ve’l-ecvibetü’l-fıḳhiyye, C. I-VII, y.y.: 1412/1992. SERAHSÎ, Ebû Bekr Şemsü’l-eimme Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed, el-Mebsûṭ, C. I- XXX, Beyrut: Dârü’l-ma‘rife, 1409/1989. _________, Şerḥu’s-Siyeri’l-kebîr, thk. Ebû Abdullah Muhammed Hasan İsmail eş-Şâfiî, C. I-V, 1.bs., Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1417/1997. SERİNSU, Ahmet Nedim, Dinî Terimler Sözlüğü, Ankara: MEB Yayınları, 2009. SIBT İBNÜ’l-CEVZÎ, Ebü’l-Muzaffer Şemsüddîn Yûsuf b. Kızoğlu et-Türkî el-Avnî el- Bağdâdî, Mirʾâtü’z-zamân fî târîḫi’l-aʿyân, nşr. Muhammed Berkâtî v.d., C. I- XXIII, Beyrut: er-Risâletü’l-âlemiyye, 1434/2013. SİMNÂNÎ, Ebü’l-Kāsım Ali b. Muhammed, Ravżatü’l-ḳuḍât ve ṭarîḳu’n-necât, nşr. Selâhaddin en-Nâhî, C. I-IV, 2. bs., Beyrut-Umman: Müessesetü’r-risâle-Dârü’l- Furkān, 1404/1984. SMİTH, D. Howard, ROBSON, J., “Mourning”, A Dictionary of Comparative Religion(DCR), London: 1970, s. 453. SOFUOĞLU, Mehmed(mütercim), Sâhîh-i Buhârî ve Tercemesi, C. I-XVII, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1987-1989. _________, Sahîh-i Muslim ve Tercemesi, C. I-VIII, İstanbul: İrfan Yayınevi, 1988. SÜBKÎ, Ebû Nasr Tâcüddîn Abdülvehhâb b. Alî b. Abdilkâfî, Ṭabaḳātü’ş-Şâfiʿiyyeti’l- kübrâ, thk. Mahmûd M. et-Tanâhî, Abdülfettâh M. el-Hulv, C. I-X, 1. bs., Kahire: Dâru ihyâi’l-kütübi’l-Arabî-Faysal Îsâ el-Bâbî el-Halebî, 1383/1964. SÜFYÂN es-SEVRÎ, Ebû Abdillâh Süfyân b. Saîd b. Mesrûk es-Sevrî el-Kûfî, Min Ḥadîs̱i’l-İmâm Süfyân b. Saʿîd es̱-S̱evrî: Rivâyetü’s-Serî b. Yaḥyâ ʿan şüyûḫih ʿani’s̱-S̱evrî ve rivâyetü Muḥammed b. Yûsuf el-Firyâbî ʿani’s̱-S̱evrî, thk. Âmir Hasan Sabrî, C. I, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-beşâiri’l-İslâmiyye, 1425/2004. SÜHEYLÎ, Ebü’l-Kāsım Abdurrahmân b. Abdillâh b. Ahmed el-Has‘amî, er-Ravżü’l- ünüf fî şerḥi’s-Sîreti’n-nebeviyye li’bni Hişâm, thk. Abdurrahman el-Vekîl, C.I- VII, Kahire: Mektebetü İbn Teymiyye, 1410/1990. SÜYÛTÎ, Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî es- Süyûtî eş-Şâfiî, Cemʿu’l-cevâmiʿ el-maʿrûf bi’l-Câmiʿi’l-kebîr, thk. Muhtâr 285 İbrahim el-Hâic, Abdülhamîd Muhammed Nedâ, Hasan Îsâ Abdü'z-Zâhir, C. I- XXV, 2. bs., Kahire: el-Ezherü’ş-şerîf, 1426/2005. ŞÂFİÎ, Ebû Abdillâh Muhammed b. İdrîs b. Abbâs, el-Üm, nşr. Muhammed Zührî en- Neccâr, C. I-VIII, 2. bs., Beyrut: Dârü’l-ma‘rife, 1393/1973. _________, el-Müsned, C. I, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1400. ŞÂMÎ, Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Yûsuf b. Alî b. Yûsuf es-Sâlihî, Sübülü’l- hüdâ ve’r-reşâd fî sîreti ḫayri’l-ʿibâd, thk. Âdil