T. C BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI TEFSİR BİLİM DALI KAMER SÛRESİ TEFSİRİ VE SÛRE IŞIĞINDA KIYÂMET VE HELÂK EDİLEN KAVİMLER (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Selver KRASNIQI BURSA – 2019 T. C BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI TEFSİR BİLİM DALI KAMER SÛRESİ TEFSİRİ VE SÛRE IŞIĞINDA KIYÂMET VE HELÂK EDİLEN KAVİMLER (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Selver KRASNIQI Danışman: Prof. Dr. Celil KİRAZ BURSA – 2019 ÖZET Adı Soyadı: Selver Krasniqi Üniversite: Uludağ Üniversitesi Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı: Temel İslam Bilimleri Bilim Dalı: Tefsir Tezin Niteliği: Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı: XIV + 137 Mezuniyet Tarihi: .../…/ 2019 Tez Danışmanı: Prof. Dr. Celil Kiraz Kamer Sûresi Tefsiri ve Sûre Işığında Kıyâmet ve Helâk Edilen Kavimler Kur’ân-ı Kerîm’in 54. sûresi olan Kamer sûresi, Mekke döneminde inmiştir ve 55 âyetten oluşmaktadır. Bu tezde, Kamer sûresinin tefsiri, onda geçen kıyâmet tasvirleri ve helâk edilen kavimler araştırılmaya çalışılmıştır. Araştırmamız üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Kamer sûresi hakkında genel bilgilere yer verilmeye çalışılmıştır. Bu açıklamalar yapılırken Kur’ân-ı Kerîm başta olmak üzere sûre ile ilgili bilgi veren diğer kaynaklara da başvurulmuştur. İkinci bölümde sûrede bulunan bazı kelime ve ıstılahlar izah edilmeye gayret edilmiştir. Ayrıca dirâyet ve rivâyet tefsirlerine ve konuyla ilgili mevcut olan diğer kaynaklara dayanarak sûrenin tefsiri üzerinde durulmuştur. Üçüncü bölümde ise sûrede yer alan kıyâmet tasvirleri ve helâk edilen kavimler ile ilgili ikinci bölümden elde edilen bilgiler çerçevesinde ve Kur’ân-ı Kerîm’in diğer sûrelerinden faydalanılarak konu izah edilmeye çalışılmıştır. Anahtar sözcükler: Kur’ân, Kamer sûresi, Tefsir, Kıyâmet, Helâk, Kavim. v ABSTRACT Name and Surname: Selver Krasniqi University: Uludağ Üniversitesi Institution: The Institute of Social Sciences Field: Basic Islamic Sciences Branch: Tafsir (Exegesis of the Qur’an) Degree Awarded: Master’s Degree Page Number: XIV + 137 Graduation Date: …/…/ 2019 Superviser: Prof. Dr. Celil Kiraz The Exegesis of The Surah al-Qamar and The Day of Judgement and Destroyed Peoples in Its Light The 54th Surah of the Qur’an called Surat al-Qamar was revealed in Makkah and contains 55 ayats. The aim of thesis was to do the exegesis of the surat al Qamar and to research about the Apocalypse and the perished peoples mentioned in it. Our research is made up of three chapters. General information about Surat al-Qamar was given in the first chapter of the thesis. While doing this research we referred to the Holy Qur’an as a main source as well as other sources related to surat al-Qamar. In the second chapter it was worked on the explanation of some words’ meanings and terminologies mentioned in the surah. Afterwards it was worked on the exegesis of the surah by using dirayah (rational) and riwayah (narrative) methods of tafsir (exegesis). As for the third chapter, it was aimed to explain the topics of the Apocalypse and the perished nations referring to the information obtained from the second chapter and other surahs in the Qur’an. Key words: Qur’an, Surat al-Qamar, Tafsir, Apocalypse, Perishment, Nation. vi ÖNSÖZ Kur’ân-ı Kerîm, Müslümanların İslam dinini öğrenip, onun esaslarını hayatlarına uygulamada en temel kaynağıdır. Bundan dolayıdır ki Kur’ân’ın anlaşılması için yorumlanıp açıklanması büyük önem arz etmektedir. Hz. Muhammed (a.s.)’e indiğinden beri Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak ve uygulamak açısından muhtelif çalışmalar yapılmıştır. Ortaya konulan bu çabaların neticelerinden biri, tefsir ilminin ortaya çıkmasıdır. Bu ilim sayesinde ise Kur’ân-ı Kerîm’in doğru anlaşılmasında insanlara kolaylık sağlanmıştır. Üzerinde çalıştığımız tezimiz konulu tefsir çalışmaları kapsamında değerlendirilen “sûre tefsirleri” çerçevesine girmektedir. Son dönemlerde kısa sûreler üzerinden bu tür çalışmalar sıkça yapılmaktadır. Nitekim biz de Kamer sûresi üzerinde durmayı münasib gördük. Ancak sadece sûrenin tefsiri üzerinde durmayıp sûre bağlamında kıyâmet ve helâk edilen kavimler konusunu da ele almaya çalıştık. Buradan yola çıkarak tezimizin adını “Kamer Sûresi Tefsiri ve Sûre Işığında Kıyâmet ve Helâk Edilen Kavimler” şeklinde koymayı tercih ettik. Mevzubahis konuyu ilmî ve akademik açıdan ele almaya gayret ettiğimiz bu çalışmamızda hata ve eksiklerimiz olacaktır. Düzeltme yapıp öneride bulunma maksadıyla yapılan bütün eleştiriler için şimdiden müteşekkiriz. Tezimizi hazırlamada her açıdan yardımcı olan muhterem hocam ve danışmanım sayın Prof. Dr. Celil Kiraz’a minnetlerimi bir borç olarak sunmak isterim. Ayrıca jüri üyeleri olarak katkıda bulunan muhterem Dr.Öğr. Üyesi Ömer Faruk Bilgin ve Dr.Öğr. Üyesi Ercan Şen hocalarıma şükranlarımı arz ederim. Bu vesileyle derslerinden istifade ettiğim hocalarıma, çalışmam süresince yardımcı olan tüm arkadaşlarıma ve özellikle eşime teşekkür ederim. Selver KRASNIQI Bursa 2019 vii İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI ............................................................................ ii YÜKSEK LİSANS İNTİHAL YAZILIM RAPORU .......................... iii YEMİN METNİ ....................................................................................... iv ÖZET ......................................................................................................... v ABSTRACT .............................................................................................. vi ÖNSÖZ ................................................................................................... vii İÇİNDEKİLER ..................................................................................... viii KISALTMALAR ...................................................................................xiv GİRİŞ I- ARAŞTIRMANIN KONUSU, ÖNEMİ VE AMACI……………… ................ 1 II- ARAŞTIRMANIN METODU VE KAYNAKLARI……………… ................ 3 III- KAMER SÛRESİ İLE İLGİLİ YAPILMIŞ ÇALIŞMALAR……….. ......... 4 BİRİNCİ BÖLÜM KAMER SÛRESİ HAKKINDA TANITICI BİLGİLER I. KAMER SÛRESİ İLE İLGİLİ GENEL BİLGİLER……….……… ............... 6 A. SÛRENİN İSMİ, HARF, KELİME VE ÂYET SAYISI .............................. 6 B. KAMER KELİMESİNİN MANALARI VE KUR’ÂN’DAKİ KULLANIMLARI .......................................................................................... 7 1. Yılların Sayısının Tespiti ve Vakitlerin Tayini İçin Ayın Dolaştırılması ... 7 2. Güneşin ve Ayın Allah’ın Buyruğunda Oluşu ............................................ 8 3. Güneşin ve Ayın İnsanların Hizmetine Sunulması ..................................... 9 4. Ayın Belirli Bir Yörüngede Bir Vakte Kadar Akıp Seyretmesi .................. 9 5. Ayın İkiye Ayrılması ................................................................................. 10 viii 6. Ayın Güneşin Işığını Yansıtan Münîr Kılınması ...................................... 11 7. Allah’ın Birliğini Gösteren Simgelerden Olması ...................................... 11 8. Ayın Tutulup Güneşle Birleştirilmesi ....................................................... 12 II. KAMER SÛRESİNİN NÜZÛLÜ HAKKINDAKİ BİLGİLER……… ........ 13 A. SÛRENİN İNİŞ YERİ VE ZAMANI ........................................................... 13 B. SÛRENİN İNİŞ SIRASI ................................................................................ 13 C. NÜZÛL SEBEBİ ............................................................................................ 14 III. SÛREDEKİ KIRAAT FARKLILIKLARI VE SÛRENİN İ’RÂBI ............ 15 A. KIRAAT FARKLILIKLARI ....................................................................... 15 B. İ’RÂBI ............................................................................................................. 16 IV. SÛREDE YER ALAN EDEBÎ SANATLAR……………………. ................ 29 V. KAMER SÛRESİNİN ÖNCEKİ VE SONRAKİ SÛRELERLE MÜNASEBETİ………………………………………………………. ............ 32 VI. SÛRENİN ÜSLÛBU VE İHTİVA ETTİĞİ KONULAR………… ............. 36 VII. SÛRENİN FAZİLETİ……………………………………………. ............... 37 İKİNCİ BÖLÜM KAMER SÛRESİNİN ANA KONULARINA GÖRE TEFSİRİ I. SÛRENİN TEFSİRİ………………………………………………….. ............. 41 A. AY’IN YARILMASI VE MÜŞRİKLERİN MUCİZELERDEN YÜZ ÇEVİRMESİ ................................................................................................ .41 1. 1-3. Âyetler ve Meâli .................................................................................... 41 2. Âyetlerdeki Bazı Kelime ve Istılahların İzahı .............................................. 41 a. اقترب (İktarabe) Kelimesi ........................................................................... 41 b.قمر (Kamer) Kelimesi ................................................................................. 42 c. سحر (Sihr) Kelimesi ................................................................................... 43 d. مستقر (Mustekir) Kelimesi .......................................................................... 44 3. Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri ........................................................... 44 a. Ayın Yarılması Hâdisesinin Vâkî Olup Olmadığına Dair Görüşler .......... 44 b. Yalanlayanların Kimliği ve Yalandıkları Şey ........................................... 46 c. Hevalarına Uyanların Tasviri .................................................................... 47 B. CAYDIRICI HABERLERİN ANLAMI ...................................................... 47 1. 4-5. Âyetler ve Meâli .................................................................................... 47 ix 2. Âyetlerdeki Bazı Kelime ve Istılahların İzahı .............................................. 48 a. مزدجر (Muzdecer) Kelimesi ....................................................................... 48 b. حكمة (Hikmet) Kelimesi ............................................................................. 48 3. Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri ........................................................... 49 a. “Enbâ” İbaresinin Anlamı ......................................................................... 49 b. “Hikmetün Bâliğatün” İbaresinin Anlamı ................................................. 50 C. İNKÂRCILARIN DURUMU VE ZOR GÜNÜN TASVİRİ ...................... 50 1. 6-8. Âyetler ve Meâli .................................................................................... 50 2. Âyetlerdeki Bazı Kelime ve Istılahların İzahı .............................................. 51 a. نكر (Nukr) Kelimesi ................................................................................... 51 b. يوم (Yevm) ve عسر (Asir) Kelimeleri ......................................................... 51 3. Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri ........................................................... 52 a. Kabirden Çıkarılış ..................................................................................... 52 b. Çetin Günün Sahnesi ................................................................................. 53 D. GEÇMİŞ KAVİMLERDEN MİSALLER ................................................... 53 1. 9-17. Âyetler ve Meâli .................................................................................. 53 2. Âyetlerdeki Bazı Kelime ve Istılahların İzahı .............................................. 54 a. منهمر (Munhemir) Kelimesi ....................................................................... 54 b. قدر (Kudira) Kelimesi ................................................................................ 54 c. الواح (Elvâh) Kelimesi ............................................................................... 55 d. دسر (Dusur) Kelimesi ................................................................................. 55 e. مدكر (Müddekir) Kelimesi .......................................................................... 56 f. عذاب (Azâb) Kelimesi ................................................................................. 56 g. نذر (Nüzür) Kelimesi.................................................................................. 57 3.Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri ............................................................ 58 a. Hz. Nûh’un Yalanlanması ve O’nun Cenab-ı Hakk’a Yakarışı ................ 58 b. Dünya Yurdunda Cezaya Çarptırılma ve Hz. Nûh’un Kurtuluşu ............. 59 (1) Tufan Olayı .......................................................................................... 59 (2) Hz. Nûh (a.s)’un Gemisi ...................................................................... 59 c. Kur’ân-ı Kerîm’in Kolaylaştırılması ......................................................... 61 E. ÂD KAVMİNİN BAŞINA GELENLER ...................................................... 62 1. 18-22. Âyetler ve Meâli ................................................................................ 62 2. Âyetlerdeki Bazı Kelime ve Istılahların İzahı .............................................. 62 a. صرصرا (Sarsaran) Kelimesi ....................................................................... 62 b. منقعر (Munkair) Kelimesi ........................................................................... 63 x 3. Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri ........................................................... 63 a. Âd Kavminin Rasûlü Yalanlamaları ......................................................... 63 b. Âd kavminin Helâk Edilişi ........................................................................ 64 F. KİBİRLENEN SEMÛD KAVMİ .................................................................. 65 1. 23-32. Âyetler ve Meâli ................................................................................ 65 2. Âyetlerdeki Bazı Kelime ve Istılahların İzahı .............................................. 66 a. سعر (Su‘ur) Kelimesi ................................................................................. 66 b. األشر (el-Eşir) Kelimesi .............................................................................. 66 c. فتنة (Fitne) Kelimesi ................................................................................... 66 d. هشيم (Heşîm) Kelimesi ............................................................................... 67 3. Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri ........................................................... 67 a. Semûd Kavminin Tekzîbi ve Rasûlü Yalancı Saymaları .......................... 67 b. Sâlih (a.s)’in Deve Mucizesi ve Suyun Taksim Edilmesi ......................... 69 c. Ses (Sayha) ile Yok Ediliş ......................................................................... 70 d. Âyetlerin Tekrarlanış Mahiyeti ve Tekrar Olgusuyla İlgili Görüşler ....... 71 G. LÛT KAVMİ .................................................................................................. 73 1. 33-40. Âyetler ve Meâli ................................................................................ 73 2. Âyetlerdeki Bazı Kelime ve Istılahların İzahı .............................................. 74 a. نعمة (Ni’met) Kelimesi .............................................................................. 74 b. بطش (Batş) Kelimesi .................................................................................. 75 c. راود وا (Râvedu) Kelimesi .......................................................................... 76 d. بكرة (Bükre) Kelimesi ................................................................................ 77 3. Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri ........................................................... 77 a. Lût (a.s) Kavmi’nin Tekzîbi, Helâk Edilişi ve Lût’un (a.s) Kurtuluşu ..... 77 b. Lût (a.s) Kavminin Cezaya Çarptırılması ................................................. 79 c. Azâbın İndirilişi ......................................................................................... 80 H. BÜYÜKLENEN FİRAVUN’UN TEKZİBİ ................................................ 81 1. 41-42. Âyetler ve Meâli ................................................................................ 81 2. Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri ........................................................... 81 a. Firavun Taraftarları ................................................................................... 81 b. Firavun’un ve Taraftarlarının Rasûlü Tekzîbi ........................................... 81 I. MÜŞRİKLERİN DAĞITILMASI ................................................................. 81 1. 43-49. Âyetler ve Meâli ................................................................................ 82 2. Âyetlerdeki Bazı Kelime ve Istılahların İzahı .............................................. 82 a. براءة (Berâe) Kelimesi ................................................................................ 82 xi b. زبر (Zübür) Kelimesi ................................................................................. 83 c. منتصر (Muntesir) Kelimesi ......................................................................... 84 d. دبر (Dübür) Kelimesi ................................................................................. 84 e. سقر (Sekar) Kelimesi .................................................................................. 85 3. Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri ........................................................... 85 a. Kureyş’in Ayrıcalığının Olmaması ........................................................... 85 b. Birleşik Güçlerin Yenileceği ..................................................................... 86 c. Mücrimlerin Ateşler İçinde Olmaları ........................................................ 88 d. Her Şeyin Ölçülü Bir Şekilde Yaratılması ................................................ 88 J. ALLAH’IN EMRİNİN HEMEN GERÇEKLEŞMESİ ............................... 89 1. 50-55. Âyetler ve Meâli ................................................................................ 89 2. Âyetlerdeki Bazı Kelime ve Istılahların İzahı .............................................. 89 a. هلك (Heleke) Kelimesi ................................................................................ 90 b. مستطر (Mustetar) Kelimesi ......................................................................... 91 c. جنات (Cennât) ve نهر (Nehr) Kelimeleri ..................................................... 91 d. مليك (Melîk) Kelimesi ................................................................................ 92 3. Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri ........................................................... 93 a. Her İşin Bir Anda Tamamlanması ve Her Şeyin Yazılmış Olması .......... 93 b. Müttakilerin Âkıbeti .................................................................................. 94 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KAMER SÛRESİNDE KIYÂMET TASVİRLERİ VE HELÂK EDİLEN KAVİMLER I. KIYÂMET VAKIASININ İŞLENİŞİ AÇISINDAN KAMER SÛRESİ ........ 97 A. KIYÂMETİN TANIMI VE MAHİYETİ .................................................... 98 1. Kıyâmetin Sözlük Anlamı ............................................................................. 98 2. Kıyâmetin Istılahî Anlamı ............................................................................. 99 B. KUR’ÂN-I KERÎM’DE VE HADÎSLERDE KIYÂMET KELİMESİ ..... 99 C. KUR’ÂN-I KERÎM’DE KIYÂMETİN BAZI NİTELİKLERİ ............... 100 D. KIYÂMET ÂLAMETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ ............................. 103 II. HELÂK EDİLEN KAVİMLERİN İŞLENİŞİ AÇISINDAN KAMER SÛRESİ.................................................................................................... ........... 108 A. HZ. NÛH’UN KAVMİ ............................................................................. 110 a. Yaşadığı Dönem ve Nesebi ..................................................................... 110 xii b. Yaşadığı Bölge ........................................................................................ 111 c. Dînî Durumu ............................................................................................ 111 d. Hz. Nûh’un Daveti ve Kavminin Tepkisi ................................................ 112 B. ÂD KAVMİ ............................................................................................... 113 a. Hz. Hûd .................................................................................................... 113 b. Âd Kavmine Genel Bir Bakış .................................................................. 114 c. Yaşadığı Dönem ve Bölge ....................................................................... 114 d. Hz. Hûd’un Daveti ve Âd Kavminin Tepkisi .......................................... 115 C. SEMÛD KAVMİ ...................................................................................... 116 a. Semûd Kavmi ile İlgili Genel Bilgiler ..................................................... 116 b. Yaşadığı Bölge ........................................................................................ 116 c. Hz. Sâlih’in Daveti ve Semûd Kavminin Tepkisi ................................... 117 D. HZ. LÛT’UN KAVMİ ............................................................................. 118 a. Hz. Lût’un Kavmine Genel Bir Bakış ..................................................... 118 b. Dînî Hayatı .............................................................................................. 118 c. Hz. Lût’un Daveti ve Kavminin Tepkisi ................................................. 119 E. FİRAVUN VE KAVMİ ............................................................................ 120 a. Genel Bilgiler .......................................................................................... 120 b. Mısır’ın Coğrafi Yapısı ve Dînî Durumu ................................................ 121 c. Hz. Mûsa’nın Daveti ve Firavun Kavminin Tepkisi ............................... 121 SONUÇ .................................................................................................. 125 KAYNAKLAR ...................................................................................... 128 ÖZGEÇMİŞ .......................................................................................... 137 BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TEZ ÇOĞALTMA VE ELEKTRONİK YAYIMLAMA İZİN FORMU ................................................................................................ 138 xiii KISALTMALAR Kısaltma Bibliyografik Bilgi a.g.e. Adı Geçen Eser a.g.m. Adı Geçen Makale bkz. Bakınız C. Cilt çev. Çeviren ed. Editör h. Hicrî haz. Hazırlayan Hz. Hazret m. Miladî s.a.v. Sallallahu Aleyhi ve Sellem S. Sayı s. Sayfa ss. Sayfadan sayfaya t.y. Basım tarihi yok v. Vefatı vb. Ve benzeri vs. Vesaire y.y. Basım yeri yok xiv GİRİŞ I- ARAŞTIRMANIN KONUSU, ÖNEMİ VE AMACI Çalışmamızın konusu, Kamer sûresinin tefsiri başta olmak üzere, sûrede yer alan kıyâmetin kopuşu hâdisesinin incelenmesi ve bu sûrede zikredilen helâk edilen kavimlerin helâk sebeplerinin ve şekillerinin araştırılmasıdır. Kur’ân’da, insanlık tarihi açısından önem arz eden helâka uğrayan kavimler anlatılırken özellikle bazı noktalara vurgu yapıldığı, ısrarla bazı özelliklerinin altının çizildiği görülmektedir. Helâk edilen kavimlerin Kur’ân’da anlatılma amacı, ibret maksatlı olduğuna göre; bu kıssalardan alınacak ders, şirk, rasûlleri yalanlama gibi ortak özelliklere sahip kavimleri iyi anlamak ve onların düştüğü hataya düşmemektir. O halde bu durum, ortak özelliklerinin ne denli önemli olduğunu gösterir. Zamanlar, mekânlar, peygamberler, ümmetler, çağlar ve coğrafyalar değişmesine rağmen, bazı yasalar sürekli yürürlükte kalıyor ve daima ön plana çıkıyorsa ortada değişmeyen bazı ilahî yasalar var demektir. Bir de sürekli vurgu yapılan bu yasaları gündemde tutanın, her şeyi bilen yüce Allah olduğu göz önüne alınırsa konunun ciddiyeti ve ehemmiyeti daha kolay anlaşılabilir. İnsanlık tarihinin farklı dönemlerinde, birbirinden çeşitli açılardan farklı olan toplumların aynı veya benzer suçları işlediği için korkunç şekilde Allah tarafından helâk olmakla cezalandırılmış olması ve hidayet kaynağı olarak indirilen Allah’ın kelamında bu konuya çok fazla yer verilmesi dikkat çekmektedir. Dolayısıyla rahmeti gazâbını geçen Yüce Rabbimizin gazaplanmasına sebep olan bu suç ve günahların neler olduğu sorusu aklımıza gelmektedir. Daha da önemlisi, Nûh, Âd, Semûd, Lût, Firavun kavimleri ve kavimlerin önde gelen bireylerini helâke götüren bu hatalar ve günahlar, acaba şu anda içinde yaşadığımız toplumda veya yaşamakta olan diğer toplumlarda da 1 var mıdır? Tarihte ısrarla bu hataları ve günahları işlediği için birey ve toplumları helâk ettiğini bildiren Yüce Allah, bugün aynı suçları işleyenlere acaba farklı bir tavır mı gösterecektir? Bu soruların ve benzerlerinin önem arzeden cevabı açık ve kesindir. Hiçbir zaman kullarına zulmetmeyen ve kendisine adaleti prensip edinen yüce Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’de de tarih boyunca değişmeyen, tebdil ve tağyire uğramayan Sünnetullah’tan bahsetmekte, yani aynı suçlara ve günahlara aynı veya benzer cezalar verdiğini ifade etmektedir. Bu hakikat de bizim tarihten ders ve ibret almamız gerektiğini ortaya koymaktadır. Ders ve ibret almak için yapmamız gereken ilk şey ise ortak cezası helâk olan geçmiş toplumları, helâke sürükleyen ortak sebepleri tespit etmektir. Allah’ın gazâbına uğrayan bir toplumun hayatı nasıl algıladığı, dine ve müminlere nasıl davrandığı, onlar için Allah’ın âyetlerinin ve peygamberin ne ifade ettiği son derece önemlidir. Bu araştırmamız, helâk cezasına uğrayan bir toplumun bireylerinin genel olarak zihniyetini ve şahsiyetini anlamamıza yardımcı olacaktır. Ayrıca, insanlara kıyâmetin kopuş ânı ile ilgili Kur’ân-ı Kerîm’in ısrarla üzerinde durduğu hususları hatırlatmak özellikle bu dünya hayatı yaşanırken, bütün burada yapılanların bir gün hesabının verileceği gerçeğinin vurgulanması açısından önem arzeder. Kıyâmetin kopuş anına dair Kur’ân âyetlerinde verilen detaylar, kıyâmetin kopmaması ve bu dünyada yapılanların hesabının verilmemesi gibi ihtimalleri ortadan kaldıracak kadar açıktır ve çoktur. Bu çalışmamız vesilesiyle dünya hayatının geçici olduğu gerçeği tekrar vurgulanmakta, önemli olanın ahiret hayatı olduğu konusuna dikkat çekilmektedir. Çalışmamızın amacı, öncelikle helâk edilen kavimlerin psikolojik ve sosyolojik yapısını, dine ve peygamberlere karşı fikrî ve fiilî tavırlarını ortaya koymaktır. Ayrıca toplumları helâkten kurtaran noktaları ortaya koymaya çalışmak, Allah Teâlâ’nın gazâbına değil, rahmetine nail olan bir toplum olmanın yollarını aramaktır. Ayrıca, çalışmanın diğer bir amacı da kıyâmetin kopma ânı ile ilgisi olan veya ilgisinin olduğu düşünülen âyetlerin konu bütünlüğü sağlanarak bir dökümünün yapılması ve böylelikle kıyâmetin kopmasıyla birlikte meydana gelecek durumların göz önüne serilmesidir 2 II- ARAŞTIRMANIN METODU VE KAYNAKLARI Araştırmamız bir giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde konunun önemi ve amacı ele alınmıştır. Birinci bölümde, öncelikle Kamer sûresi hakkında genel bilgiler, sûrenin iniş sebebi, ihtiva ettiği konular, sûrenin fazileti ve sûrede yer alan edebî sanatlardan bahsedilmiş; kıraat farklılıkları ve i‘râb uygulamaları, çeşitli tefsirlerden, Arap dili sözlüklerinden ve konuyla ilgili kitaplardan hareketle izah edilmeye çalışılmıştır. İkinci bölümde, Kamer sûresi geniş bir şekilde tefsir edilmeye gayret edilmiştir. Sûredeki kavramlar ve garip lafızlar, sûrenin âyetlerinin açıklanması ve tefsiri, sûrede söz konusu olan ayın yarılması hâdisesinin vâkî olup olmadığına dair tartışmalar ortaya konmuş, müşriklerin mucizeleri inkâr etmelerine, kâfirlerin Allah’ın elçilerine karşı tavırlarına ve helâk edilişine, kıyâmetin kopuşunu bildiren âyetler hakkında çeşitli görüşlere ve değerlendirmelere yer verilmiştir. Üçüncü bölümde, Kamer sûresinde yer alan kıyâmet hadisesi ve helâk edilen kavimler üzerinde durulmuştur. Önce Kamer sûresinin âyetlerinde geçen kıyâmet sahneleri ve helâk edilen kavimler tespit edilmiştir. Ardından bu konularla ilgili mevcut olan diğer âyetlere başvurularak konuya bütüncül bir yaklaşım getirilmeye çalışılmıştır. Araştırmamız esnasında âyetlerin meâllerini verirken Diyânet İşleri Başkanlığınca hazırlanan -Halil Altuntaş ve Muzaffer Şahin’in- Kur’ân-ı Kerîm Meâli’nin yanında Elmalılı Hamdi Yazır’ın (1878-1942) Kur’ân-ı Kerîm ve Yüce Meâli, Ömer Nasûhi Bilmen’in (1882-1964) Kur’ân-ı Kerîm Meâli Âlisi ve Tefsîri gibi kaynaklardan istifade edilmiştir. Kavramların manalarını verirken er-Rağıb el-İsfehânî (v. 502/1108)’nin el- Müfredât kitabından, İbn Manzûr (v. 711/1311)’un Lisânu’l-Arab eserinden, Diyânet İşleri Başkanlığınca hazırlanan Diyânet İslam Ansiklopedisi’nden, Kamer sûresinin icmâli tefsiri yapılırken de –Taberî (v. 310/923)’nin Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l- Kur’ân, İbn Kesîr (v. 774/1372)’in, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Râzî (v. 606/1209)’nin, Mefâtîhu’l-Gayb, Zemahşerî (v. 538/1143)’nin el-Keşşâfı – gibi. tefsirlerinden istifade edilmeye çalışılmıştır. Ayrıca Seyyid Kutub’un Meşâhidü’l-Kıyâme fi’l-Kur’ân ve Tabbâra’nın Kur’ân’da Peygamberler ve Peygamberimiz adlı eserleri de 3 araştırmamızın başucu eserleri arasında yer almaktadır. Bu kaynakların beraberinde konu ile ilgili önemli görülen sahih hadislerden de yararlanılmıştır. III- KAMER SÛRESİ İLE İLGİLİ YAPILMIŞ ÇALIŞMALAR Yükseköğretim Kurulu (YÖK)’te, Enise Osmanoğlu Bengi’nin “Kur’ân İlimleri Açısından Kamer Sûresi ve Tefsiri” isimli, 99 sayfadan oluşan, basılmamış Yüksek Lisans Tezi bulunmaktadır.1 Üç bölümden oluşturulmuş olan mezkûr tezin ana konusu “Kur’ân İlimleri” olmasından dolayı Kamer suresi bu yönde ele alınıp çalışılmıştır. Araştırmanın birinci bölümünde, “Kamer sûresi hakkında genel bilgiler” ana başlığı ile sûre hakkında kısaca bilgiler verilmiştir. İkinci bölümde, “Kamer Sûresi ve Kur’ân İlimleri” ana başlığı altında araştırmanın esas konusu ele alınıp “Fevâtihü’s-Süver”, “Garîbü’l-Kur’ân”, “Fâsıla” gibi Kur’ân ilimleri Kamer sûresinde özelinde incelenmiştir. “Kamer Sûresinin Tefsiri” ana başlıklı üçüncü bölümde, tefsir kaynaklarından istifade edilerek ayrıntılara ve sûrenin ana konularına girmeksizin kısaca âyetlerin tefsîri yapılmıştır. 1 Gnl.Tez.: 173079, tsf.no., 297.212. CIR.B. 4 BİRİNCİ BÖLÜM KAMER SÛRESİ HAKKINDA TANITICI BİLGİLER 5 I. KAMER SÛRESİ İLE İLGİLİ GENEL BİLGİLER A. SÛRENİN İSMİ, HARF, KELİME VE ÂYET SAYISI Kamer sûresi 55 âyet olup, Mekke döneminin ilk yıllarında, Târık sûresinin ardından inmiştir. İsmini birinci âyetinde geçen ayın yarılması anlamında (انشق القمر) ifadesinden aldığı görülmektedir. “İkterabet” ya da “İkterabeti’s-sâ’a” birinci âyetin ilk ifadeleri olduğu için sûrenin bunlar gibi verilmiş başka isimleri olduğu da söylenmektedir. Fasılası ise ر harfidir.2 Sûrenin üç yüz kırk iki kelime ve bin dört yüz yirmi üç harften meydana geldiği görülmektedir.3 es-Süyûtî (v. 911/1505), el-İtkân isimli kitabında birden fazla ismi olan sûreler hakkında bilgi verdiği kısımda, sûrenin asıl adı olarak “İkterabet” başlığını tercih etmekte ve sûrenin “Kamer” şeklinde bir adının daha bulunduğunu ifade etmektedir.4 Netice olarak sûrenin ismi ile ilgili “Kamer”, “İkterabet”, “İkterabeti’s-Sa’â” şeklinde üç farklı meşhur kullanım bulunduğunu söylemek mümkündür. Sûre hakkında kullanılan bu isimler, sûrenin ilk âyetinde sözü geçtiği için tercih edildiği kuvvetle muhtemeldir. 2 Yaşaroğlu, Kâmil, “Kamer Sûresi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2001, C. XXIV, s. 276. 3 ed-Dânî, Ebû Amr Osman b. Saîd, el-Beyân fî Addi Âyi’l-Kur’ân, 1.b., Kuveyt: Menşûrâtu Merkezi’l- Mahtûtât ve’t-Turâs ve’l-Vesâik, 1414/1994, s. 236. 4 Süyûtî, Ebü’l-Fadl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî, el-İtkân fî ‘ulûmi’l-Kur’ân, (nşr. Ahmed b. Alî), Kahire: Dâru’l-Hadîs, 1427/2006, I, 179. 6 B. KAMER KELİMESİNİN MANALARI VE KUR’ÂN’DAKİ KULLANIMLARI Kamer lafzının Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi yedi âyette geçtiği zikredilmektedir.5 Kamer kelimesinin geçtiği yerlere bakıldığında mana açısından farklı manalarda kullanıldığı görülmektedir.6 Bunları şöyle sıralamak mümkündür: 1. Yılların Sayısının Tespiti ve Vakitlerin Tayini İçin Ayın Dolaştırılması En’âm sûresinin 96. âyetinde, güneşle birlikte kamerin Allah Teâlâ tarafından zamanların belirlenmesi için araç kılındığı ifade edilmektedir: ً ذَِلَك تَْقِديرُ اْلعَِزيِز اْلعَِليِم َّشْمَس َواْلقََمَر ُحْسبَان ا ِ ح َوَجعََل اللَّْيَل َسَكناً َوال فَاِلُق اإِلْصبَا “O, karanlığı yarıp sabahı çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı da ince birer hesap ölçüsü kıldı. Bütün bunlar mutlak güç sahibinin, hakkıyla bilenin takdiridir (ölçüp biçmesidir).” 7 İbn Abbas (v. 68/687-688)’tan gelen bir rivâyete göre ise ً ًۜا َّشْمَس َواْلقََمَر ُحْسبَان َوال “…güneşi ve ayı birer hesap ölçüsü…”, ifadeleri, gün, ay ve yılların sayısı anlamına gelmektedir.”8 Taberî (v. 310/923), ً ًۜا َّشْمَس َواْلقََمَر ُحْسبَان ”…güneşi ve ayı birer hesap ölçüsü…“َوال âyetini açıklarken, müfessirler arasındaki tartışmaları dile getirdikten sonra bu ifade ile Yüce Allah, güneşin ve ayın, kendi yörüngelerinde bir hesapla akıp gezmelerini belirlemesi için getirildiğini söylemektedir.9 Bu bağlamda, Yüce Allah, Yûnus sûresinde de vakitlerin hesaplamalarının doğru ve kolay şekilde yapılabilmesi için ayın menzillerini ayarladığını ifade ederek şöyle buyurmaktadır: َ ن َواْلِحَساَب ِ سنِي َ س ِضيَاء َواْلقََمَر نُورا ً َوقَدََّرهُ َمنَاِزَل ِلتَْعلَُمواْ َعدَدَ ال َّشْم ُهَو الَِّذي َجعََل ال ِ َصُل اآليَاتِ ِلقَْوٍم يَْعلَُموَن ِق يُف َما َخلََق ّللاُ ذَِلَك إاِلَّ بِاْلَح 5 İbrahim, Muhammed İsmail, Mu’cemu’l-Elfâzi ve’l-A’lâmi’l-Kur’âniyye, Kahire: Dâru’l-Fikri’l- Arabî, t.y.,s. 435. 6 Aykan, Recep, Kelime ve Konularına Göre Alfabetik Kur’ân Fihristi, 2.b., İstanbul: Pınar Yayınları, 2000, s. 260. 7 En’âm, 6/96. 8 et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, 1.b., Kahire: Dâru Hicr li’t-Tabâati ve’n-Neşri ve’-Tevzîi ve’l-İ’lân, 1422/2001, C. IX, s. 428. 9 a.yer. 7 “O, güneşi bir ışık (kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık (kaynağı) kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona menziller takdir edendir.” 10 Allah bütün bunları hikmet ve fayda esasına göre yaratmıştır. Bilme kabiliyetinde olanlar için de âyetlerini detaylı bir şekilde gözler önüne seriyor. Yüce Allah’ın bu iki gök cismini birbirinden farklı bir sanatla yarattığı ve bunlara ayrı görev ve fonksiyonlar verdiği; güneşi günler, ayı ise aylar ve yılların bilinmesine sebep kıldığını bildirmek amacıyla bu âyeti getirdiği söylenmektedir.11 2. Güneşin ve Ayın Allah’ın Buyruğunda Oluşu Bütün yaratıklar gibi güneş ve ay da yaratıcılarına tabi olmak üzere boyun eğme görevindedir. Onlar, Allah Teâlâ’nın emrinden bir milimetre kadar bile çıkmaksızın yörüngelerinde dolaşıp dönmektedirler. Nitekim bu manada Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ٌّل َ ر ُك َّشْمَس َواْلقََم َّخَر ال ِ ل َوَس ِفي اللَّْي َّ ّللاَ يُوِلُج اللَّْيَل ِفي النََّهاِر َويُوِلُج النََّهاَر ََّن أَلَْم تََر أ َّ ّللاَ بَِما تَْعَملُوَن َخبِيٌر ََّن ًّمى َوأ ُّمَس يَْجِري إِلَى أََجٍل “Görmedin mi ki, Allah, geceyi gündüzün içine ve gündüzü de gecenin içine sokuyor. Güneşi ve ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri (kendi yörüngesinde) belli bir zamana kadar akar gider. Şüphesiz Allah, işlediklerinizden hakkıyla haberdardır.” 12 Buradaki âyet, insanların geçmişten beri günümüze kadar yıldızlara ve özellikle güneş ve ay cismine taptığı, oysa bunların bütün kâinattaki gök cisimleriyle birlikte Allah’ın kıldığı bir sisteme bağlı olduğu ve ondan sapmadığı şeklinde tefsir edilmektedir.13 Bu manada, Allah (c.c.) başka bir âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır: “O güneşi ve ayı da buyruğu altına almıştır.”14 Bu âyet Allah’ın, güneş ve ayın seyrini 10 Yûnus, 10/5. 11 İbn Kesîr, İmamü’d-Dîn Ebu’l-Fidâ İsmaîl b. Ömer, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 2.b., Riyad: Dâru Tayyibe li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 1420/1999, C. IV, s. 248. 12 Lokmân, 31/29. 13 el-Mevdûdî, Ebu’l-A’lâ, Tefhimu’l-Kur’ân, 2.b., İstanbul: İnsan Yayınları, 1996, C. IV, s. 337. 14 Fâtır, 35/13; 8 düzenli kılarak görevlerini yerine getirmek üzere boyun eğdirdiği anlamına gelmektedir.15 3. Güneşin ve Ayın İnsanların Hizmetine Sunulması Cenabı-Hak, insanları kâinatın en üstün varlığı kılıp, kâinattaki her şeyi onun hizmetine ve faydasına yarattığına dair bilgi vermektedir. Bundan ötürü, ay başta olmak üzere güneş, gündüz, gece ve her şeyi insanlar için yararlı kıldığını vurgulamaktadır. Nitekim bu konuda İbrâhîm sûresinde: “Düzenli seyreden güneşi ve ayı sizin için yararlı kılan, gece ile gündüzü faydalanacağınız biçimde yaratan O’dur.” buyrulmaktadır.16 Bu konuda diğer bir âyet de şu şekildedir: َِّن فِي ذَِلَك آَليَاٍت َّخَراٌت بِأَْمِرِه إ َ ر َواْلنُُّجوُ م ُمسَ َ واْلقََم َّشْمَس َّخَر لَُكُم اللَّْيَل َواْلنََّهاَر َوال َوَس ٍ م يَْعِقلُونَ ِل قَْو “O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Bütün yıldızlar da O’nun emri ile sizin hizmetinize verilmiştir. Şüphesiz bunlarda aklını kullanan bir millet için ibretler vardır.” 17 Kurtubî (v. 671/1272)’ye göre, “O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi” ibaresinin, Kasas sûresinde geçen: “geceyi ve gündüzü sizin için sükûn bulasınız ve lütfundan arayasınız diye yaratmış olması O’nun rahmetindendir” buyruğuna benzediği görülmektedir.18 4. Ayın Belirli Bir Yörüngede Bir Vakte Kadar Akıp Seyretmesi Ayın, diğer gezegenler gibi, evrende bir denge ve dünyada yaşam sağlamak üzere, dünyanın çevresinde kendi yörüngesinde dolaştığı bilinmektedir. Bunu Allah Teâlâ şöyle bildirmektedir: َّشْمَس َّخَر ال َُّم اْستََوى َعلَى اْلعَْرِش َوَس َّسَماَواِت بِغَْيِرَعَمٍد تََرْونََها ث ّللاُ الَِّذي َرفََع ال ِ َصُل اآليَاِت لَعَلَُّكم بِِلقَاء َرب ُِكمْ تُوقِنُونَ ًّمى يُدَب ُِر األَْمَر يُف ُّمَس ٌّل يَْجِري ألََجٍل َواْلقََمَر ُك 15 en-Nesefî, Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd, Medârikü’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, İstanbul: Dâru Kahraman, 1984, C. III, s. 337. 