T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI HUKUK BİLİMLERİ BİLİM DALI KORUNMAYA MUHTAÇ ÇOCUKLARIN SUÇLARIYLA MÜCADELEDE ÇOCUK HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜNÜN GÖREV, YETKİ VE UYGULAMALARI (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Nadir KURUKOL BURSA - 2015 2 T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI HUKUK BİLİMLERİ BİLİM DALI KORUNMAYA MUHTAÇ ÇOCUKLARIN SUÇLARIYLA MÜCADELEDE ÇOCUK HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜNÜN GÖREV, YETKİ VE UYGULAMALARI (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Nadir KURUKOL Danışman: Prof. Dr. Ramazan Cengiz DERDİMAN BURSA - 2015 ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Nadir KURUKOL Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Kamu Yönetimi Bilim Dalı : Hukuk Bilimleri Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : xvii+ Mezuniyet Tarihi : / / 2015 Tez Danışman(lar)ı : Prof. Dr. Ramazan Cengiz DERDİMAN KORUNMAYA MUHTAÇ ÇOCUKLARIN SUÇLARIYLA MÜCADELEDE ÇOCUK HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜNÜN GÖREV, YETKİ VE UYGULAMALARI Bu çalışmada, çocuk ve suç ilişkisi göz önünde bulundurularak korunmaya muhtaç çocukların suçla mücadelesinde ASPB’ye bağlı olan ÇHGM’nin görev, yetki ve uygulamaları incelenmiştir. Araştırmada, suç mağduru ve suça sürüklenen çocuklara yönelik ÇHGM koruyucu ve önleyici tedbirleri, çocuğu koruma altına almadan önce alınacak tedbirler, koruma altındaki çocuğa uygulanacak hizmet modelleri incelenmiştir. Ayrıca, suç mağduru ya da suça sürüklenen çocukların kanun ve yönetmeliklerdeki yeri ele alınmıştır. Araştırmada çocuğu suça sürükleyen fiziksel, ruhsal ve zihinsel etkenlerin yanı sıra aile ve çevre faktörlerinin de etkili olduğu görülmüştür. Aile bütünlüğünün, anne ve babanın sosyo ekonomik, ruhsal ve psikolojik durumunun çocuğun yaşantısını önemli ölçüde etkilediği belirtilmiştir. Aynı zamanda, çevre faktörlerinin çocuğu uçucu, uyuşturucu madde ile tütün kullanımına sürükleyerek onun yaşamındaki risk analizini artırdığı görülmektedir. Çocuk suçluluğu, suçlu çocuk ve suça sürüklenen çocuk kavramlarının istatistiksel analizi TÜİK verileri baz alınarak yapılmış ve uygulamalı gözlemler değerlendirilerek sonuçlar elde edilmiştir. Kanunlarımızda ÇKK suçla mücadelede temel alınan kanundur. Çocuklar için ceza kanunlarında TCK ile tedbir alınırken, mağdur olan çocuklar için ise TMK ile tedbirler alınmıştır. ÇHGM koruyucu ve önleyici hizmetler olarak ilk önce çocuğun öz aile yanında kalmak şartıyla korunmasını hedeflemiş, ancak değişen şartlara göre mağdur çocuğun koruyucu aile yanında kalmasını veya evlat edinilmesini desteklemiştir. Madde kullanan, suç mağduru, suça iii sürüklenen ya da sokakta yaşayan çocukları ÇODEM ile içinde bulunduğu kaostan kurtararak topluma kazandırmayı hedeflemektedir. Anahtar Sözcükler: Korunmaya muhtaç çocuk, suça sürüklenen çocuk, suç mağduru çocuk, ASPB, ÇHGM, Çocuk Koruma Kanunu iv ABSTRACT Name and Surname : Nadir KURUKOL University : Uludağ University Institution : Social Science Institution Field : Public Administration Branch : Science of Law Degree Awarded : Master / PhD Page Number : xvii+ Degree Date : / / 2015 Supervisor (s) : Prof. Dr. Ramazan Cengiz DERDİMAN CHILD SERVICES GENERAL MANAGAMENT’S DUTİES, POWERS AND PRACTICES IN STRUGGLING WITH THE CHILDREN’ CRIME THAT ARE IN NEED OF In that study, considering the relationship between the child and the crime, duty, authority and implementation of ÇHGM which is connected to ASPB in struggling with the crime of children in need of protection have been examined. In the research, preventive and protective measures for children who are crime victims and drifting into crime, measures to be taken before taking the child under protection, service models to be applied to children under protection have been investigated. Also, the situation of children who are victims of crime and drifting into crime in the laws has been dealt. In the study, in addition to physical, psychological and mental factors that led the child to a crime, family and environmental factors have been shown to be effective. The status of family unity, socio-economic status and mental and psychological status of family affects the life of children to an important extent. At the same time, environmental factors seem to increase the risk analysis in the life of the child. Especially volatile substance, drug and tobacco abuse is impossible to go unnoticed. The concepts of juvenile delinquency, delinquent children and v children driven to crime have been statistically analyzed on the based on TÜİK data and results have been obtained by evaluating practical observations. In our laws, ÇKK is the main law in terms of fighting against the crime. In criminal law, TCK is used for children. On the other hand, for children who are victimized, measures have been taken by TMK. ÇHGM, as protective and preventive services, aims protection on the condition of child’s residence with the family; however, depending on the conditions, the ways of foster care and adoption have been shown to be supported. It also aims saving the children who are addictive, crime victim, drifting into crime or living in the street with the help of ÇODEM and impart them to the community. Keywords: Child in need of protection, child drifting into crime, crime victim child, ASPB, ÇHGM, Child Protection Law vi ÖNSÖZ “Korunmaya Muhtaç Çocukların Suçlarıyla Mücadelede Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün Görev, Yetki ve Uygulamaları” isimli yüksek lisans tezimin oluşma aşamasında beni sabırla dinleyip yol gösteren, aynı zamanda tezin hazırlanması ve düzenlenmesi aşamasında en ince ayrıntısına kadar bilgi, birikim ve deneyimlerini paylaşarak katkı sağlayan çok kıymetli hocam Sayın Prof. Dr. Ramazan Cengiz DERDİMAN’a teşekkürü bir borç bilirim. Yaptığım çalışmalar esnasında yardımlarını esirgemeyen değerli Kamu Yönetimi Bölümü öğretim görevlilerine teşekkürlerimi sunarım. Tezin ortaya çıkış aşamasında bilgi birikimleriyle katkı sağlayan, tashih aşamasında yardımlarını esirgemeyen fedakâr eşim Sayın Burcu KURUKOL’a ve Rehberlik ve Psikoloji Danışmanı Sayın Kadir KURUKOL’a teşekkürlerimi bir borç bilirim. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı çalışanlarına ve Bursa Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü çalışanlarına vermiş oldukları fikirler ve istatistik veriler için teşekkür ederim. Son olarak anne ve babama manevi destekleri için, beni haklarından fedakârlık ederek sabırla bekleyen eşim Burcu’ya ve varlıklarıyla gururlandığım oğlum Ferit, Levent ve kızım Zeynep Nilüfer’e sonsuz sevgi ve minnet duygularımı sunuyorum. İyi ki varsınız. Bursa, Demirci-Nilüfer 2015 Nadir KURUKOL vii İÇİNDEKİLER ÖZET ........................................................................................................................................ iii ABSTRACT .............................................................................................................................. v ÖNSÖZ .................................................................................................................................... vii İÇİNDEKİLER...................................................................................................................... viii TABLOLAR LİSTESİ ..................................................................................................... xiii GRAFİKLER LİSTESİ .................................................................................................. xiv KISALTMALAR DİZİNİ ..................................................................................................... xvi GİRİŞ ......................................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM SUÇ VE KORUNMAYA MUHTAÇ ÇOCUK 1.1. SUÇ KAVRAMI ......................................................................................................... 3 1.1.1. Sosyal Bünye, Sapma ve Suç ............................................................................... 3 1.1.2. Hukuki Yönden Suç Kavramı .............................................................................. 8 1.1.3. “Suç” Kavramın Tarihsel Gelişimine Kısa Bakış ................................................ 8 1.1.4. Suç ve Suçluluk İlişkisi ...................................................................................... 10 1.1.5. Suçlu Davranışa İlişkin Bireysel Teoriler .......................................................... 11 1.1.5.1. Klasik Ekol .................................................................................................. 11 1.1.5.2. Neo Klasik Ekol .......................................................................................... 12 1.1.5.3. Pozitif Ekol .................................................................................................. 12 1.1.5.4. Coğrafi (Kartografik) Ekol .......................................................................... 13 1.1.6. Suçlu Davranışa İlişkin Psikolojik Teoriler ....................................................... 14 1.1.7. Suçlu Davranışa İlişkin Biyolojik Teoriler ........................................................ 15 1.1.8. Suçlu Davranışa İlişkin Sosyolojik Teoriler ...................................................... 16 1.2. ÇOCUK KAVRAMI ................................................................................................. 18 1.2.1. “Çocuk” Terimine Hukuki Yaklaşım (1982 Anayasasına göre) ........................ 18 1.2.2. “Korunmaya Muhtaç Çocuk” Kavramı .............................................................. 19 1.2.3. “Mağdur” ve “Tanık” Çocuk Tanımı ................................................................. 20 1.2.4. “Çocukluk” Kavramının Tarihsel Gelişimine Kısa Bir Bakış ........................... 21 1.2.5. Çocuk Haklarının Tarihsel Gelişimi .................................................................. 23 1.2.6. Çocuk Hakları .................................................................................................... 26 1.2.7. Çocuk Hakları Sözleşmesine Genel Bakış ......................................................... 28 1.2.7.1. Çocukların Statüsü İle İlgili Haklar ............................................................ 29 viii 1.2.7.2. Özel Konumda Bulunan Çocuklara Yönelik Haklar ................................... 30 1.3. TÜRK CEZA HUKUKUNDA GÜVENLİK TEDBİRLERİ .................................... 30 1.3.1. Fiili İşlediği Zaman 12 Yaşını Bitirmemiş Çocuğun Durumu ........................... 31 1.3.2. Fiili İşlediği Zaman 12 Yaşını Bitirmiş Fakat 15 Yaşını Doldurmamış Çocukların Durumu ............................................................................................ 31 1.3.3. Fiili İşlediği Zaman 15 Yaşını Doldurmuş Fakat 18 Yaşını Doldurmamış Çocukların Durumu ............................................................................................. 32 1.4. ÇOCUK KORUMA KANUNUN TEMEL İLKESİ ................................................. 32 1.4.1. Suç Mağduru ve Suçlu Çocuklar Açısından ÇKK’nın Hükümleri .................... 33 1.5. 4721 SAYILI TÜRK MEDENİ KANUNUNDA ÇOCUĞUN YERİ ...................... 36 1.5.1. Suç Mağduru Çocukların TMK İle Korunması .................................................. 38 1.5.2. Suç Mağduru Çocuklar İçin TMK’da Alınacak Tedbirler ................................. 38 1.5.2.1. TMK 346’ya göre; ................................................................................ 38 1.5.2.2. TMK 347’ya göre; .............................................................................. 39 1.5.2.3. TMK 348’e göre .................................................................................. 40 1.5.2.4. Velayet Hakkına Sahip Ana veya Babanın Bir Başkasıyla Evlenmesi ....... 41 1.5.3. Çocuğun Vesayet ve Denetim Altına Alınmasında ÇHGM İşlevi ..................... 41 1.6. 5402 SAYILI DENETİMLİ SERBESTLİK KANUNU ........................................... 42 1.7. 2828 SAYILI SOSYAL HİZMETLER KANUNUNDA ÇOCUĞUN YERİ .......... 44 1.8. 633 SAYILI ASPBKH KARARNAMEDE ÇOCUĞUN YERİ ............................... 45 1.9. ÇEŞİTLİ KANUN VE YÖNETMENLİKLERDE ÇOCUĞUN KORUNMASI ..... 45 1.9.1. 1117 Sayılı Küçükleri Muzır Neşriyatlardan Koruma Kanunu ......................... 45 1.9.2. 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Bunların Kontrolü İle İlgili Kanun .................................................................................... 46 1.9.3. 5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ......... 46 1.9.4. Uçucu Maddelerin Zararlarından İnsan Sağlığının Korunması Hakkında Yönetmelik ......................................................................................................... 46 1.9.5. Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkındaki Kanun ... 47 1.9.6. Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği ................................... 47 İKİNCİ BÖLÜM KORUNMAYA MUHTAÇ ÇOCUKLARIN SUÇLARININ ÖNLENMESİ AÇISINDA ÇOCUK SUÇLULUĞUNUN NEDENLERİ VE BUNA KARŞI GELİŞTİRİLEN ÖNLEME YÖNTEMLERİ 2.1. ÇOCUK SUÇLULUĞU KAVRAMI ........................................................................ 48 2.1.1. IQ Seviyesine Bağlı Çocuk Suçluluğu ............................................................... 49 ix 2.1.2. Ergenlik Dönemine Bağlı Çocuk Suçluluğu ...................................................... 50 2.1.3. Bozuk Aile Düzeninden Kaynaklanan Çocuk Suçluluğu .................................. 52 2.1.4. Nörotik Davranış Bozukluğundan Kaynaklanan Çocuk Suçluluğu ................... 53 2.1.5. Psikopatik Hastalıktan Doğan Davranış Bozukluğu .......................................... 53 2.1.6. Psikotik Hastalıktan Doğan Davranış Bozukluğu .............................................. 54 2.2. SUÇLU ÇOCUK ....................................................................................................... 54 2.2.1. Şahsa Karşı İşlenen Suçlar ................................................................................. 56 2.2.2. Cinsel Suçlar ...................................................................................................... 59 2.2.3. Mala Karşı İşlenen Suçlar .................................................................................. 60 2.3. SUÇA YÖNELEN ÇOCUK ..................................................................................... 61 2.3.1. Kişilik, Uyum ve Davranış Bozukluğu .............................................................. 61 2.3.2. Duygusal ve Toplumsal Yönden Suça Yönelme ................................................ 63 2.3.3. Aile ve Okul Etkisi ............................................................................................. 66 2.3.3.1. Aile İçi İlişkiler ........................................................................................... 66 2.3.3.2. Ailede Ceza ve Disiplin Anlayışı ................................................................ 66 2.3.3.3. İstenmeyen Çocuk ....................................................................................... 67 2.3.3.4. Parçalanmış ve Bozuk Aile Düzeni ............................................................. 68 2.3.3.5. Ailede Öğrenilmiş Davranış ........................................................................ 70 2.3.3.6. Ailede Birey Sayısı Ve Konut Durumu ....................................................... 72 2.3.3.7. Ailenin Öğrenim Durumu ........................................................................... 73 2.3.3.8. Ailenin Sosyo-Ekonomik Durumu .............................................................. 75 2.3.3.9. Okul ve Suçluluk ......................................................................................... 76 2.3.4. Toplumsal ve Kültürel Etkenler ......................................................................... 79 2.3.4.1. Nüfus Hareketleri ........................................................................................ 79 2.3.4.2. Suça Karışan Çocukların Yerleştirildikleri Yerler ...................................... 79 2.3.4.3. Kitle İletişim Araçları .................................................................................. 82 2.3.4.4. İş Çevresi ve Çocuk Suçluluğu ................................................................... 83 2.4. ÇOCUK SUÇLULUĞU İLE MÜCADELEDE ULUSLARARASI HUKUKTA YAPILAN ÇALIŞMALAR ...................................................................................... 84 2.4.1. Pekin-Beijing Kuralları (Birleşmiş milletler Çocuk Ceza Adalet Sisteminin Uygulanması Hakkındaki Asgari Standart Kurallar) .......................................... 84 2.4.2. Riyad İlkeleri (Çocuk Suçluluğunun Önlenmesine İlişkin Birleşmiş Milletler Yönlendirici İlkeleri) .......................................................................................... 85 2.4.3. Havana Kuralları (Özgürlüğünden Yoksun Bırakılmış Çocukların Korunmasına İlişkin Birleşmiş Milletler Kuralları) .................................................................. 86 x ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ÇOCUK HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜNÜN GÖREV, YETKİ VE UYGULAMALARI 3.1. SOSYAL DEVLET ANLAMI VE ÇOCUĞUN KORUNMASI ............................. 88 3.2. ÜLKEMİZDE REFAH DEVLET MODELİNE GÖRE ÇOCUK KORUMASI ...... 94 3.3. SOSYAL POLİTİKANIN TANIMI ......................................................................... 94 3.4. GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ÇOCUK HİZMETLERİ ............................................ 95 3.5. ÇOCUK HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜNÜN KURUluş AMACI ........... 97 3.6. SUÇLA MÜCADELEYE ETKİSİ BAKIMINDAN ÇHGM’NİN KORUYUCU, ÖNLEYİCİ VE SOSYAL REHABİLİTASYON UYGULAMALARI ..................... 98 3.6.1. Koruyucu ve Önleyici Tedbirler ........................................................................ 98 3.6.1.1. Etkin Yönetişim Olmalı ............................................................................ 100 3.6.1.2. Eğitim ve Sağlık Alanı Değerlendirilmeli ................................................. 100 3.6.1.3. Sosyal Hizmet Merkezleri Artırılmalı ....................................................... 101 3.6.1.4. Sosyal İnceleme Raporları Objektif Olmalı .............................................. 101 3.6.1.5. Tedbir Kararları Kurumlarla Koordineli Yürütülmeli .............................. 102 3.6.2. Koruyucu ve Destekleyici Tedbirler ................................................................ 103 3.6.2.1. Danışmanlık Tedbiri .................................................................................. 103 3.6.2.2. Eğitim Tedbiri ........................................................................................... 104 3.6.2.3. Bakım Tedbiri ........................................................................................... 104 3.6.2.4. Sağlık Tedbiri ............................................................................................ 106 3.6.2.5. Barınma Tedbiri ........................................................................................ 109 3.6.3. Sosyal Rehabilitasyon Hizmetleri .................................................................... 110 3.6.3.1. ANKA Projesi ........................................................................................... 114 3.6.4. Bakım Hizmetleri ............................................................................................. 117 3.6.4.1. Korunmaya Muhtaç Çocukların Tespiti .................................................... 117 3.6.4.2. Korunma Kararına Dair İşlemler ............................................................... 118 3.6.4.3. Korunma Kararının Kaldırılmasına Dair İşlemler .................................... 119 3.6.4.4. Korunma Kararı Kalktıktan Sonra Gençlere Sağlanan Destek Hizmetleri .................................................................................................. 120 3.7. ÇOCUK HAKLARININ TEMSİLİ VE TAKİBİ BAKIMINDAN ÇOCUK HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ............................................................... 120 3.8. KORUNMAYA MUHTAÇ ÇOCUKLARA SUNULAN HİZMET MODELLERİ ......................................................................................................... 122 3.8.1. Çocuğun Aile Yanında Bakımı ........................................................................ 122 3.8.2. Öz Aile Yanında Bakımı .................................................................................. 122 3.8.3. Koruyucu Aile Bakımı ..................................................................................... 126 xi 3.8.4. Evlat Edindirme Hizmetleri ............................................................................. 129 3.8.5. Kurum Bakım Hizmetleri ................................................................................. 131 3.8.5.1. Çocuk Yuvaları ......................................................................................... 131 3.8.5.2. Yetiştirme Yurtları .................................................................................... 131 3.8.5.3. Çocuk Evleri Sitesi (Sevgi Evleri) ............................................................ 132 3.8.5.4. Çocuk Evleri .............................................................................................. 132 3.9. AİLE YANINDA VERİLEN DESTEK HİZMETLERİ ......................................... 132 3.9.1. Sosyal Hizmet Merkezi (SHM) ........................................................................ 133 3.9.2. Aile Sosyal Destek Programı (ASDEP) ........................................................... 133 3.9.3. Aile Eğitim Programı (AEP) ............................................................................ 134 3.9.4. Sosyal Eğitim Desteği (SED) ........................................................................... 136 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM SONUÇ VE ÖNERİLER KAYNAKÇA ........................................................................................................................ 144 1. KİTAPLAR MAKALELER ...................................................................................... 144 2. FAYDALANILAN MEVZUAT .................................................................................... 154 ÖZGEÇMİŞ .......................................................................................................................... 155 xii TABLOLAR LİSTESİ Tablo 1: 2004-2013 Suç türüne göre çocuk ceza infaz kurumuna ve eğitim evine giren hükümlü çocuklar ....................................................................................................... 55 Tablo 2: 2012-2013 Suç türüne göre çocuk ceza infaz kurumuna ve eğitim evine giren hükümlü çocuklar ....................................................................................................... 56 Tablo 3: 2013 yılı verilerine göre çocukların şahsa karşı suçlar ile madde kullanım ilişkisi 56 Tablo 4: 2013 yılında suç isnadı olan çocuklarda yaş grubu ve bağımlı oldukları madde kullanımı .................................................................................................................... 58 Tablo 5: 2008 yılı verilerine göre annenin fiziksel ve şiddet yaşamasının çocuktaki etkisi . 64 Tablo 6: 2013 yılı yaş aralıkları ve suç nedenlerine göre kayıt alınan çocuk sayısı ............. 65 Tablo 7: Ülkemizde AMATEM merkezlerinin yeri ........................................................... 108 Tablo 8: Ülkemizde ÇEMATEM merkezlerinin yeri ......................................................... 109 Tablo 9: 2014 Yılı Sosyal Yardım Miktarları (Ocak-Aralık) ............................................. 123 Tablo 10: Aileye Dönüş ve AYDUK SED verilen çocukların yıllara göre sayısı.............. 124 Tablo 11: 2003-2014 yılları arasında koruyucu aile hizmetinden yararlandırılan çocuk sayısı .................................................................................................................................. 129 xiii GRAFİKLER LİSTESİ Grafik 1: 2009-2013 yılları arasında kayıtlara geçen kız ve erkek çocuk sayısı .................. 51 Grafik 2: 2012-2013 yılları arası yaş grubu ve cinsiyetlerine göre çocuk sayısı ................. 51 Grafik 3: 2013 yılı cinsel suçlara bulaşan cinsiyet ve yaş aralığı verileri ............................ 59 Grafik 4: 2013 yılı verilerine göre çocuklara ilişkin suç türleri ........................................... 60 Grafik 5: Suça karışan çocuğun aynı suçu işleme süresi ..................................................... 63 Grafik 6: 2013 yıllıda yetişkinlerin okuma-yazma bilme yüzdeleri .................................... 74 Grafik 7: 2009-2013 yılları arası hüküm giyen çocukların eğitim durumları ..................... 75 Grafik 8: 2013 yılı içerisinde hırsızlık suçundan gelen çocukların yönlendirilme yerleri ... 80 Grafik 9: 2013 yılı içerisinde yaralama suçundan gelen çocukların yönlendirilme yerleri . 81 Grafik 10: Çocuk Destekleme Merkezlerinde kalan kuruluş sayısı ve fiilen bakılan çocuk sayısı ......................................................................................................................... 112 Grafik 11: ÇODEM de kalan suç mağduru çocukların istismar türüne göre dağılımı ...... 112 Grafik 12: Çocuk Destek Merkezlerinde kalan çocukların karşılaştıkları suç türleri ........ 113 Grafik 13: ÇODEM de kalan çocukların madde kullanma ve tedaviye yönlendirilen çocuk .................................................................................................................................. 113 Grafik 14: 2011 yılında çocukların korunma altına alınma nedenleri ............................... 117 Grafik 15: Koruma kararlı çocuklara yıllara göre sağlanan SED alan çocuk sayısı .......... 125 Grafik 16: Koruma kararı alınmadan aile yanında SED ile desteklenen çocuk sayısı ...... 125 Grafik 17: 2002-2014 yılları reşit olan çocukların evlilik yardımı için yapılan SED yardımı .................................................................................................................................. 126 Grafik 18: 2003-2014 yılları arasında evlat edinme sayıları ............................................ 130 Grafik 19:SED çalışmalarında aile ve çocukları aile ile birlikte kalması .......................... 136 Grafik 20:Aile yanına gitmek isteyen çocukların gitme nedenleri .................................... 137 Grafik 21: Koruma kararı olup aile yanında kalan çocuklardan tartışma- kavgaya karışan kişiler ........................................................................................................................ 137 xiv Grafik 22: SED yardımı alan çocuğa veya aileye sorulduğunda şiddetten en çok zarar görenler .................................................................................................................... 138 Grafik 23: Ailelerin görüşüne göre ailede sahip olunan kötü alışkanlıklar ....................... 139 Grafik 24: Çocuklarda SED yardımı öncesi ve sonrası akademik başarı durumu ............. 139 Grafik 25: SED yardımını öncesi ve sonrası çocuktaki okul devamlılığı .......................... 140 xv KISALTMALAR DİZİNİ ABD : Amerika Birleşik Devletleri AEP : Aile Eğitim Projesi AKBK : Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi AMATEM : Alkol ve Uyuşturucu Madde Bağımlıları Tedavi ve Araştırma Merkezi ASDEP : Aile Sosyal Destek Projesi ASP : Aile Sosyal Politikalar ASPB : Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ASPBKHK : Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kanun Hükmünde Kararname ATHGM : Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü AYDUK Aile Yanında Destek Uygulaması Kapsamında AYM : Anayasa Mahkemesi BİRDEF : Bireysel İhtiyaç ve Risk Destekleme Fonu BM : Birleşmiş Milletler BMÇHS : Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi BSRM : Bakım ve Sosyal Rehabilitasyon Merkezi CMK : Ceza Muhakeme Kanunu ÇEK : Çocuk Esirgeme Kurumu ÇEMATEM : Çocuk ve Ergen Madde Bağımlıları Tedavi Merkezi ÇHGM : Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü ÇHS : Çocuk Hakları Sözleşmesi ÇİM : Çocuk İzleme Merkezi ÇKK : Çocuk Koruma Kanunu Çocuk Koruma Kanunu Koruyucu ve Denetleyici Tedbirler ÇKKKDTY : Yönetmenliği ÇKKY : Çocuk Koruma Kanunu Yönetmenliği ÇODEM : Çocuk Destek Merkezi ÇODEMY : Çocuk Destek Merkezi Yönetmenliği ÇOGEM : Çocuk ve Gençlik Merkezi ÇSGB : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı DPT : Devlet Planlama Teşkilatı GSB : Gençlik Spor Bakanlığı ILO : Uluslararası Çalışma Örgütü IQ : Zekâ Testi İHEB : İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi KAY : Koruyucu Aile Yönetmenliği KBRM : Koruma ve Bakım Rehabilitasyon Merkezi KHK : Kanun Hükmünde Kararname KMÇ : Korunmaya Muhtaç Çocuk KMÇY : Korunmaya Muhtaç Çocuklar Yönetmenliği xvi m. : Madde m.ö. : Milattan önce MEB : Milli Eğitim Bakanlığı RTÜK : Radyo Televizyon Üst Kurulu RTÜKK : Radyo Televizyon Üst Kurulu Kanunu SED : Sosyal Eğitim Desteği SHÇEK : Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu SHÇEKK : Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu SHK : Sosyal Hizmet Kanunu SHM : Sosyal Hizmet Merkezi SHMY : Sosyal Hizmetler Merkezi Yönetmenliği SİR : Sosyal İnceleme Raporu STK : Sivil Toplum Kuruluşu SYDV Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı TCK : Türk Ceza Kanunu TDK : Türk Dil Kurumu TMK : Türk Medeni Kanunu TMKVVMUT : Türk Medeni Kanunu Velayet Vesayet ve Miras Uygulama Tüzüğü TÜİK : Türkiye İstatistik Kurumu TV : Televizyon UNICEF : Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu Vb : ve benzeri YBS : Yönetim Bilgi Sistemi yy. : Yüzyıl xvii GİRİŞ Sosyal olgu, insanoğlunun birbiriyle ve doğasıyla etkileşimi sonucu oluşmaktadır. Bu olgular toplumun oluşturmuş olduğu sosyal düzenin içerisinde oluşan normlar ve sapmalar ile beraber toplumdan topluma farklılıklar göstererek suç kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Suçun tarihi ve suçlu davranışların günümüze kadar gelişim aşamaları yeni bir yaklaşımla değerlendirilmiştir. Toplumsal değerlere ters gelen her eylem toplum tarafından suç olarak kabul edilmiş, hukuki yaptırımlarla birlikte cezalar uygulanmıştır. İnsan yavrusu değişik evrelerden geçerek yetişkinliğe adım atar. Toplumun en küçük ferdi olan çocuklar, büyükleri tarafından kendilerine sağlanan imkânlar ölçüsünde yaşamlarını devam ettirirler. Belki de yaşadıklarının çoğu zaman farkında olmadıkları çok değişik manaların olduğu bir evredir. Bu çalışmada çocukların geçmiş topluluklarda ne tür imkânlara sahip oldukları ve nasıl yaşadıkları değerlendirilmiştir. Çocuklar fiziksel, ruhsal ve zihinsel gelişimleriyle yaşamlarını sürdürmekle beraber, ailenin ve çevrenin kendilerine sağladığı ya da sağlayamadığı imkânlar ile hayat mücadelelerini devam ettirmeye çalışmaktadırlar. Çocuğun sahip olduğu aile, ailenin içinde bulunduğu sosyal, ekonomik ve kültürel koşullarla beraber zaman içerisinde karşılaşacağı farklı ortamlar ve durumlar yaşantısına şekil vermektedir. Toplumdaki rollerine ayak uyduramayan çocuklar kendilerini bir suç olgusunun içinde bulabilir. Suça sebep olan faktörler aileden kaynaklanabildiği gibi çevresel sebeplerden de kaynaklanabilmektedir. Çocukların suç işleme nedenleri yakın zaman TÜİK verileriyle birlikte geçmiş yılların verileri kıyaslanarak analiz edilmiştir. Bu analizler sonucunda suçla mücadelenin sosyal ve hukuki yolları araştırılmıştır. Hukuki yollarla birlikte suçla mücadelede çocuklara ne tür koruma tedbirlerinin sunulduğu araştırılmıştır. Devlet; vatandaşlarını korumanın yanı sıra kontrolünü ve düzenini elinde tutarak ona yön ve şekil verir. Uygulayacağı politikalarla da vatandaşına sosyal yaşam içerisinde birtakım imkânlar sunmaktadır. Devlet, Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye vasiyetinde dediği gibi “insanı yaşat ki devlet yaşasın” felsefesiyle yaklaşmalı, ortaya koyacağı politikalarda da bu vurguyu ön planda tutmalıdır. 1 Bu çalışmada ülkemizde suça sürüklenen ve suç mağduru olan çocukların durumunu ÇHGM’nin koruyucu ve önleyici ne tür tedbirler sunduğu araştırılmıştır. ÇHGM’nin suç mağduru ve suçlu çocukların topluma kazandırılması için kurum ve kuruluşlarda ne tür hizmetler uyguladığı, çocukların ailenin yanında bakımı için nasıl imkânlar sunduğu ve sunduğu imkânların istatistiksel verilerle değerlendirilmiştir. Suça sürüklenen ve suç mağduru çocuklar içinde bulundukları durumlarla başa çıkma yolları araştırılarak, suçta ihtisaslaşmış kuruluşların görevleri analiz edilerek değerlendirilmiştir. 2 BİRİNCİ BÖLÜM SUÇ VE KORUNMAYA MUHTAÇ ÇOCUK 1.1. SUÇ KAVRAMI Suçların hiç işlenmeyeceği bir toplum düşünülemez. Geçmişi insanlık tarihi kadar eski olan “suç”u farklı şekillerde tanımlamak mümkündür. “Suç”, sosyolojik açıdan incelendiğinde, törelere, ahlak kurallarına aykırı davranışlar olarak tanımlanabilirken, hukuki açıdan da ‘yasalara aykırı davranış ya da yasaca cezası gösterilen eylem’ olarak tanımlanabilir. En eski toplumlardan bugünkü toplumlara kadar kendini farklı şekillerde gösteren ‘suç’ olgusunun toplum-doğa-birey üçlüsünün etkileşimi sonucu ortaya çıktığı söylenebilir (Erdoğdu- Erkan, 2006: 80). İki insanın bulunduğu bir ortamda birine göre normal olan bir davranışın diğerine göre anormal olması olarak da ifade edebileceğimiz ‘suç’ kavramı sabit bir olgu değildir. Sosyolojik yönden geçmişte suç olarak addedilen bir davranış bugün normal veya gerekli olarak görülebilirken, bugün suç kabul edilen bir fiil gelecekte suç sayılmayabilir. Örneğin, eskiden toplumumuzda hırsızlık suç olarak görülürken bugün normal karşılanmaktadır (Bal’dan Akt. Burkay, 2008: 115). Sosyolojik olarak suç olgusu başta aile olmak üzere değerler, normlar, toplumsal düzen, toplumsal kontrol ve sapma gibi birçok faktörle yakından ilgilidir. 1.1.1. Sosyal Bünye, Sapma ve Suç İnsan var olması, büyümesi, gelişimi ve değişimi ile birlikte sosyal hayatında da sürekli bir değişim hissetmiş, arayış ile değişime elverişli özelliğini ortaya koymaya çalışmıştır. Yaşam şartlarının değişimi toplumdaki sosyal bünyeyi de büyük bir değişim atağına geçirmiştir. Sosyal bünyedeki değişimlerin etkisiyle insan da kendine yeni yeni şahsiyetler kazandırma gayreti olmuş ve insan yeni hevesler içerisinde yer almaya başlamıştır. Sosyal grupların bünyelerindeki değer yargıları, kişinin şahsiyetinin gelişmesinde önemlidir. Birey bu değer yargılarına grup içerisindeki duygu ve düşünceye ayak uyduramaz 3 ise bir takım uyuşmazlıklar mekanizması ile kendini sosyal bünyeden dışarı atar. Artık birey sosyal bünyeden ayrılmış ve kendisini sosyal problem kaynağı haline dönüştürmüştür. Bu etki zamanla olabildiği gibi anlık olarak da bireyde cereyan edebilmektedir. Birey sosyal ilişkilerinde kendi menfaatini elde etmeyi, sosyal statüsünü kazanmayı diğer taraftan da kendi egosunun tatminini hedefler. Bu durum bir taraftan sosyal düzeni sağlarken, diğer taraftan da bir takım sosyal problemlerin doğmasına neden olabilmektedir. İnsanın oluşturduğu sosyal problemlere cevap arayan düşünürler güç ve karmaşık olan soruların cevabının sosyal bünye içinde olduğu fikrini kabul ederler (Nirun, 1968: 127). Sürekli gelişen olanakların yanında bir o kadar ortaya çıkan fiziki, biyolojik ve psikolojik problemler, düşünürleri farklı çözümler aramaya sevk etmiştir. Örneğin kentlerde - sanayinin etkisiyle- nüfusun artmasıyla birlikte sağlık problemleri de artmış, bunlara çözüm olarak hasta olmamak için alınabilecek tedbirlerle ilgili toplumu aydınlatıcı bilgiler verilmiş, hastane ve toplum sağlığı merkezlerinin sayısı artırılmıştır. Bu da bize toplum gelişiminin olumlu sonuçlar yanında olumsuz sonuçlar da doğurabileceğini göstermektedir. Düşünürler bu problemleri ortadan kaldırmak için bunların temel nedenlerini inceleyerek mantıklı cevaplar bulmaya çalışmışlardır. Sosyal bünye içerisindeki bireyler taşıdıkları birikimleri bir sonraki nesle aktarırlar. Böylece kuşaklar arası tecrübe aktarımı yapılmış olur. Bu da bireylerin temel ve insani özelliklerinde olumlu yönde edinimler kazanması ile yeni sosyal oluşumların sağlanmasına katkıda bulunulur. Birey ailede kazandığı tecrübelerine sosyal grup içerisinde bir yenisini ekleyerek kendini geliştirir/değiştirir. Sosyal birimlerin sosyal gruplar içerisindeki etkisi küçümsenmeyecek kadar fazladır. Çocuğun oyun grubu, okul grubu, iş grubu vb. sosyal hayatına birikimler sağlar. Sosyal hayatın içerisinde var olabileceğini saydığımız bireyin kültürel gelişimine katkılar sağlar. Ailedeki kültürel etkinin sosyal bünyede aşılanması ve diğer kuşaklara aktarılması buna iyi bir örnektir. Neumeyer'in dediği gibi: "Aile, suçluluğa karşı en iyi bir sigortadır"(Nirun, 1965: 238). Gelişen ve değişen dünya ile birlikte toplumun bir ferdi olan birey de sürekli bir gelişim ve değişim içinde olmalıdır. Toplumun değişiminin tek sebebi bünyesinin yapı taşı olan insandır. Bu değişim ve gelişim biraz sancılı geçebilmektedir. Bireyler arası değişimin getirdiği problemler olduğu gibi gruplar hatta toplulukların birbiriyle olan uyuşmazlıkları sonucu dengelerin bozulması, sosyal problemlerin oluşmasıyla sosyal bünye dengesini 4 değiştirmektedir. Bu değişimler kültürel, ekonomik, sağlık ve sosyal alandaki değişimlerin bir tezahürüdür. Birey, yaşam çerçevesini içinde bulunduğu toplumun değerleriyle şekillendirir. Değer kavramını bireyin hayata bakış açısı olarak ifade edebiliriz. Değer kavramı, “ iyi, güzel, doğru ve faydalı olan nedir?” sorularına cevaplar arayan ahlak felsefesinin de önemli konularından biridir. Birey, değerleriyle sergilediği tutum veya davranışlarına anlamlar kazandırır. Ozankaya, sübjektif olan “ değer” kavramına “toplumsal değerler bir toplumda ya da toplumsal kümede bireylerin olumlu tepki gösterdikleri düşünceler, kurallar, uygulamalar, nesneler vb.” diye yaklaşmaktadır (Ozankaya, 1995: 108). İoanna Kuçuradi ise “Bir “obje”nin değeri, değerlendirenin ona yüklediği bir şeydir; değerlendiren değiştikçe veya değerlendirme zamanı değiştikçe, o “obje”nin değeri de değişik olabilir.” (Kuçuradi, 1998: 108) demiştir. Kuçuradi’nin bu ifadelerinden yola çıkarak “değer” kavramının bireye ve zamana göre değişiklik gösterebileceğini söyleyebiliriz. Felsefede “değer” kavramı nitelik, eleştiri ve değerler arası sıralama olarak ele alınırken, sosyolojide ise durumun tasviri, olayın yer edinişi, oluşma yolları, sosyal olgu ile birlikte geçiş süreçlerinin etkileşimleri olarak ele alınmaktadır. Bireyin inancı ve aidiyet ölçüsü, bulunduğu kültür içerisinde bir değer taşıyorsa, normu meydana getirir. Bireyin iradesi normun koruyuculuğunu, davranışları ise normun konusunu oluşturmaktadır. Psikolojide “norm”, “Bir grubun üyelerinin, belli bir durumda en çok sergileyeceği (en tipik) davranış, insanların çeşitli ortamlarda yapması ve yapmaması gerekenleri öngören öğrenilmiş, toplumsal bir kural; beklenen davranış ve inanç standardı.” şeklinde tanımlanmaktadır (Selçuk, 2004: 534). Sosyoloji sözlüğünde ise “norm”; 5 “… kültürel açıdan arzu edilir ve uygun olarak değerlendirilen davranışları akla getiren ortak bir davranış beklentisidir. Normlar, buyurgan olma özellikleriyle kurallara ve düzenlemelere benzerler fakat normda kuralların resmi statüsü yoktur. Doğru davranış bazen normatif diye değerlendirilen davranıştan farklı olabilir ve bu davranış eğer var olan normlara göre yargılanırsa sapkın sayılabilir.” (Marshall, 2005: 533) şeklinde ifade edilmiştir. Birey içinde yaşadığı toplumda çeşitli normlara sahiptir. Bunlar aile, kültür, din, devlet, ekonomi ve siyasi içerikli normlardır. Bu normlar içerisinde birey kendine uygun olan aracı seçer ve seçtiği bu araçlar ile kurallarını oluşturur. Bireyin oluşturduğu kurallar davranışlarını etkileyip ona yön vererek normlara dönüşmektedir. Örneğin hukuk normlarının alt dalı olan ceza hukuku normlarının şu özelliğinden bahsetmekte yarar var: “Ceza normları, en başta, belli bir beşerî davranışı emreden kurallarla, hüküm; bu kuralları teminat altına alan veya riayetsizliğin neticelerini belirleyen kurallarla, müeyyide olarak ortaya çıkmaktadır.” (Massari’den Akt. Hafızoğulları, 1996: 276). Ceza hukuku, insani faaliyetleri düzenlemek için belirli kurallar belirleyerek bu kurallara uymamanın sonuçlarını düzenleyen normlardır. Normlar, bireyi toplum içindeki davranışlarıyla yönetip, kurallar sayesinde onu sosyalleştirirken bireyin gelenek ve göreneklerinin yanı sıra ahlaki özelliklerini de belirler. Buradan hareketle, değerler belirleştikçe normların ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bunun sonucu olarak toplumda kontrol, düzen ve süreklilik sağlanmış olur. İnsan davranışlarını toplumda yönlendiren normlar vardır. Bu normlar sayesinde bireyin sosyalleşmesi yaşamı boyunca devam eder. Doğum ile başlayan sosyalleşme süreci aile ortamından sonra çevre ile devam eder. Birey, ait olduğu toplumu o toplumu çevreleyen kurallarla beraber öğrenir. Bireyin öğrenmiş olduğu bu kuralların dışına çıkması “sapma” sergilemiş olduğu kuraldışı davranış ise “sapma davranış” olarak adlandırılır. Sosyologlara göre “En iyi sapkınlık değerlendirmesi, bunun bir kişilik değerlendirmesi değil, tersine toplumsal ortamların ve toplumsal sistemlerin yansıtmasıdır” (Marshall, 2005:639). 6 Diğer bir kaynakta “sapma” kavramı şu şekilde karşımıza çıkar: “Toplumda kültürün belirlediği örf, âdet, gelenek, görenek ve hukuk kurallarına uymayan davranışlar sapmış olarak nitelendirilirler. Yalnız toplumun davranış kurallarına, normlarına uymamak ile hukuk kurallarına uymamak aynı derecede ve aynı biçimde toplumsal etki ile karşılanmaz. Yasalara uymayan davranışın yaptırımı yasalarda belirlenmişken, gelenek, görenek, örf ve âdetlere uymamanın sapma olarak nitelendirilmesi durumu görelidir.” (İçli, 2004: 1) Sosyal gruplara göre farklılık gösteren sapmış davranış tepkileri vardır. Örneğin yere çöp atma davranışı sapma olarak kimsenin tepkisini çekmezken adam öldürmek toplumun tüm üyelerinin tepkisini çeker. Bu da sosyal düzenin korunması ve devamlılığı için çeşitli sosyal kontrol düzeneklerinin gerekliliğini bize gösterir. Toplum, şahısların ve grupların toplumsal normlara uymalarını ister. Çünkü toplumsal uyum ve anlaşmanın sağlanabilmesi veya artması için bu gereklidir. Aksi halde sistemde sapmalar meydana gelecektir. Bu sapmalar neticesinde de birey veya gruplar, karşılıklı sosyal davranışı bozan ve toplumsal fonksiyonlarını zedeleyen kişiler olarak karşımıza çıkar. (Nirun, 1970: 406). Sapma, bazı durumlarda toplum nezdinde suç sayılmamakta ve hukuki bir yaptırımı da bulunmazken, bazı durumlarda ise hukuken suç sayılmaktadır. Sosyolojik açıdan bakıldığında suçların tamamı sapma davranışı olarak değerlendirilir. Ancak görülen bu davranışlar anormaldir. Toplum, düzenin sağlanması için ve uyulması gereken kurallar için baskı uygular. Uygulanan baskılar toplumda her kesime aynı düzeyde uygulanmamaktadır. Bu uygulamanın alt gelir gruplarında ağırlığını ciddi bir şekilde hissettirirken, üst gelir seviyesinde ise daha yumuşak uygulandığını söyleyebiliriz. Örneğin; bir fabrikada bir işçinin işe geç gelmesiyle bir mühendisin/yöneticinin işe geç gelmesi aynı tepkiyle karşılanmamaktadır. Mühendis konumundaki kişi hafif bir ikaz alabilirken işçi çok sert bir tepkiyle karşılaşabilmektedir. Çünkü fabrikada mühendis kalifiye bir personel iken işçinin bulunduğu konum tartışma konusu olabilmektedir. Sapma davranışının toplumdaki karşılığı değişiklik gösterebilmektedir. Bu da toplumda normların ve değerlerin değişmesi anlamına gelebilmektedir. Suç üzerinde yapılan çalışmalara bakıldığında ortaya çıkan tanımlar şu şekilde sıralanabilir: * Teknik Hukuk Okulu suçu, hukukî nizamın neticesi olarak ceza terettüp ettirilen bir fiil (Alacakaptan 1975:2), 7 * Platon suçu, ruhun bir hastalığı olarak düşünmüş ve bunun üç nedeni olarak da tutkular, haz arama alışkanlığı ve bilgisizlikten kaynaklan fiil (Yavuzer, 2013: 23), * G. Tarde suçu, her şeyden önce sosyal bir olgu olarak tanımlarken, onun oluşumunu ise tarihi bir fiil (Rahimov, 2014: 25), * Maggiore suçu, ahlak düzenini ağır bir şekilde bozan ve bu nedenle devletin hoş görmeyeceği ağır bir fiil (Kunt, 2003: 23), * E.Ferri suçu, doğal ve sosyal bir olgu olan suç, aynı zamanda bireylerin biyolojik özelliklerini uygulamaları sonucu ortaya çıkan bir fiil (Soyaslan, 2003: 65), * Alacakaptan suçu; anti-sosyal, bireysel güdüler tarafından meydana getirilen, hayat koşullarını bozan belli bir çağda halkın ortalama ahlak duygularına aykırılık teşkil eden hareketler (Alacakaptan 1975: 4) olarak tanımlamaktadır. 1.1.2. Hukuki Yönden Suç Kavramı İnsanın tabiatı gereği hukuk düzeni olmadan yaşama olanağı zayıftır. Bu sebeple bireyin toplum içerisinde insan davranışlarının düzenlenerek disiplin altına alınması hukuk ile olur. Bu da toplumda başıboşluğun oluşmaması için toplumun belirli bir düzenin içerisine alınması gerektiği anlamını taşımaktadır. Hukuk, koyduğu kurallar ile toplumu korur ve dizayn eder. Hukuk, sadece bir kurallar bütünü değil, aynı zamanda kurumsal bir aygıt; hatta toplumsal baskının en görünür biçimidir. “Hem toplumsal yaşamın bir girdisi, hem de çıktısı” dır (İrtiş, 2009: 351). Koyduğu kuralların aksinin yapılması ise suç teşkil etmektedir. Hukukçular “suçu” , “yapılması yasaklanan, davranış ve eylemlerle toplumun huzurunu ve sükûtunu bozmaları neticesinde cezai müeyyide uygulanan fiiller” olarak adlandırmaktadır. (Bayraktaroğlu, 1977: 45). 1.1.3. “Suç” Kavramın Tarihsel Gelişimine Kısa Bakış İnsan var olduğu sürece her şeyde bir mana aramış, belirli fiil ve hareketlerin yapılıp veya yapılmamasına ilişkin bazı tabuları var saymıştır. Bu tabular sayesinde kötülük yapanların cezalandırılmaları gerektiğine, cezalandırılmadıkları takdirde ise başlarına kuraklık, kıtlık, hastalık gibi toplumsal felaketlerin geleceğine inanmışlardır. Bu inanıştan dolayı cezalandırılmadıklarını gördükleri kişileri ilahlarına şikâyet etmişlerdir. 8 Bilim adamları yüzyıllardan beri toplum ve bireylerin suç ve suçlu davranışlarının çözümü üzerine düşünmüş ve uğraşmışlardır. Örneğin; Sokrates binlerce yıl önce suç kavramından ziyade suçluluk üzerine gözlemler yapmış, 2500 yıl önce Sophocles suçu içgüdü ile birlikte öğrenme etkileşimini suç kavramı çerçevesinde irdelemiştir. Platon ise M.Ö. IV. yy da Cumhuriyet “The Republic” adlı eserinde suçun, ruhun bir tür hastalığı olabileceğini kaydederek bunun da cahillik, zevk arama ve ihtiraslar (hiddet, arzu ve istek vb) olarak üç sebepten kaynaklanabileceğini belirtmiştir (Cevizci, 2001:171). Yine Platon, suçluyu ceza yöntemiyle suç işlemeden caydırır veya ıslah eder ve onun bahsettiği üç sebebin ortadan kaldırılması ya da sınırlandırılması yoluyla suçun yok edileceğini ifade eder. “Suç antropolojisinin varlığını Platon’la kabul eden düşünürler arasında Hippocrate da yer alır. Hippocrate “suç”un, bireyin beden yapısı, karakteri ile birlikte içinde bulunduğu sosyal şartların etkileşimi olduğunu ifade eder. Aristo, toplumda suçluların düşman kabul edilmesi gerektiğini ve onların merhametsizce cezalandırılmasını şiddetle savunmuştur. Aristo, suç işleme nedenleri arasında sosyal şartların yetersizliğinin ve sefaletin önemli olduğunu savunur. Bu nedenle suç nedenlerinin sadece bireyden kaynaklanmadığını, bireyin dışındaki sosyal çevresinin de etkili olabileceğini aktaran Aristo, suç sosyolojisinin kurucusu ve öncülüğünü yapan yaygın görüşlere sahiptir (Dönmezer, 1994:2). Ortaçağ dünyasında ise Thomas d’Aquin ise insanın sefaletini ve ihtiraslarını suçun sebepleri arasında gösterir. 