T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE ANABİLİM DALI SİSTEMATİK FELSEFE BİLİM DALI DELEUZE-GUATTARI: YERSİZYURTSUZLAŞTIRMA MAKİNESİ OLARAK ŞİZOANALİTİK FARK VE ARZU ONTOLOJİSİ DOKTORA TEZİ Sinan KILIÇ BURSA 2012 T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE ANABİLİM DALI SİSTEMATİK FELSEFE BİLİM DALI DELEUZE-GUATTARI: YERSİZYURTSUZLAŞTIRMA MAKİNESİ OLARAK ŞİZOANALİTİK FARK VE ARZU ONTOLOJİSİ DOKTORA TEZİ Sinan KILIÇ Danışman Prof. Dr. A. Kadir ÇÜÇEN BURSA 2012 iii ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Sinan KILIÇ Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Felsefe Bilim Dalı : Sistematik Felsefe Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı : X + 233 Mezuniyet Tarihi : 21 / 12 / 2012 Tez Danışmanı : Prof. Dr. A. Kadir ÇÜÇEN DELEUZE-GUATTARI: YERSİZYURTSUZLAŞTIRMA MAKİNESİ OLARAK ŞİZOANALİTİK FARK VE ARZU ONTOLOJİSİ Bu doktora çalışması özdeşlikten, düalizmden ve aşkınsallıktan hareketle varlıktaki çokluğu öznellik içerisinde bir’e indirgeyen; bu indirgemeyle varlıktaki farklılıklara ve çokluklara öznel bir şiddet uygulayan ağaç biçimli düşünme yapısındaki negatif fark ve arzu kavrayışını, Deleuze-Guattariyen şizoanalizle yersizyurtsuzlaştırarak, fark’ın ve arzu’nun şizoid makine bağlantılarıyla işleyen üretim düzlemini oluşturmayı amaçlar. Böylece bireyleşme sürecinde negatif fark ve oedipal arzu kavrayışıyla oluşan bilinçdışındaki majöratif yapının, şizoanalizle nasıl yersizyurtsuzlaştırılabileceğini göstererek; düşünme ve bilinçdışı süreçlerinin, şizoanalitik fark ve arzu ontolojisiyle üretim makinelerine dönüştürülmesini ve bu dönüşümle şizoid kavramsal karakterin olanaklılık düzlemini açıklar. Bu çerçevede çalışma, kimliğini merkeze alarak farkı ve arzuyu oluşturan ve merkezdeki kimlikle, varlıktaki çoklu farkları ve arzuyu olumsuzlayan majöratif düşünmenin kodlarını yersizyurtsuzlaştırarak, varlıktaki bireyleşmiş çoklukları olumlamanın ve çoğaltmanın nasıl olanaklı olabileceğini gösterir. Bu bağlamda bu doktora çalışması: 1. Büyük yapılardaki majöratifliğin nedenselliği yerine, bireydeki majöratif yapıların felsefi temellerini gösterir. 2. Bireydeki bilinç ve bilinçdışı düşünme süreçlerindeki majöratif arzunun temellerini açığa çıkararak, arzuyu bastırmak yerine özgürleştirmenin nasıl olanaklı olabileceğini gösterir. 3. Fark ve arzunun pozitif olarak ele alınmasıyla, majöratif yapıların olumsuzladığı farklılıklara ve çokluklara, yeni bağlantılarla kendilerini ifade etme ve üretme olanağı sağlar. 4. Bu üretimi olanaklı kılan şizoanalizle, yaşamı özne merkezli bir kavrayış bağlamında ele alan aşkınsal düşünme yapılarını yersizyurtsuzlaştırarak, yaşamın aktif güç arzusu çerçevesinde, içkinlikle ve oluşla üretim düzleminde akışının olanaklılığını gösterir. iv Anahtar Sözcükler: Fark, Arzu, İçkinlik, Çokluk, Oluş, Yersizyurtsuzlaştırma, Şizoanaliz, Anti-Oedipus, Köksap, Arzu Makineleri, v ABSTRACT Name and Surname : Sinan KILIÇ University : Uludağ University Institution : Social Science Institution Field : Philosophy Branch : Systematic Philosophy Degree Awarded : PhD Page Number : X + 233 Degree Date :21 / 12 / 2012 Supervisor (s) : Prof. Dr. A. Kadir ÇÜÇEN DELEUZE-GUATTARI: SCHIZOANALYTIC DIFFERENCE AND DESIRE ONTOLOGY AS A DETTERITORIALISATION MACHINE This doctorate study aims to create the production plain that works with difference’s and desire’s schizoid machine connections, which reduces the plurality in existence to One within subjectivity based on identicalness, dualism and transcendentalism; and with this reduction, deterritorialisation with Deleuze-Guattarian shcizoanalysis of the comprehension of negative difference and desire in an arborescent frame of mind whom enforces subjective violence upon the differences in existence and pluralities. Thus, by showing how, during the course of individualisation, the majorative structure in the subjective mind, which is composed from the comprehension of negative difference and oedipal desire, can be detteritorialised by schizoanalysis; explains the course of thought and unconsciousness being converted into machines of production with schizoanalytic difference and desire ontology, and with this conversion, the virtual plain of a schizoid notional character. In this frame, the study shows the how affirmation and multiplication of individualised plurality in being is probable with the composition of difference and desire created by taking identity into the centre, and with the identity in the centre, detteritorialisation of the codes of majorative reasoning that negate the plural differences and desire in being. In this sense this doctorate study: 1. Shows the philosophical foundations in the individual’s majorative structures instead of the causality of big structures’ majorativity. 2. By revealing the foundations of majorative desire within the individual’s course of conscious and unconscious reasoning, shows how it is possible to liberalise desire instead of supressing it. 3. By approaching difference and desire in a positive manner, it gives the differences and pluralities that majorative structures negate, the opportunity to express and produce themselves with new connections. 4. Schizoanalysis, which enables this production, shows within the frame of life’s active desire of power, the possibility of the flow with immanence and becoming within the production plain by detteritorialising the transcendental frames of mind that approach life in the sense of a subject-centred comprehension. vi Key words: Difference, Desire, Immanence, Plurality, Becoming, Deterritorialization, Schizoanalysis, Anti- Oedipus, Rhizome, Desire Machines ÖNSÖZ İçinde yaşadığımız çağda, bireyleşme sürecinde olan bireyin içinde yer aldığı ontolojik düzlem fark ve arzudur; bireyler temelde kendi farklılıklarını ve arzularını oluşturmak ve dönüştürmek için yaşamaktadırlar. Bu nedenle çağımız bireyinde farklı olmak ve farklılığı içerisinde kendi arzularını yaşamak önemli bir problemdir. Çünkü çağımız yaşamın her aşamasında başarılı olmayı farklı olmak, farklı düşünmek ve arzularını baskı altına alarak arzuyu olumsuzlamayla özdeş kılmaktadır. Bu nedenle, “her birey kendi farklılığını ve arzusunu oluştururken nasıl bir düzlemden hareket etmektedir?”, “farklılığını ve arzularını nasıl bir ontolojik düşünme süreci içerisinde ele almaktadır?”, “farklılığını ve arzularını nasıl bir ontolojik düşünme sürecinde ele almalıdır?” soruları önem kazanmaktadır. Çünkü her birey kendi farklılığını oluştururken, aynı anda bir başka farklılığı olumsuzlamakta ve onu kendi farklılığı içerisinde ötekileştirmektedir. Benzer şekilde bireyler farklılıkları içerisinde arzularını da belirlenmiş objelere sabitleyerek, bu objeler çerçevesinde kolayca manipüle edilebilmektedir. Bu yüzden bu çalışmada bireylerin kendi farklılıklarını ve arzularını oluştururken, başka farklılıkları ve arzuları ötekileştirmeden yaratıcı ve dönüştürücü bir düzlemde, çoklu bağlantılarla yaşamasının olanaklılığını oluşturmak amaçlanmıştır. Çünkü farklılıkların ve çoklu arzuların majör düşünme süreçlerince ötekileştirilerek olumsuzlandığı bir çağda, farklılıkların ve çoklu arzuların kendini ifade edebileceği bir düşünme düzleminin gerekliliği her geçen gün biraz daha önem kazanmaktadır. Bu bağlamda çalışma probleminin belirlenmesinde lisans eğitimi süresince yönelmiş olduğum özne merkezli düşünmeye ve modernizme yönelik post-modern eleştiriler, mastır çalışmam sırasında Batı felsefe geleneğindeki farklılık ve arzu kavrayışına yönelik eleştiriler çerçevesinde belirlemiş olduğum öteki, fark, farklılık ve arzu problemleri etkili olmuştur. Bu çalışma süresince desteğini esirgemeyen danışman hocam Prof. Dr. A. Kadir ÇÜÇEN’e, çalışma süresince eleştirileri ve önerileriyle katkıda bulunan Doç. Dr. Kasım KÜÇÜKALP’e, titiz okumaları ve önerileriyle katkıda bulunan Doç. Dr. Nami BAŞER, Doç. Dr. Ali UTKU, Doç. Dr. Muhsin YILMAZ ve arkadaşım Araştırma Görevlisi Tayfun TORUN’a teşekkürlerimi sunarım. Bursa/2012 Sinan KILIÇ İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI ................................................................................................. İİ ÖZET ......................................................................................................................... İİİ ABSTRACT ................................................................................................................ .V ÖNSÖZ...................................................................................................................... Vİİ İÇİNDEKİLER ....................................................................................................... Vİİİ GİRİŞ ............................................................................................................................ 1 BİRİNCİ BÖLÜM FARK’IN ŞİZOANALİTİK ONTOLOJİSİ 1. FARK’IN ŞİZOANALİTİK ONTOLOJİSİ ............................................................. 8 1.1. FARK FELSEFESİ ........................................................................................ 10 1.1.1. Göstergebilim Geleneğinde Fark ............................................................. 11 1.1.2. Özdeşlik/Kimlik Düşüncesinde Fark ........................................................ 19 1.1.3. Ağaç Biçimli Ontoloji Geleneğinde Fark ................................................. 22 1.2. FARK’IN NEGATİF ELEŞTİRİSİNE YÖNELİK İKİ YAPI ......................... 27 1.2.1. Aşkınsal Yapı .......................................................................................... 29 1.2.2. Diyalektik Yapı ....................................................................................... 35 1.3. MİNÖR FARK ONTOLOJİSİ........................................................................ 40 1.3.1. Farkın Pozitif Kavranışı: Simulakrum ...................................................... 41 1.3.2. Fark Olarak Süre’nin Sentezi ................................................................... 45 1.3.3. Fark Ontolojisi Olarak İçkinlik ................................................................ 54 ix İKİNCİ BÖLÜM ARZU’NUN ŞİZOANALİTİK ONTOLOJİSİ 1. ARZU’NUN ŞİZOANALİTİK ONTOLOJİSİ ....................................................... 62 1.1. ARZU’NUN ŞİZOİD ONTOLOJİSİ .............................................................. 64 1.1.1. Negatif Arzu-Oedipus.............................................................................. 66 1.1.2. Pozitif Arzu-Anti Oedipus ....................................................................... 73 1. 2. ŞİZOİD ARZU MAKİNELERİ ..................................................................... 78 1.2.1. Arzu Makinesi ......................................................................................... 80 1.2.2. Organsız Bedenler ................................................................................... 85 1.2.3. Sosyal Makine ......................................................................................... 88 1.3. DEVLET VE KAPİTALİZM ......................................................................... 90 1.3.1. İlkel Makinede Arzu’nun Kodlanması ..................................................... 92 1.3.2. Despot Makinede Arzu’nun Kodlanması ................................................. 96 1.3.3. Kapital Makinede Arzu’nun Kodlanması ............................................... 