T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI GENEL SOSYOLOJİ VE METODOLOJİ EDMUND BURKE: YÜCE, ETİK VE DEVRİM DOKTORA MİHRİBAN ŞENSES BURSA – 2018 T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI GENEL SOSYOLOJİ VE METODOLOJİ EDMUND BURKE: YÜCE, ETİK VE DEVRİM DOKTORA MİHRİBAN ŞENSES Danışman: DOÇ. DR. BENGÜL GÜNGÖRMEZ BURSA - 2018 ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Mihriban Şenses Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Sosyoloji Bilim Dalı : Genel Sosyoloji ve Metodoloji Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı : VII + 208 Mezuniyet Tarihi : … /…/ 20… Tez Danışman(lar)ı : Doç.Dr.Bengül Güngörmez EDMUND BURKE: YÜCE, ETİK VE DEVRİM Elinizdeki metinde İrlanda kökenli İngiliz devlet adamı ve “sosyal filozof” Edmund Burke’ün epistemolojisinden, ahlak ve siyaset felsefesinden hareketle “Yüce”, “etik” ve “devrim” kavramlarını tartışmaya açıyorum. “Giriş”te incelememi, onun metodlarını, muhafazakarlığa ve Burke’ün farklı ideolojik, entelektüel çevrelerce nasıl tanımlandığına ya da değerlendirildiğine ilişkin bazı mülahazaları ve çalışmamın tez(ler)ini ya da argümanlarını takdim ettim. Birinci bölümde (“Edmund Burke: ‘Sosyal Filozof” ve Politikacı”) Burke’ün hayatını, entelektüel ilgilerini, politik hayatını özetledim ve Burke’ü arafta bir Aydınlanma ve devrim düşünürü olarak ele aldım. İkinci bölümde (“Yüce, Muhayyile ve Etik”) Burke’ün estetik ve epistemoloji hakkındaki görüşlerinden hareketle bir etik tartışması yürüttüm ve onun Fransız Devrimi eleştirisinin etik bir eleştiri olduğunu savundum. Üçüncü bölümde ise Burke’ün devrim eleştirisinden hareketle ve “İnayet”, “tarihsicilik”, “ilerleme”, “ütopya”, “insan hakları”, “totalitarizm” kavramlarını devreye sokarak bir “devrim”, “jakobenizm” ve “demokrasi” eleştirisi sunmaya çalıştım. Bu çalışmada genel olarak ileri sürdüğüm iddialar ya da argümanlar şunlardır: Burke’ün yüceye ve muhayyileye vurgusu etik’e vurgudur. Fransız Devrimi yücenin, ahlaki muhayyilenin ve etik’in yıkımıdır. Devrim fikri “ilerleme” tahkiyesinden, “tarihsicilik”ten, “hümanizm”den mülhem, jakobenizm ve fanatizmle malul bir illüzyondur. Burke’ün devrim ve jakobenizm kritiği totalitarizm eleştirisine öncülük etmiştir. Anahtar Sözcükler: Yüce, Muhayyile, Etik, Devrim, Fransız Devrimi, Tarihsicilik, Jakobenizm, Demokrasi. iv ABSTRACT Name and Surname : Mihriban Şenses University : Uludag University Institution : Institution of Social Science Field : Sociology Branch : General Sociology and Methodology Degree Awarded : Master / PhD Page Number : VII + 208 Degree Date : …. / …. / 20…….. Supervisor (s) : Assoc. Prof. Dr. Bengül Güngörmez EDMUND BURKE: SUBLIME, ETHICS AND REVOLUTION I open the discussion of the concepts of "Sublime", "Ethics" and "Revolution" in the context of the epistemology, ethics and political philosophy of the Irish-British statesman and "social philosopher" Edmund Burke .I introduced my examination, its methods and some of the considerations about conservatism and how different ideological, intellectual circles identified and evaluated Burke and thesis and arguments of my study in the "introduction" chapter.In the first chapter (" Edmund Burke:" Social Philosopher and Politician ") I summarized Burke's life, his intellectual interests, his political life, and I considered Burke as a thinker of the Enlightenment and Revolution in "Aaraf"/Purgatory.In the second chapter ("Sublime, Imagination and Ethics") I carried out an ethical debate on Burke's views on aesthetics and epistemology, and I argued that his critique of the French Revolution was an ethical critique.In the third chapter I tried to present the criticism of "revolution", "jacobenism" and "democracy" with reference to Burke's criticism of revolution and by calling out the concepts of "Grace", "historicism", "progress", "utopia", "human rights" and "totalitarianism". The arguments that I generally suggest in this work are: Burke's emphasis on sublime and imagination is emphasis on ethics.The French Revolution is the destruction of the sublime, moral imagination and ethics .The idea of a revolution is an illusion ill- fated with fanaticism and jacobenism which got inspired of "progression" narrative, historicisim", "humanism".Burke's criticism of revolution and jacobenism pioneered the critique of totalitarianism. Keywords: Sublime, Imagination, Ethics, Revolution, French Revolution, Historicism, Jacobenism, Democracy. v ÖNSÖZ Önce selam! Bu tezin danışmanı, on altı yıldır tanıdığım hocam Hüsamettin Arslan konuşmalarına “Önce selam” diye başlardı. “Önce selam, sonra kelam.” Böyle bir giriş cümlesini okusaydı bana belki de kızardı. Bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğim… Hocam, çileli bir yazma ve savunma sürecinin sonunda yayınlanan, Türkiye’ye epistemik, akademik, entelektüel katkısı su götürmez ve üslup olarak çekiç kullandığı doktora tezinde, Epistemik Cemaat/Bir Bilim Sosyolojisi Denemesi’nde entelektüel bir metnin değerini belirleme konusunda şu sözleri sarfetmişti: “Okuduğunuz metnin değerini belirlemek mi istiyorsunuz; yazarın kitapta ele aldığı sorunları bütünüyle çözdüğünü ima edip etmediğine bakın. Eğer yazar ele aldığı sorunları bütünüyle çözdüğü imasında bulunuyorsa, bilin ki o metin entelektüel seviyesi düşük bir metindir.” Bu metnin varsa entelektüel değerini belirleyecek olan kimdir? Kuşkusuz metnin müstakbel okurlarıdır. Metinler konuşur, fakat bu konuşma bir monolog değildir; diyalogtur. Okur metinle bir diyaloga girer. Bu diyalog metin ile okurun zihinsel, ideolojik, edebi perspektiflerinin diyalogu, karşılaşması veya çatışmasıdır. Dolayısıyla metnin “kendinde” mutlak bir değeri yoktur. Aynı şey elinizdeki metin için de geçerlidir. Hocam bu metinle bir diyaloga girmiş ve metnimin bir “değeri” olduğunu söylemişti. Bunu hep gururla hatırlayacağım. Çünkü onun takdirini kazanmak benim için her zaman önemli ve onur vericiydi. Bu çalışma onun bana Burke’ü tez konusu olarak tavsiye etmesiyle başladı. Hocama minnettarım. Hüsamettin Arslan Türkiye’de genelde sosyoloji, felsefe ve siyaset, özelde bilgi sosyolojisi, sosyal bilimlerde yöntem tartışmaları alanlarında derin bir iz bıraktı. Arslan, hocamız, babamız, arkadaşımız ve bölüm başkanımızdı. Kendisini 2 Ocak 2018’de yakalandığı amansız hastalığın teşhisinden yaklaşık bir ay sonra kaybettik. Yüksek lisansımda birlikte “kanser” çalışmıştık…İnsan hastalık ve ölüm karşısında ne kadar çaresiz, aciz, bedbaht…Nur içinde yat hocam, mekanın cennet olsun… Elinizdeki metin genelde muhafazakar düşüncenin kurucu babası Edmund Burke hakkında bir değerlendirmedir; özelde onun fikirlerinden hareketle tasarlanmış etik ve devrim hakkında bir değerlendirme. Hem Burke okumalarım hem de tez sürecinde çevirmiş olduğum Edmund Burke: Modernite, Politika ve Estetik, değerli hocam Doç.Dr.Bengül Güngörmez sayesinde tanıştığımız Yeni Engizisyonlar/Heretik Avı ve Modern Totaliteryenizmin Entelektüel Kökleri, Hüsamettin Arslan hocamın Türkçe’ye kazandırdığı Rus düşünür Nicolay Aleksandroviç Berdyaev’in İnsanın Yazgısı/Yasa Etiği, Kurtuluş Etiği, Yaratıcılık-Özgürlük Etiği adlı kitaplar bana bu tezi yazarken çok yol gösterdi. Arslan’ın yirmi dört yıllık öğrencisi, Eric Voegelin ve muhafazakarlık konusundaki değerli çalışmalarıyla tanınan hocam Doç.Dr. Bengül Güngörmez, hocamızın vefatından sonra hep yanımda oldu. Kendisi danışmanlığımı üstlendi, tezimi okuma ve eleştirilerini paylaşma nezaketi gösterdi. Kendisine müteşekkirim. Bu metin vesilesiyle ayrıca fikirlerinden istifade ettiğim hocalarım Prof.Dr. Feridun Yılmaz’a, arkadaş üniversitemizde (Bursa Teknik Üniversitesi) görev yapmakta olan saygıdeğer hocam Prof.Dr. Ahmet Zeki Ünal’a, hocamızın acılı hastalık sürecinde kendisinden ve bizden desteğini hiçbir zaman esirgemeyen Doç.Dr.Rıza Sam hocama, bir Burke hayranı olan hocam Doç.Dr.Mehmet Zeki Duman’a, hocamızın vefatından sonra bizi yalnız bırakmayan ve bölüm başkanlığımızı yapmakta olan değerli hocam Doç.Dr.İbrahim Keskin’e teşekkür ederim. Benzer tez konularını çalıştığımız için vi sürekli işbirliği halinde olduğum, kitap paylaşımında bulunduğum dostlarım Araş.Gör.Hasan Yeniçırak’a, Akif Kemal Koç’a da teşekkür borçluyum. Anlatmak hatırlamayı, akılda tutmayı, daha iyi öğrenmeyi sağlar. Bir konuyu anlatmak sadece tekrar etmek değildir; aynı zamanda konuyla hesaplaşmaktır. Benimle tartışan, anlattığım konularla hesaplaşmamı sağlayan ve bana her zaman yeni kapılar açan hocamızın emaneti öğrencilerimize müteşekkirim. Bu tezi ve kitaplaşmış halini en çok biyolojik babam, velinimetim, hayatım boyunca gördüğüm en çalışkan insanlardan biri olan Abidin Şenses ve entelektüel babam, arkadaşım Hüsamettin Arslan bekledi. Biyolojik babam inşallah görebilecek, fakat entelektüel babam tez halini okumuş olsa da, kitaplaşmış halini göremeyecek. Bu tezi yalnızca ona ithaf edebilirim. Daha iyisini yapabilmiş olmayı dilerdim, fakat gücüm bu kadarına yetti… vii İÇİNDEKİLER ÖZET…………………………………………………………………………………....iv ABSTRACT…………………………………………………………………………......v ÖNSÖZ………………………………………………………………………………….vi İÇİNDEKİLER..................................................................................................................1 KISALTMALAR…………………………………………………………………………….2 GİRİŞ ................................................................................................................................3 BİRİNCİ BÖLÜM 1. EDMUND BURKE: “SOSYAL FİLOZOF” ve POLİTİKACI ..............................25 1.1.Hayatı, Entelektüel İlgileri ve Bir Devlet Adamı Olarak Burke……………........25 1.2.Arafta Bir Devrim Düşünürü Olarak Burke……………………………………...39 İKİNCİ BÖLÜM 2. YÜCE, MUHAYYİLE VE ETİK ............................................................................72 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. DEVRİM, JAKOBENİZM VE DEMOKRASİ………………………………….115 SONUÇ……………………………………………………………………………...177 KAYNAKÇA ..............................................................................................................183 1 KISALTMALAR Kısaltma Bibliyografik Bilgi a.g.e Adı Geçen Eser a.g.m Adı Geçen Makale bkz. Bakınız çev. Çeviren der. Derleyen ed. Editör s. Sayfa ss. Sayfadan Sayfaya 2 GİRİŞ Elinizdeki metin, siyaset teorisi ve siyaset felsefesinde son derece önemli bir yer işgal eden İrlanda kökenli İngiliz devlet adamı, “sosyal filozof” Edmund Burke’ün (1729-1797) epistemolojisini, ahlak felsefesini ve “politika teorisi”ni “Yüce,” “muhayyile”, “etik” ve “Devrim” kavramlarına odaklanarak tartışmaya açıyor. İncelemenin temel hipotez/leri şunlardır: Burke’ün Yüce ve muhayyileye vurgusu, etik bir vurgudur; Fransız Devrimi, “Yüce”nin ve “ahlaki muhayyile”nin yıkımı veya kaybıdır; dolayısıyla Burke’ün Devrim eleştirisini etik/ahlaki bir eleştiri olarak okumak mümkündür. “İlerleme çağı”nın ilerlemeye inanmayan düşünürü Burke, bu Devrim’i, “ilerleme” üzerinden yorumlamamış; veya “kaçınılmaz” bir olay olarak görmemiştir. Çünkü o, “İnayet” fikrine inanır; İnayet, “tarihsel determinizm”in veya “neden-sonuç” ilişkisinin keskinliğinden çok uzaktır. O, Tanrı’ya bağlıdır. Buradan hareketle Devrim, zorunlu ya da kaçınılmaz bir vak’a olarak değerlendirilemez. Sosyoloji alanında yaptığımız bu çalışmanın konusu neden Edmund Burke? Çünkü o, “muhafazakarlık” denilen politik ideolojinin “kurucusudur” ve muhafazakarlığın sosyoloji disiplininin doğuşundaki rolü1 hasebiyle aynı zamanda sosyolojinin “gayriresmi” kurucu babalarındandır.2 Gayriresmidir, çünkü onu günümüzün akademik disiplinlerinden birine dahil etmek ve o akademik disiplinle adlandırmak zordur. Zira Burke’ün yazdığı tarihte entelektüel emek, henüz modern iş bölümüne tabi olmamıştı. Burke, ufuk açıcı bir düşünürdür. Büyük düşünürler, okurlarını henüz keşfedilmemiş bir ufka sürükler. Ufuk açıcı düşünürlerin öne çıkan bir takım özellikleri 1 Muhafazakarlık ile sosyolojik düşüncenin ilişkisi konusunda Nisbet’in klasik niteliğindeki şu metnine bakınız, Robert Nisbet, Sosyolojik Düşünce Geleneği, çev.Yusuf Kaplan, Paradigma Yayıncılık, İstanbul, 2013. Hasan Aksakal, Nisbet’in bu metnini eleştiren bir makale kaleme almış ve makalesine şöyle bir başlığı uygun görmüştür: “Bir Muhafazakar Sosyoloji Var Etme Çabası Olarak Robert Nisbet’in Sosyolojik Düşünce Geleneği”. Bu metnin başlığı bize Aksakal’ın Nisbet’in sosyoloji yorumu konusunda ne düşündüğü ile ilgili ipuçları veriyor. Açıkça anlaşılabileceği üzere kendisi Nisbet’in sosyolojinin kurucu babalarını yorumlama tarzından ya da sosyolojinin muhafazakar düşünceyle ilişkilendirilmesinden rahatsızlık duyuyor. Bu rahatsızlığının ideolojik tercihleriyle ilgili olduğu apaçıktır. Bize göre Durkheim’ın “anomi”sini, Weber’in “büyü bozumu”nu, Tönnies’in “cemaat-cemiyet” ayrımını muhafazakarlıkla ilişkilendirmek son derece anlamlı ve “doğal”dır. 2 Diğer bütün ideolojiler gibi “muhafazakarlık” ( de facto değil, ekol ya da entelektüel hareket olarak muhafazakarlık) modern bir ideolojidir; bu düşünce sistemi Batı menşelidir; muhafazakarlık, Fransız Devrimi’nin ve Aydınlanma Düşüncesi’nin çocuğudur; daha yerinde bir ifadeyle muhafazakarlık “Aydınlanma düşüncesi”ne veya “projesi”ne, Fransız Devrimi’ne, “modernite krizi”ne tepkiden doğmuştur; ve muhafazakarlığın kaşifi, elinizdeki metne konu olan devlet adamı ve “sosyal filozof” Edmund Burke’tür. Ona “sosyal filozof” diyoruz, çünkü yaşadığı dönemde sosyoloji henüz doğmamıştı. 