18. yy da suç olgusu üzerine araştırmalar yapan kriminologlar suçun tek bir kategoride ele alınmaması gerektiğini savunmuşlardır. Kriminologlar fikir birliği, çatışmacı ve etkileşimci yaklaşım olarak üç kategori olduğunun üzerinde durmuşlardır (Kaner, 1992: 473; İçli, 2004:76). Fikir birliği veya yapısalcı yaklaşımda toplumların bir bütün olduğunu ve birbiriyle ilişkili parçalardan meydana gelen sistemlerin olduğu kriminologlar savunulur. Çatışmacı yaklaşımı benimseyen kriminologlar toplumsal davranışın, birbiriyle yarışan gruplar arasındaki gerilim ve çatışmayla en iyi şekilde anlaşılabileceğini savunurlar. Etkileşimci yaklaşımda ise insanların davranışlarını anlamlı hale getiren jest, mimik, sözcük ve nesneler önem kazanır. Bu yüzyıldan itibaren suç kavramının daha da bireyselleştirildiği görülür. Kısa sürede yaygınlaşan birey ile toplum arasındaki suça sebebiyet veren ilişkilerin araştırılıp ortaya çıkarılması fikri önem kazanır ( Bozkurt, 2010: 47-49). 19. yy. da Tarde, Lacassagne ve Joly suç sosyolojisine katkı sağlayan bilim adamları arasındadır. Ayrıca Lombroso, Ferri ve Garofalo gibi bilim adamları suç antropolojisi ve sosyolojisi alanında çok büyük eserler kaydetmişlerdir. 20. yy. da ise Sutherland, Sellin, Cohen gibi bilim adamları suçluluğun sosyolojik bir olgu oluşunun, suçun oluşmasında kültür 9 çatışması ve öğrenme ile suçlu alt kültürünün etkileri üzerinde durmuşlardır (Burkay, 2008: 117; Rahimov, 2014:53). 1.1.4. Suç ve Suçluluk İlişkisi İnsanoğlunun sosyal bir varlık olması, onun diğer insanlarla birlikte yaşama ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Birlikte yaşama ihtiyacı beraberinde insanoğlunun bir takım problemlerle karşı karşıya kalmasına neden olmuştur. Fikir uyuşmazlıkları, çatışmalar, toplumsal düzeni bozan kişilerin varlığı bu problemlerden bazılarıdır. Toplumsal düzen içerisinde iki farklı durum söz konusudur. Birincisi, ortada olan fiil yani “suç”tur. İkincisi o fiili gerçekleştiren “suçlu” ya da “suçlular”dır. Suç, bireyin toplum içerisinde sergilediği davranışın toplumun ahengini bozmasıyla anlaşılır. Yani suç, insanın ruh dünyasındaki derinliklerinin ya da iç gelişmelerinin dışa vurması sonucu gerçekleşmektedir (Erem, 1977: 25-26). Suçlu ise, yaşadığı toplum içerisindeki normları ile bedeni hareketine sahip olamamış kişidir (Dönmezer, 1994: 47). Thomas d’Aquin, suçun temelinde sosyal problemlerin olduğunu bunun yanında yoksulluğun da suça sebebiyet veren bir etken olduğunu ortaya koymuştur (Demirbaş, 2001: 214). Kriminologlar, eski toplumlarda hukuk sisteminin, insanların yaşadığı çeşitli ritüeller ve dini inançların etkisi altında olduğunu değerlendirmişlerdir. Eski toplumlarda suç ve suçlu davranışın, şeytanın suçluyu etkisi altına alması sonucu insanın iradesini kaybetmesiyle oluştuğu inancı yer etmişti. İradesini kaybeden kişinin kötü şeyleri kolaylıkla yapabileceğine inanmışlardı. Ayrıca, kriminologlar kanunların bir takım hukuki dayanaklardan ziyade kişi ya da kişilerin güçleri çerçevesinde oluşturulmuş yazılı belgelerden ibaret olduğunu kaydetmişlerdir. Sanıklar, bu hukuk kuralları ile değerlendirilmeden yargılanıp çeşitli işkencelere maruz kalmışlardır. Cezalar keyfi verilmiş, darp ve işkence olayları oldukça sıradan hadiseler haline gelmiştir. Toplumun içerisinde soylular sınıfı kriter alınmış, bu kuralları da en çok zayıflara, güçsüzlere ve yoksullara uygulamışlardır. Batıda ortaçağ döneminin bitmesi, insanların modern fikirlere açık olması, sonucunda hangi durumların suç, hangi hallerde de insanların suçlu sayılabileceği düşüncesi ortaya çıkmıştır (Dönmezer, 1994: 49). Suçun yoğun olarak işlendiği yerlerde alınan tedbirlerin artırılması sonucunda (kolluk kuvvetlerinin belli bölgelerde devriye artması gibi) suçun işlenme olasılığının azaldığı, suçlunun ise rahat suç işleyebileceği yeni suç mahallî aradığı görülmüştür (Dolu, 2011: 104). Örneğin bir bölgedeki hint ekimi ile mücadele için o bölgede artan kolluk kuvveti uygulamaları neticesinde suçun başka bölgelere kayarak yer değiştirdiği saptanmıştır. 10 Suçun hedefi olan mekânlarda belli zamanlara özgü olarak alınan tedbirler sonucunda veya suça hedef olma potansiyeli olan bireylerin hayat düzenlerini değiştirmeleriyle suçluların suçu işleyecekleri vakitleri değiştirmeleri söz konusudur (Dolu, 2011: 104). Örneğin polisin, okul önlerindeki uyuşturucu çetelerinin yoğunlaştığı zamanlarda devriye sıklığını artırmasıyla uyuşturucu satıcılarının satışlarını polisin devriye atmadığı zamana kaydırması buna örnek teşkil edebilir. Suça hedef olabilecek unsurların zaman ve mekâna bağlı olarak değiştirilmesi suçu işleyecek olanların hem güvenlik güçlerinin takibinden uzaklaşmasına hem de suç işlemeyi daha cazip ve kolay hale dönüştürmelerine sebep olur (Dolu, 2011:105). Örneğin polisin, gasp olaylarında suçluları daha kolay takip etmesi ve yakalaması için sivil dolaşmasına karşın, gasp çetelerinin de tenha bölgelerde fiziksel mücadelede zayıf olacak kişileri gasp etmesi bunun bir sonucudur. Suç işleme tekniklerinin teknolojiyle buluşması sonucunda güvenlik güçlerine yakalanma riski azalır ve işlenen suç daha cazip hale gelir. Örneğin fuhuş çetelerinin fuhşu daha cazip hale getirmek için çeşitli internet sitelerinde her türlü düşünceye yönelik arkadaşlık ve evlilik teklifi formları oluşturmalarıyla bireyleri kandırılabilirler (Dolu, 2011:105). 1.1.5. Suçlu Davranışa İlişkin Bireysel Teoriler Suç olgusunu, bireyin ihtiyaçlarını, kişilik yapısını, bakış açısını, değer yargılarını, beklentilerini ve dürtülerini esas alarak izah etmeye çalışan bireysel teoriler; klasik ekol, neo- klasik ekol, pozitif ekol ve coğrafi ekol olmak üzere dört alt başlıkta incelenmektedir. 1.1.5.1. Klasik Ekol Klasik kriminoloji, 1789 Fransız İhtilalinden önce var olan hukuk sistemine ve ceza adaletine tepki olarak ortaya çıkmıştır (İçli, 2004: 43). Suç, suçu teşkil eden etmenlerin temelinde sosyal sözleşmenin ihlali ile birlikte suça sebep olan cezalandırma düşüncesi (Uludağ, 2011:13, 129) Hobbes tarafından ileri sürülmekteydi. Hobbes’in bu fikirleri Beccaria’yı çok etkilemiş ve buna karşı farklı metotlar geliştirmeye itmiştir (Gökulu, 2014: 639-640). Klasik Okulun en önemli temsilcisi olan Beccaria, suçu sadece kötü insanlarda aramanın yanlış olduğunu, var olan kanunlarda da aranması gerektiğini savunmuştur. O zaman suçun nedeninin var olan kanunların tarafsızlığında aranması gerektiğini ve herkesin de bu kanunlar karşısında eşit olması gerektiği görüşünü ileri sürmüştür. Bu yüzden sosyal sözleşme var olan kanunlarda yerini almıştır (Tümerkan, 2011:55). Kanunlar içerisinde kullanılan cezalar, var 11 olan özgürlükleri diğer kişilere karşı yapılacak hak ihlallerine karşı korumaktadır. Bunun neticesinde Beccaria sosyal düşüncede, kişinin sadece kendi rızasıyla toplumla kaynaşmasını ve toplumun da bu kişilerden sorumlu olması gerektiği tezini savunur. Bunlara bağlı olarak klasik ekol düşünce sistemi suçun varlığını üç temel görüşte toplar. Bunlar:  Suçluya hak ettiği cezayı vermek ve mağdurun öcünü almak,  Bireyi caydırarak bir daha suç işlemesini engellemek,  Topluma suçluların hak ettikleri cezaları aldıkları mesajını vererek suçun önlenmesini sağlamaktır (Einstadter ve Henry’den Akt. Dolu, 2009: 95). 1.1.5.2. Neo Klasik Ekol 19. yy. da suç olgusu üzerine yapılan çalışmalarda, neo-klasik ekol düşüncesi daha etkin olmuştur. Bu düşünce akımının öncüleri genelde İngilizlerdir. Klasik ekol düşünürleri cezanın suça uygun olmasını şiddetle savunurken neo-klasikçiler bu görüşü reddederek cezanın suçluya değil, suça uygun olması gerektiği fikrini benimserler. 7 yaşın altındaki kişilere ceza uygulanmaması gerektiğini savunurlar. Bununla da suçlunun neden bu davranış halinde bulunduğunu, suçlu davranışı çevreleyen özel konuları veya suç işlemeye karşı baskı duygusunun göz ardı edilmesi gerekliliğini savunmuşlardır (İçli, 2004: 46). 1.1.5.3. Pozitif Ekol Pozitif ekolun öncüleri arasında Cesera Lombroso, Enrico Ferri ve Garofalo gelmektedir. 19. yy. sonlarına doğru suç, bilimsel açıdan ele alınmaya başlanmıştır (Dönmezer, 1994: 85). Pozitif ekol klasik ekol düşüncesinden bu yönüyle ayrışır. Pozitif ekol, suçu psikolojik kapsamda ele alır. Neden ve sonuç ilişkisini değerlendirip hukuksal tanımlamayı tamamen reddederken, klasik ekol bireyin özgür iradesini ele alarak suçun hukuksal çerçevesini referans edinir. Pozitif ekolde bilimsel teknikler ile ceza ve suç olgusunun izah edilmesi hedeflenirken, klasik ekolde cezanın önleyici etkisi üzerine yoğunlaşılmıştır (Yücel, 2004: 37). Psikiyatri profesörü olan ve hayatının bir bölümünü cezaevlerinde mahkûmlara ayıran Lombroso, mahkûmları birçok kişilik testine tabi tutar. Uyguladığı kişilik testleriyle mahkûmların karakterleri, yaşama biçimleri, düşünce yapıları ve geçmişleri hakkında bilgiler toplayarak analiz yapmıştır. Hatta araştırmalarını daha da genişleterek cezaevinde kalıp ölenlerin kadavraları üzerinde birçok analizler yaparak bilgiler toplamıştır. Edindiği bu bilgiler doğrultusunda birey için “Suç işleme şartlarına sahip kişi suçlu doğar.” 12 kanısına varmıştır (Dönmezer, 1994: 85). Yani bedensel anormalliklerin bireyi suç işlemeye yönlendirebileceğini belirtmiştir. Ancak daha sonraları bu fikrinden kısmen vazgeçerek tüm suçluların bu gruba dahil edilemeyeceğini savunarak çevresel etkenlerin de suça sebebiyet verebileceğini söylemiştir (Yücel, 2004: 37). Pozitif ekolün önde gelen bir diğer ismi de Enrico Ferri’dir. Klasik ekolün özgür irade felsefesini reddeden Ferri, davranışlarından ötürü birisinin suçlu kabul edilemeyeceği fikrini savunur. Çünkü “kişiler suç işlemez, aksine suça itilirler.” düşüncesine sahiptir. Bu sebepten dolayı toplum içerisinde yaşamını sürdüren suçlu, suç olgusunun oluşması aşamasında suçu seçmemiştir. Bu yüzden de toplumun yasalarla suçluya karşı korunması gerektiğini savunur. “ Kriminal Sosyoloji” adında çok önemli bir eseri bulunan Ferri “suçlu doyum yasasını” savunarak, yasalarla korunan belirli yerlerde ancak belirli şartlarda suç işlenebileceğini belirtir. Buna bağlı olarak “suç ne daha az, ne daha çok” düşüncesini söylemekten geri kalmaz. Böylece toplumsal değişimlerle suçun azaltılabileceğini savunur (İçli, 2004: 50). Bu çalışmalar neticesinde pozitif ekolün kriminolojiye katkısı şöyle özetlenebilir; teorik kısımdan ziyade deneysel araştırmalara önem vermişlerdir. Yapılan bilimsel araştırmalar sonucunda suça göre değil suçluya göre ceza verilebileceğini belirtmişlerdir. Bunu yanı sıra çeşitli önlemler ile suçun sabit tutulabileceğini hatta önlenebileceğini savunurlar. Pozitif ekol düşünürleri, bireyde önceden saptanacak özelliklerle bireyin suç işleme yönünden etkisizleştirilebileceğini savunurlar (Dönmezer-Erman, 1997: 421). 1.1.5.4. Coğrafi (Kartografik) Ekol Suçlu davranışın üzerinde coğrafi (kartografik) etmenlerin etkisi olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Coğrafi şartlardan iklimin, yerleşim yerinin, doğal kaynakların ve topografik etkenlerin suç olgusu ve suçlu üzerinde tesiri olabileceğini savunan bir ekoldür. Kendilerini “kartografik ekol” bazen de “ekolojik ekol” olarak adlandırırlar. Ekolün önde gelen isimleri arasında Belçikalı matematikçi A. Quetelet ve Fransız hukukçu A. M. Guerry yer alır. Bu ekolün öncüleri suçu sosyal koşulların neticesi olarak ifade ederler. Suç istatistiklerinde yoksulluk, yaş, cinsiyet, ırk ve iklimi ilişkilendirerek incelemiş ve bireyin değil, toplumun suçlu davranışından sorumlu olabileceğini savunmuşlardır. İstatistik yöntemini kullanarak yaş, cinsiyet, eğitim değişkenlerine bağlı olarak tablolar ve haritalar düzenlemişlerdir. Aynı zamanda suçları şahsa ve mala karşı olmak üzere iki grupta toplamışlardır. Ekolün öncülerinin amacı, davranışa neden olan faktörleri bulmak yerine kişiyi suçlu davranışa eğilimli yapan faktörleri bulmaktır. Ekole göre mala yönelik suçlarda temel 13 faktör fırsattır. Yoksulluk ve suç ilişkisi analizinde önemli değişkenin suç işleme fırsatı olduğunu belirten Guerry, çağdaş sosyologlara önderlik etmiştir. Nüfus yoğunluğunun suçta artışa yol açacağı, eğitimin suçlu davranışını önleyeceği gibi meseleyi basitleştirici açıklamaları reddeder (Adler ve Ark’dan Akt. İçli, 2004: 52). 1.1.6. Suçlu Davranışa İlişkin Psikolojik Teoriler 19. ve 20. yy. başlarında araştırmacılar insan zihninden çok insan vücudu ile ilgiliydiler. Bununla birlikte, araştırmacılar bu dönemde suçun psikolojik açıklaması ile ilgili bazı teoriler sunmuşlardır. (İçli, 2004: 55). Bunlar genel itibariyle, zekâ eksikliği, akıl bozukluğu ve suç arasındaki ilişkileri açıklayan teorilerdir. Bu teoride öne çıkan suçluların zihinsel olarak kusurlu oldukları, ruhsal bozukluklarının olduğu ve akıl hastalığının doğuştan geldiği fikridir (Durmaz, 2005: 28). Ruh sağlığı ile ilgilenenlerin amacı, her türlü zihinsel bozukluk durumunu anlamak ve tedavi etmektir. Bu yüzden psikologlar, toplumun sapmış, saldırgan ve anti-sosyal kişilikleriyle yüz yüze gelmektedirler. Psikologlar suçun kişilik bozukluklarından kaynaklandığını düşünürler. Bundan dolayı suç bilimciler suçluluğu, onu ortaya çıkaran psikolojik süreçleri ile beraber belirlemelidirler. Bu düşünceyi ilk savunan bilim insanları; suçluların şeytani bir ruha sahip olduklarına, akıl hastalarının ve deliliğin kalıtımla geçtiğine ve onların bozuk genetik yapılar nedeniyle zihinsel olarak kusurlu olduklarına inanırlardı. Bunların en belirgin savunucusu Isaac Ray’dir. Isaac Ray, yaşamı boyunca psikiyatrik kuralların hukuka uygulanmasıyla uğraşmıştır. Freud ise; suç davranışını, insan kişiliğinin yapısını oluşturduğunu ileri sürdüğü id, ego ve süperego özellikleri ile açıklamaktadır. Freud’a göre id, dinamik, güçlü ve agresiftir, isteklerinin hemen yerine getirilmesini ister, haz ilkesiyle çalışır. Ego organizmanın gerçek dünya ile ilişki kurmasını sağlar ve gerçeklik ilkesiyle çalışır. İdin isteklerini sınırlayarak onun toplumla uyum içinde yaşamasına yardımcı olur ve id ile süperego arasındaki dengeyi kurmaya çalışır. Süperego ise çocuğa başta anne-baba olmak üzere çevresinden aktarılan ve ödül-ceza uygulamalarıyla pekiştirilen geleneksel değerlerin temsilcisidir ve bireyin vicdan mekanizmasını oluşturur. Toplumsal değerler süperego için önemli ve değerlidir. Zayıf bir ego id’in her istediğini yerine getirerek suça neden olmaktadır. (Geçtan’dan Akt. Öztürk, 2007: 18). Suçluluğu açıklamak için Freud’un kavramlarını kullanarak, ona en yakın çalışmaları yapan psikanalist August Aichorn, birçok suçlu genci inceledikten sonra, toplumsal gerginliğin zarar verici boyutlarda da olsa yaşam boyunca tek başına suçlulukla sonuçlanmadığını, ancak 14 yatkınlığın psikolojik olarak çocuk ve gençleri anti-sosyal faaliyetlere hazırladığı sonucuna ulaşmıştır. Aichorn, bu durumu “gizli suçluluk” olarak adlandırır. Gizli suçluluk, kişilikleri anında tatmin isteyen, kişisel ihtiyaçlarını başkalarına bağlı olmaktan daha önemli sayan, yanlış veya doğru olduğunu dikkate almadan içgüdüsel itilişlerini tatmin edenlerde saptanmıştır (İçli, 2004: 59). 1.1.7. Suçlu Davranışa İlişkin Biyolojik Teoriler Bilim adamları, ortaçağ kanunlarında bireyin suçlu olmasının, kişideki fiziksel ve şekil bozukluklarına bağlı olduğunu düşünürler. Buna bağlı olarak da bireyde şeytani özelliklerin baş gösterdiğini iddia etmişlerdir. Sonraki dönemlerde Giambattista Della Porta (1535-1615), insan fizyonomisi okulunu kurarak, insan davranışları ile yüz özellikleri arasındaki ilişkileri incelemiştir. Ona göre; bir hırsız geniş dudaklı ve sert bakışlı fiziksel özelliklere sahiptir. Charles Chaldwell’e göre ise beyin dokusu ve hücreleri ile beyindeki girinti ve çıkıntılar insan davranışını düzenler (Demirbaş, 2001: 95; İçli, 2004: 60). Pozitif ekolün önemli savunucularından olan Charles Darwin’in (1809-1882) etkisinde kalan Lomboroso, suçun biyolojik etkisinin olduğunu savunan en önemli bilim adamlarındandır. Suçlunun biyolojik bakımdan doğuştan dejenere olduğunu, anormal, ilkel ve vahşi insana bir dönüş (atavism) gösterdiğini iddia ederek biyolojik etkene vurgu yapar. Burada suçluluğun doğal bir davranış olmadığı için kalıtımla geçemeyeceğini yalnızca davranışın eğilimine kalıtımsal olarak tesir edebileceğini savunur. Bu yüzden “biyolojik şartlı suç”tan söz ederek, ilgili insanın biyolojik durumu sebebiyle suça şekillenen bir davranış içerisinde olduğunun düşünülmesi gerektiğini ifade eder. Lombroso’nun “saptağı” ve “stigmat” adını verdiği suçlu tipinin özellikleri şöyle özetlenebilir. Suçluların ölçümü, onların normal insanlara göre, büyük vücut uzunlukları, büyük kol uzunlukları, geniş göğüs kafesi ve fazla kiloya sahip olduklarını göstermiştir. Suçlunun duygusuzluğu ilkel insanları hatırlatır. Bu duygusuzluk, deneysel olarak ispat edilmiştir; vücudun sağ yarısı, sol yarısına göre daha az duyarlıdır. Suçlularda idrak tam görülmez. Lombroso, tek tek suçlulara gider; hemen hemen hırsız ve katillerin aynı biyolojik işaretleri olduğunu iddia eder. Hırsızlar çok hareketli yüz yapısı ve ellere sahiptirler, gözleri küçüktür, huzursuz, sıklıkla gözleri oynar (şaşı), kaşlar çatık ve birbirine yakındır. Örneğin saçlarda azalma, kuvvet ve kilo kaybı, kafatası hacminin küçüklüğü, basık ve dar alın, kafatası kemiklerini olağanüstü gelişmiş olması, derinin renginin koyuluğu, çok ve kıvırcık saç, büyük ve yelken kulaklar, iki cinsten birbirine benzeme, yani kadınlarda erkekleşme, erkeklerde 15 kadınlaşma, genetik faaliyetlerde azalma, daha az acı duyma, manevi açıdan duygusuzluk, pişmanlık duygusunun olmaması, kendini çok beğenme, cesaret gerektiren yerlerde cüretkarlık ve bunu izleyen korkak davranışlar, batıl inançlara sahip olma, kendine özgü ahlak anlayışına sahip olma gibi özelliklere sahiptirler (Sokullu-Akıncı, 1994: 45). Biyolojik yaklaşımın bir diğer temsilcisi olan Sheldon belirli fiziksel özelliklerle mizaç- kişilik özellikleri arasında bir ilişki olduğunu ileri sürmüştür. İnsanları dört fiziki kategoriye ayırır: I. Endomorşar: Şişman, boyun eğen ve fiziksel etkinliklere ilgi duymayanlar, II. Mezomorşar: Kalın kemikli, kasları gelişmiş, atletik yapılı, fiziksel olarak aktif, kendini zorla kabul ettiren ve cüretkâr tipler, III. Ektomorşar: İnce, uzun ve içe dönükler, IV. Dengeli tipler: Dikkati çeken belli özellikleri olmayan karışık, kombine tipler (Haskell-Yablonsky’den Akt. Kaner, 1992: 473). Sheldon 200 suçlu üzerinde yaptığı araştırmada, suçluların % 60'ının mezoinorf tipte olduklarını saptamıştır (Haskell-Yablonsky’den Akt. Kaner, 1992: 473). Avusturyalı bir anatomi uzmanı olan Dr. Gall ise yaşamının yirmi yılını akıl hastaları ve mahkûmlar arasında dolaşıp, onların kafa şekillerini çizerek geçirmiştir. Dr. Gall’e göre; beyin düşüncenin merkezidir, beynin farklı bölgeleri, değişik davranışları yönlendirir, beynin daha önemli kısımları nispi olarak daha küçüktür, Kafatası beyin korteksini kaplar ve orantısız öneme göre, kafatasında eş anlamlı çıkıntılar olur (Demirbaş, 2001: 97). Hooton ise, suçlu tipleri için çeşitli çareler önermiştir. Daha az bozulmuş suçlular eğitilip kendilerine hayatta ikinci bir şans tanınabilir, daha güç suçlular ise izole edilmeli (soyutlanmalı) demiştir. Hooton, umutsuz suçluların ise sürekli olarak hapsedilmeleri gerektiğini fakat bunun insanca yapılması gerektiğini önermiştir (Sokullu-Akıncı, 1994: 43). Bu teoriler, suçluların biyolojik ve genetik bakımdan genel nüfusa oranla daha aşağı durumda olduklarını savunmaktadır. Çok basit oldukları için yandaş bulabilmişlerdir. 1.1.8. Suçlu Davranışa İlişkin Sosyolojik Teoriler 19. yy. başlarından itibaren suç olgusuna yönelik düşünceler duyulmaya başlanılmıştır. Sosyal düşüncede suçun sosyal ortamın getirdiği problemlerden kaynaklandığı düşüncesi hâkim olmuştur. Bununla beraber suç açıklanırken toplumun sosyal yapısı, değerleri, normları gibi yapısal faktörler suç olgusuna sistematik bir yaklaşım getirir. 16 Sosyal kontrol teorisi, insan davranışlarını oluşturan ve biçimlendiren aile kurumunu, akran grubu ilişkilerini, okul ve eğitim faktörlerini, inanç ve değerlerini merkezi düzlemde ele almaktadır. Bir diğer değişle sosyal kontrol kuramı, sosyal denetim olgusunu temel edinerek bireylerin toplumdaki değer, norm ve kuramlara olan bağlılığını ele alır. Bu nedenle, sosyal kontrol teorisi bireyin toplum veya grup içindeki uyum yapısını zayıflatan veya ortadan kaldıran faktörlerin ve ilişkilerin tanımlanmasına odaklanmaktadır. Birey veya toplum üzerinde söz konusu sosyal denetimin başarısızlığı ve yetersizliği, suç davranışının gerçekleşmesinin önemli bir koşulu olmaktadır. Kısacası bu kuram, suçluluğu bireyin toplumsal değer ve normlara olan bağlılığının azalması veya gevşemesi ile açıklamaktadır (Kızmaz, 2005: 192). Sosyolojinin kurucularından biri olan Emile Durkheim, kriminolojiye önemli katkılar sağlamıştır. Suçun; patolojik bir olgu olduğunu kabullenmeyen Durkheim, suçun ortaya çıkma sebebini araştırmaya ve toplumun işlevsel nedenler konusunda sorduğu sorulara cevaplar aramaya başlamıştır. Durkheim’in en belirgin katkısı, suçun “normal” ve sosyal davranış için “gerekli” olduğu fikrini ileri sürmesidir. Suç, ona göre her yaşta, hem yoksullukta hem zenginlikte var olduğuna göre insan tabiatının bir parçası olarak görülmelidir (İçli, 2004:79; Kösemihal, 1971:43). Yaşamını sosyal değişmelerin etkilerine adamış olan Durkheim, “suç”un normal karşılanması gerektiğini savunur. Bazı yaptırımların ise toplum içerisindeki uyum ve birliktelikle başarıya ulaşabileceğini söyler. Durkheim’e göre bağları güçlü toplumlarda neyin doğru veya neyin yanlış olduğunu izah etmek, o toplumun birbiriyle dayanışması ve ortak inanç birlikteliğiyle daha kolay hale gelmektedir. Durkheim modern toplumlarda ve kentleşmenin büyük olduğu bölgelerde ise ortak normların kalıcılığını sağlayan etkenlerinden en önemlisinin “ben” kavramı değil “biz” kavramı olduğu görüşünü savunur. Ortada bir problem var ise o problemi ortak anlayışla kabul edip çözüme kavuşturmanın gerekliliğini savunur. Aksi takdirde, kentleşmenin sosyal hayattaki en büyük sıkıntılarından olan ‘biz’ kavramının yokluğu sıkıntısı baş gösterecektir. Bu da toplumda infial diyebileceğimiz parçalanmayı kolaylaştırarak suç ve suçlu sayısının çoğalmasına sebebiyet verecektir. (Adler ve Ark’dan Akt. İçli, 2004: 72). Sosyal teori ve sosyal yapı denen iki alan üzerine deneysel araştırmalar yaparak suçlu davranışını sosyolojik bakış ile ilişkilendiren sosyolog Merton, toplum içerisinde bir düzenin olması gerektiğini söyleyerek, bireyin toplum içerisinde hedefe ulaşması için izlediği meşru yol ile gayrı meşru yol arasında bir uyumun olması gerektiğini savunmaktadır. Bu bakımdan Merton, Durkheim’inkinden daha ileri bir bakış açısına sahiptir (Cloward ve Ohlin’den Akt. Dolu, 2011: 300). 17 1.2. ÇOCUK KAVRAMI İnsanlar iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, haklı ile haksızı ayırabilme ve bu algılayışa göre davranabilme yeteneklerini belli bir yaş seviyesi ile kazanırlar. İnsanoğlunun doğumundan itibaren anlayabilme ve kavrayabilme yeteneğini kazandığı yaşa kadar geçirdiği dönem “çocukluk dönemi” ve bu dönemdeki kişiler de “çocuk” kavramı ile adlandırılır (Polat, 2010: 66). Çocuk; Türk Dil Kurumu’na göre; büyüklere yakışmayacak daha çok küçüklerin yapabileceği gibi davranan kimse veya belli bir işte yeteri kadar deneyimi ve yeteneği olmayan kimse (TDK web, 2014), Allison James’e göre; yüzyıllar boyu henüz yetişkin olmamış, kendi kararlarını vermeye muktedir olmayan, biyolojik bir geçiş aşaması (Gürdal, 2013: 4), Yörükoğlu’na göre; gelişen insan yavrusu, olgunlaşmamış, reşit sayılmayan ve küçük bir yurttaş, İnan’a göre; en genel manasıyla "insan yavrusu" (İnan, 1980: 244). Çocuk Hakları Sözleşmesine göre; 18 yaşından küçük insan olarak tanımlanmaktadır (ÇHS web m. 1). Türk Ceza Kanununa göre; çocuk tanımını, henüz on sekiz yaşını doldurmamış kişi (TCK m. 6-1/b), 5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu’na göre; daha erken yaşta ergin olsa bile 18 yaşını doldurmamış kişi (ÇKK m. 1), 1.2.1. “Çocuk” Terimine Hukuki Yaklaşım (1982 Anayasasına göre) 1982 anayasası da, 41. madde ile “ailenin korunması” gerekliliğine, 61. madde ile “sosyal güvenlik bakımı” ihtiyacı olan her çocuğun özel olarak korunması gerekliliğine ve 62. madde ile de yabancı ülkelerde olan “Türk vatandaşları” başlığı altında çocuğa yer verir. Ailenin ve çocuğun devletin koruma ve himayesi altında olduğunu belirtir. Devlet, bu anlamda hem ailenin korunması ve güçlendirilmesi hem de çocuğa yönelik özel birtakım tedbirleri almakla görevlidir. Anayasanın 19, 24, 50, 144. maddelerinde “küçük” 41, 61, 62. maddelerinde “çocuk”, 58. maddesinde ise “genç” terimi kullanılmıştır. 18 1.2.2. “Korunmaya Muhtaç Çocuk” Kavramı 18 yaşını doldurmamış kişi (ÇKKY m. 4/1-a) çocuk olarak tanımlanır. Bedensel, ruhsal ve zihinsel olarak kendi ihtiyaçlarına yeterli olamaması, büyükleri tarafından çocuğun faydasına olan imkânlardan mahrum edilmesi veya ihtiyaçlarının karşılanamaması durumunda çocuğun koruma ve kollama ihtiyacı doğmaktadır. Her çocuk; kişisel, çevresel ve ailesel özellikleri dikkate alınmaksızın, hukuki bakımdan sağ doğduğu andan reşit olduğu ana kadar korunmaya muhtaçtır. Bir başka ifadeyle “korunması gereken çocuk” veya çocuklar “temel bakımı, yetiştirilmesi, esirgenmesi ve gözetilmesindeki yetersizlik ve aksama nedeniyle sosyal, fiziksel, ruhsal ve ahlaki yönden sağlıklı bir yetişkin olmasının önünde çeşitli engeller bulunan çocuklardır” (Akyüz-Elmacı’dan Akt. Yazıcı, 2012: 502). Bir başka tanıma göre “korunmaya muhtaç çocuk veya çocuklar” ilgili yasal düzenlemelerin çizdiği sınırlar içerisinde kalan ve devletin özel olarak koruması gereken çocuklardır (Tomanbay’dan Akt. Yazıcı, 2012: 502). Korunmaya muhtaç çocuk (KMÇ), kavramı çok geniştir. Çünkü ana babalı ya da kimsesiz, varlıklı veya varlıksız, suç işlemiş ya da işlememiş, herhangi bir engeli olması veya olmaması gibi bireysel özellikleri dikkate alınmaksızın her çocuk korumaya muhtaçtır. Bunun nedeni çocuğun bedensel ve fikirsel bakımdan gelişmemiş olmasıdır. Kısacası korunmaya muhtaçlık kavramı bir çocuğun, kanunun emrettiği ölçüde özen ve bakım görmemesi sonucunda beden, fikir ve ruh güvenliğinin tehlikeye düşmesini ifade eder (Akyüz, 2012: 438). Yörükoğlu “kimsesiz çocuklar olarak ifade ettiği, korunmaya muhtaç çocukları, çeşitli nedenlerle öz anası-babası ile birlikte yaşamak gibi en doğal hakkından yoksun kalan, herkesin acıdığı, ama kimsenin tam sahip çıkmadığı çocuklar olarak” tanımlamaktadır (Yörükoğlu, 2000: 191). Korunmaya muhtaç çocuk kavramını; Çocuk Koruma Kanunu: Bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği tehlikede olan, ihmal, istismar edilen ya da suç mağduru çocuk (m. 3/a), Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kanunu: Korunmaya muhtaç çocuk, beden, ruh ve ahlak gelişimleri veya şahsi güvenlikleri tehlikede olup (m. 3/a), a. Anne ve/veya babasız b. Anne ve/veya babası bilinmeyen c. Anne ve/veya babası tarafından terkedilmiş 19 d. Anne ve/veya babası tarafından ihmal, fuhuş, dilencilik, alkollü içkiler veya uyuşturucu maddeleri kullanma gibi her türlü sosyal tehlikeye karşı savunmasız bırakılan e. Anne ve/veya babası çalışamayacak ve bakamayacak kadar sakat, hasta, düşkün olan çocuk, Türk medeni kanunu: Bedensel ve zihinsel gelişimi tehlikede olan veya manen terkedilmiş çocuk olarak niteler ve korunmaya muhtaç çocuklar TMK’da 346., 347. ve 348. maddeleri gereğince korunur. TMK’da 346. madde ile çocuğun menfaati ve gelişiminin tehlikeye düşmemesi koruma altına alınır. 347. madde çocuğu bedensel ve zihinsel gelişiminin tehlike altına düşmesine ve anne- babaya karşı ilgisizliğe karşı korurken, 348 madde ile de 346. ve 347. maddeye karşın sonuçsuzluk neticesinde velayeti konusunda koruma altına alınmıştır. Aile ve sosyal politikalar bakanlığı kanunu ise, beden, ruh ve ahlak gelişimleri veya şahsi güvenlikleri tehlikede olan, ana veya babasız, ana veya babası veya her ikisi de belli olmayan, ana veya babası veya her ikisi tarafından terk edilen, ana veya babası tarafından ihmal edilip, fuhuş, dilencilik, alkollü içkiler veya uyuşturucu maddeler kullanma gibi her türlü sosyal tehlikelere ve kötü alışkanlıklara karşı savunmasız bırakılan ve başıboşluğa sürüklenen çocuk olarak ifade etmektedir (ASP Samsun İl Müdürlüğü web, 2014) 1.2.3. “Mağdur” ve “Tanık” Çocuk Tanımı 18 yaşından küçük olup haksız (ÇHS web, 2014 ) bir fiilden (ÇHS web, 2014) veya suçtan dolayı zarara uğramış kişiye “mağdur çocuk”, suç ortamında bulunup suç işlemeyen ancak beş duyusundan en az biriyle olaya bilgi sahipliği yapan kişiye “tanık” denir. Çocuğun mağduriyet yaşaması anne, baba, akraba, arkadaş veya bir başka kişi ya da kişilerin ihmali, istismarı veya bir takım suçlara maruz bırakılması sonucu oluşur. Bazen de çocuk, aile içi şiddetli geçimsizliklere, trafik kazalarına, anne ya da babayı kaybetme olayına ve arkadaşlarının okulda veya sokakta dayak yemelerine tanık olurlar. Suç olayına tanıklık eden veya mağdur olan çocuklar travmalar yaşayabilmektedir. Bu travmalar kısa sürede kendini hissettirebildiği gibi uzun sürede de kendini hissettirebilir. Aile içinde yaşanan kavgada babanın anneye şiddet uygulayarak anneyi öldürmesi olayı incelendiğinde şu sonuçlar görülür: çocuk hem annesini kaybetmesi hem de babasının hapse girmesi ve kendisinin ortada kalmasıyla büyük bir mağduriyet yaşar, işlenen olaya tanıklık eder, gözlerinin önünde babasını hırçınlığını görmesi ve annesinin ölmesiyle bazı yetilerini 20 kalıcı veya geçici olarak kaybederek travma yaşar. Adli makamlar olayı aydınlatmak için tanık olan çocukla görüşmeler yapar. Böylece çocuk ikinci bir travma daha yaşar. 1.2.4. “Çocukluk” Kavramının Tarihsel Gelişimine Kısa Bir Bakış Teorik düzeyde çocuk olmanın ne anlama geldiğinin anlaşılması gerektiğini vurgulayan Heywood, çocukluğun tarihi ile insanlığın tarihini özdeş tutmaktadır. Çocuk ve çocukluk kavramı, tarihsel sürecinde değişik kültürlerde ve toplumlarda değişik anlamlar içermektedir (Sormaz-Yüksel, 2012: 985-1008). Eski çağlarda, çocuğun yazgısı anasının yazgısına bağlıydı. Her ikisinin de durumu kölelerden biraz daha iyiydi. Antik Yunan ve Roma uygarlıklarında babanın aile üzerindeki otoritesi baskındı. Romalı bir baba çocuğunu dilediği gibi alıp satabilir, cezalandırabilir, sakat bırakabilir ve öldürebilirdi. Kaderlerine terkedilmiş anne ve çocuğun sakat bırakılmaları, kurban edilmeleri önlenemiyordu. Neticede Antik çağ dünyasında özellikle insanlar çocuklarını acımadan çalıştırarak, sömürerek, ezerek, kırbaçlayarak yetiştirmişler, işe yaramaz olunca da evden atmışlar ya da öldürmüşlerdir (Yörükoğlu’ndan Akt. Yapıcı, 2004: 174). Ortaçağda çocukluğa ilişkin belirgin bir anlayış ortaya çıkmamıştır. Bu çağda çocukların yetişkinlere bağımlı olarak yaşadıkları belli bir dönemin ardından, küçük yetişkinler olarak görüldükleri, yetişkinlerle aynı oyunları, oyuncakları, şarkıları, öyküleri, giyim tarzlarını ve daha pek çok şeyi paylaştıkları bilinmektedir. Bu dönemde çocukların düşünce ve güdülerinin yetişkinlerin düşünce ve güdüleri gibi olduğu, fakat onların yetişkinlerden daha az yetenekli oldukları kabul edilmiş, bu yüzden de çocuklar genellikle yetişkin hizmetinde kullanılmıştır. Dönemin resim ve heykel sanatı örnekleri, bu tespiti doğrular niteliktedir (Onur, 2005: 4). Bu da bize Orta Çağ boyunca, skolastik düşüncenin ve bu düşüncenin çocuğu ilk günahın ürünü olarak görmesi fikrinin hâkim yapıyı oluşturduğunu düşündüğümüzde, çocukluğun modernizeye kavuşabilmesi için neden reform hareketlerini beklediğini daha iyi izah etmektedir (Postman, 1995: 31). Yahudilikte toplumun en önemli müessesesi görülen ailede çocuk değerlidir. Babanın ailesi ve çocuğu üzerinde ciddi bir ağırlığı vardır. Yahudilerde ebeveynine itaat etmeyen çocuklar dayakla cezalandırılırdı. Yapılan uyarılara rağmen kendini düzeltmeyen, anne babasına hakaret eden ve onları darbeden serseri, sarhoş gençler hâkim tarafından verilen kararla taşlanarak öldürülürlerdi (Batuk, 2008: 158-162). Hıristiyan geleneğinde erkek çocukların kız çocuklara göre daha çok önemsendiği görülmektedir. Aileler erkek çocuğa sahip olduğu zaman Tanrı’nın o aileyi sevdiği ve tüm 21 günahlarının bağışlandığına inanırlardı (Gündüz, 2002: 34). Hıristiyanlıkta hasta çocukların çok önemsendiği ve onlar için hastaneler tahsis edildiği görülmüştür (Aytaç, 1985: 44). Çocukların eğitimlerini sağlamak için manastırların yakınlarında okullar bulundurulurdu (Polat, 2004:5). Özellikle kimsesiz ve yetim çocuklara sahip çıkılmış, kiliselerde onların ihtiyaçlarının giderilmesi için paralar toplanmıştır. Kimsesiz çocukların manastırlarda korunduğu ve bakımının yapıldığı görülmüştür (Aytaç, 1985:44). İslâmiyet öncesi dönemde Türklerde ataerkil bir aile yapısı vardı; ancak eski Roma'da olduğu gibi babanın hâkimiyeti sınırsız değildi. Evde babadan sonra annenin de sözü geçerdi. Bilhassa babanın ölümünden sonra annenin sözü dinlenirdi. Arap yarım adasında İslamiyet’ten önce kız çocuğuna sahip olan bir baba çok yadırganırdı. Bu nedenden dolayı baba kendisi aşağılanmış görür, sahip olduğu çevre kendisiyle diyaloğu keser ve onunla ticaret yapmazlardı. Anne ise çocuğu olabildiğince gizli doğurur, eğer doğan kız çocuk ise onu gizlice ya büyütür ya da akrabalarının yanına götürürdü. Baba, kız çocuğunun olduğunu öğrendiğinde ise onu ya toprağa diri diri gömer ya da gizlice aileden kaçırarak öldürürdü (Kurt, 2001: 116). İslamiyet’in gelişiyle birlikte birçok alanda olduğu gibi çocuk kavramı üzerinde de değişiklikler olmuştur. Çocuğun anne karnında oluşumundan itibaren annenin bilerek düşük yapması veya kürtaj yaptırması yasaklanmıştır (Konan, 2008:, 322). Kur’an ve Sünnette, buluğ yaşına kadar çocuğun mükellef sayılmadığı öğretisi mevcuttur. Çocukluğun yetişkinlikten farklı özel bir biyolojik evre olduğu, doğumdan buluğ çağına kadar birkaç değişik evreden geçilerek çocukluktan çıkılacağı, yetişkinliğe belli bir hazırlık ve yetişme sonucunda ulaşıldığı ve çocuğun yetiştirilmesinde sorumluluğun yetişkinlere ait olduğunu gösteren ayet ve hadisler bulunmaktadır (Aydın, 2007: 81). Çocukluk fikrinin oluşmasındaki en önemli gelişme; 16. yy. da matbaanın icadıyla birlikte başlayan yeni bir iletişim ortamının ortaya çıkması olmuştur. Matbaa ile yazılı ürünlerin basımı ve çoğaltımı “okuma yeterliliğine dayanan” yeni bir yetişkinlik tanım(lamas)ı ve buna karşılık “okuma yetersizliğine dayalı” yeni bir çocukluk anlayışı oluşturmuştur. Matbaanın icadı ve 17. yy. da özellikle ahlakçıların ailelere, çocuklarının kızlar da dâhil olmak üzere henüz hayat için hazır olmadıklarını ifade ederek okullarda belli bir disiplinle eğitime tabii tutulmaları gerektiği yönündeki söylemleri çocukları yetişkin dünyasından ayırmıştır. Postman'ın çocukluğun, bebeklik gibi özel bakım ve korunma biçimleri gerektirdiği düşüncesi dünya tarihinin son dört yüz yıllık dilimi içinde doğmuştur. Amerika'da çocukların doğum günlerini 22 kutlama âdeti, 18. yy. ın büyük bir bölümünde görülmemektedir ve "gerçekte herhangi bir biçimde çocukluk çağının kesin işaretleri iki yüzyıldan daha eski olmayan yeni bir kültürel alışkanlıktır (Postman’dan Akt. Köksal. 2008: 389). 19. yy. kadar batı dünyasında Natüralist yaşam ve beden anlayışı yaygındı. Kırsal yaşam biçiminin egemen olduğu bu toplumda hiçbir şey kısırlıktan daha büyük bir felaket değildi. Çünkü kısırlık yaşam çemberini kırar ve soyun sürekliliğini tehlikeye sokardı. Çok eskilerden gelen ve bebeğe büyük anne ve babaların adını vermeye dayanan Avrupa geleneği yaşayan ve ölülerden oluşan büyük ailenin sürekliliğini sağlamak arzusunun ifadesiydi. Bu yaşam ve kuşak sürekliliği anlayışı bugünkünden çok değişik bir beden anlayışını da yansıtıyordu. Beden yalnız insanın kendisine değil, bir ölçüde geniş ailenin yaşayan ve ölü üyelerine de ait sayılıyordu. Bireyin sıkı sıkıya bağlı olduğu kolektif yazgı, çok kez onun kendi yaşamını dilediğince yaşaması isteğiyle çelişmekteydi (Tan, 1989: 81). Rönesans'la birlikte kültürel ve düşünsel ortamda başlayan değişim 19. yy’ da sürmüş ve çocukların ve yetişkinlerden farklı bir sınıf olduğu anlayışı iyice pekişmiştir. Bu değişimde, ekonominin tarımdan sanayiye kayması, orta sınıfın gelişmesi, ailenin yapısının ve rolünün değişmesi, çocuk ölümlerinin azalması, boş zamanların artması, ana-baba-çocuk ilişkisinde duygusal bağın önem kazanması etkenlerinin de rolü olmuştur (Sarı, 2011: 21). 20. yy. da ise yaşanan gelişmeler insanı mutlu edici niteliktedir. Filozofların, araştırmacıların, hukukçuların, eğitimcilerin çocuğu incelemeleri, gelişimleri ve hakları konusunda fikirler ileri sürmeleri nedeniyle bu yüzyıl "Çocuk Yüzyılı" olarak adlandırılmıştır (Özgişi, 2013: 293). 21. yy. da ise yaşanan iki büyük çaplı dünya savaşı ve bazı ülkelerde yaşanan sürekli iç kargaşalar nedeniyle en çok mağdur olan kesimlerden birisi çocuklar olmuştur. Bu dönemde, sanayi çağına geçişle beraber birtakım sıkıntılar baş göstermiştir. Gerek ileri teknoloji gerekse bu çağda kullanılan nükleer gazlar çocukların acımasızca öldürülmesine sebebiyet vermiş veya bu gazlar çocukların genlerine etki ederek onların nesilden nesile aktarılacak sakatlıklara maruz kalmasına neden olmuştur. Özellikle dünyanın gelişmişlik düzeyinin düşük kaldığı bazı bölgelerinde ihmal, istismar ve suça sürüklenmede en çok çocukların mağdur oldukları görülmüştür. 1.2.5. Çocuk Haklarının Tarihsel Gelişimi İlk kez İspanyol filozof Vives 15. yy. in sonlarında çocukların korunmasına ilişkin ilkelerden bahsetmiştir. Ancak, bu ilkelerde ağırlık noktası, çocuğun eğitim hakkı olmuştur. 18. 23 yy. da ise, İsviçreli eğitimci Pestalozzi, çocukların yaşadığı sefaleti ve eğitimsizliği bir sorun olarak ele almıştır. Yine 19. yy. da Shaftesbury’nin işçi çocukların çalışmalarının kötüye kullanılması ve 19. yy. sonunda da Dr. Budin’in analığın ve çocukluğun korunması ile ilgili çalışmalar yaptığı görülmektedir. Uluslararası alanda ise, çocukların korunmasına ilişkin olarak bir örgüt kurulması fikrini ilk olarak Jules de June ortaya atmıştır. Ancak uluslararası bir merkez kurulması amacıyla ilk resmi girişim, 1912 yılında İsviçre’de yapılmıştır. Bu merkezin görevi, öncelikle çocukların korunması için uluslararası bazı sözleşmelerin yapılmasını sağlamaktır (Bilge web, 2012). 1914-1918 yılları arasını kapsayan ve çetin bir savaş dönemi olan I. Dünya Savaş’ında en çok etkilenen hiç şüphesiz ki çocuklar ve kadınlar olmuştur. Bu dönemde çocukları açlık, sefalet, ihmal ve istismardan kurtarmak veya korumak, yeni yaşam standartları oluşturmak amacıyla ilk Uluslararası Çocuk Hakları Bildirgesi hazırlanmıştır. Bu bildirgenin esas amacı çocukları korumak ve onların ihtiyaçlarını karşılamaktı. Uluslararası Kızılhaç komisyonunun 1920 yılında Cenevre’de çocukları korumak, onların acil ihtiyaçlarını gidermek amacıyla çeşitli ülkelerden temsilcilerin katılımıyla “Uluslararası Yardım Birliği Teşkilatı” kurulmuştur. Burada çocukları korumak için gerekli olan programların düzenlenmesi ve programların ilkelerini araştırma kararı alınmıştır. 1921’de Belçika’da milletlerarası Çocukları Koruma Birliği kurulmuş ve bu gayretlerin neticesinde Eglentyne Jebb tarafından "Cenevre Çocuk Hakları Beyannamesi" adı altında dünyadaki çocuklara özen gösterilerek çocuk hakları beyannamesi teklif edilmiştir. Bu teklifin temeli esasında 1923 yılında Milletlerarası Çocuklara Yardım Birliği tarafından Çocuk Hakları Beyannamesi olarak yayınlanmıştır. Yayınlanan bu beyanname 1924 yılında Milletler Cemiyeti yani Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiştir. Beyannameye ilk imza atan ülkeler arasında Türkiye de bulunmaktadır. 5 maddeden oluşan bildirge 26 Eylül 1924 yılında Milletler Cemiyeti genel kurulunda kabul edilmiştir. Bu kurula Gazi Mustafa Kemal en üst düzey yönetici olarak katılmıştır. Ancak ne yazık ki iyi niyetlerle oluşturulan bu bildirge 1937 yılında çıkan II. Dünya savaşı neticesinde Milletler Cemiyetinin dağılması neticesinde beyannamede yazılı bir metinden daha ileriye gidememiştir (İnan, 1968: 203; Müftü, 2001: 147). Esasında, “Çocuk Hakları Beyannamesi”nin, ilân ettiği haklardan henüz bütün çocuklar yararlanamamasına rağmen, bu bildirge bir kâğıt parçasından ibaret değildir. Bu hakların var olduğunun evrensel olarak kabulü, bu haklara ulaşmanın ilk adımıdır. Gerçekten, farklı sosyal koşullara ve kültürel geleneklere sahip olan pek çok ülkenin, "temel ilkelerin önemi" konusunda fikir birliğine varmış olmaları, gelecekte kaydedilecek ilerleme açısından cesaret verici bir 24 göstergedir. Günümüzde dünyanın hemen her ülkesinde çocukların özel yardıma muhtaç ve lâyık oldukları benimsenmekte ve onlara bu yardımı sağlamak için aktif çalışmalara girişilmektedir (Tiryakioğlu, 1991: 6). İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra galip devletler tarafından kurulan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı 1959'da Çocuk Hakları Beyannamesi’ni kabul etmiştir. Ancak çocuk hakları kavramına bakış sürekli tartışma konusu olmuş ve farklı bakış açılarını yansıtan çok geniş bir literatür oluşmuştur. Oluşan bu literatürde çocuk hakları konusunda tartışılan belli başlı sorunlar üç grupta toplanabilir: Birincisi, “çocukların özgürleşmesi” taraftarlarının ileri sürdükleri gibi, çocukların yetişkinlerin özgürlüklerinden yararlanmaya hakları olup olmadığı sorunudur. “Çocukların özgürleşmesi” yanlıları çocukların kendi hayatlarının sorumluluğunu daha fazla üstlenme yeteneklerini vurgulayarak, onların hak sahibi olan ayrı bir grup teşkil ettiğini ileri sürmektedirler. Bu bağlamda, “çocukların hakları” kavramının kendisi tartışma konusu olmaktadır. İkinci olarak, çocukların hak sahibi olabilecekleri kabul edilse bile, bu haklarla yetişkinlerin özellikle de ebeveynin çocuklar üzerindeki haklarıyla bunların nasıl dengeleneceğinin aydınlatılması gerekir. Üçüncü olarak, çocukların sırf çocuk oldukları için hangi haklara sahip oldukları tartışmalıdır. Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, her bir çocuğun hak sahibi birer birey olarak korunması, gelişimi ve temel hakları konusunda yeni bir felsefe ve anlayışı beraberinde getirmiştir. Türkiye sözleşmeyi 14 Eylül 1990 tarihinde imzalamış ve 9 Aralık 1994 tarihinde 17, 29, 30. maddelerine Anayasa ve Lozan antlaşması çerçevesinde çekince koyarak kabul etmiştir. 27 Ocak 1995 gün ve 22184 sayılı Resmi Gazete ’de yayımlanarak 4058 sayılı yasa ile iç hukuk kuralına dönüşen sözleşmenin Türkiye’de uygulanmasından sorumlu koordinatör kuruluş olarak Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) görevlendirilmiştir. Çocuk Esirgeme Kurumu (ÇEK), Haziran 2011’de çıkartılan 633 Sayılı KHK ile kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne dönüştürülmüştür. Sözleşmenin çocuk haklarının uygulanması ve yaygınlaştırılması için sunduğu vizyonun önemli bileşenlerinden birisi de çocuklar konusunda aile ve devletin birbirini bütünleyen sorumluluğunu vurgulaması, ailenin çocuğa karşı sorumluluğunu yerine getirememesi durumunda devletin müdahale etme hakkı doğar. Böylece 25 çocuk bakımı ve yetiştirilmesi özel alanın konusu olmaktan çıkmakta ve kamusal alana taşınmaktadır (Aile Eğitim Uygulamalar Raporu, 2013: 7-8). Çocuklar, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve diğer anlaşmalarla korunmuş tüm hakların yanı sıra BMÇHS’deki haklar başta olmak üzere birçok ek hakka da sahiptir. Hükümetler çocukların ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının yanı sıra onların medeni ve siyasi haklarını da korumakla yükümlüdür. Devletler yalnız kendi görevlilerinin yaptığı ihlalleri değil, ailede ya da toplumdaki diğer bireylerin çocuklara uyguladığı suiistimalleri de önlemekle yükümlüdür. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) çocuk haklarının korunması için dünya çapında kampanyalar yürütmekte; hükümetlere, muhalif gruplara ve çocuklar üzerinde kontrolü bulunan herkese çocukları ilgilendiren her eylemde "Çocuklar İçin En İyisi" ilkesini birincil kaygı olarak benimsemeleri çağrısında bulunmaktadır (Koman’dan Akt. Yalçın ve ark. 2008: 430). 1.2.6. Çocuk Hakları Ülke, aile, toplum ve millet bireyin azdan çoğa doğru artmasıyla oluşur. Bunların hepsinin başlangıcı bireydir. Bir milletin veya milletlerin muasır medeniyet seviyesine yükselebilmesi, bireyi koruyup yetiştirerek sağlıklı nesiller elde etmesiyle gerçekleşebilir. Toplum içinde insanın filizi olan çocuklar, hak ettikleri gibi yaşayamıyor veya kötü muameleye, istismara maruz kalıyor ve hatta suç işlemeye sürükleniyor ya da mecbur bırakılıyorsa o toplum geri kalmayla ve hatta yok olmayla karşı karşıyadır. Devlet çocukların korunması konusunda hem sorumluluk sahibidir hem de düzenleyici ve denetleyici bir role sahiptir. Akyüz “çocuk, anne-babasından görevlerini yerine getirmelerini nasıl isteyecektir?” sorusunu sorar. İşte bu noktada devletin, çocuğa karşı yükümlülükleri devreye girmektedir. Hukuk kuralları, çocuğa anne-babasına karşı haklar tanımıştır. Devlet, bu hakların gerçekleştirilmesini sağlamak ve buna karşında çocuğun korunması ile ilgili bir sorundan haberdar olduğunda yasal koşulların bulunması durumunda kendiliğinden müdahale ederek, çocuğu korumakla yükümlüdür (Akyüz, 2012: 42). Ancak, modern devletin çocuğa karşı görevi bedensel, duygusal, zihinsel ve ahlâkî güvenliğine, diğer bir deyişle “yüksek yararına” özen göstermek bakımından yalnızca anne-babayı desteklemek ve denetlemek değildir. Devlet aynı zamanda çocukların yetenekleri doğrultusunda gelişmelerini güvence altına almak, onların ekonomik ve sosyal refahını da sağlamak zorundadır. Şu halde devreye sadece çocuğun anne-babasına karşı haklarını düzenleyen kurallar değil, çocuğun topluma ve devlete karşı haklarını düzenleyen kurallar da girer. 