Ahmed Abdülmevcûd, Ali Muhammed Meûz, C. I-IV, Beyrut: 1414/1993. ŞARKÂVÎ, Abdurrahman, Muḥammedün Raṣûlü’l-Ḥurriyye, 1. bs., Beyrut: Dârü’ş- Şurûk, 1410/1990. ŞÎRÂZÎ, Ebû İshâk Cemâlüddîn İbrâhîm b. Alî b. Yûsuf, et-Tenbîh fî fürûʿi’l-fıḳhi’ş- Şâfiʿî, haz. Merkezü’l-Hademât ve’l-ebhâsi’s-sekāfiyye, 1. bs., Beyrut: Âlemü’l- kütüb, 1403/1983. TABERÂNÎ, Ebü’l-Kāsım Müsnidü’d-dünyâ Süleymân b. Ahmed b. Eyyûb, el- Muʿcemü’l-kebîr, nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî, C. I-XXV, Kahire: Mektebetü İbn Teymiyye, t.y. _________, el-Muʿcemü’l-evsaṭ, thk. Tarık b. Ivadillah b. Muhammed, Abdu’l-Muhsin b. İbrahim el-Hüseynî, C. I-X, Kahire, Dârü’l-harameyn, 1415/1995. TABERÎ, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd el-Âmülî et-Taberî el-Bağdâdî, Târîḫu’t-Taberî: Târîḫu’r-Rusül ve’l-Mülûk, thk. Muhammed Ebü’l-Fazl İbrâhim, C. I-XI, Kahire: Dârü’l-ma‘ârif, 1387/1967. _________, Câmiʿu’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân, thk. Abdullah b. Abdülmuhsin et- Türkî, C. I-XXVI, Kahire: Dârü’l-hicr, 1422/2001. TAHÂVÎ, Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. Selâme el-Ezdî el-Hacrî el-Mısrî, Şerḥu müşkili’l-âs̱âr, thk. Şuayb el-Arnaût, C. I-XVI, 1.bs., Beyrut, Müessesetü’r-risâle, 1415/1994. _________, Muḫtaṣaru İḫtilâfi’l-ʿulemâʾ, nşr. Abdullah Nezîr Ahmed, C. I-V, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-beşâiri’l-İslâmiyye, 1416/1995. TANMAN, M. Baha, “Hala Sultan Tekkesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1997, C. 15, s. 225. 286 TAYÂLİSÎ, Ebû Dâvûd Süleymân b. Dâvûd b. el-Cârûd, el-Müsned, thk. Muhammed Abdülmuhsin et-Türkî, C. I-IV, y.y.: Dârü’l-hicr, 1419-1420/1999. TEMMÂM er-RÂZÎ, Ebü’l-Kāsım Temmâm b. Muhammed b. Abdillâh el-Becelî er- Râzî, el-Fevâʾid, thk. Hamdî b. Abdülmecîd es-Selefî, C. I-II, 1. bs., Riyad: Mektebetü’r-rüşd, 1412/1992. TERZİOĞLU, Arslan, “Bîmâristan”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1992, C. 6, s. 163. TİRMİZÎ, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre (Yezîd), el-Câmiʿu’l-kebîr, thk. Beşşâr Avvâd Ma‛rûf, C. I-VI, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-garbi’l-İslâmî, 1996. TOĞUŞLU, Serap, Hz. Peygamberin Hanımlarından Zeyneb Binti Cahş’ın Hayatı Kişiliği İslam Tarihindeki Yeri Ve Önemi, (Yüksek Lisans Tezi), Şanlıurfa: Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007. TOKSARI, Ali, “Hz. Peygamber Döneminde Kadın”, Sosyal Hayatta Kadın, haz. İsmail Kurt, Seyit Ali Tüz, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2005, ss. 