16 İbrâhîm, 14/33. 17 Nahl, 16/12. 18 el-Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Farh el-Ensârı el-Hazrecî el-Endelüsî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, y.y.: Dâru Âlemi’l-Kütüb, t.y., C. X, s.83. 9 “Allah, gökleri gördüğünüz herhangi bir direk olmadan yükselten, sonra Arş’a kurulan, güneşi ve ayı buyruğu altına alandır. Bunların hepsi belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. O, her işi (hakkıyla) düzenler, yürütür, âyetleri ayrı ayrı açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız.” 19 Güneşin ve ayın bir vakte kadar akıp gitmesinden maksadın kıyâmet günü olduğu; zira Allah Teâlâ’nın başka âyetlerde kıyâmetin geldiği vakit, evrendeki gök cisimlerinin ahenginin bozulup, yıldızların yere düşmeleri20 gibi olaylar meydana geleceğini haber verdiği ifade edilir.21 Yüce Allah, Yâsîn sûresinde bu hadiseyi şu şekilde açıklamaktadır: َّشْمُس َواْلقََمُر بُِحْسبَاٍن ال “Güneş ve ay bir hesaba bağlı (olarak hareket ederler).”22 Beydâvî (v. 685/1286), “Güneş ve ay bir hesaba bağlı” âyetini, güneş ile ay evrendeki menzillerinde belli bir hesap ile dolaşmaktadır. Onların sayesinde vakitler, mevsimler ve yılların hesabı bilinir, şeklinde izah etmektedir.23 5. Ayın İkiye Ayrılması Hz. Efendimiz’in mucizlerinden biri ayı ikiye ayırmasıdır. Nitekim Kamer sûresinde şöyle geçmektedir: َّق اْلقََمُر َّساَعةُ َوانَش اْقتََربَِت ال “Vakit yaklaştı ve ay yarıldı.”24 Kureyşli müşrikler Hz. Peygamber’den mucize istemeleri üzerine ay’ı ikiye ayırmıştır. Ayın ikiye bölünmesi hadisesi gerçekleştiği esnada kervanlar ile yolculuk etmekte olan insanlar tarafından görülmesine rağmen müşrikler bunun bir sihir olduğunu iddia ederek iman etmemişlerdir.25 19 Ra’d, 13/2. 20 Bkz. Tekvîr,81/1, 2; İnşikâk, 84/1; İnfitâr, 82/1; Kıyâme, 75/9. 21 er-Râzî, Fahreddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyin b. Ali el-Kureşî et-Teymî el-Bekrî, Mefâtîhu’l- Gayb, 1.b., Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1401/1981, C. VIII, s. 238. 22 Rahmân, 55/5. 23 el-Beyzâvî, Kâdî Nâsiruddîn Ebû Saîd Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şîrâzî, Tefsîru’l-Beyzâvî, 1.b., Beyrut: Dâru İhyâu’t-Türasi’l-Arabî, t.y., C. V, s.170. 24 Kamer, 54/1. 25 Kurtubî, a.g.e., C. XX, s. 71. 10 6. Ayın Güneşin Işığını Yansıtan Münîr Kılınması Ay, bilindiği gibi ışığını güneşten alıp yansıtmaktadır. Lakin bazı âyet-i kerîmelere detaylı bir şekilde bakıldığında, ay da bir zamanlar güneş gibi yakan bir gezegen olup Allah Teâlâ tarafından dünyada geceyi istirahat zamanı kılmak üzere söndürüldüğünü anlamak mümkündür.26 ِ س ِنينَ َواْلِحَساَب َ س ِضيَاء َواْلقََمَر نُورا ً َوقَدََّرهُ َمنَاِزَل ِلتَْعلَُمواْ َعدَدَ ال َّشْم ُهَو الَِّذي َجعََل ال ِ ت ِلقَْوٍم يَْعلَُموَن ِ َصُل اآليَا ِق يُف َما َخلََق ّللاُ ذَِلَك إاِلَّ بِاْلَح “O, güneşi bir ışık (kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık (kaynağı) kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona menziller takdir edendir.” 27 Âyette Allah’ın, ayın ve güneşin birbirlerine karıştırılmamasından dolayı farklı bir biçimde -güneşin kütlesinden çıkan ışık, aydan parlaklık- yarattığı vurgulanmaktadır. Bu da Yüce Allah’ın kudretinin mükemmelliğini ve hükümranlığını gösteren işaret ve delillerinden sayılmaktadır.28 Yüce Allah diğer bir âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır: َّشْمِس َوُضٰحيَها َواْلقََمِر اِذَا تَٰليَها َوال “Güneşe ve onun aydınlığına andolsun. Onu izlediğinde Ay’a andolsun.”29 Âyette ay, aydınlatma açısından güneşin yerini almasından dolayı bu iki gezegen peşpeşe zikredildiği ve ayın, kendi ışığını güneşten alışının kastedildiği söylenmektedir. Astronomi ilminde ay ve güneş arasında mevcut olan uygunluğun, güneş ile diğer gezegenler arasında bulunmadığı ifade edilmektedir.30 7. Allah’ın Birliğini Gösteren Simgelerden Olması Tarih boyunca bazı insanlar, şeytana uyup güneş, ay, yıldız vb. evrendeki gök cisimlerine ibadet etmişlerdir. Oysa bu yaratıklar, Allah Teâlâ’nın kâinattaki âyetlerinden olup O’nun tek yaratıcı, tek ilâh olduğunu, tapılmaya hakkı olanın ancak O olduğunu göstermektedir: 26 Kaya, Mahmut, “Ay”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1991, C. IV, s. 182 27 Yûnus, 10/5. 28 İbn Kesîr, a.g.e. C. IV, s. 248. 29 Şems, 91/1, 2. 30 Râzî, a.g.e., C. XXXI, s. 189. 11 َّّلِِلِ الَِّذي َّشْم ِس َواَل ِلْلقََمِر َواْسُجدُوا َّشْمُس َواْلقََمرُ اَل تَْسُجدُوا ِلل ِ ه اللَّْيُل َوالنََّهاُر َوال ِت َوِمْن آيَا َّن إِن ُكنتُمْ إِيَّاهُ تَْعبُدُونَ َخلَقَُه “Gece, gündüz, güneş ve ay Allah’ın varlığının delillerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin. Eğer gerçekten Allah’a kulluk ediyorsanız, onları yaratan Allah’a secde edin.”31 Yüce Allah’ın kendisi görülmezse bile yaratıklarıyla tek olduğunun vurgulandığı görülmektedir. Bu âyet-i kerîme indiği zaman, Hz. Peygamber (a.s.) ve müminlerin secde ettikleri nakledilmektedir. Bunun mukabilinde Mekkeli müşriklerin de kendi tapmış oldukları putlara “– Lât, Uzzâ ve Menât’a – secde edelim” dedikleri zikredilmektedir.32 8. Ayın Tutulup Güneşle Birleştirilmesi Kıyâmetin ne zaman olacağını alay etmek maksadıyla soran kimselere, ayın tutulacağı ve ayın güneşle bir araya getirilip birleştirileceği vakit kıyâmetin kopacağı hakikati Kıyâmet sûresinde şöyle açıklanmaktadır:33 َّشْمُس َواْلقََمرُ فَإِذَا بَِرَق اْلبََصُر َوَخَسَف اْلقََمُر َوُجِمَع ال “Gözler kamaştığı, ay karanlığa gömüldüğü, güneş ve ay bir araya getirildiği zaman.”34 Görüldüğü üzere, “Kamer” lafzı Kur’ân’da birçok anlamda kullanılmıştır. Genel olarak Güneş kelimesi ile birlikte kullanıldığı dikkat çekmektedir. Kamer kelimesini kullanıldığı anlamlar bakımından sekiz kategoride ele aldık. Kamer sûresinde delalet ettiği mana ileriki bölümlerde daha detaylı işlenecektir. 31 Fussilet, 41/37. 32 Mukâtil b. Süleymân, Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, 1.b. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1424/2003, C. III, s. 167. 33 Beyzâvî, a.g.e., C. V, s. 265. 34 Kıyâmet, 75/7-9. 12 II. KAMER SÛRESİNİN NÜZÛLU HAKKINDAKİ BİLGİLER A. SÛRENİN İNİŞ YERİ VE ZAMANI Kamer sûresinin iniş yeri ile ilgili iki görüş vardır. Birinci görüşe göre bu sûrenin tamamı Mekke’de inmiştir. Bu cumhûr’un görüşüdür.35 İkinci görüş ise, bu sûrenin üç âyeti haricinde çoğunun Mekke’de indiği yönündedir. Bu görüş Mukâtil b. Süleyman (v. 150/767)’a aittir.36 Kurtubî’ye göre bu görüş sahih değildir.37 Zira sûrenin nüzûl zamanı daha yakından incelediğinde hicretten önce olduğu daha açıktır.38 B. SÛRENİN İNİŞ SIRASI Müfessirlere göre Kamer sûresi, Târık sûresinden sonra, Sâd sûresinden önce inmiştir. Bu sûre, mushaftaki tertibe göre elli dördüncü,39 Abdullah b. Mes’ûd (32/652) mushafına göre ise otuz üçüncü sırada yer almaktadır.40 Kronolojik nüzûl sırasına göre bakıldığında Hz. Osman (35/656) mushafında otuz yedinci,41 Abdullah b. Abbas mushafında otuz beşinci, Ca’fer es-Sâdık (148/765) mushafına göre ise otuz altıncı sırada yer almaktadır. Bankipûr’daki sahih olmayan yazma mushafında otuz yedinci sırada tertib edilmiştir.42 Muhammed Seyyid Tantâvî (1928-2010), iniş sırası açısından Kamer sûresini otuz sekizinci sıraya koymuştur.43 Bu bilgilere dayanarak sûrenin iniş sırasının, Târik sûresinden sonra44, Sâd sûresinden önce45 olduğunu ifade etmek mümkündür. 35 eş-Şevkânî, Muhammed b. Alî b. Muhammed, Fethu’l-Kadîr, y.y.: Dâru’l-Vefâ, 1994, C. V, s. 158. 36 Mukâtil b. Süleymân, a.g.e. C. III, s. 296; Ayrıca bkz. Kamer, 54/44-46. 37 Kurtubî, a.g.e., C. XVII, s. 125. 38 Emiroğlu, Tahsin, Esbâb-ı Nüzûl, Konya: Ülkü Basımevi, 1978, C. XI, s. 339. 39 Duman, Zeki, Beyânu’l-Hak: Kur’an’ın Nuzul Sırasına Göre Tefsiri, Ankara: Fecr Yayınları, 2006, C. I, s. 225. 40 Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1971, s. 84. 41 İbn Âşûr Muhammed et-Tâhir b. Muhammed b. Muhammed et-Tâhir et-Tûnisî, Tefsîrü’t-Tahrîr ve’t- Tenvîr, Tunus: Dâru Tunusiyye li’n-Neşr, 1984, C. XXVII, s. 165; Duman, a.g.e., I, 225. 42 Cerrahoğlu, a.g.e., ss. 78-84. 43 Tantâvî, Muhammed Seyyid, et-Tefsîru’l-vasît li’l-Kur’âni’l-Kerîm, (nşr. Abdurrahmân Adevî), Kahire: Dâru’l-Me‘ârif, t.y, C. XIV, s. 93 44 İbn Âşûr, a.g.e., C. XXVII, 165; Abdülkâdir, Cum’a Ali, Me’âlimü süveri’l-Kur’ân ve İttihâfâtu Dürerihî, 2.b., y.y.: y.y., 1428/2007, C. II, s. 184; Sa’idî, Abdulmüte‘âl, en-Nazmu’l-fennî fi’l-Kur’ân, Kahire: Mektebetü’l-Adâb, 1992, s. 300. 45 Zerkeşî, Ebû Abdillâh Bedrüddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh et-Türkî el-Mısrî el-Minhâcî, el-Burhân fî ‘Ulûmi’l-Kur’ân, (nşr. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrâhîm), Kahire: Mektebetü Dâru’t- Türâs t.y., C. I, s. 193; İbn Âşûr, a.g.e., C. XXVII, s. 165; Tantâvî, a.g.e., C. XIV, s. 93. 13 C. NÜZÛL SEBEBİ Kamer sûresinin sebeb-i nüzûlü ile ilgili kaynaklarda birkaç rivâyet vardır. Bu rivâyetlerden birine göre Kamer sûresi, Peygamberimiz (a.s) Mekke’de iken, ayı mucize olarak ikiye yarması üzerine inmiştir. Diğer rivâyete bakılınca, kaderi inkâr eden bazı insanlar hakkında, Allah Teâlâ’nın 47-49 âyetleri indirdiği söylenmektedir.46 Kamer sûresi ile ilgili rivayetler toplu halde şu şekildedir: a. Ebû Hakim Akil b. Muhammed Cürcânî, Abdullah’tan şu rivâyeti aktarmıştır: “Ay, Rasulullah’ın zamanında ikiye bölündü. Kureyş dedi ki: “Bu İbn Ebî Kebşe’nin sizi büyülediği bir sihirdir. İsterseniz yolculara bir sorun.” Yolculara sordular. Onlar da: “Evet. Ayın ikiye ayrıldığını gördük” dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ şu âyeti indirdi. “Kıyâmet yaklaştı, ay ikiye bölündü. Onlar bir mucize görseler, hemen yüz çevirirler ve: “Süregelen bir büyüdür” derler.47 b. Bu konu ile ilgili ikinci bir rivâyet şöyledir: “Müşrikler Hz. Peygamber’den Allah’ın elçisi olduğuna dair bir delil getirmesini istemişlerdi. Bunun üzerinde ay iki parça olup biri Ebû Kubeys, diğeri ise Kuaykân dağı üzerinde görünmüştür.”48 c. Bir başka rivâyete göre Bedir savaşında Ebu Cehl kibirlenerek Mekkelilerin muzaffer olacağını söylemişti. Bu esnada sûrenin 44. ve 45. âyetlerinin nazil olduğu belirtilmiştir.49 d. Ebû Hureyre’den nakledilen bir rivâyete göre sûrenin 47. ile 49. âyetleri, Mekkeli müşriklerin Hz. Peygamber (a.s) ile kader hakkında tartışmaları üzerine indirilmiştir. Yukarıda Kamer sûresi ile ilgili yer alan rivayetler dışında sahabe tarafından aktarılan herhangi bir rivâyet ya da bilgi bulunmamaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’in bir kısmı sebebe binâen indirildiği, diğer kısmı bidâyeten yalnızca hidâyet ve haber vermek amacıyla nâzil olduğu gerçeği göz önüne alındığında, Kamer sûresinin geri kalan âyetlerini ikinci kısmın içerisinde değerlendirmek yerinde olacaktır. Sûrenin cümleleri 46 es-Süyûtî, Celâleddîn İbn Abdurrahmân, Lübabü’n-Nükûl fî Esbâbi’n-Nüzûl, Beyrut: Müessesetü’l- Kütübi’s-Sekâfiyye, 1422/2002, s. 249. 47 el-Vâhidî, Ali b. Ahmed, Esbâbü Nüzûli’l-Kur’ân, 1.b., Riyad: Dâru’l-Meymân, 1426/2005, s.633 48 ez-Zuhaylî, Vehbe, et-Tefsîru’l-Münîr, 1.b., Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1411/1991, C. XIV, s. 157. 49 Çetiner, Bedrettin, Fatiha’dan Nâs’a Esbâb-ı Nüzûl, İstanbul: Çağrı Yayınları, 2002, C. II, s. 841. 14 ve üslûbu da dikkate alındığında Mekke döneminde indiği görüşü daha doğru olmaktadır. III. SÛREDEKİ KIRAAT FARKLILIKLARI VE SÛRENİN İ’RÂBI Bu başlık altında Kamer sûresindeki mütevatir kıraat farklılıklarına ve sûrenin i’râbına örnekler vermeye çalışacağız. A. KIRAAT FARKLILIKLARI :(Bismillahirrahmânirrahîm) بسم هللا الرحمان الرحيم Necm ve Kamer sûreleri arasında, Hamze (v. 156/773) ve Halefü’l-Âşir (v. 229/844) dışında bütün imamlar besmeleyi okumuşlardır.50 Ebû Amr (v. 154/771) , İbn Âmir (v. 118/736), Ya’kûb (v. 205/821) ve Verş (v. 197/812), iki sûre arasını besmelesiz sekte ile ve besmelesiz vasl ile de okumuşlardır. Hamze ve Halefü’l-Âşir ise, Necm ve Kamer sûrelerinin arasını besmelesiz bağlayarak tilavet etmişlerdir.51 :Müstekar) kelimesi) – مستقر Sûrenin üçüncü âyetinde yer alan “müstekar” lafzını Ebû Cafer (v. 130/747- 748) mecrûr olarak “müstekir” şeklinde, aynı ifadeyi diğer kâriler ise mansub halde “müstekar” olarak okumuştur.52 :Dâi) kelimesi) – الداع Sûrenin altıncı ve sekizinci âyetlerinde yer alan “ed-dâi” kelimesini, Verş ve Ebû Amr vasıl halde iken sonuna bir ي (ya) ekleyerek “ed-dâî” , vakıf halinde ise (ya) eklemeden “ed-dâ’i” şeklinde okumuşlardır. El-Museyyebî ve Kâlûn (v. 220/385) bir okuyuşlarında, gerek vakıf gerek vasıl halinde (ya) eklemeden okuyup diğer bir okuyuşlarında ise sadece vasıl halinde (ya) eklemişlerdir. Kunbül (v. 291/904), bir okuyuşuna göre hem vakıf hem de vasıl olarak okumuştur. Başka bir okuma tarzında 50 Çetin, Abdurrahman, Kur’ân Okuma Esasları, 25.b., Bursa: Emin Yayınları, 2014, s. 460. 51 el-‘Aşşa, Semer, el-Bastu fi’l-Kırââti’l-Aşr, Dimeşk: Mektebetü’s-Selâm, 1424/2004, C. V, s. 186; Mukâtil b. Süleymân, a.g.e. C. III, s. 296. 52 İbnü’l-Cezerî, Ebü’l-Hayr Muhammed b. Muhammed ed-Dimeşkî, en-Neşr fi’l-Kırââti’l-Aşr, 2.b., Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1423/2002, C. I, s. 284. Ayrica bkz. Bengi, Enise Osmanoğlu, Kur’ân İlimleri Açısından Kamer Sûresi ve Tefsiri, (Yüksek Lisans Tezi), Yalova: Yalova Üniveritesi Sosyal Bilimler Ensitüsü, 2017, s. 43. 15 ise iki halinde de (ya) eklemiştir. Diğer karilere gelince sûrede geçen “ed-dâi” ifadesini iki haldede –vakıf ve vasıl- (ya) eklemeksizin okumuşlardır.53 :Nükur) ifadesi) – نكر Sûrenin altıncı âyetinde geçen “nükur” kelimesini, İbn Kesîr (v. 120/738) (ك) kâf harfini sükûn yaparak “nükr” olarak okuyup, diğer kariler ise kâfin dammesi ile “nükur” şeklinde okumuşlardır.54 :Huşşe‘an) kelimesi) – خشعا Basralılar55 Hamze, Kisâî ve Halef bu kelimedeki (خ) ha harfine fetha ve elif ekleyerek (ش) şin harfini ise kesre ve şeddesiz “hâşi‘an” şeklinde okumuşlardır. Diğerleri ise (خ) ha harfine damme, (ش) şin harfine fetha ve şedde ekleyerek elifsiz “huşşe‘an” olarak okumuşlardır.56 :Fefetahnâ) ifadesi) – ففتحنا İbn Âmir bu kelimedeki (ت) ta harfine şedde ekleyerek “fefettahnâ” şeklinde okumaktadır. Diğer kârilerin hepsi şeddesiz “fefetahna” şeklinde okumaktadırlar.57 :Seya’lemûne) ifadesi) –سيعلمون İbn Âmir ve Hamze “seya‘lemûne” ifadesini ikinci şahıs olarak “seta‘lemûne” şeklinde okumuşlardır. Diğerleri ise üçüncü şahıs olarak “seya‘lemûne” şeklinde okumuşlardır. Sonuç olarak, Kamer sûresinde yer alan bazı okuma farklıkları âyetlerinin manasında büyük değişiklik yapmamakla birlikte aksine âyeti farklı vecihlerden incelemeyi sağlamaktadır. B. İ’RÂBI 1. Âyet َُّق اْلَقَمر َّساعَُة َواْنَش ِاْقتََربَِت ال 53 İbn Galbûn, Ebü’l-Hasen Tâhir b. Abdi’l-Mun’im, et-Tezkiratü fi’l-Kırââti’s-Semân, Cidde: el- Cemâatü’l-Hayriyeti li Tahfizi’l-Kur’âni’l-Kerîmi bi Cidde, t.y., C. II, s. 574. 54 İbn Galbûn, a.g.e., C. II, s. 574. 55 Ebû Amr ve Yakub. 56 ed-Dânî, Ebû Amr Osman b. Saîd, Kitabü’t-Teysîr fi’l-Kırââti’s-Seb’i, 1.b., Beyrut: Daru’l-Kütübi’l- İlmiyye, 1416/1996, s.167; İbnü’l-Cezerî, a.g.e., C. I, s. 284. 57 ed-Dânî, a.g.e., s. 85. 16 ,İkterabe” kelimesi, mazi fiil olup“ ٱۡقتََربَ karebe) kökünden türetilmiş olan) قرب fiilin sonunda bulunan ت “ta” harfi esrelidir. Niçin olduğuna dair dilciler arasında ihtilaf vardır. Basralılara göre fiilde mevcut olan ت “ta” harfınin manaya bağlı olmasından dolayı sakin olması gerekmektedir. Lakin burada iki sakinin birbiriyle karşılaşması sebebiyle ت “ta” harfi esreyi almaktadır. Kûfîlere göre, fiillerin sonunda olan ت “ta” ekinin esreli gelmesi Arap dil bilgisine gayet uygundur. َّق اْلقََمر (ve’nşekka’l-kamer) َواْنَش cümlesi ise ب َ َّساَعة ُ kelimesine atfedilip, cümlenin faili ise ٱۡقتََر .kelimesi sayılmaktadır ٱل 58 2. Âyet ر ٌّ َوِاْن يََرْوا ٰايًَة يُعِْرُضوا َويَُقوُلوا ِسْحٌر ُمْستَِم Bu âyette cevabu’ş-şart (şartın cevabı) bulunmaktadır. Âyette geçen و (vav) atıf harfı işlevindedir. ْ يََرۡوا kelimesinin kökünden (ن) nun harfinin hazf edilmesi münasebetiyle meczum fiil sayılıp, faili ise fiilde geçen vav’dır. يُۡعِرُضوا fiilinin de şarta bağlı bir cevap olduğu görülmektedir. ْيََرۡو ا ve يُۡعِرُضوا ifadelerinde bulunan vav’ın kendilerini ilgilendirdiği cemaat/özne, âyette zikredilmemiştir. َءايَة kelimesi, burada “iz, mucize” anlamında kullanılıp ْ يََرۡوا fiilinin mef’ûlü olarak mansup halinde gelmektedir. ٌّر ;lafzı hazfolunmuş mübteda’nın haberi işlevinde olup ِسۡح ٌر ُّمۡستَِم ise sihr kelimesinin sıfatı olarak gelmektedir. Âyette mansup halinde olan اية lafzı, tazîm ifade etsin diye nekre getirilmiştir. 59 3. Âyet ٌّر ُّمۡستَِق ُّل َأۡم ٍر ُ ۡ م َو َّتبَعُٓوْا َأۡهَوٓاَءُه َّذبُوْا َوٱ َُ َو Âyetin i’râb açısından iki kısma ayrıldığı görülmektedir. Birinci kısmında fiil cümlesi, ikincisinde ise isim cümlesi mevcuttur. Burada geçen vav َو önceki âyetteki gibi atıftır. Cümlenin faili ْ ذَّبُوا َُ (Kezzebû) ve ْ ٱتَّبَعُٓوا (İttebe‘û) fiillerinde yer alan vav’dır. Burada fiil cümlesi söz konusu olmasından dolayı, âyette geçen çoğul kelime م ۡ أَۡهَوآَءُه kelimesi mefûlu bih (açık mefûl) işlevinde yer almaktadır. ٍُّل َأۡمر ُ ifadesi mübteda َو olup ٌّر ُّمۡستَِق lafzı ise cümlenin haberi olarak gelmektedir. 60 4. Âyet ٓبَاِء َما ۪فيِه ُمْزدََج ٌر َاْلْنـ َٓجاءَُهْم ِمَن ا َوَلَقْد Vav harfi atıf görevinde bulunup, arkasında gelen (ل َ ) harfi ise Arapça’da kasem (yemin) için kullanılmaktadır. Buna göre buradaki lâm kasem işlevindedir .قَد (kad) 58 en-Nahhâs, Ebû Cafer İsmâîl, İ’râbü’l-Kur’ân, 2.b., Lübnan: Âlemü’l-Kütüb, 1409/1988, s. 285. 59 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 29; ed-Dervîş, Muhyiddîn, İ’râbü’l-Kur’âni’l-Kerîm ve Beyânuh, 3.b., y.y.: Dâru İbn Kesîr, 1412/1992, C. VIII, s. 372. 60 ed-Derviş, a.yer 17 harfi, mâzî fiilinin başında geldiği için kesinlik bildirmektedir. Mâzî fiili olan ََجآء mef’ûl bihi (açık mef’ûl) işlevinde bulunmaktadır. ٓبَاء ifadesi, âyette geçen mâ edatına ِمَن ااْلَْنـ taalluk olup, ََجآء fiilinin failidir. Âyetteki mâ edatı ile ilgili şu iki izah yapılmaktadır: ya ism-i mevsul olup, ‘Sizi caydırıcı şeylerin yer aldığı şey’ manasını taşır ya da bu mâ-i mevsufedir; ‘Onlara, kendisinde caydırıcılık sıfatını taşıyan şey gelmiştir’ şeklindedir. Âyette geçen ر ٌ lafzı ile ilgili şu izah yapılmaktadır: Kelime, kendisinden sonraki ُمۡزدََج âyete bağlı olmasından dolayı mübtedâdır. ‘İzdicar’ anlamında ism-i mef’ul’dur. ‘Mürtekâ’ kelimesi gibi ism-i mekândır.61 ُۢ 5. Âyet ر ُ ُّنُذ ِلغ ٌَة َفَما تُۡغِن ٱل ـٰ ِحۡڪَمُة بَ Âyette geçen ٌِحْكَمةٌ بَاِلغَة hikmet kelimesi hakkında şu açıklamalar yapılmaktadır: İbare; önceki âyette geçen ‘nice önemli haberler’ ifadesinin bedelidir. Yani önceki âyette geçen mâ edatının bedelidir. Bu hazfolunan bir mübtedanın haberi olup, takdiri ‘bu bir hikmet-i bâliğadır’ şeklinde gelmektedir. Âyetteki ُّنُذر tabiri hakkında َفَما تُۡغِن ٱل ise şu izahlar bulunmaktadır: Buradaki mâ edatı olumsuzluk ifade eden bir edattır. Merfu’ halinde olan ِتُۡغن muzari fiilinin faili ise ٱلنُّذُر kelimesidir.62 6. Âyet ُْۢم يَْومَ يَْدُع الدَّاعِ ِاٰلى َشْيٍء ُنُك ٍر َّل عَْنُه َفتََو Âyetin başında geçen ف harfine Arapça’da fâu’l-fasîh (açık fa) denmektedir. Emir kipi olarak mebni şeklinde olan َّل sen) anlamında kullanılan) انت fiilinin faili تََو gizli zamirdir. يدع الداع ifadesi izafeden dolayı cer halinde gelip; ُيَۡدع fiilinin kökünden ي ya’nın hazfedildiği görülmektedir. Bunun faili ise ِع kelimesi, ondan نُُّڪر .lafzıdır ٱلدَّا önce geçen şey lafzının sıfatı işlevinde bulunmaktadır.63 7. Âyet ُّمنتَِش ٌر َّنہُۡم َجَرا دٌ َأۡلۡجدَاِث َكَأ ُرُهۡم يَۡخُرُجوَن ِمَن ٱ ـٰ َّشعًا َأۡبَص ُخ Âyetin başında geçen َّشعًا ُرُهمۡ kelimesi mensup olup akabindeki ُخ ـٰ lafzına أَۡبَص bağlıdır. Bazı dilcilere göre burada َّشعًا kelimesi tekil şeklinde gelmektedir. Çünkü bu ُخ önceki âyette geçen fiile uygundur. Diğerlerine göre buradaki kelime tekil değil de mükesser (kırık çoğul) cem olarak gelmektedir. َيَۡخُرُجون fiili de merfu olarak 61 ez-Zemahşerî, Ebü’l-Kasım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî, el-Keşşâf ‘an Hakâ’iki Gavâmizi’t-Tenzîl ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl, 1.b., Riyad: Mektebetü’l-Ubeykân, 1418/1998, C. V, s. 654; Nahhâs, a.g.e. s. 286; Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 32; Derviş, a.g.e. C. VIII, s. 373. 62 Nahhâs, a.g.e., s. 286; Zemahşerî, a.g.e. C. V, s. 655. 63 Derviş, a.g.e., VIII, s. 372. 18 kullanılmaktadır. Çoğul olarak geçen ث ِ ََّن .şeklindedir جدث kelimesinin tekili ٱأۡلَۡجدَا nin’َكأ ismi ُْهم, haberi ٌ َجَراد’dır. ُّمنتَِش ٌر kelimesi ise ٌَكأَنَُّہۡم َجَرا د cumlesinin sıfatı fonksiyonundadır.64 8. Âyet ر ٌ ذَا يَۡوٌم َعِس ـٰ ِفُروَن َه ـٰ ُمۡهِطِعيَن إِلَى ٱلدَّاع ِ يَقُوُل ٱۡلَك Âyetin i’râb açısından iki kısma ayrıldığı görülmektedir. Birincide fiil cümlesi, ikincisinde ise isim cümlesi mevcuttur. Âyetin başında mansup olarak yer alan ن َ ُمۡهِطِعي kelimesi, ondan önceki âyette geçen َيَۡخُرُجون fiilinin faili olarak gelmektedir. ِإِلَى ٱلدَّا ع ifadesi, ن َ kelimesine bağlı olup cer alameti, hafifiletme olsun diye kelimeden ُمۡهِطِعي hazfedilmiş olan ي’dır. Âyette, müzekker işaret ismi olan هذا mübtedâdır, merfu olarak gelen م ٌ ٌ م kelimesi ise َعِسر ,ism-i işaretinin haberidir هذا ,kelimesi يَۡو .haberinin sıfatıdır يَۡو ذَا يَۡومٌ ـٰ َ ن ,ifadesinin âmilinin َه ِفُرو ـٰ kafirler “bu zor bir gün” derler’ cümlesi olması‘ يَقُوُل ٱۡلَك mümkündür.65 9. Âyet َّذبُوا عَْبدَنَا َوَقاُلوا َمْجُنوٌن َواْزدُِجَر َّذبَْت َقْبَلُهْم َقْومُ ُنوحٍ َفَك َك Mazi fiil olarak gelen ََكذَّب lafzının sonunda geçen ۡت – ta tenîs denmektedir. قَۡبلَُهم ifadesi zamanı gösteren zarf olup izafet olarak mansub halinde gelmektedir. Mâzî fiilinin faili ٍقَۡوُم نُو ح tabiri olduğu görülmektedir. Âyette geçen َعۡبدَنَا kelimesi mef’ûlun bih işlevindedir. َْوقَالُو ا fiili َُكذَّب fiilinin atfıdır. َمۡجنُو ٌن kelimesi - gizli olan üçüncü şahsın/ fiiline matûf olduğu söylenmektedir.66 َوقَالُو ْا ifadesi ise ٱۡزدُِجرَ .zamirinin- haberidir هو 10. Âyet ۤۥ َأ نِى َمۡغُلو ٌب َفٱنتَِصۡر َفدَعَا َربَّ هُ Âyetin başında yer alan دََعا fiilindeki ف edatı, sonraki âyette gelen َٓماِء َّس اَْبَواَب ال ٍ ء َٓما ٍ ء ,ifadesine bağlı olup بِ َٓما nın önceki’دََعا kelimesine atfedilmiştir. Mâzi fiil olan بِ âyette geçen َكذَّبُوا fiiline matûf olduğu görülmektedir. Fiilin fâili ve mef’ûlu bihi gizlidir. ٌَمۡغلُوب masdarı, harf-i ceri zikredilmemesine rağmen, cer halindedir. Hazfedilen harf-i ceri ب harfi olup, دََعا kelimesine bağlıdır. Buna göre cümlenin takdiri بأني مغلوب şeklindedir. انت ِصر kelimesi, emir fiili işlevindedir; bunun takdiri ise انتقم لي منهم olup, “benim için onlardan intikâm al” anlamındadır. 67 64 Nahhâs, a.g.e., s. 287; Zemahşerî, a.g.e., C. V, s. 655. 65 Sâfî, Mahmûd, el-Cedvelu fî İ’râbi’l-Kurân ve Sarfihî ve Beyânih, Dimeşk: Dârü’r-Raşîd,1416/1995, C. XIV, s. 66. 66 Zemahşerî, a. yer; Râzî, a.g.e. C. XXIX, s. 36. 67 Sâfî, a.g.e., C. XIV, s. 67. 19 11. Âyet ٍَِٓماٍء ُمْنهَِمر َٓماِء ب َّس َ ب ال ٓنَا اَْبَوا َفَفتَْح ٓ zamiridir. Âyette geçen نَا fiilinin faili kendisinde “biz” anlamında bulunan فَتَۡحن َا ismi mübâlağa olarak gelip âyetin َمآءٍ .tabiri mef’ûlu bih olarak gelmektedirاَبَواَب ال سماءِ başında geçen fiile bağlı olup ُّمۡنَہِمر ifadesi de sıfatıdır. Âyettin takdiri de ٓنَا اَْبَواَب َفَفتَْح َٓماءِ َّس olduğu söylenmektedir.68 فنصرناه ال 12. Âyet َٓماُء عَٰٓلى اَْمٍر َقْد ُقِد َر َاْلْرَض ُعيُوناً َفاْلتََقى اْل َّجْرنَا ا َوَف ََّجۡرنَا ٓ fiili önceki âyette geçen ف kelimesi mef’ûlun bih ٱأۡلَۡرضَ ;fiiline matûf فَفَتَۡحن َا işlevinde; çoğul ve mebni olarak gelen ُعيُو نًا kelimesinin tekili عين şeklinde; ٱۡلتَقَى fiili âyetin başında geçen fiile matûf olup ُٱۡلَمآء kelimesi ise faili; ر ٍ fiiline ٱۡلتَقَى ifadesi أَۡم bağlıdır; قَْد قُِدر cümlesinin ise, ر ٍ ifadesinin sıfatı olduğu söylenmektedir.69 أَۡم 13. Âyet ٍٍح َودُُسر هُ َعلَٰى ذَاِت أَۡلَوٲ ـٰ َوَحَمۡلنَ Âyetin başında yer alan و harfı, َِعلَٰى ذَات ifadesine atfedilmiştir. “Alâ zât” cümlesi de mevsûf edilmiştir ve سفينة ذات الواح “levhalardan yapılmış gemi” takdirinde olan َ َحَملنا kelimesine bağlı olduğu görülmektedir. ُ ه ـٰ نا fiilinin faili “biz” anlamında olan َحَمۡلنَ zamiridir, mefûlu bihi de ه ـٰ ِ ت) ifadesi ise muzâf ذَاِت أَۡلَوٲ ٍح .fiilidir َحَمۡلنَ (أَۡلَوٲ ٍح) muzâf ileyh (ذَا işlevindedir. Âyetin sonunda gelen دُُسر kelimesi, أَۡلَوٲ ٍح ifadesinin atfıdır. 70 14. Âyet َٓزاًء ِلَمْن َكاَن ُكِفَر تَْج۪ري بِاَْعيُنِن َا َج َٓزاءً ِلَمْن َكاَن ُكِفَر cümlesinin ذَاِت أَۡلَوٲ حٍ َودُُسرٍ Cümlesi önceki âyette geçen تَْج۪ري بِاَْعيُنِن َا َج sıfatı sayılmaktadır. تَۡجِرى kelimesi muzâri fiil olup merfu olarak gelmektedir. Ref’in işareti ise fiilde gelen ى harfidir. ٓء ً ُِننَا .masdar olup mef’ûl li eclih işlevindedir َجَزا بِاَْعي ifadesi, تَۡجِرى fiilindeki yer alan ى zamirinden etkilendiği için nasp konumunda gelip câr mecrur fonksiyondadır. Âyette yer alan ِلَمْن ifadesi َجَزآء masdarına bağlıdır; naibül faili ise mechuldur. ُكِفر fiilinde gizli zamir olan )من (به mevsûl zamiri vasıtasıyla Hz. Nûh’a râci olunmaktadır. Ayrıca ُكِفر fiili كان fiilinin haberidir/haber-i kâne. ر َ ِلَمْن َكاَن ُكِف cümlesi ise bu âyetten sonra gelen âyet ile dilbilgisi açısından bağlı olduğu söylenmektedir.71 15. Âyet ُّمدَِّك ٍر هَآ ءَايًَة َفهَۡل ِمن ـٰ َّتَرۡكنَ َوَلَقد 68 Derviş, a.g.e., C. VIII, s. 372; Nahhâs, a.g.e., s. 287. 69 Nahhâs, a.g.e., s. 288; Zemahşerî, a.g.e., C. V, s. 657. 70 Sâfî, a.g.e., C. XIV, s. 69. 71 Zemahşerî, a.g.e., C. V, s. 657; Derviş, a.g.e., C. VIII, s. 378; 20 Âyetin başında yer alan و, atıf edatı olup, sonrasında gelen ل harfı ise yeminin cevabı (cavâbü’l-kasem) işlevindedir. قد tabiri, mâzî fiilin başında geldiği için kesinlik bildirmektedir. َتََرْكنَآ ه kelimesi aynı zamanda fâil ve mef’ûlu bih işlevinde bulunmaktadır. Fiilde yer alan hâ zamiri “onlar batırdı” anlamında olan إغراقهم fiiline racidir veya السفينة “gemiye” ait olması mümkündür. َءايَة kelimesi burada جعل “yaptı, kıldı” anlamında kullanılıp, ك َ fiilinin ikinci mef’ûlü olarak mansup halinde تَر gelmektedir. Âyetteki ف atıftır. َهل istifhâm edatıdır. من zâid cer harfıdir. 72 اد كر fiilinin ism-i fâili olan ُمدَِّكر kelimesi, lafzen mecrûr, mahallen mansûb mübtedâ olarak gelmektedir. Haberi ise hazfedilmiştir. 16. Âyet ُر ِ فََكۡيَف َكاَن َعذَابِى َونُذ Âyetin başında geçen ف harfine Arapça’da fâu’l-fasîh (açık fa) denmektedir. ِبى ifadesi de نُذُر .soru edatıdır كيف .lafzına atıfdır َعذَا 17. Âyet ُّمدَِّك ٍر ِ ذۡكِر َفهَۡل ِمن ۡٱلُقۡرءَاَن ِلل ََّسۡرنَا َوَلَقۡد ي Âyetin başındaki و harfi, atıf görevinde bulunup, sonrasında gelen ل harfi ise kasem (yemin) için kullanılmaktadır. قد tabiri mâzî fiilin başında geldiği için kesinlik bildirmektedir. Mâzi fiil olarak gelen ََّسۡرنَا ve mef’ûlu (نا ) kelimesi aynı zamanda fâil ي bih işlevinde bulunmaktadır. ن َ ََّسر kelimesi, âyetteki ٱۡلقُۡرَءا fiilinin ikinci mef’ûlü olarak ي mansup halinde gelmektedir. ِِذ ۡكر ََّسۡرنَا ,ifadesi ِلل ُّمدَِّكرٍ .fiiline taalluk edilmiştir ي فََهۡل ِمن ibaresinin i’râbı daha önce de geçmiştir.73 18. Âyet ر ِ َّذبَۡت عَا دٌ َفَكۡيَف َكاَن عََذابِى َوُنُذ َك Mâzi fiil olarak gelen ََكذَّب lafzının sonunda geçen ۡت ‘ya, ta-i tenîs denmektedir. Mâzî fiilinin failinin َعاد ismi olduğu görülmektedir. فََكۡيَف َكاَن َعذَابِى َونُذُر kısmının i’râbı daha önce açıklanmıştır.74 19. Âyet ر ٍ َّنا اَْرسَْلنَا عََلْيِهْم ۪ريحاً َصْرَصرًا ۪في يَْوِم نَْحٍس ُمْستَِم ٓ ِا 72 Sâfî, a.g.e., C. XIV, s. 70; el-Ukberî, Ebü’l-Bekâ, et-Tibyân fî İ’râbi’l-Kur’ân, Lübnan: Âlemü’l- Kütüb, t.y., C. II, s. 1194. 73 Bkz. Kamer, 54/15. 74 Bkz. Kamer, 54/16. 21 ِإنَّا lafzında yer alan نَا inne’nin ismi olup haberi olarak ۡأَۡرَسۡلنَاَعلَۡيِہم cümlesi gelmektedir. Âyetin devamına gelen ِري ًحا kelimesi أَۡرَسۡلنَا fiilinin mef’ûludur. َصۡرَص ًرا ifadesi ise yevm kelimesini veya nahs kelimesini nitelendirmesi için geldiği söylenmektedir. Tefsircilere göre nahs نَۡح ٍس kelimesi bir şeyin şiddetini ifade etmektedir.75 20. Âyet ََّنُهْم اَْعَجاُز نَْخٍل ُمْنَقِعٍر َّنا َس َكا تَْنِز ُع ال ََّن .kelimesinin sıfatıdır ِري ًحا cümlesi önceki âyette geçen تَنِزُع ٱلنَّاسَ ُهم nin ismi’َكأ olup ٍأَۡعَجاُزنَۡخل ifadesi “keenne”-nin haberi olarak gelmektedir. ُّمنقَِع ٍر ifadesi de ٍنَۡخل lafzının haberidir.76 21-22. Âyet ُّمدَِّك ٍر ِ ذۡكِر َفهَۡل ِمن ۡٱلُقۡرءَاَن ِلل ََّسۡرنَا َفَكۡيَف َكاَن عََذابِى َوُنُذرِ َوَلَقۡد ي Bu iki âyetin i’râbı daha önce geçmiştir.77 23. Âyet ر ِ ُّنُذ َّذبَۡت َثُمودُ بِٱل َك Âyette, mâzi fiil olarak gelen ب َ kelimesi olduğu ثَُمود ,lafzının fâilinin َكذَّ görülmektedir. ُر ِ نذير ifadesinin, masdar ya da نذز .fiiline müteallıktır َكذَّبَت ifadesi ise بِٱلنُّذ kelimesinin çoğulu olması mümkündür. 24. Âyet َّنا ِاذًا َل۪في َضََلٍل َوسُعُر ٓ ُٓهُ ِا ََّتبِع َّنا َواِحدًا ن ُٓلوا اَبََشرًا ِم َفَقا Mazî fiil olan ْفَقَالُٓو ا lafzında fail vâvu’l-cemâa’dır. Beşeran kelimesinin başında mevcut olan َ أ hemze harfi – soru hemzesi denip بََش ًرا beşeran kelimesi ise gizli fiilden etkilendiği için mansup halinde gelmektedir. Yani bunun takdiri أنتبع بشرا olması gerekmektedir. منَّا ِ ifadesi beşeran kelimesinin sıfatıdır, َواِح دًا vâhiden kelimesi ile ilgili dilbilgisi açısından iki vecih bulunmaktadır; birinci vecihe göre kelime, beşeran kelimesini niteleyicidir (na’t); ikinciye göre kelime, ondan sonra gelen ُ ِبعُه muzari نَّتَّ fiilinin zamirine bağlıdır. إِذًا cevab-ı harf denir; ـٰ ٍل ifadesi ise zikredilmemiş haberin َضلَ mübtedası olup; ُسعُر kelimesi سعير lafzının cem’i ya da masdar şeklinde gelip ondan önce geçen dalâl kelimesine matuf olduğu söylenmektedir.78 25. Âyet َّذاٌب اَِشٌر ِ ذ ْكُر عََلْيِه ِمْن بْ َينِنَا بَْل ُهَو َك ءَُاْلِقيَ ال 75 Derviş, a.g.e., C. VIII, s. 381; Nahhâs, a.g.e., s. 291. 76 Derviş, a.g.e., C. VIII, s. 381; Zemahşerî, a.g.e., C. V, s. 659. 77 Bkz. Kamer, 54/17, 18. 78 Nahhâs, a.g.e., s. 290; Râzî, a.g.e., C. XXIX, ss. 50-51. 22 mebnî mazi fiilinin ُاْلِقي fiilinin başında gelen hemze harfi inkarî hemzedir.79 ُاْلِقي naibi faili ِذ ۡكر ۡ َل kelimesidir; Âyette geçen ٱل ifadesi ise idrab harflerinden biri olup ب “aksine, bilakis” gibi anlamları taşımaktadır. ُهو zamiri mübteda olup haberi ise فعال vezninde ism-i failin mübalağası olan ٌَكذَّاب kelimesidir. أَِشر lafzı ise ism-i tafdil vezninde olup na’t (sıfat) fonksiyonundadır.80 26. Âyet ر ُ َاْلِش َّذاُب ا سَيَعَْلُموَن َغدًا َمِن اْلَك Allah Teâlâ bu âyette istikbal (gelecek) anlamında َس harfini kullanmıştır. ن َ يَۡعلَُمو fiildir. Sîbeveyhi (v. 180/796)’ye göre َغ دًا kelimesinin aslı غدو (ğadvun) şeklinde olup nahivde zarf işlevindedir. Soru edatı olan َمن ifadesi ref halinde olup mübteda işlevinde bulunmaktadır. َّذاب َّمن kelimesi ise اْلَك ifadesinin haberi olup; ٱأۡلَِشر lafzı da cümlenin sıfatıdır.81 27. Âyet ِْْۘر َّناَقِة فِْتنًَة َلُهْم َفاْرتَِقْبُهْم َواْصَطب َّنا ُمْرِسُلوا ال ِا Âyetteki نا ism-ü inne, َة ِ .ifadesi ise inne’nin haberi olarak gelmektedir ُمْرِسلُوا النَّاق Âyetin devamında geçen ًفِۡتن َة lafzı mefûlu leh işlevindedir. Emir fiili olan ٱۡرتَِقۡب ifadesinin faili ise âyette geçmemiştir. َوٱۡصَطِبر ifadesi de teyit etmek için gelip öncesinde geçen ۡفَٱۡرتَِقۡبُہم ifadesine atıfdır.82 ُۢ 28. Âyet ٌر َ ُّمۡحتَ ُّل ِشۡر ٍب ۡ ُم ُك ۡٱلَمآءَ قِۡسَمُة بَۡينَہ َّن َونَب ِۡئہُۡم َأ Emir fiili olan َِۡب ئ zamiridir. Fiilde انت ifadesinin faili zikredilmemiş olan ente ن bitişik gelen hüm zamiri birinci mef’ûl işlevinde olup, ikinci ve üçüncü mefûl ise ََّن أ ُۢ ifadesi cümlenin قِۡسَمة ُ .ifadesi sayılmaktadır. Zira nebee fiilinin üç mefûl almaktadır ٱۡلَمآء haberi olarak gelmektedir. “Her bir” anlamına gelen ل ُّ ِشۡر ٍب ifadesi mübteda olup ُك ifadesi muzafün ileyh, haberi ise ٌر َ ُّمۡحتَ kelimesidir. 83 29. Âyet ََفنَادَۡوْا َصاِحبَُهۡم َفتَعَاَطٰى َفعََقر Âyetin başında yer alan ف, atıf harfıdır. Zamme üzere mebnî olan نَادَوا mâzi fiilinin sonundaki و, fâil olarak mahallen merfudur. Matûf aleyh zikredilmemiştir. 79 İnkarî hemzesi nahiv’de hemzetü’l-İstifhâm (Soru Hemzesi) dâhilinde olup kesinlikle bir şeyin olmadığını ifade etmektedir. 80 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 52; Derviş, a.g.e., C. VIII, s. 381. 81 Derviş, a.g.e., C. VIII, s. 384; Zemahşerî, a.g.e., C. V, s. 660. 82 Zemahşerî, a.g.e., C. V, s. 661; Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 53; Nahhâs, a.g.e., s. 294. 83 Derviş, a.g.e. C. VIII, s. 384; Râzî, a.g.e. XXIX, 55. 23 نَادَوا ifadesi âyetin başında yer alan فَتَعَاَطى .kelimesi, mef’ûlu bih işlevindedir َصاِحبَُهم fiiline atfedilmiştir. فَعَقَر lafzı da تَعَاَطى kelimesinin atfıdır. 30. Âyet َِفَكۡيَف َكاَن عََذابِى َوُنُذر Bu âyetin i’râb tahlili daha önce geçmiştir.84 31. Âyet ر ِ َِّنا َأْرسَْلنَا عََلْيِهمْ َصْيَحًة َواِحدَةً َفَكاُنوا َكهَِشيِم اْلُمْحتَِظ إ Âyetin başında geçen نا ism-ü innedir, ardından mahallen ref halinde gelen أَۡرَسۡلنَا kelimesi, inne edatının haberi konumundadır. م ۡ lafzına taalluk أَۡرَسۡلنَا ,ifadesi َعلَۡيِہ edilmiştir. ً َصۡيَحة lafzı mef’ûlu bih işlevinde olup, sonrasında gelen ً .kelimesi sıfattır َوٲِحد َة ise و fiilinin sonundaki َكانُوا .lafzının atfıdır أَۡرَسۡلنَا cümlesi, âyetin başında yer alan فََكانُو اْ kâne’in ismidir; َِكَهِشيِم ٱۡلُمۡحتَِظر cümlesi de kâne’nin haberi olarak gelmektedir. 32. Âyet ُّمدَِّك ٍر ِ ذۡكِر َفهَۡل ِمن ۡٱلُقۡرءَاَن ِلل ََّسۡرنَا َوَلَقۡد ي Bu âyetin i’râb açıklaması yukarıda yapılmıştır.85 33. Âyet ُِّنُذر ِِۭط بِٱل َّذبَۡت َقۡومُ ُلو َك Mazi fiil olarak gelen َكذَّبَت lafzının sonunda geçen ۡت , ta-i tenîstir. َكذَّبَت mâzî fiilinin fâilinin ط ِ fiiline َكذَّبَت ifadesi بِٱلنُّذُرِ tabiri olduğu görülmektedir. Âyetteki قَۡوُم لُو taalluk edilmiştir. 34. Âyet ُهم بِسََح ٍر ـٰ َّجۡينَ َّن ٓاِل ءَاَل ُلو ٍط َّ ۡسَلنَا عََلۡيہِۡم َحاِصبًا إ َِّنآ َأۡر إ Âyetteki نا ism-ü inne, mahallen ref halinde gelen أَۡرَسۡلنَا kelimesi, inne’nin haberi konumundadır. َۡعلَۡيِہم ifadesi أَۡرَسۡلنَا lafzına taalluk edilmiştir. حصب fiilinin ism-i fâil olan edatı, istisnâ edatıdır, ardından gelen اال lafzı, mef’ûlu bih işlevindedir. Âyetteki َحاِصبًا ٍ ط ُهم .(ibaresi de, müstesnâdır (istisna yapılanَءاَل لُو ـٰ َّجۡينَ kelimesi, mâzî fiil ve fâil işlevinde نَّ olup, ٍبَِسَحر ifadesi de ona taalluk edilmiştir.86 35. Âyet ًََۜا َكٰذِلَك نَْج۪زي َمْن َشَكر نِعَْمًة ِمْن ِعْنِدن Âyetteki نعمة lafzının mensûb oluşu konusunda iki izah bulunmaktadır. Birincisi, bu, “tarafımızdan olan bir nimet olsun diye” anlamında mefûlun leh’dir; 84 Bkz. Kamer, 54/18, 21. 85 Bkz. Kamer, 54/17, 22. 86 Sâfî, a.g.e., C. XIV, s. 78. 24 ikincisi ise “biz onlara kurtarmamız sebebiyle lütufta bulunduk” manasında mefûlun mutlak’dır. ِعنِدنَا ifadesi nimet kelimesinin sıfatı olarak gelmektedir. Merfu şekline gelen ifadesi ise men mevsulune bağlıdır.87 َشَكر .muzari fiilinin mefûlu “men” ifadesidir نَۡجِزى 36. Âyet ُِّنُذر َوَلَقۡد َأنَذَرُهم بَۡطَشتَنَا َفتََماَرۡوْا بِٱل Âyetin başında yer alan و harfi, atıf görevinde bulunup, arkasında gelen ل harfi ise kasem (yemin) için kullanılmaktadır. Buna göre buradaki lâm, kasem işlevindedir. fiili, fâil ve cümlenin birinci mef’ûludur. Fiildeki أَنذََرُهم .edatı kesinlik bildirmektedir قد fâili gösteren işaret gizlidir. Bu işaretin, Hz. Nûh’a râci olunması uygun görülmektedir. .edatı, atıftır ف ifadesi, cümlenin ikinci mef’ûlu sayılır. Âyetin devamında gelen بَۡطَشتَنَا İki sükûnun yan yana gelmesinden dolayı, elif’in düşürülmesiyle ortaya çıkan zamme üzere mebnîdir. تََماَروا mâzî fiilinin fâili, sonunda yer alan و’dır. ُر ِ ِبٱلنُّذ ifadesi de تََماَروا fiiline taalluk olunmuştur.88 37. Âyet ِْمَْفُذوُقواْعََذا بيَْوُنُذر ْ َٓنَاْا َعيُنَُه ْ هَْفَطَم س ْ َنَْض يِف ُْع ْ دَْراَوُدوهْ َوَلَق .kelimesinin kökü “revd” şeklinde olup talep kelimesi ile eş anlamlıdır َراَوُدوهُْ Ancak, revd kelimesi kullanıldığında iş-güç/maddi bir şey hakkında isteme anlamı taşır. kelimesi َضۡيِفه .harfi cer olup bir şeyin keyfiyetini anlatmak için kullanılmaktadır َعن müfred ve çoğul için kullanılan bir ifadedir. Nahiv bakımından َضۡيِفهۦ ve ٓ kelimeleri فََطَمۡسنَا ِبى ifadesi de نُذُر ve فَذُوقُوا .ifadesi mef’ûldur أَۡعيُنَُہمۡ .kelimesinin atfıdır َرٲَودُوه ُ lafzına َعذَا atıfdır.89 38. Âyet ٌّر ُّمۡستَِق َوَلَقۡد َصبََّحُهم بُۡكَرةً عََذا ٌب Âyette yer alan َد َصبََّحُهم ۡ cümlesinin i’râbı yukarıda yapılmış olan i’râba90 َولَق benzemektedir. Ancak âyetteki ًبُۡكَر ة kelimesine gelince, zarf olarak veya mef’ûlu mutlak olarak mansub olması mümkündür. “Bükraten” kelimesinin َصبََّحُهم ifadesine itlak olunduğu görülmektedir. ب ٌ ٌّ ر kelimesi ise fâil konumunda olup, arkasından gelen َعذَا ُّمۡستَِق ise “azâb” kelimesinin sıfatıdır. 87 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 60; Derviş, a.g.e., C. VIII, s. 388. 88 Sâfî, a.g.e., C. XIV, s. 78. 89 Nahhâs, a.g.e., s. 293; Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 61; Derviş, a.g.e., C. VIII, s. 388. 90 Bkz. Kamer, 54/36. 25 39-40-41. Âyet كرٍ َوَلَقۡد َجآءَ ءَاَل فِۡرعَۡوَن ِ ُّمدَّ ِ ذۡكِر َفهَۡل ِمن ۡٱلُقۡرءَاَن ِلل ََّسۡرنَا ِ ر َوَلَقۡد ي َفُذوُقوْا عََذابِى َوُنُذ ُ ر ُّنُذ ٱل Sûredeki bu âyetler, bu şekliyle ya da benzer ifadelerle daha önce geçtiği için91 i’râb açısından tahliline burada yer verilmemiştir. 42. Âyet ِلهَا َفاََخْذنَاُهْم اَْخَذ عَ۪زيٍز ُمْقتَِدٍر َّذبُوا بِٰايَاتِنَا ُك َك Bu âyetin başında yer alan َكذَّبُوا fiilinine fe harfi getirmeksizin Yüce Allah’ın ِتنَا ـٰ ايَ şeklinde buyurması ile ilgili iki izah yapılmaktadır: birincisi, söz, daha önce َكذبُواْ ِبـََّٔ geçen Yüce Yaratıcı’nın, “Şüphesiz Firavun`un kavmine de uyarıcılar gelmişti. (41) ifadesiyle noktalanmıştır; َكذَّبُوا “Kezzebû” ifadesi ise yeni bir cümledir; “onlar…” zamiri, (bu sûrede) Nûh (a.s.)’un kavminden Firavun hanedânına kadar gelip geçen herkesi kapsamaktadır. İkincisi, bu kıssa da sûrede daha önce zikredilen kıssaların uslubunda gelmiş olan bir kıssadır. Âyette geçen ِبآيَاتِنَا ifadesi kezzebû fiiline bağlı olup ِل َها ُهمۡ .da ayât ifadesini te’kid etmek için kullanılmaktadır ُك ـٰ fiilinin faili biz anlamı أََخۡذنَ katan “nâ”, mefulü ُهم kelimesidir. أَۡخذَ َعِزي ٍز tabiri ise mef’ulu mutlak işlevindedir. Âyetin devamında bulunan ر ٍ ُّمۡقتَِد kelimesi َعِزي ٍز lafzının sıfatı olarak gelmiştir. 