T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI ESKİ TÜRK EDEBİYATI BİLİM DALI RİSÂLE-İ NİL (İNCELEME - METİN) YÜKSEK LİSANS TEZİ Ebiha ABAK BURSA – 2023 T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI ESKİ TÜRK EDEBİYATI BİLİM DALI RİSÂLE-İ NİL (İNCELEME - METİN) YÜKSEK LİSANS TEZİ Ebiha ABAK Danışman: Doç. Dr. Sadettin EĞRİ BURSA – 2023 T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı’nda 702041008 numaralı Ebiha ABAK’ın hazırladığı “Risâle-i Nil (İnceleme-Metin)” başlıklı yüksek lisans tezi ile ilgili savunma sınavı 14/08/2023 günü 14.00 - 15.00 saatleri arasında yapılmıştır. Alınan cevaplar sonunda adayın ……………………….. (başarılı / başarısız) olduğuna ……………….……………………………….. (oybirliği / oy çokluğu) ile karar verilmiştir. Üye (Tez Danışmanı ve Sınav Komisyonu Başkanı) Doç. Dr. Sadettin EĞRİ Bursa Uludağ Üniversitesi 14/08/2023 T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı’nda 702041008 numaralı Ebiha ABAK’ın hazırladığı “Risâle-i Nil (İnceleme-Metin)” başlıklı yüksek lisans tezi ile ilgili savunma sınavı 14/08/2023 günü 14.00 - 15.00 saatleri arasında yapılmıştır. Alınan cevaplar sonunda adayın ……………………….. (başarılı / başarısız) olduğuna ……………….……………………………….. (oybirliği / oy çokluğu) ile karar verilmiştir. Üye Dr. Öğr. Üyesi Haluk AYDIN Balıkesir Üniversitesi 14/08/2023 T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı’nda 702041008 numaralı Ebiha ABAK’ın hazırladığı “Risâle-i Nil (İnceleme-Metin)” başlıklı yüksek lisans tezi ile ilgili savunma sınavı 14/08/2023 günü 14.00 - 15.00 saatleri arasında yapılmıştır. Alınan cevaplar sonunda adayın ……………………….. (başarılı / başarısız) olduğuna ……………….……………………………….. (oybirliği / oy çokluğu) ile karar verilmiştir. Üye Dr. Öğr. Üyesi Zehra ÖZTÜRK Bursa Uludağ Üniversitesi 14/08/2023 YEMİN METNİ Yüksek Lisans tezi olarak sunduğum “Risâle-i Nil (İnceleme-Metin)” başlıklı çalışmanın bilimsel araştırma, yazma ve etik kurallarına uygun olarak tarafımdan yazıldığına ve tezde yapılan bütün alıntıların kaynaklarının usulüne uygun olarak gösterildiğine, tezimde intihal ürünü cümle veya paragraflar bulunmadığına şerefim üzerine yemin ederim. ../../2023 imza Adı Soyadı: Ebiha ABAK Öğrenci No: 702041008 Ana Bilim Dalı: Türk Dili ve Edebiyatı Programı: Tezli Yüksek Lisans Statüsü: Yüksek Lisans ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Ebiha ABAK Üniversite : Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Ana Bilim Dalı : Türk Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı : Türk Edebiyatı Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Mezuniyet Tarihi : ……/……./2023 Tez Danışmanı: : Doç. Dr. Sadettin EĞRİ RİSÂLE-İ NİL (İNCELEME-METİN) Bu tez çalışması Risâle-i Nil ve Kitâbu’s-Selsebîl ʿalâ Evsâfı‘n-Nil adlı eserlerin edisyon kritiği, dil özellikleri ve dizininden ibarettir. Her iki eser de karşılaştırmalı olarak dil özellikleri açısından Eski Anadolu Türkçesi metnidir. Eserin yazarı belli olmayıp kütüphanelerde herhangi bir koleksiyona ait değildir. Çalışma giriş, üç bölüm ve kısa bir sonuçtan oluşmaktadır Giriş bölümünde halk hikâyeleri, mensur eserler ve risaleler hakkında bilgi verilmiştir. Bu bilgilerin ışığında klasik Türk edebiyatında halk hikâyelerinde Risâle-i Nil ve Kitâbu’s-Selsebîl ʿalâ Evsâfı‘n-Nil’in yeri belirlenmiştir. Birinci bölümde; müellif ve eser hakkında bilgilere yer verilmiştir. İkinci bölümde eser; konu, dil ve içerik yönüyle incelenmiştir. Dil özellikleri kısmında metin; eserin dil hususiyetleri, yazılış özellikleri ve şekil bilgisi açısından değerlendirilmiştir. Üçüncü bölümde ise metnin iki nüshadan hareketle hazırlanan tenkitli çeviri yazısı transkripsiyonlu olarak Latin harflerine aktarılarak verilmiştir. Sonuç kısmında ise çalışmayla ilgili bilgiler ve bulgular sunulmuştur. Anahtar Sözcükler: Klasik Türk edebiyatı, halk hikâyeleri, Kitâbu’s-Selsebîl ʿalâ Evsâfı‘n-Nil, Risâle-i Nil vii ABSTRACT Name and Surname : Ebiha ABAK University : Bursa Uludag University Institution : Social Science Institution Field : Turkish Language and Literature Branch : Turkish Literature Degree Awarded : Master Degree Date : …./..../2023 Supervisor : Doc. Dr. Sadettin EĞRİ RİSALA AL NIL (TEXTUAL ANALYSIS CRITICAL TEXT) This thesis consists of a transcribed textual comparison, linguistic features and concordance of Risala al-Nil and Kitabu al-Selsebil ala Evsaf al-Nil. Both works are Old Anatolian Turkish texts in terms of comparative language features. The author of the work is unknown and it does not belong to any collection in libraries. Our study consists of an introduction, three chapters and a short conclusion. In the introduction, information about folk tales, prose works and treatises is given. In the light of this information, the place of Risala al-Nil and Kitabu al-Selsebil ala Evsaf al-Nil in folk tales in classical Turkish literature was determined. Part one; information about the author and the work is given. In the second part, the work is analyzed in terms of subject, language and content. Text on language features; the linguistic features of the work were evaluated in terms of spelling and morphology. In the third part, a critical translation of the text based on two copies of the text is given in Latin letters with transcription. In the conclusion section, information and findings related to the study are presented. Keywords: Classical Turkish literature, folk tales, Kitabu's-Selsebil ala Evsaf al-Nil, Risala al-Nil viii ÖN SÖZ Türkiye Türkçesinin tarihi devresinin ilkini Eski Anadolu Türkçesi oluşturur. Faruk Kadri Timurtaş’ın verdiği bilgilere göre Selçuklu Devri Türkçesi’ni de içine alan bu devre XIII. asırdan XV. asrın sonuna kadar devam etmiştir. XV. asrın ikinci yarısı bir geçiş devri olmakla beraber, Eski Anadolu Türkçesinin hususiyetleri, etkisi ve kullanım alanı bütün XVI. asır boyunca devam etmiş, hatta pek çok açıdan XVII. asırda da etkisi hissedilmiştir. Selçuklu Devri’nden bugüne pek eser kalmamıştır. Var olan eserlerin büyük bir kısmı, çok daha sonraki yüzyıllarda istinsah edilmiştir. Yüzyılı saptanılamayan fakat dilinin gösterdiği en dikkat çekici hususiyet olan yuvarlaklık- düzlük uyumunun sık rastlanması ve genel özellikleri sebebiyle Eski Anadolu Türkçesinin karakteristiğine uygun olduğu düşünülen eserin bu dönemde yazıldığı tahmin edilmektedir. Metin merkezli tez çalışmasının konusunu oluşturan Risâle-i Nil, iki nüshadan oluşan mensur bir eserdir. Çalışma giriş, üç bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Giriş bölümünde klasik Türk edebiyatında Mısır ve Nil Nehri’nin yeri konu edinmiştir. Bu bilgiler ışığında Risâle-i Nil’in klasik Türk edebiyatındaki mahiyetine değinilmiştir. Birinci bölümde müellif bilgisine ve eserin üslup, konu ve nüshalarına genel açıdan bakılmıştır. Müellif veya müstensih ve yüzyıl bilgisine rastlanılmadığı, dil ve üslup açısından incelenerek tahmini bir yüzyıla ulaşıldığı bilgisine değinilmiştir. İkinci bölümde konu, dil ve içerik yönüyle ele alınmış; bahsedilen hikâyenin barındırdığı unsurlara, dinî içeriğe, adı zikredilen peygamberlere ve şahsiyetlere, kutsal kitaplara, ayetlere, hadislere, Mısır’ın tarihine ve tesmiyesine değinilmiştir. Bu bölümün daha iyi anlaşılması için pek çok dinî kaynağa başvurulup Mısır ve Nil Nehri üzerine yazılan eserlerden alıntı ve ilaveler yapılmıştır. Üçüncü bölümde ise metnin iki nüshadan hareketle hazırlanan tenkitli çevirisi verilmiştir. İki nüshanın transkripsiyonu yapılmış, nüshalar arasındaki farklılıklar belirtilmiştir. Sonuç bölümünde ise çalışmadan elde edilen bilgi ve bulgular aktarılmıştır. Çeviri transkribe edilirken müstensihin imlasına mümkün olduğunca bağlı kalınmıştır. Yazımı eksik olan kelimelerin ve tamlamaların eksiklikleri parantez içerisine alınarak titizlikle gösterilmiştir. Sehven yanlış yazılan kelimeler, iki nüsha arasındaki kelime farklılıkları dipnotta belirtilmiştir. Ayetlerin hangi surede geçtiği, hadislerin kaynakları dipnota eklenmiştir. Metinde eksik yazılan ayet ve hadisler belirtilerek hem orijinal hem de asıl hali ile verilmiştir. Tez konumu belirlememde bana rehberlik eden danışman hocam Doç. Dr. Sadettin EĞRİ’ye ve yüksek lisans eğitimim süresince hoşgörüsüyle yardımlarını eksik etmeyen Dr. Öğr. Üyesi Zehra ÖZTÜRK’e, bu süreç içerisinde desteklerini eksik etmeyen arkadaşlarım Mustafa Hilmi GÜDER, Ebra Nur DÜZ, Hatice AYDEMİR, Eminenur ÖZCAN, Bedinur ÇAKICI ve Naciye ÖZKAN’a, maddi ve manevi desteğini hiç eksik etmeyen sevgili babama ve bugünlere gelmemde önemli manevi desteği olan sevgili anneme şükranlarımı sunuyorum. Ebiha ABAK BURSA / 2023 ix İÇİNDEKİLER YEMİN METNİ ......................................................................................................... vi ÖZET ......................................................................................................................... vii ABSTRACT ............................................................................................................. viii ÖN SÖZ ...................................................................................................................... ix İÇİNDEKİLER........................................................................................................... x BİRİNCİ BÖLÜM GİRİŞ 1. Hikâye .................................................................................................................. 1 1.1. Klasik Türk Edebiyatında Mensur Hikâye .................................................... 3 2.Risale ..................................................................................................................... 6 2.1. Türk Edebiyatında Risale .............................................................................. 7 3. Klasik Türk Edebiyatı’nda Mısır ve Nil ............................................................... 8 3.1. Nil Nehri Coğrafi Hususiyetleri ve Bölge Açısından Mahiyeti .................... 8 3.2. Klasik Türk Edebiyatı’nda Mısır ve Nil Nehri’nin Bir Metafor Olarak ve Coğrafi Konumuyla Yeri .................................................................................... 11 3.2.1. Klasik Türk Edebiyatında Nil Nehri Konulu Şiirler ............................ 16 3.2.2. Klasik Türk Edebiyatında Nil Nehri Konulu Mensur Eserler .............. 34 3.2.2.1 Evliya Çelebi – Seyahatname ......................................................... 34 3.2.2.2 Hâlâtü’l-Kâhire Mine’l-Âdâti’zâhire – Gelibolulu Âli .................. 37 3.2.2.3 Nâbî – Tuhfetü’l-Harameyn ........................................................... 38 İKİNCİ BÖLÜM RİSÂLE-İ NİL VE KİTÂB-I SELSEBÎL ÂL EVSÂFİ AN-NİL 1.Eserin Müellifi ..................................................................................................... 40 2.Eserin Konusu ..................................................................................................... 40 3.Eserin Üslubu ...................................................................................................... 41 3.Nüshaların Değerlendirilmesi ............................................................................. 42 3.1. Berlin Nüshası ............................................................................................. 42 3.2. Zeytinoğlu Nüshası ................................................................................. 44 x ÜÇÜNCÜ BÖLÜM RİSÂLE-İ NİL ÖZELLİKLERİ 1. Eserin Dil Özellikleri ......................................................................................... 46 1.1. Ünlülerin Yazılış Özellikleri ........................................................................ 46 1.1.1. a Ünlüsünün Yazılışı ............................................................................. 46 1.1.1.1. Medli elif ile yazılışı: .................................................................... 46 1.1.1.2. Üstünlü elif ile yazılışı: ................................................................. 47 1.1.1.3. Harekesiz elif ile yazılışı: .............................................................. 47 1.1.1.4. Kelime sonunda he (ه) ile yazılışı:................................................. 47 1.1.2. e Ünlüsünün Yazılışı ............................................................................. 47 1.1.2.1 Harekesiz elif ile yazılışı: ............................................................... 47 1.1.2.2. Üstünlü elif ile yazılışı: ................................................................. 48 1.1.2.3. he ile yazılışı: ................................................................................ 48 1.1.2.4. Kelime ortasında e ünlüsü ............................................................. 48 1.1.3. ı Ünlüsünün Yazılışı ............................................................................. 48 1.1.3.1. Kelime başında kullanımı: ............................................................ 48 1.1.3.2. Kelime ortasında kullanımı: .......................................................... 49 1.1.3.3. Kelime sonunda kullanımı: ........................................................... 49 1.1.4. i Ünlüsünün Yazılışı ............................................................................. 49 1.1.4.1. Kelime başında kullanımı: ............................................................ 49 1.1.4.2. Kelime ortasında kullanımı: .......................................................... 50 1.1.5. o Ünlüsünün Yazılışı ............................................................................ 50 1.1.5.1. Kelime başında kullanımı: ............................................................ 50 1.1.5.2. Kelime ortasında kullanımı: .......................................................... 50 1.1.6. ö Ünlüsünün Yazılışı ............................................................................ 51 1.1.6.1. Kelime başında kullanımı: ............................................................ 51 1.1.6.2. Kelime ortasında kullanımı: .......................................................... 51 1.1.7. u Ünlüsünün Yazılışı ............................................................................ 51 1.1.7.1. Kelime başında kullanımı: ............................................................ 51 1.1.7.2. Kelime ortasında kullanımı: .......................................................... 51 1.1.7.3. Kelime sonunda kullanımı: ........................................................... 52 1.1.8. ü Ünlüsünün Yazılışı ............................................................................ 52 1.1.8.1. Kelime başında kullanımı: ............................................................ 52 1.1.8.2. Kelime ortasında ötre ile veya vav ile kullanımı: ......................... 52 1.1.8.3. Kelime sonunda kullanımı: ........................................................... 53 1.2. Ünsüzlerin Yazılış Özellikleri: .................................................................... 53 1.2.1. b ve p Ünsüzlerinin Yazılışı .................................................................. 53 1.2.1.1. Kelime başında b (ب) yazılışı: ....................................................... 54 1.2.1.2. Kelime ortasında b (ب) yazılışı: .................................................... 54 1.2.1.3. Kelime sonunda b (ب) yazılışı: ...................................................... 54 1.2.2. c ve ç Ünsüzlerinin Yazılışı .................................................................. 55 1.2.2.1. Kelime başında c-ç (ج -چ) yazımı:................................................. 55 1.2.2.2. Kelime ortasında c-ç ( ج -چ) yazımı: .............................................. 55 xi 1.2.2.3. Kelime sonunda c-ç ( ج -چ) yazımı: ............................................... 55 1.2.3. k-g ve ḳ-ġ Ünsüzlerinin Yazılışı ........................................................... 55 1.2.3.1. Kelime başında k-g ve ḳ-ġ yazılışı: ............................................... 56 1.2.3.2. Kelime ortasında k-g ve ḳ-ġ yazılışı: ............................................ 56 1.2.3.3. Kelime sonunda k ve ḳ yazılışı: .................................................... 56 1.2.4. ṭ, t-d Ünsüzlerinin Yazılışı .................................................................... 56 1.2.4.1. Kelime başında ṭ, t/d yazılışı: ........................................................ 57 1.2.4.2. Kelime ortasında ṭ, t/d yazılışı: ..................................................... 57 1.2.4.3. Kelime sonunda ṭ, t/d yazılışı: ....................................................... 57 1.2.5. ῆ Ünsüzünün Yazılışı: ........................................................................... 57 1.2.5.1. Kelime ortasında ῆ yazılışı: ........................................................... 58 1.2.5.2. Kelime sonunda ῆ yazılışı: ............................................................ 58 1.2.6. s Ünsüzünün Kullanımı: ....................................................................... 58 1.2.6.1. Kelime başında s / ṣ / s̱ yazılışı: .................................................... 58 1.2.6.2. Kelime ortasında s / ṣ / s̱ yazılışı: .................................................. 59 1.2.6.3. Kelime sonunda s / ṣ / s̱ yazılışı: ................................................... 59 1.3. Edatların ve Ek Fiilin Yazılışı ..................................................................... 59 1.3.1. Daḫı Edatının Yazılışı: .......................................................................... 59 1.3.2. Gibi Edatının Yazılışı: .......................................................................... 59 1.3.3. Kim Edatının Yazılışı: .......................................................................... 60 1.3.3. Ki Edatının Yazılışı: ............................................................................. 60 1.3.4. İle Edatının Yazılışı: ............................................................................. 61 1.3.5. İçün Edatının Yazılışı: .......................................................................... 61 1.3.6. Ek Fiilin Yazılışı: .................................................................................. 61 1.4. Tamlayan Ekinin Yazılışı ............................................................................. 62 1.4.1. Düz ünlü ile tamlayan eki alan kelimeler: ............................................ 62 1.4.2. Yuvarlak ünlü ile tamlayan eki alan kelimeler: .................................... 63 1.5. Arapça Tamlamaların Gösterilmesi ............................................................. 63 1.6. Farsça Tamlamaların Gösterilmesi .............................................................. 63 2. Risâle-i Nil’in Konusu ....................................................................................... 64 2.1. Risâle-i Nil’ in Bölümleri ............................................................................ 64 2.1.1 Birinci Bölüm ........................................................................................ 64 2.1.2. İkinci Bölüm ......................................................................................... 67 2.1.3. Üçüncü Bölüm ...................................................................................... 68 2.2. Risâle-i Nil’deki Dinî Unsurlar ................................................................... 76 2.2.1.Allah ...................................................................................................... 76 2.2.2. Peygamberler ........................................................................................ 77 2.2.2.1. Hazreti Âdem ................................................................................ 77 2.2.2.2. Hazreti Şîs / Şît .............................................................................. 79 2.2.2.3. Hazreti İdris ................................................................................... 79 2.2.2.4. Hazreti Nuh ................................................................................... 80 2.2.2.5. Hazreti İbrahim ............................................................................. 82 2.2.2.6. Hazreti İsmail ................................................................................ 83 2.2.2.7. Hazreti İshak ................................................................................. 83 xii 2.2.2.8. Hazreti Yakup ................................................................................ 84 2.2.2.9. Hazreti Yusuf ................................................................................. 85 2.2.2.10. Hazreti Muhammed ..................................................................... 86 2.2.3. Dört Halife ............................................................................................ 87 2.2.3.1. Hazreti Ömer ................................................................................. 87 2.2.4. Kutsal Kitaplar ..................................................................................... 89 2.2.5. Olağanüstü Varlıklar ............................................................................. 90 2.2.5.1. Dabbe-i Azîm ................................................................................ 90 2.2.5.2. Melekler ........................................................................................ 91 2.2.6. Şeytan ................................................................................................... 93 2.2.7. Ayetler .................................................................................................. 93 2.2.8. Hadisler ................................................................................................ 95 2.2.9. İbadet ile İlgili Mefhumlar ................................................................... 96 2.2.9.1. Abdest, Gusül: ............................................................................... 96 2.2.9.2. Namaz, Şükür Secdesi ................................................................... 96 2.2.9.3. Dua, Beddua ve Tövbe .................................................................. 97 2.3. Halifeler ve Emirler ..................................................................................... 98 2.3.1. Hârûnürreşît .......................................................................................... 98 2.3.2. Meʾmûn ................................................................................................ 99 2.3.3. Amr bin Âs ......................................................................................... 100 DORDÜNCÜ BÖLÜM METİN 1. Tenkitli Metnin Hazırlanmasında İzlenen Yöntem .......................................... 102 2. Çeviri Yazı İşaretleri ......................................................................................... 105 3. Çeviri Yazılı Tenkitli Metin .............................................................................. 106 SONUÇ .................................................................................................................... 145 KAYNAKLAR ........................................................................................................ 147 EKLER .................................................................................................................... 151 1.Berlin Nüshası ................................................................................................... 151 2. Zeytinoğlu Nüshası .......................................................................................... 167 xiii BİRİNCİ BÖLÜM GİRİŞ 1. Hikâye Arapçadan Türkçeye geçmiş bir sözcük olan “hikâye”nin Arap edebiyatında ilk zamanlarda, bir olayın tahkiyeli biçimde anlatımından ziyade “taklit” manasında kullanıldığı, daha sonraları nakil ve tekrar anlamıyla yaygınlaşarak bugünkü ifadesini aldığı kaynaklarda belirtilmektedir (Kavruk, 1998: 1). Hüseyin Yazıcı’nın ifadesine göre sözlükte “anlatmak, nakletmek, aktarmak, tekrar etmek, benzemek, taklit etmek” gibi pek çok anlamda mastar biçimi olan hikâye isim olarak da kullanılmaktadır. Türkçede son zamanlarda ortaya çıkan öykü kelimesi de Arapçadaki “taklit etmek” anlamının karşılığı olan öykünmekten gelir (Yazıcı, 1998: 17, 479-485). Sözcük, bir şeye benzemek bir şeyin başka bir versiyonunu anlatmak biçimlerinde kullanılır. Olağanüstü hadiselerin konu edildiği destan türüyle benzer yönleri olan hikâye bu hususiyeti sebebiyle en eski edebî türler arasında yer almaktadır. Ancak geçmiş çağlarda gerek Doğu gerekse Batı kültüründe hikâye bağımsız bir edebî tür olarak görünmemekte; masal, fabl, kıssa, hatta fıkra ve latife gibi diğer türlerle karışmaktaydı (Yazıcı, 1998: 17, 479-485). Hikâyenin belirli bir tür olarak ayrımı uzun seneler sonra ancak olabilmiş Cumhuriyet sonrasındaki araştırmalarla kesin hâlini alabilmiştir. Tanzimat döneminde ilk kez Batılı türlerle karşılaşıldığında da hikâyenin keskin çizgilerle romandan yahut kıssalardan ayrılan belirli hususiyetleri bulunmuştur. “Terim olarak hikâye hakkında sözlüklerde yapılan tanımlar bazı farklılıklar haricinde genel içerik olarak aynıdır. Örneğin “Kamus tercümesinde hikâye için: “Kitabe vezninde, bir sözü ve haberi nakil ve rivayet eylemek manasındadır… Asıl hikâyedir… Ve bir nesneye benzemek manasındadır… Ve bir kimseye fiilen yahut kavlen taklit eylemek manasındadır... Ve bir kimseden bir kelam nakleylemek mandasındadır." denilerek hikâyenin Arap dilinde ihtiva ettiği değişik anlamlar verilmiştir. 1 Vankulu Lügati de hikâyeyi ‘Bir kelâmı nakledip haber vermek’ olarak açıklamaktadır. Muallim Naci, hikâye için, ‘nakl, beyan, bir vakayı hikâye, bir hususun hikâyesi, (bazı vukuatın heyet-i mecmuası)’ diyor (Kavruk, 1998: 1).” Ferit Devellioğlu lügatinde hikâyeyi “anlatma, roman, masal, olmuş bir hadise” diye tarif etmektedir. Türk Dil Kurumunun hazırladığı sözlükte hikâye için “Az çok ayrıntılar verilerek anlatılan olay, baştan geçen bir olay anlatma, belli bir zaman ve yerde az sayıda kişinin başından geçen, gerçeğe uygun birtakım olaylar anlatan ya da birkaç kişinin karakteri çizilen roman türünden kısa yapıt, öykü, aslı olmayan söz, olay” denilmektedir (Kavruk, 1998: 1). “Yine Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan bir terim sözlüğünde hikâye için, ‘Hayalde tasarlanan meraklı birtakım olayları anlatarak okuyanda heyecan veya zevk uyandıran ve çoğu ancak birkaç sayfa tutan yazı’ denilmektedir. Yabancılar tarafından hazırlanan sözlüklerde de hikâye için yukarıda belirtilen tariflere yakın anlamlar verilmiş; kısaca hikâye ‘anlatma, benzetme, tarih, destan, kıssa, masal, rivayet’ kelimeleriyle karşılanmıştır (Kavruk, 1998: 2).” Sözlüklerden seçilerek örnekleri verilen tariflerden de anlaşılacağı gibi terim olarak hikâyenin hem geniş hem de dar anlamları söz konusudur. Hikâye en geniş anlamı ile bir olayın anlatılması demektir. Daha farklı ve sık kullanılan ifadesiyle “olmuş, olması mümkün olan, yaşanması olağan olan” olayların bir olay örgüsüne dayanılarak hususi bir üslupla anlatılmasıyla meydana gelmiş edebî türdür. Bu şekliyle “hikâye” kavramı içine tarih, destan, masal, menkıbe, efsane, latife, halk hikâyesi, roman, küçük hikâye gibi tahkiyeye dayalı tüm edebiyat türleri de girer ve hepsini de kapsar (Kavruk, 1998: 2). “Böylesine geniş bir anlam ifade eden hikâyenin tarihi insanın tarihi kadar eskidir. Hemen her devirde anlatan ve dinleyenlerin ya da yazan ve okuyanların varlığı kesindir. Hikâyenin aslı, insan fıtratının olağanüstü 2 olayları dinlemeye olan aşırı isteğinin bir ürünüdür. İlk zamanlarda, anlatılan veya yazılan hikâyelerin ekseriyeti olağanüstü unsurları ihtiva eden eserlerdir. Zaman ilerledikçe hikâyelerdeki olağanüstü unsurlar azalıp, gerçeğe yakın unsurlar artmaya başlamış, bir önceki yüzyıldan itibaren de hikâye, diğer tahkiyeye dayalı edebî ürünlerden ayrılarak kendine has özellikler kazanmıştır (Kavruk, 1998: 2).” Bu gibi hususiyetleri ile dar anlamda hikâye, “olmuş veya olması mümkün olan” olayların anlatılmasıyla ortaya konan edebî eserlere verilen tür ismidir ve romandan da hacmi bakımından ayrılarak farklı bir nitelik kazanmıştır. Zamanla edebiyatın gelişimi hikâyede olağanüstü unsurların ortadan kalkmasına, vaka kuruluşunda daha dar bir saha oluşmasına, şahıs ve mekânda detaya daha az girilmesine yol açmış ve bu etkilerle modern hikâye ortaya çıkmıştır. Eski Türk topluluklarında hikâye denilen şeyin halk içerisinde dinî ve ahlakî bir yol gösterme, rehber olma, farkındalık geliştirme gibi amaçları vardır. Bu durum özellikle sözlü anlatımda halk hikâyesi geleneğinin gelişimine önemli katkılar sağlamıştır. “Saray hayatının gelişmesi, İran edebiyatının zamanla önem kazanması ve saray çevresinde toplanan şairlerin bu etki altında eserler kaleme almaya başlamasıyla birlikte hikâye anlayışı giderek halk hikâyelerinden ayrılmaya başlamıştır. Hem halk edebiyatı hem de klasik edebiyatın içinde aynı konuların ele alınmasının sebebi, bunların değişik bilgi ve seviyede insanlar tarafından farklı üslûplarla yazılmış veya okunmuş olmasıdır (Kavruk & Pala, 1998: 17, 491-493).” 1.1. Klasik Türk Edebiyatında Mensur Hikâye İslamiyet öncesinden bu yana rağbet gösterilen bir tür olan hikâye için önceleri Göktürk, Uygur ve Karahanlılarda “hikâye” yerine “sav” kelimesi kullanılmaktaydı. Eldeki kaynaklara göre Türk Edebiyatında ilk mensur hikâyecilik Uygurlarda görülmektedir. Yerleşik hayata geçmeleri ve kabul ettikleri dinlerin düsturları sebebiyle savaşa mesafeli duruşları onların edebiyata daha düzenli bir biçimde yönelmelerine sebep olmuştur. Uygurlardan zamanımıza kadar gelen genellikle Budist 3 menşeli telif ve tercüme hikâyeler, Türklerin çok daha eskilere dayanan sözlü hikâyeciliğin yanında gerek manzum gerekse mensur bir yazılı hikâyecilik geleneğinin olduğunun büyük bir kanıtıdır (Kavruk, 1998:4). Zira bu denli gelişmiş bir yazılı kültür varlığı, öncesinde sağlam bir temelin habercisidir. Hikâye denilen tür, Anadolu coğrafyasında halk hikâyesi temelleri üzerine dayanmıştır. İslamiyet’in kabulünden sonra Arapçanın etkisi ile dile geçen hikâye sözcüğü ile bağlantılı muhtelif sözlü ve yazılı türler gelişim göstermiştir. Yeni yazım dili ve devletin refahı ile birlikte yeni üslup arayışları ve farklılaşmalar doğal olarak hikâye türüne de yansımıştır. “İslami dönem Türk nesir edebiyatının en zengin örneklerini, Anadolu’da gelişen Batı Türkçesiyle yazılmış eserler oluşturur. Türklerin Anadolu’ya gelişinden sonra Anadolu’da yeni bir yazı dili teşekkül etmiştir. Anadolu’nun fethinden XIV. yüzyıla kadar özellikle nesir alanında kayda değer eserler bulunmamaktadır. Hikâyelerle desteklenmiş dinî ve ahlaki öğütler içeren Behcetü’l-Hadâik fî Mev‘izeti’l-Halâik XIII. yüzyılın tek önemli nesir eseridir. Bir kısmını Arapça ve Farsçadan çevirilerin oluşturduğu XIV. yüzyıl nesir edebiyatının başlıca eserleri Kul Mesud’un Kelile ve Dimne’si, Şeyhoğlu Sadreddin Mustafa’nın Merzubânnâme’si, Darîr’in sade bir üslûpla yazılmış Sîretü’n-Nebî’si, Hamzavî’nin yine sade ve sürükleyici üslübuyla yüzyıllar boyu halk arasında okunan Hamzanâme’si sayılabilir. XV. yüzyılda Dede Korkut Kitabı, Battalnâme, Dânişmendnâme gibi halk tarafından okunan eserlerin yanında resmî yazışmaları ve mektupları içine alan klasik Osmanlı inşasının da teşekkül ettiği görülür (Uzun, 2007: 33, 9-11).” Eski Türk edebiyatında şiirin rağbet görmesi sebebiyle fazla örneği bulunmayan mensur türdeki eserler ekseriyetle arka planda olmuş; nesir türünde oluşturulan eserlerde de sanatlı söyleyişlerden vazgeçilememiştir. Çünkü klasik edebiyatın temelinde şiir vardır. Şiir her zaman övülmüş, şairlik ise kıymetlendirilmiştir. Sanat, şiir üzerinden yüreklendirilmiştir. 4 “15. yüzyıl şairlerinden Bedr-i Dilsad H.830/M. 1427'de kaleme alp Sultan II.Murat’a sunduğu mesnevisinde ‘Nesir halk, nazım ise padişah gibidir.’ diyerek nazım ile nesri mukayese etmekte, nesri ‘padişah karşısında halk’ benzetmesiyle nasıl değerlendirdiğini belirtmektedir. 16. yüzyılın hem nazım hem nesir sahasında pek çok eser veren yazarı Lâmi, Divan'ının ön sözünde, “Nesrdür gerci dehre sermâye / Dürr-i nazmun durur veli pâye” diyerek nesir ne kadar önemli olursa olsun, üstünlüğün nazımda olduğunu belirtmekte, yine "eş-şi' ru eşrefu mâ yü'ellefu" tabiriyle nazma verdiği önemi pekiştirmektedir (Kavruk, 1998: 5).” “17. yüzyılda da görüş değişmemiştir. Devrinin en büyük şairi Nefi (öl. 1044/1635) Türkçe Divan'ının başında yer alan bir dörtlükte, ‘Tenezzül eylemem inşâya eylesem belki /Müsebbihân-ı felek vird iderdi insâmi / Hâfiz u ibn-i Yemin'im gazel ü kitʿada ger / İstesem belki rubâ'ide olurdum Hayyâm’ diyerek inşaya, yani nesre tenezzül bile etmediğini açıkça ifade etmektedir (Kavruk, 1998: 6).” Nesrin bu kadar küçümsenmesi ve arka planda kalmasına karşın Türk edebiyatında mensur yazılan seyahatname, gazavatname, fıkıh, halk hikâyesi gibi bazı türler de yazılmıştır. Nazım kadar ön plana çıkmamış olsa da dönemin sosyolojik yapısını net bir şekilde yansıtması açısından bu eserlerin kıymeti büyüktür. Nesri küçümseme âdeti tezkire yazarlarında da rastlanılan bir tavır olmuştur. Öyle ki şair olmayıp yalnızca hikâye yazarı olan sanatçılardan tezkirelerde hiç bahsedilmemiştir. Yahut çok önemli bazı eserlerine değinilmiştir (Kavruk, 1998: 6). Tüm bu bilgilerden anlaşıldığı üzere şiir ve şairlik ününü her devirde muhafaza etmiş, mensur eserler bu süreçte daha az itibar görmüştür. Hikâye ise tüm mensur türler içinde en az tercih edilen olmuştur. Hikâyeye her ne kadar klasik Türk edebiyatı içerisinde ehemmiyet verilmemiş olsa da günümüz çalışmalarında tarihî değer ve delil olarak özel bir yeri vardır. Tahkiyeli bir anlatım tercih edecek olan yazar veya şairler mensur eser kaleme almaktan ziyade ürünlerini mesnevi nazım şekliyle ortaya koymayı tercih etmişlerdir. Bu da nesir türünün gelişimine ket vurmuş ve nazmın ününü pekiştirmiştir. Bu sebeple manzum hikâye ve mesnevilere rağbet artmıştır. 