26 Bu yüzden, “insan hakkı” kavramını doğru tanımlamanın hayatî önemi vardır. “…insan olmaktan kaynaklanan ve hukuk devletine uygun, insanın siyasal iktidar ve diğer güçlere karşı insanca yaşayabilmesi ve serbest olabilmesi gücü, iktidarı ve güvencesidir”( Derdiman, 2013: 149). İnsan hakkının ne olduğunu anlamak, önemli ölçüde “hak” teriminin anlamının aydınlatılmasına bağlıdır. “…hem “hak”kın hem de “temel hak”kın süjesi insandır. Hak sahipliği bakımından hak ile temel hak arasında bir fark yoktur” ( Derdiman, 2013: 150). Çünkü insan hakları genel olarak hakların özel bir türüdür. Hak, hem ahlâkî hem de hukukî bir kavramdır. Her iki alanda da hak, bir kişi, bir kurum veya bir şey üzerindeki gerekçelendirilmiş bir iddia veya talebi ifade eder. Hak sahibi, başka insanlar veya sosyal kurumlar tarafından kendisine belli bir şekilde davranılmaya hakkı olduğunu ileri sürer (Orend’en Akt. İnsan Hakları, 2006: 17). Çağdaş medeniyetin ve toplumun bu kadar önemli bir unsuru olan çocuğun yetişmesi, bedensel, zihinsel, duygusal, sosyal ve ahlaki olarak gelişimi ile ilgili gereken önlemlerin alınması yanında, hukuki olarak toplum içinde çocuğun yerini düzenleyen kurallara da ihtiyacı vardır. Bu kuralların insan onuru, saygınlığı ve özgürlüklerine uygun olmasında çocuğun yararının yanı sıra toplumun da ihtiyacı göz önünde bulundurulmalıdır. "Çocuk hakları kavramı" geniş anlamda toplumsal, felsefî, ahlâkî ve hukuksal boyutları içeren bir kavramdır. Felsefî ve toplumsal açıdan çocuk hakları refah hakları, korumacı haklar, yetişkin hakları ve ana-babalara karşı haklar olmak üzere dört ana başlık altında ele alınmaktadır. Doğal hukuk açısından çocuk hakları, çocuğun insan olması, aynı zamanda da bakıma ve özene gereksinim duyması nedeniyle doğuştan sahip olduğu hakların tümüdür. Bu haklar, insanlığın belli bir gelişme çağında teorik olarak, bütün çocuklara tanınması gereken ideal haklar listesini içerir. Bu ideal liste çeşitli devletlerde değişik ölçülerde pratik değer kazanmış, uygulama alanına geçmiş bulunabilir. Fakat bu anlamda çocuk hakları denilince daha çok insan hakları ve çocuk hakları bildirilerinde yer alan ulaşılacak hedefler programı akla gelir. Pozitif hukuk, yani bir devlette yürürlükte bulunan hukuk açısından çocuk hakları, kanunlarda ve uluslararası sözleşmelerde ayrıntıları ile düzenlenen, belirli bir yasal güvenceye 27 ve özellikle de yargı organlarınca gerçekleştirilecek koruma yollarına kavuşturulan haklardan oluşur. Şu halde pozitif hukuk açısından çocuk hakları, özel hukuk, sosyal hukuk, kamu hukuku ve uluslararası sözleşmelerde yer alan kuralların çocuklara tanıdığı hak ve sorumlulukların tümünü ifade eder. 1.2.7. Çocuk Hakları Sözleşmesine Genel Bakış BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme: Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948’te kabul edilen İHEB, insan haklarını aynı zamanda çocukların hakları olarak da ilan etmiştir. Ancak hakların gerçekleştirilmesi söz konusu olduğunda yetişkinler çocukları kolayca unutabilmektedirler. Bundan dolayı BM Teşkilatı Genel Kurulu 1959 yılında Çocuk Hakları Bildirisini kabul etmiştir. Bu Bildirgenin kabulü olumlu bir adım olmakla birlikte bağlayıcı olmamasından dolayı yeterli değildi. Çocuk haklarının bağlayıcı nitelikte uluslararası bir antlaşma ile güvence altına alınması, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 20 Kasım 1989 tarih ve 44/25 sayılı Kararıyla kabul edilen ve 2 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe giren ÇHS ile mümkün olmuştur. ÇHS, insan hakları ilke ve standartlarının çocuklar açısından geliştirildiği bir sözleşmedir. Sözleşme ile ilk defa çocukların kişisel, siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel hakları taraf devletleri bağlayıcı bir şekilde uluslararası olarak güvence altına alınmıştır. ÇHS, çocuğun toplumda bir birey olarak yaşantısını sürdürmeye eksiksiz biçimde hazırlanmasını, Birleşmiş Milletlerin kuruluş bildirgesinde yer alan “barış, onur, hoşgörü, özgürlük, eşitlik ve dayanışma” idealleriyle yetiştirilmesini istemektedir. Bugüne kadar ÇHS’ye 191 devlet katılmıştır. Bu sözleşmeyi yalnızca Somali imzalamamıştır. Amerika Birleşik Devletleri ise, imzalamakla birlikte henüz onaylamamıştır. Türkiye Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne bazı çekincelerle taraf olmuştur. Sözleşme Türkiye tarafından 14 Eylül 1990’da imzalanmış, 9 Aralık 1994 tarihinde 4058 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunmuş ve Bakanlar Kurulu tarafından 23 Aralık 1994 tarih 94/6423 sayılı kararla onaylanmıştır (Resmi Gazete web, 1995:3). Çocuklarla ilgili politikalarda çeşitli anlayışların etkili olduğu söylenebilir. Çocuklarla ilgili ulusal ve uluslararası metinlere bakıldığında birçok noktada benzer hükümlerin bulunduğu görülse de, çocuğun konumlandırılması konusunda farklı yaklaşımlar söz konusudur. Bu yaklaşımları temelde iki kategoriye ayırmak mümkündür. İlki, çocukları bağımsız bir süje olarak kabul eden anlayıştır. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde (BMÇHS) bağımsız bir süje olarak çocuk büyük ölçüde etkili olmuştur. Sözleşme, çocuğu ailenin veya devletin üzerinde hâkimiyet kuracağı, ergin olmayan, henüz 28 gelişimini tamamlamamış basit bir varlık olarak değil, aksine onun da bir insan olduğu anlayışından yola çıkmıştır. Her insan gibi, her çocuğun da bu dünyada bireysel hakları vardır. Velayet yetkisine sahip olanlar ve devlet kurumları çocuğun menfaatlerini onu temsilen savunmak ve korumak durumundadırlar. Sözleşme çocukları bir nesne olarak değil; aksine bir süje olarak, olgunluklarına göre menfaatlerini gerçekleştirebilecek haklara sahip özerk kişiler olarak kabul etmiştir. İkinci yaklaşım ise, çocuğu bağımsız bir süje olarak değil, ebeveyn tarafından gerçekleştirilecek eğitimin “obje”si olarak gören anlayıştır. ÇHS ile çocuklar daha önceki yaklaşımların aksine sadece korunmaya değer varlıklar olarak değil kendi düşünce ve sorumlulukları olan bireyler olarak değerlendirilmiştir. Bu nedenle, sözleşmede düzenlenen bazı haklar çocuk haklarının gerçekleştirilmesi ve çocukların sözleşme ile belirlenen haklarından yararlanabilmeleri için devletlerin dikkate almak zorunda olduğu ve olağanüstü hallerde bile değiştirilemeyecek temel ilkeler niteliğindedir. Sözleşme, başlangıç metni ve bunu izleyen 54 maddeden oluşmaktadır. Bu uluslararası belgede yer alan kurallar arasında bir hiyerarşi, yani altlık-üstlük ilişkisi yoktur. Sözleşmede yer alan bütün haklar ve prensipler eşit düzeydedir. Düzenlemeler karşılıklı olarak birbirlerini güçlendirmekte ve tamamlamaktadır. Sözleşmede yer alan haklar çeşitli şekillerde sınırlandırılmaktadır. Bu sınırlandırmalar, klasik insan hakları sınırlandırması (kişisel, siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel haklar) veya sözleşmenin amacı (gelişimi sağlayan haklar, koruyucu haklar, spesifik haklar) veyahut “3P” formülü (Provision, Protection, Participation) esas alınarak yapılmaktadır. Bazı yazarlar ise, “4P” formülüne göre bir sınırlandırma yapmaktadırlar (Prevention, Protection, Provision ve Participation) (Verschraegen’den Akt. Kara, 2008: 113). 1.2.7.1. Çocukların Statüsü İle İlgili Haklar İnsanoğlu hayata gözlerini açtığından bu yana bir mücadelenin içinde kendini bulmuştur. İnsan birbiriyle mücadelesi kendi (soyundan ) olan çocuğuna bırakacağı ya da bırakmak istediği sorunsuz bir yaşam alanı içindir. Kavgalar, kendisi ya da çocuğu için ya aynı yeri koruma ya da biraz daha fazla yer edinmek için verilir. Bu kavgaların içerisinde en korunmasız olanı çocuklardır. Her ne sebep olursa olsun ÇHS 9. maddesi bir çocuğun ana babasından ayrılmaması gerektiğini ifade eder. Yani kavgalar neticesinde veya başka bir sebepten ülke değişse dahi ÇHS 10. maddesiyle çocuğa ana babasının bulunması halinde doğrudan ve kişisel irtibat kurma hakkı verilir. ÇHS’nin 8. maddesiyle çocuğun kimliği, ÇHS 7. maddesiyle de nüfusunun ve isminin değiştirilmemesi gerektiğinin altına imza atılmıştır. 29 Yine her ne sebep olursa olsun güçsüz oldukları için ÇHS’nin 24. maddesiyle çocukların sağlığının korunması gerektiği vurgulanmıştır. Nerede olursa olsun çocuklara ÇHS’nin 31. maddesiyle dinlenme ve eğlenme hakkı sunulması gerektiği, yaşamlarını sürdürebilmeleri için ÇHS’nin 25. maddesiyle koruma ve bakım altına alınması gerektiği vurgulanmıştır. ÇHS’nin 27. maddesiyle onların yaşam koşullarının iyileştirilmesi, 26. maddesiyle sosyal güvenceler sağlanması gerektiği ve 28. maddesiyle de eğitim haklarının sağlanması gerektiği kabul edilmiştir. 1.2.7.2. Özel Konumda Bulunan Çocuklara Yönelik Haklar Çocuk hakları sözleşmesi başka bir ülkeye herhangi bir nedenle giden çocukları korumak için çeşitli tedbirler almışlardır. ÇHS’nin 20. maddesiyle aileden yoksun çocuklara gözetilmesi gerektiği, 21. maddesiyle evlat edinilme hakkı tanındığı görülmektedir. Yine 23. maddeyle özürlü, 39. maddeyle mağdur çocukları, 22. maddeyle mülteci olan çocukları korumaktadır. Çocuk hakları sözleşmesi 38. maddeyle ise on beş yaş altındaki çocukların askere alınmasını yasaklar. Ancak aynı sözleşme 18 yaşına kadar çocuk sayıldığını kabul etmektedir. Çocuğun on beş yaş üstü ile askerlik yapılacağı anlaşılmaktadır. Görüldüğü gibi hayat koşulları ve yaşantı şekilleri nasıl olursa olsun ayrım gözetilmeden bütün çocuklar özel korunma ve yardım önlemlerinden yararlanırlar. Devlet, çocukların hayatlarını tehlikeye sokabilecek durumlardan çocukları yasalar vasıtasıyla korumalı ve gerekli cezai işlemleri kararlılıkla uygulayabilmelidir. 1.3. TÜRK CEZA HUKUKUNDA GÜVENLİK TEDBİRLERİ 765 sayılı Türk ceza kanununda çocuk tanımına yer verilmeyerek çocuk "evlat", "çocuk" ve "sabi" gibi terimlerle ifade edilmiştir. Ancak 5237 sayılı kanun olarak nitelendirilen Türk Ceza Kanunun 6. maddesinin 1. fıkrasının c bendi çocuğu, 18 yaşını doldurmamış kişi olarak tanımlamıştır. Bu kanunlardan TCK ve ÇKK’da çocuk tanımı yapılmış ve çocuklara ilişkin hükümler düzenlenmiştir. Failin suçu işlediği esnada çocuk olması göz önünde bulundurularak ceza hukuku kaideleri özel düzenlemelerle uygulanır. TCK’nın 31. maddesiyle birlikte kusur yeteneği olmayan çocukların suç işleme fiillerinden dolayı ceza indirimleri (m. 37/2) tatbik ettirilerek, çocukların suça azmettirilmesi durumunda azmettirenin cezası arttırılır (m. 38/2). Madde 53/4’de ise hak yoksunluğu tedbirleri uygulanmayarak, verilen cezaların tekrarı esas alınmaz (m. 58/5). Madde 50/3 de ise kısa süreli hapis cezaları zorunlu olarak para cezası veya tedbire çevrilir. Erteleme ise çocuklar için 3 yıl veya daha az zamanla sınırlandırılır (m. 51/1). 30 Zaman aşımında ise yetişkinlerden farklı belirleme yapılır (m. 66/f. 2, m. 68/f. 2). Çocuklara karşı bazı kişiler tarafından işlenen fiillerde zamanaşımının başlangıcı çocuğun 18 yaşını bitirdiği andan itibaren başlayacaktır (m. 66/f. 6) (Akbulut, 2013: 549). Türk Ceza Kanununun 31. Maddesinde, 18 yaşına kadar yaşın ceza sorumluluğu üzerinde etkili olduğu kabul edilmiştir. 18 yaşın tamamlanmasından itibaren yaşın ceza sorumluluğu üzerinde etkisi kabul edilmemiştir. Ceza Kanunumuz 18 yaşına kadarki dönem içerisinde 3 grup yaş küçüklüğünü kabul etmiştir. Birinci grup 9 yaş küçüklüğü, 12 yaşının tamamlanmasına kadar olan dönem, ikinci grup yaş küçüklüğü 12 yaşın tamamlanmasından 15 yaşın tamamlanmasına kadar olan dönem, üçüncü grup yaş küçüklüğü ise 15 yaşın tamamlanmasından 18 yaşın tamamlanmasına kadar olan dönemdir (Akbulut, 2013: 549). 1.3.1. Fiili İşlediği Zaman 12 Yaşını Bitirmemiş Çocuğun Durumu Fiili işlediği zamanda 12 yaşından küçük olanlar hakkında takibat yapılmaz. Bu kişilere ceza verilemez. Bu yaştaki bir çocuğun suça bulaşması durumunda, ilgili Cumhuriyet Savcılığı olaya el koyar. Savcılık adli soruşturma yapar fakat kamu davası açamaz. Böylece, TCK çocuklara özgü güvenlik tedbirlerinin neler olduğunu göstermemiş, 56. madde ile ÇKK’ya göndermede bulunmuştur. ÇKK’ya göre kanunda gösterilen koruyucu ve destekleyici tedbirler, suça sürüklenen ve ceza sorumluluğu olmayan çocuklar bakımından “çocuklara özgü güvenlik tedbirleri” olarak anlaşılmalıdır (Akyüz, 2012: 546). 1.3.2. Fiili İşlediği Zaman 12 Yaşını Bitirmiş Fakat 15 Yaşını Doldurmamış Çocukların Durumu Fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmuş olup da 15 yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza-i sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. İşlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığı hâlinde, bu kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde 12 yıldan 15 yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde 9 yıldan 11 yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların yarısı indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası 7 yıldan fazla olamaz (TCK m.31/2). Bu yaş grubundaki kişilerin işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinin gelişmiş olup olmamasına göre cezai sorumluluğu değişmektedir. Eğer kişinin suç 31 işlediği tarihte bu yaş grubunda olup da işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş ise cezai sorumluluğu yoktur (Polat, 2010: 71). Bunlar 0-12 yaş grubundaki çocuklar gibi işlem görürler (Akyüz, 2012: 547). Bu yaş grubundaki kişinin işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinin gelişmiş olduğunun anlaşılması halinde kusur yeteneği bulunanlar hakkında ceza sorumluluğu kabul edilmekte ve cezada indirime gidilmesi TCK’nın 61. maddesi gereğince öngörülmektedir (Akbulut, 2013: 553). 1.3.3. Fiili İşlediği Zaman 15 Yaşını Doldurmuş Fakat 18 Yaşını Doldurmamış Çocukların Durumu Fiili işlediği sırada 15 yaşını doldurmuş olup da 18 yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza-i sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. Fiili işlediği sırada 15 yaşını doldurmuş olup da 18 yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde 18 yıldan 24 yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde 12 yıldan 15 yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların üçte biri indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası 12 yıldan fazla olamaz. Maddenin gerekçesinde, bu gruptaki çocukların davranışlarının hukuki anlam ve sonuçlarını kavrama yeteneğine sahip olduklarıyla birlikte, davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmediği belirtilmektedir. Dolayısıyla da azalmış kusur yeteneğine sahip bulunan gençlere indirimli cezalar uygulanır denilmektedir (Akyüz, 2012: 548). 1.4. ÇOCUK KORUMA KANUNUN TEMEL İLKESİ İnsan neslinin geleceği olan çocuklarımızın en temel hakları ebeveynleri ile birlikte huzurlu, mutlu ve sıcak bir yuvada büyüyüp huzur ve esenlik (ÇKK m. 4/b) içerisinde yaşamaktır (ÇKK m. 4/a). Bir milletin teminatı olan çocuklarımız aile, toplum ve devlet tarafından gözetlenip korunmalı ve onların yarar ve faydaları için tüm olanaklar seferber edilmelidir. Kâinatın en güzel meyvesi olan insan hayatta hiçbir kirlilik, kötülük, savaş, mağduriyet, suç işleme ve suça maruz kalmaya düşmeden yaşamayı hedefler... Ancak yaşamda, hedeflerimizle realiteler her zaman uyuşmaz. Çocuğun hem fiziksel ve zekâ gelişimi hem de akli melekelerinin gelişmemesi başkaları tarafından istismar edilip kullanılabilir, çocuk suça sürüklenebilir. Suç işleyen çocuğa karşı yapılacak olan muameleler hukuk sistemimizce ele alınmış olup bu muameleler çocuğu 32 örselemeyecek şekildedir. Örneğin çocuk, bir suça karışmış veya tanık olmuşsa çocuğun özgürlüklerini kısıtlayıcı olan elleri kolları hemen bağlanmamalı ve olayın aydınlanması için kapalı yerlerde (ÇKK m. 4/i) tutulmaması gerekmektedir. Olayın adil ve süratli bir şekilde (ÇKK m. 4/f) aydınlanması sağlanmalı ve bu sürecin her aşamasından çocuğun ailesi haberdar edilmelidir (ÇKK m. 4/d). Bundan ötürü hukukun asli vazifesi de yaşanan ve yaşanabilecek durumlara kanunlarla uygun tedbirleri (ÇKK m. 4/g) almak olmalıdır. Bu çerçevede eğer çocuk aileden ayrı düşmüş ise kanunlara uygun olarak ilk etapta çocuğun ailesi ile buluşmasını (ÇKK m. 4/c) sağlamak, ikinci etapta ise çocuğu koruma ve kollama için uygulayıcı tedbirler (ÇKK m. 4/j) almak hukukun görevi olmalıdır. Toplum içinde gelecekte sağlıklı bir birey olması için çocuğun gerekli eğitim ve öğretimini (ÇKK m. 4/h) sağlamalıdır. Eğer aile ile bağları kopmuş olan bir çocuk var ise hukukun en önemli önceliği çocuğun kimliğini koruyarak (ÇKK m. 4/l) onun yaşına ve kişiliğine (ÇKK m. 4/k) uygun koruyucu tedbirler alıp uygulamak olmalıdır. Koruma ihtiyacı olan ve suça sürüklenen çocukların korunması ve haklarının güvence altına alınması amacıyla ÇKK hazırlanmıştır. 5395 sayılı kanun olarak da bilinen ÇKK koruma altına alınan çocuklara koruma tedbirlerini ve suça sürüklenen, suç işleyen ve suç mağduru çocuklara ise güvenlik tedbirleri ile birlikte koruyucu tedbirler uygulama mevzuatı görevini üstlenmiştir. …“Korunmaya ihtiyacı olan çocuk” ve “suça sürüklenen çocuk arasındaki” ayrım devam etmektedir. 1926 yılında kabul edilen ve “korunmaya muhtaç çocuğa” belli bir tanım getiren 743 sayılı Medeni Kanun ile aynı tarihli 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, “korunmaya muhtaç çocuk” ve “suça sürüklenen çocuk” ayrımını bir anlamda belirginleştirmiş; korunmaya ihtiyacı olan çocuklar için 1949 yılında özel bir yasa (5387 sayılı Korunmaya Muhtaç Çocuklar Hakkında Kanun) çıkarılırken, suça sürüklenen çocuklar için çocuk mahkemelerinin kuruluşu, görev ve yargılama usullerini belirleyen 1979 tarihli 2253 Sayılı Kanun ile yetinilmiştir. Söz konusu ikili bakış, 1983 yılında yürürlüğe giren 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kanunu’nun yanı sıra 2005 yılında 2253 Sayılı Kanun’un yerini alan Çocuk Koruma Kanunu’nda da devam etmiştir (İrtiş, 2008: 65). 1.4.1. Suç Mağduru ve Suçlu Çocuklar Açısından ÇKK’nın Hükümleri Suça sürüklenen çocuk ÇKK’da; 33 “kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiası ile hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılan ya da işlediği fiilden dolayı hakkında güvenlik tedbirine karar verilen çocuk” olarak tanımlanır (m. 3/2). Suça sürüklenen çocuğun veya suç mağduru çocuğun soruşturma ve kovuşturma aşamasında tanışacağı devlet görevlileri şunlardır: Cumhuriyet savcısı, Çocuk hâkimi, kolluk görevlileri, sosyal çalışma görevlisi, psikiyatri, doktor ve psikolog. Suça sürüklenen çocuğa öncelikle soruşturma ve kovuşturma sürecinde özel ihtimam gösterilmelidir. Çocuğun özgürlüklerini kısıtlayıcı (kelepçe, hapis, hücre vb) durumlar uygulanmamalıdır. Çocuk ile ilgili soruşturma o bölgedeki çocuk bürosunda görevli Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır (ÇKK m.15/1). Failin bulunduğu bölgede çocuk bürosu yoksa ve soruşturmanın gecikmesinde de bir sakınca var ise o zaman soruşturma Cumhuriyet savcıları tarafından yerine getirilir (ÇKKY m. 5/1). Çocuğun ifadesinin alınması aşamasında ve çocuğun diğer işlemleri sırasında çocuğun yanında mutlaka sosyal çalışma görevlisi bulundurulmalıdır (ÇKK m 15/2). Gözaltına alınan çocuk, kolluk biriminde tutulur (ÇKK m. 16/1). Kolluk biriminin olmadığı yerde ise yetişkinlerden ayrı bir yerde tutulur (ÇKK m. 16/2). Mağdur çocuğun dinlenmesi halinde, yemin hariç 5271 sayılı TCK hükümleri geçerlidir. Görünüş itibarıyla 12 yaşından büyük olup, ancak kimlikte 12 yaşından küçük olan biri için gerçek yaş tespiti yaptırılır. Çocuğun yaşı hukuk mahkemesi nezdinde dava açılıp düzeltilmeden kamu davası açılamaz (ÇKKY m. 5/11). İşlenen suçun etkisiyle çocuğun psikolojisinin kötü olması ihtimaline karşılık çocuğu rahatlatacak bir psikolog, psikiyatri veya tıp eğitimi almış uzman kişi bulundurulmalıdır. Suça ilişkin soruşturmada çocuk bir kez dinlenebilir (ÇKKY m. 5/6). Ancak maddi gerçeğin ortaya çıkarılması durumu hariç tutulur. Soruşturma durumunda Cumhuriyet savcısı gerekli gördüğü hallerde çocuk mahkemesi hâkiminden koruyucu ve destekleyici tedbir kararı isteyebilir. Tedbir kararı Cumhuriyet savcısı tarafından aynı zamanda o yerin ASPB İl Müdürlüklerine bildirilerek çocuğun yaşına uygun bir yere yerleştirilmesi sağlanır. (ÇKK m. 5/8). Çocuk hakkında yakalama, gözaltına alma ve ifadeye alma gibi durumlar 25832 sayılı Yakalama ve Gözaltına Alma Yönetmeliğine göre yerine getirilir (ÇKKY m. 5/9). İştirak halinde işlenen suçlarda çocuğun suç ortağı yetişkin ise soruşturma ve kovuşturma ayrı yürütülür. Davanın beraber yürütülmesi durumunda ise yargılamanın her aşamasında genel mahkeme birleştirme kararı verebilir. Çocuk mahkemesi birleştirme sebebiyle ara karar vererek dosyayı esastan alarak, davayı görmekte bulunan mahkemeye 34 gönderir (ÇKKY m. 7/3-a). Çocuk mahkemesinden talep geldiğinde ve genel mahkeme kabul ettiğinde ise iki mahkemede ara karar vererek dosyayı kapatırlar (ÇKKY m. 7/3-b) ve genel mahkemeye gönderirler. Birleştirilmiş davalar genel mahkemede görülür. Bu aşamada yine çocuk hakkında tedbir kararı alınabilir. Mahkeme, gerekli olduğu takdirde davanın neticelenmesine kadar bekletilebilir (ÇKK m. 17/2). ÇHGM’nin “Çocuk Hizmetlerine İlişkin Genelge” esaslarına göre; Suça sürüklenmeleri nedeniyle hakkında bakım ve diğer tedbir kararlarına hükmedilen ancak verilen tedbirler çerçevesinde sunulan hizmetleri hiçbir şekilde kabul etmeyen, yapılan mesleki çalışmalarda işbirliğine girmeyen, bakım tedbiri sonucu yerleştirildiği kuruluşta kalmayı reddederek sürekli kuruluştan izinsiz ayrılan çocuklar ile suça yönelme davranışında düzelme sağlanamayan çocuklar hakkında ÇKK’nın 20. maddesine istinaden ilgili mahkemeden adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının talep edilmesi. Suça sürüklenen çocuk için adli kontrol tedbiri olarak;  Belirlenen çevre sınırları dışına çıkmamak,  Belirlenen bazı yerlere gidememek veya ancak bazı yerlere gidebilmek,  Belirlenen kişi ve kuruluşlarla ilişki kurmamak gibi kanunlar belirtilir (ÇKK m. 20/1). CMK m.100 ve m. 109 gereği adli kontrol ve tutuklama kararı alınabilir. CMK m.100 gereği kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama gereğinin bulunması halinde şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. Fakat CMK m.109’da ise üç yıl veya daha az bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebilir hükmü yer almaktadır. Eğer tutuklama kararı verilen çocuklar hakkında ÇKK m. 21/1 gereği 15 yaşını doldurmamış çocuklar hakkında üst sınırı beş yılı aşmayan hapis cezasını gerektiren fiillerden dolayı tutuklama kararı verilemez (Kaygas web, 2011). İlgili genelge ve yukarıda bahsedilen kanunlar göz önüne alındığında ÇHGM’nin sürekli kaçan çocukların koruma ve bakım tedbirinde eksik kaldığı görülmektedir. Çünkü ÇHGM sürekli kaçan çocuğa tüm imkânlarını kullanmasına rağmen çare bulamayıp sorunu mahkemeye taşımaktadır. Mahkemenin de çocuğunun işlediği eylemlere bakarak adli kontrol ya da tutuklama kararı verdiği görülmektedir. Ancak hiçbir şekilde 15 yaşından küçük çocuklara tutuklama kararı verememektedir. Ayrıca adli kontrol kararında; çocuğun gidebileceği alanlar kısıtlanmaktadır. Fakat bu ceza çocuğun suç işlemesini hiçbir şekilde 35 engellemiş olamaz. Diğer bir yaptırımı ise bazı yerlere ve dükkânlara gitme yasağıdır. Fakat ÇHGM tarafından bunun kontrolünün yapılmasının imkânı yoktur. Diğer bir yaptırıma baktığımızda yine kişi ve kuruluşlarla görüşmeme yasağıdır. Aynı şekilde bu yasağında ÇHGM tarafından takip ve kontrolü imkânsızdır. Dolayısıyla suç işleyen bir çocuğu suçtan alıkoyacak herhangi bir yaptırım ne ÇHGM ne de mahkemeler tarafından verilmiştir. Kanaatimce suçu alışkanlık haline getirmiş çocuğun bu alışkanlığını kırmak için ağır yaptırıma ihtiyaç duyduğu gözlemlenmiş ve aynı suçu en az 5 defa tekrar eden çocuk için tutuklama kararı alınmasının uygun olacağı değerlendirilmiştir. Kovuşturma sırasında çocukların duruşmaları kapalı yapılır ve hüküm de kapalı duruşmada verilir (ÇKKY m. 13/1). Anne, baba, vasi veya çocuk koruma altında ise kurumu temsilen müdür duruşmada hazır bulunur (ÇKK m. 22/1). Çocuğa sosyal çalışma görevlisi (ÇKK m. 22/2) tarafından yasal hakları konusunda bilgi verilip güvende olduğu yönünde telkinde bulunarak görüşlerini rahatça ifade etmesi sağlanır (ÇKKY m. 13/3). Duruşmada bulunan çocuk, yararı gereği dışarı çıkartılır veya duruşmada hazır bulundurulmasına gerek görülmeyebilir (ÇKKY m.13/7). 1.5. 4721 SAYILI TÜRK MEDENİ KANUNUNDA ÇOCUĞUN YERİ Aile toplumsal bir kurumdur. Birey ve toplum arasındaki olumlu ilişkiler aile aracılığı ile kurulur. Bir milletin birikimi, deneyimi ve geleceği ailelerin korunmasından ve yaşatılmasından gücünü almaktadır. Ailenin korunması sadece ceza ve disiplin kavramlarıyla gerçekleşmez. Aynı zamanda o toplumun tarihten gelen örf, anane, inanç ve kültürel yaşantı etkisi yeri geldiğinde bireyler için bir hukuk çerçevesi oluşturur. Bizde de adalet dağıtacak hâkimlerimiz, oluşan vakanın her sebebini birebir ceza ve disiplin sisteminden ziyade bu tip ölçütleri de göz önüne alarak olayı incelemelidirler. Türk Medeni Kanunu hukuk sistemimizde bir ölçü olarak yaşamımıza rehberlik eder. İlki 1926 yılında kabul edilen, 2001 yılında güncel şartlara uygun olarak yenisiyle değiştirilen TMK vatandaşların toplumsal hayatın içindeki sorumluluklarını düzenlerken çocukların korunması hususuna da yer verir. TMK çocukları sahipsiz bırakmamak adına iki makam oluşturmuştur. Bunlardan bir tanesi velayetlik makamı, diğeri ise vesayetlik makamıdır. Şimdi TMK’da velayet, vesayet makamlarını inceleyelim. Velayet küçüklerin, bazı durumlarda da ergin kısıtlı çocukların kişiliğine, mallarına özen göstermek ve onu temsil etmek konusunda ana babaya yüklenen görevlerle, bunların çocuğun yararına uygun biçimde yerine getirilmesini sağlayan yetkileri içeren ve yalnızca 36 çocuğun korunması amacını gösteren kurumdur (Akyüz, 2012: 219). Herhangi yasal sebep olmadığı sürece ergin olmayan çocuk, ana ve babanın velayeti altındadır (TMK m.235). Ebeveynlerin evlilikleri devam ettiği sürece velayeti beraber kullanırlar (TMK m.336). Eşlerin birbirinden ayrılması sonucunda velayet anneye verilir (TMK m.337). Ancak çocuğun faydası ölçüsünde mahkeme tarafından annenin sakıncalı görülmesi neticesinde velayet babaya verilebilir (TMK m. 337). Anne baba evli olmaması durumunda velayet, temel ihtiyaçların gereksiniminin daha kolay yerine getirilmesi sebebiyle anneye verilir. Anne ve baba çocuğun bakım ve eğitim yönünden tüm ihtiyaçlarını değerlendirerek gerekli kararları alma ve uygulama yönünden özgürdürler. Anne ve baba çocuğuna istediği şekilde dini eğitim verebilmekle beraber çocuk, ergin olduktan sonra din değiştirmede özgürdür (TMK, m.341). Anne ve baba, çocuk için üçüncü kişilere karşı yasal temsilcisi olmakla (TMK m.342) birlikte, çocuğun fiil ehliyeti vesayet altındaki (TMK m.343) ehliyetidir. Vesayet, velayetin sağladığı himayeden yoksun olan kişiler için velayetin yerini tutan ve medeni kanunda düzenlenen bir kurumdur (Yetiş Hukuk Bürosu web, 2014). Velayet altında olmayan her çocuk vesayet altında bulunur (TMK m.404). Vesayet, velayette olduğu gibi vasi ile velayet altındaki çocuk arasında ailevi ilişkiler kurar ve karşılıklı haklar ve yükümlülükler yükler (Akyüz, 2012: 303). Velayet anne ve babasını kaybetmiş küçükler haricinde kısıtlı erginlerde kullanılabilir. Kişinin vesayet altına alınması, kendi başına koruyamayacağı yararların korunmasına ve insan onuruna yakışır bir yaşam sürdürmesi sebebine dayanır ve buna katkı sağlar. (Akyüz, 2012: 304). Vesayet daireleri vesayet kurumunun resmi organı olup sulh ve asliye hukuk mahkemeleri olarak adlandırılır. Sulh mahkemesi vesayet makamı, asliye hukuk mahkemesi de denetim makamıdır (TMKVVUT m. 8). Burada sulh hukuk mahkemesi vasiyi atar, görevden alır, ona emir ve talimatlar verir, onu denetler; gerektiğinde ona yardım eder ve yol gösterir. Denetim makamı olan asliye hukuk mahkemesi sulh hukuk mahkemesini denetler, vesayet makamlarının şikâyetlerini denetler ve karara bağlar, en son konularda en son onay makamı ve izin makamı işlevini görür. Vasilik, küçüklerin ve mahcurların menfaatlerinin korunması maksadıyla düzenlenmiş bir çeşit kurumdur. Vasi atanabilmesi için kişinin yapabilecek erginlik ve yetenekte olması önemli bir ölçüttür. Vasilikte öncelik yakın çevre dediğimiz akraba ve hısım çevresi olurken yerleşim yerinin yakınlığı da gözetilir. Koruma amacıyla çocuğun özgürlüğünün kısıtlanması ise vesayete ilişkin bir önlem olup, onun kişisel özgürlük hakkına yönelik bir mücadeleyi ifade eder. Bu hükme göre kuruma yerleştirme, tıpkı çocuğun, ÇKK’na göre koruyucu ve destekleyici tedbir kararı veya güvenlik 37 önlemi alınarak sosyal hizmet kurumlarına yerleştirilmesinde olduğu gibi onun iradesine karşı kamu gücüne dayanılarak gerçekleştirilir (Akyüz, 2012: 327). 1.5.1. Suç Mağduru Çocukların TMK İle Korunması TMK’nın 346. maddesi en hafif koruyucu tedbir kararının dayanağıdır. Mahkeme, çocuğun menfaatinin ve gelişiminin tehlikeye düşmesi durumunda çocuğun korunması yönünde önlemler alır. Çocuk mahkemeleri tarafından yapılan değerlendirme sonucunda koruyucu ve destekleyici önlemlerin yanı sıra velayet, vasi, kayyım, nafaka ve kişisel ilişki kurulacak kişilerin durumları karara bağlanır. TMK’nın 346., 347., 348. maddesi işlemlerinde velisi olmayan kişilere bakmaz. Eğer çocuk vesayet altında ise o zaman mahkeme, vesayet hükümlerine göre değerlendirecek şekilde karara bağlar. TMK’ya göre hâkim, tüm yetki vasfını kullanarak karar verebilir (TMK m.4). Ancak TMK yanında ÇKK ve ÇKKKDTY de problemlere çözümler arar. 1.5.2. Suç Mağduru Çocuklar İçin TMK’da Alınacak Tedbirler 1.5.2.1. TMK 346’ya göre; TMK’nın 346. maddesi ile hâkimin alabileceği en hafif tedbir kararıdır. Bu madde ile hâkim, velayet altındaki çocuğu anne baba yanından almaksızın, onlara nasihat edebilir, çocuğa ve aileye talimat verilebilir, uyarıda bulunabilir, SİR’deki tespitleri aile ile paylaşabilir, ÇKK’ya göre koruyucu ve destekleyici tedbirlerden yararlandırabilir (ancak bu tedbirlerden aile yanından alma tedbiri düşünülmez, çünkü TMK 347. madde hükmünce karar alınmış olur). Eğer çocuk için 346. madde ile tedbir almak yeterli değil ise o zaman 347. ve 348. maddeler devreye girer. Çocuk koruyucu aile yanında ise koruma tedbirleri ile ilişkili hükümler TMK 346. madde ile değerlendirilmez, değerlendirme KAY’a (koruyucu aile yönetmenliği) göre yapılır. TMK’nun 346. maddesi, hâkime alınacak tedbirler ile bu tedbirlerin uygulanabilirliği bakımından çok geniş takdir yetkisi vermiş olması sonucu hâkim, gerekli gördüğü hallerde, almış olduğu tedbirlerin gereği gibi uygulanıp uygulanmadığını kontrol etmek adına uzman denetleyici ya da yol göstermesi için danışman atanmasına karar verebilir. Danışmanlık ve denetim görevlerinin tek kişi üzerinden de yapılması mümkündür. Atanan denetçi, çocuğun velisinin mahkemenin koyduğu tedbir kararlarının uygulama aşamasını takip eder. Üç ayda bir denetim raporu düzenleyerek mahkemeye sunar. 38 1.5.2.2. TMK 347’ya göre; Anne baba ile çocuk arasında saygı ve sevgi ilişkileri kopmuş ya da kopma noktasına geldiği, birbirleri ile aynı çatı altında durmak çocuk ve anne baba için artık rahatsızlık verici boyuta ulaştığı, yani anne ve babanın çocuğa verebileceği bir şeyin kalmadığı durumda TMK 347. madde uygulanır. TMK 347. madde ile yine çocuk aileden koparılmamak için gayret gösterilir. Ancak çocuğun ruhsal, zihinsel ve sosyal gelişimi sağlanamıyor ve öz maddi olanaklarla beraber aile çocuğa sorumsuz davranıyorsa çocuk aileden alınır. TMK 347. madde ile çocuk ile aile arasında risk seviyesini yüksek gören hâkim, tehlikenin ortaya çıkmasını beklemeden çocuğu koruyucu aile yanına veya kuruma yerleştirebilir. Bu yerleştirme durumunda anne ve baba velayet haklarından mahrum edilmez. Ancak ikametgâh değiştiğinden dolayı velayet hakkı kısıtlanır. Çünkü çocuk ailenin yanında kalmadığı için anne ve babanın eğitim ve bakım hakkı sınırlandırılmış olur. TMK 347. madde ile çocuk hakkında tedbir alma kararı ya ailenin çocuğu manen terk etmesi ya da ailenin çocuğu yanında istememesi üzerine düzenlenir. Çocuğun psikolojik, sosyal ve ruhsal durumu göz önünde bulundurularak, eğer uygunsa en yakın akrabalarının yanına yerleştirilmesine dikkat edilir. Daha sonrasında başka bir koruyucu aile yanına ya da kuruma yerleştirme söz konusu olur. TMK 347. madde ile çocuğa uygulanacak tedbir ölçülülük şartında olmalıdır. Örneğin babanın alkol kullanması ile birlikte çocuğuna da kullandırmak istemesi, annenin bu duruma karşı koymakta acizlik göstermesi gibi durumlarda TMK 347. madde uygulanmaktadır. Burada hâkim TMK 346. maddeye göre karar verirse çok hafif bir karar, TMK 348. maddeye göre karar verirse ağır bir karar vermiş olur. Çocuğun aile ile yaşaması onu olumsuz etkileyeceğinden dolayı ölçülülük kriteri uygulanmalıdır. Burada risk seviyesini yüksek gören hâkim çocuğu içinde bulunduğu durumdan kurtararak aileye veya kuruma yerleştirebilir. Bu yerleştirme ile anne ve baba velayet hakkını yitirmez. TMK 347. maddeye göre aileden alınıp başka aile yanına yerleştirilen çocuk hakkında bir değişiklik olması durumunda hâkim, TMK 351. maddeye göre karar verir. Velayet sahibi olan kişinin şartları iyileştiği takdirde velayeti bulunduğu çocuğu geri isteyebilir. Geri isteme durumu mahkemeye müracaat edilerek yapılır. Velayeti alan ailenin çocuğun velayetini öz ailesine vermemesi gibi bir durum söz konusu değildir. 39 Hâkim 346. maddeye göre aile yanındaki veya kurumdaki bakım tedbirinin denetlenmesi için bir denetçi atar ve ÇKKKDTY 18/5-7 hükmünü kıyasen uygulama imkânına sahip olan aile mahkemesi hâkimi, tedbirlerin uygulanmasına ilişkin incelemeyi, mahkeme nezdinde görevli sosyal çalışma görevlilerine de yaptırabilmektedir. TMK 347. maddeye göre aile yanından alınan çocuk ÇHS m. 9/3 de olduğu gibi koruma tedbirinin olması ailenin çocuğuyla görüşmesini etkilemez. ÇHS m. 9/3; TMK m.347’e göre öz ailesinden alınıp koruyucu aileye velayeti verilen çocuk arasındaki görüşmeyi belirtir. Öz aile ortam ve şartlar müsait olduğunda talep ederse çocuklarıyla görüşebilirler. 1.5.2.3. TMK 348’e göre Çocuğun velayetinin kaldırılıp kurum ya da aile yanına yerleştirilmesinde en ağır tedbir kararı TMK m. 348 ile verilir. Anne ve babanın velayet haklarını herhangi bir sebepten yerine getirememesi, çocuğun zihinsel ve bedensel gelişiminin tehlike altında olması velayetin kaldırılmasına sebebiyet verir. Velayet hakkının bir seferlik bile olsa kötüye kullanımı çocuğu uzun süreli olumsuz etkileyecekse velayet kaldırılır. Anne babanın alkol veya uyuşturucu bağımlısı olması, ailenin sürekli yer değiştirmesi nedeniyle çocuğun sağlıklı sosyal gelişim gösterememesi, ana babanın ayırtım gücünden sürekli yoksunluğu, akıl hastalığı, velayet görevlerini ifa edemeyecek ölçüde fiziksel özürlü olma hali, ana veya babanın evin geçimi için çalışması nedeniyle çocukla ilgilenememeleri velayet hakkının kaldırılmasının diğer nedenleri arasındadır. TMK 347. madde ile veli çocuğa karşı yasal vazifesini yerine getiriyor, ancak çocuk veliyi istemiyor ise hâkim velayetin kalması şartıyla çocuğu aileden alabilir. TMK 348. madde ile veli ve çocuk karşılıklı olarak birbirlerini istememesi ile karar verilir. Anne ve babanın velayetin gerektirdiği görevleri hakkıyla yerine getirmemesi veya çocuğa yeterli ilgi göstermemesi, çocuğun ağır biçimde ve kasıtlı olarak ihmal edilmesi davranışıdır. Velinin çocuğun fiziksel, psikolojik, sosyal ve duygusal her türlü gelişimini engellemek suretiyle onu ihmal ve istismar etmesi de velayetin kaldırılması sebeplerinden biri olacaktır. Çocuğun istismar edilmesi bedensel, duygusal veya cinsel olabilmektedir. Cinsel istismar durumunda, fiziksel hal aşılsa da psikolojik durum kısa vadede aşılamamaktadır. Bu durum da velayet hakkının kaldırılmasına sebebiyet verecektir. 40 1.5.2.4. Velayet Hakkına Sahip Ana veya Babanın Bir Başkasıyla Evlenmesi Anne veya babanın bir başkası ile evlenmesi TMK 349. maddesi uyarınca velayet hakkının kaldırılmasını gerektirmez. Ancak çocuğun faydasına olacaksa hâkim tarafından velayet değiştirilebilir ya da vasi atanabilir. Velayet hakkı kaldırılmış olsa bile anne ve babanın çocukla kişisel ilişki kurma hakkı devam eder. Çocuğun ana babasının yanından alınıp koruyucu aile veya kuruma verilmesi durumunda ise anne ve babanın çocukla kişisel ilişki kurma hakkı ÇHS m. 9/3' da düzenlenmiştir. 1.5.3. Çocuğun Vesayet ve Denetim Altına Alınmasında ÇHGM İşlevi Çocuğun kendisinin, ailesinin, yakınının, komşusunun, kolluk görevlilerinin ASPB destek hattına müracaatları sonucunda ilgili çocuk hakkında sosyal inceleme yapılır (KMÇ m. 7). Yapılan sosyal inceleme raporu sosyal çalışma görevlisi tarafından çocuğun doğumundan itibaren ve ayrıntılı bir şekilde yazılır ve sosyal çalışma görevlisi tarafından mahkemeye sunulur. Sosyal çalışma görevlisi hazırladığı SİR raporuyla çocuk hakkında koruyucu ve destekleyici tedbirlerden bir veya birkaç tanesini hâkimden talep eder. Acil koruma kararında ise çocuk koruma ve bakım altına alındıktan sonra aynı inceleme 10 gün içerisinde veya bazı durumlarda 1 ay içerisinde yapılarak SİR hazırlanır ve hâkime sunulur. Mahkeme, TMK ya göre çocuğu iki farklı şekilde ele alır: Ailenin herhangi bir suç fiili olmadan anne ve babanın ayrı olması ve çocuğa bakmak istememesi, eşlerin ayrılmak üzere geçirdikleri süreç içerisinde çocuğa karşı ilgisiz kalması, anne ve babanın ikisinin de beraber ölmesi veya anne ve babanın ikisi beraber bakamayacak kadar sorumsuz ya da hasta olması durumunda koruma ve bakım altına alınabilirken (VVMHT m. 9); suça sürüklenen, suç işleyen, suç mağduru çocuklar hakkında TMK 347 ve 348. maddesiyle koruma ve bakım altına alır. Bu durumlar içerisinde ASPB, 12 yaşından küçük çocuklardan suç mağduru, suça sürüklenen, suç işleyen çocuklar ile doğumu ile birlikte sahipsiz ve ya terk edilen çocukların velayetini alır. 12 yaşından büyük çocuklarda ise velayetini almak için çocuğun ciddi şekilde aile tarafından şiddet görmesi veya cinsel istismara uğraması durumlarında çocuğun velayetini ASPB alarak takip eder. Vasi işlemi kuruluş tarafından müdür aracılığıyla (VVMHT m. 13) gerçekleşir. Koruma ve bakım altına alınan çocuk için görevli vasi tayin edilerek mahkemeye sunulur. Vasinin kurum içerisinde başka bir yere tayin olması ya da ayrılması durumunda kurum, bir başkasının vasiliği için mahkemeden talepte bulunur. Diğer durumlarda koruma ve bakım altında bulunan çocuklar için vasilik kısmen gerçekleştirir. Yani çocuk kurumda hırsızlık suçundan koruma ve 41 sosyal bakım rehabilitasyonunda hizmet alıyorsa çocuk tüm sağlık işlemlerinde çocuğun velayeti bulunan kişilerin bilgisi ve izni ile tedavi ettirilir. Mahkeme koruyucu ve destekleyici tedbirlerden birden fazla koruma tedbirinin yanında destekleme tedbiri de uygulattırabilir. Destekleyici tedbirler hangi kurum ile ilgili ise o kurum tarafından destekleyici tedbirlerin takibi yapılır ve üçer aylık periyotlarla uygulama planı, altı ayda bir de denetim raporu hâkime sunulur. ASPB genellikle çocuğun sahipsiz olması, yaşının küçük olması ve suç mağduru (kızlarda cinsel istismar durumu) olması haricinde velayet almayı kabul etmemektedir. Korunmaya muhtaç çocukların 18 yaşını doldurmasıyla koruyucu ve destekleyici tedbirler son bulur. Bu da kişinin rehabilitasyon sürecini tamamlamadan topluma bütün sıkıntılarıyla beraber bırakılması anlamını taşır. 1.6. 5402 SAYILI DENETİMLİ SERBESTLİK KANUNU 03 Temmuz 2005 tarih ve 5402 sayılı ile kabul edilen denetimli serbestlik kanununda insan onuruna saygı, dürüstlük, gizlilik, tarafsızlık ve çocuğun yüksek yararı temel ilke olarak kabul edilmiştir. Bireyin insan olmasından ötürü benimsediği ilkeler çerçevesinde görev alanlar insan haklarına saygı, dürüstlük ve kararlılık prensibine uymalı ve bireyi aşağılayıcı, onur kırıcı ve küçük düşürücü davranışlara başvurmamalıdırlar. Suçtan zarar gören şüpheli veya sanık hükümlü hakkında öğrenmiş olduğu bilginin gizliliğini muhafaza etmelidir. Kimseyle paylaşamaz. Yapacağı inceleme ve elde edeceği bilgilerin gizlilik ilkesi ile birlikte tarafsız bir şekilde değerlendirme davranışı sergilemelidirler. ÇKK 23/1 madde ve CMK 231/5 maddeye göre suça sürüklenen çocuğa verilen iki yıl veya daha az süreli hapis cezası veya para cezasının; eğer çocuk kasıtlı olarak daha önce aynı suçtan mahkûm olmamış ve mahkemedeki iyi niyet halinden dolayı aynı suçu işlemeyeceği kanaatinin oluşması, varsa kamu zararının suçtan önceki haliyle tanzim edilmesinin kabul edilmesi durumunda mahkeme hükmün ertelenmesine karar verir. 15-18 yaş grubundaki suça sürüklenen çocuk, ilgili mahkeme tarafından kararın ertelenmesi durumunda üç yıl denetim süresine tabi tutulur (ÇKK m. 23/1). Suça sürüklenen çocuğa mahkemenin bir yıldan fazla olmamak şartıyla verdiği denetimli serbestlikte çocuğun liyakatine uygun (kamu ya da özel sektör) bir programa yerleştirilmesine karar verilir. Çocuk denetimli serbestlik süresi içerisinde kasıtlı suç işlememiş 42 ise dava zaman aşımına uğrar (CMK m. 231/8). Aykırı durum söz konusu ise mahkeme hükmünü açıklar (CMK m. 231/11). İlgili kanunlarda (5560, 5728, 5739, 6008, 3713,1632 sayılı yasalar ve anayasanın m. 174) belirtilen koşulların sağlanması halinde mahkeme hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verebilecek ve sanık 5 yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır. Hükümlü çocuk; bir meslek veya sanat sahibi değil ise, bu amaçla bir eğitim programına devam etmesine, hükümlü çocuk bir meslek veya sanat sahibi ise kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına karar verilebilir. Çocuk olan hükümlülerin, bir meslek veya sanat edinmelerini sağlamak amacıyla, gerektiğinde içinde barınma imkânı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etmesine mahkemece karar verilebilir. Mahkeme, denetim süresi içinde hükümlü çocuğa rehberlik edecek bir uzman kişiyi görevlendirebilir. Bu kişi, hükümlü çocuğun kötü alışkanlıklardan kurtulmasını ve sorumluluk bilinciyle iyi bir hayat sürmesini sağlama hususunda hükümlüye öğütte bulunur. Eğitim gördüğü yerdeki kurum yetkilileri veya çalıştığı kişilerle görüşerek istişarelerde bulunur. Hükümlü çocuğun davranışları, sosyal uyumu ve sorumluluk bilincindeki gelişmeleri hakkında üçer aylık sürelerle rapor düzenleyerek hâkime verir. Mahkeme, hükümlü çocuğun kişiliğini ve sosyal durumunu göz önünde bulundurarak, denetim süresinin herhangi bir yükümlülük belirlemeden veya uzman kişi görevlendirmeden geçirilmesine de karar verebilir. Hükümlü çocuğun denetim süresi içinde kasıtlı bir suç işlemesi veya kendisine yüklenen yükümlülüklere, hâkimin uyarısına rağmen, uymamakta ısrar etmesi hâlinde; ertelenen cezanın kısmen veya tamamen infaz kurumunda çektirilmesine karar verilir. Denetim süresi yükümlülüklere uygun veya iyi hâlli olarak geçirildiği takdirde, ceza infaz edilmiş sayılır. TCK m.50/3’e göre; kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımları düzenleyen daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olmak koşuluyla, fiilin işlendiği tarihte 18 yaşını doldurmamış bulunanların mahkûm edildiği bir yıl veya daha az süreli hapis cezasının kanunda öngörülen seçenek yaptırımlarından birine çevrileceği konusunda yapılmış olan düzenlemeler 43 söz konusudur. Böylece çocuğun kurumda tutulmasının önüne geçildiği gibi, çocuğun toplum içinde iyileştirilmesi ve topluma kazandırılması da hedeflenmiş olur. TCK’nın 50. maddesi uyarınca, kısa süreli hapis cezası, suça sürüklenen çocuğun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre değerlendirilmelidir. Suça sürüklenen çocukların hapis cezasının adli para cezası yaptırımına çevrilmeyeceği açıkça belirtilmiştir (TCK m. 50/2). Ancak diğer yaptırımlar için uygun davranılmaması halinde ne olacağına dair bir hüküm belirtilmemiştir. TCK’nın m. 50/6 da yaptırımın yerine getirilmemesi durumunda hapis cezası tamamen ya da kısmen infaz kararı hükmüne bağlanır. 1.7. 2828 SAYILI SOSYAL HİZMETLER KANUNUNDA ÇOCUĞUN YERİ Türkiye'de sosyal hizmetler, çeşitli plan ve programlara göre yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri ve merkezi yönetim tarafından hayata geçirilmektedir. Ancak en etkili ve geniş sosyal hizmet ağı, Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) tarafından sunulmaya çalışılmaktadır. 1983 yılına kadar Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu olarak faaliyetlerine devam eden kurum, 1983 yılında 2828 Sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu'nun kabulüyle SHÇEK olarak kurulmuştur. 2828 sayılı SHÇEK kanunu, ASPB’nın kanun hükmündeki kararnamenin 35. maddesinin 4. fıkrasındaki değişiklikle; “2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununun adı Sosyal Hizmetler Kanunu olarak” değiştirilmiştir. Sosyal hizmetler kanunu (SHK) ile korunmaya, bakıma ve yardıma muhtaç bireylerin ve ailelerin maddi-manevi desteklenerek topluma kazandırılması hedeflenmiştir. Kanun çerçevesinde aile bütünlüğü en öncelikli desteklenmesi gereken temel ilkelerinden biri olarak kabul edilmiş ve kanun, parçalanmış ailelerin birlikteliğini temin adına sosyal incelemeler ile destek sağlamayı hedeflemiştir. SHK ile çocuğun beden, ruh ve ahlak gelişiminin korunması; ayrıca şahsi güvenliği tehlikede olan çocukların korunması öncelikli görev sayılmıştır. Korunmaya, bakıma ve yardıma muhtaç çocuklar için ölçü olarak insan hassasiyetine ve vakarına yaraşır hizmet etme hedeflenmiştir. Bu kanun ile koruma ve bakım altına alınan çocukların Türk örf, adet, inanç ve milli ahlakına sahip, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı bireyler olarak yetiştirilip topluma kazandırılması varılmak istenen bir diğer hedeftir. 44 1.8. 633 SAYILI ASPBKH KARARNAMEDE ÇOCUĞUN YERİ 6 Nisan 2011 tarihinde ve 6223 sayılı kanunun verdiği yetkiye dayanılarak Bakanlar Kurulu’nda 3 Haziran 2011 tarihinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kurulmuştur. ASPB’nın temel amacı; sosyal ve kültürel dokudaki en önemli aşama olan aile yapısını koruyarak, sosyal hizmetlere ve yardımlara ilişkin ulusal düzeyde sosyal hizmet modelleri belirlemektir. Ulusal düzeyde politika ve stratejiler belirleyerek çocukları ihmal ve istismardan koruyup onların sağlıklı gelişimlerine zemin hazırlamak; gönüllü kuruluşlar, kamu kurum ve kuruluşları ile işbirliği yapmak diğer amaçları arasındadır. ASBP bu hizmetleri sunarken cinsiyet ayrımcılığı yapmamayı da ilke edinmiştir. ASBP, toplumda sosyal yardım ve korunma ihtiyacı duyan kesimlerle etkin faaliyet alanı oluşturmayı hedeflemiştir. En önemli öncelik hedeflerinden bir tanesi de çocuğun aile içinde yetiştirilmesi ve desteklenmesini sağlayıp aileyi güçlendirmektir. Buna bağlı olarak aile bütünlüğünü korumak, parçalanmış ailelere ve yardıma muhtaç bireylere ve çocuklarına her türlü sosyal, manevi destek sağlayarak eğitim programları düzenlemektedir. Bunların hepsini ulusal düzeyde kamu kurum ve kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği ile yapmayı hedeflemiştir. 1.9. ÇEŞİTLİ KANUN VE YÖNETMENLİKLERDE ÇOCUĞUN KORUNMASI 1.9.1. 1117 Sayılı Küçükleri Muzır Neşriyatlardan Koruma Kanunu 21.06.1927 tarihinde kabul edilen “Küçükleri Muzır Neşriyatlardan Koruma Kanunu” 18 yaşından küçükleri zararlı yayınlardan korumak için hazırlanmıştır. İlgili kanun 1986, 1988, 2004 ve 2014 tarihlerinde değişikliğe uğramıştır. Kurul, basılacak eserler için 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunundaki genel amaç ve temel ilkeleri göz önünde bulundurmak zorundadır. Kurul, bu kanunun 2. maddesiyle kendisine verilen görevlere ilaveten, TCK’nın 426., 427. ve 428. maddelerinde tanımlanan suçlarla ilgili olarak yargı organlarına resmi bilirkişilik yapmakla görevlidir. Tebligat kanun 4. madde hükümlerine göre bir aydan az süreli yayın, sinema, ilan, afiş gibi yayınlarda küçükler için sakıncalı görüldüğü takdirde sorumlularına tebligatta bulunulur. Sakıncalı olan yayın görünmeyecek şekilde zarf ya da bir poşet içerisinde bulunmalıdır. Ancak ilgili yayın on sekiz yaşından büyüklere satılabilir. Satılan ürün dükkân ya da bayii gibi yerlerde açıkta bulundurulamaz. Para karşılığı satılamaz, küçüklere para karşılığı gösterilemez. Eğitim kurumları ve okul gibi yerlere sokulamaz. Yayınların ön kapaklarına “küçüklere zararlıdır” ibaresi yazılır. Yazılan ibare görünür bir yerde ve okunur şekilde olmalıdır. 45 1.9.2. 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Bunların Kontrolü İle İlgili Kanun 07 Kasım 1996 tarih ve 4207 sayılı kanun, “Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi Ve Bunların Kontrolü İle İlgili Kanun”dur. Bu kanun, kişilerin ve gelecek nesillerin tütün ve ürünlerinin zararlarından korunarak temiz ve yaşanabilir ortamlar oluşturmayı hedefler. Bu bağlamda, tütün ürünlerinin reklam, tanıtım ve teşvik kampanyalarında koruyucu tertip ve tedbirleri düzenlemiş olur. Bu ürünleri satan marka üzerinden reklam yapamazlar. Özendirici olan amblemlerini, logolarını, eşantiyon, takı, figür resimlerini, teşvik amaçlı hediye olarak bedelsiz dahi kimseye veremezler. Sağlık, eğitim-öğretim yerlerinde, kültür merkezleri içerisinde satış yapamazlar. Televizyonlarda, internet sitelerinde, film ve klip gibi görsel medyada reklam yapamazlar. Satılan tütün ürünleri on sekiz yaş altına satılamaz. Satılan ürünün paket olarak satışı yapılır, paket açılıp ya da bölünüp ayrı ayrı satılamaz. 1.9.3. 5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun 04 Mayıs 2007 tarih ve 5651 sayılı kanun, “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi Ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun” olup içerik sağlayıcı, yer sağlayıcı, erişim sağlayıcı ve toplu kullanım sağlayıcıların yükümlülük ve sorumlulukları ile internet ortamında işlenen belirli suçlarla içerik, yer ve erişim sağlayıcılarla mücadeleyi hedeflenmiştir (m. 1). Kanunun 8 maddesinin 1. fıkrasında erişimin engellenmesine yönelik kararlar arasında; intihara yönlendirme, uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanımını kolaylaştırma, cinsel istismar, fuhuş, müstehcenlik, sağlık yönünden madde tanıtımı ve kumar oynanması için yer ve imkân sağlanması durum tespitinden ilgili erişim yasaklanır. İlgili erişim kararı mahkemece hâkim tarafından alınır. Ancak ilgili mahkemenin gecikmesi durumunda Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından karar alınarak erişim yasaklanabilir. 