92 43. Âyet ُّزب ُِر ََٓراءَةٌ فِي ال َّفاُرُكْم َخْيٌر ِمْن ُا وٰٓلئُِكْم اَْم َلُكْم ب اَُك Âyetin başlangıcındaki, hemze “olumsuz” anlamı katan inkarî hemzedir. ُۡكفَّاُرُكم ifadesi mübteda olup ism-i tafdîl olan َخۡي ٌر kelimesi cümlenin haberi olarak gelmektedir. Çoğul olarak gelen م ۡ ِٕٓٮُك ـٰ anlamına بل ,yoksa” edatı“ أَمۡ .kelimesine bağlıdır َخۡير ifadesi أُْولَ gelip ٌ ُّزبُر .kelimesi mübteda fonksiyondadır بََرآَء ة ٌ kelimesi de ٱل ifadesini belirleyici بََرآَء ة olarak zikredilmektedir.93 44. Âyet اَْم يَُقوُلوَن نَْحُن َج۪ميٌع ُمْنتَِصٌر Merfu olarak gelen ن َ muzari filinin içinde geçen vav, fail’dir. Çoğul zamiri يَقُولُو olan ُنَۡحن mübteda işlevinde olup َجِمي ٌع ifadesi hakkında iki izah yapılmaktadır. Birincisi, bu nahnu zamirinin haberi olup çokluk ifade eden bir kelimedir, ikincisi, fail ya da meful anlamında olup ittifak, birlik ifade eden bir lafızdır. ُّمنتَِصر kelimesi de َجِمي ٌع ifadesini belirleyici manada kullanılmaktadır.94 91 Bkz. Kamer, 54/17, 37; Açıklama: 41. âyetin i’râbı sûrenin 17. âyetine benzerdir. 92 Nahhâs, a.g.e., s. 298; Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 64. 93 Zemahşerî, a.g.e., C. V, s. 662; Derviş, a.g.e., C. VIII, s. 389. 94 Zemahşerî, a.g.e., C. V, s. 662; Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 67. 26 45. Âyet ُر َ ُّلوَن ٱلدُّب ۡٱلَجۡمُع َويَُو سَيُۡہَزمُ Âyetin başında gelen س edatı, istikbâl edatıdır. Mebnî muzâri fiil olan م ُ يُهَز meçhûl fiildir. İstikbâl edatı, muzâri fiilin başında geldiğinde cümleye “hayır, bilakis” anlamı verilmektedir. ع ُ َويَُولُّونَ .ifadesinin, nâib-i fâil işlevinde olduğu görülmektedir ٱۡلَجۡم ibaresi, َُسيُۡہَزم fiilinin atfıdır. Âyetin sonunda yer alan َٱلدُّبُر lafzının mef’ûlu bih konumunda olduğu görülmektedir. 46. Âyet ر ُّ َّساعَُة َأۡدَهٰى َوَأَم َّساعَُة َمۡوِعدُُهۡم َوٱل بَِل ٱل Âyetin başında “aksine” anlamında olan ِبَل izdırap harfi olarak geçmektedir. َّساَعة ُ ۡ م ifadesi mübteda olup ٱل haber olarak gelmektedir. “Daha belalı” manasına َمۡوِعدُُه gelen mübalağlı ٰأَۡدَهى ifadesi, saat kelimesinin haberidir. ُّر kelimesinin mübalağlısı olan َم ُّر ٰ ى ifadesi “daha acı” manasında olup أََم kelimesine atıftır.95 أَۡدَه 47. Âyet ـٰ ٍل َوسُع ٍُر ۡٱلُمۡجِرِميَن فِى َضَل َِّن إ Âyetteki َّن ِإ mansub edatıdır. َٱۡلُمۡجِرِمين ifadesi, inne edatının ismidir (ism-i inne). ـٰ ٍل cer edatıdır. Âyetin devamında yer alan فِى cümlesi ise mansub olan inne فِى َضلَ edatının haberi olarak gelmektedir. و bağlaçtır. ُسعُر kelimesi, سعير lafzının cem’i ya da masdar şeklinde gelip, ondan önce geçen dalâl kelimesine matûftur.96 48. Âyet َّس سََقَر ًْۜم ُذوُقوا َم َّناِر عَٰلى ُوُجوِهِه يَْومَ يُْسَحبُوَن فِي ال َ م kelimesi, hazfedilmiş olan “onları ateşe sürükleyin söylediğinde” ifadesinin يَۡو zarfıdır. İzafeten etkilendiği için ن َ ِ ر .ifadesi cer halindedir يُۡسَحبُو ifadesi yushabûne ٱلنَّا fiiline bağlıdır. Emir fiil olan ا ْ ifadesi nun harfinin hazfedilmesiyle mebni olarak ذُوقُو gelmiş, faili ise vav’dır. س َّ ifadesi mef’ulun bih anlamında kullanılıp cehennemi ifade َم eden َسقَر kelimesi muzâfun ileyh’tir.97 49. Âyet هُ بَِقد ٍَر ـٰ َّل َشۡىٍء َخَلۡقنَ َِّنا ُك إ Âyetteki َّن ِإ mansub edatıdır. ل َّ ifadesi mansub olarak gelen ve zikredilmeyen ُك bir fiilin mef’ûlüdür. Buna göre âyetin takdiri ٍَّل َشيٍء َخلَقناَه بِقَدَر şeklinde olması انا َخلَقنَا ُك 95 Nahhâs, a.g.e., C. 299; Zemahşerî, a.g.e., C. V, s. 663. 96 Sâfî, a.g.e., C. XIV, s. 82. 97 Zemahşerî, a.yer; Derviş, a.g.e., C. VIII, s. 390. 27 mümkündür. ه ـٰ ٍ َر .inne edatının haberidir َخلَۡقنَ َّ ل ,ifadesi ise بِقَد ifadesinin konumunda ya ُك da ه ـٰ .zamirinin pozisyonunda bulunmaktadır ه fiilin sonunda yer alan َخلَۡقنَ 98 50. Âyet َّال َواِحدَةٌ َكَلْمحٍ بِاْلبََصِر ٓنَا ِا َٓما اَْمُر َو Âyeteki ٓ nefiy için kullanılan bir edattır. Burada bu edatın iki şey ifade ettiği َم ا söylenmektedir: Birincisi, irade etmek, ikincisi, demek’tir. ٓ ifadesi mübteda أَۡمُرن َا işlevinde olup ٌ َوٲِحد َة kelimesi ise haber olarak gelmektedir. Bunun manası ise “bizim emrimiz tekdir.” ر ِ ِباْلبََص .ifadesi takdiri olarak “hızlıca oluverir” ifadesine bağlıdır َكلَْمحٍ 99 51. Âyet ٍر ُِ ُّمدَّ َوَلَقۡد َأۡهَلۡكنَآ َأۡشيَاعَُكۡم َفهَۡل ِمن Âyetin başında geçen و edatı, ist’inâf100 konumunda getirilmiştir. ل harfi ise kasem (yemin) harfıdır. قد tabiri, mâzî fiilin başında geldiği için kesinlik bildirmektedir. Mâzi fiil olarak gelen أَۡهلَۡكنَا kelimesi aynı zamanda fâil ( نا) ve mef’ûlu bih işlevinde bulunmaktadır. أَۡشيَاَعُكم kelimesi, âyetteki أَۡهلَۡكنَا fiiline ikinci mef’ûl olarak mansup halinde gelmektedir. ر ٍ ُِ ُّمدَّ .ibaresinin i’râbı yukarıda yapılmıştır فََهۡل ِمن 101 52. Âyet ُّزبُِر ُّل َشْيٍء َفعَُلوهُ فِي ال َوُك ُّل kelimesi muzafun ileyh olarak َشۡى ٍء ifadesi mübteda işlevinde olup ُك gelmektedir. ُفَعَلُو ه ifadesi ise, ondan önce geçen ٍَشۡىء kelimesinin sıfatı olup fealû ifadesindeki hâ zamiri şey kelimesine racidir; ُّزبُر ifadesi de cümlenin haberi فِى ٱل sayılmaktadır.102 53. Âyet ٌُّمۡستََطر ُّل َصِغي ٍر َوَكبِي ٍر َوُك Âyetin başında yer alan ل ُّ َصِغي ٍر .ifadesi merfu olarak mübtedâ konumundadır ُك ِبي ٍر ُّل sıfatları âyetin başında geçen َوَك fiilinden ism-i استطر .ibaresine atfedilmiştir َوُك mef’ûl olan ر ٌ ٌ ر.kelimesi ise cümlenin haberi olarak gelmektedir ُمستََط ُّمۡستََط ُّل َصِغي ٍر َوَكبِي ٍر َوُك cümlesi de önceki âyette geçen ُّل َشْيء .cümlesine matûftur َوُك 54. Âyet ـٰ ٍت َونَہ ٍَر َّن َّتِقيَن فِى َج ۡٱلُم َِّن إ 98 İsfâhânî, Muhammed b. Fazl et-Teymî el-Kureşî, İ’râbü’l-Kurân, Riyad: el-Mektebetü’l-Melik, 1415/1995, s. 432. 99 Nahhâs, a.g.e., ss. 300-301; Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 75. 100 İst’inâf, önceki cumleye bağılantılı olmaksızın kullanılan cumlelere denilmektedir. 101 Bkz. Kamer, 54/15. 102 Derviş, a.g.e., C. VIII, s. 391. 28 Âyetteki َٱۡلُمتَِّقين kelimesi, inne edatının ismidir, âyetin devamında gelen فِى cer edatıdır. ت ٍ ـٰ ِفى َجنَّ ibare olarak haber konumundadır. Âyetin sonunda geçen ر ٍ kelimesi نََہ ondan önce yer alan ت ٍ ـٰ .kelimesine atıfdır َجنَّ 103 55. Âyet ٍُّمْقتَِدر فِي َمْقعَِد ِصْدٍق ِعندَ َمِليٍك Âyetteki فِى harf-i cer (câr) olup ٍَمۡقعَِد ِصۡدق ifadesi ise bedel olarak mecrûr gelmektedir. َِمۡقعَد kelimesinin takdiri cennet olduğu ya da kendisinden önce geçen في ifadesi hakkında iki görüş ِعندَ َمِلي ٍك .ifadelerinin sıfatı olduğu söylenmektedir جنات و نهر sunulmaktadır. a) İfade, zarf olup zikredilmeyen cennetin sıfatlarına ya da َِمۡقعَد kelimesine bağlıdır; b) َمِلي ٍك kelimesi mübalağa sıgasında olmasından dolayı ِعندَ َمِلي ٍك ifadesi, ikinci veya üçüncü haber olduğu iddia edilmektedir.104 Sonuç olarak, Arapça’da bir lafzın cümle içerisindeki pozisyonu, sonundaki alâmetlerle belirlendiğinden ve bu alâmetlerin konumunu belirleme hususunda her zaman bir açıklık olmaması ya da birden fazla hususa işaret edebilmesi sebebiyle âyetlerin anlamında farklılaşma olabilmektedir. Bu nedenle Kamer sûresinin âyetleri ile ilgili yapılan i’râbın, âyetlerin manasının en iyi şekilde anlaşılmasına vesile olan zenginlikler olduğu görülmektedir. IV. SÛREDE YER ALAN EDEBÎ SANATLAR Kur’ân-ı Kerîm’in belagatı, âyetlerinin dizilişinin eksiksiz ve bozulmamış bir şekilde olduğu, tarzının çekiciliği ve şaşırtıcı güzelliği, açıklama ve anlatış yönteminin duruluğu, anlamlarının kuvveti ve doğruluğu, sözlerinin anlaşılır olması bakımındandır. Kamer sûresini kısaca bu açılardan incelemeye çalışacağız. َّساعَُة ٱۡقتََربَتِ Saat yaklaştı” âyetindeki “yaklaştı” anlamına gelen“ ِاْقتََربَِت ال kelimesi قرب fiilinin mübalağa şekli olarak gelmektedir. Buna göre, kıyâmet vakıasının ehemmiyetini vurgulamak maksadıyla “karube” kelimesinin mübalağası olarak getirilmektedir.105 ََّنُهمْ َجَرادٌ ُمْنتَِشٌر َاْلْجدَاِث َكا gözleri düşmüş bir hâlde dağılmış çekirgeler...“ يَْخُرُجوَن ِمَن ا gibi kabirlerden çıkarlar” buyruğunda mufassal mursel teşbih vardır. Zira, burada 103 Sâfî, a.g.e., C. XIV, s. 86. 104 Derviş, a.yer; Nahhâs, a.g.e., s. 302; Râzî, a.g.e., C. XXIX, ss. 55-56. 105 Derviş, a.g.e. VIII, 374. 29 teşbihin (benzetmenin) dört asıl öğesi mevcuttur. Burada kâfirler, çekirgeler anlamında olan cerâd (ٌ َجَراد)’a benzetilmektedir.106 َٓماِء َّس ٓنَا اَْبَواَب ال Biz de göğün kapılarını açtık”- hitabında temsîlî istiare“ َفَفتَْح yoluyla söylenmiş olan ifadeler mevcuttur. Zira işin zahirinde, yağmurun buluttan olduğu bilinmektedir. Burada ise, yağmurun boşalmasının kapakları açılmış nehrin sularının akışına benzetildiği görülmektedir.107 َاْلْرَض ُعيُوناً َّجْرنَا ا Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık” ifadesinde temyiz-i“ َوَف beyâniye bulunmaktadır. Bu bağlamda ضاق زيد ذرعا “Zeyd, gönülce, gönül açısından daraldı” söylediğinde ضاق ذرع زيد “Zeyd’in göğsü darıldı” sözü gibi olmaktadır.108 çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye“ َوَحَمْلنَاهُ عََلى َذاِت َأْلَواحٍ َودُسٍُر bindirdik” hitabında kinaye yer almaktadır. Zira bu hitapta mevsuf şeklinde gelen سفينة “gemi” kelimesi zikredilmemiş, sıfatı ise onun yerine ikame edilmiştir. Buna göre ذَاِت .tahta ve çivilerden yapılmış gemi…” den kinayedir“ علي سفينة ذات الواح ifadesi أَۡلَوٲ ٍح 109 Var mı düşünüp öğüt alan?” buyruğunda, sözün etkisini“ َفهَْل ِمْن ُمدَِّكٍر kuvvetlendirmek maksadıyla tekrir (yenileme) ifadesi kullanılmaktadır. Buna göre hitapta tekrir (yenileme) sanatının varid olduğunu söylemek mümkündür.110 Benim azâbım ve uyarılarım nasılmış!?” âyetinde istifham“فََكْيَف َكاَن َعذَابِي َونُذُرِ (soru) anlamında kullanılan bir ifade olduğu görülmektedir. Buna göre, “ey tasavvur edip, tefekkür eden ve hatırlatma sayesinde bilip öğrenen kişi; Benim azâbım nasılmış?!” anlamında soru yöneltilmiştir.111 َّنا َس İnsanları köklerinden sökülmüş gibi atıyordu” hitabında, ne“ تَْنزُع ال müzekker ne de müennes ifade yerine umum (genel olarak) ifade eden َٱلنَّاس lafzı kullanılmıştır. ُتَنِزع ifadesinin de تنزعهم olması gerektiği söylenmektedir.112 ََّنُهْم اَْعَجاُز نَْخٍل ُمْنَقِعرٍ ,hurma kütükleri gibi (kaldırıp atıyordu)” – hitabında“ َكا temsîlî mursel teşbih olduğu görülmektedir. Yüce Allah kâfirleri hurma kütüklerine 106 a.yer. 107 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 37; Zuhaylî, a.g.e., C. XXIV, s. 250. 108 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 38. 109 Zemahşerî, a.g.e., C. V, s. 657. 110 Derviş, a.g.e., C. VIII, s. 379. 111 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 41. 112 Derviş, a.g.e., C. VIII, s. 381. 30 benzetmektedir. Zira onların cüsselerinin iri, boylarının da uzun olması hurma kütüğüne benzetilmelerini anlaşılır kılmaktadır.113 ُ ر َاْلِش َّذاُب ا Onlar yarın bilecekler: Kimmiş yalancı, kimmiş“ سَيَعَْلُموَن َغدًا َمِن اْلَك şımarık!” buyruğunda, bilecek anlamında olan ََسيَۡعلَُمون fiili istikbal anlamında getirilmektedir. Bu şekilde kullunılan ifadeler, mübhemat fenninde va’îd olarak tanıtılmaktadır. Va’îd ise intikam ve tehdid ile açıklanmaktadır. Buna göre bu tehdit, kabir azâbı olmayıp kıyâmet gününde yapılacak olmasından dolayı gelecekte olan bir azâb anlamına gelmektedir. َغ دًا lafzı ise imkân ve düşünce bakımından zamanın yakınlığını bildirmektedir.114 onlar, ağıldaki hayvanların çiğneyip ufaladıkları kuru çöpler“فََكانُوا َكَهِشيِم اْلُمْحتَِظِر gibi oldular” ifadesinde mursel teşbih bulunmaktadır. Burada bir vakitler ölüp gidenler ile kuru otlar arasında kupkuru olmak noktasında bir teşbih yapıldığını söylemek mümkündür.115 ِ مْن ُأْوَلئُِكْم َأْم َلُكم بََراء ةٌ ٌ ر َّفاُرُكْم َخْي Sizin kâfirleriniz onlardan daha mı hayırlı? Yoksa“ َأُك sizin için kitaplarda bir berat mı var?” hitabında yer alan sorular, istifham-ı inkâri anlamındadır. Elbette olumsuz cevap alınmak için bu şekilde sorulmaktadır. Böyle olmadığını belirtmek ve muhatabların gevşememeleri için uyarmak maksadıyla getirilmektedir.116 ُّر َّساعَُة اَْدٰهى َواََم َّساعَُة َمْوِعدُُهْم َوال Hayır, kıyâmet, onların (görecekleri asıl“ بَِل ال azâbın) vaktidir. Kıyâmet (azâbı) ise daha müthiş ve daha acıdır” hitabında yer alan َّساَعة ُ kelimesinin kıyâmet anlamında olduğu söylenip âyette iki kere tekrarı ise korku ٱل ve dehşeti ziyâde etmek için getirildiği ifade edilmektedir.117 َّس سََقَر Cehennemin dokunuşunu tadın!” hitabında “tadın” manasına“ ُذوُقوا َم gelen ْذُوقُوا ifadesinde bir istiare (mecaz ve teşbih) olduğu söylenmektedir. Zira, tatmak duyular için kullanılır. Dilin algılaması, diğer organlara göre daha tam ve mükemmeldir. Zira diğer organlar ile sıcak bir şey tadıldığında yalnız o şeyin sıcaklığının eziyeti hissedilebilmektedir. Ancak dil ile tadıldığında hem onun sıcaklığı hem de acılığı itibariyle eziyet duyulmaktadır. َّس َسقَر ateşin dokunması” tabiri de “َم 113 Zemahşerî, a.g.e., C. V, s. 259. 114 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 52. 115 Derviş, a.g.e., C. VIII, s. 385. 116 Zuhaylî, a.g.e., C. XXIV, s. 259. 117 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 69. 31 mürsel mecaz olarak gelmektedir. Zira “dokunmak” lafzı mecazen “acı” manasında kullanılmaktadır.118 V. KAMER SÛRESİNİN ÖNCEKİ VE SONRAKİ SÛRELERLE MÜNASEBETİ Tefsîr âlimleri Kur’ân-ı Kerîm’in tamamında mevcut olan insicamı, özel olarak Kamer sûresinde inceleyip bazı değerlendirmeler ortaya koymuştur. Sûre ihtiva ettiği âyetler açısından, kendi içinde bir tutarlık gösterirken, diğer sûreler ile de açık bir münasebet içindedir. A. KAMER – NECM SÛRESİ ARASINDAKİ MÜNÂSEBET Kamer sûresi ve ondan önce gelen Necm sûresi arasında güzel bir uyum ve münasebet olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Bununla ilgili örnek verecek olursak şunu söyleyebiliriz: Kıyâmetin yaklaşması meselesi Necm sûresinin sonunda ve Kamer sûresinin başında zikredilmiştir. Allah Teâlâ Necm sûresinin 57. âyetinde ُ ٰاْلِزفَة Yaklaşan“اَِزفَِت ا yaklaştı” buyururken, Kamer sûresinin ilk âyetinde de َّق اْلقََمُر َّساَعةُ َواْنَش Saat“ اِْقتََربَِت ال (Kıyâmet) yaklaştı” buyurmaktadır.119 Birbirinin ardından gelen Şems, Leyl, Duha ve daha önce geçen Fecr sûreleri120 arasında, adlandırmada uyum ve münasebetin mevcut olduğu gibi, Necm sûresi ile Kamer sûresi arasında da adlandırma açısından güzel bir ilişki bulunmaktadır. Ayrıca Kamer sûresinin Necm’den sonra gelişi, Arâf’ın En’âm’dan sonra, Şuarâ’nın Furkan’dan sonra ve Sâffât’ın Yasin’den sonra gelişi gibi olması ortada münasebet ve uyumun olduğunu göstermektedir.121 Ayrıca Necm sûresinde peygamberlerini yalanladıklarından dolayı helâk edildiği bildirilen Âd, Semûd ve Nûh kavimlerinden, Kamer sûresinde de bahsedilip bu 118 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 71; Zuhaylî, a.g.e., C. XXIV, s. 280. 119 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 29. 120 Bkz. ر ِ َّشۡمِس َوُضَحٰٮَها ;Fecr 89/1 َوٱۡلفَۡج ٰ ى ;Şems 91/1 َوٱل ََُّحى ;Leyl 92/1 َوٱلَّۡيِل إِذَا يَۡغَش ;Duha 93/1 َوٱل 121 Zuhaylî, a.g.e., C. XIV, s. 167. 32 olaylara daha geniş bir yer verilmektedir.122 Bu da bu iki sûrenin arasında uyum bulunduğunu göstermektedir. B. KAMER – RAHMAN SÛRESİ ARASINDAKİ MÜNASEBET Kamer sûresinin Rahman sûresi ile arasındaki münasebetin birkaç yönden olduğu görülmektedir. Rahman sûresinin bütünü sanki Kamer sûresinin son âyetlerinin devamı ve açıklamasıdır. Kamer’in sonunda kısaca bahsedilen günahkârların uğrayacakları azâb, ateşin yakıcı tadını gördükleri zaman olacaklar ve kıyâmetin korkunç olayları, muttakilerin ise cennetle ve nimetleriyle ödüllendirilmesi gibi olaylar, Rahman sûresinde genişçe anlatılmaktadır.123 Kamer sûresinde Allah Teâlâ önceki kavimlerin başına gelen felâketleri ve âkıbetlerinin fena olduğunu bildirmektedir. Rahman sûresinde ise bütün insanların kavuştukları dinî ve dünyevî çeşit çeşit nimetlerden bahsedilmektedir.124 Ayrıca Allah Teâlâ, Kamer sûresinde uyarmak ve tenbih etmek amacıyla Âdemoğullarına ve özellikle Mekke halkına hitap etmiştir. Rahman sûresinde ise sekaleyni (insanlar ve cinleri) uyarıp tenbih etmektedir.125 Ayrıca Kamer sûresi Yüce Allah’ın “Melik” ve “Muktedir”126 isimlerine delalet eden sıfatları ile bitmektedir. Melik saltanatı bitmeyen, Muktedir ise her şeye gücü yeten anlamına gelmektedir. Rahman sûresi ise bu sıfatlara yakın olan “Rahman” ile başlayıp, Allah’ın insana yaptığı ihsanı ve merhameti beyan etmektedir. Allah Teâlâ peygamberlerini yalanlayanlara karşı aziz, çetin ve muktedir olup, inanmış ve iyilik yapanlara karşı ise merhametli ve affedicidir.127 C. KAMER SÛRESİNİN DİĞER SÛRELERLE MÜNASEBETİ Yüce Allah’ın Kamer sûresinin birinci âyetiyle “اقتربة الساعة” (Kıyâmet yaklaştı), Mekke müşriklerine hitap ettiği görülmektedir. Sâd sûresinde ise onların Allah’a şirk koşmakta inatçı olup düştükleri kötü hal anlatılmaktadır. Sâd sûresindeki müşrikler 122 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 32. 123 Zuhaylî, a.g.e., C. XIV, s. 205. 124 Bkz. Kamer, 54/10, 11, 19, 20, 30, 42; Rahman, 55/10, 11, 23, 24, 48, 49; 125 es-Sekafî, Ebû Ca‘fer Ahmed b. İbrâhîm b. Zübeyr el-Gırnâtî, el-Burhân fî Tenâsubi Suveri’l-Kur’ân, 1.b., Kahire: Dâru İbni’l-Cevzî, 1428/2007, ss. 180-181. 126 Kamer, 54/55. 127 Zuhaylî, a.g.e., C. XIV, s. 205. 33 aleyhine mevcut olan kınama ve azarlamalar, ondan sonra gelen diğer sûrelerde beyan edilmektedir.128 Nitekim Zümer sûresinde şöyle buyurulmaktadır: ٰٓ َى َّّلِلِ ُزۡلف ِ َربُونَآ إِلَى ٱ َّاِل ِليُق ۦِِۤه أَۡوِليَآَء َما نَۡعبُدُُهۡم إ َوٱلَِّذيَن ٱتََّخذُواْ ِمن دُون “O`nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah`a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler.”129 Bu bağlamda birçok âyet130 getirildikten sonra, Allah Teâlâ Mekke müşriklerine Kamer sûresinin devamında önceki kavimlerin peygamberleriyle hallerini bildirmektedir. Bununla Mekke müşriklerinin önceki kavimlerden bir farkı olmadığı ve onlar gibi helâka uğramalarının mümkün olduğu söylenmektedir. Nitekim sözü geçen âyetler şunlardır:131 ِ مَن اأْلَنبَاء َما فِيِه ُمْزدََجٌر ِحْكَمةٌ بَاِلغَةٌ فََما تُْغِن النُّذُرُ َولَقَْد َجاءُهم “Andolsun, onlara içinde caydırıcı tehditlerin bulunduğu haberler geldi. Bu haberler, zirveye ulaşmış birer hikmettir! Fakat uyarılar fayda vermiyor!”132 Mekke müşriklerine nice uyarı, kınama ve azarlama geldikten sonra Allah Teâlâ’nın onlara şu şekilde soru yönelttiği görülmektedir: ُّزبُرِ اَُكفَّاُرُكْم َخْيٌر ِمْن اُوٰلئُِكْم اَْم لَُكْم بََراَءةٌ فِي ال “Sizin kâfirleriniz onlardan daha mı hayırlı? Yoksa sizin için kitaplarda bir berat mı var?”133 Kamer sûresi dâhil olmak üzere Zâriyat, Tûr, Necm, Kamer, Rahmân, Vakı’a sûrelerin arasında da münasebet olduğu söylenmektedir. Nitekim bu sûrelerdeki konular daha çok kıyâmet olayları ile insanları uyarmaktadır.134 D. KAMER SÛRESİNİN ÂYETLERİ ARASINDAKİ MÜNASEBET 128 Sekafî, a.g.e., s. 174. 129 Zümer, 39/3. 130 Ayrıca bkz. Zümer, 39/4, 14, 15, 29; Ğâfir, 40/4, 12, 21, 56, 69-70, 77, 82; Fussilet, 41/4, 5, 26, 40, 44, 53; Şûrâ, 42/6, 13, 16, 21, 48; Zuhruf, 43/ 5, 15; Duhan, 44/9, 16. 131 Sekafî, a.g.e., s. 176. 132 Kamer, 54/4, 5. 133 Kamer,54/43. 134 Yılmaz, Faik, Âyetler ve Sûreler Arasındaki Münasebet, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2009, s. 172. 34 9-17. Âyetler Arasındaki Münasebet Yüce Allah önceki ümmetlerden kısaca bahsedip135 daha sonra onların tavırlarını geniş bir şekilde anlatmaktadır. Bu haberler önceki kavimlerin sonu nasıl idi ise Mekke kavmi de Peygamberini (a.s.) inkâr etmeye devam ederse, aynı şekilde olabileceğini belirtmektedir.136 18-22. Âyetler Arasındaki Münâsebet Yüce Allah, Mekke halkına ve diğer bütün insanlara ibret olsun diye Nûh (a.s.)’un kavmini nasıl helâk ettiyse, Âd kavminin ve peygamberleri yalanlayan her kavmin âkıbetinin aynı olacağını bildirmektedir. Burada Hûd (a.s.)’un kavmini daha etkili bir şekilde anlatmak üzere kendi özel “Ad” isminden bahsedilmiştir.137 Ayrıca bu kavimden bahsederken Yüce Allah “فكيف كان عذابي ونذر” ifadesini iki kere tekrar ederken, diğer kavimlerde ise sadece bir kere söylemiştir. Bunun da Âd kavminin helâk edilmeden önce üç yıl şiddetli bir kıtlıkla cezalandırılmasından dolayı olduğu söylenmektedir.138 23-40. Âyetler Arasındaki Münâsebet Semûd kavminin de vahyi inkâr edip ardından bütün peygamberleri inkâr ettiği nakledilmektedir. Zira bir peygamberi inkâr eden bütün peygamberleri inkâr etmiş gibidir. Bu kıssa, sûrede geçmiş kavimlerden peygamberlerini inkâr edenlere üçüncü örnektir. Lût kavmi de sûredeki geçmiş kavimlerden dördüncüsü olup âkıbetinin çok şiddetli bir azap olduğu bildirilmektedir. Nitekim bunlar da önceki diğer kavimler gibi peygamberlerini yalanlayıp fuhşiyatın peşine düşmüşlerdir. Sonuç itibariyle bunların sonunun da, diğer kavimler gibi hüsran olduğunu görmekteyiz.139 43-50. Âyetler Arasındaki Münâsebet Yüce Allah bu âyetlerle Mekke kavmine hitap ederek onları önceki kavimler gibi azâba uğramasınlar diye uyarmaktadır.140 135 Bkz. Kamer, 54/3-9. 136 Sekafî, a.g.e., s. 176. 137 Zuhaylî, a.g.e., C. XIV, ss. 173-174. 138 es-Sekafî, Milâkü’t-Te’vîli’l-Kâtı’ bi-Zevi’l-İlhâd ve’t-Ta’tîl fi Tevcîhi’l-Müteşâbihi’l-Lafz min ayi’t- Tenzîl, 1.b., Beyrut: Dârul Ğarbi’l-İslamî, 1403/1983, C. II, s. 1052. 139 Zuhaylî, a.g.e., C. XIV, s. 179. 140 Zuhaylî, a.g.e., C. XIV, s. 185. 35 Sonuç olarak, Kur’ân-ı Kerîm’de hiçbir lafız rastgele seçilip gelişi güzel âyetler içerisine serpiştirilmiş değildir. Aksine her bir kelime kastedilen anlamı, aktarılmak istenilen mesajı en doğru ve muntazam bir şekilde ifade edebilmek için özenle seçilmiştir. Kamer sûresi, diğer sûrelerle ve kendi içindeki uyumuyla bunu en güzel şekilde temsil etmektedir. VI. SÛRENİN ÜSLÛBU VE İHTİVA ETTİĞİ KONULAR Diğer Mekkî sûreler gibi bu sûrenin de konusu, İslam akidesinin esaslarını yerleştirmektir. Sûrenin Kur’ân-ı Kerîm’in vahiy ile indirilişi ve onun âyetlerini inkâr edenlere yönelik tehdit ile başladığı; kıyâmet gününde mutlaka görülecek ceza ile kâfirlere verilecek azâbın yanı sıra müttakilere verilecek ve ikram edilecek olan sevapların çeşitlerinin tasviri ile son bulduğu görülmektedir.141 Sûre ilk olarak kıyâmet vaktinin yaklaştığını ve bunun delilini – ki bu, Rasulullah’ın büyük mucizelerinden biri olan ayın yarılmasıdır- müşriklerin bu mucize karşısındaki tutumlarını, onu bir sihir diye yorumlamalarını ve Kur’ân-ı Kerîm’de bulunan caydırıcı azap ve tehditlerden gafil olduklarını haber vermektedir.142 Bunun ardından, duyguları sarsan, korkuları alevlendiren ve kıyâmetin dehşetiyle gönüllere korku ve telaş dolduran ifadelerle, onların çekirge sürüleri gibi koşarak zelil bir şekilde mahşerde toplanacakları konusunda müşrikleri uyarmasını ve onlardan yüz çevirmesini Rasulullah’a emrettiğini vurgulamaktadır.143 Sonra Allah Teâlâ peygamberlerine iman etmemelerinin bir cezası olmak üzere Nûh, Âd, Semûd kavimleri, Lût ve Firavun’un kavimleri gibi geçmiş milletlerin başına gelen azâbın bir benzerinin Mekke kâfirlerinin başına gelebileceği uyarısını yapar ve her bir kıssayı ayrı ayrı tafsil ettikten sonra her birinin sonunda insanı dikkate sevkeden korkutucu bir üslûpla “Ki benim azâbım ve tehdilerim nice imiş”144 mealindeki âyeti getirmektedir. Hemen devamında da “Andolsun ki biz Kur’ân-ı düşünmek için 141 Mevdûdî, a.g.e., C. IV, s. 337. 142 Zuhaylî, a.g.e., C. XXIII, s. 126. 143 Mevdûdî, a.g.e., C. IV, s. 337. 144 Kamer, 54/16. 36 kolaylaştırmışızdır. O halde bir düşünen var mı?”145 anlamına gelen âyetini zikretmektedir. 146 Ardından Kureyş müşriklerini bu uyarıdan gafil oldukları için azarlar ve o kavimlere benzer bir şekilde helâk edilebilecekleri konusunda uyarır. Bu helâk, öncelikle dünyada öldürülme ve hezimete uğrama yönüyle gerçekleşmektedir. Allah Teâlâ ahiret azâbının ise daha büyük ve acı olduğunu: Onlar yüz üstü sürünerek, zelil ve hakir bir şekilde cehenneme atılacaklardır. Dünyada dalalet içinde olan bunlar, ahirette de de ateş içinde olacaklardır, şeklinde zikretmektedir.147 Sûre, eşyanın yaratılmasındaki ölçü ve denge, Allah’ın emir ve iradesinin göz kırpma gibi bir sürat içinde yerine gelmesi; azgın kavimlerin helâkinden ders ve ibret alınması zarureti; beşerin bütün amellerinin muhafaza altındaki sicil defterlerinde bulunduğu ve müttakilerin kudretli ve her şeye malik olan Rableri katındaki cennetle, ikramlarla müjdelenmesi hususlarını beyan ederek bitmektedir.148 Sûrenin ihtiva ettiği konular meselesi bir bütünlük olarak ele aldığında, bazı müjdeleri ve tehditleri kapsadığı, Kur’ân’dan yüz çeviren kimselerin ise âkıbet hususunda uyarıldığı görülmektedir. Ardından geçmiş toplumların haberlerinden alınacak ders ve ibretler ile müşrik kavim, benzer tavırlar yaptıklarında benzeri musibetlere uğrayabilecekleri hususunda ikaz edilmektedir. Son olarak da her şeyi bir kader ile yarattığını bildiren Yüce Allah, cennette muttakilere yapılacak ikramlara dair müjdelere ayrıntılı bir şekilde yer verirken mücrimlerin uğrayacakları azâbtan bahsederek sureyi bitirmektedir. VII. SÛRENİN FAZİLETİ Ahmed bin Hanbel (v. 290/903) ve Müslim (v. 261/875)’in Ebû Vâkid el-Leysî (v. 68/687-88)’den rivâyet ettiklerine göre Rasulullah (a.s)’ın, Ramazan ve Kurban Bayramı namazlarında Kâf ve Kamer sûrelerini okuduğu nakledilmektedir. Ayrıca yine bu sûrelerin müjde ve tehdit, varlıkların yaratılması ve öldükten sonra tekrar diriltilmesi, tevhid, peygamberliğin ispatı ve başka çok önemli maksatları ihtiva 145 Kamer, 54/17. 146 Zuhaylî, a.g.e., C. XXIII, s. 126. 147 Mevdûdî, a.g.e., C. IV, s. 337. 148 Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul: Feza Gazetecilik A.Ş. Yayınları, t.y., C. IX, s. 357. 37 etmeleri münasebetiyle cumalarda, bayramlarda ve büyük toplantılarda da okunduğu söylenmektedir.149 Kamer sûresinin fazileti ile ilgili olarak, Yâsin sûresini okuyan kimsenin Kur’ân-ı Kerîmin baştan sonuna kadar on kere okumuş gibi olacağını, İkterabetü’s-Sa’â ve’n-şakka’l-kamer sûresini her iki gece arasında okuyan kimsenin de yüzünün Bedir gecesi parlaklığına benzeyeceği rivâyeti nakledilmiştir.150 Aynı şekilde, Yüce Allah’ın, her sabah Kamer sûresini okuyan kimseyi, kıyâmet gününde yüzü dolunay gecesindeki ayın parladığı gibi parlak şekilde dirilteceği, fakat bu sûreyi her gece okumanın efdal olduğu şeklinde de rivâyete rastlanmaktadır.151 Başka bir rivâyete göre ise “Kamer sûresini Cuma gününde kim yazıp alnına sararsa Allah katında seçkin olur ve ona bütün zor olan işler kolaylaştırılır.”152 Kur’ân-ı Kerîm’de Kâf ile Nâs sûresi arasında yer alan sûrelere “Mufassal” ismi verilmektedir.153 Kamer sûresinin dâhil olduğu bu grubun fazileti hakkında Hz. Efendimiz kendisine Tevrât karşılığında سبع الطوال ‘yedi uzun sûrenin’, Zebûr karşılığında المئون ‘yüzlükler’in’, İncîl karşılığında السبع المثاني ‘Fâtiha’ sûresi’nin verildiğini ve mufassal sûrelerle diğer peygamberlere üstün kılındığını buyurmuştur.”154 149 Müslim, “Salâtü’l-‘îdeyn”, 14, 15; Ebû Dâvûd, “Salât”, 1154; Tirmizî, “el-Cum‘a”, 533-534; İbn Mâce, “İkâmetü’s-salavât”, 1282; Ahmed b. Hanbel, C. XXXVI, s. 223 (hadis no: 21896); Nesâî, “Salâtü’l-‘ideyn”,1568; Müstağfirî, Ebü’l-Abbâs Ca‘fer b. Muhammed b. el-Mu‘tez, Fedâilü’l- Kur’ân, (nşr. Ahmed b. Faris es-Selûm), Beyrut: Dâru’bni Hazm 1427/2006, C. II, s. 624 (hadis no: 932), Zemahşerî, a.g.e., C. V, s. 653. 150 Darîs, Ebû ‘Abdillâh Muhammed b. Eyyûb b. Yahyâ b. Darîs b. Yesâr, Fedâilü’l-Kur’ân ve mâ Ünzile mine’l-Kur’ân bi-Mekke ve mâ Ünzile bi’l-Medîne, (nşr. Gazvetü Bedîr), Dimeşk: Dâru’l-Fikr, 1408/1987, s. 102 (hadis no: 224-225); Müstağfirî, a.g.e., C. II, s. 600 (hadis no: 882), 623 (hadis no: 930). 151 Müsteğfirî, a.g.e., C. II, s. 785 (hadis no: 1221). 152 eş-Şafii’, Ebû Muhammed Abdullah b. Es’ad el-Yemenî, Kitâbü’d-Dürrü’n-Nazîm fî Havâssi’l- Kur’âni’l-Azîm, y.y.: Mektebetü’l-Alemiyye, t.y., s. 102. 153 Birışık, Abdülhamit, “Sûre”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2009, C. XXXVII, s. 539. 154 Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybânî el-Mervezî, Müsned, (nşr. Adil Mürşid ve dğr.), Beyrut: Müessetü’r-Risâle li’t-Tabâ‘ati ve’n-Neşri ve’t-Tevzî‘ t.y., C. XXVII, s. 188 (hadis no: 16982). 38 39 İKİNCİ BÖLÜM KAMER SÛRESİNİN ANA KONULARINA GÖRE TEFSİRİ 40 I. SÛRENİN TEFSİRİ Kamer sûresinin tefsirine geçmesiyle birlikte âyetlerde yer alan ve ilk bakışta anlaşılması pek kolay olmayan bazı kelime ve ıstılahların açıklamasının yapılmasının faydalı olacağını düşünmekteyiz. Kamer sûresinin ihtiva ettiği ve âlimlerin de ilk bakışta anlaşılmasının zor olduğu hususunda itiffak ettikleri kelimeler sırasıyla incelenmeye çalışılacaktır. A. AY’IN YARILMASI VE MÜŞRİKLERİN MUCİZELERDEN YÜZ ÇEVİRMESİ 1. 1-3. Âyetler ve Meâli ٌّر }2{ ُّمْستَِم َّق اْلقََمُر }1{َوإِن يََرْوا آيَةً يُْعِرُضوا َويَقُولُوا ِسْحٌر َّساَعةُ َوانَش اْقتََربَِت ال ٌّر }3{ ُّمْستَِق ُّل أَْمٍر َوَكذَّبُوا َواتَّبَعُوا أَْهَواءُهمْ َوُك “Kıyâmet yaklaştı ve ay yarıldı. Onlar bir mucize görseler yüz çevirirler ve "Süregelen bir sihirdir" derler. Peygamberi yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Halbuki her iş, (Allah nasıl takdir ettiyse öylece) gerçekleşecek (değişmeyecek)tir.” 2. Âyetlerdeki Bazı Kelime ve Istılahların İzahı a. اقترب (İktarabe) Kelimesi Sûrede geçen اقترب iktarabe fiili, ق- ر- ب (ka, ra, be) harflerinden meydana gelmektedir. Bunun aslı ise قرب (kurb) kelimesi olup, ‘yakın olmak’ anlamını 41 taşımaktadır. Kelime; ‘mekân, zaman, nispet, mevki155, koruma156 ve güç’157 anlamlarında kullanılmaktadır. قرب (kurb) lafzının zıddı بعد (bu’d) kelimesidir.158 Kelime, mekân ile ilgili kullanıldığında تقرب şeklinde gelip, Kur’ân-ı Kerîm’de birçok yerde geçmektedir. Nitekim Bakara sûresinin 35. âyetinde şu şekilde geçer: َّظاِلميَن َّشَجَرةَ فَتَُكونَا ِمَن ال َواَل تَْقَربَا ٰهِذِه ال “Ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”159 Nisbetle ilgili olarak da Kur’ân’ın birkaç yerinde قربى (kurbâ) şeklinde geçmektedir. Örneğin Nisâ sûresinde bu kullanımı görmek mümkündür: َر اْلِقْسَمةَ اُولُوا اْلقُْرٰبى َواْليَتَامٰ ى َواْلَمَساكيُن َ ِاذَا َح َو “Miras taksiminde (kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa…”160 Bu kelime اقترب (iktarabe) şeklinde gelince zaman anlamı ifade eder. Kamer sûresinin ilk âyeti buna örnektir: َّق ٱۡلقََمُر َّساَعةُ َوٱنَش ٱۡقتََربَتِ ٱل “Kıyâmet yaklaştı ve ay yarıldı.”161 b.قمر (Kamer) Kelimesi ,ka, me, ra) kökünden türeyen ve ism-i müzekker olan kamer kelimesi) ق، م، ر içi dolmaya başladığında gökteki ‘aya’ denmektedir. Gezegenlerin ve yıldızların ışığını kazanmasından dolayı bu adı aldığı söylenmektedir.162 İlgili âyetle Yüce Allah şöyle buyurmuştur: َ ر نُوراً َّشْمسَ ِضيَاء وَ اْلقََم ُهَو الَِّذي َجعََل ال 155 Bkz: Tevbe, 9/99; Sebe’, 34/37; 156 Bkz: A’râf, 7/56; Bakara, 2/186; 157 Bkz: Kâf, 50/16; Vakı’a, 56/85. 158 İbn Manzûr, Ebü’l-Fadl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem, Lisânü’l-Arab, Lübnan: Dâru İhyâi’t- Türâsi’l-Arabî, 1419/1999, C. XI, s. 82; Rağıb el-İsfahânî, Ebü’l-Kâsım el-Hüseyn b. Muhammed, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, Beyrut: Dâru’l-Marifetü, t.y., s. 398. 159 Bakara, 2/35; Ayrıca bkz. En’âm, 6/152; İsrâ, 17/32; Tevbe, 9/28; Bakara, 2/122; Zâriyât, 51/27. 160 Nisa, 4/8; Ayrıca bkz. Fâtır, 35/18; Enfâl, 8/41; Nisa, 4/36; Beled, 90/15. 161 Kamer, 54/1; Ayrıca bkz. Enbiya, 21/1. 162 Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 412. 42 “O, güneşi bir ışık (kaynağı) ayı da geceleyin bir aydınlık (kaynağı) kılandır.”163 Ay ışığı ise قمراء (kamrâu) diye isimlendirilmiştir. Bunun için Araplar bir kişiyle mehtapta gitmeyi, تقمرت فَلنا (tekammertu fulanan) tabiri164 ile ifade etmektedirler. Kamer sûresinin ilk âyetinde de165 kamer kelimesinin ay anlamında kullanıldığını görmekteyiz. c. سحر (Sihr) Kelimesi (sahara) سحر ,sihr kelimesi سحر se, he, ra) kökünden türetilmiş olan) س، ح، ر fiilinden masdar şeklinde gelmektedir. Arapça’da سحر (sahara) sözcüğü ile mahlûkatta mevcut olan akciğer ve gırtlağın ucu kastedilir. Mesela, “ciğeri şişti” cümlesi انتفخ سحره şeklinde ifade edilmektedir. Aynı kökten türetilmiş olan سحر sihr lafzının da bu anlama geldiği söylenmektedir. Zira sihr, ciğere isabet etmek amacıyla yapılmaktadır.166 Terim açısından سحر sihr ile ilgili birkaç görüş ileri sürülmektedir. Bunlardan biri; سحر sihr, ‘göz yanılmasından dolayı aslında olmayan bir şeyi varmış gibi gösterme işidir.’ Mesela, illüzyonistin el çabukluğu sebebiyle gözleri yanıltması; dedikoducunun, kulaklara, gerçeği kavramaktan engelleyen süslü sözler kullanması buna örnektir. Bu anlamda Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmaktadır: ََّما اَْلقَْوا َسَحُروا اَْعيَُن النَّاِس َواْستَْرَهبُوُهْم َوَجاُؤ ِبِسْحرٍ َعظيٍم قَاَل اَْلقُوا فَل “(Mûsâ), “Siz atın” dedi. Bunun üzerine onlar (ellerindekini) atınca insanların gözlerini büyülediler ve onlara korku saldılar. Büyük bir sihir yaptılar.”167 Diğer bir görüşe göre سحر sihr kelimesi, bir şeyi olduğundan farklı göstermektir. Bu da şeytana bir çeşit yaklaşmakla, onun yardımını elde etmek aracılığıyla gerçekleşmektedir. Bu anlamda Kur’ân’da şöyle buyrulmaktadır: “Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? Onlar, her günahkâr yalancıya inerler.”168 163 Yunus, 10/5. 164 İbn Manzûr, a.g.e., C. XI, s. 299. 165 Kamer, 54/1. 166 Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 225. 167 A’raf, 7/116. ِ ل أَفَّاٍك أَثِي ٍم )٢٢٢( 168 َّزُل َعلَٰى ُك ُن ﴿٢٢١﴾ تَنَ ًۜ َّشيَا۪طي َّزُل ال .Şu’arâ, 26/221-222; İbn Manzûr, a.g.e., C ;َهْل اُنَب ِئُُكْم َعٰلى َمْن تَنَ VI, s. 189. 43 Dâmeğânî (v. 478/1085), سحر sihr kelimesinin, Kur’ân-ı Kerîm’de ‘ilm, yalan, göz yanılması, mecnûn ve hak yolundan çıkmak’ anlamlarına geldiğini söylemektedir.169 d. مستقر (Mustekir) Kelimesi Kamer sûresinin üçüncü âyetinde170 geçen مستقر mustekir lafzının aslı, ‘soğuk, soğukluk’ manasındaki ق ر (kurra) kelimesinden gelmektedir. Bu da قرر (ka, ra, ra) kökünden meydana gelmektedir. Mesela Arapça’da, “Yerinde mat bir şekilde hareketsiz kaldı” manasında قر في مكانه denmektedir.171 Bu kelimenin fetha ile مستقر mustakar şeklinde okunduğunda ‘istikrarlı’ anlamını kazandığı ve aslı استقر şeklinde olduğu söylenmektedir. Nitekim Arapların kullanımında استقر فَلن “filan kimse hareketsiz, yerleşik olmaya yöneldi” anlamına gelmektedir. Kesra ile müstekir şeklinde ise emrin sıfatı olup, الساعة (es-sâ’atü) kelimesine matuftur.172 3. Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri a. Ayın Yarılması Hâdisesinin Vâkî Olup Olmadığına Dair Görüşler Kamer sûresinin başında yer almış olan َُّق ٱۡلقََمر ,ay yarıldı" tabirinin" َوٱنَش özellikle son dönemlerde olmak üzere gelenekçi ve yenilikçi yorumcuların arasında anlaşmazlığa yol açtığı görülmektedir. Müfessirlerin çoğunluğu bu âyette, ٱنَش ق fiiline geçmiş zaman kipi manasının verilmesi gerektiğini söylemekte; Hz. Peygamber döneminde Mekke'de meydana gelen bir mucizeyi bildirdiğini kabul etmektedirler. Bu iddialarını, âyette "ay yarıldı" tabirinin arkasından, müşriklere bir mucize getirildiğinde ondan hemen yüz çevirip "süregelen bir sihirdir" derler "173 demelerinin anlamlı olması için, ayın yarılmasının vuku bulması gerektiği gibi kanıtlar ile delillendirmeye çalıştıkları görülmektedir. Bu konuda meşhur, hatta tevatür derecesine ulaşan rivâyetleri de kendi görüşlerinin tarihi delilleri kabul etmektedirler.174 169 ed-Dâmeğânî, el-Hüseyn b. Muhammed, Kâmûsü’l-Kur’ân, 3.b., Lübnan: Dâru’l-‘İlm li’l-Melâyîn, 1985, s. 434; Ayrıca bkz. Zuhruf, 43/49; Kamer, 54/2; Ar’af, 7/116; Furkân, 25/8; Nahl, 16/94. ٌّ ر 170 ُّمۡستَِق ُّل أَۡم ٍر ُ ;Hâlbuki her iş, (Allah nasıl takdir ettiyse öylece) gerçekleşecek (değişmeyecek)tir - َو Kamer, 54/3. 171 İbrâhîm, a.g.e., s. 421; Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 394. 172 Beyzâvî, a.g.e., C. V, s. 164; Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 395. 173 Kamer, 54/1. 174 Taberî, a.g.e., C. XXII, s. 107; İbn Kesîr, a.g.e., C. VII, ss. 471-472; Ancak, bu hâdise muhtelif hadis kitaplarında yer alan rivâyetlerde anlatılmaktadır. Bkz. Buhârî, “Tefsîr”, 54, 1; Müslim, “Sıfâtü'l- Münâfikîn”, 44-45; Tirmizi, “Tefsîr”, 54. 44 Buna mukabil, modern zamanda daha fazla öne çıkan diğer bir görüşe göre ُ ر َّق ٱۡلقََم ay yarıldı" ibaresi ile gelecek zaman kastedilmektedir. Buna göre âyette ayın" َوٱنَش kıyâmet yaklaştığında ya da onun kopacağı sırada yarılacağı manasının kastedildiği söylenmektedir. Âyette mazi kipinin gelmesinin maksadı haberin kesinliğini vurgulamaktır. Başta Nahl sûresinin ilk âyeti175 olmak üzere Kur'ân-ı Kerîm’de bunun birçok misalleri bulunmaktadır.176 Bu görüşe rağbet gösterenler, ayın yarılması vâkıasının herkes tarafından görülmüş olması gerektiğini; hâlbuki bu mevzuda tarihi bir belge veya bilim tarihi kaynaklarında bir kayıt ya da gözlem mevcut olmadığını; ayrıca fiziksel olarak da ay üzerinde bu tür değişimin izlerinin müşahade edilmediği gibi tamamen aklî bazı argümanlar ileri sürmektedirler. Bu mevzuda İslamî kaynaklarda mevcut olan rivâyetlerin de sağlıklı olmadığını iddia etmektedirler.177 Bu mevzuda bir üçüncü görüşün de mevcut olduğu görülmektedir ki buna göre َّق ٱۡلقََمرُ .ay yarıldı" ifadesi “iş açık oldu" şeklinde mecaz manada kullanılmaktadır" َوٱنَش Ayın yarılmasının, ay doğduğu sırada karanlığın yarılması manasını taşıyıp açık ve bariz olmaktan kinaye olduğu söylenmektedir. Zira Araplar, bariz olan iş için ayı misal gösterirlerdi.178 Kâdî Abdülcebbâr (v. 415/1025), Tenzîhü'l-Kur’ân ani’l-Metâin kitabında َّق ٱۡلقََمرُ َّساَعةُ َوٱنَش Kıyâmet yaklaştı ve ay yarıldı" âyetinin yorumuna yer" ٱۡقتََربَِت ٱل vermektedir. Bu âyetin "Ay yarıldı" delaletine karşı çıkanlar "eğer ay hakikaten yarılmış olsaydı, cümle kuruluşu bu kadar açık vahiy olunur muydu?” sualini sormuşlardır. Buna cevaben Kadî Abdülcebbâr da, Kur’ân’ın zâhirinden anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber döneminde Mekke ya da Medine'de ay yarıldığını söylemiştir. Müellife göre, bazı ülkelerde havanın bulutlu olması sebebiyle ya da bazı kimseler de ayın yarılmasını farketmeyip haberdar edilmediklerinden dolayı ayın yarılmasını görememişlerdir. Dolayısıyla bu vakıadan ancak belli bir grubun haberdar olması yeterli olup, bu vakıanın mütevatir rivâyetlerle nakledilmesi gerekmemektedir. Aksine ahad rivâyetler ile nakledilmesi yeterlidir ki ayrıca İbn Mes'ud (v. 32/652-53) ve bir َ ن 175 َّما يُْشِرُكو ًۜهُ ُسْبَحانَهُ َوتَعَاٰلى َع هّللاِ فَََل تَْستَْعِجلُو Allah’ın emri gelecektir. Artık onun acele gelmesini“ - اَٰتٓى اَْمُر istemeyin. Allah, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir”; Nahl, 16/1. 176 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 29. 177 İbnü’l-Cevzî Ebü’l-Ferec Abdurrahmân, Zâdü’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsîr, 3.b., Beyrut: el-Mektebetü’l- İslâmî, 1404/1984, C. VIII, s. 87. 178 Kurtubî, a.g.e., C. XX, s. 76; Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 271. 