5 Klasik manzum hikâyelerin aruz vezniyle yazılmasına rağmen çok defa halk diliyle söylenmiş olmaları, bunların geniş halk kitlelerine hitap ettiğini ve arka planında halk hikâyesi geleneğinin bulunduğunun da önemli bir göstergesidir. Her ne kadar mevcut rağbet gösterilen vezin aruz da olsa belirli bir üslup ve tahkiye geleneğinden vazgeçilememiştir. Ancak orijinal örnekleri ve Fars edebiyatından gelen klasik mesnevilerde durum farklıdır. Zira bu tür eserlerde şairler, örnek alınan mesneviyi aşma gayesiyle genellikle sanatkârane bir üslûp kullanmışlar ve taban alınan mesnevi ve şairi ile bir rekabet içinde olarak anlaşılabilirlik kaygısından uzaklaşmışlardır (Kavruk & Pala, 1998: 17, 491-493). 2.Risale Sözlükte “göndermek” anlamındaki irsal kelimesinden isim olan risale sözcüğü “sözlü veya yazılı mesaj iletme” manasındaki “elçilik” anlamında kullanılır. Elçinin ilettiği yazılı mesaja, ayrıca küçük kitaba da risale sözcüğü denk gelmektedir. Risalenin manası zaman içinde ‘hitap, kitap, mektup, makale; inceleme, araştırma, monografi’ kelimelerini karşılayacak şekilde genişlemiştir. Daha sonraki yüzyıllardan itibaren edebî mektup, ilim, sanat, edebiyat gibi alanlarda tek bir konu üzerinde yapılan araştırma ve makale anlamları öne çıkmış, zamana ve kullanım sıklığına göre farklı kullanım alanları oluşmuştur (Er, 2008: 35, 112-113). “Modern Arapçada risâle “ilmî tez” anlamını da kazanmış olup “risâletü’d-duktora, risâletü’l-mâcester” şeklinde kullanılmaktadır. Kurânî bir terim olarak risâlet bir mesajın sözlü olarak ifadesi ve iletilmesidir. Kelime, Kuran’da tekil ve çoğul şekliyle on yerde geçmekte olup bunların “bilgi, mesaj veya haberi etkili biçimde ifade ederek iletme” anlamındaki tebliğ kavramıyla kullanılması, dört yerde nasihat, bir yerde kelâmla birlikte zikredilmesi risâletin “iyi, yararlı ve güzel olan mesaj” manasına geldiğini gösterir (Er, 2008: 35, 112-113).” Risalenin bir diğer bilinen vazifesi ise geleneksel edebî türlerden herhangi birine dahil edilip isimlendirme imkânı bulunmayan çalışmalar için genel bir hususiyet barındırmasıdır. Kaynaklarda bunlara İbn Fadlân’ın Rihle’sinin asıl adı Risâletü İbn 6 Fadlân örnek verilmiştir. İbn Tufeyl’in günümüzde bir hikâye, bir roman gibi görülen Hay b. Yakzân’ının tam adı Risâletü Hay b. Yakzân’dır (Er, 2008: 35, 112-113). Bunun gibi belirli bir tür özelliği tanımlanmamış bazı eserler de edebiyatta risale olarak geçmiştir. Bu bilgiler ışığında çalışmanın konusu olan Risâle-i Nil adlı eserin muhtevasında hem halk hikâyesini andıran parçalar hem bazı dinî rivayetler, ayet ve hadisler ve Mısır’ın ve Nil’in coğrafyası ile ilgili öğretici bilgiler barındırmasına karşın tür olarak risale ile adlandırılmış olmasının da sebebi genel bir vazife görmesine bağlanılabilir. Çünkü içerikte yalnızca bir vakaya dayalı anlatım yoktur. Bunun yanında Kuran ayetleri ve hadislerden sunulan delillerle Mısır’a ve Nil Nehri ile tarih boyunca önemli bir münasebet, etki görülmektedir. 2.1. Türk Edebiyatında Risale Yazma eser kütüphanelerinin en zengin bölümlerinden birini risaleler oluşturmaktadır. Ancak tanınmış kişilere ait olanların dışındaki risalelerin birçoğunun henüz literatüre girmediği söylenebilir. Osmanlı telif geleneğinde risaleler tek bir dil ile kaleme alındığı gibi iki veya daha fazla dille de kaleme alındığı; sayı, konu ve muhteva itibarıyla diğer Müslüman toplumlarındaki gibi zengin olduğu görülmektedir (Uzun 2008: 35, 114-116). Osmanlı sahasında risaleler pek çok ilmî alanda yazılmıştır: fen bilimler, musiki, sanat (özellikle elde bilinen en önemli sanat risâlesi ebru sanatına dair yazılan Tertîb-i Risâle-i Ebrî’dir.), tasavvufî… Osmanlı sahasında önemli bir risâle sahası da teşkilat alanına ait bulunmaktadır. Bunların başında Sadrazam Lutfi Paşa’nın Âsafname’si gelir. Bu alanda tanınmış diğer bir isim Koçi Bey’dir. Cumhuriyet devrinde kaleme alınmış, risâle adını taşıyan eserlerin en meşhuru ise din âlimi Said Nursi tarafından hazırlanan Risâle-i Nûr Külliyatı’dır. Bu eserlerde ekseriyetle mektup tarzının yoğun kullanıldığı bir düzen göze çarpmaktadır (Uzun 2008: 35, 114-116). Risaleler bu bakımdan mektup türü yerine de çok kullanılmış ve risalelere dair pek çok bilgi mektup başlığı altında incelenmiştir. Zira Arap edebiyatında birbirine karşılık gelen ifadeler olarak görülmüştür. Nebi Bozkurt, mektup türünü açıklarken “Sözlükte ‘yazmak’ anlamındaki ketb kökünden türetilmiş olup ‘yazılan şey’ demektir. Ancak Araplar 7 bunun yerine daha çok kitâb, risâle, ahd, vasıyye ve sahîfe kelimelerini kullanmaktadır.” şeklinde ifade eder (Bozkurt 2004: 29, 13-14). 3. Klasik Türk Edebiyatı’nda Mısır ve Nil 3.1. Nil Nehri Coğrafi Hususiyetleri ve Bölge Açısından Mahiyeti “Afrika’nın kuzeydoğusunda yer alan, kaynağından itibaren döküldüğü Akdeniz’e kadar dünyanın en uzun nehri olarak 6648 km. kateden ve dokuz ülkeden (Burundi, Ruanda, Tanzanya, Uganda, Kenya, Zaire, Etiyopya, Sudan, Mısır) geçen Nil, tarih boyunca özellikle Mısır’ın dinî, kültürel, siyasal, ekonomik ve sosyal hayatında büyük rol oynamıştır. Yunanlı tarihçi Herodotos onun hakkında, ‘Mısır Nil’in armağanıdır’ demektedir. Nil ismi Yunanlılar tarafından kullanılan, “nehir vadisi” anlamındaki ‘neliostan’ gelir. Eski Arap edebiyatına da giren Nil kelimesi Kurân-ı Kerîm’de zikredilmemiştir; ancak müfessirlere göre iki yerde geçen ‘yemm’ kelimesinden anlaşılan bu nehirdir (Seyyid, 2007: 33, 122-123).” Kaynaklarda büyüklüğü sebebiyle deniz olarak da tanımlanan Nil, İslam literatüründe önemli bir yer tutmakta ve bunun büyük bir kısmını coğrafya-tarih kitaplarıyla seyahatnameler ve bu bölgedeki idare-vergi sistemi üzerine yazılmış eserler oluşturmaktadır. Bu bölgede yaşamış pek çok peygamberin de olması bölgenin değeri üzerinde önemli bir etken olmuştur. Pek çok rivayetin ve kıssanın temel coğrafyası olmuştur. İslam, coğrafya literatüründe Nil hakkında verilen bilgilerin ve özellikle Nübe sınırından itibaren nehrin aşağı mecrasıyla (kuzey) ilgili kısmı gözleme dayandığından doğruya yakındır. Fakat nehrin kaynağı, yukarı mecrasına (güney) dair bilgiler daha çok Batlamyus ve Strabon’un kitapları gibi Grekçe eserlere dayanmakta ve olağanüstü, efsanevi bir mahiyet arz etmektedir. Batlamyus’un Nil’in kaynağının Cebelikamer olduğu yolundaki rivayeti İslâm âleminde XIX. yüzyılın ikinci yarısına, Nil’in gerçek kaynaklarının bulunmasına kadar geçerliliğini korumuştur. İlk defa Batlamyus’un Coğrafya’sından Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî’nin naklettiği bu rivayete göre sular öncelikle, Ekvator’un güneyinde yer alan Cebelikamer’deki küçük nehirler vasıtasıyla birkaç gölde toplanmakta ve bunlar daha sonra Nil’in kaynağını 8 oluşturmaktadır. Bu bilgi pek çok İslâm coğrafyacısı tarafından tekrar edilmiştir ve doğrulanmıştır (Seyyid, 2007: 33, 122-123). Tüm bunların yanında Mısır’ın faziletiyle ilgili kitaplardaki efsanevi bilgiler de kullanılmıştır. Bu tür eserlerde nehrin kutsal olduğu ve cennetten çıktığı, Mihran ile aynı kaynaktan beslendiği ve bütün akarsuların ona döküldüğü gibi rivayetler önemli bir yer tutmaktadır, eserlerde ise bu efsanevi bilgiler anlatıma canlılık katmak için dahil edilmiştir (Seyyid, 2007: 33, 122-123). Nil’in yukarı mecrası ve kaynakları hakkında bilinenler uzun süre Orta Çağ İslam müelliflerinin verdiği bilgilerle sınırlı kalmış, çok daha sonraları Avrupalı seyyahlar nehrin kaynaklarını ve büyük gölleri keşfetmiştir. Araştırmacılara göre gerçekleştirilen bu seyahatlerin esas amacının Nil Nehri’ni görmek bahanesiyle Afrika’ya yöneltilen misyonerlik faaliyetleri olduğu düşünülmüştür. XV ve XVI. yüzyıllarda John H. Speke 1858’de Victoria Gölü’nü keşfedip Nil’in asıl kaynağının bu göl olduğunu belirtmiştir. Speke aynı zamanda Ruwenzori dağlarının kaynaklarda adı geçen Cebelikamer olduğunu da tespit etmiştir. Albert Gölü 1864’te Samuel Baker, Edward Gölü 1877’de Henry M. Stanley tarafından bulunmuş, nehrin geri kalan bölümlerinin keşfi ise XIX. yüzyılın sonlarıyla XX. yüzyılın başlarında İngiliz, Amerikan ve İtalyan coğrafyacıları tarafından da tamamlandığı söylenmektedir (Seyyid, 2007: 33, 122-123). Mısır ekonomisinin esasını oluşturan tarım, Nil sularından yararlanılarak gerçekleştirilmektedir. Mısırlılar bu amaçla en eski dönemlerden itibaren sulama kanalları ve barajlar yapmışlar, özellikle nehrin taşması ile arazinin sulanmasını sağlamışlardır. Sulama sayesinde önemli bir tarım sahası geliştirmiş olan Mısırlılar sulamayı, toprakların bir kısmının havuzlara dönüştürülüp taşan suların buralara doldurulması ve sonra kanallarla araziye dağıtılması suretiyle yapmışlardır. Pek çok kez Nil’in olası taşma vaktini belirleyen aletler yapmak durumunda kaldıkları için hendese ilmine yönelik gelişmeye de katkı sağlamıştır (Seyyid, 2007: 33, 122-123). Tarih boyunca Nil, pek çok hususiyeti yönüyle Mısırlıların sosyal hayatıyla özdeşleşmiş, bu nehirle ilgili çeşitli bayramlar ve törenler düzenlenmiş, üzerine pek çok rivayetler ve halk hikâyeleri oluşturulmuştur. Bunların en ünlüsü firavunlar döneminden kalan ve İslam’ın fethine kadar devam eden “Nil Gelini Töreni”dir. Buna göre Nil’e genç ve güzel bakire bir kız, aileye belirli bir mal verilmek şartıyla alınır ve 9 nehre atılırdı. Bu eylemle nehrin rızasının kazanılması ve ardından suyun belirli bir ölçüde taşması beklenirdi. Bunların arasında Kıptilerin yaptıkları ve Fatımi halifelerinin de bizzat katıldıkları “Suya Gömülme Gecesi” de önemli bir törendir; bu törene göre de o gece Kıptilerin çoğunun suya gömüldüğü ve bu şekilde kendilerinin hastalıklardan korunacaklarına inandıkları söylenir. Bilinene göre Memlükler Devri’nde önemini yitiren bu gelenek günümüzde sadece Kıptîler arasında devam etmektedir. Nehrin yüksekliğinin 16 ziraa ulaştığı günlerde kutlanan bir diğer tören de “Nil’in Taşması Bayramı”dır ve bu da anılmaya değer kadim bir merasimdir (Seyyid, 2007: 33, 122-123). Nil’in yılın belli bir döneminde yükselmesi ve bunun her yıl düzenli olarak tekrarlanması bu kurak bölgede tarım yapılmasına imkân tanıyarak halkın yaşamının rahat ve toprakların bereketli bir şekilde devam etmesini sağlamıştır. Halk hem ziraat ile uğraşarak beslenme ihtiyacını karşılamış hem de bunu ticarete aksettirerek ekonomik fayda sağlamıştır. Ve hatta bereketi ve faydaları sebebiyle eski Mısırlılar Nil’e ilahi bir vasıf da yüklemişlerdir. En bilineni Hapi adını verdikleri tanrılarıdır: “Yeşil sakallı ve verimliliğin sembolü olarak göğüslü bir erkek şeklinde temsil edilir. Başında papirüs demeti bir taç bulunur. Elinde üzerinde çeşitli besinler olan bir tepsi vardır (Şahin, 2017: 276).” Medeniyetler tarihinin en eski uygarlıklarından biri olan Mısır’ın teknolojik, ekonomik, siyasi, dinî ve sosyal gelişiminde de her türlü olumlu- olumsuz etkileriyle Nil Nehri bulunmaktadır. Her sebep ondan doğar ve onda sonuçlanır. Bundan dolayı Mısır denilince Nil, Nil denilince de Mısır akla gelir. Mısır çölünün ortasında uzanan Nil, Mısır coğrafyasının belirleyici ve etkili bir unsuru olarak sadece ülkenin kendisi için değil, Akdeniz dünyası için de tarih, kültür, dil, din, edebiyat ve sanat olmuştur (Erdemir, Günday & Akyol, 2015: 228). “…Mısır Uygarlığına “Nil Nehri Uygarlığı” demek yanlış olmaz (Erdemir ve ark., 2015: 229).” Mısır, kuzeyde Akdeniz, doğuda Kızıldeniz ve Ürdün, güneyde Sudan ve batıda Libya ile çevrelenerek uzun süre dış dünyaya karşı korunmuş bir bölgedir. Bölgenin ve ülkenin her yönüyle en önemli kaynağı olan ve ekvatorun güneyinden doğarak 10 kuzey istikametinde aktıktan sonra Akdeniz’e dökülen Nil, günümüzün ölçümleriyle, 6671 kilometre uzunluğu ve 2870000 kilometrekarelik havzasıyla dünyanın en uzun nehirlerinden biri olma ünvanını kazanmıştır. Nil; Uganda, Sudan ve Mısır’ı aşarak aşağı çığırında birikmiş su kütleleri ile debisi değişerek azalmakta ve rejimi düzenlenmektedir. Nehir, dört iklim kuşağından (ekvatoral, kuzey tropikal, tropikal ve çöl) geçmesine rağmen bir tropikal iklim ırmağı olarak kabul edilmektedir. Katettiği uzun mesafeler boyunca oldukça verimli balçık taşıyan Nil, topraklarını suladığı ülkelerin hayatında önemli bir yere sahiptir. Nil’siz bir Mısır düşünülemeyeceği gibi bu hayati önem, uğradığı tüm topraklar için de aynı ölçüdedir. Nil Nehri’nin bölgede bulunmadığı bir an düşünülse hayat verdiği, potansiyeli ile pek çok etkide bulunduğu ülkelerin yaşanması imkânsız birer çöle dönüşeceği söylenir (Erdemir ve ark., 2015: 229). 3.2. Klasik Türk Edebiyatı’nda Mısır ve Nil Nehri’nin Bir Metafor Olarak ve Coğrafi Konumuyla Yeri Klasik Türk edebiyatı temel unsurlarıyla Arap ve Fars edebiyatı etkisinde gelişim göstermeye başlamış ve bu iki edebiyatın yücelttiği sanatsal çeşitlilikten Tanzimat Dönemi Batılılaşmasına kadar etkilenmiştir. Bu sanatsal alandaki tesirleri hem manzum hem mensur şekilleri ile bünyesinde taşımış olan klasik edebiyatın bu iki edebiyatla en önemli münasebeti beslendiği kaynaklar üzerinden olmuştur. En büyük kesişim noktaları; Kuran ve kıssaları, hadisler ve menakıplardır. Bu bağlamda çalışma alanları da bu kaynaklar üzerinden teşekkül etmiş ve gerek şiir gerek düz yazı sahasında bu engin malzemeyle konularını oluşturmuşlardır. Hatta bu etki çerçevesinde Mısır edebiyatı ile Modern Türk edebiyatının doğuş ve gelişim evrelerinde pek çok benzerlikler saptanmış, üzerine çalışmalar yapılmıştır. Asiye Çelenlioğlu makalesinde bu durumu şu cümlelerle ifade eder: “Bir süreci, benzer dürtülerin tesiriyle, farklı zamanlarda geçiren Türk ve Mısır edebiyatı, karşılaştırmalı olarak değerlendirildiğinde döngüsel edebiyat tarihi tezinin desteklendiği görülür (Çelenlioğlu, 2019: 87, 294-314).” 11 1517’de I. Selim'in Kahire'yi almasıyla Mısır’daki Osmanlı etkisinin sanatın pek çok alanına etki etmesi de bu benzerliklerin sebeplerini daha derinden açıklayacak niteliktedir. Zira Mısır, tarihi boyunca Fatımiler hariç hep Türk ya da Türk asıllı devletler tarafından yönetilmiştir. Mısır edebiyatı ile Türk edebiyatının konu ve üslubuna dair nitelikleri, siyasi ve sosyal sebeplere de bağlı olarak paralellik gösterir. Klasik Türk edebiyatının bu etki çerçevesinde ortaya koyduğu ürünlerde detaylandırılıp sembolleştirilen bir konu da Nil Nehri’nin büyüleyici uzunluğu, geniş arazi alanı, efsane ve inanışlara konu olan membası ve taşıdığı zengin alüvyon ve su potansiyeli ile Mısır coğrafyasına hayat veren hususiyetidir. Hem kutsal kitaplardaki yeri hem de yaşamsal fonksiyondaki önemi; kültür, mimari ve çeşitli sanat alanlarındaki varlığı ile pek çok şiire ve mensur esere konu olur. “Nil, her mevsim Mısır’a yeni bir ruh getirirken, üzerinde yüzen kayık ve sandallarla topluma güzel duygu ve düşüncelerinde ilham kaynağı olmuştur (Erdemir ve ark., 2015: 441).” “Klasik Türk şiiri metinlerinde de bazen gerçek, bazen hayalî muhtelif ülkeler, şehirler, dağlar, ırmaklar ve benzeri coğrafî unsurlar geçmektedir. Divanlarda sık sık karşılaşılan ülkelerden biri de Mısır’dır (Erdoğan, 2009: 441).” Birçok Osmanlı şairi tahsil yapma, valilik, kadılık, seyahat veya başka sebeplerle Mısır’a gitmiş, hatta kimisi de orada yaşamayı tercih etmiştir. Örneğin Ahmedî ve Kadı Burhaneddin Mısır’da tahsil görmüş; Âşık Paşa da Mısır’a gitmiş ve bir müddet orada kalmıştır. Bilinene göre Cem Sultan saltanat mücadelesinde Sultan Bayezit’e yenilince Mısır’a çekilmiş; Kanuni’nin şehzadelerinden Harîmî mahlaslı Şehzade Korkut, yanında Deli Birader Gazâlî olduğu hâlde Mısır’a gitmiştir. Bir rivayete göre ise Diyarbakır doğumlu olan Şeyh İbrahim Gülşenî uzun yıllar Mısır-Kahire’de ikamet etmiş; kurduğu Halvetiyye tarikatının Gülşeniyye kolunu buradan yaymıştır (Erdoğan, 2009: 441). Osmanlı şairlerinin Mısır’la münasebeti daha sonraki asırlarda da devam etmiştir. Mesela, Osmanlı’nın 18. yüzyıl şair devlet adamlarından Râmî Mehmed Paşa Mısır valiliği yapmıştır. Bu sırada kâtibi Râsih mahlaslı Sofyalı Yusuf Efendi de şairdir. Ünlü 12 Osmanlı şairlerinden Koca Ragıp Paşa M. 1744-1748 arasında Mısır valiliği yapmıştır. O dönemde sürekli bir iç kargaşa içinde olan Mısır’da, huzur ve sükûnu temin etmek için bir hayli uğraşan Ragıp Paşa, nihayet bu durumdan yorulmuş ve valilikten ayrılmıştır. Paşa, Divan’ındaki şu beyitle bu durumu özetler gibidir: “Kelal geldi tasarruftan Ümm-i Dünyāyı Yeter şu Kahire’nin kahrı ‘azm-i Rūm idelim” (Erdoğan, 2009: 443) Ragıp Paşa’nın bu beytine cevap olmak üzere Çeteci Abdullah Paşa aynı mealde şu beyti söylemiştir: “Beni sultân-ı dehr itsen de almam Ümm-i Dünyâyı Azizüm ben degişmem arz-ı Mısr’a Erzeni’r-Rûmi” (Erdoğan, 2009: 441) Tasavvuf şiirinin önemli simalarından ve aslen Malatyalı olan Niyâzî; Mısır’da üç yıl kadar kalmış, ilim tahsil etmiş ve bu yüzden daha sonraki hayatında Niyâzî-i Mısrî diye anılmıştır. Ünlü şair Nâbî’nin hac seyahatini anlattığı Tuhfetü'l-Harameyn adlı eserinde de Mısır bölümü önemli bir yer tutmaktadır. Hac kafilesi ile birlikte yaptıkları yolculukta Mısır’a giden Nâbî, Kahire’ye varışlarını şu şekilde anlatır: “Oldu Mısr’a duhûlumuz şa‘bân Şöyle kim pek yakîn idi Ramazân” (Aksoyak, 2012: 13) Nâbî gibi Nâtık’ın da eserinde Kahire kısmı oldukça geniştir ve tasvirleri bol olduğu söylenir. Her iki şairin de eserlerinde camilerin çokluğuna vurgu yaptığı söylenmiştir. Nâbî, camilerin çokluğunu şu ifadeyle dile getirir: “Sevâd-ı şehrden hâric-i arâzî-i hâliyede olan cevâmi‘-i bî-cemâ‘atun hisâbı muhât-ı ilm-i İlâhîdür (Aksoyak, 2012: 15).” Nâtık ise bu çokluğu şiirinde şu şekilde tasvir eder: 13 “Ucb ile kibr ile mukayyedler Biri birine sa‘y-i ezyed eder Meselâ birisi vaz‘etse binâ Etmemiş digeri tenezzül ana Ol dahi cehd ile birini yapar Bu sebebden olur binâ ekser” (Aksoyak, 2012: 15) Bu iki şairin haricinde 19. yüzyılın en geniş tezkiresinin yazarı Davud Fatin’in çocukluğunda amcasının yanına Mısır’a gittiği bilinir ve şairin şiirlerinde orada yaşadığı bazı meselelere rastlamak mümkündür: “Elem ki ḫāṭıra gelmezdi Mıṣr-ı Ḳāhirede Çürütdi eyledi ifnā beni bu dāʾirede” (Erdoğan, 2009: 445) Kaynaklarda, Mısır’a giderken yahut Mısır’dan gelirken denizde boğularak ölen şairler bile bir hayli yer tutmaktadır. Buna karşılık, divan edebiyatının temel biyografik eserleri olan tezkirelerde, Türkçe şiir söyleyen Mısırlı şair adı fazla geçmemektedir. Buna bağlı olarak Kahire’de doğmuş, yaşamış 16. yüzyıl şairi Muhyî’yi; tezkirelerde “Mısır’dan Abdullah oğludur” diye tanıtılan ve üç beyti nakledilen, muhtemelen aynı yüzyılda yaşamış Şevkî’yi bu bağlamdaki şairler içinde sayabiliriz (Erdoğan, 2009: 454). “Divan edebiyatında; Mısr-ı zâtü’l-ehrâm, Mısr-ı zâtü’l-harâm, Mıŝr-ı dârü’n-nasr, daha çok da Ümmü’d-dünya yahut Ümmü’l-bilād ifadeleriyle anılan Mısır ve buranın en büyük şehri Kahire, özellikle Yûsuf Peygamber’in kıssasının geçtiği mekân olması dolayısıyla şiirlerde sık sık yer bulmuştur. Bu bakımdan şiirlerde; Yûsuf, Züleyha/Zeliha, Yakup/Ken’ân, Aziz, secde, kuyu/çâh, ihvân, cemâl, hüsn, melâhat, sultân, rüya/düş, tabir, mihr ü mâh, müşteri, satmak, terazi, metâ, baha, ağırlık, pazar, zindan/habs, beytü'l-hazen/ahzân, külbe-i ahzân, giryân, bûy, 14 pîrâhen, çâk, mâlik gibi birbiriyle ilgili kelimelerden uygun olanlar tenasüp, telmih, tevriye, îhâm oluşturacak şekilde bir arada kullanılmıştır. Ayrıca kimi zaman Mısır’la birlikte Nil Nehri ve Mısır’ın başkenti Kahire de şiirlerde anılmaktadır. Yine Mısır’ın şeker kaynağı olması ve Anadolu’ya şekerin Mısır’dan gelmesi dolayısıyla şeker/sükker, kand kelimeleri şiirlerde geçmekte, kimi zaman da Mısır kelimesi ülke anlamında yahut uzaklık sembolü olarak kullanılmaktadır (Erdoğan, 2009: 446).” Nitekim şiirlerde Mısır’ın bu kadar sık yer verilmesinin en kuvvetli sebebi Yusuf peygamberle olan ilişiğidir. Kuran-ı Kerim’deki Yusuf kıssası sebebiyle peygambere dair pek çok hususiyetin bilinmesi, Hazreti Yakup’un, oğlunun ölümü kendisine haber edildiğinde ağlamaktan gözlerinin âmâ oluşu gibi durumları ile Yusuf ile Züleyha mesnevisi, edebiyatın mihenk taşlarından birini oluşturur. Nitekim esas mekânın Mısır olması da Mısır’ın klasik Türk edebiyatında sıkça zikredilmesine sebep olmuştur: “Varup Ya‘kûba itdiler niyâzı Dediler ey nebîler ser-firâzı” (Dinç, 2014:219) “Yüzini göke dikdi mâh-ı Ken’an Münâcât itmeğe Mevlâya ol ân Görür kim oldı maksûdı hilâfı Okudı neccinâ mimmâ nehâ” (Dinç, 2014: 223) “Eger kim Mısra varmayan birâder Bu def ‘a varur ise def’ olur şer” (Dinç, 2014:231) Ayrıca Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinin 10. cildi tamamıyla Mısır’a ayrılmıştır. 15. yüzyıl şairi İbrahim b. Bâlî tarafından kaleme alınan Hikmetname adlı manzum ansiklopedik eserde de Nil Nehri’ne ait bir bölüm bulunmaktadır. Ansiklopedik bilgiler niteliğinde açıklamalar bulunur. 15 “16. yüzyıl Osmanlı aydınlarından Gelibolulu Mustafa Âlî’nin Hâlâtü’l-Kâhire Mine’l-Âdâti’z-Zâhire adlı eserinde Mısır’daki gözlemlerini anlatmaya başlarken Nil Nehri’nden kısa da olsa söz eder. Söz konusu eserlerde Nil Nehri’nin kaynağı ve uzandığı yerler gibi fizikî özelliklerinin yanı sıra nehirle ve nehre ait yapılarla ilgili anlatılagelen hikâyeler, suların yükselme döneminde gerçekleştirilen kutlama ve şenlikler gibi sosyo-kültürel hayata ait bilgiler de verilir. Bunlar nehirle ilgili gerçek veya efsanevî birtakım bilgilerden ibarettir (Şahin E., 2017: 227).” Nil, Evliya Çelebi’nin belirttiğine göre Kur’an’da da işaret edilmiş bir nehirdir. Çeşitli ayetlerle bunu destekler. Batlamyus’un tespitlerine göre de yeryüzünde bulunan iki yüz büyük, kırk dört küçük nehirden dört tanesi halk katında ve Hak yanında övülmüştür. Dört nehirden kasıt peygamberin hadisinde cennetten çıktığı söylenen Seyhun, Ceyhun, Fırat ve Nil’dir. Nil bunların hepsinden daha yüce ve daha kıymetlidir (Şahin E., 2017: 282). Tüm bu bilgilerin ışığında görülmektedir ki Mısır ve Nil hem coğrafi özelliği hem de pek çok kültürel dinamiği ile klasik Trük edebiyatının rağbet edilen konularından birisi olmuştur. Edebiyatın her alanında Mısır ve Nil’e dair izler görmek mümkündür. 3.2.1. Klasik Türk Edebiyatında Nil Nehri Konulu Şiirler Nil Nehri bahsedilen pek çok hususiyeti ve sosyal, siyasi ve coğrafi önemi ile şiirde de hayal dünyasından çeşitli karşılıklar bulmuş; çağrışımsal içerikler ve simgesel roller kazanmıştır. Gerek Yusuf ile Züleyha kıssaları gerek dinî olarak pek çok mesele ev sahipliği yapmış olmasıyla sıkça başvurulan malzemelere sahiptir. Nil’in dolup taşması, coşkunluğu, bereketi, kaynağı üzerine kurgulanmış rivayetleri, uzunluğu gibi pek çok niteliği ile şairlerin duygu dünyasında sanatsal ve sembolik olarak yüzyıllarca var olmuştur. Klasik şiirde Nil Nehri sık sık âşığın gözyaşlarıyla benzerlik ilişkisi içinde kullanılır. Nil’in su seviyesinin yükselerek taşması başta olmak üzere bunu ölçmeye yarayan Ümmü’l-Kıyâs’a dair benzetme ve çağrışımlar çokça görülür. Ayrıca “kıyâs” 16 ve “mikyâs” gibi kelimelerle Ümmü’l-Kıyâs’a gönderme yapmak üzere söz oyunları yapılmıştır (Şahin E., 2017: 292). Hem Nil Nehri çerçevesinde hem de Mısır’ın genel hususiyetleri ile klasik Türk edebiyatı şairleri mazmun dünyasında önemli, orijinal teşbihler ve mübalağalar yapmıştır. Yavuz Sultan Selim döneminde hâkimiyet altına giren Mısır’a Osmanlı şairleri tahsil yapma, valilik, kadılık, kâtiplik, seyahat gibi çeşitli sebeplerle Mısır’a gitmiş; hatta kimisi de orada uzun süre yaşamıştır. Nitekim Mısır’da Türkler tarafından kurulan Gülşenî ve Mevlevî tekkeleri, burada uzun süreli ve çok önemli birer dinî ve edebî muhit meydana getirmişlerdir (Erdoğan, 2009: 472). Doğal olarak bu münasebetler ve faaliyetler, şairlerin eserlerine de yansımış, söz dünyalarını genişletmiştir. Bu bahsi geçen örneklerden bazılarına aşağıda yer verilmiştir. Divanında Mısır’la ilgili müstakil bir manzumeye rastlanan ilk şair çalışmalara göre Karamanlı Aynî’dir. Bilinen tek eseri olan Divan’ında onun Mısır’a gittiğine dair bir bilgiye rastlanılmamıştır. Aynî’nin, hamisi olan Cem Sultan’ı çok sevdiği, onun yanında uzun yıllar kaldığı da bilinmektedir. Kaynaklara göre şehzade Cem, ağabeyi Bayezid’le giriştiği saltanat mücadelesinde yenik düşünce bir süre Mısır ve Şam taraflarına çekilmiş ve oralarda kalmıştır. Bu sebeple aşağıdaki beyti söyleyen Aynî’ni Mısır’la ilgili şiirinin de bu olayla ilgili olduğu düşünülebilir: “Âb-ı çeşmün bigi Mısr u Şâm’a iy dil gitdi yâr Sen de var ardınca hâk-i Yûsuf-ı Ken’ânı öp” (Erdoğan, 2009: 448) Aynı şaire ait manzumenin beş beytinde de ‘olan Mısır’ şeklinde redifle ahenk sağlanır: “İy yiryüzinde yektâ ümmü’l-bilâd olan Mısr Cennet-sıfat cihânda iy bu’l-ibâd olan Mısr Nil’ünde hâbis olmag yog sende nâkıs olmag İy irtifâ u sâ’id zâyid ziyâd olan Mısr Yüz habbe sünbülünde bin galle hırmenünde 17 İy her rebīʿ ü vasfı hayrü’l-hasād olan Mısr Çün on iki burûcun on iki oldı şehri Burc-ı Esed gibi iy muhkem-nihâd olan Mısr Ya’kûb-ı nâ-murâd-ı Ken’ân hazîn idicek İy Yûsuf-ı zamâna asr-ı murâd olan Mısr Her kim ki sâkîn olsa olmaz ilünde gamgîn İy maʿdeni neşâtun v’iy kân-ı şâd olan Mısr Mislün bilâd içinde lem yehluk oldı vallâh Aynî’nün dilinde her demde yâd olan Mısr” (Erdoğan, 2009: 449) Divanında Mısır’la ilgili şiir tespit edilen ikinci şair Ahmed Paşa’dır: “Mısr-ı hüsnün hakı ey Yûsuf-ı Ken’ân-ı Mısır Utanur şehd-i lebünden şekeristân-ı Mısır Şâm-ı zülfün çerisi kondı gönül Mısr’ına kim Sâye-bânlarla doludur kamu meydân-ı Mısır Gam degül bende isen Mısr-i dile sultânsın Bir ‘azizün kulıdur Yûsuf-ı Ken’ân-ı Mısır Eyledi aşk Zelîha’sı bu cân Yûsuf’ına Mısr-ı hüsnünde zenahdânını zindân-ı Mısır Ey gözüm yaşını gören sebak al hüsnünden Hûb olur Nil kenârında çü seyrân-ı Mısır Ruh u zülfün hevesinden giceler subha degin 18 Zeyn olur şem-i şebistân ile dükkân-ı Mısır Yüzi hurşîdi şeb-i zülfüni kâfer görüben Rûm-ı hüsnünde çeker tîg-ı dırahşân-ı Mısır Cân gamın yüklenür il mushaf-ı hüsnün gözetür K’ola mahmilde temâşâ-yı firâvân-ı Mısır Hoş şeker-rîz olur Sa’di-i Şirâz gibi Ahmedün sözlerin okursa gazel-hân-ı Mısır” (Erdoğan, 2009: 451) Ahmet Paşa bir aşk şiiri olan bu gazelinde sevgilinin güzelliğini ve vasıflarını anlatırken bir mazmun olarak Yusuf peygamberi, Mısır’ı, Nil Nehri’nin seyranını, şekerini kullanır. Daha detaylı çalışmayı Mustafa Erdoğan yapmış, şerhine ve incelemesine makalesinde yer vermiştir.1 Divan’ında Mısır’la ilgili şiir bulunan başka bir şair Revânî’dir: “Kâmeti dikmesidür nahl-i dil-ârâ-yı Mısır Lebi perverdesidür şimdi mürebbâ-yı Mısır Devr-i hüsnünde gönül kûyuna azm itdi yine Döndi ol hâceye kim eyleye sûdâ-yı Mısır Nola kûyunda gözüm yaşını seyr eyler isen Nil ile hûb olur çünki temâşâ-yı Mısır Dil bilür bir lebi şekker güzelün âşığıyuz Egleyimez dili tûtî-i şeker-hâ-yı Mısır Varsa bu şi’r-i Revânî nola Rûm illerine Armagan olur imiş her yire hurmâ-yı Mısır” (Erdoğan, 2009: 454) 1 Daha detaylı açıklama için bk. Erdoğan, 2009: 1-40. 19 Revânî’nin bu gazelinde Mustafa Erdoğan’a göre en dikkat çeken unsur şiirin benzetme unsurlarının baştan sona kadar Mısır ile ilgili olmasıdır. “Örneğin ilk beyitte, ‘Mısır’ın gönül süsleyen hurma ağacı, (sevgilinin) boyu(nun) dikmesidir (yani onun yanında ancak küçük bir fidan gibidir); şimdi Mısır terbiyesi görmüş (sevgilinin) dudağının yetiştirmesidir (yahut Mısır tatlısı, sevgilinin dudağının yanında yetişmiş, tadını ondan almıştır)’ denilerek Mısır’ın sosyal ve ekonomik hayatında çok önemli bir yeri olan hurma ağaçlarına ve şeker kaynağı olan Mısır’ın tatlılarına işaret edilmektedir (Erdoğan, 2009: 454).” Divan’ında Mısır’la ilgili kanaatlerini dile getiren diğer bir divan şairi Kabûlî’dir. Kabûlî, Mısır’a kadı olarak gitmiştir. Mısır’a gidişi ile ilgili izlenimlerini şiiri ile aktarır (Erdoğan, 2009: 455): “Ya’kûb-sıfat milket-i Ken’âna yitişdük İnsâf ide Yûsuf gibi sultâna yitişdük Cûlar gibi gezdük yüridük berr ile bahri Âhir giderek sâhil-i ummâna yitişdük Hıdmet iderek meclis-i rindâna irişdük Meydâna girüp himmet-i merdâna yitişdük” (Erdoğan, 2009: 455) Aynı şaire ait Mısır ile ilgili bir gazel de aşağıda verilmiştir: “Mısr’a gelme yanılursan sâkin olma zâmin ol İzzet itmezler gerek Yûsuf gerek Bünyâmin ol Kimse bu kehf-i fenâda hürmet itmez it gadar Sen gerek râbi’ gerek sâbi’ gerekse sâmin ol Dürr-i meknûn olsan eşhâs i’tibār itmez sana Faslunı irgür kemâle kâmil ol da kâmin ol 20 İstikâmet ayn-ı ayb oldı sakâmetdür hüner Aybunı ihvâna izhâr itme merd-i hâzin ol Kîl ü kâle zâhib olma müfti-i mâzî gibi Olur olmaz söz sana düşmez Kabûlî sâkin ol” (Erdoğan, 2009: 456) İskender Pala Divan Şiiri Sözlüğü’nün Nil maddesinde de aşağıdaki örnekleri vermiştir: “Misâl-i nâme-i Fârik ayn-ı rahmet olup Akitte Mısr-i sipihr üzre Kehkeşândan Nil” Sâbit “Hayal-i turrâsı çeşmimde raks urur sanasın Ki baş götürüben oynaya Nil içinde neheng” Ahmed Paşa “Gözünün kanlı yaşı benzeyen Nil var ise Yar ile Aşkî’nin olmaz ise feryâd-resi” Aşkî “Adl ü dâdı nitekim Nil ü Furât Kâinata gün gibi verir hayat” Taşlıcalı Yahya (Pala, 1990: 391) Mustafa Erdoğan, Mısır’la ilgisi ve bu konuda şiiri olan divan şairlerinin bu münasebet noktasında en ilgincinin Fehîm-i Kadîm olduğunu söyler (Erdoğan, 2009: 458). “Ol ki hurşîd-i cemâl-i yârdan mahrûm olur Zulmet-i gamda vücûdı zerreveş ma’dūm olur Görinür nakş-ı emel gurbetde de zîrâ gelür Levh-i pîşânîye evvel her ne kim mersûm olur 21 Çeşmüme gâhî hayâl-i Rûm ider şöyle hücûm Kim sevâd-ı Mısr gûyâ nokta-i mevhûm olur Dil-berün Mısr içre nâ-yâb oldugın seyr eylese Ehl-i ışka kaht-ı Yûsuf vak’ası ma’lûm olur Mâlik-i Yûsuf da olsan Mısr zindândur Fehîm Gönlümüz müştâk-ı hüsn-i dil-berân-ı Rûm olur” (Erdoğan, 2009: 459) “Ahdüm olsun ger der-i cennet olursa ey Fehîm Sağ olursam geçmeyem bir dahı bâb-ı Mısr’dan Tâ ki cânum tendedür mâʿü’l-hayât olsa eger İçmeyem Hızr eylese teklîf âb-ı Mısr’dan Mihr olursam ol ufukdan itmeyem kat’a tulu’ Mâh olursam almayam nûr âftâb-ı Mısr’dan Zehrede bâd-ı semûm ber-güzâr itse güzār Ger dem-i Îsî reh-i pür-teff ü tâb-ı Mısr’dan Mâh olup a’mā iderdi nûr-ı mihr insânı kûr Sürme itse âftâb u meh türâb-ı Mısr’dan Gülsitândan bülbülân me’yūs olup hâmûş hep Her harâbe pür-sadā bang-i gurâb-ı Mısr’dan Bir cüvân şūh yok kim kâm ala andan gönül Ben hele hayretde kaldum kâm-yâb-ı Mısr’dan Nogta-i şekki görüp sanma serâb ola şarâb Yogdur ey ârif nişân aslâ şarâb-ı Mısr’dan 22 Çog temâşâ itdüm âdem görmedüm zîrâ gözüm Hıyredür gerd-i himâr-ı bî-hisâb-ı Mısr’dan Üştürân lâgâr-ten ü pür-kef-dehen harlar gavî Ey su’âl iden mizâc-ı şeyh ü şâb-ı Mısr’dan Ejderistân olsa lâyık bûz olsa revâ Genc olur peydâ belî künc-i harâb-ı Mısr’dan Dûzaha varmış bir âdem var ise virsün haber Âşiyânı korkıdurlar mı azâb-ı Mısr’dan Evliyâsı ser-bürehne-gîr der-kef gezmede İzz ü nân-ı himmet umman bî-hicâb-ı Mısr’dan Vâkıf itdi nükte-i ef’âl-i Fir’avne bizi Müstefîd olduk murâd üzre kitâb-ı Mısr’dan Çekse Yûsuf gâşiyem tutsa rikâbum ger Azīz İctinâb itdüm muhassal irtikâb-ı Mısr’dan Görmesün çeşmüm ebüʿn-nevm eyleyem her dem gıdâ Tâ gidince olmayan bîdâr hâb-ı Mısr’dan” (Erdoğan, 2009: 462) Mısır’la münasebeti ve Mısır’a dair şiiri olan divan şairlerinden biri de 17. yüzyıl şairi Mezâkî’dir: “Ol ki seyr-i gül-sitân-ı Rûm’dan mahrûm olur Gül gibi şâd olsa da bülbül gibi magmûm olur Her ne denlü sûz-ı şevk-ı bâğ-ı Rûm’ı saklasam İmtidâd-ı dûd-ı âhumdan yine maʿlûm olur Hasret-i hâl-i ruh-ı hûbân-ı Rûm ile hemân 23 Merdüm-i çeşm-i emel bir nokta-i mevhûm olur Gülsitân-ı Rûm’a nisbet bâğ-ı Mısr’un bülbüli Andelîb-i gülperest-i nahl-bend-i mûm olur Mısr’a bizden sonra bir nâ-dân gelürse gam degül Lâne-i şeh-bâz âhir âşiyân-ı bûm olur Ey Mezâkî Mısr u Şâm’ı seyr idüp şimdi gönül Arzû-mend-i temâşâ-yı diyâr-ı Rûm olur” (Erdoğan, 2009: 465) Divan’ında Mısır’la ilgili müstakil manzume bulunan bir başka sanatçı da 17. yüzyıl şairi Tecellî’dir. DER-MEDH-İ MIHR “Hâk-i Mısr’un cilve-gâhı kim behişt-âsâr olur Sâye-i pîrâye-i eşcarı pür-envâr olur Benzedenler nahl-i hurmâ-zâra bilmezler mi kim Bir hudâyî tekyedür dervişi gîsû-dâr olur Rîze-i mînâ gibi yer yer serâb-ı şûre-zâr Feyz-i âb-ı Nil ile âyîne-i enhâr olur Reh-güzâr-ı sâhil-i bahr-i ümîd-i vasl-ı yâr Berg-i pây-endâz-ı sûsen gibi hançer-dâr olur Ey Tecellî katre-i deryâ-yı tabʿum hâsılı Gevher-i ra’nâyi-i mazmûn-ı ma’nîdâr olur” (Erdoğan, 2009: 467) Hem Mısır’la hem de Mısır’ın başkenti ve en önemli yerleşim merkezi olan Kahire ile ilgili bir manzume kaleme almış olan şair Râmi’yi de anmak gerekir: 24 BERAY-I VASF-I MISR-I KAHİRE “Sâhası ma’mûre-i Mısr’un ki deryâ-bâr olur Feyz-i cûy-ı Nil ile her gûşesi gül-zâr olur Nahl-i hurmâ nev-arûs-ı vasf-ı Mısr’ı zeyn içün Mâni-i endîşeye bir kilk-i sihr-âsâr olur Hulda teşbîh eylesem bir kasr-ı arş-âsâsını Niçe bin tevbîh ile lebrîz-i istiğfâr olur Hâsılı bu şehr-i hüsn-âbâdı itdükce hayâl Hacle-gâh-ı tab-ı âteş-tâb-ı Yûsuf zâr olur Şi’rüne Râmî olursa kand-rîz-i iltifât Tuti-i tab’-ı belîğim gayret-i Assâr olur” (Erdoğan, 2009: 469) Mısır’la ilgili şiirler arasında anılması gereken bir manzume de 18.yy. şairi Mirzazâde Ahmed Neylîzâde Ahmed Neylî’ye aittir; manzume Mısır’da, Hazreti Peygamber’in ayak izinin bulunduğu bir köşk için söylenmiştir: MISRDA KADEM-İ NEBİ OLAN KASRA DİNİLMİŞDİR “Eylemiş arş ile hem-pâye bu kasr-ı tarabı İntisâb-ı kadem-i pâk-i nebiyy-i Arabî Bu şerefle n’ola tâc-ı ser-i büldân olsa Belde-i Mısr’dadır çün kadem-i pâk-i nebî Bu şerefdir nazar-ı ehl-i merâsimde dahı Pest iden Mısr’a göre pâye-i Şâm u Haleb’i Mısr’a bin sâl mukaddem cereyânı Nil’in Kadem-i izzete yüz sürmek imiş hem sebebi” (Erdoğan, 2009:471) 25 17. yüzyıl şairlerinden Bosnalı Sabit’in bir beytinde Nil Nehri’nin gizemli kaynağını hayal nakşıyla buluşturur ve ortaya şöyle bir beyit çıkar: “Bu denlü feyz gelür kalbe Sâbitâ ammâ Bilinmiyor neredendür menba’ı Nil gibi” (Şahin E., 2017: 280) Memba unsuruna değinerek Nil ile sevgili arasında benzetme kuran bir şahsiyet de 16. yüzyıl şairi Sâ’atî’dir: “Mısr’ı câmi’dür cemâlün her cemîl andan çıkar Âlemün ummânı aynundur ki Nil andan çıkar” (Şahin E., 2017: 280) Şairin hayal dünyasında sevgilinin gözleri okyanusa teşbih edilir ve Nil, o okyanustan çıkagelmiştir. 