3 vardır: Orijinal ve sistematik metinler kaleme almaları, yeni bir düşünce akımının ya da geleneğin başlamasına ön ayak olmaları veya gelenekler arası köprü kurmaları. Burke, ne bir “sistem düşünürü”dür ne de sistematik metinler kaleme almıştır. Ancak adlarını zikretmemiş olsa bile, fikirleriyle, “muhafazakarlık” ve “liberal muhafazakarlık” terimleriyle adlandırılan ideolojilerin zeminini hazırlamış ve geleneksel politika anlayışı ile modern düşünce sistemleri arasında köprü kurmuştur.3 Descartes modern felsefenin veya modern epistemolojinin, Machiavelli, Hobbes, Locke, Rousseau gibi düşünürler modern siyaset felsefesinin ve siyaset teorisinin, Saint- Simon, Marx gibi düşünürler sosyalist düşüncenin, John Locke, Adam Smith, John Stuart Mill gibi düşünürler liberal düşüncenin “kurucu azizleri”dir. Burke ise bugün hala ideoloji, tutum, gelenek, düşünceler bütünü ya da örtülü kapitalizm savunusu olup olmadığı tartışmaları devam eden muhafazakarlık geleneğinin mimarıdır. Fakat o, aynı zamanda liberalizm ile muhafazakârlığın kavşak noktasında yer alır. Burada muhafazakar veya liberal muhafazakar bir düşünür olarak Burke’ü ele alırken bir ideoloji4 tartışmasına girmeyeceğiz. “Metne hazırlık” kısmında muhafazakarlık ve liberalizmi de içeren bir politik ideolojiler tartışması, incelememizin amaçlarını ve kapsamını fazlasıyla aştığı için bu tür bir tartışmayı derinleştirmeden bıraktık. Bu tür bir tartışmaya girişseydik, söz konusu idelojiler hakkındaki devasa literatürde boğulurduk. Çalışmadaki gayemiz, bölümlerin başlıklarından da anlaşılabileceği üzere, Burke’ün epistemolojisi, ahlak felsefesi ve politik görüşlerinden yola çıkarak onun “etik”i hakkında farklı bir yorum geliştirmeye çalışmak ve Devrim’in “jakobenizm” ve “demokrasi” ile ilişkisini yeniden tartışmaya açmaktır. Bütün bunları yaparken bir ölçüde Burke’ün görüşlerinin dışına çıkma riskini göze almak ve bu “öldürücü” riskle çoğu kez yüzleşmek zorunda kaldık. Fakat bunu yapmasaydık, Burke hakkında daha önce ileri sürülmüş argümanları (kuşkusuz Türkiye’deki argümanlar) tekrarlamaktan başka şansımız olamayabilirdi. 3 Chris Sparks and Stuart Isaacs, Political Theorists in Context, Routledge, London&New York, 2004,s.181. “Burke, İngiliz muhafazakarlığının değil, Sol’dan Sağ’a İngiliz siyasal hayatının filozofudur. Onun düşüncesi, muhafazakar kanadı olduğu kadar, ileri hareketi de beslemektedir.” R.H.S. Crosman’dan iktibas eden, C.W. Parkin, “Burke ve Muhafazakar Gelenek”, çev.Ali Yaşar Aydoğan, Siyasi Düşünce Tarihi, ed. David Thomson, Cengiz Şişman vd., Metropol Yayınları, İstanbul, 2006, s. 167. 4 Sadece “ideoloji” kavramı bile başlı başına bir tez konusudur. Genel bir tartışma için bakınız, Karl Mannheim, İdeoloji ve Ütopya, çev.Mehmet Okyavuz, Epos Yayınları, Ankara, 2002; Terry Egleton, İdeoloji, çev.Muttalip Özcan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2011. Muhafakazarlık ile liberalizmin kolay kolay birbiriyle uzlaştırılabilir ideolojiler olmadığını belirtmeliyiz. Çünkü muhafazakarlık aynı zamanda liberalizme tepkinin ürünüdür. Buna rağmen liberalizm, muhafazakarlığa (radikal muhafazakarlık ya da benzer muhafazakarlık formları hariç) sosyalizm veya komünizme nazaran çok daha yakındır. 4 Batı’da, Burke hakkında özgün ya da değil sayısız araştırma ya da teze rastlamak mümkünken, Türkiye’de akademik camiada veyahut bu camianın dışında, doğrudan Burke’ü ele alan çalışmaların son derece sınırlı sayıda olduğu hemen göze çarpar. Araştırdığımız kadarıyla akademide Burke hakkında beş yüksek lisans, dört doktora tezi yapılmıştır. Bu tezler felsefe, İngiliz dili ve edebiyatı, din felsefesi, kamu yönetimi ve siyaset bilimi alanlarından çıkmıştır.5 Yani elinizdeki metin, sosyoloji alanında Burke hakkında yazılmış “ilk” tez olma niteliği taşıyor. Dolayısıyla metnin yazarı kendisini, öncelikle, Burke’ün eserlerinde ve bu metinde “sosyolojik” olan şey/ler nedir sorusuna cevap vermekle yükümlü kılmıştır. Zira Burke, bir “sosyolog” değil; estetik ve epistemolojiye yöneldiği ölçüde “filozof”, parlamentodaki konuşmaları ve siyasi ilgileri göz önünde bulundurulduğunda yetenekli ve takdire şayan bir hatip ve devlet adamı, sistematik olmasa da toplum ve siyaset hakkındaki yazıları hasebiyle bir “siyaset teorisyeni”dir. Hem Burke hem de çağdaşı entelektüeller ya da düşünürler modern iş bölümü ve uzmanlaşmanın henüz ortaya çıkmadığı bir dönemde yaşamıştır. Dolayısıyla onları sadece filozof, tarihçi, siyaset teorisyeni, estetikçi ya da ahlak felsefecisi olarak nitelendirmek ya da bu etiketlerle anlamak son derece güç olduğu gibi aynı zamanda haksızlıktır. Çünkü bu tür bir tavır, onların belirli bir alanla sınırlı olmayan muazzam bilgi birikimlerini, insan ve toplum hakkındaki kapsamlı görüşlerini yok saymak ya da tek bir alana hapsetmek anlamına gelecektir. Bu nedenle Burke’ü en anlamlı formülasyonla “sosyal filozof”; sosyolojiyi de “toplum hakkında felsefe” ya da “sosyal felsefe” olarak kabul etmeyi 5 Bu çalışmalardan bazıları Edmund Burke’ün yalnızca Yüce ve Güzel Kavramlarımızın Kaynağı Hakkında Felsefi Bir İnceleme’sine, bazısı Fransa’daki Devrim Üzerine Refleksiyonlar’a odaklanıyor. Türkiye’de Burke hakkındaki ilk çalışma Hasan Hüseyin Akkaş’ın 2000 tarihli “İngiliz Muhafazakar Siyasal Düşüncesi ve Edmund Burke” adlı doktora tez çalışmasıdır; bu çalışma 2004 yılında Kadim Yayınları’ndan kitap (Muhafazakar Düşünce ve Edmund Burke) olarak basılmıştır. Burke çalışmaları içinde en dikkat çeken ve Burke’ü son derece kapsamlı şekilde ele alan doktora tezi Fatih Duman’a aittir. Duman’ın 2007 tarihli “Aydınlanma Eleştirisinden Devrim Karşıtlığına: Liberal-Muhafazakar Bir Düşünür Olarak Edmund Burke” adlı tezi, kitap (Aydınlanma Eleştirisinden Devrim Karşıtlığına/Edmund Burke) olarak 2010 yılında Liberte Yayınları’ndan çıkmıştır. Sever Işık’ın “John Locke ve Edmund Burke’ün Siyaset Felsefesinde İhtilal Olgusu” adlı karşılaştırmalı doktora tezi Burke hakkındaki son akademik çalışmadır; bu tez de (Devrim ve Düzen: John Locke ve Edmund Burke’te Devrim Düşüncesi olarak) Kadim Yayınları tarafından 2016’da basılmıştır. Tez çalışması olmayan ve Türkçe’de Burke hakkında yayınlanmış bir başka eser Bedri Gencer’in Hikmet Kavşağında Edmund Burke ile Ahmed Cevdet (1.Baskı, Lotus Yayınevi, 2010; 2.Baskı, Kapı Yayınları, 2011) adlı çalışmasıdır. Bunların dışında Burke’ün kendi çalışmalarından ikisi (Yüce ve Güzel Kavramlarımızın Kaynağı Hakkında Felsefi Bir İnceleme –BilgeSu Yayıncılık – ve Fransa’daki Devrim Üzerine Düşünceler –Kadim Yayınları) ve Burke hakkında bir metin (Stephen K.White’a ait, Paradigma Yayıncılık’ın 2013 yılında bastığı Edmund Burke/Modernite, Politika ve Estetik adlı eser elinizdeki metnin yazarı tarafından) çevrilerek Türkçe’ye kazandırılmıştır. 5 önerebiliriz; zira sosyoloji, felsefenin içinde yoğrulmuştur.6 Aslında günümüzde, özellikle Batı’da, disiplinlerarası akademik çalışmalar rağbet görüyor olsa da, Türkiye’de sosyolojinin “toplum hakkında felsefe” olarak yorumuna karşı çıkan çok sayıda akademisyene rastlamak mümkündür; bu bakış açısına sahip kişiler sosyolojiyi “dar” uygulama alanları ya da konularına hapseder ve sosyoloji alanında çalışan akademisyenlerin felsefe, tarih ya da siyaset teorisi konularına ilgilerinden nefret eder. Bunu, kendi alanını sahiplenme çabası ya da akademik bir tür “eşik bekçiliği”7 olarak yorumlamak mümkündür. Elinizdeki çalışmanın yazarının da bu tür bir tavırla karşılaşması kuvvetle muhtemeldir. Buna rağmen bir “sosyal filozof” olarak Burke’ün sosyolojiyle ilgisi tartışılamazdır; ele aldığı konuların veya sorunların tamamı sosyolojiktir; çok daha önemlisi bu konu ve sorunlara bakış açısı sosyolojiktir. Hem ahlak felsefesi alanındaki görüşleri hem de “devrim” fenomenine odaklanması Burke’teki “sosyolojik” unsurlardır. Bu tezi sosyolojik yapan şey, Burke’ün “Yüce” (Büyük Yüce hariç)8, “muhayyile”, “ahlaki muhayyile”, “ahlak hissi”, “sağduyu”, “sempati” kavramlarıdır. Burke, insanı ve toplumu öncelikle bu kavramlardan hareketle yorumlar; insan, Yüce’nin varlığı ve Yüce tecrübesi nedeniyle sınırlı ve “etik”, “muhayyile” ya da “ahlaki muhayyile”nin işleyişi nedeniyle sosyal ve yaratıcı, “ahlak hissi”, “sağduyu” ve “sempati”ye sahip olması hasebiyle “diğerlerinden sorumlu” varlıktır. Metnimizde Burke’ün bu fikirleri ile Emmanuel Levinas’ın etik’i arasında paralellikler kuruyoruz. Levinas’ın “ilk felsefe” olarak tanımladığı etik, sadece felsefe ile sınırlandırılamaz; 6 Sosyolojinin “sosyal felsefe” olduğu yolundaki görüşümü hocam ve danışmanım Prof.Dr.Hüsamettin Arslan’a borçluyum. Bunun “sosyolojimiz” için önemli olduğunu düşünüyorum. 7 Bu kavramı bilim sosyolojisi literatüründen ödünç alıyoruz. Bilimin “eşik bekçileri” “epistemik ortodoksi”ye veya “statüko”ya (ya da epistemik cemaatin normlarına, değerlerine, inançlarına) uymayan bilim adamlarını bilimin sınırlarının dışına atar. “Bilimsel epistemik cemaat”in ve “epistemik monopol”ün bekası, bilim kurumundaki eşik bekçilerinin sıkı kontrolüne bağlıdır. Bilimin normlardan, dogmalardan, inançlardan, değerlerden müteşekkil bir “epistemik cemaat” olarak yorumu ve bu cemaatin “eşik bekçileri” için Hüsamettin Arslan’ın Türkiye’deki ilk bilim sosyolojisi metni olan şu çalışmasına bakınız, Epistemik Cemaat/Bir Bilim Sosyolojisi Denemesi, Paradigma Yayıncılık, İstanbul, 2007. 8 Büyük Yüce; Tanrı “aşkın”dır; dolayısıyla “sosyolojik” değildir. 