1.9.4. Uçucu Maddelerin Zararlarından İnsan Sağlığının Korunması Hakkında Yönetmelik 7 Mayıs 2009 tarih ve 5898 sayılı “Uçucu Maddelerin Zararlarından İnsan Sağlığının Korunmasına Dair Kanun”un amacı, koklamak ve solumak yoluyla veya başka bir şekilde bağımlılık yapabilen ürünlerin kontrolünü sağlamak, çocukların bu tür zararlı ürünlere erişimini önleyerek onları zararlı maddelerden korumaktır. Aynı zamanda çocukların bazı kırtasiye ve boya inceltici maddelere ulaşımını engellemektir. Bu nedenle; her ne sebep olursa olsun bu 46 ürünler çocuklara satılamaz ve verilemez. Bu konuda çocukları bilgilendirme ve eğitme amacıyla Sağlık Bakanlığı ve MEB tarafından programlar düzenlenmelidir. 1.9.5. Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkındaki Kanun 15 Şubat 2011 tarih ve 6112 sayılı kabul olan “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkındaki Kanun” ile Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlık ve bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüyle Atatürk İlke ve İnkılaplarına uygun ölçüde yayın hedeflenmektedir. Yayın hizmetleri ilkesi olarak çocuklara, güçsüzlere ve engellilere karşı istismar içeren ve şiddet eğilimli yayınlar yapılamaz. Toplumun genel ahlakına ve ailenin korunmasına yönelik yayın politikasını önemser. Maddi ve manevi sorumlulukları önemseyerek suç işlemeyi, suçluyu ve suç örgütlerini övücü ve destekleyici yayın politikasını ayıplar. Yine özellikle alkol, tütün ürünleri ve uyuşturucu gibi bağımlılık teşkil eden maddelerin reklamının yayınlarına da karşıdır. Suç unsuru olaylarda failleri mahkeme kararı kesinleşmediği sürece faili suçlu olarak ilan edemez. RTÜK olarak; çocukların bedensel, ruhsal, zihinsel ve ahlaki yönden geliştirecek saf, derun ve anlaşılır bir yayın ilkesi benimsemektedir. 1.9.6. Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği 01 Haziran 2005 yılında yayımlanan “Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği”nde 19. maddesiyle çocuklarla ilgili hükümlerde fiili işleyen çocuk, 12 yaşını doldurmamış ve 15 yaşını doldurmamış sağır ve dilsiz ise suç nedeniyle yakalanamaz ve suç tespitinde kullanılamazlar. Ancak kimlik ve suç tespiti yapmak amacıyla yakalama yapılabilir. Kimlik tespiti sonrasında serbest bırakılıp tedbir kararı alınması için Cumhuriyet başsavcılığına sevk edilirler. On iki yaşını doldurmuş kişiler ile on sekiz yaşını doldurmamış sağır ve dilsizler de suç nedeni ile yakalanabilirler. Çocuğun anne-baba ve vasisi olaydan haberdar edilerek suçlu çocuk Cumhuriyet başsavcılığına sevk edilir. Suç nedeniyle çocuk müdafi olarak anne- baba veya vasisini seçebilir. Suç işleme esnasında aralarında yetişkin veya yetişkinler var ise onların da ayrı bir yerde ifadeleri alınır. Suç mağduru çocuk olması durumunda suçtan zarar gören kişinin ifadesine bağlı olmaksızın şüphelinin yakalanması ve soruşturması için şikâyet şartı aranmaz. Çocuk “suç işlemesi veya şüpheli olması durumunda kelepçe veya benzeri aletler takılamaz ancak kaçma ve saldırganlık durumunda gerekli tedbirler alınır” denilerek duruma açık kapı bırakılır. Bu tür işlemle ilişkili olan görevliler sivil olmak zorundadır. 47 İKİNCİ BÖLÜM KORUNMAYA MUHTAÇ ÇOCUKLARIN SUÇLARININ ÖNLENMESİ AÇISINDA ÇOCUK SUÇLULUĞUNUN NEDENLERİ VE BUNA KARŞI GELİŞTİRİLEN ÖNLEME YÖNTEMLERİ 2.1. ÇOCUK SUÇLULUĞU KAVRAMI Çocuğun hayat mücadelesi onun anne rahmine düşmesiyle beraber başlar. Anne rahmindeki çocuğun bedensel, zihinsel ve ruhsal gelişim aşamaları çocuğun doğumundan sonra da devam eder. Çocukta, bu gelişim aşamaları bazen biyolojik bazen psikolojik ve bazen de ruhsal etkenler sebebiyle bir başkasına göre farklılıklar gösterebilmektedir (Türkçapar, 1999: 252). Çocuğun, beyin ve zekâ gelişimini tamamlamaması zamanla kendi akranları arasında anti-sosyal davranışlar sergilemesine neden olur. Bu anti-sosyal davranışlar, sosyal yaşamla birlikte toplumda benimsenen doğruları uygulama yetersizliğini oluşturur. Zamanla bu yetersizlikler çocukta öfkeyle, kavgacı bir ruh haline bürünmeyle ve içe kapanıkla belirginlik gösterir. Bu tip anti-sosyal davranışlar sonucunda kendisi veya bir başkasıyla çatışması neticesindeki yanlış eğilimler suç unsuruna yönelmeyi tetikler (Sardoğan-Kaygusuz, 2006: 87). Gerilim kuramına göre bireylerin birbirleriyle arasındaki olumsuz ilişkileri suç ve suça ilişkin olan davranışlarla ilişkilendirilir. Yani bu kuram, bireyleri suça iten neden olan bireylerin birbirleriyle arasındaki ilişkiler üzerinde durur. Bireydeki suça neden olan pozitif ve negatif uyarıcılardan, negatif uyarıcıların yoğunluğu ve bireyin yeteneklerinin engellenmesi sonucu suçun ortaya çıktığını savunur (Miller 2000, Baron’dan Akt. Işık, 2006: 289-290). Kaçış kuramı ise bireyi suça yönelten psikolojik nedenler üzerinde durur. Birey olumsuz duygulara kapılıp kendini değersiz görerek bir başkasına kıyasla kendisini kötü ve yetersiz hissettiğinden dolayı olumsuzluktan kaçabilmek düşüncesiyle suça yönelik davranışlar sergiler. Birey bu davranışlarla kendisinin içinde bulunduğu kargaşadan kurtulduğunu düşünür. Bu da kendi hakkındaki olumsuz duygu ve düşüncenin diğer bireyler için oluşturacağı risk 48 faktörlerine zemin hazırlar. Bu tiptekiler sürekli zihin dünyalarında olumsuz ve karmaşık duygu beslerler, kendilerinin ulaşılamaz standartlarda olduklarını düşünürler ve kendilerini değersiz hissederler (Miller 2000, Baron’dan Akt. Işık, 2006: 289-290). Ivy Bennett çocuk suçluluğunu zekâ (IQ), ergenlik dönemindeki hatalı davranışlar, bozuk aile düzeni, ikincil anti-sosyal davranışlar, nörotik davranışlar, psikopatik ve psikotik davranış bozuklukları ile ilişkilendirerek açıklar. 2.1.1. IQ Seviyesine Bağlı Çocuk Suçluluğu Alfired Binet tarafından geliştirilen IQ (Intelligence Quotient), zekâ derecesini belirlemek amacıyla zekâ yaşı yerine zekâ bölümü olarak adlandırılmaktadır. İnsanlarda zekâ bölümü ortalama 100 olarak kabul edilir. 130’un üstündeki IQ değerleri üstün zekâ, 70’in altındaki değerler ise geri zekâ olarak nitelendirilir. En çok görülen IQ derecesi ortalamaya karşılık gelen 100’dür. İnsanların % 68,3’ü 85 ve 115 arasında ortalamaya yakın bir IQ derecesine yakındır (Türkiye Zekâ Vakfı web, 2014) İnsan davranışlarını, akıl tarafından yönetilen bilişsel fonksiyonlarının gelişimi ile birlikte çevresel ve biyolojik faktörlerin etkisi ile şekillenir (Henry’den Akt. Dolu, 2011: 190). IQ (zekâ) testleri üzerine yapılan araştırmaların neticesinde, düşük zekâ düzeyine sahip bireylerin içinde bulundukları durumu analiz edebilecek ve yaptıkları hareketlerin ahlaki boyutunu değerlendirebilecek kapasiteye sahip olmadıklarından dolayı suça bulaşma durumlarının daha kolay olduğu gözlenmiştir (Dolu, 2011: 190). Zihinsel olarak gelişememe bazen bireyin bedensel gelişimini de etkileyebilmektedir. Bedensel ve zihinsel gelişimin akranlarına göre geriden takip etmesi bireyin toplumsal gelişimine de etki edip onu sınırlandırır. Bu sebeple bu çocuklar yaşıtlarına oranla şanssızdırlar. Onlara göre daha zayıftırlar ve dış etkenlerden gelen baskılara çok dayanamazlar (Yavuzer, 2013: 32). 323 ayrı suça karışmış çocuk, 2006-2007 yılları arasında Denizli Adli Tıp Şube Müdürlüğüne ve Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesine getirilmiştir. Burada 157’si erkek ve 28’i kızdan oluşan toplam 185 çocuğun sosyo-demografik özellikleri incelenmiştir. Sonuçta çocukların “hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili davranışlarını yönlendirme yeteneğinin gelişip gelişmediği” hususlarında rapor düzenlenmiştir (Kurtuluş ve ark. 2009:2, 9) Betimleyici istatistiksel veriler suçlu çocukların diğer çocuklara göre IQ seviyesine bağlı olarak suçlu davranışını artırdığını ve buna bağlı olarak da eğitim yönünden okul performansında da düşüklük görüldüğünü bildirmektedirler (Dolu, 2011: 192). “….IQ seviyesi düşük olan çocuk suça bulaşır” (Yavuzer, 2013:33) 49 düşüncesi yanlıştır. Çocuk uygun toplumsal koşullar elde ettiği zaman duygusal bir dengesizlik hissetmeyeceğinden aykırı davranışlarında çok belirginlik göstermez. Yani normal çocuk kusurlarına sahip görünümler sergiler. Ancak bu çocuklar tamamen sağlıklı olmadığından sosyal eğilimlerden yoksundurlar (Yavuzer, 2013: 33). Sonuçta, IQ seviyesi düşük çocuk suç işleyecek ve normal düzeydeki bir çocuk suç işlemeyecek düşüncesi bilimsel bir temele dayanmamaktadır. Bu durumdaki çocukların gelecek eksenli düşünemedikleri, kısa ve daha dar bakışlı olmaları, soyut düşünce kabiliyetlerinin gelişmemiş olmaları nedeniyle işledikleri suçta kısa sürede yakalanacakları için korkarlar. İtilmiş ve dışlanmış olan çocuklar ise toplum tarafından acınmalarına karşın, kendileri toplumun hassasiyetlerine ve toplum tarafından reddedilme düşüncesine karşı duyarsızdırlar (Dolu, 2011: 193). 2.1.2. Ergenlik Dönemine Bağlı Çocuk Suçluluğu Çocuğun olayları somut düşünerek olay döngüsünün kurulduğu ergenlik öncesi dönemden çıkarak kavramları, gelişmeleri ve olayları yargılamayı soyutlaştırdığı dönem ergenlik dönemidir. Bu dönemde sağlıklı bir birey ailesinde ve çevresindeki hatalı davranışları görmezlikten gelmez. Bunları bütün hatlarıyla ilişkilendirerek kendince yargılar. Birey kendi kendine “Ben kimim?”, “Kime benzemeliyim?” ve “Başkalarına nasıl görünmeliyim?” soruları sorarak yetişkinliğe geçiş döneminde olduğuna dair belirtiler gösterir (Yavuzer, 2013: 31). Bu dönemde bu sorular eşliğinde erkekler babayı, kızlar anneyi model alarak onların adeta bir yansımasını gösterirler. Ebeveynin davranışını, kullandığı takıları, konuşma tarzını, giyim tarzını, sosyal ilişki modellerini uygularlar. Ergenlik dönemi, bireylerin ailede veya çevrelerindeki zararlı alışkanlıkları gerek merak etme gerekse artık hak ettiğini düşünerek fiiliyata geçirdikleri dönemdir. Ergenlik dönemi, bireyin fiziksel, zihinsel ve ruhsal döneminin geliştiği dönemdir. Akranlarına göre farklılıklar bu dönemde belirginleşir. Ergenlerdeki fiziksel, zihinsel ve ruhsal gelişim birbirine bağlı veya ayrı olarak gelişim yetersizlikleri şeklinde kendini gösterir. Sağlıklı bireyler, yaşadıkları aile ortamını sosyal ve ekonomik yönden beğenmeyerek sürekli irdelerler. Cinsiyetlerine göre dışarıda model aldıkları büyüklerin veya tanınmış ünlü kişilerin yaşantılarını model alarak mutluluğun hayallerini düşlerler. Bu nedenle bol para harcama, lüks giyinme, gezme için sürekli bir arayışa girerler. Yine tütün, hap, alkol ve uyuşturucunun özenti haline geldiği dönem bu dönemdir. Ergen birey gerek gelişim yetersizlikleri yaşaması ve gerekse kolay kandırılacak bir dönemden geçiyor olduğu için yetersiz korunamama durumunda suç kavramıyla kolayca tanışır (Gül- Güneş, 2009: 86). 50 Ergenlerin, yanlış veya yetersiz eğitim sonucu sevgi eksikliği ve ilgisizlikten dolayı uyuşturucuya başlamaları toplumda genel sağlığı tehlikeye atmaktadır (Derdiman, 2011: 86). Ahlak kuralları ve değişen değer yargılarının uğrattığı karmaşa dönemi ile birlikte hızla gelişen ve değişen teknoloji, kentleşme, sanayi, göçler ve ekonomiden kaynaklanan nedenler ergenlik döneminde bireyi suça iten etkenler olarak sayılabilir (Yavuzer, 2013: 30). 200 187,696 180 167,426 160 141,615 132,195 140 109,591 120 100 85,87577,654 80 55,849 62,425 60 42,37 40 20 0 2009 2010 2011 2012 2013 Erkek Kız Kaynak: TÜİK veri kayanğı Grafik 1: 2009-2013 yılları arasında kayıtlara geçen kız ve erkek çocuk sayısı 97,606 111,179 120 100 80 46,404 47,097 41,32 41,554 60 28,44 29,942 20,194 21,997 40 15,888 16,726 20 0 -11 yaş erkek -11 yaş kız 12-14 yaş 12-14 yaş kız 15-17 yaş 15-17 yaş kız erkek erkek Kaynak : TÜİK veri kaynağı Grafik 2: 2012-2013 yılları arası yaş grubu ve cinsiyetlerine göre çocuk sayısı Grafik-1’de görüldüğü gibi 2013 yılı TÜİK verilerine göre güvenlik birimlerine gelen ya da getirilen çocuk sayısı önceki dönemlere göre sürekli artmaktadır. 2013 yılında toplam 273.571 çocuk gelmiş ya da getirilmiştir. Burada en çok erkek çocukların suç fiili ile tanıştığı görülmektedir. Grafik-2’de görüldüğü gibi 2013 yılında güvenlik güçlerine gelen ya da getirilen çocuk sayısı bir önceki yıla göre %11,6 oranında artmıştır. 2013 yılında en fazla suça sürüklenme %57,9 ile 15-17 yaş grubunda görülmektedir. Getirilen 273.571 çocuktan, cinsiyetlere göre 51 Binler Binler bakılacak olunursa, aynı yıl içerisinde erkeklerin oranı %68,6 iken kızların oranı %31,4 olarak belirlenmiştir. Bu da ergenlik döneminde çocukların suç ile tanışmasının daha fazla olduğunu göstermektedir. 2.1.3. Bozuk Aile Düzeninden Kaynaklanan Çocuk Suçluluğu “…Aile Türk toplumunun temelidir” (1982 anayasası m. 41). Aile evrensel bir kurumdur (Güvenç, 1994: 259). Aile içi iletişimin ve ilişkilerin düzenli olması o hanede huzur ve mutluluğun olması demektir. Aile toplumun en küçük ve en önemli parçası olması nedeniyle çocuğun fizyolojik ihtiyaçlarının olduğu kadar psikolojik ve ruhsal ihtiyaçlarının da karşılandığı ortam olmaktadır. Burada en başta ailenin temel taşı olan anne ve baba olmak üzere diğer aile üyelerinin birbiriyle diyalog ve davranış şekilleri çocuğun psikolojisi, ruhsal durumu ve davranışlarında etkilidir. Bozuk düzene istemeyerek ortak olan çocuk kendisini dış dünyaya kapatır ya da farklı tutum ve davranışlara iter. Burada söz konusu olan sert denetim altında büyüyen bir çocuğun davranışları başkalarına boyun eğmeme ve saldırganlık gibi yollarla kendilerini kabul ettirmeye çalışma şeklinde ortaya çıkar. Bu bireyler kendi iç dünyalarıyla çelişirler ve kendilerini anlatmakta zorlanırlar. Anne ve babanın duygusal sorunlar yaşaması küçük çocuklarda eziklik ve korkma olarak baş gösterirken ergenlerde ise anne ve babaya karşı artık bir başkaldırı şeklinde görülür. Bu da çocuğu iç çatışmaya ve suçlu davranışlara itebilir. Anne ve babanın birbiriyle koordineli olmamasından kaynaklanan tutum ve davranışlar da çocuğun yanlış eğilimler sergilemesine neden olur. Anne ve babadan birisinin çocuğu aşırı koruması, kardeşlerine göre daha fazla koruması veya sevmesi, çocuğun yanlış davranışlarını normal gibi görüp onaylama çocukta özellikle ergenlikte davranış bozuklukları oluşturması demektir. Aşırı baskı ve aile içi gerginlikler ergeni evden ve okuldan kaçmaya, davranış ve uyum bozukluklarına iten etkenler arasında sayılabilir (Burcu-Taş-Sırma, 2014: 58). Yapılan araştırmalarda bozuk aile düzeninde evli çiftlerden baba sürekli kavga çıkaran durumda ise çocuk ve anne mağdur durumunda gözlemlenmiştir. Bur’un deyişiyle “Bozuk aile düzeninden gelen suçluluk”ta çocuğa bir takım sosyal davranış örnekleri aşılanır ve Levy’in deyişiyle “Anadilini öğrendiği gibi, bunları öğrenir” (Yavuzer, 2013: 33). Aile içi ilişkileri incelendiğinde ebeveynlerin ilişki tarzlarının normal şeklinden sapmasının ve aile bireyleri arasında iyi bir iletişimin bulunmamasının çocuk suçluluğuna etki ettiğini görmekteyiz (Dönmezer, 1994: 248). 52 2.1.4. Nörotik Davranış Bozukluğundan Kaynaklanan Çocuk Suçluluğu Doğum öncesi dönemde yaşanan beslenme sorunları ile annenin alkol ve uyuşturucu madde kullanmasının nöro-psikolojik problemlere neden olabildikleri bilinmektedir. Benzer bir şekilde doğum esnasında yaşanan komplikasyonlar ve erken çocukluk döneminde yaşanabilecek kafa çarpmaları ve yaralanmalar da aynı sorunlara neden olabilmektedir. Ayrıca, başta kurşun ve manganez gibi vücut için zehirli olan maddelerin de beyin gelişimini olumsuz yönde etkileyebildiklerine dair pek çok araştırma bulunmaktadır (Moffitt, Lynam ve Silva’dan Akt. Dolu, 2011: 169). Nörotik kişilik bozukluğuna bağlı, bilinçsizce yapılan anti-sosyal davranış, ruhsal tedavide incelenmiş suçlularda pek sık görülür. Bu tip davranışa nörotik eğilimlerin zayıf ego ya da bozuk kişilik yapısıyla birleştiği vakalarda rastlanır. Bireyler kendilerini bulundukları ortamda güvensiz hissedip karmaşık duygu, düşünce ve çelişkiler içinde bulurlar. Büyüklerinin dikkatini çekmek için gereksiz davranışlarda bulunurlar. Etrafındakilerin kendisini sevmediği, istemediği kuşkusuna kapılırlar. Kimseye güvenmez ve inanmazlar. Bunlar bir sınır eşiğinden sonra çocuğun çevreyle uyumunu bozar. Bir süre sonra da birey hırçınlık, yalancılık, geçimsizlik, kaygı, korku, söz dinlememe ve kavgacı bir hale bürünür. Yaşın ilerlemesiyle birlikte hırsızlık, başkaldırma, saldırganlık, evden ve okuldan kaçma eğilimleri gösterebilir. Bunlar neticesinde çocuk ve gençlerde türlü suçlara gözlemlenmesine neden olur. Bunlar arasında yankesicilik, hırsızlık, alkol, uyuşturucu ve uyarıcı maddeleri kullanma, yaralama ve adam öldürme gibi hafif ve ağır suçlara bulaşma yer alır (Yavuzer, 2013: 169). 2.1.5. Psikopatik Hastalıktan Doğan Davranış Bozukluğu Psikopat “Herhangi bir neden veya amaçları olmaksızın, ani ve düşüncesiz bir şekilde tepkisel hareket eden saldırgan suçlular” olarak tanımlanırlar (Shoemaker’den Akt. Dolu, 2011: 187). Anti sosyal kişilik bozukluğu, daha çok çocukluktan başlayarak yetişkinlik dönemine kadar uzanarak devam eden suçlu davranışlar ve sorumsuz hareketlerle kendisini gösterir (Alterman’dan Akt. Dolu, 2011: 187). Psikopatik suçlular, çocuk suçluluğu kavramı içinde en az anlaşılanı ve tedaviye en çok cevap veren tiptir. Bu tip suçlularda en belirgin durum ahlaki düşkünlük veya ahlaki zayıflıktır. 53 (Yavuzer, 2013: 33). Bu tip kişilerde bireye duyulacak öfke ve sertlik durumu davranışı azaltmadan ziyade öfkenin öfke ile sertliğin de sertlik ile karşılık bulmasıdır. Bazen de bedeni noksanlıklar ile birlikte psikomotor bozuklukların bulunduğu çocukla iletişim kuran kişiler tarafından bunlar alay konusu yapılabilmekte veya acıma duygusu olarak gerçekleşebilmektedir. Bu tutumlar bu kişilerde şımarıklığa, davranış dengesizliğine yol açarak suça sürükleyen nedenler olarak kendilerini gösterirler. (Akıncı-Atakan, 1968: 72). 2.1.6. Psikotik Hastalıktan Doğan Davranış Bozukluğu Gerçekle bağlantı sorunu, psikotik davranış bozukluğunun yaşanmasında gerçekleşir. Psikoz, çocuklarda yaşamlarının herhangi bir döneminde ortaya çıkabilir. Belirgin bir başlangıç dönemi olmamakla beraber ani ve sinsi bir şekilde belirginleşebilir. Kişide zaman kavramı, düşünce problemi, kavramlar karmaşası ile belirginlik gösterir. Bu da düşünce ve ifadelerde kişinin anlatımıyla gerçekler hiçbir zaman birbirini karşılamaz; yani mantıksal dizgi problemleri hep vardır. Kişi bu davranış problemlerinden dolayı sürekli çevreyle problemler yaşar. Bu tür davranış karmaşası yaşın ilerlemesiyle birlikte fark edilebilir ölçüde artış gösterir. Küçük çocuklarda fantastik figürler, hayvanlar, ebeveynlerle ilgili düşünceler hezeyan boyutuna varabilirken daha büyük çocuklarda veya ergenlerde yetişkindekine yakın bir duruma gelebilir. Psikotik belirtiler on üç yaşından önce başlarsa çok erken başlangıçlı, 13-18 yaş döneminde görülürse erken başlangıçlı şizofreni ifadesi kullanılır (Biçer-Hancı web, 2012). Suçlu çocukların davranış ve uyum sorunları gösterdiğine dair yapılan çalışmalardan, Morris, Escoll ve Weber’in (1956) çalışması, anti-sosyal ve suç işleme eğilimi gösteren çocukların uzun süreli uyumunu araştıran ilk çalışmadır. Bu çalışma, davranış bozukluğundan dolayı kuruma getirilen 15 yaşından küçük çocuklarla yapılmıştır. Araştırma grubunun %79’u yetişkinlerde de gözlenen yetersiz sosyal uyum sorunları yaşamaktadır ki örneklemin %20’si de psikotik olarak tanımlanmaktadır (Öztürk, 2007:45). Psikotik suç işleme, bu bozukluğun katılık, iç tepkisellik, benmerkezcilik, büyüklük, sorumsuzluk, empati yeteneksizliği, suçluluk ve pişmanlık duymama gibi yönlerin bir sonucu olarak görülebilir (Hare’den Akt. Canter, 2011: 114). Başka hastalıktakilere göre psikotik hastalar daha erken yaşta suç işlemeye başlarlar (İstanbul Psikiyatri Enstitüsü web, 2014). 2.2. SUÇLU ÇOCUK Değişen dünya düzeni içerisinde ülkemiz de değişimden nasibini almaktadır. Klasik bir tarım toplumundan sanayi toplumu olmaya doğru yol alırken bu geçişin etkileri ülkemizde 54 derinden derine hissedilmektedir. Elbette ki bu değişimin getirmiş olduğu olumlu sonuçlar yaşanırken ülkemiz olumsuz sonuçlardan da etkilenmektedir. Çocuk suçluluğundaki artış da bu geçişin doğurmuş olduğu olumsuz sonuçlardan bir tanesidir. Uzman Psikolog Aygül Nalbant’a göre; “Çocuğun gelişmesi, devamlılık içeren dinamik bir süreç ve bu süreçte onun kendisinden kaynaklanan yetersizlikleri ile çevrenin getirdiği hızlı kentleşme ve sanayileşme, göç ve ekonomik krizler, değişen değer ve ahlâk kurallarının yarattığı karmaşa, aile sorunları, yetersiz eğitim, ilgi ve sevgi eksikliği gibi güçlükler, çocuğu suçlu davranışta bulunmaya itebiliyor” (Saka web, 2013). Ülkemizde en çok işlenen suç türleri şahsa karşı suçlar, cinsel suçlar ve mala karşı suçlardır. 2013 TÜİK istatistiklerine göre; çocuklar tarafından işlenen suçların yüzde 39'u hırsızlık, yüzde 27'si müessir fiil, Yüzde 3'ü kız-kadın ve erkek kaçırma, yüzde 6'sı trafik suçları, yüzde 4'ü ateşli silahlar kanununa muhalefet ve yüzde 21'ini ise diğer suçlar oluşturuyor (TÜİK web, 2015). SUÇ TÜRÜ 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 Öldürme 45 28 17 21 39 34 22 50 11 18 Hırsızlık 51 29 12 47 121 194 160 154 71 118 Irza Geçme 30 20 7 30 7 - - - - - Fiili Livata 27 14 3 5 28 - - - - - Cinsel Suçlar - - - - - 42 20 9 5 22 Yaralama 7 5 3 14 9 13 17 10 4 7 Yağma 134 5 28 100 171 271 162 127 70 71 Diğer 40 94 8 19 54 98 95 76 21 38 TOPLAM 334 202 78 236 429 652 476 434 182 274 *Kaynak: Ceza infaz kurumu veri tabanı Tablo 1: 2004-2013 Suç türüne göre çocuk ceza infaz kurumuna ve eğitim evine giren hükümlü çocuklar 2013 yılı ceza infaz kurumunca yayımlanan istatistik bilgilerine göre 2004-2013 yılları arasında 2006 yılında 78 kişi hükümlü ve tutuklu sayısı ile en az iken, 2009 yılında ise tutuklu 55 ve hükümlü sayısı 652 kişiye kadar yükseldiği görülmektedir. Tutuklu ve hükümlü sayısı en fazla hırsızlık suçunda bulunurken, onu yağma suçu takip etmektedir. Yıllar Hükümlü Tutuklu Genel Toplam E K T E K T E K T 2012 401 14 415 1273 31 1304 1674 45 1719 2013 528 17 545 1572 48 1620 2165 65 2165 *Kaynak: Ceza infaz Kurumu veri kaynağı **Not: 12-18 yaş arası (18 yaşından gün almamış) Tablo 2: 2012-2013 Suç türüne göre çocuk ceza infaz kurumuna ve eğitim evine giren hükümlü çocuklar 2012 ve 2013 yılları istatistik bilgilerine baktığımızda hükümlü ve tutuklu çocukların sayısında bir önceki yılda %20 oranında artış vardır. 2.2.1. Şahsa Karşı İşlenen Suçlar Kentleşen toplumda şahsa karşı suç işlenmesinin nedenleri arasında para gereksiniminin temel güdü olduğunu, heyecan arayışı, öç alma, merak ve grup dayanışmasının çocuk ve gençler arasında daha yaygın olarak görüldüğü ileri sürülür (Reppetto’den Akt. Canter, 2011: 153). Hüküm giyen çocukların suç işleme nedenleri irdelendiğinde namus temizleme, kan davası gütme, arazi anlaşmazlığı gibi sosyal içerikli sorunlar olduğu görülür (Yavuzer, 2013: 53). Ülkemizde özellikle sigara, alkol ve madde kullanım yaşı sürekli düşmekle beraber bu tür bağımlılık sahibi kişiler para bulma yönünden ailesine ve çevresine çeşitli zorluklar çıkartabilmektedir. Sigara Alkol Esrar Uçucu Erkek Kadın Erkek Kadın Erkek Kadın Erkek Kadın Öldürme 99 5 1 4 1 Yaralama 9191 978 102 4 82 2 46 4 Tehdit 1027 167 16 1 12 2 8 1 Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma 425 58 3 5 1 5 2 Konut dokunulmazlığının ihlali 159 13 2 1 Hakaret 262 68 1 Cebir 2 Trafik suçları 158 1 10 3 Genel ahlaka karşı suçlar 20 14 1 Aile düzenine karşı suçlar 221 24 1 1 1 Çevreye karşı suçlar 9 1 Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak, satmak, satın almak 1449 98 10 3712 102 24 2 Toplumsal olaylar 546 27 2 2 2 Kaynak: TÜİK, veri kaynağı Tablo 3: 2013 yılı verilerine göre çocukların şahsa karşı suçlar ile madde kullanım ilişkisi 56 2013 verilerine göre suça bulaşan çocukların, şahsa karşı işlenen suçlarda en fazla yaralama olayına karıştığı görülmektedir. Yine bu tip suçlara karışan çocukların sigara kullandıkları görülmektedir. Sigara, alkol, esrar ve uçucu madde kullananların katıldıkları olay genellikle yaralama ve uyuşturucu madde satma olaylarıdır. 2013 TÜİK Tablo 4 verilerine göre yaş grupları incelendiğinde en fazla 15-17 yaş grubunun tütün, alkol, hap, uçucu ve uyuşturucu madde kullandığı görülmektedir. Kullanılan bu maddelerden tek başına kullanılanlar arasında en fazla sigara ve esrarın olduğu görülürken, sigara ile birlikte kullanılanlar arasında alkol ve esrar olduğu görülmektedir. Derdiman (2006) uyuşturucu kullananlarda 16 yaş altı gurubunda % 8,6, 16-30 yaş gurubunda % 77,5, iken 31- 45 yaş gurubunda ise % 2,5 olduğunu belirtmektedir (Derdiman, 2006: 110). Bu durum 15 yaş üstü çocukların uyuşturucu kullanımının arttığını göstermektedir. En çok kullanma yaşı olan 15-17 yaş aralığındaki çocuklar bağımsız olma yönelimi sergilemektedirler. Bunun neticesinde ortamını bulamayan ve ilgisiz kalan çocuklar iç dünyalarına kapanır ve rahatlamak amacıyla uyuşturucu kullanmaya başlarlar (Gül- Güneş, 2009: 80). Uyuşturucu madde kullanımı ergenlerde çeşitli depresif durumları tetikleyip beraberinde şiddete sebep olduğundan dolayı suç işleme meylini artırmaktadır. Ergenlerin şiddete maruz kalma ihtimalleri de çetelere ve çete faaliyetlerine dâhil olmalarıyla beraber artış gösterir (Gül- Güneş, 2009: 81). Ülkemizde çocukların tütün alkol ve uçucu ve uyuşturucu maddelere ulaşımı çok kolay olabilmektedir (Derdiman, 2006: 110). Tütün ürünlerinin satışının normal şartlarda paket ile yapılması gerekirken çeşitli büfe ve dükkânlarda taneyle satılması, bali gibi bağımlılık yapan uçucu ve yapışkan maddeleri evlerimizde rahatlıkla bulundurabilmemiz ve bu tür maddelere ulaşımın kolay ve ucuz olması kullanım riskini artırmaktadır. Esrar ve kokain gibi uyuşturucu maddelerin kullanım sebepleri incelendiğinde psikolojik ve ekonomik etkenlerin ağırlıklı olduğu görülmektedir. (Derdiman, 2006: 110). Uyuşturucu maddeler mağdurlara ilk etapta ücretsiz verilip alışkanlık halinin oluşması kolaylaştırılmaktadır. Sonraki etaplarda ise alışkanlık kazanan mağdur, para vermesi için zorlanmakta ve bu paranın temini aşamasında başka suçlara bulaşabilmektedir. 57 Yaş grubu Bağımlılık yapan madde TOPLAM -11 12-14 15-17 Bilinmeyen Toplam 48 374 393 8 628 39 219 134 Sigara 32 849 296 6 303 26 238 12 Yapıştırıcı 115 12 50 53 - Hap 171 - 22 149 - Alkol 264 - 19 244 1 Esrar 4 439 6 415 4 018 - Eroin 118 - 6 112 - Kokain 14 - - 14 - Bonzai 213 6 42 165 - Uçucu 276 19 84 173 - Çözücü 20 - 7 13 - Sigara ve yapıştırıcı 231 3 121 107 - Sigara ve hap 133 3 23 107 - Sigara ve alkol 2 970 8 373 2 582 7 Sigara ve esrar 3 046 3 349 2 694 - Sigara ve eroin 232 - 66 166 - Sigara ve uçucu 390 13 159 218 - Uçucu ve yapıştırıcı 30 - 14 16 - Uçucu ve çözücü 20 - 8 12 - Uçucu ve esrar 24 - 2 22 - Sigara, alkol ve esrar 786 - 101 684 1 Sigara, yapıştırıcı ve alkol 146 2 44 100 - Sigara, uçucu ve alkol 89 - 24 64 1 Sigara, hap ve alkol 123 1 37 84 1 Sigara, hap ve esrar 153 - 22 130 1 Sigara, uçucu ve yapıştırıcı 47 1 25 21 - Sigara, esrar ve eroin 96 - 9 87 - Sigara, uçucu ve esrar 65 - 20 45 - Sigara, alkol ve eroin 16 - 2 14 - Sigara, uçucu ve hap 31 - 6 24 1 Sigara, yapıştırıcı ve esrar 26 - 13 13 - Sigara, uçucu, çözücü ve alkol 18 - 13 5 - Sigara, hap, alkol ve esrar 241 - 27 212 2 Diğer 89 - 11 53 25 Bilinmeyen 893 20 211 580 82 *Kaynak: Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı Tablo 4: 2013 yılında suç isnadı olan çocuklarda yaş grubu ve bağımlı oldukları madde kullanımı 58 Bazı suçlar özellikle 18 yaşını doldurmamış bireylere büyükler tarafından cezai sorumluluğu bu kişilerin daha az olduğu için kasıtlı olarak işletilebilmektedir. Birey, Dönmezer’in belirttiği gibi “Belirli bir görevi yerine getirdiği, bu şekilde harekete mecbur olduğu düşünce ve kaygısıyla öldürmektedir.” Bu durumu bir görev ve sorumluluk olarak aile üyeleri ve diğer yakınları da desteklemektedir. Bu da çocuğun suça karşı meylini artırmaktadır. (Yavuzer, 2013: 55). 2.2.2. Cinsel Suçlar Cinsel suçu, aynı cins ya da karşı cinse karşı işlenen suçlar oluşturmaktadır. Genellikle kız kaçırma, ırza geçme olarak sayabileceğimiz bu suçların mağdurların cinsel tatmin sebep kılınarak değil de evlenme vaadiyle kandırılarak işlendiği görülmektedir (Yavuzer, 2013: 58- 59). 15-17 yaş Kız; 162; 5% -11 yaş Erkek;233; 7% -11 Yaş Kız; 7; 0% 12-14 yaş Erkek; 846; 26% 15-17 yaş Erkek; 1901; 59% 12-14 yaş Kız; 74; 3% Kaynak: TÜİK veri kaynağı Grafik 3: 2013 yılı cinsel suçlara bulaşan cinsiyet ve yaş aralığı verileri Grafik-3 incelendiğinde cinsel suçların en fazla erkeklerde işlendiği görülmektedir. 12- 14 yaş aralığında güvenlik güçlerine gelen ya da getirilen erkeklerin %26 oranında, 15-17 yaş grubunda ise %59 oranında olduğu görülmektedir. Tablo-1’deki Ceza İnfaz Kurumu 2004-2013 yılları arası cinsel suçlar, ırza geçme ve fiili livata ile hükümlü ve tutuklu bulunan çocukların istatistiklerine bakıldığında 2009 yılında 42 kişi ile en fazla tutuklu veya hükümlü bulunurken bu sayı 2013 yılında 22 olmuştur. Fiili livata suçu işleyen 2004 yılı ve 2008 yıllarında 28 kişi olurken bundan sonraki yıllarda tutuklu ve hükümlü olmamıştır. Genellikle cinsel suçlar tablosuna bakıldığında erkek çocukların bu tip suçlara bulaşmasının kız çocuklara oranla daha yüksek olduğu görülmektedir. Kız çocuklarına toplumda ailelerin daha koruyucu olmaları ve 59 toplumda kız çocukların bu tip suçlardan dolayı daha çok korkutulmaları onları daha az suça itmektedir. Mağdur ile suçlu arasındaki etkileşim onları bir araya getiren koşulların anlaşılması yoluyla en iyi şekilde açıklanabilir (Canter, 2011: 453). 2.2.3. Mala Karşı İşlenen Suçlar İnsanların bazı şeyleri çalmayı düşünmeleri çalmak istedikleri nesneye sahip olmak isteği ile açıklanır. Kişiler yemek, giymek, kullanmak, hatta satmak üzere çalmak isteyebilir. Psikanalitik görüşe göre bu çalma olayı, çalınan nesnenin bilinçaltında arzulanan ama elde edilmesi yasak olan bazı nesnelerin simgesel düzeyde temsil edilmesidir. Böylece hırsızlık yapan çocuk, yiyecek ya da para çalarken, yalnızca fizyolojik gereksinimlerini gidermek üzere çalmamakta, belki de sevgi ve sevecenlik eksikliğini gidermek için bu yola başvurabilmektedir (Yavuzer, 2012: 61). Yağma (Gasp) 15-17 Hırsızlık 12-14 yaş; yaş; Kız; 12-14 Erkek; 696 yaş; 1402 12-14 Erkek; 15-17 yaş; 781 yaş; Erkek; Erkek; 10.212 19.229 -11 yaş; -11 yaş; Kız; 206 Erkek; 94 15-17 12-14 -11 yaş; -11 yaş; 15-17 yaş; Kız; yaş; Kız; 4 Erkek; yaş; 41 Kız; 45 1.566 kız;1.114 Mala zarar verme Yangın Çıkarma 15-17 yaş; 12-14 15-17 12-14 Erkek; yaş; yaş; yaş; 401 Erkek; Erkek; Kız; 108 1314 2258 -11 yaş;Erkek 15-17 12-14 -11 yaş; -11 yaş; 15-17 12-14 ; 428 yaş; Kız; yaş; Kız; 16 Erkek; yaş; Kız; -11 yaş; yaş; Kız; 199 Kız; 53 43 11 Erkek; 5 5 Kaynak: TÜİK, veri tabanı Grafik 4: 2013 yılı verilerine göre çocuklara ilişkin suç türleri Mala karşı işlenen suçlar, caydırıcı faktörlerden etkilenen suçlardır. Çünkü bu tip suçlar hem rasyonel suçlardır hem de enstrüman (araç) suçlardır. Dolayısıyla riskin arttığı zamanlarda 60 ve yerlerde alternatif çözüm önerilerine yönelirler. Böylece caydırıcı etki kendisini göstermiş olur (Dolu, 2011: 108). 2.3. SUÇA YÖNELEN ÇOCUK Çocuk, bulunduğu koşullar ve durumlardan dolayı bir başkasının yönlendirmesiyle suça itilir (Beşe, 2013: 74). Bu durum en başta çocuğun kişiliği, uyumsuzluğu ve davranışlarından kaynaklanabileceği gibi aile nedenlerinden ve çevresel faktörlerden de kaynaklanabilir. …Sosyolojik araştırmalar suç ve toplum ilişkisine farklı bir açıdan bakabilme olanağını sağlar. Çocuk ve genç suçluluğu dediğimizde akla ilk gelen çocuğu ve genci suça iten nedenler olur (İrtiş, 2009: 351). 2.3.1. Kişilik, Uyum ve Davranış Bozukluğu Kişilik, bireyin kendisinden kaynaklanan tutarlı davranışlarıyla beraber, nasıl davranılacağımızı ve hissedeceğimizi etkileyen duygusal, güdüsel ve bilişsel süreçler kapsamıdır (Burger, 2006: 23). Kişiliğin oluşmasında “var olan” kalıtsal etkenlerle toplum ölçülerine göre “olması gereken” çevresel etkenlerin (anne-babanın yetiştirme tarzı, arkadaş ortamı, okul, medya gibi) rolü büyüktür. Karakter ise; daha çok ahlak değerleriyle ilişkilendirilerek bu değerler ölçüsündeki davranış olarak tanımlanabilir. Bu kapsamda bireyin toplum değerlerine ve normlarına doğru yönelen kişiliğin bir parçasıdır. İnsanlar anti-sosyal özellik ve eğilimlerle birlikte doğmamışlardır. Davranış toplumsal çevreden bireye yönelen sayısız etkenlerin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Toplumsal değerler ve normlar kadar arzular, tutumlar, huylar da birer dinamik dürtüdür (Yavuzer, 2013: 157). Suçluluğu oluşturan nedenleri inceleyen birçok psikolog ve psikiyatrist kişilik özellikleri yanı sıra bedensel ve zihinsel etmenlerden kaynaklanan kusurların üzerinde durmuşlardır. Bireyde bedensel ve zihinsel özelliklerin sosyal çevreyle buluşması durumunda birçok sorunun çözülüp olumlu neticeler alınabilmesine karşın daha karmaşık bir hal alıp suça sürüklenmesine neden olabilmektedir (Derdiman, 2006: 114) . Bu tür bozukluklar bireyde hırçınlık, yalancılık, geçimsizlik, kaygı ve korku halleri baş göstermesiyle belirginleşir. Yaş büyüdükçe bu tür davranışlar çevre ve toplum ile uyum bozukluğu haline dönüşür (Yavuzer 2013: 169). Birey daha önce şekillenmiş agresif durumları ile dünyaya gelmez, onları daha sonra öğrenme yoluyla edinir. Bobo Doll deneyinde Bandura, bir bayanın üzerinde palyaço resmi olan bir metre boyundaki balondan bir oyuncağa tekmeleyerek, vurarak yerinden kaldırıp 61 havaya fırlatarak, hırpaladığı bir videoyu bir grup çocuğa izlettirmek istemiştir. Videoyu seyreden çocukların daha sonra videonun çekildiği odada oynamaları için serbest bırakıldıkları zaman, videoda hırpalanan balon oyuncağa koşarak aynen videodaki gibi oyuncağa saldırmaya başladıkları gözlemlenmiştir (Dolu, 2011: 251). Sutherland verdiği yedi önerme ile davranışsal öğrenmenin kişilik üzerinde önemli bir etken olduğuna ve bireyde suçun pekiştirici özelliğine değinmiştir. (Burgess ve Akers’dan Akt. Dolu 2011: 249). Bu önermeler aşağıda belirtilmiştir: 1- Suç teşkil eden davranışlar edimsel koşullanma prensibine göre öğrenilir. 2- Suçlu davranışları, hem sosyal ortamlarda sosyal etkileşimler yoluyla hem de sosyal olmayan ortamlarda bu davranışların pekiştirmesiyle öğrenilir. 3- Suçlu davranışların öğrenilmesinde en önemli kısım bireyin davranışlarını üzerinde en çok pekiştirici etkiye sahip gruplarda oluşudur. 4- Suçun işlenmesine ilişkin özel teknikler, tavırlar ve kaçınma süreçlerinin öğrenilmesinde dâhil olmak üzere suçlu davranışın öğrenilmesine etkin ve mevcut pekiştirmeler ile hali hazırda bulunan pekiştirme ilişkilerinin bir sonucudur. 5- Öğrenilen ve meydana gelen sıklıkları, etkin ve hali hazırda mevcut olan pekiştiricilerin bir fonksiyonu olarak kendini gösteren belli tip davranışlar, aynı zamanda bu pekiştiriciler tarafından dayatılan kurallar ve normlara göre şekillenirler. 6- Suçlu davranışlar, suç teşkil etmeyen davranışlardan çok daha fazla pekiştirici durumda öğrenilirler. Bu durumda suçlu davranışlar, suç işlemeye olanak sağlayan normların bir sonucu olarak ortaya çıkarlar. 7- Suç teşkil eden bir davranışın ne ölçüde güçlü olacağı, pekiştiricilerin miktarı, sıklığı ve ortaya çıkma olasılığıyla doğrudan ilişkilidir (Burgess ve Akers’dan Akt. Dolu 2011: 249). Çocuklarda öğrenilmiş davranış durumu daha sık gözlemlenmektedir. Suça sürüklenen çocukların 2013 yılı TÜİK istatistikleri incelendiğinde bireyin suç istatistiğinde birden fazla güvenlik birimlerine gelen ya da getirilen çocukların daha fazla suça bulaştığı gözlemlenmektedir. Alışılmış davranışlardan birden fazla gelen/getirilen aynı suç isnadıyla hırsızlıktan dolayı 24.610 kişi, yaralama isnadıyla gelen/getirilen çocuk sayısının 16.947 kişi 62 ve uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanmak, satmak ve satın almak suçundan gelen/getirilen çocuk sayısının 6. 975 kişi olduğu kayıtlara geçilmiştir (TÜİK, 2013: 30). 4096 Cinsel Suçlar 1024 256 Tehtit 64 Yağma (Gasp) 16 4 1 0 15 gün aralıklarla zaman düzlemi Kaynak: 2014 yılı TÜİK veri kaynağı Grafik 5: Suça karışan çocuğun aynı suçu işleme süresi Grafik-5’de görüldüğü gibi suç ile buluşan çocuğun aynı gün içerisinde suç işleme sıklığının daha yüksek olduğu görülür. İlerleyen günlerde ise bireyin aynı suça bulaşma riskinin giderek azaldığı, ancak suç eyleminin belirli bir zaman sonrasında tekrar depreştiği görülmektedir. 2.3.2. Duygusal ve Toplumsal Yönden Suça Yönelme Dünyaya yeni göz açan çocuk doğumdan itibaren yeryüzünün sıcaklığı veya soğukluğuyla karşılaşmaya başlar. Savunmasız bir varlık olan çocuğun fiziksel gelişimiyle birlikte psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanması büyüme ve kişilik gelişimiyle ilişkilidir. Erik Erikson’nın kişilik gelişim kuramlarına göre doğan çocuğun kişilik gelişimi güven- güvensizlik duyguları üzerine kuruludur. Çünkü çocuk yaşamanın ilk yılını ten kokusuyla anlamlandırılır. Bu yıldaki temel ihtiyacı sevme sevilme ilişkisidir. Bu ihtiyaçları şüphesiz en iyi karşılayacak annedir. Gerekli ihtiyaçlarının karşılanmaması durumunda çocuk yaşamına yabancılaşır ve içe kapanma duygusuyla bunu hissettirir, bundan sonraki dönemlerde ne kendisine ne de başkasına güvenir (Burger, 2006: 165). Yapılan araştırmalara göre, anne - baba kaybı ve uyum bozukluğundan dolayı bireyde çeşitli davranış bozuklukları meydana gelmektedir. İntihar girişiminde bulunan ve çeşitli bunalım belirtileri baş gösteren hastaların büyük bir bölümünün ilk çocukluk yıllarında annelerini kaybettikleri saptanmıştır (Yavuzer, 2013: 100). 63 2013 yılı suça bulaşan çocuk sayıları Bowly, karakterlerinin şekillendiği ilk beş yıl içinde anneden ayrı kalmanın çocukta suçlu kişilik yapısının oluşumunda en büyük etken olduğunu söyler. Bowly, mala ilişkin suçlardan oluşan istatistiklerinde %40’nın ilk beş yıl içerisinde annelerinden ayrı kalan çocuklar tarafından işlendiğini saptamıştır (Yavuzer, 2013: 101). İyi bir kamera işlevi gören çocuğun ilk odaklandığı yer aile yani anne ve babadır. Anne ve babanın tüm hareketlerini, konuşmalarını ve davranışlarını kaydeden çocuk, kendine bir yol haritası belirler. Olumlu nitelikler diyeceğimiz anlaşma, paylaşma, işbirliği, düşünme ve yaşamaya karşın çatışma, kavga, gerilim diyebileceğimiz tutumları aileden öğrenir. Kısacası kameraya ne takılırsa, akli melekeleri yani idrak kabiliyeti gelişmediğinden dolayı iyi ya da kötü ayrımı yapmadan alır ve kullanır. Durumun farkında olabilen anne ve baba çocuğun dünyasındaki karmaşık olan soyut kavramlardan ziyade somut düzeydeki ilişkileri temel almalıdır (Derdiman, 2006: 115). Okul öncesi dönemde çocuğun dünyasında en güzel film kareleri oluşturan anne ve baba ilişkileridir. Bu dönemde iyi bir gözlemci olan çocuk anne ve babanın kendileri aralarındaki ilişkileri iyi değerlendirip ona göre kendine bir yaşam modeli belirler. Aile içi ilişkilerde anne ve babanın davranışları belirleyicidir. Aile içindeki huzursuzluk en çok çocuğu etkiler. 2008 yılında TÜİK istatistiklerine bakıldığında annenin şiddet veya cinsel istismar edilmesi sonucu çocukta sık sık kâbus görme, yatağı ıslatma, çekingen ve kapanık olma, hıçkırarak ağlama ve özellikle annesine ve diğer çocuklara karşı saldırgan bir durum sergilediği görülür. 2008 yılı TÜİK istatistiklerinde çocuk, en fazla tepkiyi %58 ile anneye veya diğer çocuklara saldırgan tavır göstermekle belirtmiştir. Evet Hayır Sık sık kâbus görme 20 33 Yatağı ıslatma 18 28 Çekingen/içine kapanık olma 43 56 Anneye/diğer çocuklara karşı saldırgan olma 20 58 Hıçkırarak ağlama 36 38 *Not: 100 çocuk üzerinden oluşturulmuş veriler **Kaynak: ASPB, Türkiye'de Kadına Yönelik Aile içi Şiddet Araştırması,2008 Tablo 5: 2008 yılı verilerine göre annenin fiziksel ve şiddet yaşamasının çocuktaki etkisi Sadece öğrenilmiş davranış ile suçu ilişkilendirmenin yapılmaması gerektiğini aynı zamanda aile içindeki suçlu davranışa alışma, ailenin etiketlenmesi; suçlu bireyle yaşamaya alışma ve suç işlenmesini kabullenmenin rolünü de önemsemek gerekir. Çocuk yaşadığı evin içerisinde sadece anne ve babayı model almakla kalmamaktadır. Ailenin genişliği, yapısı, 64 sosyo-ekonomik durumu, eğitim durumu, kültürel durumu, ailenin fiziksel ortamı ile çocuğun sosyal deneyimleri, duygusal ve sosyal gelişim uyumunu etkiler. Tablo- 6’da görüldüğü gibi güvenlik güçlerine getirilen çocuklar içerisinde sırasıyla suça sürüklenen çocuklar, mağdur çocuklar, kayıp çocuklar, bilgisine başvurma ve evden kaçan çocuklar olarak sıralanabilir. Birey, somut düşüncelerden kurtulup soyut düşünce becerilerine ergenlikle beraber ulaşır. Bunun sonucunda birey olaylara daha sorgulayıcı bakarak dış dünyayı anlamaya çalışır. Kendisine ve dünyaya karşı sürekli eleştirici, tartışmacı ve idealist bir gözle bakar. Toplumsal ilişkilerde gelenek ve görenek ilişkisinden ziyade mantık muhakemesini yaparak irdeler. Bu dönemde ergen, birisine kolay bağlanır, bir şeyi çabuk sever veya kopar ve kolay inanır. Bireyin bu dönemde kafasındaki asıl düşünce artık çocuk olmadığı düşüncesidir. Kendi fikrinin alınmasını ister ve söz hakkı verilmesi ister. Ergenlerin duygu, düşünce, tutum, eylem, davranış ve beklentileri üç aşamadan oluşur. Kişilik yapısı içerisinde yerini arama çabasında olan genç, özdeşleşme, sorumluluk, özerklik sorunlarına çözüm arar. Bu çözüm gencin içinde yaşadığı kesimin özelliklerine göre değişik olur. Yukarıda belirtilen üç kavram arasındaki dengesizlik, bireysel ve toplumsal sorunlara neden olur. Bu kavramların sağlıklı gelişmesi, gençlerin içinde yaşadığı toplum yapısındaki ekonomik, kültürel dengeye bağlıdır (Yavuzer, 2013: 105). -11 yaş 12-14 yaş 15-17 yaş Bilinmeyen Toplam Suça sürüklenme 5.072 29.197 81.003 167 115.439 Kabahat işleme 14 92 445 551 Terk 19 6 15 2 42 Evden kaçma 114 837 1.870 2.821 Buluntu 412 470 845 5 1.732 Kayıp (Bulunan) 1.038 4.394 10.783 3 16.218 Mağdur 37.205 29.085 55.396 31 121.717 Madde kullanımı 12 51 167 230 Sokakta çalışma 654 693 213 14 1.574 Sokakta yaşama 1 3 8 3 15 Kanunsuz çalışma 2 5 12 19 Bilgisine başvurma 895 2.620 5.072 1 8.588 Okula gönderilmeme 46 51 26 123 Kurumdan kaçma 61 305 727 1.093 Diğer 1.123 592 1.694 3.409 Toplam 46.668 68.401 158.276 226 273.571 Not. Kayıp çocuk bilgisi, hakkında resmi olarak kayıp müracaatı yapılan ve güvenlik birimleri/vatandaş tarafından bulunarak güvenlik birimlerine getirilen çocukları; buluntu çocuk bilgisi, hakkında resmi olarak kayıp müracaatı olmayan ve güvenlik birimleri/vatandaş tarafından bulunarak güvenlik birimlerine getirilen çocukları kapsamaktadır. Kaynak: TÜİK, veri tabanı Tablo 6: 2013 yılı yaş aralıkları ve suç nedenlerine göre kayıt alınan çocuk sayısı 65 2.3.3. Aile ve Okul Etkisi 2.3.3.1. Aile İçi İlişkiler Çocuğun ailede huzurlu ve mutlu olabilmesi anne ve babanın davranış ve tutumlarına bağlıdır. Onların tavırlarını oluşturan nedenler incelendiğinde birbirlerine karşı takındıkları tutumların, çocuk nezdinde bir öğrenme ürünü olduğu görülür. Suçlu çocukların ailelerinde disiplinsizlik, suçu olmayanlara göre daha sık görülmektedir. Gergin ve sürtüşmeli bir karı- koca ilişkisi, çocuk için güvensiz ve tedirgin bir ortamın olması anlamına gelmektedir (Derdiman, 2006: 114). Özellikle anne ve babanın bedensel, ruhsal ve ahlaksal zayıflığı, anne ve babanın olmayışından kaynaklanan disiplinsizlik, çocuğun kontrolünde ve disiplin konusunda anne ve babanın birbiriyle anlaşamaması, aşırı disiplin ve aşırı tolerans da çocuğun sapkın davranış göstermesinde etkili olmaktadır. Çocuk, yaşadığı stres ortamına hırçınlıklarıyla ya da gerilim ortamından korkup bir köşeye sinmesiyle karşılık verir. Dışa vuramadığı duygu, anne ve babanın ayrılması sonrası kendisinin ortada kalacak olması kaygısıdır. Çocuğu asıl kaygılandıran bu kavgaların sebebinin kendisi olduğunu düşünmesidir. (Yıldırım’dan Akt. Yaşar-Dağdelen 2013: 205). Kavgaya sebep olarak çocuk gösterilirse bu durumda çocukta eziklik, kırgınlık, kendisinin kötü olduğu duygusu yerleşir. Bu tedirginlik ve suçlamaların sonucu olarak daha yaramaz ve hırçın olurlar. Ailesi tarafından istenmediğini hisseden çocukların, özellikle saldırgan davranışlar sergiledikleri Toppings, Berman, Jenkins ve Hewitt'in çeşitli çalışmalarında irdelenmiştir. Aile ile çocuğun diğer sosyal çevresi arasında değer çatışması da çocuğu uyumsuzluğa ve sapmış davranışa iten bir başka önemli faktör olarak karşımıza çıkar (İçli 2004:340). Bu yetersiz ve sağlıksız davranışın dışında ise çocuklarda “psikiyatrik bozukluklar, düşük okul başarısı, cinsel rolü oynamada yetersizlik, özsaygı geliştirememe, gerilim, depresyon ve olgunlaşamama” gibi daha birçok soruna da neden olabilmektedir. 2.3.3.2. Ailede Ceza ve Disiplin Anlayışı Aile, çocuğuna karşı sevgi dolu davranışta bulunmak yerine bazen sert, öfke ve nefret dolu tutumlar içerisine girebilmektedir. Bazen de çocuğun çeşitli eylemlerine bedensel cezalarla karşılık verme eğilimleri sergileyebilmektedirler. Buna karşılık ailenin çeşitli davranışlarının karşılığında çocuk, saldırganlık, öfke ve kızma duygularıyla karşılık verebilmektedir. Bu duyguların anne ve babaya yansıtılması yasaklandığında, bu sefer de çocuk öfke ve saldırganlık duygularını içine atar. İçinde birikmiş itimler neticesinde çocukta 66 depresyon hali baş gösterir. Nörotik yapıya bürünen çocuk bu kaotik durumun içinden çıkabilmek için hedefini artık dışarıda arar. Bu da suça bulaşmasını kolaylaştırır (Taner, 1985: 29). Aile içi iletişim çocuğun karakter eğitiminde önemli rol oynar. Eğer anne ve baba hoşgörü sahibi kişiler ise, çocuk için bazı kısıtlamalardan ziyade arzularını yerine getirebilme olanağı daha kolay olabilmektedir. Bu da çocuğun kendi dünyasına kapanmasının aksine kendine güvenen ve toplumla barışık bir birey olma özelliği kazanması demektir. Ailenin çocuğa fazla güven, hoşgörü ve şefkat sergilemesinin neticesinde çocukta bazı olumsuz eğilimler olabilmektedir. Çocuk karşılaşabileceği basit problemler veya içinden çıkılmaz problemler karşısında fazla cesur davranarak uyumsuz davranışlara yönelebilmektedir. Bu davranışlar bazen basit diyebileceğimiz pasif suçlar olabilirken bazen de aktif suçlar gibi tehlikeli durumlara sebebiyet veren suçlar olabilmektedir (Gölcüklü, 1962: 29). Çocuğun aile yönünden en büyük güvencesi her yaptığı davranışın ailesi tarafından affedilebileceğini, yanlış da olsa kendisine bir karşılık verilmeyeceğini düşünmesidir. Bu da çocukta suç kişiliğinin oluşma nedenlerinden biridir (Sevük, 1998: 48). 