101 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ŞİZOANALİTİK MAKİNE VE ÇOKLUK ONTOLOJİSİ 1. ŞİZOANALİTİK MAKİNE VE ÇOKLUK ONTOLOJİSİ ................................... 111 1.1. ŞİZOANALİZ .............................................................................................. 112 1.1.1. Köksap .................................................................................................. 120 1.1.2. Yersizyurtsuzlaştırma ............................................................................ 124 1.1.3. Göçebelik ve Savaş Makinesi ................................................................ 127 1.2. ÇOKLUK(LAR) VE ÜRETİM..................................................................... 130 1.2.1. Kavram Üretimi..................................................................................... 134 1.2.2. Öznellik Üretimi .................................................................................... 145 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM YAŞAMIN ŞİZOANALİTİK ONTOLOJİSİ 1. YAŞAMIN ŞİZOANALİTİK ONTOLOJİSİ ....................................................... 149 x 1.1. ŞİZOİD YAŞAMIN OLUMLANIŞI ............................................................ 151 1.1.1. Trajedinin Olumlanması ........................................................................ 153 1.1.1.1. Yaşamın Reaktif Olumsuzlanması: Nihilizm ................................... 157 1.1.2. Aktif ve Reaktif Güç İstenci .................................................................. 161 1.2. EBEDİ TEKRAR OLARAK ŞİZOİD YAŞAMIN OLUMLANIŞI .............. 171 1.2.1. Oluş ....................................................................................................... 175 1.3. BEDENİN İÇKİN ARZULARI ................................................................... 177 1.3.1. Beden ve Nedensellik ............................................................................ 185 1.3.2. Bedenin Duygulanımları ........................................................................ 193 1.3.3. İyi-Kötü Problemi ................................................................................. 200 S O N U Ç .................................................................................................................. 205 K A Y N A K LA R ................................................................................................... 226 ÖZGEÇMİŞ .............................................................................................................. 233 GİRİŞ Felsefe nedir? sorusunu “Felsefe kavram üretimidir, kavram üretim makinesidir, kavram üretiminin yeri yurdudur.”1 diyerek tanımlayan Deleuze-Guattari; benzer şekilde filozof kimdir? sorusunu da filozof bir çığlığı olan ve bu çığlığının “kavramsal karakterini üreten kişidir.”2 diyerek tanımlar. Deleuze-Guattari’ye göre kendi kavramını üretmeyen filozof veya düşünür başka düşünürlerin kavramlarının kölesi olur, bu yüzden filozof kendi kavramsal karakterini üretmelidir. Felsefeyi kavram üretim makinesi olarak değerlendiren Deleuze-Guattari’ye göre felsefe, bir özü, hakikati temsil etmeyen kavram üretiminin yeri yurdudur. Hakikati temsil etmeyen bu üretimde her filozof, kendi farklılığını ortaya koyan kavramlarla kendi problemini, çığlığını dile getiren kavramsal karakterler oluşturmalıdır. Bu kavramsal karakterler aynı zamanda filozofun da kaderidir. Bu çerçevede Deleuze-Guattari’ye göre felsefe öze veya kökene yönelik bir soykütük olmayıp, sürekli kendinde farkla yeni kavramsal karakterler ve bu kavramsal karakterlerin de ebedi bir tekrar içerisinde yersizyurtsuzlaştırılarak, başka bir düzlemde çoklu bağlantılarla yeniden üretiminin yeri yurdudur. I Deleuze-Guattari’nin, kavram ve kavram üretiminin nedenselliğine dair ifade ettiği bu düşünceler, doktora tez probleminin oluşmasını sağlayan temel düzlemdir. Bu düzlemde Deleuze-Guattari’nin kavram ve kavram üretimi düşüncesinin nedenselliğinden hareketle, bu doktora çalışmasının içeriğini belirlemeye yönelik dört ana başlıkta sorular oluşturuldu. Bu sorulardan birincisi, “Deleuzeyen fark nedir?” ve “Deleuze-Guattari’nin farkla bağlantılı olan felsefi çığlığı nedir?” İkincisi fark ontolojisi bağlamında, “arzu nedir?”, “şizoid arzu makinesi nedir?” ve “bu ontoloji ile oluşturulan kavramsal karakter nedir?” Üçüncüsü, “fark ve arzu ontolojisi düzleminden üretilen şizoanaliz nedir?”, “şizoid karakter kimdir?” ve “Deleuze-Guattari bu kavramsal karakterle felsefe tarihindeki hangi problemi, nasıl bir düşünme süreciyle çözmeyi 1 Gilles Deleuze, What is Philosophy?, p. 2. 2 Gilles Deleuze, Negotiations, p. 141.  Klinik vaka anlamında değil, şizoid veya minör düşünme anlamında kullanılır.  Düşünme kavramı düşünme süreci anlamında, düşünce kavramı da sürecin sonunda oluşan anlam bağlamında kullanılır. 2 amaçlamaktadır?” Dördüncüsü ise, şizoanalitik yaşam ontolojisi bağlamında, oluşturulan kavramsal karakterin ve düşüncenin felsefi düşüncedeki bağlantı noktaları nelerdir? Üretilen bu kavramsal karakter ve düşüncenin ontolojik zeminde yaşamla kurduğu bağ- iletişim nasıl olanaklıdır? Bu problemler çevresinde oluşturulan bu tezin amacı ise; özdeşlikten, ideal ve düalist bir özden, kökenden hareketle varlıktaki öznelliği aşkınsallaştıran ve bu aşkınsallaştırma içerisinde varlıktaki farlılıklara-çokluklara öznel ve metafizik bir şiddet uygulayarak, çoklukları olumsuzlayan majöratif-homojen yapıların şizoid fark ve arzu ontolojisinden yersizyurtsuzlaştırılmasını sağlayarak, minöratif/şizoid bir ontolojik düzlemden varlıklar arası heterojen iletişimin-bağlantının çoklu bir üretiminin olanaklılığını göstermektir. Böylece hem varlığa yönelik homojen yapıların oluşumuna neden olan düşünme süreçlerindeki ilkelerin açığa çıkarılmasını sağlamak hem de bu düşünme süreçlerinin yerine heterojen bir ontolojik kavrayışın olanaklılığını göstermektir. Deleuze-Guattari bu çerçevede pek çok majöratif yapı sıralar; aşkınsal düşünceler, düalist yapılar, ideolojiler, psikanaliz, adalet, insan hakları, öznellik vb. Deleuze-Guattari için bu yapıların hem majöratif olması hem de oluşu olumsuzlaması iki önemli nedenden kaynaklanır. Birincisi her şeyi bir köken ve tarihsellik üzerinden özdeşlikle açıklamaları, ikincisi açıklamalarının bu kökensellik ve özdeşlik üzerinden negatif farklılık ve arzu ontolojisiyle bağlantılı olmasıdır. Deleuze-Guattari için esas problem, bu yapıların oluşumuna neden olan Batı felsefesindeki düşünme yapısının aşkınsal ilkelerinin açığa çıkarılmasıdır. Deleuze’e göre Batı felsefesindeki bu ilkeler (özdeşlik, benzerlik, zıtlık ve analoji) varlıktaki heterojenliği bağlantılarla çoğaltmak yerine homojenleştirirler. Deleuze-Guattari’ye göre heterojen bağlantıların kurulmasının olanaklılığı homojen düşünmeye neden olan Batı felsefesindeki bu ilkelerin terk edilmesiyle olanaklıdır. Homojen düşünmeye neden olan yapılar, farklılıkları merkeze aldıkları düşünsel ilkeden-özden hareketle olumsuzlar. Çünkü erk temelli düşünme yapılarını merkezden kaçan akışlar, karakterler, çokluklar ve farklılıklar korkutur. Bu nedenle de majöratif düşünme yapılarında farklılıklar ve arzular, merkezdeki özdeşlik üzerinden anlamlandırıldığından; bu özün sınırında yer alan farklılıklar, çokluklar ve arzular olumsuzlanır. Bu merkezdeki kimlik ise, kendi özdeşliğini karşıtı olarak değerlendirdiği kimlik üzerinden gerçekleştirir. Örneğin bu kimlik oluşumunda öznellik, doğanın 3 negatifleştirilmesiyle kurulurken, doğa da öznelliğin negatifleştirilmesiyle kurulur. Benzer şekilde öznellik kendi içinde de kendi negatifini yaratır. Örneğin erkek özne, kadını olumsuzlayarak; kadın özne de erkeği olumsuzlayarak kendi kimliğini-özdeşliğini olumlar. Olumlamanın bu türü, daha açık bir ifadeyle sen kötüsün o halde ben iyiyim diyen Nietzscheci reaktif düşüncedir. Deleuze-Guattari Batı felsefe geleneğine hükmeden bu özdeşlik-kimlik merkezli düşünme yapısını problemli bulur. Bu nedenle şizoanalitik fark ve arzu ontolojisine dayalı yersizyurtsuzlaştırma makinesi, özdeşlik merkezli Batı düşünme geleneğinin yıkılmasının olanaklılığıdır. Şizoanalitik fark ve arzu ontolojisi negatif fark ile kurulan özdeşlikleri, kimlikleri yersizyurtsuzlaştırma sürecine tabi tutarak pozitif farkla oluş halinde üretici bir ontoloji kurar. Böylece Deleuze-Guattari farklılığı ve oluşu özne, kimlik, akıl, cinsiyet, kültür, oedipal bilinçdışı ve arzu gibi erke dayalı bir kökene gönderme yapmadan olumlamanın olanaklılığını gösterir. Deleuze-Guattari için bir kökenden beslenen yapılar varlık içerisindeki çoklukları olumsuzlayarak, bu çoklukları kendi özdeşlikleri içerisinde homojenleştirir. Buna karşın şizoanalitik veya minöratif ontoloji, varlıktaki farklılıkların bir öze dayanmadan çokluklar olarak olumlanmasının nasıl olanaklı olduğunu gösterir. Bu nedenle Deleuze-Guattari: Yersizyurtsuzlaştırma Makinesi Olarak Şizoanalitik Fark ve Arzu Ontolojisi başlıklı bu doktora tezinde; Batı felsefe geleneğine hükmeden erk-özdeşlik temelli düşünme yapısı, bu yapının oluşumuna neden olan filozoflar ve bu filozofların kavramsal modelleri; buna ilaveten Batı kültürünü oluşturan felsefi yapının yıkılmasının önemi ve bu yapıları yıkmak için oluşturulan şizoanalitik düşünme modeli; oluşturulan bu modelin kavram ve düşünür bağlantıları; bu modelin yaşamdaki heterojen yansımaları, çoklu varlıklar arası iletişimin heterojen bağlantılarla nasıl olanaklı olacağı, kavramsal bağlantılar ve örneklerle ayrıntılı olarak ilgili bölümlerde gösterilecektir. II Bu doktora çalışması, Gilles Deleuze’ün 1969 yılına kadarki çalışmalarının temel problemi olan fark ontolojisi ve 1970 yılından itibaren Felix Guattari ile birlikte 4 geliştirdikleri arzu ontolojisi problemi ile sınırlandırılmıştır.3 Fark ve arzu ontolojisi probleminin felsefe tarihindeki bağlantıları ise tarihselci, hiyerarşik ve kronolojik bir yaklaşıma başvurmadan, her bir bölümde problemle ilgili kavramlar çözümlendikçe, problemin felsefi nedenleri ilgili filozoflarla ilişkilendirilerek işlenecektir. Böylece şizoanalitik fark ve arzu ontolojisi perspektifinden felsefi düşüncede görülen problemleri, bu problemlerin nedenselliğini ve sonuçlarını; bu problemlerin çözülmesi için getirilen yaklaşımların ilgili kavram ve düşünür bağlantılarını açıklayabilmek amacıyla tez dört ana bölümde yapılandırıldı. Buna göre; Farkın şizoanalitik ontolojisi başlıklı birinci bölümde; fark ve fark’ın felsefe tarihindeki yerinin ne olduğu, üç ayrı problem ve alt başlık çerçevesinde ele alınacaktır. Birinci alt başlıkta, Deleuzeyen eleştiri bağlamında fark felsefesi ve bu felsefenin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynayan göstergebilim ve özdeşlikçi düşünme geleneğindeki fark problemi Platon, Aristoteles, Hegel ve Descartes; Saussure, Barthes ve diğer bağlantılarla birlikte irdelenecektir. Bu bağlamda fark problemiyle bağlantılı olan özdeşlik düşüncesinin ne olduğu, tarihsel bağlantılarla birlikte işlenecek; Deleuze’ün bu özdeşlik düşüncesiyle oluşturulan Batı düşünme mantığını tanımlamada kullandığı, ağaç biçimli düşünme modelinin ne olduğu, bu ağaç biçimli düşünmenin işleyiş ilkeleri, aşkınsal, düalist, majöratif düşünme yapılarıyla değerlendirilecektir. Bu bölümün ikinci alt başlığında, Deleuze’ün ağaç biçimli düşünmenin bir ürünü olarak gördüğü aşkınsal düşünmenin ne olduğu, Deleuze’ün karşı çıktığı Platon, Aristoteles, Descartes, Kant ve Hegel felsefeleriyle ele alınacaktır. Bu alt bölümün diğer önemli bir problemi de hem aşkınsal düşünmenin bir ürünü olan hem de fark’ın negatif olarak kavranmasına neden olan diyalektik düşüncedir. Bu bölümün üçüncü alt başlığında da Deleuze’ün diyalektik veya negatif farklılık olarak adlandırdığı aşkınsal farklılığın yerine oluşturduğu, pozitif veya minöratif farklılık ontolojisi; Deleuze’ün olumladığı Spinoza, Nietzsche ve Bergson felsefeleriyle ele alınacaktır. Bu üçüncü alt başlıkta diyalektik farkı ters çeviren minöratif-heterojen fark’ın ne olduğu, heterojen fark’ın olanaklılığını oluşturan zaman kavrayışı ve içkinlik problemi işlenecektir. Bu dört temel problem (özdeşlik, benzerlik, zıtlık ve analoji) şizoanalitik fark ontoloji bağlamında ele alındıktan sonra, Deleuze- 3 Bu çerçevede tezde, Deleuze’ün kendi felsefi düşüncelerine gönderimde bulunulduğunda “Deleuze”, Deleuze-Guattari’nin birlikte geliştirdiği düşüncelere gönderimde bulunulduğunda “Deleuze- Guattari”, Guattari’nin kendi düşüncelerine gönderimde bulunulduğunda ise “Guattari” kullanımı esas alınmıştır. 