45 takım sahabenin bu vakıayı naklettikleri de görülmektedir. Kâdî Abdülcebbâr, Kamer sûresi tefsirinde ayın yarılmasına itiraz eden kimselere "onlar bir mucize görürlerse hemen yüz çevirirler”179 âyetini cevap olarak vermektedir. Ona göre Yüce Allah’tan azarın ve kötülemenin gelmesi için vakıanın yine evvelden gerçekleşmesi gerekmektedir.180 Bunların yanında bu mevzudaki bazı rivâyetleri göz önüne alarak, ayın yarılması olayının bir çeşit ay tutulması olduğu görüşünü savunanlar da mevcutur. Bunlara göre ay ikiye bölünmüş gibi görünmüş, bir kısmı aydınlık bir şekilde devam etmiş bir kısmı da kapkaranlık şekilde kalmıştır.181 Razî (v. 313/925) bu konuda şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (s.a.s), müşriklere Kur’ân-ı Kerîm ile meydan okumuş, bunun mukabilinde onlar, “Kur’ân’dan daha fasihini getiririz” demişlerdir. Bu konuda muvaffak olmayınca, Kur’ân-ı Kerîm, kıyâmet gününe kadar devam eden bir mucize sayılmıştır. Lakin âlimler Kur’ân-ı Kerîm’in böyle olağanüstü oluşunu da mütevatir derecesine varacak olan rivâyetler ile delillendirmektedir.”182 b. Yalanlayanların Kimliği ve Yalandıkları Şey Sûrenin başındaki âyeti, kıyâmetin yaklaştığını gösteren fiilî bir vâkıanın gerçekleşeceği anlamında olduğununu ifade edenler, sûrenin ikinci âyeti ile olan irtibatı şöyle kurmuşlardır: Onlara göre bu mucizeyi görenler, inkârda ısrarlı ve inatçılardır ki; bu olayın –ayın bölünmesi- vuku bulduğunu görmelerine rağmen, Allah’a inanmaya ve Hz. Peygamber’e itaat etmeye karşı çıkmaktadırlar. Bu kimseler öyle kimselerdir ki, gördüklerini de ya da başka bir mucize daha meydana gelip görecek olsalar, ona da yine yüz çevirecek, bu bir büyüdür diyen bir karaktere bürüneceklerdir.183 Sûrenin ilk âyetini, geleceğe dair sözlü bir ifade şeklinde tefsir edenlere göre âyetlerin irtibatı şu şekildedir: Kıyâmetin yaklaştığı ve neredeyse ayın bölünmek üzere olduğu kavlini tasdik etmeyenler, o kadar inkârcıdırlar ki, ister sözlü, ister fiilî, ister ٌّر 179 َيقُولُوا ِسْحٌر ُمْستَِم .Kamer, 54/2 ; َواِْن يََرْوا ٰايَةً يُْعِرُضوا َو 180 Kâdî Abdülcebbâr, Ebü’l-Hasen Abdülcebbâr b. Ahmed, Tenzîhü’l-Kur’ân ani’l-Metâin, Beyrut: Dâru’n-Nehdati’l-Hadîse, t.y., s. 407. 181 Beyzâvî, a.g.e., C. V, s. 164. 182 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 29. 183 Mukâtil b. Süleymân, Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, C. III, s. 296. 46 yeryüzünde, ister gökyüzünde bir mu'cize bile görseler inanmaz, onu da yalanlar ve büyüdür diyen bir yapıya sahiplerdir.184 c. Hevalarına Uyanların Tasviri “Peygamberi yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Halbuki her iş, (Allah nasıl takdir ettiyse öylece) gerçekleşecek (değişmeyecek)tir” âyetinin üslûbu ve içeriği incelediğinde, hakkı kabul etmeyenlerin içinde bulundukları psikolojiyi tasvir ettiği görülmektedir. “Peygamberi yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular” ifadesi hakkında şu iki185 açıklama yapılmaktadır: a) İnkârcılar, ikinci âyetteki tasvire uygun bir davranış sergilemiş ve onlara, kıyâmetin yakın olduğunu bildiren Hz. Peygamber’i, heveslerine uyarak yanlanlamışlardır. b) Gözleri önünde olup biten ayın bölünmesi ya da mu'cizeyi bile reddedecek durumda olan inkârcılar, hevalarına uyarak onu yalanlamışlardır. Âyette, “her sözün neticesinde varacağı bir yeri ve bir gerçeği bulunur” ifadesiyle dünya yurdunda Bedir’de öldürülmeleri sûretiyle cezalandırılacakları, ahiret yurdunda da cehennem azâbına çarptırılacakları anlamının kastedildiği söylenmektedir.186 Kamer sûresinin ilk üç âyeti ile ilgili anlam bütünlüğü sağlamış bir yorum da şöyle yapılabilir: “kıyâmet yaklaştı ve ay yarıldı, yani hemen hemen kıyâmet kopup ay da yarılmıştır. Fakat şu müşrikler inkârda o kadar kararlıdırlar ki, kıyâmet arefesinde ayın yarıldığını görseler dahi yine kıyâmetin kopacağına ihtimal vermezler, bu olaya ‘büyü’ deyip keyif ve heveslerine uyarlar, gafletlerine devam ederler.”187 B. CAYDIRICI HABERLERİN ANLAMI 1. 4-5. Âyetler ve Meâli ُ ُر }5{ ِ مَن اأْلَنبَاء َما فِيِه ُمْزدََجٌر }4{ ِحْكَمةٌ بَاِلغَةٌ فََما تُْغِن النُّذ َولَقَْد َجاءُهم 184 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 30. 185 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 31; Havva Saîd, el-Esâs fi’t-Tefsîr, çev. Abdüsselam Arı, İstanbul: Şamil Yayınları, 1992, C. XIV, s. 252. 186 Mukâtil b. Süleyman, Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, C. III, s. 297; el-Kuşeyrî, Abdü’l-Kerîm b. Hevâzin, Tefsiru’l-Kuşeyrî Letâifu’l-İşârât, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1428/2007, C. III, s. 256. 187 Süleymân Ateş, Kur’ân-ı Kerîm ve Yüce Meâli, İstanbul: y.y., t.y., s. 527. 47 “Andolsun, onlara içinde caydırıcı tehditlerin bulunduğu haberler geldi. Bu haberler, zirveye ulaşmış birer hikmettir! Fakat uyarılar fayda vermiyor!” 2. Âyetlerdeki Bazı Kelime ve Istılahların İzahı Bu bölümde, âyetlerde zahirde anlaşılması pek kolay olmayan bazı kelime ve ıstılahlar ele alınacaktır. Bunlar şöyle sıralanabilir: a. مزدجر (Muzdecer) Kelimesi زجور ze, ce, ra) şeklinde olup, çoğulu ise) ز،ج، ر müzdecer lafzının kökü مزدجر (zucûr)’dür. ‘Ses ile kovmak’ kelimenin anlamlarından biridir. Örneğin Araplar birini kovdukları vakit زجرته (zecertuhu) –“onu kovdum”188 ibaresini kullanırlar. Bu konuda şöyle bir âyet bulunmaktadır: فَإِنََّما ِهَي َزْجَر ةٌ َواِحدَةٌ “Halbuki o, bir haykırıştan (sûr'un üfürülmesinden) ibarettir.”189 Yine bu anlam, konumuz olan Kamer sûresinin 4 ve 9. âyetlerinde de mevcuttur.190 Bu iki âyette “zecr’ kelimesinin kullanılması, kovulana bağırmalarından dolayı olduğu iddia191 edilmektedir. Müzdecer lafzının ikinci bir manası da ‘ses’ olmaktadır. Mesela Saffat sûresinde kelimenin bu anlamda geçtiği görülmektedir: ً َّزاِجرَ اِت َزْجرا فَال “Andolsun haykırarak sevkedenlere.”192 b. حكمة (Hikmet) Kelimesi حكم hikmet kelimesinin aslı olan حكمة ha, ke, me) harflerinden oluşan) ح، ك، م (hakeme) fiilinin ‘bir şeyi ıslah etmek için bir tür alıkoyma’ anlamı vardır. Bundan 188 İbn Manzûr, a.g.e., C. VI, s. 22; Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 211. 189 Naziât, 79/13. 190 Kamer, 54/4, 9; 191 Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 211. 192 Saffât, 37/2. 48 dolayıdır ki Arapçada ‘gem’ kelimesi حكمة الدابة (Hakemetu’d-Dâbbe) hayvanın hakemesi olarak isimlendirilmektedir.193 Hikmet ise ‘adl, ilim, hilm, nübüvvet, Kur’ân ve İncil’e ıtlak olunmaktadır. Buna göre hikmetten, ilim ve akılla hakikate isabet etmek anlaşılmaktadır. Yüce Allah’ın hikmeti ise çeşitli şekillerde tarif edilmişse de ulemanın ekserisi, eşyayı bilmesi ve onları en mükemmel şekilde yaratmasıdır194 diye tarif etmektedir. İnsanın hikmeti ise, varlıkları tanımak ve güzel amel yapmak olarak izah edilmektedir. Hz. Lokman’ın kendisi ile nitelendiği vasıf da bundan ibarettir.195 هّلِِل ِ َولَقَْد ٰاتَْينَا لُْقٰمَن اْلِحْكَم ةَ اَِن اْشُكْر “Andolsun ki, biz Lokman’a hikmeti verdik.”196 Yüce Allah hakkında kullanılan: هو حكيم (Huve Hakîm) –“O Hakîmdir” tabirinin manası, bir başka varlığın bu tarzda nitelendirilmesinden farklıdır. Kur’ân-ı Kerîm’in hikmetle vasıflanması ise mevsufun (Kur’ân’ın) ihtiva ettiklerinden dolayı olduğu söylenebilir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu vasıflandırmayı birçok âyette görmekteyiz. Bunlardan biri de konumuz olan Kamer sûresinde bulunmaktadır: ُ ُر ِ مَن اأْلَنبَاء َما فِيِه ُمْزدََجٌر ِحْكَم ةٌ بَاِلغَةٌ فََما تُْغِن النُّذ َولَقَْد َجاءُهم “Andolsun, onlara içinde caydırıcı tehditlerin bulunduğu haberler geldi. Bu haberler, zirveye ulaşmış birer hikmettir! Fakat uyarılar fayda vermiyor!.”197 3. Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri a. “Enbâ” İbaresinin Anlamı Bu âyetlerde, inkârcılığı açıkça ortaya konan kimselere, benzer davranışlardan alıkoyan ve hikmetli olan haberlerin geldiği ancak fayda etmediği anlatılmaktadır. “Andolsun onlara…” âyetinde, Yüce Allah, inkâr edenlere kıyâmetin yakın olduğunu bildirmiş, doğru ve olağanüstü bir olay olan ayın bölünmesi iddiasının 193 el-Cevherî, Ebû Nasr İsmâîl b. Hammâd, es-Sıhâh, 1.b., Beyrut: Dâru’l-İlmi li’l-Melâyîn, 1339/1979, C. V, s. 1901; İbn Manzûr, a.g.e., C. III, s. 280; Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 299. 194 İbn Fâris, Ebü’l-Hüseyn Ahmed, Mu’cemu Mekâyîsi’l-Luğa, Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1406/1986, C. II, s. 91. 195 İbn Fâris, a.g.e., C. II, s. 91; 196 Lokman, 31/12. 197 Kamer, 54/4-5. 49 ardından kıyâmetin kopabileceğine dair delil getirmiştir. Dolayısıyla bu, kulları için gerçekleşmiş olan her türlü lütfuna bir delildir. Zira gerçekleşmiş olan her türlü mucizeyi inkâr etmiş olan kimseler, onun âyetlerinden hiçbirini de onaylamamıştır. İşte burada Cenab-ı Hakk, onları sakındırmak amacıyla bu iki âyetle helâk edilenlerin haberlerini bildirmiştir ki, bu da burada hikmetli bir sıralama olduğunu göstermektedir.198 Sûrenin dördüncü âyetinde geçen enbâ kelimesiyle kastedilen şeyin ne olduğu hususunda, müfessirler arasında ihtilaf bulunduğu ve bu konuda iki görüş varid olduğu görülmektedir. Bazı müfessirler âyetin bu ifadesinin ‘mühim haberler’ anlamına geldiğini; bu anlamda Neml sûresinde de şöyle geçtiğini zikretmişlerdir: “Sebe’den sana sağlam bir haber getirdim.”199 Diğer bir görüşe göre ise, bu ifade ile ‘Kur’ân-ı Kerîm’in kastedilmektedir.’ Buna göre, âyetin takdiri “O Kur’ân’da önemli haberler vardır” şeklinde gelmektedir.200 b. “Hikmetün Bâliğatün” İbaresinin Anlamı “Bu haberler, zirveye ulaşmış birer hikmettir! …” ifadesi, Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan bu haberlerin ve ihtiva ettiklerinin; öğüt, ders ve hidayet gibi her biri anlatımın zirvesine ulaşan, herhangi bir eksiklik bulunmayan mükemmel birer hikmet manasına geldiğini; “fakat (yüz çevirene) uyarılar ne fayda verir” ifadesi ise, bu bildirilerin inkârcılar için hiçbir şey ifade etmediğini, onların yersiz ve uygunsuz birer inatçı olmalarından dolayı onları doğru yoldan uzaklaştırdığını göstermektedir.201 C. İNKÂRCILARIN DURUMU VE ZOR GÜNÜN TASVİRİ 1. 6-8. Âyetler ve Meâli َّشعاً أَْبَصاُرُهْم يَْخُرُجوَن ِمَن اأْلَْجدَاِث َّل َعْنُهْم يَْوَم يَْدُع الدَّاعِ إِلَى َشْيٍء نُُّكٍر }6{ ُخ فَتََو ُّمْهِطِعيَن إِلَى الدَّاعِ يَقُوُل اْلَكافُِروَن َهذَا يَْوٌم َعِسٌر }8{ ُّمنتَِشٌر }7{ َكأَنَُّهْم َجَرادٌ “O halde sen de onlardan yüz çevir. Onlar, o davetçinin bilinmedik (korkunç) bir şeye çağırdığı gün, gözleri düşmüş bir halde dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar. Davetçiye doğru koşarlarken kâfirler, ‘bu zor bir gün’ derler.” 198 Kamer, 54/4-5; Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 32. ;Neml, 27/22; Mukâtil b. Süleyman, Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, C. III, s. 297 (َوِجئْتَُك ِمْن َسبٍَأ بِنَبٍَأ يَ۪قين) 199 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 32. 200 İbnü’l-Cevzî, a.g.e., C. VIII, s. 89. 201 Zuhaylî, a.g.e., C. XIV, s. 174. 50 2. Âyetlerdeki Bazı Kelime ve Istılahların İzahı Bu bölümde 6. ile 8. âyetler arasında geçen ve ilk bakışta anlaşılması pek kolay olmayan bazı kelime ve ıstılahlar işlenecektir. a. نكر (Nukr) Kelimesi en-nekrâu) kelimesi, ‘yadırgamak, çekinmek’, manasında) النكراء ;nukr نكر kullanılan ن، ك، ر (ne, ke, ra)202 harflerinden türetilmiş olup; ‘kurnaz, kıvrak zeka’ anlamına gelmektedir. Arapça’da biri çok kurnaz olduğunda فَلن ذو نكراء “Falanca kişi çok kurnazdır” tabiri kullanılmaktadır.203 en-nukuru) kelimeleri, ‘dehşetli, belalı’ anlamlarında da) النكر en-nukru ile النكر kullanılır. ‘Bir işin şiddetini ve bir adamın kurnazlığını’ ifade edebilmek için النكر (en- Nukru) kelimesinin kullanıldığı söylenmektedir.204 Kamer sûresinde kıyâmet gününün dehşetini ve inkâr edenlerin ahvalini göstermek amacıyla bu kelimenin getirildiği görülmektedir: ٍ ء نُُكرٍ اِٰلى َشْي “Bilinmedik (korkunç) bir şeye.”205 b. يوم (Yevm) ve عسر (Asir) Kelimeleri yevm lafzı ile يوم yevm ‘gün, gündüz’ manasına gelmektedir. Buna göre يوم güneşin doğuşu ile batışı arasında geçen süre ifade edilmektedir. Bazen de ‘hangi vakit olduğu farketmeksizin zamandan bir parçayı’ ifade edebilmek için kullanılmaktadır. Sözcüğün cem’i ايام (eyyâm) olup, aslı ise, ايوام (eyvâm)dür.206 ’el-yusr) kelimesinin zıddı olup, ‘zor, güç, sıkıntılı) اليسر asir sözcüğü عسر anlamına gelmektedir.207 Yüce Allah kıyâmet gününün ne kadar sıkıntılı, dehşetli ve zor bir gün olduğunu göstermek amacıyla Kamer sûresinde şöyle buyurmaktadır: 202 Çanga, Mahmut, Miftâhu Kelimâti’l-Kur’âni’l-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfâzi’l Kur’âni’l-Kerîm, 1.b., İstanbul: Timaş Yayıları, 1989, s. 522. 203 İbn Manzûr, a.g.e., C. XIV, s. 281. 204 İbn Abbas ve diğerleri, el-Mucemu’l-Câmi’i li Ğarîbi Müfredâti’l-Kur’âni’l-Kerîm, 1.b., Beyrut: Dâru’l-İlmi li’l-Melâyîn, s. 418; İbn Manzûr, a.g.e., C. XIV, s. 282; el-Ensârî, Ömer b. Ebi’l-Hasen Alî b. Ahmedi’n-Nehvî, Tefsîru Ğarîbi’l-Kur’ân, 1.b. Beyrut: Âlimu’l-Kutub, 1408/1987, s. 425. 205 Kamer, 54/6. 206 İbn Manzûr, a.g.e., C. XV, s. 466; Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 553; İbrâhîm, a.g.e., s. 597; El-İsfahânî Ebû Mûsâ, Muhammed b. Ebî Bekr b. Ebî Îsâ el-Medînî, el-Mecmûu’l-Muğîs fî Garibeyi’l-Kur’âni ve’l-Hadîs, 1.b., y.y.: Merkezu İhyâi’t-Turâsi’l-İslâmî, 1408/1988, C. III, s. 535. 207 Çanga, a.g.e., s. 327. 51 ٌ ر ُمْهِطعيَن اِلَى الدَّاع يَقُوُل اْلَكافُِروَن ٰهذَا يَْوٌم َعِس “Davetçiye doğru koşarlarken kâfirler, “Bu zor bir gün” derler.”208 3. Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri a. Kabirden Çıkarılış Tenbihlerin inkârda inatçı olan kimselere herhangi bir şekilde etki etmemesi üzerine Yüce Allah’ın, Rasülü’ne artık onlardan yüz çevirmesini ve kıyâmet gününde onlara mahsus hazırlamış olduğu cezayı beklemesini emretmek üzere “o hâlde…” manasındaki âyeti indirdiği görülmektedir. Âyette geçen “yüz çevir” ifadesi, “Ya Muhammed! Sen, bir mucize gördüklerinde yüz çeviren bu kimseler gibi inatçı kimselerden yüz çevir; onları dine davet edeceğim diye kendini yorma; onları bırak ve onlara müddet ver” manasını taşımaktadır. Daha sonra, “o davetçinin bilinmedik …” âyeti gelmektedir. Âyette yer alan “o davetçi” ibaresi hakkında birkaç izah yapıldığı görülmektedir: a) Bu, İsrâfil (a.s)’dır b) Cebrâil (a.s)’dır c) Bu mevzuda görevli olan başka bir melektir. Buna göre, âyetin manası, “onları bekle ve bu mevzuda görevli olan meleğin, korkunç şeye çağıracağı günü hatırla! O gün, korkunç ve dehşet manzaraların olduğu hesap günüdür” şeklinde olup bu da kıyâmet gününün korkunçluğunu göstermektedir.209 Âyetteki, “gözleri düşmüş bir hâlde dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar” ifadesine gelince, Yüce Allah onları, çok olmaları ve kıpırdamaları açısından, her tarafa yayılmış ve birbirine karışmış çekirge sürülerine benzeterek, o gün hor ve hakir gözleri yerde bu hal üzere kabirlerden çıkarılacaklarını bildirmektedir. Bunun da, kâfirlerin kabirlerinden çıkış durumlarına ve kuvvetsizliklerine bir işaret olduğu görülmektedir.210 Bu âyete benzer bir benzetme de şu âyette gelmiştir: ِ ث يَْوَم يَُكوُن النَّاُس َكاْلفََراِش اْلَمْبثُو “O gün insanlar, her biri bir tarafa uçuşan küçük kelebekler gibi olacaktır.”211 208 Kamer, 54/8. 209 İbn Kesîr, a.g.e., C. VIII, s. 476; Beyzâvî, a.g.e., C. V, s. 164; Zuhaylî, a.g.e., C. XIV, s. 180. 210 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 34. 211 Kâri’a, 101/4. 52 b. Çetin Günün Sahnesi Cenab-ı Hakk, kâfirlerin kabirlerinden hor bir vaziyette çıkacaklarını izah ettikten sonra “Onların boyun eğip itaat ederek, o davetçiye koşup gideceklerini” anlatmaktadır. Bundan sonra onların “Bu zorlu bir gündür” diye mırıldandıklarını zikretmiştir. Bu ifadenin ise iki faydasının olduğu söylenmektedir: a) Bugünün yalnız kâfirlere çetin ve zor olacağı hususunda, müminlerin dikkatini çekmek maksadıyla dile getirilmiştir. Nitekim Allah Teâlâ, “Sûr’a üfürüldüğü zaman var ya; işte o gün çetin bir gündür. Kâfirler için hiç kolay değildir”212 buyurmuştur. b) Mahşer günü meşakkatte, sühûlette, hiçbir ayrım olmaksızın müminler ve kâfirler ortaktır. Zira burada, müminlerin çekirgeler gibi kabirlerinden çıkmaları ve davet edene karşı boyun eğip gitmeleri de söz konusudur. Onlar da o gün dehşete kapılır ve kendilerini cezaya karşı emniyet içinde hissetmezler. Lakin Yüce Allah, onlara, kendilerinin güvencede olduklarını bildirip mükâfatlarını verecektir. Müminler emniyette olduktan sonra, yalnız kâfirlerin kalması münasebetiyle “bu çok zor bir gün!” denilmiştir ki, bu ifade sıkıntı ve dehşete düşüren bir şey ile karşılaşan yorgun ve bitkin kimselerin diyeceği sözdür. 213 D. GEÇMİŞ KAVİMLERDEN MİSALLER 1. 9-17. Âyetler ve Meâli ٍح فََكذَّبُوا َعْبدَنَا َوقَالُوا َمْجنُوٌن َواْزدُِجَر }9{ فَدََعا َربَّهُ أَنِ ي َمْغلُوٌب َكذَّبَتْ قَْبلَُهْم قَْوُم نُو ََّجْرنَا اأْلَْرضَ ُعيُوناً فَاْلتَقَى ُّمْنَهِمرٍ }11{ َوف َّسَماء بَِماء فَانتَِصْر }10{ فَفَتَْحنَا أَْبَواَب ال ٍح َودُُسٍر }13{ تَْجِري بِأَْعيُنِنَا اْلَماء َعلَى أَْمٍر قَْد قُِدَر }12{ َوَحَمْلنَاهُ َعلَى ذَاِت أَْلَوا ِبي َ ن َعذَا ُّمدَِّكٍر }15{ فََكْيَف َكا َ ن ُكِفَر }14{ َولَقَد تََّرْكنَاَها آيَةً فََهْل ِمن ِل َمن َكا َجَزاء ٍ ر }17{ ُّمدَِّك ِذ ْكِر فََهْل ِمن ََّسْرنَا اْلقُْرآَن ِلل َونُذُِر }16{ َولَقَْد ي “9. Onlardan önce Nûh’un kavmi de yalanlamıştı. Onlar kulumuzu yalanlayıp “Bu bir delidir” dediler ve kulumuz (tebliğ görevinden) alıkonuldu. 10. O da Rabbine, ِفِريَن َغۡيُر يَِسي ٍر 212 ـٰ ِٕٮ ٍذ يَۡوٌم َعِسيٌر )٩( َعلَى ٱۡلَك .Müddessir, 74/8-10 ,فَإِذَا نُِقَر فِى ٱلنَّاقُوِر )٨( فَذَٲِلَك يَۡوَم 213 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 34; Seyyid Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’ân, 32.b., Kahire: Dâru’ş-Şurûk, 1423/2003, C. VI, s. 3429; Zuhaylî, a.g.e., C. XIV, s. 181. 53 “Ey Rabbim! Ben yenilgiye uğradım, yardım et” diye dua etti. 11. Biz de göğün kapılarını dökülürcesine yağan bir yağmurla açtık. 12. Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti. 13. Biz Nûh’u çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik. 14. Gemi, inkâr edilen kimseye bir mükâfat olarak gözetimimiz altında yüzüyordu. 15. Andolsun, biz onu bir ibret olarak bıraktık. Var mı düşünüp öğüt alan? 16. Benim azâbım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)! 17. Andolsun biz, Kur’ân-ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?” 2. Âyetlerdeki Bazı Kelime ve Istılahların İzahı Sûrenin 9. ile 17. âyetleri arasında geçen ve zahiren kolay anlaşılmayan kelime ve ıstılahlar şunlardır: a. منهمر (Munhemir) Kelimesi Sûrenin 11. âyetinde geçen منهمر munhemir lafzının ه ، م، ر (he, me, ra) kökünden türetildiği söylenmektedir.214همر (Hemr) lafzı ise, ‘gözyaşı, su ya da yağmurun akması (yağması)’ anlamında kullanılmaktadır. Nitekim Arapça’da“Bir şeyi döktü, o da döküldü” durumunu ifade edebilmek için همره (hemerehu) – فالهمر (felhemer) ibareleri215 kullanılmaktadır. Kamer sûresinde bu anlamda منهمر şeklinde kullanılmaktadır: ٍ ر َّسَماِء بَِماٍء ُمْنَهِم فَفَتَْحنَا اَْبَواَب ال “Biz de göğün kapılarını dökülürcesine yağan bir yağmurla açtık.”216 b. قدر (Kudira) Kelimesi kudira قدر ka, de, ra) kökünden gelip âyette meçhul şeklinde geçen) ق، د، ر kelimesi, ‘bir şeyin belirlenmiş miktarı’ anlamında kullanılmaktadır. Arapların “Yüce Allah bir işin üzerinde bana bir kuvvet ve kudret verdi” anlamında قدرني هللا علي كذا و قواني ifadesini kullandıkları görülmektedir. Buna göre Allah’ın takdirinin iki şekilde عليه olduğu söylenmektedir:217 214 İbn Manzûr, a.g.e., C. XIV, s. 130. 215 Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 541. 216 Kamer, 54/11. 217 Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 394. 54 Birincisi bağışlama, kudret verme şeklinde gerçekleştirilen takdirdir. Bu bağlamda Talâk sûresinde şöyle geçmektedir: ٍ ء قَْدر اً ِ ل َشْي هّللاُ ِلُك قَْد َجعََل “Allah, her şeye bir ölçü koymuştur.”218 İkincisi ise onların hikmetin gerektirdiği şekilde, özel bir miktar ve mahsûs, özel bir yol ya da maksat üzere olmalarını sağlaması şeklinde gerçekleştirilen takdirdir. Nitekim kelime, Kamer sûresinde bu manada kullanılmaktadır: “Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.”219 Bu kelime başka bir âyet-i kerîmede ise rızkı daraltılmış anlamında kullanılmaktadır.220 c. الواح (Elvâh) Kelimesi levh) lafzının) لوح le, va, ha) kökünden türetilmiş olan elvâh kelimesi) ل، و، ح cemi’dir. Levh lafzı ile gemiyi oluşturan levhaların her biri221 kastedilmektedir. Bu mevzuda Yüce Allah Kurân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır: ٍ ر َوَحَمْلنَاهُ َعٰلى ذَاتِ اَْلَوا ٍح َودُُس “Biz Nûh'u çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik.”222 Araplar لوح (levh) ile ‘üzerinde yazı yazılan tahtaları ve benzeri şeyleri’ de ifade etmektedirler. Kur’ân-ı Kerîm’de başka bir âyette şöyle geçmektedir: “Levh-i mahfuzdadır.”223 Âyette geçen levhin nasıl bir şey olduğuna dair bizim bilgimiz, O’nun kitabında bize bildirdiği miktarıncadır. Bu kelime ile susuzluğun da ifade edildiğini görmekteyiz. Mesela, susayan hayvan için دابة ملواح (dâbbetün milvâh) ifadesi kullanılmaktadır.224 d. دسر (Dusur) Kelimesi dusur lafzı çoğul olarak Arapça bir دسر çiviler, eyer’ anlamında olan‘ مسامير kelime olup, tekilinin دسار şeklinde geldiği görülmektedir. Kelimenin asıl manası, ‘bir 218 Tâlâk, 65/3. 219 Kamer, 54/12. 220 Dâmeğânî, a.g.e., s. 403; Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 396; Bkz.Talâk, 65/7. 221 Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 406. 222 Kamer, 54/13. 223 Burûc, 85/22. 224 İbn Manzûr, a.g.e., C. XII, s. 353; Rağıb İsfâhânî, a.g.e., s. 406. 55 şeyi zorla şiddetli bir şekilde itmektir. Mesela, Araplar bir şeyi zorla ittiklerinde, دسره .Onu kargı ile itekledi”225 ifadesini kullanmaktadır“ بالرمح Bu bağlamda şöyle bir rivâyet nakledilmektedir: ليس في العبر زكاة انما هو شي دسره البحر “Anber’de zekât yoktur; o denizin attığı bir şeydir.”226 e. مدكر (Müddekir) Kelimesi Dil bilimciler arasında مدكر müddekir lafzının aslı hakkında farklı görüşler bulunduğu görülmektedir. Bazı dil bilimcilerine göre, مدكر Müddekir, ذكر (zekera) –يذكر (yezkuru) fiilinden مفتعل (müfta‘il) kalıbında gelip aslı, مذتكر (Müztekir) şeklindedir. ذ (zal) ve ت (te) harflerinin mahreçleri yakın olması sebebiyle ذ zâl harfi ta ت harfine, ta harfi dal harfine dönüşmektedir. Bunun ardından, د (dal) harfinin dal’a idğam edildiği söylenmektedir227 Bazıları ise مدكر müddekir lafzının aslının مذدكر (müzdekir) olduğunu söylemiştir. Kelime, “ibret alan, tefekkür eden, kıyas yapan” anlamlarına gelmektedir.228 Kamer sûresinde bu manada geçtiği görülmektedir: َولَقَْد تََرْكنَاَها ٰايَةً فََهْل ِمْن ُمدَِّكٍر “Andolsun, biz onu (tufan olayını) bir ibret olarak bıraktık. Var mı düşünüp öğüt alan?”229 f. عذاب (Azâb) Kelimesi Azâb, ‘vazgeçirmek, menetmek’ manasındaki ع ، ذ، ب (ayn, ze, be) kökünden gelen bir isimdir. İşkence ve ukubet anlamına da gelmektedir.230 Keder ve ızdırapların bir kısmının beden bir kısmının da ruh üzerinde etkili olması münasebetiyle azâb, hem maddi hem de manevî bir ceza niteliği taşımaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de türevleriyle 490 kere geçen azâb, genellikle ilahî emirlere karşı 225 Soyalan, Mehmet Yaşar, Elmalılı Tefsirinde Kur’ânî Terimler ve Deyimler, 1.b., İstanbul: Ağaç Yayınları, 2003, s. 103. 226 Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 169; Nesefî, a.g.e., C. X, s. 66. 227 Soyalan, a.g.e., s. 237. 228 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 41. 229 Kamer, 54/15. 230 İbn Manzûr, C. IX, ss. 99-100. 56 gelenlere verilen cezanın ismi olarak kullanılmaktadır. İlahî azâb dünyada, kabirde ve ahirette olmak üzere üç safhada gerçekleşmektedir.231 Dünyadaki azap iki kısımda olmaktadır: Birincisi, sünnetullah diye de tabir edilen Allah tarafından konulan, ictimai kurallara ve tabiat kanunlarına uymamaktan kaynaklanmaktadır. İkincisi ise zelzele, tufan, vb. ilahî gazâbın âkıbeti232 olarak meydana gelmektedir. Azap kelimesinin, işkence ve eziyet etmek233 manasında kullanıldığı görülmektedir. Bu manada Kur’ân’da şöyle bir âyet geçmektedir: ِ ق ُ ب َجَهنََّم َولَُهْم َعذَاُب اْلَحري َُّم لَْم يَتُوبُوا فَلَُهْم َعذَا َِّن الَّذيَن فَتَنُوا اْلُمْؤِمنيَن َواْلُمْؤِمنَاِت ث ا “Şüphesiz mü’min erkeklerle mü’min kadınlara işkence edip sonra da tövbe etmeyenlere; cehennem azâbı ve yangın azâbı vardır.”234 g. نذر (Nüzür) Kelimesi ne, ze, ra) kökünden) ن، ذ، ر nüzür ‘adamak, söz vermek’ manasına gelen نذر gelip âyette isim sigasında kullanılmıştır. ‘Kişinin kendisine vacip olmayan bir şeyi vacip kılması’ anlamına gelmektedir. Kelime, kişinin kendisine mübah olan bir fiili Yüce Allah’a saygısından dolayı kendisine vacip kılması şeklinde de tarif edilmektedir. Nezr kelimesi نذير şeklinde geldiğinde ‘uyaran kişi’ anlamını kazanmaktadır. Bunun cem‘i de نذور (nüzûr)235 şeklinde gelmektedir. Kamer sûresinde bu anlamda geçtiğini görmekteyiz: ِ ُر َكذَّبَْت ثَُمودُ بِالنُّذ “Semûd kavmi uyarıları yalanladılar.”236 Bazıları neziri, ‘şart ve ta’lika yakın olan ve adedetmek’ diye tanımlamışlardır. Buna göre nezirin şarta bağlı bir va’d olduğunu söylemek doğru olur. Bir kişi, “Allah beni iyileştirirse şöyle şöyle yapmam üzerime vacip olsun” dediğinde bu nezir/söz 231 Yavuz, Yusuf Şevki, “Azap”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1991, C. IV, s. 303. 232 Yavuz, a. yer. 233 İbn Mazûr, a.g.e., C. X, s. 178; Zebîdî, a.g.e., C. XVIII, s. 428. 234 Burûc, 85/10. 235 Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 486. 236 Kamer, 54/23; Ayrıca bkz. Kamer, 54/41, 18. 57 vermek sayılmaktadır. Eğer “Bir dinar vermem bana vacip olsun” şeklinde şartsiz söyler ise bu nezir olarak kabul edilmemektedir.237 3. Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri a. Hz. Nûh’un Yalanlanması ve O’nun Cenab-ı Hakk’a Yakarışı Cenab-ı Hakk, bundan önceki âyetlerde izah ettiği o önemli haberleri tekrar zikretmekte, Hz. Muhammed (s.a.s)’in kalbini sakinleştirmek ve görevinin ağırlığını hafifletmek maksadıyla “onlardan önce Nûh’un kavmi de yalanlamıştı. Onlar kulumuzu yalanlayıp “bu bir delidir” dediler ve kulumuz (tebliğ görevinden) alıkonuldu” buyurmaktadır. Bunun ile “ya Muhammed! Senin topluluğundan evvel Hz. Nûh topluluğu da onu yalanlamış, onu sadece yalanlamak ile kalmayıp mecnun/delilik ile suçlamışlardır: -“O bir mecnundur, serseme dönmüş şaşkın bir mecnundur,” deyip- yolunu kesmişler, onu davetinden menetmeye çalışıp şöyle tehdid etmişlerdir: “Dediler ki: “Ey Nûh! (bu işten) vazgeçmezsen mutlaka taşlananlardan olacaksın!” 238 Âyette geçen فََكذَّبُواَْعۡبدَنَا “kulumuzu yalanladılar” ifadesi: a) Müşriklerden önce, Nûh kavmi bizim mucizelerimizi yalanladı b) Nûh topluluğu peygamberi yalanlayıp, “Cenab-ı Hakk peygamber göndermedi” diye iddia ederek o peygamberleri, Allah’ın birliği hususunda yalanladılar; c) Bu ifade, tasdik ve onlara karşı bir reddiye olarak getirilmiştir. Bunun takdiri ise, “Nûh kavmi, yalanladı. Lakin onların kulumuzu yalanlamaları, işte bu, yerinde bir yalanlama olmadı” anlamlarına gelmektedir.239 Âyette yer almış olan عَۡبدَنَا kulumuz ifadesinin birkaç şekilde yorumlandığı görülmektedir: a) Böyle bir nisbetin, onu şereflendirdiği ve onun has bir kul olduğunu göstermektedir; b) “Bize ibadet edeni, bizi tanıyıp bizi bileni...” manası kastedilmektedir; c) İzafet, tahdid ifade etmektedir. Yani nisbet “bizden başka mâbuda razı olmayan insanı yalanladılar” manasına gelmektedir.240 Hz. Nûh (a.s) kendisini gönderen ve tebliğ görevi ile mükellef kılan Yüce Allah’tan, kavminden çektiği acıların son bulmasını dilemiş, onlarla uğraşmak için takatinin ve gücünün son bulduğunu belirterek Rabbine şöyle bir niyazda bulunmuştur: 237 İbn Manzûr, a.g.e., C. XIV, s. 101. َ ن 238 ََّن ِمَن ٱۡلَمۡرُجوِمي نُوُح لَتَُكون ـٰ َِٕٮن لَّۡم تَنتَِه يَ ,.Şu’arâ, 26/116; Taberî, a.g.e., C. XXII, s. 119; İbn Kesîr, a.g.e ;قَالُواْ ل C. VII, s. 118. 239 el-Mâturîdî, Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, Beyrut: Müesessetü’r- Risâle, t.y., C. IV, s. 619; en-Nesefî, a.g.e., C. X, s. 63. 240 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 36; es-Sâbûnî, Muhammed Alî, Safvetü’t-Tefâsîr, 7. b., Beyrut: Dâru’l- Kur’âni’l-Kerîm, 1402/1981, C. III, s. 310. 58 “Ey Rabbim! Ben yenilgiye uğradım, yardım et”. Hz. Nûh bu yardım talebini ancak onların isyanını ve sapıklıktaki inatlarını gördükten sonra etmektedir.241 Âyetteki فَٱنتَِصۡر “yardım et” ifadesi hakkında şu açıklamalar yapılmaktadır: a) Ben tebliğ görevinde mağlup düştüğümden dolayı benim için intikam al; b) Dinin için intikam almakta aciz kaldığımdan, senin ve dinin için intikam al; c) Hak yol ve hak olan için intikam al.242 b. Dünya Yurdunda Cezaya Çarptırılma ve Hz. Nûh’un Kurtuluşu (1) Tufan Olayı Yüce Allah, Nûh (a.s)’un bedduasının ardından “biz de göğün kapılarını dökülürcesine yağan bir yağmurla açtık. Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti” şeklinde olayın vuku bulduğunu açıklamaktadır. Bu mümtaz lafızların ve ibarelerin tasvir ettiği olayın, herşeyi imha edip süpüren büyük bir kâinat sarsıntısı olduğu; bu sarsıntı ise doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk’a isnat edilmek suretiyle “açmıştık” ibaresi kullanımıyla olmuştur. Bu ifade “peşpeşe ve oldukça fazla yağan sular ile açmıştık” anlamına gelmektedir. “Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık”, ifadesi ise, kaynakların fışkırmasını, canlı bir tablo gibi ayrıntılarıyla anlatıp bütün yeryüzünde fışkırıp aktığını ve tandırlar da dâhil olmak üzere bu ateşin olduğu her yerin, yani yeryüzünün bütününden pınarlar kaynadığı söylenmektedir.243 Âyette yer alan ََٰٓى أَۡم ٍر قَۡد قُِدر takdir edilmiş bir iş için birleşti.” ibaresine“ َعل gelince, bu konuda şu izahların yapıldığı görülmektedir: a) Cenab-ı Hakk’ın takdir etmiş olduğu bir vaziyete gelmiştir. b) Bulutlardan çıkan sular ve yerden fışkıran pınarların mütenasip olması haline gelmesidir. İşte bunun üzerine Yüce Allah, hangi miktar üzere olursa olsun su ‘birleşti’ buyurmuştur. Bu da Hz. Nûh’un kavminin Tufan ile helâk edilişini anlatmaktadır.244 (2) Hz. Nûh (a.s)’un Gemisi Yüce Allah gazaplandığı anda helâk etme nedenlerini zikretmiş – ki bunlar, göğün kapılarının açılması, yeryüzünün pınar pınar fışkırtılmasıdır-, yok etme işini 241 Zuhaylî, a.g.e., C. XIV, s. 184. 242 el-Beğavî, Ebû Muhammed el-Hüseyin b. Mesûd, Meâlimü’t-Tenzîl, 1.b., Riyad: Dâru’t-Tayyibe, 1409/ 1989, C. IV, s. 260. 243 İbn Kesîr, a.g.e., C. VII, s. 476; Seyyid Kutub, a.g.e., C. XX, s. 3430. 244 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 38; Nesefî, a.g.e., C. X, s. 64; 59 “takdir edilmiş bir iş üzerinde”, ibaresiyle açık bir şekilde beyan etmiştir. Lakin, rahmeti esnasında ise: “Biz Nûh’u çivilerle…altında yüzüyordu” buyurarak kurtarma şeklini zikretmiştir. Âyette, “çivilerle perçinli levhalardan oluşan” aracın (geminin) özellikleri anlatılmaktadır. Lakin yüceliğine ve saygınlığına dikkatleri çekmek maksadıyla “bu bir gemi” demek suretiyle bir isim konulmadığı söylenmektedir.245 Sonra bu taşıma aracı, “kendisine…bir mükâfat olmak üzere” ifadesi ile Hz. Nûh (a.s)’un imanına ve şükrüne mukabil olmadığı ancak kavminin ona karşı nankörlüğünden dolayı ona verilen bir mükâfat olduğu söylenmektedir. Dolayısıyla Hz. Nûh (a.s)’a verilmiş olan mükâfat, Nûh’un kavminin nankörlüğüne karşı sabredişinin mükâfatıdır.246 Diğer bir görüşe göre buradaki mükâfat, Hz. Nûh’un (a.s) kavminin inkâr etmesine mukabil ona mükâfat ve yardım olarak verilen gemi, Cenab-ı Hakk’ın himayesi ve gözetiminde seyretmesidir, anlamını taşımaktadır; Bu da Allah’ın peygamberine verdiği nimetlerinden biridir.247 Bu güzel tasvirden sonra Yüce Allah, gemiyi daha sonra gelen nesillere bir ibret kıldığını vurgulayarak “Andolsun, biz onu bir ibret olarak bıraktık.” buyurmaktadır. Âyet ile ilgili şu izahların yapıldığı görülmektedir: a) Yüce Allah’ın, o gemiyi belli bir süre içerisinde bir yerde bıraktığı içindir ki onun yeri görülüp bilindiği söylenmiştir. Nitekim gemi, el-Cezîre diye bilinen yerdeki Cûdî dağının üzerinde olduğu söylenmektedir. Bu geminin Hint topraklarında mevcut olduğu da ileri sürülmektedir.248 b) O gemiden geriye hiçbir iz kalmadı; lakin insanlar arasında anılması için onun misalinin bırakıldığı ileri sürülmektedir.249 Bu açıklamadan sonra Yüce Allah, azâbının dehşetine ve uyarılarının gerçekleştiğine dikkat çekerek “var mı düşünüp öğüt alan?” buyurmaktadır. Bu ifadeden sonra da, işin açık oluşunu göz önüne alarak “o hali hatırlayan, tefekkür eden, kıyas yapan yok mu” demektedir. 245 Seyyid Kutub, a.g.e., C. XX, s. 3430. 246 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 40. 247 es-Sicistânî, Ebû Bekr Muhammed b. Uzeyr, Kitâbu Garîbi’l-Kur’ân, 1.b., y.y.: Dâru Kuteybe, 1416/1995, C. III, s. 299. 248 Mevdûdî, a.g.e., C. VI, s. 51; Elmalılı, a.g.e., C. VII, s. 349; 249 es-Süyûtî, Celâleddîn Abdurrahmân, ed-Dürru’l-Mensûr fi’t-Tefsîr bi’l-Me’sûr, 1.b., Kahire: Merkezu Hicr, 1424/2003, C. XIV, s. 77; Mevdûdî, a.g.e., C. VI, s. 51. 60 Sûrenin devamında gelen “benim azâbım… nasılmış?” âyeti hakkında ise iki açıklama yapıldığı görülmektedir: a) Bu hitap, Hz. Peygamber (s.a.s)’e müteveccih olup, onun dikkatini çekmek ve ona güzel bir âkıbeti vadetmek maksadıyıla getirilmiştir. Sanki Cenab-ı Hakk ona, “senden önce gelen nesillerin haberlerini duydun. O zaman nice imiş azâbım…düşün ki..” demektedir. b) Bu genel bir hitap olup, herkesin dikkatini çekmek maksadıyla gelmektedir. Zira bu âyetin ondan önce geçen âyete bağlı olması mümkündür. Buna göre, Yüce Allah “var mı düşünüp öğüt alan” buyurduğunda, tefekkür edenlerin olduğunu var sayıp, “ey tefekkür edip düşünen ve hatırlatmalar sayesinde bilip öğrenen kimseler, benim azâbım nasılmış düşünün” demek istemektedir. 250 c. Kur’ân-ı Kerîm’in Kolaylaştırılması Cenab-ı Hakk inkârcıların başına gelen dehşetli azap sahnelerini beyan ettikten sonra tefekküre götüren müjde sahnelerini tekrarlayarak “Andolsun biz, Kur’ân-ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık” buyurmaktadır. Âyette, Cenab-ı Hakk’ın, Kur’ân-ı Ker’im’i ezberlemeyi ve onu akılda tutmayı kolay kıldığı; öğüt almak için ve insanlar düşünsün diye manasını anlamayı kolaylaştırdığı bildirilmektedir. Ya da Hz. Nûh’un durumu izah edilip ona birçok mucize verildiğinde, Hz. Peygamber’e de “senin mucizen ise Kur’ân-ı Kerîmdir. Kur’ân’ın herkes için bir zikir kılınması suretiyle âleme meydan okuduğu ve asırlar boyu sürüp gitsin diye kolaylaştırıldığı ve bunun olağanüstü oluşunun inkâr edilemeyeceği”251 durumu ifade etmek istenmektedir. Âyetin tekrar edilmesindeki hikmet ise, ders ve nasihat alınması, daha önce gelen ümmetlerin başına gelen cezaların bilinmesi –onların durumlarından ibret alınması- içindir.252 250 el-Âlûsî, Ebu’l-Fadl Şihâbüddîn es-Seyyid Mahmûd, Rûhu’l-Me’ânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-‘Azîm ve’s- Seb’i’l-Mesânî, Lübnan: İdâratü’t-Tabâati’l-Münîriyye, t.y., C. XXVII, s. 84. 251 Zemahşerî, a.g.e., C. V, s. 657; es-Semerkandî, Ebu’l-Leys Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrâhîm, Bahru’l-Ulûm, 1.b., Lübnan: Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1413/1993, C. III, s. 299. 252 en-Nîsâbûrî, Muhammed b. el-Hüseyn, Garâibü’l-Kur’ân ve Rağâibü’l-Furkân, 1.b., Beyrut: Dâru’l- Kütübi’l-İlmiyye, 1416/1996, C. XXVII, s. 52. 61 E. ÂD KAVMİNİN BAŞINA GELENLER 1. 18-22. Âyetler ve Meâli ِفي يَْوِم ً َصْرَصراً َكذَّبَْت َعادٌ فََكْيَف َكاَن َعذَابِي َونُذُِر }18{ إِنَّا أَْرَسْلنَا َعلَْيِهمْ ِريحا ِبي ُّمنقَِعٍر }20{ فََكْيَف َكاَن َعذَا ٍ ر }19{ تَنِزُع النَّاَس َكأَنَُّهْم أَْعَجاُز نَْخٍل ُّمْستَِم نَْحٍس ُّمدَِّكٍر }22{ ِ من ِذ ْكِر فََهْل ََّسْرنَا اْلقُْرآنَ ِلل َونُذُِر }21{ َولَقَْد ي 18.Âd kavmi de (Hûd’u) yalanladı. Azâbım ve uyarılarım nasılmış! 19. Biz onların üstüne, uğursuzluğu sürekli bir günde gürültülü ve dondurucu bir rüzgâr gönderdik. 20. İnsanları köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi kaldırıp atıyordu. 21. Azâbım ve uyarılarım nasılmış, (gördüler)! 22. Andolsun biz, Kur’ân-ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan? 2. Âyetlerdeki Bazı Kelime ve Istılahların İzahı Tespit ettiğimiz kadarıyla 18 ila 22 âyetler arasında yer alan ve zahirden kolay anlaşılmayan kelime ve ıstılahlar şunlardır: a. صرصرا (Sarsaran) Kelimesi Sarsaran (صرصرا) kelimesi Arapça bir kelime olup ص، ر، ر (sin, ra, ra)253 kökünden türetilmiştir. صر (sirrun) kelimesi üç manada tefsir edilmektedir:254 1. “Günah üzerinde ısrar, yani günahı sürdürüp devam ettirmek” manasına gelmektedir. Bu manada, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle geçmektedir: ُّرونَ َعلَى اْلِحنِث اْلعَِظيِم َوَكانُوا يُِص “Büyük günah üzerinde ısrar ediyorlardı”255 sarr) lafzı, “sayha/bağırtı, çığlık” anlamında kullanılmaktadır. Örneğin) صر .2 bu bağlamda Zâriyât sûresinde şöyle geçmektedir: َّكْت َوْجَهَها َّرة ٍ فََص فَاَْقبَلَِت اْمَراَتُهُ في َص “Bunun üzerine karısı bir çığlık koporarak yönelip eline yüzüne vurdu…”256 253 Mahlûf, Haseneyn Muhammed, Tefsîru ve Beyânu Kelimâti’l-Kur’âni’l-Kerîm, 1. b., Dimeşk: Dâru İbni Kesîr, 1421/200, s. 529. 254 Mukâtil b. Süleymân, el-Eşbâh ve’n-Nezâir fi’l-Kur’âni’l-Kerîm – Kur’ân Terimleri Sözlüğü, çev. Beşir Eryarsoy, 1.b., İstanbul: İşaret Yayınları, 2004, ss. 178-179. 255 Vâkı’a, 56/46; Ayrıca bkz. Al-i İmrân, 3/135. 256 Zârîyât, 51/29. 62 3. ‘Soğukta mevcut olan (bir tür) düğümlenme’ münasebetiyle شد (şeddun) “sıkıca bağlamak” manasına gelmektedir.257 Nitekim bu manada Fussilet sûresinde şöyle geçmektedir: ِفي أَيَّاٍم نَِّحَساتٍ فَأَْرَسْلنَا َعلَْيِهْم ِريحاً َصْرَصرا ً “Biz de onlara dünya hayatında zillet azâbını tattırmak için o mutsuz kara günlerde üzerlerine dondurucu bir rüzgâr gönderdik.”258 b. منقعر (Munkair) Kelimesi (ku‘ûr) قعور ka‘ara) fiilinin masdarıdır. Çoğulu ise) قعر ,munkair sözcüğü منقعر şeklinde gelmektedir. Kelime, Arapça’da ‘bir nesnenin içten, en son ucunu, en derin yerini’ ifade edebilmek için kullanılmaktadır. Örneğin, “Filân kimse, sözünü boğazının en son ucundan/ dibinden çıkardı” anlamında قعر فَلن في كَلمه denmektedir.259 Kamer sûresinin ilgili âyetinde kelime şöyle geçmektedir: ٍ ر تَْنِزُع النَّاَس َكاَنَُّهْم اَْعَجاُز نَْخٍل ُمْنقَِع “İnsanları köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi kaldırıp atıyordu.”260 Bazıları, انقعرقت الشجرة- ifadesinin “ağaç, dibinden قعر (ka’ar) (kökünden) söküldü” manasında olduğunu; bazıları da, انقعرقت- kelimesinin “yere, dibine indi” anlamında olduğunu söylemektedir.261 3. Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri a. Âd Kavminin Rasûlü Yalanlamaları Bu âyetlerin sûrenin ikinci bölümünü oluşturduğunu söylemek mümkündür. Zira Yüce Allah’ın, Hz. Nûh (a.s) kavminin başına gelenleri açıkladıktan sonra, Âd kavminin başına gelenleri beyan ile devam ettiği görülmektedir. Cenab-ı Hakk’ın, Nûh (a.s) kavminden bahsederken “Nûh kavmi” olarak zikredip Âd kavmini zikrederken ise “Hûd kavmi” dememesi hususunda şu izah 257 el-Ferâhî, Abdülhamid, Müfredâtü’l-Kur’ân Nezarâtu Cedide fî Tefsîri Elfâzin Kur’âniyye, 1. b., Beyrut: Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, 2002, s. 292. 