15. yüzyıl şairlerinden Muhyiddin Çelebi’nin Hızır ile birlikte manevi seyahatlerini anlattığı Hızırname adlı eserinde Nil’in kaynağına değinmesi, bu konunun tasavvufi ve menkıbevi eserlerde de yer aldığını göstermesi bakımından kayda değerdir: “Deryâ-yı Nil’ün aslını seyr itmişem iy yâr men Kandan gelür kanda gider seyr itmişem bunları ben Bu didügüm Kâf tagıdur hem Hızr Hânun yolıdur Kullarını alup varur seyr itmişem bunları ben Nil’ün başın gördüm ıyân çıkar bir kubbeden revân Gâyet mu’azzam kubbedür seyr itmişem bunları ben İki kapu vardur yüce birisi Nil biri Furât Biñ bin melek hâzır turur seyr itmişem bunları ben Bunca acâyib görmişem hayrân oluban turmışam Hızr ile bile varmışam seyr itmişem bunları ben” (Şahin E., 2017: 480) 26 Ebu Hureyre’den rivayet edilen Hazreti Peygamber’in, “Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil, Cennet nehirlerindendir.” şeklindeki hadisiyle2 Nil Nehri’ne kutsiyet atfedilmiş olması şairlerin bu hadise de atıfta bulunmasına sebep olmuştur, Gelibolulu Âli bu şairlerden biridir: “Mâ-hasal âb-ı hayâtun aynıdur deryâ-yı Nil Cûy-bâr-ı bâğ-ı cennetdür dimiş hayru’l-beşer” (Şahin E., 2017: 281) Esma Şahin makalesinde bu şiirde, âb-ı hayâtın kaynağı veya kendisi olarak nitelendirilmiş Nil Nehri ile âb-ı hayât kavramının birlikte kullanılmasını her iki suyun efsaneviliğini öne çıkarması açısından dikkat çekici bulur. Nitekim Nil Nehri’nin kaynağı nasıl bulunup bilinemiyorsa efsaneye göre âb-ı hayâtın kaynağı da tanımlanmamış, karanlık bir yerdedir (Şahin E., 2017:282). Taşlıcalı Yahya bir beytinde muhatabı için şu övgüleri dile getirir: “Nil-veş tatlu dilinden âleme virür hayât Gıll u gışdan pâkdür deryâya benzer vüs’ati” (Şahin E., 2017:283) Şair, şiirinde Nil’e benzettiği muhatabının dilini öyle üstün görür ki nehrin bereketi gibi dilin de hayat saçtığını ifade eder ve pisliklerden, çöplerden arınan bir deniz gibi engin olduğunu ifade eder. Aynı şair bir başka beytinde Nil’in taşıp azalmasına değinerek tatlı sularıyla teşbih yapar: “Arta eksilmeye dünyâda o kim ey Yahyâ Nil gibi dili tatlu ola deryâ-dil ola” (Şahin E., 2017: 480) Nil’in taşkınlığına değinen şairlerden biri de 19. yüzyıl kadın şairlerinden Şeref Hanım’dır: “Sarf eyledikçe artmadadır hem çü nehr-i Nil Yâ Rab bu seyl-i eşk-i meşakkat tükenmedi” (Şahin E., 2017: 285) 2 İmam Nevevi, Riyâzü’s Sâlihîn, çev. Raşit Küçük, İsmail Lütfi Çakan, Mehmet Yaşar Kandemir, Erkam Yayınları, 2018, ksm. Bâbu’l-Mensûrâti ve’l-Milh, s. 370. 27 Şeref Hanım bu beytinde gözyaşlarının Nil Nehri gibi tükenmeden aktığını mübalağa sanatı ile ifade etmiştir. Onun da gözyaşları tıpkı Nil Nehri gibi aktıkça akmaktadır. 17. yüzyıl şairi Ganizâde Nâdirî de bir kasidesinde şu ifadelere yer vererek Nil’in taşkınlığından ilham alır ve padişahı över: “Zemân-ı devletinde kimse tugyân eylemez hergiz Meger Nil-i mübârek eyleye Mısr içre tugyânı” (Şahin E., 2017: 285) Edebiyatımızda rubailere gösterdiği rağbeti ile göz önüne çıkan Azmîzâde Hâletî bir şiirinde, “Nil-i Mısr’ı ana benzetmek olurdı yârân Yılda bir bârî kesilseydi eger eşk-i revân” (Şahin E., 2017:285) ifadelerine yer vererek gözyaşlarının Nil gibi yılda bir kez olsun kesilmediğinden dem vurmaktadır. Şairlerin kullandığı bir başka imge ise Nil’e nokta düşme meselesidir: “Nil’in sularının arttığı dönem Kıptî takvimine göre “Tût” ayındadır. Bu vakit gelmeden önce Ümmü’l-kıyâs havuzu temizlenir. Havuzun içi temizlendikten sonra berrak görünen su kan yahut çamur gibi kırmızı akmaya başlayınca Nil’in sularının yükseldiği anlaşılır. Buna nokta düşmek denir.” (Şahin E., 2017: 287) Bu meseleye Evliya Çelebi de Seyahatname’sinde değinmiştir: “Hikmeti Huda bu günlerde Nil ol Temmuz günleri cuşu huruşa gelüp Nil’e nokta düşer. Yani Nil suyu kıpkırmızı balçıklı derya misali cereyan ider (Evliya Çelebi, 1938: 315).” Şairler bu durumu da zengin hayal dünyalarında şekillendirirler ve sanata şu ifadelerle yer verirler: 28 “Nil-i hevâya düşdi bugün nokta cemreden Şimden gerü serâb-ı mahabbet şerâb olur” (Şahin E., 2017: 287) Bosnalı Sâbit bu beytiyle ‘Hava Nil’ine bugün cemreden nokta düştü. Bundan sonra muhabbet serabı şarap olur’ diyerek havaya cemre düşme tabiat olayı ile ile Nil’e nokta düşmesi arasında bir bağlantı kurar ve hayal dünyasına Nil’den bir benzetme daha ekler. Yine söz konusu olaya Ref’î-i Leng adındaki bir şair gözyaşlarıyla dolu gözleri Nil’e, sevgilinin benini de noktaya benzeterek gönderme yapmıştır: “Aks-i hâlüñ göricek bu hıdâk-ı pür-seyle Nokta düşdi didiler anı görenler Nil’e” (Şahin E., 2017: 287) Azmîzâde Hâletî de Nil’e bir yönüyle şiirinde yer veren sanatkârlardan olur ve o da deryâ-yı Nil tamlamasıyla güçlendirdiği Nil Nehri’ni gözyaşları ile kıyas eder: “Öykündi ‘âşıkun var ise eşk-i çeşmine Deryâ-yı Nil’e hayli kesim kesdiler yine” (Şahin E., 2017: 289s) 16. yüzyılda, usta şairlerin bolluğu içerisinde adı pek duyulmayan sanatkarlardan Ganîzâde Nâdirî’nin de kendi eserini överken Nil’in büyüklüğüne çağrışım yaptığı görülür: “Miyân-ı masârî’i Nil-i behîc Sutûr arası ana yir yir halîc” (Şahin E., 2017: 289) “Nice yirden anı kat’ eyledi tîg-ı gazabı Nil-i Mısr’un ana ma’lûm olıcak tugyânı” (Şahin E., 2017: 289) 29 Tezkire müellifi Âşık Çelebi’nin kendisi için: “…şuârâ-yı ‘asr u diyârun ‘ârif-i hemebîn ü vâkıf-ı hemedânıdur… ulular lisânındaki “nezele’l-esmâ mine’s-semâ” dediği şair Sehâbî3 de Nil’e bir beytinde şu şekilde değinir: “Mısr-ı hüsn-i yâre karşu ‘aynum oldı rûd-ı Nil Yoluna sakkâ-yı çeşmüm eyledi anı sebîl” (Şahin E., 2017: 289) Şair; sevgilinin güzelliğini Mısır’a, göz pınarlarını da Nil Nehri’ne benzetmektedir. Nehir suları gibi akmakta olan gözyaşlarını bir saka gibi onun/sevgilinin yoluna sebil etmiştir. Benzer şekilde Süheylî her şeyin bir ölçüsü varken kendi gözyaşı Nil’inin bir ölçüsü olmadığını söylediği şu beytinde “kıyâs” ve “mikyâs” kelimelerini kullanarak bir anlamda kelime oyunu yapar: “Gerçi her bir nesnenün mikyâsı vardur lâ-cerem Nil-i eşk-i çeşmüme olmaz benüm hergiz kıyâs” (Şahin E., 2017: 293) Beytinde Nil’in azalıp çoğalma ölçüsüne parmak hesabı ifadesini kullanarak gönderme yapan 18. yüzyıl şairi Fasîhî, hüner ehlinin Mısır aleminden bir kerede değil parmak hesabı gibi adım adım eksildiğini belirtir: “Nil-veş barmak hesâbıyla gel ey ehl-i hüner Mısr-ı âlemden hemân eksilmede günden güne” (Şahin E., 2017: 293) 16. yüzyıl şairi Mostarlı Ziyâî bir beytinde gözyaşlarının gönül ülkesini harap etmesi ile Nil’in sularının artıp Mısır’ı zayiata uğratması arasında ilgi kurar, gözyaşlarının çokluğunu Nil’in sularına benzetir: “Nil-i eşküm korkarım dil Mısr’ını eyler harâb Ey birâder Yûsuf-ı Ken’ânum incinmiş gibi” (Şahin E., 2017: 296) 3 Bu konuda geniş bilgi için bk. Civelek, 2022: 405-415 30 Nil’in taşmasının halk tarafından şenlik ve coşkuyla, merasim şeklinde kutlanması da şairlerin şiirlerine konu olan bir başka meseledir. 16. yüzyıl Osmanlı şairlerinden Behiştî bu konuya, “Bu merdümler niye aglar revân olsa gözümden seyl Arablar hod güler oynar ziyâde gelse âb-ı Nil” (Şahin E., 2017: 301) beytiyle değinerek Nil’in taşmasıyla sevinen Araplara rağmen kendi gözyaşlarının bu denli akmasına şaşırır. Natî’nin bu beyti de aynı konuya değinmiştir: “Mısr-ı ışkunda yaşum Nil’in taşurdum gülmedüm Şâd olur gerçi ki Mısrîler kaçan kim taşsa Nil” (Şahin E., 2017: 301) Nev’î-zâde Atâyî bir beytinde kasidesini mana şekeristanının Nil’i olarak gösterir Kullandığı “dua ile aktı” ifadesini Esma Şahin makalesinde Nil kesiminde suyun dualarla kanallara verilmesine işaret edilmek üzere bilinçli bir şekilde kullandığını ifade eder: “Yahûd deryâ-yı Nil-i şekkeristân-ı me’ânîdür Du’âyile bu demde oldı Mısr-ı izzete cârî” (Şahin E., 2017: 301) Nâbî ise bir beytinde kendini överken şairlik kabiliyetini Nil Nehri’ne benzetir ve yarım bir coşmayla dünyayı suya kandırdığını ifade eder. “Nîm cuşişle cihanı Nâbiyâ sîr-âb ider Nil-i rûz-efrûz-ı tab’un izdiyâdı böyledür” (Şahin E., 2017: 301) Tezkirecilerin çoğunun, Necati için şairlere yol açacak büyük bir sanatkâr olduğunu fakat ismini fazla duyuramamasının sebebini mevki hırsının bulunmayışına ve sağırlığına bağladığı bilinmektedir. Değerli mesnevisi Şem ü Pervane’nin 16. yüzyıl şairi Zâti’nin de Nil ile ilgili yaptığı bazı çağrışımlar vardır. 31 “Eger Fir‘avn-ı nefsi Nil-i kahre gark eylersen Tecellâ-yi cemâl-i Hakkı Mûsî-veş temennâ kıl” (Şahin E., 2017: 305) Bir benzer anlama da bu beyitte rastlanır: “Fir‘avn-ı nefsi eyleyicek Nil-i kahra gark Billâh tecellî Tûrına Mûsâ degül misin” (Şahin E., 2017: 305) Necâtî Bey aşağıdaki beytinde muhatabının yüzündeki yara çiziği için kurmuş olduğu hayalleri sıralarken Nil Nehri’nin Musa Peygamber’in elinde ikiye yarılması mucizesiyle Firavun’un ordusunun helak olmasına telmihte bulunmuştur. Şair yüzdeki yarayı Firavun’un ordusunu helak etmek için Nil Nehri’nin Musa Peygamber’in eliyle yarılmasına benzetmiştir: “Yâ meger kim leşker-i Fir'avnı iderler helâk Nil şakk olmış-durur Mûsâ elinde bî-gümân” (Şahin E., 2017: 305) Taşlıcalı Yahya Bey, gül yüzlü Yusuf’unun güzelliğinin artması derecesinde Nil gibi gözyaşlarının çoğaldığını ifade eder. Şair sevgiliyi güzellik bakımından Hazreti Yusuf’a benzetirken gözyaşlarını Nil Nehri’ne benzetmiştir: “Hüsni efzûn oldugınca Yûsuf-ı gül-çihremün Nil gibi yaşumun deryâsı artar turmadan” (Şahin E., 2017: 306) 16. yüzyıl şairi Edirneli Nazmî’nin beytinde Yusuf gibi güzel sevgilinin mahallesi Mısır’a, âşığın gözyaşları ise Nil’e benzetilmiştir: “Kûyı ol Yûsuf-cemâlün Mısr’dur hüsn ile pes Eşk-i çeşmüm ‘aynı ile anda Nil ırmagıdur” (Şahin E., 2017: 306) Bursalı Rahmî’ye ait aşağıdaki beyitte de benzer ifadeler görülmektedir: “Hâk-i kûyun içre eşk-i çeşmüm ey Yûsuf-cemâl Mısr içinde fi’l-mesel ‘aynıdür anun cûy-ı Nil” (Şahin E., 2017: 306) 32 16. yüzyılın Sultan’uş-şuarası Bâki de gözyaşlarını Nil’in coşkunluğuna teşbih ederek mübalağa yapar ve sevgiliyi Yusuf Peygamber’in güzelliğine benzeterek şu dizeyi kaleme alır: “Bakmaz ol sultân-ı Mısr-ı hüsn hergiz hâlüme Nil-veş cûy-ı sirişküm turma tugyân itmede” (Şahin E., 2017: 306) Mısır’da ve bilhassa Nil kıyılarında şeker kamışı tarımı çokça yapıldığı için Nil ve şeker kavramları şiirlerde birlikte geçer. Nev‘î’nin Sinan Paşa için yazdığı kasidesinin bir beytinde onun insafı eser etmeseydi Mısır diyarında Nil’in safasıyla şekerin tat elde edemeyeceği ifade edilir: “Diyâr-ı Mısr’a eser kılmasaydı insâfun Safâ-yı Nil ile kesb itmez idi dad şeker” (Şahin E, 2017: 307) 16. yüzyıl şairi Meâlî, kirpiklerini Nil’in iki kıyısında biten kamışlığa benzetmiştir. Beyitte gözlerin Nil Nehri’ne benzetildiği açık olmakla birlikte sevgili hakkında “şeker-leb” ifadesi Nil’in kıyısında ziraatı yapılan şeker kamışını akla getirir: “Ey şeker-leb san neyistândur benüm kirpiklerüm Kim bitüpdür iki cânibden kenâr-ı Nil’de” (Şahin E., 2017: 307) Necâtî Bey “Yanağının hayali gözümden gitmesin. Çünkü Mısır’ın gezinti yeri Nil kıyısı olur” anlamındaki beytinde aynı konuya işaret etmektedir: “Gözümden gitmesün haddün hayâli Kenâr-ı Nil olur seyrânı Mısr’un” (Şahin E., 2017: 308) Aynı yüzyıldan Revânî de gözyaşlarını seyreden sevgiliye, gözyaşlarını izlemesine şaşılmayacağını, çünkü Mısır’ı Nil ile seyretmenin güzel olacağını söyler: 33 “Nola kûyunda gözüm yaşını seyr eyler isen Nil ile hûb olur çünki temâşâ-yı Mısır” (Şahin E., 2017: 308) Hikmetnâme adlı eserde her yıl Nil Nehri’nin taşmadan artması için nehre bakire bir kızın kurban olarak sunulduğundan şu şekilde bahsedilmektedir: “Dimişler câhiliyetde meger Nil İricek hâleti meddine her yıl Alup bir bâkire kız kıymet ile Düzerler idi dürlü ziyne ile Bırakurlardı iletüp anı Nil'e Buyıdı ‘âdet ol kavm-ı dalîle Bunı ragm iderdi ehli küfrün Ki böyle olsa artar Nil'i Mısr'un” (Kerti, 2021) Ayrıca Hikmetnâme’de Mısır’ın başkenti olan Kahire’nin kuruluşuna, adının verilişine dair tarihe ışık tutacak bazı olaylardan da bahsedilmektedir. 3.2.2. Klasik Türk Edebiyatında Nil Nehri Konulu Mensur Eserler 3.2.2.1 Evliya Çelebi – Seyahatname Nil Nehri’ni ve genel manzarasıyla Mısır’ı konu alan eserlerin başında Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si gelmektedir. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinin 10. Cildini tamamen Mısır’a ayırmıştır. Bu kaynak Mısır ve Nil Nehri açısından oldukça titizlikle hazırlanmış bir kaynaktır. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si hakkında önemli araştırmaları olan Robert Dankoff’un ifade ettiğine göre İstanbul ve Mısır’ı anlatan ciltler, diğer sekiz cildine göre daha tertiplidir.4 4 Bu konuda geniş bilgi için bk. Taştan, 2011: 165-175. 34 “Evliya için dünyanın merkezi olan İstanbul gerek şehirdeki veba salgını ve gerekse siyasal-toplumsal meselelerden ötürü yaşanamaz hâle gelmiştir. Bu nedenle hayatının son on yılını ikinci vatanı olan Mısır’da geçirmiştir (Taştan, 2011: 165-175).” Nil, Evliya Çelebi’nin belirttiğine göre Kur’an’da da işaret edilen bir nehirdir (Şahin E., 2017: 282). “Eserinin genelinde Nil Nehri’nden “Nil-i mübarek” şeklinde söz eden Evliya Çelebi sözlerinin devamında nehrin kutsiyetini vurgulamak üzere Kur’an-ı Kerîm’den bazı ayetler aktarır. Bunlardan biri Duhan suresi 25- 26’da yer alan “Onlar geride neler bırakmışlardı, nice bahçeler, çeşmeler, ekinler, güzel makamlar” mealindeki ayetler ile “Gökten belli ölçü ve miktarda su indirdik de onu yerde durdurduk” mealindeki Müminun suresi 18. ayettir. Evliya Çelebi müfessirlerin görüşüne göre bu ayetlerde kastedilenin Mısır toprağı ve Nil Nehri olduğunu belirtir ve böyle daha nice ayetler bulunduğunu da ekler (2017:282).” Arap coğrafyacılarının bilgilerinden, ilk dünya haritasından ve Amerika’nın keşfinden haberdar olan Evliya Çelebi, gizemli Afrika topraklarında efsanevi bilgilere dayanan Nil’in kaynağını görme tutkusuyla ve Mısır Valisi Kethüda İbrahim Paşa’nın görevlendirmesiyle kendi belirttiğine göre 7 Ağustos 1672’de Nil yolculuğuna çıkar (Tezcan, 2011: 58). Nil’in kaynağını bulmak o dönemlerin en merak uyandırıcı keşif dürtülerinden biridir. Hem ayet ve hadislerde adının geçmesi hem de uzunluğu sebebiyle geçtiği her coğrafyaya hayat kaynağı oluşu ile dünyanın gözde nehri Nil’in kaynağı inanışlara, efsanelere konu olmuştur. Evliya Çelebi de bu merakın izinden gitmek suretiyle yola çıkmış, kaynağına erişememiş fakat kendi deyimiyle ‘müstesna’ bir yolculuğu eserinin 10. cildinde kaleme almıştır. Nuran Tezcan makalesinde bu süreci şu şekilde aktarır: “Evliya, Nil’in kaynağına ulaşamasa da bu yolculuğundan büyük bir heyecan duymuş, Mısır ile Sudan sınırındaki İbrim’de Osmanlı ülkesinin en güney ucuna ulaşmak, bu sınırı aşarak Nil boyunca az bilinen Sudan 35 topraklarında ilerlemek, Afrika yerlilerini görmek, onların yaşayış tarzını, gelenek ve göreneklerini, savaşlarını ve ticaret hayatını yakından gözlemlemek ona büyük heyecan vermiştir. Bu yolculuğunun “müstesna” bir yolculuk olduğunun bilincindedir (Tezcan, 2011: 59).” Nuran Tezcan’ın makalesine göre Evliya Çelebi’nin amacı yalnızca gezip bulgularını kaydetmek değildir, buna ek olarak seyahatin sonrasında resimli harita ortaya koymaktır: “Kendisinin de kuzeyden güneye gezip gördüğü yerleri, şehirleri, köy ve kasabaları, dağ ve nehirleri anlatmaktan amacının boş yere anlatmak olmayı sözden hale getirip eşkâllerin yazmak, yani (resimli) haritasını yapmak olduğunu söyler: “Hakîr-i pür-taksîr dahi seyâhat etdiğim bilâdı memâlik-i mahrûselerde (Osmanlı ülkesinin şehirlerinde) olan kurâ ve kasabâtları (köy ve kasabaları) ve şehr-i mu’azzâmları ve cibâl-i azîmleri (yüksek dağları) ve nehr-i kebîrleri (büyük nehirleri) ve cemî‘i menâzilleri (bütün menzilleri) şimâle ve cenûbâ ubûr etdiğimiz tahrîr etmeden iltizâmı mâlâyelzem edüp (kuzeye ve güneye geçtiğimizi yazmamızdan maksat boş yere anlatmak olmayıp) murâdımız geşt ü güzâr etdiğimiz diyârları kıylden kâle, kâlden hâle (lâftan söze, sözden de şekle) getirüp eşkâllerin yazmakdır (Tezcan, 2011: 59).” Türlü tehlikelerden, engebeli yollardan ve uzun gözlemlerinden sonra Nil Nehri ve Mısır ile ilgili verdiği bilgiler de dikkat çekici ve anılmaya değerdir: “Evliya, vahşi ve yırtıcı hayvan korkusu çekerek, güneş sızmayan sık ormanlardan geçerek “Rûm ağaçları” ve “Rûm oğlanı” (yani Anadolu- Rumeli ağaçları ve insanları) görülmeyen, beyaz insanlarla “pişmemiş âdem”, “çiğ âdem” diye alay edilen bir dünyaya girer. Burada kendisini uyarırlar daha öteye gitmesinin tehlikeli olacağı söylenerek dönmesi için ısrar ederler. Fakat o, büyük bir kararlılıkla yoluna devam eder (Tezcan, 2011: 60).” Evliya Çelebi’nin değindiği önemli bir husus da Nil Nehri’nin suyu ve suyunu içenlerin huyu ve mizacı ile ilgilidir ve bu bilgi de oldukça dikkat çekicidir: 36 “Nil suyunun bir başka özelliği insanın mizacı üzerinde yaptığı etkidir. Evliya Çelebi’nin belirttiğine göre Nil’in suyundan üç sene içen kimse Anadolu insanı dahi olsa merhametsiz ve zorba olur. Mısır’da Hz. Yusuf’tan beri galip olanın hâkim olması ve ülkenin genellikle zorla zapt edilmesinin sebebi de budur (Şahin E., 2017: 284).” Evliya Çelebi, Nil’in kaynağını anlatırken hayal mahsulü zannedilebilecek bilgiler de verir. Bölgenin iklim koşulları ve modern araştırmalar dikkate alındığında onun tasvirleri arasında geçen “toprak yağmuru” olayının gerçek olmadığını söylemek güçtür. Evliya’nın ifadesine göre Cersinka vilayetine temmuz ayından önce tam bir ay süre ile “gökten kırmızı elenmiş ham amber gibi” toprak yağar. Hatta bölgedeki mermer kayaların üzeri bu süreçte ikişer üçer arşın toprakla örtülür (Çetin, 2015: 23). Tüm bu bilgiler ışığında sonuç olarak söylenebilir ki Evliya Çelebi’nin eserinin bir cildini özel olarak Mısır’a ve Nil’e ayırması bu alanda çok faydalı bilgiler edinilmesini sağlamış, önemli çalışmalara kaynak olmuştur. 3.2.2.2 Hâlâtü’l-Kâhire Mine’l-Âdâti’zâhire – Gelibolulu Âli Gelibolulu Âli bürokrasi açısından 16. yüzyılın önemli şahsiyetlerinden biridir. Genel itibarıyla Hâlâtü’l-Kâhire Mine’l-Âdâti’zâhire’de üç alanda bilgiler vermektedir: Mısır’ın güzel yanları, garip ve ahlaksızca bulduğu tarafları ve Mısır’ın yöneticileri. Fleischer; Âli’nin, bu eserini Mısır’ın eski ve bulunduğu tarihteki halini kıyaslayarak hem kötü yöneticileri eleştirmek için hem de Gazanfer Ağa’dan Mısır vilayetine atanmasına yardımcı olması için yazdığını söylemektedir (Erbil, 2009). Âli, eserinde övgüleri sıraladığı esnada Hazreti Yusuf, Hazreti Musa’dan, bu şahsiyetlerin Mısır ile bağlarından, piramitlerden ve Mısır toprağının bereketinden bahsetmektedir. Fakat eser genel itibarıyla Mısır’ın olumsuz yönleri ile doludur. Özellikle kadınlar bahsine değinen Âli, Mısır’ın kadınlarını Anadolu’nun kadınları ile mukayese etmektedir. Anadolu kadınlarının güzel ve şık şekilde örtündüklerini fakat Mısırlı kadınların tam tersine uygunsuz giyindiklerine değinmektedir. 37 Kadınlarla ilgili çeşitli meselelere şu şekilde değinir: “Bir de avratlarının hepsinin, eşeğe binmeleri hatta kimi ileri gelenlerin nikâhlı karılarının Bulak (kaynak, pınar) seyrine eşekle varıp gelmeleri, haftadan haftaya eşeklere binip inmeleri, hatta bir kızı gelinle birlikte bir eşeğe bindirip yetmiş seksen kadının da gelinle birlikte eşeğe binip silah kısmından ancak siperlerinin görülmesidir (örtündükleri örtüden bahseder); zamane zariflerinin bu uygunsuz halleri Kahire şehrini değerden hayli düşürür. Çünkü başka yerlerde fahişe avrat cezalandırılsa eşeğe bindirilir; Mısır şehrinde kadınlar isteye isteye kendilerini teşhir ettiklerinden siyaset yerinde deveye binmeleri uygun görülür (“Bir Rumi’nin Gözünden 16. Yüzyılda Kahire”, 2015).” Mısır halkını güzellik ve yakışıklılık açısından da eksik görmektedir. Ayrıca halkın temizlik anlayışını da Anadolu halkından eksik bulmaktadır. Rumeli ile kıyaslar yaparak, vergi ve fiyatlandırma politikalarındaki karışıklıktan da bahsederek Mısır’ın ekonomik ve ticari faaliyetlerine karşı memnuniyetsizliğinden bahsetmektedir. Bir diğer Mısır hakkında değindiği konu siyasi bağlamdadır. Ona göre Yeniçeriler daha güçlü ve sağlıklıyken Mısır askerleri güçsüz ve kabiliyetsizdir. Mısır’ın güzelliklerinden ziyade toplum hayatından, kadın-erkek rollerine, giyim kuşamdan yemek kültürüne hemen her konuda eksikliklerini ilk ağızdan aktarır (“Bir Rumi’nin Gözünden 16. Yüzyılda Kahire”, 2015). 3.2.2.3 Nâbî – Tuhfetü’l-Harameyn 17. yüzyıl şairi Nâbî, hac farizasını yerine getirmek için padişahtan izin alınca Mısır Valisi Abdurrahman Abdi Paşa’ya bu konuda bir de ferman yazmıştır. Sadrazam Râmi Mehmed’i de yanına alarak Urfa yoluyla Medine-i Münevvere’ye varan Nâbî’nin, “Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâ’dır bu” mısrasıyla başlayan ünlü naat- gazelini bu sırada kaleme aldığı söylenir. Tuhfetü’l-Haremeyn bu seyahatin mahsulüdür (Karahan, 2006). Tuhfetü’l-Haremeyn’de hac güzergâhı üzerindeki Mısır’a değinen şair eserinin bir kısmında Nil’den şu şekilde bahseder: 38 “Havâle-nişîn olanlar gâh sîrâb ile şifâ-yâb-ı ‘illet-i sevdâ ve gâh müşâhede-i sebze-i zümürrüd-fâmla gûr-sâz-ı efî-i âlâm-ı dünyâ olmadadurlar (Kaya İ., 2015: 159).” Nâbî burada zümrüt taşının yılanın gözünü kör ettiği bilgisini kullanarak gayesini ifade etmektedir. Nil Nehri kenarında oturanlar bazen suya dalarak sevda illetinden kurtulmaktadır. Bazen de zümrüt renkli sebzeleri/yeşillikleri seyrederken dünya üzüntüsü yılanının gözünü kör etmekte yani dünyanın sıkıntı ve dertlerini def edip uzaklaştırmaktadır (Kaya İ., 2015: 159). 39 İKİNCİ BÖLÜM RİSÂLE-İ NİL VE KİTÂB-I SELSEBÎL ÂL EVSÂFİ AN-NİL 1.Eserin Müellifi Üzerinde çalışılan Risâle-i Nil ve Kitâb-ı Selsebîl âlâ Evsâfi an-Nil eserlerinin ne kütüphane kaydında ne de eser içerisinde müellifin veya müstensihin kimliği, telif veya istinsah tarihi yer almaktadır. Yalnızca Berlin Nüshası olan Kitâb-ı Selsebîl âlâ Evsâfi an-Nil’in cildinde M. 1800 tarihli kayıt yer almaktadır. Bu gibi belirsizlikler sebebiyle eser müellifine ve nüshaların müstensihine ulaşılamamıştır. 2.Eserin Konusu Eser; giriş kısmı, üç ayrı bölüm şeklinde tasarlanmış gelişme ve sonuç olmak üzere üç ana bölümden oluşur. Müellif eserin ilk bölümünü fasl-ı evvel, ikinci bölümünü fasl-ı sani ve üçüncü bölümünü fasl-ı salis olarak adlandırmıştır. Üçüncü bölüm ise kendi içinde üç ayrı başlığa ayrılarak tanzim edilmiştir. Eserin esas konusunu Mısır’ın hususiyetleri ve Hâyid b. Şalom’un Nil’in kaynağını bulmak maksadıyla çıktığı uzun yolculuk, yaşadığı olağanüstü olay ve maceralar oluşturmaktadır. Eser, giriş bölümünde Türk edebiyatı nesir geleneğine uygun olarak hamdele ve salveleyle başlar. Ardından müellif, “sebebi tahrîr în risâle ve mûcib tastîr in makâle oldur ki” şeklinde eserin yazılma sebebini açıklar. Daha sonrasında Nil’in taşması ile meydana gelen hadiselerden bahseder. Burası bazı dinî şahsiyetlerin adının anılması açısından da oldukça önemlidir. Müellif Fasl-ı evvelde, yani ilk bölümde Mısır’a Mısır isminin nasıl tesmiye olunduğu hakkında bir hikâye anlatır. Fasl-ı sani olarak adlandırdığı ikinci bölümde Mısır’ın mehasininden yani güzelliklerinden bahseder; Nil’in suyuna, lezzetine, Mısır’ın çoğaldığı aylarda ziraate olan faydasına, meyve ve sebzelerine, sahip olduğu altı madenine, arazilerine, dağına ve çeşitli güzelliklerine değinir. Bunlarla alakalı bazı rivayetlerden alıntılar yapar. 40 Fasl-ı salis olarak adlandırdığı üçüncü kısımda ise Mısır’ın faziletinden bahseder. Kur’an-ı Kerim’den örnekler verir. Ayrıca Mısır’a ve Nil’in kaynağını bulmaya giden şahsiyetlerin isimlerini değinir. Son olarak ise Ays evladı Hâyid b. Şalom’dan ve onun başından geçen maceralardan bahseder. 3.Eserin Üslubu Eser; halk için eğitici bir eser olması sebebiyle müellif; hikâyeyi sade, basit ve akıcı bir dille kaleme almıştır. Giriş kısmındaki yoğun Farsça ve Arapça tamlamaların haricinde içerikte yabancı kelimeye pek yer vermemiştir. Eserin didaktik nitelik taşıyan birinci ve ikinci bölümünde sık sık rivayetlere, ayet ve hadislere başvurmuştur. Nil’in kaynağı ve mahiyeti hakkında ayetlerden deliller sunmuştur. Üslup daha öğretici ve akıcı bir havaya bürünmüştür. Üçüncü bölüm, halk hikâyesini kapsar ve burada dil daha da sadeleşerek anlatım rivayet havasına bürünür. Müellif, hikâyedeki olay örgüsünün canlılığı için “didi, eyitdi” gibi ifadelere yer vererek eserine diyalog üslubu katmış; masal, kıssa ve hikâye anlatımında elverişli olan geçmiş zamanla bu kipin hikâye şeklini kullanmıştır. Hikâye, efsanevi tasvirler ve olağanüstülüklerle doludur. Hikâyede dabbe-i azîm olarak adlandırılan mahluka yer vermesi bu olağanüstülüklerden en bilineni ve dikkat çekici olanıdır. Ayrıca Hâyid’in bin yıla yakın ömür sürmesi, dört başlı uçsuz bucaksız mahlukun hikâyeye renk katması, altından yapılmış sur, yedi kat gökleri geçen kolon, yenildikçe asla eksilmeyen üzüm salkımı gibi abartılı nniteliklerle donatılmış bu tür tasvirler olağanüstülüğü destekler. Tüm bu olağanüstülükleri aktaran dil ve anlatım, hikâye anlatımını destekler niteliktedir. Eserin genelinde anlatılan olaylar saygıdeğer bazı dinî şahsiyetlerin Nil ile olan münasebetleri ile desteklenmiştir. Bu durum, halkın söz konusu olan hikâyeyi ve aktarılan bilgilerin doğruluğunu benimsemeleri açısından alışıldık bir yaklaşımdır. Yazıldığı ve istinsah edildiği tarih tam olarak bilinmemekle birlikte eserin imla, ses ve şekil özellikleri incelendiğinde eser Eski Anadolu Türkçesinin özelliklerine sahiptir. Bunun en büyük kanıtı düzlük-yuvarlaklık uyumunun Eski Anadolu Türkçesine uygun olmasıdır. “Gelür, çıkub” gibi ifadeler buna örnek verilebilir. Ayrıca “didi, ayıtdı” gibi döneme özgü kullanımlar da göze çarpmaktadır. Nüshalar üzerinde yapılan incelemelerde birçok yazım kusurları ve farklı yazı stilleri de tespit edilmiştir. Bu hataların müstensihe ait olduğu düşünülmektedir. 41 Tüm bu bilgilerin ışığında eserin halk hikâyeciliğin önemli bir gelişme gösterdiği 14 veya 15. yüzyıla ait olduğu tahmin edilmektedir. 3.Nüshaların Değerlendirilmesi 3.1. Berlin Nüshası Üzerinde çalışılan nüshalardan temel alınan ve yazımı en temiz olan nüsha Berlin kayıtlı nüshadır. Esas alınan Berlin nüshası Nesih yazı biçimiyle “Hâzâ Kitâbü’s-Selsebîl âlâ Evsâfı’n-Nil” başlığı ile başlamaktadır. Aynı yazım biçimi ile alt satırda besmeleye yer verilmiş, hamdele ve salveleyle başlanmıştır. “Elḥamdüli’llāhi rab-bi’l-ʿālemīn ve’ṣ-ṣalavātu ve’ṣ-ṣelāmu ʿālā seyyidinā Muḥammed ve ʿālā ve’ṣ-ṣaḥbihi ecmʿaīn.” [B 1a] Müellif hamdele ve salvelenin ardından sebeb-i telife geçerek adı geçen Hasan Paşa’nın isteği üzerine bu eseri kaleme aldığını, eseri üç bölüme ayırdığını, Arapçadan Türkçeye tercüme ettiğini aktarır. Bu kısımda Arapça ve Farsça tamlamalar yoğun olarak kullanılmış, genel olarak süslü bir dil tercih edilmiştir: “aḥvāl ve evṣāfını istiḫrāc idüb Türkī’ye tercüme olundı üc bāb üzerine tertīb ḳılındı va’l-lāhu āʿlem bi’ṣ-ṣavāb el-bāb-ı evvel Nīl’iῆ mebde ve müntehāsı ve baʿżı ʿacāyib ve ġarāʾibini beyān ider.” [B 1a] Sayfalardaki satır sayısı 12 ile 13 arasında değişmektedir. Nüsha toplamda otuz varaktır. Özel isimler, bölüm isimleri ve sayfa numaraları kırmızı renkli mürekkeple belirtilmiş, her sayfanın sonunun sol alt köşesinde bir diğer sayfanın ilk sözcüğü eklenmiştir. Bazı sayfalarda derkenarlar mevcuttur. Her sayfa kırmızı cetveller içerisinde düzenlenmiştir. Eser harekesizdir, yalnızca “Hazreti Resul sallallahu aleyhi ve sellem” yazımlarında, bazı ayetlerde ve bölüm başlıklarında hareke kullanılmıştır: 42 Örnek: Bāb-ı Sānī: Eserin bazı yapraklarının cetvel dışında bulunan boşluk kısmında kırmızı mürekkeple yazılan “bāb-ı maṭlab-ı s̱ānī şeklinde derkenarlar mevcuttur: Sözü geçen “matlab” sözcüğü klasik Türk edebiyatı geleneğinde kitapların dikkat çeken kısımlarının yanına “öğrenme isteği uyandıran, öğrenilmeye değer konu” gibi anlamlar vermek için kullanılmıştır. Sayfaların bazı yerlerinde mürekkep lekesi, mum sebebiyle oluşabileceği düşünülen yanık noktalar bulunmaktadır. Ayrıca nüshanın içerisinde diğer nüshada bulunmayan bir harita dikkat çekmektedir. Bu harita İslam kaynaklarına göre Nil’in kaynağının çıktığı Cebelikamer haritasıdır. Nüshada Nil’i ve Nil’in kollarını gösteren bu harita ters tasvir edilmiştir: 43 Yüzyılı saptanamadığı için kesin bir tarih söylenemese de nüshadaki düzlük yuvarlaklık uyumu ve bazı sözcüklerin kullanım şekli Eski Anadolu Türkçesine ait olduğunu düşündürmektedir: girüb: [B 55a] ayıtdı: [B 19b] şol: [B 20b] 3.2. Zeytinoğlu Nüshası Üzerinde çalışılan nüshalardan biri de Zeytinoğlu nüshasıdır. Bu nüsha Kütahya’nın ilçesi Tavşanlı’da bulunan Zeytinoğlu Halk Kütüphanesi’nde 2174 numaralı kayıttadır. Nüsha toplamda 25 varaktır. Nesih yazı biçiminde yazılmıştır. Her sayfada 12 ile 15 arası satır bulunur. Cümle bitişlerinde kırmızı mürekkepli vakıflar bulunmaktadır. Kırmızı deri kapaklı eserin iç sayfalarında sıvı lekeleri bulunmaktadır. Bölüm başlıkları, bazı özel isimler, ayet ve hadisler kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Nüshada yazılar kırmızı cetvellidir. Sayfaların geçişinde diğer sayfanın cümleyi takip eden ilk kelimesi yer almaktadır. Nüsha giriş, üç ayrı bölüm ve sonuç kısımlarından oluşmaktadır. Müstensih nüshaya herhangi bir başlık atmadan geleneksel nesir üslubuyla besmele ile başlar. Daha sonrasında hamdele ve salvele kısmına geçerek eserin yazılış sebebine değinir: “Elḥamdüli’llāhi rab-bi’l-ʿālemīn ve’ṣ-ṣalavātu ve’ṣ-ṣelāmu ʿālā seyyidinā Muḥammedin ve ʿ ālā ve’ṣ-ṣaḥbihi ecmʿaīne amma baʿdü sebebi taḥrīre īn risāle- i ve mūcib-i tasṭīre īn sebeb oldur ki…” [T 1a] Daha sonrasında eserin İmam Ebu’l-Leys̱ ibn-i Saʿdan rivayet olunduğunu söyleyerek eserine başlar. Berlin nüshası ile aynı tanzim söz konusudur. Giriş kısmında Arapça ve Farsça tamlamalar kullanılmıştır. Süslü bir üslup tercih edilmiştir. 44 Yazı harekesizdir, yalnızca bazı ayetlerde ve bölüm başlıklarında harekeye yer verilir: [T 11a] [T 15a] Sayfaların bazı kısımlarında mürekkepten kaynaklandığı düşünülen lekeler mevcuttur. İki nüshada en dikkat çeken farklılık sayfa düzeni ve görselliğidir. Berlin nüshasının yazımı daha net ve okunaklı iken Zeytinoğlu nüshasında daha fazla karmaşıklık söz konusudur. Her iki nüshada da imla açısından bazı hatalar bulunmaktadır, bunun müstensihten kaynaklı olduğu düşünülmektedir. 45 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM RİSÂLE-İ NİL ÖZELLİKLERİ 1. Eserin Dil Özellikleri 1.1. Ünlülerin Yazılış Özellikleri Türk toplumunun tarih boyunca çeşitli alfabelerden etkilenmiş olması dilin sisteminde imla sorununu da ortaya çıkarmıştır. Özellikle Arap alfabesinin, Türkçenin seslerini tam olarak karşılayıp karşılamadığı konusu tartışmalıdır. Ancak araştırmacılara göre söz konusu alfabe, ünsüzlerle ilgili ufak tefek sıkıntılar bir kenara bırakılırsa ünlülerin gösterilmesi açısından yetersiz görülmektedir. Üstelik imla ile ilgili sıkıntılar da bununla sınırlı değildir. Fonetik, morfolojik ve leksik açılardan henüz bir standartlaşma olmadığı için ilk dönem metinlerinin birçoğunda, hatta aynı kişi tarafından yazılan bir metin içinde dahi bir kelimenin farklı şekillerde yazıldığı görülmektedir (Yapıcı, 2020: 219). Bu gibi sorunlar sebebiyle incelenen metinde imla farklılıkları ve müstensihten kaynaklanan bazı ses yanlışlıkları bulunmaktadır. Eski Anadolu Türkçesi ses özelliklerini taşıyan eserde ünlüler kimi zaman harekeyle kimi zaman harekesiz yazılmış ve bu anlamda bir birlik oluşmamıştır. 1.1.1. a Ünlüsünün Yazılışı Kelime başında, ortasında ve sonunda a ünlüsü medli elif (آ) ve üstünlü elif ( ا ) kullanımı mevcut olduğu gibi çoğunluğu harekesiz elif (ا) ile gösterilmiştir. Bazı son harf yazımlarında ise Arapça cümleler, ayet ve hadislerin hepsinde hareke kullanılmıştır. Kelime sonunda he ( ه) ile kullanımı da görülmektedir: 1.1.1.1. Medli elif ile yazılışı: : acı [B 10b] : ay [Z 18b] 46 1.1.1.2. Üstünlü elif ile yazılışı: : aḳar [B 9a] : artar [Z 18b] 1.1.1.3. Harekesiz elif ile yazılışı: : atmış [B 11a] : altından [Z 21a] 1.1.1.4. Kelime sonunda he (ه) ile yazılışı: : ṣoῆra [Z 20b] : içinde [B 10a] 1.1.2. e Ünlüsünün Yazılışı Kelime başında e ünlüsü genellikle harekesiz elif ( ا ) ve ile nadiren üstünlü elif ( ا ) ile yazılmıştır. Kelime sonunda he ( ه) ile kullanımı da görülmektedir. 1.1.2.1 Harekesiz elif ile yazılışı: 47 : eger [Z 25a] 1.1.2.2. Üstünlü elif ile yazılışı: : eyledim [Z 4b] 1.1.2.3. he ile yazılışı: : başına [B 37b] : ile [Z 4b] 1.1.2.4. Kelime ortasında e ünlüsü Bir harfle belirtilmemiştir. Cümleye göre anlamlandırılmıştır. 1.1.3. ı Ünlüsünün Yazılışı Kelime başında ı ünlüsü harekesiz elif (ا) veya elif ye (ا ile, ortasında bazı (ى sözcüklerde herhangi bir harfle belirtilmemiş bazı sözcüklerde ise harekesiz ye ( ى ) ile, sonunda ise harekesiz ye ( ى ) ile belirtilmiştir. 1.1.3.1. Kelime başında kullanımı: : ırmaḳlarınıῆ [B 6b] 48 1.1.3.2. Kelime ortasında kullanımı: : ḳılıçların [Z 17a] : oldıġına [B 6b] 1.1.3.3. Kelime sonunda kullanımı: : oġlı [B 21a] 1.1.4. i Ünlüsünün Yazılışı Kelime başında, ortasında ve sonunda i ünlüsünün yazımı çoğunlukla elif ye ( اى ) ile belirtilmiş olup yalnızca Arapça ibarelerde, hadisler, ayetler ve bazı nadir sözcüklerde esreli kullanımlar mevcuttur. Bazı sözcüklerde ise i ünlüsünün ortada ve sonda kullanımı hemze ( ٴ ) ile sağlanmıştır. Yükleme hâli eki ve “i-” yardımcı fiil hemze “ ء” ile gösterilmiştir. Başındaki kullanımda herhangi bir harfle belirtilmeyip anlamından çıkarılan sözcükler de bulunmaktadır. 1.1.4.1. Kelime başında kullanımı: :idüp [B 27a] : içün [Z 24b] 49 1.1.4.2. Kelime ortasında kullanımı: : cīzlerden [B 18b] 1.1.4.3. Kelime sonunda kullanımı: : itmedi [B 22b] : beῆzer ki [Z 41a] 1.1.5. o Ünlüsünün Yazılışı Kelime başında ve ortasında o ünlüsü vav (و) ile gösterilmiş, yalnızca bazı özel isimlerde herhangi bir harfle işaretlendirilmemiştir. Metin içerisinde “o” harfi için harekeli kullanım mevcut değildir. 1.1.5.1. Kelime başında kullanımı: : ol [B 60b] :oldıġı [Z 46b] 1.1.5.2. Kelime ortasında kullanımı: : Loḳmān [B 34b] : ḳonmuş [Z 18b] 50 1.1.6. ö Ünlüsünün Yazılışı Yalnızca kelime ortası ve başında ö ünlüsü bulunmuş olup hepsi Türkçe kelimelerde geçmektedir. Kelime başında ve ortasında elif vav (ا و) veya vav (و) ile gösterilmiştir. 1.1.6.1. Kelime başında kullanımı: : öῆlerinde [B 49a] : öte [Z 21a] 1.1.6.2. Kelime ortasında kullanımı: : dökilür [B 4b] : göre [B 26] 1.1.7. u Ünlüsünün Yazılışı Kelime başında, ortasında ve sonunda elif vav ( ا و ) ile veya yalnızca vav (و ) ile kullanımı mevcuttur. 