5 Guattari’nin Batı düşünme yapısının, bu dört temel probleminin bir sonucu olarak değerlendirdiği arzu problemi, oedipal düşünce ve psikanaliz irdelenecektir. Şizoanalitik arzu ontolojisi başlıklı ikinci bölümde, “arzu’nun ne olduğu?”, “arzu problemin felsefi nedenleri?”, “Batı düşüncesindeki bu arzu kavrayışının ters çevrilmesini olanaklı kılan şizoid arzu ontolojisinin ne olduğu?” vb. sorular üç ayrı problem çerçevesinde ele alınacaktır. Birinci problem arzu’nun ne olduğudur. Bu problem negatif fark düşüncesiyle bağlantılı olarak, Oedipus kompleksi ve Freudyen psikanalizin bilinçdışı süreçleriyle birlikte; Deleuze-Guattari’nin negatif arzu kavrayışını ters çevirmede kullandıkları şizonalitik arzuyla açıklanacaktır. İkinci problem şizoid arzu politikasının ne olduğudur. Burada birinci problemin çözülmesinde kullanılan şizoanalitik arzu politikasının ne olduğu; organsız bedenler, arzu makineleri, sosyal makine ve kodlama rejimleri kavramlarıyla açıklanacaktır. Bu bölümün üçüncü problemi arzunun kodlanmasını sağlayan tarihsel süreçler ve bunların sosyal makine ile olan ilişkisinin ne olduğudur. Bu sosyal kodlama problemi, üç ayrı sosyal kodlama rejimiyle ele alınacaktır: ilkel kodlama rejimi, despot kodlama rejimi ve kapital kodlama rejimi. Bu problemler açıklandıktan sonra, şizoid fark ve arzu ontolojisi ile bağlantılı olan üçüncü bölüme geçilecektir. Şizoanalitik makine ve çokluk(lar) başlıklı üçüncü bölümde, Deleuze- Guattari’nin pozitif fark ve arzu ontolojisi düzleminden hareketle oluşturdukları şizoanalitik makine düşüncesi ve çokluklar problemi iki bölüm çerçevesinde yazılacaktır. Birinci bölümde; “şizoanaliz nedir?”, “şizoanalizi oluşturan felsefi problemler nelerdir?”, “şizoanalitik makine nedir?”, “bu makinenin işleyiş ilkeleri olan köksap nedir?”, “yersizyurtsuzlaştırma nedir?”, “göçebelik nedir?” soruları ilgili problemlerle ve bu problemlerle bağlantılı olarak bu bölümün ikinci alt başlığında ise çokluklar problemi; kavram ve öznellik üretimi problemleriyle değerlendirilecektir. Bu problemlerin açıklanmasıyla birlikte şizoid düşünmenin/karakterin felsefi ve yaşamsal bağlantılarını açıklamak amacıyla dördüncü bölüme geçilecektir. Yaşamın şizoanalitik ontolojisi başlıklı dördüncü bölümde, Deleuze-Guattari tarafından oluşturulan şizoid kavramsal karakterin yaşamla kuracağı ontolojik zeminin felsefi temelleri ele alınacaktır. Bu bölüm Deleuze’ün özellikle olumladığı üç temel filozofun (Nietzsche, Bergson, Spinoza) düşünceleri çerçevesinde oluşturulacaktır. Bu bölümün birinci alt başlığında, “yaşamın şizoid kavranışının Nietzsche felsefesiyle olan 6 bağlantısı nedir?”, “bu bağlantı hangi bağlamlarda şizoid düşünmenin felsefi temelini oluşturur?” soruları trajedi, nihilizm, aktif ve reaktif güç istenci problemleriyle açıklanacaktır. İkinci alt başlıkta şizoid yaşamın üretim düzleminde olumlanması olarak, ebedi tekrar ve oluş düşüncesinin Bergson felsefesiyle olan bağlantısı işlenecektir. Üçüncü alt başlıkta ise Nietzsheci aktif güç istenci anlamında olumlanan yaşamın şizoanalitk ontolojisinin, Spinoza ve bu felsefenin içkinlik ontolojisiyle olan bağlantısı; nedensellik, duygulanımlar, iyi-kötü problemleri çerçevesinde işlenecektir. III Bu doktora çalışması, Deleuze-Guattari felsefesi çerçevesinde birbiriyle bağlantılı olarak kurduğu dört farklı yaklaşım bakımından özgündür: 1. Düşünme süreçlerindeki majöratif yapıların, psikolojik değil felsefi nedenselliğini göstermesi bakımından; 2. Hem aşkınsal hem de ideolojik majöratif yapılardan daha çok, tekil varlıktaki bilinç ve bilinçdışı düşünme süreçlerindeki majöratif arzunun temellerini açığa çıkarması bakımından; 3. Majöratif yapıların homojenleştirici özelliğinden dolayı, yaşamda olumsuzladığı çokluklara veya farklılıklara kendilerini ifade etme olanağı sağlaması bakımından; 4. Yaşamı özne merkezli bir kavrayışın dışına çıkararak, içkinsel bir ontolojik düzlemde üretime yönelik makine bağlantılarına dönüştürmesi bakımından. Bu tez çalışması konuyla tutarlılığın sağlanabilmesi için hiyerarşik, doğrusal, tarihsel veya kronolojik bir yöntemle değil; yatay bağlantılar kurularak sarmal bir yöntemle yazılmıştır. Çünkü doğrusal veya tarihselci yazım yönteminde belli bir kökenden veya tarihsel bir noktadan başlanarak, hiyerarşik ve aşamalı bir şekilde probleme gelinir; her bir kavram da kronolojik ve aşamalı bir şekilde elealınarak aynı kavramla ilgili tüm tarihsel-kronolojik ayrıntılar tek bir başlık altında irdelendikten sonra, diğer kavrama veya probleme geçilir; böylece bir daha zorunlu olmadıkça bir önceki kavrama değinilmez. Bu yöntemin tam da Deleuze-Guattari’nin şizoanalizinin karşı çıktığı ağaç biçimli düşünme yöntemi olması nedeniyle, tezin yazımında kullanılmamasına özen gösterilmiştir. Bunun yerine yatay eksenli ve sarmal yazım yöntemiyle bölümler oluşturulmuş ve bu bölümler arası geçiş sağlanmıştır. Yatay eksenli ve sarmal modelde ise merkeze alınan kavram ve problem her defasında farklı bağlantılarla kesilerek yeniden başka bir düzlemde, yeni bir anlamla bağlantılandırılarak genişletilir. Bu nedenle Deleuze- Guattariyen perspektiften tezdeki problemler ve kavramlar her bir bölümde farklı 7 problemler ve bu problemler çerçevesinde ilgili düşünürlerle ilişkilendirilerek yeniden ifade edilmektedir. Örneğin fark ve arzu tek bir başlıkta değil, her bir bölümde ilgili problemle ve düşünürlerle yeniden ele alınarak, farklı bağlantı noktalarıyla genişletilir. Tezin kaynak ve materyal seçimi; öncelikle problemle ilgili birincil kaynaklar olmak üzere Deleuze’ün tüm eserleri, makaleleri ve söyleşileri; Deleuze’ün Guattari ile birlikte yazdıkları tüm eserler ve Guattari’nin problemle ilgili temel eserleri, makaleleri ve söyleşileri; tez problemiyle ilgili temel ikincil kaynaklara ve makalelere ilaveten problem kapsamında ele alınan önemli filozofların, problemle ilgili temel eserleriyle sınırlandırılmıştır. Kaynakların dil seçiminde ise öncelikle ilgili İngilizce metinler, İngilizce metinlere ulaşılamayan durumlarda Türkçe metinler kullanılmıştır. Tezin üslup seçiminde konunun karmaşık yapısının anlaşılır olabilmesi için daha çok olumsal ve kısa cümlelerin kullanılmasına dikkat edilerek, analitik ve problemi betimleyerek çözme yaklaşımlı bir dil kullanılmıştır. Bu çerçevede anlatımda analitik bir çözümleme yaklaşımı benimsenerek problem dört bölümle sınırlandırılır. 8 BİRİNCİ BÖLÜM FARK’IN ŞİZOANALİTİK ONTOLOJİSİ 1. FARK’IN ŞİZOANALİTİK ONTOLOJİSİ Bu bölümde Deleuze’ün fark ile kurduğu ontoloji ve bu ontolojinin boyutları üç temel başlıkta açıklanacaktır. Birinci başlıkta, genel olarak fark düşüncesi ve ilgili düşünürlerin fark’ı nasıl ele aldığı, Deleuzeyen bakış açısıyla irdelenecektir. İkinci başlıkta, Deleuze’ün fark’ın negatif algılanışına yönelik eleştirileri ve bu eleştirilerin nedenlerine değinilecektir. Üçüncü başlıkta ise, Deleuze’ün ontolojik perspektifini oluşturan minör fark ontolojisi ve bu ontolojinin felsefi bağlantıları ele alınacaktır. Böylece, “fark nedir?”, “Deleuzeyen fark ontolojisi nedir?”, “Deleuze ağaç biçimli felsefi düşüncede, üstü örtülen fark’ın kıvrımlarını neden açmak ister?”, “fark’ın kıvrımlarını kronolojik olmayan bir düşünme yöntemiyle açarken, hangi düşünme yöntemine karşı çıkar?”, “bu karşı çıkışı nasıl bir düşünme modeliyle gerçekleştirir?”, “bu düşünme modeliyle Deleuze, ontolojik kavrayıştaki neyi değiştirir?” vb. sorular ilgili problemlerle bu bölüm içerisinde yanıtlanacaktır. Felsefi çevrelerde Deleuze için kabul edilen düşünce, onun Derrida ve Lyotard’ın yanı sıra farkı kendi felsefesinin zeminine oturtan önemli bir fark düşünürü olduğudur. Düşünürlerin fark’ın değerlendirilmesine yönelik ayrımları ilgili bağlamlarda ayrıntılı olarak açıklanacaktır. Fakat ondan önce burada esas olan, Deleuze’ün fark ontolojisi probleminin ne olduğu ve bu fark ontolojisiyle neyin değiştirilmeye çalışıldığıdır. Hiçbir tereddüde yer vermeyecek şekilde şu açıklıkla söylenebilir ki Deleuze’ün fark düşüncesindeki temel problem, Batı düşünme yapısına egemen olan ağaç biçimli düşünmedir. Deleuze’e göre ağaç biçimli düşünmenin özünü ise dört temel ilke oluşturur: 1. Özdeşlik, 2. Benzerlik, 3. Zıtlık ve 4. Analoji. Bu ilkelerle kurulan ağaç biçimli düşünme beş temel özelliğe sahiptir: 1. Hiyerarşiktir, 2. Tarihselcidir, 3. Majöratiftir, 4. Aşkınsaldır, 5. Temsilcidir. Bu nedenle Deleuzeyen fark ontolojisinin amacı bu beş temel özelliği temsil eden ağaç biçimli düşünmeye dayanmayan bir ontolojiyle, düşünceyi hakikatin temsilciliğinden, tutsaklığından kurtarmaktır. Buradaki 9 kurtulma Platon’da olduğu şekliyle mağaradan-bilgisizlikten kurtulma olarak anlaşılmamalıdır. Buradaki kurtulma, düşüncenin pürüzsüz bir zeminde özgürce dolaşması için sophia’dan kurtuluşu olarak anlaşılmalıdır. Çünkü minör/şizoid düşünce bu özgür seyahatine, hakikati-özü bulmak için başlamaz. O sadece düşünmeyi-göçebeliği ve üretimi arzuladığı için başlar. Deleuze düşüncenin öze-kökene yönelik bir yolculuk veya temsillerle işleyen diyalektik bir kavga olarak ele alınmasına karşı çıkar. Deleuze’e göre bir özle-hakikatle işleyen felsefe tarihi, her zaman felsefenin ve düşüncenin üzerinde bir güç unsuru olmuştur.4 Deleuze bu türden bir gücün, temsillerle işleyen Batı felsefesinin ağaç biçimli geleneğine egemen olduğunu ifade eder. Deleuze şizoanalitik ontolojiyle, bu türden bir kökene veya merkeze bağlı düşünme yapısını eleştirir. Ona göre düşünce, sadece özlerle ve temsillerle sınırlandırıldığında dogmatikleşir. Dogmatik düşünce nedir? Dogmatik düşünce belirli bir alanda belli bir köken veya mekan üzerinde yer yurt edinerek, kendi erkini oluşturan düşünme modelidir. Deleuze bu türden düşünme modellerini ağaç biçimli, sağduyu temelli, özdeşlikçi veya temsilci düşünme modeli olarak adlandırır. Deleuze düşünceyi dogmatizmden veya temsillerden kurtarmak için fark düşüncesiyle, içkinlik düzleminde kavranabilen bir ontoloji oluşturur. Bu ontolojiye dayalı fark kavramının önemi, farklılıkların birer negatiflik değil de pozitiflik olarak görülmesini sağlamasıdır. Bu düşünceye göre eğer tümel varlık kavrayışından çıkılıp, Platon’un olumsuzladığı tekil düzlemdeki varlıkların kavranışına geçilirse, varolan varlıklardan daha çok varlığın olduğu görülecektir. Varlık düzlemindeki bu çeşitlilik ise negatif bir unsur olarak değil, pozitif bir unsur olarak kavranır. Bu nedenle minör fark düşüncesinin temel işlevi, negatif bir anlama dayanmadan farkı öz, kimlik, varlık, ego- ben, kültür gibi herhangi bir aşkın yapıya veya yer yurda dayandırmadan anlaşılmasını sağlamaktır. Çünkü şizoanalitik fark ontolojisinde yaşam içersindeki farklılıklar; birer üstünlük veya düşüklük, bir başka ifadeyle soyluluk veya soysuzluk göstergesi olmayıp; tam tersine yaşam içerisindeki farklılıklar, pozitif düzlemde kendi içinde birer farklılık olarak değerlendirilir. 