258 Fussilet, 41/16; Ayrıca bkz. Al-i İmrân, 2/117; Kamer, 54/19. 259 İbn Manzûr, a.g.e., C. XI, s. 234; Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 409. 260 Kamer, 54/20. 261 Mahlûf, a.g.e., s. 529; Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 409. 63 yapılmaktadır: Yüce Allah, Hûd sûresinde “biliniz ki Âd kavmi, Rablerini inkâr etti. (Yine) biliniz ki Hûd’un kavmi Âd, Allah’ın rahmetinden uzaklaştı”262 buyurarak Âd topluluğunu “Hûd (a.s)’un kavmi” olarak sıfatlandırmıştır. Açık olanın kapalı ile, hususî olanın genel olan ile sıfatlanması uygun olmadığı için, bu âyette Yüce Allah Hûd (a.s)’un ismini zikretmemiştir. Âyette yer alan “azâbım ve uyarılarım nasılmış” ifadesinin de, işin büyüklüğünü göstermek ve onların dikkatlerini çekmek için getirildiği söylenmektedir.263 b. Âd kavminin Helâk Edilişi Yüce Allah, Hûd’un (a.s) tebliğini yalanlamalarından dolayı, Âd kavmini nasıl imha ettiğini göstererek “biz onların üstüne…bir rüzgâr gönderdik” buyurmaktadır. Bu da, Âd kavminin başına soğuk ve şiddetli, ses çıkaran ve uğursuz, uğursuzluğu da sürekli olan bir günde bir rüzgarın geldiğini yahut helâk edinceye kadar devam eden yahut büyük küçük hepsinin üzerine gelen rüzgar ki onlardan hiç birini bırakmadı, onları helâk edip yerle bir etti anlamına geldiği ve o günün uğursuzluğunun sürekli olması durumunun ise, dünya azaplarıyla ahiretteki azapların o günde birleşmesinden dolayı olduğu söylenmektedir.264 Yüce Allah’ın, “insanları köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi kaldırıp atıyordu” hitabına gelince bu konuda şu izahların yapıldığı görülmektedir: a) Kasırga, insanları temelinden söküp sürüklüyor, ezip parçalıyor ve tıpkı temelinden sökülmüş hurma kötükleri gibi yere çarpıyor, anlamındadır. Yine bu anlamda Hâkka sûresinde şöyle geçmektedir: ُ ز َّخَرَها َعلَْيِهْم َسْبَع لَيَاٍل َوثََمانِيَةَ أَيَّاٍم حُ ُسوماً فَتََرى اْلقَْوَم فِيَها َصْرَعى َكأَنَُّهْم أَْعَجا َس ٍ َة نَْخٍل َخاِوي “Allah, onu kesintisiz olarak yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi… oracıkta yere serilmiş hâlde görürdün.”265 b) Kasırga, Âd kavmini köklerinden söküp attığından dolayı insanlar, sökülüp atılma ardından, tıpkı köklerinden sökülmüş hurma gibi idiler, manasındadır. Nitekim 262 Hud, 11/60. 263 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 44. 264 İbn Kesîr, a.g.e., C. VII, 479; Beyzâvî, a.g.e., C. V, s. 180. 265 Hâkka, 69/7. 64 içi boş hurma kütükleri gibi” 266 âyeti, sökülüp atılma ardından“- َكأَنَُّہۡم أَۡعَجاُز نَۡخٍل َخاِوي ٍَة ortaya çıkan duruma bir işaret sayılmaktadır. 267 Azap sahneleri sunulduktan sonra “Azâbım ve uyarılarım nasılmış, (gördüler)...Var mı düşünüp öğüt alan?” soruları tekrar soruluyor. Tasvir edilen sahnelerin de bunların cevabı olduğu ve tekrar etmesinin ise iyice zihinlere yerleştirmek için geldiğini söylemek mümkündür. F. KİBİRLENEN SEMÛD KAVMİ 1. 23-32. Âyetler ve Meâli ِ منَّا َواِحداً نَّتَّبِعُهُ إِنَّا إِذاً لَِّفي َضََلٍل َوُسعٍُر }24{ ً َكذَّبَْت ثَُمودُ بِالنُّذُِر }23{ فَقَالُوا أَبََشر ا َّمِن اْلَكذَّابُ اأْلَِشُر ِذ ْكُر َعلَْيهِ ِمن بَْيِننَا بَْل ُهَو َكذَّاٌب أَِشٌر }25{ َسيَْعلَُموَن َغداً أَأُْلِقَي ال ََّن اْلَماء قِْسَمةٌ بَْينَهُ ْم }26{ إِنَّا ُمْرِسلُو النَّاقَِة فِتْنَةً لَُّهْم فَاْرتَِقْبُهْم َواْصَطِبْر }27{ َونَب ِئُْهْم أ ٌر }28{ فَنَادَْوا َصاِحبَُهمْ فَتَعَاَطى فَعَقََر }29{ فََكْيَف َكاَن َعذَابِي َ ُّمْحتَ ُّل ِشْرٍب ُك ََّسْرنَا َونُذُِر }30{ إِنَّا أَْرَسْلنَا َعلَْيِهمْ َصْيَحةً َواِحدَةً فََكانُوا َكَهِشيِم اْلُمْحتَِظِر }31{ َولَقَْد ي ُّمدَِّكٍر }32{ ْ ل ِمن ِذ ْكِر فََه َ ن ِلل اْلقُْرآ 23/24. Semûd kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişti: “İçimizden bir insana mı uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz.” 25. “Bizim aramızdan vahiy ona mı verildi? Hayır, o, yalancının, şımarığın biridir.” 26. Onlar yarın bilecekler: Kimmiş yalancı, kimmiş şımarık! 27. (Sâlih’e şöyle demiştik:) “Şüphesiz biz, onlara bir imtihan olmak üzere, o dişi deveyi göndereceğiz. Şimdi onları gözetle ve sabret.” 28. “Onlara, suyun (deve ile) kendileri arasında (nöbetleşe) paylaştırıldığını, bildir. Her su nöbetinde sahibi hazır bulunsun.” 29. Derken, (kavmin en azgını olan) arkadaşlarını çağırdılar. O da işe koyuldu ve deveyi kesti. 30. Fakat azâbım ve uyarılarım nasılmış! 31. Şüphesiz biz, onların üzerine tek bir korkunç ses gönderdik de, onlar, ağıldaki hayvanların çiğneyip ufaladıkları kuru çöpler gibi oldular. 32. Andolsun biz, Kur’ân- düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan? 266 Hâkka, 69/7. 267 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 47; Havva, a.g.e., C. XIV, s. 262. 65 2. Âyetlerdeki Bazı Kelime ve Istılahların İzahı Bu kısımda, sûrenin 23. ile 32. âyetleri arasında geçen ve ilk bakışta anlaşılması pek kolay olmayan bazı kelime ve ıstılahlar incelenecektir. Bunlar ise şöyledir: a. سعر (Su‘ur) Kelimesi es-sa‘ar) şeklinde olduğu ifade) السعر su‘ur sözcüğünün aslının سعر edilmektedir. Bu da “ateşin alevlenmesi” manasını taşımaktadır. Fiil olarak, سعرت النار (sa‘artu’n-nâra), أسعرت النار (es‘artu’n-nâra) şeklinde kullanılıp “ateşi alevlendirdim” manasına gelmektedir. Araplar, “bir kimseye sıcaklık isabet etti” demek için سعر الرجل ifadesini kullanmaktadır.268 Yüce Allah, Kamer sûresinde “İçimizden bir insana mı uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz.”269 buyurmuştur. Burada delilik, “ateşin alevlenişine” benzetilerek” ُسعُر kelimesi ile ifade edilmiştir.270 b. األشر (el-Eşir) Kelimesi ,el-eşir sözcüğü, ism-i tafdil veznindedir. ‘Nimet ile büyüklenen األشر şımarıklığı en yüksek derece (aşırı) olan’ anlamında أشر (e, şe, ra) kökünden türetilmiştir. Bu da بطر kelimesinden daha etkilidir. Bu kalıbın fiili أشر (eşira),يأشر (ye’şeru) şeklinde gelmektedir.271 c. فتنة (Fitne) Kelimesi fe, te, ne) kök fiilinden türemiş bir masdardır. ‘Altın ve) ف، ت، ن ,fitne lafzı فتنة gümüşün değersiz olanını, değerli olanından ayırmak için ateşte eritmek’ anlamında kullanıldığı zikredilir. Çoğulu ise فتون (fütûn) şeklinde gelmektedir.272 Fitne, Arapça’da, ‘imtihan etmek, ihtibar/denemek, ibtila/sınamak’ anlamında kullanılmakta ve bu bağlamda Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle geçmektedir: “(Sâlih’e şöyle demiştik:) “Şüphesiz biz, onlara bir imtihan olmak üzere, o dişi deveyi göndereceğiz.”273‘ 268 Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 409; Cevherî, a.g.e., C. II, s. 375. َل۪في َضََلٍل َوُسعُرٍ 269 ِٓنَّا اِذاً ُ ا ِبع ُهٓ َّ لُوا ا َبََشراً ِمنَّا َواِحداً نَت ٓ َفقَا ;Kamer, 54/24. 270 Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 409. 271 Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 18; ُهَو َكذَّاٌب أَِش ٌر; Kamer, 54/25. 272 İbnu’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Cemâluddin Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Bağdâdî, Nüzhetü’l- A’yuni’n-Nevâzir fî İlmi’-l-Vücûhi ve’n-Nezâir, 3.b., Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1407/1987, s. 478. 273 İbn Mazûr, a.g.e., C. X, 178; Zebîdî, es-Seyyit Muhamed Murtezâ, Tâcu’l-Arûs, Beyrut: Dâru’s-Sadr, t.y., C. XVIII, s. 426; ِْْۘر ِانَّا ُمْرِسلُوا النَّاقَِة فِتْنَةً لَُهْم فَاْرتَِقْبُهْم َواْصَطب ; Kamer, 54/27. 66 Fitne sözcüğünün manalarından biri de ‘alıkoymak, vazgeçirmek, soğutmak, şaşırtmak, geri döndürmek’tir. Araplar, “bir kimseyi daha evvel kabul etmiş olduğu görüşünden vazgeçirdim” manasını فتنت الرجل عن رأيه cümlesi ile ifade etmektedir.274 Kelime ‘karışıklık çıkarmak (fesad), zihinleri bulandırmak, insaları birbirine düşürmek’,275 ‘bir şeye mukabil aşırı derece arzu göstermek, tutkun olmak’276 manalarında da kullanılmaktadır. d. هشيم (Heşîm) Kelimesi Çoğul şeklinde gelen هشيم heşîm sözcüğünün aslı الهشيمة (el-heşîme) olup bu da ,el-heşmü) lafzı ise ‘bitki gibi yumuşak) الهشم .he, şe, me) kökünden gelmektedir) هشم gevrek veya kırılgan bir şeyi kırmak’ anlamına gelmektedir. Ayrıca Arapça’da, “filan kişi falan kişiye şefkat gösterdi/güzel davranışta bulundu” manasında علي فَلن تهشم فَلن denmektedir.277 Bu bağlamda Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmaktadır: ِ ريَاُح ً تَْذُروهُ ال فَاَْصبََح َهشيم ا “Rüzgârların savurduğu çöp kırıntıları haline geliverdi.”278 Kamer sûresinde “onlar, ağıldaki hayvanların çiğneyip ufaladıkları kuru çöpler gibi oldular”279 ifadelerindeki م ِ مهشوم ,’kelimesi, ‘kırılmış, dökülmüş, ufalmış َهِشي manasında gelmektedir. م ِ genel olarak, ‘kuru olan, kırılan odunlar, dallar’ için َهِشي kullanılmaktadır. Bundan dolayıdır ki müfessirler bu kavmin, önceleri sürü halinde bir bütünken daha sonra ağıldan toplanıp, dışarı atılıp, ufalanmış çöp gibi olduklarını söylemektedir.280 3. Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri a. Semûd Kavminin Tekzîbi ve Rasûlü Yalancı Saymaları Semûd kavmi, Âd kavminden sonra Arap yarımdasının kuzeyinde bulunan güçlü bir kabile olarak bilinmektedir. Bunlar, tıpkı Âdemoğulları gibi elçilerinin uyarlarını tekzîb edip yarımadanın her tarafına yayılan bir kavimdir. Âd kavminin helâk 274 İbn Manzûr, a.g.e., C. X, s. 178; Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 372. 275 Doğan, Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul: İz Yayınları, 1996, s. 384. 276 İbn Manzûr, a.g.e., C. X, s. 180. 277 İbn Manzûr, a.g.e., C. XIV, s. 95; Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 543. 278 Kehf, 18/45. .Kamer, 54/31 ;فََكانُوا َكَه۪شيِم اْلُمْحتَِظرِ 279 280 İbrâhîm, a.g.e., s. 555; Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 56. 67 edilişinden hiçbir ders almadıkları gösterilerek “Semûd… yalanlamış ve şöyle demişlerdi: “İçimizden bir insana mı uyacağız? Delilik içine düşmüş oluruz” buyrulmaktadır. Âyetteki “içimizden bir insana” kelimesinin “onun acizliğine bir işaret olmak üzere “tek ve güçsüz” manasında olduğu, bununla da “O’nun ileri gelenlerden olmayıp halktan birisi olduğu” kastedilmek istenmektedir. Bunun üzerine âyette, onların kendi cinslerinden, sınıflarından, tebaalarından yalnız, tek, peşinden gideni olmayan, davet ettiği şeye uyanı bulunmayan vb. kişi olduğuna dair kuşku uyandırılmak istendiğine işaret edilmektedir.281 İbn Kesîr (v. 774/1373), “içimizden bir insana” ifadesi ile, “eğer hepimiz bizden birisine teslim olacak olursak, kuşkusuz biz kaybetmiş ve büyük bir zarara uğramış oluruz,” demek istediklerini söylemektedir.282 (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz.” ifadesine gelince, “onların, kendilerine “eğer ona uymazsanız, bir sapıklık içinde kalmış oluruz” diyenlere cevaben, o kimseye, “hayır, aksine ona uyarsak, o vakit sapıklık içinde bulmuş oluruz” demişlerdir. Ya da bu bir mecâz olarak kullanılıp “hayır, bilakis eğer biz onun peşinden gitsek, şüphesiz ki o vakit şu anda hem sapıklık hem de zillet ateşleri içinde olmuş oluruz” denmektir.283 Bu söylediklerinin ardından onların, peygamberleri sıradan insanlar diye küçümsemeye ve yalancı saymaya devam ettikleri, “bizim aramızdan… Hayır, o, yalancının, şımarığın biridir” âyeti ile açıklanmaktadır. Bu sözleriyle, Hz. Sâlih’e hiçbir vahiy indirilmediğini ve eğer bir vahiy indirelecek olsaydı, içlerinden şeref ve zekâ açısından daha üstün kimseler var iken ona verilmeyeceğini demek istemektedirler. Bununla vahiy ilka etmenin Cenab-ı Hakk’tan olmasının hatta semadan olmasının olanaksız olduğuna işaret edildiği söylenmektedir.284 Daha sonra da onu yalancılıkla suçlayarak: “Hayır o, yalancının, şımarığın biridir” dedikleri nakledilmektedir. Bu ifade ile onun, şımarıklığının ve onlar aleyhine 281 Zuhaylî, a.g.e., C. XIV, s. 187; 282 İbn Kesîr, a.g.e, C. VII, s. 479. 283 Zemaherî, a.g.e., C. V, s. 660. 284 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 52. 68 direnme arzusunun, onu böyle bir iddiada bulunmaya götürdüğünü söylemek istemişlerdir.285 Cenab-ı Hakk, onların bu iddiaları ve suçlamalarının ardından “onlar yarın bilecekler: Kimmiş yalancı, kimmiş şımarık!” buyurmaktadır. Âyetteki “yarın bilecekler” ifadesi, kendilerine ceza indiği an “onlar, hayır, o, şımarık aşırı yalancıdır” dediklerini o gün hatırlayacaklar” anlamındadır. Yahut bu tehdit dehşetli bir azâbın kıyâmet gününde gerçekleşeceğine dairdir. Bu da “onlar kıyâmette, azâba düçar olacaklar” manasına gelmektedir.286 b. Sâlih (a.s)’in Deve Mucizesi ve Suyun Taksim Edilmesi Cenab-ı Hakk bu sûrede beş kıssanın örneğini getirmiş ve Hz. Muhammed’in (s.a.s) durumunun, Hz. Sâlih’in (a.s) durumuna benzemesi sebebiyle bu kıssayı da en güzel şekilde anlatmıştır. Hz. Sâlih’e (a.s), ondan önceki ve sonraki peygamberlerin mucizelerinden daha dikkat çekici ve yeryüzünde mevcut olmayan bir mucize verilmiştir. Zira Hz. Îsâ (a.s), Allah’ın izniyle ölüleri diriltme, hayata kabiliyeti olan bir yerde hayatı gerçekleştirme, Hz. Musâ (a.s) da Yüce Allah’ın izniyle asâyı ejderhaya dönüştürme büyüyüp canlılara benzemesi açısından ağaç parçasında hayatı gerçekleştirme mucizesini göstermiştir. Hz. Sâlih ise ne hayat özelliğine sahip bir şeyde ne de büyüyüp gelişmeye uygun olan bir varlıkta mucizesini göstermiştir. Allah’ın izniyle O’nun mucizesi, büyük bir kayadan dişi deve çıkarmaktır. İşte bu da daha şaşkınlık veren, olağanüstü bir olay sayılmaktadır. Hz. Muhammed’e (s.a.s) gelince, müşriklerin “hiç kimsenin semaya çıkıp, ayı ikiye bölmesi mümkün değildir” sözlerine karşı, hiçbir varlığın kuvvetinin yetmeyeceğini bildikleri bir şey yapmış ve böylece bütün mucizelerden daha mükemmel ve harika olan bir mucize getirmiştir. Yüce Allah “şüphesiz biz, onlara bir imtihan olmak üzere”287 demek suretiyle mucize ile ödüllendirilmeye layık olanın durumuyla, cezayı hak edenin durumunun ayrıldığını söylemiştir.288 285 Nesefî, a.g.e., C. X, s. 70. 286 Mukâtil b. Süleyman, Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, C. III, s. 297; Beyzâvî, a.g.e., C. V, s. 166; Seyyid Kutub, a.g.e., C. XX, s. 3432. 287 Kamer, 54/27. 288 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 53. 69 Âyette geçen “şimdi onları gözetle ve sabret” hitabı, Hz. Sâlih’e (a.s) yönelik olup, “onların azâba çarptırılmasını bekle, eğer sana karşı kötülük ediyorlarsa da, onlar için azâbın hemen gelmesini dileme, sabret!” anlamını ihtiva ettiği söylenmektedir.289 Cenab-ı Hakk’ın “onlara, suyun aralarında paylaştırıldığını haber ver. Her biri kendi içme sırasında gelsin” hitabına gelince, Semûd kavmine kuyu suyunun deve ile aralarında paylaştırıldığını, suyun bir gün deveye, bir gün de onlara mahsus olduğunu, herkesin nöbetinde gelip su alacağını haber ver, manasına geldiği ifade edilmektedir. Nitekim bu âyete benzer şekilde Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır: “Sâlih, şöyle dedi: “İşte bir dişi deve! Onun (belli bir gün) su içme hakkı var, sizin de belli bir gün su içme hakkınız vardır.”290 Bunun üzerine, Yüce Allah, onların (kavmin en azgını olan) arkadaşlarını çağırdıklarını ve deveyi kestirdiklerini zikretmektedir. Bir görüşe göre âyette geçen “arkadaşlar” ifadesinden maksat, dişi deveyi kesen Kudâr b. Salif adlı kişidir. Diğer bir görüşe göre ise burada zikredilen kişi söz konusu olmayıp, bu ifade ile büyük bir işi yapmaya koyulma anlamı kastedilmekte, bu işi yapan kişinin de Kıdâr isimli biri olduğu söylenmektedir.291 c. Ses (Sayha) ile Yok Ediliş Cenab-ı Hakk bu uyarıdan sonra Hz. Sâlih’in (a.s) kavmini, nasıl imha ettiğini anlatarak “şüphesiz biz, onların üzerine tek bir korkunç ses gönderdik de… oldular.” buyurmaktadır. Buradaki imhanın nasıl olduğu ayrıntılı bir şekilde açıklanmamıştır fakat bu çığlığın başka bir sûrede bir kasırga olduğunu Yüce Allah şöyle zikretmektedir: “Eğer yüz çevirirlerse, onlara de ki: “ben sizi Âd ve Semûd kavimlerini çarpan yıldırım gibi bir yıldırıma karşı uyardım.”292 Buna göre, âyette, Yüce Allah’ın onların üzerine, kasırganın çıkardığı bir ses yahut kasırganın sesinin meydana getirdiği gibi bir ses gönderdiği ve onların son ferdine kadar öldükleri, hiç kimse kalmadığı gibi ot gibi kuruyup kaldıkları ve çiğnenmiş kuru odunlar halinde oldukları zikredilmektedir. Nitekim bu manada: “Hak yoldan sapanlara gelince, onlar cehenneme odun olmuşlardır.”293 buyrulmaktadır. İşte onların da öldüklerinden ve yakıt olarak kullanılan otlar (odunlar) gibi olduklarından bahsedilmektedir.294 289 İbnü’l-Cevzî, a.g.e., C. VIII, s. 90. 290 Şu’arâ, 26/155; Taberî, a.g.e., C. XXII, s. 142. 291 İbn Kesîr, a.g.e., C. VI, s. 157. 292 ِعقَِة َعا ٍد َوثَُمود َ ) ـٰ ِ مۡثَل َص ِعقَةً ـٰ .Fussilet, 41/13 (فَإِۡن أَۡعَرُضواْ فَقُۡل أَنذَۡرتُُكۡم َص 293 Cin, 72/15; 294 Seyyid Kutub, a.g.e., C. XX, s. 3434. 70 Bu ürkütücü ve dehşete düşüren sahnelerin ardından Yüce Allah, kalplerini Kur’ân’a çevirsinler, manasını anlasınlar ve onu düşünsünler diye onu kolaylaştırdığını vurgulamaktadır. Bunun üzerine “Andolsun biz, Kur’ân’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?” buyurmaktadır. d. Âyetlerin Tekrarlanış Mahiyeti ve Tekrar Olgusuyla İlgili Görüşler Aynı lafzın veya fikrin, belli bir tavrın, tesadüfî veya kasıtlı olarak ifade edilmesi, yeniden söylenmesi ya da yapılmasına tekrar denir. Tekrar olgusu, insanoğlunun yaşamının her yönünde, kâinattaki her canlıda ortaya çıkan bir fenomendir. Dünyanın güneş etrafında dönüşü, insanın içmesi ve yemesi, güneşin her sabah doğuşu ve her akşam batışı, oğretmenlerin sınıfta aynı konuyu birkaç sefer anlatması gibi tekrarlar uyumlu bir düzen meydana getirmekte, mesajın muhataplara daha kuvvetli bir şekilde iletilmesini sağlamaktadır. İnsanın unutkan bir varlık olması tekrarı gerektiren başka bir etkendir.295 Aynı âyetin farklı sûrelerde veya aynı sûrede tekrar edilmesi, onun daha kolay anlaşılmasını ve âyette vurgulanılan mesajın muhataplara kuvvetle gitmesini sağlamaktadır. Kur’ân’ın daha kolay anlaşılmasına ve ezberlemesine vesile olan kelime ve anlam tekrarı, aynı zamanda âyetler arasındaki tenâsübü ve tutarlığı da gerçekleştirmektedir. Bundan hareketle özellikle âyet tekralarında Kur’ân’ın güzel ve uyumlu ahengi ortaya çıkmaktadır. Kamer sûresi incelendiğinde “Fakat azâbım ve uyarılarım nasılmış”296 âyetinin dört kere zikredildiği görülmektedir. Bu âyetlerin lafızları aynı olmakla birlikte soyut bir tekrâr olmayıp, Kur’ân’ı Kerîm’in i‘cazından meydana gelmiş bir hikmet olduğu, yerine göre anlam farklılıkları sunduğu söylenebilir. İlk olarak Nûh kıssasında ilgili azâba yer verilmesinden sonra كيف edatıyla başlayan istifhâm cümlesi, Nûh kavminin uğradığı azâb hakkında korkutma ve ta’cîb ifade etmektedir.297 Bununla beraber aynı âyetin, Âd kıssasının anlatımın başlangıcında getirilmiş olması, peşinden beyan edilecek konuya dinleyecilerin dikkatini çekmek gayesiyle,298 kıssanın bitiminde yeniden getirilmesi ile Nûh kıssasında olduğu gibi ta’cîb ve ta’zîm ifade ettiği 295 Çelik, Muhammed, Kur’ân’ın İkna Hususiyeti, İzmir: Yani Akademi Yayınları, 2006, s. 233. 296 Kamer, 54/16, 18, 21, 30. 297 Râzî, a.g.e., C. XXVIV, s. 56; Âlûsî, a.g.e., C. XXVII, s. 83. 298 Âlûsî, a.g.e., C. XXVII, s. 84. 71 bildirilmiştir.299 Son olarak Sâlih kavminin başına gelen azâbı anlatmadan önce yer alan aynı âyet-i kerîme, mücerred bir tekrâr olmayıp Semûd kavmine has bir anlam ifade etmektedir.300 Kamer sûresinde tekrâr eden âyetler arasında “Andolsun biz, Kur’ân-ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?”301 âyetinin de olduğu ve dört yerde geçtiği görülmektedir. Bu âyetin, bir kasem cümlesi olduğu ifade edilerek, Yüce Allah’ın, sûrenin başlarında geçen “Andolsun, onlara içinde caydırıcı tehditlerin bulunduğu haberler geldi.” âyetini takrîr mahiyetinde, helâka uğramış olan her kavmin kıssasından sonra bu âyeti zikretmek suretiyle, küfürden uzaklaşılmasını kastettiği, ancak kâfir kimselerin bundan ibret almadığına dikkat çekmeyi maksat ettiği ifade edilmiştir.302 Zira, Yüce Allah’ın, Kur’ân’da, helâka uğrayan kavimlerin kıssalarını tekrâr etmesinin sebebi, insanların ibret almalarını sağlamak içindir.303 Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerîm Hz. Osman devrinde istinsah edilerek çeşitli İslâm merkezlerine dağıtılmıştır.304 İslam coğrafyasının genişlemesine, çeşitli din ve kültürlere sahip olan kavimlerin İslam’a girmesiyle birlikte farklı düşünceler ve akımlar ortaya çıkmaya başlamıştır. İslam’a dâhil olan bu insanlar, müminlere Kur’ân hakkında sorular sormaya ve hikmetini kavrayamadıkları mevzularda eleştirme yapmaya başlamışlardır. Bu konuların içinde Kur’ân-ı Kerîm’de geçen tekrarlar olgusu da yer almaktadır. Buna göre ilk devirlerden itibaren âlimler tekrar konusuna değinmiş ve birtakım araştırmalar yapmışlardır.305 Buna göre Kur’ân’da tekrar yer alıp almadığı hususunda görüşleri iki kategoriye ayırmak mümkündür: 1. Kur’ân-ı Kerîm’de zâhir ve mutlak bir tekrarın bulunduğunu iddia edenlerin anlayışıdır. Bu görüşü savunanlar arasında İbn Kuteybe (v. 276/889) de bulunmaktadır. Te’vilü Müşkili’l-Kur’ân isimli eserinde şöyle der: “Yüce Allah kullarına zor gelmesin diye Kur’ân-ı Kerîm’i yirmi üç yıl zarfında inzâl buyurmuştur. Arap kabilelerine mensup gruplar İslam’a dâhil olmak için Hz. Efendimiz’e geldiklerinde, ashabı o 299 İbn Âşûr, a.g.e., C. XXVII, s. 191. 300 İbn Âşûr, a.g.e., C. XXVII, s. 202. 301 Kamer, 54/17, 52, 32, 40. 302 Âlûsî, a.g.e., C. XXVII, 84. 303 Kirmânî, Ebü’l-Kāsım Tâcü’l-kurrâ Burhânüddîn Mahmûd b. Hamza b. Nasr, Esrârü’t-Tekrâr fî’l- Kur’ân, (nşr. Abdulkâdir Ahmed ‘Atâ), y.y.: Dârü’l-Fadîle t.y. s. 230. 304 Draz, Abdullah, Kur’ân’a Giriş, Ankara: Kitabiyat Yayınları, 2000, s. 39. 305 Eren, Cüneyt, “Tekrar mı Sanat mı?”, İstanbul, Yeni Ümit Dîni İlimler Dergisi, C. XVI, S. 62, (2003), s. 92. 72 kimselere Kur’ân’dan bir parça öğretiyor, bu da onlara kâfi geliyordu. İşte eğer geçmiş kavimlere ait olan kıssalar tekrar edilmemiş olsaydı, Hz. Musâ kıssası bir başkasına, Hz. Nûh kıssası bir diğerinin payına düşmüş olacaktı. Ancak, Yüce Allah bunları tekrarlamak suretiyle dünyanın dört bir tarafına ve herkese duyurmayı istemiş ve muhataplara bu vesileyle birtakım mesajlar vermeyi amaçlamıştır.”306 Ayrıca bu görüş İslâm âlimleriyle307 beraber bir kısım oryantalistlere aittir. Ancak, oryantalist akademisyenlerin amacı bir gerçeği delillendirmek değil, böyle bir “nedenin” arkasında sığınarak Kur’ân’ı saldırmaktır. 2. Kur’ân-ı Kerîm’de bir tekrarın bulunmadığını ifade eden âlimlerin anlayışıdır. Bu görüşü savunanlar308arasında yer alan Muhammed Kutub (v. 2014) şöyle der: “Cennet’e girmiş olan kimseler ilk anda meyveyi alırken diyeceklerdir ki “İşte bu daha önce yediğimiz meyvelerin aynısıdır” fakat onu tattıkları vakit farklı olduğunu anlamış olacaklardır ve daha önce yemiş oldukları meyvelere benzediğini ama aynısı olmadığını farkedeceklerdir. Her ne kadar başlangıçta bu tatların aynı ve tekrarlandığı düşünülürse de ayrı bir tat elde edilecektir. Kur’ân’da tekrar olgusu da buna benzemektedir. İşte vermiş olduğumuz bu örnek Kur’ân’da tekrar olayı için de geçerlidir.”309 Konuyla ilgili görüşleri ele aldıktan sonra, Zemahşerî’nin ifade ettiği gibi Kur’ân’da tekrarın bulunmasıyla mana, muhatabın kalbinde öyle yerleşir ki kökleşmiş bir akide halini almış olmaktadır.310 Buna göre tekrarı, Kur’ân’ın bir üslûb mucizesi olarak görmek gerekmektedir. G. LÛT KAVMİ 1. 33-40. Âyetler ve Meâli َّجْينَاُهم بَِسَحٍر }34{ َّاِل آَل لُوٍط نَّ َكذَّبَْت قَْوُم لُوٍط بِالنُّذُِر }33{ إِنَّا أَْرَسْلنَا َعلَْيِهْم َحاِصباً إ ِ مْن ِعنِدنَا َكذَِلَك نَْجِزي َمن َشَكَر }35{ َولَقَدْ أَنذََرُهم بَْطَشتَنَا فَتََماَرْوا بِالنُّذُِر }36{ نِْعَمةً 306 İbn Kuteybe, Abdullah b. Muslim Dîneverî, Te’vîlu Müşkili’l-Kur’ân, neşr: İbrâhîm Şemseddîn, 2. b., Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2007, ss. 180-181. 307 Bu anlayışta Ferrâ (v. 207/822), Ma’mer b. el-Müsennâ (v. 210/825), Ebû Süleymân el-Hattabî (v. 388/998), Zerkeşî (v. 794/1392), Zemahşerî (v.538/1144) gibi âlimler bulunmaktadır. 308 Bu anlayışta et-Taberî (v. 311/923), Seyyid Kutub (v. 1966), Said Nursî (v. 1960) gibi âlimler bulunmaktadır. 309 Kutub, Muhammed, Kur’ân Araştırmaları Mekkî Âyetler, İstanbul: Fikir Yayınları, 1981, s. 465. 310 Zemahşerî, a.g.e., C. V, s. 160. 73 َولَقَْد َراَودُوهُ َعن َضْيِفِه ف ََطَمْسنَا أَْعيُنَُهْم فَذُوقُوا َعذَابِي َونُذُِر }37{ َولَقَْد َصبََّحُهم بُْكَرةً ُّمدَِّكرٍ ِذ ْكِر فََهْل ِمن ََّسْرنَا اْلقُْرآَن ِلل ٌّر }38{ فَذُوقُوا َعذَابِي َونُذُِر }39{ َولَقَدْ ي ُّمْستَِق َعذَاٌب }40{ 33. “Lût kavmi de uyarıcıları yalanladı. 34-35. Şüphesiz biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgâr gönderdik. Yalnız Lût’un ailesi başka. Katımızdan bir nimet olarak bir seher vakti onları kurtardık. Şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız. 36. Andolsun, Lût onları bizim şiddetli azâbımızla uyardı. Fakat onlar bu uyarıları kuşkuyla karşıladılar. 37. Andolsun, onlar onun (meleklerden olan) misafirlerinden nefislerindeki kötü arzuları tatmin etmek istediler. Biz de onların gözlerini silme kör ettik. “Haydi, azâbımı ve uyarılarımı tadın!” dedik. 38. Andolsun, onlara sabahleyin erkenden kalıcı bir azap geldi. 39. “Haydi azâbımı ve uyarılarımı tadın!” dedik. 40. Andolsun, biz Kur’ân-ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?” 2. Âyetlerdeki Bazı Kelime ve Istılahların İzahı Âlimlere göre sûrenin 33. ile 40. âyetleri arasında yer alan ve zahirde kolay anlaşılamayan kelime ve ıstılahlar şunlardır: a. نعمة (Ni’met) Kelimesi .nun, ayn, mim) kökünden geldiği bilinmektedir) ن، ع، م nimet sözcüğünün نعمة Kelime olarak, ‘iyi/güzel durum/hâl’ anlamına gelmektedir. Nimet sözcüğünün dilbilgisi bakımından, insanların zaman zaman yapmakta oldukları manasında جلسة “oturuş” ve ركبة “biniş” gibi sıfat kalıbı da bulunmaktadır.311 nimet kelimesi Arapça’da cins için de kullanılmaktadır. Bu kalıp نعمة kullanıldığında ‘azlık ve çokluk’ ifade etmektedir.312 Bu anlamda, Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok âyet mevcuttur. Nitekim Nahl sûresinde şöyle buyurulmaktadır: “Hâlbuki Allah’ın nimetini saymaya kalksanız onu sayamazsınız.”313 Kelime انعام (in‘âm) şeklinde geldiğinde, ‘başkasına iyilik yapmak’ manasını taşımaktadır. Bu da Arapça’da, sadece konuşan varlıklarda gerçekleşmesi mümkün 311 Cevherî, a.g.e., C. V, s. 2042. 312 Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 499. ًۜا 313 هّللاِ اَل تُْحُصوَه ِنْعَمةَ .Nahl, 16/18; Ayrıca bkz. Bakara, 2/40; Mâide, 5/3 ;َواِْن تَعُدُّوا 74 olan bir durumdur. Örneğin: انعم فَلن علي فرسه “falanca kişi atına iyilik yaptı” demek yanlış sayılmaktadır.314 Zemahşerî (v. 538/1143) nimet sözcüğü hakkında “Kendisi ile iyilik, ihsan kastedilen her şey faydadır. Faydalanmaya götüren ve onu doğru kılan her şey nimettir”315 demiştir. Nimet, geniş anlamları ihtiva eden bir kelimedir. Kelime, Kur’ân-ı Kerîm’de kırk yedi yerde, نعم /نعمة şekillerinde kullanılırken, doksan yedi yerde de نعم /نعمة ile aynı kökten gelen farklı bir sigada,- نعماء‘iyilik’; نعمي‘mutluluk’; نعيم ‘bol miktadaki nimet’; نعم‘develere nispeten kullanılan bir isim’; نعامي ‘yumuşak bir şekilde esen rüzgâr’; نعم- ‘övgü maksadıyla kullanılan bir sözcük’ manalarında farklı sigalarda kullanılmaktadır.316 b. بطش (Batş) Kelimesi ’batş sözcüğünün, Arapça bir kelime olup ‘safvetle saldırıp yakalamak بطش manalarında kullanıldığı söylenmektedir.317 Bu anlamda Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmaktadır: َ ش َرب َِك لََشديد ٌ َِّن بَْط ا “Şüphesiz, Rabbinin yakalaması çok çetindir.”318 batş kavramı ile ilgili müfessirlerin görüşlerine bakıldığında kelime iki بطش şekilde319 tefsir edilmektedir: 1. ‘Ukûbet/ceza verme, cezalandırma’ manasında kulanılmaktadır; Bu manada Kamer sûresinde de geçmektedir: “Andolsun, Lût onları bizim şiddetli azâbımızla uyardı.”320 2. ‘Kuvvet/güç’ anlamında kullanılmaktadır.321 314 el-Ezherî, Ebû Mansûr Muhammed b. Ahmed, Tehzîbu’l-Lüğa, Mısır: y.y., t.y., C. III, s. 11. 315 Zemahşerî, a.g.e., C. III, s. 235. 316 Ağırakça, Ahmet, “Nimet”, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Şamil yay. Dergâh Ofset, 2000, C. VI, s. 233; Ayrıca bkz. Hûd, 11/10; Zuhruf, 43/59; Lokmân, 31/8; Zuhruf, 43/12; Fecr, 89/15; Sâd, 38/44. 317 Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 50. 318 Burûc, 85/12; Ayrıca bkz. Şu’ara, 26/130; Duhân, 44/16. 319 Mukâtil b. Süleymân, el-Eşbâh ve’n-Nezâir fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, s. 435; İbrâhîm, a.g.e., s. 68. .Kamer, 54/36 ;َولَقَْد اَْنذََرُهْم بَْطَشتَنَا 320 321 Bkz. Kaf, 50/36; 75 c. راود وا (Râvedû) Kelimesi ,er-ravdu) şeklinde olup, ‘bir şeyi dilerken) الرود râvedû sözcüğünün aslı راودوا isterken ya da ararken herhangi bir durumda rıfk, yumuşak ve nazik bir şekilde gidip gelme’ manalarına gelmekte, راد (râde), ارتاد (irtâde) sigalarında kullanılmaktadır. Mesela, Arapça’da, رادت المرأة مشيها denildiğinde, “kadın kibar bir şekilde veya rıfık/yumuşak bir şekilde yürüdü” anlamını taşımaktadır. Bu fiilin masdarı رودان (ravedân) olarak gelmektedir.322 irâde) sözcüğü ile ‘bir şeyin) ارادة yerûdu) fiilinin masdarı olan) يرود – (râde ) راد olmasını isterken, talep ederken ya da ararken gayret ve çaba gösterdi’ anlamı ifade edilmektedir.323 Kelimenin Kur’ân-ı Kerîm’de geçtiği yerlere bakıldığında şu şekilde izah etmek mümkündür:324 a) Yüce Allah’a nispetle kullanıldığında, ارادة (irâde) ile ‘başlangıç’ değil yalnızca ‘âkıbet’ kastedilmektedir. Zira Allah Teâlâ’nın, arzu veya isteme anlamında bir kelimeden münezzeh olduğu bilinmektedir. “De ki: “Eğer Allah size bir kötülük dilese, sizi Allah’tan koruyacak kimdir? Yahut size bir rahmet dilese, buna engel olacak kimdir?”325 âyeti de buna delil olarak gösterilmektedir. b) Bazen ارادة (irâde) sözcüğü kullanıldığında “emir” anlamı taşımaktadır. Mesela “sana bunu emrediyorum” manasında اريد منك كذا denmektedir. Bu manada Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulmaktadır: “Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez.”326 c) Bazen de ارادة (irâde) sözcüğü, ‘kasdetme, yönelme, yönünü çevirme’, manasında kullanılmaktadır. Mesela: َ ن ُعلُواًّ فِي ااْلَْرِض َواَل فََسادا ً اَل يُريدُو “Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan/ kasdetmeyen kimselere veririz.”327 322 Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 206. 323 İbn Manzûr, a.g.e., C. V, s. 366. 324 Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., ss. 206-207; Çanga, a.g.e., s. 222. 325 (ً ًۜ ُٓسوءاً اَْو اََرادَ بُِكْم َرْحَم ة ِبُكْم هّللاِ اِْن اََرادَ .Ahzab, 33/17 (قُْل َمْن ذَا الَّ۪ذي يَْعِصُمُكْم ِمَن َ ر) 326 َّّلِلُ بُِڪُم ٱۡليُۡسَر َواَل يُِريدُ بِڪُ ُم ٱۡلعُۡس .Bakara, 2/185 (يُِريدُ ٱ 327 Kasas, 28/83. 76 d. بكرة (Bükre) Kelimesi bükre, Arapça bir kelime olup ‘günün başlarını’ ifade etmektedir. Fiil olarak بكرة ’şeklinde kullanıldığında ‘erkenden gelmek ya da herhangi bir vakitte acele gelmek بكر anlamlarına gelmektedir. Mesela: بكره فَلن cümlesi, “falanca kişi (günün başlarında) çıktı” manasındadır. Bunun masdarı ise بكور şeklinde olduğu zikredilir. بكرة (bükre) kelimesi, bu manada Kamer sûresinde şöyle geçmektedir: “Andolsun, onlara sabahleyin erkenden kalıcı bir azap geldi.”328 ‘;’bikr) şeklinde geldiğinde bazen, ‘ilk doğan çocuk) بكر ,bükre sözcüğü بكرة hiç yavru doğurmamış inek’;‘bekâreti bozulmamış kız’ anlamlarını ifade etmektedir. Çoğulu ise أبكار şeklindedir.329 Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulmaktadır: َّ ن اَْبَكارا ً َّن اِْنَشاًء فََجعَْلنَاُه اِنَّا اَْنَشأْنَاُه “Biz onları (hurileri) yepyeni bir yaratılışta yarattık. Onları gösterişli bakireler yaptık.”330 3. Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri a. Lût (a.s) Kavmi’nin Tekzîbi, Helâk Edilişi ve Lût’un (a.s) Kurtuluşu Kamer sûresinin devamında Yüce Allah, bir başka topluluğun yani Lût topluluğunun durumunu izah etmek üzere: “Lût kavmi de uyarıcıları yalanladı” buyurmaktadır. Lafızdan, “bunların durumu da daha önce geçen diğer kavimlerin gibidir ki bunlar peygamberlerine karşı çıkan, onları yalanlayan, kendilerini uyarmak maksadıyla getirdiği kanıtları yalan sayan kimselerdir” manası anlaşılmaktadır. Daha sonra da bunların azâbına ve yok edilmelerine yer verilerek şöyle buyrulmaktadır: “Şüphesiz biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgâr gönderdik...” Âyette Yüce Allah’ın, Lût kavminin yalanlamasından dolayı onların üzerine azâbını salıverdiği yahut her birinin üzerine alamet bulunan pişmiş ve damgalanmış küçük çakıl taşları salıverdiği anlaşılmaktadır. “Yalnız Lût’un ailesi başka” ifadesine gelince, biz onların üzerine o kasırgayı salıverdik. Dolayısıyla Lût’un (a.s) ailesi hariç hiç kimse kurtulamamıştır, demek istemiştir. Lût’un (a.s) da müstesna oluşunun kanıtı, Yüce Allah’ın meleklerinin, İbrâhîm’e (a.s), “Ama orada Lût var” diye haber verdikleri ٌّر 328 َلقَْد َصبََّحُهْم بُْكَرةً َعذَاٌب ُمْستَِق .Kamer, 54/38; Ayrıca bkz., Çanga, a.g.e. s. 92 ;َو 329 İbn Abbas ve diğerleri, a.g.e., s. 72; Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 57. 330 Vâkı’a, 56/35-36. 77 “Orada kimin bulunduğunu biz daha iyi biliriz. Biz, onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Ancak karısı başka. O, geri kalıp helâk edilenlerden olacaktır”331 şeklindeki âyettir.332 Yüce Allah’ın “katımızdan… seher vakti onları kurtardık” ifadesi, önceki cümleden bağımsız bir kelâm olup ya kurtarma vaktinin, yahutta müstesnanın oluşunu izah için getirilmiştir. Zira o kasırganın, kâfirleri mahvedip, müminlere ise herhangi bir zararının dokunmamış olduğunu bildiren Âd vakasında veyahut Nûh topluluğunda olduğu gibi, Lût ailesi için de, kötülükleri meneden bir şey kılınması gibi, Lût ailesinin o topluluğun arasında olup da dehşetli rüzgârın onlara dokunmamış olması da mümkündür. Bundan dolayıdır ki “bunları seher vakti kurtardık” ifadesi ile “biz onlara gecenin son altıda biri olan zaman diliminde, o beldeden çıkmalarını emrettik” kastedildiği söylenmektedir.333 Buna göre burada; helâk ediş adaletin nasıl Allah tarafından uygulandığının bir göstergesi ise, kurtarış da Allah tarafından bir lutuf olduğu bildirilmektedir. “Şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız” hitabı konusunda şu izahlar yapılmaktadır: a) Müfessirlerin ekserisinin kanaatine göre, Yüce Allah, kendisine iman edenleri ve emirlerine karşı çıkmayanları dünya azâbından kurtarıp helâk etmemektedir. Bunun Hz. Muhammed’in ümmetinden mümin olanlara, Yüce Allah’ın genel bir yok edilişten koruyacağı yolunda bir vaadi olduğu zikredilmektedir334 b) Bu, müminler için bir vaad olup onlara, ahirette ödüllendirileceklerini bildiren bir ifadedir. Bundan dolayı burada Yüce Allah’ın, müminleri bu dünyadaki helâklerden kurtardığı -onlara nimet verdiği- gibi ahiret yurdunda da onlara ihsanda bulunup, nimetler bağışlayacağı söylenmektedir.335 Bunun kanıtı Cenab-ı Hakkın şu âyetidir: َّشاِكِرينَ َوَمن يُِرْد ثََواَب الدُّْنيَا نُْؤِتِه ِمْنَها َوَمن يُِرْد ثََواَب اآلِخَرةِ نُْؤتِِه ِمْنَها َوَسنَْجِزي ال 331 Ankebût, 29/32. 332 Elmalılı, a.g.e., C. VII, s. 354. 333 Mâverdî, Ebu’l-Hasan Alî b. Muhammed b. Habîb, en-Nüket ve’l-Uyûn, Lübnan: Dâru’l-Kütübi’l- İlmiyye, t.y., C. V, s. 418. 334 Taberî, a.g.e., C. XXII, s. 148; İbn Kesîr, a.g.e., C. VII, s. 480. 335 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 60. 78 “Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.”336 b. Lût (a.s) Kavminin Cezaya Çarptırılması Cenab-ı Hakk’ın “Andolsun, Lût onları bizim şiddetli azâbımızla uyardı...” ifadesi, Hz. Lût’un (a.s) üzerine düşmüş olan görevi yaptığına ve dolayısıyla beraat ettiğine işaret eden bir ifadedir. Yüce Allah, rahmeti gereği azap etmeyi erteleyip, ondan evvel onlara birçok uyarıda bulunmuş; fakat onlar bu uyarılara kulak asmamışlardır. Bunun üzerine onlara karşı azâbının tekzîb etmeleri sebebiyle olduğunu ifade etmiştir. “Lût daha önce de bildirirken, onlar kulak vermeyip, tekzîb etmelerini sürdürdüler ve biz onları yok ettik…” buyurmuştur.337 Âyette zikredilmiş olan بَۡطَشتَنَا lafzı hakkında şu izahların yapıldığı görülmektedir: a) Bu ifade ile daha önce olmuş bitmiş bir yakalama kastedilmiştir. Geçmişte gerçekleştiğinin delili ise: Biz onlara fırtına gönderdik…” buyruğudur. b) Bununla, ahirette gerçekleşecek olan yakalama kastedilmiştir. Delilinin: “onları en şiddetli yakalayışla yakalayacağımız günü hatırla. Şüphesiz biz öcümüzü alırız” âyeti olduğu söylenmektedir.338 Sûrenin devamında Yüce Allah onların tanımama ve tekzîb etme haricinde bir çirkin vasfını daha zikrederek şöyle buyurmuştur: “Andolsun, onlar onun (meleklerden olan) misafirlerinden kötü arzularını tatmin etmek istediler.” Âyette, kavminin Lût’a ziyarete gelmiş olan delikanlı suretindeki misafirlerini (melekleri) fuhuş yapmak maksadıyla kendilerine teslim etmesi talepleri açıklanmaktadır. Lût’un (a.s.) çirkin huylara sahip olan yaşlı eşi, kavmine bir adam göndererek Lût’a misafirler geldiğini haber vermiş, onlar da gecikmeden dört bir yandan gelmişlerdir. Lût (a.s.) da onları misafirlerden uzak tutmak maksadıyla kapıyı kilitleyip muhafaza etmeye çalışmıştır. Onlar da girmekte ısrarcı olunca; Yüce Allah onların gözlerini kör etmiştir de hiçbir şey göremez olmuş ve evlerine duvarlara tutunarak dönmüşlerdir. Dönerken de “sabah olsun da biz Lût’a göstereceğiz” demişlerdir.339 336 Al-i İmrân, 3/145. 337 Beyzâvî, a.g.e., C. V, s. 167. ِإنَّا ُمنتَِقُموَن 338 ٰٓى َنۡبِطُش ٱۡلبَۡطَشةَ ٱۡلُكۡبَر .Duhân, 44/16; Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 61 ;يَۡوَم 339 Zuhâylî, a.g.e., C. XIV, s. 180. 79 Âyetteki “Biz de onların gözlerini silme kör ettik.” ifadesi ile ilgili İbn Abbas’ın (r.a) şöyle dediği rivâyet edilmektedir: ٓ ”lafzı, “anlamama, idrak edememe فََطَمۡسنَا anlamına gelmektedir. Buna göre onların gözlerinin üzerine hiçbir şey yapılmamış; fakat onların eve girmede ısrarcı olmaları sebebiyle artık hiçbir şey anlamaz olmuşlar ve böylece adeta silme kör kimseler gibi kalmışlardır. İbn Abbas (r.a) dışında diğer müfessirler, onların gerçekten kör edildiklerini, gözlerinin yüzleri ile aynı seviyeye gelip açılamaz bir deri oluştuğunu söylemektedirler.340 Âyetin devamında gelen “Haydi azâbımı ve uyarılarımı tadın” buyruğu, tekzîb eden herkese bir hitap olup, “Sizler elçilerimizi tekzîb ediyorsunuz. Haydi artık azâbımı tadın” manasında yahut hitapta bir izmar söz konusu olup “Ben, o meleklerce söylenen bir sözle, onlara, azâbımı tadın” dedim” anlamındadır. Yahut da bu ibare, örfe göre söylenmiş bir lafız olup “tadınız, zira siz tekzîb ettiniz” anlamındadır.341 c. Azâbın İndirilişi Allah Teâlâ, belli bir güruhun gözlerini kör etmesinden sonra, bütün kavmi kuşatan bir azap indirdiğini: “Andolsun, onlara sabahleyin erkenden kalıcı bir azap geldi” âyetiyle bildirmektedir. Yüce Allah âyet-i kerîmede, gözlerininin kör edilmesi ve sabah vakti olduğunda cehenneme yani ahiret cezasına kadar devam edecek olan azap -yerin çöküp altüst edilmesi ve başların üzerine taş yağdırılması azâbı- dışında başka bir azâbın olduğunu vurgulamaktadır. Zira onların gözlerinin kör edilip silinmesi dünyevî bir azap olup; yaşadıkları yerlerin altüst edilmesi ve başları üzerine taş yağdırılması azâbı ise, bu âlemden berzah âlemine bu azapla nakledilmeleri sebebiyle doğrudan doğruya ahiret azâbına bitişik bir azaptır.342 Cenab-ı Hakk, “Haydi azâbımı ve uyarılarımı tadın… Biz Kur’ân-ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?” ifadelerine, önceki kavimlerin haberleri işitildiğinde tefekkür edilip ibret alınması ve uyanıklığın artması maksadıyla yeniden yer vermektedir. 