67-80. TÜRCAN, Talip, “Şûra”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, C. 39, ss. 233- 235. UKAYLÎ, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Amr b. Mûsâ, eḍ-Ḍuʿafâʾü’l-kebîr, nşr. Abdülmu‘tî Emîn Kal‘acî, C. I-IV, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1404/1984. ULUDAĞ, Süleyman, “Ağıt”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1988, C. 1, ss. 470- 472. UMERİ, Ekrem Ziya, Medine Toplumu, çev. Nureddin Yıldız, İstanbul: Risale Yayınları, 2007. URALER, Aynur, “Safiyye bint Abdülmuttalib”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2008, C. 35, ss. 475-476. UYAR, Gülgün, “Ümmü’l-Hâris”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, C. 42, s. 332. 287 VÂKIDÎ, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer b. Vâkıd el-Vâkıdî el-Eslemî el-Medenî, Kitâbü’l-Meġāzî, nşr. Marsden Jones, C. I-III, Londra: 1966. _________, Kitâbü’r-Ridde ve nebẕe min fütûḥi’l-ʿIrâḳ ve ẕikrü’l-Ḥâris̱ bin Müs̱ennâ, thk. Yahyâ el-Cebûrî, C. I, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-garbi’l-İslâmî, Beyrut: 1410/1990. WAFİ, Ali Abdu’l-Wahid, “İslamiyete Göre Kölelik”, Ankara: A.Ü.İ.F.D., çev. Kemal Işık, C. IX, Türk Tarih Kurumu Basımevi, (1962), ss. 207-212. WENSINCK, Arent Jan v.d., el-Muʿcemü’l-müfehres li-elfâẓi’l-ḥadîs̱i’n- nebevî(Concordance), C. I-VII, Leiden: Mektebetü Brill, 1936-69; C. VIII, el- Fehâris, haz. W. Raven, J. J. Witkam, Leiden: 1988. YÂKŪT el-HAMEVÎ, Ebû Abdillâh Şihâbüddîn Yâkūt b. Abdillâh el-Hamevî el- Bağdâdî er-Rûmî, Muʿcemü’l-büldân, thk. Ferîd Abdülazîz el-Cündî, C. I-VII, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, t.y. YALTKAYA, Şerafettin, Yedi Askı, İstanbul: Maarif Matbaası, 1943. YAMAN, Ahmet, “Savaş”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2009, C. 36, ss. 189- 194. YARDIM, Ali, “Esmâ bint Ebû Bekir es-Sıddîk”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, C. 11, s. 402. YEMÛT, Beşîr, Şâ‘irâtü’l-‘Arab fi’l-Câhiliyye ve’l-İslâm, 1. bs., Beyrut: el-Mektebetü’l- ehliyye, 1353/1934. YILDIRIM, Suzan, Hz. Peygamber'in hanımlarından Ümmü Seleme'nin hayatı ve kişiliği, (Yüksek Lisans Tezi), Şanlıurfa: Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006. YILDIZ, Hakkı Dursun(Redaktör), Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, C. I-XIV, İstanbul: Çağ Yayınları, 1992. ZEBÎDÎ, Ebü’l-Abbâs Zeynüddîn (Şihâbüddîn) Ahmed b. Ahmed b. Abdillatîf eş-Şercî, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, terc. ve şerh Babanzâde Ahmed Naim, Kâmil Miras, C. I-XIII, 4. bs., Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1976. 