4 Gilles Deleuze and Claire Parnet, Dialogues, p. 13. 10 1.1. FARK FELSEFESİ Fark problemi ile felsefe tarihinin bütününde karşılaşılsa da, problem yoğun olarak yirminci yüzyıl felsefesinde ele alınır. Fark, Kıta Avrupası felsefesinin yapısalcı- göstergebilimci ve post-yapısalcı geleneği ile Anglo-Amerikan felsefesinin dilbilim geleneği içerisinde özellikle 1960 sonrası ve güncel felsefede önemli bir problemdir. Şu belirtilmelidir ki 1960 sonrasında özellikle yapısalcı akımın başlattığı fark kavramı tartışmaları, sadece felsefe alanıyla sınırlı kalmamış, aynı zamanda edebiyat ve sanat çevrelerinde de etkili olmuştur. Bunda özellikle Derrida, Foucault, Lyotard ve Deleuze gibi post-yapısalcı filozofların etkili olmasının yanı sıra, bu filozofların metinlerinin klasik anlamdaki felsefi eserlerin özelliklerini de taşımamasıdır. Bu düşünürlerin eserleri felsefeyi, edebiyatı, sanatı, sosyolojiyi ve psikolojiyi içlerinde barındıran yoğunluklu eserlerdir. Bu da ele aldıkları kavramların çok farklı disiplinlerde, çeşitli bağlamlarda tartışılmasına neden olmuştur. Fark’ın 1960 sonrası felsefe tartışmalarında baskın olmasının bir diğer nedeni de 1960 sonrası sosyal, politik, kültürel, cinsiyet temelli problemlerin tartışılmasında ve bu problemlere çözüm getirilmesinde fark ve farklılık düşüncesinin etkin bir rol oynamasıdır.5 Bu düşünürlerin temel amacı klasik felsefe metinlerinde olduğu gibi bir hakikati-özü veya aşkınsal bir ilkeyi açığa çıkarmak olmayıp, daha çok kavramların anlamları üzerine yoğunlaşarak anlamları sabitlemek yerine, kavramların bağlantılarını çoğaltarak çoklu bir düşünmenin olanağını oluşturmaktır. Bu nedenle Derrida ve Deleuze’ün fark kavramı etrafında oluşturdukları problem bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu problem birkaç yüzyıldır felsefenin içinde, özellikle özdeşlik problemiyle birlikte değerlendirilir. Sözü edilen problem, girişte de ifade edildiği gibi pek de birbirinden kopuk olmayan farklı iki bakış açısıyla işlenir. Birinci bakış açısını özellikle Kıta Avrupası felsefe geleneği içerisinde yapısalcılık ve post-yapısalcı düşünceyle bağlantılı olarak felsefe tarihi kapsamında ele alınan fark ve farklılık düşüncesi oluştururken; ikinci bakış açısını Anglo-Amerikan dilbilim ve göstergebilim geleneğince ele alınan fark kavramı oluşturur. 5 Avigail Eisenberg, “Diversity and Equality: Three Approaches to Cultural and Sexual Difference,” The Journal of Political Philosophy; vol. 11, Number 1, Blackwell Publishing, 2003, pp. 41-64, p. 50. 11 1.1.1. Göstergebilim Geleneğinde Fark 1960 sonrası göstergebilimde, yapısalcılıkta ve post-yapısalcılıkta fark problemi merkezi bir konumdadır. Bunların içerisinde özellikle yapısalcılık Saussure’ün göstergebiliminden etkilenerek şekillenir. Bu nedenle “fark nedir?” sorusu yapısalcılık içerisinde Saussure’ün göstergebilim kuramı çerçevesinde ele alınır. Saussure için dil, gösterge diye adlandırılan birimlerin kendi aralarında karşıtları aracılığıyla kurdukları ilişkilerden doğar.6 Bu çerçevede Saussure, dilin işleyişini bir satranç oyununa benzetir.7 Satrançta her taş değerini diğer taşlarla kurduğu bağlantıyla elde eder; satrançtaki taşlar gibi anlık dizgelerle işleyen dilde de her kavram değerini diğer kavramlarla kurduğu bağlantıyla kazanır. Kazanılan bu anlamlar, kurulan yeni bağlantılara ve oyunun kurallarına göre değişir.8 Saussure için bu oyunun kuralları da göstergebilimin ilkeleridir. Deleuze, karşı çıktığı bu göstergeler rejiminin sekiz temel ilkesini şu şekilde sıralar; 1. Gösterge sonsuz biçimde başka bir göstergeye göndermede bulunur. 2. Gösterge diğer göstergeler tarafından geri getirilir ve asla geri dönüşü durdurmaz. 3. Gösterge döngüden döngüye atlar ve merkeze bağlanırken onu sürekli olarak yerinden eder. 4. Döngülerin genişlemesi gösterileni açığa vuran ve göstereni yeniden açığa vuran yorumlarla güvence altına alınır. 5. Sonsuz göstergeler dizisi kendisini hem eksiklik hem de fazlalık olarak sunan üstün bir gösterene göndermede bulunur. 6. Gösterenin biçiminin bir tözü vardır ya da gösteren bir bedene yani yüze sahiptir. 7. Sistemin kaçış çizgisi negatif bir değer üstlenir. 8. Rejim bir evrensel aldanış rejimidir.9 Saussure, dilbiliminde dilin bu ilkeler aracılığıyla işlediğini ve göstergenin gösteren (signifier) ve gösterilen (signified) ayrımına dayandığını söyler. Saussure’e göre kavramlar bu gösteren ve gösterilen ayrımı üzerinden, çağrışımsal bir bağ ile belli bir keyfiyete göre birbirine bağlanır.10 Saussure, bu gösteren ve gösterilen ayrımını ses ve kavrama benzetir; ses gösteren, kavram gösterilendir. Göstergeler arasındaki ilişkiler de fark yasasınca belirlenir. Buna göre bir kelime bir diğer kelimeye bağlanırken fark yasası işler,11 bu fark yasası da ağaç biçimli düşünmenin dört temel ilkesinden zıtlık ile 6 Mehmet Rifat, Dilbilim ve Göstergebilim Kuramları 1, s. 27. 7 Ferdinand de Saussure, Course in General Linguistics, p. 22. 8 Ferdinand de Saussure, Course in General Linguistics, p. 88. 9 Deleuze and Guattari, A Thousand Plateaus-Capitalism and Schizophrenia, p. 129-130. 10 Ferdinand de Saussure, Course in General Linguistics, p. 67. 11 Ferdinand de Saussure, Course in General Linguistics, p. 120. 12 bağlantılıdır.* Bu ilkeye göre, gündüz kavramı anlamını oluştururken karşıtı olan gece kavramıyla, iyi kavramı karşıtı olan kötü kavramıyla bağlantıya geçer. Diğer bütün kavramsal ilişkiler de bu türden bir karşıtlık yasasıyla oluşur. Saussure’e göre dildeki fark yasasıyla işleyen gerçeklik dilsel bir kurgudur ve bu kurgu herhangi bir tarihsel yasaya değil, keyfilik ilkesine bağlıdır. Saussure için bir dil dünyayı farklılaştırarak işlediğinden, varlık da yalnızca dil içerisindeki farkın sistemiyle bilinebilir. Buna göre herhangi bir şeyin farkı, onun farklılaşmış olan yapısı veya sistemi bilinmeyene kadar, o şeyin tarihine sahip olunamaz. “(…) bu yüzden, bir dili, kültürü, metni çalışmadan önce, dilin veya kültürün nasıl farklılaşmış olduğu düşünülmek zorundadır.”12 Örneğin bir sanat eserini anlamak yerine, bu objenin bir sanat eseri gibi farklılaşmış olmasına müsaade eden anlam sistemi veya kültür çalışılmalıdır önce. Saussure açısından dil ögeleri arasındaki ilişkinin kurulmasını sağlayan yapı, doğal olmayıp uzlaşmacı ve toplumsaldır. Bu nedenle gösterge, özgürce belirlenen bir edimden daha çok, dil dizgesinden kaynaklanan toplumsal ve ruhsal bir kendiliktir.13 Saussure’a göre sosyal bir kurum olan dil düşünceleri ifade eden göstergeler sistemidir.14 Geleneksel Batı felsefesinde bir dilin tarihsel olarak çalışılması demek, o dil içindeki kavram ve anlam değişikliklerinin, önceki dilden nasıl türediğinin çalışılmasıdır. Saussure bu tarihsel yaklaşıma karşı olarak, herhangi bir terimi mevcut sistemi içinde ele alır. Terimler zaten bir anlam dünyası içerisinde anlamlarını kazandığından ve bu anlam dünyasından da çıkış olanaksız olduğundan, anlamın kökenini bulmaya karşı çıkar. Çünkü bireyler kendilerini hep bir dil ve anlam içerisinde bulur, bu dil ve anlamın dışına çıkmak da olanaksız olduğu için, mutlak anlamı elde etmek imkânsızdır. Her anlam bir başka anlamın oluşumuna neden olur. Bu nedenle geriye, kökene doğru bir anlam arayışı gereksiz ve boş bir arayıştır. Böylece Saussure, Hegelci anlamdaki tarihsellik düşüncesine karşı çıkar. Bu anlamda Saussure’ün göstergebilimi Hegel’in idealizminden farklılaşır. Hegel dünyanın negatif farkla farklılaşmasını, tin tarafından belirlenen kavramlarla oluşturulduğunu düşünür. Saussure için dünyadaki bu fark sistemi ideal olmayıp * Bkz yukarı (ağaç biçimli düşünmenin dört temel ilkesi), s. 8. 12 Claire Colebrook, Understanding Deleuze, p. 9. 13 Mehmet Rifat, Dilbilim ve Göstergebilim Kuramları 1, s. 27. 14 Ferdinand de Saussure, Course in General Linguistics, p. 16. 13 maddidir. Bir dil sesler ve maddi (harf) ögelerden oluştuğundan, sahip olunan şey de aslında kavramların ve anlamların bir dünyasıdır. Hegel varlığın kavramlarla açıklanabileceğini söyler, fakat Hegel kavramları negatif bir karşıtlık ilişkisiyle, bir kökenden başlatırken; Saussure, kavramların herhangi bir köken veya başlangıç yerine, yalnızca yapının içinde ve yapı yoluyla düşünülebileceğini söyler. Bir sistemin başlangıcı veya kökeni yine yalnızca yapı yoluyla bilinebilir. Saussure’ün eşsüremli yaklaşımında, eğer bir kelimenin ne anlama geldiği öğrenilmek isteniyorsa, kelimenin kökenine/özüne doğru bir iz sürmeye gerek yoktur. Onun yerine bir kelimenin diğer kelimelerle ilişkisi içinde kazandığı anlama, yapıya bakmak gerekir.15 Çünkü dilin dışına çıkmak olanaksız olduğu için hiçbir zaman ilk anlama, kökene ulaşılamayacaktır; elde edilen her anlam bir başka anlama gitmeyi zorunlu kıldığından, mutlak anlama ulaşılamaz. Bu nedenle Saussure için anlamın arkeolojisi yerine, o kavramı anlamlı kılan yapının bilinmesi yeterlidir. Kavramı anlamlı kılan, tarihselliği olmayıp yapısıdır. Saussure böylece anlamı geriye doğru değil de o andaki işleyişine göre açıklayan eşsüremli dil teorisini geliştirir. Buna göre bir kelimeyi oluşturan harfler ve kelimeler arasındaki ilişki tarihsel olmayıp keyfidir. Eşsüremlilik, kavramların anlamlarını tarihsel bir çizgi içerisinde kazanmadığını; kavramların anlamlarını tamamen belli bir pragmatik keyfilik içerisinde, o anda kazandığı ilkesine dayanır. Eşsüremli düşüncenin karşı çıktığı artsüremlilik ise kavramların anlamlarını belli bir tarihsellik içerisinde kazandığı ilkesine dayanır. Dilbilimin durgun yanı ile ilgili olan her şey eşsüremliyken, değişimle ilgi olan her şey artsüremlidir.16 Bu çerçevede Saussure’ün göstergebiliminin önemi, farkı ve özdeşliği kökensellik ile değil eşsüremlilik ile kurmasıdır. Bu kurama göre dil kendi içerisinde farklı kavramlar aracılığıyla işler. Saussure kavramların anlam kazanımını, dil içerisindeki negatif fark (karşıtlık) ile kurulan eşsüremli göstergeler ile açıklar. Dilin farkları kendi başına anlamsız olduğundan, göstergelerin dışında da bir anlam yoktur. Fark sistemi olmadan sesler birer gürültü, harfler birer işaret olur. Seslerin ve harflerin anlam üretmesi sistemli olmaları, tekrar ve değişebilir olmalarıyla olanaklıdır. Anlamı üreten negatif fark sistemi, kullanılırken değişir ve tekrar eder. Fark’ın negatif olduğunu 15 Claire Colebrook, Understanding Deleuze, p. 12. 16 Ferdinand de Saussure, Course in General Linguistics, p. 81. 