340 Zemahşerî, a.g.e., C. V, s. 661; Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 62. 341 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 62. 342 Bursevî, İsmail Hakkı, Rûhu’l-Beyân Tefsîri, çev. Abdullah Öz ve Diğerler, İstanbul: Damla Yayınevi, 1995, C. VIII, s. 380. 80 H. BÜYÜKLENEN FİRAVUN’UN TEKZİBİ 1. 41-42. Âyetler ve Meâli ُّمْقتَِدٍر }42{ ْ م أَْخذَ َعِزيٍز ِفْرَعْوَن النُّذُُر }41{ َكذَّبُوا بِآيَاتِنَا ُكلِ َها فَأََخْذنَاُه َولَقَْد َجاء آَل 41. Andolsun, Firavun’un ailesine de uyarıcılar gelmişti. 42. Bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları mutlak güç ve iktidar sahibinin yakalaması gibi yakaladık. 2. Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri a. Firavun Taraftarları Yüce Allah, önceki ümmetlerin durumunu ve onların başına gelenleri bildirdiğinde “başkasının idaresini üstlenen yahut başkanın emrini yerine getiren herkes” anlamında olan “kavm” kelimesini kullanmaktadır. Zira bu daha genel bir ifadedir. Fakat Firavun’un kavmine gelince “hanedân, erkân,” anlamında olan “âl” ifadesini kullanmasının sebebi ise “güzel amel olsun, kötü amel olsun; varıp kendisini bulduğu reis olması yahut iyiliğin de kötülüğün de kendisine raci olmasındandır.343 b. Firavun’un ve Taraftarların Rasûlü Tekzîbi Âyetlerde, Firavun ve hanedanının vakıası iki yönüyle izah edilmiştir: Bir yandan Firavun ve hanedanına uyarıcılar geliyor; onlar ise önceki helâk edilen kavimler gibi aynı davranışta bulunup gelen uyarıcıları tekzîb ediyorlar. Öte yandan Firavun’un da, hanedanının da İlahî kudretin yakalayışı ile dehşetli ve kudretli bir yakalanışla yakalandığı ve o boş kuvvet ve uydurma iktidarlarının yıkılıp imha oluşu gösterilmektedir. Cenab-ı Hakk’ın Firavun’u ve hanedanını gerçek bir kuvvet ve kudret ile yakalamasının, onların yaşattıkları zulme uygun olmasından kaynakladığı söylenmektedir.344 I. MÜŞRİKLERİN DAĞITILMASI Cenab-ı Hakk, Kamer sûresinin büyük bir kısmında azap ve dehşet tablolarını zikretmektedir. Peygamberleri yalanlayanlar bu tabloları görmüş ve gördüklerinin tesiri altında kalmışlardır. Peşpeşe meydana gelen dehşetli felaketler henüz hayallerinde canlanıp dururken; Yüce Allah, müşrikleri, kendilerinin de böyle dehşetli bir azâba 343 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 65. 344 Taberî, a.g.e., C. XXII, s. 154; Seyyid Kutub, a.g.e., C. XX, s. 3438. 81 çarptırılmaları ihtimalinden dolayı uyarmakta ve onların başına gelecekler, bunlardan daha kötü ve dehşetli olabileceğini beyan ederek şöyle buyurmaktadır: 1. 43-49. Âyetler ve Meâli ُّمنتَِصٌر ُّزبُِر }43{ أَْم يَقُولُوَن نَْحُن َجِميٌع ِفي ال ٌ ِ مْن أُْولَئُِكْم أَْم لَُكم بََراءة أَُكفَّاُرُكْم َخْيٌر ُّ ر َّساَعةُ أَْدَهى َوأََم َّساَعةُ َمْوِعدُُهْم َوال ُ ع َويَُولُّوَن الدُّبَُر }45{ بَِل ال }44{ َسيُْهَزُم اْلَجْم َِّن اْلُمْجِرِميَن فِي َضََلٍل َوُسعٍُر }47{ يَْوَم يُْسَحبُوَن فِي النَّارِ َعلَى ُوُجوِهِهْم }46{ إ َّل َشْيٍء َخلَْقنَاهُ بِقَدَرٍ }49{ َّس َسقََر }48{ إِنَّا ُك ذُوقُوا َم 43. “(Ey Mekkeliler!) Sizin kâfirleriniz onlardan daha mı hayırlı? Yoksa sizin için kitaplarda bir berat mı var? 44. Yoksa onlar, “Biz yardımlaşan (güçlü) bir topluluğuz” mu diyorlar? 45. O topluluk yakında bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır. 46. Hayır, kıyâmet, onların (görecekleri asıl azâbın) vaktidir. Kıyâmet (azâbı) ise daha müthiş ve daha acıdır. 47. Şüphesiz suçlular (müşrikler) sapıklık ve ateşler içindedirler. 48. Yüzüstü ateşe sürüklendikleri gün kendilerine, “Cehennemin dokunuşunu tadın!” denecek. Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.” 2. Âyetlerdeki Bazı Kelime ve Istılahların İzahı Sûrenin 43. ile 49. âyetleri arasında geçen ve ilk bakışta kolay anlaşılmayan kelime ve ıstılahlar şunlardır: a. براءة (Berâe) Kelimesi Arapça’da ب، ر، ا (be, ra, elif) maddesi üçüncü ve dördüncü baplardan برأ (bera’e) ve يبرأ ve برئ – يبرئ şeklinde gelmektedir.345 Kelimenin sarf yapısını yukarıdaki şekilde belirledikten sonra, lügatlarda geçen sözlük manasını incelediğimizde onun birkaç anlam taşıdığını tesbit etmekteyiz; براءة “çirkinlik, ayıp ve borç346 gibi şeylerden salim olmak demektir. Ayrıca borcunu ödemek ve uzaklaşmak manalarına da gelmektedir. Nitekim Arapça’da برئت من فَلن (beri’tu min fulan)- “filandan uzaklaştım, aramızda ilişki kalmadı”,347 şeklinde kullanılmaktadır. 345 Firuzâbâdî, Muhammed b. Yakûb, el-Kâmûsü’l-Muhît, y.y.: y.y., t.y., C. I, s. 8; İbn Manzûr, a.g.e., C. I, s. 354. 346 Cevherî, a.g.e., C. I, s. 36. 347 Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 121. 82 Bera’e kelimesi فعالة vezninde mastar olup, “ahdi bozmak ve akdi feshetmek” şeklinde tefsir edilmektedir.348 M. Hamdi Yazır (v. 1942)’a göre “bilhassa siyaset hukuku ve milletler arası hukuk dilindeki anlamı savaş çıkmasını gerektiren bir ilişkiyi kesme, ültimatom ve saldırmazlığı sona erdirmektir. Görülüyor ki, bu kelime ‘falandan falana mektuptur’ lafzındaki gibi bir başlık üslûbundadır. Fakat burada herhangi bir mektup ya da sıradan bir yazının değil, muntazam bir resmi tebliğin, özellikle diplomasi edebiyat üslûbunda bir akti fesheden, gerekli ve bir ültimatom başlığın bütün gerekli unsurlarını ihtiva eden gayet açık bir yazışmanın örneğidir.”349 b. زبر (Zübür) Kelimesi lafzının زبرة zübür kelimesi زبر ze, be, ra) harflerinden meydana gelen) ز، ب، ر çoğulu olup istiâre yoluyla ‘bölünen şeyler’ için kullanılmaktadır.350 Nitekim Yüce Allah din konusunda değişik grupların birbirinden ayrıldığını bildirirken şöyle buyurmuştur: ََّطـعُوا اَْمَرُهْم بَْينَُهْم ُزبُرا ً فَـتَق “Onlar din konusunda aralarında bölük bülük oldular.”351 ;zübür ibaresi ile ‘kalın yazıyla yazılan herhangi bir kitab’ kasdedilmektedir زبر yani kitap anlamını taşımaktadır. Çoğulu ise زبور (zebûr) şeklindedir. Buna göre Zebur, Hz. Dâvud’a indirelen Kitab’a özel ismi olmuştur. Zebûr kelimesi bazen ز (z) harfinin zammı ile زبور (zübûr) şeklinde352 de okunmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Davud’a verilenden bahsederken şöyle buyurulmaktadır: َوٰاتَْينَا دَاُودَ َزبُوراً “Dâvud’a da Zebûr vermiştik.”353 Bazılarının onu, ‘Zebur özel bir isim olmayıp, ilahî kitaplardan kavranması zor olan kitap’ olarak isimlendirdiği söylenmektedir.354 Nitekim bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmuştur: 348 İbn Manzûr, a.g.e., C. I, s. 355; Ayrıca bkz. Tevbe, 9/1. 349 Elmalılı, a.g.e., C. IV, ss. 2446-2447. 350 Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 211. 351 Mü’minûn, 23/53. 352 İbn Manzûr, a.g.e., C. VI, s. 11. 353 Nisâ, 4/163. 354 Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 211. 83 ُّزبُرِ اَْم لَُكْم بََراَءةٌ فِي ال Yoksa sizin için kitaplarda bir beraat mı var?”355 Bazılarının ise ‘Zebur’u şer’i hükümleri içermeyip sadece aklî hükümleri ihtiva eden kitap’ olarak isimlendirdiği nakledilmiştir. Hz. Davud’a inen Zebur hiçbir hüküm içermediği için, Zebûr’un onun kitabının özel ismi olduğunu söylemek mümkündür.356 c. منتصر (Muntesir) Kelimesi -en) النصر muntesir sözcüğünün aslı, ‘yardım veya destek’ manasına gelen منتصر nasru) ve النصرة (nusre) kelimeleridir. نصور kelimesi ise ناصر sözcüğünün çoğulu ya da birkaç harfin çıkartılıp idhal edilmesi suretiyle masdarı olduğu söylenmektedir.357 ِ َشِر اْلُمْؤِمنِيَن َّّللاِ َوفَتٌْح قَِريٌب َوب ِ مَن نَْصرٌ “Allah’tan bir yardım ve yakın bir fetih.”358 Aynı kökten türetilmiş olan االنتصار kelimesi, ‘bir kimsenin kendisine zulmedene mukabil kendini savunması veya intikam almak’ anlamlarına gelmektedir. ’şeklinde geldiğinde ‘yardımlaşmak, destek vermek yada yardım etmek التناصر manalarında kullanılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle geçmektedir: ٌ ر ُّمنتَِص أَْم يَق ُولُوَن نَْحُن َجِميٌع “Yoksa onlar, “biz yardımlaşan (güçlü) bir topluluğuz” mu diyorlar?”359 d. دبر (Dübür) Kelimesi ,de, be, ra) harflerinden oluşmaktadır. ‘Bir nesnenin arka) د، ب، ر dübür lafzı دبر geri kısmı, tarafı’ manalarında olan دبر (dübür) sözcüğünün zıddı, القبل (el-kubul) kelimesi ‘bir nesnenin ön kısmını, tarafını’ ifade edebilmek için kullanılmaktadır. Kelimenin çoğulu أدبار şeklinde gelmektedir.360 Araplar دبر (dübür) sözcüğünü bazen ‘bir failin arka kısmı, tarafı,’ anlamında kullanmaktadırlar. Örneğin; “falanca kişi ihtiyarladı”, manasında دبر فَلن şeklinde 355 Kamer, 54/43. 356 Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 211. 357 İbn Manzûr, a.g.e., C. XIV, s. 160. 358 Saff, 61/13; Ayrıca bkz. Nasr, 110/1; Enbiyâ, 21/68; Al-i İmrân, 3/160; Bakara, 2/250. 359 Kamer, 54/44. 360 İbn Manzûr, a.g.e., C. IV, s. 280. 84 kullanılmaktadır; bazen de ‘mefulün arka, geri kısmı, tarafı’ manasını ifade etmek için kullanılır. Mesela; “filan kişi kavmin arkasında kaldı”, anlamında دبر فَلن القوم denir.361 Kelime mübalağa olarak افعل sigasında kullanıldığında ‘yüz, sırt, arkasını veya arka tarafını çevirdi’ anlamında olup bundan maksad ise ‘bozguna uğramak, münhezim olmak’tır.362 Bu anlamda Kamer sûresinde de kullanılmaktadır: “O topluluk yakında (Bedir’de) bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.”363 e. سقر (Sekar) Kelimesi se, ka, ra) kökünden türetilmiş olan sekar sözcüğünün Arapça’da) س، ق، ر ‘güneşin cildinin ve teninin rengini değiştirmesi münasebetiyle onu kavurdu, yaktı ve kararttı’ manasında olan سقرته الشمس ifadesinden türetildiği söylenmektedir. Bu ifade sekar) sözcüğü ayrıca cehennemin isimlerinden) سقر .şeklinde de kullanılmaktadır سقرته biridir. سقر (sekar), cehenneme özel isim olarak Kur’ân-ı Kerîm’de şu şekilde geçmektedir: َ َر َما َسلََكُكْم في َسق “Sizi sekar’a (cehenneme) ne soktu?” 364 Kamer sûresinde ise şöyle geçmektedir: َّس َسقََر يَْوَم يُْسَحبُوَن فِي النَّاِر َعلَى ُوُجوِهِهْم ذُوقُوا َم “Yüzüstü ateşe sürüklendikleri gün kendilerine, “Cehennemin dokunuşunu tadın!” denecek.”365 3. Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri a. Kureyş’in Ayrıcalığının Olmaması Cenab-ı Hakk, müşriklerin azaptan emniyet içinde olmadıklarını ve helâk edilmiş kavimlerden daha üstün olmadıklarını gösterip, dikkatlerini çekmek ve onları 361 İbrahîm, a.g.e., s. 168; Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 164. 362 Çanga, a.g.e., s. 180. 363 Kamer, 54/45. 364 Muddessir, 74/42; Ayrıca bkz. Müddessir, 74/27-28; Kamer, 54/48. 365 Kamer, 54/48. 85 uyarmak maksadıyla “(Ey Mekkeliler!) sizin kâfirleriniz onlardan daha mı hayırlı?” buyurmaktadır. Görüldüğü üzere burada hitap Mekkeli müşrikleredir. Bunun takdiri de “Sizin, küfrünüzü sürdüren ve o küfürden dönmeyen kâfirleriniz mi daha hayırlı” şeklindedir. Buna göre, önceki kavimlerin küfür ve inatçı olmaları sebebiyle azâba uğradıklarını bildirip şayet aynı yolu takip edip bu şekilde devam ederseniz, sizleri de aynı ya da daha dehşetli azâba uğratmamamız için bir sebep yok ifadesine işaret edildiği söylenmektedir.366 Cenab-ı Hakk’ın “Yoksa sizin için kitaplarda bir berat mı var?” buyruğuna gelince, size başınıza herhangi bir felaket ve ibretli azâbın gelmeyeceğine dair Allah’tan bir beraat mı var? anlamındadır. Böylece hitapta bir tehdit söz konusudur.367 Daha sonra Yüce Allah, onların durumlarını bildirerek “Yoksa onlar, 'Biz yardımlaşan (güçlü) bir topluluğuz' mu diyorlar” buyurmaktadır. Râzî, bu hitabın, kurtuluşun kısımlarını gösterme, izahı tamamlama ve hasr gayesiyle getirilmiş bir ibare olduğunu söylemiştir. Zira kurtuluş, ya cezadan kurtulmuş olan kimse buna layık olduğu için gerçekleşir ki bu, bir hükümdarın, bir toplumu cezalandırdığında onların içinden kendisine iyi muamelede bulunan birisini görüp de onu cezalandırmaması gibidir yahut da kurtulmuş olan o şahısta bir şey bulunur. Bu şey, hükümdarın acımasından dolayı o toplum içinde bulunan küçük bir çocuğu ya da zayıf annesini cezalandırmaması gibidir. Veya ne kendisiyle kurtuluşa layık olacağı bir şeye sahiptir, ne de azap görenin bizzat kendisinde merhamet etmeyi gerektiren bir şey bulunmasıyladır. Ancak hükümdar, bir kişiyi yardımlarının çokluğu ve sıla-ı rahîme bağlılığı sebebiyle cezalandıramaz. Bu da azap görenin, o hükümdardan uzaklaşıp ona mâni olacak bir orduya katılması gibidir. Bundan dolayı, Cenab-ı Hakk, ilk iki kısmın bir kimseyi kurtaramayacağını anlattığı gibi üçüncü kısmın yani yandaş ve dostlardan da fayda gelmeyeceğini beyan etmektedir.368 b. Birleşik Güçlerin Yenileceği Yüce Allah onların iddialarını ve kanaatlerini –onlar, her birinin tek başına Hz. Muhammed (s.a.s.)’i yenecek kuvvette olduklarını- reddetmek üzere: “O topluluk 366 Mevdûdî, a.g.e., C. VI, s. 57. 367 Semerkandî, a.g.e., C. III, s. 302; İbn Kesîr, a.g.e., C. VII, s. 482. 368 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 67. 86 yakında bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.” buyurmuştur. Âyette, toplulukların kendilerini kurtaramayacağı ve onlara birleşik kuvvetleri fayda vermeyeceği bildirilmektedir. Nitekim: “O topluluk yakında bozguna uğrayacak…” âyeti indirildiğinde Hz. Ömer’in: “Hangi topluluk dağıtılacak, yenilecek? Bedir gününde gördüm ki Allah’ın Rasulü (s.a.s) zırhına bürülü olarak yürüyüp şöyle diyordu: “O topluluk yakında bozguna uğrayacak…” İşte o esnada bu âyetin tevilini anladım.” dediği nakledilmektedir.369 Cenab-ı Hakk, onların bozulup kaçmalarını, olayın yalnız bununla yetmeyeceği, bundan daha da trajik olacağı, başlarına vereceği asıl belayı “Hayır, kıyâmet, onların (görecekleri asıl azâbın) vaktidir…” şeklinde beyan etmektedir. Âyette ‘kıyâmet’ ile yapılan uyarma daha önce gelmiş geçmiş herkesi içine alan bir uyarmadır. Buna göre, Cenab-ı Hakk, Hz. Muhammed’in kavminin, onlardan önce gelmiş geçmiş, kâfir olup küfürlerini devam ettirmiş helâk ettiği kavimlerden daha hayırlı olmadığını izah ettikten sonra öncekilerin başına gelen şeyin bunların da başına geleceğini açıklamaktadır. Dolayısıyla dünya azâbının, verilen azâbı tamamlamak için olmadığını bildirip, bu azâbın tamamlanmasının sürekli ve çok şiddetli olan bir azap ile olacağını vurgulamaktadır. Bu da dünyada gördükleri ya da çarptırıldıkları azapların hepsinden çok daha şiddetli ve belalı bir azap olacağı şeklinde inzar edilmektedir.370 Âyette, kıyâmetin herkes için bir buluşma yeri ve zamanı olmasına rağmen, bunun sadece kâfirlere mahsus kılınması hususunda şöyle bir açıklama getirilmektedir: Müminlere hayrın vadedilmesinden ve sabrın emronulmasından dolayı onlar, kıyâmetin zamanını Allah’a bırakıp “Bu ne zaman olacak?” diye sormazlar. Kâfirler ise buna itiraz edip iman etmemeleri sebebiyle, devamlı “Azap ne zaman olacak” der durur da onlara “Sabredin, kıyâmet günü gelecek” denilir. İşte, dolayısıyla kâfirler, “Ey Rabbimiz! Hesap gününden önce payımızı hemen ver!”371 demiş, Cenab-ı Hakk da “Senden azâbın çabucak gelmesini istiyorlar. (Hikmet gereği) belirlenmiş bir süre olmasaydı, azap onlara mutlaka gelirdi. Onlar farkında değillerken kendilerine ansızın elbette gelecektir.”372 buyurmuştur. 369 Taberî, a.g.e., C. XXII, s. 157; Süyûtî, a.g.e., C. XIV, s. 86; Seyyid Kutub, a.g.e., C. VI, s. 3440. 370 Câbirî, Muhammed Âbid, Fehmü’l-Kur’ân, (çev. Muhammed Coşkun), 2.b., İstanbul: İlim Yurdu Yayınları, 2013, C. I, s. 229; Kurtubî, a.g.e., C. XX, s. 146. 371 Sad, 38/16. 372 Ankebût, 29/53. 87 c. Mücrimlerin Ateşler İçinde Olmaları Sûrenin devamında bu acı ve belalı saatin nasıl olduğu açıklanıp kıyâmet sahnelerinden korkunç bir sahne olarak bahsedilmiştir: “Şüphesiz suçlular (müşrikler) sapıklık ve ateşler içindedirler. Yüzüstü ateşe sürüklendikleri gün kendilerine, “cehennemin dokunuşunu tadın!” denecek.”373 Müfessirlerin çoğu “Şüphesiz suçlular…” âyetinin, Hz. Peygamber ile kader konusunda tartışan müşrikler hakkında indirildiği görüşündedir. Bu görüşü de Ebû Hureyre’den gelen bir rivâyet ile delillendirmektedirler. Ebû Hureyre (r.a), “Kureyş müşriklerinin tartışmak maksadıyla Rasulullah’ın (s.a.s) yanına vardıklarını ve bunun üzerine Cenab-ı Hakk, “Şüphesiz suçlular…” âyetini indirdiğini söylemektedir.374 Her ne kadar âyet bir grup hakkında indirilmişse de hükmü geneldir ve suçlu kimselerin, öldükten sonra Yüce Allah’ın diriltmeye kadir oluşunu ve diğer gelen haberlere gücünün yeteceğini inkâr etmeleri, peygamberleri ve uyarıları tekzip etmelerinden dolayı ahirette azgın ve çılgın ateşlerin içinde olacağını bildirmektedir.375 Cenab-ı Hakk’ın, “Cehennemin dokunuşunu tadın!” denecek” hitabına gelince tatmak, duyular cümlesinden olması sebebiyle, âyette bir istiare söz konusu olduğu söylenmektedir. Zira tadılan şey, dil ile hem sıcaklığı hem soğukluğu hem sertliği idrak edip onların eziyetini hissetmektedir. Buna göre dilin algılaması diğer uzuvlara göre daha tam ve mükemmeldir. İşte bundan dolayı Allah Teâlâ “Cehennemin dokunuşunu tadın” buyurmuştur.376 d. Her Şeyin Ölçülü Bir Şekilde Yaratılması Cenab-ı Hakk bu dehşet verici tabloların ışığı altında âyet-i kerîmede bilhassa müşriklere ve genel olarak bütün insanlara beyanatını ulaştırmaktadır. Bunun üzerine dünyada mevcut olan bütün mahlûkatı ve kavimlerin başına gelen bütün felaketleri, büyük küçük her şeyi, bir ölçüye nazaran yarattığını zikrederek “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık” buyurmuştur. Bu hitabın iki anlama gelme ihtimali vardır: Birisi, ‘kader’ lafzı, takdir olunan anlamına gelmesi; o takdirde kaza ile birlikte kullanılması yaygınlık kazanmış olan anlam kastedilmektedir.377 Diğer ihtimal ise, Âlûsî’nin görüşüdür. Âlûsî, bu buyruğun mezkûr olan anlama hamledilmesi, selefin 373 Kamer, 54/47-48. 374 Müslim, “Kitabu’l-Kader”, 19; Vâhidî, a.g.e., s. 228. 375 Elmalılı, a.g.e., C. VII, s. 357. 376 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 68. 377 Mâverdî, a.g.e., C. V, s. 420. 88 birçoğundan nakledilegelen mana şeklinde olduğunu söylemekte ve bunun “Biz her şeyi yoktan var etmenin eksenini teşkil eden ondaki hikmet gereği hikmeti noksansız, kâmil, takdiri belli, yani her türlü ölçü ve miktarı kararlaştırılmış olarak var ettik” manasında olabileceğini mümkün görmektedir.378 O zaman bu âyet-i kerîme “O, göklerin ve yeryüzünün mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olandır. Çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı da yoktur. O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.”379 âyetinde ihtiva eden anlamı ifade etmektedir. Bu anlamların ışığında Seyyid Kutub (v. 1966) bu âyet hakkında, “Bütün bunlar, küçük ve büyük her şey; konuşan ve konuşmayan; devinen ve devinmeyen; geçmiş ve müstakbel, meşhur olan ve olmayan bir kader ile var edilmiştir. Belli bir hedefe nazaran yönlendirilip hikmete uygun olarak tedbir edilmektedir. Başıboş ve lüzumsuz hiçbir şey yoktur. Tesadüfen ortaya çıkan hiçbir şey de değildir ve kendiliğinden olup gelen hiçbir şey olmadığını” söylemektedir.” 380 J. ALLAH’IN EMRİNİN HEMEN GERÇEKLEŞMESİ 1. 50-55. Âyetler ve Meâli ُّمدَِّكٍر }51{ ٌ َكلَْمحٍ بِاْلبََصِر }50{ َولَقَْد أَْهلَْكنَا أَْشيَاَعُكْم فََهْل ِمن َّال َواِحدَة َوَما أَْمُرنَا ِإ َ ن ِفي َِّن اْلُمتَِّقي ُّل َصِغيٍر َوَكبِيٍر ُمْستََطٌر }53{ إ ُّزبُِر }52{ َوُك ُّل َشْيٍء فَعَلُو هُ فِي ال َوُك ُّمْقتَِدٍر }55{ َجنَّاٍت َونََهٍر }54{ فِي َمْقعَِد ِصْدٍق ِعندَ َمِليٍك Emrimiz ancak bir tek emirdir. Göz kırpması gibidir. (Anında gerçekleşir.) (50) Andolsun, biz sizin gibileri hep helâk ettik. Fakat var mı düşünüp öğüt alan? (51) İşledikleri her şey ise kitaplarda kayıtlıdır. (52) Küçük, büyük her şey satır satır yazılmıştır. (53) Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar cennetlerde, ırmak başlarındadırlar. (54) Muktedir bir hükümdarın katında, doğruluk meclisindedirler. (55) 2. Âyetlerdeki Bazı Kelime ve Istılahların İzahı Bu bölümde, âyetlerde zahirde anlaşılması pek kolay olmayan bazı kelime ve ıstılahlara yer verilecektir. Bunlar ise şöylerdir: 378 Âlûsî, a.g.e., C. XXVII, s. 93. 379 Furkân, 25/2. 380 Seyyid Kutub, a.g.e., C. VI, s. 3440. 89 a. هلك (Heleke) Kelimesi he, le, ke) kökünden oluşan heleke sözcüğünün, Kur’ân-ı Kerîm’de üç381) ه، ل، ك manada kullanıldığı söylenmektedir. Bu anlamları şu şekilde izah etmek mümkündür: - (yehliku) يهلك (heleke) هلك he, le, ke) kökünden meydana gelmiş olan) ه، ل، ك hulûken) kelimesinin ‘ölmek, helâk olmak, perişan olmak, fani) هلوكا (helâken) هَلكا olmak, çakışmak’ manalarına geldiği söylenmektedir. Buna göre kelimenin, bir nesnenin ortadan kaldırılması veya yok olması manası bulunmaktadır. Bu kelimenin ism-i fâili هالك (hâlik) olup, çoğulu هالكين (hâlikîn) ya da هالكون (hâlikûn) olmaktadır. هلك (heleke) kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de birçok yerde geçmektedir. Nitekim Nisâ sûresinin 176. âyetinde geçen heleke ifadesinin ‘ölmek’ anlamı bulunmaktadır: اِِن اْمُرٌؤا َهلَكَ لَْيَس لَهُ َولَدٌ َولَهُ اُْخٌت فَلََها نِْصُف َما تََرَك “Çocuğu olmayan bir kişi ölür de kız kardeşi bulunursa, bıraktığı malın yarısı onundur.”382 Heleke lafzı ile ilgili ikinci görüş ise, ‘azâb, eziyet, felakete uğratmak (felaket ile cezalandırmak)’ manasına geldiğidir. Nitekim kelime bu anlamda Kamer sûresinde şöyle kullanılmaktadır: َولَقَْد اَْهلَْكنَا اَْشيَاَعُكْم فََهْل ِمْن ُمدَِّكٍر “Andolsun, biz sizin gibileri hep helâk ettik. Fakat var mı düşünüp öğüt alan?”383 heleke kelimesinin ‘dall/kaybolmak, telef olmak’ manalarına da geldiği هلك söylenmiştir. Bu ifadeden bir şeyin senden kaybolup senin dışındaki birinde bulunması manası anlaşılmaktadır. Bu kelimenin ‘kaybolmak’ manasında kullanılmasına örnek olarak Hâkka sûresindeki 29. âyet gösterilebilir: َهلَكَ َعن ي ُسْلَطانِيَْه “Saltanatım da yok olup gitti.”384 381 Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 544; Dameğanî, a.g.e., s. 477. 382 Nisâ, 4/176. 383 Kamer, 54/51. 384 Hâkka, 69/29. 90 b. مستطر (Mustetar) Kelimesi se, ta, re) kökünden geldiği) س، ط، ر mustetar kelimesinin مستطر belirtilmektedir. سطر setare sözcüğü ise ‘yazılan yazıdan, dikilen ağaçtan ve ayakta kalan insanlardan meydana gelen saf’ anlamına gelmektedir. Nitekim Arapça’da, “falan kişi bunu satır satır yazdı” manasında سطر فَلن كذا ibaresi kullanılmaktadır. Çoğulunun ise, أسطر (estur), أسطار (estâr), أساطير (esâtîr), سطور (sutûr), şekillerinde olduğu söylenmektedir.385 Nitekim şairin şu şiiri buna örnek teşkil eder: اني و اسطار سطرن سطرا لقائل يا نصر نصر نصرا Yazılan satırların hakkı için ben, Ey Nasır! Ey Nasır! Yardım et diyorum.386 Kamer sûresinde geçen مستطر mustetar kelimesi, ‘yazmak’ anlamına gelmektedir. Bu manada Arapların lugatında أسطر فَلن اسمي “filan kimse ismimi yazdı” şeklinde kullanıldığı görülmektedir.387 c. جنات (Cennât) ve نهر (Nehr) Kelimeleri Cemî olarak gelen جنات cennât sözcüğü, ‘örtmek/gizlemek/setretmek’ anlamındaki جن cenne kökünden ortaya çıkan bir isimdir. Nitekim Arapça’da“gece onu sakladı” manasında جنه الليل ifadesi kullanılmaktadır. ‘Ağaç ve bitkiler ile toprağı örten bahçe’ manasında da kullanılmaktadır. Arapça’da, ‘yeşillikleri bol bostan ve bunların oluşturduğu gölgeler münasebetiyle toprağın örtüldüğü bahçeye de cennet’ denilmektedir.388 Şairin şu beyitleri bu anlamdadır: كان عيني في غربي مقتلة من النواضح تسقي جنة سحقا “Sanki gözlerim batı tarafımda öldürülmüş gibidir, 385 İbn Manzûr, a.g.e., C. VI, s. 256. 386 Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 232. ُّل َص۪غيٍر َوَك۪بيٍر ُمْستََطٌر 387 .Küçük, büyük her şey satır satır yazılmıştır”; Kamer, 54/53; İbn Manzûr, a.g.e“ -َوُك VI, 257. 388 İbn Manzûr, a.g.e., C. II, s. 370. 91 Kaynaklardan yüksek ağaçları sulayan.”389 Cennet kelimesi ıstılahî açıdan, ahiret hayatında nimetler ile dolu olan mekâna verilen bir isimdir. Bu adı almasının sebebi, -aralarındaki büyük fark bulunmasına rağmen- genel görünümü ile yeryüzündeki bahçelere benzetilerek zihinlere yakınlaştırılmaya çalışılması ya da eşsiz nimetlerin insan anlayışından gizlenmiş olaması şeklinde izah edilmektedir. Çoğul olarak getirilmesinin nedeni olarak ise cennetlerin yedi tane olması söylenmektedir.390 nehr lafzı Arapça’da ‘kaynayan نهر ne, he, ra) harflerinden türeyen) ن، ه، ر suyun mecrasını’ ifade etmektedir. Çoğulu ise أنهار enhâr şeklinde gelmektedir. Kelime, bazen de suyun mecrasına benzetilerek ‘genişlik’ anlamında da kullanılmaktadır. Örneğin: انهرت الدم denildiğinde “kan döküldükçe akıttım’ manasını taşımaktadır. نهار şeklinde kullanıldığında ‘ışığın her tarafa yayıldığı zaman, gündüz’ anlamında gelmektedir.391 Ahiret hayatında mü’minlerin ebedî saadet yurdu olan cennette, bahşedilecek olan feyiz ve lütufları göstermek amacıyla temsilî bir şekilde Kamer sûresinde şöyle buyrulmaktadır: َِّن اْلُمتَّقيَن في َجنَّاتٍ َونََهر ا “Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar cennetlerde, ırmak başlarındadırlar.”392 d. مليك (Melîk) Kelimesi melîk sözcüğü, arapça bir isim olup ‘emretme ve yasak koyma yetkisine مليك sahip olan’ manasına gelen م، ل، ك (me, le, ke) kökünden türetilmiştir. Kelimenin, insan siyasetinde de kullanıldığı görülmektedir. Nitekim “insanların hükümdarı” manasında denmektedir.393 ملك الناس 389 İbn Fâris, a.g.e., C. I, s. 175. 390 Şahin, Süreyya, “Cennet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1993, C. VII, s. 374; Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 98. 391 Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 509. 392 Kamer, 54/54; Ayrıca bkz. Cennetu’l-Firdevs: Kehf, 18/107; Cennetu’l-Adn: Beyyine, 98/8; Cennetu’n-Na’îm: Mâide, 5/65; Dâru’l-Hulud: Fâtır, 35/35; Cennetu’l-Me’vâ: Secde, 32/19; Dâru’s- Selâm: Yûnus, 10/25; İliyyûn: Mutaffîn, 83/19-20; İbn Kesîr, a.g.e., C. VIII, s. 374. 393 İbn Manzûr, a.g.e., C. XIII, s. 182. 92 milk/hükümranlığın iki çeşit olduğu söylenmektedir. Birisi, ‘sahiplik etmek ملك ve üstlenmek’, diğeri ise ‘sahiplik ve üstlenme olmasa bile, bunları yapabilecek güce sahip olmak’ anlamlarına gelmektedir. ملك milk kelimesinden türetilen mülk sözcüğü ‘Yüce Allah’ın sürekli olan hakkıdır, yetkisidir’ manasını taşımaktadır.394 Bu anlamda Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulmaktadır: لَهُ اْلُمْلكُ َولَهُ اْلَحْم دُ “Mülk yalnızca O’nundur, hamd da O’na mahsustur.”395 3. Âyetlerin İçerdiği Konular ve Tefsiri a. Her İşin Bir Anda Tamamlanması ve Her Şeyin Yazılmış Olması Cenab-ı Hakk, her şeyi ölçü ile yarattığını, kâinattaki her şeyin O’nun emrine göre yürüdüğünü açıkladıktan sonra yaratma işinin nasıl olduğuna dair, “Emrimiz ancak bir tek emirdir. Göz kırpması gibidir. (Anında gerçekleşir.)” buyurmuştur. Bu da Yüce Allah’ın bir tek işaret ile yahut tek bir söz ile yaratmak istediği şeye –büyük ya da küçük olsun, herhangi bir çaba göstermeksizin, zamana da ihtiyacı olmadan- kün (ol) deyip gerçekleşiverdiğini beyan eder. Âyetteki “bir anlık bakış gibi” ifadesi, olayın meydana gelişinin buna benzetildiğini anlatmaktadır. Dolayısıyla, Yüce Allah adeta “Bizim emrimiz bir keredir. Bunun üzerine bu emirle emrolunan şey, bir anlık bakış gibi hızlıca oluverir” demektedir.396 Bu buyruğu, “Bir şeyin olmasını istediğinde ona “ol” der, o da oluverir”397 buyruğuna benzemektedir. Bu anlamda şu beyit de geçmektedir: اذا ما أرادهللا أمرا فانما يقول له: كن، قولة فيكون “Allah bir emri murad ettiğinde sadece Ona ol, der; bir defa söyler ve derhal oluverir.”398 394 Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 472. 395 Tegâbun, 64/1. 396 Beyzâvî, a.g.e., C. V, s. 168. 397 Yâsin, 36/82. 398 İbn Kesîr, a.g.e., C. VII, s. 486. 93 Tarih boyunca gelip geçen bütün ilahî uyarıları tekzîb edenlerin helâk edilmeleri de bir tek söz sonucu birdenbire olduğu ve Mekkeli müşriklere daha önce geçen yoldaşları olan inkârcıların acı âkıbetleri hatırlatılarak “Andolsun biz, sizin benzerlerinizi hep helâk ettik. Fakat var mı düşünüp öğüt alan?” buyrulmaktadır.399 Yüce Allah’ın, “Küçük, büyük her şey satır satır yazılmıştır...” buyruğu, azâbın onların yok edilmesiyle sınırlı olmadığına, aksine bu yok edişin yalnız dünyevi olmayıp onlara mahsus hazırlanan uhrevî azâbın ise onların aleyhine kaydedildiğine bir delil olduğu söylenmektedir.400 Bu hususta, Kur’ân-ı Kerîm’de başka bir âyette şöyle buyurulmaktadır: ً َكاتِبِيَن َِّن َعلَْيُكْم لََحافِِظيَن ِكَراما ِد يِن َوإ ِذ بُوَن بِال ََّل بَْل تَُك َك “Hayır, hayır! Siz hesap, mükâfat ve cezayı yalanlıyorsunuz. Hâlbuki üzerinizde muhakkak bekçiler, değerli yazıcılar vardır.”401 Cenab-ı Hakk, önceki âyetin hükmünü genelleştirmek amacıyla “Küçük, büyük her şey satır satır yazılmıştır” buyurmaktadır. Burada yazma işi, yalnız onların yapmış oldukları ameller ile sınırlı olmayıp tam tersine, başkalarının yapmış oldukları şeylerin de orada yazılı olduğunu anlatmaktadır. Bundan dolayıdır ki bu yazma işinden ister hayır, ister şer olsun; ister küçük, ister büyük olsun, her şeyin satır satır kayıt altına alındığı açıklanmaktadır. 402 b. Müttakilerin Âkıbeti Âyete dair bu izah ve açıklamalardan sonra Efendimiz’i tekzîb edenler safhasından artık başka bir safhaya geçilmiş, güvenli ve rahat bir hayat süren muttakiler tasvir edilerek “Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar cennetlerde, ırmak başlarındadırlar. Muktedir bir hükümdarın katında, doğruluk meclisindedirler” buyrulmaktadır. Hitapta, mücrim insanların azar, tehdit, korku içinde cehennemde yüzüstü sürüklenmelerinin tersine Allah’a karşı gelmekten sakınanların, içinden bal, süt, su ve sarhoş etmeyen içeceklerden ırmakların aktığı cennetlerde olacakları; Yüce Allah’ın rızası, ikram ve ihsanına kavuşmuş olacakları; anlamsız sözlerin konuşulmadığı ve 399 Seyyid Kutub, a.g.e., C. VI, s. 3441. 400 Râzî, a.g.e., C. XXIX, s. 75. 401 İnfitâr, 82/9-11. 402 Kurtubî, a.g.e., C. XVII, s. 159. 94 günahın işlenmediği hak meclislerinde bulunacakları; arzu ettiği her şeyi yapmaya kadir olan, hiçbir işin kendisini aciz bırakmayacağı Rablerinin yanında, saygın bir makamda bulunacakları vurgulanmaktadır.403 Allah Teâlâ, bunların durumunu Vâkıa sûresinde açık bir şekilde beyan etmiş ve birçok nimetin içinde olduklarını belirtmiştir: “Ahiret mutluluğuna erenler, ne mutlu kimselerdir! (Onlar), dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler. Biz onları (hurileri) yepyeni bir yaratılışta yarattık. Onları ahiret mutluluğuna erenler için, hep bir yaşta eşlerini çok seven gösterişli bakireler yaptık.”404 Câbirî (v. 2010), “Ahiret hayatının böylesine somut izahının, Muhammedî daveti, dinî-ticarî bir merkez olan Mekke’nin servetini tekellerine alan Kureyş’in varlıklarına mukabil hem savunmak hem de onları bir taraftan cehennem azâbıyla korkuturken diğer taraftan cennet nimetlerine özendirmek maksadıyla manevî- psikolojik düzeyde baskı altına almak için kullanılan bir silah işlevi olduğunu” söylemektedir.405 403 Zuhaylî, a.g.e., C. XIV, s. 190. 404 Vâkıa, 56/27-38. 405 Câbirî, a.g.e., C. I, s. 228. 95 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KAMER SÛRESİNDE KIYÂMET TASVİRLERİ VE HELÂK EDİLEN KAVİMLER 96 I. KIYÂMET VAKIASININ İŞLENİŞİ AÇISINDAN KAMER SÛRESİ Kamer sûresinde kıyâmet tasvirlerinden iki sahne bulunmaktadır. Sûrenin tamamında ele alınan genel amaç, bu iki sahneyi birbiriyle ilişkilendirmektir. İlk sahne, kısa ve hızlı bir sahne olup ر ُ َّق اْلقََم َّساَعةُ َوانَش Kıyâmet yaklaştı“ اْقتََربَِت ال ve ay yarıldı”406 âyetiyle sûrenin tamamında mevcut olan musikînin ritmiyle ahenk içindedir. Bu musikî, birbirini yakın aralıklar ile izleyen çok seri, bununla birlikte canlı ve hareketli sahneler tasvir etmektedir. Bu sahne ٌَّشعاً اَْبَصاُرُهْم يَْخُرُجوَن ِمَن ااْلَْجدَاِث َكاَنَُّهْم َجَراد ُخ ُّمْهِطِعيَن إِلَى الدَّا عِ Yayılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar. Kendilerini“ ُمْنتَِشرٌ çağırana doğru koşmaktalar. Kendilerini neden davet ettiğini bilmeksizin..“gözleri dalgın dalgın” ona doğru gidiyorlar” tasviri ile tamamlanmaktadır ve bu toplanma, dalgınlık ve acelecilik esnasında: ر ٌ ذَا يَْوٌم َعِس ـٰ َ ن َه ِفُرو ـٰ kâfirlerin, “bu zor bir“ يَقُوُل ٱۡلَك gün”407 sözleri ile son bulmaktadır.408 İkinci sahnede manevî-maddî azap ve onun şekli anlatılmaktadır: َّساَعةُ َمْوِعدُُهْم بَِل ال ُّر َّساَعةُ اَْدٰهى َواََم Hayır, kıyâmet, onların (görecekleri asıl azâbın) vaktidir. Kıyâmet“ َوال (azâbı) ise daha müthiş ve daha acıdır.”409 Dünya hayatında görülen cezalardan ya da onlara ulaşan haberleri tekzîb eden ve tufanla, çığlıkla, rüzgârla, yıldırımla yok edilen o kimselerin başına bu yıkımlardan daha şidetli ve daha korkunç bir ceza gelmektedir. Allah’a ve peygamberlerine karşı gelenler bir şaşkınlık ve cezanın içerisinde olmakta ki bu ceza, akıllara ve ruhlara (manevî-maddî) azâb vermektedir. İşte bunlar cehennemde, bedenleri ve derileri kavrulup yüzüstü sürükleneceklerdir. Bunun ardından ruhî bir acıyla azâbı tadacakları 406 Kamer, 54/1. 407 Kamer, 54/ 6-8. 408 Seyyid Kutub, Meşâhidü’l-Kıyâme fi’l-Kur’ân, Mısır: Dâru’l-Marife, t.y., s. 81. 409 Kamer, 54/46. 97 َ َر َّس َسق Cehennemin dokunuşunu tadın!”410 âyetiyle bildirilmektedir. Kâfirler“ ذُوقُواْ َم yüzüstü cehenneme sürüklenirken, değer verilmeksizin ateşe atılırken, Allah’a ve peygamberlerine tabi olanlar huzur ve rahat içersinde nimetlendirilmektedirler: َّن ٱۡلُمتَِّقيَن إِ ُّمۡقتَِدر ِفى َمۡقعَِد ِصۡدٍق ِعندَ َمِلي ٍك ـٰ ٍت َونََہ ٍر Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar“ فِى َجنَّ cennetlerde, ırmak başlarındadırlar.”411 Bu âyetle de bu kimselerin mertebelerinin, boş söz ve üzüntü veren şeylerden uzak, her şeye gücü yeten ve tüm kâinâtın sahibi olan Yüce Allah’ın makamına yakın olacağı ve elde ettikleri bu mükâfaattan da çokça razı olacakları haber verilmektedir.412 A. KIYÂMETİN TANIMI VE MAHİYETİ Kamer sûresinin ihtiva ettiği ana konulardan biri “kıyâmet” konusudur. Bu nedenle biz de çalışmamızın bu kısmına başlarken kıyâmetin sözlük ve ıstılahî manasından, Kur’ân-ı Kerîm’deki isimleri ile Kur’ân ve hadiseler ekseninde, kıyâmetin özelliklerinden kısaca bahsetmeye gayret edeceğiz. 1. Kıyâmetin Sözlük Anlamı Kıyâmet kelimesi, قوم - يقوم (kâme-yekûmu) fiilinin masdarı şeklinde gelip “dikilmek, kalkmak, ayakta durmak, doğrulmak”413 “gürültü, büyük musibet ve tüm vefat edenlerin ahir zamanda yeniden dirilerek mahşerde hesap vermek için toplanması, âlemin bozulması,”414 “bütün mahlûkatın Hayy ve Kayyum olan Yüce Allah’ın huzurunda durması”415 gibi manaları ifade etmektedir. Sülasî olarak ق، و، م fiilinden türetilmiş olan قيامة lafzı, “insanın bir çırpıda ayağa kalkması” anlamını taşır. Kelimenin sonunda gelen müenneslik edatı ت (te), bu kalkmanın ansızın ortaya çıkması anlamına işaret eder.416 Buna göre insanların vefat ettikten sonra Yüce Allah’ın huzurunda kalkacakları gün kıyâmet olarak adlandırılmaktadır. Nitekim bu anlamda Mutaffifîn sûresinde şöyle kullanılmaktadır: 410 Kamer, 54/48. 411 Kamer, 54/54-55; Seyyid Kutub, Meşâhidü’l-Kıyâme fi’l-Kur’ân, s. 82. 412 Sa’lebî, Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrâhîm en-Nîsâbûrî, el-Keşf ve’l-beyân ‘an tefsîri’l- Kur’ân, (nşr. Ebû Muhammed b. ‘Âşûr), Beyrut: Dârü İhyâi’t-Türâsi’l-‘Ârabî 1422/2002, C. IX, s. 174. 413 Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 691; İbn Manzûr, a.g.e., C. XXII, s. 506. 414 Şemseddin, Sami, Kâmûs-ı Türkî, 2.b., Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2015, s. 1123. 415 İbn Manzûr, a.g.e., C. XXII, s. 506. 416 Topaloğlu, Bekir, “Kıyâmet” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1991, C. XV, s. 516. 98 َّمْبعُوثُوَن ِليَْوٍم َعِظيٍم يَْوَم يَقُوُم النَّاُس ِلَر بِ اْلعَالَِميَن ُّن أُولَِئَك أَنَُّهم أاََل يَُظ “Onlar, büyük bir gün; insanların, âlemlerin Rabbinin huzurunda duracakları gün için diriltileceklerini sanmıyorlar mı?”417 2. Kıyâmetin Istılahî Anlamı Kıyâmet terim olarak, “dünyanın bağlı olduğu kozmik sistemde ortaya çıkacak değişimin ardından vefat edenlerin dirilmesiyle başlayıp sonsuza kadar devam edecek âlem”418 olarak tarif edilmektedir. Kıyâmet ayrıca, “fert ve toplum olarak insan hayatının sona ermesi, Yüce Allah’ın dünya için tayin etmiş olduğu müddetin neticesinde kâinat ve düzeninin tahrif edilmesi ve insanların hesap vermek için tekrar diriltilerek kabirlerinden kalkmaları”419 manasına gelmektedir. Rağıb el-İsfahânî (v. 502/1108) ise kıyâmeti, “kâinatın sonu ve tüm vefat edenlerin yeniden diriltilip toplanacakları vakit” olarak tarif etmekte ve insanın vefat etmesinin suğra/küçük kıyâmet, herhangi bir dönemde yaşayan insanların topyekûn helâkini orta kıyâmet ve insanların öldürülüp hesap vermek için yeniden diriltilmelerini ise kübrâ/büyük kıyâmet olmak üzere üçe ayırmaktadır.420 Dolayısıyla fertlerin ölümü onların kıyâmetidir. Bir ümmetin tarih sahnesinden silinip helâk edilmeleri de onun kıyâmetidir. Ayrıca kâinatın yıkılması, her şeyi ortadan kaldırması ve yerine ahiretin inşa edilmesi ise gerçek kıyâmettir.421 B. KUR’ÂN-I KERÎM’DE VE HADÎSLERDE KIYÂMET KELİMESİ Kur’ân-ı Kerîm’de kıyâmet hakkında pek çok ifadeler kullanılmaktadır. Kıyâmeti tasvir eden bu tabirlere daha çok Kur’ân’ın son bölümlerinde yer verilmektedir. Hatta beş sûre kıyâmet ile ilgili ifadelerle isimlendirilmiştir.422 Kıyâmet kelimesi, يوم القيامة şekli ile yetmiş âyette423 geçmekte olup bu âyetlerin tümünde ikinci sûrun üflenmesinin ardından olan hayat anlatılmaktadır. 417 Mutaffifîn, 83/4-6. 418 Topaloğlu, a.g.m., C. XV, s. 516. 419 Demirci, Muhsin, Kur’ân’ın Ana Konuları, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 2013, s. 292. 420 Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 691. 421 Yakıt, İsmail, İslam’ı Anlamak, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2009, s. 194. 422 Kıyâme, Hâkka, Gâşiye, Vâkıa, Kâria Sûreleri. Bkz. Suudi Hüseyin Erdoğan, Ölüm ve Ötesi, İstanbul: Çile Yayınevi, 1976, s. 13. 423 Abdülbakî, Muhammed Fuad, el-Mu’cemu’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, 2.b., Kahire: Daru’l-Kütübi’l-Mısriyye, 1945, s. 576. 