288 ZEBÎDÎ, Ebü’l-Feyz Muhammed el-Murtazâ b. Muhammed b. Muhammed b. Abdirrezzâk el-Bilgrâmî, Tâcü’l-ʿarûs min cevâhiri’l-Ḳāmûs, nşr. Ahmed Ferrâc v.d., C. I-XL, Kuveyt: Matbaatü hükûmeti’l-Kuveyt, 1965-2002. ZEHEBÎ, Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân ez-Zehebî et- Türkmânî el-Fârikī ed-Dımaşkī, Mîzânü’l-iʿtidâl fî naḳdi’r-ricâl, nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî, Beyrut: Dârü’l-ma‘rife, 1382/1963. _________, el-Muḳtenâ fî serdi’l-künâ, thk. Muhammed Sâlih Abdülazîz el-Murâd, C. I- II, Medine: 1408/1987. _________, Tecrîdü esmâʾi’ṣ-ṣaḥâbe, nşr. Dârü’l-ma‘rife, C. I-II, Beyrut: t.y. _________, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, nşr. Şuayb el-Arnaût v.d., C. I-XXV, 11. bs., Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 1417/1996. _________, el-Kâşif fî maʿrifeti men lehû rivâye fi’l-Kütübi’s-sitte, thk. Muhammed Avvâme, Ahmed Muhammed Nemir Hatîb, C. I-II, Cidde: 1413/1992. _________, Târîḫu’l-İslâm ve vefeyâtü’l-(ṭabaḳātü’l-)meşâhîr ve’l-aʿlâm, thk. Beşşâr Avvâd Ma‘rûf, C. I-XVII, 1. bs., Beyrut: Dârü’l-garbi’l-İslâmî, 2003. _________, el-Müheẕẕeb fi’ḫtiṣâri’s-Süneni’l-kebîr, thk. Yâsir b. İbrahim Ebû Temâm, C. I-X, 1. bs., Riyad: Dârü’l-vatan, 1422/2001. _________, Teẕhîbü Tehẕîbi’l-Kemâl fî esmâʾi’r-ricâl, thk. Guneym Abbas Guneym, Mecdî Seyyid Emîn, C. I-XI, 1. bs., Kahire: 1425/2004. ZEMAHŞERÎ, Ebü’l-Kāsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî, el-Müstaḳṣâ fi’l-ems̱âl (el-Müstaḳṣâ fî ems̱âli’l-ʿArab), nşr. Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, C. I-II, Beyrut: 1987. ZEVZENÎ, Ebû Abdillâh Hüseyn b. Ahmed, Şerḥu’l-Muʿallaḳāti’s-sebʿ, thk. Heyet, C. I, Beyrut: Dârü’l-âlemiyye, 1413/1992. ZEYDÂN, Corcî, Târîḫu’t-temeddüni’l-İslâmî, C. I-V, Kahire: Müessetü Hindâvî li’t- ta’lîm ve’s-sekāfe, 2013. ZEYLAÎ, Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdullâh b. Yûsuf b. Muhammed, Naṣbü’r-râye li-taḫrîci eḥâdîs̱i’l-Hidâye, tsh. Muhammed Avvâme, C. I-V, 1. bs., Cidde- Beyrut: Dârü’l-kıble li’s- sekāfeti’l-İslâmiyye-Müessesetü’r-reyyân, 1418/1997. ZİRİKLÎ, Ebû Gays Muhammed Hayrüddîn b. Mahmûd b. Muhammed b. Alî b. Fâris ez- Ziriklî ed-Dımaşkī, el-Aʿlâm, C. I-VIII, 15. bs., Beyrut: Dârü’l-ilm li’l-Melâyîn, 2002. 289 ZÜBEYRÎ, Ebû Abdillâh Mus‘ab b. Abdillâh b. Mus‘ab, Kitâbü Nesebi Ḳureyş, nşr. E. Lévi-Provençal, C. I, Kahire: Dârü’l-me‘ârif, 1982. ZÜHAYLÎ, Vehbe, “Eman”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, C. 11, ss. 79- 81. _________, el-Fıḳhü’l-İslâmî ve edilletüh, C. I-VIII, Dımaşk: Dârü’l-fikr, 1405/1985. ZÜRKĀNÎ, Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdilbâkī b. Yûsuf, Şerḥu’l-‘Allame ez-Zerkânî ale’l- Mevâhibi’l-ledünniyye, nşr. Muhammed Abdülazîz el-Hâlidî, C. I-XII, 1. bs., Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye 1417/1996. 