14 söylemek, bir dili anlamlı yapanın dilin içerisindeki negatif yapılar, göstergeler olduğunu söylemektir. Bu anlamda oluşturulan özdeşlik de keyfi bir gerçekliğe dayanır. Özdeşlik içerisinde bir kişi veya bir ulus özdeşliğini bir diğerinden farkı aracılığıyla kurar ki bu farklılık, zıtlık ilkesine dayanır. Bu farklılığın kurulmasına neden olan ise dilin yapısıdır. Buna göre dünyayı anlamlı kılan dil yapıları olduğundan, dünya dil yoluyla farklılaşarak anlam kazanır. Bu nedenle Saussure’e göre herhangi bir şeyi düşünebilmek için, düşünülen şeyin dil yapıları ile farklılaşmış olması gerekir. Düşünmeye veya konuşmaya başlamadan önce farklılaşmış bir dil veya işaretler sistemi vardır.17 Farklılaşmış bu göstergeler sistemi bir dil yapısı ile kurulur, dilin yapısında ise karşıtlık ilkesi vardır. Bu nedenle dil ile oluşturulan anlamlar karşıtlık ilkesince belirlenir. Buna göre dünyada kişiler, objeler ve tözler dil yapıları ile hem ifade edilmiş hem de oluşturulmuştur. Çünkü dil sadece dünyadaki varlıkları bir araya toplayan adlandırma olmayıp, o aynı zamanda bu varlıkların yaratıcısıdır da. Bu karşıtlık ilkesince kurulan göstergelerle oluşan dünya çoklu bir yapıya sahip olduğundan, göstergeler arasında her zaman anlamlı bir birlik söz konusu olmayabilir. Deleuze Proust’tan etkilenerek bu çoklu göstergeler dünyasını şu şekilde sıralar: diplomatik göstergeler, sağlık göstergeleri, aşk göstergeleri vb.* Göstergeler arası anlamsal ilişkilerin kurulabilmesi için gerekli olan Saussure’ün karşıtlık ilkesini, Deleuze negatif farklılık ilişkisi olarak ifade eder. Düşüncenin negatif fark algılayışında, bir işareti anlamlı yapan diğer işaretle kurduğu bağlantıdır. Mavinin ve yeşilin ne olduğu bilinir, çünkü burada anlam olarak birbirinin negatifi olan iki ayrı kavram var. Bu yapı içinde yeşilin veya mavinin ne olduğu ne olmadığıyla açıklanır. Aynı şekilde bir çocuğun veya bir delikanlının da ne olduğu bilinir, çünkü birbirinden ayrı iki gösterge ve kavram vardır. Deleuze için bu türden bir anlam açıklaması negatiftir, negatif olması bu kavramların kendi başlarına bir 17 Claire Colebrook, Understanding Deleuze, p. 10. * Gilles Deleuze, Proust and Signs, p. 5. / Proust Kayıp Zamanın İzinde serisinde göstergeler dünyasının çokluğunu en iyi şekilde ifade eder. Burjuva dünyası göstergeleri, sodom ve gomorra göstergeleri, aşk göstergeleri, kıskançlık göstergeleri, sanat göstergeleri ve daha pek çok gösterge türü bu yedi ciltlik eserde görülür. Bu yedi ciltlik eser sırasıyla; Swann’ların Tarafı (1913), Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde (1918), Guermantes Tarafı (1920), Sodom ve Gomorra (1922), Mahpus (1923), Albertine Kayıp (1925), Yakalanan Zaman (1927) serisinden oluşur. 15 anlamlarının olmamasından kaynaklanır. Onlar yalnızca, diğer terimlerle bir sistem içinde anlamlı olabilir.18 Bu sistem içinde farkın ne olduğu ne olmadığıyla açıklanır. Göstergeler sisteminde her gösterge bir başka göstergeye göndermede bulunduğundan, bir göstergeden bir diğer göstergeye gidiş sonsuzdur. Çünkü gösteren her zaman için bir başka gösterilendir, gösterilen her zaman bir başka gösterendir.19 Deleuze göstergeler arası bu sonsuz gidişin majör bir gösterene göndermede bulunduğunu ve bu majör gösterenin de despot kodlama rejimi olduğunu ifade eder.20 Despotun majör gösterenin altında, birbirine göndermede bulunan sonsuz göstergeler rejimi vardır. Bir de despotun majör gösterenlerini taşıma, yayma ve onları yorumlama işlevini yerine getirecek özneler vardır; din adamları, bürokratlar, yorumcular vb. Mesaj taşıyıcılara ilaveten bir de despotun mesajının alıcıları olan dinleyiciler vardır. Burada özneler ya bu majör gösterene itaat etmek, mesajı taşıyanın izinden gitmek, ya da bu majör göstergeler rejiminden kaçmakla karşı karşıyadır. Despotun majör göstereninden kaçış, göçebeler tarafından gerçekleştirilir. Göçebeler yapısalcı dil rejiminin ikili yapısını (gösteren-gösterilen) yersizyurtsuzlaştırma sürecine tâbi tutarlar. Bu, dilin gramer kurallarına, yapıya, gösterene bağlılığından koparılmasıdır. Deleuze dilin, göstereni olmayan kavramların yersiyurtsuzlaştırılması süreciyle işlemesi gerektiğini ifade eder.* Deleuze, Saussure’ün dil, gösterge ve anlam ilişkisine dair oluşturdukları düşüncelerin etkisinde kalarak, bilinçdışı süreçleri dil yapıları ve göstergeler rejimi ile açıklayan Lacancı psikanalize de kaşı çıkar. Lacan** yapısalcılığın dil kuramından etkilenerek, yapısalcı psikanalizi geliştirir. Lacan için çocuğun dil edinimi, onun simgesel düzeye geçişini belirler.22 Bu simgesel düzeye geçiş ile birlikte çocuk, onun bilinçdışı simgesel bağlantılarını şekillendirecek olan dil gerçekliğiyle karşılaşır ve çocuğun bilinçdışı işleyişi bu simgesel dil ile yapılandırılır. Lacan’a göre dil, hem id’in içinden çıktığı bilinçdışı hem de içine girdiği simgeler alanının yerini ve işlevini 18 Claire Colebrook, Understanding Deleuze, p. 15. 19 Ferdinand de Saussure, Course in General Linguistics, p. xxxiii. 20 Gilles Deleuze, “İki Deli Rejim,” Toplumbilim, çev. Meltem Cansever, Bağlam Yayımevi, Kasım 1996, ss. 67-69, s. 68. * Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Tezin üçüncü bölümü 1.2.1. Kavram Üretimi başlıklı bölüm, s. 134. ** Lacan’ın dilden hareketle açıkladığı bilinçdışı süreçlerin arzuyu nasıl belirlediğine yönelik düşünceler için bkz. Tezin ikinci bölümü 1.1.1. Negatif Arzu-Oedipus alt başlığı, s. 66. 21 Richardson W. J, Lacan, p. 520 22 Richardson W. J, Lacan, p. 520. 16 belirleyen koordinatlar takımıdır.23 Lacan bu dil dizgesini, babanın göstergeler dünyası olarak tanımlar. Ona göre, çocuk dil içerisinde kendini babanın gramer kurallarıyla bulur, Lacan için dil babanın kurallarına göre oluştuğundan, babayı temsil eder. Oedipus kompleksini oluşturan da babanın bu dil yapısıdır. Deleuze-Guattari Lacan’ın bu dil kavrayışını negatif farklılık algılayışına dayanması nedeniyle eleştirirler. Aynı çerçevede hem yapısalcılığı hem de göstergebilimi tarihselci olması nedeniyle eleştirirler. Bu çerçevede 1960 sonrasında Derrida, Deleuze, Lyotard ve Foucault gibi önemli filozofların eserleri, yapısalcılığın anlam oluşturucu ilkelerini yapıbozuma tâbi tutar. Böylece fark kavramına yönelik yukarıda ifade edilen ve göstergebilim üzerinden devam eden tartışmalar tamamlanmadan, Fransız felsefe geleneği içerisinden post-yapısalcılık olarak adlandırılan ikinci bir fırtına kopar. Post-yapısalcı felsefede öne çıkan düşünceler; çokluklar, farklılıklar, heterojenlik, değişkenlik, çözümlemeye güvensizlik, sonuç çıkarmayı erteleme, akıl yerine bedene önem verme, yapı yerine izleri kovalama; yepyeni sözlerle, eğretilemeli (metaforik) anlatımlarla ve özellikle söz uzatmalarla anlatımı sürdürmektir.24 Post-yapısalcılar oluşturmak istedikleri yeni düşünme biçimiyle, özellikle yapısalcılığın temel kavramları olan yapı, dizge, işlev, kod, karşıtlık gibi kavramlarla düşünmeye ve sınıflandırmaya; metinsel tutarlılığa, anlamın oluşturulmuş olması gibi düşüncelere karşı çıktılar. Bu düşüncelerine referans olarak da Deleuze’ün ve Derrida’nın yaklaşımını aldılar. Derrida, dilbilimcilerin ses temelli düşüncelerine karşı çıkar.25 Derrida sözmerkezciliğin yerine, söz ile insan sesinin merkezinde yazının bulunduğunu, yazı ve ses için bir ilk ilkenin bulunamayacağını savunur. Buna göre yapısalcıların ifade ettiği şekliyle, örneğin kitap düşüncesinin önceden oluşturulmuş bir gösteren bütünlüğü biçiminde belirlenemeyeceğini ifade eder. Bunun nedeni Derrida’nın metinlerin bütünselliği yerine, metinlerin bütün olmayan anlamların üretimi olarak okunmasını savunmasıdır. Derrida yapısalcı homojen metin kavrayışına karşı metnin parçalanabileceğini söyler. Bu parçalamayla bir metnin tutarlı olamayacağı düşüncesinden hareketle, metni kendi kendisine karşı kullanır. Bu kullanımda öncelikle tutarsızlıkların, karşıtlıkların, göstergelerin izini sürerek metnin homojen yapısını bozar. 23 Fredric Jameson, Dil Hapishanesi, s. 153. 24 Mehmet Rifat, Dilbilim ve Göstergebilim Kuramları 1, s. 154. 25 Bennington, G, Derrida, p. 55. 17 Bu yapıbozucu26 eleştiri, metindeki retorik (sözbilimsel teknikler, söz sanatları) ile gramer (dilbilgisi) karşıtlığına dayanır. Yapıbozucu söylem için, bir metnin gramer anlamıyla retorik anlamı arasında fark bulunur. Bu farktan dolayı da metinde yer alan iki anlam çelişebilir. Metnin tam anlamına ulaşmayı engelleyen özellik de bu retorik ile gramer arasındaki karşıtlıktır. Aynı metni okuyan okuyucuların farklı yorumlara ulaşmasının nedeni, bu retorik ve gramer karşıtlığıdır. Derrida’ya göre metne yönelik bu anlam farklılığı, okuyucunun algılayışından veya algılayışındaki dikkatsizlikten değil, metnin yapısından kaynaklanır. Yapıbozucu metin algılayışı için mutlak anlam, bu karşıtlıktan dolayı metinde yoktur. “Bir metin gerçekliği ararken, kendini yaratırken yine kendi yapısını, anlamsal düzenini, tutarlılığını bozar; okurun karşısına dilbilgisel kurallarla örülmüş ve belli anlamlar içeren bir düzenek, bir yapı olarak değil, söz sanatları ile örülü bir oyun biçiminde çıkarak, dilbilgisel yapının söylediğinden başka bir şey de belirtmiş olur.27” Oysa yapısalcılara göre eğer yapının işleyiş ilkeleri bilinirse, metnin temel anlamı da elde edilebilir. Deleuze Derrida’dan farklı olarak, bizim birimleri algılama tarzımızı özdeşlik ve farklılık üzerinden açıklar. Deleuze’ün eleştirel bir bakış açısıyla ele aldığı düşünce de anlam oluşturma sürecinde bu iki kavramın rolünün ne olduğudur. Derrida differance kavramıyla yapıbozum olarak okunan bir düşünme stratejisi geliştirirken, Deleuze fark kavramıyla minör veya şizoid bir düşünme stratejisi geliştirir. Derrida’nın yapıbozumu üç aşamalı bir stratejiyi izler; birinci aşama metin içerisindeki kavramsal örgüde kavramsal zıtlıklarla kurulan, kavramsal hiyerarşik yapının açığa çıkarılmasıdır. Kavramsal hiyerarşik örgüyle Derrida’nın açıklamaya çalıştığı, metin içerisinde bazı kavramların, diğer kavramlara oranla ayrıcalıklı bir konum edindiğidir. Yapıbozum ile bu hiyerarşik ayrıcalık açığa çıkarılır. İkinci aşama, bu hiyerarşinin ters çevrilmesidir. Bu aşama, baskı altına alınarak üstü örtülen veya geri plana itilen kavramın üstündeki örtünün kaldırılarak, yeni bir kelimenin türetilmesidir. Üçüncü aşama, iki terim arasındaki farkı düzenleme veya yıkmaya dahil olan karşıtlığın yeniden yazılmasıdır.28 Elbette fark’ın yapıyla, özdeşlikle ele alınmasına karşı çıkan Derrida ve 26 Derrida ve yapıbozum üzerine daha ayrıntılı bilgi için bkz. Kasım Küçükalp, Batı Metafiziğinin Dekonstrüksiyonu: Heidegger ve Derrida, Sentez Yayınevi, 2008. 27 Mehmet Rifat, Dilbilim ve Göstergebilim Kuramları 1, s. 159. 28 Mark Curie, Difference, Routledge, London, 2004, p. 50. 