1.1.7.1. Kelime başında kullanımı: : ucı [B 6b] 1.1.7.2. Kelime ortasında kullanımı: : uzun [B 9a] 51 altun [Z 25a] 1.1.7.3. Kelime sonunda kullanımı: : tatlu [B 9a] : şu [Z 23a] 1.1.8. ü Ünlüsünün Yazılışı Kelime başında, ortasında ve sonunda elif vav ( او ), vav ( و ) ve ötre ile kullanımı mevcuttur. 1.1.8.1. Kelime başında kullanımı: : üzüm [Z 24b] : üc [B 3a] 1.1.8.2. Kelime ortasında ötre ile veya vav ile kullanımı: : verür [Z 1a] : gelüp [B 4b] : sürdi [Z 5a] 52 1.1.8.3. Kelime sonunda kullanımı: : deyü [B 5a] :ilerü [B 3b] :baʿdehü [Z 2b] 1.2. Ünsüzlerin Yazılış Özellikleri: “Türkçedeki p,ç,g,ῆ sesleri Arap alfabesinde karşılık bulamadığı için Arap harfleriyle yazılmış metinlerimizde bu seslerin fonetiğini tespit etmek son derce güçtür (Şahin H. , 2015: 39).” Osmanlı Türkçesinde b-p, c-ç, k-g gibi ünsüzler aynı harflerle ifade edilmektedir ve bu da metnin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Her ne kadar Farsçadan p, ç sesleri de alınmış olsa sürekliliği sağlanamadığı için bu da sorunu çözmekte yetersiz kalmıştır. Pek çok metinde ç kullanılması gerekilen sözcüklerde c kullanılmış, kef harfi hem g hem nazal nun hem de kaf harfi yerine geçmeye devam etmiştir. Bu gibi sebepler dil bilimcilerin Türkçenin Arap harflerine uygunluğunu tartışmasına yol açmıştır. Bu kısımda birbiriyle karışmaya müsait ünsüzlerin metindeki kullanımları gösterilmiştir. 1.2.1. b ve p Ünsüzlerinin Yazılışı İncelenilen her iki nüshada da ön ve iç ses durumundaki p sesi pe (پ) ve b ( ب) sesinin ortak kullanımı olmuştur. Örneğin kelime sonlarında p (پ) ile yazılması gereken zarf fiil eki, b (ب) ile yazılmıştır. Elbette bu durum Eski Anadolu Türkçesinin karakteristik özelliğidir. Metin çevirisi yapılırken Türkçe kelimelerin sonundaki b’ler p olarak okunmuştur. : olunup [B 2b] 53 : idüp [B 4b] Kelime başındaki pe sesi genellikle Farsça sözcüklerde kullanılmıştır: :pāşā [Z 1a] :pes [Z 2b] Farsçada aslen bes olarak kullanılan ve “yeter, kâfi” anlamına gelen kelime, metinde pes olarak kullanılmıştır (KL, E.T. 12.05.2023). 1.2.1.1. Kelime başında b (ب) yazılışı: : beş [B 11a] : başına [Z 5a] 1.2.1.2. Kelime ortasında b (ب) yazılışı: : sebeb [Z 17a] 1.2.1.3. Kelime sonunda b (ب) yazılışı: Zarf fiillerin haricinde be ile biten Arapça kökenli sözcükler de olmuştur: : gelüp [B 57a] : idüp [Z 22b] 54 1.2.2. c ve ç Ünsüzlerinin Yazılışı 1.2.2.1. Kelime başında c-ç ( ج -چ) yazımı: : çiçekler [Z 24b] : çaġırdı [B 18b] 1.2.2.2. Kelime ortasında c-ç ( ج -چ) yazımı: : meclis [Z 1a] : alçaḳ [Z 8b] 1.2.2.3. Kelime sonunda c-ç ( ج -چ) yazımı: Metindeki kelime sonlarındaki c harfleri ç ile düzeltilmiştir. : üç [Z 2a] : geç [B 8a] 1.2.3. k-g ve ḳ-ġ Ünsüzlerinin Yazılışı “Eski Türkçedeki k’lerin Eski Anadolu Türkçesinde g olarak inkişaf ettikleri görülmektedir; fakat bu umumi ve mutlak değildir, k olarak kalanlar da vardır (Timurtaş F. K., 2012: 342).” İncelenen metinde kelime başında, ortasında ve sonunda kef (ك) kaf ( ق) ve gayın .harfi son ses olarak kullanılmamıştır (غ) harflerine rastlanmıştır. Fakat gayın (غ) 55 1.2.3.1. Kelime başında k-g ve ḳ-ġ yazılışı: : kendi [Z 16b] : gümüşden [B 49a] 1.2.3.2. Kelime ortasında k-g ve ḳ-ġ yazılışı: : oġlı [B 18b] : okuyup [Z 4b] : yigirmi [B 52b] 1.2.3.3. Kelime sonunda k ve ḳ yazılışı: : berḳ [B 49a] : misk [B 50b] 1.2.4. ṭ, t-d Ünsüzlerinin Yazılışı “Dilimizde kelime başındaki t/d meselesi pek karışıktır. Aslında t olan sesin d olarak inkişaf etmesi Eski Türkçe devresinin sonunda bağlamıştır; fakat Eski Anadolu Türkçesinde durum açık değildir. Müstensihe göre durum değişmektedir (Timurtaş F. K., 2012:341).” İncelenilen metinde t/d harfleri noktasında bir karışıklık göze çarpmamaktadır. d sesinin sıklığı eklerde karşımıza çıkar, ötümsüzleşme görülmez. Bu da Eski (د) 56 Anadolu Türkçesine ait karakteristik bir özelliktir. Metinde t ünsüzü genellikle kelime başlarında bulunmuştur. Kalın seslerde tı ( ط), ince seslerde te (ت) kullanılmıştır. 1.2.4.1. Kelime başında ṭ, t/d yazılışı: : Türkī (B3) : ṭāġ (T14) : deyu (T2) 1.2.4.2. Kelime ortasında ṭ, t/d yazılışı: : kitāb [B 5a] : yetişüp [Z 24a] 1.2.4.3. Kelime sonunda ṭ, t/d yazılışı: : murād (B36) : ḳudret (T21) 1.2.5. ῆ Ünsüzünün Yazılışı: Kelime başında bulunmayan ve nazal nun olarak da adlandırılan ῆ ünsüzü genellikle kelime ortasında ve sonunda bulunur ve kef (ك) ile ifade edilir. İlgi durumu eki ve ikinci tekil kişi eki bu harfle yazılır. Metinde de nazal nun genellikle eklerde bulunmaktadır. 57 1.2.5.1. Kelime ortasında ῆ yazılışı: : ṣoῆra [Z 22b] :aῆa [B 5a] 1.2.5.2. Kelime sonunda ῆ yazılışı: :geldiῆ [Z 8a] : bunlarıῆ [Z 12b] 1.2.6. s Ünsüzünün Kullanımı: “t ünsüzünde olduğu gibi bu sesin de Arap alfabesinde ince kalın sıradan ünlülerle kullanılan ayrı işaretler söz konusudur (Şahin H. , 2015:39).” Metinde kalın se kullanımında sad (ص), ince se kullanımında sin (س) ve bazı yabancı kökenli sözcüklerde peltek se (ث) bulunmaktadır. 1.2.6.1. Kelime başında s / ṣ / s̱ yazılışı: : ṣu (B13) : s̱ālis̱ [T 35b] : seniῆ [Z 8a] 58 1.2.6.2. Kelime ortasında s / ṣ / s̱ yazılışı: : vāṣıl [Z 16b] : yüksek [B 8a] 1.2.6.3. Kelime sonunda s / ṣ / s̱ yazılışı: : Şīs̱ [B 7a] :ṭāvus [Z 46a] ʿAyṣ [B 35a] 1.3. Edatların ve Ek Fiilin Yazılışı 1.3.1. Daḫı Edatının Yazılışı: Berkitme edatı olarak da kullanılan daḫı edatı her iki nüshada sözcüklerden ayrı kullanılmıştır. Bazı kullanımlarda ‘ve’ bağlacı ile kullanılmıştır. : daḫı [B 17a] : ve daḫı [Z 50a] 1.3.2. Gibi Edatının Yazılışı: : gibi [B 37b] 59 1.3.3. Kim Edatının Yazılışı: Kim edatının pek çok kullanım amacı vardır. Eski Anadolu Türkçesinde kullanıldığı yere göre zarf-fiil eki görevi üstlenmiştir. Bazı durumlarda bağlama edatı görevinde de kullanılmıştır. “Kaçan kelimesiyle kullanıldığında yardımcı cümlenin fiiline -ınca,-ince;- dığında, -diğinde zarf-fiil anlamları yüklemektedir (Tokatlı, 2005: 146).” İncelenen metinin her iki nüshasında da bağlama edatı olarak kaçan kelimesi ile birlikte kullanımı mevcuttur. Kimi zaman sözcüğe bitişik kimi zaman ise ayrı yazıldığı görülür. : gördi kim [B 7a] “..Ol ṭaşlarıῆ ḫāṣiyyeti bu idi kim ḳaçan insān gözi ol ṭaşlara ṭaḳunsa insanı..” [B 13b] 1.3.3. Ki Edatının Yazılışı: “Ki’li birleşik cümlelerin kuruluşunu sağlayan ki bağlama edatı ve ilgi zamiri, Türkçeye Farsçadan girmiştir. Türkçedeki soru zamiri kim ise ki’nin etkisiyle zamanla ki’nin görevini üstlenmiştir (Tokatlı, 2005: 134).” Eseerin her iki nüshasında da ki bağlama edatı kef ve he (كه) ile gösterilmiştir. : oldur ki [Z 2a] : tā ki [B 46b] 60 1.3.4. İle Edatının Yazılışı: “Türkçede instrumental eki işlekliğini kaybederken onun vazifesini ile edatı üzerine almış, edat hâlinde kalarak veya ekleşerek tamamıyla instrumental eki yerine geçmiştir. Ek, yerini kendiliğinden edata bırakmış, edat onun yerini alıvermiştir. İle edatı zamanla -la, -le hâlinde ekleşmek yoluna da girdiği için yeni bir instrumental eki durumuna geçmiştir (Ergin, 2009: 316).” Metinde sıklıkla kullanılan edatlarından biri olan ile edatı her iki nüshada da kimi zaman kelimelere birleşik kimi zaman da ayrı olarak iki şekilde yazılmıştır. : ṣoḥbetleri ile [Z 1a] : şarṭiyle [Z 14a] 1.3.5. İçün Edatının Yazılışı: “İçin, uç isminin intrumental şekline dayanır: uç-u-n. Eski Türkçede böyle olan edat Batı Türkçesine de uçun şeklinde geçmiş, sonra üçün, içün şekillerini aldıktan sonra Osmanlıcanın sonlarında bugünkü “için” şekline girmiştir (Ergin, 2009: 501).” Metinde için edatının ekleşmiş hali de görülmektedir. Ekleşmiş hali yalnızca üçüncü tekil o zamirinde olmuştur. : itmek içün [B 39a] : aῆınçün [B 6b] 1.3.6. Ek Fiilin Yazılışı: Ek fiilin hikâye, rivayet, şart ve geniş zamanı yani bildirme eki biçimi kullanılmıştır. Berlin nüshasında imiş şekline rastlanılmamış, bu hali Zeytinoğlu 61 nüshasında bulunmuştur. Ek fiilin şartlı hâlinin geldiği sözcüğe birleşik şekilde de yazıldığı görülmüştür. Kelimeye birleşik yazıldığında ek fiilin geniş ve hikâye biçimi ötümlüleşmeye uğramamış, -dur / -du hali ile kalmıştır. Geldikleri sözcüklerde çoğunlukla düzlük- yuvarlaklık uyumuna uydukları görülse de -du ekinde bu durum bazı sözcüklerde aksamıştır. : itmişdir [Z 33a] : var imiş [Z 34b] : oldılar idi [B 34a] : itmedise [B 20b] : gelür iseῆ [Z 51a] 1.4. Tamlayan Ekinin Yazılışı “Tamlayan eki diğer durum ekleri içinde farklı bir yer tutmaktadır. Çünkü bu ek isimlere gelerek eklendiği ismi diğerleri gibi bir fiile değil bir isme bağlamaktadır. Ek +(n)Uῆ biçimindedir. Eski Anadolu Türkçesinde ünlüsü her zaman yuvarlaktır (Şahin, 2015: 50).” Her iki nüshada da bu ekin hem yuvarlak hem düz şekli ile okunduğu görülür. Bu ekte tek bir kullanım söz konusu değildir. Ek yalnızca nazal nun (ك) ile gösterilmiştir. 1.4.1. Düz ünlü ile tamlayan eki alan kelimeler: : seniῆ [Z 7a] 62 bunlarıῆ [Z 10b] 1.4.2. Yuvarlak ünlü ile tamlayan eki alan kelimeler: : Nuḥ’uῆ [B 19a] : ol ṣunuῆ [B 53b] 1.5. Arapça Tamlamaların Gösterilmesi Eserde Arapça tamlamalar elif lam (ل -ا) takısı ile birlikte oluşturulmuştur. : sıbṭ-ı ālü’l-Ḥasan [Z 1a] : ḳadīmü’z-zamānda [Z 7a] : ḳadīmü’l-eyyāmda [Z 36a] : ḥaṭṭ’ul-İstivā [B 12a] 1.6. Farsça Tamlamaların Gösterilmesi Bu yapıdaki tamlamalar metinde esre, ye (ي) ve kelime sonundaki hâ-i resmiyye üzerine konulan hemze (ء) ile işaret edilmiştir. : meclīs-i şerīfi [Z 1a] 63 : lisān-ı Türkī’ye [Z 2a] : dabbe-i aẓīme [B 42a] : deryā-yı aḥżara [B 37a] : faṣl-ı evvel [Z 36a] 2. Risâle-i Nil’in Konusu Risâle-i Nil, içerisinde halk hikâyesi barındıran fakat çeşitli yerlerinde didaktik özelliklerin ve rivayetlerin de bulunduğu bir eserdir. Tam manasıyla bir türe dahil olmadığı için risale olarak adlandırıldığı düşünülmektedir. Eser, müellifin bâb üzerinden bölümlendirdiği üç kısımdan oluşmuştur. Asıl halk hikâyesinin bulunduğu bölümden önce müellif, Mısır ve Nil ile alakalı pek çok bilgiye yer vermiştir. 2.1. Risâle-i Nil’ in Bölümleri 2.1.1 Birinci Bölüm “Bâb-ı evvel” diye adlandırdığı ilk bölümde müellif, “Nil’in mebde ve müntehası ve bazı acayip ve garayibini” yazar. Yani Nil’in çıktığı ve sonlandığı noktaya değinen müellif Mevlânâ Şeyh Celâleddîn Suyûtî’nin Kevâkib’ür-Ravza adlı kitabından alıntı yapar. Burada beyan edilene göre Nil’in akış istikameti Kaf Dağı’ndan başlamakta ve engin denizleri yarıp geçerek yeryüzüne inmektedir. Sonrasında altın, gümüş, yakut ve zümrüt madenlerine de uğrayarak Zih’in denizine dökülür. Bir başka rivayete göre de Nil, Kamer Dağı’ndan gelir ve bu Kamer Dağı ekvator çizgisinin ardındadır. Kamer tesmiyesini de kelime anlamı vererek açıklar: “…cebel-i ḳumr tesmiyesine bāʿis budur ki ġāyet de beyāż olup nażar olunduḳda ay żiyāsı gibi gözi ḳamaşdurur (B 3a).” 64 Bazıları da bahsi geçen Kamer Dağı’nı “kumr” şeklinde tesmiye ederler ve kumru kuşunun buradan geldiğini ifade ederler: “ve baʿżıları żamm-i ḳāf ile ve sükūn-ı mīm ile ḳumr ıṭlāk iderler. Sebeb budur ki ḳumri didikleri ṭayr-ı maʿrūf andan gelür (B 3a).” Şemsüddin Ebu’l Muzaffer b. Yûsuf b. Abdullah Sıbt İbnü’l- Cevzi’nin Arapça fıkıh kitabı Mirʾâtü’z-Zamân adlı eserde rivayet edilene göre ise Nil, Kamer Dağı’ndan çıkıp on ırmağa ayrılır ve her biri bir tarafa akar ve bunlardan biri de Mısır’a varan Nil’dir. Güneyden çıkıp kuzeye akar ve kuzeye akan ırmağın suyun son derece latif olduğu söylenir: “cenūbdan çıḳup şimāle segirdir… şimāle aḳan ṣu laṭīf olur” (B 5a). Daha sonrasında Nil’in fazlalığının üzerinde farklı görüşler olduğunu söyleyen müellif bir kısım topluluğun bunu “lâ ya’lemü zalike Allâhu subhânehü ve te’âlâ” diye, yani bunu Allah’tan başka kimse bilemez açıklamasıyla dile getirirler. Bir kısım ise bunun sebebini Nil’in kaynaklarına ve nehirlerine bağlamışlardır. Bir kısım da fazlalığın sebebini Habeş ikliminde, Batı beldelerinde yağmurların çok yağıp, fırtınaların çıkıp sellerin oluşuna bağlar: “…Ḥabeş iḳlīminde ve bilād-ı maġribde yaġmurlar çoḳ yaġmaġın seyller ve furtuna olup Nīl’e ḳarışup ṭaşra aḳar (B 5a).” Bu konuda müellif, Aristotales’in Asarü’l Ulviyye adlı kitabından da alıntı yapar ve eski zamanlarda Nil’in taşıp Mısır’ı dolaştığını ve halkın bu sebepten yüksek yerlere ve bazı geniş mağaralara gidip sakin olduğu bilgisini iletir. Hatta bu mağaralar öyle geniştir ki bir ucu kulzüme yani Kızıldeniz’e çıkmaktadır: “…ḳadīmü'z-zamānda Nīl ṭaşdıḳda gelür, arż-ı Mıṣırı ṭavāf ḳılurdı. Ḫalḳ yüksek yerlere çıḳup ve cebel-i Muḳaṣṣam’da ve maġaralarda sākin olurlardı ve anda müttesiʿ maġaralar var idi. Bir ucı ḳulzüma çıḳar idi. Bu şehir ḫalḳı sıġar idi (B 6a)” Ahmed b. Yûsuf et-Tikâşî’nin Şeciu’l-Hüdaya adlı kitabında Hazreti Şit’in Mısır’a gelip İdris aleyhisselamı ihata etmesini ve Hazreti İdris’in Nil’in emrine ve tedbirine başlayarak Nil’in bu durumunu tetkik etmesi üzerine düşünmesini aktarır. Hazreti İdris, Nil’in hangi zamanlarda coşup hangi zamanlarda akıp Mısır’da ne zamanlar 65 ziraat yapılacağını, halkın sakin olması gereken yerleri hendese ilmi ile hesap etmiştir. Ve anlatılana göre ilk kez Nil’in bu hâlini tedbir eden o olmuştur: “…Nīl’iῆ meṣāfesinde baʿżı maḥalleri ziyāde ve baʿżı maḥalleri eksik idüp Nīl’iῆ yollarda tīz ve geç gelişine göre hesābın alup Nīl’iῆ Mıṣır’a vāṣıl olmasını ne vaḳt lāzım olup zirāʿat eyyāmına rāst gelmesini taḥrīr idüp yolları ıṣlāḥ eyledi (B 8b).” Verilen bir başka kaynak da İbni’l Verdi’nin Harîdetü’l- ‘Acâyib ve Ferîdetü’l- Garâyib adlı kitabıdır. Bu kitaptan alıntılanana göre Hazreti Resulullah “inne’n-Nile yahrücu mine’l-cenneti velev temestüm fîhi hıyne yahrücu levcedtüm min verakkiha.” buyurur. Tercümesine göre Nil, cennetten çıkmaktadır ve çıktığı vakitte içinde cennetten yapraklar bulmak mümkündür. Ve aktarılır ki Nil, Seyhun, Ceyhun ve Fırat ırmakları yeryüzünde bir yeşil zebercetten çıkar. Yüksek dağdan akar ve Nil’in suyu baldan tatlı, miskten daha güzel kokuludur. Fakat sulara karışınca rengi, kokusu, lezzeti bozulur: “…Nīl baldan ṭatlu ve misk-i ezferden özge rāyiḥalıdır. Lākin ṣulara ḳarışup levni ve ṭaʿamı ve rāyiḥası taġyīr olur (B 9a).” İbrahîim b. Vasif Şâh’ın Kitâb-ı Ahbâr-ı Mısır adlı kitabından da aktarılana göre sihir ilmini tasnif eden Yezid-Şir, padişah olduğu dönemde Kamer Dağı’na bir kâhin göndermiş ve orada heykel yaptırmıştır. Nil’in putlarını tertip etmiştir. Aktarılana göre Yezid-Şir’den önce Nil taşıp artar, Kamer Dağı’nın altından çıkıp o yolların ağzından akarak nehirlere dökülürmüş. Buradan çöllere ve kumsallara akarmış: “…arż-ı Mıṣır’ıῆ ḳaç arşun ṣudan rey olacaġını ḥesāba alup on sekiz zirāʿa ḳısmet eyledi ve her zirāʿ on iki parmaḳ üzre ʿakd itdi. Bu miḳdār ṣu geldikde arżı Mıṣır’ı rey olup ehl-i Mıṣır müntefiʿ olacaḳ miḳdārı ṣuyu beri cānibe aḳıdup ziyādesini ḥaṭṭ’ul-İstivā ardında olan bevādi ve rimāl ve arż-ı ḫarāba aḳıdup ṣarf iderdi. Vilāyetleri baṣup ġarḳ iderdi (B 11b- 12a).” Anlatılan bir rivayete göre eski sultanlar da Nil’in bu haline vakıf olmak için bir insan gönderip bir yüce dağa ulaşırlar. Onlar da alametini bulamazlar. O çıktıkları dağa da “Mıknatıs Dağı” dendiği aktarılır. Zira o dağın beyaz taşı kendisine bakan insanı 66 cezbeder ve insan o taşlara yapışıp helak olur. Mıknatıs Dağı’nın Kamer Dağı olabileceği tahmin edilse de bu dağ özelliklerine benzer bir dağ mevcuttur. Yapılan çalışmalar esnasında bu benzer özelliklere sahip dağ, Manisa Spil Dağı’na aittir. Manisa’nın ismini alması bile bu dağdaki manyetik özelliğe bağlanmaktadır. Şehir Spil Dağı’nın manyetik çekimi altında bulunmaktadır. Bilindiği kadarıyla dünyanın en büyük mıknatısıdır. M.Ö. 6. yüzyılda Thales bu dağa ait bir taşın demir cevherlerini çektiğini keşfedince bu taşa Magnesia’dan geldiği için “Magnesia taşı” adını da verdiği bilinmektedir (“Manyetik Kent Manisa”, 2013). 2.1.2. İkinci Bölüm Müellif, “Nīl-i Mıṣır’ın baʿżı ʿacāʾib ve ġarāʾibini beyān ider.” diyerek Nil’e dair bazı tuhaf olay ve rivayetleri aktarmaya başlar. Abdullah b. Ömer’den rivayet edilen bir hadise göre “Nil, ırmakların sultanıdır.” Doğu ve Batı arasında kalan tüm ırmaklar ona musahhar kılınmış ve onun hizmetine verilmiştir. Allah; Mısır’ın Nil’ini akıtmak istediği zaman her bir nehre Nil’in yardımına koşmasını emreder de bütün nehirler, suları ile imdada koşarlar. Allah yeryüzünde pınarlar fışkırtır. Nihayet Nil Nehri’nin akıntısı Allah’ın dilediği ölçüye ulaşınca Allah, her bir suya aslına dönmesini vahyeder. Bu hadise, sahih hadis kaynaklı olmasa da İbni Kesir tefsirinde rastlanmaktadır. Bir rivayete göre de eski zamanlarda Nil’in iki yanında İsvan şehrinden aşağıda bağ ve bahçeler bulunur, ağaçların gölgesinde yürünür. Fakat güneş yengeç burcuna geldiğinde nehirlerin suları eksilir. Fazlalığı ise Kıpti takvimine göre dört ayda vaki olur. Bu dört ay ise “B'ounah (Haziran), Abib (Temmuz), Masari (Ağustos), Tout (Eylül)”dur. Ve su on altı arşın yani yaklaşık on bir metre yükseldiğinde Mısır’ın arazisi bereketlenir. Nil çekildiğinde ve ölçü aletinde üç arşın yani iki metre kaldığında o sene Nil’in suyu az gelir denilir. Bu mikyası da Ahmed b. Tolun yapmıştır. “Su seviyesini her gün ölçen ve hükümete bunu rapor eden görevliler bulunur, su seviyesi on altı zirânın altında kalırsa o yıl vergi alınmazdı (Karakuş, 2022: 664).” 67 Birkaç mikyas (nilometre) çeşidinden daha bahseden müellif, birinin Menuf’ta birinin Ahim’de birinin ise Itsa’da olduğundan bahseder ve Menuf’taki mikyası, Hazreti Yusuf’un yaptığını aktarır. Kaynaklarda bu yer Memfis olarak da geçmektedir. Bu mesele Abdüllatif el-Bağdadi’nin Kitâb el-İfâde ve’l-İ'tibâr adlı eserinde de işlenir. Nilometreler hakkında bilgi veren yazar kitabında aktardığına göre halkın kehanette bulunmak için hurma ağaçlarındaki meyve miktarına ya da arıların yaptığı bal miktarına bakanları vardır (Öztürk, 2020: 129). Bir başka ölçü aleti ise cize, yani sütundur. Murat Öztürk’ün makalesinde verdiği bilgi ışığında bahsedilen cizenin bu minvalde bir ölçüm aleti olduğu düşülebilir. (Öztürk, 2020: 129). Müellifin anlattığına göre Askıh’ta bir pencere vardır ve güneş bu pencereden yılda bir kez girer. Buralara cizler (sütunlar) kazılmıştır. Güneşin dokunduğu cizlere göre Nil’in avlusuna kaç arşın ve kaç parmak su geleceği anlaşılır. Suyun sakin vaziyette tutulup seviyesinin hassas biçimde ölçülebilmesi için nehrin özel olarak hazırlanmış ıskalalı bir havuzla irtibatlandırılması esasına dayanan mikyâsü’n-Nil’in 5 cizler olduğu düşünülmektedir. Bu ölçüm aleti ana yapısı itibarıyla ortasında beyaz mermerden sekizgen bir sütun bulunan, etrafı duvarlarla çevrili, kare şeklinde bir havuzdan ibarettir. Buradaki cizlere yani sütunlara değen güneşten ölçüm yapıldığı anlaşılmaktadır. 2.1.3. Üçüncü Bölüm Nilometreler hakkında çeşitli bilgiler veren yazar üçüncü bölüme geçer ve bu bölümü de üç fasla ayırır. Bu bölümde önceki kısımda Mısır ile ilgili söylenenlerin sebebi açıklanmıştır. İlk fasılda Mısır’ın tesmiyesi üzerine durur ve Hazreti Nuh’un dört oğlundan bahseder: Ham, Sam, Yafes, Yahtun. (Dinî kaynaklara göre Hazreti Nuh’un üç oğlu vardır.) Nuh Aleyhisselam, evladından Sam’ı yanına çağırır. Sam ise evladı Arfahşad’ı çağırır. Hazreti Nuh Aleyhisselam her ikisine de hayır dua eder. Daha sonra Hazreti Nuh oğlu Ham’ı yanına çağırır fakat Ham icabet etmez. Hazreti Nuh ona beddua eder. Buradan kaynaklı olarak tüm Sudan ve Habeşlerin Ham’ın soyundan olduğu aktarılır. Yıllar sonra Ham’ın oğlu Mısır b. Binsar Nuh 5 Bu konuda geniş bilgi için bk. (Kaya M., 2020: 134-138) 68 Aleyhisselam’ın yanına gelir ve kendisinden babası adına özür dileyerek dua ister. Nuh Aleyhisselam, “Ya Rabbi! Mısır kuluna bereket ver ve dahı evlâdına ve zürriyetine bereket nasip et ve anlara arzı mesken eyle.” şeklinde dua eder. Daha sonra Nuh Peygamber oğlu Yafes’i çağırır ve o da icabet etmeyip Hazreti Nuh’un bedduasını alır: “Nūḥ ʿaleyhi’s-selām bedduʿā idüp Ḥaḳ subḥānehü ve teʿālā seni ve evlādlarıῆı şerler ḫalḳ eylesün didi (B 19a)” Daha sonra oğlu Bahtun’u çağırır. O icabet eder ve Nuh Aleyhisselam ona da hayır dua eder. Daha sonra müellif, Ham’ın dört oğlundan bahseder: Kenan, Kuz, Binsar ve Mısır. (Pek çok kaynağa göre Ham’ın oğulları şu isimlerdedir: Mısrayim, Kevş, Kut ve Kenan.) ve Binsar’ın da dört oğlundan bahseder: Mısır, Harık, Nac, Ac. Mısır’ın da dört oğlundan bahseder: Kıft, Aşmen, Esreb, Ziya. Bu isimlere kaynaklarda birebir metindeki şekilleriyle rastlanmamıştır. Tufandan sonra Mısır’a ilk gelen Binsar’dır, Menuf’de sakin olur ve oğlu Mısır’a Mısır’da ikta verir. Oğlu Kıfti’ye de Kıft’ı verir. Oğlu Aşmun’a da Aşmun’u verip ikta eder. Bu sebep üzere Mısır, dört bölüme ayrılarak pay edilmiştir. Müellif ikinci fasılda Mısır’ın güzelliklerinden bahseder. Evvela Mısır’ın suyu suların en iyisidir. Mısır’ın balı diğer ballardan daha tatlı ve daha güzeldir. Hatta bu baldan Hazreti Resulullah’a gönderilmiştir. O da nereden geldiğini sorunca kendisine Benha balı olduğu cevabı verilmiştir. Hazreti Resulullah balı çok beğenip “Allâhümme bârik fi-Benhâ ve aseline berekât vir (B 25b).” şeklinde dua etmiştir. Hâlâ da o balın diğer ballardan çok daha güzel ve lezzetli olduğu söylenmektedir. Mısır’ın güzelliklerinden birisi de her sene Mısır’ın dört kez farklı şekillerde süslenmesidir. Üç ay Nil beyaz gümüşe benzer ve o sırada Nil’in suyu coşup taşar ve misk gibi kokar. Sonraki üç ay Nil çekildiğinde topraklar ziraat için uygun olur ve çiçeklenir. Bu sebeple araziler tıpkı zümrüt gibi döşenir, yemyeşil olup topraklarda çeşitli çiçekler açar ve nebatat yetişir. Bir sonraki üç ay ziraat yapılıp hasat zamanı olurken de altın gibi döşenir. Ve dolayısıyla güzelliklerinden biri de her zaman ve her fasıl meyve ve sebze bulunması olur. Eserde aktarılana göre Mısır’ın güzelliğinden biri de madenleridir. İsvan’daki altın madeni gibi cevher başka yerde yoktur. Bir diğer 69 güzelliği de arazisinin otuz bin fidan genişliğidir. Öyle düz bir sahradır ki bir damla su damlasa dört bir yanına yağmurlar yayılır. Keten gibi envaiçeşit eşya burada yetişir. Mısır’ın doğusunda Nil ve batısında taylesan şeklinde bir beyaz dağ vardır. Bu dağ, Ebi Dağı olarak bilinmektedir. O dağda her gün kuşların sesi işitilmektedir. Bir rivayete göre Halife Harunürreşid’e dünyayı tasvir edip verdikleri zaman Halife, Asbuti vilayetini beğenip Mısır’a bağlamıştır. Metinde verilen Asbuti şehrine araştırmalarda Kıptilerin yoğun olduğu Asyut şehri olarak rastlanmıştır. Mısır’ın bir güzelliği de Cize’de bulunan İhram dağlarıdır. Yeryüzünde ondan daha yüksek bir inşa yoktur. İslam hükümdarlarından bazısı bu dağı yıkmayı düşünürler. Yıkmaya kalkıp hesap ettikleri zaman haraçlarının tamamının bunun için yeterli gelmeyeceğini anlarlar ve vazgeçerler: “…Ve meḥāsin-i Mıṣır’dan biri daḥı budur ki arż-ı Ḥaner’de vāḳıʿ Ehrām ṭaġlarıdır ki yeryüzünde andan yüksek binā yoḳdur. Mülūk-ı İslām’dan baʿżısı hedmine niyyet itdiler. Ḥesāb idüp gördiler ki tamām-ı ḫarāc Mıṣır hedmine kifāyet itmez. Ferāġat itdiler (B 27a-28b).” Halife Me’mun bu dağın yıkımı için altı ay ciddi bir savaş edip dağa bir yol, eserdeki şekliyle taka açmıştır. İçerisinde bir nesne bulamayıp hikmet sahibi olduğu düşünülen büyüklerden kimseyi görememiştir. Savaştan geri döndüklerinde mermerden bir şadırvan içinde bir miktar altın bulmuşlar, altını ölçmüş ve harcamışlardır. İbni el-Verdî Harîdetü’l-Acâʾib adlı kitabında nakleder ki cevherler ve çeşit çeşit madenler ile doldurulmuş bu yükseltinin hikmetli ağzı deriyle kaplanmıştır. İyi aletlerle dolu ve büyülüdür. Taş ile örtülü heremler ses geçirmez, piramitlerin her biri 400 arşındır. Binası mermerdendir. İskenderiye üzerinde büyük bir zat o mahalde ilerleyip aktarır ki o yer kırk fersahtır (kırk fersah, yaklaşık 120 kilometreye tekabül eder) ve fersah bir mildir ve bir mil bin bağdır ve bağ dört arşın (dört arşın yaklaşık üç metredir) ve bir arşın yirmi dört parmaktır ve inşa etmede karışıklık olmuştur. Müellifin aktardığı bir diğer rivayete göre de büyük meliklerden olan Sehlük bin Dersîd bir gece rüyasında kâbus görür ve bunu kâhinden tabir etmesini ister. Kâhin ise yıldız ilmine göre tufan olacağını haber verir ve tufanın vaktini tayin ederler. 70 Tufandan önce Ehram’ın binasını inşa etmeye başlarlar. Her bir piramit içinde yedi oda yaparlar. Güneş etrafında dolaşan yıldızlar adedince her birinin kapısına altından bir put koyarlar. İçi boş elini ağzına koymuş şeklindeki putun alnında bir kitābe-i kühne, eski bir yazıt yazılmıştır. O yazıtta yazanlar okunduğunda o put ağzını açar kapının anahtarı ortaya çıkar. Ve o putların tütsüleri, günleri, vakitleri ve saatleri vardır. Kapının ardındaki hazinelerin erişimi önce o vakitlerin gelmesine bağlıdır. Putları ve yedi evi ruhlar zapt etmiştir. Muhafazası için mermer taştan bir tavus konmuştur. Piramidin içindeki mutfakta bir melik yatmaktadır ve başı ucunda bir sayfa vardır. O sayfada melikin ismi, resmi ve hikmeti yazılıdır. Her bir mezara yollar yapılmıştır. Tılsımlayan kişi dışında kimse mezarlara ulaşamamıştır. Nil asmaları yapılan su yollarına gelip dolar ve otlarda yer altından yol yapar. Asmalar yerin altından geçer ve iki günlük mesafede piramidin başlangıcına çıkar. Orada bulunan heremlerde ise şöyle yazmaktadır: Biz bunları (heremleri) altı yılda inşa ettik, bizden sonra gelenler ise isterlerse altı yüz yılda yıksınlar. Ve biz bunları kıymetli ipekten kumaşlarla örttük, bizden sonra gelenler isterlerse hasır ile örtsünler. Ve ikinci heremin müekkili sarışın genç bir oğlandır. Üçüncü heremin müekkili ise yaşlı bir pirdir, elinde yelpaze tutar. Güneş doğuşunda ve batışında elinde yelpaze ile dolaşır. Yakına gelinse kaybolup uzağına gidilse geri ortaya çıktığı söylenir: “…herem-i s̠ ānīniῆ müʾekkili ṣaruşın bir emred oġlandır ve herem-i s̠ ālis̠ iῆe küçük heremdir. Müʾekkili ruhbān-ı mūris̠ bir pīrdir elinde micmere ṭutar. Ṭulūʿı şemsde ġurūbda micmere ile ḥaremi ṭolaşur. Yaḳın gelseler ġāʾib ıraḳ gitseler girü ẓāhir olur (B 31a-32b).” Mısır’ın güzelliklerinden biri de şudur ki eski zamanlarda Mısır’da bir bakire kız satın alınıp anasına babasına yüklü miktarda mal ve akçe verilirdi. Halk o bakire kızı gelin edip, süsleyip Nil’e atardı. Nil de böylelikle ziyade olurdu. Halk bunu yapmadığı zaman Nil çekilir, Nil’in suyu azalırdı. Mısır’ın fethindeki komutanlardan olan ve Mısır fethedildikten sonra o bölgeye vali olarak tayin edilen Amr bin’el-Âs Mısır emrine geçtikten sonra bu durumu Halife Hazreti Ömer’e iletir. Hazreti Ömer bir sayfa yazar ve o sayfayı Nil’e atmalarını ister. Sayfada yazan ise şunlardır: 71 “Ey Nīl-i mübārek eger sen Ḥaḳ subhānehü ve teʿālānıῆ emr-i şerīfiyle aḳup gelürseῆ girü emr-i Ḥaḳ ile aḳup gelesün. Ve eger sen kendüῆden artup gelürseῆ lāzım degildür gelme saῆa iḥtiyācımız yoḳdur (B 33b).” O sayfayı Nil’e bıraktıktan sonra o gece on sekiz arşın su gelip Mısır toprakları tamamen dolar. Bu eski zamanlardan beri var olan bir hikâyedir. Üçüncü bölümde ise müellif Mısır’ın faziletlerini aktarır. Allah, Kur’an-ı Kerim’de bahsetmiştir. Ayrıca dinî kitaplarda da Mısır’ın yükseklik derecesinden bahsedilmiştir. Allah, Kur’an-ı Kerim’de Firavun’dan bahsederek buyurmuştur ki: “eleyse lî mülkü Mısıra ve hezihi’l enhârü tecrî min tahti.” Yani, “Ve Firavun, kavminin arasında bağırıp dedi ki: Ey kavmim, Mısır saltanatı ve ayağımın altından akıp duran şu ırmaklar, benim değil mi, görmüyor musunuz?” Bu ayet, Zuhrûf suresinin 7. ayetidir. Mısır’ın faziletlerinden biri de peygamberlerden pek çok kişinin Mısır’da bulunmuş olmasıdır. Hazreti İbrahim, İsmail, Yakup, Yusuf, Peygamber Efendimiz ve Hazreti Yakup evladından 12 kişi de dahil olmuşlar. Faziletlerinden biri de Hazreti Musa, Harun, Yuşa, Danyal, Zin-Nun, Armiya, Lokman ve İsa’nın, Mısır’da doğmuş olmasıdır. Mısır’ın faziletlerinden biri de Allah’ın Meryem suresi 25.ayetinde, “huzzî ileyki bi-ciz'in nahleti” şeklinde bildirdiği hurma ağacının Mısır’da olmasıdır. Ayetin meali şu şekildedir: “Hurma dalını da kendine doğru silkele, üzerine henüz yeni olgunlaşmış taze hurma dökülüversin.” Güzelliklerden biri de Hazreti İsa’nın mucizesinin Mısır’da görülmüş olması ve sahabeden çoğu kişinin de burada bulunmuş olmasıdır. Cebel-i Maksum’da sahabelerden bazılarının kabri bulunmaktadır. Faziletlerinden biri de Sina yarımadasında Allah’ın tecelli ve Hazreti Musa ile tekellüm ettiği Sina Dağı’nın ve Kudüs Camisi’nin Mısır’da yapılmış olmasıdır. Müellif faziletleri anlattıktan sonra İmam Ebû’l-Leys’in rivayetine göre İshak Peygamber’in torunlarından Hâyid b. Şâlom’un hikâyesini anlatmaya başlar. Hâyid b. Şalom, Rum diyarından Mısır’a göç eder. Mısır’da uzun süre yaşayan Hâyid bir gün Nil’in acayip hâllerini temaşa ederek Nil’in başlangıcını ve kaynağını bulmak ister. Allah’a, Nil’in başlangıcına varmak ve kendisine uzun ömür vermesi için dua eder. Allah katında bu duası kabul olur ve rivayete göre bin yıl ömür sürer: 72 “…Ḥaḳ subḥānehü ve teʿālā dergāhına niyāz idüp duʿā eyledi ve Nīl’iῆ başına vüsūlünü ve kendüye ʿömr-i ṭavīl ʿināyet olunmaḳ ricā eyledi. Bārī teʿālā celle ve ʿalā dergāhında duʿāsı ḳabūl oldı. Rivāyet olunur ki biῆ ḳarīb ʿömr sürdi (B 37b).” Bu niyet ile yola revan olan Hâyid yaklaşık otuz yıl bir rivayete göre de on beş yıl yolculuk yapar. Gece ve gündüz tevhit edip Allah’ı zikreder. Allah ona kendi hazinesinden rızık yetiştirir. Böylece Hâyid aç ve susuz kalmadan yoluna devam eder. Canlı yerlerden geçip harap yerlere varır, o yerlerde ise hayvan ve insan bulunmaz. Bir gün Hâyid’in yolu Yeşil Deniz’e çıkar. Bir bakar ki bu, engin bir denizdir ve Nil o deryayı da yarıp içinden geçerek yeryüzüne dökülür. Hâyid, o yerde bakırdan bir ağaca rastlar. Görür ki bu ağacın üzerinde bir kuş şekli konulmuştur. Şeklin iki yanında ve üzerinde Süryani kalem ile nakış vardır. Nakışta şöyle yazmaktadır: “İskender-i Ẕü’l-ḳarneyn bu maḳāma gelüp bundan öte meslek ve ṭarīḳ olmadıġı içün bu ʿalāmeti bunda ḳoyup rücūʿ itmişdir (B 39b).” Hâyid bunu görünce hayret eder. Tam o sırada kulağına bir tesbih sesi gelir. O tarafa doğru bakar ve görür ki bir elma ağacının altında zatın biri ibadet etmektedir. Hâyid yanına varıp selam verir, o kişi de selamını alır ve sohbet ederler. Bu zat da Ays evladından Umran’dır. Hâyid kendisine bu zorluklarla dolu yolculuğu ve kendi niyetini anlatır. Umran kendisinin de aynı sebepten yola çıktığını fakat Allah’ın emri ile ileriye gitmesinin yasaklandığını anlatır. Hâyid kendisinden yardım ister ve Umran bir şartla yardım edeceğini söyler: “… şol şartla ki çün maḥall-i maʿhūde varup maḳṣūda vāṣıl olasın, dönüp geldikde benim yanımda ḳalup enīs olasın, benimle ʿibādete meşġūl olasın, eger beni ölmüş bulursaῆ defn idüp ḳabrim üzerinde istiġfār ile meşġūl olasın. Tā emri Ḥaḳ ne vecihle ṣādır olur ise bu vechiyle ʿamel idesin (B 42a).” Hâyid bu şartı kabul eder, Umran ona yolu gösterir ve ona muazzibetü’ş-şems adı verilen mahluktan bahseder, dikkatli olmasını öğütledikten sonra vedalaşırlar. Hâyid 73 yola revan olur. Yolculuğu sırasında “muazzibetü’ş-şems” adlı dört yüzü ve dört başı olan dabbe-i azimle karşılaşır: “Ḥāyid naẓar idüp gördi kim bir dabbe-i ʿaẓīme deryāyı şaḳ idüp ʿunfla ve şiddetle gelür. Evveli görinüp ve āḫiri görünmez (B 45a-46b).” Bu efsanevi varlık güneş batacağı vakit güneşe doğru hamle ederek onu kapmak ister fakat Hak Teala bir melek gönderip bunu engeller. Güneş batıp dabbe-i azim geri döndüğü zaman Hâyid sırtına atlar ve mahluk, Allah’ın emriyle Hâyid’i denizin diğer kıyısına bırakır. Hâyid orada uykuya dalıp bir süre sonra uyanıp yola revan olur. Demirden bir yere vasıl olur. Burada on beş yıl gider. Daha sonra bakırdan bir yere geçer. Burada da yirmi beş yıl seyahat eder. Daha sonra gümüşten ve altından yerlere geçer ve her birinde yirmi beş yıl yol kat eder. Altmış beş yıl boyunca bu olağanüstü yerleri geçtikten sonra o yerin ortasında kırmızı yakuttan bir köşke varır. Köşkün kapısını çalar ve içeriden yeşil elbiseler içinde bir zat kapıyı açar. Bu pir, Hazreti Hızır Aleyhisselam’dır. Hızır Aleyhisselam ona amacına ulaşacağını müjdeler ve yol gösterir. Bunu duyan Hâyid mutlu olur. Kasrın içerisine giren Hâyid, orada nice kimseler görür ki bu topluluk altın ve gümüşten kürsüler üzerinde oturmuşlardır. Yüzlerinde nur vardır. Tirkeşlerini, süngülerini ve kılıçlarını kuşanmışlardır. Değerli taşlardan siniler kurulmuştur. Sinilerin içine çeşitli lezzetler ve şerbetler konulmuştur. Topluluktaki kişiler o nimetlerden yiyip içerek zevk etmektedirler: “…bir ʿaẓīm cemāʿat altundan ve gümüşden kürsiler üzerinde oturmuşlar. Yüzleriniῆ nūrı berḳ urur. Ḳılıçlarını ve tīrkeşlerini ḳuşanmışlar. Ḫancerleri bellerinde ve süngüleri önlerinde laʿl ve yāḳut ve zebercedden sinīler ḳurulmuş, içinde envāʿ ṭaʿāmlar ḳonmuş, altun ve gümüş ve billūr meşrebeleriyle şerbetler dizilmiş, yiyüp içüp feraḥ ve şād ile gülüp oynayup ẕevḳ iderler (B 49b-50a).” Hâyid bakar ki o topluluktan kişilerin ellerinden, boyunlarından, damarlarından kanlar akar ve bu kanlar misk kokar. Hâyid, Hazreti Hızır’a bunların kimler olduğunu sorar. Hazreti Hızır bu kimselerin Allah yolunda cehdedip şehit olanlar olduğunu ve kıyamet gününe kadar orada hüzün ve korkulardan uzak, daima huzur ve rahatlık 74 içinde olacaklarını bildirir. Hâyid secde edip Allah’a hamd ve sena eder. Hazreti Hızır’dan yardım ister. Hızır Aleyhisselam ona yol gösterir ve Hâyid yola düşer. Zaferandan bir yere vasıl olur burada yirmi yıl seyahat eder. Daha sonra sarı bir yere varır. Burası beyaz kafuriyedir. Ve Hâyid peş peşe oldukça gösterişli yerlere gider. Burada kırk yıl yürür. Buradan sonra büyük bir kubbeye rast gelir. Bu kubbe o kadar büyüktür ki azametini tabir etmek mümkün değildir. Kubbenin dört kapısı vardır, çevresinde altından su çekilmiştir ve kubbenin içinde göklere varan nurdan bir sütun vardır. Sütunun çevresinde melekler bulunmaktadır. Ve sütunların etrafından dört bölük su akmaktadır. Hâyid o suyun üzerine çıkmak istediğinde bir ses işitir: “…Yā Ḥāyid ṭur yerinde ki bundan öteye tecāvüz eylemeyesin, icāzet yoḳdur. Maḳṣudıῆa vāṣıl olduῆ. Maʿlūm ola ki bu nūrdan ʿamūd ki görürsün eflāka çekilmişdir. Yedi ḳat göklerden geçüp sidretü’l-müntehāya vāṣıl olmuşdur. Cennetü’l-firdevsiῆ eşigindedir. Bu enhārdan aḳup gelür. Yā Hāid ḳudretu’llāha nihāyet Ḥaḳ subḥānehü ve teʿālāyā şükr ve ḥamd [u] sipās eyle ki nevʿ-i benī insāndan bu maḳāma iki kimesne vāṣıl olmuşdur: Biri sen ve biri Ebū’l-ʿAbbās Ḫıżır ʿaleyhi’s-selām (B 50a)” Verilen bilgiye göre kaynağını cennetten alan dört bölük sudan biri Nil’dir ve bal ırmağından akıp gelmektedir. İkincisi Fırat’tır, üçüncüsü Seyhun’dur ve süt ırmağından akıp gelir. Dördüncüsü Ceyhun’dur ki su ırmağından akıp gelmektedir. Hâyid bu sulardan içip gusül alır, ötesine gitmesine izin verilmediği için Allah’a hamd ve sena edip geri döner. Zebercet, beyaz gümüş ve yakut renginde bir salkım üzüm nazil olur, üzüm yendikçe eksilmeyip çoğalan bir keramete sahiptir. Hâyid üzümü alıp geri Umran’ın mahalline geri döner. Umran’ın vefat ettiğini görür. Hemen Umran’ı defnedip birkaç gün o mahalde ibadetle meşgul olur. Bir gün karşıdan bir şeyh, Hâyid’in yanına gelip hasbihal eder ve ona Umran’ın mahalindeki elmalardan yemesini teklif ederek onu kandırır. Hâyid elmayı yediği an koynundan üzüm çıkıp gider. Şeyh ise kahkahalarla gülüp bir keyifle gözden kaybolur. Hemen akabinde Hâyid’e üzümü veren melek zahir olup Hâyid’e o şeyh suretin aslında şeytan olduğunu söyler. Aralarında şu şekilde bir diyalog geçer: 75 “Ḥāyid gördi ki kendüye üzüm ṣalḳımın viren melek ẓāhir oldı, parmaġıῆ ıṣırup ayıtdı: Yā Ḥāyid n’eyledin ve ol şeyḫ ṣūret pīri bildiῆ mi? didi. Ḥāyid ayıtdı: Yoḳ bilmedim. Melek ayıtdı: Ol şaḫṣ babaῆ Ādem’i anaῆ Havvā’yı cennetden cıḳaran İblīs-i laʿīndir. Saῆa ḥased idüp ol ṣalḳımı senden aldırdı. Yā Ḥāyid eger ol ṣalḳım dura idi ʿālem ḫalḳı andan yeseler bir dāne eksik olmayaydı. Yā Ḥāyid şimden gerü yolına müteveccih ol (B 59b-60a.)” Hâyid bu sözü işittikten sonra çok üzülür ve pişman olup ağlar. Mısır’a geri dönüp Nil’in ahvalini anlatır ve bir süre sonra Mısır’da vefat eder. Hikâye, kalıplaşmış bir ifade olan “vā’llāhu aʿlem bi’ṣ-ṣevāb temmetü’l-ḳitāb bi- ʿavnillāhi’l melikü’l-vehhāb.” sözleri ve temmet kaydı ile son bulmaktadır. 