99 Kur’ân’da kıyâmeti tasvir eden diğer tabirlerin sayısı on dokuza ulaşmakta ve her biri kıyâmetin bir vechini açıklamaktadır.424 Örneğin يوم الدين yevmu’d-dîn,425 يوم يوم التغابن yevmu’l-Feth,428 يوم الفتح yevmu’t-Talâk,427 يوم التَلق yevmu’l-hisâb,426 الحساب yevmu’t-Teğâbun يوم الجمع yevmu’l-Cem‘,429 الغاشية el-Ğaşiyye,430 الوقعة el-Vâkıa,431 الساعة es-Sâ‘at,432 الصخاة es-Sahhâ,433 الحاقة el-Hâkka,434 يوم الخلود yevmu’l-Hulûd,435 يوم الخروج yevmu’l-Hurûc,436 يوم التناد yevmü’t-Tenâd,437 يوم الحسرة yevmu’l-Hasret,438 يوم االزفة yevmu’l-Âzife,439 الطامة et-Tâmme,440 يوم البعث yevmu’l-Ba‘s,441 bu kullanımlardandır. Kıyâmet olayını anlatmak maksadıyla hadîslerde de söz konusu isimler ve tabirlerin geçtiği bilinmektedir. Hadis kitaplarında mevzuya dair özel bölümler oluşturulup konu ile ilgili hadisler bu bölümlerde topluca yer almaktadır. “Sıfatu’l- Kıyâme”, “Rikâk” gibi başlıklar altında kıyâmete dair hadisler mevcut olmakla birlikte hadis kaynaklarında kıyâmet mevzusu daha çok “eşrâtu’s-sâ‘a, fiten ve melâhim” kısımlarında yer almaktadır.442 C. KUR’ÂN-I KERÎM’DE KIYÂMETİN BAZI NİTELİKLERİ Kur’ân-ı Kerîm’de kıyâmete dair bir kısım bilgiler yer almaktadır. Kur’ân’da kıyâmetin kopacağı zaman hakkında bilgi verilmemiş, ancak onun aniden kopacağı birçok âyette bildirilip insanların her an kıyâmete hazır olmaları vurgulanmaktadır. Kıyâmetin zamanını Yüce Allah hariç hiç kimsenin bilemeyeceği de haber verilmektedir. Bu mevzuda ne Hz. Peygamber ne O’na vahyi getiren Cebrâil ne de vakti geldiğinde kıyâmet vakıasını fiilen gerçekleştirmekle görevlendirilmiş olan İsrâfil bu 424 Öztürk, Yener, İmkânı ve Lüzumu Açısından Kur’ân’da Ahiret, İzmir: Işık Yayınları, 2004, s. 17. 425 Karşılıkların vereceği gün: Fatiha, 1/4. 426 Hesap verilecek gün; Mü’min, 40/37. 427 Buluşma günü; Mü’min, 40/15. 428 Fetih günü; Secde, 32/29. 429 Toplanma ve yanılmanın anlaşıldığı gün; Teğâbun, 64/9. 430 Herşeyi kuşatan gün; Ğâşiye, 88/1. 431 Vukuu kesin olan; Vâkıa, 56/1-3. 432 Kıyâmet saati; Kamer, 54/1. 433 Korkunç ses; Abese, 80/33. 434 Gerçek olan; Hâkka, 69/1-3. 435 Ölümsüzlük günü; Kâf, 50/34. 436 Çıkış günü; Kâf, 50/42. 437 Bağrışma günü; Mü’min, 40/32. 438 Hasret günü; Meryem, 19/39. 439 Yaklaşan gün; Necm, 53/57. 440 Dehşet günü; Nâziât, 79/34-35. 441 Diriliş günü; Rûm, 30/56; Ayrıca bkz. Yakıt, a.g.e., s. 195. 442 Bkz. Buhârî, “Kitabu’l-Fiten”, 96; Müslim, “Kitabu’l-Fiten ve Eşratü’s-Sâ’a”, 52; Ebû Dâvûd, “Fiten ve Melâhim”, II, 29. 100 bilgiye sahiptir. Kıyâmetin kopuşunu yalnız Yüce Allah’ın bildiğini gösteren âyet şöyledir: َّماذَا ِفي اأْلَْرَحاِم َوَما تَْدِري نَْفٌس َ ث َويَْعلَُم َما ِ َزُل اْلغَْي َّساَعِة َويُن َّّللاَ ِعندَهُ ِعْلُم ال َِّن إ َّ ّللاَ َعِليٌم َخبِيرٌ َِّن تَْكِسُب َغدا ً َوَما تَْدِري نَْفٌس بِأ َيِ أَْرٍض تَُموُت إ “Kıyâmetin ne zaman kopacağı bilgisi şüphesiz yalnızca Allah katındadır. O, yağmuru yağdırır, rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.”443 Âyetten anlaşıldığı üzere muğayyebât-ı hamse olan bilinmezlerden biri de kıyâmet vaktidir. Bunlar Yüce Allah’tan başkasının bilemeyeceği şeylerdir. Kıyâmetin zamanını insanların hep merak edip bu mevzu hakkında Hz. Peygamber’ın yanına giderek sordukları görülmektedir. Bunun üzerine Yüce Allah böyle soran kimselere kıyâmetin kopuşunu ancak kendisinin bildiği ve ondan hariç hiç kimsenin bilemeyeceği konusunda birçok âyet indirmiştir. Nitekim bir âyette konuyla ilgili şöyle geçer: َّاِل ِتَہآ إ ِل يَہا ِلَوۡق َّساَعِة أَيَّاَن ُمۡرَسٰٮَها قُۡل إِنََّما ِعۡلُمَها ِعندَ َرب ِى اَل يَُج يَۡسـَٔلُونََك َعِن ٱل ٌّى َعۡنَہا قُۡل إِنََّما ََّك َحِف يَۡسـَٔلُونََك َكأَن َّاِل بَۡغت َةً َوٲِت َوٱأۡلَۡر ِض اَل تَۡأتِيُكۡم إ ـٰ َّسَم َ و ثَقُلَۡت فِى ٱل ُه ثََر ٱلنَّاِس اَل يَۡعلَُمونَ ُۡ َّن أَ ِك ـٰ َّّلِلِ َولَ ِعۡلُمَها ِعندَ ٱ “Sana kıyâmetin ne zaman kopacağını soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır. Onu vaktinde ancak O (Allah) ortaya çıkaracaktır. O göklere de, yere de ağır basmıştır. O, size ancak ansızın gelecektir.” Sanki senin ondan haberin varmış gibi sana soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi sadece Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar.”444 Diğer bir âyette ise şöyle hitap edilmektedir: “İnsanlar sana kıyâmetin vaktini soruyorlar. De ki: “Onun ilmi ancak Allah katındadır.” Ne bilirsin, belki de kıyâmet yakında gerçekleşir.”445 443 Lokmân, 31/34. 444 Arâf, 7/187. 445 ً َّساَعةَ تَُكوُن قَ۪ر يبا ََّل ال َلع ًّۜللاِ َوَما يُْد۪ريَك ه ًِۜة قُْل اِنََّما ِعْلُمَها ِعْندَ َّساَع َيْسـَٔلَُك النَّاُس َعِن ال ; Ahzâb, 33/63. 101 Bu konuda ne Hz. Peygamber ne de Cebrâil’in bilgi sahibi olmadığına dair hadis mecmualarında, Hadîs-i Cibrîl diye bilinen bir olay geçmektedir. Cebrâil, Hz. Peygamber (s.a.s)’e iman, İslam ve ihsan kavramlarının ne manaya geldiğini sorduktan sonra kıyâmetin ne vakit kopacağını da sormuş ve “ ل ِ ِئ َّسا bu - َما اْلَمْسُؤوُل َعْنَها بِأَْعلََم ِمَن ال konuda kendisine soru sorulan sorandan daha bilgili olmadığı”446 cevabını almıştır. Bu cevapla ne kendisi –Hz. Peygamber- ne de soru soran –Cebrâil’in- bilgi sahibi olmadıkları açığa çıkmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de kıyâmetin aniden geleceği, göz açıp kapanması kadar ya da daha kısa süreceği haber verilmekte ve bu durum âyetlerin çoğunda “bağteten” بغتة ifadesiyle açıklanmaktadır: ٍ م َّساَعةُ بَْغتَةً أَْو يَأْتِيَُهْم َعذَاُب يَْوٍم َعِقي ِ مْنهُ َحتَّى تَأْتِيَُهُم ال َواَل يََزاُل الَِّذيَن َكفَُروا فِي ِمْريٍَة “İnkâr edenler, kendilerine kıyâmet ansızın gelinceye yahut da onlara kısır bir günün azâbı gelip çatıncaya dek o Kur’ân’dan bir şüphe içinde kalırlar.”447 Yine başka bir âyette, kıyâmetin kopuşunun göz açıp kapanması kadar veya daha az süreceği dile getirilmektedir: َِّن ّللاَ َّساَعِة إاِلَّ َكلَْمحِ اْلبََصرِ أَْو ُهَو أَْقَرُب إ َّسَماَواِت َواألَْرِض َوَما أَْمُر ال َو ّلِِلِ َغْيبُ ال ِ ل َشْيٍء قَِديرٌ َعلَى ُك “Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir. Kıyâmet’in kopması, bir göz kırpması gibi veya daha az bir zamandır. Şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”448 Kur’ân’ın başka bir âyetinde onun tek bir çığlıktan ibaret olduğu, daha önce bilinmemiş ve görülmemiş bir şeyden oluştuğu açıklanmaktadır: فَِانََّما ِهَي َزْجَرةٌ َواِحدَةٌ فَِاذَا ُهْم يَْنُظُروَن “O ancak şiddetli bir sesten ibarettir. Bir de bakarsın ki onlar (diriltilmiş hazır) beklemektedirler”.449 446 Buhârî, “Îmân”, 37; Müslim, “Îmân”, 1. 447 Hacc, 22/55. 448 Nahl, 16/77. 449 Saffât, 37/19. 102 Kur’ân’da kıyâmetin yaklaştığını bildiren âyetler de mevcuttur. Bunlardan birisi Kamer sûresinde geçmektedir: “Kıyâmet yaklaştı ve ay yarıldı”450 Bu konuda Allah Rasulü’nün,بعثت انا و الساعة كهاتين“kıyâmet ile benim gönderilmem şu iki parmak gibi yakındır.” dediği, و يقرن بين اصبعيه السبابة والوسط ve şehadet parmağı ile orta parmağını yan yana getirip gösterdiği nakledilmektedir.451 Kur’ân-ı Kerîm’de kıyâmetin dehşetini detaylı bir şekilde bildiren çok sayıda sahneler bulunmaktadır. Nitekim Yüce Allah Zilzâl sûresinde bu durumu şöyle dile getirmektedir: “Yeryüzü kendine has bir sarsıntıya uğratıldığı, içindekileri dışarıya çıkarıp attığı ve insan, “Ona ne oluyor?” dediği zaman. İşte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır. Çünkü Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir. O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır. Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.”452 Kıyâmetin dehşetini ihtiva edilen sahnelerin Hz. Peygamber’i derinden etkilediği görülmektedir. Bunun üzerine Hz. Peygamber’e “erken ihtiyarladığını görüyorum” veya “ihtiyarladın ey Allah’ın Rasulü! diyen Ebû Bekir’e (r.a.); Hz. Peygamber de cevap olarak, “Hûd ve kardeşleri beni ihtiyarlattı”453 demiştir. “Hûd sûresinin kardeşleri” hangisi olduğu konusunda değişik rivâyetler bulunmakla birlikte bu rivâyetler bir araya getirildiğinde Vâkı’a, Hâkka, Kıyâme, Mürselât, Nebe, Tekvîr, İnşikâk, İnfitâr ve Kâria olmak üzere toplam dokuz sûreden ibaret olduğuna ulaşılmaktadır. “Hûd sûresinin kardeşlerinin”, Hakkâ, Meâric, Tekvîr ve Kâria sûreleri olduğu da söylenmektedir. Hem Hûd sûresi hem de kardeşleri olarak bahsedilen sûrelerin hepsinde kıyâmet sahnelerine rastlanmakta, kıyâmetin dehşetli sahneleri ve ahiret azâbı anlatılmaktadır.454 D. KIYÂMET ÂLAMETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ Kıyâmet âlametleri ile ilgili meydana geliş zamanı, önemi ve mahiyeti göz önüne alınarak değişik tasnifler yapılmaktadır. Örneğin meydana geliş zamanına göre 450 Kamer, 54/1. 451 Buhârî, “Edep”, 96. 452 Zilzâl, 99/1-5. 453 Tirmîzî, “Tefsîr”, 37. 454 Koçyiğit, Hikmet, “Ortak Sûre İsimleri”, Bursa, Uludağ Üniversitesi İ.F.D., C. XXI, S. 2, (2012), ss. 49-50; Ayrıca Kıyâmet Sahneleri ile ilgili bkz. Seyyid Kutub, Meşâhidü’l-Kıyâme fi’l-Kur’ân. 103 kıyâmet âlametleri üç kısma ayrılmaktadır: a) Ortaya çıkıp sona eren geçmiş/uzak âlametler; Hz. Peygamber’in son Peygamber olarak gönderilişi ve vefatı, Kudüs’ün Fethi, Hz. Ömer’nin ve Hz. Osman’nın şehit edilişi, Cemel ve Sıffîn olayları, Hz. Hüseyin’in şehid edilmesi ve bazı depremlerin meydana gelmesi gibi olaylardır. b) Ortaya çıkmış olan ve devam etmekte olan bazı âlametler/orta alametler; alçak kimselerin dünyanın en mutlu insanları olması, kötülük, zina ve içkinin yayılması, din öğreniminin uygulanmaması, çocuğun ana-babasına başkaldırması, sıla-ı rahimin kesilmesi gibi ferdî ve toplumsal bozulmalara dair olaylardır. c) Ortaya çıkışının hemen sonrasında kıyâmetin kopacağı/yakın âlametler; Mehdi’nin gelişi, Deccâl’ın gelişi, Hz. Îsâ’nın semadan inişi, Ye’cûc ve Me’cûc, Dâbbetü’l-Arz, güneşin batıdan doğması gibi olağanüstü vakıalardır. Sonuç olarak Kur’ân-ı Kerîm’de kıyâmet âlametleri konusunda net bir bilgi zikredilmemesine rağmen kıyâmet ahvali ile ilgili birçok âyet bulunmaktadır. Ayrıca Kur’ân’da bir sûreye “kıyâmet” olarak isim verilmesi son derece önemlidir. Bundan sonraki kısımda Kur’ân-ı Kerîm’de dolaylı bir şekilde yer alan kıyâmet alametlerine değinmeye gayret edeceğiz. 1. Kıyâmet Alâmetleri Kıyâmet âlametleri olarak zikredilen olaylardan Ye’cûc ve Me’cûc (يَۡأُجوج ِ مَن ٱأۡلَۡر ِض) Dâbbetü’l-Arz ,(َوَمۡأُجوجَ yerden insanları kaplayan bir dumanın çıkışı ,(دَآبَّةً ve Hz. Îsâ’nın semadan inişi mevzuları Kur’ân’da yer almaktadır. Bu olayların (دَُخا ٍن ) detayları hakkında Kur’ân’da açık bilgi mevcut olmamasına rağmen âlimler, hadislerde geçen bilgilerden hareketle âyetlerde yer alan bu mevzuların kıyâmet âlametleri olarak anlaşılması gerektiğini savunmaktadır. a. Ye’cûc ve Me’cûc (ياجوج و ماجوج) Ye’cûc ve Me’cûc kelimeleri, أجا kelimesinden türetilmiş olup “alevlenip yanmak” ya da “tuzlu olmak” anlamlarına gelmektedir. Nitekim bu bağlamda Kur’ân’da ج ٌ ”Bu tatlı, susuzluğu giderici, bu da tuzlu ve sıcaktır“ ٰهذَا َعْذٌب فَُراٌت َوٰهذَا ِمْلٌح اَُجا şeklinde kullanılmaktadır.455 Kur’ân-ı Kerîm’de Ye’cûc ve Me’cûc’un kimler olduğu, ne zaman ve nerede yaşadıkları konusunda bilgi bulunmamakla birlikte isim olarak iki âyette geçmektedir. Bunlardan biri Zülkarneyn kıssası içinde zikredilmiştir: 455 Furkân, 25/53; Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 68. 104 َ ج ُمْفِسدُوَن فِي اأْلَْرِض فََهْل نَْجعَُل لََك َخْرجاً َعلَى َِّن يَأُْجوَج َوَمأُْجو قَالُوا يَا ذَا اْلقَْرنَْيِن إ أَن تَْجعََل بَْينَنَا َوبَْينَُهمْ َسد اً “Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye’cûc ve Me’cûc (adlı kavimler) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?”456 Âyette Zülkarneyn’in Ye’cûc ve Me’cûc’un önüne set yaptığı anlatılmaktadır. Bu konudaki başka bir âyet Enbiyâ sûresindedir. Burada Yec’ûc ve Me’cûc’un setlerinin açılacağına dair bilgi verilmektedir: “Nihayet Ye’cüc ve Me’cüc’ün önü açıldığı zaman her tepeden akın ederler. Gerçek vaad (kıyâmetin kopması) yaklaşır, bir de bakarsın inkâr edenlerin gözleri açılıp donakalmıştır. “Eyvah bizlere! Doğrusu biz bundan gafildik. Hatta biz zalim kimselermişiz” derler.”457 b. Dâbbetü’l-Arz (ض ِّ أر َأل ِّ مَن ٱأ ة ً۬ َّ (َدآب Dâbbe kelimesinin daha çok hayvanlar için kullanılıp ‘hafif, yavaş yavaş veya belli belirsiz bir şekilde yürümek’ manasına gelen الدب (ed-Debb), الدبيب (ed-Debîb) kökünden türetildiği söylenmektedir.458 Terim olarak dâbbetü’l-arz ise, ‘yer hayvanı’ manasına gelir ve çıkışı özellikle kıyâmet zamanına mahsus verilen bir yaratığın ismidir. Cenab-ı Hakk’ın bununla, cehaleti hayvan derecesinde olan kötü, fena kimseleri kastettiği de söylenmektedir.459 Hadislerde bahsi geçen ve kıyâmet âlameti olarak bilinen dâbbetü’l-arz Kur’ân’da şöyle geçmektedir: ََّن النَّاَس َكانُوا بِآيَاتِنَا اَل ِل ُمُهْم أ ِ مَن اأْلَْرِض تَُك ِإذَا َوقََع اْلقَْوُل َعلَْيِهْم أَْخَرْجنَا لَُهْم دَابَّةً َو َ ن يُوقِنُو “(Kıyâmetin kopacağına dair) o söz başlarına gelince, onlar için yerden kendilerine bir dâbbe (canlı bir yaratık) çıkarırız. O, onlara insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler.”460 Müfessir Beydâvî ve bazı hadisçiler dâbbeyi casuslar olarak nitelendirilmişlerdir ki bir hadis-i şerife göre cessâse, Deccal için bilgiler araştırıp toplayan casus demektir.461 Hz. Alî’den gelen bir bilgiye göre, bu 456 Kehf, 18/94. 457 Enbiyâ, 21/96. 458 İbn Manzûr, a.g.e., C. I, s. 369. 459 Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 165. 460 Neml, 27/82. 461 Beyzâvî, a.g.e., C. II, s. 206; Ayrıca hadis için bkz. Müslim, “el-Fiten”, 52. 105 kuyruğu mevcut olan bir dabbe olmayıp sakalı olan bir dabbedir ve bunun insan olduğu bildirilmiştir.462 c. İnsanları Bürüyecek bir Dumanın Çıkması Kur’ân-ı Kerîm’de, insanları saracak ve üzüntü, keder, sıkıntı veren bir dumanın yukarıdan aşağıya ineceğine, insanlar bunu gördüğünde iman ettiklerini iddia ederek Yüce Allah’ı kandırmak isteyeceklerine dair ifadelere yer verilmiştir. İlgili âyetler şöyledir: ُّمبِيٍن يَْغَشى النَّاَس َهذَا َعذَاٌب أَِليٌم َربَّنَا اْكِشْف َعنَّا ِبدَُخاٍن َّسَماء ِْتي ال فَاْرتَِقْب يَْوَم تَأ َ ب إِنَّا ُمْؤِمنُوَن اْلعَذَا “Göğün açık bir duman getireceği günü bekle. (O duman) insanları bürür. Bu, elem dolu bir azaptır. İnsanlar, “Rabbimiz! Bu azâbı bizden kaldır, çünkü biz artık inanıyoruz” derler.463” Bu âyetler hakkında iki yorum yapılmaktadır: Birinci yoruma göre, bu duman kıtlık ve kuraklıktan ibarettir. Hz. Peygamber tebliğ ettiğinde O’nu reddetmeleri üzerine Kureyş’e isabet eden kıtlık ve kuraklık sebebiyle onlar semayı duman olarak görmüşlerdir. Bu İbn Mes’ûd ve bazı sahabilerin görüşüdür. İbn Abbas’a nisbet edilen ikinci yoruma göre ise âyette bahsedilen duman, kıyâmet âlametlerinden olup semayı kaplayacak dumandır.464 d. Hz. Îsâ’nın Semadan İnişi İslam âlimleri hadis kaynaklarının “eşrâtu’s-sâ‘a” kısmında yer alan ve kıyâmetin yaklaştığını gösteren bazı alametlerden hareketle, Hz. Îsâ’nın âlemin sonu gelmeden önce yeryüzüne inmesini, bir kıyâmet alameti olarak kabul etmişlerdir. İlgili kaynaklarda nüzûl-i Îsâ, kıyâmet âlametlerinin büyüklerinden biri olarak telakki edilmiştir.465 Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Îsâ’nın indirilişi meselesi açık ve detaylı bir şekilde beyan edilmediği için İslam âlimleri arasında tartışma konusu olmuştur. Bu mevzuda bazı âyetler delil olarak öne sürülmektedir. Bu âyetler, ihtilafların temelini 462 Süyûtî, a.g.e., C. III, s. 382. 463 Duhân, 44/10-12. 464 Taberî, a.g.e., C. XXI, ss. 14-21. 465 Alî el-Kârî, Ebu’l-Hasen Nureddîn Alî b. Sultân Muhammed, Şerhü’l-Fikhi’l-Ekber, Beyrut: Daru’l- Kütübi’l-İlmiyye, 2016, s. 110. 106 oluşturmaktadır. Âlimlerin bir kısmı bu âyetlerin mevzuyla ilgili olmadığını iddia etmiş, bir kısmı da âyetleri delil göstererek Hz. Îsâ’nın nüzûlu için Kur’ân-ı Kerîm’den dayanak aramışlardır. Dayanak olarak gösterilen âyetlerden biri şöyledir: َّصاِلِحيَن ِفي اْلَمْهِد َوَكْهَلً َوِمَن ال ِل ُم النَّاَس َويَُك “O, beşikte de yetişkin çağında da insanlarla konuşacak, salihlerden olacaktır”466 âyetiyle ilgili sahabeden İbn Zeyd, “Îsâ beşikte iken insanlara konuşmuş, Deccal’ı öldüreceği vakit “kehlen/yetişkin” halde iken de insanlar ile konuşacaktır” demiştir.467 Bu âyetin açıklamasında klasik müfessirlerin çoğu, Hz. Îsâ’nın semadan inişine atıfta bulunmuş, bununla ilgili rivâyet edilen hadisleri hüccet olarak getirerek “Hz. Îsâ’nın kehl (yetişkin) halinde insanlar ile konuşmasının nüzûl olayından sonra gerçekleşeceğini öne sürmüşlerdir.468 Zemahşerî bu görüşü doğru görmemiş, Allah’ın elçilerinin konuşmasında çocukluk hali ile aklın hakim olduğu ve peygamberlikle müjdelendiği olgunluk hali arasında bir ayrım olmadığını469 söylemiştir. Hz. Îsâ’nın insanlar ile konuşmasının semadan inişinden sonra olacağına dair Gumârî (v. 1418/1997) şu açıklamayı yapmıştır: Bu âyette iki hoş ve ince nokta vardır. Birincisi, Hz. Îsâ’nın beşikte iken ve kehl halinde konuşması olağanüstü bir olaya işaret etmektedir. Bir gencin semaya yükseltilip yüzlerce yıl ortalıktan yok olması, cismanî değişikliklerin ortaya çıktığı ve kanunlara bağlı olmayan bir âleme nakledilmesi, bundan sonra tekrar yeryüzüne indirilip insanlarla konuşması sıra dışı bir olaydan başka bir şey değildir. İkincisi, diğer peygamberler bir topluluğa gönderildiği gibi Hz. Îsâ da İsrailoğullarına peygamber olarak gönderilmiştir. Dolayısıyla, âyette kendi toplumun ismi yerine umum ifade eden ‘nas’ kelimesinin kullanılması, Hz. Îsâ’nın kıyâmet yaklaştığında ineceğine ve insanlar ile konuşacağına işaret etmektedir.470 Bu konuda başka bir âyet de Nisâ sûresinde yer almaktadır: “Kitab ehlinden hiç kimse yoktur ki ölümünden önce, O’na (Îsâ’ya) iman edecek olmasın. Kıyâmet günü, O 466 Al-i İmrân, 3/46. 467 Bunu Taberî tahriç etmiştir; Keşmîrî, Muhammed Enver Şâh, et-Tasrîh bimâ Tevâtera fî Nüzûli’l- Mesîh, Halep: Nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde, 1992, s. 291. 468 Taberî, a.g.e., C. III, ss. 271-273; Kurtubî, a.g.e., C. III, s. 90. 469 Zemahşerî, a.g.e., C. I, s. 431. 470 el-Gumârî, Abdullah b. Sıddîk, İkâmetü’l-Burhân alâ Nüzûli Îsâ fî Âhiri’z-Zamân, Beyrut: Daru’l- Kütübi’l-İlmiyye, 1990, ss. 87-88, 97. 107 (Îsâ) onların aleyhine şahit olacaktır.”471 Müfessirlerin bir kısmı âyette geçen iki zamirin de Hz. Îsâ’ya raci olduğunu belirterek burada O’nun semadan ineceği manasını çıkarmışlardır. Onlara göre âyet, “kıyâmet yaklaştığında, Hz. Îsâ diri olarak yeryüzüne indiği vakit, Ehl-i kitaptan sağ olan herkes ona inanacaktır. Ortada yalnız İslam milleti kalacaktır”472 anlamını taşır. Hz. Îsâ’nın inişinin kıyâmetin bir âlameti oluşu hakkında diğer bir âyet de Zuhruf sûresinde geçmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ُّمْستَِقيٌم ٌ ط َّن بَِها َواتَّبِعُوِن َهذَا ِصَرا َّساَعِة فَََل تَْمتَُر ِل ل َوإِنَّهُ لَِعْلٌم “Şüphesiz o kıyâmetin (kopacağının) bir bilgisidir. Artık onun hakkında asla şüphe etmeyin, bana uyun, bu doğru bir yoldur.”473 Âlimlerin pek çoğuna göre âyet, Hz. Îsâ’nın semadan inişine işaret etmekte ve O’nun inişinin kıyâmetin yaklaştığına bir âlamet olduğunu göstermektedir.474 Görüldüğü üzere, Kur’ân-ı Kerîm’de kıyâmet âlametleri hakkında net bir bilgi verilmemesine rağmen âlimler bu konuda konuyla ilgili hadis-i şeriflere de başvurarak kıyâmet âlametlerini belirlemeye çalışmışlardır. Dolayısıyla kıyâmete yakın olan âlametlerin Ye’cûc ve Mec’ûc, Dâbbetü’l-Arz, insanları bürüyen yerden bir dumanın çıkışı ve Hz. Îsâ’nın semadan inişi olduğunu söylemek mümkündür. II. HELÂK EDİLEN KAVİMLERİN İŞLENİŞİ AÇISINDAN KAMER SÛRESİ Kamer sûresinde bahsi geçen helâk edilen kavimler beş sahne içinde anlatılmaktadır. Sûrenin tamamındaki genel amaç, bu beş sahneye birbiriyle ilişki kurarak yer vermek üzere, genel olarak insanların, özelde Allah’ın kudretine işaret eden olayları yalanlayan müşrikler topluluğunun ibret almalarını sağlamaktır. İlk sahnede “Onlardan önce Nûh’un kavmi de yalanlamıştı…” ifadesiyle başlayarak 17. âyete kadar Nûh kavminin âkıbetine dair haberler anlatılmıştır: Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.” Bu 471 Nisâ, 4/159. 472 Beyzâvî, a.g.e., C. I, s. 248; İbn Kesîr, a.g.e., C. I, s. 577. 473 Zuhruf, 43/61. 474 Zemahşerî, a.g.e., C. III, s. 494; Kurtubî, a.g.e., C. XVI, s. 66; Âlusî, a.g.e., C. XXV, s. 95. 108 korkunç âkıbet esnasında Yüce Allah kendi peygamberini nasıl kurtardığı bilgisini de vermektedir: “Biz Nûh’u çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik. Gemi…(Nûh’a) bir mükâfat olarak gözetimimiz altında yüzüyordu.”475 İkinci sahnede, Hûd kavminin kendilerine getirilen haberleri yalanlamalarına yer verilmiştir: “Âd kavmi de (Hûd’u) yalanladı.” Bu yalanlamalarından dolayı başlarına gelen azap, “insanları köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi kaldırıp atıyordu”476 şeklinde anlatılarak sahne tamamlanmaktadır. Üçüncü sahnede, Semûd kavminin tekzîbleri anlatılmaktadır: “Semûd kavmi de uyarıcıları yalanlamış” ifadesiyle başlayıp onlara Yüce Allah tarafından mucize olarak deve getirilmesine rağmen “Şüphesiz biz, onlara bir imtihan olmak üzere, o dişi deveyi göndereceğiz” yine de inkâr etmeye devam ettikleri belirtilmiş, bunun üzerine başlarına gelen korkunç ve dehşetli âkıbet ise “Şüphesiz biz, onların üzerine tek bir korkunç ses gönderdik de onlar, ağıldaki hayvanların çiğneyip ufaladıkları kuru çöpler gibi oldular”477 şeklinde anlatılmıştır. Dördüncü sahnede, Allah’ın elçilerini ve kendilerine gelen haberleri yalanlamalarından bahsedilen Lût kavmi anlatılmıştır: “Lût kavmi de uyarıcıları yalanladı.” Ardından bunların üzerlerine gönderilen dehşetli ve korkunç azâbtan “Şüphesiz biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgâr gönderdik” şeklinde bahsedilmektedir. Bunların arasında bulunan Hz. Lût’un ve ailesinin kurtulmasından “Yalnız Lût’un ailesi başka. Katımızdan bir nimet olarak bir seher vakti onları kurtardık. Şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız”478 şeklinde haber verilmektedir. Beşinci sahnede ise, sûrede helâk edilen kavimlerin sonuncusu olan Firavun kavmine yer verilmiştir: “Andolsun, Firavun’un ailesine de uyarıcılar gelmişti. Bütün âyetlerimizi yalanladılar.” Bunların da başlarına gelenler “Biz de onları mutlak güç ve iktidar sahibinin yakalaması gibi yakaladık”479 şeklinde anlatılmaktadır. Görüldüğü üzere Kamer sûresinde Nûh, Ad, Semûd, Lût ve Firavun kavminin âkıbetine dair haberler anlatılmaktadır. Bunların azâba çarptırılmasının sebebi kendilerine gönderilen peygambere karşı gösterdikleri davranışların ortak olmasıdır. 475 Kamer, 54/9-14. 476 Kamer, 54/18-20. 477 Kamer, 54/23-31. 478 Kamer, 54/36-38. 479 Kamer, 54/41-42. 109 Bu ortak yönün, Allah’ın elçilerini tekzîb etmeleri olduğu görülmektedir. Her kıssanın sonunda diğer kıssaya geçmeden önce de “Azâbım ve uyarılarım nasılmış?” şeklindeki cümle tekrarına yer verilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’i incelediğimiz vakit çeşitli kıssalar halinde birçok kavme ve topluluğa değinildiğini480 görmekteyiz. Bahsedilen bu kıssalarda yer ve zaman ayrıntılarına önem verilmediği, asıl amacın insanların ibret almalarını sağlamak olduğu bilinmektedir. Biz burada Kur’ân’da zikri geçen bütün kavimleri ele almayıp yalnız konumuz olan Kamer sûresinde bahsi geçen kavimleri, bir bütün olarak Kur’ân ve tarih bilgileri ışığında ele almaya gayret edeceğiz. A. HZ. NÛH’UN KAVMİ İslam kültüründe “ulu’l-azm” tabiri ile adlandırılan beş büyük peygamberden birisi olan Nûh (a.s.), diğer peygamberlere nazaran Kur’ân’da ve hadis-i şeriflerde daha geniş yer almaktadır. Hz. Nûh’tan, Kur’ân’da kırk üç yerde ismen söz edilirken, yirmi sekiz sûrede O’nun ile ilgili bilgi verilmektedir.481 Ayrıca, yirmi sekiz âyetten oluşan ve baştan sona kadar O’nun tevhid mücadelesini izah eden Kur’ân’ın yetmiş birinci sûresi, O’nun ismini taşımaktadır. a. Yaşadığı Dönem ve Nesebi Kur’ân-ı Kerîm’de, ne bir ferdin, ne de bir kavmin yaşadığı tarihî dönemden bahsedilmektedir. Dolayısıyla onun hayatı ve yaşadığı ile ilgili bilgilere Kitab-ı Mukaddes’te, İslam Tarihi kaynaklarında ve sınırlı bazı hadislerde rastlanmaktadır. Nûh (a.s)’un, İdris (a.s)’ten sonra “Cebâbire” denilen zorba bir topluluğa peygamber olarak gönderildiği söylenmektedir.482 Merfû olarak gelen bir rivâyete göre, Hz. Nûh kırk yaşında iken peygamber olarak görevlendirilmiş, kavminin arasında dokuz yüz elli yıl kalmış ve onları Allah’a inanmaya davet etmiştir.483 480 Bkz. Tevbe, 9/70; Hacc, 22/42-46; Furkân, 25/37-39; Kâf, 50/12-14. 481 Bkz. A’l-i İmrân, 3/33; Nisâ, 4/163; En’âm, 6/84; A’râf, 7/59-69; Tevbe, 9/70; Yûnus, 10/71; Hûd, 11/25, 32, 36, 42, 45, 46, 48, 89; İbrâhîm, 14/9; İsrâ, 17/3-17; Meryem, 19/58; Enbiyâ, 21/76; Hac, 22/42; Mü’minûn, 23/23; Furkân, 25/37; Şu’arâ, 26/105, 106, 116; Ankebût, 29/14; Ahzâb, 33/7; Sâffât, 37/75-79; Sâd, 38/12; Ğâfir, 40/5-31; Şû’arâ, 42/13; Kâf, 50/12; Zâriyât, 51/46; Necm, 53/52; Kamer, 54/9; Hadîd, 57/26; Tahrîm, 66/10; Nûh, 71/1-26; M.F. Abdulbaki, Mu'cem, s. 766. 482 et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Tarîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, Beyrut: Daru’l-Fikr, 1987, C. I, ss. 82-85. 483 İbn Kesîr, a.g.e., C. VIII, s. 231. 110 Kitab-ı Mukaddes’te Hz. Nûh’un nesebine dair birbirinden değişik iki silsile mevcuttur. Birincisi, Hz. Nûh’un soyunun Âdem’in oğlu Şit kanalıyla geldiği484 ve tufandan sonra üç yüz elli yıl daha yaşadığı bildirilen silsiledir. İkinci silsilede ise, Hz. Nûh’un soyu, Hz. Âdem’in oğlu Kabil kanalıyla Hz. Nûh’un babası olan Lamek’e485 ulaştırılmaktadır. b. Yaşadığı Bölge Kur’ân’da Hz. Nûh’un yaşadığı bölge ile ilgili herhangi bir bilgi verilmemektedir. Sadece tufan olayından sonra geminin karar kıldığı bölgeyi belirtmek amacıyla “istevet ale’l-Cudîy” ifadesi kullanılmak suretiyle geminin Cûdî dağı çevresine yerleştiği bildirilmektedir. Buna göre Hz. Nûh’un Irak’ta yaşadığını söylemek mümkündür.486 Taberî (v. 310/923), O’nun Bâbil’de487 yaşadığını iddia ederken, er-Râzî, Kufe’de yaşadığı yönünde görüş bildirmektedir. Müfessirler O’nun ve kavminin Arap yarımadası ve civarında hayat sürdürmüş olduğu hususunda ittifak etseler de oranın neresi olduğu konusunda bir netlik mevcut değildir. Zira bu konuda tarihî veriler yok denecek kadar azdır.488 Tevrat ve Talmut’ta Hz. İbrahîm’e dair verilen bilgiler arasında Hz. Nûh’un Mezopotamya’da bulunan “Ur” kasabasında doğduğu ve orada büyüdüğü, on beş yaşına geldiğinde Hz. Nûh’un vefat ettiği bilgileri yer almaktadır.489 c. Dînî Durumu Hz. Nûh’un peygamber olarak gönderildiği toplumun putperest olduğu Kur’ân’da şöyle haber verilmektedir: “Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Hele hele Vedd’i, Süvâ’ı, Yeğûs’u, Ye’ûk’u ve Nesr’i hiç bırakmayın.”490 Esasında Nûh kavminin arasında bu putperestlik, geçmişte yaşamış olan salih kimseleri hatırda tutmak için, bunların kabirleri üzerine heykeller yapmak suretiyle başlamaktadır. Zaman ilerledikçe bu heykellerin inşa edilişinin asıl amacı unutulup onlar ilah haline getirilmiştir. Başlangıçta masum görünen bu fikir insanlık tarihi boyunca puta tapılıcığa da neden 484 Tekvîn, 5/1-32. 485 Tekvîn, 4/17-24. 486 ed-Dîneverî, Ebû Hanîfe, Ahmed b. Davûd, el-Ahbaru’t-Tivâl, Kahire: y.y., 1969, s. 1. 487 Taberî, Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, C. I, s. 118. 488 Bardakoğlu, Ali ve diğerleri, “Tufan”, Kur’ân-ı Kerîm Ansiklopedisi, İstanbul: 1998, C. II, s. 121. 489 Tekvin, 11: 26; Talmud, 31. 490 Nuh, 71/23. 111 olmuştur.491 Zira putperestliğin dünyada var oluşu, Hz. Nûh’un topluluğuna dayandırılmaktadır.492 Cahiliye Arabistan topluluğunun putperestlik inancının Hz. Nûh’un kavmine dayandırıldığına dair İbn Abbas’tan bir rivâyet nakledilmektedir: “Nûh’un kavminde bulunan putlar daha sonra Araplara da intikal etmiştir: Vedd isimli put, Devmetü’l- Cendel’de Kelb topluluğunun putudur. Suva ise Huzeyl’in putu, Yeğüs ise Murid topluluğunun putudur… Aslında bunlar Nûh kavminden salih kimselerin adlarıdır…”493 d. Hz. Nûh’un Daveti ve Kavminin Tepkisi Hz. Nûh kavmini, putperestliği bırakıp bir ve tek olan Yüce Allah’a ibadete, yani tevhide davet etmiştir: “Andolsun, biz Nûh’u kavmine peygamber olarak gönderdik. Onlara şöyle dedi: “Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah’tan başkasına ibadet ve kulluk etmeyin. Doğrusu ben sizin adınıza elem dolu bir günün azâbından korkuyorum.”494 Kur’ân’da, Hz. Nûh’un kavminin zenginler ve fakirler –üst tabaka ve alt tabaka- olmak üzere ikiye bölündüğü bildirilmektedir: “Dediler ki: “Sana hep aşağılık kimseler uymuş iken, biz hiç sana inanır mıyız?””495 Bunun üzerine Hz. Nûh, kavmini insanlar arasında ayrım yapmama konusunda da uyarmaktadır. Hz. Nûh kavmine peygamberliğini tasdik etme konusunda da davette bulunmuştur: “Nûh, şöyle dedi: “Ey kavmim! Şüphesiz, ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah’a ibadet edin. O’na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”496 Hz. Nûh’un Allah’a ibadete çağırması ve diğer uyarıları yapmasına karşılık kavminin O’nun davetini kabul etmeyip farklı ve olumsuz tepkiler verdiği ve bahaneler ürettikleri görülmektedir. Bunun üzerine Kur’ân’da, “Biz, hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek oranın şımarık zenginleri, “biz, sizinle gönderileni inkâr ediyoruz” demişlerdir”497 buyrulmaktadır. 491 Taberî, Camiu’l-Beyân, C. XXIX, s. 98; Kurtubî, a.g.e., C. XVII, ss. 307-308. 492 Harman, Ömer Faruk, "Nûh", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2007, C. XXXIII, s. 226. 493 Buhârî, “Tefsiru'I-Kur’ân”, 71; Buhârî, “Tefsiru Sûreti Nûh”, 440. 494 Hûd, 11/25-26; Ayrıca bkz. A’raf, 7/59; Şu’arâ, 28/107-108; Nûh, 71/2-4. 495 Şu’arâ, 26/111. 496 Nûh, 71/2-3. 497 Seb’e, 34/34. 112 Nûh kavmi, peygamberlerin insan olmasını ve ona tabi olanların alt tabaka olmalarını şöyle ifade etmiştir: -“Kavminin inkâr eden ileri gelenleri, “biz, senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu görüyoruz. İlk bakışta sana uyanların da ancak en aşağılıklarımızdan ibaret olduğunu görüyoruz. Sizin bize karşı herhangi bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz…dediler.”498 Allah’a iman etmemeleri ve ona tabi olmamaları akabinde بل نظنكم كاذبين – “Aksine sizin yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz”499 ifadesi ile Hz. Nûh’u ve O’na tabi olan kimseleri suçlayıp tekzip etmişlerdir. Kavmi, Hz. Nûh’un tebliğdeki ısrarını gördüklerinde, başvurdukları olumsuz ithamlarla yetinmeyip tebliğde devam ederse onu taşıyacaklarını dile getirmiştir. Bu durum Kur’ân’da: Dediler ki: “Ey Nûh! (Bu işten) vazgeçmezsen mutlaka taşlananlardan olacaksın!”500 âyeti ile haber verilmektedir. Bütün bu eziyetlerin nihayetinde Hz. Nûh, kendisi ile inanmayanlar arasında Cenab-ı Hakk’ın hüküm vermesini arzu etmiş, O ve O’na tabi olanları azaptan uzaklaştırmasını dilerken, inkârcılar için şöyle niyazda bulunmuştur: “Nûh, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma! Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve kâfir kimseler yetiştirirler.”501 Yüce Allah Nûh’un bu niyazına tufan ile helak etmek suretiyle icabet ettiği502 görülmektedir. B. ÂD KAVMİ a. Hz. Hûd Hz. Hûd ve Âd kavmi, Kur’ân-ı Kerîm’de geniş bir şekilde yer almaktadır. Kur’ân’da altmış civarında âyette ismen söz edilirken, on sûrede503 onunla ilgili bilgi verilmektedir. Ayrıca, Kur’ân’da onbirinci sırada yer alan ve yüz yirmi üç âyetten oluşan Hûd sûresi O’nun ismini taşımaktadır. 498 Hûd, 11/27; Râzî, a.g.e., C. XXIII, s. 93. 499 Hûd, 11/27; Taberî, Câmi’ul-Beyân, C. XII, s. 379. 500 Şu’arâ, 26/116. 501 Nûh, 71/26-27; Mukâtil b. Süleymân, Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, C. IV, s. 452. 502 Saffât, 35/37. 503 Arâf, 7/65-72; Hûd, 11/50-60; Furkân, 25/38-39; Şu’arâ, 26/123-140; Fussilet, 41/13-16; Ahkâf, 46/21-26; Zâriyât, 51/41-42; Kamer, 54/18-22; Hakkâ, 69/4-8; Fecr, 89/6-8. 113 b. Âd Kavmine Genel Bir Bakış Helâk edilen kavimlerin arasında bulunan Âd kavmi Kamer sûresinde Nûh kavminden sonra yer almaktadır. Kitab-ı Mukaddes’te Hz. Hûd ve kavminden bahsedilmemektedir. Ancak, “Nûh’un oğulları Ham, Sam ve Yafes’in nesilleri bunlardır ve tufan olayından sonra oğullar doğdu… Sam’ın oğulları Elam ve Aşur ve Arpakşâd, Lud ve Aram’dır”504 Hz. İbrahîm’in atasına ulaşana kadar geçen soy ağacını zikretmeye devam etmektedir. Bundan dolayı bu zincirde zikredilen isimlerden birinin Hz. Hûd olmasının mümkün olabileceği söylenmektedir.505 Kaynakların belirttiğine göre, Âd kavmi, Hz. Nûh’un oğlu Sam’ın soyundan gelip Yemen’de Hadramevt isimli yerde ikamet etmiş ve yerleşim yerleri, bahçeler, bağlar kurarak hayatlarını sürdürmüşlerdir. Fiziki açıdan Âd kavmi uzun boylu kuvvetli kimseler olarak zikredilir. Yüce Allah, onlara bahşettiği bu nimetlerden dolayı şükretmeleri gerekirken onlar şükretmeyip kibre düşmüşlerdi. Bunun neticesinde de onlardan kuvvetli ve zengin olanları diğer insanlara zulüm yapmaya başlamış, işlek yol kenarında zevk ve eğlence yapmak için yerler inşa edip kendilerini eğlenceye ve sefahate vermişlerdi. Sadece bunlar ile yetinmeyip kendilerinden evvel yaşamış olan Nûh kavminin putperest olmaları sebebiyle yok edilmelerini unutup kendileri de Hibai Sıda ve Suda isimli putlara kulluk etmeye başlamışlardı.506 c. Yaşadığı Dönem ve Bölge Kur’ân’da Hûd kavminin yaşadığı devir hakkında kesin bir malumat yoktur. Ancak Hz. Nûh’tan sonra gelen bir kavim olduğu ve onlara Hz. Hûd’un elçi olarak gönderildiği konusu birçok âyette bildirilmektedir: “Âd kavmine de kardeşleri Hûd’u peygamber olarak gönderdik. Onlara, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” dedi.507 Kur’ân-ı Kerîm’in bildirdiğine göre Âd kavmi Ahkâf diye isimlendirilen bir yerde yaşayıp hayatlarını sürdürmüşlerdir. Nitekim “Kendisinden önce ve sonra uyarıcılar gelip geçmiş olan Âd kavminin kardeşini (Hûd’u) hatırla. Hani kavmini, “Ancak Allah’a ibadet edin, çünkü ben sizin adınıza büyük bir günün azâbından 504 Tekvîn, 10/17. 505 Yıldız, Muharrem, Kitab-ı Mukkades ve Kur’ân Açısından Ad-Semûd ve Lût Kavmi, (Yüksek Lisans Tezi), Konya: Selcuk Üniversitesi, 1988, s. 74. 506 Dikmen, Mehmet, Peygamberler Tarihi, İstanbul: Cihan Yayınları, 2012, s. 144. 507 Ar’af, 7/65; Bkz. Hûd, 11/50. 114 korkuyorum” diye uyarmıştı”508 buyrulmaktadır. Buna göre Âd kavminin, tufan olayından sonra Yemen’de Hadramevt civarında Ahkâf olarak meşhur olan bölgede zuhur ettiği söylenmiştir.509 Kur’ân’ın başka bir âyetinde kavimlerin en eskilerinden olan Âd kavminin, ikamet ettiği yerlerden biri İrem adıyla, “(Ey Muhammed!) Rabbinin, (Hûd’un kavmi) Âd, şehirler içinde benzeri kurulmamış olan, sütunlarla dolu İrem’i nasıl cezalandırdığını görmedin mi? Görmedin mi, Rabb’in ne yaptı Âd kavmine, ülkelerde benzeri yaratılmamış olan İrem şehrine?”510 şeklinde geçmektedir. İrem, İsrailoğullarının Tih çölü ve Doğu Ürdün dağlarının arasında mevcut olan bir dağın adıdır, aynı zamanda İrem, Âd topluluğunun şehirlerinden İskenderiyye yahut Dimeşk’tir.511 Sonuç olarak, kaynakların çoğunluğuna göre Âd kavminin ikamet ettiği coğrafi bölge Yemen’dir. Bu kavim Yemen ile Umman arasında mevcut olan Hadramevt civarında ikamet etmiştir ki Kur’ân’da da Hz. Hûd’un Ahkâf denilen yerde hayatlarını sürdüren bir kavme peygamber olarak gönderildiği bildirilmektedir.512 d. Hz. Hûd’un Daveti ve Âd Kavminin Tepkisi Âd kavmi hakkındaki bilgiler Kur’ân-ı Kerîm’e dayanmakta, detayları ise genellikle tefsirlerde bulunmaktadır. Kur’ân’ın açıklamalarına göre Âd kavmi, muhteşem saraylara, mallara, benzeri olmayan bağ ve bahçelere sahip idi.513 Bu yüzden Âd kavmi gaflete kapılmış ve Allah’a ortak koşmaya başlamıştır. Bunun üzerine Hz. Hûd’un onları uyarması, Yüce Allah’ın kendilerine bahşettiği nimetleri514 hatırlatarak O’na tabi olmalarını ve zulüm etmemelerini515 istemesine karşı: “Sen ister öğüt ver ister öğüt verenlerden olma, bize göre birdir”516 şeklinde karşılık vererek kendilerine yapılan tenbihlere kulak tıkamışlardır. 508 Ahkâf, 46/21. 509 Paşa, Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâdan Hz. Peygamber Efendimiz’in Hayatı, İstanbul: Çamlıca Yayınları, 2015, C. I, s. 6. 510 Fecr, 89/6-8. 511 Akpınar, Ali, Kur’ân Coğrafyası, Ankara: Fecr Yayınları, 2002, s. 148. 512 Ahkâf, 46/21. 513 Şu’arâ, 26/128-134. 514 Mu’minûn, 23/33. 515 A’raf, 7/65. 516 Şu’arâ, 26/136. 115 İşte bu davranışlarının ardından Cenab-ı Hakk onları yedi gece sekiz gün süren dehşetli bir kasırga ile imha ettiğini “Âd kavmine gelince, onlar da uğultulu ve dondurucu şiddetli bir rüzgârla helâk edildi. Allah, onu kesintisiz olarak yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş hâlde görürdün”517 âyeti ile beyan etmektedir. C. SEMÛD KAVMİ a. Semûd Kavmi ile İlgili Genel Bilgiler Semûd kavmi, Arabistan bölgesinde Âd kavminden sonra meşhur olarak bilinen kabilelerin ikincisidir. Yüce Allah Âd kavmini işlediği büyük suçlar sebebiyle helâk ettikten sonra onların yerine Semûd kavmini hakim kıldığını: “Hatırlayın ki Allah Âd kavminden sonra, sizi onların yerine getirdi ve sizi yeryüzünde yerleştirdi. Yerin ovalarında köşkler kuruyor, dağları oyup evler yapıyorsunuz. Artık Allah’ın nimetlerini anın da yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.”518 âyetiyle açıklamaktadır. Cenab-ı Hakk onlara Sâlih (a.s)’i peygamber olarak göndermiştir.519 Dokuz kabileden oluşan bu topluluğa, dedeleri Semûd’a nisbetle Semûd kavmi denmiştir. Semûd; ثمد semede kökünden türetilmiş olup, “başını kaldıran şaşkın, az su” anlamına gelmektedir.520 Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Sâlih ve Semûd kavmi hakkında dokuz sûrede, altmış civarında âyet bulunmaktadır. Semûd kavminin yaşadığı bölge, Kur’ân’ın onbeşinci sûresinin de adı olan Hicr diye bilinmektedir. 521 b. Yaşadığı Bölge Semûd kavminin yerleştiği ve hayatını sürdürdüğü yer Medine ile Şam arasındaki yarımadanın kuzeybatısında Vadi’l-Kura’ya kadar uzanan bölgede Hicr mevkisindedir. Buraya nispet edilmeleri Kur’ân’da şöyle geçmektedir: “Andolsun, Hicr halkı da peygamberleri yalanlamıştı.”522 Burası Teyma’nın yaklaşık 110 km 517 Hâkka, 69/6-7. 518 A’râf, 7/74. 519 A’râf, 7/73; Hûd, 11/16; Neml, 27/48. 520 Rağıb el-İsfâhânî, a.g.e., s. 512; Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, C. IV, s. 2976. 521 Bkz. A’râf, 7/73-79; Hûd, 11/16, 61-68, 95; İsrâ, 17/59; Şu’arâ, 26/141-159; Neml, 27/45-53; Zâriyât, 51/4346; Kamer, 54/23-32; Hakka, 69/1-8; Şems, 91/11-15. 522 Hicr, 15/80. 