290 TABLOLAR Ek 1: Müslümanlar bağlamında kadınların tablosu; YERİNE ADI GEÇEN SAYI İSMİ KABÎLESİ GETİRDİĞİ SAVAŞ HİZMETLER Abdullah b. Atîk’in Abdullah b. Atîk 1 ?/ Yahudi İstihbarat sütannesi seriyyesi Abdullah b. 2 ? Hayber Hastabakıcılık Üneys’in Eşi el-Hazreciyye, Savaşçı oğul 3 Afrâ bint Ubeyd Benî Neccâr Mâlik Uhud yetiştirme kolu/ MEDİNELİ Uhud, Benî el-Kureşiyye, et- Savaş bilgisi saklama, Âişe bint Ebî Bekr Mustaliḳ, 4 Teymiyye kolu/ Hastabakıcılık, Su es-Sıddîk Hendek, MEKKELİ taşıma Hudeybiye Amre bint el-Hazreciyye, Hazm(Sa‘d b. Benî Neccâr Mâlik 5 Mekke Fethi Savaş bilgisi saklama Rebî‘in eşi) kolu/ MEDİNELİ Benî Gıfâr’dan Bir Benî Gıfâr/ Hastabakıcılık, Geri 6 Hayber Kadın MEDİNELİ hizmetler Benî Gıfâr’dan Bir Benî Gıfâr/ Hastabakıcılık, Geri 7 Hayber Kadın MEDİNELİ hizmetler Benî Gıfâr’dan Bir Benî Gıfâr/ Hastabakıcılık, Geri 8 Hayber Kadın MEDİNELİ hizmetler Benî Gıfâr’dan Bir Benî Gıfâr/ Hastabakıcılık, Geri 9 Hayber Kadın MEDİNELİ hizmetler Benî Gıfâr’dan Bir Benî Gıfâr/ Hastabakıcılık, Geri 10 Hayber Kadın MEDİNELİ hizmetler Benî Nadîr’den bir 11 ? Benî Nadîr İstihbarat kadın el-Hazreciyye, İsmi Benî Neccâr 12 Bint Ka‘b zikredilmeyen bir Hastabakıcılık Mâzin kolu/ savaş MEDİNELİ 291 YERİNE ADI GEÇEN SAYI İSMİ KABÎLESİ GETİRDİĞİ SAVAŞ HİZMETLER Buhayne bint el- 13 ? Hayber — Hâris Câbir b. 14 ? Hendek Yemek hazırlama Abdullâh’ın eşi Hastabakıcılık, Su er-Rubeyyi‘ bint el-Hazreciyye, taşıma, Yaralı ve 15 Muavviz b. Hâris Benî Neccâr Mâlik Uhud, Hudeybiye Ölüleri Medine'ye (Afrâ’) kolu/ MEDİNELİ taşıma el-Kureşiyye, et- Esmâ bint Ebî Bekr 16 Teymiyye kolu/ Hicret öncesi Savaş bilgisi saklama es-Sıddîk MEKKELİ el-Evsiyye, Benî Hastabakıcılık, Esmâ bint Yezîd b. Hayber, Hendek, 17 Abdüleşhel kolu/ Yemek hazırlama, Seken el-Ensâriyye Hudeybiye MEDİNE Bizzat savaşma Fâtıma bint el- 18 ? Hayber Hastabakıcılık Yemân Fâtıma bint el-Kureşiyye, 19 Muhammed ez- Hâşimiyye kolu/ Uhud Hastabakıcılık Zehrâ MEKKELİ Fürey‘a bint Mâlik el-Hazreciyye/ 20 Bey‘atürrıdvân — b. Sinân MEDİNELİ Benî Müzeyne/ 21 Halîme Cemûm Seriyyesi İstihbarat MEDİNE yakını el-Kureşiyye, el- Hamne bint Cahş b. Esediyye(Benî Hastabakıcılık, Su 22 Uhud, Hayber(?) Riâb el-Esediyye Esed) kolu/ taşıma MEKKELİ Hansâ bint Amr b. Savaşçı oğul 23 Benî Süleym — Şerîd yetiştirme Hind bint Amr b. el-Hazreciyye, Hastabakıcılık, 24 Harâm