18 Deleuze* felsefe tarihinde fark’a yönelik bu pozitif anlamı başlatan ilk düşünürler değildir. Bu nedenle Deleuze ağaç biçimli düşünmenin karşıtlık ile kurduğu fark algılayışına yönelik eleştirilerini, sadece yapısalcılık ve göstergebilim ilkelerine yöneltmez, aynı zamanda olumladığı düşünürler üzerinden modern felsefeye de yöneltir. Modern felsefede Leibniz, Spinoza, Nietzsche ve çağdaş felsefede Heidegger, özdeşlik düşüncesiyle baskı altına alınan fark kavramının üstündeki örtüyü, ontolojileriyle kaldırmaya çalışırlar. Bu örtünün kaldırılması, fark’a yönelik pozitif tutumun geliştirilebilmesi için önemlidir. Bu çerçevede pozitif fark kavrayışı Kant, Hegel, Nietzsche, Bergson ve Heidegger gibi uzun bir fark filozofları geleneğine dayanır. Şu açıklıkla söylenmelidir ki, fark kavramı felsefe tarihi içerisinde Deleuze’ün ağaç biçimli düşünmeye sahip filozoflar olarak adlandırdığı düşünürler tarafından özdeşlik düşüncesi yoluyla baskı altına alınmıştır, ki Saussure de Deleuze tarafından aynı düşünme modeli içerisinde değerlendirilir. Deleuze bu durumu, özdeşliğin farka baskın olması olarak değerlendirir. Fark kavramının üstündeki bu baskıyı-örtüyü kaldırmayı deneyen iki temel filozof ise Nietzsche ve Heidegger olarak değerlendirilir, fark kavramı üzerine çalışan akademisyenlerce. Nietzsche ebedi dönüş kavramıyla her defasında tekrar eden farklılığı açığa çıkarırken, Heidegger Being-Varlık kavramıyla tümel olarak kavranmaya çalışılan varlığın içerisindeki tekilleri açığa çıkararak varlığın üstündeki tümel, aşkınsal örtüyü kaldırmayı amaçlar. Deleuze’e göre Nietzsche ve Heidegger felsefesinde yoğun olarak eleştirilen özdeşlik temelli varlık kavrayışı düşünürleri; Platon, Aristoteles, Descartes, Hegel, Kant, Husserl ve Sartre farkı hep aynının karşıtı olarak ele alırlar. Felsefe tarihi içerisinde “fark nedir?” sorusuna verilen yanıt; “fark aynının/özdeşin karşıtıdır.” Tam da bu tanım Deleuze’ün eleştirdiği ağaç biçimli düşüncenin fark tanımıdır. Deleuze, aynının karşıtı * Post-yapısalcı tartışmayı başlatan temel iki düşünür Derrida ve Deleuze’dür. Derrida’nın Writing and Difference’ı (1967) ve daha sonrasında Deleuze’ün Difference and Repetition’ı (1968) yapısalcı dilbilimin argümanlarını doğrudan olmasa da dolaylı olarak bozar. Deleuze’ün difference kavramı Türkçe’ye fark olarak çevrilir ve kendi otantik anlamını kurar. Buna karşın Derrida’nın differance kavramı Türkçe’ye aynen aktarılır ve belli bir metin okuma stratejisi olarak yapıbozumda kullanılır. Derrida’nın differance kavramının difference/fark kavramına yönelik bir eleştiri olduğu da belirtilmektedir, kimi Derrida yorumcuları tarafından.  Deleuze Sartre felsefesini olumlamasına rağmen, benim açımdan şizoanalitik fark kavrayışından Sartre’ın da negatif farklılık düşüncesi geleneğinde yer aldığıdır. Çünkü Sartre’da beni, ötekinin karşıtı üzerinden, ötekini olumsuzlayarak kurar. Sartre beni olumlarken, ötekini, yığın olarak tanımladığından onu olumsuzlar. Bu da Sartre felsefesinin de bir kökene, ideye dayandığını gösterir. Oysa Deleuze kendi fark ontolojisinde belli bir kökene dayalı tüm felsefeleri özdeşlikçi veya aşkınsal ağaç biçimli düşünmenin bir ürünü olarak olumsuzlar 19 olmayan saf-kendinde farkı çıkarmaya çalışır. Aynı nedir? Aynı özdeşliktir. Deleuzeyen felsefeden özdeşlikçi düşünme nedir? sorusuna verilecek yanıt; özdeşlikçi düşünmenin sağduyu dogmalarıyla işleyen temsilci düşünme olduğudur. Özdeşlik düşüncesi, düşüncede temsil edilen kavramların objektif, gerçek bir dünyanın temsilleri olduğunu kabul eder. Deleuze’ün fark düşüncesi bu türden bir temsile dayalı düşünme alışkanlığını değiştirmeyi amaçlar.29 Bu düşünce yapısı Platon, Aristoteles, Descartes, Hegel, Husserl, Saussurecü gelenek içinde açık bir şekilde görülür. Deleuze’ün temsilci düşünme olarak adlandırdığı bu düşünme için, düşüncenin kendi başına bir gerçekliği veya kendinde farkı yoktur; düşünce bir özü-özdeşliği temsil eden kopyadır. Bu bağlamda artık sorulması gereken soru, bu özdeşliğin ne olduğudur? 1.1.2. Özdeşlik/Kimlik Düşüncesinde Fark Deleuzeyen fark ontolojisinde özdeşlik, fark’ın ne olduğunu tanımlamada merkezi bir konumdadır. Bu önem bir önceki bölümde de görüldüğü gibi Batı felsefe geleneğindeki problemlerin, tartışmaların özdeşlik düşüncesiyle olumlu veya olumsuz (olumlu göstergebilim ve yapısalcılık; olumsuz post-modernizm ve post-yapısalcılık) bir bağ kurmasından kaynaklanır. Deleuze bu durumu ağaç biçimli veya kökensel düşünmenin bir sonucu olarak değerlendirir. Çünkü ağaç biçimli düşünmede fark’ın ne olduğu özdeşlik çerçevesinde açıklanır. Özdeşlik nedir? En basit anlatımla, klasik mantıkta; bir şey ne ise odur veya A, A’dır ilkesidir. Bu ilkeye göre bir şeyin özdeşliği onun diğer şeylerden farkını ifade eder. Özdeşlik/kimlik (identitiy) düşüncesinde fark bir şeyin bir başka şeyden farkı olduğu için, her zaman özdeşlik düşüncesi çerçevesinde belirlenir. A-A’dır ilkesine dayanan özdeşlik için; kalem kalemdir, ağaç ağaçtır, kuş kuştur ve başka bir şeye geçişe kapalıdır. Buna göre bir kavram veya şeyin, onun olabileceği şey olabilmesi için kendisiyle özdeş bir öze sahip olması gerekir.30 Bu anlamda özdeşlik, aynı zamanda tek bir varlığın farkını ve tekilliğini belirleyen temel özellik olarak da kullanılır. Bu kullanım çerçevesinde özdeşlik/kimlik bir cinsiyeti, ırkı, etnik kökeni, ulusu, Oedipusu tanımlamada kullanılan en temel düşünme31  Buradaki alışkanlık kavramı deneyim anlamında kullanılmayıp, Proust’un zamanın yaşanmasıyla elde edilen alışkanlığı tanımlamada kullandığı anlamda ele alınır. 29 Claire Colebrook, Understanding Deleuze, p. 1. 30 Miguel de Beistegui, Truth and Genesis, Philosophy as Differential Ontology, p. 50.  Deleuze-Guattari Oedipus kompleksini de özdeşlik veya ağaç biçimli düşünmenin bir devamı olarak gördüklerinden Oedipus kompleksini reddederler. Deleuze-Guatttari için Oedipus, kapitalizmin sömürü 20 mantığıdır.** Deleuze’e göre Batı felsefesi geleneğine egemen olan bu düşünme mantığı, fark’ın ne olduğunun da temel belirleyicisidir. Çünkü özün ne olduğu bilinmeden, bir şeyin bu özden farklı olan unsurları da kavranamaz ve açıklanamaz. Ağaç biçimli Batı felsefesi geleneğinde insanların, yerlerin, grupların, kimliklerin (dini-ırksal-cinsiyet-sınıf vb.), kültürlerin farklılığı veya neden ayrıldıkları, özdeşlik ilkesiyle oluşturulur.32 Buradaki anlam şunu ifade eder; özdeş bir grubun aynılığı, bir diğerinden farkının belirlenmesiyle inşa edilir. O halde kimlikler kendilerini tanımlarken, özlerini özdeşlikleri üzerinden neden ayrıldıklarını tanımlayarak karşıtıyla inşa eder. Bu inşa etme sürecinin iki ayrıştırıcı özelliği vardır; biri dışsal diğeri içseldir. Buna göre bir şey özdeşliğini tanımlarken kendi dışındaki şeylerden hangi bakımdan ayrıldığını belirleyerek dışsal; bu süreçte kendi içsel ayrımlarını da inşa ederek içsel bir parçalanmaya neden olur. Buna göre her kimlik, grup, sınıf, cinsiyet kendini diğerinin farklılığı üzerinde kurarken, aynı zamanda kendi içinde de bir ayrıma neden olarak bir parçalanma inşa eder. Örneğin kadınlar kendilerini erkeklerden ayrı olarak neye sahip oldukları veya neden yoksun oldukları üzerinden inşa ederlerken, dışsal bir ayrıma göre oluştururlar; fakat aynı zamanda kendi içlerinde de bir sahip oluş veya olmayış üzerinden, kadınlar arasında içsel bir bölünmeye neden olurlar. Bu nedenle kimlikler, karşıtında olumsuzladığı ayrımlar üzerinden kendinde olumladığı ilkeler yoluyla, hakikat veya gerçekliğin dogmatik-aşkınsal bir tanımını oluşturur, bilinçli veya bilinçsiz. Deleuze’e göre özdeşlik, özünü karşıtıyla yakalama ilkesine dayandığı için temsilci düşüncedir, negatiftir. Buna karşın kendinde fark şeylerin özünü yakalamak olmayıp, şeylerin tekilliğini çoğaltmaktır. Deleuze Batı düşünmesindeki problemi, bu türden bir epistemolojik farklılık kavrayışıyla açıklar. Deleuze fark’ın kavranışındaki bu temel hatayı Platon’dan Hegel’e uzanan çizgide, fark’ın sadece kavramsal fark ile açıklanması olarak görür.33 Deleuze’e göre fark aracıdır. Bu konudaki ayrıntılı bilgiler için bkz. tezin ikinci bölümü 1.1., 1.1.1. ve 1.1.2. nolu bölümler, s. 64, 66, 73. 31 Christopher L. Miller, “The post identitarian predicament in the footnotes of A Thousand Plateaus- Nomadology, anthropology and authority,” Deleuze and Guattari-Critical Assessments of Leading Philosophers, Edited by Gary Genosko, Vol. III, Routledge Published, London, 2001, pp. 1113-1149, p. 1113. ** Bu düşünme mantığının tam tersi olan düşünme modeli ise köksap, yersizyursuzlaştırma ve göçebelik eylemleri ile işleyen şizoanalitik bilinçdışı makinesidir. Bu kavramlara ilişkin ayrıntılar için bkz. Tezin üçüncü bölümünde 1.1.1, 1.1.2. ve 1.1.3. nolu bölümler, s. 120, 124, 127 32 Mark Curie, Difference, Routledge, London, 2004, p. 3. 33 Gilles Deleuze, Difference and Repetition. p. 30. 21 özdeşlik düşüncesinde olduğu gibi sadece yazıda-bilgide kaldığında, tekil varlık düzeyinde düşünülmediğinde, fark’ı özdeşlikçi düşünme mantığının dışına çıkarmak olanaksızlaşır; bu durumda da farkın tekil ideasına sahip olunamaz ve Platon’da olduğu gibi temsiller tarafından dolaylı bir şekilde belirlenen fark olarak kalır. Bu durumda da fark özdeşliğin içindeki negatifliğin, kendisi için kıvrımlarını açmanın ötesine geçmez. Fark’ın bu şekilde özdeşlik üzerinden negatif olarak kavranması felsefi düşünmedeki özdeşlikçi ve temsilci düşünmenin bir sonucudur. Temsillere dayalı düşüncede özdeşlik ve fark arasında karşılıklı, diyalektik bir ilişki vardır. Bu diyalektik ilişkiyle, sistemli bir şekilde farkı öze dışsal bir konumla tanımlayan temsilci düşünce, negatif farkın üstünü örtmede başarısız olur. Oysa Deleuze’e göre bütün bir ağaç biçimli felsefenin amacı, bu özdeş olana, öze veya hakikate karşıt olanın üstünün örtülmesidir. Çünkü temsilci düşüncede fark her zaman için özdeş olanın yanında ikincil ve özdeş olanın biricikliğinden ortaya çıkan türevdir. Temsilci düşünce farkı, önceden varsayan benzerlikle ilişkisi ve özdeşlik temeli üzerinden düşünebilir. Burada fark, karşıt ve çelişki olanla karıştırılmamalıdır. Çelişkiler fark’ın en nihai derecelerini gösterir; çelişkiler, türler arasındaki en büyük farklara işaret eder.34 Fakat türler arasındaki bu çelişkiler, asla karşıtlık değildir; türler-cinsler arasındaki fark heterojendir. Bu nedenle onların farklılığı, karşıtlık olarak ifade edilecek özdeş bir terimle adlandırılamaz. Örneğin hayvan ve bitki aynı öze sahip olmamaları nedeniyle karşıt olarak adlandırılamaz, fakat siyah ve beyaz karşıttır. Çünkü hayvan ve bitkiyi karşıtlık üzerinden tanımlamak, iki varlıktan birinin merkeze alınarak onun özdeşliğinden diğer varlığı tanımlamaktır. Bu nedenle Deleuze özdeşlikçi düşünmeyi, farkı bir kökene öze sabitlemesi nedeniyle eleştirir. Deleuze için fark bir süreçtir, akış halinde bir oluştur35 ve tümel değil, tekildir. Buna karşın temsilci veya ağaç biçimli düşünmede fark, oluşu olanaksızlaştıran özdeş olanın karşıtı olarak yer aldığından; Deleuze kendi fark ontolojisini, Platon ve Aristoteles’in varlık anlayışlarıyla başlayan temsilci düşüncenin ters çevrilmesi olarak görür. Platon felsefesiyle başlayan Descartes, Kant ve Hegel felsefeleriyle devam eden özdeşlik felsefesinin aşkınsal düşünme yapısı, ontoloji ve epistemoloji problemine gerçekliği veren bazı aşkın; madde, özne, Tanrı, idea, töz vb. 34 Miguel de Beistegui, Truth and Genesis, Philosophy as Differential Ontology, p. 49. 35 Toddy May, Gilles Deleuze, An Introduction, p. 24. 22 önkoşullarla başlar. Buna karşın minör fark ontolojisi, bu tür önkoşullara dayalı düşünmeyi kaldırarak düşünmenin içkinsel bir formunu inşa eder. Bu içkinsel düşünme formu, özdeşlik düşüncesini ve bu düşünceyle bağlantılı olan aşkınsal düşünceyi eleştirir. Aşkınsal düşünme nedir? Aşkınsal düşünme sabit bir öz veya köken üzerinden varlığı anlamaya çalışmaktır. Varlığın belli bir özden kavranmaya çalışılması ise, fark’ın özdeş olanın karşıtı olarak düşünülmesidir. Deleuze özdeşliğe yönelik bu sorgulamasıyla düşünmeyi özün, aşkın temsillerinden ve dogmatizminden kurtarmayı amaçlar. Bunun içinde ihtiyaç duyulan düşünme özdeşlikten ve öznellikten bağımsız olan yeni bir ontolojik kavrayıştır. Bu ontoloji minör fark ontolojisidir.