6 nihai noktada ahlaki-politik düzen etik temele bağlıdır ya da bağlı olmalıdır;9 bu nedenle Levinas’ta etik “sosyal”dir.10 Burke’teki hem etik hem de sosyolojik kavramlardan biri “muhayyile”dir; muhayyile ya da “ahlaki muhayyile” sosyaldir. Muhayyile, geçmişin akılda tutulmasını sağlar; “geçmişi akılda tutmak muhakeme yapmak demektir ve muhakeme yapmak geleceği görmektir.”11 Bu nedenle Burke’ün “ahlaki muhayyile”si, aynı zamanda “sosyal hafıza”dır; bireyin hafızasından söz ettiğimizde bile hafıza, sosyaldir;12 ona göre insana ve topluma ait bütün fikirler “ahlaki muhayyilenin gardırobundan” çıkar. Burke, Fransız Devrimi eleştirisi kontekstinde “ahlaki muhayyile”ye, dolayısıyla sosyal hafızaya vurgusu nedeniyle toplumu ilk keşfeden düşünürlerden biridir. O, modern çağın en kritik “ilk” vak’asını, Fransız Devrimi’ni bu muhayyilenin ve hafızanın kaybı olarak değerlendirmiştir. İster devrimcilerin ister yorumcuların gözünden Devrim, “kırılma”yı veya “kopuş”u temsil ettiği sürece “sosyal hafıza” kaybıdır.13 Sosyal hafıza, bireylerin “ortak repertuar”ıdır. Sosyal eylemi belirleyen şey, teorik bakış açıları ya da çerçevelerden ziyade, bu ortak repertuardır;14 bu repertuar gelenekler, değerler, kurumlar ve “önyargı”lardan müteşekkildir. Burke, Devrim’i, bu ortaklığın bozulduğu bir “modernite krizi” olarak görmüştür. Sosyolojik bir hadise olarak Fransız Devrimi Burke için, devrimcilerin “organizma” olarak topluma açtığı topyekun bir “savaş”tan başka bir şey ifade etmez. İşte sosyoloji de “toplum”a açılan bu savaştan doğmuştur; sosyoloji, devrime tepkiden ve “toplumun keşfi”nden doğmuştur; sosyoloji, “insan sorunu”nun, toplumdaki (ekonomik, politik, dini, demografik, felsefi) sorunların “keşfi”nin; Devrim öncesinde 9 Bununla ne demek istediğimizi metnin içinde ayrıntılı şekilde anlatacağız. Levinas’ta “başkası’na karşı etik, sorumluluk üzerine kuruludur.” Ancak bu sorumluluğu, “etik”in buyurduğu kurallar, normlar takımı olarak anlayamayız. Ona göre etik, “başkası”yla ilişki, “aşkın”ın muhafazasına bağlıdır. Levinas’a göre buradaki “aşkın”, Tanrı değildir. Aşkın olan “Başka” ve yine aşkın olan “mutlak başka” (ölüm) ile gelen (var/Il y a) “tecrübe”sidir. 10 Levinas’çı etik’in sosyolojik, harikulade analizlerinden biri için bakınız, Zygmunt Bauman, Postmodern Etik, çev.Alev Türker, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2016. Levinas’a göre “sonsuzluk fikri toplumsal ilişkidir”. Bkz. Simon Critchley, Sonsuz Talep, çev. Tuncay Birkan, Metis Yayıncılık, İstanbul, 2010, s.69. 11 Maurizio Ferraris, İmgelem, çev. Fırat Genç, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2008, s.50. 12 Ancak bu iddia bizi sosyolojizme sürükleme potansiyeline sahiptir; çünkü bu noktadan yola çıkıldığında “bireysel” olup hiçbir suretle “sosyal olmayan” şeyin ne olduğu sorusuna cevap verilmelidir. 13 Mutlak bir kopuş olarak görülmediğinde de Devrim bir “yıkım”dır. Mesela Tocqueville, Fransız Devrimi’nin toplumda bir yenilik getirmediğini, eski yapının Devrim’den önce değişmekte olduğunu ileri sürmüştür, fakat bu, Devrim’in radikal veya yıkıcı olmadığı, “sosyal hafıza”ya zarar vermediği anlamına gelmez. 14 Taylor, Charles, Modern Toplumsal Tahayyüller, çev. Hamide Koyukan, Metis Yayıncılık, İstanbul, 2006, ss.33-34. 7 zuhur eden ve Devrim’in pekiştirdiği atomlaşmış insan/birey ve toplum anlayışının eleştirisinin ürünüdür. Burke’ün fikirlerini sosyolojik hale getiren şey, Fransız Devrimi’nin yıkıma uğrattığı geleneğe, değerlere, sürekliliğe, kurumlara, düzene15 vb’ne vurgusudur; yani toplumu toplum yapan ya da ayakta tutan temel dinamiklere odaklanmasıdır. Fransız Devrimi’ne ilk tepki gösteren düşünür olma özelliği Burke’ü, yaklaşık iki yüzyıldır süren siyaset teorisi, siyaset felsefesi alanındaki tükenmek bilmeyen tartışmalara konu yapmıştır.16 Elinizdeki metnin yazarının bu tartışmaları sonlandırma gibi hedefi olmaz/olamaz. Çalışmanın mütevazı amacı, İngiltere kontekstinden “liberal muhafazakar” bir düşünür ve devlet adamıyla gücümüzün yettiği kadarıyla diyaloga girmektir; bu diyalogla Burke’ün düşüncelerinin, Türkiye’de gerçekleşen “sosyal/politik değişme”yi yeniden değerlendirmemize vesile olacağını ve günümüz dünyasının politik hayatına ne tür katkılar sunabileceğine dair ipuçlarının yakalanabileceğini düşünüyoruz. Ancak burada Türkiye’nin tarihsel-toplumsal pratiği ile Burke’ün fikirleri arasında doğrudan bağlantılar kurmak ve bunları tartışmak niyetinde değiliz. Bunlar arasında dolaylı bağlantılar kurulabilir ve bu da başka bir tezin konusu olabilir. Biz bu çalışma vesilesiyle sadece şu tür soruları tartışma gündemine taşıyacağız: Burke’ün muhafazakarlığı ya da “liberal muhafazakarlığı” Türkiye açısından neden önemlidir? Sözünü ettiği “ahlaki muhayyile” nin ve “sosyal hafıza”nın kaybı Türkiye için de geçerli midir? Nasıl geçerlidir? Toplumumuzda “sosyal hafıza” zarar görmüş müdür? Burke’ün düşünceleri çerçevesinde ülkemizdeki “toplum projesi”nin başarısını ya da başarısızlığını tartışmak mümkün müdür? Burke’ün fikirlerinin ya da muhafazakar düşüncenin demokrasi ile ilişkisi kurulabilir mi? Ya da daha yerinde bir ifadeyle muhafazakar bir demokrasiden söz edilebilir mi? Geleneğin demokrasi ile ilişkisi nedir?vb. Kuşkusuz Burke ile diyaloga girerken ya da onu günümüz dünyasına taşırken, görüşlerinin, sosyo-politik her derde deva niteliğinde bir reçete olarak görülebileceğini ileri sürme niyetinde değiliz. Yalnızca onu anlamak, fikirlerinden ve 15 Burada, düzen “statüko” ya da Comte’un ifadesiyle “statik” olarak değerlendirilebilir, ancak Burke’e göre toplum düzeni hiçbir suretle değiş(tirile)mez bir düzen değildir; bu düzen, devrimcilerin öngördüğünün aksine toptan ya da birdenbire değil, yalnızca tedrici adımlarla ya da reformlarla değişebilir. 16 Raymond Williams Kültür ve Toplum:1780-1950 adlı çalışmasında “Burke’ün Fransız Devrimi konusundaki tavrını çürütme[nin] bugün siyaset ve tarih bilen biri için çocuk oyuncağı” olduğunu ileri sürse de, bu, o kadar kolay değildir. Öyle olsaydı bugün hala Burke’ün fikirlerini tartışıyor olmazdık. Williams’ın bu konudaki görüşleri için bakınız, a.g.e., çev.Uygur Kocabaşoğlu, İletişim Yayınları, İstanbul, 2017, s.37. 8 tecrübelerinden dersler çıkarmakla yetinebiliriz. Yine de bu, çok geç kalınmış bir girişimdir. Mesela yukarıda sorduğumuz türde sorular, Burke’ün Fransız Aydınlanma felsefesi ile ilişkilendirdiği Fransız Devrimi’ne tepkisini dile getirdiği 1790 tarihli Fransa’daki Devrim Üzerine Refleksiyonlar (Reflections on The Revolution in France) metninin 2016 gibi geç bir tarihte Türkçe’ye kazandırıldığı düşünüldüğünde çok daha büyük bir anlam kazanır. Burke’e ilginin, bu kadar ertelenmiş olmasının nedeni açıktır: Türkiye’deki entelektüel/akademik komünite, benimsediği farklı ideolojik yol haritaları ve kibri yüzünden Burke’ü görmezden gelmiştir. Türk entelijansiyasında Fransız Aydınlanması egemen olmuş; bu politik ve ideolojik “Aydınlanma” ortodoksisinin dışında kalan Türkiye’li entelektüeller ve Burke “heretik” ilan edilmiştir. Fransız Devrimi’nin egemen yorumlarını onaylamayan ve farklı okumalar yapan her entelektüel Türkiye’de heretik olmak durumundadır. Burke de kendi döneminde Fransız Aydınlanması’na ve Devrimi’ne ilişkin farklı yorumları nedeniyle aforoz edilmiştir. O, Fransız Devrimi’ni desteklemediği için liberal partidaşları, liberal ekonomi politikalarını benimsediği için bazen devlet müdahalesini savunan muhafazakarlar ve sol cenahta yer alan düşünürler, devrim fikrine karşı çıktığı için sosyalistler ve komünistler, Katolik kökenleri nedeniyle Protestanlar tarafından dışlanmış bir düşünürdür. Dolayısıyla artık hakkının teslim edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu çalışmada Burke ile diyaloga girerken ve onu “liberal muhafazakar” bir düşünür olarak ele alırken öncelikle yapmamız gereken şey, Burke’ün, kendisini, kendi kontekstinde nasıl gördüğünü ortaya koymaktır. Zira Burke’ün yaşadığı dönemde (1729-1797) entelektüel bir ekol ya da ideoloji olarak liberalizm veya muhafazakarlığın varlığından söz etmek mümkün değildir; terim ve ideoloji olarak ikisi de on dokuzuncu yüzyılda tedavüle girmiştir. Burke, daha önce de belirttiğimiz gibi hiçbir zaman muhafazakar, muhafazakarlık, liberalizm terimlerini kullanmamıştır. Fakat o, yirmi dokuz yıllık (1765-1794) meslek hayatının yirmi altı yılını (1765-1791) Whig parlamenteri olarak geçirmiştir ve Whig’ler günümüz anlamında olmasa da dönemin İngiliz “liberal”leridir. Kralın yetkilerini sınırlandırmaya çalışan Whig’lerin İngiliz parlamentosundaki muhalifleri ise Tory’lerdir. Burke, bir Whig parlamenteri olmasına rağmen, İrlanda ve Hindistan meselelerine yönelik politik duruşu hasebiyle Whig’lerden daha “liberal”, Fransız Devrimi’ne tepkisi nedeniyle daha “muhafazakar”dır. Yine de bu 9 tanımlamalardan bağımsız şekilde onun, kendisini, hayatı boyunca bir Hıristiyan ve Whig olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Liberalizmin önemli isimlerinden ekonomist ve siyaset bilimci Friedrich August von Hayek’e (1899-1992) göre Burke, hayatının sonuna kadar bir “Old Whig” olarak kalmıştır ve hatta “kendisinin bir ‘Tory’ olarak görüldüğünü bilse ürperirdi.”17 Peki, araştırmacılar Burke’ü, on dokuzuncu ve yirminci yüzyılda nasıl yorumlamıştır? Mesela o, liberal midir, muhafazakar mıdır? “Reaksiyoner” midir (Türkçe’deki yanlış ve ideolojik karşılığı “gerici”) “ilerici” midir? “Empirist faydacı” mıdır, yoksa “doğal hukuk geleneği” içinde mi yer alır? Statükonun savunucusu mudur, yoksa değişim taraftarı mıdır? “Tarihselci” midir, “evrensel” yasalara ya da “doğa yasaları”na inanan bir üniversalist midir? Aydınlanma düşünürü müdür, yoksa Aydınlanma’nın “mezar kazıcısı” mıdır? Michael Löwy ve Robert Sayre’ın iddia ettiği gibi “karşı-devrimci” ve “tutucu romantik” midir?18 On dokuzuncu yüzyıl liberalleri onu, kral III.George’un yetkilerini parlamento karşısında sınırlandırmaya çalışan bir Whig19 ve dolayısıyla “faydacı bir liberal” olarak selamlar. Mesela Leslie Stephen, Henry Buckle, William Lecky gibi yazarlar Burke’ün empirizmini öne çıkarır ve onu faydacılığa dayanan “pratik” bir devlet adamı olarak görür. Bu yorumda, Burke’ün soyut ilkelerden nefreti ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve Devrimi lehine tavrı vurgulanır.20 Isaac Kramnick’e göre ise liberaller, onun empirizmini, orta sınıfın çıkarlarını meşrulaştıran kullanışlı bir araç olarak görmüş ve Fransız Devrimi reddiyesinde (Fransa’daki Devrim Üzerine Düşünceler) aristokrasiyi müdafaasını yok saymıştır.21 Anglo-Sakson dünyanın liberal Burke yorumları, yirminci yüzyılda, yerini “muhafazakar Burke” yorumlarına bırakmıştır. Amerika’da Soğuk Savaş döneminde liberalizme, sosyalizme ve komünizme tepki olarak ortaya çıkan muhafazakar ekol [Russell Kirk (1918-1994), Clinton Rossiter (1917-1970) vb.] onu, muhafazakar düşünce geleneğine yerleştirir. Buna göre Burke’ün jakobenizm, rasyonalizm, ateizm, 17 Hayek, “Niçin Muhafazakar Değilim”, çev. Atilla Yayla, Liberal Düşünce, Sayı:34, Bahar 2004, s.76. 18 Michael Löwy ve Robert Sayre’ın bu konudaki argümanları için bakınız, İsyan ve Melankoli/ Moderniteye Karşı Romantizm, çev.Işık Ergüden, Alfa, İstanbul, s.60, 97. 19 Burke’ün bu konudaki görüşleri için bakınız, Burke, “Thoughts on the Cause of the Present Discontents” (1770), Selected Writings and Speeches, ed.Peter J. Stanlis, Regnery Publishing, Washington D.C., 1997, ss.124-175; John Morley’in Burke’ün “Mevcut Memnuniyetsizliklerin Nedeni Üzerine Düşünceler”i III.George’a tepki olarak yazdığına ilişkin yorumu için bakınız; Morley, Edmund Burke: A Historical Study, Macmillan and Co., London, 1867, ss.12-13. 20 Peter J.Stanlis, “Introduction”, Selected Writings and Speeches, ss.28-31. 21 Kramnick, “Introduction”, Burke, The Portable Edmund Burke, ed. Isaac Kramnick, Penguin Books, New York, 1999, ss.xxvi-xxviii. 