500 suçlu ve 500 suçlu olamayan gruplar üzerinde araştırmalar yapan Glueck’lar şu sonuçlara ulaşmıştır. Suçlu grup ailelerdeki babaların %94 ve annelerin ise %96 oranında bir kısmı çocuklarına aşırı hoşgörü ile yumuşak disiplin uyguladıkları ya da çok sert disiplin uyguladıkları, buna karşılık suçlu olmayan grupta ise babaların %56 ve annelerin ise %66 disiplin uyguladıklarını tespit etmiştir. Burt, suçlu ailelerin suçlu olamayan ailelere göre 5 kat daha fazla sert veya yumuşak disiplin uyguladıklarını belirtmektedir. Healy ve Bronner de 4000 suçludan % 40’ının bozuk disiplin ortamından geldiklerini bulmuşlardır (Yavuzer, 1994: 138). Son yıllarda ailelerin çocuklara ceza ve disiplin uygulamalarının suçluluk üzerindeki etkisi gündeme gelmiştir. Sosyal kontrol kuramcılarının özellikle yetersiz kalan ailelerin toplumsallaşma sürecinde, çocukların toplumsallaşmış yaşam şekillerini benimsemelerini sağlayan bağlılığı geliştirmede başarısız olduklarını ileri sürmektedirler (Kaner, 2002: 209) 2.3.3.3. İstenmeyen Çocuk Ailenin birlikteliğini sağlayan eşlerin birbirleri arasındaki sevgi, saygı ve diyalog o hanenin sıcak - mutlu bir yuva olmasının en güzel göstergesidir. Bununla birlikte eşleri birbirine vidalayan da çocuktur. Çocuk yuvanın ayakta durmasını sağlayan en önemli faktör olduğu gibi bazen de çözümsüzlüklerin kaynağı olabilmektedir. Çocuğun istenmeme nedenleri, eşlerin birbirini iyi tanımaması, istemeden evlilik yapılması, birbirlerini sevmeden evlenmeye mecbur 67 bırakılması ve tam olgunluğa ermeyen kişilerin evlendirilmesi olarak sıralanabilir. Bu tip durumlardan sonra doğan çocuk, istenmeyen çocuk olabilir. Anne veya babanın vefatı sonucu geriye kalanın bir başkasıyla evlilik yapması veya yapmayı düşünmesi sonucu çocuk o kişilere ayak bağı olduğunu düşünebilmektedir. Anne ve babanın ölmesi sonucu akraba yanında kalan çocuk, o ailelerde bir fazlalık olarak görülebilmektedir. Özellikle soyun erkekten devam ettiği düşünülen toplumumuzda doğan kız çocuğunu istememe bir diğer neden olarak gösterilebilir. Buna paralel olarak eşlerin, aile büyükleri ve aile çevresinin beklentisi olan cinsiyet, çocuğun doğumu sırasında veya doğumu sonrası çeşitli hastalıklara maruz kalması sonucu bedensel, ruhsal ve zihinsel sıkıntılara maruz kalması da çocuğu “istenmeyen çocuk” yapabilir. Ergenlik öncesi ve ergenlik çağında olan çocuklarda görülebilen hırsızlık, yalan, kavgacı kişilik, cinsel suça bulaşma veya bulaştırılma tutumlarına bağlı olarak aileyi küçük düşürme veya ailenin baş edememesi sonucu istenmeyen çocuk olayları görülebilmektedir. Şemin’e göre istenmeyen, sevilmeyen çocuğun davranışı aşağıdaki özelliklerden birini ya da daha fazlasını gösterir:  Çocuk, sevgi kazanmak ya da hiç olmazsa dikkati üzerine çekmek arzusunu gösterir.  Ana babanın, kendisine gösterdiği düşmanlığı başkalarına beslemek yoluyla öç alır.  Kendisinin değeri olmadığını düşünür; bu onda endişe duyguları uyandırır (Yavuzer, 2013: 129). İstenmeyen, sevilmeyen çocuğun tipik davranışı saldırganlıktır. Bu tipler sürekli saldırgan özellikler gösterir. Her istediklerinin olmadığında kavga ve isyan çıkartırlar (Yavuzer, 2013: 129). 2.3.3.4. Parçalanmış ve Bozuk Aile Düzeni Ailenin parçalanması veya dağılması uyumsuzluklar ve anlaşmazlıkların bir sonucudur. Parçalanmış aile, anne ve babadan birinin ya da her ikisinin ölümü, boşanması, terk, ayrılık veya herhangi bir sebeple birlikteliklerini devam ettirememeleri durumudur (Sarpdağ web, 2004). Aile bütünlüğünün bozulması şüphesiz en çok çocuğu etkilemektedir. Bu durum 68 çocuğun toplumsallaşma sürecini tamamlayamadan hayatına devam etmek zorunda kalması demektir (Uluğtekin, 1991: 36). Evlilik sürecinde karşılaşılan ve sonuçta aileleri boşanma aşamasına getiren sorunlar şu şekilde sıralanabilir; maddi sorunlar, iletişimsizlik ve çevresel sorunlar… Maddi sorunlar; aile birliğinin karşılaştığı sorunların en önemlilerindendir. Maddi sıkıntıların sorun boyutuna yükselmesi ile aile birliğinin sürdürülebilirliğinin tehlikeye girdiği çokça görülen bir durumdur. İnsanın en temel gereksinimlerinden birisi de iletişimdir. İnsanlarla iletişim kurmayı başaramayan kişi, sağlıksız bir birey olarak görülebilmektedir. İnsanlar arasında yaşanan sorunların çoğunun iletişimsizlikten ya da bozuk iletişimden kaynaklandığı kabul edilmektedir. İletişim sorunları eşler arasında yaşanabileceği gibi ebeveyn ile çocuklar arasında da yaşanabilir. Çevresel sorunlar; aile üyelerinin iş hayatı ve komşuluk ilişkileri gibi faktörler de aile içinde bazı sorunların doğmasına neden olabilmektedir (Çiftçi ve Biçici 2005: 96). Çocuk suçluluğu üzerine çalışan Sheldon ve Glueck parçalanmış ailelerin çocukları ile parçalanmamış ailelerin çocuklarının suç işleme oranını incelediklerinde parçalanmış aileden gelen çocukların %36 suç işlerken tam aileden gelen çocukların suç oranının %48 olduğunu görmüşlerdir. Bu da anne ve babası olmayan veya ayrılık yaşayan her çocuğun risk altında kabul edilmesi gerektiği düşüncesinin doğru olmadığını göstermektedir. Ancak, Sheldon ve Glueck bu durumun çocuk için zedeleyici ve örseleyici bir durum olduğunu belirtmişlerdir. Bir başka deyişle parçalanmış ailelerin çocuk suçluluğunu doğrudan etkilememesi ile ilgili bir çalışmada, parçalanmış ailelerin çocuk suçluluğu ile ilişkisine birincil bağıntı kurulmamaktadır. Bu durumu daha düşük bir bağlantı ile açıklamaktadırlar (Gönültaş, 2009: 12). Hawkins (1996) Kanada Ontario Çocuk Sağlığı Araştırma Merkezinde, sayıları 3300 ve yaş aralığı 4-16 yaş olan çocuklar üzerinde yapılan geniş ölçekli araştırmada tek ebeveynli çocukların davranış bozukluğuna sahip olma eğiliminde oldukları tespit edilmiştir. Gibbons ise sayıları 1000 olan ve bunlardan 500 suç işlememiş çocuk ile 500 suç işleyen çocuklar üzerinde yaptığı bir araştırmada (1987) suç işleyen çocukların %49,8’i ve suça bulaşmamış çocukların ise %28,8’nin parçalanmış ailelerden gelen çocuklar olduğunu tespit etmiştir. Yine suçlu çocuklardan %60,4’ünün ve suça bulaşmamış çocuklardan %34,2’sinin boşanma, ayrılık, ölüm gibi nedenlerden dolayı ailelerinin parçalanmış olduğunu tespit etmiştir (Avcı 2011: 123). Çocuğun eksik ve hatalı toplumsallaşması onun suça sürüklenmesini kolaylaştırmaktadır. Yapılan araştırmalar da suçlulukla parçalanmış aile deneyimi arasında ilişkiler olduğunu göstermektedir (Uluğtekin, 1991: 38). Yani parçalanmış aileyle suçlu 69 davranış arasında dikkat çekici bir ilişkinin olduğunu ortaya koymaktadır (Avcı, 2011: 121- 140). 2013 TUİK verilerine göre; sadece öz anne ile birlikte yaşarken suç işleyen çocuk sayısı 16.296 kişi iken, öz baba ile birlikte yaşarken suç işleyen çocuk sayısı 5.260 kişi olmuştur. Yine öz anne ve üvey baba yanında kalırken suç işleyen çocuk sayısı 375 iken, öz baba ve üvey anne yanında kalırken suç işleyen çocuk sayısı 726’dır. Verilen rakamlar içerisinde en fazla yaralama ve hırsızlık vakaları yer almıştır. Öz anne yanında kalırken 5.016 yaralama vakasıyla karşılaşılırken 5.363 hırsızlık vakasıyla karşılaşılmıştır. Öz baba yanında kalırken 1.477 yaralama vakasıyla karşılaşılırken 1.693 hırsızlık vakasıyla karşılaşılmıştır. Yine öz anne ve üvey baba ile kalırken 117 yaralama ve 116 hırsızlık vakasıyla karşılaşılmıştır. Öz baba ve üvey anne ile kalırken 234 yaralama vakasıyla karşılaşılırken 256 hırsızlık vakasıyla karşılaşılmıştır. Yukarıdaki verilere bakıldığında anne veya babadan birisi ayrıldığında ve yeni bir evlilikle birlikte olmayan ailelerin çocuklarında suç işleme oranı daha yüksektir. Sadece öz anne ile birlikte yaşayanların oranının öz babayla yaşayanlara göre yüksek olmasının sebebi ailede babanın otoriter bir vazife görmesi ve daha toparlayıcı olmasıdır. Yine veriler bize çocuğun ebeveyninden birisinin kaldıktan sonra hayatlarını yeni biriyle birleştirirken onların yanında kalması sonucunda suç oranının diğer verilere göre düşük olduğunu göstermektedir. Ancak öz baba ve üvey anne ile kalırken işlenen suç oranının öz anne ve üvey baba ile kalırken işlenen suç oranından yüksek olmasının sebebi de anneden uzaklaşmak, çocuğun sevgi objesini yitirmesine ve yeni sosyal ilişkilere girememesi ve bunun sonucu olarak da anti-sosyal davranışların kendiliğinden ortaya çıkması olarak açıklanabilir. 2.3.3.5. Ailede Öğrenilmiş Davranış Uluslararası kabul gören sembol, rakam ve uygulamalarda bazen ülkeden ülkeye ortak kabullerde farklılar olabildiği gibi toplumda da ortak kabul gören uygulama ve davranışlar ailelerde çeşitlilik gösterebilmektedir. Aile, uygulamaları toplumun değerleriyle bağdaşmamasına rağmen yanlış uygulamaları yaşar veya yapar bunu da çocuklarına o şekilde yapılması normalmiş gibi aksettirir. Akli melekeleri gelişmeyen çocukların yanında bir şeyi izinsiz almanın veya kullanmanın anne-baba tarafından normal karşılanması, anne ve babanın çocuğun yanında yaşına uygun olmayan olumsuz davranışlar sergilemesi sonucu çocuğun zamanla görmüş veya öğrenmiş olduğu davranışları uygulaması bu başlık altında ele alınabilir. Bu olumsuz davranışlar küfürlü ifadelerin sarf edilmesi, uygunsuz kıyafet giyilmesinin normalliği, ailenin birlikte müstehcen film veya görüntüleri izlenmesi, argo sözler konuşması, alkol ve sigara kullanılması sırasında bunların ortalıkta bırakılması olarak örneklendirilebilir. 70 Çocukların ya da ergenlerin yanında anne ve baba başta olmak üzere aile ve çevreden izledikleri ve gördükleri sigara içme, alkol ve uyuşturucu ve uçucu madde kullanımı çocuklarda görsel ve öğrensel davranış oluşturmaktadır (Derdiman, 2006: 114). Bu durum zamanla çocuğun bilinçaltına yerleşmiş olur. Bilinçaltına yerleşen bu davranış neticesinde çocuk, bir süre sonra eline geçecek imkânlarla bu zararlı maddeleri temin edip kullanmaya başlar, ilerleyen aşamalarda arkadaşını ya da arkadaşlarını da bu maddeleri kullanmaya sürükler. Çocuğun zamanla ailede normal bir uygulama olarak gördüğü davranışları sosyal ortamlarda uygulama becerisi daha kolay olabilmektedir. Yani anne ve babanın çocuklara verdiği mesajların farklı ve süreklilikten yoksun hale gelmesi ile birlikte bağımlılığa giden yol kaçınılmaz hale gelmektedir (Gürol-Ögel, 2010:4). Coombs ve Landsverg’in, anne, baba ve çocukları üzerinde yaptığı çalışmadaki sonuçları şöyledir: Benzer şekilde Cohen ve arkadaşları, sigara ve alkol içen çocukların anne-babalarının, çocuklarına daha çok zaman ayırıp iletişimlerini artırmaları sonucunda, bu çocukların son bir ay içindeki içki ve sigara içme düzeylerinin düştüğünü görmüştür. Aynı çalışmada ailedeki yakın aile ilişkilerinin çocuğun madde kullanan arkadaşlarından kaçınmasında etkili olduğu, ailedeki yıkıcı tutumların ise, gençlerde son bir ayda alkol içmeyi yaklaşık iki katına, sigara içmeyi ise dört katına çıkardığı saptanmıştır (Akfert ve ark. 2009: 40-47). TÜİK verileri 2013 yılına göre güvenlik güçlerine gelen ya da getirilen çocukların kullandıkları madde türü Tablo 4’de verilmiştir. Madde bağımlılığının kullanıldığı en çok 15- 17 yaş aralığıyla 39.219 kişi, 12-14 yaş aralığıyla 8.628 kişi ve 12 yaş altında ise 393 kişidir. Güvenlik güçlerine gelen ya da getirilen 48.374 çocuktan, en fazla 32.849 çocuğun sigara kullandığı, 4.439 çocuğun esrar kullandığı, sigara ve esrarı birlikte kullanan çocuk sayısının ise 3.046 kişi olduğu kayıtlara geçilmiştir. Bağımlılık derecesinde madde kullanan çocuk sayısı ise 2013 yılı TÜİK verilerine göre %41,9 oranındadır. Madde bağımlılığıyla birlikte Tablo 3’de en fazla karşılaşılan 16.353 kişi ile hırsızlık, 11.903 kişiyle yaralama suçları gelmektedir. Hırsızlıkta erkek çocukların sayısının 15.778 ve kız çocukların sayısının 575 iken, yaralamada erkek çocukların sayısının 10.775 ve kız çocukların sayısının 1.128 olduğu görülmektedir. Yine uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak, satmak ve satın almak gibi 2013 yılı kayıtlarına göre bağımlılık yaratan maddelere bulaşan toplam çocuk sayısı 10.504’dür. Bunlardan erkek çocuklarda 8.365 çocuk bu tür maddeleri kullanıp, satarken 1.618 kişi bu tür maddeleri 71 kullanmadan satmaktadır. Kız çocuklarda ise kayıtlara göre 396 çocuğun bu tür maddeleri kullanarak sattığı kayıtlara geçerken, 125 kız çocuğun kullanmadan sattığı kayıtlara geçmiştir. 2.3.3.6. Ailede Birey Sayısı Ve Konut Durumu Ailenin kalabalık olması çocuğu doğrudan ve dolaylı etkileyebilmektedir. Anne ve baba çocuğa yeterince vakit ayırabilmede yetersiz kalabildiği gibi onun gerekli ilgi ve ihtiyaçlarını yerinde ve zamanında tespit edememektedir. Ailenin kalabalık olmasıyla beraber birden fazla faktörün de devreye girmesiyle bir takım yetersizlikler baş gösterebilmektedir. Başta çocuğa eğitim olanakları, beslenme, sosyalleşme imkânları yeterince sunulamamaktadır. Ailenin ekonomik durumunun da etkisiyle sosyoekonomik düzey düşmekte, çocuklara yapılan yatırım azalmakta, buna bağlı olarak çocukların eğitim düzeyi düşmektedir. Bu durum aile üyelerinin gelir getirme zorunluluğunu da beraberinde getirebilmektedir. Yaşıtları okula devam ederken, çalışmak zorunda kalan çocuklar/ergenler hiçbir zaman duygusal ya da bilişsel yönden tam ve sağlıklı olarak gelişemezler. Çünkü çoğunlukla, kendilerinden çok daha büyüklerin yanında, aile denetiminden uzak, alkol, uyuşturucu, sigara, küfür, kötüye kullanılma ya da suç gibi olumsuz davranışlara açık ve korumasızdırlar (Özyanık, 1994: 170). Yapılan kriminolojik araştırmalarda birden fazla çocuklu ailelerde suça bulaşma oranının daha fazla olduğu görülmüştür. Çok kardeşli çocuklar içerisinde ise en fazla suç işleme oranının en büyük çocukta daha fazla olduğu görülmüştür. Bu da büyük çocuğun daha fazla ihmal edilmesi, daha erken yaşlarda tanışmaması gerektiği sorumlulukların yüklenilmesi durumundan kaynaklanmaktadır (Işıktaç, 1999: 1). West’in yaptığı araştırmalarda ise dört ya da daha fazla kardeşten oluşan ailelerde, diğerlerine göre suçluluk oranının önemli bir düzeyde artış gösterdiği saptanmıştır (Yavuzer, 2013: 146). Yavuzer, aile kalabalık olmasına ailedeki kardeş sayısı açısından bakıldığında deney grubunun %62,5’inin dört ya da daha fazla kardeşe sahip olduklarını ifade eder. Deney alt gruplarından şahsa ilişkin suçluların %71,3’ünün, mala ilişkin suçluların %71’inin, cinsel suçluların da %52,1’inin dört ya da daha fazla kardeşe sahip oldukları belirlenmiştir (Yavuzer, 2013: 145). Evde yaşayan birey sayısı gibi evin fiziki koşulları da ailedeki ilişkileri ve otokontrol sistemini etkilemektedir. Evin kullanım koşulları çocuk için manevi ve maddi yönden önem arz eder. Kalabalık ailelerde özellikle oda yetersizliği durumunda kız ve erkek kardeşler aynı odada kalabilmekte hatta anne ve baba, çocuklarla özellikle yatma zamanı aynı odayı paylaşabilmektedir. Bu da çocukların bulundukları yaşları itibarıyla şahit olamaması gerektiği 72 durumlara şahit olmaları demektir. Ergen kardeşlerden kız ve erkek çocukların aynı odayı paylaşmaları ise ensest vakalarının oluşmasına neden olabilmektedir. 2004 yılında Diyarbakır valiliğinin kapkaç ve yankesicilik olaylarına karışan 141 çocuk üzerinden yaptığı bir çalışmada şu analizlere ulaşılmıştır. Çocukların %72,2’sinin 5 ve yukarısı kardeşe ve %27,8’inin 3–4 kardeşe sahip oldukları, %16,7’sinin kendisine ait odası bulunurken %11,1’inin ise anne-baba ve kardeşleriyle aynı odayı paylaştığı tespit edilmiştir. Evdeki oda sayıları incelendiğinde 3 oda ve 1 salonlu evde oturanların %20’sinin 3–4 kardeşe sahip oldukları, %80’inin ise 5 ve yukarısı kardeşe sahip oldukları görülmüştür. 2 oda ve 1 salonlu evde oturan çocukların %37,5’inin 3 - 4 kardeşe sahip oldukları, %62,5’inin 5 ve yukarısı kardeşe sahip oldukları görülmüştür (Avcı, 2008: 62). Sonuç olarak, havasız bir tavan arası, hem yatak odası hem de mutfak olarak kullanılan bir oda, kavga, üzüntü ve cinsel ilişkilerin, çocuğun yakınında gerçekleştiği kalabalık ailelerde çocuk için büyük bir sakınca oluşturmaktadır. Düşük sosyo-ekonomik düzeydeki evde görülen bir eksiklik de ev içinde çocuklar için yeterince uğraş ve eğlence olanaklarının bulunmayışıdır. 2.3.3.7. Ailenin Öğrenim Durumu Bireylerin toplumsal beklentilere uygun davranış sergilemelerinde veya toplumsal düzen paralelinde istendik davranış değişikliği gerçekleştirmelerinde, öğrenim/eğitim gerçeği büyük bir önem arz etmektedir. Çocuk ilk eğitimini aldığı yer olan ailede, ailenin eğitim seviyesi çocuğun gelişiminde etkilidir. Eğitim almamış veya eğitim seviyesi düşük anne ve babanın çocuğa yaklaşımı gelenek ve töre doğrultusunda alışılagelmiş yöntemlerle olmaktadır. Eğitim, ailenin davranışlarının ve ilişkilerinin biçimlenmesinde önemli işlevselliğe sahiptir. Aynı zamanda bireyin toplumsallaşmasında güçlü bir sosyalleştirme aracıdır. Özellikle, şiddet unsurlarını büyük ölçüde bünyesinde barındıran geleneksel yapılarda veya gruplarda, eğitim faktörünün bir toplumsal çözelti gibi fonksiyon icra ettiği görülmektedir (Kızmaz 2004: 292). Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte ülkemizde okuryazarlık oranının giderek arttığı görülmüştür. 1935 yılında toplam nüfusun %18,7’si olan okuryazarlık oranı, 1970’te %54,6’ya yükseldiği görülürken ( Yavuzer, 2013: 136), TÜİK verilerine göre 2013 yılında adrese dayalı sistemde yapılan araştırmada 18 yaş ve üzeri okuryazarlık durumları incelendiğinde yetişkinlerin %95’inin okuma ve yazma bildiği görülmüştür. Okuma ve yazma bilmeyenler incelendiğinde erkeklerin %16’ı bilmezken kadınlarda bu oran %84’dür. Erkeklerin okuma ve yazma bilenlerin oranı %49 iken, bu oranın kadınlarda %51 olduğu görülmektedir. 73 yetişkinlerin okuma ve yazma bilenler ile bilmeyenler 5% 95% Bilenler Bilmeyenler Kaynak: TÜİK istatistikleri Grafik 6: 2013 yıllıda yetişkinlerin okuma-yazma bilme yüzdeleri Çocuklarımızın ilk eğitimlerini aldıkları aile yuvalarında, genellikle töre, görenek ve gelenekler doğrultusunda alışagelmiş yöntemler ve sezgiye dayanılarak el yordamıyla eğitildikleri açıktır. Okuma yazma bile bilmeyen anne babanın, çocuğunu tanımak için hiçbir bilimsel aydınlanma olanağı yoktur. Modern dünyada eğitim sorunu, ülkelerin en önemli öncelikleri arasındadır. Her ülke imkânları ölçüsünde, gerek çocuklar, gerekse anne ve babalar için konferans ve seminerler düzenlemekte, halk eğitim merkezleri açmakta, sosyal hizmet uzmanları yetiştirmekte, eğitici radyo ve televizyon programları hazırlamakta ve bu yolda önemli paralar harcamaktadır. Ülkelerin eğitim için göze aldığı onca zahmet düşünüldüğünde, eğitimin ve eğitilmiş bireylerin önemi daha iyi anlaşılır. Kaldı ki bütün diğer olumlu yanları bir tarafa bırakılsa bile eğitimli olmak, anne ve babaya hiç değilse kendi davranışlarını eleştirme ve denetleme olanağı vermektedir ( Yavuzer, 2013: 136-137). 74 10 000 1 2013 2012 2011 2010 2009 Kaynak: Ceza infaz kurumu, veri kaynağı Grafik 7: 2009-2013 yılları arası hüküm giyen çocukların eğitim durumları 2009-2013 yılları arasında hüküm giyen erkek ve kadınların eğitim seviyeleri grafiği yukarıda verilmiştir. Grafiğe göre erkekler kadınlara göre daha fazla suça bulaşmaktadır. Eğitim seviyeleri incelendiğinde kadınlar hemen hemen her eğitim seviyesinde aynı oranda suça bulaşmaktadır. 2.3.3.8. Ailenin Sosyo-Ekonomik Durumu Aile huzurunun temelinde, sağlıklı beslenmede ve yaşam koşulları ile birlikte temel ihtiyaçların karşılanmasında, huzura katkı sağlanması yönündeki faktörlere bakıldığında ekonomik durum akla gelmektedir. Yoksulluk neticesinde ailenin sosyo-ekonomik koşulları, aile hayatının ruh sağlığını etkilediği gibi, çocuğun kişiliğini de etkiler (Yavuzer, 2013: 140). Arzuların karşılanmaması veya tatmin edilmemesi sonucu sürekli aile dışındaki faktörlere ilgi duyulması durumu oluşur. Aile üyelerindeki kişiler aile dışındakilere karşılık kendilerini başkalarının nezdinde sürekli hakir ve onlara karşı layık olamadığını düşünerek davranış bozuklukları durumları geliştirebilmektedir. Buna karşılık toplum ahlakını ve hukuk sınırlarını aşan durumlar da suçluluk kavramı içerisinde ele alınabilir. Aile yapısının çocuk suçluluğu ile çok yakın bir ilgisi vardır. Son 75 yıllarda değişik ekonomik ve sosyal faktörlerin etkisiyle aile yapısının bozulması, çocukların suça yönelmesi için uygun bir ortam oluşturmuştur. (Beşe, 2013: 21). Sosyo-ekonomik durumla suçluluk arasında doğru bir orantının olduğu söylenebilir. Ekonomik durumu iyi olmayan aile bireyleri daha çok suça yatkındırlar (Bozkurt, 1992: 78). Elbir (2000) lise 1. sınıf öğrencilerinin, arkadaşlarının. Öğretmenlerinin ve ailelerinin sosyal destek algı düzeylerini inceleme yapmıştır. Yaptığı çalışmada ilgili kişilerin sosyal destek düzeylerini etkileyen kişisel, ailesel, kültürel ve ekonomik düzeydeki durumların öğrencideki değişkenleri öğrenmek istemiştir. 704 kişiden oluşan öğrenci grubundan 408’i kız ve 296’sı erkeklerden oluşmaktadır. Öğrenciler arasında algı düzeyleri kız öğrencileri erkek öğrencilerden daha yüksek görülmüştür. Ekonomik düzey yükseldikçe arkadaşlarına oranla sosyal destek algısının arttığını ancak yalnız hissetme düzeyi arttıkça arkadaşlarından sosyal destek düştüğü, karşı cinsten yakın arkadaşları olanların olmayanlara oranla daha yüksek oranda arkadaş desteği aldıkları sonucuna ulaşmışlardır (Bal, 2010: 58). Düşük ekonomik düzeyin çocuğu suça iten tek neden olmasa da suça elverişli ortamı, dolaylı ya da doğrudan hazırladığı bilinmektedir. Küçük, sağlıksız konut koşulları, kalabalık ev halkı, cehalet, düşük sosyal statü gibi etkenler suça elverişli koşulları oluşturmaktadır (Yavuzer, 1994; 96). Ancak burada bir konunun aydınlatılması gerekir. Çocuğu suça iten bir faktör olarak ekonomik seviyenin düşüklüğünün doğurabileceği sorunların, zor yaşam koşullarının, ailelerde çocuğa gösterilen yakın sevgi şefkatle ortadan kaldırılabileceği ve çocukların sağlıklı birer birey olarak toplumda kendilerine bir yer edinebileceği söylenebilir (Erkan, 2002: 62). 2.3.3.9. Okul ve Suçluluk İlk eğitimini ailesinin yanında alan çocuğun bu eğitiminin resmi anlamda tamamlayıcısı okuldur. Okul, çocuğun kendini denediği ilk yerdir. Ayrıca çocuğun toplumsallaşmasında da önemli yere sahiptir (Uluğtekin, 1991: 45). Çocuk buradaki eğitimini profesyonel kişilerce belirli bir müfredat ölçüsünde alır. Sadece temel derslerle kalınmayıp sosyal ve ahlaki gelişimini destekleyerek manevi ve fikri yönüne bir bakış kazandırır. On yedinci yüzyılda Victor Hugo'nun "Bir okulun yapılması, bir hapishanenin kapanması demektir." sözü de eğitim ve suç arasındaki ilişkiyi doğrular niteliktedir (Yavuzer, 2006: 162). Okul, çocuğun dünyasında en fazla kişiyi tanıdığı ve onlarla dirsek teması halinde olduğu yerdir. Okul ortamı ile birlikte çocuk, sadece okul idareci ve öğretmenlerin vereceği bilgiler ile kalmayıp kendi akranları diyebileceğimiz arkadaşları, alt ve üst sınıf grupları ile de etkileşim halinde olabilmektedir. Bu durum çocuğun hayatını pozitif olarak etkilemesine 76 rağmen negatif etkilerin ortaya çıkmasına engel olamamaktadır. Çünkü bazen çocuk, arkadaş ortamından etkilenerek her geçen yıla oranla artan tütün alışkanlığı, uyuşturucu ve suça bulaşma ve suça maruz kalabilme gibi durumlara da bulaşabilmektedir. Bu yönden bu önemli işlevlerin yanı sıra okul, çocuğun hayatında yanlış yönlendirilme ve hatalı sosyalleşme sonucu suçluluk davranışları gösterebileceği bir yer olarak da karşımıza çıkar (Polat, 2004: 200). Çocuk suçluluğunun nedenlerini konu alan çalışmalar incelendiğinde okulların çocuk suçluluğunda en az aile kadar önemli bir faktör olduğu görülmektedir (Seydlitz ve Jenkins’den Akt. İpek, 2010: 51). Okula adaptasyon sorunu yaşayan çocuğun, buna orantılı olarak okul başarısızlığı da yaşadığı saptanmıştır. Yapılan araştırmalarda, bu tipteki bireylerin okul başarısızlığı ile suçun belli bir korelasyon gösterdiği görülmektedir. Bu korelasyonun en önemli göstergesi okuldan kaçma eylemidir. Özellikle Amerika ve İngiltere’de yapılan çalışmalarda bu oranın %94,8’lere ulaştığı saptanmıştır. Ülkemizde ise okul başarısızlığı ile suçu ilişkilendirecek kapsamlı bir araştırma henüz yapılmamıştır (Polk- D.Halferty - Uluğtekin’den Akt. Işıktaç, 1999:13, 47) Kankadai, 1999 yılında ABD’nde çocuğu okula giden annelerin görüşlerini alarak suça bulaşma nedenleri üzerine yapmış olduğu çalışmalarda ilginç sonuçlara ulaşmıştır. Bu nedenler yüzdelik oranları ile şöyledir:  Aile eğitiminin yetersiz olması (% 84),  Ebeveynlerin şiddet içeren davranışlara destek vermesi (% 78),  Çete baskısı (% 70),  Aile katılımın yokluğu (% 67),  Aile katılımın yokluğu (% 67),  Çocuklara alkol ve sigara satışı(% 61),  Ebeveyn öğretmen arasındaki iletişimdeki yetersizlik (% 60),  Toplum içinde şiddet olaylarına şahit olma (% 53),  Müzik sözlerinde şiddet içeren mesajların varlığı (% 49),  Medyada şiddet içeren görüntüler (% 44),  Kılık kıyafet serbestliğini (% 30) belirlemişlerdir (Kandakai’dan Akt. Işık 2006:7:2, 292). Okul-suç ilişkisine bakıldığında öğrenim dönemi arttıkça suç oranının azaldığı görülmektedir. Ülkemizde TÜİK 2009, 2010, 2011, 2012 ve 2013 yılları arasında güvenlik birimlerine gelen ya da getirilen çocukların eğitim durumlarına göre grafik-7’deki gibi 77 verilmiştir. Tablo incelendiğinde her geçen yıl suç işleme oranı artmaktadır. Bu da bize, okul ile birlikte çocuğun saf (arı) bir ortamda kalamadığını, okul çevresi veya okul içerisinde de suç ile tanışma olasılığının olduğunu göstermektedir. Araştırmacılar eğitim sisteminin çocukların suça sürüklenmesinde rolü olduğu düşüncesindedirler. Çocuğun okuldaki başarısızlığının ve ayrılma nedeninin anti-sosyal davranışa neden olduğunu savunan araştırmacılar, çocukların sağlıklı bir eğitim sisteminden geçemedikleri için insanlara kin besleyerek toplumdan öç alma duygusuyla suça sürüklenebildiklerini ifade ederler ( Sevük, 1998: 52). Okulla ilgili bahsedilen olumsuz yönlerin yanı sıra hiç şüphe yoktur ki bireyin yaşamına en güzel yön veren ve onu bilinçli şekillendiren yer de yine okuldur. Şunu kabul etmek gerekir ki, “Aile yapısının yanında, eğitim ve öğretim, çocuğa geniş bir ufuk, çok boyutlu düşünme imkânı, şahsiyet gelişimi verdiği tartışılmaz bir gerçektir. Çocuk genellikle, eğitimine paralel olarak, güzel ve doğru karar verebilme imkânı bulmaktadır. İstisnalar dışında, eğitimi ve öğretimi ilerledikçe suçtan adım adım uzaklaşmaktadır” ( Çataloluk, 1983: 995). Eğitim almış bireylerin daha az suç işlemesi olağan bir beklentidir. Tekçi 1980–1999 yılları arasında eğitim almış bireylerin, suç içeren davranışlarla olan ilişkisi üzerine çeşitli araştırmalar yapmıştır. Yapılan araştırmalar sonucunda eğitim alan bir bireyin, eğitim almamış (okuma yazma bilmeyen) bireye göre daha az suç işlediğini saptamıştır (Tekçi, 2004:142). Çocuğun okul başarısında sadece okul değil aynı zamanda çocuğun aile içindeki uyumu ve ailenin çocuğa destekleyici yaklaşımı etkilidir. 1989 yılında Diaz tarafından yapılan bir araştırmada, ders başarısı düşük ve sınıfta kalma riski yüksek olan çocuklarda en önemli etkenin anne-baba ilgisizliği olduğu tespit edilmiştir (Satır – Eastman’dan Akt. Çelenk, 2003: 24, 34). Yine buna ek olarak başta anne-babanın otoriterliğinin, geçimsizliklerinin ve tutarsız davranışlarının çocuk üzerindeki akademik başarıda önemli ölçüde etkili olduğu saptanmıştır. Bunların tersi olan destekleyici yaklaşımların da bir o kadar çocukların başarılarına katkı sağladığı sonucuna varılmıştır (Satır – Eastman’dan Akt. Çelenk, 2003: 34). 78 2.3.4. Toplumsal ve Kültürel Etkenler 2.3.4.1. Nüfus Hareketleri Bazı araştırmacılar nüfusun bölgesel dağılımı, iç göçler, kentleşme gibi nüfus hareketleriyle suçluluk ve suç türleri arasındaki ilişki üzerinde durmuşlardır. Demogratif etkenler ekonomik ve kültürel sorunlarla iç içe bulunması, suç olgusunu ortaya çıkarmakta ve suçluluğun artışına neden olmaktadır (Yavuzer, 2013:195). Nüfus artışının hızlı olduğu bölgelerde özellikle ekonomik sebeplerle birlikte, yerleşim şartlarının kötü olmasına bağlı olarak, suç oranlarında bir yoğunlaşma olduğu gözlenmektedir. Ayrıca düşük statüye sahip bölgelerde aile durumu suçluluk oranını etkilerken yüksek ekonomik statüye sahip bölgelerde bu durum görülmemektedir (İçli, 2004:348). Bu da gelir seviyesi ile aile bireylerinin suça meyli arasında pozitif korelasyon olduğunu gösterir. Gelir seviyesi arttıkça suça meyil azalacaktır. Di Tillio, göçün sadece suçu tetikleyen bir durum olmadığını, aynı zamanda suçluda göçten önce var olan genetik etkenlerin ortaya çıkmasını kolaylaştıran bir etken olduğunu savunmaktadır. İtalya’da suçluluğun yüksek olduğu bölgelerde yaptığı çalışmalarda üç neden üzerinde toplandığını tespit etmiştir. Bunlar; Suçu, sadece geri kalmış ekonomi ve yetersiz gelişme olanaklarına bağlanmaması gerektiğidir. O bölgede olagelmiş örf ve adetlere bağlı olarak kapalı ve geleneksel kurumlarla belirlenmiş toplumsal yaşama biçimi ile yerleşim kaynaklandığını ifade eder. Bu koşullarda Faustini çocukta başkaldırma ve çevreye karşı çıkma girişimi ile gösterdiğini belirtir. İkincisi, göç nedeniyle oluşturulan mahalleler ile o bölgedeki halktan tamamen soyutlanması neticesiyle kendini gösterir. Bu da çocuğun yerelleşmeye adaptasyon sağlayamaması sonucunun oluşmasıdır. Üçüncüsü olarak da yoksullukla çocuk suçluluğu arasındaki ilişki çocuğun kişiliğinin oluşmasındaki etkidir (Yavuzer, 2013:198). 2.3.4.2. Suça Karışan Çocukların Yerleştirildikleri Yerler Çocuğun kişiliğinin olumlu gelişmesi için sevgi ve anlayışa gereksinimi vardır. Bu da aile büyüklerinin çocuğa maddi ve manevi desteğiyle gerçekleşir. Günümüzde anne, baba, yakın çevre başta olmak üzere bakılamayan veya sahip çıkılamayan çocuklar devlet gözetim ve denetimi altında ilgili kurumlara yerleştirilerek koruma ve bakım altına alınabilmektedir. Ancak, bazı çocuklar bu şansı elde edebilirken, suça 79 sürüklenmekte olan veya suça bulaşmış birçok çocuk tespit edilememekte ve onlara ulaşılamamaktadır. Sokakta yaşayan veya çalışan çocukların bir kısmı ilgisizlik, ihmal ve istismara maruz kalmaktadır. Sokakta, uyuşturucu ve uçucu madde kullanan, fuhuş yaptırılan, dilenen veya dilencilik yaptırılan, sokak çetesi içerisinde bulunan ve başıboş çocuklara rastlamak mümkündür. Bu çocuklar aile yanında, kurumun koruma ve bakımı altında olarak göründüğü halde sürekli kaçarak suç ortamında kendilerini bulabilmektedirler. 2013 yılı TÜİK verilerine göre suçlu çocuklar içerisinde hırsızlık suçuna karışan 33.038 çocuktan 3.198 çocuk ailesine verilmiş, 49 çocuk yakın akrabasına, 15 çocuk sağlık kuruluşuna, 27 çocuk eğitim kuruluşuna, 43 çocuk sosyal hizmet kurumuna verilmiş olup, 29.504 çocuk ise adli birimlere sevk edilmiştir. 25000 29504 20000 15000 10000 3198 5000 49 15 27 43 0 ailesine yakın sağlık eğitim sosyal adli akrabasına kuruluşuna kuruluşuna hizmet birimlere kuruluşuna Kaynak: TÜİK veri kaynağı Grafik 8: 2013 yılı içerisinde hırsızlık suçundan gelen çocukların yönlendirilme yerleri 2013 yılında 42.540 çocuk yaralama olayı nedeniyle güvenlik birimlerine gelmiş veya getirilmiştir. Bu çocuklardan 7.646 çocuk ailesine, 208 çocuk yakın akrabasına, 17 çocuk sağlık kuruluşuna verilmiş, 159 çocuk eğitim kurumlarına, 70 çocuk sosyal hizmet kuruluşlarına ve 34.227 çocuk ise adli birimlere sevk edilmiştir. 80 34227 35000 30000 25000 20000 15000 7646 10000 5000 208 17 159 70 0 ailesine yakın sağlık eğtim sosyal adli akrabasına kuruluşuna kurumuna hizmet birimlere kuruluşuna Kaynak: TÜİK veri kaynağı Grafik 9: 2013 yılı içerisinde yaralama suçundan gelen çocukların yönlendirilme yerleri Yine 2013 yılında 3.229 çocuk cinsel suçlara nedeniyle güvenlik birimlerine gelmiş veya getirilmiştir. Bu çocuklardan 556 çocuk ailesine, 12 çocuk yakın akrabasına, 6 çocuk sağlık kuruluşuna, 16 çocuk eğitim kuruluşlarına, 1 çocuk sosyal hizmet kuruluşlarına ve 2.615 çocuk ise adli birimlere sevk edilmiştir. 3000 2615 2500 2000 1500 1000 556 500 12 6 16 1 0 ailesine yakın sağlık eğitim sosyal adli birimler akrabasına kuruluşuna kuruluşuna hizmet kuruluşuna Kaynak: TÜİK istatistikleri Grafik-10: 2013 yılı içerisinde yaralama suçundan gelen çocukların yönlendirilme yerleri TÜİK verilerine göre, hırsızlık, yaralama ve cinsel suçlara bulaşan çocukların işledikleri suç tekerrür olup/olmama açısından incelendiğinde, yaralama olayına karışan 42.540 çocuktan 16.947 çocuk birden fazla tekrar güvenlik güçlerine gelip ya da getirilirken, 25.589 çocuk bir kereye mahsus gelirken, 4 kişi ikinci kez gelmiştir. 81 Cinsel suç olayına karışan 3.229 çocuktan 1.191 kişi birden fazla tekrar güvenlik güçlerine gelip ya da getirilirken, 2.034 kişi ilk kez dışında gelmezken, 4 kişi ikinci kez gelmiştir. 33.038 hırsızlık olayına karışan çocuklardan 24.610 kişi birden fazla tekrar güvenlik güçlerine gelip ya da getirildiği görülmüş, 8.423 bir kez dışında tekrar gelmemiştir. Ancak 5 kişi ikinci kez gelmiştir. Bu da gösteriyor ki çocuklarımızın herhangi bir suça bulaşması onu bir sonrakisinde o fiilden uzaklaştırmaktan ziyade suça daha da bağımlı hale getirmektedir. Ülkemizde özellikle koruma ve bakım altında olan çocukların reşit olduktan sonra suç fiilline bulaşma istatistikleri çıkarılamamıştır. 2.3.4.3. Kitle İletişim Araçları Akıllı cep telefonları, internet, televizyon, gazete ve diğer medya araçları 21. yüzyıl tüketim toplumunun ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Sürekli ilerleyen ve kontrol edilemeyen teknolojinin sağlamış olduğu birçok kolaylıkla beraber getirdiği sakıncaları da bulunmaktadır. En kontrolsüz alanların başında gelen kitle iletişim araçlarının kontrolünün tam anlamıyla sağlanamıyor olması en çok çocuklarımızı olumsuz etkilemektedir. Televizyon, internet, gazete, dergi ve kitaplar vasıtasıyla çocuklar nezdinde gerçekleşen kontrolsüz gelişimler suça bulaşmayı ve zararlı alışkanlıkları daha çekici bir hale getirebilmektedir. Bununla birlikte anne ve babanın çocuklar üzerindeki kontrolünü en aza indirgeyip çocuğun maddi-manevi kaybına sebebiyet vermektedir. Kitle iletişim araçlarıyla suçluya yaygın bir kişilik verilerek suçlunun daha şirin ve sempatik gösterilmesi ve hatta işlenen bu suçun bazen yararlı bir faaliyetmiş gibi sunulması çocuğun bilinçaltına olumsuz olarak etki etmektedir. Suça bulaştıktan sonra ise emniyet güçlerinin ve adaletin basit ve kolayca atlatılabilecek bir mercii olarak gösterilmesi de çocuğu negatif yönde etkilemektedir ve onu suça meyilli hale getirmektedir. Özellikle TV programlarında gösterimi yapılan film, sinema, reklam gibi unsurlarla başkaldırma, isyan ve kavga suç fiillerinin adeta reklamı yapılmaktadır. Günümüzde akıllı cep telefonları sadece görüşme aracı olmakla kalmayıp bunun yanı sıra 3G ve 4G internet bağlantı görsel özellikleriyle insanlara daha fazla hizmet sunma imkânı sağlamıştır. Bu tür yeniliklerin hayatımıza katmış olduğu güzellikler elbette ki yadsınamaz. Ancak sebep olduğu olumsuzluklar da göz ardı edilemez. Özellikle akıllı cep telefonlarının internet vasıtasıyla sunmuş oldukları film, video, oyun ve çeşitli programlar kullanıcıları birçok 82 sakıncalara maruz bırakabilmektedir. Cep telefonu kullanmanın neredeyse 3 veya 4 yaşına düştüğü çağımızda çocukların büyükler tarafından takip edilme olasılığının azlığı neslimiz için büyük tehlikeleri bünyesinde barındırmaktadır. Günümüz yaşam şartlarından en kontrolsüz olan iletişim araçlarından bir tanesi de internettir. İnternet hayatımızda bilgi dağarcığımızı artırmada en güzel kaynak iken interneti verimli kullanmayan çocuklar için suça sürüklemede en tehlikeli etkenlerden birisi olabilmektedir. Güvenli internet üzerinde yapılan çalışmalar olsa da zararlı sitelere girme metotları güvenli internet kullanma olanaklarını kaldırabilmektedir. Günümüzde özgür ve uygun oyun ortamlarının yetersizliğine bağlı olarak eğlenceyi ve oyunu çeşitli kitle iletişim araçlarında arayan çocuklarımız bunları kullanım esnasında kontrolsüz olabilmektedir. Bu kontrolsüzlüğün de çocuk suçluluğunda rol oynadığı kabul edilmektedir (Yavuzer, 2013: 224). 2.3.4.4. İş Çevresi ve Çocuk Suçluluğu Günümüzde dar gelirli bazı aileler, eve ekonomik yönden katkı sağlanması amacıyla çocuklarını çalıştırabilmektedirler. Bazen de çocuklarının okuldaki akademik başarısının düşük olması nedeniyle veya kırsaldan kente gelen aileler, çocuklarının meslek sahibi olması düşüncesi ile onları çalıştırabilmektedirler. Çalışan bir çocuğun sorumluluk duygusunun gelişmesi elbette ki çocuk açısından ve toplum açısından çok önemlidir. Ancak bu olumlu yönlerin yanı sıra olumsuz yönler de vardır. Öncelikle daha oyun çağında olan çocuğun bu evresini gerektiği gibi yaşayamaması sonucu onun ileriki yaşamında olumsuz sonuçlara sebebiyet verebilmektedir. Meslek eğitimden yoksun olan ve yaşlarına uygun olmayan işlerde çalışan çocukların beden ve ruh sağlıkları zedelenebilmekle beraber toplumsallaşma süreçlerinde hatalı ve eksik kalabilmektedirler (Sevük, 1998: 54). Çalışma nedeniyle çocuk ekonomik yönden denetimsiz kalabilmektedir. Eğitimden yoksun olup kayıt dışı çalışan çocukların korunması da güçleşmektedir. Maddi kazanç sağlaması gereken ve iş imkânı bulamayan çocuk hırsızlık ve gasp gibi suçlara karışabilmektedir. Ailenin eğitiminin ve hoşgörüsünün azlığıyla beraber evdeki kardeş sayısı, ailenin çocuğa sağlayacağı eğitim fırsatları çocuğun gelişiminde etkilidir. Ayrıca anne ve baba ile çocuklar arasında daha fazla çatışma yaşanabilmekte, bazen de aile fiziksel cezalara başvurabilmektedir. Bunların eşliğinde az ilgi gördüğünü ve ikinci plana atıldığını düşünen çocuk, ilgisiz ve sorumsuz davranışlarla yanlış yollara başvurabilmektedirler. Çocuğun 83 hissetmekte olduğu bu ilgisizlik onun iş ortamında veya arkadaş grubunda uyum ve davranış sorunları yaşamasına ve suça karışmasına neden olabilmektedirler (Akduman, 2007:156). 2.4. ÇOCUK SUÇLULUĞU İLE MÜCADELEDE ULUSLARARASI HUKUKTA YAPILAN ÇALIŞMALAR 2.4.1. Pekin-Beijing Kuralları (Birleşmiş milletler Çocuk Ceza Adalet Sisteminin Uygulanması Hakkındaki Asgari Standart Kurallar) Pekin- Beijing Kuralları BM Genel Kurulu tarafından 29 Kasım 1985'te kabul edilmiştir. Suç kavramı ile çocuk kavramı (suçlu çocuk-çocuk suçluluğu-suça sürüklenen çocuk) bütünleşik tanımlanmıştır. Bu kurallarda çocukların fiziksel, zihinsel ve sosyal gelişimleri açısından desteklenmesi gerektiği vurgulanır. Ayrıca çocukların barış özgürlük, değer ve güvenlik koşullarının yasalarla korunması gerektiği belirtilir. Bu bağlamda BM’e üye ülkelerin mevcut yasal düzenlemelerini, politikalarını ve uygulamalarını gözden geçirmeleri gerekebileceğini ifade eder. Pekin- Beijing Kuralları’nın ülkelerin mevcut sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel ve hukuki koşullarına adaptasyonu zor olmakla beraber her ülke asgari ölçülerde bu kuralları uygulamayı hedeflemelidir. Suçlu çocukların yakalanmasından başlayarak inceleme, sorgulama, yargılama ve hüküm ile infaz yolları hakkında asgari standart kurallar belirlenmiştir. Irk, renk, din, dil, cinsiyet, kültür ayırmaksızın suçlu çocuklar için uygulanabilecek temel ilkeler oluşturulmuştur. Oluşturulan temel ilkeler şunlardır: • Üye ülkeler, aileleri ve çocukları kendi temel çıkarları çerçevesinde iyiye kanalize etmek durumundadırlar. • Üye ülkeler, yeteri kadar gelişmemiş olan çocukların, korunma gereksinimini göz önünde bulundurarak onların kötü yaşam koşullarından uzak tutmalıdırlar. • Çocukların yaşadığı sosyal şartları iyileştirmek amacıyla toplum, aile ve gönüllüler organize edilerek teşvik etme yolları oluşturulmalıdır. Bu tip çalışmalar için özellikle okullar ve resmi devlet kurumları organize edilmelidir. Bu yöntemle çocuğun hukukla karşı karşıya gelme ihtimali azaltılıp çocuk, rehabilite yöntemiyle ıslah edilmelidir. • Ülkelerin kısa-orta-uzun vadeli kalkınma planları arasında çocukların korunması ve toplumsal barışın oluşturulması için sosyal adalet sistemi çerçevesinde uygulanacak adalet sistemi hedeflenmelidir. 84 • Bu kuralların uygulanması ülkelere bir külfet getirecek olsa da her ülke kendi ekonomik, sosyal ve kültürel koşullarıyla bu uğurda çaba sarf etmelidir. • Çocuk adalet sistemi Pekin Kurallarına göre düzenlenirken adalet mekanizmasında görev yapan kişilerin eğitilmelerine ilişkin uygulamalar planlanmalıdır ve bu uygulamalar kamuoyuna sunulmalıdır. Kentleşmenin hızla artış gösterdiği asrımızda çocukların suç kavramıyla tanışmaları daha kolay hale gelmiştir. Bundan dolayı suçların önlenmesi, denetlenmesi ve çocuk suçlarını önlemek için çocuk suçlulara yönelik çalışmalar parlak bir gelecek düşleyen her ülke için vazgeçilmez olmalıdır. 2.4.2. Riyad İlkeleri (Çocuk Suçluluğunun Önlenmesine İlişkin Birleşmiş Milletler Yönlendirici İlkeleri) Çocuk suçluluğunun önlenmesi için 14 Aralık 1990 tarihinde Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad şehrinde Birleşmiş Milletlere üye ülkeler tarafından ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeydeki sorunlara yaklaşım ve stratejiler belirlenmiştir. Her toplumun geleceği olan çocukları merkeze alarak onların yaşadığı veya yaşayabileceği sosyal riskler, suçluluğa neden olabilecek etkenler, suçluluğun önlenmesi için düzenlenebilecek eğitim faaliyetleri irdelenerek toplumun esenliği için ilerici politikalar belirlenmiştir. Yasal düzenlemeler ile çocuk ceza adalet sistemi üzerine yapılan çalışmalar şu şekilde belirlenmiştir: • Birleşmiş Milletlere üye olan tüm ülkeler kendi ülkelerindeki tüm çocuklar ve gençler için haklarını ve esenliklerini koruyucu ve geliştirici yasaları ve yönetmenlikleri kabul etmeli ve uygulamalarında azami gayret göstermelidirler. • Var olan yasalar veya çıkarılabilecek yasalarla çocukları suç işleme, istismar edilme ve kötü muamelede düşmelerini korunmalıdır. • Çocuklara evde, okulda ve başka yerlerde uygulanabilecek ıslah edici tedbirler arasında sert ve aşağılayıcı ceza metodu olmamalıdır. • Yetişkinler tarafından işlenen ve suç niteliği olmayan ya da ceza konusu olmayan fiil, çocuklar tarafından işlendiğinde de çocuğun daha sonra ezik ve sabıkalı bir yaşama itilmemesi için öngörülen yasal düzenlemeler uygulanmalıdır. • Çocukların kusursuz bir yaşam sürmelerini denetleyecek denetim organı oluşturulması öngörülmüştür. Bu denetim organı çocukların statülerini, haklarını ve yüksek 85 yararlarına yönelik faaliyetleri pürüzsüz uygulamasını takip edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. • Çocukların ateşli ve tehlikeli silahlardan uzaklaştırmayı ve denetim altına almayı öngören yasal metinleri kabul ederek bütün ülkelerin uygulaması için gerekli kanunlar çıkartmalıdır. • Pekin kuralları ile Riyad İlkelerinin olan “Özgürlüğünden Yoksun Bırakılmış Çocukların Korunmasına İlişkin Yönlendirici” uygulamasını ülkeler kendi içlerinde atanmış olan aracı kurum veya görevlendirilecek başka organlar tarafından denetlenecektir. Kurulan aracı kurum temel işlevi belirli aralıklarla oluşturacağı uygulamaları daha da geliştirmek için mücadele etmelidir. • Ülkelerin çocukların uyuşturucu kullanımı ve alıp satmalarını önlemek için gerekli yasaları kesinlikle kabulünü çıkartıp uygulamalıdırlar. • Suçla mücadelede yetkili kurumlarda çalışan veya görevlendirilen personelin çocuklarla iletişimleri ve eğitimleri sırasında kesinlikle yargı işlevi dışında tutmaya çalışarak rehberlik faaliyetlerinde bulunulmalıdır. Bunun için ilgili personele gerekli formasyon eğitimi verilmelidir. 2.4.3. Havana Kuralları (Özgürlüğünden Yoksun Bırakılmış Çocukların Korunmasına İlişkin Birleşmiş Milletler Kuralları) Gözaltında veya tutuklu bulunan çocuklarla ilgili olarak taraf devletlerin uyacağı kuralların yer aldığı Havana Kuralları 14 Aralık 1990 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiştir. Havana Kuralları çerçevesinde gözaltına alınan veya mahkemesi devam ederken tutuklu bulunan (yargılanmamış) çocuklar masumdur ve buna göre muamele görmelidirler. Bu bağlamda istisnai durumlar haricinde çocukları tutuklamaktan mümkün olduğu kadar kaçınılmalıdır. Bu suretle alternatif tedbirlerin uygulanması için her türlü çaba gösterilir. Tutuklama kararının verildiği durumlarda soruşturma organları ve çocuk mahkemeleri işlemlerin süratle yapılmasına öncelik vermelidirler ki tutma süresi en aza indirgenmiş olsun. Dikkat edilecek bir başka husus da tutuklu çocukların, hükümlü çocuklardan ayrı yerlerde tutulması mevzuudur. Özgürlüklerinden yoksun bırakılacak olan çocukların tutulacakları yere giriş, sınıflandırma ve yerleştirme, fiziksel çevre ve kalma yerleri, eğitim, mesleki öğrenim ve 86 çalışma, eğlenme, din, sağlık bakımı, hastalığın, kazanın ve ölümün bildirilmesi, dış dünya ile ilişkiler, fiziksel kısıtlamanın ve zor kullanmanın sınırları, disiplin usulleri, toplum içine dönüş konuları Havana Kuralları’nda yer alan diğer konulardır. 87 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ÇOCUK HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜNÜN GÖREV, YETKİ VE UYGULAMALARI 3.1. SOSYAL DEVLET ANLAMI VE ÇOCUĞUN KORUNMASI İnsanlık, topluluk halinde yaşamaya başladığından beri belli bir düzene ve disipline ihtiyaç duymuştur. Toplulukların kendilerini düzen, disiplin, huzur ve emniyet içinde hissedebilmeleri devlet mekanizmasıyla sağlanmaktadır. (Derdiman, 1997: 107). 20. yy. da sanayinin gelişmesiyle, sermaye artmış, devletler de insanlar da kazanmaya başlamıştır. Toplumda kazanmanın getirdiği rahatlama sonucu devlet ile insanlar arasındaki farlılıklar daha belirgin görülmüştür. Sosyal devlet kavramı bu dönemde sosyal yardım hizmetleri, sosyal güvenlik hizmetleri ve sosyal devlet/refah devlet olarak üç değişik şekilde ele alınmaktadır. Batı Avrupa kapitalizminin feodal toplum düzeninin çökmesiyle çağdaş devletlerin insanı sahiplenme düşüncesi belirmiştir. Sosyal devlet kavramında en dar kotegoride olan sosyal yardım hizmetleri tarihsel (Rosanvallon, 2004: 24) gelişim sıralamasında da ilktir. Halkın kendi kendine bakım ve gelişimini sağlamak amacıyla oluşturulan sosyal yardım hizmetleri yoksul kesimlere yardım etmeyi hedeflemiştir. Devlet bu yıllarda sorumluluk almamış ancak toplumdaki çocuk, yaşlı, engelli, yoksul kesimlerin bakımını üstlenmesi geniş aile yapısının sonucunda oluşmaya başlamıştır. Bu durum karşısında kurumsallaşma süreci oluşmaya başlamış ve kapitalist devlet örgütlenmesiyle harekete geçerek birçok yeni olanaklar sağlamışlardır. Bunlardan en çok bilinen örneği olan “Yoksulluk Yasası”nı İngiltere yönetimi ortaya koymuştur (Gül, 2000: 51-55). İkincisi “Sosyal Güvenlik Hizmetleri”dir. 19. yy. ın son çeyreğinde Avrupa ülkelerinde insan sağlığı ön planda tutularak çeşitli tedbirler alınmıştır. Hem uygulamalarda yer almaya başlamış hem de çalışanlar yönünden sosyal güvencenin varlığı ön planda tutulmaya başlamıştır. Bu tür gelişmeler toplumda olumlu etkiler oluşturarak kaza, emeklilik, sağlık 88 sigortası vb. sistemler alt başlıklarında hizmet verilmeye başlanılmıştır. Örneklerini Almanya da 1875-1925 yılları arasında yapılan uygulamalar oluşturmaktadır. Sosyal yardım gereksinimi kişilerin yaşamlarındaki dezavantajları denilebilecek nüfus fazlalığı olan ailelere kamu hizmeti olarak ortaya çıkmış ve yaygınlaşmıştır (Aslan, 2005: 228). Üçüncü olarak, 1930’lu yıllarda kabul edilen sosyal devlet, refah devletidir. Gelişmiş ülkeler artık kapitalist sermayeden kazananlar kazançlarını ülkelerindeki vatandaşları çağdaş medeniyet seviyesine çıkartmak için (Derdiman, 2013: 257) toplumsal refaha harcamaya yönelmişlerdir. “Sosyal refah devleti” olarak adlandırılan, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler de ise devlet “kalkınma idaresi” ya da “sosyal devlet” olarak nitelendirilmiştir. Sosyal devlet anlayışıyla kamusal araçlar kullanılarak doğrudan ya da dolaylı yönden ekonomik, kültürel ve eğitim açısından yaşama katkı olarak eşitliği, huzuru ve adaleti (Derdiman, 2013: 257) sağlamasıdır. Devlet, sahip olduğu imkânlarla sermayesini artırması sonucu halkın ihtiyacı olan eğitim, barınma ve istihdam ihtiyaçlarının karşılanması, her kesimin ulaşabileceği şekilde devlet imkânlarının hak sahiplerine götürmesidir (Güler, 2005). Briggs'e göre, refah devleti, üç alanda faal durumdadır: “Birincisi, bireylere ve ailelere gelir garantisi sağlamaktır. İkincisi, kişilerin, belirli sosyal risklerin (hastalık, yaşlılık, işsizlik vb.) üstesinden gelmeleri için onlara yardımcı olmaktır. Üçüncüsü ise, sosyal refah hizmetleri aracılığıyla, tüm vatandaşlara en iyi yaşam standartlarının sağlanmasıdır” (Gough, 2003: 895). “…Sosyal devlet” “hukuk devleti” ile anlam kazanmakta bu açıdan da yeni bir olgu ile “sosyal refah devleti” olarak karşımıza çıkmaktadır (Derdiman, 2013: 257). Anayasa Mahkemesi’nin 1985 yılında verdiği kararla sosyal hukuk devletinin tanımını yeniden yapmıştır. Tanıma göre, sosyal hukuk devleti; "İnsan hak ve hürriyetlerine saygı gösteren, ferdin huzur ve refahını gerçekleştiren ve teminat altına alan, kişi ile toplum arasında denge kuran, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen ve dağıtan, özel teşebbüsün güvenli ve kararlı bir şekilde çalışmasını sağlayan, çalışanların insanca yaşaması ve çalışma yaşamının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, iktisadi 89 ve mali tedbirleri alarak çalışanlarını koruyan, işsizliği önleyici ve milli gelirin adalete uygun bir biçimde dağıtılmasını sağlayıcı tedbirler alan, adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini yükümlü sayan, hukuka bağlı, kararlılık içinde ve gerçekçi bir özgürlük rejimi uygulayan bir sistemdir” (1985 AYM kararı). Anayasa Mahkemesi’nin 18.02.1985 tarih, E.84/9, K.85/4 sayılı kararında refah devleti şu şekilde tanımlanmıştır: “Devletin, gereksinim içindeki vatandaşlarının sağlık ve refahını korumak üzere sağladığı hizmetler, yaptığı tahsilatlar, verdiği ödeneklerden oluşan sisteme” refah devleti denir. Sosyal devletin özelliklerini vurgulayan Aktan (1999: 43-45), sosyal devleti üç şekilde ifade etmektedir. Refah devleti, “…müdahaleci, düzenleyici ve geliri yeniden dağıtıcı bir devlettir.” Mücadeleci olmanın en önemli göstergesi piyasa başarısızlığına karşı harekete geçerek oluşabilecek sorunlara karşı önlemler alarak gerekli düzenlemeleri yapar. Düzenleyicidir, çünkü işveren, iş üreten çalışanının emeğini her zaman korur. İş piyasaları düşük ücrette işçi çalıştırmasını önlemek için çalıştıracakları işçilerin aylıklarını belirli bir ücrette tutarak çalışanını zor durumda bırakmaz. Aynı zamanda sosyal güvenlik ve sosyal yardım hizmetleri görevlerini üstlenir. Gelirlerin planlanmasını yapar, vergi ve yatırım faaliyetleri ile yeni olanaklar sağlayarak bir ötekine yer (istihdam eder) açar. Bu sayede vatandaşların sosyal yaşamlarında güven ve huzurun oluşmasına katkı sağlar. Refah devletinde politikaların değişimleri 20. yy. da görülmektedir. Esping-Andersen refah ayrımını üç kategoriye ayırarak izahını şu şekilde yapmaktadır: Liberal refah modeli (ABD, İngiltere, Avustralya), Kıta Avrupa’sı refah modeli (Fransa, Almanya, Belçika) ve İskandinav refah modeli (İsveç, Danimarka). (Özdemir, 2007: 27). Bu modellerin ayırt edici durumları; sosyal sınıflar, aile yapısı, devlet-piyasa ilişkisi ve sosyal devletin sağladığı ekonomik olanaklardır. Liberal model sosyal hakların başlangıcı için gerekli, refah önlemleri için ise karma hizmetler sunan bir modeldir. Refah modelinin Kıta Avrupa’da uygulanması sosyal haklar yönünden hizmete dayalı katkı sunarken, refah önlemleri açısından ekonomik yönden desteklenerek orta seviyede bir yaşam seviyesi yakalarlar (Esping Andersen, 1990: 1-25). 