b. Sa‘lebe (Benî Selime) Uhud, Hayber Ölüleri Medine'ye el-Ensâriyye kolu/ MEDİNELİ taşıma Hastabakıcılık, el-Kureşiyye, Benî 25 Hind bint Üsâse b. Düşman kadınlara Abdümenâf kolu/ Uhud Abbâd savaşta şiirle karşılık MEKKELİ verme 292 YERİNE ADI GEÇEN SAYI İSMİ KABÎLESİ GETİRDİĞİ SAVAŞ HİZMETLER (Rüfeyde) Küaybe el-Eslemiyye/ 26 bint Sa‘d (Saîd) b. Hendek, Hayber Hastabakıcılık MEDİNELİ Utbe el-Eslemiyye GIFÂR (Benî 27 Leylâ el-Gıfâriyye Gıfâr)/ Hendek, Hayber Hastabakıcılık MEDİNELİ Leylâ(Ebû Zer el- 28 Gıfâriyye’nin ? Gābe Gazvesi İstihbarat hanımı) Meymûne (Berre) 29 bint el-Hâris b. Benî Hilâl/ ? Mekke Fethi — Hazn el-Hilâliyye GIFÂR (Benî 30 Muâze el-Gıfâriyye Gıfâr)/ Hendek, Hayber Hastabakıcılık MEDİNELİ el-Kureşiyye, Rukayka bint Ebû 31 Hâşimiyye kolu/ Hicret öncesi İstihbarat Sayfî b. Hâşim MEKKELİ Safiyye bint Ömer el-Kureşiyye, 32 b. El-Hattâb el- Adiyy kolu/ Hayber Hastabakıcılık Kureşî el-Adevî MEKKELİ el-Evsiyye, Benî Hastabakıcılık, Sümeyrâ bint Kays Abdüleşhel Benî Uhud, Benî 33 Ölüleri Medine’ye b. Mâlik b. Ka‘b Dînâr kolu/ Kurayza taşıma MEDİNELİ Ümeyye bint Kays GIFÂR (Benî 34 b. Ebî’s-Salt el- Gıfâr)/ Hayber Hastabakıcılık Gıfâriyye MEDİNELİ Hastabakıcılık, Ümmü Atıyye Yemek hazırlama, 35 Nüseybe bint el- ?/ MEDİNE Uhud, Hayber Nezâret(Geride kalan Hâris el-Ensâriyye eşyaların gözetimi) Ümmü Eymen Hastabakıcılık, Su Bereke bint Sa‘lebe Habeş asıllı köle Uhud, Hayber, taşıma, Savaştan 36 b. Amr el- Huneyn kaçan askeri kınama Habeşiyye 293 YERİNE ADI GEÇEN SAYI İSMİ KABÎLESİ GETİRDİĞİ SAVAŞ HİZMETLER Ümmü Habîbe el-Kureşiyye, Benî Remle bint Ebî 37 Ümeyye kolu/ — Savaş bilgisi saklama Süfyân Sahr b. MEKKELİ Harb el-Ümeviyye Ümmü Harâm bint el-Hazreciyye, Hastabakıcılık, 38 Milhân (Mâlik) b. Benî Neccâr Adî Uhud, Huneyn Çarpışmalara katılma Hâlid el-Ensâriyye kolu/ MEDİNELİ Ümmü Hâşim(Hişâm) bint 39 ?/ MEDİNELİ Bey‘atürrıdvân — Hârise b. El- Ensâriyye Ümmü Kebşe el- el-Kudâ‘ıyye, el- Hastabakıcılık, Su 40 Kudâ‘ıyye el- ‘Uzriyye kolu/ İzin verilmiyor taşıma ‘Uzriyye MEDİNELİ Ümmü Kücce el- Hastabakıcılık, Su 41 ?/ MEDİNELİ Uhud Ensâriyye taşıma Ümmü Kürz el- el-Huzâ‘ıyye/ 42 Huzâ‘ıyye el- Bey‘atürrıdvân — MEDİNELİ Ka‘biyye 43 Ümmü Ma‘bed ? ? Su verme Ümmü Menî‘ Esmâ el-Hazreciyye, Hudeybiye, 44 bint Amr b. Adî b. Benî Selime kolu/ Hastabakıcılık Hayber Kâ‘b b. Selime MEDİNELİ Benî Huzâa dan Ümmü Mutâ‘ el- 45 Eslemiyye kolu/ Hayber Hastabakıcılık Eslemiyye MEDİNELİ ?