* Ontoloji ise iki alana ayrılır; birincisi, çeşitli tipteki varlıkların içinde açığa çıkan bir söylem olarak onto-genesis; ikincisi, özdeşlik ve benzerlik alanında temsiliyet düzleminde kurulmayan, çoğalma süreci üzerindeki temel anlamında anlaşılması gereken hetero-genesis. İkisi arasındaki ayrım hetero-genesis, fark ve ayrım üzerine kurulurken; onto-genesis, özdeşlik ve temsil üzerine kuruludur. Deleuze hetero-genesis alanda virtüel’e dayalı bir ontolojiyi kurmaya çalışırken, özdeşlik ve temsil felsefesinin yerine, simulakrumun** fark felsefesini geçirerek36 Platon ve Kant düşüncesini ters çevirir. Bu nedenle Deleuzeyen ontoloji özdeşlik ve temsil alanında varlığı açıklamaya çalışan düşünme yapısındaki bir çatlaktır-kırılmadır. Hetero-genesis ontolojiyi virtüel olarak kurmakken, onto-genesis ontolojiyi şimdide edimsel olarak (actuel), ağaç biçimli bir yapıyla kurmaktır. 1.1.3. Ağaç Biçimli Ontoloji Geleneğinde Fark Deleuze özdeşlik temelli Batı düşünme geleneğini ağaç biçimli düşünme modeli olarak tanımlar. Ağaç nedir? Ağaç; özel bir alanda, belli bir toprak parçasında, kendini iyice yerleştiren bir öz’e, köke, gövdeye ve dallara sahip bitkidir. Ağaç biçimli ontoloji kökten gövdeye, gövdeden dallara ve dallardan yapraklara doğru uzanan hiyerarşik bir yapıdan oluşur. Bu nedenle ağaç biçimli düşünme modeli bir öz, köken veya başlangıç * Minör fark ontolojisi için bkz. Tezin birinci bölümü 1.3. “Minör Fark Ontolojisi” başlıklı bölüm, s. 40. ** Simulakra kavramı görünüşün arkasında bir gerçeklik arayan temsilci düşünme modeliyle, fenomenolojik düşünceye karşı çıkıştır. Fenomenoloji, görünüşler üzerine bir çalışmadır. Fenomenler bir dünyanın görünüşleridir. Simulakra “arkalarında” hiçbir köken veya temel bulunmayan kendi başlarına görünüşlerdir. Simulakra, temelsiz veya nedensiz görünüşler veya imgelerdir. Deleuze’e göre simulakrum sadece basit bir kopya değildir. O, bütün kopyaları ve modelleri üstelik tersine çevirir. 36 Roland Bogue, Deleuze and Guattari, çev. İ. Öğretir-A. Utku, s. 79. 23 üzerine kuruludur. Deleuzeyen felsefenin tüm problemi bu ağaç biçimli düşünme yapısının, köklerinden nasıl sökülebileceğinin olanaklılığıdır. Deleuze ağaç biçimli düşünme yapısının köklerini Platon ve Aristoteles felsefe geleneğinde bulur. Deleuze için Platon’un varlık tasarımı özdeşlik alanında kurulur. Platon varlığı ve düşünmeyi “(…) ideanın sonsuz yinelenmesinin fark edilmesini sağlayan araç olarak temsiliyet alanında kurar. Burada temsilin formu ile kavranılması gereken düşünme ve varlık, temsilin ya anımsanmış idea’ya ya da Aristoteles’in değiştirdiği gibi empirik olarak araştırılan nesneye olan benzerliği sayesinde, ölçülen-hakikatin ayrıntılı koşullarıyla ilişkilidir.”37 Temsilci düşünme Batı düşünce geleneğinin bir çizgisini oluşturur. Bu düşünce geleneğinin anlaşılmasında ise Platon felsefesindeki fark kavramı önemli bir duraktır. Platon felsefesinde özdeşlik ve benzerlik hem ayrıcalıklı hem de baskın bir yapıya sahiptir. Platon’un diyalogları bir öz, hakikat üzerinden belirlenen doğru ve yanlış karşıtlığı üzerine kuruludur. Platon düşüncesine dayalı temsilci düşüncede bir şeyin ne olduğu kendi içindeki farkla veya kendinde farkla açıklanmaz. Tam tersine bir şeyin farkı; ne olduğuyla değil, ne olmadığıyla-karşıtıyla açıklanır ki bu özdeşlikçi düşünmenin karşıtlık ilkesidir. Kadınlar erkeklerden farklıdır, zenciler beyazlardan farklıdır vb. Bu düşünme yapısı minör düşünme modeline dayalı fark düşüncesinin eleştirdiği özdeşlikçi düşünmenin bir sonucudur. Bu düşünme yapısı düşüncenin dogmatik imgesidir. Düşüncenin dogmatik imgesinde fark, daha önceden özdeşleşmiş şeyler arasındaki ilişkidir.38 Bu düşünceyle şekillenmiş Platon felsefesinde, yalnızca formlar nihai ve mutlak bir gerçekliğe sahiptir; nitelik veya materyal objelerden oluşan yeryüzü, evren kopyalardan veya formların yansımasından-temsilinden oluşur.39 Fark burada kopya edilmiş bir terim olarak, yalnızca iki benzerliğin karşılaştırılmasıyla anlaşılabilir. Deleuze Platon felsefesinde özdeşliğin farka önceliğinin veya baskın oluşunun kırıldığı alanı simulakra olarak görür. Deleuze için Platon felsefesinin temel işleyişi de kopya ve simulakra ayrımındadır. Simulakrum ile özdeşlik ve benzerliğin fark üzerine olan ayrıcalıklı konumu ters çevrilir. Simulakrum çelişkilerin değil, farklılık veya farkın önceliği üzerine kurulur. 37 Philip Goodchild, Deleuze ve Guattari – Arzu Politikasına Giriş, s. 25. 38 Claire Colebrook, Understanding Deleuze, p. 6. 39 Paul Patton, Deleuze and Politica, p. 32. 24 Platon’un düşüncelerini oluşturan Sokrates, düşünceyi deneyime ait çelişik algıların kışkırttığını ifade eder. Sokrates için çelişkiler, düşünceyi özlere götürür. Sokrates’in olumladığı bu çelişkiler alanını, Deleuze düşünceyi etkileyerek, onu kendi özel etkinliğine zorlayan simulakrumların kanıtı olarak görür.40 Simulakra’ları olumlayarak Deleuze, Platon geleneğinin düşünce çizgisini ters çevirir. Deleuze bu uzaklaşmayı aşkınsal idealizme karşı empirizmle gerçekleştirir. Aşkınsal idealizmde fark asla kendinde değil, bir özdeşlikle, analojiyle, temsil ile kavranır. Deleuze fark’ın bu şekilde kavranışını negatif bir tutum olarak değerlendirerek, bu kavrayıştan uzaklaşan kendinde fark ontolojisini geliştirir. Eğer kendinde fark ontolojiyle kavranacaksa, bu durumda onun özdeşlikçi düşünmenin ilkelerinden başka araçlarla düşünülmesi gerekir. Bu bağlamda farkın kıvrımlarını açmada ontolojik bir tartışma vardır. Bu tartışma Platoncu özdeşlik düşüncesinin yanı sıra, bu düşüncenin bir devamı olan ve Batı metafizik düşüncesinde önemli etkileri olan Aristoteles felsefesinde de önemli bir yere sahiptir. Batı düşünce tarihinde fark genel olarak yoksunlukla kavranır. Aristoteles fark’ı özdeşlik düşüncesini temel alarak ötekileştirir. Burada öteki, varlığın diğer niteliklerine tekabül eder. Bu nitelikler varlığın olumsuzlanan nitelikleridir; örneğin birincil niteliklerin ikincil niteliklerden üstün tutulması veya birincil niteliklerin zorunlu, ikincil niteliklerin birincil niteliklerin temsili olması gibi. Bu nedenle temsilci düşüncede fark özdeş olanın ötekisidir. Öteki kimdir? Öteki aynı olanın karşısında yer alandır. Aynının karşıtıdır. Aynı olan nedir? Aynı olan özdeş olandır. Özdeş olumludur, özdeşin karşıtı olan fark olumsuzlanır. Özdeşin ne olduğunu belirleyen ise majör düşüncedir.41 Majör düşünce aşkın olanı temsil eder. Aşkın olan her şeyin temellendirildiği ilkedir; idealar, öz, tanrı, insan, özne, akıl, birey, oedipal arzu vb. Deleuze’e göre eğer fark aşkınsallık veya özdeşlik zemininde cinslerin türlere bölünmesi olarak anlaşılırsa, farkın ontolojik bir zeminde kavranması olanaksızlaşır. Fark özdeşlik zemininde kavranmaya çalışıldığında “Sokrates kimdir?” diye sorulduğu zaman verilecek yanıt öze ilişkin bir belirlenim olur. Fakat burada kendinde fark’a ait bir ifade söz konusu olamaz. En keskin anlamda fark, özel farklılıklarından dolayı iki şeyin fark’ıdır. Örneğin bir insan bir attan farklıdır ve insanın farklılığı rasyonel bir nitelikten kaynaklanır. Fark’ın bu türden kavranışında Aristoteles ontolojisindeki türlerin 40 Ronald Bogue, Deleuze and Guattari, çev. İ. Öğretir-Ali Utku, s. 80. 41 Miguel de Beistegui, Truth and Genesis, Philosophy as Differential Ontology, p. 77. 25 ayrımında kullanılan öz-fark ayrımı belirleyicidir. Buna göre insan ve hayvan ayrımını olanaklı kılan fark’tır. İnsana özdeş olan fark, hayvanın ötekileştirilmesine neden olmaktadır. “İnsan düşünen bir hayvandır” cümlesi bu türden bir fark kavrayışının sonucudur. Deleuzeyen fark bu türden aynı özdeşliği paylaşmayan varlıkları, birbirinin karşıtı olarak gösteren özdeşlikçi düşünmeye karşı çıkar. Aristoteles’in fark düşüncesine yönelik bu özdeşlik temelli belirlenimi hem modern hem de çağdaş felsefede görülür. Aristoteles’in özdeşlik düşüncesi modern felsefede madde ve zihin ayrımı olarak açığa çıkar. Beden ve zihin arasındaki ayrımda birinde özsel olarak bulunan özün, bir diğerinin karşıtı olmasıdır. Bedende algılanan ilk şey yayılımken, zihinde algılanan ilk şey düşünmedir. Örneğin ruhun özünün rasyonel olması, bedenin ikincil plana itilmesine neden olur. Bu, bedene yönelik özün zihin üzerinden kavranmaya çalışılmasının bir sonucudur. Çünkü özdeşlik merkezli düşünmeden dolayı ruh ve beden iki karşıt ayrım olarak oluşturulur. Bu düalist düşünmenin özünü temsil eder. Bu düşüncede neyin olumlandığı veya olumsuzlandığı bu aşkınsallaştırılan öz ile açıklanır. Örneğin Descartes için zihin düşünme yetisinden dolayı olumlanırken, beden yanıltıcı özelliğinden olumsuzlanır. Deleuze’e göre Batı kültürü temelinde, Yahudi-Hıristiyan ve zihin-beden gibi bir düalizmle, karşıtlıkla gelişir. Bu düalizm veya ikili karşıtlık bütün bir modern felsefe geleneğinde de devam eder.42 Bu nedenle Deleuze’e göre modern felsefe düalist düşünme üzerine inşa edilir; özgürlük-zorunluluk, iyi-kötü, gelenek-gelecek, insan-doğa, içeri-dışarı, kaos-düzen vb. Bu düalizm anlayışı hiyerarşik bir sınıflamaya neden olduğundan majöratif ve hiyerarşik bir düşünme üretir. Post-modern veya post-yapısalcı felsefe modern felsefenin bu düalist düşünme modelinin yersizyurtsuzlaştırılması üzerine kuruludur. Bunun için de modernizmin varlık kavrayışının dışında bir düalist geleneğin temsilci düşünmesine dayanmayan, yeni bir ontolojik kavrayışın üretilmesi gerekir. Deleuze-Guattari için bu minör, heterojen fark ve arzu ontolojisidir.* Modern ontolojinin düalist ve homojen yapısının ters çevrilmesidir. 42 Kisho Kurokawa, “Toward a rhizome world or chaosmos,” Deleuze and Guattari-Critical Assessments of Leading Philosophers, Edited by Gary Genosko, Vol. III, Routledge Published, London, 2001, pp. 1027-1034, p. 1027. * Bkz tez, birinci bölüm 1.3. “Minör Fark Ontolojisi” ve ikinci bölüm 1.2. “Şizoid Arzu Makineleri”, s. 40, 78. 26 Modern ontolojinin kurucusu Descartes ile birlikte varlık, yer kaplayan ve düşünen varlık olarak ikiye bölünür. Klasik ontolojinin töz kavrayışının yanına, modern ontoloji bir başka töz kavramı daha ekler: düşünen ben. Modern ontolojinin düşünen beni, artık Ortaçağ’ın Tanrısının tahtına oturmuştur; yeni töz düşünen bendir. Modern ontolojiyle düşünen ben, aşkınsal bir deneyime indirgenerek, deneyim alanında her şeyi bilen, her şeyi kapsayan bir yapıya dönüşür. Burada ontoloji bilgi ile deneyimin olası koşullarının anahtarını sağlayan, düşünen benin temel yapısının bilimi olur. Düşünen ben böylece hem anlamaya hem de anlaşılmaya çalışan kendi üzerine düşünen töz olur. Bu dönüşlü yapıda, düşünce, hakikatin pek çok temelini oluşturuyormuş gibi kendi üzerine yönelen düşüncedir artık.43 Modern ontolojinin geldiği bu durumu Schelling mutlak metafizik olarak adlandırır. Bu mutlak metafiziğin veya modern projenin en nihai anlamı hiç kuşkusuz Hegel’de kendini açacaktır. Hegel’de töz düşünen ben-tin olarak hareket ve süreçle eşdeğerdir. Bu süreç; ontik kökeninden koparılmış bir özne ve sonrasında öznenin bedeninden koparılmış bir zihin ve bu zihinden koparılmış bir düşünce. Varlığın bu türden düşünen ben üzerinden kavranışının diğer bir aşkınsal ürünü de fenomenolojidir. Husserl de düalist geleneğin bir devamı olarak varlığın iki anlamı arasında ayrım yapmayı önerir; birincisi, bilinç olarak varlık; ikincisi kendisini bilincin içinde açığa çıkaran varlık. Varlığın birinci anlamı fenomonolojik indirgeme yoluyla elde edilir. Husserl bunun diğer varlıkların kıvrımlarının açıldığı kategori ve temel anlamlar olduğunu söyler. Bilinç bu dünyaya ait değildir, kelimelerle meydana gelmez; fakat dünyadan öncedir. Çünkü dünya onun içinde ve onun için meydana gelir.44 Bu ontolojik bir bölge de değildir, fakat bütün ontolojilerin ontolojisidir. Varlığın ikinci anlamı onu aşkın kıldığından, o yalnızca indirgeme yoluyla fenomenoloji için bir obje olur. Deleuze bütün bu özdeşliğe veya düalizme dayalı düşüncelerin fark’ı özdeş olanın karşıtına yerleştirerek özün özelliklerine göre belirlemelerini; farkı yoksunluk veya negatiflik olarak tanımlamalarını aşkınsal ontolojinin veya negatif fark düşüncesinin bir sonucu olarak değerlendirir. Bu nedenle Deleuze hem özdeşlik hem de ağaç biçimli düşünmenin bir oluşturucu ilkesi olarak negatif fark kavrayışını eleştirir. 