10 radikalizm karşıtı görüşleri, “Amerika’yı kuşatan spiritüel kriz”in çözümü ve “ateistik komünizmin günahlarından…kurtulmak” için gerekli bir reçete niteliğindedir.22 Fakat burada özellikle vurgulamamız gereken nokta Burke’ün yalnızca muhafazakar bir düşünür olarak değerlendirilemeyeceğidir. Burke’te muhafazakarlıktan daha fazlası vardır. Muhafazakarlık, Aydınlanma’ya ve liberalizme karşıtlık içinde gelişmiştir. Halbuki Burke, Fransız Aydınlanması’nı eleştiriyor olsa bile, bir Aydınlanma düşünürüdür; fakat başka bir Aydınlanma düşünürü. İskoç Aydınlanması içinde yer aldığı için fikirleri, empirizmin ve ahlak felsefesi ekolünün derin izlerini taşır. Ayrıca o, çağdaşı Adam Smith gibi “serbest ekonomi politikası” savunucusudur ve mesela, “paternalist” türde bir muhafazakarlıkla uzlaştırılması zordur.23 Gerçekten de Burke’ün tepkisi doğrudan “liberal” değerlere değil, genelde her tür radikalizme, özelde Fransız Devrimi radikalizmine yöneliktir. Burada, Burke’ün yalnızca muhafazakar veyahut yalnızca liberal; her yönüyle Aydınlanma filozofu ya da “katıksız” bir Aydınlanma düşmanı şeklinde tanımlanmasının tek yanlı bir okumanın sonucu olduğunu söylemek mümkündür. Sadece estetik24 konusunda yazan, ekonomiye devlet müdahalesine, Hindistan’a yönelik baskıcı politikalara karşı çıkan, Amerikalıların, İrlandalıların haklarını savunan Burke’ü 22 Ed.Isaac Kramnick, Edmund Burke (Great Lives Observed), Prentice-Hall, Englewood Cliffs, New Jersey, 1974, ss.2,3. Bu konuda ayrıca bakınız, Philippe Beneton, Muhafazakarlık, çev.Cüneyt Akalın, İletişim Yayıncılık, İstanbul, 2011, s.84. Fakat birçok muhafazakarın bu reçeteyi “ideolojik” bir şey olarak görmediğini belirtmemiz gerekir. Kirk’e göre muhafazakarlık “politik bir sistem” veya “ideoloji” değildir. Tarihçi H.Stuart Hughes için “muhafazakarlık ideolojinin reddidir” ve mesela Amerikan ikinci başkanı John Adams’a göre ideoloji “ahmaklık bilimi”dir. Muhafazakar politika “pratik” ve “pragmatik”tir. Ancak muhafazakarlığın ideoloji olmadığı iddiasının da “ideolojik” olduğu ileri sürülebilir. İdeolojinin toptan reddi ideolojik bir tutumdur. “Evrensel reçeteler” sunmaması onun, ideoloji olmadığını göstermez. Zira diğer ideolojiler de tarih boyunca, toplumdan topluma değişim geçirmiştir. Kieron O’Hara, Conservatism, Reaktion Books, London, 2011, s.6, 7. 23 Burke, bir Whig olmasına rağmen Refleksiyonlar, “one-nation muhafazakarlığı” için “anahtar bir metin”dir. Disraeli’nin temsil ettiği muhafazakar kanat, ekonomik eşitsizliğin doğal olduğunu, zengin fakir farketmeksizin bütün bireylerin Britanya ailesinin mensubu ve birbirine karşı sorumlu olduğunu ve “geleneksel anayasal kurallar”a saygı gösterilmesi gerektiğini savunur. 1970’lerden sonra, Margaret Thatcher’la birlikte Yeni Sağ, ekonomik alana devlet müdahalesini öngören bu anlayışa ve ayrıca Burke’e meydan okumuştur. Çünkü Yeni Sağ, geleneksel muhafazakarları temsil eden one-nation muhafazakarlardan farklı olarak daha “modernleşmeci” ve serbest piyasa ekonomisi savunucusudur; bu muhafazakar kanat, Burke’ü daha “geleneksel” ya da “Tory” şeklinde okumuştur. Chris Sparks and Stuart Isaacs, a.g.e., ss.166-167. Burke’ün liberal muhafazakar olarak tanımlanmasında hiçbir sorun görmeyen bir yorum için bakınız, Dennis O’Keeffe, Edmund Burke, Major Conservative and Libertarian Thinkers, ed. John Meadowcroft, Volume 6, The Continuum International Publishing Inc., New York&London, 2010, s. 120. Keeffe, Burke’ün tıpkı Oakeshott, Churchill, Milton Friedman, Thatcher gibi hem liberal hem de muhafazakar olduğunu savunur. 24 Burke’ün 1757 tarihli Yüce ve Güzel Kavramlarımızın Kaynağı Üzerine Felsefi Bir İnceleme (A Philosophical Enquiry into the Origin of Our Ideas of the Sublime and Beautiful) adlı eserine atıf yapıyoruz. Sadece estetik konusundaki görüşlerine odaklananlar onu bütünüyle Aydınlanma’ya dahil etme eğilimindedir. 11 değil, aynı zamanda Fransız Devrimi’ni ve filozoflarını kıyasıya eleştiren Burke’ü görmek ve yorumlamak isteyen az sayıda araştırmacı vardır. “Konvansiyonalist” görüşe savaş açan araştırmacılar25, “Genç Burke”ü onaylayanlar onun Aydınlanma’ya dahil edilen İnceleme’sine; “yaşlı Burke”ü onaylayanlar Refleksiyonlar’a odaklanır. Mesela, siyaset tarihçisi John Pocock’a göre Burke, keskin bir Aydınlanma karşıtı değil, “Aydınlanmış Avrupa”yı devrimcilere karşı savunan bir şahsiyet”tir.26 Conor Cruise O’Brien da onun “Locke ve Montesquieu gibi erken Aydınlanma’nın çocuğu” ve “Fransız Devrimi’nin liberal ve çoğulcu karşıtı” olduğunu düşünür. “Isaiah Berlin’e göre ise Burke, 19.Yüzyıl’ın önde gelen tepkici düşünürü Joseph de Maistre’nin27 düşüncelerini etkilemiş olan bir ultra-muhafazakardır.”28 Berlin’in aksine Terry Eagleton, Burke’ün bir Whig olması hasebiyle günümüz muhafazakarlığının kurucusu olarak görülemeyeceğine işaret eder.29 Buna göre liberalizm ile muhafazakarlık uzlaştırılamaz iki ideolojidir.30 25 Konvansiyonalist bakış açısını (doğal haklar kontekstinde) eleştiren teorisyenlerden biri, Leo Strauss’tur. 26 Gertrude Himmelfarb, The Roads to Modernity: The British, French and American Enlightenments, Vintage Books, London, 2008, ss.71-72. 27 Maistre’nin pozisyonunu “reaksiyoner muhafazakarlık” olarak adlandırabiliriz. “Reaksiyoner” kelimesi Türkçe’de bazen pejoratif anlamda; “gerici” olarak kullanılmıştır. Örneğin Albert O. Hirschman’ın Rhetoric of Reaction adlı metni Türkçe’ye Gericiliğin Retoriği şeklinde çevrilmiştir. Mannheim’ın belirttiği üzere Burke’ün ilk Alman çevirmeni Gentz ve arkadaşı Adam Müller onu, “reaksiyoner” olarak görmüştür. Halbuki Mannheim’a göre Burke, yaşlılığında muhafazakarlaşmış olsa bile, liberal değerlere her zaman bağlı kalmıştır. Karl Mannheim, Conservatism/A Contribution to the Sociology of Knowledge, ed. David Kettler, Volker Meja vd., Routledge, New York, 1986, s. 47. Ona göre “’Burke’ün ileri sürdüğü görüşler, felsefi bakımdan derinleştirilmiş ve gerçekten Alman unsurlarla birleştirilmiştir...Fransızların ilerici Aydınlanma için yaptığı şeyi –Fransızlar Aydınlanmayı nihai mantıksal sonuçlarına götürecek kadar işlemişlerdir– Almanlar muhafazakarlık ideolojisi için yapmıştır.’” Andrew Vincent, Modern Politik İdeolojiler, çev. Arzu Tüfekçi, Paradigma Yayıncılık, İstanbul, 2006, s. 96. Burada, Burke’ün, Maistre veya Bonald çizgisinde bir muhafazakar olmadığını belirtmek gerekir. Aynı şekilde o, “ilerleme”ye iman edenlerin, zihni dumura uğratan “gerici” gibi kavramlarıyla da anlaşılamaz. Bu tür kavramlar düşünmenin önünde engeldir; çünkü “gerici” sıfatını kabul etmek “ilerleme”yi sorgulamamızın imkanını ortadan kaldırır; “gerileme” ve “gericilik”, “ilerleme” varsa mümkündür. Burke, bir “gerici” ya da “ilerici” değildir. Estetik ve epistemolojisi göz önünde bulundurulduğunda belirli ölçüde “Aydınlanma”ya bağlı; Hindistan politikaları, Amerikan Bağımsızlık Savaşı’na ve İrlandalı Katoliklere desteğine ve serbest ekonomi politikalarına odaklanıldığında “liberal”, Fransız Devrimi’ne ve jakobenizme tepkisi, kurumlara, geleneklere, değerlere, aileye verdiği önem dikkate alındığında “muhafazakar”dır. 28 Himmelfarb, a.g.e., s. 72; Fatih Duman, a.g.e., s.494. 29 Duman, a.g.e., s.555. Klaus Epstein’a göre muhafazakarlık “reaksiyoner”, “statükocu” ve “reformcu muhafazakarlık” ya da “liberal empirist”, “liberal rasyonalist” ve “anti-liberal sezgici muhafazakarlık” şeklinde tasnif edilebilir. Klaus Epstetin, The Genesis of German Conservatism, Princeton University Press, New Jersey,1966, ss.7-11. Bir başka sınıflandırma “gelenekçi muhafazakarlar”, “romantik muhafazakarlar”, “paternalist muhafazakarlar”, “liberal muhafazakarlar” ve “Yeni Sağ muhafazakarları” şeklindedir. Andrew Vincent, a.g.e., s.98. Muhafazakarlığa ilişkin tasniflerden bir diğeri şu şekildedir: Yapısal muhafazakarlık ve değer muhafazakarlığı. Alman filozof Rüdiger Safranski’ye (1945-) göre “yapısal muhafazakarlık otoban inşa etmek ister, değer muhafazakarları otobanlar için kesilen ağaçları 12 Tam da bu noktada muhafazakarlığa ilişkin “prosedürel muhafazakarlık” (procedural conservatism)-“öze dayalı muhafazakarlık” (substantive conservatism) gibi ayrımlar gündeme getirilmiştir. Prosedürel muhafazakarlar kurumları ve kuralları korumakla birlikte tedrici değişime izin verirken, öze dayalı muhafazakarlar korunması gerekeni her durumda koruma çabası içindedir. Hampsher-Monk, Burke’ün, kesin ilkeler ya da kurallar öne sürmediği ve değişimden yana olduğu için prosedürel muhafazakar olarak görülebileceğini savunur.31 Huntington’a göre de onun pozisyonu, sabit ilkeler veya idealler önermeyen, daha çok tarihsel süreçte şekillenen kurumları hızlı ve şiddet içeren eylemler karşısında muhafaza etmeye çalışan “duruma özgü” (situational) muhafazakarlığa yakındır.32 Ancak bu tür bir anlayış muhafazakarlığın içeriğini tamamen boşaltma eğilimindedir. Muhafazakarlığın koruması gereken ilkeler, değerler ya da kurumlar belli değilse neyi muhafaza edecektir? “Tedrici değişime izin veren status quo savunuculuğu” muhafazakarlığı her türlü ideolojiye rahatlıkla eklemlenebilir hale getirir. Zira her ideoloji kendi düzenini korumaya çalışır. Muhafazakarlığın kendine özgü ilkeleri ya da değerleri yoksa diğer ideolojilerden nasıl ayrılacaktır?33 Aslında bize göre mesela, liberalizm ile muhafazakarlığın yolları, muhafazakarlığın içeriksiz olması nedeniyle kesişmemiştir. Bu ideolojiler, birlikteliğini, radikalizme, sosyalizme ve komünizme karşı işbirliğine borçludur. Yukarıdakine benzer, içeriksiz muhafazakarlığa dayanan Burke okumalarına karşı çıkan Joseph L.Pappin gibi yorumcular, onu, “faydacı” gelenekten ziyade, Aristoteles, Cicero, Aquinalı Thomas’nın içinde yer aldığı “doğal hukuk geleneği”nden hareketle yorumlar.34 Gerçekten de Burke, göstermeyi deneyeceğimiz üzere, bütün empirist argümanlarına rağmen bu gelenekten kayda değer ölçüde etkilenmiştir. Fakat bu “doğal hukuk geleneği” genellikle “modern doğal hukuk geleneği” ile karıştırılmıştır. Bu tür bir kafa karışıklığı nedeniyle Burke’ün “rasyonel” ilkelere korumak ister.” Göran Dahl, Radikal Conservatism and Future of Politics, Sage Publications, London, 1999, s.28. Belli başlı muhafazakarlık tasnifleri içinde Burke’ün en yakın olduğu muhafazakarlık, liberal muhafazakarlıktır. 30 Liberalizm ile muhafazakarlığın ayrıldıkları ve uzlaştıkları noktalar konusunda bakınız, Bengül Güngörmez, “Siyasi Hayatın Huzursuz Kuzenleri: Liberaller ve Muhafazakarlar”, Liberal Düşünce Dergisi, Yıl 18, Sayı 69-70, Kış-Bahar 2013, ss. 107-114. 31 Ian Hampsher-Monk, The Political Philosophy of Edmund Burke, Longman, London, 1987, s. 28. 32 Huntington’a göre muhafazakarlığın ideal bir toplum ve siyaset anlayışı yoktur. Dolayısıyla muhafazakarlık herhangi bir ideolojinin tam karşıtı olarak görülemez. Huntington, “Conservatism As An Ideology”, The American Political Science Review, vol.51, no:2, 1957, ss.454-460. 33 Fatih Duman, a.g.e., s.492. 34 Joseph L. Pappin III, The Metaphysics of Edmund Burke, Fordham University Press, New York, 1993. 13 dayandığı ya da insanın “akıl”ıyla bileceği “doğal haklar”a, “doğa yasaları”na, “evrensel yasa”lara inandığı varsayılmıştır. Burke’e göre bu tür yasalar vardır, ancak bunlar “sınırlı” bir varlık olarak insanın “akıl” yoluyla ulaşabileceği yasalar değildir; bunlar, yalnızca Tanrı’nın yasaları olabilir. İnsana ve topluma ait yasalar teamüllerin, geleneklerin ya da tarihsel tecrübenin ürünleridir. Ona göre “tecrübe”, insan ve toplum hayatında asli bir fonksiyona sahiptir; tarihsel tecrübelere dayanan ilke ve kurallar toplumlara rehberlik eder. Fakat bu iddialar da Burke’ü bir başka tartışmanın içine sürüklemiştir; “doğal haklar”, “evrensel yasa”lar yoksa, “evrensel ahlak kuralları”ndan, siyaset ilkelerinden, felsefeden, siyaset biliminden, siyaset felsefesinden nasıl söz edebiliriz?35 Elinizdeki çalışma, yalnızca bu tür sorulara değil, aynı zamanda etik, devrim, demokrasi, jakobenizm tartışması kontekstinde şu sorulara da cevap arayacaktır? Burke’ün epistemolojisini, ahlak ve siyaset felsefesini oluşturan kavramlar nelerdir? Bunların günümüz etik tartışması ile ne tür bağlantıları vardır? Genelde “devrim” fikrini, özelde Fransız Devrimi’ni Burke’ten hareketle nasıl yorumlayabiliriz? Bir “devrim düşünürü” olarak Burke İngiliz ve Amerikan Devrimlerini onayladığı halde Fransız Devrimi’ne neden ve niçin karşı çıkmıştır? Devrim ile jakobenizm, devrim ile on sekizinci yüzyıl ve günümüz demokrasisi arasında ne tür anlamlı bağlantılar kurulabilir? Çalışmamız bu sorulardan hareketle hazırlanan üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümün ilk kısmında Burke’ün hayatını, entelektüel-politik ilgilerini özetlemeye çalıştık ve kısaca eserlerini takdim ettik. İkinci kısımda ise Burke’ü “arafta bir düşünürü” olarak ele aldık. Bu başlığı koymamızın nedeni şu tezimizi açmaktı: Sıklıkla ileri sürüldüğünün aksine, Burke’ün on yedinci ve on sekizinci yüzyıl devrimlerine tepkisi epistemoloji ve ahlak felsefesi alanındaki fikirleriyle ve politik duruşuyla uyumsuz değildir. Bu devrimler, doğal olarak birbirinden farklı devrimlerdir; çünkü her biri, farklı politik, ekonomik, felsefi kontekstlerde vuku bulmuştur. Burke bu farklılıkların bittabi farkındadır, ancak “Aydınlanma Çağı”nda gerçekleşen devrimlere Fransız Devrimi’ne saldırdığı ölçüde şiddetle saldırmamıştır. Bunun nedeni ise, Devrim’i, Hıristiyan Avrupa medeniyetini temelinden sarsacak bir olay olarak 35 Bu konudaki iddiaların bir örneği için bakınız, Leo Strauss, Doğal Hak ve Tarih, çev. Murat Erşen ve Petek Onur, Say Yayınları, İstanbul, 2011. 