/Hâşimoğullarının 46 Ümmü Râfi‘ Selmâ mevlâsı/ Hayber Hastabakıcılık MEKKELİ Ümmü el-Kureşiyye, Rimse(Rümeyse) 47 Benî Abdümenâf Hayber Hastabakıcılık bint Amr b. Hâşim kolu/ MEKKELİ b. El-Muttalib 294 YERİNE ADI GEÇEN SAYI İSMİ KABÎLESİ GETİRDİĞİ SAVAŞ HİZMETLER Ümmü Sa‘d Kebşe Savaşçı oğul el-Hazreciyye/ 48 bint Râfi‘ el- Benî Kurayza yetiştirme, MEDİNELİ Ensâriyye Hastabakıcılık Benî Kurayza, Esirler ve Savaşta ele Ümmü Sâbit Remle el-Hazreciyye, Uyeyne b. Hısn geçirilen malların 49 bint el-Hâris el- Benî Neccâr Mâlik el-Fezârî muhâfazası, Elçilerin Ensâriyye kolu/ MEDİNELİ Seriyyesi, el-Füls evinde ağırlanması Seriyyesi Ümmü Sehle(Âsım 50 ?/ MEDİNELİ Hayber Hastabakıcılık b. Âdî’nin eşi) Ümmü Seleme Benî Mustaliḳ, Hind bint Ebî el-Kureşiyye, Benî Hendek, Hayber, Ümeyye Süheyl Mahzûm kolu/ 51 Hudeybiye, Hastabakıcılık, (Huzeyfe) b. MEKKELİ Mekke Fethi, İstişâre Mugīre el- Huneyn, Tâif, Kureşiyye Tebük el-Hazreciyye, Hastabakıcılık, Su Benî Neccâr Uhud, Benî 52 Ümmü Selît taşıma, Çarpışmalara Mâzin kolu/ Kurayza, Hayber katılma MEDİNELİ Hastabakıcılık, Su Benî Huzâa dan taşıma, Ümmü Sinân el- 53 Eslemiyye kolu/ Hayber Nezâret(Geride kalan Eslemiyye MEDİNELİ eşyaların gözetimi), Geri hizmetler Ümmü Süleym Hastabakıcılık, Su el-Hazreciyye, Gumeysâ bint Uhud, Hayber, taşıma, Savaştan 54 Benî Neccâr Adî Milhân (Mâlik) b. Huneyn kaçan askeri kınama, kolu/ MEDİNELİ Hâlid el-Ensâriyye Çarpışmalara katılma Uhud, Benî Kurayza, el-Hazreciyye, Hastabakıcılık, Su Ümmü Umâre Hudeybiye, Benî Neccâr taşıma, Savaştan 55 Nesîbe bint Kâ‘b b. Hayber, Mâzin kolu/ kaçan askeri kınama, Amr el-Mâziniyye Umretü’l-kazâ, MEDİNELİ Bizzat savaşma Huneyn, Yemâme 295 YERİNE ADI GEÇEN SAYI İSMİ KABÎLESİ GETİRDİĞİ SAVAŞ HİZMETLER Ümmü Varaka bint Abdillah b. El- 56 Hâris b. Uveymir b. ?/ MEDİNELİ İzin verilmiyor Hastabakıcılık Nevfel el- Ensâriyye Benî Gıfâr dan el- Ümmü Ziyâd el- Hastabakıcılık, Geri 57 Eşca‘ kolu/ Hayber Eşca‘ıyye hizmetler MEDİNELİ Ümmü’d-Dahhâk el-Hârisiyye/ 58 bint Mes‘ûd el- Hayber Hastabakıcılık MEDİNELİ Hârisiyye Ümmü’l-‘Alâ el- Ensâriyye(binti’l- Benî Kurayza, 59 ?/ MEDİNELİ Hastabakıcılık Hâris b. Sâbit b. Hudeybiye, Hârise) Hayber Hastabakıcılık, Benî Hazrec/ Savaştan kaçan askeri 60 Ümmü’l-Hâris Huneyn MEDİNELİ kınama, Çarpışmalara katılma el-Hazreciyye, Ümmü’l-Münzir 61 Benî Neccâr Adî Bey‘atürrıdvân Hastabakıcılık Selmâ bint Kays kolu/ MEDİNELİ Savaşçı oğul Ümmü’z-Zübeyr el-Kureşiyye, Uhud, Hendek, yetiştirme, Safiyye bint 62 Hâşimiyye kolu/ Benî Kurayza, Hastabakıcılık, geri Abdilmuttalib b. MEKKELİ Hayber hizmetler, Bizzat Hâşim savaşma el-Hazreciyye, Ümmü’n-Nu‘mân 63 Benî Hâris kolu/ Hendek Yemek hazırlama Amre bint Revâha MEDİNELİ el-Kureşiyye, Benî Zeyneb bint Cahş 64 