2.2. Risâle-i Nil’deki Dinî Unsurlar Risâle-i Nil İslami unsurları barındıran bir halk hikâyesidir. Özellikle Hâyid’in Hazreti İshak peygamberin soyundan olması da bunu destekleyici bir unsurdur. Dolayısıyla eserde pek çok dinî kavram ve meselelere değinilmekte; Allah’ın yüceliği, peygamberlerin kıymeti ve değerli şahısların kerametleri sıkça bulunmaktadır. 2.2.1.Allah Eser Allah’a hamd ve sena ile başlar. Pek çok bölümünde Allah’ın zatı zikredilir, yüceliği ve kudretine değinilir. Onun fiili her şeye muktedirdir. Eserde Mısır’ın ziyadeliği ile ilgili bilgi verilirken sel ve yağmurların çokluğu Allah’ın gücüne vurgu yapılarak anlatılır. “…Pes maʿlūm oldu ki ziyādeligi seyl ve yaġmurdandur. Ḥaḳḳ subḥānehü teʿālā fiʿilīdir. (B 6a).” O duaları kabul eden ve inayet edendir. Hâyid yola çıkmadan önce Allah’a ona bunu nasip etmesi için dua eder ve Allah’tan yardım ister. Allah da duasını kabul eder ve ona bu yolculuğu nasip eder: “…Pes bu niyyet ile Ḥaḳ subḥānehü ve teʿālā dergāhına niyāz idüp duʿā eyledi ve Nīl’iῆ başına vüsūlünü ve kendüye ʿömr-i ṭavīl ʿināyet olunmaḳ 76 ricā eyledi. Bārī teʿālā celle ve ʿalā dergāhında duʿāsı ḳabūl oldı. Rivāyet olunur ki biῆ ḳarīb ʿömr sürdi (B 37b).” “…Ḥaḳ subḥānehü ve teʿālā celle ve ʿalā ḫezāʾin-i ġaybından rızḳın yetişdirir idi. Aç ve ṣusuz ḳalmaz idi (B 38a).” Eser boyunca Nil ile ilgili anlatılan şaşılacak tüm olağanüstü olaylar Allah’ın hikmeti ve emri ile olur ve sık sık Allah’ın iradesine ve olmazları olduran kudretine vurgu yapılmaktadır: “…Ḥaḳ subḥānehü ve teʿālā şimāl yelini gönderir esüp gelür. Acı deῆizi ḳaldırup yarup sedd ider. Nīl öte gitmeyüp irkilür ṭaşar (B 10a).” 2.2.2. Peygamberler Peygamber kelimesi Farsça olup “haber getiren” anlamına gelir. Kuran-ı Kerim’de peygamber karşılığında nebî, resûl ve mürsel kelimeleri, peygamber göndermeyi ifade etmek için irsâl, ictibâ, ıstıfâ ve ba‘s kökünden fiiller kullanılarak açıklanır (Yavuz, 2007: 34, 257-262). Peygamberlerin bir kısmı Kuran’da isimleri zikredilirken bir kısmından hiç bahsedilmemiştir. Peygamberlerin ilki Hazreti Âdem, sonuncusu Hazreti Muhammed’dir. Tarihte bazen peş peşe, bazen aynı zaman dilimi içinde, bazen de kısa veya uzun aralıklarla peygamberler gönderildiği söylenmektedir (Yavuz, 2007: 34, 257-262). “Peygamberlerin içinde otuzüç adedi meşhûrdur. Bunların adları: Âdem, İdrîs, Şît (veya Şîs), Nûh, Hûd, Sâlih, İbrâhim, Lût, İsmâil, İshâk, Yâ'kûb, Yûsuf, Eyyûb, Şu'ayb, Mûsâ, Hârun, Hıdır, Yûşa' bin Nûn, İlyâs, Elyesâ, Zülkifl, Şem'un, İşmoil, Yûnus bin Metâ, Dâvûd, Süleymân, Lokman, Zekeriyyâ, Yahyâ, Üzeyr, Îsâ bin Meryem, Zülkarneyn ve Muhammed aleyhi ve aleyhimüsselâtü vesselâmdır (Ören, 1958: 271).” Dinî kaynaklı bir eser olan Risâle-i Nil’de pek çok peygamber ismi de anılmıştır. 2.2.2.1. Hazreti Âdem Kur’an-ı Kerim’de Âdem Aleyhisselam hakkında şöyle buyrulur: 77 “Muhakkak ki, İsa'nın hâli de Allah katında Âdem'in hâli gibidir. (Allah), Onu (Ademi) topraktan yarattı. Sonra, ona: “Ol!” dedi. O da, oluverdi (Köksal, 2014: 54).” İslam dininde insanlığın atası olarak bilinen Hazreti Âdem’in Kuran-ı Kerim’de ebü’l-beşer, safiyyullah unvanlarıyla da anıldığı bilinmektedir (Bolay, 1998: 1, 358- 363). Eserde Hazreti Âdem zevcesi Hazreti Havva ile birlikte tek bir yerde anılır. Bu yer, Hâyid’in macerasının sonunda onu kandıran iblisin geldiği kısımdır. O esnada bir melek zuhur eder ve o iblisin Hazreti Âdem ve Hazreti Havva’yı kandıran iblis olduğunu söyler: “…Melek ayıtdı: Ol şaḫṣ babaῆ Ādem’i anaῆ Havvā’yı cennetden cıḳaran İblīsi laʿīndir. Saῆa ḥased idüp ol ṣalḳımı senden aldırdı (B 60a).” Kutsal kitaplarda bildirilen Hazreti Âdem ve Hazreti Havva’nın cennetten kovulma hikâyesine vurgu yapılmıştır. Bu olay Kuran-ı Kerim’in Tâhâ suresi 115. ayetinde şöyle geçmektedir: “Doğrusu bundan önce Âdem'e (bu ağaçtan yeme diye) emrettik de unuttu. Biz onda bir sabır ve sebât bulmadık.” Aynı ifade Tâhâ suresi 121. ayetinde de geçmektedir: “Bunun üzerine ikisi de o ağaçtan yediler. Hemen seveteynleri kendilerine açılıverdi ve üzerlerine Cennet yaprağından örtüp yamamaya başladılar...” Tevrat’ta da bu hikâye şu şekilde ifade edilir: “…Rab Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Âdem’i oraya koydu. Ona, "Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin" diye 78 buyurdu, "Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün…”6 2.2.2.2. Hazreti Şîs / Şît İsrâiliyat kaynaklarından hareketle hakkında bilgi edinilen Şît, Arapçada Şis ve İbranicede Şet olarak geçmektedir. Hazreti Şît, Hazreti Âdem’in Hâbil’in ölümünden sonra doğan oğludur (Gündüz, 2010: 39, 214-215). “Âdem aleyhisselâmdan sonra gönderilen peygamberdir. Âdem aleyhisselâmın oğludur. Babası vefât edince peygamber oldu. Allahü Teâlâ, buna elli suhuf (forma) gönderdi. Âdem aleyhisselâmın oğullarından Kâbil, Hâbil'i öldürünce Allahü Teâlâ Âdem aleyhisselâma bir evlâd daha ihsân ederek teselli buyurdu. Bu evlâd Şît aleyhisselâm idi. Bütün çocukları ikiz doğduğu hâlde Şît aleyhisselâm tek doğdu (Ören, 1958: 63).” Eserde Şit Aleyhisselam’ın yalnızca bir yerde adı anılır: “…Şīs̱ nebī ʿaleyhi’s-selām Mıṣır’a gelüp İdrīs ʿaleyhi’s-selāmı istiḫlāf eyledi (B 7a).” 2.2.2.3. Hazreti İdris Kuran-ı Kerim’de ismi geçen peygamberlerden ve Şît Aleyhisselam’ın torunlarındandır. Allahü Teâlâ, Hazreti İdris’e otuz sayfa göndermiştir (Ören, 1958: 70). “Kur’an’da İdrîs’le ilgili olarak “ağlayarak secde etme, doğruya ulaştırılma, seçkin kılınma” “şanının ve mekânının üstün ve yüce olması” “sabredici olma” “sıddîk ve nebî olma” gibi nitelikler de yer almaktadır (Harman, 2000: 21, 478-480).” İdris Aleyhisselam’ın en önemli özelliği ilk kez yıldızlar ve hesap ilmini gözden geçiren kişi olmasıdır. Eserde de bu özelliği üzerinden adı geçmektedir: 6 Daha ayrıntılı bilgi edinmek için bk. : Tevrat: Yaratılış 3:1-7 79 “…İdrīs ʿaleyhi’s-selām ṭaġda sākin olup Nīl’in aḥvālini gör Mıṣır’ıῆ emrine ve tedbīrine şurūʿ itdi. Gördi kim Nīl defʿa-i vāḥidde gelüp iḳlīmi baṣar iḥāṭa ider. Yüksek yerlere ve ṭaġıῆ başına çıkup sākin olurlar Nīl çekildikde ḫalḳ inüp ṣudan ḥālī bulduḳları yerde zirāʿat iderlerdi ve Nīl gāhī vaḳt-i muʿayyenesi yoḳ idi. Çün İdrīs nebī ʿaleyhi’s-selām bunı gördi ve fāfir ḫalḳ cemʿ eyledi ve Nīl ziyāde olup aḳmaġa başladıġı maḥallerde varup ʿilm-i hendese ile aradı ve ṣuyunı vezn idüp terāzuye aldı ve yüksek yerleri alçaḳ idüp ve alçaḳ yerleri yüksek itdi (B 7a-8b).” İdris Aleyhisselam ona inanan azınlık ile Babil’den hicret etmek durumunda kalınca halk Babil’deki gibi bir nehir bulunmamasından çekinerek üzülmüşlerdir. Nihayet uzun bir yolculuktan sonra İdris Aleyhisselam ve onu takip edenler Nil’in bulunduğu yere gelirler. Burası Mısır’dır. İdris Aleyhisselam ve ona inananlar buraya yerleşirler. Bu sebepten eserde ismine sık rastladığımız peygamberlerden biridir. İdris Aleyhisselam yeryüzünün meskûn yerlerini dört bölgeye ayırıp her birine bir vekil tayin edince Mısır'dan ayrılır. Yeryüzünü dolaşarak tekrar Mısır’a döner. Bir müddet sonra, aşure gününde semaya yükseldiği söylenir. Nitekim Kuran-ı Kerim’de Meryem suresi 57. ayetinde şöyle buyrulur: “Biz onu yüksek bir mekâna kaldırdık” (Ören, 1958:75). 2.2.2.4. Hazreti Nuh Hazreti Nuh, Kuran-ı Kerim’de ve hadislerde diğer peygamberlere oranla geniş bir şekilde tanıtılan ve “ülü’l-azm” olarak isimlendirilen beş büyük peygamberden biridir. Kuran’da yirmi sekiz surede hakkında bilgi verilmiş ve kırk üç yerde ismen zikredilmiştir. Kur’an’ın yetmiş birinci suresi onun adını taşır ve sure, baştan sona onun tevhit mücadelesini anlatır (Harman, 2007: 33, 224-227). Hazreti Nuh, Hazreti İdris’ten sonra gönderilen peygamberdir. Peygamberler içinde en büyükleri olarak bilinen ve kendilerine ülü’l-azm denilen altı peygamberin ikincisidir. Hazreti İdris göğe çıkarıldıktan sonra, insanlar sapkınlığa bulaşarak doğru yoldan ayrılırlar ve putlara tapmaya başlarlar. Allahü Teala, onlara Nuh Aleyhisselam’ı 80 peygamber olarak gönderir. Hazreti Nuh, nice yıl onları dine davet eder. Yalnız, oğullarından Sam, Ham, Yafes ile pek az kimse iman eder. Kendi oğlu Yam, yani Kenan başta olmak üzere kavminin çoğu iman etmez ve karşı gelir (Ören, 1958: 6). “Habeş dilinde nâha kelimesinden türeyen Nuh’un “uzun zaman” manasına geldiği ve “ömrü uzun” anlamında kullanıldığı söylenmektedir (Harman, 2007: 33, 224-227).” Eserde Nuh Aleyhisselam eserde en sık bahsedilen peygamberdir. Çünkü zürriyetinden gelenlerden Mısır b. Nasir, Mısır’a ismini veren şahsiyettir. Bu sebeple Nuh Aleyhisselam’dan sık sık bahseden müellif oğullarına ve zürriyetine de değinir: “Ḥażreti Nūḥ ʿ aleyhi’s-selāmıῆ dört oġlu var idi: Biriniῆ adı Sām ve biriniῆ adı Hām ve biriniῆ adı Yāfes ve biriniῆ adı Bahṭūn idi. Bir gün Nūḥ ʿaleyhi’s-selām oġlı Sām’a ḫiṭāb idüp çaġırdı Sām cevāb virüp icābet itdi Sām daḫı evlādına çaġırdı. 10 Evlādından Arfaḥşad cevāb virüp icābet itdi. Ḥażreti Nūḥ’uῆ yanına geldi. Ḥażreti Nūḥ ʿaleyhi’s-selām ṣaġ elini Sām’ıῆ üzerine ve ṣol elini Arfaḥşad’ıῆ üzerine ḳoyup ḫayr duʿā eyledi ve ayıtdı: Yā Rabbi Sām’a bereket vir mübārek eyle ve Arfaḥşad’ıῆ evlādına mülk ve salṭanat rūzī ḳıl didi andan Nūḥ ʿaleyhi’s-selām oġlı Ḥām’ı çaġırdı. icābet itmedi ne kendi ve ne evlādı Nūḥ ʿaleyhi’s-selām aῆa bedduʿā itdi. Yā Rab Ḥām’ı daḫı evlādıῆı ḫor ḥaḳīr eyle didi. Anıῆçün cümle sevādın ve Ḥabeşleriῆ aṣlı Ḥām neslindendir. Ol maḥalde Ḥām’ıῆ oġıllarından Mıṣır İbn Naṣīr çıḳagelüp Ḥażret-i Nūḥ’uῆ yanına varup elin öpüp didi ki: Yā ceddim ben seniῆ ḫiẕmetindeyim. Eger babam icābet itmedise ben itdim. Benim içün duʿā eyle didi. (B 21a). Andan Nūḥ ʿaleyhi’s-selām oġlı Yāfes’e nidā idüp çaġırdı. İcābet itmedi ne kendi ve ne evlādı. Nūḥ ʿaleyhi’s-selām bedduʿā idüp Ḥaḳ subḥānehü ve teʿālā seni ve evlādlarıῆı şerler ḫalḳ eylesün didi ve andan oġlı Bahṭūn’a nidā itdi. İcābet idüp yanına geldi. Āῆa ḫayr duʿā eyledi. Sām Nūḥ ʿaleyhi’s-selāmıῆ duʿāsı berekātiyle devletle çok rūzgār ʿömr sürdi (B 21b).” 81 Bu hikâye Hazreti Nuh’un soyundan gelenlerin hangi kavimlerin başı olduğu hakkında da bilgi vermektedir. Sam, Arapların; Ham, Habeşlilerin; Yafes, Rumların atasıdır. Bu konuyla ilgili olarak bazı hadisler rivayet olunmuştur. Bu hadislerden birisi; Ahmed b. Hanbel'in, Resulullah’tan rivayet ettiği şu hadisi şeriftir: “Sâm, Arapların; Hâm, Habeşlilerin; Yâfes, Rumların atasıdır (Sabuni, 2003:138).” Bir başka hadiste ise bu şekilde geçmektedir: “Nûh'un Sâm, Hâm, Yâfes adında oğulları vardı. Sâm'dan, Araplar, Farslar, Rumlar türemiş olup hayr bunlardır. Yâfes'den, Ye'cüc-Me'cüc, Moğollar ve Slavlar türemiştir ki bunlarda hayr yoktur. Hâm'dan da Kiptiler, Berberîler ve Sudanlılar türemiştir (Sabuni, 2003: 138).” 2.2.2.5. Hazreti İbrahim Keldânî kavmine gönderilen peygamberdir. Ülü’l-azm adı verilen altı büyük peygamberden biridir. Hazreti Muhammed Aleyhisselam’dan sonra, peygamberlerin ve insanların en üstünüdür. Kendisine on sayfa indirilmiştir. Allahü Teala ona; Halilim (dostum) buyurmuştur. Bu sebeple Halîlürrahmân olarak bilinmiştir (Ören, 1958:148). “Tevrat’a göre İbrâhim KeldâNiler’in Ur şehrinde doğdu. Tevrat’ın İbrânîce metninde doğum yeri “Ûr Kasdîm” şeklinde anılmakta olup bu ifade Yunanca’ya “Kaldeliler’in Ur şehri” olarak çevrilmiştir (Harman, 2000: 21: 266-272).” İsrailoğulları peygamberlerinin hepsi Hazreti İbrahim’in soyundan gelmiştir. Çünkü İsrailoğulları peygamberleri, Hazreti İshak oğlu olan Hazreti Yakup çocuklarındandır. Hazreti İshak ise Hazreti İbrahim’in oğludur. Hazreti İbrahim ile başlayan peygamberlik, yine onun soyundan gelen resullerin ve nebilerin sonuncusu olan Hazreti Muhammed’e kadar devam etmiştir (Sabuni, 2003:141). Firavun tarafından ateşe atılma ve ateşin gül bahçesine dönüşme hadisesi ile klasik edebiyatımızda karşımıza çıkan Hazreti İbrahim, metinde yalnızca bir yerde geçmektedir. Eserde müellifin Mısır’a giren zatları saydığı yerde onun da adı zikredilir: “… Ve feżāʾilinden biri daḫı budur ki enbiyādan nice kimesneler Mısır’a girmişdir. Biri Ḥażret-i İbrāhīm ve biri Ḥażret-i İsmāʿil ve biri 82 Ḥażret-i Yaʿḳūb ve biri Ḥażret-i Yūsuf ṣalavātullāhi ve sellemehu ʿ aleyhüm ecmaʿīn (B 34b).” 2.2.2.6. Hazreti İsmail Yemen'den gelip Mekke ve civarında yerleşen Cürhüm kabilesine gönderilen peygamberdir. İbranicede adı, Allahü Teala’ya itaat edici manasına gelen İşmuyel'dir. Araplar, İsmail demişlerdir (Ören, 1958:223). Hadislerde Hazreti İsmail’in hayatına dair çok az bilgi bulunmaktadır; tarih, tefsir ve kısas-ı enbiya kitaplarında ise nispeten ayrıntılı bilgi yer almaktadır (Harman, 2001: 23: 274276). “Kur’an-ı Kerim’de on iki yerde adı geçen İsmâil peygamber çeşitli nitelikleriyle zikredilmektedir. Annesi Hâcer hakkında Kur’an’da bilgi yoktur. İsmâil, babası İbrâhim’in yaşlılık döneminde ve bir duası neticesinde dünyaya gelmiş çok küçükken babası tarafından Beytülharâm’ın bulunduğu yere bırakılmıştır. Adı açıkça zikredilmemekle birlikte belli bir yaşa gelince kurban edilmek istenenin İsmâil olduğu anlaşılmaktadır. Daha sonra babası ile beraber hem beytin temellerini yükseltmiş hem de bu kutsal mekânı temiz tutmakla görevlendirilmiş, peygamber olarak seçilmiş, diğer peygamberler gibi ona da vahiy gelmiştir (Harman, 2001: 23: 274-276).” Kurban hadisesi sebebiyle Allah’a koşulsuz itaat etmesi ile meşhur olan ve klasik edebiyatımızda da bu vasfı ile sık sık zikredilen Hazreti İsmail’den eserde yalnızca tek bir yerde ismen bahsedilmiştir: “… Ve feżāʾilinden biri daḫı budur ki enbiyādan nice kimesneler Mısır’a girmişdir. Biri Ḥażret-i İbrāhīm ve biri Ḥażret-i İsmāʿil ve biri Ḥażret-i Yaʿḳūb ve biri Ḥażret-i Yūsuf ṣalavātullāhi ve sellemehu ʿ aleyhüm ecmaʿīn…” (B 34b) 2.2.2.7. Hazreti İshak Şam ve Filistin ahalisine gelen peygamberlerdendir. İbrahim Aleyhisselam’ın ikinci oğludur. Annesi Hazret-i Sare'dir. Büyük kardeşi İsmail’den kaç yaş küçük 83 olduğu dinî kaynaklara göre bilinmemektedir. Kavmini babası İbrahim Aleyhisselam’ın dinine davet etmiştir. Babasının akrabasından bir kadınla, başka bir rivayete göre de Lut Aleyhisselam’ın kızı ile evlenir. Yakup ve Iys adında iki oğlu dünyaya gelir. Filistin’de vefat edip baba ve annesinin de metfun bulunduğu Halîlürrahmân civarına defnedilir. Kuran-ı Kerim’de ismi on yedi yerde geçmektedir (Ören, 1958: 248). İshak kelimesinin İbranicede “gülmek” anlamındaki sahak kökünden olup “O gülüyor” manasına geldiği bilinir. Bir çocuğu olacağı müjdesini aldığında İbrahim’in veya Sare’nin gülmesiyle İshak adının verilmesi arasında bağlantı kurulmakta ve bu husus kelimenin bu anlama gelişinin bir açıklaması olarak gösterilmektedir (Harman, 2000: 22: 519-521). Eserde Hazreti İshak’tan tek bir yerde yalnızca ismen bahsedilir. Müellif Mısır’a giren peygamberlerden bahsederken İshak peygamberin de ismini anar: “… Ve feżāʾilinden biri daḫı budur ki enbiyādan nice kimesneler Mısır’a girmişdir. Biri Ḥażret-i İbrāhīm ve biri Ḥażret-i İsmāʿil ve biri Ḥażret-i Yaʿḳūb ve biri Ḥażret-i Yūsuf ṣalavātullāhi ve sellemehu ʿ aleyhüm ecmaʿīn (B 34b).” 2.2.2.8. Hazreti Yakup Kenan diyarında yaşayan insanlara gönderilen peygamberdir. İshak Aleyhisselam’ın oğlu, Yusuf Aleyhisselam’ın babasıdır. Kuran-ı Kerim’de, meleklerin İbrahim Aleyhisselam’a İshak Aleyhisselam’la beraber Yakup Aleyhisselam’ın da doğumunu ve peygamberliğini müjdeledikleri bildirilmektedir. Yakup, İbranice bir isim olup; Saffetullah yani Allahü Teala’nın saf ve temiz kıldığı kul manasına gelmektedir. İkizi olan Iys, ondan önce doğduğu için Arapça takip etmek manasında Yakup denildiği rivayet edilir. Diğer adı İsrail olup Allah'ın kulu manasına da gelmektedir (Ören, 1958: 255). “İshak’ın oğlu Yakup, Kur’an-ı Kerim’e göre peygamber, Yahudi inancına göre İsrail’in ataları diye adlandırılan üç kişiden biridir 84 (diğerleri İshak ve İbrahim’dir) ve İsrailoğulları’nın isim babasıdır (Harman, 2013: 43, 274-276 ).” Hazreti Yakup Aleyhisselam, klasik edebiyatımızda genellikle Hazreti Yusuf’un kardeşleri tarafından kuyuya atıldığında öldüğünü zannedip ağlayışı ve âmâ oluşu ile karşımıza çıkmaktadır. Metinde tek bir yerde geçmektedir. Müellif, Mısır’a giren peygamberlerden bahsederken Hazreti Yakup’un da ismini anar: “… Ve feżāʾilinden biri daḫı budur ki enbiyādan nice kimesneler Mısır’a girmişdir. Biri Ḥażret-i İbrāhīm ve biri Ḥażret-i İsmāʿil ve biri Ḥażret-i Yaʿḳūb ve biri Ḥażret-i Yūsuf ṣalavātullāhi ve sellemehu ʿ aleyhüm ecmaʿīn (B 34b).” 2.2.2.9. Hazreti Yusuf Mısır ahalisine gönderilmiş, İsrailoğullarından gelen ilk peygamberdir. Döneminde yüzünün ve ahlakının güzelliği ile meşhur olmuştur. Babası, Hazreti Yakup’tur. Babası Yakup’un kendisini çok sevmesi, Yusuf’un kardeşlerinin kıskançlığına sebep olur. Bu sebeple bir gün Hazreti Yusuf’u götürüp kuyuya atarlar. Bir müddet sonra Yusuf, bir kervan tarafından kuyudan çıkarılır ve onlar tarafından bir Mısır kervanına köle diye satılır. Kervandan sonra Mısır Aziz’ine yani maliye nazırına satılır. Nazırın hanımı Züleyha ile yaşadıkları bir kargaşadan dolayı zindana düşer ve uzun zaman zindanda kaldıktan sonra Mısır’a maliye nazırı olur (Ören, 1958: 3/6). Kuran-ı Kerim’deki Yusuf kıssasında Hazreti Yusuf’un başına gelen hadiseler geniş olarak bildirilmiştir. Yusuf suresi ile En’âm ve Gâfir (Mü’min) sûrelerinde de ondan bahsedilmiştir (Ören, 1958: 3/6). Güzelliği, Mısır’da maliye nazırı oluşu, çocukluğunda kardeşleri tarafından kuyuya atılışı, Züleyha’nın ona âşık olması ve zindana düşmesi, zindanda rüya tabir etmesi gibi konularla klasik edebiyatımızda sıkça ismi geçen Yusuf peygamberden metinde iki yerde ismen adı anılmıştır. İlki Nil Nehri için yapılan nilometreler bahsinde Yusuf Aleyhisselam’ın yaptığı mikyasa değinirken adı anılır: “…Bunlardan evvel üc mikyās daḫı var idi: Biri Menūfe’da Ḥażreti Yūsuf Ṣıddīḳ ṣalavātu’llāhi ve selāmuhū ʿaleyh yapmış idi (B 17a).” 85 İkincisi diğer peygamberlerin de art arda zikredildiği yerde, Mısır’a giren zatların sayıldığı bölümdedir: “… Ve feżāʾilinden biri daḫı budur ki enbiyādan nice kimesneler Mısır’a girmişdir. Biri Ḥażret-i İbrāhīm ve biri Ḥażret-i İsmāʿil ve biri Ḥażret-i Yaʿḳūb ve biri Ḥażret-i Yūsuf ṣalavātullāhi ve sellemehu ʿ aleyhüm ecmaʿīn (B 34b).” 2.2.2.10. Hazreti Muhammed Allahü Teâlâ’nın sevgilisi, yaratılmış bütün insanların ve mahlukatın her bakımdan en üstünü, en şereflisi olarak tanımlanan İslam’ın son peygamberidir. Allahü Teala’nın methettiği ve bütün insanlara ve cinlere peygamber olarak gönderdiği peygamberdir. Kuran-ı Kerim ayetlerinde anlatılana göre Hazreti Muhammed Aleyhisselam âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olup her şey onun hürmetine yaratılmıştır. İsmi, pek çok kez methedilmiş manasına gelen Muhammed’dir. Ahmet, Mahmut, Mustafa gibi başka isimleri de vardır (Ören, 1958:201). Ayette mealen; “Seni âlemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiyâ sûresi: 107) ve bir hadiste de; “Sen olmasaydı, mahlukatı yaratmazdım” buyurulmuştur. Her peygamber, kendi zamanında, kendi mekânında, kendi kavminin hepsinden her bakımdan en üstünüdür. Fakat Hazreti Muhammed Aleyhisselam, dünya yaratıldığı günden kıyamet kopuncaya kadar her zamanda, her memlekette, gelmiş ve gelecek bütün varlıkların her bakımdan en üstünü olarak nitelendirilmiştir. Hiçbir kimse hiçbir bakımdan ondan daha üstün değildir (Ören, 1958: 202). Hazreti Muhammed Aleyhisselam metinde adı sık zikredilen peygamberlerdendir. Eserde “Hazreti Resulullah” adıyla anılır. Müellif; Hazreti Peygamber’e ait çok sayıda hadisi, konuları açıklamak ve inandırıcı kılmak maksadıyla kullanmıştır. Eserin Nil’in kaynağının bahsedildiği bölümünde Hazreti Muhammed Aleyhisselam Nil’in kaynağının cennetten geldiğini anlatır: “…Ḥażret-i Resūlu’llah ṣalla’llāhu teʿālā ʿaleyhi ve sellem buyurmuşdur: inne’n-nīle yaḫrucü mine’l-cenneti velev temestüm fihi 86 ḥıyne yaḫrücu levcedtüm min veraḳḳiha. Yaʿnī taḥḳīḳ-i Nīl cennetden çıḳar ve eger çıḳdıġı vaḳitde isteyüp arasanız içinde cennet yapraḳlarından bulurdunuz (B 9a).” Eserin Mısır’ın güzelliklerinin bahsedildiği bir yerinde de Hazreti Resullullah’a hediye olarak gönderilen Benha balı ile ilgili bir diyalog geçmektedir. Muhammed Aleyhisselam o balı çok beğenmiştir. Balı gönderene ve balın üretildiği yere dua etmiştir: “Ḥażret-i Resūlu’llah ṣalla’llāhu teʿālā ʿaleyhi ve sellem ḥażretlerine bal hediye göndermişdir. Ḥażret-i Resūl Ḥażreti buyurdı ki ‘’Neredendir?’’ ayıtdılar: Yā Resūlallāh Mıṣır’da bir ḳarye vardır. Benha dimekle maʿruf ol ḳaryeniῆ balındandır. Ḥażret-i Resūlu’llah ṣalla’llāhu teʿālā ʿaleyhi ve sellem buyurdı ki: Allāhümme bārik fi-Benhā ve ʿaseline berekāt vir. Ḥālā ol ḳarye Ḥażret-i Resūl’uῆ duʿāsı berekātında maʿmūr olup balı sāʾir ḳaranıῆ balından eṭyeb ve mübārekdir (B 24b)” 2.2.3. Dört Halife Hazreti Muhammed’den sonra gelen dört halife Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali’dir. Eserde bu dört halifeden yalnızca Hazreti Ömer’den bahsedilir. İsmi ve kendisinden aktarılan bir rivayet zikredilir. Diğer üç halifeden bahsedilmemiştir. 2.2.3.1. Hazreti Ömer Ömer b. el-Hattâb olarak kaynaklarda geçen Hazreti Ömer Aleyhisselam, peygamberliğin inişinin altıncı senesinde yirmi yedi yaşındayken Müslüman olmuştur. O, erken vakit İslam olanlardandır; kırk erkek ve on bir kadından sonra Müslüman olmuştur (Suyuti, 2014/1856:122 ). “Katıldığı seriyyeler dışında Resûl-i Ekrem’in yanından hiç ayrılmayan Hz. Ömer kumandanlığını Resûlullah’ın yaptığı bütün savaşlarda, Hudeybiye Antlaşması, Umretü’l-kazâ ile Vedâ haccında bulundu (Fayda, 2007: 34, 51-53).” 87 Ömer'in, Hazreti Peygamber’in kendisinden doğrudan beş yüz otuz dokuz hadîs naklettiği rivayet edilir. Osman b. Affan, Ali ve Talha b. Ubeydullah, Sa’d b. Ebi Vakkas, Abdü’t-Rahman b. Avf, ibn Mesud, Ebu Zerr, Ömer b. Abbas ve oğlu Abdullah b. Abbas, İbnü’z-Zübeyr, Enes, Ebû Hüreyre, Amr ibnü’l As, Ebu Masa el-Es’ari, el- Bera b. Azib, Ebi Said Hudri gibi sahabeden diğerleri ve başkaları da ondan hadisler rivayet etmiştir (Suyuti, 2014/1856:124). “Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir ile birlikte Resûl-i Ekrem’in en yakın iki dostu ve yardımcısından biri olması yanında onun fıkhî konulardaki söz ve davranışlarını dikkatle izleyip hükümlerin maksat ve hikmetlerini öğrenme fırsatını elde etmesi sebebiyle fıkıh tarihinde önemli bir yere sahiptir. Şûra meclislerinde ileri sürdüğü isabetli görüşleriyle dikkatleri üzerinde toplamış ve Hazreti Peygamber’in iltifatlarına mazhar olmuştur (Koçak, 2007: 34, 51-53).” Eserde Hazreti Ömer’den Nil’e bakire kız atılmasına dair bir inanış anlatılırken bahsedilir. Mısır’ın valisi Amr b. el-As Mısır’ı fethettikten sonra halk ona Nil’in ziyadeliği için bir genç bakire kızı süsleyip, anne babasına mal ve akçe verip, Nil’e atarak kurban ettiklerini yoksa Nil’in artmayıp o senenin kurak geçeceğini anlatırlar. Amr b. el-As ise bu duruma karşı çıkarak Hazreti Ömer’e bu husus için danışır: “ʿAmr bin’el-ʿĀs bu ḫuṣūṣı yazup Ḥażret-i ʿÖmer raḍiya'l-lāhü ʿanha ḥażretlerine iʿlām eyledi. Ḥażret-i ʿÖmer raḍiya'llāhü teʿālā ʿanh bir varaḳa yazup irsāl eyledi ve emr eyledi ki Nīl’e biraġalar ol varaḳanın mażmūnı bu idi ki: Yā Nīl-i mübārek eger sen Ḥaḳ subhānehü ve teʿālānıῆ emr-i şerīfiyle aḳup gelürseῆ girü emr-i Ḥaḳ ile aḳup gelesün. Ve eger sen kendüῆden artup gelürseῆ lāzım degildür gelme saῆa iḥtiyācımız yoḳdur. Çün varaḳaʾı Nīl’e bıraḳdılar. Ol gice on sekiz arşun ṣu gelüp arż- ı Mıṣır’ı tamām rey oldı (B 32a-33b).” Araştırmalara göre bu hikâyenin aslının Muhammed b. Ataullah Hirevî’nin bir dersinde anlatıldığını Kays b. Haccac nakletmektedir. Bu hikâyeye göre Mısır fethedildikten sonra, Amr b. As buraya vâli tayin edilir. Birkaç aydan sonra Mısır 88 ahalisi Amr b. Âs’ın huzuruna varırlar, “Nil Nehri’nin bir âdeti vardır ki, onsuz taşmaz ve suyu kesilir.” diyerek bu âdetten bahsederler: “Biz üzerimizde olan aydan on iki gün geçince, bir kız çocuğu buluruz. Anasını ve babasını mal ile razı ederiz. O kızı nefis elbiseler ile süsleyip Nil Nehri’ne bırakırız.” Amr b. Âs bunu işitip bu işin anlamsız oluşundan bahseder. İslam’da böyle bir şeyin doğru olmayacağını söyler ve kuşkusuz İslam’ın bütün kötü âdetleri ortadan kaldırdığını anlatır. Kızın bulunup Nil’e kurban edilmesinin önün geçer. O tarihten üç ay sonra Nil Nehri’nin suyu artmaz ve ahali başka yerlere göç etmek ister. Hazreti Amr, bu hâli görür ve Hazreti Ömer’e mektup yazıp bildirir. Hazreti Ömer mektubu okuduktan sonra “Bunun içine bir parça kâğıt koydum. Onu Nil’e bırak.” der. Mektup, Amr’a gelir ve o kâğıtta şu satırlar yazılıdır: “Ömer b. Hattâb’dan Mısır’ın Nil Nehri’ne, Önceden akıyor idin. Şimdi akmıyorsun. Vâhid ve Kahhâr olan Allahü Teala seni akıtır. Senin akman için Vâhid ve Kahhâr olan Allahü Teala’ya dua ediyorum.” Amr b. Âs o kâğıt parçasını Nil Nehri’ne bırakır ve hemen ertesi günü Nil, on altı arşın yukarı kalkıp yükselir. O vakitten sonra o âdetten Mısır ahalisi kurtulmuştur (Işık, 2014). 2.2.4. Kutsal Kitaplar Günümüze dek binlerce peygamberin gelmiş olduğunu Kuran-ı Kerim’den öğrenmekteyiz. Bu peygamberlerden yalnızca bazılarının ismi Kuran’da geçmektedir ve sadece dört tanesine kitap indirilmiştir. Allah’ın insanlara değişik zamanlarda emir ve yasaklarını iletmek maksadıyla gönderdiği kutsal kitapların sayısı dörttür. Bunlar sırasıyla Tevrat, Zebur, İncil ve Kuran-ı Kerim’dir. Eserde Allah’ın kelamından bahsederken alıntı yapılan ayette kutsal kitaplardan Zebur hariç hepsinin ismi zikredilmektedir. Farklı hususiyetleri ile kutsal kitaplara değinilmemiş, yalnızca ayet vasıtasıyla isimleri geçmiştir. Yalnızca Kuran-ı Kerim’den sık sık alıntı yapılmıştır. Metinde Hâyid’in Nil’in kaynağına vasıl olup Hızır Aleyhisselam ile karşılaştığı köşkte gördüğü bir topluluk vardır. O topluluğun kimler olduğunu soran Hayid, 89 “Bu şol kimselerdir ki fi-sebili’llâh mücâhede idüp gazâda şehîd olmuşlardır. Kıyâmet gününe dek bu minvâl üzre olup bunlara ḫavf ve bîm vehm ve hüzn ve elem târî olmaz. Dâʾima râhat ve gufrân ile müstevşirlerdir (B 50b).” cevabını alır. Ardından müellif Tevbe suresi 111. ayetine yer verir, ayetin meali şöyledir: “Allah, kendi yolunda çarpışırken öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üzere satın almıştır. Bu, Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da yer almış gerçek bir vaadidir. Kim Allah’tan daha fazla sözüne bağlı olabilir! O halde yaptığınız bu alışverişten ötürü sevinin. İşte büyük bahtiyarlık da budur.” 2.2.5. Olağanüstü Varlıklar 2.2.5.1. Dabbe-i Azîm Dabbe kelimesi sözlüklerde aslı debebe olup yavaş yavaş ve sessizce yürümek anlamına gelir. “Yerde yürüyen her canlıya dabbe denilmekle birlikte binek hayvanları için kullanımı daha yaygındır (Çelik, 2013: 42).” Kamus-ı Türki’de de binek, yük hayvanı olarak geçmekte olan bu sözcük özel anlamda kıyamet alametlerinden biri olan dabbetü’l arzı anlatmak için de kullanılır. Dabbetü’l- Arz, Kuran-ı Kerim’de iki şekil ve anlamda geçmektedir: İlki Hazreti Süleyman’ın asasını yiyen “ağaç kurdu”dur: “Sonra onun ölümüne hükmettiğimiz zaman, (dayandığı) âsâsını yemekte olan ağaç kurdundan başkası onun ölümünü göstermedi. Bu suretle (kurdun yediği âsâ kırılıp da, uzun müddet ona dayalı duran Süleyman’ın cesedi) yere yıkılınca anlaşıldı ki, cinler gaybı bilmiş olsalardı, o zilletli azabın (o meşakkatli çalışmanın) içinde kalmazlardı (Çelik, 2013:42).” İkinci geçiş şekli ise İslam dininde kıyametin büyük alameti olan mahluktur. Kuran-ı Kerim’de Neml suresi 82. ayetinden bu mahlukun bilgisine ulaşmaktayız: 90 “Söylenen (kıyamet) başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir yaratık çıkarırız da insanların ayetlerimize kesin bir şekilde iman etmedikleri konusunda onlarla konuşur.” Hadis-i şeriflerde bu mahlûk ayaklarına, kulaklarına, kanatlarına, kuyruğuna ve başına kadar tarif edilmektedir: “Dabbet-ül arzın deve ayağı gibi dört ayağı ve kuş gibi kanatları vardır. Başı öküz başına, kulağı fil kulağına, kuyruğu ise koç kuyruğuna benzer (“Dabbet-ül-arz”, E.T. 2023).” Bu bilgilerden yola çıkarak her ne kadar metinde bahsedilen dabbe-i azim hadisdeki eşkâle uysa da metindeki dabbe-i azim’in kıyamet alameti olan yaratıktan farklı bir mahluk olduğu düşünülür. Eserde dabbe-i azim 10 farklı yerde zikredilir. Hepsi de Hâyid b. Şalom’un Nil’in kaynağını bulmak üzere çıktığı efsanevi yolculukta bir derya üzerindeyken geçer. Metinde güneşi yakalamak hamleleri sebebiyle dabbeden “muʿāzzebet’üş-şems” olarak da bilindiği söylenmektedir. “…deryādan bir dabbe-i ʿaẓīme çıḳup güneşe aṭılup ḥaml ide. Yaʿnī ister ki güneşi ḳapa. Yā Ḥāyid ol dābbeniῆ adına muʿāzzebet’üş-şems dirler. Dört başı ve dört yüzü vardır (B 42a).” Hâyid yaptığı yolculuk esnasında o mahluk sayesinde karşı kıyıya geçebilmiştir: “…Güneş ʿayn-ı ḥamiyeye baṭup ṭolundıḳda ol dabbe rücūʿ idecek maḥalde Ḥāyid kendüyi dabbeniῆ arḳasına atup gözlerini yumup ẕikr ü tesbīḥe ve Ḥaḳ subḥānehü ve teʿālānıῆ ḥamd u s̠ enāsına meşġūl oldı. Bārī teʿālānıῆ emriyle ol dabbe Hāʾid’i deryānıῆ ol bir yüzine bıraḳdı (B 46b).” 2.2.5.2. Melekler Eserde olağanüstü ögelerin en önemli parçası da bazı anlarda Allah’ın emri ile ortaya çıkan ismi verilmeyen meleklerdir. Bu meleklerden biri, Umran’ın Hâyid’le 91 konuşması sırasında gözükür. Umran’ın aktardığına göre kendisi de Nil’in kaynağına ulaşmak istemiş fakat bir melek zahir olup daha fazla gitmemesi gerektiğini vahyetmiştir: “Bārī teʿālā ḥażretlerinden melek gelüp vaḥy oldı ve ayıtdı: Yā ʿUmrān Ḥaḳ subḥānehü ve teʿālā ḥażretleriniῆ emriyle bu maḳāmda ṭurup ʿ ibādete meşġūl olup öteye tecāvüz eylemeyesin, didi. Ben daḫı secde-i şükr idüp ve Ḥażret-i Bārī’ye ḥamd u s̠ enā idüp bu maḥalde ḳaldım (B 39a-b).” Meleğin hikâyeye dahil olduğu bir diğer yer ise dabbe-i azimin güneşe hamle ettiği bölümdür: “…Gelüp güneş yerine batıcaḳ vaḳt varup aṭılup güneşi ḳapmaḳ isterdi. Ḥaḳ subḥānehü ve teʿālānıῆn emri ile melek nāzil olup ol dabbe-i ʿaẓīmi urup güneşe hücūmdan menʿ itdi (B 46a).” Melek, Hâyid’in niyetine vasıl olduğu anda da ortaya çıkar ve daha ileri gitmemesi gerektiğini ikaz eder: “…Nā-gāh bir melek ẓāhir olup ayıtdı: Yā Ḥāyid ṭur yerinde ki bundan öteye tecāvüz eylemeyesin, icāz yoḳdur. Maḳṣudıῆa vāṣıl olduῆ. Maʿlūm ola ki bu nūrdan ʿamūd ki görürsün eflāka çekilmişdir. Yedi ḳat göklerden geçüp sidretü’l-müntehāya vāṣıl olmuşdur (B 53a).” Son olarak meleğin göründüğü yer, şeyh suretinde birinin gelip Hâyid’i elma ağacıyla kandırması esnasındadır. Hâyid şeyhe aldanıp elmalardan yiyince ona bahşedilen üzüm salkımı ortadan kaybolur ve melek ortaya çıkıp o şeyh suretindeki kişinin şeytan olduğunu bildirdikten sonra kaybolur: “…Ḥāyid gördi ki kendüye üzüm ṣalḳımın viren melek ẓāhir oldı, parmaġıῆ ıṣırup ayıtdı: Yā Ḥāyid n’eyledin ve ol Şeyḫ ṣūret pīri bildiῆ mi didi. Ḥāyid ayıtdı: Yoḳ bilmedim. Melek ayıtdı: Ol şaḫṣ babaῆ Ādem’i anaῆ Havvā’yı cennetden cıḳaran İblīs-i laʿīndir. Saῆa ḥased idüp ol ṣalḳımı senden aldırdı. Yā Ḥāyid eger ol ṣalḳım dura idi ʿālem ḫalḳı andan yeseler bir dāne eksik olmayaydı. Yā Ḥāyid şimden gerü yolına müteveccih ol deyüp melek ġāʾib oldı…” (B58a-59b) 92 2.2.6. Şeytan Kelime anlamı “uzaklaşmak, haktan ve hayırdan ayrılmak, muhalefet etmek” olan, şatn veya “öfkesinden yanıp tutuşmak” manasındaki şeyt kökünden türediği düşünülen şeytan kelimesi geniş anlamı ile “hayırdan ve rahmetten uzaklaşmış yaratık; yanıp helaka maruz kalmış varlık” demektir (Çelebi, 2010: 39, 101-103).” Şeytan, İslam’da Allah’a kafa tutması ve cennetten kovulup kıyamete kadar insanı kandırmaya yemin etmesi ile kötülüğün ve çeldiriciliğin temsilcisidir. Metinde bu çeldiriciliğin konu olduğu bir hâlle anlatılır. “İblis-i laʿin” adıyla geçmektedir: “…Ḥāʾid birḳaç gün ol maḥalde ʿibādet idü bir gün ḳarşudan bir şeyḫ ṣūret ẓāhir oldı. Yaḳın gelüp Ḥāyid selām virdi ve ayıtdı: Merḥabā ḫoş geldin seferiῆ mübārek ola, Nil’iῆ ʿāleminden saῆa (B 57a).” “ne vāṣıl oldı iʿlām eyleseῆ işitsek, didi. Ḥāyid daḫı gördigini taḳrīr eyledi. Şeyḫ başın ṣalup ayıtdı: Yā Ḥāyid biz daḫı kitāblarda böyle gördük ve böyle oḳuduḳ deyüp Ḥāyid ile üns ṭutup meṣāḥabete başladı. ʿUmrān’ıῆ ʿibādetgāhında bütün elmalardan tenāvül eylesene didi. Ḥāyid ayıtdı: Yā Şeyḫ baῆa cennetden rızḳ virilmişdir ve ıṣmarlanmışdır ki dünyā taʿāmından üzerine nesne yemem. Şeyḫ gerçek dirsin, didi. Hem öyledir lākin elma aġacı cennet yemişlerindendir. Ḥaḳ teʿālānıῆ emriyle cennetden çıḳup bunda (B 57b).” “gelmişdir. ʿUmrān içün tā ki ʿUmrān’a ġıdā olup ʿibādete ḳavī ola. ʿUmrān aḫirete intiḳāl idüp bunı sizüῆ içün ḳoyup gitdi. Ve şöyle ki sen gitdikden ṣoῆra bu elma aġacı daḫı refʿ olup girü cennete gider deyüp Ḥāʾid’i inandırdı. Ḥāyid elma aġacına yaḳin gelüp bir elma ḳopardı. Ve ıṣırdıġı gibi ḳoynundan üzüm ṣalḳımı çıḳup gitdi. Şeyḫ ṣūret-i ḳahḳaha ile gülüp gözden ġāʾib oldı (B 58a).” 