14 yorumlamış olmasıdır.36 Onun İngiliz (1649 ve 1688), Amerikan ve Fransız Devrimlerine verdiği tepkiyi daha anlamlı ve açıklayıcı hale getirmek için öncelikle, “Britanya Aydınlanma geleneği”, Amerikan Aydınlanması ve Fransız Aydınlanması’na ilişkin genel bir tartışma yürüttük. Bu tartışmada Burke’ün de içinde yer aldığı Britanya Aydınlanma geleneğinin Amerikan ve Fransız Aydınlanması’ndan temel farklılıklarını ortaya koymaya çalıştık. Burada Aydınlanma ile Devrim düşüncesi arasında doğrudan ya da dolaylı bağlantılar kurulabileceğine dair argümanlar sunmayı denedik. Zira Burke, Fransız Devrimi’nden büyük ölçüde Fransız Aydınlanma filozoflarını sorumlu tutmuş, bu Devrim’i “felsefi bir devrim” olarak yorumlamış; fakat İngiliz ve Amerikan Devrimlerine ilişkin bu tür bir değerlendirme yapmamıştır. Peki Burke’ün bu devrimlere tepkisi neden ılımlıdır? Bu soruya cevap verebilmek için İngiliz, Amerikan ve Fransız Devrimi’nin farklılıklarını genel hatlarıyla sunmaya çalıştık. İkinci bölümün başlığı (“Yüce, Muhayyile ve Etik”) Burke’ün ahlak felsefesine, siyaset anlayışına Türkiye’deki Burke çalışmalarından yeni ya da farklı bir yorum getirmek üzere tasarlanmıştır. Aslında Burke’te aradığımız şey etik’tir. Bu nedenle bu bölümde şu soruları sorduk: Burke’ün epistemolojisinde, estetik’inde ve siyaset teorisinde kullandığı kavramların etik ile bağlantısı kurulabilir mi? Kurulabilirse nasıl kurulabilir? Onun ahlak felsefesi ve siyaset teorisini Aristoteles, Cicero, Aquinalı Thomas’nın içinde yer aldığı “doğal hukuk geleneği”nden hareketle yorumlamak mümkün müdür? Bu bölümde Burke’ün epistemolojisinden, estetik’inden ve ahlak felsefesinden yola çıkarak “Yüce”, “muhayyile”, “sağduyu”, “sempati”, “tevazu” ile etik arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya çalıştık. Burke’e göre insan, doğuştan ahlak hissiyle ve sempati ile donanmış varlıktır; insan, aynı zamanda akıl sahibi varlıktır, ancak Burke için bu akıl, daima muhayyilenin, geleneklerin, önyargıların içinde iş gören “pratik akıl”dır; insan, hem “küçük harfle akıl”dan dolayı hem “yüce” tecrübesi nedeniyle “sınırlı” bir varlıktır; “sözel yüce”, “görsel yüce” ve “Mutlak Yüce” karşısında sınırlıdır; Yüce “belirsiz”dir; yalnızca hayal edilir. Buradan hareketle ortaya çıkan tavrın adı “epistemolojik tevazu”37dur; tevazu, “başkasına açıklık”tır. Burke’te 36 Burke’ün bu konuda haklı olduğu söylenebilir; hatta Fransız Devrimi yalnızca Avrupa medeniyetini değil, neredeyse bütün dünya halklarını sarsmıştır. Türkiye’de de imparatorluktan “ulus devlet”e geçişin sancılarını Fransız Devrimi’nin felsefi ve politik etkisiyle birlikte okumak son derece anlamlıdır. 37 Muller, bu kavramı Hume, Burke, Maistre, Hayek gibi düşünürlerde rastladığımız insanın epistemolojik sınırlılığını ifade etmek için kullanır. Bakınız, Jerry Z. Muller (ed.), “Introduction: What is 15 insanın tevazu sahibi ve sınırlı olması, “yaratıcı” olmadığı anlamına gelmez. Burke’teki “yaratıcı” unsur, “muhayyile”dir; muhayyilenin “Yüce” etkisi, en çok kelimeler ve şiir vasıtasıyla ortaya çıkar. Burke’ün görme, görsellik ve resim karşısında şiiri ve kelimelerin muazzam gücünü ön plana çıkarması anlamlı bir hamledir. Çünkü muhayyileyi yalnızca kelimeler ve şiir harekete geçirebilir; kelimeler ve şiir alanı, “dil” ve “söyleme”nin; belirsizlik ve özgürlüğün alanıdır. Etik, muhayyilenin kurduğu bu özgürlük alanında ikamet eder. Bu alan bizi Nikolay Berdyaev’in (1874-1948) deyimiyle “yasa etik”inin prangalarından kurtarır. Çünkü muhayyile “özgürlük etik’i”nin vatanıdır. “Özgürlük etik’i” kişinin İnayet’le bütünleştiği ana ve “vicdani muhasebe”ye işaret eder. “Vicdan, İnayet ile [muhayyileye dayalı] özgürlüğün buluşma noktasıdır.”38 İnayet’e inanan bir Hıristiyan olarak Burke’ün görüşlerini ve etik’ini bu çerçeveden hareketle tartışacağız. Bazı düşünürler Burke’ün estetik’ini basitçe “estetik ideolojisi” olarak değerlendirmiştir; fakat bize göre onun estetik’i ve estetik kategorileri etik’e açılan kapıdır. Onun estetik’i bir “estetik ideolojisi” ya da “devrim estetiği” değil; etik bir kurgudur; etik, politikaya ve “devrim”e rağmendir; politikadan ve devrimden dolayı’dır; ve Burke’ün Devrim eleştirisini etik bir eleştiri olarak yorumlamak mümkündür. Üçüncü bölümde “Devrim, Jakobenizm ve Demokrasi” başlığı altında Edmund Burke’ün genelde devrim, özelde Fransız Devrimi konusundaki görüşlerinden hareketle devrim fikrini, jakobenizm ve demokrasi ile ilişkilendirerek tartışmayı deniyoruz. Burke, Fransız Devrimi’nin “jakobenizm”ini yerden yere vurmuş; jakobenizmi “dünyadaki en korkunç, en rezil kötülük”; “önyargıyı insan zihninden defetme…girişimi” olarak tanımlamıştır.39 Ona göre devrimin “demokratik” bir boyutu olmadığı gibi, “mükemmel demokrasi” de “dünyadaki en arsız şeydir”. Burke’ün bu ifadelerini anlamlı hale getirmek için tartışmada, öncelikle devrimin “doğa”sını ya da ne’liğini ortaya koymaya çalıştık ve şu sorulardan yola çıktık: Devrim nedir? “Döngüsellik” mi, ilerleme mi, zorunluluk ya da kaçınılmaz bir olay mı? Devrimin Conservative Social and Political Thought?”, Conservatism/An Anthology of Social and Political Thought From David Hume to the Present, Princeton University Press, Princeton&New Jersey, 1997, ss.9-10. 38 Nicolay Berdyaev, İnsanın Yazgısı/Yasa Etiği, Kurtuluş Etiği, Yaratıcılık/Özgürlük Etiği, çev. Hüsamettin Arslan, Paradigma Yayıncılık, İstanbul, 2012, s.211. Burada Berdyaev’in “özgürlük ve yaratıcılık etiki” olarak tanımladığı etik’in Hıristiyanlık etik’i olduğunu belirtmek gerekir. Ona göre Hıristiyanlık etik’i “yasa etik’”i değil, “özgürlük etik’i”dir. 39 Stephen K. White, Edmund Burke: Modernite, Politika ve Estetik, çev. Mihriban Şenses, Paradigma Yayıncılık, İstanbul, 2013, s.79. 16 “tarihsicilik”le ilişkisi nedir? Burke “tarihsici” midir? Burke’e göre devrim nedir? Onda bir “devrim teorisi” var mıdır? Burke, Fransız Devrimi’ni hangi noktalardan hareketle eleştirmiştir? Burke’ün devrim teorisi “komplocu” bir teori midir? Ona göre Fransız Devrimi “burjuva devrimi” midir; “halk devrimi” midir? Devrimin “demokratik” bir yapılanma ile sonuçlanması mümkün müdür? Fransız Devrimi örneğinde veya genelde cumhuriyet, demokrasinin garantörü olabilir mi? Burke, devrimcilerin “insan hakları” ve “temsil” fikrine hangi nedenlerle saldırmıştır? Üçüncü bölümde, bu sorular çerçevesinde “İnayet”, “tarihsicilik, “ilerleme,” “hümanizm,” “totaliteryenizm,” “rasyonalizm,” “özgürlük,” “insan hakları,” “ütopya,” “binyılcılık” gibi kavramlara odaklanıyor ve bir devrim eleştirisi sunmaya çalışıyoruz. Bu eleştiriler çerçevesinde şu argümanları savunuyoruz: Modern devrim fikri bir illüzyondur. Devrim fikri çizgisel zaman anlayışından, ilerleme fikrinden, tarihsicilikten, hümanizmden ilham alır. Devrimciler modern çağda devrim yaparak ilerlediklerini düşünmüştür, fakat devrimlerin ne ilerleme (çünkü ilerleme diye bir şey yoktur) ile ne de yaratıcılıkla bir ilgisi vardır. Devrimler “doğası gereği” yıkımdır; devrimciler “doğaları gereği” jakobendir. Jakobenizm modern çağın kanlı katliamlarının müsebbibi milliyetçiliğin, totaliter, otoriter rejimlerin öncü ideolojisidir. Burke, bu ideolojinin ölümcül boyutunu ilk keşfeden ve Fransız Devrimi kontekstinde ortaya koyduğu demokrasi eleştirisi ile modern çağın “kitle demokrasisi”ne karşı bizi uyaran ilk düşünürdür. Burke’ten bağımsız olarak günümüzde (hem Türkiye’de hem de dünya genelinde) “devrim” kavramı, sol cenahta yer alan teorisyenlerin bütün “olumlu” ya da “pozitif” kullanımlarına ve “ulvi” çağrışımlarına inat, ayağa düşmüştür. Politik kontekstte Fransız Devrimi ile başlayan “devrim”i “yüceltme” süreci olur olmaz her gelişmeye, her vak’aya devrim denilmesiyle son bulmuştur. Buna, devrimin politik anlamları dışındaki kullanımları da sebebiyet vermiştir; mesela Neolitik Devrim, Bilimsel Devrim, Endüstri Devrimi, Dijital Devrim, medyatik devrim, tıpta devrim, sanatta devrim, müzikte devrim vs. Ayrıca politik alanda da devrim kavramı, anlamsız bir savurganlıkla kullanılmıştır. Dünya tarihindeki politik sistem veya iktidar değişim/dönüşümlerinin, bağımsızlık mücadelelerinin birçoğu “devrim” olarak adlandırılmıştır. Fakat devrim, “halk”ın ya da “devrimciler”in “şiddet” yoluyla siyasi 17 iktidarı devirmesi40 anlamına geliyorsa bağımsızlık mücadelelerine devrim denilemeyeceğini düşünüyoruz. Örneğin Amerikan Bağımsızlık Savaşı, Fransız Devrimi’nden ayırt edilmek zorundadır; Fransa’da olan bitene devrim diyorsak Amerika’dakine diyemeyebiliriz. Aynı şekilde Haiti’deki isyancı “köle”ler Fransız Devrimi’nden, “eşitlik” ve “özgürlük” fikrinden ve mücadelesinden ilham almış olsalar bile “Haiti Devrimi” (1791-1804) Fransa’daki, Rusya’daki veya Çin’deki devrim modelinden büyük ölçüde farklıdır. “Haiti Devrimi” aslında Fransa’ya karşı verilmiş bir bağımsızlık mücadelesidir. “Başarıya ulaşan” her isyanın, devrim olarak adlandırılması problemlidir. Çünkü bu isyanın kime karşı olduğu da önemlidir. İsyancılar kime karşı ayaklanmıştır? “İçeri”deki bir siyasi iktidara mı, “dış” güce ya da “düşman”a mı? Amerika ve Haiti örneğinde “devrim” nitelendirmesinin sorun teşkil etmesinin nedeni, burada gerçekleşen olayların bağımsızlık mücadelesi olarak ortaya çıkmış ve sonlanmış olmasıdır. Günümüzde daha yakın örneklerin, mesela Ukrayna’daki “Turuncu Devrim”in (2004), Gürcistan’daki “Gül Devrimi”nin (2003), Kırgızistan’daki “Lale Devrimi”nin (2005) “devrim” olarak adlandırılıp adlandırılamayacağı tartışması ise siyasi iktidar değişimleri/dönüşümleri kontekstinde yürütülebilir. Amerika ve Haiti için ileri sürdüğümüz iddia onlar için de geçerlidir; bu devrimler de Fransız, Rus, Çin Devrimleri ile aynı kefeye konulamaz. Mesela Ukrayna’da, Gürcistan’da, Kırgızistan’da kim, hangi siyasi iktidarı “nasıl” devirmiştir? Hangi jakobenler toplumu baştan ayağa değiştirmeye çalışmıştır gibi sorular iddiamızı daha anlamlı hale getirebilir.41 Ülkemizde de çok daha yakın bir tarihte, 15 Temmuz 2016’da tanıklık ettiğimiz elim ve korkunç kalkışmaya verilen tepkiye bile “devrim” yakıştırması yapılmıştır. Türkiye’de halkın (muhafazakar kesimden insanların), askeri darbe girişimine karşı 40 Siyasi iktidarı deviren “siviller” ya da halktan kişiler değil, askeri bir grupsa buna “darbe” diyoruz. Fakat yine de devrim ile darbe arasında kesin sınırlar olmadığını düşünüyoruz. 41 Lyford P. Edwards, Crane Brinton gibi “doğal tarih” teorisyenleri 1640 İngiliz Devrimi, Amerikan Devrimi, Fransız Devrimi ve Rus Devrimi’nde ortak noktalar keşfetmiştir. Bu teorisyenlere göre devrim, “ölümcül bir hastalık”tır ve bu hastalık döneminin gidişatını belirleyen bir takım unsurlar vardır. Rejime muhalefet, devletin reform çabaları, çöküşü tetikleyen ağır kriz, devrimciler arasındaki uzlaşmazlıklar, terör uygulamaları, devrim sonrasında liderin ortaya çıkışı vb. Bu teori dikkate alındığında İngiliz, Amerikan, Fransız ve Rus Devrimleri ile “Renkli Devrimler” arasında büyük farklılıklar ortaya çıkar. Aslında “Renkli Devrimler” diğer devrimlerle karşılaştırıldığında “devrim” bile değildir. Ayrıca, yalnızca “doğal tarih teorisi”nden hareketle değil, aynı zamanda diğer devrim teorileri arasında yer alan “sosyal sistem teorisi/yapısal işlevselci teori”ye, “modernleşme teorisi”ne, “oyuncu merkezli devrim teorisi”ne, “yapısal teori”ye, “Marksist teori”ye göre de Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan’daki vak’aları devrim olarak adlandırmak mümkün değildir. Bu konuda bakınız, http://www.ayk.gov.tr/wp- content/uploads/2015/01/KAFKASYALI-Muhammet-Savaş-DEVRİM-TEORİLERİ-VE-“RENKLİ- DEVRİMLER”.pdf,Er.Tar.25.10.2017. 