116 güney batısında, günümüzde Ala’nın 15 km kuzeyinde mevcut olan bir yerdir.523 Hicr kavmi nüfusu az olan bir topluluk olup dağlar arasında ikamet ederek Vâdi’l-Kurâ’ya yakındır. Cenab-ı Hakk’ın zikrettiği Semûd kavminin yonttukları binalar524 buradadır. Medine ile Şam arasında mevcut olan Hicr, Semûd kavminin ikamet yeri olup Medâini Sâlih olarak da bilinmektedir. Eski adı ise Hicr’dir. Bu kavmin tepede yontmuş olduğu evler bugün de tarihi açıdan büyük önem taşımaktadır. Bu ölü şehre bakıldığında nüfusunun o zamanlar beş yüz bin civarında olduğu söylenmektedir.525 c. Hz. Sâlih’in Daveti ve Semûd Kavminin Tepkisi Semûd kavmi putlara ibadet etmekte ve onları Allah’a ortak koşmaktadır.526 Semûd kavmi hak dinden gittikçe uzaklamış ve ağaçtan yapılmış olan Vedd, Cedd, Hedd, Şems, Menaf, Menat, Lat isimli putlara tapmayı adet haline getirmiştir.527 Bunun üzerine Yüce Allah, onları Allah’a kulluk edip tapmış oldukları bu putlardan yüz çevirmeye davet etmesi için Hz. Sâlih (a.s)’i peygamber olarak göndermiştir: “Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih’i peygamber gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yok. O, sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizi oranın imarında görevli (ve buna donanımlı) kıldı. Öyle ise O’ndan bağışlanma dileyin; sonra da O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır ve dualara cevap verendir.”528 Kur’ân’da Semûd kavminin Hz. Sâlih’i ve peygamberleri yalanlaması “Semûd kavmi de Peygamberleri yalanladı. Hani kardeşleri Sâlih, onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim. Öyle ise Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!…Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”529 şeklinde açıklanmıştır. Bunun ardından Semûd kavminin, Sâlih (a.s)’in tebliğine ve Yüce Allah tarafından görevlendirildiğine dair mucize istedikleri görülmektedir. Bunun üzerine Yüce Allah “dişi deveyi” mucize olarak getirmiştir: “Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer 523 Harman, Ömer Faruk, “Hicr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, C. XVII, s. 454. 524 Şu’arâ, 26/149; Köksal, M. Asım, Peygamberler Tarihi, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1990, C. I, s. 126. 525 Mevdûdî, a.g.e., C. II, s. 55. 526 en-Neccâr, Abdülvvehhâb, Kasasü’l-Enbiyâ, Beyrut: Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, t.y., s. 59. 527 Bilmen, Ömer Nasûhî, Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâl-i Âlî’si ve Tefsir’i, Ankara: Akçağ Yayınları, t.y., C. II, s. 1048. 528 Hûd, 11/79. 529 Şu’arâ, 26/141-145 117 doğru söyleyenlerden isen haydi bize bir mucize getir. Sâlih, şöyle dedi: “İşte bir dişi deve! Onun (belli bir gün) su içme hakkı var, sizin de belli bir gün su içme hakkınız vardır. Sakın ona bir kötülük dokundurmayın. Yoksa büyük bir günün azâbı sizi yakalar.” Derken onu kestiler, fakat pişman oldular.”530 Onların, Sâlih peygamberin uyarılarını dinlememesi ve mucizeyi inkâr etmelerinin fena âkıbeti, helâk edilmeleri olmuştur. 531 D. HZ. LÛT’UN KAVMİ a. Hz. Lût’un Kavmine Genel Bir Bakış Kur’ân-ı Kerîm’de üzerinde hasasiyet ile durulan topluluklardan biri de Lût kavmidir. Kur’ân’da, Lût kavmi ve Hz. Lût ile ilgili bahsedilen âyet sayısı yetmiş civarındadır.532 Hz. Lût’un kıssası Hz. İbrâhîm’ın kıssasıyla bağlantılıdır. Rivâyetlere göre Hz. İbrâhîm (a.s)’ın Nuhura ve Haran isimli iki kardeşi vardı.533 Hz. Lût da Hz. İbrâhîm’in kardeşi Haran’ın oğludur. Dolayısıyla Hz. Lût, Hz. İbrâhîmîn yeğeni idi.534 Hz. Lût amcasıyla birlikte Babil’den Harran’a, oradan Ürdün’e, oradan da Mısır’a göç etmiştir. Kaynaklara göre sonrasında Hz. İbrâhîm, eşi Sara ile Harran’da kalmış, Hz. Lût ise Ürdün hudutları içindeki Sodom’a yerleşmiştir.535 Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Lût’un buradaki halka peygamber olarak gönderildiği “Lût’u da Peygamber olarak gönderdik...”536 âyetiyle bildirilmektedir. b. Dînî Hayatı Hz. Lût amcası Hz. İbrâhîm’le aynı devrede yaşamış olmasına ve Hz. İbrâhîm’in topluluğu putlara tapan kimseler olmasına rağmen, Hz. Lût’un kavmi daha çok ahlakî açıdan çirkin davranışlarıyla meşhur olmuştur ki bu çirkin işleri daha önce hiçbir topluluk işlememiştir.537 530 Şu’arâ, 26/154-157. 531 A’râf, 7/78; Hûd, 11/67; Hicr, 15/38; Kamer, 54/31. 532 Bkz. En’âm, 6/86; A’raf, 7/80-84; Hûd, 11, 70, 74, 77, 83; Hicr, 15/57-77; Enbiyâ, 21/74-75; Hacc, 22/42-44; Şu’arâ, 26/160, 175; Ankebût, 29/26, 28-35; Sâffât, 37/133-138; Sâd, 38/13; Kâf, 50/13,14, Kamer, 54/33-39. 533 Tekvîn, 11/26. 534 Harman, Ömer Faruk, “Lût”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1991, C. XXVII, s. 227; Taberî, Tarîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, C. II, s. 125. 535 en-Neccâr, a.g.e., s. 112. 536 A’râf, 7/80. 537 Mevdûdî, a.g.e., C. II, s. 413. 118 Kur’ân-ı Kerîm onların çirkin işlerinin neler olduğunu bildirmekte ve bu eylemi bu zamana kadar hiçbir kavmin işlemediğini şöyle anlatmaktadır: “Lût’u da peygamber olarak gönderdik. Hani o, kavmine şöyle demişti: “Gerçekten siz, sizden önce dünyada hiçbir toplumun yapmadığı bir hayâsızlığı işliyorsunuz. “Siz hâlâ erkeklere yanaşacak, (cinsel ihtiyacı gidermede meşru) yolu kapayacak ve toplantılarınızda edepsizlik yapacak mısınız?...”538 Görüldüğü üzere Sodom kavmi, toplulukların en ahlaksızı, en sefilleri ve vicdan bakımından en çirkinleri idi. Soygun maksadıyla yol keserler, toplantı mevkilerinde edepsizlik işlerler, işlediği kötü fiillerden asla vazgeçmezlerdi. Daha evvel dünyada Âdemoğularından gelip geçen hiçbirinin yapmadığı bir kötülük ortaya çıkartmışlardı. O da homoseksüellik idi.539 Aslında onların işlediği bu kötü amel insan fıtratına aykırı olup insan neslinin devamının sağlanması için son derece dikkatli olmayı gerektiren bir durum idi. Hz. Lût, bu kötü işlerinden vazgeçirmek amacıyla Yüce Allah tarafından kendilerine peygamber olarak gönderilmiştir: “Lût’u da Peygamber olarak gönderdik. Hani o kavmine şöyle demişti: “Sizden önce âlemlerden hiçbir kimsenin yapmadığı çirkin işi mi yapıyorsunuz? Hakikaten siz kadınları bırakıp, şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Hayır, siz haddi aşan bir toplumsunuz.”540 c. Hz. Lût’un Daveti ve Kavminin Tepkisi Görüldüğü üzere Hz. Lût kavmi ahlakî yönden son derece hayâsız ve zayıf karakterli insanlar idi. Zira kendi memleketlerine gelen yabancıların eşyalarını soyup ırzına geçmişlerdi. O zamana kadar yeryüzünde kimsenin işlemediği çirkin işi işleyip alışkanlık haline getirmişlerdir. Kur’ân’da, Hz. Lût’un, onları Yüce Allah’a ibadete davet ettiği, onların yaptığı bu işin kötü olduğu ve onlardan önce hiçbirinin yapmadığı konusunda uyardığı anlatılmış, buna karşılık onların Lût’u sürgün ile tehdit ettikleri “bunun üzerine kavminin cevabı ancak şöyle demek oldu: “Lût’un ailesini memleketinizden çıkarın. Çünkü onlar temiz kalmak isteyen insanlarmış(!)”541âyetiyle bildirilmiştir. Daha sonra Hz. Lût’a meydan okuyarak “Eğer doğru söyleyenlerden 538 Ankebût, 29/28-29. 539 Tabbâra, Afif Abdül-Fettah, Kur’ân’da Peygamberler ve Peygamberimiz, (çev. Ali Rıza Temel ve Yahya Alkın), İstanbul: Gonca Yayınevi, 1982, s. 168. 540 A’râf, 7/80-81. 541 Neml, 27/56. 119 isen, haydi Allah’ın azâbını getir bize”542 dedikleri ve haddi iyice aştıkları543 için Cenab-ı Hakk onların memleketlerini altı üstüne getirmiş onları helâk etmiştir: َّوَمةً ُّمَس َُوٍد َّمن ِ جيٍل ِ من ِس ََّما َجاء أَْمُرنَا َجعَْلنَا َعاِليََها َسافِلََها َوأَْمَطْرنَا َعلَْيَها ِحَجاَرةً فَل َّظاِلِميَن بِبَِعيٍد ِعندَ َرب ِكَ َوَما ِهَي ِمَن ال “(Azap) emrimiz gelince oranın altını üstüne getirdik. Üzerine de Rabbinin katında işaretlenmiş pişirilmiş balçıktan taşlar yağdırdık. Bunlar zalimlerden uzak değildir.”544 E. FİRAVUN VE KAVMİ a. Genel Bilgiler Kur’ân-ı Kerîm’de helâk edilen ve en çok üzerinde durulan kavimlerden biri de Firavun kavmidir. O ve kavmi hakkında yaklaşık iki yüz545 âyet bulunmaktadır. Firavun lafzı eski Mısır’da; uzun müddet egemenliği devam eden, Mısır krallığına verilen bir unvan olarak bilinmektedir. Eski Mısır lugatında, “büyük ev” manasında “per’aodan” şeklinde de kullanılmıştır. Günümüzde batı dilinde ise “pharaoh” şeklinde geçmektedir. Genel itibariyle Firavun lakabının azgın ve kibirli bir insan546 hakkında kullanılan tabir olduğunu söylemek mümkündür. Tarihi verilere göre İsrailoğullarına zulüm yapan ve Hz. Mûsa (a.s) dünyaya teşrif buyurduğunda tahtta bulunan Mısır kralı II. Ramses’tir. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan Firavun’un Hz. Mûsa devrindeki Mısır kralı olduğu ifade edilmektedir.547 İsrailoğulları sayıca çoğalmış olmalarına rağmen her türlü işkenceye ve zulme maruz kalışını Kur’ân-ı Kerîm: “Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve oranın halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz O, 542 Ankebût, 29/29. 543 Bkz. Hûd, 11/69, 70-77; Hicr, 15/68-71; Hûd, 11/80-81. 544 Hûd, 11/82-83. 545 Bakara, 2/51-61, 63-71, 87-88, 92-93, 108, 136, 246; Nisâ, 4/153, 164; Mâide, 5/21-26; Enâm, 6/84, 91, 154; A’râf, 7/103-107, 109-145, 148-162; Yûnus, 10/75-93; Hûd, 11/96, 110; İbrâhîm, 14/5-8; İsrâ, 17/2, 101-104; Kehf, 18/ 60-82; Meryem, 19/51; Tâhâ, 20/9-98; Enbiyâ, 21/48; Mü’minûn, 23/ 45-49; Furkân, 25/36; Şu’arâ, 26/ 10-67; Neml, 27/7-14; Kasas, 28/3-48, 76; Ankebût, 29/39; Secde, 32/23; Ahzâb, 33/7, 69; Sâffât, 37/114-122; Mümin, 40/23-46, 53; Fussilet, 41/ 45; Şûrâ, 42/13; Zuhruf, 43/46-56; Ahkâf, 46/12, 30; Zâriyât, 51/ 38-40, Necm, 53/36, Kamer, 54/41-42; Saf, 61/5; Nâziât, 79/15-26; A’lâ, 87/19. 546 Harman, Ömer Faruk, “Firavun”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1991, C. XIII, 118; Erkan Arif, Arapça-Türkçe Büyük Sözlük, İstanbul: Huzur Yayınları, 2006, s. 883. 547 Harman, “Firavun”, C. XIII, s. 119. 120 bozgunculardandı”548 şeklinde dile getirmektedir. Cenab-ı Hakk bu zulme karşılık “Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım”549 demiş, bunun üzerine İlahî emir ile İmrân’ın bir oğlu dünyaya teşrif buyurmuştur. Bu da ilerde peygamber olarak görevlendirilecek olan Hz. Mûsa’dır. Nitekim Kur’ân’da bu durum şöyle açıklanmaktadır: “Andolsun, Mûsâ’yı da, “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (geçmiş milletleri cezalandırdığı) günlerini hatırlat” diye âyetlerimizle gönderdik.”550 b. Mısır’ın Coğrafi Yapısı ve Dînî Durumu Mısır, bir Afrika ülkesi olup, Nil nehri, Mısır’ı saran sahrayı ikiye ayırmaktadır. Doğuda Arap sahrası, batıda Libya sahrası bulunmaktadır. Tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de Mısır’ın nüfus yoğunluğu ve Mısır’ın tarıma en çok elverişli olduğu bölge, Nil nehri civarıdır.551 Firavun sülalesinin uzun süre Mısır’da hakimiyet sürmeleri ve eski Mısır medeniyetinin ortaya çıkmasında da Nil nehrinin çok önemli bir role sahip olduğu söylenmektedir.552 Ekonomik ve politik olarak bir yapılanmanın mevcut olduğu eski Mısır’da, ekonomik, politik yapının başında olduğu gibi dinî-sosyal yapının başında da Firavun vardır. Eski Mısır’da sosyal yapı dâhilinde çok tanrılı inancın olduğundan bahsetmek mümkündür. Zira Firavun bir yandan: “Firavun, “eğer benden başka bir ilâh edinirsen, andolsun seni zindana atılanlardan ederim”553 diye söylerken, diğer yandan onun kavminin idarecileri kendisine şöyle diyorlardı: “Firavun’un kavminden ileri gelenler dediler ki: “sen (sihirbazları cezalandıracaksın da) Mûsâ’yı ve kavmini, bu ülkede fesat çıkarsınlar, seni ve ilâhlarını terk etsinler diye bırakacak mısın?”554 Bu âyetlere göre Firavun’un çok ilaha taptığı (politeizm) ve kavminin hem ilahlarına hem kendisine kulluk etmesini istediği ortaya konulmaktadır. c. Hz. Mûsa’nın Daveti ve Firavun Kavminin Tepkisi İsrailoğullarını Mısır’a ilk yerleştiren Hz. Yûsuf’tur. Kardeşlerinin kıskançlığı ve ihaneti münasebetiyle Hz. Yûsuf’un esirlikle başlayıp Mısır hükümetinde bakanlığa 548 Kasas, 28/4. 549 Kasas, 28/5; Ayrıca bkz. Kasas, 28/7, 9, 11-15, 17-22. 550 İbrâhîm, 14/5. 551 Kaçar, Galip, Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Mûsa ve Firavun, (Yüksek Lisans Tezi), Kayseri: Erciyes Üniversitesi, 1992, s. 5. 552 Sayı, Ali, Firavun, Haman ve Karun Karşısında Hz. Musa, İstanbul: İz Yayıncılık, 1992, s.146. 553 Şu’arâ, 26/29. 554 A’râf, 7/127. 121 kadar ulaştığı dönemde, Filistin’de ortaya çıkan bir kıtlık sebebiyle 70 kişi civarında bir kafile ile Mısır’a gelip ikamet etmişlerdir. Mısır’a hicretten sonra bu gruba yönelik her türlü işkence ve zulüm yapılmasına rağmen, İslam akidesini korumayı başarmışlardır. Bu durum Firavun’u, oğlan çocukları doğar doğmaz boğazlayarak etnik temizlik yapmaya sevk etmiştir.555 Böyle bir ortamda Hz. Mûsa doğduktan sonra Firavun’un elinde büyümüştür. Ardından, bu ortamda Yüce Allah, zulmü ve işkenceyi ortadan kaldıracak, insanları tevhid inancına davet edecek ve İsrailoğullarını esirlikten kurtaracak bir elçi olarak Hz. Mûsa’yı görevlendirmiştir. Kur’ân’da Hz. Musa’ya peygamberlik görevi verilmesinin ardından ona gelen ilk emrin tevhid inancı olduğu “Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl”556 buyruğuyla bildirilmektedir. Hz. Mûsa, Yüce Allah tarafından verilen bunca mucizelere ve bütün çabalara rağmen, Firavun ve onu takip edenleri ikna edememiştir. Hz. Mûsa, tevhid inancını tebliğ ederken birçok olumsuz tepki ile karşı karşıya kalmıştır. Mesela, Firavun’un Hz. Mûsa ile girdiği diyalog da başarılı olmayınca Hz. Mûsa’yı, “Firavun, “bu size gönderilen peygamberiniz, şüphesiz delidir” dedi”557 şeklinde aşağılamaya başladığı görülmektedir. Yüce Allah tarafından Hz. Mûsa’ya verilen iki mucizeyi558 gördükleri halde, Firavun ve çevresi büyük bir akılsızlık yaparak Hz. Mûsa hakkında sihirbazlık ithamında bulunmuşlardır: “Katımızdan kendilerine hak (mucize) gelince, ‘şüphesiz bu, apaçık bir sihirdir’ dediler.”559 Firavun’un Hz. Mûsa’ya gösterdiği olumsuz bir başka tepki ise onu yalancılıkla itham etmesidir. Hz. Mûsa’nın bu itham edilişi Kur’ân-ı Kerîm’de, “Firavun dedi ki: “Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Mûsâ’nın ilâhını görürüm(!) Çünkü ben, onun yalancı olduğuna inanıyorum.” Böylece Firavun’a yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve doğru yoldan saptırıldı. Firavun’un tuzağı, tamamen sonuçsuz kaldı”560 şeklinde açıklanmaktadır. Firavun kendisini tanrı olarak kabul ettiğinden dolayı Hz. Mûsa’nın 555 İslamoğlu, Mustafa, Yahudileşme Temayülü –İsrailoğullarından Ümmet-i Muhammed’e-, İstanbul: Denge Yayınları, 1998, s. 73 556 Tâ Hâ, 20/14. 557 Şu’arâ, 26/27. 558 A’râf, 7/107; Tâ Hâ, 20/22-23; Kasas, 28/32. 559 Yûnus, 10/76. 560 Mü’min, 40/36-37. 122 davet ettiği tek İlâhı, alaylı bir biçimde orada bulacağını iddia etmekteydi.561 Firavun bu ithamlar ile başarısız olduğunu ve Hz. Mûsa’nın tebliğini engelleyemediğini gördüğünde bu sefer, Hz. Mûsâ’yı nankörlükle suçlama, ölüm ile tehdit etme562 gibi olumsuz metotlara başvurduğu anlatılmaktadır. Yüce Allah, Firavun ve çevresinin bu sapkın inançlarını ve çirkin davranışlarını değiştirmedikleri için onların üzerlerine birçok felaket gönderdiğini “Biz de her biri ayrı ayrı birer mucize olmak üzere başlarına tufan, çekirge, ürün güvesi (haşarat), kurbağalar ve kan gönderdik. (Hiçbirinden ders almadılar.) Büyüklük tasladılar ve suçlu bir kavim oldular”563 âyetiyle açıklamaktadır. Ancak yine de bütün bu uyarılardan ve delil mahiyetinde gösterilen mucizelerden yüz çevirip kendilerini yaratan Cenab-ı Hakk’a dönmemişlerdir. Allah’a itaati tebliğ yıllarca sürebilir. Lakin Allah katında bu davetin belirlenmiş bir neticesi de vardır. İnkârda inat edenlere bu sonla birlikte azâb gelmektedir. Bu ceza, dünya azâbı ile başlayıp cehennem azâbıyla sonuçlanmaktadır. Dolayısıyla, Yüce Allah’a itaat etmeyip, peygamberi yalancılıkla itham etmeleri, sözlerinde durmamaları ve tebliğe karşı duyarsız olmaları yüzünden Yüce Allah, Firavun ve kavmini denizde boğarak helâk etmiştir. Konu ile ilgili olarak âyette şöyle buyrulmaktadır: ِفِلينَ ـٰ انُواْ َعۡنَہا َغ َُ تِنَا َو ـٰ بُواْ بِـَٔايَ ِ َم بِأَنَُّہۡم َكذَّ ُهۡم ِفى ٱۡلي ـٰ فَٱنتَقَۡمنَا ِمۡنُہۡم فَأَۡغَرۡقنَ “Bu yüzden onlardan intikam aldık. Âyetlerimizi yalanlamaları ve onları umursamamaları sebebiyle kendilerini denizde boğduk.”564 Sonuç olarak, helâk edilen kavimlerin genel özelliklerini incelediğimizde onların, Allah’a ortak koşmaları, Allah’ın vermiş olduğu nimetlere nankörlük etmeleri, azâbı istemede acele etmeleri, sözlerinde durmamaları, baskı ve zulüm yapmaları, peygamberleri yalanlamaları ve görevlendirilmiş oldukları tebliğe itiraz etmeleri, peygamberler ile alay etmeleri ve onlara tuzak kurmaları, onları sihirbaz ve mecnûn gibi nitelikler ile vasıflandırmaları helâk edilmelerine sebep olan ortak davranışlar olduğu dikkat çekmektedir. Kur’ân-ı Kerîm muhataplarını ikaz ederek, bu kavimler gibi olmamamız adına hatırlatmalarda bulunmaktadır. Âyetlerde tufanla helâk edilmiş olan 561 Bayraklı, Bayraktar, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’ân Tefsiri, İstanbul: Bayraklı Yayınları, 2008, C. XVI, s. 523. 562 Bkz. Şu’arâ, 26/18-29, 36-38; 52-56; Mü’min, 40/26; 563 A’râf, 7/133. 564 A’râf, 7/136. 123 Nûh kavmi, fırtınanın gönderilişiyle helâka uğrayan Âd kavmi, şiddetli ses (sayha) ile helâk edilen Semûd kavmi, günahlarından dolayı şehirleri alt üst edilen ve taş yağdırılan Lût kavmi, denizde boğulmayla helâk edilen Firavun ve kavmine yer verilmiştir. İşte zikri geçen bu kavimler Allah’ın uyarlarına karşı çıktıkları için kendi kendilerine zulmetmişlerdir. Zira helâk oluşlarından kendileri sorumludur. Oysa Yüce Allah, peygamber göndermek suretiyle onlara tefekkür etme, anlama gibi fırsatını vermiş ve onları hem kurtuluşa hem de helâka götüren yolların neler olduğunu göstermiştir. 124 SONUÇ Kıyâmeti ve helâk edilen kavimleri ihtiva eden sahnelerin yer aldığı âyetlerin, Kur’ân-ı Kerîm’in önemli bir kısmını oluşturduğunu görmekteyiz. Kıyamet ve helâk edilmiş kavimler hakkında olan sahneler Kur’an’da çok etkileyici bir şekilde anlatılmaktadır. Mekke döneminde inzâl edilen sûrelerin karşımıza çıkan en belirgin nitelikleri; tevhîd, nübüvvet, kıyâmet ve helâk konularını ihtiva etmesidir. Bu sûrelerde serpiştirilmiş olan kıyâmet ve helâk edilen kavimlerin sahneleri, özlü bir şekilde Kamer sûresinde de yer aldığı görülmektedir. Bunu hemen sûrenin “Kıyâmet yaklaştı ve ay yarıldı” şeklindeki ilk âyetinde başlamak üzere sûrenin devamında görmek mümkündür. Ayrıca Kamer sûresinin icmalî tefsirine bakıldığında kıyâmet ve helâk edilen kavimler, sûrenin ana konusunu oluşturduğu karşımıza çıkmaktadır. Kamer sûresiyle kıyâmet gününün ve helâk edilen kavimlerin gerçekliği çarpıcı sahnelerle anlatılarak hem müjdeleyici hem de korkutucu mesajlara yer verilmiştir; öte yandan sorumluluk ilkesi göz önüne serilerek dünya hayatında yapılan bütün muamelelerin karşılıksız olmayacağı gerçeği vurgulanmaktadır. Sûreden çıkarabileceğimiz temel mesajları şu şekilde sıralamak mümkündür: Kıyâmet kesinlikle ve aniden kopacaktır; idrâk edemeyeceğimiz şekilde dehşetli ve korkutucu olacaktır. Koca dağlar, atılmış yün gibi savrulacağı o gün, insanlar yaşayacağı korku ve dehşetler yüzünden uçuşan kelebekler gibi olacaktır. Bugünde dünya hayatında yapılan bütün ameller tartılacak; iyi ameller işleyip ağır basanlar cennete, çirkin ameller işleyenler ise cehenneme gireceklerdir. Kur’ân’ın ana mevzularından biri olan kıyâmetten bahseden âyetler Kur’ân’ı Kerîm’in dörtte birine tekabül etmektedir. Bu âyetlerde kıyâmetin nitelikleriyle birlikte 125 sahneleri de anlatılmaktadır. Bu tasvirlerin çoğu Mekke döneminde inzâl edilen sûrelerde bulunmasıyla birlikte Kur’ân-ı Kerîm’in genelinde de yer verilmiştir. Bazen kısa veya uzun bir sûrede birden fazla sahne yer almaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de yer verilmiş bu sahneleri incelediğimizde; kıyâmet günündeki dehşet, ölümden sonraki diriliş, azap ve nimetten önce amellerin tartılması, cennetteki nimet ve cehennemdeki azap tasvir edildiği görülmektedir. Kur’ân-ı Kerîm ve hadis-i şerîfler ışığında “büyük kıyâmet âlametlerine” bakıldığında, bunların sayısı belli olmakla birlikte olağanüstü ve yeryüzünde daha önce bir benzeri bulunmayan hâdiseler olduğu dikkat çekmektedir. Bundan hareketle halen dünyada yaşamakta olan pek çok kimsenin bu olağanüstü hadiselerle karşılaşması ve kıyâmetin kopmasına şahit olması muhtemeldir. Kamer sûresinin içeriğine uygun düşecek şekilde özlü olarak peygamber kıssalarına da yer verilmiştir. Yüce Allah, kâinattaki mevcut olan her şeyi insanoğlunun yararına sunmuştur. İnsanları çeşitli nimetlerle rızıklandırmıştır. Bu insanlardan bazıları verilen bunca nimetleri unutup bunlara karşılık olarak azgınlığa ve sapkınlığa düşmüşlerdir. Bunun neticesinde de ıslah olmaları için kendilerine Allah tarafından seçkin insanlar peygamber olarak gönderilmiştir ki kendilerine doğru yolu izah etsin. Her kavmin idarecileri, kendilerine gönderilen peygamberleri yakinen tanıdığı için çeşitli bahanelerle peygamberlere başkaldırıp muhalif bir tutum sergilemişlerdir. Meselâ onların da kendileri gibi insanlar olduğu, kendilerine üstünlük sağlama niyetinde olduğu düşüncesi, Peygamberlere uyanlar sadece sefil insanlar olduğu gibi bahaneleri öne sürmüşlerdir. Yüce Allah’ın, Kur’ân’da geçmiş kavimlerin kıssalarını getirip tekrarlamasının sebebi de insanların ibret almalarını sağlamak ve doğruya davet emektir. Aynı sebebe binaen bizi, yeryüzünde seyahat edip dolaşmamızı, geçmiş kavimlerin yaşantılarını, kurmuş oldukları şehirleri, bahçeleri kısaca onlardan kalmış olan kalıntıları görmemizi teşvik etmektedir. Sosyoekonomik düzeyleri ne olursa olsun Allah’ın emirlerine başkaldırıp kendi peygamberlerine uymamaları neticesinde başlarına mutlaka bir azâbın geldiğini belirterek dikkatli olmamıza dikkat çeker. 126 Sonuç olarak, sûrede kıyâmetin dehşetli anları ve bu dünyada Allah’a ve peygamberlerine uymayan ve yalanlayıp karşı çıkanların sonunun ne kadar vahim olabileceği vurgulanmaktadır. Bütün bunlar gerek Mekke müşriklerine gerekse dünyada gelmiş ve kıyâmete kadar gelecek bütün insanlara ibret ve nasihat olsun diye Cenab-ı Hakk’tan bir uyarı ve onları koruma adına bir lütuf olarak anlaşılmalıdır. 127 KAYNAKLAR ABDÜLBAKÎ Muhammed Fuad (v. 1417/1968), el-Mu’cemu’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, 2.b., Kahire: Daru’l-Kütübi’l-Mısrıyye, 1945. ABDÜLKÂDİR Cum’a Ali, Me’âlimü süveri’l-Kur’ân ve İttihâfâtu Dürerihî, I-II, 2.b., y.y.: y.y., 1428/2007. AĞIRAKÇA Ahmet, “Nimet”, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, I-VI, İstanbul: Şamil yay. Dergâh Ofset, 2000. AHMED B. HANBEL, Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybânî el-Mervezî (v. 241/855), Müsned, (nşr. Adil Mürşid ve dğr.), I-L, Beyrut: Müessetü’r-Risâle li’t-Tabâ‘ati ve’n-Neşri ve’t-Tevzî‘ t.y. ALÎ EL-KÂRÎ Ebu’l-Hasen Nureddîn Alî b. Sultân Muhammed (v. 1014/1606), Şerhü’l-Fikhı’l-Ekber, Beyrut: Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2016. EL-ÂLÛSÎ Ebu’l-Fadl Şihâbüddîn es-Seyyid Mahmûd (v. 1270/1854), Rûhu’l- Me’ânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-‘Azîm ve’s-Seb’i’l-Mesânî, I-XXX, Lübnan: İdâratü’t-Tabâati’l-Münîriyye, t.y. AKPINAR Ali, Kur’ân Coğrafyası, Ankara: Fecr Yayınları, 2002. EL-‘AŞŞA Semer, el-Bastu fi’l-Kırââti’l-Aşri, I-V, Dimeşk: Mektebetü’s-Selâm, 1424/2004. AYKAN Recep, Kelime ve Konularına Göre Alfabetik Kur’ân Fihristi, 2.b., İstanbul: Pınar Yayınları, 2000. ATEŞ Süleymân, Kur’ân-ı Kerîm ve Yüce Meâli, İstanbul: y.y., t.y. BARDAKOĞLU Ali ve diğerleri, “Tufan”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, s. 121. BAYRAKLI Bayraktar, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’ân Tefsiri, I-XVI, İstanbul: Bayraklı Yayınları, 2008. EL-BEĞAVÎ Ebû Muhammed el-Hüseyin b. Mesûd (v. 510/1116), Meâlimü’t- Tenzîl, I-VIII, 1.b., Riyad: Dâru’t-Tayyibe, 1409/ 1989. BENGİ, Enise Osmanoğlu, Kur’ân İlimleri Açısından Kamer Sûresi ve Tefsiri, (Yüksek Lisans Tezi), Yalova: Yalova Üniveritesi Sosyal Bilimler Ensitüsü, 2017. 128 BERZENCÎ Şerif Muhammed b. Resûl el Huseynî (v. 1056/1647), el-İşâ’ li Eşrâti’s-Sâ’a, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1961. EL-BEYZÂVÎ Kâdî Nâsiruddîn Ebû Saîd Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş- Şîrâzî (v. 685/1286), Tefsîru’l-Beyzâvî, I-IV, 1.b., Beyrut: Dâru İhyâu’t- Türasi’l-Arabî, t.y. BİRIŞIK, Abdülhamit, “Sûre”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I- XLIV, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2009, ss. 538-539. BİLMEN Ömer Nasûhî, Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâl-i Âlî’si ve Tefsir’i, I-VIII, Ankara: Akçağ Yayınları, t.y. EL-BUHÂRÎ Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmaîl (v. 256/870), Sahîhu’l-Buhârî, I- V, 5.b., Dimeşk: Dâru İbn Kesîr, 1414/1993. BURSEVÎ İsmail Hakkı (v. 1137/1725), Rûhu’l-Beyân Tefsîri, çev. Abdullah Öz ve Diğerler, I-XXIII, İstanbul: Damla Yayınevi, 1995. EL-CÂBİRÎ Muhammed Âbid, Fehmü’l-Kur’ân, çev. Muhammed Coşkun, I-III, 2.b., İstanbul: İlim Yurdu Yayınları, 2013. CERRAHOĞLU İsmail, Tefsir Usûlü, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1971. EL-CEVHERÎ Ebû Nasr İsmâîl b. Hammâd (v. 393/1003), es-Sıhâh, I-VII, 1.b., Beyrut: Dâru’l-İlmi li’l-Melâyîn, 1339/1979. İBNÜ’L-CEZERÎ Ebü’l-Hayr Muhammed b. Muhammed ed-Dimeşkî (v. 833/1429, en-Neşr fi’l-Kıraati’l-Aşr, 2.b., Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1423/2002. ÇANGA Mahmut, Miftâhu Kelimâti’l-Kur’âni el-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfâzi’l Kur’âni’l-Kerîm - Kur’ân-ı Kerîm Lugati, 1.b., İstanbul: TimaşYayıları, 1989. ÇELİK Muhammed, Kur’ân’ın İkna Hususiyeti, İzmir: Yani Akademi Yayınları, 2006. ÇETİN Abdurrahman, Kur’ân Okuma Esasları, 25.b., Bursa: Emin Yayınları, 2014. ÇETİNER Bedrettin, Fatiha’dan Nâs’a Esbâb-ı Nüzûl, 3.b., İstanbul: Çağrı Yayınları, 2002. ED-DÂMEĞÂNÎ el-Hüseyn b. Muhammed (v. 478/1085), Kâmûsü’l-Kur’ân, 3.b., Lübnan: Dâru’l-‘İlm li’l-Melâyîn, 1985. 129 ED-DÂNÎ Ebû Amr Osman b. Saîd (v. 444/1053), el-Beyân fî Addi Âyi’l-Kur’ân, 1.b., Kuveyt: Menşûrâtu Merkezi’l-Mahtûtât ve’t-Turâs ve’l-Vesâik, 1414/1994. ______Kitabü’t-Teysîr fi’l-Kıraati’s-Seb’i, Beyrut: Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1.b., 1416-1996. DARÎS Ebû ‘Abdillâh Muhammed b. Eyyûb b. Yahyâ b. Darîs b. Yesâr, Fedâilü’l- Kur’ân ve mâ Ünzile mine’l-Kur’ân bi-Mekke ve mâ Ünzile bi’l-Medîne, (nşr. Gazvetü Bedîr), Dimeşk: Dâru’l-Fikr, 1408/1987. DERVÎŞ Muhyiddîn (v. 1402/1982), İ’râbü’l-Kur’âni’l-Kerîm ve Beyânuh, I- VIII, 3.b., y.y.: Dâru İbn Kesîr, 1412/1992. DEMİRCİ Muhsin, Kur’ân’ın Ana Konuları, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 2013. DOĞAN Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul: İz Yayınları, 1996. ED-DÎNEVERÎ Ebu Hanîfe Ahmed b. Davud (v. 282/895), el-Ahbâru’t-Tivâl, Kahire: y.y., 1969. DİKMEN Mehmet, Peygamberler Tarihi, İstanbul: Cihan Yayınları, 2012. DRAZ Abdullah, Kur’ân’a Giriş, Ankara: Kitabiyat Yayınları, 2000. DUMAN Zeki (1952-2013), Beyânu’l-Hak: Kur’an’ın Nuzul Sırasına Göre Tefsiri, C. I-II, Ankara: Fecr Yayınları, 2006. ELMALILI Muhammed Hamdi Yazır (v. 1361/1942), Hak Dini Kur’ân Dili, I- IX, İstanbul: Feza Gazetecilik A.Ş. Yayınları, t.y. EMİROĞLU Tahsin, Esbâb-ı Nüzûl, Konya: Ülkü Basımevi, 1978. EL-ENSÂRÎ Ömer b. Ebi’l-Hasen Alî b. Ahmedi’n-Nehvî, Tefsîru Ğarîbi’l- Kur’ân, 1.b., Beyrut: Âlimü’l-Kütüb, 1408/1987. ERDOĞAN Suudi Hüseyin, Ölüm ve Ötesi, İstanbul: Çile Yayınevi, 1976. EREN Cüneyt, “Tekrar mı Sanat mı?”, İstanbul, Yeni Ümit Dîni İlimler Dergisi, C. XVI, S. 62, (2003). EL-FERÂHÎ Abdülhamid (v. 1349/1930), Müfredâtü’l-Kur’âni Nezarâtü Cedîdetün fî Tefsîri Elfâzi Kur’âniyye, 1. b., Beyrut: Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, 2002. EL-FİRUZÂBÂDÎ Muhammed b. Yakûb (v. 817/1415), el-Kâmûsü’l-Muhît, I-VI, Y.y., y.y., y.t. EL-EZHERÎ EBÛ MANSÛR Muhammed b. Ahmed (v. 370/980), Tehzîbu’l-Lüğa, I-III, Mısır: y.y., t.y. 130 GUMÂRÎ Abdullah b. Sıddîk (v. 1418/1997), İkâmetü’l-Burhân alâ Nüzûli Îsâ fî Âhiri’z-Zamân, Beyrut: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1990. HARMAN Ömer Faruk, “Nûh”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), Ankara, 2007, ss. 224-227. ______“Hicr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, ss. 454- 455. ______“Lût”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1991, ss. 227- 229. ______“Firavun”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1991, ss. 118-121. HAVVA Saîd (v. 1409/1989), el-Esâs fi’t-Tefsîr, çev. Abdüsselam Arı, I-XVI, İstanbul: Şamil Yayınları, 1992. İBN ABBAS ve DİĞERLERİ, el-Mucemu’l-Câmi’ li Ğarîbi Müfredâti’l-Kur’âni’l- Kerîm, 1.b., Beyrut: Dâru’l-İlmi li’l-Melâyîn, 1986. İBN ÂŞÛR Muhammed et-Tâhir b. Muhammed b. Muhammed et-Tâhir et-Tûnisî, Tefsîrü’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr, C. I-XXX, Tunus: Dâru Tunusiyye li’n-Neşr, 1984. İBNU’L-CEVZÎ Ebu’l-Ferec Cemâluddin Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el- Bağdâdî (v. 597/1201), Nüzhetü’l-A’yuni’n Nevâzir fi İlmi’l-Vücûhi ve’n- Nezâir, 3.b., Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1407/1987. ______Zâdü’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsîr, I- XI, 3.b., Beyrut: el-Mektebetü’l-İslâmî, 1404/1984. İBN GALBÛN Ebü’l-Hasen Tâhir b. Abdi’l-Mun’im (v. 399/1008), et-Tezkiratü fi’l-Kıraati’s-Seman, I-III, Cidde, el-Cemâatü’l-Hayriyeti li Tahfîzi’l- Kur’âni’l-Kerîmi bi Cidde, t.y. İBN KESÎR İmamü’d-Dîn Ebu’l-Fidâ İsmaîl b. Ömer (v. 774/1372), Tefsîru’l- Kur’âni’l-Azîm, I-VIII, 2.b., Riyad: Dâru Tayybeli’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 1420/1999. 131 İBN KUTEYBE Abdullah b. Muslim Dînevrî, Te’vîlu Müşkili’l-Kur’ân, neşr: İbrâhîm Şemseddîn, 2. b., Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2007. İBN MÂCE Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî (v. 273/887), Sünenü İbn Mâce, Riyad: Dâru’s-Selâm li’n-Neşri ve’t-Tevzî‘, 1430/2009. İSLAMOĞLU Mustafa, Yahudileşme Temayülü –İsrailoğullarından Ümmet-i Muhammed’e-, İstanbul: Denge Yayınları, 1998. EL-İSFAHÂNÎ Ebû Mûsâ Muhammed b. Ebî Bekr b. Ebî Îsâ el-Medînî (v. 581/1185), el-Mecmûu’l-Muğîs fî Garîbeyi’l-Kur’âni ve’l-Hadîs, 1.b., y.y.: Merkezu İhyâi’t-Turâsi’l-İslâmî, 1408/1988. İBRAHİM Muhammed İsmail, Mu’cemu’l-Elfâzi ve’l-A’lâmi’l-Kur’âniyye, Kahire: Dâru’l-Fikri’l-Arabî, t.y. İBN FÂRİS Ebü’l-Hüseyn Ahmed (v. 395/1005), Mu’cemu Mekâyîsi’l-Luğa, I-V, Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1406/1986. İBN MANZÛR Ebü’l-Fadl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem (v. 711/1311), Lisânü’l-Arab, I-XVIII, Lübnan: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 1419/1999. KÂDÎ ABDÜLCEBBÂR Ebü’l-Hasen Kâdı’l-Kudât Abdülcebbâr b. Ahmed (v. 415/1025), Tenzîhü’l-Kur’ân ani’l-Metâin, Beyrut: Dâru’n-Nehdati’l- Hadîse, t.y. KAÇAR Galip, Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Mûsa ve Firavun, (Yüksek Lisans Tezi), Kayseri: Erciyes Üniversitesi, 1992. KAYA Mahmut, “Ay”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1991, ss. 182-191. KEŞMÎRÎ Muhammed Enver Şah (v. 1352/1933), et-Tasrîh bimâ Tevâtera fî Nüzûli’l-Mesîh, Haleb: Nşr. Abdülfettah Ebu Gudde, 1992. KİRMÂNÎ Ebü’l-Kāsım Tâcü’l-kurrâ Burhânüddîn Mahmûd b. Hamza b. Nasr el- (v.500/1106), Esrârü’t-Tekrâr fî’l-Kur’ân, (nşr. Abdulkâdir Ahmed ‘Atâ), y.y.: Dârü’l-Fadîle, t.y. KOÇYİĞİT Hikmet, “Ortak Sûre İsimleri”, Uludağ Üniversitesi İ.F.D, XXI, S. 2,, Bursa: 2012, ss. 49-50; KÖKSAL M. Asım, Peygamberler Tarihi, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1990. 132 EL-KURTUBÎ Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Farh el-Ensârî el-Hazrecî el-Endelüsî (v. 671/1272), el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, I-XXII, y.y.: Dâru Âlemi’l-Kütüb, t.y. EL-KUŞEYRÎ Abdü’l-Kerîm b. Hevâzin (v. 465/1072), Tefsiru’l-Kuşeyrî Letâifu’l- İşârât, I-III, Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1428/2007. KUTUB Muhammed, Kur’ân Araştırmaları Mekkî Âyetler, İstanbul: Fikir Yayınları, 1981. MAHLÛF Haseneyn Muhammed (v. 1410/1990), Tefsiru ve Beyanu Kelimâti’l- Kur’âni’l-Kerîm, 1. b., Dimeşk: Dâru İbni Kesîr, 1421/200. EL-MÂTURÎDÎ Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd (v. 333/944), Te’vîlâtü Ehl-i Sünne, I-IV, Beyrut: Müesessetü’r-Risâle, t.y. EL-MÂVERDÎ Ebu’l-Hasan Alî b. Muhammed b. Habîb (v. 450/1045), en-Nüket ve’l-Uyûn, I-VI, Lübnan: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, t.y. MEVDÛDÎ Ebu’l-A’lâ (v. 1399/1979), Tefhimu’l-Kur’ân, I-VII, 2.b., İstanbul, İnsan Yayınları, 1996. MUKÂTİL B. SÜLEYMÂN (v. 150/767), Tefsiru Mukâtil b. Süleymân, I-VI, 1.b., Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmîyye, 1424/2003. ______el-Eşbâh ve’n-Nezâir fi’l-Kur’âni’l-Kerîm – Kur’ân Terimleri Sözlüğü, (çev. Beşir Eryarsoy), 1.b., İstanbul: İşaret Yayınları, 2004. MÜSLİM Ebu’l-Hüseyn Müslim İbnü’l-Haccâc el-Kuşeyrî (v. 261/875), Sahîhu’l- Müslim, I-V, Lübnan: Dâru İhyâi’t-Turasi’l-Arabî, t.y. MÜSTAĞFİRÎ Ebü’l-Abbâs Ca‘fer b. Muhammed b. el-Mu‘tez, Fedâilü’l-Kur’ân, (nşr. Ahmed b. Faris es-Selûm), I-II, Beyrut: Dâru İbni Hazm 1427/2006. EN-NAHHÂS Ebû Cafer İsmâîl (v. 338/949), İ’râbü’l-Kur’ân, 2.b., Lübnan: Âlemü’l-Kütüb, 1409/1988. EN-NECCÂR Abdülvvehhâb, Kasasü’l-Enbiyâ, Beyrut: Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye, t.y. NESÂÎ Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şu‘ayb b. Alî (v. 303/915), Sünenü’n-Nesâî, Riyad: Dâru’s-Selâm li’n-Neşri ve’t-Tevzî‘, 1430/2009. EN-NESEFÎ Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd (v. 710/1310), Medârikü’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, I-X, İstanbul: Daru Kahraman, 1984. 133 EN-NÎSÂBÛRÎ Muhammed b. el-Hüseyn (v. 1416/1996), Garâibü’l-Kur’ân ve Rağâibü’l-Furkân, I-XXVII, 1.b, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1416/1996. ÖZTÜRK Yener, İmkânı ve Lüzumu Açısından Kur’ân’da Ahiret, İzmir: Işık Yayınları, 2004. PAŞA Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâdan Hz. Peygamber Efendimiz’in Hayatı, I-VI, İstanbul: Çamlıca Yayınları, 2015. ER-RAĞIB el-İsfahânî Ebü’l-Kâsım el-Hüseyn b. Muhammed (v. 502/1108), el- Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, Beyrut: Dâru’l-Marife, t.y. ER-RÂZÎ Fahreddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyin b. Ali el-Kureşî et-Teymî el- Bekrî (v. 606/1209), Mefâtîhu’l-Gayb, I-XXXII, 1.b., Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1401/1981. ES-SÂBÛNÎ Muhammed Alî, Safvetü’t-Tefâsîr, I-III, 7.b., Beyrut: Dâru’l- Kur’âni’l-Kerîm, 1402/1981. SA’İDÎ Abdulmüte‘âl, en-Nazmu’l-fennî fi’l-Kur’ân, Kahire: Mektebetü’l-Adâb, 1992. SARIKÇIOĞLU Ekrem, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, İstanbul: Otağ Yayınları, 1983. SAYI Ali, Firavun, Haman ve Karun Karşısında Hz. Musa, İstanbul, İz Yayıncılık, 1992. ES-SEKAFÎ Ebû Ca‘fer Ahmed b. İbrâhîm b. Zübeyr, el-Gırnâtî (v. 708/1308), el- Burhân fî Tenâsubi Suveri’l-Kur’ân, 1.b., Kahire, Dâru İbni’l-Cevzî, 1428/2007. ______Milakü’t-Te’vili’l-Kâtı’bi-Zevi’l-İlhâd ve’t-Ta’til fî Tevcîhi’l-Müteşâbihi’l- Lafz min Âyi’t-Tenzîl, 1.b., Beyrut: Dârul Ğarbi’l-İslamî, 1403/1983. ES-SEMERKANDÎ Ebu’l-Leys Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrâhîm (v. 375/985), Bahru’l-Ulûm, I-III, 1.b., Lübnan: Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1413/1993. SEYYİD KUTUB (v. 1387/1967), Fî Zilâli’l-Kur’ân, I-IV, 32.b., Kahire: Dâru’ş- Şurûk, 1423/2003. ______Meşâhidü’l-Kıyâme fi’l-Kur’ân, Mısır: Dâru’l-Marife, t.y. ES-SİCİSTÂNÎ Ebû Bekr Muhammed b. Uzeyr (v. 330/941), Kitâbu Garîbi’l- Kur’ân, 1.b., y.y.: Dâru Kuteybe, 1416/1995. 134 ES-SÜYÛTÎ Celâleddîn Abdurrahmân (v. 911/1505), ed-Dürru’l-Mensûr fi’t- Tefsîr bi’l-Me’sûr, I-XVII, 1.b., Kahire: Merkezu Hicr, 1424/2003. ______el-İtkân fî ‘ulûmi’l-Kur’ân, (nşr. Ahmed b. Alî), C. I-II, Kahire: Dâru’l- Hadîs, 1427/2006. ______Lübabü’n-Nükûl fî Esbâbi’n-Nüzûl, Beyrut: Müessesetü’l-Kütübi’s- Sekâfiyye, 1422/2002, Beyrut. SOYALAN Mehmet Yaşar, Elmalılı Tefsirinde Kur’ânî Terimler ve Deyimler, 1.b., İstanbul: Ağaç Yayınları, 2003. ŞAHİN Süreyya, “Cennet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I- XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1993. EŞ-ŞAFİİ’ Ebû Muhammed Abdullah b. Es’ad el-Yemenî (v. 204/819), Kitâbü’d- Dürrü’n-Nazîm fî Havvâsi’l-Kur’âni’l-Azîm, y.y.: Mektebetü’l-Alemiyye, t.y. ŞEMSEDDİN SAMİ (v. 1322/1904), Kâmûs-ı Türkî, 2.b., Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları, 2015. EŞ-ŞEVKÂNÎ Muhammed b. Alî b. Muhammed (v. 1250/1834), Fethu’l-Kadîr, I- V, y.y.: Dâru’l-Vefâ, 1994. TABBÂRA Afîf Abdül-Fettah, Kur’ân’da Peygamberler ve Peygamberimiz, çev. Ali Rıza Temel ve Yayha Aklın, İstanbul: Gonca Yayınevi, 1982. ET-TABERÎ Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr (v. 310/923), Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, I-XXVI, 1.b., Kahire: Dâru Hicr li’t-Tabâati ve’n- Neşri ve’-Tevzîi ve’l-İ’lân, 1422/2001. ______Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, Beyrut: Daru’l-Fikr, 1987. TANTÂVÎ Muhammed Seyyid (1928-2010), et-Tefsîru’l-vasît li’l-Kur’âni’l- Kerîm, (nşr. Abdurrahmân Adevî), C. I-XV, Kahire: Dâru’l-Me‘ârif, t.y. ET-TİRMİZÎ Muhammed b. Îsâ b. Sebrâ (v. 297/909), el-Camiu’s-Sahîh-Sünenü’t- Tirmizî, I-V, y.y: y.y., t.y. 135 TOPALOĞLU Bekir, “Kıyâmet” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1991, ss. 516-522. EL-VÂHİDÎ Ali b. Ahmed (v. 468/1075), Esbâbü Nüzûli’l-Kur’ân, 1.b., Riyad: Dâru’l-Meymân, 1426/2005. YAŞAROĞLU Kâmil, “Kamer Sûresi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I-XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2001, s. 276. YAKIT İsmail, İslam’ı Anlamak, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2009. YAVUZ Yusuf Şevki, “Azap”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), I- XLIV, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1991, ss. 303-306. YILDIZ Muharrem, (1988), Kitabu Mukaddes ve Kur’ân Açısından Âd-Semûd ve Lût Kavmi, (Yüksek Lisans Tezi) Konya: Selcuk Üniversitesi, 1988. YILMAZ Faik, Âyetler ve Sûreler Arasındaki Münasebet, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2009. EZ-ZEBÎDÎ es-Seyyid Muhammed Murtezâ (v. 1205/1791), Tâcu’l-Arûs, I-XVIII, Beyrut: Dâru’s-Sadır, t.y. EZ-ZEMAHŞERÎ Ebü’l-Kasım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî (v. 538/1143), el-Keşşâf ‘an Hakâ’iki Gavâmizi’t-Tenzîl ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl, I-VI, 1.b., Riyad: Mektebetü’l-Ubeykân, 1418/1998. ZERKEŞÎ Ebû Abdillâh Bedrüddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh et-Türkî el- Mısrî el-Minhâcî (v. 794/1392), el-Burhân fî ‘Ulûmi’l-Kur’ân, (nşr. Muhammed Ebû’l-fadl İbrâhîm), I-IV, Kahire: Mektebetü Dâru’t-Türâs t.y. EZ-ZUHAYLÎ Vehbe, et-Tefsîru’l-Münîr, I-XXIX, 1.b., Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1411/1991. 136 ÖZGEÇMİŞ Adı, Soyadı Selver Krasniqi Doğum Yeri ve Yılı Siboc 09.12.1986 Bildiği Yabancı Diller Türkçe, İngilizce Ve Düzeyi Türkçe C1 (Akıcı) Eğitim Durumu Başlama-Bitirme Yılı Kurum Adı Lise 2001 2005 Teknik Lisesi “28 Nentori” Priştine Lisans 2006 2011 “İslam Bilimlerin Fakültesi” Priştine Yüksek Lisans 2015 Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Tefsir Bilim Dalı Diğer: 2010 2018 Hasan Priştine Üniversitesi, Lisans Filolojik Fakültesi, İngilizce Dili ve Edebiyatı İletişim (e-posta): Tarih ………….. İmza ………… Adı Soyadı Selver KRASNIQI 137