2.2.7. Ayetler Eserin en önemli iki kaynağını ayet ve hadisler oluşturmaktadır. Risâle-i Nil’de kısmi yahut tam şekilde çeşitli ayetler iktibas edilmiştir. Müellif anlattığı hikâyelere delil olarak ayet ve hadisleri kullanmıştır. Eserde ayetlerin Arapça hâlleri verilmiş ve bazı ayetlerin müellif tarafından meali yapılmıştır. 93 Müellif, Nil’in coşup taşması ve tüm ırmakların sultanı olması ile ilgili bilgi verirken Şuara suresi 57-58. ayetlerinden iktibas yapar: “…Ṣular çekilüp yerlerine rücūʿ ider ve ḳāle Allāhu teʿālā ʿ azze ve celle fe aḫracnāhum min cennātin veʿuyūnin ve kunūzin ve meḳāmin kerimin (B 15b).” Meali şu şekildedir: “Biz de Firavun'un kavmini bahçelerden, pınar başlarından, servetlerden ve iyi bir konumdan çıkardık.” Mısır’ın faziletlerinden bahsederken Kuran-ı Kerim’de Mısır lafzının geçmesinden bahseder ve Firavun’un hikâye edildiği bir ayeti iktibas eder. Ayet Zuhrûf suresi 51.ayettir: “…Ḥaḳ subhānehü ve teʿālā Ḳur'ān-ı ʿaẓīmde ve saʾir kütüb-i münzilesinde Mıṣır’ı ẕikr itmişdir. Firʿavn ḥikāyet idüp dimişdir ki: eleyse lî mulku misra ve hâżihi-l-enhâru tecrî min tahtî (B 34b).” Meali şu şekildedir: “Ve Firavun, kavminin arasında bağırıp dedi ki: Ey kavmim, Mısır saltanatı ve ayağımın altından akıp duran şu ırmaklar, benim değil mi…” Müellif yine Mısır’ın faziletlerini sayarken bir hurma ağacından bahseder ve onun Mısır’da bulunduğunu aktarır: “…ve feżā'ilinden biri daḫi budur ki ol şecere-i ḫurmā ki Ḥaḳ subhānehü ve teʿālā Ḳurān-ı ʿ aẓīm’de ẕikretmişdir. Ve huzzî ileyki bi-ciz'in nahleti Mıṣır’dadır (B 35a).” Meali şu şekildedir: “Hurma dalını da kendine doğru silkele..” Hâyid’in Hızır Aleyhisselam’la görüşüp köşkte oturan topluluğu gördüğü esnada zikredilen bir ayet de şudur: “Ḳavlühü teʿālā velâ taḥsebenne-lleżīne ḳutilū fī sebīlillāhi emvāten bel aḥyāun ʿinde rabbihim yurzeḳūne feriḥīne bimā ātāhumu allāhu min fażlihi ḳavlehü teʿālā İnnallāhe-şterā mine’l-muʾminīne enfusehum veemvālehum bi-enne lehumu’l-cennete yuḳātilūne fī sebīlillāhi feyaktulûne veyuktelûne vaʿden ʿaleyhi haḳḳān fī’t-tevrāti vel-incīli vel- 94 furḳāni vemen evfā biʿahdihi minallāhi festebşirū bibeyʿikumu-lleẕi bâ- yaʿtüm bihī veẕālike huve’l-fevzu’l-ʿazīmu (B 50a-b).” Meali şu şekildedir: “Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah bunu Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da kesin olarak vadetmiştir. Kimdir sözünü Allah'tan daha iyi yerine getiren? O halde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.” 2.2.8. Hadisler Eserde aktarılan bilgilere delalet olması açısından kullanılan bir diğer kaynak da hadisi şeriflerdir. Müellif, Nil’in uzunluğu ve kaynağı ile ilgili bilgi verip anlatırken Feridetü’l Garâib adlı kitaptan alıntı yapar ve bu kitapta geçen hadisi iktibas eder: “Nīl’den uzun ırmaḳ yoḳdur ve Ḥażret-i Resūlu’llah ṣalla’llāhu teʿālā ʿaleyhi ve sellem buyurmuşdur: “inne’n-Nīle yaḫrucü mine’l-cenneti velev temestüm fīhi ḥıyne yaḫrücu levcedtüm min veraḳḳiha.” Müellif açıklamasını da yanında verir: “Yaʿnīl taḥḳīḳ-i Nīl cennetden çıḳar ve eger çıḳdıġı vaḳitde isteyüp arasanız içinde cennet yapraḳlarından bulurdunuz (B 9b).” Hâyid’in Hızır Aleyhisselam ile hasbihal ettiği Hazreti Hızır’a ismini nereden bildiğini sorduğunda Hızır Aleyhisselam bir hadis aktararak cevap verir: “Ol pīr ayıtdı: Yā Ḥāyid seni bu maḳāma vāṣıl iden bildirdi, bilmez misin ki mücennedetün fi’l-melekūti femāa teʿārefe minhāʾ telefe vema tenākera minhā aḫtelefe Yaʿnī ervāḥ-ı enbiyā ʿaleyhimü’s-selām bundan aḳdem ʿālem-i melekūtda cemʿ olmuşlar idi. Anlar ki anda biribiriyle ülfet ṭutup āşinā olmuşlardı. Bu ʿālem-i cismāniyyeye geldikde girü biribiriyle buluşup ülfet idüp āşinā olmuşlardı ve anlar ki ol ʿālemde biribirini görmeyüp āşinā olmamışlardır (B 47b-48a).” 95 Nil’in uzunluğu ile ilgili bilgi veren müellif bir hadise daha başvurur. Lakin bu hadis sahih kaynaklarda bulunamamış yalnızca İbn Kesir’in Duhan suresi 26. ayetin tefsirinde geçmektedir. 2.2.9. İbadet ile İlgili Mefhumlar 2.2.9.1. Abdest, Gusül: Abdest, Arapçada “güzellik ve temizlik” manasına gelen vudû’ kelimesiyle ifade edilir (Şener, 1988: 1, 68-70). “İslâmiyet’ten önce gerek Yahudilik ve Hıristiyanlık gerekse eski Mısır, Mezopotamya, Yunan, Roma ve Uzakdoğu dinlerinde, genellikle ayine bağlı ve sembolik yönleri ağır basan abdest benzeri bazı temizlik çeşitleri görülmektedir (Şener, 1988: 1, 68-70).” Namazın farzlarından olduğu gibi buna ek olarak Kuran’a dokunmak, Kâbe’yi tavaf etmek ve tilavet secdesi yapmak gibi ibadetlerde de abdest şarttır. Gusül abdesti de İslam dininin gerekli gördüğü yerlerde farz kılınan bir ibadettir. Abdestten farkı ise tüm vücudun yıkanarak boy abdesti alınmasıdır. “Gusül “mutlak su” denilen nehir, pınar, kuyu, deniz ve yağmur suları ile yapılır (Şener, 1996: 14, 213-214 ).” Eserde abdest ve gusül mefhumuna Hâyid’in hikâyesi anlatılırken değinilir. Hâyid, yolculuğunu tamamlayıp cennetü’l firdevsin eşiğine gelince Hızır Aleyhisselam daha fazla gidemeyeceğini anlatır ve oradaki dört bölük sudan gusül almasını söyler: “…şol dört ṣu görürsin çıkup cennetden gelür. Biri Nīl’dir bal ırmaġından aḳup gelür. İkincisi Fırād’dır. Ve üçüncüsü Seyḥūn’dur ki süd ırmaġından aḳup gelür. Ve dördüncüsü Ceyḥūn’dur ki ṣu ırmaġından aḳup gelür. Yā Hāʾid bu ṣulardan ic ve ġusl eyle. Saῆa cennetten nasībiῆ gelecekdir (B 54a-b).” 2.2.9.2. Namaz, Şükür Secdesi İslam dinine göre belli kurallara tabi olarak günde beş vakit yapılması Müslümanlar üzerine farz kılınmış olan ve İslam’ın beş şartından birini teşkil eden ibadet, namazdır. “Namaz dinin direği her amelin başıdır (Pala, 1989: 380).” 96 Hâyid şükretmek gayesiyle çoğu zaman secdeye kapanır veya namaz kılar. Hâyid, Nil’in başlangıcına vasıl olduğu zaman gusül abdesti alır ve namaz kılar, Allah’a şükreder: “…Hāʾid ol vaḳt ol dört bölük ṣuya girüp ġusl eyledi ve namāz kılup Ḥaḳ subḥānaehü ve teʿālāya çoḳ şükürler idüp ḥamd u s̠ enā eyledi (B 55a).” Umran Nil’in kaynağını bulmak için yola çıkar. Bir yere kadar varıp bir yerden sonrasına ilerlemesi için kendisine izin verilmediğinde şükür secdesi yaptığını anlatır: “…Ben daḫı secde-i şükr idüp ve Ḥażret-i Bārī’ye ḥamd u s̠ enā idüp bu maḥalde ḳaldım. Tā emr-i Ḥaḳ irince muntaẓırım, didi (B 40a).” 2.2.9.3. Dua, Beddua ve Tövbe Dua, bir mesele için Allah katında makbul bir büyükten hayır temennisi almak, demektir. İnsanlar ihtiyaçları, istekleri veya korkuları ile ilgili duaya başvurur. Allah’tan talep edip ona teslim olurlar. Eserde dua etme mefhumu sıkça karşımıza çıkmaktadır. Hâyid, Nil’in kaynağına kavuşmayı ister ve bunun nasip olması için Allah’a bol dua eder, eserde bu şu şekilde işlenir: “…bu niyyet ile Ḥaḳ subḥānehü ve teʿālā dergāhına niyāz idüp duʿā eyledi ve Nīl’iῆ başına vüsūlünü ve kendüye ʿömr-i ṭavīl ʿināyet olunmaḳ ricā eyledi. Bārī teʿālā celle ve ʿalā dergāhında duʿāsı ḳabūl oldı (B 36a)” Hâyid yolculuğu boyunca Allah’a hamd ve senasını sıkça dile getirir. Umran’ın vefat ettiğini görünce de onu defnedip birkaç gün dua ve istiğfarla meşgul olur: “…ʿUmrān’ıῆ maḳāmına vāṣıl oldı. Gördi kim henǖz vefāt itmiş. Teʾessüf çeküp defn itdi ve ḳabri üzerine oturup duʿā ve istiġfāra meşġūl oldı (B 56b).” İkinci bölümde Hazreti Nuh’un evlatlarının anlatıldığı kısımda da Nuh Aleyhisselam’ın evlatlarına ettiği dua ve beddualarına rastlanır: “Ḥażreti Nūḥ’uῆ yanına geldi. Ḥażreti Nūḥ ʿaleyhi’s-selām ṣaġ elini Sām’ıῆ üzerine ve ṣol elini Arfaḥşad’ıῆ üzerine ḳoyup ḫayr duʿā eyledi ve 97 ayıtdı: Yā Rabbi Sām’a bereket vir mübārek eyle ve Arfaḥşad’ıῆ evlādına mülk ve salṭanat rūzī ḳıl didi andan Nūḥ ʿaleyhi’s-selām oġlı Ḥām’ı çaġırdı. icābet itmedi ne kendi ve ne evlādı Nūḥ ʿaleyhi’s-selām aῆa bedduʿā itdi. Yā Rab Ḥām’ı daḫı evlādıῆı ḫor ḥaḳīr eyle didi (B 19a).” Hazreti Resulullah da kendisine gönderilen Benha balı üzerine dua eder: “Ḥażret-i Resūlu’llah ṣalla’llāhu teʿālā ʿaleyhi ve sellem buyurdı ki: Allāhümme bārik fi-Benhā ve ʿaseline berekāt vir. Ḥālā ol ḳarye Ḥażret-i Resūl’uῆ duʿāsı berekātında maʿmūr olup balı sāʾir ḳaranıῆ balından eṭyeb ve mübārekdir (B 24b).” Eserde dua ve beddua hususunda dikkat çeken özellik hepsinin kabul ve geri çevrilmemiş oluşudur. 2.3. Halifeler ve Emirler 2.3.1. Hârûnürreşît Hârûnürreşît, 786-809 tarihleri arasında Abbasi Halifesi olup Abbasiler hanedanından en çok tanınan kişidir. “Abbasî hanedanının İslâm dünyası dışında en fazla tanınan siması Hârûnürreşît’tir. Onun zamanında Çin’den ve Avrupa’dan Bağdat’a elçiler gelmiş ve rivayete göre halife, Kudüs’te Hristiyan hacılara iyi davranılması konusunda istekte bulunan Charlemagne’a (Büyük Karl) çeşitli hediyeler göndermiştir. Bunlar arasında bulunan bir saat o zamanın Avrupa’sında büyük ilgi uyandırmıştır (Bozkurt, 1997: 16, 258261).” Hârûnürreşît, devrinde ilim ve kültüre çok önem vermiştir. İbnü’n-Nedîm, Ebû Sehl Fazl b. Nevbaht’ın hayatını anlatırken onun Hârûnürreşît döneminde Hizânetü’l- hikme’de görevli olduğunu ve Allân el-Verrâk eş-Şuûbî’nin de Beytülhikme’de Hârûnürreşîd, Me’mûn ve Bermekîler için kitap istinsah ettiğini, İbn Ebû Usaybia ise İbn Mâseveyh’in Hârûnürreşîd tarafından Ankara, Ammûriye ve Anadolu’nun diğer yerlerinde ele geçirilen kitapları tercüme etmekle görevlendirildiğini söyler (Bozkurt, 98 1997: 16, 258-261). Bu gibi çeşitli faaliyetler Hârûnürreşît’in ilim sahasına verdiği kıymete delalet eder. Tarihî kaynaklara göre Hârûnürreşît devrinde nüfusu 1 milyonu aşan Bağdat, Dicle Nehri’nin iki yakasına kurulmuş pek çok saray ve köşklerle dünyanın en güzel şehirlerinden biri haline gelir. Bahçeler içerisindeki bu saraylara genel olarak Kuran’daki cennet tasvirlerinde geçen isimler verilmiştir. Bütün dünyada tanınan “binbir gece masalları”nın bir bölümü Bağdat’ta ve Hârûnürreşît’in çevresinde yaşanan olayları konu edinmektedir. Onun zamanında birçok kale ve şehir imar edilmiş, birçoğu da yeniden kurulmuş, önemli hastaneler oluşturulmuştur (Bozkurt, 1997: 16, 258-261). Eserde Hârûnürreşît’in isminin zikredildiği tek bir yer vardır. Mısır’ın güzelliklerini anlatan müellif Hârûnürreşît’in, Asbuti yerini görünce orayı çok beğendiğini aktarır: “…rivāyet olunur ki Ḫalīfe-i Hārūn er-Reşīd’e dünyāyı taṣvīr idüp virdiklerinde arż-ı Mıṣır’da kürre-i Asbūṭ’ı begenüp pesend itmişdi (B 27a).” 2.3.2. Meʾmûn Meʾmûn, 809'da babaları Hârûnürreşît'ten sonra Abbasî Halifesi ilan edilen kardeşi Emin'e karşı bir iç savaş yapar. Daha sonra 813'de kardeşinin halifelik tahtından indirilerek idam edilmesinden sonra 7. Abbasî Halifesi olur. Meʾmûn’un halifelik yaptığı dönemde önemli olaylar meydana gelmiştir. Bunlardan biri mutezile itikadı mezhep tartışmalarıdır ve bir diğeri Bizans İmparatorluğu ile büyük çatışmalar içeren savaşın 25 yıl süren bir sükûnet döneminden sonra tekrar başlamasıdır (Bozkurt, 2004: 29, 101-104). “Müneccim Ebû Maʿşer, ‘El-Meʾmûn adaletle hükmederdi, doğuştan gelen bir fıkıh hâkimiyeti vardı ve en büyük ulema arasında sayılmayı hak ediyordu.’ demiştir (Suyuti, 2014/1856: 315).” 99 “198 senesinde kardeşinin öldürülmesinden sonra el-Me’mûn halife oldu. Bu sırada Horasan’daydı ve Ebû Cafer lakabını aldı. Sûli'nin söylediğine göre, "Ebû Cafer, el-Mansur' un lakabı olduğu için Abbasîler bu lakabı severdi. Çünkü er-Reşid ve el Mansur gibi bu lakabı alanların, yüceliklerinin ve ömürlerinin uzun oluşunu unutmamışlardır (Suyuti, 2014/1856: 315).” Me’mûn devri, İslam tarihinde felsefe ve kelam düşüncesinin gelişmesinde bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Meʾmûn, hilafet makamına entelektüel bir anlam katmış, felsefe ve kelam münazaralarında bilginler topluluğuna başkanlık etmiş, aynı zamanda bu toplantılara kendisi de bizzat tartışmacı olarak katılmıştır. Me’mûn’un Bağdat’a geldikten sonra yaptığı ilk iş düzenleyeceği ilim meclisleri için bir danışman grubu seçmek olmuştur. Fakihler, kelamcılar ve diğer sahalara mensup âlimlerden oluşan bir grubun seçilmesini sağlamıştır. Bu grubun ilmî tartışma yapmak üzere huzuruna getirilmesini emretmiştir. Bu emir üzerine yüz kişi seçilerek bir ilim meclisi oluşturulmuştur (Bozkurt, 2004: 29, 101104). Eserde Halife Meʾmûn’un ismi tek bir yerde zikredilmektedir. Ehram Dağları’nı yıkmak isteyen İslam hükümdarlarından bahseden müellif bunlardan birinin de Halife Meʾmûn olduğunu söyler: “Meʾmūn Ḫalīfe hedmine mübāşeret idüp altı ay miḳdārı ciddi cehd idüp bir ṭāḳa açdılar. İçerisünde bir nesne bulunmadı ve muṭalsam olduġı ecilden ẓāhir olmadı. Rücuʿ itdiklerinde bir mermer şād-er-revān içinde biraz altun buldılar alup vezn itdiler. Ḥesāb itdiler ol müddetden ṣarf olınan aḳce ile ber-ā-ber gelmedi (B 28a).” 2.3.3. Amr bin Âs Kureyş'in Beni Sehm kabilesindendi. Müslüman olmadan önce İslam orduları ile birkaç kez savaşmıştır. 629'da İslam dinine girmesiyle beraber İslam Devleti hiyerarşisinde yükselen bu asker, İslam peygamberi Hazreti Muhammed'in çağdaşıdır. İslam’ı seçtikten sonra İslam ordusunun en önemli komutanlarından biri olmuştur (Önkal, 1991: 3, 79-81). 100 Amr, özellikle 640'ta Mısır'ın fethinde yaptığı önderlikle meşhur olan Arap ordu komutanıdır. Mısır'a başkentlik yapacak olan bugünkü Kahire’yi kurmuş ve Afrika kıtasında ilk cami olan Amr b. El-Âs Cami'sini bu şehrin merkezinde inşa ettirmiştir. Arapların meşhur dört dâhisinden biri kabul edilen Amr b. Âs dinî kaynaklarda zeki, son derece cesur, iyi bir hatip ve şair, kabiliyetli bir idareci olarak geçmektedir. Onun bu yönlerini takdir eden Hazreti Ömer Amr b. Âs için, “Amr dünyada kaldıkça hep idareci olmalıdır” demiştir. Ayrıca Hazreti Peygamber’den ve Hazreti Aişe’den kırk küsür hadis rivayet etmiştir (Önkal, 1991: 3, 79-81). Müellif, Nil’in artması için bir bakire kızın suya atılması geleneğinden bahsettiği bölümde o zamanın valisi Amr b. Âs’a değinir. Amr b. Âs halkın bu batıl davranışını görünce dönemin halifesi Hazreti Ömer’e bildirir ve Hazreti Ömer de bir kâğıda yazı yazıp bunun Nil’e atılması gerektiğini iletir: “ʿAmr bin’el-ʿĀs bu ḫuṣūṣı yazup Ḥażret-i ʿÖmer raḍiya'l-lāhü ʿanha ḥażretlerine iʿlām eyledi. Ḥażret-i ʿÖmer raḍiya'llāhü teʿālā ʿanh bir varaḳa yazup irsāl eyledi ve emr eyledi ki Nīl’e biraġalar ol varaḳanın mażmūnı bu idi ki: Yā Nīl-i mübārek eger sen Ḥaḳ subhānehü ve teʿālānıῆ emr-i şerīfiyle aḳup gelürseῆ girü emr-i Ḥaḳ ile aḳup gelesün. Ve eger sen kendüῆden artup gelürseῆ lāzım degildür gelme saῆa iḥtiyācımız yoḳdur. Çün varaḳaʾı Nīl’e bıraḳdılar. Ol gice on sekiz arşun ṣu gelüp arż- ı Mıṣır’ı tamām rey oldı (B 32a-b).” 101 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM METİN 1. Tenkitli Metnin Hazırlanmasında İzlenen Yöntem 1. Kütüphane ve katalog taramaları sonucunda Risâle-i Nil’in 2 nüshası tespit edilmiştir. Bu nüshalar; istinsah tarihi, ferağ kaydı, metnin eksiksiz olup olmaması ölçütleri bakımından değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme sonucunda müellif nüshası kabul edilen Staatsbibliothek Zu Berlin Kütüphanesi Osmanlı Toplu El Yazması başlığında, İslam El Yazmaları kategorisinde 360 numarada kayıtlı nüsha çeviri yazılı metne esas alınmıştır. Nüshanın müstensihi belli olmamakla birlikte kütüphane kayıtlarında 1800 yılına ait olduğuna dair bir kayıt tarihi vardır. Aynı kaynaktan istinsah edildiği tahmin edilen Zeytinoğlu nüshasında ise herhangi bir kayıt tarihine rastlanmaktadır. Her iki nüshada da eksik sayfalar bulunmaktadır. Metnin oluşturulmasında ikisinin de kullanılmasının sebebi nüshaların birbirini tamamlar nitelikte olmasıdır. Nüshalar arasındaki tek fark bölümlerin farklı sayfalarda işlenmiş olmasıdır. 2.sayfanın sonuna kadar birbirine müteakip ilerleyen nüshalarda Zeytinoğlu nüshası 2.sayfadan sonra değişir ve Berlin nüshasının 36.sayfasının sonu 37.sayfanın başından itibaren paralellik gösterir. Zeytinoğlu nüshasının 16.sayfasının sonunda konu Berlin nüshasının 3. sayfasının başından itibaren aynı düzende devam eder ve Berlin nüshasının 35.sayfası Zeytinoğlu nüshasının son sayfasına tekabül eder. Aynı sonla bitirilir. 2. Berlin 360 nüshası, müellif nüshasına en yakın nüsha olması sebebiyle metne esas alınmıştır. Nüshanın daha net oluşu, yazıların okunaklı oluşu ve daha temiz bir sayfa düzenine sahip oluşu, müstensihe ait açıklamaları içeren bazı derkenarlar metnin eksiksiz biçimde çeviri yazıya aktarılmasına katkı sağlamıştır. 3. Zeytinoğlu 2174 nüshası da aynı sayfa sayısına sahiptir. Fakat metnin yazımında kelimeler arası yakınlık ve daha soluk bir mürekkep kullanılması okunaklığı azaltmıştır. 5. Nüshalar, kayıtlı oldukları ülkenin baş harfi kullanılarak kısaltılmıştır. Berlin 306 nüshası B. ve Zeytinoğlu 2174 nüshası Z. şeklinde kısaltılmıştır. 102 6. Berlin 306 nüshasının müellif nüshasına en net nüsha ve daha okunabilir olması sebebiyle metin bu nüsha ile kurulmuş, diğer nüshada olan eksiklikler ve fazlalıklar dipnotta (-) ve (+) işaretleri ile gösterilmiştir. 7. Nüsha farklılıkları gösterilirken metindeki kelime, kelime grupları ve cümleler dipnota yazılmış bunlardan sonra iki nokta konulmuş farklılık varsa karşılık olan kelime yazılıp yanına diğer nüshayı belirten harf eklenmiştir. Örn: idindi: eyledi T. 8. Nüshalarda bulunan kelime ve kelime grubu düzeyindeki eksiklikler, eksiklik bulunan diğer nüsha harfinin önüne (-) işareti konularak gösterilmiştir. Örn: sebeb: - T. 9. Nüshalarda bulunan fazla kelimeler, dipnotta hangi kelimeden sonra geliyorsa o kelime yazıldıktan sonra (+) işareti ile gösterilmiştir. 10. Metinde derkenar olarak yazılan açıklamalar müstensihin işaret ettiği şekilde metnin içerisine alınmıştır. 11. Metnin çeviri yazı işaretleri Times Turkish Transcription yazı fontuyla gösterilmiştir. 12. Metinde, anlam karışıklığını gidermek ve mensur eser olması sebebiyle metni daha tertipli hale getirmek amacıyla nokta, iki nokta, tırnak işareti, soru işareti ve kesme işareti gibi noktalama işaretleri kullanılmıştır. 13. Özel adlar, günümüz imlasına uygun şekilde ilk harfleri büyük yazılmış ve bu adlara getirilen ekler kesme işareti ile ayrılmıştır. 14. Ayet ve hadislerin bulundukları kaynaklar dipnotta parantez içerisinde surenin adı, sure numarası ve ayet numarası ile birlikte verilmiştir. Metinde Türkçe karşılığı verilmemiş ayet ve hadislerin Türkçe karşılığı dipnotlarda ek olarak verilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığının çevrim içi mealinden ayetlerin Türkçe karşılığı için yararlanılmıştır. Hadis kaynakları için Sünni Merkezler ( https://dorar.net )’den yararlanılmıştır. 103 15. Berlin nüshası kayıtlarından anlaşıldığı üzere metin XVIII. yüzyılda istinsah edildiği için metinde aynı eklerin hem yuvarlak hem de düz şekilleri kullanılmıştır. Bu kullanımlar müstensihin tercih ettiği gibi yazılarak farklılıklar dipnotta belirtilmiştir. 26. Metinde bulunan Arapça ve Farsça ifade ve cümlelerin Türkçe karşılığı dipnotta verilmiştir. Müellifin Türkçe karşılığını verdiği Arapça ve Farsça ifadeler için açıklama yapılmamıştır. 27. Metinde sıkça tekrarlanan “ʿaleyhi’s-selām, radiyallāhu ‘anh, ṣalla’llāhu ʿ aleyhi ve sellem” ifadelerinin Türkçe karşılıkları sadece metinde ilk geçtikleri yerlerde verilmiştir. 28. Metinde okunamayan kelimeler “[...]” işareti ile gösterilmiştir. 29. Arapça, Farsça ön ve son eklerle, birleşik isim ve sıfatların yazımında Prof. Dr. İsmail Ünver’in makalesi esas alınmıştır. (Ünver, 2008: C.3, ss. 1-46) 30. Çeviri yazılı metinde nüshanın sayfa numaralarına yer verilmiştir. Sayfa numaraları kalın şekilde, köşeli parantez içerisinde nüshayı belirten kısaltma ile birlikte [B 1a] [B 1b] şeklinde verilmiştir. 104 2. Çeviri Yazı İşaretleri ḍ, ż ض a, ā ا (آ) ا )أ( a, e, ı, i, u, ü ط ṭ ظ b,p ب ẓ ʿ ع p پ ġ غ t ت ف s̠ ث f ج c ق ḳ ڄ ç ك k, g, (ῆ) ح ḥ ڭ ῆ خ ḫ ل l m م d د n ن ẕ ذ ر r و v, o, ö, u, ü, ū, ˇ ز z ه h, a, e ژ j ل la, lā س s ى y, ı, i, ī ش ş ء ʾ ṣ ص 105 3. Çeviri Yazılı Tenkitli Metin Hāẕā Kitābu’s-Selsebīl ʿalā Evṣāfı‘n-Nīl Bi’smi’llāhi’r-raḥmāni’r-raḥīm [B1a] El-ḥamdü li’l-lāhi Rabbü'l-‛ālemīn (1) ve’ṣ-ṣalātü ve’s-selāmü ʿalā seyyidinā Muḥammedün ve ālihi ve ṣaḥbihi ecmaʿīn7 sebeb-i (2) taḥrīr-i8 īn risāle9 ve mūcib-i tasṭīr-i10 īn maḳāle11 (3) oldur ki Ḥażret-i mahẕūmunā ve üstāẕına12 ʿalāmetü’ (4) zzamān13 tāc-ı ruʾūs-ı ehl-i ʿirfān14 Mevlānā15 Zeyne’l-ʿAbidīn (5) Efendi el-Bekri’ eṣ-Ṣıddīḳ 16 sıbṭ-ı ālü’l 17 -Ḥasan 18 meteʿallāhü’l (6) -vücūdi bi-ṭūli ḥayātihi ve mine’llāhi teʿālā ve ʿaleynā bi-şerefi (7) beḳāʾehü19 ve beḳā-i şerefe āli yevmi’d-dīn bir vaḳt (8) [B1b] firūz u20 bīrūz-ı behcet efrūzdaʾ ḥāfıẓ-ı maḥmiyye-i (1) Mıṣır ṣāneha’llāhu ʿani’l‘aṣra saff-ı reʾy-i vezīr-i rūşen-żamīr-i müşīr-i21 müşterī22-tedbīr (2) devletlü ve saʿādetlü ve ʿadāletlü ve fuḳarāya (3) merḥametlü Ḥasan Paşa [Aḥmed Pāşā] yessera’llāhu23 teʿālā (4) lehü mine’l-ḥayrāt mā-yürīdü ma-yeşāfiye24 ḥażretleriniῆ (5) meclis-i şerīf ve maḥfil-i münīflerinde şeref-i (6) ṣoḥbetleriyle25 müşerref iken es̠nā- 7 ecmaʿīn: ecmaʿīne + ammā baʿdü Z. 8 taḥrīr: taḥrīre Z. 9 risāle: risāle-i Z. 10 tasṭīr-i: tasṭīre Z. 11 maḳale: sebeb Z. 12 üstāẕına: üstādımız Z. 13 alāmetü’z-zemān: ʿallāme-i zemān Z. 14 ehl-i ʿirfān: + olan Z. 15 Mevlānā: + Muḥammed Efendi İbn-i Merḥūm şeyḫ Z. 16 ṣıddık: ṣıddık’ul Z. 17 ālü’l: - Z. 18 Ḥasan: + muniʿül-vücūd Z. 19 beḳāʾühü: beḳāʾihi Z. 20 firūz: + verür Z. 21 müşīr: müşīrü Z. 22 müşterī: müşterī-i Z. 23 yessera’llāhu: + murādehü Z. 24 yeşāfiya: yeşaʾ Z. 25 ṣoḥbetleriyle: ṣoḥbetleri ile Z. 106 yı26 kelāmda Nīl-i (7) Mıṣır’ıῆ aḥvāli müẕākere olunup mebdeʾ ve müntehāsı (8) ve sebeb-i izdiyād u noḳṣānı suʾāl olunup ve nevʾ-i27 (9) benī insānda Nīl’iῆ başına varmış28 ve menbaʿ-i maḥrecine (10) vāṣıl olmuş29 kimesne var mı ola deyü istiʿlām (11) buyurulduḳda sabıḳu’ẕ-ẕikr30 Mevlānā mūmā ileyh (12) [B2a] ḥażretleri31 bi-ṭarīḳ-i icmāl taʿrifde tevṣīf (1) ider baʿdehu bu faḳīre32 emr itdi ki Nil’iῆ (2) kütüb-i ʿArab’da mesṭūr ve meẕkūr olan aḥvāl33 ve evṣāfını (3) çıkar Türkī lisāna tercüme idem pes emirleri (4) mūcibince Nīl-i Mıṣır’ıῆ kütüb-i mütedāvilede ẕikr olunan (5) aḥvāl34 ve evṣāfını istiḫrāc idüp Türkī’ye terceme (6) olundı üc bāb üzerine tertīb ḳılındı35 (7) vallāhu aʿlem biṣ’ṣevāb el-bābu’l-evvel36 Nīl’iῆ (8) mebde ve müntehāsı ve baʿżı ʿacāyib ve ġarāʾibini beyān (9) ider. 37 Mevlānā Şeyḫ Celāleddīn Suyūṭī (10) raḍıya’llāhuʿanhüm38 Kevākib’ür-Ravża nām kitābında ẕikr39 (11) eydür ki Nīl-i Mıṣır’ıῆ mecrāsı40 Cebel-i Ḳāf’da41 ḳar ṭaġından (12) çıkup aḳar gelür deryāları ve baḫr-i aḥḍarı42 (13) [B2b] şaḳḳ idüp yeryüzine çıḳar43 ve altun ve gümüş (1) ve yāḳūt ve zümrüd ve maʿdenlerine uġrar tā gelüp (2) Zīḫ vilayetiniῆ baḥrine 44 dökilür ve baʿżılar (3) 26 es̠nā-yı: es̠nā-i Z. 27 nevʾ-i: nevʾ-i beşerden Z. 28 varmış: varup Z. 29 vāṣıl olmuş: + ve neticesine irmiş Z. 30 ṣabıḳu’ẕ’ẕikr: sālifü’ẕ-ẕikr Z. 31 ḥażretleri: ḥażretleriniῆ Z. 32 faḳīre: ḥaḳīre Z. 33 aḥvāl: aḥvāliῆi Z. 34 aḥvāl: aḥvāli Z. 35 ḳılındı: eyledim Z. 36 el-bābu’l- evvel: bāb-u evvel Z. 37 beyān ider: beyānındadır + imdi İmām-ı Ebu’l-Leys̠ ibn-i Saʿdan raḍıallāhu ʿanhdan rivāyet olunur ki 38 Mevlānā Şeyḫ Celāleddīn Suyūṭī raḍıallāhu: Kitabü’s-sebil fi-Evsāfü’n-Nīl Mevlānā Şeyḫ Celāleddīn Suyūṭī raḍıallāhu anh Z. 39 ẕikr: naḳl Z. 40 mecrāsı: mecrāsıῆı Z. 41 Ḳāf’da: Ḳāf’dan Z. 42 gelür deryāları ve baḫr-ı aḥḍarı: - Z. 43 şaḳ idüp yeryüzine çıḳar: - Z. 44 baḥrine: Sözcük müellif tarafında bahirisine şeklinde yazılmıştır, bahrine şeklinde tahlil edildi. 107 dimişler ki Nīl gelüp insān ayaġı vāṣıl oldıġı45 (4) Cebel-i Ḳumr’dan çıkup ẓāhir olur ve Cebel-i Ḳumr haṭṭ-i (5) İstevā’nın ardındadır.46 Gice ve gündüz anda ber-ā-berdir (6) ziyāde ve noḳṣān olmaz ve cebel-i mezbūr musaṭṭaldır. (7) Maşrıḳden maġribe çekilmişdir ve Cebel-i Ḳumr tesmiyesine (8) bāʿis budur ki ġāyet de beyāż olup nażar (9) olunduḳda ay żiyāsı gibi47 gözi ḳamaşdurır (10) ve baʿżıları żamm-i ḳāf ile ve sükūn-ı mīm ile ḳumr (11) ıṭlāk iderler. Sebeb48 budur ki ḳumri didikleri (12) ṭayr-ı maʿrūf49 andan gelür.50 Ol maḥalle mensūb (13) [B3a] olmaġın51 Cebel-i Ḳumrî dinildi. Ve kitāb-ı Mirʾatü’z- (1) Zamān’da52 ẕikr ider ki Nīl53 ʿaslı Cebel-i Ḳumr’dan (2) çıkup cemʿ olup54 andan55 on ırmaḳ56 olup (3) her biri bir ṭarafa aḳar anlardan biri Nīl-i Mıṣır’dır. (4) Cenūbdan çıḳup şimāle segirdir sāʾir ırmaḳlarınıῆ57 (5) ḫilāfıdır ve şimāle aḳan ṣu laṭīf olur ve Nīl-i (6) Mıṣır’ıῆ ziyādeliginde58 iḫtilāf olundı.59 Bir (7) cemāʿat lā yaʿlemü ẕalike Allāhü subḥānehü ve teʿālā60 deyu61 (8) sükūt itdiler ve baʿżıları Nīl’üῆ62 ziyāde olmasını63 (9)ʿuyūn ve enhārdandır didiler. Ve bir cemāʿat aῆa ẕāhib (10) oldılar64 ziyāde olması budur ki 45 oldıġı: + yerlerde Z. 46 ardındadır: + anda Z. 47 gibi: + görinür Z. 48 sebeb: sebebi Z. 49 ṭayr-ı maʿrūf: ḳuş-ı maʿrūf Z. 50 gelür: gelüp Z. 51 olmaġın: olmaġla Z. 52 zamānda: zamān + ṣaḥibi Z. 53 Nīl: Nīl’iῆ Z. 54 olup: olur Z. 55 andan: anda Z. 56 on ırmaḳ: ırmaġı Z. 57 ırmaḳlarınıῆ: ırmaḳlarıῆ Z. 58 ziyādeliginde: ziyādeligi + ḫuṣūṣunda Z. 59 olundı: itmişlerdir Z. 60 lā yaʿlemü ẕalike allāhu subḥānehü ve teʿālā: “Bunu Allah’tan başka kimse bilemez.” 61 deyu: deyüp Z. 62 Nīl’üῆ: Nil Z. 63 olmasını: olması Z. 64 oldılar: + ki Z. 108 Ḥabeş iḳlīminde (11) ve vilād-ı maġribde65 yaġmurlar çoḳ yaġmaġın66 seyller67 (12) ve furtuna olup68 Nīl’e ḳarışup ṭaşra69aḳar. (13) [B3b] ve Mıṣır70 diyārına71 vāṣıl oldıġına sebeb (1) mesāfe-i baʿīdedir72 Anıῆçün73 bulanıḳ gelür ve 74 (2) geldigine bāʾis̱ 75 budur ki ʿuyūn-i Cebel-i Kamer’in (3) altındadır.76 Seyl77 ziyāde oldıġı zamān ʿuyūndan (4) bulanıḳ çıḳar. Pes maʿlūm oldu ki ziyādeligi (5) seyl ve yaġmurdandır.78 Ḥaḳ79 subḥānehü ve teʿālā80 fiʿilīdir. (6) ve Āsār’ul-ʿUlviyye nām ḳitābda Arāsṭāṭālis-i hakīm (7) ẕikr ider ki ḳadīmü'z-zamānda Nīl ṭaşdıḳda (8) gelür81 arż-ı Mıṣır’ı ṭavāf ḳılurdı.82 Ḫalḳ (9) yüksek yerlere çıḳup ve cebel-i muḳaṣṣam’da ve maġaralarda (10) sākin olurlardı ve anda müttesiʿ83 maġaralar (11) var idi. Bir ucı ḳulzüma çıḳar idi. Bu84 şehir (12) ḫalḳı sıġar idi ve Şecīʿl Hüdāya85 nām kitābıῆda86 (13) [B4a] müʾellifi Aḥmed bin Yūsuf et-Tiḳāşī87 ẕikr ider ki: (1) Şīs̱ nebī ʿ aleyhi’s-selām88 Mıṣır’a gelüp (2) İdrīs ʿaleyhi’s-selāmı istiḫlāf eyledi. (3) İdrīs ʿaleyhi’s-selām ṭaġda 65 vilād-ı maġribde: vilād-ı Nübe’de Z. 66 yaġmaġın: yaġup Z. 67 seyller: seller Z. 68 olup: üzere + olup Z. 69 ṭaşra: ṭaşar Z. 70 Mıṣır: Mıṣır’a + yaz gününde Z. 71 diyārına: - Z. 72 mesāfe-i baʿīdedir: baʿīd mesāfedir Z. 73 anıῆçün: anıῆ içün Z. 74 ve: + baʿżıları dimişlerdir ki bulanıḳ T. 75 bāʾis̱ : sebeb Z. 76 altındadır: altından gelür Z. 77 seyl: Nīl Z. 78 seyl ve yaġmurdandur: yaġmur ve seylden degildir Z. 79 Ḥaḳ: hemān + Ḥaḳ Z. 80 teʿālā: + Ḥażretiῆ Z. 81 gelür: gelüp Z. 82 ṭavāf ḳılurdı : ṭavāf ider Z. 83 müttesiʿ: büyük Z. 84 bu: bir Z. 85 Şeciʿül-Hüdāya: Şeciʿü’l-Hezīl Z. (Şeciʿül-Hüdāya’nın Zeytinoğlu nüshasındaki karşılığına kaynaklarda rastlanılmamıştır.) 86 kitābıῆda: kitābda Z. 87 Aḥmed bin Yūsuf et-Tiḳāşi: Mevlāna ibni Yūsuf et-Tiḳāşi Z. 88 “Allah’ın selâmı üzerine olsun” anlamına gelmektedir. 109 sākin olup (4) Nīl’in aḥvālini görüp89 Mıṣır’ıῆ emrine ve tedbīrine (5) şurūʿ itdi. Gördi kim Nīl defʿa-i vāḥidde90 (6) gelüp iḳlīmi baṣar iḥāṭa ider.91 Yüksek yerlere ve ṭaġıῆ başına92 çıkup sākin olurlar (7) Nīl çekildikde ḫalḳ inüp ṣudan ḥālī (8) bulduḳları yerde zirāʿat iderlerdi ve Nīl (9) gāhī93 vaḳt-i muʿayyenesi yoḳ idi.94 Çün İdrīs95 (10) nebī96ʿaleyhi’s-selām bunı gördi ve vāfir-i ḫalḳ (11) cemʿ eyledi ve Nīl ziyāde olup aḳmaġa (12) [B4b] başladıġı97 maḥallerde98 varup ʿilm-i hendese (1) ile aradı99 ve ṣuyunı 100 vezn idüp terāzūya (2) aldı ve101 yüksek yerleri alçaḳ idüp (3) ve alçaḳ yerleri yüksek itdi.102 Andan Nübe (4) vilāyetine varup ve Ḥabeş iḳlīmine geçüp ol (5) iḳlīmiῆ103 ḫalḳını104 cemʿ idüp cereyān-ı Nīl’iῆ meṣāfesinde (6) baʿżı maḥalleri ziyāde ve baʿżı maḥalleri105 eksik (7) idüp Nīl’iῆ yollarda106 tīz ve geç gelişine göre (8) hesābın alup Nīl’iῆ Mıṣır’a vāṣıl olmasını107 (9) ne vaḳt lāzım olup zirāʿat eyyāmına rāst (10) gelmesini taḥrīr idüp yolları ıṣlāḥ eyledi.108 (11) El-ān Nīl’iῆ cereyānı109 ol ıṣlāḥıῆ üzerinedir (12) ve ibtidā Nīl emrinde tedbīr iden oldur. (13) Derkenar: Ḥadīs-i şerīf Resūl-i ekrem ṣalla’llāhu ʿaleyhi ve sellem. 89 ṭaġda sākin olup Nīl’in aḥvālini görüp: - Z. 90 vāḥidde: + Nīl Z. 91 iḳlīmi baṣar iḥāṭa ider: iḳlīmi iḥāṭa ider + ḫalḳ cümlesi Z. 92 ṭaġıῆ başına: ṭaġ başlarına Z. 93 gāhi: + zirāʿatde ve gāhi ġayri vaḳitde artardı Z. 94 yoḳ idi: yoġdı Z. 95 İdrīs: + peyġamber Z. 96 nebī: - Z. 97 başladıġı: başladıḳda + ol Z. 98 maḥallerde: maḥaller Z. 99 aradı: arżı Z. 100 ṣuyını: ṣuyı Z. 101 ve: - Z. 102 itdi: idüp Z. 103 iḳlīmin: iḳlīmleriῆ Z. 104 ḫalḳını: ḫalḳı Z. 105 maḥaller: yerleri Z. 106 yollarda: yolları Z. 107 olmasını: olmasına Z. 108 eyledi: iderdi Z. 109 cereyānı: + Mıṣır’a gelmesi Z. 110 [B5a] ve Ferīdetü’l-Ġarā’ib 110 nām ḳitābıῆ 111 ṣāḥibi 112 İbnü’l-Verdī (1) eydür. Nīl’den uzun ırmaḳ yoḳdur ve Ḥażret-i (2) Resūlu’llah ṣalla’llāhu teʿālā ʿaleyhi ve sellem113 (3) buyurmuşdur: “İnne’n-Nīle yaḫrucü mine’l-cenneti velev (4) temestüm fīhi ḥīne yaḫrucü levecedtüm min veraḳḳihā”114 Yaʿnī115 (5) taḥḳīḳ-i116 Nīl cennetden çıḳar 117 ve 118 eger çıḳdıġı (6) vaḳitde isteyüp arasanız içinde cennet (7) yapraḳlarından119 bulurdunuz. Ẕikr olunur ki120 Nīl (8) ve Seyḥūn121 ve Ceyḥūn ve Fırād ve122 arż-ı zehebde123 yeşīl (9) zeberced ḳubbeden çıḳar. Bir yüksek ṭaġ (10) ḳullesinden aḳar ve Nīl124 baldan ṭatlu125 ve misk-i ezferden özge126 rāyiḥalıdır. Lākin ṣulara (11) ḳarışup levni ve ṭaʿamı ve rāyiḥası taġyīr olur (12) [B5b] ve tertīb ile artar. Sebebi budur ki: Ḥaḳ subḥānehü (1) ve teʿālā şimāl yelini gönderir esüp gelür. Acı (2) deῆizi 127 ḳaldırup yarup 128 sedd ider. Nīl 129 öte (3) gitmeyüp130 irkilür ṭaşar. İḳlīmi baṣup (4) rey olur. Ḳaçan ḥaddi tamām ola.131 Ḥaḳ 110 Feride’tül-Ġarāib: Müstensihin Feriden’ül- Ġaraib yazımı düzeltilerek kitabın doğru ismi yazılmıştır. Zeytinoğlu nüshasında ise kitabın ilk ismi Harīdetü’l-ʿAcāib yazılmıştır. 111 ḳitābıῆ: kitābda Z. 112 ṣāḥibi – Z. 113 Allah'ın selamı ve rahmeti Hz. Muhammed'in üzerine olsun, demektir. 114 İnne’n-Nīl’e yaḫrucü mine’l-cenneti velev temestüm fīhi ḥīne yaḫrucü levecedtüm min veraḳḳihā: + deyu buyurdu Z. (Anlamı, Nil’in kaynağı cennetten çıkar ve eğer çıktığı vakit ararsanız cennet yapraklarından bulursunuz.) 115 yaʿnī: - Z. 116 taḥḳīḳ-i: tahḳīḳa Z. 117 çıḳar: çıḳa Z. 118 ve: - Z. 119 yapraḳlarından: yapraġı Z. 120 ki: - Z. 121 Seyḥūn: Şeyḥūn Z. 122 ve: - Z. 123 arż-ı zihinde: ẕehebde Z. 124 Nīl:+ bal ırmaġından gelür Z. 125 ṭatlu: + ve Z. 126 özge: güzel Z. 127 deῆizi: Müstensih dal harfini zel şeklinde yapmıştır, diğer nüshayla da karşılaştırarak kelime düzeltilerek deῆiz yazılmıştır. 128yarup: - Z. 129 Nīl: - Z. 130 gitmeyüp: gidermez Z. 131 ola: olur Z. 111 subḥānehü ve 132 (5) teʿālā’nıῆ emriyle rīḥ-i cenūb esüp Nīl’i acı deῆize aḳıdur. Andan133 yer açılup ḫalḳ zirāʿat (6) iderler ve üstād İbrahīm İbn Vaṣīf Şāh (7) Kitāb-ı Aḫbār-i Mıṣır’da ẕikr ider ki ol zamān ki (8) Yezd-şīr pādişāh oldı. Siḥr kehāne134 ʿilmini ol (9) taṣnīf itmiş idi.135 Hermes nām kāhini Cebel-i Kamer’e (10) gönderirdi. Varup anda136 heykel ve temās̱ il yapdı137 (11) ve Nīl’iῆ baṭḥāsını taʿdīl ve ıṣlāḥ itdi.138 (12) [B6a] Zīrā andan evvel Nīl ṭaşup feyeżān olurdı (1) ve gâhī baʿżı mevāżiʿde münḳatıʿ olurdı. (2) Hermes ḥikmet ile baḳar.139 Ṣūretinde140 seksan141 (3) beş ṣūret peydā idüp vāżʿ eyledi (4) ve Cebel-i Ḳamer’iῆ altından Nīl çıḳup ol ṣūretlerin (5) aġzından142 ḳıyās-ı maʿlūme ile aḳup enhāra (6) dökülür143 idi. Ve ol baḳardan düzülmüş (7) eşkālden144 meḳādīr idüp arż-ı Mıṣır’ıῆ145 ḳaç (8) arşun ṣudan rey olacaġını ḥesāba alup (9) on sekiz zirāʿa ḳısmet eyledi ve her zirāʿ (10) on iki barmaḳ146 üzre ʿakd itdi. Bu miḳdār (11) ṣu geldikde arż-ı Mıṣır’ı rey olup ehl-i Mıṣır147 (12) müntefiʿ olacaḳ148 miḳdārı149 ṣuyu beri cānibe (13) 132 subḥānehü ve: - Z. 133 andan: + ṣoῆra Z. 134 siḥr kehāne: siḥr ve kehāne Z. 135 itmiş idi: itmişdir Z. 136 anda: + Nīl’iῆ żabtına Z. 137 yapdı: + peydā idüp Z. 138 itdi: eyledi Z. 139 baḳar: baḳardan Z. 140 sūretinde: - Z. 141 seksān: Elif, a harfi görevinde de kullanılmıştır. 142 aġzından: aġızlarından Z. 143 dökilür: + idi Z. 144 eşkālden: eşkālde Z. 145 Mıṣır’ıῆ: Mıṣır’a Z. 146 barmak: + üzere Z. 147 Mıṣır: Mıṣır’ı Z. 148 olacaḳ: ola + hattā bir Z. 149 mikdarı: mikdar Z. 112 [B6b] aḳıdup ziyādesini ḥaṭṭ’ul-İstivā150 (1) ardında olan bevādi151 ve rimāl ve arż-ı ḫarāba (2) aḳıdup ṣarf iderdi. Vilāyetleri baṣup (3) ġarḳ iderdi. Cebel-i Ḳamer budur:152 (4) [B7a] Rivāyet olunur ki selāṭīn-i māżīyyeden (1) baʿżısı Nīl’iῆ aḥvāline vuḳūf olmaḳ153 (2) içün ādem irsāl idüp nice zamāndan ṣoῆra (3) bir ulu ṭaġa vāṣıl oldılar 150 Ḥaṭṭ’ul-İstivā: Ḥaṭṭ’ul-İstivānıῆ Z. 151 bevādi: vādi Z. 152 budur: - Z. 153 vuḳūf olmak : vāḳıf olup + bilmek Z. 113 yuḳarusına 154 (4) bir 155 ādem çıḳardılar. Ol daḫı 156 gidüp nām u 157 (5) nişānı belürmedi. Aḫir rücuʿ itdiler158 (6) ve daḫı rivāyet olunur159 ki ol ṭaġıῆ160 ismine161 (7) mıḳnāṭīṣ insān dirler. Bir cins162 ṭaşları163 (8) var idi ki164 ġāyet165 beyāż gümüş gibi yaldırır idi. (9) Ol ṭaşlarıῆ ḫāṣiyyeti166 bu idi kim167 ḳaçan insān168 (10) gözi ol ṭaşlara ṭaḳunsa169 insānı170 (11) çeküp kendüye götürür idi.171 Mıḳnāṭīṣ (12) demiri cezb itdigi172 ol ṭaşlara ādem (13) Derkenar: maṭlab-ı rivāyet [B7b] yapışup173 ḳalur helāk olur idi. Ebedī (1) ḫalāṣ olmaz174 vallāhü aʿlem bi’s- sevāb ve ileyhi’l- (2) merciʿü’l-māb175 bāb-ı s̱ ānī Nīl-i176 Mıṣır’ın baʿżı (3) ʿacāʾib ve ġarāʾibini beyān ider. İbni Behīʿa177 (4) rivāyet ider. ʿAbdullāh el-Meḳaverī’den178 evvel (5) daḫı ʿAbdullāh İbni ʿÖmer’den raḍiya’llāhü teʿālā179 (6) ʿanhüm180 rivāyet ider ki: Nīl-i Mıṣır seyyid’ül- (7) enhārdır: “Sahharallāhū lehū Teʿālā külle nehrin beyne'l-meşrīki (8) ve'l-maġrībi ve zellelehū lehū, fe izā erādallāhū en yecrī Nile (9) 154 yuḳarusına: ol ṭaġıῆ ḳullesine Z. 155 bir: - Z. 156 ol daḫı: ṭarafa + indi kendi gelmedi biriῆ daḫı gönderdiler ol daḫı gelmedi nā-bedīd olup Z. 157 gidüp nām u : - Z. 158 itdiler: idüp + gitdiler Z. 159 olunur: iderler Z. 160 ṭaġın: + ardında Z. 161 ismine: - Z. 162 cins: - Z. 163 ṭaşları: ṭaş Z. 164 var idi ki: var imiş Z. 165 ġayet: ġayet de Z. 166 ḫāṣiyyeti: ḫāṣṣası Z. 167 bu idi kim: budur ki Z. 168 insān: insānıῆ Z. 169 ṭaḳunsa: dūş olsa Z. 170 insānı: ādemi Z. 171 götürür idi: - Z. 172 cezb itdigi: + gibi Z. 173 yapışup: yapışur Z. 174 helāk olur idi ebedī ḫalaṣ olmaz: ḫalaṣ olmaz helāk olur Z. 175 ileyhi’l-merci’ül-māb: - Z. 176 Nīl-i : - Z. 177 İbn-i Behiʿa: İbn-i Ehīʿa Z. 178 ʿAbdullāh el-Meḳaverī’den: el-Meġavirī’den Z. 179 Allah ondan râzı olsun, anlamına gelmektedir. 