18 sokaklara çıkması, tankların altına yatması ve sonrasında devletin yeniden inşası süreci “devrim” olarak tanımlanmıştır; “Anadolu Devrimi”, “muhafazakarların devrimi” ya da “muhafazakar devrim” vb. Bana göre bu, Türkiye toplumuna, Türkiye’deki muhafazakarlara, muhafazakarlığa yapılan bir haksızlıktır. Çünkü Türkiye’de muhafazakarlık “devrim” fikrine sıcak bakmamıştır.42 Aynı şekilde 15 Temmuz’da sokağa dökülen halkın motivasyonu da “devrim” tutkusu değil, seferberliktir; meydanlara çıkanlar “vatan elden gidiyor” nidaları eşliğinde canlarını ortaya koymuştur. Aslında bilindiği üzere muhafazakarlık, Edmund Burke ile birlikte “devrim”e güçlü bir itirazdan doğmuştur. Muhafazakar düşüncenin ya da ideoloji olarak muhafazakarlığın43 ayırt edici özelliği devrime karşı duruşudur. Dolayısıyla “muhafazakar devrim”44 (!) ifadesi, Anglo-Sakson muhafazakarlığı ve Türkiye’deki muhafazakarlık45 göz önünde bulundurulduğunda bir “oksimoron”dur. “Muhafazakar devrim” adlandırması bir anlamda muhafazakarlara “ihanet” ya da muhafazakarlığı küçük düşürmektir. “Conservatism”in (muhafazakarlık) Oxford Dictionary’deki birinci anlamı “büyük ya da ani değişime direnme eğilimi”, ikinci anlamı, “toplumun mümkün olduğunca yavaş değişmesi gerektiği yönündeki politik inanç”, üçüncü anlamı ise “İngiliz politikasındaki Muhafazakar Partinin ilkeleri”dir. “Conservative” (“muhafazakar”) kavramı ise şu anlamlara geliyor: “Büyük ya da ani sosyal değişime karşı çıkan; geleneksel tarzları ve değerleri tercih ettiğini gösteren kimse,” “İngiliz Muhafazakar Partiye bağlı kimse.” Buradan da anlaşılabileceği gibi muhafazakarlığın merkezi konusu “değişim”dir ve bu değişim bilhassa Anglo-Sakson muhafazakarlığa göre kesinlikle “devrim”le gerçekleşmemelidir. 42 Hiç kuşkusuz niyetimiz, mesela Peyami Safa’nın “hem inkılapçı hem muhafazakarım” sözünü, Nurettin Topçu’nun milliyetçi sosyalizmini, “isyan ahlakı”nı göz ardı etmek değildir. Onların duruşu “devrimci muhafazakarlık” ya da “muhafazakar devrimcilik” olarak yorumlanmıştır. Ancak bu muhafazakarlık türü yine de istisnaidir. Türkiye’de muhafazakarlık, genel olarak imparatorluğun kaybına ve cumhuriyetin “toplum projesi”ne tepkiden doğmuştur. Bu anlamlı ve “doğal” bir tepkidir. Halk tabanında da karşılığı vardır. Fakat devrimci muhafazakarlığın yoktur. Günümüzde AK Parti’nin siyasi kimliği tartışmalarında da “muhafazakar devrimci” sıfatı kullanılmıştır. Ancak bize göre bu niteleme “devrim”e olumlu anlam yüklediği ölçüde problemlidir. 43 Elbette burada daha çok Anglo-Sakson muhafazakarlığı kastediyoruz. 44 Burke, Şanlı Devrim’i savunduğu için bazı yazarlar bu devrimi, Burke’ün “muhafazakar devrimi” olarak yorumlamıştır. Bu konuda bakınız, Bruce Mazlish, “The Conservative Revolution of Edmund Burke”, The Review of Politics, Vol. 20, No. 1 (Jan., 1958), ss.21-33. 45 Türkiye’de muhafazakarlık konusunda şu editasyona bakınız, Ed. Tanıl Bora, Murat Gültekingil, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce/Muhafazakarlık, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009. 19 “Muhafazakar devrim” ifadesi yalnızca Anglo-Sakson muhafazakarlığı açısından değil, aynı zamanda Burke’ten büyük ölçüde etkilenen Alman muhafazakarlığı açısından da paradoksaldır. Çünkü Alman muhafazakarlığı da “devrimci” şahsiyetlerine, muhafazakarlığın Nasyonal Sosyalizm ile ilişkisine rağmen bütünüyle “devrimci muhafazakarlık” olarak tanımlanamaz;46 ve aslında Almanya’da muhafazakarlar devrim yapmadıkları için “muhafazakar devrim” adlandırması da sorunludur. Alman muhafazakarlığının arka bahçesinde romantizm akımı, Aydınlanma, Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi eleştirisi vardır. Herder, Fichte, Hölderlin gibi Alman romantikleri öncelikle Fransız Devrimi’ni olumlu karşılamış, daha sonrasında ise devrime düşman olmuş ve reformcu tavrı benimsemiştir. Fakat Alman muhafazakarlığı bundan sonraki aşamada (özellikle Weimar Cumhuriyeti ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında) Alman toplumunun yeniden inşası uğruna devrim fikrine saplanmıştır. Fakat burada da “devrim” siyasi iktidarın devrilmesi ile değil, toplumun yeniden doğuşu, modernitenin, liberalizmin, cumhuriyetçiliğin ve sosyalizmin eleştirisi ile ilgilidir.47 “Muhafazakar devrim” bu noktalardan hareketle anlaşılmalıdır. “Devrimci muhafazakarlık” “liberal demokrasi” krizine, cemaatin parçalanışına, atomlaşmış kitleye tepkinin ürünüdür; “devrimci muhafazakarlık” Batı medeniyetinin sebep olduğu modernite krizine gösterilen reaksiyondur.48 Genel kabul gördüğü üzere muhafazakarlık İngiltere’de liberalizmle bütünleşmiş, Fransa’da reaksiyonerleşmiş, Almanya’da milliyetçilikle harmanlanmıştır. Muhafazakarlığın anavatanı, hem dönemin muhafazakarlığını temsil eden Tory Partisi hem de Burke’ün Fransız Devrimi’ne yönelik eleştirileri hasebiyle Britanya İmparatorluğu olarak görülebilecekse de, aslında “muhafazakar” kavramı ilk olarak Fransa’da kullanılmıştır. Fransız yazar, politikacı ve diplomat François-René de 46 Panajotis Kondilis’e (1943-1998) göre “muhafazakar devrimciler”, muhafazakar olarak tanımlanamaz. Martin Greifhagen (1929-2004) de “devrimci muhafazakarlığı muhafazakarlığın kafa üstü çakılması” şeklinde yorumlamıştır. İbrahim Sarıtaş, Muhafazakar Devrim:Alman Muhafazakarlığı ve Devrim, Kesit Yayınları, İstanbul, 2017, ss.232-233. 47 Almanya’da muhafazakarlar iktidarı yerinden etmemiştir. Nasyonal Sosyalistler de devrim yoluyla iktidara gelmemiştir. Muhafazakarlar, Hitler iktidarına başlangıçta olumlu yaklaşmış olsalar bile, çok kısa bir süre sonra Hitler’in politikalarına karşı çıkmış, direnişe geçmiş ve bu nedenle öldürülmüştür. a.g.e., s.178, 179, 233, 241. 48 a.g.e, s.9, 146, 147, 151, 152, 158, 162, 174, 175, 179, 214, 218, 219, 226, 229, 230, 261, 264. Kuşkusuz burada Alman romantizminin ve muhafazakarlığının Nasyonal Sosyalizm’e eklenlenmesini, açık ya da zımni desteğini yok saymıyoruz. Ancak buradan hareketle bütün bir Alman muhafazakarlığını lanetlemek ne kadar doğru bir tutumdur? Ayrıca burada vurgulanması gereken bir başka nokta olduğunu belirtmek zorundayız. Mesela Fransız Devrimi’ni hazırlayan şartlar üzerine düşünürken, Alman “devrimci muhafazakarlığı”nı hazırlayan şartlar üzerine de düşünmemiz gerekmez mi? 20 Chateaubriand (1768-1848) muhafazakarlık kavramını 1815’i takip eden yıllarda sağ cenahı tanımlamak için kullanmıştır. Muhafazakar terimi ideolojik anlamını ilk olarak 1818’de Conservative (Muhafazakar) dergisinde kazanmıştır. Muhafazakar Parti (Conservative Party) terimi ise ilk kez 1830’da J.W.Croker tarafından kullanılmıştır. Muhafazakar Parti aynı yıllarda Tory partisinin yerini almış ve terim Almanya’da da siyasi terminolojinin bir parçası haline gelmiştir. Siyasi arenada belirgin hatlarıyla 1830’larda karşımıza çıkan muhafazakarlık ideolojisinin muhtevasına Fransa’da Louis Gabriel Ambroise de Bonald (1754-1840), Joseph de Maistre (1753-1821) ve Chateaubriand, İngiltere’de Samuel Taylor Coleridge (1772-1834) ve Robert Southey (1774-1843), Almanya’da Karl Ludwig von Haller (1768-1854), Friedrich Carl von Savigny (1779-1861), İspanyada Juan Donoso Cortés (1809-1853) ve Jaime Luciano Antonio Balmes y Urpiá (1810-1848) gibi isimler katkıda bulunmuştur.49 Hiç kuşkusuz bütün bu isimleri ve daha fazlasını zikrederken muhafazakarlığı “de facto” muhafazakarlık ile bir ekol, bir entelektüel hareket olarak muhafazakarlık şeklinde ayırmak gerekir. Ayrıca hem “de facto” muhafazakarlığın hem de ekol olarak muhafazakarlığın ülkeye, topluma, partiye ve bireylere göre değişkenlik gösterebileceğini belirtmeliyiz. İngiliz felsefeci ve politika teorisyeni Michael Oakeshott’a (1901-1990) göre ontolojik olarak “muhafazakar olmak aşina olunanı bilinmeyene, denenmişi denenmemişe, gerçeği [muammaya], fiili olanı [mümkün] olana, sınırlıyı sınırlanmamışa, yakını uzağa, kafiyi çok bol olana, elverişliyi mükemmele ve şu anki gülüşü hayali neşeye tercih etmektir.”50 Muhafazakarlığın diğer türü ise, kültürel, ideolojik bir tavrı içeren modern muhafazakarlık veya entelektüel/politik bir gelenek olarak muhafazakarlıktır. Tam da bu anlamıyla muhafazakarlık bir keşiftir. İlk ve en önemli kaşiflerinden biri de Burke’tür. Muhafazakarlık literatüründe adı geçen düşünürlerin her biri farklı muhafazakarlık anlayışlarına sahiptir. Monolitik bir liberalizm, sosyalizm, milliyetçilik, feminizm formundan söz edemeyeceğimiz gibi monolitik bir muhafazakarlıktan da söz 49 E.Zeynep Güler, “Muhafazakarlık:Kadim Geleneğin Savunusundan Faydacılığa”, 19.Yüzyıldan 20.Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler, der. H.Birsen Örs, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2013, ss. 119-120; Philippe Beneton, a.g.e., s.7,50,51; Klaus Epstein, a.g.e., s. 7. 50 Michael Oakeshott, “Muhafazakar Olmak Üzerine”, çev.İsmail Seyrek, Muhafazakar Düşünce Dergisi, Yıl 1, Sayı 1, Yaz 2004, s.56. Oakeshott’a göre ‘[m]odern Avrupa tarihi…akılcılık politikası projeleriyle darmadağın edilmiştir.’ Onun bu ifadeleri aynı zamanda teknik bilgi ile pratik bilgi arasında yaptığı ayrımla ilgilidir. “Akılcılık politikası projeleri” teknik bilgiye denk düşer. Halbuki Oakeshott’a göre politika pratik bilgi alanıdır. Bakınız, Robert Nisbet, Muhafazakarlık:Düş ve Gerçek, çev. Kudret Bülbül, Kadim Yayınları, Ankara, 2007, s.88. 21 edemeyiz. Fakat bu, genel olarak muhafazakarlığın ilkelerinin, insan ve toplum anlayışının olmadığı anlamına gelmez elbette. Bir muhafazakar genellikle şöyle düşünme eğilimindedir: Siyasal, sosyal ve ekonomik düzen, aile, din, devlet gibi yüzyılların tecrübesi ve birikimiyle yoğrulmuş kurumlar toplumun bekası için önemli/değerlidir ve korunmalıdır; toplumda bir değişim gerçekleşecekse –toplum zorunlu olarak değişir– bu değişim kendiliğinden ve tedrici şekilde gerçekleşmelidir; insan, “doğa”sı gereği “kusurlu” bir varlıktır; insan “doğa”sı, kesin ve değişmez değildir; dolayısıyla kusurlu bir varlığın yarattığı düzen de daima kusurlu ve değişken olmak durumundadır; yenilik ya da yeni “tecrübe”ler radikal oldukları ölçüde tehlikelidir; yenilik, daima üzerine daha fazla düşünmeyi gerektirir; toplum değişir, fakat bu değişim51 gelenekler ve tarihsel süreklilik gözetilerek gerçekleş(tiril)melidir; siyaset sınırlı bir faaliyet alanıdır; “olması gereken” üzerinden değil, “olan” üzerinden, somut koşullardan veya realiteden hareket etmelidir; bu nedenle siyasi hayatta kesin modellere, değişmez kurallara veya hareket tarzlarına yer olamaz; dünyayı “ütopik” anlayışlarla ve radikal şekilde değiştirme çabaları başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkumdur; “eşitlik” fikri toplumda doğal bir hiyerarşi olduğunu, özgürlüğün düzen, sorumluluk ve bağımlılıkla sıkı ilişkisini ve her eşitleme çabasının eşitleyiciye/eşitleyicilere ihtiyaç duyduğunu (Burke’ün meşhur ifadesiyle “eşitlemeye çalışanlar asla eşitleyemezler) göremeyen zihinlerin soyut kurgularından başka bir şey değildir vb.52 Bu karakteristiklerin hemen hepsine Burke’ün düşünme biçiminde rastlamak mümkündür. Fakat yukarıda saydığımız temel özellikler de muhafazakarlığı anlamada yeterli olmayabilir. Ontolojik, entelektüel-politik muhafazakarlık tarihsel süreçte değişkenlik gösterebilir. Burke’ün de muhafazakar olduğu ve olmadığı noktalar vardır. İnsan veya politikacı her durumda muhafazakar olamaz. Türk sağı’nın muhafazakar olmadığı durumlarla karşılaştığımız gibi Türk solu’nun (veya resmi solunun) da “muhafazakar”laştığı ya da daha doğru bir ifadeyle “tutuculaştığı” noktalar vardır. Mesela Türkiye’de “ilericiler”, Kemalistler, Cumhuriyetçiler politik statükoculara ve 51 Muhafazakar düşünürlere göre değişimin failleri de farklılık gösterebilir; bazı muhafazakarların değişim faili devlet iken diğerlerinin piyasa veyahut birey olabilir. 