90 Liberal modelde Amerika refahın oluşmasında güçlü piyasayla sahiplenir. Almanya refah devletinde statükoyu koruyarak aileyi koruyan ve sosyal taahhütler belirleyerek muhafazakâr sistem örneğini temsil eder. İsveç ise sosyal demokrat yaklaşım sergileyerek orta sınıfa göz alıcı yardımlar ile liberal refah devletini temsil eder (Hinrichs, 1992: 200-202). Liberal modele göre çocuk koruma sistemleri incelendiğinde; devlet, bireysel hakları, birey ve ailenin sahip olduğu sorumlulukları üstlenmez yalnızca düzenlemesini yerine getirir. Devletin buradaki amacı, çocuğu çevresinden ve aile içinden gelebilecek tehlikelere karşı korumaktır. Bu sistemde devlet, aile ve toplumdaki idealleri refah modeliyle destekleyerek çocuğun toplumla kaynaşmasını desteklemektir. Kanada, ABD ve İngiltere’de olduğu gibi bu modelde toplum kendi içerisinde sosyal yardımlaşmayı yaparak dayanışmayı pekiştirmektedir. Merkezde olan çocuğun aile ile bağlarının kurulmasını sağlamak ve çocuğun gelişimini takip etmektir. Devlet, çocuğun korumasında aileye ulaşmayı hedeflemektedir (Beter, 2010: 56). Liberal refah sistemini uygulayan birkaç ülke incelenirse; Refah sistemini uygulayan ülkelerden biri Norveç’tir. Norveç refah programının amacı aile bütünlüğünün sağlanmasıdır. Çocuk ve aile herhangi bir gelir kriterine tabi tutulmadan desteklenir. Yani geniş oranda halkı destekleyerek hedeflenen amaca ulaşmayı düşünür. Ev dışı modellere karşı olan Norveç, çocuğu koruma modeli olarak aile ile işbirliği yapıp ev dışı ve kurum bakım modellerini en son çare olarak düşünür. Bu şekilde yüksek maliyet düşüncesi yerine refahın artırılması, gerekli ihtiyaçların desteklenmesi, zararın tanziminin karşılanmasıyla çocuğun düşebileceği ihmal ve istismarın önlemesi düşünülmektedir. Norveç’in aileye yaklaşımı çocuğun risk durumuna düşmeden önce ailenin desteklenmesi gerektiğini benimser (Kojan & Lonne’den Akt. SED, 2012: 60). Berrick ve Skivenes’in (2013) yaptığı çalışmada ABD ve Norveç’in çocuk koruma sistemini incelemiştir. ABD’de sistem “çocuk koruma sistemi” olarak, Norveç’te sistem “aile hizmet sistemi” olarak adlandırılmaktadır. ABD’de refah destek sistemi çocuğu yüksek risk oranı görülmesi halinde desteklerken, Norveç’te çocuğun düşük risk oranı altında olması desteklemek için yeterli bir neden sayılmaktadır. Norveç’te sosyal hizmetler vatandaşa verilen bir hak olduğu ifade edilirken, ABD’de bu durum tam tersi bir yaklaşımla karşılanmaktadır. ABD’de çocuk koruması için aile dışında kurumlar bulunurken, Norveç’te ise çocuğun aile yanında desteklenmesi gerektiği üzerinde durulmaktadır (Berrick ve Skivenes, 2013:433-434) İngiltere refah önlemlerinde karma hizmetleri uygularken sosyal haklar açısından yerindelik ile sunan Esping-Andersen’in liberal modelini benimseyen ülkedir. 91 “Çocukların Zulmü Önleme ve Çocukların Korunması Kanunu” çocuklara yönelik olarak çıkarılmış ilk kanundur. Kanun, çocuklara kötü davranan ebeveynlere karşı ciddi cezalar verirken; çocuğu koruyarak büyük oranda çocuk lehine kararlar vermektedir (Yolcuoğlu web, 2014: 20-19). İngiliz Devleti 1908 yılında “Çocuk Kanunu”, 1933 yılında “Çocuk ve Genç Bireyler Kanunu”, 1948 yılında “Çocuk Kanunu” çıkararak, uygulanması görevini yerel yönetimlere vermiştir. 1989 yılında oluşturulan ÇKK ile korunmaya muhtaç çocuklara mevzuat oluşturulmuş ve 2003 yılında ilk kez çocuk bakanı atanmıştır. 2004 yılında ise mevzuat gözden geçirilerek çocukların devlet koruması altına alınması zorlaştırılmış ve aileye de mevzuatta büyük yer verilmiştir (Beter’den Akt. SED, 2014: 66). İhmal ve/veya istismar durumunda çok disiplinli bir müdahale söz konusudur. Yerel yönetimler ile aile arasında planlar yapılır. Planın işleyişinde ve uygulanmasında problem yaşanması durumunda mahkemeye başvurulur. Burada mahkeme son çare olarak düşünülmektedir. Kurum ve kuruluşlar ile aile arasında yapılan işbirliği çok önemlidir (Beter, 2010: 75). Avustralya’da çocuk koruma sisteminin temelinde, risk altındaki çocuğun korunması hedeflenmektedir. Çocuğun yüksek yararı ilkesi benimsenmiştir. Dolayısıyla aileyi desteklemek hedef sistemin içerisinde az yer kaplamaktadır (Kojan & Lonne, 2012:108). Devlet uygulayacağı politikaları ve stratejileri farklı vurgularla doğrudan anlatır. Çocuk ve annenin nasıl yönlendirileceği belirtilmektedir. Avustralya çocuk koruma programının temeli çocuğun kötü muameleden, ihmal ve istismardan korunmasına yöneliktir. Avustralya’da ‘çocuk koruma’ kavramı yaygın olarak her düzeydeki çocuğun değerlendirme ve müdahalelerle çocuk ihmali ve istismarı riskinin ortadan kaldırılması veya azaltılması amaçlanmaktadır (Kojan & Lonne, 2012:108). İskandinav refah modelinde ise sosyal haklar açısından bütün vatandaşların yararlandığı, evrensellik temelli olduğu, refah önlemlerinin kamu hizmetleri aracılığıyla yapılan bir modeldir (Ebbinghaus ve Manow, 2001 ve Voorhis, 2002’den Akt. Özdemir, 2007). Çocuk koruma sistemi sosyal, politik, ekonomik pek çok değişkenden etkilenmekle birlikte Munro (2011) iyi bir çocuk koruma sisteminin sahip olması gerektiği ilkeleri şu şekilde açıklamaktadır: 1. Sistem çocuk merkezli olmalıdır: Çocuk koruma sistemine dâhil olan herkesin çocuk merkezli bir çalışma modelini benimsemesi, çocuk ve gençlerin yaşları 92 ve olgunlukları ölçüsünde, kendileriyle ilgili kararlara katılmaları gerekmektedir. 2. Aile ortamı, çocuk ve gençlerin yetiştirilmesi için genellikle en iyi yerdir: Ancak, çocuğun ailesiyle birlikte olma hakkı ile ihmal ve istismardan kurtulma hakkı arasında bir denge kurmak amacıyla zor kararlar verilebilir. 3. Çocuk ve ailelere, onlarla birlikte çalışarak yardım etmek: Çocuk, aile ve profesyonel arasındaki ilişkinin kalitesi sunulan yardımın etkililiğini doğrudan etkiler. 4. Erken yardım çocuklar için daha iyidir: Olumsuz deneyimler en aza indirilir ve çocuklar için sonuçları iyileştirir. 5. Çocukların koşulları ve ihtiyaçları son derece çeşitlidir o nedenle sistem yanıt verirken eşit çeşitliliğe ihtiyaç duyar. 6. İyi bir mesleki uygulama güncel kuram ve araştırmalardan alınan bilgiye dayanır. 7. Belirsizlik ve risk çocuk koruma sisteminin özelliklerindendir: Risk yönetimi sadece riskleri azaltabilir, riskleri ortadan kaldıramaz. 8. Çocuk koruma sistemlerinin yerel ve ulusal düzeyde başarısının ölçülmesi çocukların etkili yardım alıp almadığıyla ilgilidir (SED, 2014: 58). Korunma ihtiyacı olan çocukların korunma şekline odaklanarak yapılan başka bir araştırma sonucunda ülkeler, çocuk koruma odaklı sistemler ve aile hizmeti odaklı sistemleri oluşturmuştur. Çocuk koruma odaklı sistemlerde aileye yasal müdahale söz konusudur. Çünkü aile sorunun kaynağı olarak görülmektedir. Müdahalenin amacı çocuğu koruma ve çocuğa zararın azaltılmasıdır. Aile ile işbirliği yaparak zararı önleme ve sosyal bağların güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Müdahalede hukuki bir yaklaşım ve soruşturma bulunmaktadır. Problemin çerçevesi bireysel ve ahlakçıdır. Sistem çocuğun güvenliğini sağlamak için bekçi gibi davranır ve müdahalenin başlangıcı olarak ebeveynlerin çocuğu ihmal etmesi olarak görmektedir. Problem alanı olarak aile sistemi, yoksulluk, eşitsizlik görülmektedir. Süreç sosyal ve psikolojiktir. Sistem aile ilişkilerinin güçlendirilmesine odaklanmakta ve müdahalenin 93 başlangıç noktası olarak ailenin yardıma ihtiyaç duyması olarak görmektedir (Gilbert, Parton, ve Skivenes’den Akt. SED, 2014: 60). 3.2. ÜLKEMİZDE REFAH DEVLET MODELİNE GÖRE ÇOCUK KORUMASI Türkiye yukarıda anlatılanlardan farklı bir refah modeli uygulamaktadır. Çünkü Türkiye’nin sosyo-ekonomik durumu ve farklı kültürel zenginliklere sahip olması, şüphesiz ki çocuk koruma açısından da uygulanan politika, program ve projelerinde de farklı adımları beraberinde getirmektedir. Bununla günümüz dünyasının çocuk hakları üzerindeki evrensel kabullerinin ön planda tutulması, çocuk haklarının hak temelli bir yaklaşımla ele alınması, çocuk refahının artırılması konusunda ailelerle çalışmanın önemsenmesi, aile hizmet sisteminin çocuk koruma felsefesi içerisine yerleştirilmesi oldukça önemlidir. Türkiye, Güney Avrupa refah modelini kullanmaktadır. Bu refah modeli Yunanistan, İspanya ve İtalya ile benzerlikler göstermektedir (Valle, Canali, Bravo, Vecchiato, 2013), Akdeniz kültürünün özelliği olan, ailenin sosyal ve bireysel refahın artırılmasındaki temel hizmet özelliği karşımıza çıkmaktadır. Türkiye dâhil bu ülkeler, ailenin desteklenmesi yoluyla çocukların iyilik hallerinin artırılmasına yönelik bir bakış açısına sahip olmakla birlikte, bunun yeterli bir seviyede olmadığı ifade edilmektedir. İskandinav Refah Modelinde ve diğer gelişmiş ülkelerin çocuk koruma sürecindeki rolü ve aileyle olan işbirliği ile refah seviyesinin artırılması politikası Türkiye’de tam olarak işletilememektedir. Örneğin Mart 2013 verilerine bakılarak İngiltere’yle kıyaslandığında, Türkiye’de koruyucu hizmetlerden yararlanan çocuk sayısı 1.724 (ASPB Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü, 2013) iken İngiltere’de 50.804 çocuğa koruyucu aile yanında bakım verildiği belirtilmektedir (Beter, 2010: 55). Bununla birlikte Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün Kasım 2014 istatistikleri incelendiğinde bu sayının 3.890’a ulaştığı ve önemli bir ivme kazandığı görülmektedir. Bu hizmetin sağlanmasında koruyucu aile olmadan önce ailelere verilecek düzenli eğitimler, koruyucu ailede kalan çocuğa maddi manevi yardımın sağlanması, düzenli denetlemelerin yapılmasıyla temel hizmetlerin gerçekleştirilmesi noktasında atılacak adımlar oldukça önem taşımaktadır. 3.3. SOSYAL POLİTİKANIN TANIMI Sosyal Politika kavramı, ilk defa 19. yy. ın ikinci yarısında Almanya'da Wilhelm Heinrich Riehl tarafından kullanılmıştır. Sosyal politika kavramı, sanayileşme sürecinin beraberinde getirdiği işçi sorunlarının artmasıyla daha da önem kazanmıştır. Kavram, 94 Almanya’dan sonra, İngiltere'de de yayılmıştır. Sosyal politika kavramı, ilk olarak Richard Titmuss'un ve ABD'de T. H. Marshall'ın yazılarında kullanılmıştır (Özdemir 2007: 14). Sosyal haklardan söz edenlerin gönderme yaptıkları temel çalışma olan T.H. Marshall’ın “Vatandaşlık ve Sosyal Sınıf” başlıklı makalesinde 18. yy. sivil hak ve özgürlüklerinden, 19. yy. siyasi haklarından ve 20. yy. sosyal haklara geçişten bahsediyor (Özdemir 2007: 14). Sosyal politika kavramı iki şekilde tarif edilmektedir. Birincisi "dar anlamda sosyal politika", ikincisi ise "geniş anlamda sosyal politikadır.” Birinci tür sosyal politikanın tanımı “…piyasanın küreselleşmesinden kaynaklanan çok yönlü sorunlar ve buna bağlı etkileşimler sonucu toplumdaki değimlere karşılık devletin tavrıdır” (Tarabini, 2010: 2005-6). Dar anlamıyla sosyal politika, sanayinin doğrudan ya da dolaylı olarak beraberinde getirdiği sermaye kazanımına karşı emeğin karşılığına çözüm arayarak ve kamu politikalarının arasında yerini bulmaktır. "Geniş anlamda sosyal politika" ise, sosyal alan ve sosyal grupların sorunları ile ilgilenmekte ve sorunlara çözümler üretmektedir. Bu anlamda sosyal politika, sosyal gelişme, sosyal adalet, sosyal denge ve sosyal bütünleşme hedeflerini içermektedir. Çalışma ilişkilerinden kaynaklanan sosyal politikaların yeni olmasına karşın, geniş anlamdaki sosyal politika insanlık tarihi kadar eskidir (Özdemir, 2007: 15). Bu alanda saygın bir diğer isim olan Titmuss'a göre sosyal politika: "…çalışanlar, emekliler, çocuklar ve kadınların toplumsal eşitsizlikleri azaltmakla zayıf gruplar için, fayda veya refah amaçlı bir yaklaşım sağlamakta, güçlü gruplar içinde refah ve daha fazla faydanın sağlanmasında adaleti tesis etmektir” (Titmuss’dan Akt. Özdemir, 2007: 15). Yani, sosyal politika kaynaklarını yeniden dağıtıcı bir görev yüklenmekte, sosyal politika zenginden fakire bir gelir transferi olarak nitelendirilmektedir. 3.4. GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ÇOCUK HİZMETLERİ Aile, geçmişten günümüze devlet ve milletin var olmasının en önemli nedenlerinden biridir. Aile bağlarının güçlü olmaması veya anne-babanın kaybı neticesinde ortaya çıkan en 95 büyük sorun bireylerin sahipsiz kalmasıdır. Bu bireyler arasında en çok mağdur olan hiç şüphesiz ki çocuklardır. Bu nedenle devletler, toplum içerisinde bu tür mağduriyetlerin oluşmaması için asırlardan beri birtakım koruyucu ve önleyici tedbirler almışlardır. Bu tedbirler sayesinde ortada kalan veya mağdur olan birçok çocuk fark edilmiş ve topluma yeniden kazandırılmıştır. M.Ö. 1280’de Etiler’de kurulmuş olan bir vakıfla mağdur ve kimsesiz çocukların koruma altına alındığına kaynaklarda rastlanmaktadır. Çocukların korunmasına Uygurlar, Sümerler ve Moğollarda da rastlanmaktadır (Gökçe, 1975: 76). Osmanlı döneminde, 1571 yılında kimsesiz çocuklar için Fatih Vakfiyeleri kurulmuştur. Kimsesiz ve sahipsiz çocukların vakıflarda kalmaları bu tarihte başlar. Lale Devri’nde (1718- 1730) kimsesiz çocuklara fon oluşturmak maksadıyla hayvan alım satımları, ticaret malları ve madenler vergilendirilmiştir. 1860 yılında Mithat Paşa tarafından açılan Islahhanelerde kimsesiz çocuklara çeşitli meslekler (erkeklere; terzilik, kunduracılık, dokuma kızlara ise el sanatı vb.) öğretilmiştir. Esat Paşa tarafından 1873 yılında kurulan Darüşşafaka’ ya sınavla fakir öğrenci alınmıştır. Buradaki eğitim programında Paris’teki bir askeri okulun müfredatı esas alınmış ve buranın ilk öğretmenleri askerler olmuştur (Koç, 2007: 115-118); (Topal, 2015:3- 7). 1908 yılında mahalli nitelikteki Himaye-i Etfal Cemiyeti, Kırklareli’nde dönemin padişahı Sultan Vahdettin’in desteğiyle kurulmuştur. Cemiyet, Balkan Savaşları nedeniyle faaliyetlerini kimsesiz ve korunmaya muhtaç çocuklara yönelik yapmıştır. Meşrutiyet döneminde kurulan Darüleytamlar, bakıma muhtaç ve kimsesiz çocukların devletin koruması altına alınarak eğitim fırsatlarından yararlandırılmalarını hedefleyen sosyal hizmet kurumlarıdır. İttihat ve Terakki Cemiyeti politikalarında yer alan Darüleytamlar, idari olarak 13 Kasım 1914 tarihinde Eğitim Bakanlığına bağlanmış ve finansmanı ise Evlad-ı Şuheda vergisiyle karşılanmıştır. Savaş yıllarında yabancıların ülkeyi terk etmeleri sonucunda, boş kalan binalar bu amaçla değerlendirilmiştir. Ancak daha sonra 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması ile bu binalar iade edilmek üzere boşaltılmıştır. Savaşların sürekli devam etmesi, kullanılan binaların kira olması ve ekonomik koşulların zayıflaması bu teşkilatın Anadolu’daki şubelerinin kapanmasına neden olmuştur. Daha sonraları ise ağırlıklı olarak İstanbul’da faaliyet göstermiş olan Darüleytamlar Maarif Teşkilatı’na devredilmiştir (Özbek, 2006: 76); (Özkan, 2006: 221-223). Himaye-i Etfal Cemiyeti 10 Haziran 1921 tarihinde Atatürk’ün emir ve direktifleriyle yeniden yapılandırılmıştır. Çocuklara yönelik çalışmalarını sürekli geliştiren cemiyet ülke genelinde pek çok şube açtığı gibi Amerika’da da 25’i yurt olmak üzere 32 şube açmıştır 96 (Çavuşoğlu, 1999: 468). Korunmaya muhtaç çocuklar, yetiştirme yurtlarına veya gönüllü ailelerin yanına geçici-evlatlık olarak yerleştirmiştir. Çocuklar yaş, ilgi ve yeteneklerine göre ziraat okullarına, sanat okullarına ve ticaret okullarına yerleştirilmiştir. Cemiyet, 1922 yılında korunmaya muhtaç çocuklara koruma hizmeti, tıbbi muayene desteği ve para yardımında bulunmuştur. 1923 yılında yiyecek dağıtımını, 1924 yılında süt dağıtımını, 1927 yılında kurum banyolarını, 1928 yılından itibaren çocuk bahçelerini hizmete sunmuştur. Kurumun adı dilde sadeleşme hareketinden sonra 1937 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu (TÇEK) olarak değiştirilmiştir. Ülkemizde 1949 yılında çocuklara yönelik Korunmaya Muhtaç Çocuklar Kanunu (KMÇK) çıkarılmıştır. 1983 yılında 2828 sayılı yasanın kabulü ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu olarak düzenlenmiştir (Çavuşoğlu, 1999: 501). 2011 yılında 633 sayılı “Kanun Hükmünde Kararname” ile birey, aile ve toplumda yönlendirici ve önleyici rehberlik durumunu artırmak amacıyla ASPB oluşturulmuştur. Çıkarılan KHK ile tek bir merkezden sosyal hizmet uygulamalarının yönetilmesi hedeflenmiştir. SHÇEK’in taşra teşkilatında yer alan sosyal hizmet kuruluşlarının ASP İl Müdürlüklerine bağlanması sağlanmıştır (SED, 2014: 65). Bakanlık bünyesinde çocuğa yönelik hizmetler ÇHGM tarafından yürütülmektedir. Korunmaya muhtaç çocuklarla ilgili koruma, bakım, evlat edindirme hizmetleri ile birlikte koruyucu aile hizmetlerini koordine etme yetkisi de Bakanlığın “Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü” tarafından yapılmaktadır (Yazıcı’dan Akt. SED, 2014: 65). 3.5. ÇOCUK HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜNÜN KURUluş AMACI Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü (ÇHGM), bedensel, ruhsal ve zihinsel yönden zayıf olan ve akli melekeleri daha gelişmemiş olan çocuklara öncelikle koruyucu, önleyici tedbirler uygulayarak çocukların eğitimlerine katkı sağlamak, ihtiyacı olanlara rehberlik etmek, ihmal- istismar ve suça sürüklenenleri ise rehabilite edici faaliyetleri organize etmekle görevlidir. Kamu kurum ve kuruluşları ile gönüllü kuruluşlar arasındaki koordinasyonu sağlar (ASPBKHK, m. 8 ). 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununda belirlenen tedbirleri alarak, özel olarak korunması gereken çocuklara yönelik uygulanan hizmetleri yerinde tespit ederek denetimlerini sağlar. ÇHGM korunmaya muhtaç çocukların reşit olmaları sonrasında gerekli takiplerini yaparak devlet kadrolarında belirlenen kontenjanlara yerleştirilmesini sağlar. Çocuk suçlarıyla mücadelede ÇHGM ilk hedefi çocuğa karşı koruyucu ve önleyici tedbirler almayı hedefler. Bu tedbirler ile birlikte aile ve toplumu bilinçlendirmek için eğitimsel 97 ve toplumsal destek programları uygular. Çocuk suç mağduru, suça sürüklenmiş, ihmal, istismar ve sokakta yaşayanların durumdakiler hakkında gelen ihbarlar ve kolluk kuvvetlerin tespit etmesi neticesinde sosyal inceleme raporu ile koruma altına alınır ya da mahkeme tarafından koruma altına alınması sonucu koruma kararını uygular. Koruma kararının yanında çocuğa barınma tedbiri mahkeme tarafında verilirse çocuk ÇHGM tarafında durumuna uygun kuruluşa yerleştirir. Bu durum tespiti iki şekilde çocuk risk oranı yüksek ise sosyal destek birimine, risk oranı düşük ise durum tespiti ile uygun modeldeki hizmet kuruluşuna yerleştirilir. En son aşamada çocuk hakkında çocuk hakkında sadece koruma kararı varsa yada belirli bir rehabilitasyon aşamasından sonra çocuk aile yanında destek ile topluma kazandırılmayı hedefler. 3.6. SUÇLA MÜCADELEYE ETKİSİ BAKIMINDAN ÇHGM’NİN KORUYUCU, ÖNLEYİCİ VE SOSYAL REHABİLİTASYON UYGULAMALARI 3.6.1. Koruyucu ve Önleyici Tedbirler Çocuklar yaşları itibarıyla bedensel, zihinsel ve ruhsal yönden gelişmemiş olduklarından duygularını, isteklerini ve yaşadıkları olumsuz tabloları tam olarak yansıtamazlar (Özgentürk, 2014:11, 269). Karşılaşacakları riskleri ise tahmin edemezler. Bu yüzden farkında olup veya farkında olmadan ihmal edilebilmekte, istismara uğrayabilmekte ve suça yönlendirilerek mağdur edilebilmektedirler. Babası tarafından her gün darp edilen bir çocuk, anne ve babası kısa veya uzun süreli evi terk eden bir çocuk, evde sürekli uyuyan bir anneye sahip bir çocuk, tek odalı bir evde bütün aile fertleriyle bir arada kalmak zorunda olan bir çocuk, bazen evde amca veya dayı gibi yakın akrabalardan biriyle yalnız kalıp cinsel istismara uğrayan bir çocuk ya da anne ve babasının hasta veya duyarsız olması neticesinde çalışmaya zorlanan bir çocuk ve yahut da arkadaş tavsiyesiyle kullanılmaya başlanan bir hap. Vermiş olduğumuz örneklerin hepsi bir çocuğun yaşayabileceği kaosu, ihmali, istismarı ve mağduriyeti yansıtır. Bu tür riskleri azaltmak ve en aza indirmek için ASPB tarafından ÇHGM koruyucu ve önleyici tedbirler almakla sorumlu kurum olarak görevlendirilmiştir. ÇHGM’nin temel hedefi çocukların korunmaya ve bakıma muhtaç hale gelmesini engelleyici politikalar geliştirmektir. Korunması gereken çocuk için koruma, bakım ve barınma tedbirleri alır. ÇHGM yönlendirilmeye ve kullanılmaya açık olan çocukların suç işlemelerini ve suça sürüklenmelerini engellemek için gerekli koruma ve önleme metotları geliştirmekle sorumlu kurumdur. 98 Bu nedenle çocuklara, ailelere ve topluma yönelik uygulanacak stratejiler ( rehberlik, bakım ve eğitim) belirler ve belirlenen programların uygulamalarını takip eder. Yerleşim yerlerinin, bölgelerin çocuklara yönelik risk haritalarını çizerek gerekli eğitici ve destekleyici tedbirler uygular. Risk altındaki çocuklara ve ailelerine gerekli sosyal ve psikolojik destek sağlayarak onlara eğitim ve danışmanlık hizmeti sunmak da ÇHGM’nin temel görevleri arasındadır. Bu yönden ilgili kurum ve kuruluşlarla koordine kurar. Toplumun katılımını sağlamak için özel ve sivil toplum kuruluşlarını programlara ortak eder. ASPBKHK’nin 8. maddesinin 1. fıkrasının i bendine göre koruyucu ve destekleyici tedbirlerin uygulamasının koordinasyonu Adalet Bakanlığından alınmış ASPB Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne devir edilmiştir. Merkezi koordinasyon adında toplanır. ASPB yılda iki kez ulusal çapta toplantı düzenler (ÇKKKDTY m. 6) ve toplantıya ASPB müsteşarının veya onun belirleyeceği müsteşar yardımcısının başkanlığında, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşar Yardımcıları ile Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürü ve ÇHGM kurulu üyesi katılır (ÇKKKDTY m.7). Kurulun sekretaryası da ÇHGM’nin bünyesindeki koruyucu ve önleyici hizmetler daire başkanlığı tarafından koordine edilir. Bir araya gelen bu kurulun temel görevi ulusal düzeyde koruyucu ve önleyici tedbirler almak ve stratejiler belirlemektir. Aynı zamanda iller arası yapılan koordinasyonlarda çözülemeyen problemler bu kurula gelir ve kurul bu gündemlere çözüm üretmekle vazifelidir. Merkezi koordinasyon altında her ilde il koordinasyonu ve ilçelerde ilçe koordinasyonu görev yapmaktadır. İl koordinasyonları iki ayda bir vali ya da vali yardımcısı başkanlığında bir araya gelirken, ilçe koordinasyonları ilçe kaymakamlıkları tarafından yürütülmektedir. Koruyucu ve önleyici tedbirlerin uygulaması çocuk, aile ve toplumu kapsamaktadır. Ancak uygulama aşamasında birçok aksaklıklar olabilmektedir. Toplumun temel çekirdeği olan insanın sağlıklı, korunaklı ve riskten uzak bir yaşantı sürmesini sağlamak devletin önemli görevleri arasındadır. Bunun yanında insan içerisindeki en zayıf halka olan çocukları korumak ve riskten uzaklaştırmak devlete düşen daha da önemli bir vazifedir. Ancak görünen tablodan çocukları yeteri kadar koruyup kollayabildiğimiz sonucunu çıkarmak mümkün değildir. Çocuklarımızı korumak ve onların mağduriyetlerini önlemek için devletimizin yanı sıra insanımızın da daha korumacı olması ve riski önlemede etkin davranması gerekmektedir. Çocuklarımızın uğramış oldukları ihmal, istismar ya da suça sürüklenme hadiselerine adli vakaların sonucunda veya medya faktörü sayesinde vakıf oluyoruz. Hatta bazen bu olaylar çok 99 yakınımızda yaşanmasına rağmen gözlerimizi kör, kulaklarımızı sağır ediyoruz. Hissiyatımızı bastırıp olayları gerekli mercilere bildirmekten kaçınıyoruz. Oysa ki, gözleri kör, kulakları sağır bir toplumla geleceği kucaklamak mümkün değildir. Çocukların korunmasını ve suça bulaşmasını engelleyecek tedbirler alıp bunları uygulamayı kendine temel hedef edinmiş olan ÇHGM’nin işleyişini daha da etkili kılma adına şu hususlara dikkat edilebilir: 3.6.1.1. Etkin Yönetişim Olmalı Koruyucu ve önleyici hizmetlerde merkezi yönetişim sağlanmalıdır. Var olan ilçe koordinasyonu, il koordinasyonu ve merkezi koordinasyona rağmen alınan tedbir kararları kurul üyelerinin altına inmemektedir. Bir başka deyişle problemlerin çözümü adına sadece toplantı yapmak yetersiz olabilmektedir. Bu nedenle merkezi yönetişim ile kurumlar arası koordinasyonun etkili bir biçimde sağlanması sonucu koruyucu ve önleyici tedbirler daha kolay alınabilir ve uygulanabilir. Bunun sağlanması için ilk önce günümüz teknolojisi değerlendirilmeli ve sağlam alt yapılı bilişim sistemi kurulmalıdır. Bu iletişimin sağlanmasıyla birlikte alanında deneyimli personel eşliğinde yerinde çözümler üretilmelidir. 3.6.1.2. Eğitim ve Sağlık Alanı Değerlendirilmeli Koruyucu ve önleyici hizmetlerde eğitim ve sağlık alanı çocuğa ulaşmada en kapsamlı alandır. Bu alan sadece çocuğun kendisine değil diğer aile bireylerine de ulaşmakta kolaylık sağlamaktadır. Okullaşmanın giderek yükseldiği ülkemizde en ücra yerlerde bile durum tespiti daha kolay yapılabilmektedir. Bu kapsamda öğretmenler ve aile hekimleri ektin değerlendirilmelidir. Eğitim alanındaki çocuğun, okul ortamındaki durumunu gözleyebilen öğretmen gerekli rehberlik çalışmalarıyla koruma ve risk durumunu tespit etme olanağı yakalayabilir veya çocuğun kendisi olmasa bile abisinin, ablasının veya kardeşinin durumunu tespit etme olanağı daha işlevsel olabilmektedir. Yine aile hekimlik sistemi daha etkin kullanılma imkânı olan bir diğer yoldur. Bu yolun değerlendirilmesi çocukları koruma ve riskten uzaklaştırma için önemli yollardan biri olmaktadır. Sağlık ve eğitim uygulamaları yeniden gözden geçirilerek daha etkin bir durum tespiti sağlanabilir. Çocuklarımızda en çok sağlık alanında riskler görüldüğü TÜİK istatistiklerinde görülmektedir. Tütün, alkol, uçucu ve uyuşturucu madde kullanımı ile kızlarda cinsel istismar vakaları görülmektedir. Bu nedenle sağlık ocaklarında aile hekimleri tarafından 0-7 yaş, 8-14 yaş ve 15-18 yaş kategorize edilerek yapılacak sağlık taramaları ile çıkabilecek risk durumu azaltılabilir veya koruma önlemleri alınabilir. Yine eğitim alanında öğretmenlerin ev 100 ziyaretleri gibi aile ve çocuğu daha yakından tanıyabileceği rehberlik çalışmaları yapmaları teşvik edilerek yeni düzenlemeler yapılmalıdır. Her okulda rehberlik ve psikolojik danışmanlık hizmetleri daha da etkinleştirilmeli, bunun için yeterli sayıda personel sağlanarak çocukların tespiti yapılmalıdır. 3.6.1.3. Sosyal Hizmet Merkezleri Artırılmalı Ülkemizde kentleşmenin beraberinde hem çarpık yerleşim yerleri engellenememekte hem de ailelerin ve çocukların yaşam koşullarının analizi yapılamamaktadır. Bir de bunun üzerine yetersiz kurum ve personel eksikliği eklenince gerekli önlemlerin alınması ve risk düzeylerinin belirlenmesi iyice zorlaşmaktadır. ASPB bu durumları göz önüne alarak SHM’lerini artırmalı ve bünyesinde insani ilişkileri gelişmiş nitelikli personel istihdamına öncelik vermelidir. Sosyal sorunlar toplumun en öncelikli sorunlarıdır. Bu sorunların çözümü adına koruyucu ve önleyici hizmetler müstakil olarak kurumsallaşmalıdır. Korunma ihtiyacı olan ve suça sürüklenen çocuklar ile çalışanların risk durumlarında başvurabilecekleri birime başvuru esnasında oluşturulacak ön değerlendirme hizmetleri sağlanmalıdır. Yapılacak ihbarların kayıtları doğru bir şekilde yapılmalı ve müdahale başka birimlere aktarımı gerektirmeden hızlı bir şekilde yapılmalıdır. İhbarı alan kolluk görevlisi ile ASPB arasında eşgüdüm gözden geçirilmelidir. Çocuğun kendisini ihbarı ve korunma ihtiyacının doğması durumunda daha disiplinli bir değerlendirilme yapılmalıdır. Çünkü günümüzde koruma ve bakım altına alınan çocukların ailelerinden kurtulmak için kendilerini ihbar ettikleri görülmektedir. 3.6.1.4. Sosyal İnceleme Raporları Objektif Olmalı Koruma altına alınan veya suça sürüklenen çocuklar hakkında hazırlanılacak olan sosyal inceleme raporları gerçek ve objektif olarak düzenlenmelidir. Sosyal çalışma görevlisi, hazırlayacağı SİR raporuna duygusunu ve hissiyatını karıştırmamalıdır. Mahkemeye teklif edeceği tedbir kararlarının uygulanabilir ve çocuğa göre olmasına dikkat etmelidir. Sosyal İncelenme Raporu hazırlanmasında Cumhuriyet Savcısının veya hâkimin “gerektiğinde” ibaresinin kanundan kaldırılması için çalışmalar düzenlenmelidir (İrtiş, 2009: 1118). Bu tür durumların kişinin düşüncesine göre değil sınırları net çizilmiş kanunlara göre belirlenmesi gerekmektedir. Yine ÇKK’da öngörüldüğü gibi Cumhuriyet Savcılığı Çocuk Bürolarına işlevlik kazandırılamamıştır. Bunun için çocuk bürolarına gerekli personel ihtiyacı gözden geçirilmelidir. Mahkemenin verdiği koruma tedbirlerinin uygulamaları sadece matbu evrak düzenlemesinden öteye gidememektedir. Bunlara çare olarak tedbir kararlarının 101 uygulanabilirlikleri için yeni yöntemler belirlenmelidir. Matbu uygulamalar ile değil daha yaşam şartlarıyla örtüşen, akla ve mantığa yatabilen uygulamalar denenmeli ve desteklenmelidir. Bunun sonucunda kazanım sağlanan çocuk için koruma tedbirleri hemen sonlandırılmamalı, belirli aralıklarla içinde bulunduğu mağduriyet durumunun tam sönüp sönmediğinin takibi yapılmalıdır. Başarılı olan meslek elemanlarına motive edici destekler sağlanmalıdır. Çünkü bir çocuğu kurtarmak bir şehri kurtarmak gibidir. 3.6.1.5. Tedbir Kararları Kurumlarla Koordineli Yürütülmeli Koruma altına alınan çocuklar hakkında tedbir kararları etkili yöntem ve metotlarla desteklenmelidir. Tedbir kararını uygulayan uzman kişi için çeşitli kurumları değerlendirme olanaklarına yasalarda yer verilmesine rağmen bu fiiliyatta gerçekleştirilememektedir. Bu sebeple bazı zamanlarda çocuk ile geçirilecek vakitlerde görevli personele kolaylık sağlayabilecek imkânlar oluşturulmalıdır. Görevli personelin yerel yönetim imkânlarından yararlanabilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Koruyucu ve önleyici tedbir kararlarının taşra bölgelerinde kurumlar arası eşgüdüm sağlanarak oluşturulmasına dikkat edilmeli ve toplantı sadece kanunlarda olduğu için yerine getirilmemelidir. Uygulamadaki eksiklikler kanunlarla daha da güçlendirilmelidir. Edinilen tecrübeler sonucu il ve ilçe koordinasyon toplantısının birkaç gündem sonrasında kopabildiği görülmektedir. Bu nedenle daha etkin ve koordine çalışmalar yapılmalı, kısa, orta ve uzun vadedeki risk durumlarının ayrıntılı analizleri ÇHGM tarafından istenmelidir. Aksaklıklarda ve yetersiz durumlarda gerekli kanun, genelge ve yönetmeliklerle kolaylıklar sağlanmalıdır. Özellikle il ve ilçe koordinasyon üyelerinden, üniversite personeli, muhtarlar, okul idarecileri, diyanet görevlileri ve yerel yönetimler tarafından temel değerlerin oluşturulması ve yaygınlaştırılması için bölgelere özgü panel, seminer ve konferans gibi faaliyetler düzenlenmelidir. Mağdur, ihmale veya istismara uğramış çocukların yaşadığı yerler göz önünde bulundurularak bu tarz bölgelerdeki kahvehane ve lokallerde eğitici ve öğretici aktiviteler düzenlenmelidir. Çocuk korumada önleme yönelik tedbirlere başvurulmalı ve belirli bir disiplin alanı içerisinde daha etkin ve verimli çalışma ortamları oluşturulmalıdır. Olay gerçekleştikten ve medyada duyulduktan sonra gerekli tedbirlere başvurmaktan öte olay gerçekleşmeden önce gerekli tedbirler alınmalıdır. Çocuğun içinde bulunduğu çıkmazı aşması için çocuk nezdinde kredisi olan sağlıklı kişiler belirlenip onlarla ortak programlar oluşturulmalıdır. Önceden hazırlanmış sosyal inceleme raporu da dikkate alınarak çocuğun durum tahlili iyi yapılmalı; 102 eğer raporun içerisinde görüş farklılığı olan kısımlar varsa bunların tekrar gözden geçirilmesi sağlanmalıdır. Yeni uygulanabilecek tedbir kararları var ise mahkemeye bu tedbir kararlarının uygulaması ve gerekçesi hakkında bilgi verilmelidir. Korunma kararı alınan çocuk hakkında hazırlanmış olan uygulama planlarının kararlıkla uygulanması sağlanmalıdır. Bazı durumlarda mahkeme tarafından danışmanlık ve denetlenme tedbiri için uygulama planları arasında görüş farklılığı olması ya da iş karıştırma nedeni ile hazırlanan programlar tam uygulanamamaktadır. Yine çocuk hakkında hazırlanan diğer kurumlardaki uygulama planı tek plana düşürülerek planın uygulanması sağlanmalıdır. 3.6.2. Koruyucu ve Destekleyici Tedbirler 5395 sayılı ÇKK’nın 5. maddesine göre çocuk hakkında koruyucu ve destekleyici tedbir kararları alınabilmektedir. Bu tedbir kararları danışmanlık, bakım, eğitim, sağlık ve barınma alanlarında olabilmektedir. 3.6.2.1. Danışmanlık Tedbiri Danışmanlık tedbiri, çocuğun yetiştirilmesinden sorumlu bireylere, çocuğun başta barınması ve eğitimi olmak üzere süreç içerisinde yaşanan sıkıntılara aranan çözümler hakkında yol göstermeye yönelik verilen rehberlik hizmetidir. Bu tür tedbir kararlarının uygulanması sürecinde en başta çocuk desteklenerek muhtemel kararlar çerçevesinde aile yönlendirilir ve çocuğun aile yanında kalması desteklenir. Danışmanlık tedbiri sadece aile yanında kalan çocuklara uygulanmakla kalmayıp koruyucu aile yanında, özel ya da kamu kuruluşlarında kalmakta olan çocuklara da uygulanır. Danışmanlık hizmeti, kurumlarda görev yapan sosyal çalışma görevlileri tarafından veya alanında mesleki eğitim almış uzman kişilerce (bu hizmeti yapacak uzman kişilerin öncelikle sorunsuz kişilerle deneyim kazanıp daha sonra suç mağduru veya suça sürüklenen çocuklara eğitim vermesinin daha etkin olacağı) sunulur. Uygulanan hizmet ile çocuğun bedensel, psiko-sosyal, zihinsel, duygusal gelişimi desteklenir. Çocuğun aile, okul ve sosyal çevre ile barışık olması için güçlendirici ve yeteneklerine uygun destekleyici rehberlik hizmeti sunulur. Aile içi iletişim başta olmak üzere davranış bozukluğu, ergenlik sorunları, okul başarısını artırmaya yönelik çalışmalar verilen rehberlik hizmetleri konuları arasında yer alır. Danışman, bu konular ile çocuğun içinde bulunduğu çıkmazı aşmasına yardımcı olarak aile içi yaşam bağlarını korumaya çalışır. Çocuğun bağımsızlaşmasına destek olarak onu topluma kazandırmayı amaçlar (Akyüz, 2012: 456). 103 Danışmanlık hizmeti; sadece problem olan çocukmuş algısıyla çocuğa verilmez, aynı zamanda çocuğun beraberinde bulunduğu diğer aile üyelerine ve çocuğun bakımından sorumlu kişilere görevlerini yerine getirmede ve sorunlarla baş etmede verilen gerekli destekleri kapsar. Uygulanan tedbir kararı, üç ayda bir uygulama usul ve esasları oluşturularak yenilenir. Danışmanlık tedbiri ASPB, MEB ve yerel yönetimler tarafından yerine getirilir. Tedbirin bir örneği il ve ilçe koordinasyon makamları ile merkezi koordinasyonun sekretarya hizmetlerini yürüten Adalet Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığına gönderilir. 3.6.2.2. Eğitim Tedbiri Eğitim tedbiri ile çocuğun eğitim bağının kurulması hedeflenir. Eğer çocuk gündüzlü veya yatılı eğitim alıyorsa ilk önce okula devamlılığı sağlanır. Çocuğun eğitimi öncelikle eğitim kuruluşlarında verilmeye çalışılır. Eğer bu mümkün değilse evde eğitim almalarına destek olunur veya özel eğitim alması gereken çocuklar söz konusu ise gerekli eğitsel ihtiyaçları doğrultusunda ilgili eğitim kurumlarıyla işbirliği yapılarak çocuğun eğitim alması sağlanır. Başta çocuğa, gerektiğinde ise ailesine uygulanması gereken tedbirlerle çocuğun iş, meslek veya sanat kursuna gitmesi sağlanır. Bir diğer yöntem olarak bir ustanın yanına yerleştirilmesi veya kamu ve özel sektöre ait iş yerinde istihdam edilmesine yönelik tedbirler uygulanır. Eğitim tedbirinin amacı çocuğa zorunlu eğitim süresince eğitimini tamamlattırmaktır. Zorunlu eğitim ile birlikte ikinci bir hedef olarak çocuğa bir meslek kazandırılması amaçlanır. Eğitim tedbiri kararında on beş yaşını doldurmamış çocuklar bakımından uluslararası sözleşmeler ve kanunların çizdiği sınırlar dikkate alınır. Eğitim tedbirinin yerine getirilmesi için MEB, ÇSGB ile Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü gerekli tedbirlerin önlemlerini alır. 3.6.2.3. Bakım Tedbiri Bakım tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kişilerin çocuğa karşı görevlerini yerine getirmemesi sonucunda çocuğun ÇHGM tarafından alınarak resmi veya özel bakım merkezlerinde, koruyucu aile yanında veya kurumun kapsamında yürüttüğü modellerden birinden çocuğun faydalandırılmasıdır. Bakım ve barınma tedbiri, ihmal ve istismara uğrayan, suça sürüklenen ve psiko-sosyal açıdan problem yaşayan çocuklara uygulanır. Uyumsuz yaşam deneyimlerini devam ettirmeleri nedeniyle rehabilitasyona ihtiyacı olduğu belirlenen çocuklar ilgili yönetmelikte ayrı bir grup olarak değerlendirilmiştir (ÇKK m. 14). Bu gruptaki çocuklar rehabilitasyonu sağlanıncaya 104 kadar diğer çocuklardan ayrı bir ortamda bakılır. Çocuğun durumunda iyileşme olduğu sürece ÇHGM tarafından uygun hizmet alanından faydalandırılır. Bakım ve sağlık tedbirinden faydalandırılan çocukların tedavi giderleri Sağlık Bakanlığı güvencesiyle yapılır. Özellikle suça sürüklenen veya koruma ihtiyacı olan çocuklarda madde bağımlılığı, ruhsal problemler ve bulaşıcı hastalıkların tedavisi resmi ve özel kuruluşlarda yaptırılır. Bakım tedbiri alınan çocuklar kolluk kuvvetlerince alınarak sağlık kontrolü yaptırıldıktan sonra ÇHGM’ye teslim edilir. Bakım tedbiri bakanlık bünyesinde ÇHGM tarafından yerine getirilir. ASPB, ÇHGM’nin 07.05.2012 tarihinde “Çocuk Hizmetlerine İlişkin Genelge” de “kuruluş bakımını reddederek sıklıkla kuruluştan izinsiz ayrılan ve/veya eldeki tüm veriler değerlendirilmesine karşın 6 ay süreyle kendisine ulaşılamayan ve haber alınamayan çocukların durumunun ilgili belgelerle birlikte mahkemeye bildirilmesi, bakım ve korunma tedbir kararının kaldırılması veya diğer tedbirlerin alınmasına dair talepte bulunulması ve alınan karar doğrultusunda işlem yapılması” gerektiği maddesini yayınlanmıştır. Genelgedeki madde değerlendirildiğinde ve gözlemler sonucunda kuruluş bakımı altında bulunan çocuğun 6 ay boyunca kaçtığı ve geri gelmediği göz önünde tutulmuştur. Çocuğun kuruluştan kaçma eğilimi bazen 15 gün, bazen 1 ay, bazen 2 ay süreyle gerçekleşmektedir. Bu kaçmaların sonucunda çocuk bazen kendiliğinden gelmekte bazen de kolluk kuvvetleri tarafından getirilmektedir. Dolayısıyla çocuğun 6 ay boyunca değil daha az süreyle kaçma nedenleri ve ne yapılması gerektiği araştırılmalıdır. Kuruluştan kaçma nedenleri araştırıldığında çocuğun ailesinin yanına gitmek istemekte olduğu, eski çevre arkadaşlarından kopmak istemediği, eski düzenini aradığı, kuruluşta beraber kaldığı arkadaşlarından sözlü veya fiziki şiddet görüyor olduğu veya kuruluşta kalmakta iken arkadaşlarından yeni yerler öğrenip bu tür yerlere gitmek istediği görülmüştür. Çocuk ailesinden kopamadığı için ailesinin yanına gitmek istemektedir. ÇHGM, çocuğun aile yanında olmasını öncelikli olarak desteklemektedir. Bazı durumlarda mahkeme, çocuğu ailesinin yanına göndermeyi sakıncalı bulmaktadır. Mahkemenin çocuğu ailenin yanına göndermeme sebebi; ailenin çocuğu ihmal, istismar etmesi ve suça sürüklemesinden dolayı olabildiği gibi ailenin çocuğu şiddetle reddetmesinden de kaynaklanabilmektedir. Ailenin çocuğa verdiği bu zararlara rağmen çocuk aileden kopmak istememektedir. Toplumdaki bir başka düşünce tarzı da çocuğun, koruma ve bakım altında olduğu sürece devletin imkânlarını 105 kullanabileceği yönündedir. Bu yüzden aile çocuğu yanında istememektedir. Çünkü aile çocuğunun kamu kurumlarında işe yerleşmesini istemektedir. Ancak çocuk bunu fark edemediği için sürekli ailenin yanına kaçmaya devam eder. Çocuğun bakım altına alındığı yer çocuk için yeni bir ortamdır. Çocuğun bu ortamda kendini kabullendirmesi veya bulunduğu ortamda çocuğun kabullenilmesi zaman alabilmektedir. Bazı çocuklar bakım altına alındığında ortama uyum sağlayamayabilir. Bunun nedeni bakım ortamında kendi aralarındaki anlaşmazlıklarından kaynaklanan şiddettir. Kuruluş görevlileri şiddete karşı birçok tedbir almasına rağmen çocukların kendi aralarındaki sözlü ve fiili şiddeti engelleyememektedir. Bundan dolayı bazı çocuklarda kaçma eğilimi görülmektedir. Çocuğun bakım altına alınması demek onun yeni insanlarla tanışması demektir. Bu süreçte bakım altına alınan çocuk, aynı veya farklı türden suç mağduru veya suça sürüklenen birçok çocuk ile tanışmaktadır. Bu çocuklar birbirleriyle diyalogları sonucu farklı suç kaynakları öğrenip etkilenebilmektedirler. Bu etkilenme neticesinde çocuk, yeni öğrendiği bilgiyi uygulamaya geçirmek için kaçmaktadır. Kuruluşlardan kaçan çocuklar, kuruluş yetkilisi tarafından polis merkezine bildirilir, yoklama defteri ile YBS sistemine kaydedilir ve çocuğun ailesine mahkemece bilgi verilmesinde sakınca yoksa bilgi verilir. Polis merkezi, kaçan çocuğun bildirimini Çocuk Polis Merkezine ve Cumhuriyet Savcılığına yapar. Bu işlemlerin yapılmasının nedeni çocuğun kaçtığı sürede nerede olduğunun ve neler yaşadığının araştırılmasıdır. Kaçmayı sık tekrarlayan çocukların bazı durumları suiistimal ettiği görülmektedir. Bu suiistimaller çocuğun muhatap olan uzmanı tanıması ve laubali olmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin çocuk, ifadesini alan çocuk polisine ve kuruluştaki uzmanlarla laubali olduğu için gerçekleri (adli vaka olmadığı sürece) söylememektedir. Çocuklar, kuruluştan kaçmanın ve kaçtıklarında haklarının yani bakım tedbirinin kaldırılma süresinin 6 ay olduğunu bildikleri için kaçma süresini 6 aydan daha az tutmaktadırlar. Bu da bir diğer suiistimal nedenidir. Tüm bilgilerin ışığında; bakım tedbirini reddeden çocukların kaçma nedenleri tahlil edilmiştir. Yapılan tahliller sonucunda kaçmaların kesilmediği görülmüştür. Bu sebeple kuruluşların şehir merkezinden daha uzak yerlere iskân edilmesi ve güvenliğinin artırılmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir. 3.6.2.4. Sağlık Tedbiri Fiziksel ve ruhsal sağlığının korunması için sağlığında geçici ya da sürekli tıbbi bakım veya rehabilitasyon gerektiren çocuklar ile madde bağımlısı olanların tedavisinin yapılmasını 106 gerektiren tedbirdir. Özellikle suça sürüklenen ve korunma ihtiyacı olan akıl hastası çocukların ruhsal sağlıklarının tedavisinde sağlık tedbiri kararı verilmesi önceliklidir. Sağlık tedbiri uygulanması aşamalarında, üç ayda bir düzenlenen rapor ile mahkemeye ya da çocuk hâkimine bilgi verilir. Hakkında bakım ve barınma tedbiri olup yatarak tedavisi tamamlanan çocuklar, Bakım ve barınma tedbir kararını uygulamakla görevli kurum tarafından aile yanına, kuruma veya bu tür amaçla kurulmuş resmi veya özel kuruma yerleştirilir (ÇKK m. 16). Madde kullanımı olan çocuk hakkında koruma ve bakım tedbiri verilmiş ise çocuğa ilk önce madde kullanım tedavisi uygulanır, çocuk daha sonra koruma ve bakım altına alınır. AMATEM (Alkol ve Uyuşturucu Madde Bağımlısı Olan Tedavi Edildikleri Merkez) ve ÇEMATEM (Çocuk Ergen Madde Bağımlılığı Tedavi Merkezi) madde bağımlılarının tedavi edildikleri yeni açılan merkezler olup çocuklara hizmet etmektedir. AMATEM, alkol ve uyuşturucu bağımlısı olan yetişkinlerin tedavi oldukları yerlere denilmektedir. AMATEM’ler ilk olarak 1983 yılında kurulmuştur. Alkol ve uyuşturucu madde bağımlısı olan bireylerin tedavi olmak için kendi istekleriyle bu merkezlere başvuru yapmaları gerekmektedir (AMATEM web, 2013). Dilbaz, (2011) Ankara AMATEM’e gelen hastaların %20’ sinin çocuk olduğunu belirtmektedir. Ailelerinin yanında kalarak tedaviye gelenlerin oranı ise %77’ dir. Dilbaz,18 yaş altı gençlerde en çok eroin kullanımının arttığını belirtmektedir. Tedaviye gelenlerin %6’sının sokakta yaşayan çocuklardan oluştuğunu ve bu çocukların en fazla uçucu madde, eroin ve karışık madde bağımlılığı geliştirdiklerini belirtmektedir (Avcı web, 2014). 107 SIRA İL MERKEZİN ADI T.C.S.B. Adana Dr. Ekrem Tok Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi 1 ADANA AMATEM 2 ANKARA T.C.S.B. Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi AMATEM 3 ANKARA Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi AMATEM 4 ANKARA Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi AYAKTA TEDAVİ MERKEZİ 5 ANKARA Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi AMATEM Akdeniz Üniversitesi Alkol ve Madde Bağımlılığı Araştırma ve 6 ANTALYA Uygulama Merkezi ( AMBAUM ) 7 BURSA T.C.S.B. Bursa Devlet Hastanesi AMATEM 8 DENİZLİ T.C.S.B. Denizli Devlet Hastanesi AMATEM Pamukkale Üniversitesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezi 9 DENİZLİ (AMATEM) 10 EDİRNE Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi AMATEM 11 ELAZIĞ T.C.S.B. Elazığ Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi AMATEM 12 ESKİŞEHİR T.C.S.B. Eskişehir Devlet Hastanesi AMATEM T.C.S.B. Gaziantep 25 Aralık Devlet Hastanesi Ahmet Şireci Madde 13 GAZİANTEP Bağımlılığı Tedavi Merkezi (AMATEM) T.C.S.B. Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim 14 İSTANBUL ve Araştırma Hastanesi AMATEM T.C.S.B. Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 15 İSTANBUL AMATEM 16 İSTANBUL İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi AMATEM 17 İSTANBUL Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi AMATEM 18 İSTANBUL Özel NP İstanbul Nöropsikiyatri Hastanesi AMATEM T.C.S.B. İzmir Katip Çelebi Ünv. Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi 19 İZMİR AMATEM 20 İZMİR Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi AMATEM 21 KAYSERİ T.C.S.B. Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi AMATEM 22 KONYA T.C.S.B. Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi AMATEM 23 MALATYA T.C.S.B. Malatya Devlet Hastanesi Hastanesi AYAKTA TEDAVİ MERKEZİ 24 MALATYA İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi AMATEM 25 MANİSA T.C.S.B. Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi AMATEM 26 MERSİN T.C.S.B. Mersin Devlet Hastanesi AMATEM 27 SAKARYA T.C.S.B. Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi AMATEM 28 SAMSUN T.C.S.B. Samsun Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi AMATEM 29 TEKİRDAĞ T.C.S.B. Çorlu Devlet Hastanesi AMATEM 30 TOKAT T.C.S.B. Tokat Ruh Sağlığı Hastalıkları Hastanesi AMATEM 31 VAN T.C.S.B. Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi AMATEM 32 VAN Van Özel İstanbul Hastanesi AMATEM Kaynak: Sağlık Bakanlığı Tablo 7: Ülkemizde 2014 yılında AMATEM merkezlerinin yeri 108 ÇEMATEM, çocuk ve ergen madde bağımlılarını tedavi etmek amacıyla kurulan merkezlerdir. ASPB, uyuşturucu ve bağımlı maddeler ile mücadelede aralarında yedi bakanlığın bulunduğu acil eylem planı oluşturulmuştur. ASPB, MEB, Adalet, Sağlık ve İçişleri Bakanlığı, ÇSGB ve GSB aralarında koordinasyon kurarak çocukları toplum sağlığına zarar verici durumlardan kurtarmak için gerekli eğitim organizasyonlarını yapmayı hedeflemişlerdir. Ortak kanaat neticesinde, üç aşama ile çocukları uyuşturucudan uzaklaştırmak gerektiği vurgulanmıştır. Bu aşamalar şunlardır: Uyuşturucu teminini sağlayan kişi ya da kişilerin önüne geçilmesi gerektiği, çocuklarımıza verilecek eğitimlerle uyuşturucu madde kullanılmaması yönünde tedbirler alınması, kullanılmasının azaltılması ve bu kurumların sürekli işbirliği içinde olmasının gerekliliği vurgulanmıştır (Derdiman, 2006: 113). Ülkemizde uçucu ve uyuşturucu madde kullanan çocuklara özel 5 tane kurum bulunmaktadır. Bu kurumlar Tablo 8’de verilmiştir. SIRA İL MERKEZİN ADI 1 BURSA T.C.S.B. Bursa Şevket Yılmaz EAH ÇEMATEM T.C.S.B. Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2 DİYARBAKIR ÇEMATEM T.C.S.B. Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları 3 İSTANBUL Eğitim ve Araştırma Hastanesi ÇEMATEM 4 İZMİR T.C.S.B. Tepeci Eğitim ve Araştırma Hastanesi ÇEMATEM Ege Üniversitesi Rektörlüğü Çocuk ve Ergen Alkol, Madde 5 İZMİR Bağımlılığı Araştırma ve Uygulama Merkezi ( EGEBAM ) Ayakta Tedavi Merkezi Kaynak: Sağlık Bakanlığı Tablo 8: Ülkemizde 2014 yılında ÇEMATEM merkezlerinin yeri Koruyucu ve destekleyici sağlık tedbirinde, alkol ve uyuşturucu madde bağımlısı olan çocuklara bu maddeleri kullanmamaları için öğüt ve nasihatte bulunulur. Ancak bu uygulama çelişkiler içermektedir. Çünkü uyuşturucu ve uyarıcıya bulaşmış birisinin bu durumdan kurtulması ikna edilecek bir süreçten ziyade klinik aşaması olan bir süreci yani rehabiliteyi gerektirmektedir. 3.6.2.5. Barınma Tedbiri Barınma tedbiri, yaşamını devam ettirmek için yeterli, sağlıklı bir barınma yeri olmayan çocuklu kimselere ve hayatı tehlikede olan hamile kadınlar ile bunların çocuklarına uygun barınma yeri sağlamaya yönelik uygulama tedbiridir. 109 Hakkında barınma tedbiri uygulanan kimselerin talepleri halinde kimlikleri ve adresleri gizli tutulur. Barınma tedbiri uygulanacak kişi, kolluk kuvvetleri eşliğinde sağlık kontrolü yaptırıldıktan sonra tedbir kararı uygulanacak kuruluşa teslim edilir. Sağlık kontrolü ve tedavilerine ilişkin tüm masraflar Sağlık Bakanlığı tarafından karşılanır. Barınma tedbiri ÇHGM, MEB ve yerel yönetimler tarafından yerine getirilir. 3.6.3. Sosyal Rehabilitasyon Hizmetleri Suça sürüklenen, suç mağduru, sokakta yaşayan, uçucu ve uyuşturucu madde kullanan ve refakatsiz çocukları bulundukları ortamdan korumak en öncelikli durumdur. ÇHGM koruma altına alınan bu çocuklara bakım ve rehabilitasyon hizmeti sunarak onları tekrar topluma kazandırmayı amaçlamıştır. Yine sosyal rehabilitasyon hizmetiyle evden kaçan çocuklar üzerine çalışmalar düzenleyerek onları ailelerinin yanına döndürmeyi amaçlar. Önceden var olan BSRM (Bakım Sosyal ve Rehabilitasyon Merkezi), suç mağduru çocuklara hizmet veren kuruluşlar, KBRM (Koruma Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi), suça sürüklenen çocuklara hizmet veren kuruluşlar, ÇOGEM (Çocuk ve Gençlik Merkezi) gibi sokakta yaşayan ve çalıştırılan çocuklara hizmet veren bu kuruluşlar dönüştürülerek ÇODEM (Çocuk Destek Merkezlerine) adı altında suç türüne göre ihtisaslaştırılmıştır. 19.02.2014 tarih, 6518 sayılı ASPB teşkilat ve görevleri hakkındaki KHK ile bazı kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde yeniden yapılanmaya gidilmiş ve 29.03.2015 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu tür kuruluşlarla suça sürüklenmesi, suç mağduru olması veya sokakta sosyal tehlikelerle karşı karşıya kalması sebebiyle haklarında bakım tedbiri veya koruma kararı verilen çocuklara psikososyal destek verilerek onların aile yanına döndürülmesi ve topluma kazandırılması hedeflenmiştir. Bu kuruluşlar, çocukların içinde bulundukları durumları, yaş ve cinsiyetlerini dikkate alarak hizmet verirler. Kurumlara 11-18 yaş aralığında çocuklar kabul edilir. 0- 10 yaş arası çocukların ise aile yanında kalması veya uygun sosyal hizmet modelinden faydalandırılması sağlanır. Madde bağımlısı olan çocukların kuruluşa kabulünden önce madde bağımlılık durumundan kurtulması amacıyla Sağlık Bakanlığı bünyesindeki ÇEMATEM veya AMATEM kuruluşlarından istifade ettirilip kuruluşlara kabulleri sağlanmaktadır. ÇHS m. 16 ile 5395 sayılı ÇKK m. 4 ve 2828 sayılı SHÇEKK m. 4 ile insana verilen değer temelinde insan onuru ve vakarı, özel hayatın gizliliği, kişilik haklarının korunması göz 110 önünde bulundurulur. Bu nedenle kuruluşların üzerine tabela asılmaz (ÇODEMY m. 4/m) ve çocukların internet kullanımı ve telefon kullanımı kontrollü (ÇODEMY m. 5/17) yapılır. Ancak açılan kuruluşlar yeni kuruluşlar olmamaktadır, var olan kuruluşlar dönüştürülmektedir. Bu kuruluşların çoğunluğu genellikle şehir merkezlerinin içerisinde olan kuruluşlardır. Bunun iki türlü sakıncası bulunur: Birincisi, o bölgede yaşayan mahalle halkı durumu benimseyemeyerek tedirgin olmakta; ikincisi, çocuklar mahalle ortamında rencide olabilmekte ve yeni düzene ayak uydurmak yerine halkla iç içe olduğundan kuruluştan kaçma planları yapmaktadırlar. Günümüz koşullarında kuruluşlarda internet erişimi ve cep telefonu kullanımının kontrolü tam olarak sağlanamamaktadır. Kuruluşlar yurt genelinde oluşturulan bölge sistemi ile bölgede oluşan risk analizine göre ihtisaslaştırılmıştır. Örneğin, ÇODEM refakatsiz çocuk oranının en fazla olduğu en çok göç alan yerler olan İstanbul, Adana ve Diyarbakır şehirlerinde açılmıştır. Bursa ilinde ÇODEM suça sürüklenme oranı çok olan erkek çocuklar için ve suç mağduru, ihmal ve istismara uğrama oranı fazla olan kız çocukları için açılmıştır. ÇODEM’ler suça sürüklenmiş, suç mağduru, sokakta yaşayan, refakatsiz sığınmacı, gebe çocuklara, çocuk annelere ve madde bağımlısı çocuklara yönelik destek merkezlerinden oluşmaktadır. ÇODEM, konu dışındaki çocukların kuruluşa kabul edilmesi noktasında duruşunu net çizgilerle belirlemiştir. 2015 yılı Mart ayında itibaren açılan bu kuruluşlara 2014 yılı aralık ayından itibaren alınan çocukların sayıları Grafik 10’da verilmiştir. Grafik 10’a göre, kız çocuklarının en fazla suç mağduru oldukları görülmektedir. Suç mağdur durumları ayrıntılı olarak Grafik 11 incelendiğinde, gelişen toplum hareketleri ve kentleşmenin getirdiği problemler göz önüne alındığında koruma ve bakım altına alınan kız çocuklarının en fazla aile dışı cinsel istismara uğradıkları görülmektedir. Bunun yanı sıra aile içi cinsel istismar da dikkat çekici orandadır. 111 Kaynak: 2014 Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü Grafik 10: Çocuk Destekleme Merkezlerinde kalan kuruluş sayısı ve fiilen bakılan çocuk sayısı Kız çocukları, suç mağdurundan sonra en fazla suça sürüklenen çocuklar olarak görülmektedir. Suça sürüklenme ayrıntılarına bakıldığında ise kız çocuklarının en fazla uçucu ve uyuşturucu madde kullanma ve satma olaylarına karıştığı görülmektedir. 378 400 300 147 200 74 Kız 100 0 9 9 3 0 10 0 Erkek 0 Aile İçi Aile Dışı Ticari Aile İçi Aile Dışı Cinsel Cinsel Sömürü Fiziksel Fiziksel İstismar İstismar Mağduru İstismar İstismar Kaynak: ASDEP Eğitim Sunumu Grafik 11: ÇODEM de kalan suç mağduru çocukların istismar türüne göre dağılımı Erkek çocuklar incelendiğinde en fazla suça sürüklenme oranının olduğu, onu sokakta yaşayan çocukların takip ettiği görülmektedir. Grafik 12 incelenirse, suça sürüklenen çocukların hırsızlık, yağma, cinsel istismar, uçucu ve uyuşturucu madde kullandıkları görülmektedir. Çocukların sokakta kalmalarının nedenleri incelendiğinde ise en fazla aile içi sıkıntıların baş göstermesi ve sahipsizliğin sonucunda sokakta oldukları görülmektedir. 112 Kaynak: 2014 ASDEP Eğitim Sunumu Grafik 12: Çocuk Destek Merkezlerinde kalan çocukların karşılaştıkları suç türleri Kaynak: 2014 ASDEP Eğitim Sunumu Grafik 13: ÇODEM de kalan çocukların madde kullanma ve tedaviye yönlendirilen çocuk Grafik 13’te görüldüğü gibi madde kullanan kız çocuklarının sayısı erkeklerden fazladır. Ancak kız çocuklarının tedaviye gitme konusunda erkeklere göre daha fazla direnç gösterdikleri sonucu ortaya çıkmaktadır. İlgili merkeze kabul edilme yaşı 11-18 yaş aralığı olarak kabul edilmiştir. Ancak bu yaş aralığı 11-14 ve 15-18 yaş aralığı olarak da ayrılmıştır. 11 yaşındaki küçük çocuklar ise diğer kuruluşlar olan çocuk evleri veya sevgi sitelerine yerleştirilmektedir. İhtisas edilmiş bu 113 alanlardaki kuruluşlardaki çocuk sayısı en az 20 ve en çok 40 kişiyle sınırlandırılmıştır. Ancak yabancı uyruklu refakatsiz çocukların kaldıkları merkezler için bu sayı en fazla 80’e kadar çıkartılmıştır. Çocuğun merkeze kabulüne, çocuk hakkında hazırlanan SİR ile ASP İl Müdürlüğü bünyesinde oluşturulan ve sosyal incelemesini yapan meslek elemanı ile birlikte üç kişinin oluşturduğu komisyon karar verir. Çocuk karar aşamasında bulunduğu ilde alanına uygun kuruluş var ise İl Müdürlüğü’nce bulunduğu şehre, eğer yok ise o zaman en yakın şehre yerleştirilmek için nakil edilir. Kuruluşa kabul edilen çocuk için kuruluş müdürü tarafından danışman atanır. Çocuğun gözetiminde olduğu danışmanın grubundaki çocuk sayısı ondan fazla olmamalıdır. Danışman tarafından çocuk merkeze alınarak uygulanacak hizmet modeli tanıtılır. On gün içinde psikodestek programı hazırlanır. Danışman hazırladığı programı aynı süre içerisinde mahkeme onayına sunar. Uygulama planında çocuğun yapacağı günlük program, görüşeceği kişiler, yapacağı eğitsel çalışmalar yer alır. Çocuk destek merkezinde, desteğe ihtiyacı olan çocuğun ihtiyaçları giderilinceye kadar koruma ve bakımı sağlanarak ailesi, yakın çevresi ve toplumsal ilişkilerine düzenli bir boyut kazandırılması amaçlanmaktadır. Aynı zamanda çocukların yaş ve cinsiyet durumlarıyla yaşantıları dikkate alınarak, aynı kapsamdaki çocuklar ihtisaslaşmış yatılı hizmet kuruluşu olan Çocuk Destek Merkezlerine alınarak onların topluma kazandırılması hedeflenir. Kuruluş müdürü başkanlığında ayda bir toplantı düzenlenerek durum değerlendirilmesi yapılır. Belirlenen hedefler üçer aylık periyotlarla değerlendirilip sonucu mahkemeye sunulur. Bu kuruluşlarda çocuklara Türkiye genelinde bakanlığın projesi olan ANKA Projesi ile destek sağlanır. 3.6.3.1. ANKA Projesi ANKA Projesi’nde amaç, çocuğu merkeze alıp, düştüğü kaotik problemden soyutlayarak, sağlıklı bir birey haline getirmek ve onu topluma yeniden kazandırmaktır. Proje suça sürüklenen, suç mağduru veya sokakta sosyal hayatla baş başa kalması nedeniyle hakkında bakım ve koruma kararı olan çocukları kapsar. Yapılan çalışmaların asıl hedefi çocukların davranışlarındaki olumsuzlukları ve içine düştükleri madde bağımlılığı, alkol vb. gibi sıkıntıları bertaraf ederek onları topluma kazandırmaktır. Bu hedefler gerçekleştirilirken çocukların bireysel özelliklerinin dikkate alınması ve onların örselenmemesi gerekmektedir. 114 Kuruluşa gelen her bir çocuk için 10 gün içinde programı uygulayıcı ve destekleyici meslek elemanı atanır. Atanan danışman tarafından “Bireysel İhtiyaç ve Risk Değerlendirme Formu” (BİRDEF) doldurulup, mahkeme onayı alınarak program yürütülür. BİRDEF ile çocuğun gereksinim duyduğu ihtiyaçları belirlenir. Hazırlanan plan, ANKA programı ölçüsüyle 3 ayda bir değerlendirilir. ANKA projesi kapsamında merkezde olan çocuk için danışman ile birlikte proje kapsamına bakım elemanı ve uygun olması halinde aile de dahil edilerek bir sözleşme oluşturulur, çocuk için ödül sistemi işletilerek istendik davranışların oluşturulması hedeflenir. Olumsuz davranışların giderilmesinde kesinlikle ceza yöntemi benimsenmez. Proje, grup çalışması, bireysel danışmanlık hizmeti ve aile çalışmasıyla desteklenir. Merkeze kabul edilen çocuk, müdürlük tarafından atanan danışmanın 15 günlük gözlemi ve vaka tartışması ile grup çalışmasına dâhil edilir. Çocuk gruba alınmadan önce danışman çocukla ön görüşme gerçekleştirir, danışman çocuğa grup hakkında bilgi verir. Grup çalışmasıyla, çocuğun içinde bulunduğu risk haritası belirlenir. Çocuğun kişisel gelişimi ve sağlıklı yaşam çalışmaları için onun gruplara katılımı sağlanır. Yapılan grup çalışmaları günlük ve haftalık plan düzenlenerek gerçekleştirilir. Grup çalışmasındaki çocuğun günde en az bir grup çalışmasına katılımı sağlanır. Gruba dâhil olmayan çocuk var ise onun için farklı bir aktivite düzenlenir. Bireysel danışmanlık hizmetiyle; çocuğa, kendini koruma, evden kaçma, olumsuz yaşadığı olaylardan dolayı kriz yönetimini kontrol altına alma, intihar ve istismar yönünden kendine sahip çıkma ve eğitimindeki başarısını yükseltmek için destek sağlanır. Aile çalışmasıyla ilgili önce ailenin çocuğu üzerindeki izlenimleri incelenir. Görüşme yapılmasında çocuğun güvenliğini tehlikeye sokacak durum tespiti yapılır. Güvenlik yönünden bir süreç değerlendirilmesi yapılır. Ailenin katılımı olumlu olacak ise çocuğun yaklaşımını destekleyecek aile ve aile yakınları sürece dâhil edilir. Aile ve aile yakınlarıyla sözleşme imzalanır. Aile çalışmalarıyla etkin ebeveynlik becerileri, madde bağımlılığı ve istismar mağduru konularında danışmanlık hizmeti sunulur. Bu çalışmalar, ihtisas edilmiş kuruluş ile koordineli olarak ailenin bulunduğu il müdürlükleri tarafından yerine getirilir. ÇODEM dönüşümü korunmaya muhtaç çocuklar açısından iyi bir aşama olmuştur. Çünkü çocukların bir nebze de olsa ayrıştırılması fayda sağlamıştır. ÇODEM uygulaması sabırla devam ettirilmelidir. Kurum içerisinden biri olarak değerlendirme yapacak olursak 115 korunmaya muhtaç çocukların suçlarıyla mücadelesini çocuk ve personel yönüyle değerlendirmek gerekmektedir. Çocuk yönüyle konuya baktığımızda yukarıda anlatıldığı gibi çocuk, kuruma gelmeden önce madde bağımlısı ise ilk önce ÇEMATEM’lerde tedavisi tamamlandıktan sonra ikinci aşama olan çocuğu içinde bulunduğu kaostan alıkoymak gerekmektedir. Ancak kurum bazen bu tür çocuklardan biran önce kurtulmayı düşünülebilmektedir. Bu da çocuğun madde bağımlılığından kurtulamaması demektir. Madde bağımlılığı tedavisi etkili bir şekilde tamamlanamayan çocuğun kuruluşa geldiğinde tekrar madde kullanmanın yollarını aradığı görülmektedir (Derdiman, 2006: 107) Yine kuruluşta yapılan toplantılarda çocuğun agresifliği ve zorluğundan dolayı çocuktan biran önce kurtulma düşüncesi hâkim olabilmektedir. Çocuklar cephesinden duruma bakıldığında ise kuruluşa gelen çocukların suç nedenleri tam ayrıştırılmadan farklı özellik durumuna sahip çocuklarla bir arada barındırıldığı görülür. Bunun da dezavantajı çocuğun bilmediği farklı suç türünü arkadaşından öğrenebilmesidir. Bir diğer aksaklık 18 yaşını doldurmuş çocuğun kurumla ilişkisinin kesilip koruma kararının kaldırılması durumudur. Ancak çocuk yaşıyordur ve bu toplumun içerisindedir. Kurumdan ayrıldıktan sonra da çocukla irtibat bir şekilde sağlanmalı ve çocuğun takibi yapılmalıdır. Bu tür kuruluşlarda devlet memuru mantığı ile çalışan memurlarla yol kat etmek oldukça zor görünmektedir. Çocukla program hazırlayan danışman sık sık tayin olabilmekte veya görevli memurun mesai saati dolduğunda programlar yarım kalmakta veya uygulanamamaktadır. Görev yapan personel nitelikli ve günümüz koşullarına haiz olmalıdır. Yani emekliliğine gün sayan, meslek yorgunu olmuş ve toplumun beklentilerinden uzak bir görevlinin çocuğa katkı sağlaması zor görünmektedir. Bu nedenle ASPB personel yönünden yıpratıcı bir kurum olması nedeniyle personelin çalışma şartlarını gözden geçirmeli ve buna göre yeni düzenlemeler yapmalıdır. Korunmaya muhtaç çocukların suça sürüklenmesinin nedenleri arasında en önemlisinin ahlaki değerler boşluğu ve eğitimsizlik olduğu görülmektedir. Çocukların ahlaki boşluklarının tamamlanması için genç ve idealist personele ihtiyaç duyulmaktadır. Çocuklar ikna edilip onların örgün eğitim ortamına katılımı sağlansa bile okullarda bu çocuklara önyargıyla bakılmakta ve onlar istenmemekte ve yahut çocuğun katılımı sağlansa bile eğitim seviyesi dikkate alınmadan doğrudan kaynaştırma sınıfına alınmaktadır. Bu nedenle ASPB ve MEB’in 116 bu tür çocukların eğitimlerini değerlendirmek ve eğitimi onlar için etkili kılmak adına işbirliği yapması gerekmektedir. 3.6.4. Bakım Hizmetleri 2828 sayılı SHÇEKK ile kimsesiz ve 5395 sayılı ÇKK ile mahkemece hakkında koruma kararı alınan çocukların gerekli eğitim, danışmanlık ve sosyal yardımlarla desteklenip topluma kazandırılması hedeflenmiştir. 3.6.4.1. Korunmaya Muhtaç Çocukların Tespiti Çocuklar, bir ülkenin geleceğini oluşturdukları için, onların iyi yetiştirilmesi ve eğitimlerinin sağlanması hususunda son derece özen gösterilmesi gerekmektedir. Hiçbir çocuk arasında ayrım yapılmadan, bütün çocukların korunması gerekmektedir. Normal hayatlarında herhangi bir eksiklikten dolayı özel ilgiye muhtaç olan küçüklerin oluşturduğu bir grup vardır ki, öğretide ve kanuni düzenlemelerde bunlara “korunmaya muhtaç çocuklar” denilmektedir (Cansel, 1969:26, 3-4). 80 70 60 50 40 30 20 10 0 Ekonomik Terk Anne ya da Aile dışı Ölüm Ailenin Diğer ve sosyal babanın cinsel fiziksel ve yoksulluk cezaevine istismar duygusal girmesi istismarı Kaynak: Yazıcı: 2012: 515 Grafik 14: 2011 yılında çocukların korunma altına alınma nedenleri Çocukların koruma ve bakım altına alınma sebeplerine bakıldığında, sosyo-ekonomik nedenlerin %69,5, anne ve babanın çocuğunu terk etmesi neticesinde çocuğun koruma ve bakım altına alınmasının %33,4 oranında olduğu görülmüştür. Yine anne ya da babanın cezaevine girmesi sonucu koruma ve bakım altına alınan çocukların %21,2 oranında, çocuğun kötü muameleye uğraması veya aile içinde ve dışında cinsel istismara uğraması %7,7 oranında, terör ve doğal afetlerin yanı sıra, anne veya babadan birinin ölümü sonrasında anne veya babanın yaptığı evlilikte üvey anne veya babanın kabul etmemesi %6,6 oranında, anne veya babadan 117 birinin ölümü %5,7 oranında, fiziksel ve duygusal nedenlerden kaynaklanan sebeplerin ise %1,5 oranında olduğu tespit edilmiştir (Yazıcı, 2012: 515). Koruma ve bakım altına alınan çocukların nedenleri incelendiğinde sosyo-ekonomik nedenlerin ilk sırada yer aldığı görülür. Yaşları itibarıyla küçük olan çocuklar, istek ve ihtiyaçlarını ailenin kendisine verdiği güven kadar hissettirirler. Bazen de baskılar neticesinde korkar ve herhangi bir tepki gösteremezler. Bu çerçevede başta aileler olmak üzere bir takım çevreler çocukları çıkarları ve kendi emelleri doğrultusunda kullanırlar. Başkalarına yardım etmek insanlığın gereğidir. Bu birey çocuk ise görmezlikten gelmek olamaz, çünkü her konumda zayıf olan çocuklara yardım etmek insani görevlerin başında gelir. Bu tür insani görevler ulus olma bilinciyle kanunlar çerçevesinde yapılır. Elbette ki insanın olduğu yerde her şey olağan gitmez. Çocuk; yaşadığı ailede, akraba çevresinde, mahallede ve çeşitli topluluklarda ihmale, istismara uğrayabilmekte, suça bulaşabilmektedir. Böyle bir durum tespit edildiği takdirde en yakın yetkili kurumlar ve güvenlik birimleri bu durumdan haberdar edilmelidir. Yetkili kurumlar ve güvenlik birimleri de tespit edilen kişileri ASPB il müdürlüklerine bildirmekle sorumludurlar (KMÇY, m. 7-10). Çocukla direk temas halinde olabilecek eğitim kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve sağlık kuruluşları tespit edecekleri durumları ÇHGM’ye bildirmekle sorumludurlar. ASPB İl Müdürlükleri bulundukları il sınırları içerisindeki ilgili kurumlarla işbirliği yaparak korunmaya muhtaç çocukları belirlenmesi için gerekli sosyal incelemeleri yaptırırlar. Bazen de vatandaşlar maddi sıkıntılar yaşamaları durumunda kendileri ASPB İl Müdürlüklerine müracaat edebilirler. Herhangi bir çocuğun ihmali, istismarı ve suça sürüklenmesinin yazılı ve görsel basına yansıması durumunda il müdürlükleri bunu doğrudan ihbar kabul edip araştırma yaptırarak gerekli işlemleri uygular (KMÇY, m. 12-14). 3.6.4.2. Korunma Kararına Dair İşlemler Aile içerisinde veya çevrede mağdur duruma düşmüş herhangi bir çocuk için anne-baba veya vatandaşlar tarafından ASPB İl Müdürlüğü’ne bildirim yapılır. ASPB İl Müdürlüğü’nce, Sosyal Hizmet Merkezine gerekli tetkikat yapılması için aktarım yapılır. SHM tarafından sosyal çalışma görevlisi görevlendirilir. Görevlendirilen sosyal çalışma görevlisi ilgili çocuğun özgeçmişi, anne ve babası (haklarında geniş bir yer ayırarak onların yaşam durumları, sosyo- ekonomik durumları, akrabalık ilişkileri ve komşuluk ilişkilerine kadar genişçe bir yer ayırarak) hakkında sosyal inceleme raporu düzenler. Düzenlenen rapor hakkında ilk önce buluntu olup olmadığına yer verilir. Buluntu veya terk edilmiş ise tutanak düzenlenir. Hazırlanan sosyal inceleme raporu, düzenlenen tutanak ve hazırlanan dosya mahkemeye sunulur. Çocuk hakkında 118 alınacak tedbir ve koruma kararını ÇKK, mahkemeye vermiştir. İlgili kararlar çocuğun yaşadığı şehirde çocuk mahkemeleri tarafından gerçekleştirilir. Çocuk mahkemelerinin olmadığı yerlerde koruma ve tedbir kararları aile mahkemeleri tarafından, aile mahkemelerinin olmadığı yerlerde ise asliye hukuk mahkemeleri tarafından alınır. Sosyal inceleme raporunu ön hazırlık olarak değerlendiren mahkeme, çocuğun velayet durumunu dikkate alır. Mahkeme, çocuk hakkında gerekli gayrimenkul durum incelemesini yaptırır. Başlangıçta neden sosyal inceleme raporu düzenlenmiş olduğu (ihmal sonucu mu veya buluntu ise vesayet durumu) mahkemece değerlendirilir. Değerlendirme sonucunda mahkeme kararıyla çocuk öncelikle aile yanına veya yakınına daha sonra koruyucu aile yanına yerleştirilir. Bu seçeneklerden birisi gerçekleşmiyorsa çocuğun bulunduğu bölgede uygun kuruluşa yerleştirilmesi için ASPB İl Müdürlüğü gerekli çalışmayı yapar ve ÇHGM’ye yazılı bilgi verilir. ÇHGM’ce korunmaya muhtaç çocukların işlemleri takip edilir. Korunmaya muhtaç çocukların tespiti, inceleme ve koruma kararının alınması ve kaldırılması, ilgili yönetmeliğe göre genel müdürlük adına taşrada Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlükleri tarafından yerine getirilir. 3.6.4.3. Korunma Kararının Kaldırılmasına Dair İşlemler Koruma kararı alınmış çocuk hakkında gerekli koşulların oluşması durumunda ilgili kurum ve sosyal çalışma görevlisinin teklifi ile çocuk ergin olmadan mahkeme tarafından koruma kararı kaldırılır. Gerekli koşulların oluşmaması durumunda ise koruma kararı çocuk ergin oluncaya kadar devam eder. Bazı durumlarda ergin olan çocuğun koruma ve tedbir kararı kaldırılmaz. Engelli, eğitimi devam eden ve ergin yaşını doldurmuş ancak kalacak yeri olmayan kızların kurum yetkililerinin teklifi ve ilgili kişinin rızası alınarak koruma kararı devam ettirilebilir. Kız çocukları ergenlik yaşını doldurduğunda, tek başına yaşamlarını idame ettirmede zorlanacağından dolayı İl Müdürlüğü onayıyla kuruluşta korunabilir. Korunmaya muhtaç çocuğun kurum tarafından korunması 18 yaşını tamamlayana kadar, halen ortaöğretim kurumuna devam ediyorsa 20 yaşına kadar ya da bir yükseköğrenim kurumuna devam ediyorsa 25 yaşına kadar devam edebilir. Bu sınır yine kızlarda iş ve meslek edinmesi ve kendi kendine yetmesi amacıyla 20 yaşına kadar uzatılabilir. Bedensel, ruhsal ve zihinsel engeli nedeniyle sürekli bakım altında olan çocukların koruma kararı gerekli görüldüğü kadar uzatılabilir. Kurumda kalan ve ilgili şartları devam eden çocukların beslenme, barınma ve harçlıkları kurumca karşılanır. Diğer çocuklara sağlanan tüm imkânlardan faydalandırılır (Akyüz, 2012: 440). 119 3.6.4.4. Korunma Kararı Kalktıktan Sonra Gençlere Sağlanan Destek Hizmetleri 5395 sayılı ÇKK’ya göre; 18 yaşını dolduran ve eğitim faaliyetlerine devam etmeyen kişi reşit sayılmaktadır. 2828 SHÇEKK madde 24-c bendine göre, 18 yaşını doldurmuş eğitim hayatına devam eden kız çocuğu yalnız başına yaşamını sürdüremeyecek durumda ise kurum himayesi altında bulundurulur. Bu tür çocuklar belirli bir emek karşılığında çalışabilirler. Bununla birlikte kurum imkânları olan iaşe, ibate ve harçlıklarından da faydalanırlar. Fiziksel, zihinsel ve ruhsal özrü olan çocukların koruma kararları uzatılır. SHÇEKK md. 24 göre, koruma kararı kalkan çocukların kurumla ilişkisi hemen kesilmez. Bu durumdaki çocuklara gerektiği ölçüde yardım yapılır. Koruma altında bulunup reşit olan kız ve erkek çocuklar için 25.5.1988 tarih ve 3413 sayılı kanunla mevcut devlet kadrolarında binde bir oranında kadro tahsil edilmiştir. Koruma altında bulunan çocuklar, kendi aralarında eğitim seviyelerine göre sınavlara tabi tutularak kadrolara atanırlar. SHÇEKK, Sosyal ve Ekonomik Destek Yönetmeliği gereğince koruma/tedbir kararı var iken yaş durumunu tamamlamış ve bakım hizmetinden ayrılmış ancak herhangi bir iş ve meslek sahibi olamayanların SYDV tarafından sunulan hizmetlerden yararlanmasına olanak sağlanmıştır. Burada kişiyi mağdur etmemek ve hayata bağlı kalmasını sağlayarak kalkındırmak hedeflenmiştir. Aileye yönelik hizmetlerin yeterli biçimde yerine getirilemeyişi, gerekli rehberlik ve destek hizmetlerinin verilememesi, ailenin sorunlarının giderilememesi sorunların artarak büyümesine ve ailelerin sürekli yardıma muhtaç durumda kalmalarına neden olmaktadır. Ailelerin izlenip desteklenememesi nedeniyle geçici bir bakım modeli olması beklenen kurum bakımı uzun süreli hale gelmekte, çocuğun topluma erken katılımı sağlanamamaktadır (Yolcuoğlu, 2009:4). 3.7. ÇOCUK HAKLARININ TEMSİLİ VE TAKİBİ BAKIMINDAN ÇOCUK HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü, uluslararası bir sözleşme olan ÇHS’nin temel hükümlerinin işlerliğinin takibini yapmak ve gerekli platformlarda yasal, idari ve yapısal yönden uygulanmasını sağlamak amacıyla çocuk hizmetlerini daire başkanlığı düzeyinde kurulmuştur. 120 ÇHS’nin ilgili hükümleri ile ÇHS’ye ait ek protokoller olan ‘Çocuk Satışı, Pornografisi ve Fahişeliği Ek İhtiyari Protokolü, Çocukların Silahlı Çatışmalara Dâhil Edilmelerine İlişkin Ek İhtiyari Protokol’ ile bundan sonra imzalanacak olanlar çıkarılacak kanunların örtüşmesi yönünde gerekli alt yapı çalışmalarını hazırlar. ÇHS’nin temel görevi Çocuk Hakları Sözleşmesinin temel hükümlerinin ülkemizde uygulanmasını ve koordinasyonunu sağlamak, yasal ve idari platformlarda koordinasyon sağlamaktır. ÇHS’ye ait ilke ve hükümlerin yetişkin ve çocuklar için ulusal düzeyde tanıtımını sağlamak için konferans, kongre, panel, seminer vb. gibi oturumlar düzenlemektir. Çıkan yasalarla ÇHS’nin uyumunun sağlanmasını takip etmek ve kamu, özel ve STK’ların hazırlayacakları raporlara ortak olmaktır. Bu kapsamda ÇHS’ye ait maddelerin kurumsal, aile içi, yazılı ve görsel medyada ihlali olup olmadığını takip etmektir (UNICEF web, 2015). Bakanlık 2013-2017 yıllarını kapsayan “Türkiye Çocuk Hakları Strateji Belgesi” hazırlamıştır. Hazırlanan bu belge çocukların görüşleri alınarak oluşturulmuştur (Ulusal Çocuk Eylem Planı, 2015). Hazırlanan belge ile hedeflenen çocuğa olan saygı, sevgi kültürünü oluşturmak ve haklarında alınacak kararlar katılımlarını sağlamaktır. Ayrıca çocukların yaşayışlarına değer vermek amacıyla doğduğu, büyüdüğü ve yetiştiği ortamı koruyarak fiziksel koşulları iyileştirmek, çocuk haklarını, kültürünü birtakım programlarla koruyarak katkı sağlamak amaçlanmaktadır. Çocukların içinde bulundukları sağlık hizmetlerini ve adalet sisteminin iyileştirilmesini sürekli gündemde tutmak için medyayı etkin olarak kullanır. Çocuklara ve ailelere yönelik destek ve koruma hizmetleri sağlanarak denetleme, izleme ve değerlendirme siteminin etkin kılınması amaçlanmıştır (UNICEF web, 2015). ÇHGM, ilki 2000 yılında düzenlenmekle beraber her yıl 20 Kasım gününü “Dünya Çocuk Hakları Günü” olarak kutlayıp, ulusal çocuk forumları düzenlemektedir. Düzenlenen foruma her ilden bir kız ve bir erkek olmak üzere iki çocuk katılmaktadır. ÇHGM adına ASPB İl Müdürlükleri aracılığıyla şehirlerde çocuklar arasında koordinasyonu sağlamak ve yönlendirmek amacıyla her bölgede alt kurullar oluşturularak organizeler düzenlenir. ÇHGM ve UNICEF Türkiye Temsilciliği çocuk hakları organizasyonlarını ortak gerçekleştirmektedir (UNICEF Bilgi Merkezi web, 2014 ). ÇHGM çocuklara yönelik İnsan Hakları Mahkemelerinin (İHM) temel hukuktaki temel haklar olan katılım hakkı, yüksek menfaat hakkı, ayrımcılığa karşı koruma hakkı ve hukukun üstünlüğü hakkı üzerine sık sık seminerler düzenler. Bunun yanında bilgilendirme ve 121 danışmanlık haklarının olduğu, özel hayatın ve aile hayatının korunmasının gerekliliği, özgürlüklerinden alıkonulamayacağı, kendilerinin profesyonel kişilerce eğitilmesi gerektiği, güvenlik hakkı olarak önleyici tedbirleri devlet olarak alması, çocuğun hukuksal, fiziksel, ruhsal, , duygusal, sosyal ve kavramsal olarak içinde birden fazla disiplini içeren yaklaşım haklarının bulunduğu yönünden bilgilendirme programları düzenler (AKBK, 2013: 16-19). 3.8. KORUNMAYA MUHTAÇ ÇOCUKLARA SUNULAN HİZMET MODELLERİ Korunmaya muhtaç olan çocukların aile birlikteliğinin sağlanarak kendi ailesi ile beraber topluma kazandırılması öncelikli hedefler arasındadır. Bu nedenden çocuğun çeşitli programlarla aile yanında kalması amaçlanmaktadır. Aile birlikteliği, koruyucu aile ve evlat edindirme programlarıyla desteklemektedir. Koruma ve bakım altına alınan çocuk bu hizmetlerden yararlandırılamıyorsa kuruluş hizmetleri olan yuva, yurt, çocuk evleri, sevgi siteleri ve çocuk destek birimlerinde barındırılmaktadır. Bu hizmet Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirilmektedir (Yazıcı, 2012: 500). Bu bağlamda ASPB Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü altında sunulan çocuk hizmetleri; çocuğun aile yanında bakımı ve kuruluş bakımı olmak üzere iki grup altında incelenmiştir. 3.8.1. Çocuğun Aile Yanında Bakımı Çocuk koruma ve bakımı, aile yanında ve kurum altında olmak üzere iki şekilde gerçekleşmektedir. Devlet, çocuğu aile yanında sosyo-ekonomik şartlarını iyileştirerek desteklemesine karşın, ihmal, istismar ve suça sürüklenme gibi durumlara maruz kalacak çocukları ise koruyucu aile ve evlat edindirme yöntemleriyle aile yanında desteklemektedir. Bu uygulamalardan yararlanamayan çocuklar ise kurum bakımı altına alınmaktadır. 3.8.2. Öz Aile Yanında Bakımı Toplumun temel taşı olan aile bütünlüğü bir millet için en önemli varlık olduğu gibi devlet içinde huzur kaynağının nedenidir. Çocuğun varlığı anne ve baba için soyağacının temeli olduğu gibi anne ve baba da çocuk için bulunmaz hazinedir. Anne ve baba çocuğuna en iyi imkânları sunmayı arzu eder. Ancak çeşitli faktörler diyebileceğimiz rehberlik, yoksulluk, evladın bir külfet görülmesi ve dışarıdaki olumsuz duyumlar sonucunda ailede biz bakamıyoruz devlet daha iyi bakar düşüncesi oluşabilmektedir. Bunun için anne-baba çocuğunu ihmal edebilmekte, çeşitli istismara uğratabilmekte ve suça sürükleyebilmektedir. Buna karşın son yıllarda gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de koruma altındaki ve mağduriyetleri tespit edilebilen çocukların çeşitli yetersizliklerden dolayı biyolojik aileden 122 ayrılmasının aksine aile yanında desteklenmesi hedeflenmektedir. ÇKK ve SHÇEKK’te öncelik çocuğu ailenin yanında tutmaktır (SED, 2014: 66). 2828 sayılı SHÇEKK, ekonomik problem yaşayan ailelerin çocuklarına bakamaması durumunda çocukların yatılı kurumlarda örselenmesini önlemek ve aile bütünlüğünü korumak için ‘15 Nisan 2011 tarih ve 27906 sayılı, Ayni Nakdi Yardım Yönetmenliği’ ile aileleri desteklemektedir. Sosyal inceleme raporu doğrultusunda ekonomik koşullar nedeniyle yaşam koşullarını sürdürmekte güçlük çeken kişilere ‘ayni yardım’ desteğiyle eğitim, servis, kurs, kırtasiye, yiyecek, giyecek, yakacak, tıbbi araç-gereç yardımı yapılmaktadır. Yine sosyal inceleme raporuyla “nakdi yardım” ile ihtiyaca göre para yardımı yapılmaktadır. 2014 yılında ÇHGM sosyal yardımlarla sosyal hizmet durumunu güçlendirerek çocuğun aile ile birlikteliğini sağlamak amacıyla ‘Aileye Dönüş ve Aile Yanında Destek Uygulaması’ projesini desteklemiştir (ASPB faaliyet raporu, 2014). Sosyal inceleme raporları doğrultusunda ayni nakdi yardım ve nakdi yardım ile desteklemekle kalınmayıp ailelere danışmalık hizmetleri sunularak ailenin kendine yetebilir duruma gelmesine yardımcı olunmaktadır. Psiko-sosyal yönden aileye sorunların çözümü konusunda da aile danışmanlığı ve rehberlik hizmetleri yapılmaktadır. Çocuklar aile yanında iken ihtiyaç sahiplerine aile yanında bir yıl ile daha uzun süreli ve yılda bir, yılda en çok iki defaya mahsus yardımla aile desteklenmektedir. Eğitim durumları Katsayı Ödeme tutarı (₺) İlköğretime devam eden çocuk 75% 548,61 Orta öğretime devam eden çocuk 80% 585,18 Orta öğretim seviyesinde olup okula devam etmeyen 50% 365,74 çocuk için Yükseköğretime devam eden çocuk 90% 658,33 Kaynak: ASPB verileri Tablo 9: 2014 Yılı Sosyal Yardım Miktarları (Ocak-Aralık) Tablo 9’da görüldüğü gibi 2014 ASPB faaliyet raporlarında; çocuklar için sosyal yardım miktarı, en yüksek devlet memuru aylığının ek gösterge dahil; ilköğretime giden çocukta 75% , orta öğretime giden çocukta 80%, orta öğretim seviyesinde olup okula devam etmeyen çocukta 50%, yükseköğrenime devam eden çocukta 90% oranında ödeme yapılmıştır. Sosyal ve ekonomik destek olarak ödenen aylık destek miktarı ortalama 539,47 TL dir. Sosyal ve ekonomik desteklerde öncelikler; korunma kararlı olup kurumda kalmakta iken aileleri yanına döndürülen çocuklar, ekonomik yoksulluk nedeniyle korunma kararı talep 123 edilen çocuklar, ayni-nakdi yardımla korunma kararından vazgeçirilerek ailesi tarafından bakılan çocuklar, korunma kararı olup da yaş sınırlarını tamamlamaları nedeniyle yetiştirme yurtlarından ayrılan gençlerden oluşmaktadır. Tablo 10’ da aileye dönüş ve aile yanında destek uygulaması kapsamında sosyal ve ekonomik destek verilen çocukların yıllara göre sayısı verilmiştir. Korunma kararı alınmadan aile yanında sosyo-ekonomik olarak desteklenen çocuk programına ilk olarak 2005 yılında başlanıp, her yıl daha fazla çocuk desteklenmiştir. Korunmaya muhtaç Diğer durumda olup korunma Destek verilen korunma (geçici yrd., kararı alınmadan aile kararlı çocuk sayısı evlenme Genel yanında destelenen (kuruluştan aileye yard.) Toplam Yıllar çocuk sayısı döndürülen) Kız Erkek Toplam Kız Erkek Toplam 2002 268 11.807 12.075 2003 579 768 1.347 11.906 13.253 2004 668 1.218 1.886 19.931 21.817 2005 1.999 3.996 5.995 1.276 2.341 3.617 10.123 19.735 2006 4.776 5.449 10.225 1.662 2.978 4.640 12.454 27.319 2007 6.956 7.676 14.632 1.889 3.285 5.174 8.875 28.681 2008 8.842 9.239 18.081 1.950 3.266 5.216 7.612 30.909 2009 11.085 11.140 22.225 1.942 3.191 5.133 8.398 35.756 2010 13.392 13.275 26.667 2.086 3.181 5.267 3.364 35.298 2011 17.563 17.419 34.982 2.076 3.285 5.361 1.435 41.778 2012 21.869 21.613 43.482 1.850 2.975 4.825 1.154 49.461 2013 27.941 27.146 55.087 1.808 3.053 4.861 2.308 62.256 2014 37.216 35.948 73.164 1.570 2.561 4.131 3.080 80.375 * Kaynak: ASPB 2014 yılı faaliyet raporu Tablo 10: Aileye Dönüş ve AYDUK SED verilen çocukların yıllara göre sayısı Grafik 15 incelendiğinde çocuklarda cinsiyet ayrımı gözetilmeden çocukların yüksek yararı ilkesi gözetilmiştir. Yine kurumlarda kalan ve ailenin sosyal inceleme raporları yapılarak aile sosyo-ekonomik destek ile desteklenerek aileye gönderilen çocuklar incelendiğinde, 2002 yılında desteklenen çocuk sayısı 268 iken, 2014 yılında bu sayı 4.131 olmuştur. 2011 yılında desteklenen çocuk sayısının en yüksek olduğu oran olan 5.361 kişi olduğu görülmektedir. Koruma ve bakım altında olup reşit olduktan sonra kurumlardan ayrılan çocuklara verilen sosyo-ekonomik destek verilerine bakılacak olunursa 2002 yılında 11.807 kişi, 2004 yılında en yüksek oranda 19,931 kişiye destek verilmiştir. Bu rakamlar sonraki yıllar da belirli oranda düşme göstermiş 2012 yılında en düşük seviye olan 1.154 kişi, 2013 yılından itibaren destek verilen yetişkin sayısı 2308 kişi, 2014 yılı itibarıyla 3.080 kişi olarak tespit edilmiştir. 124 Grafik 15 incelendiğinde ÇHGM bünyesindeki kuruluşlarda kalan çocukların sosyal incelemesi yapılarak aile yanına döndürülen çocukların grafiği verilmiştir. Bu kapsamda aile yanına döndürme uygulaması başladığından itibaren 2005 yılından 2014 yılı sonuna kadar 10.526 korunma kararlı olup kuruluş bakımındaki olan çocuk (ASPB faaliyet raporu 2014:166), aileleriyle mesleki çalışmalar ve incelemeler yapmak suretiyle sosyal ve ekonomik destek sağlanarak kurum bakımından sarfınazarla aile veya yakınlarının yanına gönderilmiştir. 6 5,174 5,216 5,267 5,3615,133 4,825 4,861 5 4,64 4,131 4 3,617 3 1,886 2 1,347 1 0 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 YIL Kaynak: ASPB 2014 Faaliyet raporu Grafik 15: Koruma kararlı çocuklara yıllara göre sağlanan SED alan çocuk sayısı Korunma kararı alınmadan ailesi yanında desteklenen çocuklar ise Grafik 16’da gösterilmiştir. 80 73,164 70 56,087 60 50 43,482 40 34,982 26,667 30 22,225 18,081 20 14,632 10,225 5,995 10 0 0 0 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 Kaynak: ASPB 2014 Faaliyet raporu Grafik 16: Koruma kararı alınmadan aile yanında SED ile desteklenen çocuk sayısı 125 Binler BİNLER Grafik 16 bakıldığında, 2005 yılında 5.995 çocuk korunma kararı alınmadan aile ve yakınları yanında desteklenirken, 2014 yılında 73.164 çocuk aile ve yakınları yanında sosyal ve ekonomik destek, eğitim ve danışmanlık hizmeti verilerek desteklenmiştir. 20.000 15.000 10.000 5.000 0 2000 2002 2004 2006 2008 2010 2012 2014 2016 Kaynak: ASPB 2014 Faaliyet Raporu Grafik 17: 2002-2014 yılları reşit olan çocukların evlilik yardımı için yapılan SED yardımı Sosyo-ekomik yetersizlikler nedeniyle SED yardımı alan 18 yaşından büyük çocukları gösteren grafiğe bakılacak olunursa (Grafik 17) insanların evlilik kurma sayısının ilerleyen yıllara göre giderek azaldığı görülmektedir. Bu durum insanların günümüz koşullarında evlilik kurmaya sıcak bakmadığı olarak algılanmaktadır. 3.8.3. Koruyucu Aile Bakımı Koruyucu aileler, çocuğun, mahkemece hakkında alınan geçici veya sürekli korunma kararının sonucunda ücretli veya gönüllü aile ortamında bakımının gerçekleştirildiği aileler veya kişilerdir (KAY, m. 4/5). Bu kapsamda korunmaya muhtaç çocukların sorumluluğunu devlet ile paylaşan kişi ya da ailelere ‘Koruyucu Aile’ denilmektedir (ASPB faaliyet raporu, 2014: 145). Birleşmiş milletler 20 Kasım 1959 tarihinde düzenlenen Çocuk Hakları Bildirgesinde; “çocuk duygusal bir bağlılık, ahlaki ve maddi bir güvenlik ortamı içinde büyüme hakkına sahip olmalıdır” fikri benimsenerek çocuğun aile ortamında barındırılması hedeflenir (Akyüz, 2012: 444). Koruyucu aile modelinde hedeflenen çocuğun fiziksel, zihinsel ve psiko-sosyal gelişimine katkı sağlamaktır. Aynı zamanda çocuğu sorunlu ve karmaşık ortamdan ayrıştırarak örselemeden ve rencide etmeden hayata uyum sağlaması amaç edinilir. Koruyucu ailenin 126 sorumlulukları arasında çocuğa kişisel kazanımlar sağlatmanın yanı sıra öz ailesi, okulu ve çevresiyle ilişkilerinin iyileştirilmesine katkı sağlamak da vardır. Ülkemizde 1984 yılından itibaren TMK’nın madde 347 ile 2828 sayılı SHÇEKK’nin madde 23 gereğince koruyucu aile modeli uygulanmaktadır (ASPB faaliyet raporu, 2014: 145). Koruma hizmetlerindeki temel amaç öz ailesi ile yaşama şansı kalmamış, evlat edindirmeden yararlandırılamayan, uzun süreli bakım hizmetinden istifade edemeyen çocukların kurum bakımı altına alınmadan koruyucu aile hizmetinden yararlandırılmasıdır. Koruyucu aile modelinde akraba veya yakın çevre aile modeli, geçici aile modeli, süreli aile modeli ve uzmanlaşmış aile modeli olarak 4 tip koruyucu aile modeli uygulanır (KAY, m. 4) Akraba veya yakın çevre koruyucu modeli: “Veli ya da vasi dışında kalan, çocuğun kan bağı bulunan akrabaları veya iletişim halinde olduğu veya tanıdığı bakıcı, komşu gibi yakın çevresidir.” Geçici koruyucu aile modeli: “Çocuk hakkında acil koruma kararı alınmış, hakkında bir hizmet modeli benimsenmemiş ve herhangi bir kuruluş bakımından da yararlandırılmamış çocuğun, koruyucu aile konusunda eğitim almış profesyonel kişi ya da aile yanında birkaç gün veya bir aya kadar kaldığı yerdir.” Süreli koruyucu aile modeli: “Öz ailesi yanında bulundurulmaması gereken ve kısa zamanda ailesinin yanına döndürülmemesi gereken çocukların koruyucu aile konusunda eğitim almış kişilerin yanında kaldığı yerdir.” Uzmanlaşmış Koruyucu aile modeli: “Alanında çeşitli eğitimleri almış olan ailelerin yanında özel zorlukları ve ihtiyaçları olan çocukların kaldıkları yerler”dir. Koruyucu aile seçimi Koruyucu Aile Yönetmeliğine göre yapılmaktadır. Türk vatandaşı olan ve Türkiye’de ikamet eden, en az ilkokul mezunu olan 25-65 yaş arasındaki kişiler, evli iseler eşleriyle beraber koruyucu aile olmak için ASPB İl Müdürlüklerine başvuru yapabilirler (Akyüz, 2012: 444). Sosyal inceleme yapılarak değerlendirilen ailelerin çocuk yetiştirme 127 deneyimi, eğitim durumu, gelir durumu, sosyal yaşantısı ve çevresiyle olan ilişkileri seçilmelerinde öncelikli ölçütlerdir. Çocuğun akrabalarının veya ana-baba-çocuk ilişkisinin kurulduğu ailelerin koruyucu aile olmak istemeleri halinde yaş ve eğitim durumu göz ardı edilebilir. Koruyucu aile olan kişiler ile çocuk arasında yaş durumu, koruyucu aile olacak eşlerden yaşı küçük olan ile 18 yaştan az olamaz (KAY, m. 8/5). İncelemeler ve değerlendirme raporlarını içeren dosya, koruyucu aile komisyonu tarafından oy çokluğu sistemiyle değerlendirilir. Genel müdürlükçe hazırlanan sözleşmenin kurum ve aile arasında imzalanması neticesinde koruyucu aile uygulama süresi başlar. Koruyucu ailede çocuğun belirli aralıklarla sosyal çalışma görevlilerinin hazırlayacağı rapor ile gelişimi takip edilir. Çocuğun aile ile uyum durumu, herhangi bir ihmal ve istismara maruz kalma durumu olup olmadığı takip edilir. Bu tür sıkıntıların sezilmesi veya oluşması durumunda çocuk koruyucu ailenin elinden alınır. Bir çocuğun korunmaya muhtaçlığı tespit edildiğinde; “…bu çocuk durumuna uygun olarak ya ayni-nakdi yardımlarla ailesi veya yakınları yanında desteklenmekte, koruyucu aile yanına yerleştirilmekte, evlat edindirilmekte veya yatılı bir sosyal hizmet kuruluşuna yerleştirilmektedir” (Elmacı, 2010:8, 951). Tablo 11’de görüldüğü üzere, 2003 yılına kadar koruyucu aile hizmetinden faydalanmış çocuk sayısı 3573 iken, sadece 2014 yılında 846 koruyucu aile yanından bakılan çocuk sayısı 1046’dır. 2014 yılında toplamda bu hizmetten yararlanan çocuk sayısı 4008’e ulaşmıştır. 128 Koruyucu Aile Yıl İçinde Koruyucu Aile Yıl İçinde Olmak İçin Koruyucu Aile Yanında Bakılan Yanına Çocuk Koruyucu Yıllar Sırada Yanına Çocuk Sayısı Yerleştirilen Aile Sayısı Bekleyen Aile Yerleştirilen Aile Sayısı Kız Erkek Toplam Sayısı Çocuk Sayısı 2003 Yılına kadar koruyucu aile hizmetinden yararlanmış olan toplam çocuk sayısı 3573 2003 75 78 520 352 168 520 2004 111 113 589 405 199 604 2005 121 127 648 451 212 663 2006 209 204 798 555 258 813 2007 206 241 958 651 322 973 2008 217 224 1025 728 375 1.103 2009 191 216 1032 750 405 1.155 2010 197 232 1085 765 462 1.227 2011 160 173 1190 790 492 1.282 2012 249 306 1350 899 593 1.492 2013 1004 1549 1934 2776 1856 1495 3.351 2014 1142 846 1046 3283 2103 1905 4.008 * Kaynak: ASPB 2014 faaliyet raporu Tablo 11: 2003-2014 yılları arasında koruyucu aile hizmetinden yararlandırılan çocuk sayısı 3.8.4. Evlat Edindirme Hizmetleri Evli çiftlerin birlikteliklerinin en önemli ve en güzel anı çocuk sahibi oldukları andır. Bu fırsatı elde edemeyen ailelerin ise en büyük özlemi bir şekilde çocuk sahibi olabilmektir. Evli çiftler bu özlemlerini gidermek için her çareye başvurmaktadırlar. Ailelerin bu ihtiyaçları yasal yollardan giderilmediğinde onların yasa dışı yollara başvurdukları görülmektedir. Bazen çocuk özlemi çeken ailelerin isteklerini değerlendiren fırsatçıların ailelere çocuk satarak ticaret yaptıkları ve çocuk borsası oluşturdukları bilinmektedir (Koşar’dan Akt. Yazıcı, 2012:9, 505). Bu bağlamda çocuk özlemi çeken ailelerin yasal olmayan işlere bulaşmalarını engellemek adına bu ihtiyaçlarının devlet tarafından yasal bir şekilde karşılanması gerekmektedir. Bu isteklerin evlat edindirme işlemi ile gerçekleştirilmesi mümkün olabilmektedir. Evlat edinme; koşulları itibarıyla uygun çocukla, evlat edinmeye uygun kişi veya eşler arasında hukuki bağlar oluşturularak çocuk ile kişi ya da kişilerin ilişkisinin kurulması olarak tanımlanır. Evlat edinme hizmeti, çocuk açısından biyolojik anne ve soy bağı olan babanın sahip çıkmaması ve kendisini koruyacak kimselerin bulunmadığı durumlarda en iyi bakım modeli olarak kabul edilmektedir. Geçmiş dönemlere nazaran günümüzde daha çok önem kazanan evlat edinme, çocuk hukuku açısından da önem arz etmektedir. Meselenin özünde çocuğun korunmasını üstlenecek, ona biyolojik ve psikolojik gelişimi için bakım olanakları sağlayacak toplumsal (Akyüz, 2012:159) bir kurumun belirlenmesi sorunu vardır. ÇHGM 129 politikası gereği, kendi ailesi ile yaşama şansı kalmamış olan çocuklar için Evlat Edinme Hizmeti en uygun bakım olarak değerlendirilmektedir. Ülkemizde, Türk Medeni Kanunu’nun 305 ile 320. hükümleri ve Evlat Edinme Hizmetleri Tüzüğü referans alınarak evlat edindirmeye yönelik hizmetler yerine getirilmektedir (Salim, 2011:102). Ailelerin evlat edinmelerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü aracılık eder. Ülkelerarası evlat edinme işlemleri “Lahey Ülkelerarası Evlat Edinme Sözleşmesi” gereği Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü Aile Yanında Destek Hizmetleri Daire Başkanlığı’nın sorumluluğunda yürütülür (Evlat Edindirme web, 2013). Kuruma evlat edinmek üzere müracaat eden ve evlat edinme koşullarına uygun olan ailelerin bu hizmetten yararlanabilmesi bir takım değerlendirmeler sonucu gerçekleşir. TMK’nın madde 305 ölçüsünde bir yıllık geçici bakım sürecinde yapılan izlemeler neticesinde çocuk, uygun kanaatlerin oluşması ile mahkeme kararı ile evlat edinenin nüfus kütüğüne işlenerek onun soyadını alır ve ailenin öz çocuğu gibi eşit haklara sahip olur. 900 824 765 800 700 620 613 565 570 570 600 538 460 478 492 500 425 400 300 200 100 0 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 Kaynak: ASPB 2014 yılı faaliyet raporu Grafik 18: 2003-2014 yılları arasında evlat edinme sayıları Grafik 18’de evlat edindirme hizmetlerine bakılacak olunursa, ülke nüfusuna göre bu hizmetten yararlandırma sayısının düşük olduğu görülmektedir. 130 3.8.5. Kurum Bakım Hizmetleri Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü, “0-18 yaş grubunda olup haklarında korunma kararı ve/veya bakım tedbiri kararı alınarak kuruluş bakımına yerleştirilen çocukların korunması, bakımı, eğitimi, bir iş ve meslek sahibi yapılarak topluma yararlı bireyler hâline getirilmeleri ile ilgili her türlü çalışmaları yapmak/yaptırmak, izlemek ve koordine etmekle” görevlidir (ASPB, 2012: 50). Hakkında korunma kararı veya bakım tedbiri alınmış çocuklar ile aile yanına yerleştirilemeyen çocuklar kurum bakımı altına alınmaktadır. ÇHGM, çocukların pozisyonlarını ve güvenliklerini dikkate alarak yerleştirme yapmaktadır. Kuruluş bakım hizmetleri olarak çocuk yuvaları, yurtlar, sevgi siteleri (sevgi evleri), çocuk evleri ve çocuk destek merkezleri ile hizmet vermektedir. 3.8.5.1. Çocuk Yuvaları Çocuk yuvaları, 0-12 yaş arası korunmaya muhtaç çocukların, fiziksel, psikolojik, sosyolojik gelişimlerinin yanı sıra değerler eğitiminin kazandırılmasını amaçlayan yatılı sosyal hizmet kuruluşlarıdır. Zaruri durumlarda 12 yaşını bitirmiş, korunmaya muhtaç kız çocuklarına da yuvalarda bakılabilmektedir. 