180 ʿanhüm: ʿanh Z. 114 Mıṣıra, emerā külle nehrin en yümeddehū, fetemeddehü'l-enhāra (10) bi-māʾihā ve ferecallāhü lehū mine'l-ʿarzi ʿuyūnen (11) fe izentehe ceyruhū ilā mā erādallāhū, evhallāhū teālā (12) ilā külli māin en yerceʿa ilā mensarihī.” 181 Yaʿnī Nīl-i Mıṣır (13) Derkenar: maṭlâb-ı bâb-ı s̱ānī [B8a] ırmaḳlarıῆ sulṭānıdır.182 Maşrıḳ ve183 maġrib (1) arasında olan ırmaḳları184 Ḥaḳ subḥānehü ve185 teʿālā (2) aῆa musaḥḥar ḳılmışdur. Ḳaçan kim Ḥak subḥānehü ve186 teʿālā’nıῆ (3) emr ile187 Nīl ziyāde olup cereyān eylese sāʾir (4) ırmaḳlara emr olunur. Nīl’e yardım idüp (5) imdād iderler. Ḳaçan kim Ḥaḳ subḥānehü ve teʿālānıῆ (6) irādeti üzre188 cereyān tamām ola189 sāʾir ırmaḳlara vahiy olunur. Ṣular çekilüp190 yerlerine (7) rücūʿ ider191 ve ḳāle Allāhu teʿālā ʿazze ve celle192 “Fe aḫracnāhum min cennātin veʿuyūnin ve kunūzin 193 ve meḳāmin kerīmin” 194 (8) Rivāyet olunur ki ḳadīm’üleyyāmda Nīl’iῆ (10) iki cānibinde İsvān şehrinden aşaġı 195 reşīde (11) gelince bāġ ve bostān ve bāġceler idi.196 Kimiler (12) Derkenar: maṭlab-ı rivāyet 181 Hadis herhangi bir sahih kaynakta geçmemekte, hadise yalnızca İbni Kesir’in Duhan suresi 26.ayeti tefsirinde rastlanmaktadır. Oradan örnek alınarak düzeltilmiştir. Anlamı şudur: Nil ırmakların sultanıdır. Doğu ve batı arasında olan ırmakları Allah, ona tâbi kılmıştır. Ne zaman ki AllahIn emri ile Nil artarsa diğer ırmaklara da emir olunur. Nil’e yardım edip yetişirler. Allah’ın emri ile Nil’in akışı tamam olunca diğer ırmmaklara da vahedilir. Sular öekilip yerlerine geri dönerler. 182 sulṭānıdır: + ve Z. 183 ırmaḳları: ırmaḳlarıῆ + cümlesini Z. 184 subḥānehü ve: - Z. 185 subḥānehü ve: - Z. 186 ve: ile Z. 187 emr ile: emriyle Z. 188 cereyān eylese sāʾir ırmaḳlara emr olunur Nīl’e yardım idüp imdād iderler ḳaçan kim Ḥaḳ subḥānehü ve teʿālā’nıῆ irādeti üzre: - Z. 189 ola: olsa Z. 190 çekilüp: çekilür Z. 191 ider: iderler Z. 192 ʿazze ve celle: - Z. 193 kunūzin: Ayetteki bu sözcük müstensih tarafından “zürūʿin” şeklinde yazılmıştır. Ayete göre tertip edilerek çeviri yapılmıştır. 194 Şuara, 57-58: (Daha sonra onları (Firavun ve topluluğunu) bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve değerli bir konumdan mahrum ettik.) 195 aşaġı: aşaġa Z. 196 bāġceler idi: + hattā 115 [B8b] ẓıll-i eşcārda197 yürür idi.198 Güneş sereṭān (1) burcuna dāḫil oldukda sāʾir enhārıῆ ṣuları (2) eksilür Nīl ziyāde olur ve ziyādeligi (3) şühūr-i Kıptī’den Büneh199 ve Mıṣrī’den200 ve ebīb (4) ve tūt bu dört aydan201 vākiʿ olur202 ve miḳyāsda (5) ṣu on altı arşun irtifāʿ bulduḳda (6) arāzi-i Mıṣır203 rey olur ve inṣırāf-ı204 Nīl’den (7) ṣoῆra ḳāʿ miḳyāsda ṣu üc arşūn (8) miḳdārı ḳalsa ol sene Nīl az gelür (9) didiler. Ve ravżda205 miḳyāsı206 esāmī207 (10) İbni Zeyd et-Tennūhī Süleymān İbn ʿAbdü’l-melik içün (11) yapmışdur ve ol maḥalle ḳarīb bir miḳyāsı208 (12) daḫı209 vardır. Aḥmed ibn210 Ṭolun yapmışdur. (13) [B9a] Ṣavnıῆ211 ve furtunada ve kes̱ ret-i emvācda anıῆla (1) ʿamel iderler idi212 ve Hulvān nām ḳaryede (2) bir miḳyās var idi213 ki ʿAbdü’l-ʿazīz İbn214 (3) Mervān yapmışdır. Bunlardan evvel üc (4) mikyās daḫı 215 var idi: Biri Menūfe’de 216 (5) Ḥażreti Yūsuf Ṣıddīḳ217 ṣalavātu’llāhi ve selāmühū (6) ʿaleyh yapmış idi218 ve219 biri220 daḫı Itsa nām (7) ḳaryededir ve biri daḫı221 Ehīm’dedir222 ki (8) Delveketü’l 197 ẓill-i eşcārda: aġacların (Müstensih Zeytinoğlu nüshasında gayın harfinin noktasını yazmamıştır, değiştirilerek tahlil edilmiştir. ) + gölgelerinde Z. 198 yürür idi: yürürler idi + ve Z. 199 Büneh: Büʾneh Z. 200 Mıṣrī’den: Mıṣrī Z. 201 aydan: ayda Z. 202 olur: olurdı Z. 203 arāżi-i Mıṣır: arż-ı Mıṣır’ı Z. 204 inṣırāf: Berlin nüshasında insalef şeklinde yazılmış, sözcük tanzim edilerek metne aktarılmıştır. 205 ravżda: ravżaʾi Z. 206 miḳyāsı: miḳyās Z. 207 esāmi: esamʾi Z. 208 miḳyāsı: miḳyās Z. 209 daḫı: - Z. 210 ibn: bin Z. 211 ṣunuῆ: Sözlüklerde böyle bir kelimeye rastlanılmamıştır, imla hatası yapılmış olduğu düşünülür. 212 iderler idi: iderler Z. 213 var idi: vardır Z. 214 ibn: bin Z. 215 daḫı: - Z. 216 Menūfe’de: Menuf’da Z. 217 Ṣıddīḳ: - Z. 218 yapmış idi: yapmışdı Z. 219 ve: - Z. 220 biri: bir Z. 221 daḫı: - Z. 222 Ehīm’dedir: Aḫmīm’de Z. 116 ʿacūz223 nām ḫatun yapmışdur ki (9) Firʿavn ġark olduḳdan ṣoῆra Mıṣır’da (10) otuz yıl sulṭān olmuşdur. Ve Aṣkıḫ’da224 (11) bir ṭaḳa vardır ki225 yılda bir kerre güneş ol (12) ṭaḳaya girer.226 Cizler227 ḳazılmışdır.228 Güneş (13) [B9b] ṭokunduġı cizlerden 229 Nīl’iῆ avlusına ḳaç (1) arşun ve 230 ḳaç parmaḳ gelecegin231 maʿlūm idinürler232 (2) va’llāhu aʿlem bi’s-sevāb233 bāb’üs̱ -s̠ālis̠234 üç faṣl (3) üzerinedir. Faṣl-ı evvel Mıṣır’a Mıṣır tesmiyye (4) olundıġınıῆ sebebin235 beyān ider. Bāʿis (5) oldur ki Ḥażreti Nūḥ ʿaleyhi’s-selāmıῆ (6) dört oġlu var idi: Biriniῆ adı Sām (7) ve biriniῆ adı236 Hām ve biriniῆ adı Yāfes (8) ve biriniῆ adı237 Bahṭūn idi. Bir gün Nūḥ (9) ʿaleyhi’s-selām oġlı Sām’a ḫiṭāb idüp (10) çaġırdı Sām cevāb virüp icābet (11) itdi Sām daḫı evlādına çaġırdı. (12) Evlādından Arfaḥşad238 cevāb virüp icābet (13) [B10a] itdi. Ḥażreti Nūḥ’uῆ yanına geldi.239 Ḥażreti (1) Nūḥ ʿaleyhi’s-selām ṣaġ elini Sām’ıῆ (2) üzerine ve ṣol elini Arfaḥşad’ıῆ üzerine (3) ḳoyup ḫayr duʿā eyledi ve ayıtdı: Yā Rabbi Sām’a (4) bereket vir mübārek eyle ve Arfaḥşad’ıῆ evlādına (5) mülk ve salṭanat rūzī ḳıl didi andan (6) Nūḥ ʿaleyhi’s-selām oġlı Ḥām’ı çaġırdı. (7) icābet itmedi ne kendi ve ne evlādı (8) Nūḥ ʿaleyhi’s-selām aῆa bedduʿā itdi.240 Yā Rab (9) 223 Delveketü’l ʿacūz: Delveke’l-acūz Z. (Hem Türkçe hem Arapça kamuslarda delveke şeklinde bir sözcüğe rastlanılmamıştır.) 224 Aṣkıḫ’da : - Z. 225 ki: - Z. 226 girer: girür Z. 227 cizler: Z. 228 ḳazılmışdır: ḳılmışlardır Z. 229 cizlerden: çizilerden Z. 230 avlusına kaç arşın ve: - Z. 231 gelecegin: gelecegini Z. 232 idinürler: itdinürler Z. 233 bi’s-sevāb : - Z. 234 bāb’üs̱ -s̠ālis̠ : bāb-ı s̠ālis̠ Z. 235 sebebin: sebebini Z. 236 adı: - Z. 237 adı: - Z. 238 Arfaḥşad: Müstensih ra harfini sözcüğün sonunda fazladan yazmıştır, sözcük düzeltilerek yazılmıştır. Tevrat’ta bu isim Arpakşat olarak geçmektedir. 239 geldi: geldiler Z. 240 itdi: idüp + ayıtdı Z. 117 Ḥām’ı241 daḫı evlādıῆı242 ḫor243 ḥaḳīr eyle244 didi. (10) Anıῆçün245 cümle Sūdan ve Ḥabeşleriῆ246 aṣlı247 Ḥām (11) neslindendir. Ol maḥalde Ḥām’ıῆ oġıllarından (12) Mıṣır ibn Naṣīr çıḳagelüp248 Ḥażret-i Nūḥ’uῆ (13) Derkenar: maṭlab-ı bāb-i s̱ālis̱ [B10b] yanına varup elin öpüp didi ki:249 Yā ceddim (1) ben seniῆ ḫiẕmetindeyim.250 Eger251 babam icābet (2) itmedise ben252 itdim. Benim içün duʿā eyle didi. (3) Ḥażreti Nūḥ ʿ aleyhi’s-selām el ḳaldırup (4) ayıtdı:253 “Allahümme bārik fīhi ve fizürriyetihī ve (5) üskunuhū efḍale’l arż’il-mübāreketi'l-letī hiye ümmü'l (6)-bilādi ve ġavsü'l- ʿibādi'l-letī nehrühā efḍalü'l-enhāri (7) ve ceʿāle fīhā efḍalü'l-berakāti.254” Yaʿnī Yā Rabbi (8) sen Mıṣır ḳuluna bereket vir ve daḫı evlādına255 (9) ve ẕürriyetine berekāt rūzī ḳıl ve anlara (10) efżāl arżı mesken eyle. Şol arżına ümmü’l- (11) bilād ve ġavs̠ ü’l-ibāddır256 ırmaġı257 ırmaḳlarıῆ (12) efḍalidir258 ve ol arża efḍal berekāt259 dirler.260 (13) 241 Ḥām’ı: Ram’ıῆ (İmla hatası olduğu düşünülmektedir.) 242 daḫı evlādıῆı: ve evlādıῆı Z. 243 ḫor: + ve Z. 244 ḥaḳīr eyle: + ve anları Sām’ıῆ evlādına bende ve ḫürmetkār eyle Z. 245 anıῆçün: anıῆ içün Z. 246 Ḥabeşleriῆ: Ḥabeşler oldılar + anlarıῆ nesli Z. 247 aslı: - Z 248 Ḥām’ıῆ oġıllarından Mıṣır ibn Naṣīr çıḳagelüp: Ḥām’ıῆ bir oġlı daḫı vardı anıῆ adına Mıṣır ibn-i Banṣır dirlerdi Z. 249 yanına varup elin öpüp didi ki: yanına gelüp ayıtdı Z. 250 ḫiẕmetindeyim: ḫidmetiῆ üzereyim + deyüp elin öpüp Z. 251 eger: - Z. 252 ben: + saῆa icabet Z. 253 ayıtdı: duʿā eyledi Z. 254 Anlamı: Ya Rabbi, sen Msıır kuluna bereket ver ve evladına ve zürriyetin bereket nasip et. Ve onlara arzı mesken eyle, burası yerlerin anası ve yücesidir. Irmağı ırmakların faziletlisidir. O arza faziletli bereket yeri derler. 255 evlādına: evlātlarına Z. 256 ġavs̠ ü’l-ibāddır : + ve Z. 257 ırmaġı: + cümle Z. 258 efḍalidir: efḍali ve ḫayırlusıdır Z. 259 berekāt: + vir Z. 260 dirler: - Z. 118 [B11a] Andan Nūḥ ʿaleyhi’s-selām oġlı Yāfes’e nidā idüp261 (1) çaġırdı.262 İcābet itmedi ne kendi ve ne evlādı. 263 (2) Nūḥ ʿaleyhi’s-selām 264 bedduʿā idüp 265 Ḥaḳ subḥānehü (3) ve teʿālā 266 seni ve evlādlarıῆı 267 şerler 268 ḫalḳ eylesün (4) didi ve269 andan oġlı Bahṭūn’a nidā itdi. İcābet (5) idüp270 yanına geldi. Āῆa ḫayr duʿā eyledi.271 (6) Sām Nūḥ ʿaleyhi’s-selāmıῆ272 duʿāsı berekātiyle (7) devletle çok rūzgār ʿömr sürdi (8) ve oġlı Arfaḥşad273 daḫı muʿammer olup274 (9) çoḳ yıl275 salṭanat ve nübüvvet evlādına degdi. (10) Ḥām’ıῆ dört oġlı var idi biriniῆ adı276 (11) Kenʿān idi ki Sūdan277 Ḥabeşleriῆ aṣlıdır (12) ve biriniῆ adı Ḳūẓdır278 ki Yezīdilerin aṣlıdır. (13) [B11b] ve dördüncinüῆ279 adı Binṣār’dır ki280 anıῆ daḫı (1) dört oġlı olup281 biriniῆ adı Mıṣır282 (2) ve biriniῆ adı Ḥārıḳ ve biriniῆ adı Nāc’dır (3) ve biriniῆ adı Ac idi.283 Ve Mıṣır’ıῆ daḫı (4) dört oġlı var idi: Biriniῆ adı Ḳıfṭ284 ve biriniῆ adı Aşmen285 ve biriniῆ adı Es̠ reb (5) ve biriniῆ adı Żiyā idi.286 Ṭūfāndan ṣoῆra (6) arż-ı Mıṣır’a evvel nüzūl 261 nidā idüp: - Z. 262 çaġırdı: + ol daḫı Z. 263 ne evlādı:+ ḥażreti Z. 264 Nūḥ ʿaleyhi’s-selām: + aῆa daḫı Z. 265 idüp: + didi Z. 266 Ḥaḳ subḥāna ve teʿālā: Ḥaḳ teʿālā Z. 267 evlādlarıῆı: evlādıῆı Z. 268 şerler: şerār Z. 269 ve: - Z. 270 idüp: itdi Z. 271 duʿā eyledi: duʿā itdi Z. 272 Nūḥ ʿaleyhi’s-selāmıῆ: Nūḥ’uῆ + ḫayr Z. 273 Arfaḥşad: Müstensih ra harfini sözcüğün sonunda fazladan yazmıştır, sözcük düzeltilerek yazılmıştır. 274 olup: oldı Z. 275 çoḳ yıl: - Z. 276 biriniῆ adı: - Z. 277 Sūdan: + ve Z. 278 Ḳūẓ’dır: Ḳūt idi Z. (Tevrata göre Kut, Kūş olarak da geçmektedir. Kūẓ kullanımına rastlanılmamıştır.) 279 dördüncinüῆ: dördüncüsi Z. 280 ki: - Z. 281 olup: vardır ki Z. 282 Mıṣır: Mıṣır’dır Z. 283 Ac idi: Ac’dır Z. 284 Ḳafṭ: Ḳafṭ idi + ve biriniῆ adı Itrib ve biriniῆ adı Zaʾ Z. 285 Aşmen: + idi Z. 286 ve biriniῆ adı Es̠ reb ve biriniῆ adı Żiyā idi: - Z. 119 iden287 Banṣar idi. Gelüp (7) Menūf’da menzil ṭutdı pīr ü żaʿīf olmuş (8) idi.288 Oġlı Mıṣır’ı Mıṣır’a göndermişdi. (9) Kendüye mesken289 ve iḳṭāʿ virdi. Ol sebebden (10) Mıṣır’a Mıṣır290 tesmiye olundı ve Mıṣır’ın evlādına (11) mā-beyne’l-baḫreyn İsvān’a varınca ṭūlan ve ʿarżen (12) [B12a] ve berkden eyleye291 aḳṭāba292 virdi. Ḳıfṭī’ye (1) mevżuʿ Ḳıfṭ’i virdi. İsvān’a varınca (2) ve aşaġı293 Aşmūn’a gelince ol sebebden Ḳıfṭ (3) tesmiyye olundı ve Aşmūn’a Aşmūn’ı iḳṭā (4) virdi. Aşaġı294 Menūf’a gelince ol sebebden (5) Aşmūn ıṭlāḳ olundı295 ve Es̠ rib’e Menūf’a296 (6) Mabeyni Sāy’a297 varınca māyeʾi298 daḫı ṣaʾiden 299 (7) baḥre varınca iḳṭāʿ taʿyīn itdi. 300 Her vilāyet 301 (8) ṣāḥibi ismiyle tesmiye olundı.302 Bu vech (9) üzre arż-ı Mıṣır’ı dört cüzʾ üzre (10) baḫş itdi. Faṣlü’s̠ -s̠ānī303 Mıṣır’ıῆ meḥāsini304 (11) beyānındadır. Mıṣır’ıῆ meḥāsininden biri budur (12) ki ṣuyı ṣularıῆ eyüsi ve laḥmı ve ḥubūbı eṭyeb (13) Derkenar: faṣl-ı s̠ānī [B12b] leḥūm305 ve306 aḥsen ḥubūbdur ve bu üc eşya ile (1) Mıṣır Şām üzerine tafṣīl307 olunmuşdur. Ve balı (2) sāʾir ballardan ʿıṭrā ve aḥlādır. Mülk-i 308 Makveş 309 (3) 287 ide: iden Z. 288 olmuş idi: olmuşdı ki Z. 289 mesken: yurd Z. 290 Mıṣır: + deyu Z. 291 berkden eyleye: + varınca Z. 292 aḳṭāba: iḳṭāʿ Z. 293 aşaġı: aşaġısı Z. 294 aşaġı: aşaġa Z. 295 olundı: oldı Z. 296 Menūf’a: Menūf Z. 297 Mabeyn-i Sāy’a: Mabeyn-i Żāʾa Z. 298 mayeʾi: żāʾi Z. 299 ṣaʾiden: żāʾiden Z. 300 itdi: eyledi + żāde sakin Z. 301 vilāyet: vilāyetiῆ Z. 302 olundı: ḳılındı Z. 303 faṣlü’s̠ -s̠ ānī: faṣl-ı s̠ ānī T. 304 meḥāsini: mecrāsı T. 305 leḥūm: + aḥsen Z. 306 ve: + ḥububı Z. 307 tafṣīl: tafḍil Z. 308 mülk-i : + Mıṣır-ı Z. 309 makveş: Büyük olasılıkla yer ismi olan bu bölgeye kaynaklarda rastlanmamıştır. 120 Ḥażret-i Resūlu’llah310 ṣalla’llāhu teʿālā ʿaleyhi ve sellem311 (4) ḥażretlerine312 bal hediye göndermişdir.313 Ḥażret-i314 (5) Resūl Ḥażreti buyurdı ki315 ‘’Neredendir?’’316 ayıtdılar: 317 (6) Yā Resūlallāh Mıṣır’da bir ḳarye vardır. (7) Benhā dimekle 318 maʿruf 319 ol ḳaryeniῆ balındandır. 320 (8) Ḥażret-i Resūlu’llah ṣalla’llāhu teʿālā 321 ʿaleyhi ve sellem (9) buyurdı ki: Allāhümme bārik fi-Benhā ve ʿaseline322 berekāt (10) vir.323 Ḥālā ol ḳarye Ḥażret-i Resūl’uῆ324 duʿāsı (11) berekātında325 maʿmūr olup balı sāʾir ḳaranıῆ326 (12) balından eṭyeb ve mübārekdir.327 Mıṣır’ın mehāsinden328 biri (13) [B13a] daḫı budur ki arż-ı Mıṣır her sene dört (1) faṣl ile zīb ü329 zīnet bulur. Ol üc ay (2) beyāż gümüşe beῆzer ki Nīl ṭaşup artar ve üc (3) ay mişke330 müşābih olur ki Nīl çekülüp (4) zirāʿat331 olup yeriῆ levni ve rāyihası misk (5) rāyihasına müşābih olur.332 Üc ay zümrüde (6) beῆzer ki nebātāt yetişüp çiçekler açılup (7) bisāṭ-ı zümrüdi333 döşenür ve üc ay (8) daḫı zirāʿat yetüşüp ḥaṣād 334 zamānı olup (9) iken ṣararup 310 Ḥażret-i Resūlu’llah: Ḥażret-i Resūl Z. 311 ṣalla’llāhu teʿālā ʿaleyhi ve sellem: ṣalla’llāhu ʿaleyhi ve selleme Z. 312 ḥażretlerine: - Z. 313 göndermişdir: göndermiş idi Z. 314 Ḥażret-i: Ḥażret-i ṣalla’llāhu ʿaleyhi ve sellem Z. 315 Resūl ḥażreti buyurdı ki: - Z. 316 Nerdendir: bu bal + neredendir + deyu + suʾāl + buyurduḳda Z. 317 ayıtdılar: - Z. 318 dimekle: dirler Z. 319 maʿruf: - Z. 320 balındandır: balıdır + didiler Z. 321 teʿālā: - Z. 322 ʿaseline: ʿaseliha + yaʿnī + yā rabbi sen Benhā’ya ve ʿaseline Z. 323 berekāt vir: + deyu duʿā itdi Z. 324 Ḥażret-i Resūl’uῆ: Ḥażretiῆ Z. 325 berekātında: berekātıyla Z. 326 ḳarānıῆ: karyeniῆ Z. 327 mübārekdir: + ve Z. 328 mehāsinden: mehāsininden Z. 329 zīb ü: - Z. 330 mişke: miske Z. 331 zirāʿat: + evānı Z. 332 olur: + ve Z. 333 zümrüdi: zümrüdden Z. 334 ḥaṣād: ḥaṣāda Z. 121 manẓarda altun335 şekline māʾil336 (10) olur ve ibni ʿÖmer’den337 raḍiya'l-lāhü teʿālā ʿanhdan 338 (11) mervīdir ki: 339 “Men erāde en yenẓura ilā şibhi'l-firdevs (12) fe'lyenẓur ilā erżiḥīna yeẓharu züruʿuhā ve yezheru (13) Derkanar: mervī ʿan ʿÖmer raḍiya'l-lāhü ʿanh [B13b] bi-rabīʿihā ve teksā bi’n-nevāri ve eşcārihā.”340 Yaʿnī her kim (1) dilerse ki341 cennetü’l-firdevsiῆ mis̱lini göre 342 (2) arż-ı Mıṣır’ıῆ 343 zirāʿatı yetişirken 344 ve nebātātı 345 (3) çiçeklendikde ve eşcārı ezhārdan 346 libās (4) giydikde ve Mıṣır’ıῆ meḥāsininden347 biri348 budur ki (5) her zamānda ve her349 faṣılda sebze ve meşmūm (6) ve meyve bulunur.350 Münḳaṭiʿ olmaz ve Mıṣır’ıῆ meḥāsininden (7) biri351 budur ki arż-ı İsvān’da 352 altun maʿdeni (8) vardır ki 353 dünyāda andan ġayrı yerde 354 maʿdeni (9) yoḳdur. Ve meḥāsin-i Mıṣır’dan 355 biri 356 budur ki (10) sübuṭdur ki 335 altun: altuna Z. 336 şekline māʾil: mümās̠il olur Z. 337 ʿÖmer’den: ʿÖmer Z. 338 raḍiya'l-lāhü teʿālā ʿanhdan: raḍiya'l-lāhü ʿanhdan Z. 339 mervīdir ki: + dimişdir Z. 340 Anlamı: Her kim cennetü’l-firdevsi görmek isterse Mısır’ın ziraati yetişip, nebatatı çiçeklenip, ağaçlar çiçeklerden kıyafetler giydiğinde oranın bir benzerini görür. 341 ki: - Z. 342 göre: + naẓar kılsun Z. 343 arż-ı Mıṣır’ın: Mıṣır’a Z. 344 yetişirken: başardıḳda Z. 345 nebātātı: nebātāt Z. 346 eşcārı ezhardan: eşcar-ı ezharīden Z. 347 meḥāsininden: meḥāsinden Z. 348 biri: + daḫı Z. 349 her: - Z. 350 bulunur: bulunup + dā’imā Z. 351 biri: + daḫı Z. 352 İsvān’da: İsvān’dan Z. 353 vardır ki: + cemīʿ altun maʿdenileriῆ üzerine fāʾiḳdır ve arz-ı ḳavsda zümrüd maʿdeni vardır ki Z. 354 yerde: + zümrüd Z. 355 mehāsin-i Mıṣır’dan: Mıṣır’ıῆ mehāsininden Z 356 biri: + daḥı Z. 122 mesāḥası357 otuz biῆ (11) fidāndır. Bir358 düz ṣaḥrādır ki359 bir ḳatre ṣu ṭamlasa (12) cevānib-i erbaʿasına360 bir ebr yayılur. Ketān ve fart (13) [B14a] ve envāʿ-i eşyā zirāʿat olunur. Cānib-i (1) şarḳīsi Nīl’dir.361 Cānib-i ġarbısında (2) taylesān362 şeklinde bir beyāż ṭaġ (3) vāḳiʿ olmuşdur.363 Cebel-i Ebi364 dimekle maʿrūfdur. (4) Ḳuşlar ṣadāsından ol ṭaġda365 gūn-ā-gūn366 (5) āvāzlar367 işidiler368 rivāyet olunur ki (6) Ḫalīfe-i369 Hārūn’ür-Reşīd’e dünyāyı (7) taṣvīr idüp virdiklerinde arż-ı (8) Mıṣır’da kürre-i Asbūṭ’ı begenüp pesend itmişdi. 370 (9) Ve meḥāsin-i Mıṣır’dan371 biri daḥi372 budur ki arż-ı (10) Ḥaner’de373 vāḳıʿ374 Ehrām ṭaġlarıdır375 ki yeryüzünde (11) andan yüksek binā yoḳdur. Mülūk-ı İslām’dan (12) baʿżısı hedmine niyyet itdiler.376 Ḥesāb idüp377 (13) [B14b] gördiler ki377 tamām-ı ḫarāc Mıṣır hedmine kifāyet (1) itmez. Ferāġat itdiler.378 Meʾmūn Ḫalīfe hedmine (2) mübāşeret idüp altı ay miḳdārı ciddi cehd (3) idüp bir ṭāḳa açdılar. İçerisünde bir nesne (4) bulunmadı ve muṭalsam olduġı ecilden379 ẓāhir 357 mesāḥası: mesāfesi Z. 358 bir: - Z. 359 ṣaḥradır ki: + eger Z. 360 erbaʿasına: erbaʿaya Z. 361 Nīl’dir: + ve Z. 362 ṭaylesān: ṭılīsān Z. 363 olmuşdur: + aῆa Z. 364 ebi: + fayda Z. 365 ṭaġda: + durulmaz + her bar + ḳuşlarıῆ Z. 366 gūn-ā-gūn: - Z. 367 āvāzlar: āvāzını Z. 368 işidiler: işidirler T. 369 Rivāyet olunur ki Ḫalīfe-i: - Z. 370 itmişdi: itmişdir Z. 371 meḥāsin-i Mıṣır’dan: Mıṣır’ın meḥāsininden Z. 372 daḫı: - Z. 373 ḥanerde : Cīze’de Z. 374 vāḳıʿ: + olan Z. 375 ṭaġlarıdır: taġları Z. 376 niyyet itdiler: mübāşeret idüp Z. 377 ḥesāb idüp: - Z. 377 gördiler ki: görmişler ki + ancaḳ maṣrūflar ḳadar aḳce ellerine girüp gerü fāriġ olmuşlardır + hattā Z. 378 tamām ḫarāc-ı Mıṣır hedmine kifāyet itmez ferāġat itdiler: - Z. 379 muṭalsam olduġı ecilden: ṭılsım daḥi olmaġla bir nesne Z. 123 (5) olmadı. Rücuʿ itdiklerinde bir mermer380 şād-er-revān381 (6) içinde biraz382 altun buldılar alup vezn itdiler. (7) Ḥesāb itdiler ol müddetden383 ṣarf384 olınan (8) aḳce ile ber-ā-ber gelmedi.385 Ve Ḫarіṭatü’l -ʿAcāyib386 nām kitābıῆ387 (9) müʾellifi İbn el- Virdī naḳl ider ki cevāhir-i nefīse (10) ve meʿādin-i388 mütenevviʿa389 memlū ve meşḥūn 390 dehen-i ḥikmet (11) ile medhūndur ve alāt-ı salāḥla memlū ve muṭalsamdır.391 (12) Beʾs-i ṣadā ḳabūl itmez ve herem-i392 mezbūr anıῆ her biriniῆ (13) [B15a] ʿ arżı393 mühendis arşunla dört yüz arşun394 (1) ve esāsı daḫı ol ḳadardır ve ʿ ulvī daḫı (2) keẕalik bināsı mermerdendir. İskenderiyye üzerinde (3) ẕāt-ı ḥümām395 nām maḥalde katʿ olunup naḳl olunmuşdur.396 (4) Ḳırḳ fersaḫ yerdir ve fersaḫ ve397 mildir ve mil biῆ 398 (5) bāġdır 399 ve bāġ 400 dört arşun 401 ve 402 arşun yigirmi (6) dört parmaḳdır ve bināsında iḫtilāf olunmuşdur. (7) Bir rivāyet 403 budur ki 404 mülūk-ı Uḳbāṭdan Sehlü405 ibn (8) Dersīd bir gice yaturken406 hevlnāk düş görüp (9) irtesi 380 mermer: mermerden + bir Z. 381 şādü’r-revān: + bulup Z. 382 biraz: bir mikdar Z. 383 müddetten: vaḳitde Z. 384 ṣarf: ḫarc Z. 385 gelmedi: geldi Z. 386 Ḫarіṭatü’l ʿAcāyib: Ḫarīde’l ʿAcāyib Z. 387 kitābıῆ: kitābda Z. 388 meʿādin-i: meʿādin + laṭīfe-i + envāʿle Z. 389 mütenevviʿa: - Z. 390 meşḥūn: meşḥūndur + ve Z. 391 muṭalsamdır: ṭılsımdır Z. 392 herem-i: herhem Z. (Nüsha yanlışı bulunmaktadır.) 393 ʿarż- ı: ʿarżı yüz arşındır Z. 394 mühendis arşınla dört yüz arşın: - Z. 395 ẕāt-ı ḥümām: ẕatu’l-ḥām Z. 396 olunmuşdur: + ki Z. 397 ve: üc Z. 398 mil biῆ: ve bir mil biῆ Z. 399 baġdır: baʿdır Z. Nüshada imla hatası bulunmaktadır. 400 baġ: bir baʿ Z. Nüshada imla hatası bulunmaktadır. 401 arşın: arşındır Z. 402 ve: + bir Z. 403 rivāyet: rivāyetde Z. 404 budur ki: - Z. 405 Sehlü: Sehlūḳ Z. 406 bir gice yaturken: yaturken bir gice Z. 124 Kühnāyı cemʿ idüp gördü ki düşi407 (10) taḳrīr idüp taʿbirini istedi. Kühnā408 cemʿ olup (11) ʿılm-i nücūm-ı 409 eflākla yoḳlayup bilüp ṭūfān (12) olacaġından ḫaber virdiler ve vaḳṭ-i ṭūfānı (13) [B15b] taʿyīn itdikler.410 Pes kable’t-ṭūfān Ehrām’ın (1) bināsına mübāşeret itdiler411 ve her bir heremde (2) yedi beyt yapdılar.412 Kevākib-i sebʿa-i seyyār (3) ʿadedi üzre ve her biriniῆ kapusunda altundan (4) bir ṣanem vażʿ eyledi.413 Mücevvef bir elini aġzına ḳomuş (5) alnında kitābe-i kühne ile yazu414 yazulmuş ḳaçan ol (6) yazu oḳunsa ol ṣanem aġzını açar ol415 (7) ḳapunuῆ miftāḥı çıkup ẓāhir olur ve ol416 (8) ḳurbānları ve nücūrları ve eyyām ve417 evḳāt u sāʿāti418 (9) vardır. Ol defāyin ve ḫezāʾiniῆ vuṣūlı evvel (10) ol419 evḳāt ḥusūline mevḳūfdur ve ol ṣanemlere (11) ve büyūt-ı sebʿaya420 ervāḥ musaḫḫar itmişdir.421 (12) Ḥıfẓı422 içün ve seng-i ruḥāmdan bir ṭāvūs (13) [B16a] ḳomuşdur. Muṭbāḳ içinde bir melik yatur başı (1) ucunda bir ṣaḥīfe ḳonmuşdur423 Ol melik ismi424 (2) ve425 resmi ve ḥikmeti yazılmışdur. Muṭalsam426 oldıġı (3) ecilden kimesne vāṣıl olmaz.427 Ol heremlere (4) ṣu yolları itmişdir tā ki Nīl 407 düş görüp irtesi kühnāyı cemʿ idüp gördü ki düşi: - Z. 408 kühnā: + ve muʿabbirān Z. 409 Nücūm-ı: + ve Z. 410 itdikler: itdiler Z. 411 itdiler: eylediler Z. 412 yapdılar: yapdı Z. 413 eyledi: itdi Z. 414 yazu: - Z. 415 ol: - Z. 416 ol: + ṣanemlerin Z. 417 ve: - Z. 418 evḳāt ve sāʿāti: evḳāṭları sāʿātleri Z. 419 ol evvel: - Z. 420 sebʿaya: sābiʿaya Z. 421 itmişdir: itmişlerdir Z. 422 ḥıfẓı: + defāʾin Z. 423 ḳonmuşdur: ḳomuşdur Z. 424 ismi: ism-i Z. 425 ve: - Z. 426 muṭalsam: ṭılsım Z. 427 olmaz: + ve Z. 125 evvel müşābih428 gelüp (5) ṭolar ve ol heremlerden429 yer altından yol itmişdir.430 (6) Ḳayyūma çıḳar iki günlük mesāfedir ve heremlerde (7) yazıludur ki431 biz432 bunları altı yılda binā itdik.433 (8) Bizden ṣoῆra gelenler murād iderler ise altı yüz (9) yılda hedm eylesünler.434 Ve biz bunları ḥarīr ve dībāc435 (10) ile ser-ā-pā436 örtdük. Bizden ṣoῆra gelenler ḥaṣır ile (11) örtsünler ve herem-i s̠ānīniῆ müʾekkili437 (12) ṣaruşın bir emred oġlandır ve herem-i s̠ālis̠iῆe438 (13) [B16b] küçük heremdir. Müʾekkili 439 ruhbān-ı 440 mūris̠ 441 bir (1) pīrdir elinde micmere ṭutar. Ṭulūʿ-ı şemsde442 (2) ġurūbda micmere ile ḥaremi ṭolaşur. Yaḳın (3) gelseler ġāʾb443 ıraḳ gitseler girü ẓāhir olur. (4) Va’llāhü teʿālā444 aʿlem ve aḥvāl ve445 meḥāsini Mıṣır’dan (5) biri daḫı budur ki ḳadīm’ül-eyyāmda ehl-i Mıṣır (6) her sene bir bākire ḳız alup anasına babasına (7) māl ve aḳçe virüp rıżā iderler,446 […]447 (8) Kızı gelin idüp giydirüp donadup448 (9) zīb ve zīnet ile getürüp Nīl’e atarlar449 idi. (10) Nīl ziyāde olup viḳā iderdi450 ve itmedikleri (11) zamānda451 Nīl gelmezdi. ʿAmr 428 müşābih: Meşariʿye Z. (Müstensih Meşari şeklinde yazmıştır, sözcük anlama göre tahlil edilerek meşariʿ yazılmıştır.) 429 heremlerden: heremden Z. 430 itmişdir: itmişlerdir Z. 431 yazıludur ki : yazılmışdır Z. 432 biz: ben Z. 433 binā itdik: tamam itdim Z. 434 eylesünler: + ve maʿlūmdur ki + hedem + binādan + asāndır Z. 435 dībāc: dībā Z. 436 ser-ā-pā: - Z. 437 müʾekkili: müvekkili Z. 438 s̠ālis̠iῆe: s̠ālis̠iῆ + müvekkili Z. 439 müʾekkili: - Z. 440 ruhbān-ı: bir + ruhbāndır Z. 441 mūris̠ : - Z. 442 şemsde: + ve Z. 443 ġāib: + olur Z. 444 teʿālā: - Z. 445 ve: - Z. 446 iderler: + ve ol Z. 447 Nüshada bu kısım zarar görmüştür. Zeytinoğlu nüshasında buraya karşılık bir söz bulunmamaktadır. 448 donadup: Nüshada bu kısım zarar görmüştür. Zeytinoğlu nüshasından hareketle “donadup” yazılmıştır. 449 Nīl’e atarlar: Nüshada bu kısım zarar görmüştür. Zeytinoğlu nüshasından hareketle tamamlanmıştır. 450 viḳā iderdi: Nüshada bu kısım zarar görmüştür. Zeytinoğlu nüshasından hareketle tamamlanmıştır. 451 ve itmedikleri zamānda: itmeselerdi Z. 126 bin’el-ʿĀs452 bu ḫuṣūṣı (12) yazup Ḥażret-i ʿÖmer raḍiya’llāhu ʿanha ḥażretlerine453 (13) [B17a] iʿlām eyledi. Ḥażret-i ʿÖmer raḍiya’llāhü teʿālā (1) ʿanh454 bir varaḳa yazup irsāl eyledi (2) ve emr eyledi ki455 Nīl’e biragalar ol varaḳanın (3) mażmūnı bu idi ki: Yā Nīl-i mübārek eger sen456 (4) Ḥaḳ subhānehü ve teʿālā’nıῆ457 emr-i şerīfiyle aḳup (5) gelürseῆ458 girü459 emr-i Ḥaḳ ile460 aḳup gelesün.461 (6) Ve eger sen kendüῆden artup gelürseῆ (7) lāzım degildür gelme saῆa iḥtiyācımız yoḳdur. (8) Çün varaḳaʾı Nīl’e bıraḳdılar. Ol gice on (9) sekiz arşun ṣu gelüp arż-ı Mıṣır’ı (10) tamām rey462 oldı. Faṣl-ı s̠ālis̠ Mıṣır’ıῆ463 fażīletini (11) beyān ider.464 Ḥaḳ subhānehü ve teʿālā Ḳur'ānı ʿaẓīmde465 (12) ve saʾir kütüb-i münzilesinde466 Mıṣır’ı ẕikr (13) Derkenar: maṭlāb-ı faṣl-ı sālis [B17b] itmişdür. Firʿavn467 ḥikāyet idüp468 dimişdir ki:469 (1) “eleyse lī mülkü Mıṣra ve hezihi’l enhārü tecrī min tahtī”470 (2) ve471 feżāʾilinden472 biri daḫı budur ki 452ʿÖmer bin’el-ʿĀs: ve ʿÖmer ibn’el-ʿĀs Z. 453 Ḥażret-i ʿÖmer raḍiya'l-lāhü ʿanha ḥażretlerine: Ḥażreti ʿÖmer’e Z. 454 raḍiya'llāhü teʿālā ʿanh: raḍiya'llāhü ʿanh Z. 455 emr eyledi ki: didi ki + emr idüp Z. 456 sen: Müellif “siz” şeklinde yazmıştır, sözcük anlama göre düzeltilmiştir. 457 Ḥaḳ subhāna ve teʿālānıῆ: Ḥaḳ teʿālānıῆ Z. 458 gelürseῆ: gelür iseῆ Z. 459 girü: - Z. 460 Ḥaḳ ile: Ḥaḳ’la Z. 461 gelesün: gel Z. 462 rey: rāy Z. 463 Mıṣır’ıῆ: - Z. 464 beyān ider: bildirir Z. 465 Ḳurān-ı ʿaẓīmde: Ḳurān ʿaẓīminde Z. 466 münzilesinde: münzilde Z. 467 Firʿavun: Firʿavun’dan Z. 468 ḥikāyet idüp: idüben Z. 469 dimişdir ki: buyurmuşdur ki Z. 470 Zuhruf, 51. Anlamı: Ey kavmim, Mısır saltanatı ve ayağımın altından akıp duran şu ırmaklar, benim değil mi, görmüyor musunuz? 471 ve: + daḫi Z. 472 feżāʾilinden: feżāʾil-i Mıṣır’dan Z. 127 enbiyādan (3) nice kimesneler473 Mısır’a girmişdir.474 Biri (4) Ḥażret-i İbrāhīm475 ve biri Ḥażret-i İsmāʿil476 ve biri (5) Ḥażret-i Yaʿḳūb477 ve biri Ḥażret-i Yūsuf478 (6) ṣalavātu’llāhi ve sellemehü ʿ aleyhüm ecmaʿīn479 (7) ve Ḥażret-i Yaʿḳūb evlādından on iki nefer (8) dāḫil oldılar idi ve feżāʾilinden480 biri (9) daḫı budur ki Ḥażret-i Mūsā481 ve Hārūn ve Yūşaʿ (10) ve Dānyāl ve Zi’n-nūn ve Ermiyā ve Loḳmān ve ʿİsā (11) ṣalavātu’llāh ve sellamehü482 Mıṣır’da ṭoġmuşlardır (12) ve feżā'ilinden483 biri daḫı budur ki ol şecere-i484 (13) [B18a] ḫurmā ki Ḥaḳ subhānehü ve teʿālā Ḳurān-ı ʿaẓīm’de485 (1) ẕikretmişdir.486 Ve huzzī ileyki bi-cizʿi’n-naḫleti487 (2) Mıṣır’dadır.488 Ve biri daḫı budur ki489 Belsem (3) ḳapusıdır ki Ḥażret-i ʿİsā ʿaleyhi’s-selāmıῆ490 (4) muʿcizātıyla491 muṭribde492 ẓāhir olmuşdur ve daḫı (5) ṣahābe-i kirāmdan çoḳ kimesne dāḫil olmuşdur.493 (6) Cebel-i maḳṣum’da494 baʿżılarınıῆ ḳabri495 mevcūddur. (7) ʿAmr İbn el-ʿĀs496 gibi ve ġayrılar 473 kimesneler: kimseler Z. 474 girmişdir: girmişler Z. 475 Ḥażret-i İbrāhīm: + ṣalavātu’llāhi ve selāmehü ālā nebiyyinā ve ʿaleyh Z. 476 Ḥażret-i İsmāʿil: + ʿaleyhi’s-selām Z. 477 Ḥażret-i Yaʿḳūb: : + ʿaleyhi’s-selām Z. 478 Ḥażret-i Yūsuf: : + ʿaleyhi’s-selām Z. 479 ṣalavātullāhi ve sellemehü ʿaleyhüm ecmaʿīn: - Z. 480 feżāʾilinden: feżāʾil-i Mıṣır’dan Z. 481 Ḥażret-i Mūsā: + ʿaleyhi’s-selām Z. 482 ṣalavātu’llāhü ve sellemehü: + ʿaleyhüm ecmaʿīn Z. 483 feżāʾilinden: feżāʾil-i Mıṣır’dan Z. 484 şecere-i : şecer-i Z. 485 Ḳurān-ı ʿAẓīm’de: Ḳurān-ı Kerīm’inde Z. 486 ẕikretmişdir: ẕikr itmiş + ve huzzī ileyki bi-ciżʿi’n-naḫleti deyu buyurmuşdur Z. (Meryem, 25: Hurma dalını da kendine doğru silkele) 487 Meryem, 25. 488 Mıṣır’dadır: -Z. 489 budur ki: - Z. 490 ʿaleyhi’s-selāmıῆ: ʿaleyhi’s-selām Z. 491 muʿcizātıyla: muʿcizesiyle Z. 492 Muhtemelen yer ismi olduğu düşünülen bu sözcüğe kamuslarda rastlanmamıştır. 493 olmuşdur: olmuşlardır Z. 494 Cebel-i maḳṣum’da: Cebel-i makṭum’da Z. (Sözlüklerde makṭum kelimesine rastlanılmamış olup tahminen sözcüğün “mektum” (saklanılan yer) olduğu düşünülmektedir.) 495 ḳabri: ḳabirleri Z. 496 ʿAmr-i ibn e l-ʿĀs: ʿAmr-ü ibn-i ʿĀs Z. 128 gibi497 riḍvānu’llāhu (8) teʿālā498 ʿ aleyhim ecmaʿīn ve feżāʾilden biri (9) daḫı499 budur ki Ṭūr-i Sīnā ve Beytü’l-maḳdisdir (10) ki iʿmāl-i Mıṣır’dandır. İmām Ebu’l-Leys̠ ibni Saʿd’dan500 (11) rivāyet olunur ki Ḥażret-i İsḥāḳ peyġāmber ʿaleyhi’s (12) ṣalâtü501 ve’s-selām oġullarından ʿAyṣ (13) Derkenar: maṭlab-ı bāb-ı mebde ve maḫrec-i Nīl-i Mıṣır [B18b] evlādından Ḫālid bin Şālom diyār-ı Rūm’dan (1) irtiḥal idüp Mıṣr’a gelüp sākin olup502 (2) Nīl-i Mıṣr’ı görüp murād idindi503 ki Nil’iῆ (3) başına varup mebdeʾ ve maḫrecin504 seyr idüp (4) ʿ acāyib ve ġarāʾibini temāşā ide. Pes bu niyyet (5) ile Ḥaḳ subḥānehü ve teʿālā dergāhına niyāz (6) idüp duʿā eyledi ve Nīl’iῆ başına505 (7) vüsūlünü ve kendüye ʿömr-i ṭavīl ʿināyet olunmaḳ (8) ricā eyledi. Bārī teʿālā celle ve ʿalā506 dergāhında (9) duʿāsı ḳabūl oldı. Rivāyet olunur ki507 (10) biῆ508 ḳarīb ʿömr sürdi.509 Pes Ḥāyid bu niyyet (11) ile sāḥil-i Nīl’i ṭutup sefer itdi. Otuz (12) yıl ve bir rivāyetde on beş yıl senelik510 (13) [B19a] içinde yürüridi.511 Gice ve gündüz512 ẕikr-i (1) tevḥīd iderdi ve Ḥaḳ subḥānehü ve teʿālā celle (2) ve ʿ alā513 ḫezāʾin-i514 ġaybından rızḳın yetişdirir idi. (3) Aç ve ṣusuz ḳalmaz idi. Āḫir şenlik (4) içinden çıḳup arż-ı ḫarāba düşdi.515 (5) Nice yıllar daḫı arżı 497 gibi: +ġayrılar Z. 498 teʿālā: - Z. 499 daḫı: - Z. 500 İmām Ebu’l-Leys̠ ibn-i Saʿad’dan rivāyet olunur ki Ḥażret-i İsḥāḳ peyġāmber ʿaleyhi’s-ṣalavatü: - Z. 501 ṣalevātü: ṣalavātu’llāhi ālā nebiyyinā ve ʿaleyh Z. 502 olup: oldı Z. 503 idindi: eyledi Z. 504 mebdeʾ ve maḫrecin: mebdeʾ ve maḫrecini Z. 505 başına: başını Z. 506 ʿalā: + duʿāsını müstecāb ve ḳabūl eyledi Z. 507 dergāhında duʿāsı ḳabūl oldı rivāyet olunur ki: - Z. 508 biῆ: + yıla Z. 509 sürdi: + deyu rivāyet olundı Z. 510 senelik: şenlik Z. 511 yürir idi: - Z. 512 gice ve gündüz: + yürüyüp Ḥaḳ teʿālā hażretini Z. 513 Ḥaḳ subḥānehü ve teʿālā celle ve ālā: - Z. 514 ḫezāʾin: Ḥaḳḳ-ı ḫezāʾin Z. 515 düşdi: yetişdi Z. 129 ḫarābda516 yürüdi. (6) Ol yerlerde insān ve ḥayvān cinsinden517 (7) kimse yoġidi.518 Birgün yolı deryā-yı aḥżara (8) çıḳdı. Gördi kim bir ʿaẓīm deryādır519 ve Nīl (9) ol deryāyı şaḳ idüp içinden çıḳup (10) gelüp yeryüzine dökilür ve ol maḥalde (11) naḥḥas-ı aṣferden bir şecere520 dikmişler. Üzerinde (12) bir ḳuş şeklin düzüp ḳomuşlar. Mefrūşü’l- (13) [B19b] el-cenāḥeyn ve üzerinde Süryānī ḳalem ile naḳş (1) idüp yazmışlar ki İskenderi Ẕü’l-ḳarneyn (2) bu maḳāma gelüp bundan (3) öte meslek ve ṭarīḳ olmadıġı içün521 bu ʿalāmeti bunda ḳoyup rücūʿ itmişdir, dimiş. Ḥāyid yazuyı 522 (4) oḳuyup ḥayrān dururken523 ḳulāġına tesbīḥ (5) āvāzı gelüp524 ol ṭarafa varup gördi kim525 (6) bir elma aġacı bitmiş.526 Altında bir527 kimse528 durup (7) ʿibādet idüp durur.529 Ḥāyid530 ilerü varup (8) selām virdi. Ol531 daḫı ʿ aleyke alup (8) yanına532 oturdı ve ayıtdı: Kimsin (9) ve ḳandan gelürsin? Bu maḳāma ādem-i zāddan (10) kimesne geldigi yoḳdur, didi. Ḥāyid533 ayıtdı: (12) 516 arż-ı ḫarābda: arż-ı ḫarāba + yetişdi Z. 517 cinsinden: nevʿinden Z. 518 yoġidi: yoġdı Z. 519 deryādır: deryā Z. 520 şecere: şecer Z. 521 olmadıġı içün: olmadıġı Z. 522 bu ʿalāmeti bunda ḳayup rücuʿ itmişdir dimiş Ḥāyid yazuyı: bu ʿalāmeti bunda ḳayup rücuʿ itmişdir deyu taḥrīr itmiş Z. 523 dururken: ṭururken Z. 524 gelüp: geldi Z. 525 kim: - Z. 526 bir elma aġacı bitmiş : + Ḥāʾid gördi ki Z. 527 altında bir: + pīr-i nūrāni Z. 528 kimse: kimesne + ibādete meşġul Z. 529 durup ʿibādet idüp durur: - Z. 530 Ḥāyid: Ḥāʾid Z. 531 ol: + pīr Z. 532 yanına: + teklīf eyledi Z. 533 Ḥāyid: Ḥāʾid Z. 130 [B20a] Ey ʿazīz ben Ḥażret-i İsḥāḳ oġlı ʿAyṣ (1) evlādından Sālom oġlı Ḥāʾid’im534 didi. (2) Ol şaḫṣ işidüp Merḥabā535 yā Ḥāyid536 (3) ḥōş geldiῆ, didi.537 Ḳalḳup tekrār538 (4) görüşüp ḳucaşdı539 ve öpdi.540 Yā Ḥāyid541 (5) ben daḫı ʿAyṣ evlādındanım, adım ʿUmrān’dır. (6) Yā Ḥāyid 542 seniῆ buraya gelmege sebeb 543 (7) bāʿis̠ nedir, didi. Ḥāyid544 daḫı sebebin iʿlām (8) eyledi. ʿUmrān işidüp ayıtdı: Yā Ḥāyid545 (9) ben daḫı seniῆ gibi bu hevesi idüp Nīl’iῆ (10) başına varup ʿacāyib ve ġarāibiῆ seyr (11) itmek içün bu maḳāma vāṣıl olduḳda (12) Bārī teʿālā ḥażretlerinden melek gelüp vaḥy (13) [B20b] oldı ve ayıtdı: Yā ʿUmrān Ḥaḳ subḥānehü ve teʿālā 546 (1) ḥażretleriniῆ emriyle547 bu maḳāmda ṭurup (2) ʿibādete meşġūl olup öteye tecāvüz (3) eylemeyesin, didi. Ben daḫı secde-i şükr (4) idüp ve Ḥażret-i Bārī’ye ḥamd u s̠enā idüp (5) bu maḥalde ḳaldım. Tā emr-i Ḥaḳ irince548 muntaẓırım, (6) didi. Ḥāyid ayıtdı: Ey549 ʿUmrān ʿacabā hīç (7) ṣuḥuf-i enbiyāda ve sefer-i ādemde gördüῆ550 (8) ve işitdüῆ mi ki ādem oġullarından Nīl’iῆ (9) başına bir kimesne551 varup552 vāṣıl ola (10) menbaʿ ve maḫrecin göre? ʿUmrān ayıtdı: Yā Ḥāʾid (11) belī553 ṣuḥuf-ı enbiyāda ve sefer-i ādemde gördüm (12) ve işitdüm ki554 ʿAyṣ evlādından bir kimesne (13) 534 Sālom oġlı Ḥāyid’im: Şalom oġlı Ḥāʾid’im Z. 535 merḥabā: + eyledi Z. 536 yā Ḥāyid: yā Ḥāʾid Z. 537 ḫōş geldiῆ: + deyu Z. 538 didi: - Z. 539 ḳalḳup tekrar: + Ḥāʾid ile görüşüp Z. 540 kucaşdı: kocdı Z. 541 öpdi: + ve ayıtdı Z. 542 Yā Ḥāyid: Yā Ḥāʾid Z. 543 sebeb: - Z. 544 Ḥāyid : Ḥāʾid Z. 545 Yā Ḥāyid : Yā Ḥāʾid Z. 546 teʿālā: teʿālā’nıῆ Z. 547 ḥażretleriniῆ emriyle: emr-i şerīfi oldur ki Z. 548 erince: erişince Z. 549 Ḥāyid ayıtdı ey: Ḥāʾid ayıtdı yā Z. 550 gördüῆ: + mü Z. 551 kimesne: kimse Z. 552 varup: - Z. 553 belī: - Z. 554 işitdüm ki: + Ḥażret-i İsḥāḳ neslinden Z. 131 [B21a] Nīl’iῆ555 başına vara556 ʿacāyib ve ġarāyibini557 (1) temāşā ide. Yā Ḥāyid ol558 baῆa müyesser (2) olmadı. Umarım ki ol kimesne sen olasın, (3) didi.559 Ḥāyid560 ayıtdı: Yā ʿ Umrān baῆa (4) yol göster. ʿ Umrān ayıtdı:561 Şol şarṭla562 ki (5) çün maḥalli maʿhūde varup maḳṣūda563 (6) vāṣıl olasın, dönüp geldikde benim (7) yanımda ḳalup enīs olasın,564 benimle (8) ʿibādete meşġūl olasın, eger beni ölmüş (9) bulursaῆ defn idüp ḳabrim üzerinde (10) istiġfār ile565 meşġūl olasın.566 (11) Tā emr-i Ḥaḳ ne vecihle ṣādır olur ise567 (12) bu vechiyle568 ʿamel idesin,569 didi.570 Ḥāyid571 (13) [B21b] ḳabūl idüp ʿahd-i mīs̠ āḳ eylediler. Andan572 (1) ʿUmrān ayıtdı: Yā Ḥāyid bu deryānıῆ sevāḥilin573 (2) ṭutup git ki574 bir ulu ṭaġa iresin.575 (3) Ol ṭaġıῆ ḳullesine çıḳup 576 ġurūb-ı (4) şemse dek 577 ṣabr it. 578 Güneş ṭoluncaḳ 579 (5) olduḳda 580 deryā581 cūş u ḫurūş idüp (6) mevcler ṭaġıῆ ḳullelerine ber-ā-ber ola.582 (7) Nā-gāh 555 Nīl’iῆ: bu Nīl’iῆ Z. 556 vara: varup Z. 557 ʿacāyib ve ġarāyibini: ʿacāʾib ve ġarāʾibini + göre Z. 558 yā Ḥāyid ol: - Z. 559 didi: + pes Z. 560 Ḥāyid: Ḥāʾid Z. 561 ayıtdı: ayıtdı ki Z. 562 şarṭla: şarṭile Z. 563 maḳṣūda: maḳṣūdıῆa Z. 564 enīs olasun: munīs olup Z. 565 istiġfār ile: istiġfāra Z. 566 meşġūl olasın: meşġūl olup Z. 567 olur ise: olursa Z. 568 bu vechiyle: mūcibiyle Z. 569 idesin: eylesin Z. 570 didi: deyüp Z. 571 Ḥāyid: Ḥāʾid + daḫı Z. 572 andan: + ṣoῆra Z. 573 sevāḥilin: sāḥilini Z. 574 ki: - Z. 575 iresin: irişürsün Z. 576 çıḳup: + tā Z. 577 dek: degīn Z. 578 ṣabr it: teʾḫīr eyle Z. 579 güneş ṭoluncaḳ: + vaḳt Z. 580 olduḳda: Z. 581 deryā: + harekete gelüp Z. 582 mevcler ṭaġın ḳullelerine berāber ola: ṭaġıῆ ḳullesine degin deryanıῆ mevci gelür Z. 132 deryādan bir dābbe-i ʿaẓīme (8) çıḳup güneşe aṭılup583 ḥaml584 ide. Yaʿnī (9) ister ki güneşi ḳapaYā Ḥāyid585 ol dābbeniῆ (10) adına muʿāzzebet’üş-şems dirler. Dört (11) başı ve dört yüzü vardır. Anıῆ (12) ʿaẓametini586 Ḥaḳ subhānehü ve teʿālādan ġayri (13) Derkenar: muʿāzzebet’üş-şems [B22a] kimse bilmez ve ol dābbeniῆ ʿādeti587 ve şānı588 (1) maşrıḳden maġribe ve maġribden maşriḳe segirdüp (2) güneş ṭoġduḳca ve ṭolunduḳca aṭılup 589 (3) ḥaml590 idüp güneşi ḳapmak ister. Tā ḳıyāmete (4) degin591 anıῆ işi budur.592 Ḥaḳ subḥānehü (5) ve teʿālā’nıῆ emr ile melāʾike inüp (6) ol dābbeyi güneşe ḥaml593 itdikçe594 yüzine 595 (7) vurup 596 menʿ iderler. Dönüp giderler. 