52 E.Zeynep Güler, a.g.m, ss.117-159; Bekir Berat Özipek, Muhafazakarlık: Akıl, Toplum ve Siyaset, Liberte Yayınları, Ankara, 2004, ss.41-176; Hilal Onur İnce, Muhafazakar İdeoloji Din-Siyaset, Alan Yayıncılık, İstanbul, 2010, s. 70,77. 22 politik “muhafazakarlar”a dönüşmüştür.53 Bu politik statükocular ya da “muhafazakarlar” ideolojik ve politik Aydınlanma ortodoksisinin dışına çıkamadıkları için Burke gibi düşünürlere gözlerini kapatmıştır. Bu çalışma aynı zamanda, Burke’ün Türkiye’deki politik “muhafazakarlar”a söyleyecek sözünün olduğu düşünülerek kaleme alınmıştır. İncelemenin metoduna da kısaca değinelim. Bu çalışmada öncelikle Burke’ün kendi metinlerine başvurduk. Bu metinler, Burke’ün risaleleri, mektupları, konuşmaları ve “sistematik” olmayan yazılarından oluşmaktadır. Araştırma konumuz Burke gibi “kompleks” bir düşünür olduğu için onun fikirlerini yorumlayan ikinci el kaynaklardan yararlandık. Burke’ün metinlerinin “dağınık”lığı ve hakkında yapılmış çalışmalardan elde edilen yorumların ya da malzemenin bolluğu içinde kaybolmamak için onu, “Yüce, Etik ve Devrim” başlığı altında ele almayı uygun bulduk. Burke’ün kullandığı “imagination”, “sympathy”, “intellect” gibi kavramları çevirirken “imgelem”, “duygudaşlık”, “anlık” gibi “öz Türkçe!”54 kavramları değil, “muhayyile”, “sempati”, “müdrike” gibi kavramları devreye soktuk. Çalışmanın tezlerini oluşturabilmek ve Burke’ü anlayabilmek için genel hatlarıyla on yedinci ve on sekizinci yüzyıl İngiltere’sinin, Amerika’sının ve Fransa’sının ekonomik, siyasi, kültürel şartlarını bilmek gerekiyordu. Bu nedenle bu şartları inceleyen ve bu yüzyıllarda gerçekleşen devrimleri ele alan tarih metinlerinden faydalandık. Aynı şekilde estetik ve etik hakkında bir tartışma yürütebilmek için on sekizinci yüzyıl estetik’i ve genelde estetik ve etik konusundaki bazı metinleri inceledik. Bu çalışma Burke’ün fikirlerinin takdimi olmadığı için onu, farklı düşünürlerin ve yazarların (Nisbet, Berdyaev, Levinas, 53 Hüsamettin Arslan, Jöntürkler, JönKürtler, Muhafazakarlar/Meçhul Okurla Söyleşiler, Paradigma Yayıncılık, İstanbul, 2009, ss.86-88. Türk sağını büyük ölçüde kültürel muhafazakarlar temsil eder.a.g.e., s. 87. Bir görüşe göre Kemalizm “bürokratik muhafazakarlık” olarak anlaşılabilir. Bakınız, Fırat Mollaer, Türkiye’de Liberal Muhafazakarlık ve Nurettin Topçu, Dergah Yayınları, İstanbul, 2008, s. 17. Bilindiği üzere bu konudaki en popüler tezlerden biri İdris Küçükömer’e aittir. Küçükömer Türkiye’de üretim güçlerinin gelişimini destekleyen tarafın sağ, engelleyen tarafın ise İttihat ve Terakki’nin devamı olan Kemalist gelenek ve sol ve bu geleneğe ait bürokrasi olduğunu savunmuştur. Küçükömer’in tezindeki “bölüşüm”, “dayanışma”, “anti-emperyalizm” gibi sola ait unsurların eksik olduğuna ilişkin eleştiriler için bakınız, Nuray Mert, “İdris Küçükömer ve ‘Düzenin Yabancılaşması’”, Doğu Batı Dergisi, Yıl:2000, Sayı:11, Ankara, ss.63-75. 54 Entelektüel ve akademik dünyanın Öz Türkçe saplantısının, bizi konteksti kavrama ve düşünme imkanından mahrum bırakmaktan ve düşünceyi kısırlaştırmaktan başka bir esprisi yoktur. Cemil Meriç’in dile ilişkin şu veciz ifadeleri Türkiye’deki Öz Türkçe’ci elitlere, entelektüellere, akademisyenlere bir ders niteliğindedir: “Kamus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilali, tek mukaddese saygı göstermiş: kamusa. Eski sözlüğe kızıl bir külah geçirdiğini söyleyen Hugo, tek kelime uydurmamış; sembolizm’in üç silâhşörü de öyle. Ama kullandıkları her kelime yeni. Heyhat! Batı’da cinnet bile terbiyeli.” Meriç, Bu Ülke, İletişim Yayınları, 2004 (25.Baskı), İstanbul, s. 86. 23 Schmitt, Arendt, Furet) görüşleriyle ilişkilendirerek yeni bir yorum ortaya koymaya çalıştık. Örneğin Burke’ün Fransız Devrimi’ne ilişkin görüşlerini, on dokuzuncu ve yirminci yüzyıl tarihçilerinin ve yazarlarının teorileri55 üzerinden yeniden yorumlamaya çalıştık. Ayrıca Burke’ün epistemolojisine, ahlak felsefesine ve siyaset teorisine eleştiri yönelten düşünürlerin ve teorisyenlerin görüşlerine yer verdik. Çalışmamızın, giriş bölümünde sorduğumuz soruların hepsine cevap verdiği veya verebileceği yönünde bir iddiamız yok, fakat yine de bu araştırmayla, bu sorularla ilgili tartışmalara ve Burke, etik ve devrim hakkındaki literatüre dolaylı ya da doğrudan az da olsa katkıda bulunabilirsek ne ala! 55 Temel birkaç Fransız Devrimi’nin okuması üzerinden Burke’ü yorumlamayı denedik. 24 1.EDMUND BURKE: “SOSYAL FİLOZOF” ve POLİTİKACI “Olgunlaşmamış insanın özelliği bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir. Olgunlaşmış insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz şekilde yaşamak istemesidir.” Wilhelm Stekel(1868-1940) “Kendi akıl yürütmelerimizin sonucu olan fikirlerimize nasıl da düşkünüz, çünkü onlar sadece bizimdir, bizim Beynimizin Çocuklarıdır!”56 “Siyaset ‘mümkünün sanatı’dır.”57 Otto von Bismarck (1815-1898) 1.1. Hayatı, Entelektüel İlgileri ve Bir Devlet Adamı Olarak Burke Elinizdeki metnin bu bölümü, bir “dava adamı” olarak Edmund Burke’ün hayatını hikaye etme teşebbüsüdür. Ancak metnin başındaki epigrafa atıfla, Burke’ün bir dava uğruna kendisinin ya da başkalarının ölümünü istemeyeceğini söyleyebiliriz. Burke bunu istemezdi, çünkü o, hiçbir zaman “radikal” bir şahsiyet olmamış, hatta hayatının sonuna kadar politik, dini, ekonomik her tür radikalizme karşı çıkmıştır. Burke bütün dünyaya nüfuz etmiş, neredeyse dünyanın bütün halklarını etkilemiş ve üzerine düşünmeye sevk etmiş “radikal” bir devrime, Fransız Devrimi’ne tanıklık etmiştir. O, aynı zamanda tarihçiler arasında Fransız Devrimi’nin nüvelerini barındırıp barındırmadığı hararetli bir tartışma konusu olan iki devrimi yaşamış bir toplumun mensubudur. Biri 1640’lardaki İç Savaş’ın ürünü; Oliver Cromwell’in diktatörlüğü ile sonuçlanan “Kanlı Devrim” ya da “1649 Devrimi,” diğeri aristokrasi, “burjuvazi” ve “köylü sınıfı”nın çıkarları gereği birlikte hareket ettiği ve daha ziyade anayasanın korunmasına yönelik gerçekleşen 1688 tarihli “ılımlı” ya da “Şanlı Devrim.” Burke’ü derinden etkileyen bir diğer devrim Amerikan Bağımsızlık Savaşı’ndan sonra gerçekleşen Amerikan Devrimi’dir. O, aslında bu kontekstte, düşünce yapısını aynı zamanda devrimlerin şekillendirdiği bir “sosyal filozof”tur. En çok tanınmasına vesile 56 Edmund Burke’ten iktibas eden, F.P Lock, Edmund Burke, Vol I: 1730-1784. Oxford University Press, New York, 1998, s.47. 57 İktibas eden Ebenstein, William, Siyasi Felsefenin Büyük Düşünürleri, çev.İsmet Özel, Şule Yayınları, İstanbul, 2009, s. 276. 25 olan devrimler ise “liberal” tepkiyle karşıladığı Amerikan Devrimi ve “muhafazakar” bir tepkiyle karşıladığı Fransız Devrimi’dir.58 Burke, ününü ve devrim eleştirmeni ya da “devrim düşünürü” sıfatını 1790 tarihli Fransa’daki Devrim Üzerine Düşünceler (Reflections on the Revolutions in France) adlı metniyle kazanmıştır. Fakat o, aynı zamanda, çok daha öncesinde, 1757’de yayınlanan Yüce ve Güzel Kavramlarımızın Kaynağı Hakkında Felsefi Bir İnceleme (A Philosophical Enquiry into the Origin of Our Ideas of Sublime and Beautiful) adlı çalışması hasebiyle bir estetik filozofudur. Estetik konusuyla ilgilenmiş bir başka filozof; Burke’ün çağdaşı ve Alman felsefesinin en büyük düşünürlerinden Immanuel Kant bu tarihte (1757) otuz üç yaşındadır ve magnum opusunu (Saf Aklın Eleştirisi) henüz yazmamıştır.59 Modernitenin ilk eleştirmenleri, erken- Alman romantikleri Friedrich Hölderlin (1770- 1843), Karl Wilhelm Friedrich Schlegel (1772 -1829), Georg Philipp Friedrich Freiherr von Hardenberg –takma ismiyle Novalis- (1772-1801) moderniteye eleştiri oklarını henüz yöneltmemiştir. Burke’ün “politik modernite”60nin vatanı olarak gördüğü Fransa’da Özgür-Mason bir şahsiyet olarak bilinen “karşı-devrimci” Joseph de Maistre (1753-1821) Inquiry’nin yayınlandığı yıl dört yaşındaydı. Kendisinden on sekiz yaş büyük ve hukuk eğitimi, kariyer planlaması konusunda Burke ile aynı kaderi paylaşan, İskoç Aydınlanması’nın büyük düşünürü David Hume (1711-1776) o yıllarda İngiltere tarihiyle ilgili metni üzerinde çalışıyordu. Victoria döneminin usta İngiliz romancısı Charles Dickens (1812-1870), dingin Londra ile kaotik Paris’i konu edindiği ünlü 58 T. E. Utley, “Edmund Burke”, British Writers, ed.Ian Scott-Kilvert, Charles Scribner's Sons, New York, 1980, s. 198. 59 Burke’ten ve Kant’tan önce “Yüce” üzerine yazılmış metinler mevcuttur. Çalışmamızda yeri geldikçe bu metinlere değinilecektir. Burke ve Kant hem yüce konusunda hem de devrim konusunda farklı fikirlere sahiptir. Kant, Burke’ü “yüce”yi insan psikolojisine dayanarak açıkladığı için eleştirir ve yine Burke’ten farklı olarak Fransız Devrimi’ni onaylamıyor olsa bile, devrimi “eşitlik”, “özgürlük”, “kardeşlik” gibi ideallere bağlılıkları nedeniyle coşkuyla karşılayanları selamlar. O, Fransız Devrimi’ni doğrudan savunmaz (isyan hakkını da onaylamaz), çünkü yönetimin reforme edilmesi gerektiğini ve özgürlüğün reformla tesisinin mümkün olduğunu düşünür. Ona göre devrimcilerin şiddete dayalı isyanı ya da eylemleri ahlaki açıdan onaylanacak şeyler değildir; yalnızca devrimin ideallerine bağlılık desteklenebilir. Kant’ın devrim hakkındaki görüşleri için bkz., Peter P. Nicholson, “Kant, Devrim ve Tarih”, Kant Felsefesinin Politik Evreni, der.Hakan Çörekçioğlu, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, ss. 151-171. Kant Terör Dönemi’nden sonra Devrim’i çok daha sert bir üslupla eleştirmeye başlamıştır. Bkz., İbrahim Sarıtaş, Muhafazakar Devrim/Alman Muhafaakarlığı ve Devrim, Kesit Yayınları, İstanbul, 2017, s. 151. 60 Burke bu kavramı kullanmamıştır, ancak onun “modern politika ve ahlak sistemi” ifadesine atıfla bu kavramı şöyle anlamak mümkündür: Ahlak ile politikanın bağlarının koptuğu, popülizmin ve şiddet eylemlerinin patlama noktasına ulaştığı dönem. Bu konuda bkz., Stephen K. White, Edmund Burke: Modernite, Politika ve Estetik, çev. Mihriban Şenses, Paradigma Yayıncılık, İstanbul, 2013, ss.22-23. 26 romanı İki Şehrin Hikayesi (A Tale of Two Cities)’ni (1859) neredeyse yüzyıl sonra bitirecek, Burke’ün en acımasız eleştirmenlerinden Karl Marx61 (1818-1883) Das Kapital’in birinci cildini çok daha geç bir tarihte (1867) yayınlayacaktı. Ve dünyaya yüzyıllarca üstünlük sağlamış bir imparatorluğun, Osmanlı’nın ünlü devlet adamı ve en saygın muhafazakar düşünürlerinden Ahmet Cevdet Paşa (1822-1895) ve Said Halim Paşa (1863-1921) ise Burke’e ününü armağan eden Reflections’ını belki yazıldığı tarihten (1790) neredeyse bir asır sonra okuyabilecektir.62 Söylemeye bile gerek yoktur ki Burke, yukarıda zikredilen düşünürler ve yazarlar kadar değerli ve takdire şayan bir şahsiyettir. Elinizdeki metnin yazarı, Burke’ün de her düşünür gibi “kendi çağının düşünürü” olduğuna ve bu nedenle onu, kontekstiyle birlikte anlamak gerektiğine inanıyor. Ancak bu kişisel ve sosyal kontekstin analizi oldukça güçtür. Zira on dokuzuncu ve yirminci yüzyılda siyasi pek çok tartışmanın fitilini ateşleyen estetikçi, siyaset adamı, sosyal filozof Edmund Burke’ün doğum tarihinin – 1727-1729 arası bir tarih – bile tartışmalı olduğunu belirtmeliyiz. Biyografilerinde yaygın tarih 1729, doğduğu yer ise İrlanda, Dublin’dir; deistlerini, “moralitenin düşmanları” olarak adlandırdığı Dublin.63 Burke’ün hayatındaki belirsizliğin doğum tarihiyle sınırlı olmadığını özellikle belirtmemiz gerekir. İngiliz siyasi hayatının ve düşüncesinin Aquinalı Thomas’sı olarak 61 Marx, Burke için şu sözleri sarfetmiştir: “Ünlü sofist ve dalkavuk…iğrenç politik esnaf [Edmund Burke]…[t]ıpkı, Amerika’da karışıklıklar başladığı zaman, Kuzey Amerika sömürgelerinin hizmetinde, İngiliz oligarşisine karşı liberal rolünü oynadığı gibi, İngiliz oligarşisinin hizmetinde de bu dalkavuk, Fransız Devrimi’ne karşı romantik övgüler düzmüş tam bir vülger burjuva idi.” Karl Marks, Kapital, Cilt I, çev.Alaattin Bilgi, Düzenleyen: Eriş Yayınları, 2003, s. 285, 655. 