Esed kolu/ Hendek, Tâif — b. Riâb el-Esediyye MEKKELİ 296 Ek 2: Müşrikler bağlamında kadınların tablosu; ADI GEÇEN YERİNE GETİRDİĞİ SAYI İSMİ SAVAŞ HİZMETLER Hind bint Utbe b. Rebîa b. Şiirle teşvik ve cesâretlendirme, 1 Abdişems b. Abdimenâf b. Uhud Müsle, İntikām Kusayy el-Kureşiyye Ümeyme bint Sa‘d b. Vehb 2 Uhud Geri hizmetler b. Eşyem b. Kinâne Berze(Berîre) bint Mes‘ud 3 Uhud Geri hizmetler es-Sakafî el-Beğûm bint el-Mu‘azzil b. Şiirle teşvik ve cesâretlendirme, 4 Uhud Kinâne Müsle, İntikām Sülâfe bint Sa‘d b. Şüheyd 5 Uhud Geri hizmetler el-Ensâriyye(el-Evsiyye) Ümmü Cüheym(Ümmü 6 Hakîm) bint el-Hâris b. Uhud Geri hizmetler Hişâm b. Mugīre Fâtıma bint el-Velîd b. el- 7 Uhud Geri hizmetler Mugīre Hind(Rayta) bint Münebbih 8 Uhud Geri hizmetler b. el-Haccâc es-Sehmî Hunâs bint Mâlik b. el- 9 Uhud Geri hizmetler Mudarrib 10 Remle bint Târık b. Alkame Uhud Şiirle teşvik ve cesâretlendirme 11 Ümmü Hakîm bint Târık Uhud Şiirle teşvik ve cesâretlendirme 12 Kuteyle bint Amr b. Hilâl Uhud Geri hizmetler 13 ed-Duğunniyye Uhud Geri hizmetler Amre bint el-Hâris b. 14 Uhud Sancağı yerden kaldırma Alkame 15 Ümmü Hâkim bint el-Hâris ? Geri hizmetler Sahr’ın kızkardeşi şâire 16 ? Geri hizmetler Hansâ 297 İSMİ SAYI ADI GEÇEN YERİNE GETİRDİĞİ SAVAŞ HİZMETLER Lakît b. Zürâre’nin kızı Şi‘bu Cebele 17 Danışmanlık Dahtenûs Savaşı Şeybânîler’den el-Kârîn’in 18 Zûkar Savaşı Şiirle teşvik ve cesâretlendirme kızı 19 İcl kabîlesinden bir kadının Zûkar Savaşı Şiirle teşvik ve cesâretlendirme Kadda 20 Benî Şeybân’dan bir kadının Harbi(Tehâluk Şiirle teşvik ve cesâretlendirme Savaşı) Sâre(Amr b. Hâşim b. 21 Uhud Şarkılar söyleme Abdülmuttalib’in câriyesi) Azze(el-Esved b. el- 22 Uhud Şarkılar söyleme Muttalib’in câriyesi) 23 Ümeyye b. Halef’in câriyesi Uhud Şarkılar söyleme Yaralıları tedavi, Şiirle teşvik ve 24 Ümmü Rebîa b. Mükdem Kedîd Vak‘ası cesâretlendirme 25 Hüzeyle ? Konuşmalar Hind bint Hâris(Gassâni Mercu Halime 26 Teşvik ve cesâretlendirme melîkinin kızı) Savaşı Benî Kurayza 27 Nübâte Sûikast Savaşı Hayber 28 Zeyneb bint Hâris Gazvesi Sûikast sonrası Sülâfe bint Sa‘d b. eş- 29 Uhud sonrası İntikām Şüheyd 298 ÖZGEÇMİŞ Adı, Soyadı Ömer Faruk Yalçınkaya Doğum Yeri ve Yılı Eminönü 1993 Bildiği Yabancı Diller Arapça İngilizce Eğitim Durumu Başlama - Bitirme Yılı Kurum Adı Lise Lisans Yüksek Lisans Doktora Çalıştığı Kurum (lar) Başlama - Ayrılma Yılı Çalışılan Kurumun Adı 1. 2. 3. Üye Olduğu Bilimsel ve Mesleki Kuruluşlar Katıldığı Proje ve Toplantılar Yayınlar: Diğer: İletişim (e-posta): Tarih 17.02.2021 İmza Adı Soyadı Ömer Faruk Yalçınkaya 299