597 (8) Yā Ḥāyid 598 kaçan kim sen599 ol ṭaġın depesinde600 (9) durup ol dabbeʾi temāşā idesin.601 Ol (10) dabbe güneşe ḥamle itdikden ṣoῆra girü (11) döndükde kendüῆi 602 arḳasına biragasın.603 (12) Ol seni ḳarşu yaḳa kenārına çıḳarır.604 (13) 583 atılup: - Z. 584 ḥaml: ḥamle Z. 585 yā Ḥāyid: - Z. 586 ʿaẓametini: büyüklügüni Z. 587 ʿādeti: + her gün Z. 588 ve şānı: - Z. 589 aṭılup: - Z. 590 ḥaml: ḥamle Z. 591 degin: dek Z. 592 anıῆ işi budur: bu hāl üzeredir. Z. 593 ḥaml: ḥamle Z. 594 itdikçe: eyledikçe Z. 595 yüzine: melāʾike + yüzine Z. 596 vurup: urup Z. 597 giderler: gider Z. 598 yā Ḥāyid: yā Ḥāʾid Z. 599 kim sen : - Z. 600 depesinde : ḳullesine Z. 601 durup ol dābbeʾi temāşā idesin: çıḳup ṭursun Z. 602 kendüni: + ol dabbeniῆ Z. 603 bıragasın: atasın Z. 604 ol seni ḳarşu yaḳa kenārına çıḳarır: ol seni ḳarşu yaḳaya bıraġır Z. 133 [B22b] pes ṭutup deryā kenārını605 gidesin. (1) Demürden606 yere vāṣıl olasın. Cümle ṭaġ (2) ve ṭaş ve ṣaḥra 607 demürden ola. On beş (3) yıl gidesin. 608 Andan geçüp baḳırdan609 yere vāṣıl (4) olasın.610 Cümle ṭaġ ve ṭaş ve ṣaḥrā baḳır611 ola. (5) Yigirmi beş yıl612 yoldur. Ānīde ḳaṭʿ idesin. (6) Andan ṣoῆra gümüşden613 yere vāṣıl olasın.614 (7) Cümle ṭaġ ve ṭaş ve ṣaḥrā615 gümüşden616 ola.617 Yigirmi (8) beş yıllıḳ yoldur.618 Anı daḫı geçdikden ṣoῆra619 altundan (9) yere vāṣıl olasın.620 Cümle ṭaġ ve ṭaş ve ṣaḥr (10) altun ola. Yigirmi beş yıllıḳ yoldur. Ol arżıῆ621 (11) ortasına vāṣıl olduḳda yāḳūtı aḥmerden (12) bir ḳaṣr-ı ʿaẓīme vāṣıl olasın.622 Zümrüd-i aḥḍardan (13) Derkenar: ḳaṣr-ı muʿallā ḳubbe-i zümrüd aḥḍardan [B23a] ḳubbesi623 ola,624 daḳḳ-ı bāb idesin. İçerüden (1) naḳībü’l-evliyā Ebū’l-ʿAbbās Ḫıżır625 aleyhi’s-(2) selām çıḳa, saῆa yol gösterüp626 delīl ola, murādıῆa vāṣıl olasın, (3) didi. Pes Ḥāyid627 ʿUmrān ile628 vedʿ idüp (4) yola629 revān oldı. Tā ki ol ṭaġ630 maḥalline (5) vāṣıl oldı.631 Ḳullesine çıḳup (6) ġurūb-ı şemse dek ṭurup632 gün (7) 605 ṭutup deryā kenārını: deryā kenārını dutup Z. 606 demürden: + bir Z. 607 ṭaġ ve ṭaş ve ṣaḥrā demürden: ṭaġlaru ṭaşlaru ṣaḥrāları Z. 608 gidesin: ol yerde yürüyesin Z. 609 baḳırdan: + bir Z. 610 vāṣıl olasın: daḫı varasın Z. 611 ṣaḥrā baḳır : ṣaḥrāsı baḳırdan Z. 612 yıl: yıllıḳ Z. 613 gümüşden: + bir Z. 614 vāṣıl olasın: daḫı varasın Z. 615 cümle ṭaġ ve ṭaş ve ṣaḥrā: cümle ṭaġ ve ṭaş ve ṣaḥrāları Z. 616 gümüşden: beyāż gümüşden Z. 617 ola : + anda daḫı Z. 618 yigirmi beş yıllıḳ yoldur: yigirmi beş yıl gidesin Z. 619 anı daḫı geçdikden sonra: andan bir yere daḫı varasın Z. 620 altundan yere vāṣıl olasın: - Z. 621 arżıῆ: yeriῆ Z. 622 vāṣıl olasın: varasın Z. 623 ḳubbesi: ḳapusı Z. 624 ola: + ve yāḳut-ı aṣferden ḫalḳaları ola Z. 625 Ḫıżır: Ḥażret-i Ḫıżır Z. 626 gösterüp: göstere Z. 627 Ḥāyid: Ḥāʾid Z. 628 ʿUmrān ile: ʿUmrānla Z. 629 yola: yolına Z. 630 ṭāġ: ṭāġa gelüp Z. 631 maḥalline vāṣıl oldı: - Z. 632 ṭurup: teʾḫir eyledi Z. 134 ṭoluncaḳ zamān633 olduḳda nā-gāh deryā (8) cuş634 u ḫurūşa gelüp635 mevcler ṭaġlar (9) ḳollarına636 yetişdi. Ḥāyid637 naẓar idüp (10) gördi kim638 bir dabbe-i ʿaẓīme deryāyı şaḳ (11) idüp ʿunfla ve şiddetle gelür. Evveli (12) [B23b] görinüp639 ve640 āḫiri görünmez. Gelüp güneş (1) yerine batıcaḳ vaḳt varup aṭılup641 güneşi (2) ḳapmaḳ isterdi.642 Ḥaḳ subḥānehü ve643 teʿālānıῆn (3) emri ile644 melek645 nāzil olup ol dabbe-i ʿaẓīmi (4) urup güneşe hücūmdan menʿ itdi. (5) Güneş ʿayn-ı ḥamiyeye baṭup ṭolundıḳda (6) ol dabbe rücūʿ idecek maḥalde646 Ḥāyid (7) kendüyi dabbeniῆ arḳasına atup gözlerini (8) yumup ẕikr ü 647 tesbīḥe ve Ḥaḳ subḥānehü ve648 teʿālānıῆ (9) ḥamd u s̠enāsına649 meşġūl oldı.650 Bārī (10) teʿālā’nıῆ emriyle ol dabbe Hāʾid’i deryānıῆ (11) ol bir yüzine bıraḳdı.651 Bir zamān yatup (12) ṣoῆra kendüye gelüp652 deryā kenārını (13) [B24a] ṭutup çekilüp gitdi. Tā ki ẕikr (1) olunan yerleri653 ve vādileri geçüp ol (2) yāḳūtdan654 kaṣr-ı ʿaẓīme vāṣıl oldı.655 Bir zamān656 (3) ṭurup temāşā eyledi.657 Andan 633 zamān: vaḳt Z. 634 cūş: Müstensih Berlin nüshasında sözcüğü çe harfi ile yazmış olup anlama göre düzeltilmiştir. 635 ḫurūşa gelüp: ḥarekete gelüp ḫurūş idüp Z. 636 ṭāġlar ḳollarına: ṭāğıῆ ḳullesine Z. 637 Ḥāyid: Ḥāʾid Z. 638 kim: ki Z. 639 görinüp: görinür Z. 640 ve: ammā Z. 641 güneş yerine biticek vaḳt varup aṭılup: güneş ṭoluncaḳ vaḳt ḥamle idüp Z. 642 isterdi: ister Z. 643 subḥānehü ve:- Z. 644 emri ile: emriyle Z. 645 melek: melekler Z. 646 maḥalde: vaḳt Z. 647 ẕikr ü tesbīḥe : ẕikr-i tesbīḥe Z. 648 subḥānehü ve: - Z. 649 teʿālānıῆ ḥamd u s̠enāsına: teʿālāya ḥamd u s̠ enāya Z. 650 meşġūl oldı: meşġūl oldum Z. 651 deryānın ol yüzine bıraḳdı: deryānın öte yānına geçürdi Z. 652 bir zamān yatup sonra kendüye gelüp: bir zamān yatup ʿaḳlım bāşımdan gidüp bi’zamāndan ṣoῆra kendüyi devşirüp Z. 653 olınan yerleri: + ve ṭāġları Z. 654 yāḳutdan: + olān Z. 655 oldı: oldıḳda Z. 656 zamān: Bu sözcük Zeytinoğlu nüshasında zama şeklinde yazılarak yazım yanlışı yapılmıştır. 657 eyledi: idüp Z. 135 ḳapu658 (4) ḥalḳasına el urup daḳḳ-ı bāb itdi.659 (5) İçerüden bir pīr-i nūrānī çıkdı. Yeşil ḥülleler (6) giymiş. Ḥāʾid ayıtdı: Es-selāmu ʿaleyke yā Nebiy (7) yu’llāh, didi.660 Ol pīr ayıtdı: Ve ʿaleyke esselām661 (8) Yā Ḥāyid,662 didi. Ḥāyid ayıtdı:663 Yā veliyyullāh benim (9) ismimi neden bildiῆ ve nām [u] nişānımı neden maʿlūm (10) idindiῆ?664 Ol pīr ayıtdı: Yā Ḥāyid665 seni bu (11) maḳāma vāṣıl iden666 bildirdi.667 (12) Bilmez misin ki inne ervāḥe enbiyā’i668 cündün (13) [B24b] mücennedetün fi’l-melekūti femā teʿārefe minhāʾtelefe (1) ve mā tenākera minhā iḫtelefe.669 Yaʿnī (2) ervāḥ-ı enbiyā670 ʿaleyhimü’s-selām671 bundan (3) aḳdem ʿālem-i melekūtda cemʿ olmuşlar672 idi. (4) Anlar ki anda biribiriyle673 ülfet ṭutup (5) āşinā olmuşlardı. Bu ʿālem-i cismāniyye(ye) 674 (6) geldikde 675 girü biribiriyle 676 buluşup ülfet (7) idüp āşinā olmuşlardı677 ve678 anlar ki ol (8) ʿālemde biribirini679 görmeyüp āşinā (9) olmamışlardır. 680 Bu ʿālemde daḫı görüşmeyüp (10) 658 ḳapu: ḳapunıῆ Z. 659 itdi: eyledi Z. 660 didi: - Z. 661 ol pīr ayıtdı ve ʿaleyküm selām: ol pir aleyk alup Z. 662 yā Ḥāyid: yā Ḥāʾid ḫōş geldiῆ Z. 663 Ḥāyid ayıtdı: : - Z. 664 idindiῆ: + didi Z. 665 yā Ḥāyid: yā Ḥāʾid Z. 666 vāṣıl iden: + baῆa seni Z. 667 bildirdi: + didi Z. 668 ervāḥe enbiyā: ervāḥ’ul enbiyā Z. 669 Hadis-i Şerîf bilinen eserlerde birebir lafzıyla bulunamamıştır. Ancak kaynaklarda benzer lafızlarla zikredilmiştir: Buhârî, Enbiyâ, 3. (Anlamı: “Ruhlar toplanmış cemaatlerdir. Bundan ötürü içlerinden birbirleriyle tanışanlar, sevişip anlaşmışlardır.”) 670 ervāḥ-ı enbiyā: enbiyā-i ervāḥı Z. 671 ʿaleyhimü’s-selām: - Z. 672 olmuşlar: olmuş Z. 673 biribiriyle: birbiriyle Z. 674 cismāniyye: cismānīde + daḫi Z. 675 geldikde: - Z. 676 biribiriyle: birbiriyle Z. 677 olmamışlardır: olmamışlardı Z. 678 ve: - Z. 679 biribirini: birbirleriyle Z. 680 olmāmışlardır: olmuşlardır Z. 136 buluşmamışlardır.681 Yā Ḥāyid682 bunda gelmekden (11) murādıῆ nedir? didi. Ḥāyid683 ayıtdı: Nil’iῆ (12) başını görüp ʿacāyib ve ġarāyibini684 seyr (13) [B25a] itmekdir. Pīr ayıtdı: Yā Ḥāyid685 emr-i ʿaẓīmden (1) suʿāl itdiῆ lākin saῆa beşāret (2) olsun ki Nil’iῆ başına vāṣıl olup (3) ʿacāyib ve ġarāyibini temāşā idesin.686 Ḥāyid687 (4) bu beşāretden şād oldı. Andan ol (5) ḳaṣrıῆ içerüsine688 naẓar idüp gördi ki (6) bir ʿaẓīm cemāʿat altundan ve gümüşden kürsīler (7) üzerinde oturmuşlar. Yüzleriniῆ nūrı (8) berḳ689 urur.690 Ḳılıçlarını691 ve tīr-keşlerini692 ḳuşanmışlar.693 (9) Ḫancerleri bellerinde ve süngüleri694 önlerinde695 laʿl (10) ve yāḳut ve zebercedden696 sinīler ḳurulmuş,697 (11) içinde envāʿ ṭaʿāmlar ḳonmuş, altun698 ve gümüş (12) ve billūr maşrablarla699 şerbetler dizilmiş, yiyüp700 (13) [B25b] içüp feraḥ ve şād701 ile gülüp oynayup702 (1) ẕevḳ703 iderler. Ellerinden ve704 boyunlarından ve ṭamarlarından (2) ḳan aḳar. Ol ḳanıῆ705 misk-i706 ezferāndan zekī707 681 bu ʿālemde daḫı görüşmeyüp buluşmamışlardır: - Z. 682 yā Ḥāyid: yā Ḥāʾid Z. 683 Ḥāyid: Ḥāʾid Z. 684 ʿacāyib ve ġarāʾibini: ʿacāyib ü ġarāʾibini + görmekdir didi Z. 685 yā Ḥāyid: yā Ḥāʾid Z. 686 ġarāibini temāşa idesin: ġarāʾibini göresin Z. 687 Ḥāyid: Ḥāʾid Z. 688 içerüsine: içinde + olanlara Z. 689 berḳ: berrāḳ Z. 690 urur: - Z. 691 ḳılıclarını: ḳılıcların omuzlarına alup Z. 692 tīrkeşlerini: tīrkeşleri Z. 693 ḳuşanmışlar: - Z. 694 süngüleri: Müstensih sügüleri şeklinde yazmıştır. Yazım hatası olduğu için düzeltilerek yazılmıştır. 695 önlerinde: egerlerinde Z. 696 zebercedden: zeberced Z. 697 kurulmuş: konmuş Z. 698 altun: ve altun Z. 699 meşrebeleriyle: meşrebelerle Z. 700 yiyüp: + ve Z. 701 şād: şādi Z. 702 oynayup: - Z. 703 ẕevḳ: ẕevḳ ü ṣefālarda Z. 704 ve: ve bunlarıῆ Z. 705 kanıῆ: + ḳoḳusı Z. 706 misk: + gibi Z. 707 ezferāndan zekī: - Z. 137 (3) rāyiḥası çıkup dimāġı muʿaṭṭar ider. (4) Ve708 üzerlerinde heybet ve vaḳār ġarr-i709 iftiḫār lāmiʿ (5) sāṭıʿ olup gören ḥayrān ḳalur. Ḥāyid 710 (6) anları görüp temāşa eyledi.711 Andan pīre ayıtdı: (7) Yā Nebīyyullāh bunlar kimlerdir ve ne ṭāʾifedir ki Ḥaḳ (8) subḥānehü ve teʿālā bunları712 bu kerāmetle taḫṣīṣ (9) eylemişdir713 Pīr ayıtdı: Bu 714 şol kimselerdir ki (10) fī-sebili’llāh mücāhede idüp ġazāda (11) şehīd olmuşlardır. Ḳıyāmet gününe715 dek (12) bu minvāl üzre716 olup bunlara ḫavf ve bīm717 (13) [B26a] vehm ve ḥüzn ve elem ṭārī olmaz. Dāimā rāḥat 718 (1) ve ġufrān ile 719 müstevşirlerdir, didi. Ḳavlühü (2) teʿālā “Ve lā taḥsebenne-lleżīne ḳutilū fī sebīlillāhi emvāten (3) bel aḥyāun ʿinde rabbihim yurzeḳūne”720 “Feriḥīne bimā ātāhumu (4) allāhu min fażlihi”721 ḳavlehü teʿālā “İnnallāheşterā mine’l-muʾminīne (5) enfusehüm ve emvālehüm bi-enne lehümu’l-cennete yuḳātilūne fī sebīlillāhi feyaktulūne ve yuktelūne vaʿden ʿaleyhi haḳḳān fī’t-Tevrāti (6) ve’l-İncīli ve’l-Furḳāni ve men evfā biʿahdihi minallāhi festebşirū (7) bi-beyʿikumü-lleẕi bāyaʿtüm bihī veẕālike huve’l- fevzu’l-ʿazīmu”722 (8) Ḥāyid723 secde724 idüp Ḥaḳ subhānehü725 ve teʿālā’ya (9) ḥamd 708 ve: - Z. 709 ġarr-i: + ve iftiḫār Z. 710 Ḥāyid: Ḥāʾid Z. 711 temāşa eyledi: temāşa itdi Z. 712 bunları: + böyle Z. 713 eylemişdir: itdi Z. 714 bu : bunlar Z. 715 gününe: gününde Z. 716 üzere: + yerler ve içerler feraḥ ve şādi üzere Z. 717 bīm: - Z. 718 rāḥat: raḥmet Z. 719 ġufrān ile : ġufrānla Z. 720 Al-i ʿİmrān suresinin 169. ayetinde geçmektedir. Anlamı: “Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma. Onlar diridir ve Rableri katında rızıklanırlar.” 721 Al-i ʿİmrān, suresinin 170. ayetinde geçmektedir. Anlamı: “Allah’ın kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler.” 722 Tevbe suresinin 111. ayetinde geçmektedir. Meali şu şekildedir: “Allah, kendi yolunda çarpışırken öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üzere satın almıştır. Bu, Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da yer almış gerçek bir vaadidir. Kim Allah’tan daha fazla sözüne bağlı olabilir! O halde yaptığınız bu alışverişten ötürü sevinin. İşte büyük bahtiyarlık da budur.” 723 Ḥāyid: Ḥāʾid Z. 724 secde: secde-i şükr Z. 725 subhānehü: - Z. 138 [ü] s̠ enā eyledi.726 Andan ayıtdı: Yā veliyullāh baῆa (10) yol göster pīr daḫı irşād idüp vedʿ (11) eyledi ve727 yola revāna oldı. Arżı ẕehebi728 (12) [B26b] ḳaṭʿ idüp bir arża 729 vāṣıl oldı ki 730 (1) ṭaġ ve ṣaḥrā o vādī cümle 731 zaʿferāndandan732 (2) idi. Ol arżı733 yigirmi yılda ḳaṭʿ eyledi. (3) Andan arż-ı sāhire734 vāṣıl oldı ki beyżā-i735 (4) kāfūriyyedir. Daḫı736 arż-ı müşaʿşaʿa737 urur. (5) Ḳırḳ yıl ol arżda yürüyüp ḳaṭʿ (6) itdi. Andan ṣoῆra nūrdan bir ʿażīm ḳubbeye rāst (7) geldi. Ol ḳubbeniῆ ʿaẓāmeti 738 ḳābil-i 739 taʿbīr 740 ve taḳrīr (8) degildir. 741 Dört ḳapusı var çevresinde742 (9) altundan ṣu743 çekilmiş ol ḳubbeniῆ içinde (10) nūrdan bir ʿamūd eflāka çekilüp gitmiş. (11) Ol ʿamūdıῆ çevresinde melāʾikeler var.744 (12) Bī-nihāye kimi iner ve kimi cıḳar. ḥaddin Ḥażreti745 (13) Derkenar: maṭlab-ı nūrdan ḳubbe-i ʿaẓīm [B27a] Ḥaḳ teʿālā’dan746 ġayrı kimesne bilmez.747 Ve ol (1) ʿamūduῆ çevresinde748 dört bölük ṣu (2) aḳar749 ve ol ḳubbeye yuḳarıdan dökülür. (3) Andan750 ol ḳubbeniῆ751 726 eyledi: idüp Z. 727 ve: - Z. 728 arżı ẕehebi: + daḫı Z. 729 arża: yere Z. 730 ki: - Z. 731 ṭaġ ve ṣaḥra o vādi cümle: zaʿferāndan cümle ṭaġ ve sahrası ve vādisi Z. 732 zaʿferāndandan: Berlin nüshasında bu sözcükte yazım yanlışı yapılarak fazladan –dan eki kullanılmıştır. Zeytinoğlu nüshasında zaʿferāndan şeklindedir. 733 arżı: yeri + daḫı geçüp Z. 734 sahire: sahireye Z. 735 beyżā-i: arż-ı beyżā-i Z. 736 daḫı: ve + daḥı Z. 737 müşaʿşaʿa: + dirler yani ol arż-ı beyāżıῆ nūrı müşʿşaʿa Z. 738 ʿaẓāmeti: ʿaẓametini Z. 739 ḳābil-i: - Z. 740 taʿbir: + itmek mümkün degil Z. 741 ve taḳrīr degildir: - Z. 742 çevresinde: çevresine Z. 743 ṣu: ṣūr Z. 744 var: vardır + ki Z. 745 bī-nihāye kimi iner ve kimi cıḳar ḥad Ḥażreti: - Z. 746 Ḥaḳ teʿālādan: hesabın + Ḥaḳ teʿālādan Z. 747 bilmez: + anup çıḳarlar Z. 748 çevresinde: çevresinden Z. 749 aḳar: aḳup Z. 750 ol ḳubbeye yuḳarıdan dökilür andan : - Z. 751 ol ḳubbeniῆ: + dört Z. 139 ḳapusundan çıḳup ṣarf (4) olur.752 Ḥāyid bir zamān ṭurup temāşā eyledi.753 (5) Andan ṣoῆra ilerü gelüp diledi ki ol ṣunuῆ754 (6) üzerine çıḳa,755 seyr ide. Nā-gāh bir melek (7) ẓāhir olup ayıtdı: Yā Ḥāyid ṭur yerinde ki 756 (8) bundan öteye 757 tecāvüz eylemeyesin,758 icāzet (9) yoḳdur. Maḳṣudıῆa vāṣıl olduῆ. Maʿlūm759 (10) ola ki bu nūrdan ʿamūd ki görürsün (11) eflāka çekilmişdir. Yedi ḳat göklerden760 (12) geçüp sidretü’l-müntehāya vāṣıl olmuşdur. (13) [B27b] Cennetü’l-firdevsiῆ eşigindedir.761 Bu enhārdan762 (1) aḳup gelür. Yā Hāyid ḳudretu’llāha nihāyet763 (2) Ḥaḳ subḥānehü ve teʿālā’yā şükr ve764 ḥamd765 [u] sipās (3) eyle ki nevʿ-i benī insāndan766 bu maḳāma iki (4) kimesne vāṣıl olmuşdur: Biri sen ve biri (5) Ebū’l-ʿAbbās Ḫıżır ʿaleyhi’s-selām.767 Ve şol (6) dört ṣu768 görürsün çıkup cennetden 769 (7) gelür. Biri Nīl’dir bal ırmaġından aḳup (8) gelür. İkincisi 770 Fırād’dır.771 Ve üçüncüsü772 (9) Seyḥūn’dur773 ki süd774 ırmaġından aḳup (10) gelür. 752 olur: olunur Z. 753 eyledi: itdi Z. 754 ṣunuῆ: ṣuruῆ Z. 755 çıḳa: + māverāsını Z. 756 ki: - Z. 757 öteye: öte Z. 758 tecāvüz eylemeyesin: - Z. 759 maʿlūm: maʿlūmuῆ Z. 760 göklerden: gökleri Z. 761 eşigindedir: eşiginden + gelür Z. 762 enhārdan: enhār andan Z. 763 nihāyet: + yoḳdur Z. 764 şükr ve: - Z. 765 ḥamd: ḥamd ü Z. 766 benī insāndan: benī ademden Z. 767 ʿaleyhi’s-selām: ʿaleyhi’s-selāmdır Z. 768 ṣu: + ki Z. 769 çıkup cennetden: cennetden çıkup Z. 770 ikincisi: ve biri Z. 771 Fırād’dır: ve biri Fırād’dır + ḫamr ırmaġından gelür Z. 772 ve üçüncüsü: ve biri Z. 773 Seyḥūn’dur: Şeyḥūn’dur. Z. (Zeytinoğlu nüshasında yazım hatası yapılmıştır. ) 774 süd: süt Z. 140 Ve dördüncüsü 775 Ceyḥūn’dur ki 776 ṣu (11) ırmaġından aḳup gelür. Yā Hāʾid bu ṣulardan (12) ic ve ġusl eyle. Saῆa cennetten nasībiῆ (13) [B28a] gelecekdir.777 Alasın ve lākin olmaya ki (1) anıῆ üzerine dünyā ṭaʿāmından778 tenāvül779 (2) idesin780 ve bundan ṣoῆra bu maḳāmdan (3) rücūʿ idüp gidesin ṭurmaġa iẕīn (4) yoḳdur helāk olursın, deyüp melek (5) ġāʾib oldı. Hāʾid ol vaḳt ol dört (6) bölük ṣuya girüp ġusl eyledi ve781 namāz (7) kılup Ḥaḳ subḥānaehü ve teʿālā’ya782 çoḳ (8) şükürler idüp783 ḥamd u s̠ enā eyledi.784 Nā-gāh (9) bir ṣalḳım üzüm nāzil oldı. Ol üzüm (10) üç dürlü levn785 idi. Biri zebercetden (11) ve biri yāḳūtdan ve biri beyāż incüden.786 (12) Ḥāyid ol ṣalḳımı alup rücūʿ itdi. (13) Derkenar: maṭlab-ı ẓühūr üzüm ʿan iʿlā-yı ḳubbe-i ʿaẓīm [B28b] Girü geldigi yollardan ḳaṭʿ-ı menāzil ve ṭayy-ı (1) merāḥil iderek787 gelüp girü788 ol dabbe-i (2) ʿaẓīmiῆ arḳasından geçüp789 ʿUmrān’ıῆ (3) maḳāmına vāṣıl oldı. Gördi kim790 henǖz (4) vefāt itmiş. Teʾessüf çeküp defn itdi (5) ve ḳabri üzerine791 oturup792 duʿā793 ve istiġfāra (6) meşġūl oldı. Ve her bār ki794 ol üzümden (7) yer idi, eksilmeyüpgirü ṣalḳım bütün (8) ṭurur idi.795 Ḥāʾid birḳaç gün ol maḥalde (9) ʿibādet 775 ve dördüncüsü: ve biri Z. 776 Ceyḥūn’dur ki: Ceyḫūn’dur ki Z. 777 gelecekdir: inecekdir Z. 778 anıῆ üzerine dünyā ṭaʿāmından: dünyā ṭaʿāmından anıῆ üzerine Z. 779 tenāvül: bir şeyʾi + tenāvül Z. 780 idesin: itmeyesin Z. 781 dört bölük ṣuya girüp ġusl eyledi ve: dört ırmaḳlardan içüp ġusl idüp Z. 782 teʿālā’yā: teʿālā Z. 783 şükürler idüp: - Z. 784 eyledi: idüp Z. 785 levn: + üzere Z. 786 incüden: + idi Z. 787 iderek: idüp + tā ki ol dabbe-i ʿaẓīm çıḳduġı ṭaġa Z. 788 girü: - Z. 789 geçüp: yetüp + geçüp Z. 790 gördi kim: + ʿUmrān Z. 791 üzerine: üzerinde Z. 792 oturup: - Z. 793 duʿāʾ: duʿā Z. (Berlin nüshasında sözcüğün sonunda hemze kullanılmıştır, çeviri metinde düzeltilerek yazılmıştır) 794 bār ki: + ol Z. 795 ṭurur idi: ṭururdı Z. 141 idüp796 bir gün ḳarşudan bir şeyḫ797 (10) ṣūret798 ẓāhir oldı.799 Yaḳın gelüp Ḥāyid800 (11) selām virdi ve ayıtdı: Merḥabā801 ḫoş geldin (12) seferiῆ mübārek ola,802 Nil’iῆ ʿāleminden saῆa (13) [B29a] ne vāṣıl803 oldı iʿlām eyleseῆ (1) işitsek,804 didi. Ḥāyid daḫı gördigini805 (2) taḳrīr eyledi. Şeyḫ başın806 ṣalup (3) ayıtdı: Yā Ḥāyid biz daḫı kitāblarda böyle (4) gördük ve böyle oḳuduḳ deyüp Ḥāyid (5) ile üns ṭutup meṣāḥabete başladı.807 (6) ʿUmrān’ıῆ ʿibādetgāhında bütün808 elmalardan (7) tenāvül eylesene didi. 809 Ḥāyid ayıtdı: (8) Yā Şeyḫ baῆa cennetden rızḳ virilmişdir810 (9) ve ıṣmarlanmışdır811 ki dünyā taʿāmından812 üzerine (10) nesne yemeyem.813 Şeyḫ814 gerçek815 dirsin, (11) didi.819 Hem öyledir816 lākin817 elma818 aġacı819 cennet yemişlerindendir. (12) Ḥaḳ teʿālā’nıῆ820 emriyle cennetden çıḳup bunda (13) 796 ʿibādet idüp: ʿibādete meşġūl iken Z. 797 şeyḫ: pīr-i şeyḫ Z. 798 ṣūret: + kimesne Z. 799 oldı: olup Z. 800 Ḥāyid: - Z. 801 merḥabā: + yā Ḥāid Z. 802 ola: olsun Z. 803 vāṣıl oldı: ḥāsıl oldı Z. 804 işitsek: bir daḥı gūş eylesek Z. 805 gördigini: gördigi + ʿacāʾib ve ġarāʾibini ol şeyḫe Z. 806 başın: baş Z. 807 başladı: + andan Z. 808 bütün: elma aġacına naẓar idüp ayıtdı Z. 809 elmalardan tenāvül eylesene didi: yā Ḥāʾid şu nefīs elmalardan tenāvül eyleseῆ didi Z. 810 virilmişdir: virildi Z. 811 ıṣmarlanmışdır: ıṣmarlandı Z. 812 taʿāmından: + anıῆ Z. 813 yemeyem: Metinde yemeyam şeklinde yazılmıştır. e/a değişim düzeltilerek yazılmıştır. 814 şeyḫ: + ayıtdı belī Z. 815 gerçek: gerçekdir Z. 816 öyledir: iledir Z. 817 lākin: ve lākin Z. 818 elma: bu elma Z. 819 aġacı: + daḫı Z. 820 Ḥaḳ teʿālā’nıῆ: Ḥaḳ subḥanehü teʿālā’nıῆ Z. 142 [B29b] gelmişdir. ʿUmrān içün tā ki ʿUmrān’a ġıdā (1) olup ʿibādete ḳavī ola.821 ʿUmrān aḫirete (2) intiḳāl idüp822 bunı seniῆ içün ḳoyup823 (3) gitdi.824 Ve şöyle ki sen gitdikden ṣoῆra (4) bu elma aġacı825 daḫı refʿ olup girü cennete (5) gider deyüp Ḥāʾid’i inandırdı.826 Ḥāyid (6) elma aġacına yaḳın gelüp827 bir elma ḳopardı.828 (7) Ve ıṣırdıġı gibi ḳoynundan üzüm ṣalḳımı (8) çıḳup829 gitdi.830 Şeyḫ831 ṣūret-i832 ḳahḳaha ile (9) gülüp gözden833 ġāʾib oldı. Ḥāyid gördi ki834 (10) kendüye üzüm ṣalḳımın835 viren (11) melek ẓāhir oldı,836 parmaġıῆ ıṣırup ayıtdı: (12) Yā Ḥāyid n’eyledin ve ol Şeyḫ-i Ṣūret pīri837 bildiῆ mi? (13) Derkenar: ḫurūc-ı üzüm [B30a] didi. Ḥāyid ayıtdı: Yoḳ bilmedim.838 Melek (1) ayıtdı: Ol şaḫṣ babaῆ Ādem’i anaῆ Havvā’yı (2) cennetden cıḳaran839 İblīs-i laʿīndir. Saῆa840 ḥased (3) idüp841 ol ṣalḳımı senden aldırdı.842 (4) Yā Ḥāyid eger ol ṣalḳım dura843 idi, (5) ʿālem ḫalḳı andan yeseler bir dāne eksik olmayaydı. 844 (6) Yā Ḥāyid şimden gerü yolına 845 821 ḳavī ola: ḳavī olmaḳ içün çün Z. 822 intiḳāl idüp: gitdi Z 823 ḳoyup: ḳodı Z. 824 gitdi: - Z. 825 bu elma aġacı: bu aġac Z. 826 inandırdı: - Z. 827 gelüp: getürüp Z. 828 bir elma ḳopardı: elmayı ḳoparup + aġzına ḳoyup Z. 829 çıḳup: + ġāʾib oldı Z. 830 gitdi: - Z. 831 şeyḫ: ve ol şeyḫ Z. 832 ṣūret-i : - Z. 833 gözden: gözünden Z. 834 ki: - Z. 835 ṣalḳımın: ṣalḳımını Z. 836 oldı: olup Z. 837 Nīl’den ve ol Şeyḫ-i Ṣūret pīri: Nīl’den didi ol pīr şeyḫ ṣūretinde olan şaḫṣı Z. 838 ayıtdı yok bilmedim: yok bilmedim didi Z. 839 ol şaḫṣ babaῆ Ādemi anaῆ Havvā’yı cennetden çıḳaran: ataῆ Ādem’i ve anaῆ Havvā’yı cennetden çıkarmaġa sebeb olan Z. 840 saῆa: ve saῆa Z. 841 idüp: + gelüp Z. 842 aldırdı: + didi Z. 843 dura idi: ṭuridi Z. 844 eksik olmayaydı: eksilmez idi Z. 845 şimden gerü yolına: şimden gerü var yolına Z. 143 müteveccih ol (7) deyüp melek ġāʾib oldı. Ḥāyid peşimān (8) ve846 nādim olup aġladı. Andan yola revāne (9) olup847 müddetle848 Mıṣır’a gelüp849 vāṣıl oldı. (10) Ve aḥvāl ve evṣāf-ı Nīl’i 850 gördigi gibi ḫaber (11) virüp tāriḫ-i sebt 851 itdiler852 ve Ḥāyid ṣoῆra853 çoḳ zamān geçmeyüp Mıṣır’da vefāt eyledi.854 [B30b] vā’llāhu aʿlem bi’ṣ-ṣevāb temmetü’l-ḳitāb bi-ʿavnillāhi’l melikü’l-vehhāb. Mim mim mim855 846 Ḥāyid peşimān ve nādim: Ḥāʾid ol işlediġi işe nādim Z. 847 revāna olup: + nice Z. 848 müddetle: müddetden ṣoῆra Z. 849 Mıṣır’a gelüp: gelüp Mıṣır’a Z. 850 ve aḥvāl ve evṣāf Nīl’i: ve aḥvāl-i Nīl’i ve evṣāfını Z. 851 Yazım yanlışı düzeltilerek metne eklenmiştir. 852 tāriḫ-i sebṭ itdiler : tāriḫ yazub żabṭ itdiler Z. 853 ve Ḥāyid ṣoῆra: ve bundan ṣoῆra Ḥāʾid daḫı Z. 854 zamān geçmeyüp Mıṣr’da vefāt eyledi: muʿammer olmayup aḫirete gitdi Z. 855 “İstinsah kayıtlarında bazan “temme” yerine “mîm”, “intehâ” (sona erdi) yerine “hâ” ve “âmin” yerine “elif-mîm” kısaltma harflerinin konulduğu görülür. Bu da o kısaltmalardan biridir. Buna temmet kaydı denmektedir (Bozkurt & Kaya, 2001: 23, 369-371). 144 SONUÇ Halk hikâyeciliği Türk edebiyatında köklü bir geleneğe sahip sözlü ve yazılı anlatım ürünleridir. Anadolu halkının sık sık bir araya geldiği kıraathane gibi ortamlarda sözlü olarak yaşatılan ve daha sonra 16. yüzyılda Dede Korkut Hikâyeleri ile birlikte yazıya geçirilerek sözlü tür olmanın yanında yazılı bir tür olarak da her zaman rağbet görmüştür. Halk hikâyelerinin her ne kadar destanlarla bir benzerliği olsa da destanlardan daha az olağanüstülük barındırırlar. Kimi dönemlerde efsanelerle de karşılık bulmuşlardır. Fakat efsanelerdeki mistik ve olağanüstü olay örgüleri halk hikâyelerinden oldukça farklı düzenlenmiştir. Halk hikâyelerin ortaya çıkışları genellikle derin bir etki alanında gerçekleşir ve onu ortaya çıkaran kültürden pek çok iz taşır. İçerisinde barındırdığı didaktik ve kültürel unsurlarla var olduğu cemiyetin nişanelerini taşır. Dolayısıyla bu eserler çalışmalarda dönemleri ve kültürleri, yaşayış ve inanış tarzları ile incelenmeli; aydınlatıcı bilgi vermelidir. Yüzyıllar boyunca bilinmeyene duyulan merak ve heyecan pek çok halk hikâyesinin, destanın ve efsanenin konusu da olmuştur. İnsanlık tarihi boyunca Nil Nehri’nin kaynağı daima merak edilmiş ve araştırmalara konu olmuştur. Bu kadar uzun bir ırmağın nereden geldiği üzerine pek çok varsayım oluşturulmuş bazı varsayımlar dinî boyutta açıklanırken bazıları daha bilimsel temellere oturtulmaya çalışılmıştır. Risâle-i Nil de dinî ve kültürel olarak her milletin gözdesi konumundaki Nil Nehri’nin kaynağı üzerine kurgulanmış bir eserdir. Eser, anonim olmasına rağmen dönemin düşünce dünyası ve bahsi geçen coğrafyanın geleneklerini aktarması açısından kıymetli işaretler barındırmaktadır. Çalışmada eserin mevcut iki nüshası olduğu tespit edilmiştir. Nüshalar arasında bazı dil özellikleri ve cümle yapısındaki farklılıklar haricinde bir ayrıklık tespit edilmemiştir. İki nüsha arası olay anlatımı ve verilen didaktik düzeydeki rivayetler birbiri ile örtüşmektedir. Anlatılanların genel kaynağının menkıbeler, Kuran kıssaları ve ayetleri, hadisler olduğu görülmüştür. İçerisinde geçen halk hikâyesinin zikredilen isimler sebebiyle Musevi kaynaklı olduğu söylenebilir. Araştırmalarımızda eserin yalnızca üçüncü kısmındaki halk hikâyesini barındıran Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan “Es-Selsebîl fî Evṣâfi’n-Nil-i Mübâreke” 145 isimle yazma çalışmasına, Risâle-i Nil’in bir benzer niteliğinde Konya Koyunoğlu Şehir Müzesi ve Kütüphanesi’ndeki “Ahvâli Nehri Nil” çalışmasına ve son olarak Saraybosna Gazi Hüsrev Beğ Kütüphanesi’nde “Hikâyet-i Abdülmecid” ismiyle karşımıza çıkan çalışmalar bulunmuştur. Adı geçen bu çalışmalarda belirtilene göre hikâyelerin başka bir nüshası bulunamamıştır. Çalışma sonucunda bunlara ek olarak Berlin Kütüphanesi’nde ve Zeytinoğlu Halk Kütüphanesi’nde de bu hikâyelerin birkaç küçük farklılıklarla iki ayrı nüshası olduğu ispatlanmış ve bulunan nüshalar arasındaki farklılıklar gösterilerek çeviri metin çalışmalarına eklenmiştir. Çalışmalar esnasında çeviride temel alınmış olan Berlin nüshasının müellif nüshasına en yakın nüsha olduğu düşünülmüştür. Yapılan düzeltmelerle nüshaların karşılaştırmalarından, müellifin kaleminden çıkmış olmaya en yakın ortak bir metin oluşturulmaya çalışılmıştır. Çalışmanın; edebiyatımızda tenkitli metin incelemelerine katkı sağlaması ümit edilmektedir. 146 KAYNAKLAR AKSOYAK, “İsmail Hakkı, Nâbî’nin Tuhfetü’l-Haremeyn’inin Edirneli Nâtık’ın Tuhfetü’lHaremeyn’ine Etkisi: Hikâyeler, Gelenekler, İnanışlar...”, Milli Folklor, C. 95, 2012, ss. 9-22. BOLAY Süleyman Hayri, “Âdem”, DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C. 1, 1988, ss. 258-261. BOZKURT Nahide, “Hârûnürreşîd”, DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C. 16, 1997, ss. 358-369. BOZKURT Nahide, “Me’mun”, DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C. 29, 2004, ss. 101-104. CİVELEK Nilay Kınay, "Sehâbî’nin Dîvân’ında Yer Almayan Şiirleri" Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi, C.8, 2022, ss. 405-415. COŞKUN Vildan S., “Zâtî”, DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C. 44, 2013, ss. 150-151. ÇELEBİ İlyas, “Şeytan”, DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C. 39, 2010, ss. 101-103. ÇELENLİOĞLU Asiye, “Modern Türk ve Mısır Edebiyatının Doğuş Ve Gelişim Evrelerindeki Benzerlikler Ve Fransız Edebiyatının Bu İki Edebiyata Tesiri”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, 87, 2019 ss. 294-314. ÇELİK Hüseyin, Kur’an’da “Dâbbetü’l-Arz”, G.O.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.1, 2013, ss. 41-47. ÇETİN Firdevs, "Evliya Çelebi ile Nil Boyunca Seyahat", Akademik İncelemeler Dergisi, C.10, 2015, ss.1-29. DİNÇ Büşra, “Taşlıcalı Yahya’nın Yusuf ile Züleyha Adlı Mesnevisinin Yusuf Suresiyle Mukayesesi”, Doğu Esintileri, C.1. ss. 211-239. ER Rahmi, “Risâle” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.35, 2008, ss. 112-113. ERBİL Bilal, Gazanfer Ağa, Hayatı ve Yaptırdığı Eserler, (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019. ERDEMİR Hatice P., Hasan AKYOL & Onur GÜNDAY, Nil: Eskiçağ’dan Ortaçağ’a Mısır’a Hayat Veren Nehir, Coğrafya'da Yeni Yaklaşımlar (1.baski) içinde (s. 227-257) İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları ERDOĞAN Mustafa, “Bazı Osmanlı Şairlerinin Mısır İzlenimleri”, Turkish Studies, C.4, 2009, ss. 439-477. ERGİN Muharrem, Türk Dil Bilgisi, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 2009. Evliya Çelebi, Seyahatname, İstanbul: Devlet Basımevi, 1938. FAYDA Mustafa, “Ömer”, DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C. 34, 2007, ss. 51-53. GÜNDÜZ Şinasi, “Şît”, DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C. 39, 2010, ss. 214-215. 147 HARMAN Ömer Faruk, “İbrâhim” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.21, 2000a, ss. 272-273. HARMAN Ömer Faruk, “İdris” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.21, 2000b, ss. 478-480. HARMAN Ömer Faruk, “İshak” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.22, 2000c, ss. 519-521. HARMAN Ömer Faruk, “İdrîs” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.21, 2000d, ss. 478-480. HARMAN Ömer Faruk, “İsmâil” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.23, 2001, ss. 80-82. HARMAN Ömer Faruk, “Nūh” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.33, 2007, ss. 224-227. HARMAN Ömer Faruk, “Ya’kūb” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.43, 2013, ss. 276-277. IŞIK Hüseyin Hilmi, “Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn” İstanbul: Hakikat Kitabevi Yayınları, 2021. KARAHAN Abdulkadir, “Nâbî” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.32, 2006, ss. 258-260. KARAKUŞ Nadir, “Mısır Medeniyetinin Kilometre Taşı: Nilometre” Şarkiyat, C.14, 2022, ss. 656 - 669. KAVRUK Hasan, “Türk Edebiyatında Mensûr Hikâyeler” , Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1998. KAVRUK Hasan & PALA İskender, “Hikâye” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.17, 1998, ss. 491-493. KAYA İbrahim, “Tuhfet’ül-Haremeyn’in Metin Neşri ile İlgili Bazı Düşünceler”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.8, 2015, ss. 148-161. KAYA Mahmut, “Mikyâsü’n-Nil” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.30, 2020, ss. 52-53. KOÇAK Muhsin, “Ömer” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.34, 2007, ss. 51-53. KÖKSAL Asım “Peygamberler Tarihi” Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara. ÖNKAL Ahmet, “Amr b. As” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.3, 1991, ss. 79-81. ÖREN Enver, “Peygamberler Tarihi”, İstanbul: Türkiye Gazetesi Yayınları, 1958. ÖZTÜRK Murat, “Abdüllatîf El-Bağdâdî’nin Kitâb El-İfâde Ve’l-İʿtibâr İsimli Eserinde Gemiler, Nil Nehri Ve Nilometre Hakkında Verdiği Bilgilere Dair”, Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Dergisi, 2020, ss. 117-142. PALA İskender “Divan Şiiri Sözlüğü” İstanbul: Kapı Yayınları, 1990. SABUNİ Muhammed Ali “Ayetler Işığında Peygamberler Tarihi” Emin Yayınları: 2008. Şemsettin Sami, “Kamûs-i Türkî” İstanbul, 1900. 148 SEYYİD Eymen Fuâd, “Nil” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.33, 2007, ss. 122-123. Celâlettin Suyûti, “Halifeler Tarihi”, (Çev. Onur Özatağ) Ankara: Ötüken Yayınları, 2014. (Eserin ilk orijinal basımı 1856 yılına aittir.) ŞAHİN Esma, “Klâsik Türk Edebiyatı'nda Nil Nehri”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, C.19, 2017, ss. 275-312. ŞAHİN Hatice, “Eski Anadolu Türkçesi”, Ankara: Akçağ Yayınları, 2015. ŞENER Abdulkadir, “Abdest” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.1, 1988, ss. 68-70. ŞENER Abdulkadir, “Gusül” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.14, 1996, ss. 213-214. TAŞTAN Yahya Kemal, “Robert Dankoff: Seyyah-ı Âlem Evliyâ Çelebi’nin Dünyaya Bakışı”, Karadeniz Araştırmaları, C.28, ss. 165 – 175. TEZCAN Nuran, “Evliya Çelebi’nin Gün Işığına Çıkan Eseri: Nil Haritası”, Kültür Tarihi 2011, ss. 58-63. TİMURTAŞ Faruk Kadri “Küçük Eski Anadolu Türkçesi Grameri” Türkiyat Mecmuası, 1976. TİMURTAŞ Faruk Kadri “Eski Türkiye Türkçesi XV. Yüzyıl Gramer - Metin - Sözlük” İstanbul: Kapı Yayınları, 2012. TOKATLI Suzan, “Eski Anadolu Türkçesi Metinlerinde “Ki”, “Kim” Bağlama Edatı Ve İlgi Zamirlerinin Zaman Ve Kip Eklerine Yüklediği Görevler” Ahi Evran Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, C.6, 2005, ss.133-148. TÜRKMEN Fikret, “Hikâye” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.17, 1998, ss. 488-491. UZUN Mustafa İsmet, “Nesir” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.33, 2007, ss. 9-11. UZUN Mustafa İsmet, “Risâle” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.35, 2008, ss. 114-116. ÜNVER İsmail, “Çeviriyazıda Yazım Birliği Üzerine Öneriler” Turkish Studies, C.3, 2008, ss.1-46. YAPICI Ali İhsan, “Eski Anadolu Türkçesi Ve Osmanlı Türkçesi Metinlerinde İmla Kaynaklı Bir Sorun: Ünsüz Uyumu”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.13, 2020, ss.218253. YAVUZ Yusuf Şevki, “peygamber” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.34, 2007, ss. 257-262. YAZICI Hüseyin, “hikâye” DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C.17, 1998, ss. 479-485. 149 İNTERNET SİTELERİ “Bir Rumi’nin Gözünden 16. Yüzyılda Kahire” (2015, 13 Nisan). Erişim Adresi: https://www.5harfliler.com/bir-rumi/ https://tr.wikipedia.org/wiki/Anasayfa (erişim tarihi: 14.06.2023) https://kuran.diyanet.gov.tr (erişim tarihi: 14.06.2023) https://www.tebdiz.com (erişim tarihi: 14.06.2023) http://lugatim.com (erişim tarihi: 14.06.2023) https://www.buyuklugat.com (erişim tarihi: 14.06.2023) https://sozluk.gov.tr (erişim tarihi: 14.06.2023) https://www.luggat.com (erişim tarihi 14.06.2023) https://www.hadiskitaplari.com (erişim tarihi 14.06.2023) https://www.sahihhadisler.com (erişim tarihi 14.06.2023) https://dorar.net (erişim tarihi 14.06.2023) “Dabbet-ül-arz” (2023 18 Haziran). Erişim Adresi: https://dinimizislam.com/detay.asp?Aid=6139 150 EKLER 1.Berlin Nüshası 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 2. Zeytinoğlu Nüshası 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178