2015 Ocak ayı itibariyle 7’si Çocuk Yuvası ve Kız Yetiştirme Yurdu olmak üzere Türkiye’de toplam 16 çocuk yuvasında 735 çocuğa bakım ve koruma hizmeti verilmektedir (ÇHGM web, 2015). 3.8.5.2. Yetiştirme Yurtları Yetiştirme yurtları 13 - 18 yaş arası korunmaya muhtaç çocukların bakımı, korunması ile bir iş/meslek sahibi olmalarının sağlanması amacıyla kurulmuş olan yatılı sosyal hizmet kuruluşlarıdır. Yetiştirme Yurtları, 22462 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan ‘‘Yetiştirme Yurtlarının Kuruluş ve İşleyişine İlişkin Yönetmelik’’ uyarınca hizmet vermektedir (SED 2014:72). 2015 yılı Ocak sonu itibariyle 19 yetiştirme yurdunda toplam 631 çocuğa fiilen bakılmaktadır. Ayrıca, çocuk yuvası ve kız yetiştirme yurdu olarak 0-18 yaş çocuklara hizmet veren 7 kuruluşumuzda 337 çocuğumuza fiilen bakılmaktadır (ÇHGM web, 2015). 131 3.8.5.3. Çocuk Evleri Sitesi (Sevgi Evleri) Koruma ve bakım altındaki çocuklar önceden yurtlarda 5-20 kişilik odalarda kalırken dönüşüm kapsamında çocuk evleri sitesi bir villada 12 kişi ve odalarda ise en fazla 3 kişinin kalabileceği yatılı hizmet kuruluşları olarak hizmet vermektedir. 0-18 yaş arasındaki çocuklara aidiyet duygusunun kazandırılması amacıyla eski adıyla sevgi evleri yeni adıyla çocuk evleri sitesi olarak villa tipi evler inşa edilmiştir. 2015 yılı Ocak sonu itibariyle 77 sevgi evi sitesinde toplam 4610 çocuğumuza fiilen bakılmaktadır (ÇHGM web, 2015). 3.8.5.4. Çocuk Evleri Çocuk evleri, il merkezlerinde okul ve hastanelere yakın, sosyal-kültürel-fiziki açıdan uygun olan apartman dairesi veya müstakil dairelerde beş ile sekiz çocuğun kaldığı evler olarak tanımlanmıştır. Çocuk Evleri 27015 sayılı Resmi Gazete ’de yayımlanan Çocuk Evleri Çalışma Usul ve Esasları Hakkındaki Yönetmelik kapsamında hizmet vermektedir. 2015 yılı Ocak sonu itibarıyla 1015 Çocuk Evi’nde toplam 5251 çocuğun bakım ve korunma ihtiyaçları karşılanmaktadır (ÇHGM web, 2015). 3.9. AİLE YANINDA VERİLEN DESTEK HİZMETLERİ İnsan tabiatı gereği her zaman ve her yaşta öğrenmeye müsait bir yapıya sahiptir. Ancak yeterli eğitim ve öğretimden geçmemiş, hazır bulunuşluğu yeterli olmayan bireyler, aile çatısı altında birtakım problemlerle yüz yüze gelerek deneyim kazanmaktadırlar. Bu deneyimlerini bir sonraki sefere aktarmak isteseler de gelinen noktadaki problem ve çözüm metodu tamamen değiştiğinden başka bir problemle karşı karşıya kalmaktadırlar. Yaşanılan olaylarda sadece çekirdek ailenin değil bazen iç içe yaşanılan büyük ailenin de tesirinde kalınabiliyor. Bu durumda çocukların oto kontrol sistemi anne ve babada kalmayıp diğer aile üyelerine kalabiliyor. Bu durum kişilerin hayatlarına risk faktörü olarak etki edebilecek birçok problemin temelini hazırlamaktadır. ÇHS’nin 3’üncü maddesinde de görüldüğü gibi aile faktörü çocuğun hayatının şekillenmesinde her zaman çok önemli izler bırakabilmektedir. Sözleşme çocukların gelişiminde en önemli faktörü aile olarak görmektedir. Bunun yanında ailenin işlevinin takibini ve desteklenmesini sağlayan en etkili ve yetkili kurumu da devlet olarak tanımlamıştır. 132 Devlet, bireyleri, aileleri ve toplumu geliştirecek yaşam öğretilerine yön verdirerek bunların sürekli dirençli olmasını sağlamalıdır. Bu durum bireyin, ailenin ve toplumun riskli ve kontrolsüz ortamlardan kurtulabilmesi anlamını taşır. Peki devlet ne tür çalışmalarla toplumun çekirdeği olan aileye kazanımlar sağlatabilir? ASPB’nin temel işlevlerinden biri ailenin sosyal olarak yönlendirilmesidir. Kamu ve özel kuruluşlarla birlikte STK’lar ve gönüllü kişi ya da grupların ailelere yapacakları uygulamaları destekler ve takibini sağlar. ASPB bünyesinde olan Aile Ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü (ATHGM), ailenin korunması ve topluma entegre olabilecek bir parça olabilmesi için çeşitli programlar düzenler ve analizler yapar. ATHGM aileye yönelik çeşitli programlar vasıtasıyla doğrudan aileyi desteklerken dolaylı olarak çocuğu desteklemektedir. 3.9.1. Sosyal Hizmet Merkezi (SHM) Sosyal Hizmet Merkezleri (SHM) koruyucu ve önleyici hizmetlerin güçlendirilmesi amacıyla hizmete açılmıştır. Bu bağlamda ihtiyaç sahipleri tespit edilerek sosyal hizmet merkezi bünyesinde müdahale ve takip edilmesini, çocuk, genç, kadın, erkek, engelli, yaşlı birey ve ailelerine koruyucu, önleyici, destekleyici ve geliştirici hizmetler sunmayı hedefler. Rehberlik ve danışmanlık hizmetlerinin bir arada ve en kolay ulaşılabilir bir biçimde sunulması da SHM’nin amaçları arasındadır. Bu hizmetleri sunarken gerektiğinde kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve gönüllüler ile işbirliği yaparak koordinasyon sağlar. SHM’ler gündüzlü sosyal hizmet kuruluşları olarak tanımlanır (SHMY, m. 1). 3.9.2. Aile Sosyal Destek Programı (ASDEP) ASDEP programı ile kamunun imkânları değerlendirilerek ihtiyaç sahibi ailelere ulaşmak hedeflenmiştir. Ailelerin psikolojik ve sosyal yapılarıyla birlikte ekonomik durumları incelenir. İncelenen durumların değerlendirilmesi yapılarak kamu imkânları ölçüsünde ilgili aileye rehberlik veya yönlendirici hizmet sunulur. Toplumdaki çocuklara rehberlik edici ve yönlendirici faaliyetler yapılır. Bu kapsamda görev yapan personel, mesaisini ailelere ulaşıp gerekli saha çalışması yaparak değerlendirir. Personel, kamu imkânlarıyla rehberlik ve yönlendirme işlevini yürütür. ASDEP ile ihtiyaç sahibi tüm vatandaşlara ulaşmayı hedeflemektedirler. ASDEP’te çalışan bir 133 görevli ilgili kişi ya da kişilerin bilgi güvenliğine dikkat etmelidir. Görüşülen kişi ile ilgili programlamada çözüm odaklı bir yaklaşım sergilemelidir. Kişilere ulaşmada muhtar, öğretmen, aile hekimi, din görevlisi, tanıdık, komşu, akrabalar ve STK’lar tarafından destek sağlanır. Kişiyle yapılan görüşmeler kendisine ait olan ve yüz yüze yapılan görüşmeler olmalıdır (Çocuk Hakları Daire Başkanlığı, 2015). ASDEP, Kırıkkale, Sakarya, Ankara(Altındağ) ve Rize gibi pilot bölgelerde halen uygulanmaktadır. Uygulamayı yapan sosyal hizmet görevlileri başına 500-650 kişi düşmektedir (ASDEP web, 2015). 3.9.3. Aile Eğitim Programı (AEP) Ülkemizin toplumsal ve kültürel şartları dikkate alınarak ATHGM tarafından ailelerin mutlu, huzurlu ve sağlıklı olması için eğitici, bilgilendirici ve önleyici hizmet sunmak amacıyla oluşturulmuş programdır. Bu program, tüm ülkede uygulanabilecek geniş kapsamlı bir program niteliğini taşımaktadır. AEP, anayasa ve kanunlar temel alınarak oluşturulmuştur. Programın oluşturulmasında hükümet programı ile kalkınma planları da dikkate alınmıştır. AEP ile ailelerde tespit edilebilen örneklemeler sayesinde öngörüler ve bilimsel istatistikler oluşturulmaktadır. Bu bulgular ile ailelerin güçlü, sağlam ve huzurlu bir yapıya sahip olması sağlanarak ailelerin işlevselliğini artırmak hedeflenir. Bu program vesilesiyle ailelere sorumluluklarıyla birlikte sahip oldukları hakları öğretilir, ekonomik durumu yetersiz olan ailelere destek olunarak toplum içerisinde demokratik, saygın ve çevreye duyarlı bireyler olarak yer almaları sağlanır. Aile destek hizmeti uygulamasının başlıca ilkeleri şunlardır:  Toplumu, aileyi, çocuğu ve sosyal hizmet uzmanını içine alan bir ortaklık anlayışı içinde çalışmak.  Aile desteği, çocukların iyiliği, güvenliği ile birlikte duyguları ve istekleri üzerine odaklanır.  Aile destek hizmetleri çoğu aile ve çocuğun yaşamının bir özelliği olarak esnek bir yaklaşımla güçler perspektifine dayanır.  Aile desteği resmi olmayan destek kaynaklarını harekete geçirerek etkili müdahalelere olanak sağlar.  Aile desteği yerleşim yeri, zamanlama, ortam ve değişen gereksinimler bakımından esnek ve erişilebilir olmalıdır. 134  Aile desteği çocuk koruma ve ev dışında bakımı birleştirebilir.  Aileler, kendi bakım olanakları ve diğer kaynaklara erişim açısından teşvik edilir.  Aile destek hizmetlerinin planlanması, sunumu ve değerlendirilmesinde hizmet kullanıcılarının ve sağlayıcıların katılımı sürekli olarak teşvik edilmektedir.  Aile destek hizmetleri, yoksulluk, kırda ve kente yaşayanlar, engellilik gibi konularda sosyal içermeyi amaçlar.  Aile destek hizmetlerinde başarının ölçülmesi, hizmetten yararlananlar için çıktılara dayalı bir değerlendirmeyi kolaylaştıracak ve böylece iyi uygulamalara dayalı kaliteli hizmeti sürekli destekleyecek şekilde yapılandırılmış olmalıdır (Canavan, John ve Pat Akt SED, 2014:53). Bu hususlar çerçevesinde kalkınma planları ve hükümet programlarında da çocukların korunmasına yönelik stratejiler ve hedefler belirlenmekte ve hükümetler buna uygun politikalar geliştirmeye çalışmaktadırlar. Devlet Planlama Teşkilatı Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda (2007-2013) da çocuğun bakımı ve yetiştirilmesi için ideal ortam olan aileye yönelik eğitici programların yaygınlaştırılması (m. 624) öngörülmüştür (DPT, 2006: 97). Onuncu Kalkınma Planı’nda (2014-2018) “çocuk ve gençlik” başlığı altında geleceğe dönük temel stratejiler belirlenmiştir. Bu kalkınma planında çocuklar için olabilecek olan risk faktörlerinden bahsedilmekte (m. 262) ve onların iyi olma hallerinin desteklenmesi gerektiği, çocukların var olan potansiyellerini geliştirmeye yönelik fırsat ve imkânların artırılması gerektiğinden bahsedilmektedir. Eğitim, sağlık, adalet ve sosyal hizmetler olmak üzere temel kamu hizmetlerine erişimlerinin artırılması öngörülmektedir (m. 263). Ayrıca çocukların yoksulluktan kaynaklanan yoksunluklarının giderilmesi, erken çocukluk gelişiminin desteklenmesi (m. 264) amaçlanmaktadır. Çocukların iyi olma hallerini ve refahlarını artırıcı bütüncül modeller geliştirilerek, daha iyi eğitim ve sağlık hizmeti almalarının sağlanacağının; temel becerilerinin geliştirilerek, özellikle zor şartlar altındaki ve risk grubundaki çocukların yaşam kalitesinin yükseltileceği, toplumla bütünleşmelerinin sağlanacağının (265. madde) amaçlandığı ifade edilmektedir. 135 3.9.4. Sosyal Eğitim Desteği (SED) Çocukların korunması, yetiştirilmesi ve eğitimlerinin sağlanması o toplumun geleceğine ışık tutmaktır (Şenocak, 2010: 178). Anne ve baba çocuklarının korunmasından, bakımından ve eğitiminden sorumlu asıl kişilerdir (TMK m. 327-328). Ancak bu kişiler bazı durumlarda sosyo-ekonomik yönden yeterli olamamaktadırlar. (Akyüz, 1991: 710). Bu nedenle çocukla birlikte aileyi desteklemek toplumun temel görevleri arasındadır. Anne ve baba çocukları hakkında sorumluluklarını yerine getirmede yeterli olamıyorlarsa, çeşitli kurumlar vasıtasıyla devletin veya toplumun bu görevleri üstlenmesi tabii ve olağandır (Beter, 2010: 146). ASPB KHK’sinin 35. maddesi ile SHÇEKK’nın 26. maddesi çocuğun aile yanında korunması politikalarına yönelik uygulamalardır. Sosyal çalışma görevlileri incelemeleri sonucu ailelerin ve çocukların birlikteliklerini sağlamak üzere sosyal eğitim desteği ile desteklenmektedir. Bu desteklenmeler eşya, gıda, para, yakacak ve giyecek gibi yardımlardan oluşabilmektedir. 2014 yılında 30 ilde SED yardımı alan çocuklar ve ailelere bazı sorular yönlendirilerek yapılan araştırmada hakkında koruma kararı olup da çocukları aile yanında SED ile desteklenenlerin memnuniyetleri incelendiğinde (Grafik 19); çocukların aile yanında olmaktan ve ailelerin de çocuklarıyla birlikte olmalarından memnun oldukları görülmektedir. Ailelerin çocuklarını kuruluşlara göndermek istemeyen ailelerin oranı %96,6 iken, kuruluşlara gitmek istemeyen çocukların oranı %97,2 olarak görülmüştür. 3,4 2,81 96,6 Evet Evet Hayır 97,2 Hayır Aile Çocuk NOT: Korunma kararlı çocuklara sorulmuştur. Kaynak: 2014 SED hizmetlerinin değerIendirme projesi Grafik 19:SED çalışmalarında aile ve çocukları aile ile birlikte kalması Koruma ve bakım altında olup da SED yardımı sağlanarak ailesinin yanına döndürülmeye çalışılan çocuklardan oluşan grafik incelendiğinde (Grafik 20); çocuklardan %30,3’ü aile yanında kalmasının gerekliliğini, %22,4’ü ailesinin maddi koşullarının iyileştirilmesini, %18,2’si aile içi ilişkilerinin iyileştirilmesi gerektiğini, %13,9’u okul 136 başarısını artırması gerektiğini, %10,6’sı sağlık nedenlerini, %3,7’si ileride çalışabileceğini ve ailenin yanında kalırsa ailesine SED yardımı yapılacağını dile getirmiştir. 0,9 Ailenin maddi durumu 30,3 22,4 Aile içi ilişkiler Okul başarısı Çalışma (iş) durumu Sağlık durumu 18,2 Ailenin yanında kalma 10,6 13,9 istemesi 3,7 Kaynak: 2014 SED hizmetlerinin değerIendirme projesi Grafik 20:Aile yanına gitmek isteyen çocukların gitme nedenleri Hakkında koruma ve bakım kararı bulunup SED yardımı ile aile yanına geçen çocukların, bu geçişten sonra farklı zamanlarda aile bireyleriyle kavga ve tartışma yaşadıkları incelenmiştir. 35 30 30,2 27,9 30 24,2 24,623,3 25 20 12,9 15 10,5 8,3 8,1 10 AİLE Çocuk 5 0 Anne Baba Aile Abi yada SED yardımı Büyükleri abla alan çocuk Kaynak: 2014 SED hizmetlerinin değerIendirme projesi Grafik 21: Koruma kararı olup aile yanında kalan çocuklardan tartışma- kavgaya karışan kişiler Yapılan araştırmalarda çocukların daha masum, sevgiye ve desteğe daha çok ihtiyaçları oldukları görülmektedir. Çocuklar sorun çıkartanın kendileri olmadıklarını belirtmişlerdir. Çocuklara sorulduğunda, aile bireylerinden babanın kavga çıkartma yüzdesinin yüksek olduğu görülmektedir. Aile cephesinden bakıldığında ise çocuğun kavgacı ve tartışmacı tarafta yer 137 alma yüzdesinin düşük olduğu görülmektedir. Buradan ise annenin çocukla ilişki sıkıntısı yaşadığı görülmektedir. 60 55,6 50 39,6 40 30,3 30 19,720,9 17,2 20 8,1 10 52,5 1,1 0 Anne Baba Aile Büyükleri Abi Abla Çocuk Kardeş Kaynak: 2014 SED hizmetlerinin değerIendirme projesi Grafik 22: SED yardımı alan çocuğa veya aileye sorulduğunda şiddetten en çok zarar görenler Grafik 22’de görüldüğü gibi çocuğa veya aileye sorulduğunda şiddetten en çok zarar gören kişilerin ailede anne ve çocuk olduğu görülmektedir. Babanın aile üzerindeki otoritesi ve güçlü olması beklendiği gibi az çıkmıştır. Sonuç olarak, karşımıza çıkan durumu analiz ettiğimizde, anne-babanın hırçın olmaları veya çeşitli davranış bozukluklarının çocuğu aile ortamından uzaklaştırmaya sebep olduğu görülmektedir. SED yardımı alan korumalı ve korumasız çocuklara aile içinde annenin, babanın, diğer büyüklerin ve kendilerinin sigara, alkol, kumar, şans ve talih oyunları alışkanlıkları sorulduğunda; annenin zararlı alışkanlığı olarak ilk sırada sigara, daha sonra uyuşturucu madde alışkanlığı gösterilmektedir. Babaya bakıldığında ise en başta alkol olmak üzere her türlü zararlı alışkanlıkların olduğu görülmektedir. 138 350 300 76,9 250 77,1 Kumar 200 58,7 Şans ve talih oyunları150 31,3 Herhangi bir uyuşturucu madde 100 19,6 Sigara 50 58,5 85,9 Alkol 0 Anne Baba Çocuk Kardeş Kaynak: 2014 SED hizmetlerinin değerIendirme projesi Grafik 23: Ailelerin görüşüne göre ailede sahip olunan kötü alışkanlıklar Grafik 23 ve Grafik 24’de SED yardımı alan çocukların eğitim durumlarını incelediğimizde aileler ve çocukları belli oranda akademik başarılar için yorum yapmak istememektedirler. SED sonrası ailelerin ve çocukların ifadelerine göre derslerindeki akademik başarının arttığı görülmektedir. Okula gitme eğiliminde de artış gözlemlenmektedir. 3,1 5,8 23,4 50,5 17,2 5,8 7,8 7,5 37 41,9 15,8 SED sonrası-Çocuk 4,9 20,2 15,6 43,5 SED öncesi-Çocuk SED sonrası-Aile 8,5 16,2 27,4 35,6 12,3 SED öncesi-Aile Zayıf Orta İyi Pekiyi Cevapsız Kaynak: 2014 SED hizmetlerinin değerIendirme projesi Grafik 24: Çocuklarda SED yardımı öncesi ve sonrası akademik başarı durumu 139 350 300 88,8 250 200 81,9 150 SED sonrası - Çocuk 80,5 100 SED öncesi- Çocuk SED sonrası- Aile 50 73,3 SED öncesi- Aile 0 Her zaman Ara sıra Hiç Cevapsız gidiyordu gidiyordu gitmiyordu Kaynak: 2014 SED hizmetlerinin değerIendirme projesi Grafik 25: SED yardımını öncesi ve sonrası çocuktaki okul devamlılığı 140 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM SONUÇ VE ÖNERİLER Yapılan bu çalışmada korunmaya muhtaç çocukların suçlarıyla mücadelede Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün görev, yetki ve uygulamaları ele alınmış ve şu sonuçlara varılmıştır. Çocuk ve suçluluk denildiği zaman düşünülmesi gereken en önemli hususlar aile, çocuk ve devlet olarak karşımıza çıkmaktadır. Çocuğun iyi bir birey olabilmesi için bu saç ayağına büyük görevler düşmektedir. Aile toplumun en küçük birimi olduğundan çocuğa iyi bir model olmalıdır. Anne ve baba yaptığı davranışlarla çocuğunu doğru ve dürüst bir yola sevk etmelidir. Bunu yapmak için paraya ihtiyaç yoktur. Önemli olan ailenin çocuğu dürüst ve ahlaklı yetiştirmesi, iyiyi kötüden ayırt edebilmeyi öğretebilmesidir. Bu çalışmada suçun fiziksel, ruhsal, zihinsel ve çevresel sebeplerle ortaya çıktığı görülmüştür. Bu sebepler incelendiğinde hepsinin temel nedenleri çarpık kentleşmenin aileler üzerindeki negatif etkisi, modernleşme adı altında örf ve ananelerimizin yıpratılması, kitle iletişim araçlarının kullanma sıklığının artmasından dolayı temel değerlerimizin zayıflaması, iyi seviyede eğitim verilememesi, dini inançlarımızın köreltilmesi olarak sıralanmaktadır. Gelişmiş ülkelerin, çocuğu koruma ve suç ile mücadele yöntemleri incelendiğinde hukuk sisteminin en son basamak olduğu görülmektedir. Hukuk aşamasına gelinene kadar problemin koruyucu, önleyici tedbirler ve risk durumlarının sosyal düzenlemelerle çözülmeye çalışıldığı görülmüştür. Ülkemizde ise hukuk sisteminin başta yer aldığı görülmektedir. Örneğin şizofren olan bir babanın çocuklarının geleceği hiçbir zaman düşünülmez. Çocuk babadan şiddet veya zarar gördüğünde ve birisinin müracaatı ile süreç başlatılır. Bunun yerine aile ve çocuk için koruyucu önleyici ve risk durumları çıkartılarak tedbirler alınmalıdır. Ülkemizde; çocuğun, engellinin, kadının veya yetişkinin ihmal edilmesi, istismara uğraması veya suça sürüklenmesi durumları komşu, akraba, hastane müracaatlarında, adli vaka müracaatlarında ya da reyting veya haber uğruna yapılan bilgilendirici olmaktan daha öte 141 toplumun duygularına hitap eden haberlerden öğrenilerek işlem yapılmaktadır. Ancak günümüz teknolojinin daha etkin ve verimli kullanılmasının yolları denenerek kurumlar arası koordinasyonun bilişim üzerinden hızlı ve etkin bir şekilde sağlanmasıyla olaylara daha rasyonel ve hızlı bir şekilde müdahale edilebilir. Toplum içerisinde güçlü, eğitimli ve özgüvenli insanlar haklarını ve mağduriyetlerini her platformda daha kolay anlatıp savunabilmektedirler. Ancak fotoğrafın görünmeyen diğer yüzünde mağdur, yoksul ve garibanların dile getiremedikleri mağduriyetleri yatmaktadır. İncelenen TÜİK ve ÇHGM istatistiklerinde en çok kitlenin kendini ifade edemeyen dar gelirli, eğitim seviyesi düşük, sosyal olanakları zayıf ailelerin olduğu görülmektedir. Bakanlık kendine bağlı sosyal hizmet merkezlerini daha aktifleştirerek (örneğin her ilçeye bir SHM) toplum risk analizi yapmalı ve bu risk analizi değerlendirmelerine göre o bölgelerdeki ailelerin problemlerine çareler üretilmelidir. Aslında var olan sosyal işleyiş ufak düzenlemelerle daha da etkin kılınabilir. Örneğin her mahallede aile hekimi, toplum polisi ve muhtar var iken bunların arasına ASPB ile koordinasyon sağlayacak aile danışmanları getirilmelidir. İhmal ve istismara uğrayan ya da suça bulaşan çocuklar birden fazla kurum ve görevli ile muhatap olmaktadır. Her görüşmede çocuğun yaşadıklarını tekrar dile getirmesi ya çocuğu rencide etmekte ya da içinde bulunduğu durumu sıradanlaştırmaktadır. Bunun yerine muhatap olunan kurum ve görevli sayısı azaltılıp olayın çözümü daha profesyonelce ve tek elden sağlanmalıdır. ASPB’nda çalışan tüm personelin kanunları okuyarak yorumlaması gerekmektedir. Çünkü kanunlarda boşluklar mevcuttur. Örneğin 15 yaş altı bir çocuğun 5 yıla kadar işlediği hiçbir suçtan dolayı tutuklanması söz konusu değildir. Fakat 14 yaşındaki bir çocuk suça sürüklenerek çok kolay hırsızlık yapabilir. Bu örnek gibi durumlar kanunlarımızda boşluk olarak karşımıza çıkabilmektedir. ÇHGM’ne bağlı kuruluşlarda kalan çocuklara SED sağlandığında aile yanında kalmak istedikleri görülmüştür. Buradan da aileye verilen eğitim, danışmanlık, psikolojik desteklerinin yanında ekonomik desteğin de sağlanmasının önemli olduğu sonucuna varılmaktadır. ÇHGM 2015 yılında suça sürüklenen, suç mağduru, sokakta yaşayan, madde bağımlısı ve ihmal yada istismar mağduru çocuklara yönelik çocuk destek merkezleri açmıştır. Suç türüne göre ihtisaslaşan (sokakta yaşayan çocukların bir arada, cinsel istismara uğramış çocukların bir arada kalması) kuruluşlardan verim elde edebilme adına kısa sürede değişikliklere 142 gidilmemelidir. Alınan kararın uygulanabilirliği gözlemlenmeli ve çıkan sonuca göre değerlendirme yapılmalıdır. Yapılan incelemeler ve edinilen tecrübeler kapsamında çocukların suç işlemesi, kaçması tam anlamıyla engellenememiştir. Bundan dolayı şehir merkezlerinde bulunulan bu kuruluşların daha kırsala çekilerek rehabilite edilmesi gerekmektedir. Kırsalda rehabilite edilen çocuk daha sonra kalabalık toplum içerisine sokulmalı ve gelişimi takip edilmelidir. Gelişimi pozitif olan çocukların toplum içerisinde yaşamına devam etmesi, adapte olamayan çocukların tekrar kırsalda rehabilite edilmesine devam edilmesi gerekmektedir. 143 KAYNAKÇA 1. KİTAPLAR MAKALELER Aile Eğitimi Uygulama Raporu-2013, Sosyal Ve Kültürel Eğitimler ve Faaliyetler Grup Başkanlığı, Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü, ss: 7-8. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kanun Hükmünde Kararname, Kanun no: 633, Resmi Gazete: 08.06.2011 Sayı: 27958 Mükerrer. AKBK. (2013). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi "Çocuk dostu adalete ilişkin rehber". www.coe.int/children: Avrupa Konseyi Yayını. http://cocukhizmetleri.aile.gov.tr/data/5422b7cf369dc316585c0ded/%C3%87ocuk%2 0dostu%20adalet.pdf adresinden alındı AKBULUT Berrin, "Ceza Mevzuatında Çocuk ve Çocukların Yakalanması, Gözaltına Alınması". Hukuk Araştırma Dergisi, sayı:19, Cilt:2 (2013), ss: 541-582. AKTAN Can Coşkun, "Mücaleci Devletten Sınırlı Devlete", Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 1999 AKDUMAN Gülümser Gültekin, "Suça Karışan 12-15 Yaş Grubundaki Çocuklarda Akran İstismarı ve Kendilik Algısının Karşılaştırılması Olarak İncelenmesi", Basılmamış Doktora Tezi. Ankara Üniv. Fen Bilimleri Enst. Ev Ekonomisi Anabilim Dalı, Ankara, 2007, ss:156. AKFERT Serpil - Serpil ÇAKICI - Mehmet ÇAKICI, "Üniveriste Öğrencilerinde Sigara- Alkol Kullanımı ve Aile Sorunları İle İlişkisi", Sayı:10 (2009), Anadolu Psikiyatri Dergisi, ss:40-47. AKINCI Yılmaz - Tahsin ATAKAN, " Psikolojik, Pedagojik - Hukuki Yönleriyle Suça Giden ve Suç İşleyen Çocuklar". Hukuk ve Eğitim Serisi, Cilt:3, Istanbul, 1968. AKYÜZ Emine, Çocuk Hukuku (2. b.). Ankara, Pegem Akademi Yay., 2012. ALACAKAPTAN Uğur, Suçun Unsurları, Ankara, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yay., 1975, ss:3. Amatem nedir? (tarih yok). http://amatem.nedirkisaca.net/, Erişim Tarihi: 23.06.2015. ASDEP, "rize.aile.gov.tr/haberler/rizede-asdep-starti-verildi" (2015). ASLAN Onur Ender, Kamu Personel Rejimi, Ankara, TODAİE Yayını,2005, ss:228. ASP Samsun İl Müdürlüğü, "Korunmaya Muhtaç Çocuk",http://samsun.aile.gov.tr, (Erişim Tarihi: 04.01.2015). ASPB, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2014 Faaliyet Raporu. 144 AVCI Çağlar, "Uyuşturucu Kullanımında Tüyler Ürperten Tablo" Zaman Gazetesi, http://www.zaman.com.tr/gundem_uyusturucu-kullaniminda-tuyler-urperten- tablo_1180953.html, (E.T.: 12 12 2014). AVCI Müjdat, "Tutuklu Çocuklar Üzerine Bir Araştırma: Çocukların Suça Yönelmesinde Etkili Olan Toplumsal Nedenler Ve Çözüm Önerileri", Cilt 11, Sayı 1 (2008), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,. AYDIN Muhammed, "Kur'an Ve Sünnet'e Göre Çocuk Gelişiminde Ödül ve Ceza" Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt:13 (2007), ss:81. AYTAÇ Serpil, "Türkiye'de Korunmaya Muhtaç Çocuklar Meselesine Mukayeseli Bir Bakış ve Bursa Örneği". Uludağ Üniversitesi, Doktora Tezi, Bursa, 1985, ss:44. AYM, "18.02.1985 gün ve E.84/9, K.85/4 sayılı" Sosyal Hukuk Devleti Tanımı. Anayasa Mahkemesi Kararı. BAL Sedef, "Çocukluk Örselenme Yaşantıları, Ana-Baba-Ergen İlişki Biçimleri ve Sosyal Destek Algısının, Kural Dışı Davranışlarla İlişkisi", Çukurova Üniv. Sosyal bilimler Enstitüsü Eğitim Bilimleri A.B.D. YLT, 2010. BATUK Cengiz, "Tanrı'nın Asi Çocukları: Zalimlik ve Mazlumluk Arasında Şiddet Sarmalındaki Yahudiler". İnanç, Kültür ve Mitoloji Araştırma Dergisi, Cilt:5, Sayı:1 (2008), ss:157- 187. BAYRAKTAROĞLU Hayri, Hukuk Ders Kitabı. İstanbul: İ.Ü.Yayınları No:2292, Orman Fakültesi No:224, l977. BECCARİA Cesare, (Çev. S. Selçuk), Suçlar ve Cezalar Hakkında, İmge yayınevi: Ankara, 2004, ss:534. BERRİCK J.- SKİVENES M, "Fostering in the welfare states of the US and Norway" Journal of European Social Policy,2013,ss:423–436. BEŞE Ertan, "İnsan Niçin Suç İşler? Suçun Nedenselliğine İlişkin Temel Yaklaşımlar". Ertan BEŞE - Aytekin GELERİ içinde, SUÇ ÖNLEME MODELLERİ, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Yayını, Açıköğretim Fakültesi Yayını No: 1930, 2013 , ss. 2-34. BETER Özlem, "Türkiye ve İngiltere’de Çocuk Koruma Sistemleri", Doktora Tezi,. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara,2010. BİÇER Ümit - Hamit HANCI İ, "Adli Psikiyatri" http://www.ttb.org.tr/eweb/adli/8.html, (E. T.: 16 03 2015). BİLGE Olcay Bağcı, "Genç Baro" , http://www.gencbaro.org/makale/av-olcay-bagci-bilge- cocuk-hukuku-uzmani-cocuk-haklarinin-dunyada-ve-turkiye%E2%80%99de-gelisim- sureci.html (E. T. 25 12 2014). BOZKURT Cengiz, "Ekonomik Krizin Alt Ve Orta T.E.D.Deki Ailelere Etkileri İle İlgili Keçiören İlçesinde Yapılan Uygulamalı Araştırma". Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Yayımlanmamış Lisans Tezi, Ankara, 1992. BOZKURT Veysel, Sosyoloji Temel Kavramlar Kurumlar. Bursa, 2010: Ekim Yayıncılık ss:47-49. 145 BURCU Esra- Levent TAŞ - Çiğdem Sema SIRMA, "İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflanmasına (İBBS Düzey-1) Bağlı olarak Türkiye'de Gençlerin Sosyo Demografik Profili", Gençlik Araştırmaları Dergisi Cilt:21, Sayı:3 (Ocak 2014), ss:58 BURGER Jerry M, "Kişilik", İstanbul, Kaknüs Yayınları, 2006. BURKAY Senem, "Teorik Çerçevede Suç". ETHOS:Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar Dergisi,Cilt:2 Sayı:4 (Ekim,2008), 2(4), ss: 115. CANSEL Erol, "Sosyal Devlet ve Aile" Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:26, (1969) . ss:3-4. CANTER David (Çevirenler: DÖNMEZ Ali - BAŞER Ç. Işıl - GÜLER Meltem), Suç Psikolojisi , Ankara, İmge Yayınları , 2011. ÇATALOLUK Suzan, "Çocuk Suçluluğu", Adalet Dergisi, 1983, ss:973-1020. ÇAVUŞOĞLU Turgay -B. ONUR (der.), "Türkiye’de Çocuk Esirgeme Kurumu ve Çocuk: 1921-1983, 2.Ulusal Çocuk Kültürü Kongresi", Ankara,ÇOKAUM Yayınları,1999. ÇELENK Süleyman, "Okul Başarısının Ön Koşulu: Okul Aile Dayanışması", İlköğretim Online E-Dergi, Cilt:24 (2003), http://www.ilkogretim-online.org.tr (E.T.: 12 04 2015), ss:24. CEVİZCİ Ahmet, "İlkçağ Felsefesi Tarihi", Bursa, Asa Yayınları, 2001, ss:171 ÇİFTÇİ Ali -İbrahim BİÇİCİ, Aile rehberi, Ankara , Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, (ASAGEM; yayın no. 126), 2005, 96 s. Çocuk Hakları Daire Başkanlığı, http://cocukhizmetleri.aile.gov.tr/teskilat- yapisi/baskanliklarimiz/cocuk-haklari-dbsk. (E T: 25.03.2015). adresinden alındı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü. (2015, 02 04). http://www.cocukhizmetleri.gov.tr/upload/Node/10539/files/KoruyucuAile_Birimi_20 14.pdf adresinden alındı DEMİRBAŞ Timur, Ceza Hukuku Genel Hükümleri, Ankara, Seçkin Yayınları, 2002. DEMİRBAŞ Timur, Kriminoloji, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2001. DERDİMAN Ramazan Cengiz, Anayasa Hukuku. Ankara: Aktüel Yayınları, 2013. DERDİMAN Ramazan Cengiz, "Uyuşturucuyla Mücadelede Ulusal Ve Uluslararası Polisiye ve Hukukî Sorunlar ve Çözüm Önerileri". Oğuzhan Ömer DEMİR-Murat SEVER içinde, Örgütlü Suçlar Yeni Trentler, Polis Akademisi Yayınları, Ankara, 2011, ss: 57-93. DERDİMAN Ramazan Cengiz, Belediyelerin Kolluk Fonksiyonuna İlişkin Genel Bir Deneme-1. "Çağadaş Yerel Yönetimler" Cilt:6, Sayı:3 (Temmuz 1997), ss:103-121. Devlet Planlama Teşkilatı, 2006. DOĞAN İsmail, “Vatandaşlık Demokrasi ve İnsan Hakları” (6. b.) Ankara, Pegem A Yayınları, 2007 146 DOLU Osman, "Rasyonel Bir Tercih Olarak Suç: Klasik Okul Düşüncelerinin Suçu Açıklama Ve Önleme Kapasitesinin Değerlendirilmesi", Polis Dergisi, Cilt:11, Sayı:4, (2009), ss:89-120. DOLU Osman, "Suç Teorileri (Teori, Araştırma ve Uygulamada Kriminoloji)" Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2011. DÖNMEZER Sulhi, Kriminoloji. İstanbul, Beta yayınları, 1994. DÖNMEZER Sulhi -Sahir ERMAN, "Nazarî ve Tatbikî Ceza Hukuku Genel Kısım", Cilt:11, İstanbul, 1997, Filiz Kitapevi, ss: 421. DURMAZ Şükrü, "Bilişim Suçlarının Sosyolojik Analizi" Gazi Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi A.B.D. YLT, 2005,28. ELMACI Deniz, "Günümüzün Yetim Kalan Kuruluşları: Yetiştirme Yurtları". Türk Eğitim Bilimleri Dergisi, Cilt:8, Sayı:4, (Güz 2010), ss: 949-969. ERDOĞDU Rüstem - M. Yüksel ERKAN, "Göç ve Çocuk Suçluluğu". Aile ve Toplum Dergisi, Cilt:3, Sayı:9, (Ocak-Şubat-Mart, 2006), ss: 80. EREM Faruk, "Adalet Psikolojisi". Ankara: Sevinç Marbası, 1977, ss: 6. ERKAN Rüstem, "Sosyal Çevrenin Sokak Çocukluğuna ve Çocuk Suçluluğuna Etkisi: Diyarbakır Örneği", 1.Ulusal Çocuk ve Suç: Nedenler Ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu, Tisamat Basın Sanayi, Ankara, 2002. ESPİNG-ANDERSEN Gosta, "The Three worlds of welfare capitalism", Oxford,Policy Press,1990. Evlat Edinme Hizmetleri, www.cocokhizmetleri.gov.tr/uygulamalar/evlat edinme, (E. T.: 15 03 2015). GOUGH Ian (Çev: Kamil GÜNGÖR), "Refah Devleti", Sayı:4,http://wwv.canaktan.org/politika/anti_leviathan/diger-yazilar/gungor-refah- devleti.pdf, 29.03.2003, s. 895 (E. T.:24 05 2015). GÖKÇE Birsen, "Memleketimizde Cumhuriyet Devrinde Kimsesiz Çocuklar Sorunu İle İlgili Tutumun Sosyolojik Mukayeseli Tahlil ve İzahı". Ankara: T.C Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü Yayınları, Başbakanlık Basımevi, 1975, ss:76. GÖKULU Gökhan, "Aydınlanma Felsefesinin Ceza Adalet Sistemine Etkileri ve Şiddetin Eleştirisi". Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl:2, Sayı:5 (2014), ss: 629- 650. GÖLCÜKLÜ Feyyaz, "Türkiye’de Çocuk Suçluluğu Hakkında Bir Araştırma", Ankara, Sevinç Matbaası, 1962, 29. GÖNÜLTAŞ M. BURAK, "Adana İlinde Mala Ve Şahsa Karşı Suç İşleyen Çocukların Sosyodemografik Özelliklerinin Ortaya Konulması", Çukurova Üniv. Sağlık Bilimleri Enstitüsü A.B.D., YLT, 2009. 147 GÜL Serdar Kenan- İsmail Dinçer GÜNEŞ, "Ergenlik Dönemi Sorunları ve Şiddet", Afyon Kocatepe Üniv. Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:11, Sayı:1(Haziran-2009), ss:79-99 GÜL Songül Sallan, "Yeni Sağ Sosyal Güvenlik Anlayışının Tarihsel Bağlantıları: İngiltere ve Türkiye Örnekleri", Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt:40, Sayı:2-3, (2000), ss:51-66. GÜLER Birgül Ayman, "Devlet ve Yerelleşme",Yasal Değişim Sürecinde İnsan, Toplum, Çevre, Kent ve Mimarlık Sempozyumu. İstanbul,TMMOB Mimarlar Odası Yayınları,2005. GÜNDÜZ Şinasi, Dinsel Şiddet: Sevgi söyleminden şiddet realitesine Hıristiyanlık. Etüt Yayınları, Samsun, 2002, ss:34. GÜRDAL Ayça Demir, "Sosyolojinin İhmal Kategorisi Çocuklar Üzerinden Çocukluk Sosyolojisine ve Sosyolojiye Bakmak". "İş Güç" Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, Cilt:15, Sayı:4 (2013), ss: 1-26. GÜROL Defne Tamar - Kültegin ÖGEL, http://www.ogelk.net/, (2011) , http://www.ogelk.net/Dosyadepo/aile.pdf (E.T. : 22 25 2015). GÜVENÇ Buzkurt, "Aile ve Eğitim" Türk Eğitim Derneği, 8. Eğitim Toplantısı, Ankara, Şafak Matbası, 1994. HAFIZOĞULLARI Zeki, Ceza Normu Normatif Bir Yapı Olarak Ceza Hukuku Düzeni, (2.Baskı), Ankara, US-A Yayıncılık, 1996, ss. 276. HINRICHS Karl, The three worlds of welfare capitalism by Gøsta Esping-Andersen. European Sociological Review. Cilt:2, (1992), http://links.jstor.org. adresinden alındı Hukuk, B. (2012). Yeriş Hukuk Sitesi. 02 01, 2015 tarihinde http://www.yetishukuk.com/bilgi_detay?id=60 adresinden alındı İÇLİ Tülin Günşen, Kriminoloji, (1. b.). Ankara, Martı Kitapevi, 2004: ss: 1. İNAN Ali Naim, "Çocuğun Korunması ve Polis". Ankara Üniv. Hukuk Fak. Dergisi, Cilt: 37 Sayı: 1 (1980), ss: 244. İNAN Ali Naim, "Çocuk Hakları Beyannamesi İlkelerinin Türk Hukuk Sistemine Etkisi". Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1 (1968), ss: 202-210. İnsan Hakları, (1. baskı), Ankara, Matus Basımevi, 2006. İPEK Alper, "Suça Sürüklenen Çocukların Okul Dönemlerinin İncelenmesi ve Bu Dönemde Barındırdıkları Risk Faktörlerinin Belirlenmesi: Ankara, İstanbul ve İzmir Jandarma Çocuk Merkezleri Örneği" Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü Güvenlik Bilimleri A.B.D. Y.L.T. 2010. İRTİŞ Verda, “Birincil ve İkincil Sonuçlandırmalar Üzerinden Türkiye’de Çocuk ve Genç Ceza Adalet Sistemine Bir Bakış”, Toplumbilim, Suç ve Kent Özel Sayısı, Sayı:23, (2008), ss: 63–70. 148 İRTİŞ Verda, “Şiddetin saklı boyutu: “Handikapların” birikimi ve çocuk ceza adaleti”, Çocuk ve Şiddet Çalıştayı, İstanbul Tabib Odası Çocuk Hakları Komisyonu, (Aralık 2009). İRTİŞ Verda, “Korumak, Cezalandırmak ve Minyatür Yetişkinlere Dönüştürmek Bileşenlerinde Türkiye’de Çocuk Ve Genç Ceza Adalet Sistemi”, Korumak, Cezalandırmak ve Minyatür Yetişkinlere Dönüştürmek Bileşenlerinde Türkiye’de Çocuk ve Genç Ceza Adalet Sistemi, IV. Ulusal Sosyoloji Kongresi (Aralık 2009). İstanbul Psikiyatri Enstitüsü, "Çocuk Çağı Ruhsal Problemleri" http://www.ipe.com.tr/tr/icerik/23/cocuk-cagi-ruhsal-problemleri (E. T.: 14 03 2015). IŞIK Halil, "Çocuk Suçluluğu ve Okullar ile İlişkisi". Ahi Evran Üniv. Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi (KEFAD), Cilt 7, Sayı 2 (Aralık 2006), ss: 287-299. IŞIKTAÇ Yasemin, "Sosyolojik Açıdan Çocuk Suçluluğu ve Bir Hukuk Devleti Olan Türkiye'de Devletin Cezalandırma Yetkisini Kullanış Biçimi", Mevzuat Dergisi, Yıl:2, Sayı:13 (Ocak 1999), http://www.mevzuatdergisi.com/1999/01a/01.htm (E. T.: 14 02 2015). KANER Sena, "Suçluluğu Açıklayan Yaklaşımlar". Ankara Üniv. Eğitim Bilimleri Dergisi, Cilt:25, Sayı:2 (1992), ss. 474. KANER Sena, “Akran İlişkileri Ölçeği ve Akran Sapması Ölçeği Geliştirme Çalışması”, Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt:33 Sayı:1-2 (2002),. KARA Bülent, "Sosyal Haklar Ve Özel Olarak Korunması Gereken Kişiler". Süleyman Demirel Üniversitesi, Kamu Yönetimi Bölümü, Doktora Tezi, Isparta, (2008), ss:113. KAYGAS Ömer, "Suça Sürüklenen Çocuğun Cezai Sorumluluğu", http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1366.htm, E.T.: 11 02 2015 KIZMAZ Zahir, "Din ve Suçluluk: Suç Teorileri Açısından Kuramsal Bir Yaklaşım", Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:15, Sayı:1,(2005), Elazığ, ss:189-215. KIZMAZ Zahir, "Öğrenim Düzeyi ve Suç: Suç- Okul İlişkisi Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma". Fırat Üniv. Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:14, Sayı:2 (2004), ss: 291-319. KOÇ Bekir, "Osmanlı Islahhanelerinin İşlevlerine İlişkin Bazı Görüşler". Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:6, Sayı:2 (2007),ss:112-127. KOJAN B. - B. LONNE, "Child and Family Social Work", Child and Family Social Work Cilt:17, (2012),ss: 96-107. KONAN Belkıs, " Osmanlı Devleti’nde Çocuk Düşürme Suçu", Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi. Cilt:57, Sayı:4 (2008), ss:319-335. KÖKSAL Hüseyin, "Çocukluk, Değişen Dünya Ve Tarih Öğretiminden Beklentiler", Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi. Cilt:1, Sayı:4 (2008), ss:389. KÖSEMİHAL Nurettin Sazi, Durkheim Sosyolojisi. Remzi Kitabevi, 1971, ss: 43. KUÇURADİ İoanna, İnsan ve Değerleri (2. b.) , Ankara, Meteksan Anonim Şirketi, 1998. 149 KUNT Veysel, Suç ve Çocuk, Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Antropoloji Ana Bilim Dalı Y.L.T., 2003. KURT Abdurrahman, "Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yönden İslam Öncesi Mekke Toplumu." Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt:10, Sayı: 2 (2001), ss:116 KURTULUŞ Ayşe ve Ark, "Denizli İlinde 12-15 Yaş Arasındaki Suça Sürüklenen Çocukların Sosyodemografik Özellikleri". Pamukkale Tıp Dergisi, Cilt:2, Sayı:1, (Mart 2009), ss: 8-14. MARSHALL Gordon, (Çev. O. Akınhay ve D. Kömürcü ) Sosyoloji Sözlüğü (2. b.). Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 2005: ss: 639. MÜFTÜ Gülgün, "Çocuk Hakları" Milli Eğitim, Eğitim ve Sosyal Bilimler Dergisi, sayı:151 (2001), ss:150. ss:147. Müjdat AVCI, "Yazgının Yokluğunda Suçun Varlığı Meselesi ya da Ailenin Parçalanmasının Suçla İlişkisi", Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt: 15, (2011) . NİRUN Nihat, "Sosyal Hadisenin Sosyal Sebepleri Üzerine Bir Araştırma". Ankara Üniv. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt:6 (1968), ss: 121-188. NİRUN Nihat, "Sosyal Problemler ve Sosyal Bünye". Ankara Üniv. DTCF Felsefe Bölümü Dergisi, Cilt:3 (1965), ss: 235-244. NİRUN Nihat, "Sosyal Sistemde Sapmalar". DTCF Felsefe Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Araştırma VIII, (1970), Ankara Üniversitesi Basım Evi. ONUR Bekir, "Çocuk Tarih ve Toplum". İmge Kitabevi, Ankara, 2005, ss:4. OZANKAYA Özer, Temel Toplum Bilim Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Cem Yayınevi, 1995, ss: 108. ÖZBEK Nadir, Cumhuriyet Türkiye’sinde Sosyal Güvenlik ve Sosyal Poltikalar, İstanbul, Emeklilik Gözetim Merkezi Yayınları, 2006, ss:76. ÖZDEMİR Süleyman, Küreselleşme Sürecinde Refah Devleti, İstanbul,Entegre Matbaacılık,2007. ÖZGENTÜRK İlyas, "Çocuk İstismarı ve İhmal". International Journal of Human Sciences, Cilt:11 Sayı:2, (2014), syf: 265-277. ÖZGİŞİ Tunca, "Bir Siyasi İmge Olarak Çocuk ve Savaşlar: I. Dünya Savaşı Örneği". Electronic Turkish Studies, Cilt:8, Sayı:11 (2013), ss: 293-312, http://www.turkishstudies.net/Makaleler/1377083546_19%C3%96zgi%C5%9FiTunca -trh-293-312.pdf. ÖZKAN Salih, "Türkiye’de Darüleytamların Gelişimi ve Niğde Darüleytamı". Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı:19 (2006), ss:211-229. 150 ÖZTÜRK Müge, "Sokakta Çalışan Ve Suç İşlemiş Çocukların Toplumsal ve Bireysel Uyum ve Davranış Bozukluklarının Ölçülmesi", Ankara Üniv. Sağlık Bilimleri Enst. Y.L.T., Ankara, 2007, ss:18. ÖZYANIK Ahmet, Sokakta çalışan çocuklar sorunu, Ankara sokaklarında çalışan çocuklar projesi, Ankara, Emniyet Genel Müdürlüğü Yayınları, 1994. POLAT Halil, P, "Çocukların Cezai Sorumluluğu ve Yargılanmalarındaki Özellikler Üzerine Bir İnceleme". Türkiye Barolar Birliği Dergisi, sayı:90, (Eylül-Ekim 2010), ss: 64 - 100. POLAT Oğuz, Kriminoloji ve Kriminalistik Üzerine Notlar,Ankara, Seçkin Yayıcılık, 2004, ss:5. POLAT Salihe, "Hıristiyanlık’ta Manastır Hayatı ". Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri (Dinler Tarihi) Anabilim Dalı Y. L. T, Ankara, 2004, ss:5. POSTMAN Neil (Çev. K. İnal ), Çocukluğun Yokoluşu. İmge Yayınları, Ankara, 1995. RAHİMOV İlham, Suç ve Ceza Felsefesi. Ankara: Ekoavrasya yay., 2014. Resmi Gazete, "Çocuk Hakları Sözleşmesi Kabulu" 1995. http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/22184.pdf. ROSANVALLON Pierre (Çev. Burcu ŞAHİNLİ), Refah devletinin Krizi,Ankara, Dost Yayınları,2004. SAKA Fisun, "Türkiye'de suçlu çocuk profili değişiyor", Hürriyet Gazetesi Sağlık , http://www.hurriyet.com.tr/yasasinhayat/10137781.asp , (E. T.:02.02.2015). SARDOĞAN Mehmet E.- KAYGUSUZ Canani, “Antisosyal Kişilik Bozukluğu Tanısı Almış ve Almamış Olan Bireylerin Duygusal Zeka Düzeyleri Açısından İncelenmesi”, Ege Eğitim Dergisi Cilt:7 Sayı:1 (2006), ss: 85–102. SARPDAĞ Mustafa, "Çocuk Suçluluğunun Nedenleri", Çağın Polisi Dergisi, Sayı: 36, (Aralık 2004), http://www.caginpolisi.com.tr/cocuk-suclulugunun-nedenleri/. SEVÜK Handan Yokuş, "Uluslararası Sözleşmelerdeki İlkeler Açısından Çocuk Suçluluğu ile Mücadelede Kurumsal Yaklaşım", İstanbul, Beta Yayınları, 1998, ss:48-52. SOKULLU-AKINCI R. Füsun, Kriminoloji, İstanbul, Beta yayınları, 1994, ss: 43-45. SARI Saime Çağlar, "Çocuk, Oyun ve Öğrenme", Eğitime Bakış Dergisi, Yıl:7, Sayı: 20 (Nisan-Mayıs-Haziran 2011), ss:21 SORMAZ Fulya -Hülya YÜKSEL, "Değişen Çocukluk, Oyun ve Oyuncağın Endüstrileşmesi ve Tüketim Kültürü". Gaziantep Üniv. Sos. Bilimler Dergisi, Sayı: 11, (Ekim 2012), ss: 985-1008. Sosyal Ve Ekonomik Destek Hizmetlerinin Değerlendirilmesi Projesi, Araştırma Sonuç Raporu, Ankara,Özel Ofset,2014. 151 SOYASLAN Doğan, Kriminoloji. Ankara: Yetkin Yayınları, 2003. ŞENOCAK Hasan, Korunmaya muhtaç çocuklara sağlanan bakım yöntemleri. Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, Cilt:2, Sayı:51 (2010), ss:177-228. TAN Mine, "Çağlar Boyunca Çocuk". Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt: 22 Sayı: 1 (1989), ss: 71-82. TANER Mehmet, "Suçlu Çocuklar, Suça Itilme Nedenleri ve Eğitim Yolu ile Korunmaları" 22.2.1985 Tarihinde Ankara'da Yapılan Panelde Okunan Tebliğler, Ankara: Adalet Bakanlığı, 1985, ss. 29-36. TARABİNİ Aina, "Education and poverty in the global development agenda: Emergence, evolution and consolidation". International Journal of Educational Development,2010, ss: 204-212. TİRYAKİOĞLU Bilgin, Çocukların Korunmasına İlişkin Milletlerarası Sözleşmeler ve Türk Hukuku, Ankara, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 1991, ss:6. TOPAL Mehmet, "Balkanlarda Bir Modernleşme Örneği: Rusçuk". Mavi Atlas Dergisi, Sayı:4, (2015), ss:1-25. TÜMERKAN Somay, "Klasik, Pozitivist Okullarda ve Toplumsal Savunma Hareketinde Ceza Sorumluluğunun Esası". İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2011: http://www.journals.istanbul.edu.tr/iuhfm/article/view/1023004058. TÜRKÇAPAR M. Hakan, "Sosyal fobinin psikolojik kuramı." Klinik Psikiyatri Dergisi Cilt:2 (1999), ss: 247-253. Türk Dil Kurumu, “Büyük Türkçe Sözlük”. http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts (E.T.:23.11.2014) adresinden alındı Türkiye İstatistik Kurumu, Güvenlik Güçlerine Gelen Yada Getirilen Çocuklar 2013 yılı, Ankara , Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası, 2013. Türkiye İstatistik Kurumu, "suça sürüklenen veya suç mağduru çocuklar", TÜİK, http://tuik.gov.tr/basinOdasi/haberler/2015_49_20150811.pdf (E. T.:11 11 2014). Türkiye Zeka Vakfı, IQ Nedir?, http://tzv.org.tr/zeka/iq-nedir, (E. T.: 11 01 2015). ULUDAĞ Şener, "Onarıcı ve Cezalandırıcı Adalet: Paradigma Değişikliğini Tetikleyen Şartlar". Polis Bilimleri Dergisi, Cilt:13, Sayı:4 (2011), ss: 127-151. ULUĞTEKİN Sevda, Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumlaşması Ankara, Bizim Büro Basımevi, 1991, ss:36-38. UNICEF Bilgi Merkezi, http://www.unicef.org.tr/files/bilgimerkezi/doc/%C3%96Z%20DE%C4%9EERL END%C4%B0RME%20RAPORU.pdf (E.T. 07 06 2015). UNICEF Türkiye, www.unicef.org/turkey/, (E.T.: 06 03 2015). 152 UNICEF, "Çocuk Hakları ve Gazetecilik Uygulamaları" http://www.unicef.org.tr/files/bilgimerkezi/doc/Cocuk%20Haklari%20ve%20Gazeteci lik.pdf, (E. T.: 22.05.2015). VALLE Jorge F. del - Cinzia CANALİ- Amaia BRAVO-Tizian VECCHİATO, "Child protection in Italy and Spain: Influence of the family" psychosocial- intervention.elsevier.es/.../90260..., 2013. YALÇIN Hatice -Murat BAY - Ercan EKMEKÇİOĞLU, "Türkiye Ve Türk Dünyasında Çocuk Hakları İle İlgili Çalışmaların Yararları", II. Uluslararası Sosyal Bilimciler Kongresi, 2014, ss: 429-437. YAPICI Mehmet - Şenay YAPICI, "Bir Değer Olarak Çocukluk". Üniversite ve Toplum, Cilt: 4, Sayı: 4 (Aralık 2004), ss: 168-182. YAŞAR Öznur - Nihal DAĞDELEN, "Korunmaya Muhtaç Çocukların Yetiştirilmesinde Çocuk Yurtlarından Çocuk Evlerine Geçişin, Çocukların Sosyo-Kültürel ve Psikolojik Gelişimlerine Etkisi Üzerine Bir Çalışma: Isparta Örneği". Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:2, Sayı: 18 (Şubat 2013). YAVUZER Haluk , Çocuk ve Suç, (15. b.). İstanbul: Remzi Kitapevi, 2013. YAVUZER Haluk, Çocuk Psikolojisi, İstanbul, Remzi Yayınları, 1994, ss:138. YAZICI Ergün, "Korunmaya Muhtaç Çocuklar ve Çocuk Evleri". Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:9, Sayı:18 (2012), ss:499-525. YAZICI Salim, "Geçmişten Günümüze Türkiye’de Çocuk Koruma Politikaları ve Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu",Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Esntitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı Y.L.T,2011. Yetiş Hukuk Bürosu, (E. T.: 23.12.2014) Vasi ve Vesayet Nedir? http://www.yetishukuk.com/bilgi_detay?id=60 adresinden alındı YOLCUOĞLU İsmet Galip, "Değerlendirmede Çocuk Faktörü ve Çocukların Katılımı", http://www.sosyalhizmetuzmani.org/shu_aile2.htm (E. T. : 14 04 2015). YOLCUOĞLU İsmet Galip, Türkiye'de çocuk koruma sisteminin genel olarak değerlendirilmesi. Aile ve Toplum Dergisi, Cilt:5, Sayı:18 (2009), ss:43-57. YÖRÜKOĞLU Atalay, Değişen Toplumda Aile ve Çocuk, (6. b.). İstanbul: Özgür Yayınları, 2000, ss: 191. YÜCEL Mustafa Tören, Kriminoloji, İstanbul, Umut Vakfı Yayınları, 2004, ss:37. 153 2. FAYDALANILAN MEVZUAT Ceza Muhakemesi Kanunu, Kanun No: 5271, 04 12 2004, Resmi Gazete: 17 12 2004, Sayı : 25673. Çocuk Destek Yönetmenliği, Resmi Gazete: 29 Mart 2015 Sayı: 29310. Çocuk Hakları Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Çocuk Mağdurlar ve Çocuk Tanıklar Rehberi, (Erişim Tarihi: 12.06.2015). https://www.tbmm.gov.tr/.../docs/.../magdur_haklari_incelemeraporu.pdf adresinden alındı Çocuk Hakları Sözleşmesi, http://www.unicef.org/turkey/pdf/_cr23.pdf (E. T. 12 01 2015). Çocuk Koruma Kanunu, Kanun No: 5395, 3 7 2005. Resmi Gazete: 5 7 2005, Sayı : 25876. Çocuk Koruma Kanununa Göre Verilen Koruyucu ve Destekleyici Tedbir Kararlarının Uygulanması Hakkında Yönetmelik, Resmi Gazete: 23.12.2006, Sayı: 26386. Çocuk Koruma Kanununun Uygulanmasına İlişkin Usûl ve Esaslar Hakkında Yönetmelik, 01/08/2013 Resmi Gazete Tarihi : 23/12/2006 Sayısı : 26386. Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği, Resmi Gazete: 05 03 2013 Sayı: 28578. İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkındaki Kanun, Kanun no:5651 04 05 2007 Resmi Gazete: 23 05 2007 Sayı : 26530. Koruyu Aile Yönetmenliği, Resmi Gazete:14 12 2012 Sayı: 28497. Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu, Kanun no: 1117 , Resmi Gazete: 07 07 1927 Sayı: 627. Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkındaki Kanun, Kanun no: 6112 15 02 2011 Resmi Gazete: 03 03 2011 Sayı: 27863. Sosyal Hizmet Merkezi Yönetmenliği, Resmi Gazete:09 02 2013 Sayı:28554. Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kanunu, Kanun no: 2828, 24/5/1983, Resmî Gazete: 27.5.1983, Sayı:18059. Türk Ceza Kanunu, 26.09.2004, Resmi Gazete Tarihi: 12.10.2004, 5237, Sayısı: 25611. Türk Medeni Kanunu, Kanun no:4721, 22/11/2001, Resmi Gazete: 8/12/2001, Sayı:24607. Türk Medeni Kanununun Velayet Vesayet ve Miras Hükümlerinin Uygulanmasına İlişkin Tüzük, 21 7 2003, Resmi Gazete: 10 8 2003, No: 25195. Tütün Ürünlerini Önlenmesinde ve Kontrolü Hakkında Kanun, Kanun no:4207 7 11 1996 Resmi Gazete: 26 11 1996 Sayı:22829. Uçucu Maddelerin Zararlarından İnsan Sağlığının Korunması Hakkında Yönetmelik, Kanun no: 5898 07 05 2009 Resmi Gazete: 05 08 2010 Sayı: 27663. Yakalama Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği, Resmi Gazete: 1 10 1998 Sayı: 23480. 154 ÖZGEÇMİŞ Adı, Soyadı Nadir KURUKOL Doğum Yeri ve Yılı Erzurum-Aşkale 1980 Bildiği Yabancı Diller İngilizce İyi ve Düzeyi Eğitim Durumu Başlama - Bitirme Yılı Kurum Adı Lise 1994 1997 Tercan Lisesi Lisans 1998 2003 Niğde Üniversitesi – Fen Edebiyat Fakültesi Yüksek Lisans 2013 2015 Uludağ Üniversitesi – Sosyal Bilimler Enstitüsü – Kamu Yönetimi Doktora Çalıştığı Kurum (lar) Başlama - Ayrılma Yılı Çalışılan Kurumun Adı 1. 2003 2010 Fizik Öğretmenliği 2. 2010 - Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı - Öğretmen 3. Üye Olduğu Bilimsel ve Mesleki Kuruluşlar Katıldığı Proje ve Toplantılar Yayınlar: Diğer: İletişim (e-posta): nkurukol@gmail.com – nkurukol@hotmail.com Tarih İmza Nadir KURUKOL Adı Soyadı 155