62 Burke ile Ahmet Cevdet Paşa karşılaştırması için ve ikisinde de ortak “hikmet” nosyonu konusunda bkz., Bedri Gencer, Hikmet Kavşağında Edmund Burke ile Ahmed Cevdet, Kapı Yayınları, İstanbul, 2011. Elbette elimizde Ahmet Cevdet Paşa ve Said Halim Paşa’nın Burke’ün metinlerini okuduklarına dair kesin deliller yoktur. Fakat Fransızca’ya hakim Ahmet Cevdet Paşa’nın Burke’ü ve İngiltere tarihini, tarihçi Jules Michelet (1798-1874), edebiyat eleştirmeni ve tarihçi Hippolyte Adolphe Taine (1828-1893) ve İngiliz hukukçu, devlet adamı ve tarihçi Thomas Babington Macaulay (1800-1859) vasıtasıyla bildiği tahmin ediliyor. Macaulay’in düşüncelerini ise büyük ölçüde Burke ve tarihçi Henry Thomas Buckle (1821-1862) şekillendirmiştir. Ahmet Cevdet Paşa Osmanlı’da Fransız Devrimi’ni onaylamayan düşünürler safında yer alır. Tarih’inde İngiltere’nin siyasi ve kültürel yapısını onaylıyor ve İngiliz halkını “onur”lu bir halk olarak görüyor olsa bile, Osmanlı’da birebir İngiltere modelinin uygulanması taraftarı da değildir. Aynı şekilde bazı tarihçilerin Osmanlı modernleşmesinin başlangıcı olarak kabul ettiği Tanzimat Dönemi münevverlerinden Namık Kemal de “Akıl”a dayandığını düşündüğü Fransız Devrimi’ni radikal ve tahrip edici bir olay olarak yorumlarken, İngiltere’yi ve Londra’yı “Batı’lı medeniyetin modeli” olarak görmüştür. a.g.e, ss. 35-36, 38-39. 63 Ian Harris, “Introduction,” Edmund Burke: Pre-Revolutionary Writings, ed. Ian Harris, Cambridge University Press, Cambridge, 1993, s. xvii; Aynı zamanda bkz, Conor Cruise O’Brien, Edmund Burke: The Great Melody, The University of Chicago Press, Chicago, 1993. ss. 14-15; Hayatı konusunda ayrıca bkz., T. E. Utley, a.g.m., ss. 193-207. 27 görülen64, teoloji, estetik, sanat (müzikle ilgilenmiyor) ahlak felsefesi, tarih, politika teorisi, kamu meseleleri, İngiliz politik kurumları konusunda geniş bilgi birikimine sahip65 Edmund Burke’ün entelektüel ve politik hayatının neredeyse tamamına sirayet eden “belirsiz” dini kökleri biyografilerinde genellikle göz ardı edilen bir husustur. Burke protestan bir baba ile Katolik bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Fakat aslında, babasının, avukatlık mesleğini icra edebilmek için Protestanlığa ihtida ettiği tahmin edilmektedir. Ancak mensubu olduğu toplumun –Burke hem İrlanda, hem de İngiliz toplumunun üyesi sayılır– yapısı ya da şartları gereği,66 babasının Protestanlığa geçmesi ve Katolik kökleri onun, hayatı boyunca ketumluğunu koruması gereken konular olacaktır.67 Burke’ün anavatanı, İrlanda Krallığı, Britanya İmparatorluğunun kolonisidir. Yirmi yaşında ayrıldığı bu İngiliz kolonisi 18.yy’da ekonomik, politik, dini, sosyal olarak bölünmüş bir toplum yapısına sahiptir. İrlanda ekonomisi İngiliz ekonomisinden daha kötü durumdadır ve servet dağılımındaki eşitsizlik hemen göze çarpar. Örneğin, İrlanda’da, İngilizlerin “orta sınıfı”nı temsil eden yeoman çiftçilerinin sayısı çok azdır.68 İrlanda dini olarak genel hatlarıyla Anglikanlar, Katolikler, Protestan muhalifler şeklinde bölünmüştür ve bu bölünme İngiltere ile mukayese edildiğinde son derece problemlidir. Çünkü nüfusun çoğunluğu Katolik’tir, fakat İrlanda Kilisesi bir “İngiliz gentry”69 kilisesidir ve İrlanda, “Protestan gentry” ile işbirliği halindeki İngiliz kontrolünde olduğu için Katolik kilisesinin hukuki anlamda bir meşruiyeti yoktur. İrlanda Katolikleri hukuki kısıtlamalar nedeniyle toprak sahibi olmakta ve ticaretle uğraşmakta zorluk çekmektedir. Nitekim toprak sahibi olmayı engelleyen Protestan baskısıyla baş edebilmenin neredeyse tek yolu Protestan kilisesine entegre olmaktır.70 64 T. E. Utley, a.g.m., s. 193. 65 Ian Harris, “Introduction,” a.g.e., s. xvi; Russell Kirk, Edmund Burke: A Genius Reconsidered, Arlington House, New Rochelle&New York, 1967, s. 35. 66 Burke İngiltere’de devlet adamı olarak görev yaptığı sırada ve daha öncesinde İngiltere, Katoliklere baskı politikası uygulamakta ve ne kralın ne de devlet adamlarının Katolik olmasını tolere etmektedir. 67 Conor Cruise O’Brien, a.g.e, ss. 3-5. 68 F.P Lock, a.g.e, s.2. 69 “Taşralı çiftçilerle büyük toprak sahipleri arasında yer alan İngiliz toprak sahipleri için kullanılan bir terim. İngiltere’deki arazinin yaklaşık üçte birine sahip olan gentry, taşrada çeşitli yönetimsel faaliyetleri üstlendiği gibi ticaret ve siyasetle de yoğun olarak ilgileniyordu.” Hill, Christopher, Dünya Altüst Oldu: İngiliz Devrimi’nde Radikal Düşünceler, çev. Uygur Kocabaşoğlu, İletişim Yayınları, İstanbul, 2013, s. 468. 70 F.P Lock, a.g.e., 2; Katoliklere yönelik baskı politikası birçok alanı kapsar; örneğin Katoliklerin miras haklarına sınırlamalar getirilmiş, meslek edinme, eğitim ve seçme seçilme hakları ellerinden alınmıştır. 28 Yani Burke, Katoliklerin hayat şartlarının hiç de iç açıcı olmadığı bir toplumda doğmuştur ve Katolik kökleri yalnızca İrlanda’da değil, İngiltere’de de sorun teşkil edecektir. Bu nedenle, dedesi ve babasının Katolik geçmişi ve ailesindeki Katolik bağlantılar hakkında suskunluğunu daima koruyacaktır.71 Burke’ün avukat olan babası “hırçın” ve “despot” bir mizaca sahiptir.72 Bazı yorumcular babasının bu mizacının onun liberal fikirlerinin gelişiminde etkili olduğunu savunur. Norman kökenli annesi Mary Nagle ise Burke’ün hayatında daima daha etkisiz ve “gölge” bir şahsiyet olarak kalmıştır. Burke’ün yaşadığı ev, onda huzursuzluk ve rahatsızlık yaratmıştır. Rutubet ve sağlık sorunlarıyla nedeniyle bir süreliğine annesinin yakınlarının yanına, Cork’a gönderilir; burada Katolik eğitimi alır ve Latince öğrenmeye başlar. Katoliklere yönelik sınırlamalara rağmen Cork’un, Protestan baskısı açısından Dublin’e göre daha ılımlı bir yer olduğu söylenebilir.73 Burke, 1741’de on iki yaşındayken Katolik çevreden koparılır ve Ballitore’a, bir Quaker okuluna –Protestan tarikatı üyesinin gözetiminde bir okul- gönderilir. Ballitore’da geçirdiği üç yıl belki de hayatının en huzurlu yılları olacaktır. Burada üstadının, Abraham Shackleton’ın74 favorisi ve onun oğlunun arkadaşıdır ve diğer arkadaşlık bağları da oldukça güçlüdür.75 Ballitore’dan sonra ise Burke’ün kendini daha “erkek” hissedeceği –kuşkusuz bunu, babası Richard Burke ile finansal bağlarını kopardığı tarihte, 1755’te daha derinden hissedecektir– Trinity Kolej deneyimi başlar. Burke burada insan bilimleri ve fen bilimleri (matematik, mantık, tarih, poetika) dersleri alır; Grek ve Latin klasiklerini okur: Xenophon, Epictetus, Sophocles, Demosthenes, Longinus, Virgil, Terence, Juvenal, Caesar, Justin, Horace, Cicero, Livy ve Tacitus.76 En beğendiği yazarlardan biri Virgil’dir. Yine Burke’ün en etkileyici bulduğu Grek metinlerinden biri ise 18.yy’da klasik otorite olarak başvurulan Longinus’un Yüce Üzerine (Peri Hupsous)’sidir. Bu metin onun “Yüce”ye ilgisini ve Inquiry’yi (1757) yazmasını motive edecektir. Trinity Kolej’de bu eserin karalamalarına başladığında on dokuz yaşındadır. Ayrıntılı bilgi için bkz., Burke, Edmund “Fragments of Tract Relative to The Laws Against Popery In Ireland,” The Works of Right Honourable Edmund Burke, vol. VI, ss.299-361. 71 İlk biyografi yazarı James Prior da Burke’ün Katolik köklerini vurgulamıştır, bkz. Prior, Life of The Right Honourable Edmund Burke, London: Henry G. Bohn, York Street, Covent Garden, 1854, ss.1-4. 72 Burke babasının mutsuz mizacından olumsuz etkilenmiştir. Babasının etkisi konusunda bkz., a.g.e, s. 32. 73 F.P.Lock, a.g.e., ss.11-20; Kirk, a.g.e., s.22. 74 Aynı okulda eğitimci. 75 Bu Quaker okulundaki eğitimi kariyeri açısından bir hazırlık aşamasıdır. Lock, a.g.e., ss. 8-26; O,Brien, a.g.e., s. 24. 76Russell Kirk, a.g.e., s. 24; F. P. Lock, a.g.e, s. 29. 29 Aynı yıllarda ömrünün geri kalanında olduğu gibi soyutlamalardan nefret ediyor ve şairlere tutkuyla yaklaşıyordu.77 Hiç kuşkusuz Burke’ün soyutlamalardan nefretinin ve şiir aşkının bir sonraki bölümde de görüleceği üzere, “Yüce” ve “belirsizliğe” vurgusuyla derin bağlantıları vardır. “Belirsizlik,” onun için felsefi alanda “olumlu” çağrışımlara sahipken, gelecek anlamında kaygı uyandırıcıdır. Burke geleceğin belirsizliğinden kaçmak için geçmişe sığınır ve İrlanda tarihi okumaları yapar; karamsar düşüncelerinden sıyrılmak için ise Don Bellianis and Palmerin of England gibi şövalye romanlarını tercih eder. Onu, “öğrenme adamı” veya tipik bir “filozof” olarak değerlendirmek güçtür. Nitekim 1748’de mezun olduğu kolejde hiçbir zaman seçkin bir öğrenci olamamıştır. Muhtemeldir ki Burke, derslerin sıkıcılığı, ezbere dayanan katı öğrenme süreci ve evdeki mutsuzluğu nedeniyle vasat bir öğrenci olarak kalmıştır. Onun mektuplarında kullandığı üslubun arka bahçesinde biraz da bu mutsuzluk yer alır; stili, bazen ev hayatının baskısından kaçmak için kullandığı bir yoldur. Burke, mektuplarında hiciv kullanır ve bu mektuplar kinaye, imalar ve özel şakalarla bezenmiştir. Bazen anlatmak istediğini en keskin şekilde ya da aşırıya kaçarak anlatır. Mektuplarında kendini analiz ettiği satırlarda üşengenliğinden ya da uyuşukluğundan dem vurur; fakat o, tembelliğine rağmen, hiçbir zaman dingin olmayı başaramamıştır. Ona mizaç ve kanaat olarak uygun figür “stoik aktif yurttaşlık” figürü veya idealidir. Yalnızlığı sevmeyen biri olarak Burke hayatı boyunca sosyal aidiyetlere, bağlara önem vermiş ve kabul görmek istemiştir.78 Ballitore’daki öğrenim hayatından sonra devam ettiği Trinity Kolej, arkadaşlık bağları anlamında beklentilerini karşılamaz ve Burke, giderek yalnızlaşır. Hayatının bu döneminde ilk olarak kimseyle arkadaşlık kurmasa da, sonrasında yavaş yavaş birkaç kişiden oluşan bir gruba dahil olacaktır; Shackleton, Newcomen Herbert, Andrew Buck, Joseph Hamilton ve Richard Sisson gibi isimlerden oluşan yazarlar grubunda yalnızca Burke, Trinity Kolej öğrencisidir. Joseph Hamilton’la ilişkisi diğerlerine nazaran çok daha uzun süreli olacaktır. Burke’ün bu süreçte okuduğu yazarlar arasında en beğendiği Alexander Pope(1688-1744)’tur; Shakespeare, John Denham (1615-1669) ve Edmund Waller (1606-1687), Pope’tan sonra gelir.79 77 Kirk, a.g.e., s.25. 78 Lock, a.g.e, s. 27, 43; ss. 45-50. 79 a.g.e., ss. 48-52. 30 Reform yanlısı sosyal filozof, henüz 1748’de, Trinity Kolej’de öğrenciyken politik meselelere ilgisini açıkça yansıtan Reformer’ı yayınlar. Burke’ün metinlerindeki estetik-ahlak-politika ilişkisi burada da hemen gözümüze çarpar. Derginin en önemli hedeflerinden biri “kamusal duyarlılıkları ve ahlakı Dublin’deki teatral performansların eleştirisiyle ıslah etmektir.”80 Yazılarında soyluların, üst tabakaların, toprak sahiplerinin tembelliklerinden, kamusal meselelere ilgisizliklerinden, yoksullara merhametsiz davranmalarından şikayet ederken81 entelektüel ve politik sol cenahın sıklıkla eleştirdiği “aristokratlığı”nı (sözde aristokratlığını) aslında toplumun ıslahı için nasıl kullandığını görürüz. Burke’ün hayatının iki yıllık (1748-1750) dilimine ilişkin bilgi yok denecek kadar azdır. 1748 yılında mezun olduktan sonra bir süre babasının yanında çalışmış olduğu tahmin ediliyor. Bu süreçte, ona eğitimini ve mesleğini dayatan babasıyla birlikte avukatlık tecrübesi edinmiş olabilir. Dolayısıyla bu yıllar, onun için herhalde son derece sıkıcıydı. Burke, İrlanda’dan yirmi bir yaşında (1750 yılında) ayrılır ve Londra Middle Temple’da hukuk okumak üzere yola koyulur.82 Fakat hukuk, onun için, babasının “kader” olarak gördüğü bir eğitim hayatından ya da meslekten başka neredeyse hiçbir şey ifade etmez; tıpkı David Hume’un ( 1711-76) durumunda olduğu gibi.83 Hukuk o dönemde, Katolik kökenli İrlanda’lılar için geçim ve siyasi arenaya giriş kapısıdır; ancak ne olursa olsun eğitimi, Burke’ün değil, babasının tercihidir ve bir süre sonra onun için işkenceye dönüşecektir.84 Burke’ün bu işkenceyi tecrübe ettiği zamanlar (1750’ler) Londra’nın bir metropol haline geldiği zamanlardır ve mesela Samuel Johnson’a (1709-1784) göre “bir adam Londra’dan yorulmuşsa hayattan yorulmuştur.”85 Ancak elbette Burke’ü yoran Londra’nın kendisi değil, hukuktur. O, 1750’de başlayan ağır hukuk eğitiminden ve s