43 Miguel de Beistegui, Truth and Genesis, Philosophy as Differential Ontology, p. 78. 44 Miguel de Beistegui, Truth and Genesis, Philosophy as Differential Ontology, p. 59. 27 1.2. FARK’IN NEGATİF ELEŞTİRİSİNE YÖNELİK İKİ YAPI Özdeşlik ve ağaç biçimli düşünmede fark negatif olarak kavranır. Çünkü merkezde olan düşünce özdeşliktir, özdeş olanla uyumlu olmayan varlıklar-düşünceler farklılık içerisinde tanımlanarak olumsuzlanır. Olumsuzlanan fark nedir? Özdeş/mutlak olan tözün sınırları içerisine girmeyen varlığın olumsuzlanmasıdır. Örneğin Platon’un ideaları açısından kopya ve simulakralar, düalist felsefenin tini açısından beden, varoluşçu birey açısından öteki vb. Düşünme özdeş olan ile düşündüğünde, bir şeyin ne olduğu sorulduğunda, sorulan şey ne olduğuyla değil ne olmadığıyla açıklanır. Deleuze’e göre ağaç biçimli düşünmenin bir şeyi tanımlamada kullandığı dört temel ilke vardır;45 belirlenmemiş kavramın formu içinde özdeşlik; nihai anlamda belirlenmiş kavramlar arasındaki ilişki olarak analoji; kavramlar içerisinde belirlenimler arasındaki ilişki içinde karşıtlık; kavramın belirlenmiş objesinin içinde benzerlik. Deleuze’ün fark felsefesinde fark, negatif düşüncenin bu dört temel ilkesine baskındır. Bu durumda fark bir kavramın anlamlı olmasını sağlamanın ötesine gider. Özdeşliğin, analojinin, karşıtlığın ve benzerliğin fark’a baskın olması durumunda fark sadece bir kavramın anlamlı olmasını sağlar, Saussure’ün göstergebiliminde olduğu gibi. Burada fark’ın ne olduğu sorusuna verilen yanıt fark’ın karşıtlık olduğudur.46 Bu karşıtlıkta olumsuzlamaya neden olan bütün formlar bulunur; en mükemmel, en tamamlanmış, en iyi, en doğru, en gerçek vb. Deleuze karşıtlıkla fark arasındaki ayrımı daha açık bir şekilde şöyle betimler; önceden varsayılan karşıtlık fark değildir, önceden varsayılan fark karşıt değildir; karşıtlık bir temelden geriye iz sürerek farkı çözmekten uzaktır.47 Çünkü karşıtlık fark’ın yapısını bozar. Varlığın; karşıtlık, zıtlık, benzerlik ve analoji ilkeleri ile düşünülmeye başlanmasının temelleri Grekler’dedir. Grekler varlık üzerine metafiziksel düşünmeyi başlattıkları zaman, ilk olarak şeylerin neden yapıldıklarını sorguladılar. Bu, Grekler’de yalnızca bir nesneye yönelik bir sorgulama, araştırma olmayıp; varlığın genel doğasına ilişkin bir sorgulamadır. Bu sorgulama, evreni oluşturan varlıkların her birinin ve onları diğer varlıklardan ayıran görünüşteki farklılıklarına bakmaksızın, evreni oluşturan varlığın her birini bilmek içindir. Pre-Sokratikler varlığı bu düşünce üzerinden herhangi 45 Lutz Ellrich-Marion Picker, “Negativity and Difference: On Gilles Deleuze’s Criticisim of Dialects,” MLN, vol 111, no.3, German Issue, (Apr, 1996), pp. 463-487, p. 473. 46 Gilles Deleuze, Difference and Repetition, p. 38. 47 Gilles Deleuze, Difference and Repetition, p. 62. 28 bir zorunluluğa dayanmadan bir bütün olarak anlamaya çalışır. Grek düşünürleri içerisinde varlığı anlamaya yönelik radikal ve cesur çözümü yapan Parmenides’tir.48 Parmenides bütün şeylerin ilk maddesinin bir olduğunu söylediğinde, ontolojik düşünmeyi de başlatır. Bu söylemle Parmenides’i diğer Grek düşünürlerinden ayıran özellik, saf bir metafiziksel konum oluşturarak, varlığı özdeşlik ve kalıcılığın bütün sıfatları ile donatmasıdır; en…, en… Buna göre doğmaksızın veya yok olmaksızın varlık ne var olmuştur ne de var olacaktır; çünkü o şimdidir, birdir ve devam edendir.49 Varlık kendisi içinde değişmez ve sabit bir özdeşliğe sahiptir. Böylece Parmenides varlığın sonsuz, bölünemez olduğu düşüncesini onun özdeşliğine dayandırır. Deleuze’e göre varlığın bu şekilde düşünülmesi oluşun olumsuzlanması ile sonuçlanır; çünkü o, varlığın kendi özdeşliği-değişmezliği ile çelişir. Varlığın kendi özdeşliği nedir? Varlığın kendi özdeşliği dışarıda somut, varolmayan düşünülmeyendir. Deleuze’e göre Parmenides’in bu özdeşlik temelli ontolojisinin sonuçları Platon felsefesinin oluşmasına neden olur. Özdeşlik ontolojisini Platon idea kavramını kullanarak sürdürür. Platon idea’nın özdeşliğinin dışında kalan varlık tasarımını negatifleştirir. İdea nedir? İdea ne ise odur veya o olduğu şeydir. Bu özdeşliğin temel ilkesi olan A-A’dır ilkesiyle aynı anlama sahiptir. Platon için de bir şey ne ise o olduğundan, olan şey her ne olursa olsun özünün dışına çıkmamalıdır. Ne ise o ilkesinin dışına çıktığında yanılsamalara, fantazmalara neden olur. Bu ilkeye göre herhangi bir şey her ne olursa olsun, ne ise o olmalıdır. Daha açık bir ifadeyle idea, özünün dışında kavranmaya çalışılmamalıdır. Örneğin adalet tekil olaylar üzerinden değil, adalet idesi ile kavranmaya çalışılmalıdır. Çünkü bir varlığın kendi özünün dışına çıkması, ortadan kaldırılması, onun yok edilmesiyle eşdeğerdir. Düşünmenin bu türü içinde varlık birdir, aynıdır, bölünmez ve değişmezdir. Varlığa yönelik bu ne ise odur ilkesinin Modern felsefedeki önemli bir temsilcisi de, Deleuze için Leibniz’dir. Leibniz’in sürekli vurguladığı şekliyle varlık olmak, bir varlık olmaktır ve bir varlık olmak bütünüyle bir ve aynı şeydir.50 Bunun nedeni onda, varlık nitelik ve farkın herhangi bir anlamı ile kavranamaz, varlık birbirine zıttır. Leibniz için her fark 48 Miguel de Beistegui, Truth and Genesis, Philosophy as Differential Ontology, p. 29. 49 Miguel de Beistegui, Truth and Genesis, Philosophy as Differential Ontology, p. 30. 50 Miguel de Beistegui, Truth and Genesis, Philosophy as Differential Ontology, p. 31. 29 kavramsaldır, bu nedenle onda farklı iki şeye karşılık gelen tek bir kavram yoktur.51 Onda fark tamamen kavramla süreklilik kazandığından, her fark kavrama ait bir fark olur. Buna göre her bir su damlası farklı bir kavramdır. Bu farklılığı sağlayan ise süreklilik ilkesidir. Süreklilik ilkesi, şeylerin sonsuza kadar hep yitip giden bir tekil farklarla işlediğini ifade eder. Deleuze için Leibniz ontolojisindeki farklılık düşüncesi de ağaç biçimli düşünmenin bir sonucudur. Bu nedenle Deleuze ağaç biçimli düşünmenin kökenini oluşturan özdeşlik düşüncesiyle bağlantılı olan aşkınsal ve diyalektik düşünme yapısını da farklılığı özdeşlik, benzerlik, zıtlık ve analoji ile açıklamaları nedeniyle eleştirir. 1.2.1. Aşkınsal Yapı Aşkınlık nedir? Varlığın varlık sebebini açıklamada, her şeyin onun üzerinden açıklanmaya çalışıldığı değişmez, kendi kendisiyle özdeş olan ilkedir. Durgun, kendinde özdeş ve bir forma sahip olan varlık aşkın varlıktır. Durgun ve kalıcı bir’e ait öz, varlığın ne olduğudur. Varlığın bu öz ile kavranışında bütün formların her zaman için kendinde özdeş, yaratılmamış ve yok edilemez olan özdeşliği vardır. Bu anlamda aşkınlık varolanın dışında her şeyin temeli olarak kabul edilen bir öze yöneliktir. Bu öz-hakikat düşüncesinde ise bir üretim ediminden daha çok yorumlamayı ve anlamayı bekleyen, önceden aşkın bir varlık tarafından kurulmuş olan hakikat (öz) vardır. Bu anlamda aşkın hakikat düşüncesinde görülenin arkasında olan öz(deşlik); idea, Tanrı, özne, düşünen ben, tin, kültür, tarih, dil, erdem olarak çıkar. Deleuze’e göre negatif farklılık kavrayışına bağlı, özdeşlik merkezli ağaç biçimli Batı felsefesi geleneğinin başlangıcından itibaren bir aşkınlık düşüncesi vardır. Deleuze felsefede varlığın sabit bir öz ile tanımlanmasından ve Batı felsefe geleneğinde bu özcü, kökenci düşünme yapısının egemen olmasından Platon’un ontolojisini sorumlu tutar. Bu anlamda Platon felsefesinin özü de her zaman kendisiyle özdeşliğini sürdüren varlığı açıklamaktır. Deleuze bir öze-hakikate dayanması nedeniyle aşkın olan Platon felsefesinin özdeşlik, benzerlik, zıtlık ve analoji ile kurulan negatif farklılık veya özdeşlik düşüncesi ile işlediğini ifade eder. Çünkü Platon ontolojisinde idealar dünyasını tanımlamada; ideaların özünün ne olduğunu, özdeşlik; neden ayrıldığını, zıtlık; neye benzediğini, benzerlik; ne ile ilişkili olduğu varlık anlamında, 51 Gilles Deleuze, Leibniz Üzerine Beş Ders, s. 128. 30 analoji ilkelerini kullanır.52 Deleuze’e göre Platon’un ontolojisinde bir şeyin neyi olumladığı veya olumsuzladığı; özünün ne olduğuyla, neye benzediğiyle, neden ayrıldığıyla ve neye karşıt olduğuyla belirlenir. Platon bu dört ilke çerçevesinde tanımladığı hakikat ontolojisinden hareketle, bu ilkelerle uymayan tekilleri yanılsamalar alanı diye tanımlar. Deleuze Platon’un tekiller veya kopya ve kopyanın kopyası olan simulakra (ör. Sanat eserleri, İnsan) alanını olumsuzlamasını, Platon felsefesinin özdeşlikçi yapısından kaynaklanan negatif fark düşüncesine bağlar. Deleuze’ün olumladığı tekiller ve simulakra alanı Platoncu felsefede yanılsamalar dünyasını temsil etmesi nedeniyle olumsuzlanır. Platon’da idealar özdeşliktir, idealara uymayan temsiller alanı fark’tır. Platon’un kopya ve kopyanın kopyası, özdeş olmayandan fark’lı olan diye olumsuzladığı simulakra alanlarını, Deleuze kendinde fark ve simulakra diye olumlar. Deleuze için simulakra fark’tır.53 Deleuze Platon felsefesinin idealizmi temsil etmesi nedeniyle, modern felsefenin empirizme dayanarak kendini Platon felsefesinin ters çevrilmesi olarak değerlendirmesini eleştirir. Deleuze aslında modern felsefe kendini platon felsefesinin ters çevrilmesi olarak görürken, tam tersine modern felsefenin özünde Platoncu düşünme yapısı olduğunu ifade eder. Bunun nedeni modern felsefeyi oluşturan düşünme yapısının da aşkınsal felsefenin dört temel ilkesiyle işlemesidir. Modern felsefede de bir özdeşlik ilkesi vardır ve bu özdeşlik ilkesi düalizm üzerine kuruludur. Nietzsche’nin anlatımıyla modern felsefenin öznesi veya tözü Tanrı’nın konumuna göz diker. Modern felsefe idealist düşüncenin yerine empirizmi ve düalizmi yerleştirirken, sadece hakikatleri değiştirmektedir. Fakat buna karşın hakikati bulmaya yönelik özdeşlik ve ağaç biçimli düşünmenin negatif farklılık düşüncesini aynen korumaktadır. Çünkü modern felsefe Tanrı’yı aşkın konumundan edip, kendini hakikatin belirleyicisi konumuna getirerek; düşünmenin aşkınsal yapısını, aynen idealist Platon düşünmesindeki özüyle korumaktadır. Burada artık dünyayı kuran Tanrı olmayıp, düşünen bendir. Böylece varlığın hükümranlığı Tanrı’dan insana geçer ve aşkınsallaşan düalist bir insan gerçekliğiyle felsefe karşı karşıya kalır. Bu anlamda Deleuze’ün aşkınsal düşünce bağlamında Platon düşüncesiyle birlikte eleştirdiği bir diğer önemli düşünür Descartes ve onun ismiyle özdeşleşen 52 Gilles Deleuze, Difference and Repetition, p. 71. 53 Gilles Deleuze, Difference and Repetition, p. 82. 31 düalizmdir. Descartes Platon’un idealara, Hıristiyanlığın Tanrı’ya biçtiği aşkın konumu yıkarak özneyi aşkın bir konuma yükseltir. Descartes felsefesinde özne aşkındır, fakat Tanrı da hala özneye aşkın bir konumdadır. Ontolojik olarak her ne olursa olsun özne Tanrı’nın yolunu takip etse de bilginin kurucusu olarak özne temelde yer alır. Böylece artık Tanrı’nın nedeni sadece öznenin varlık nedenidir. Ne de olsa artık her şeyi bilen ve her şeye hakim olan öznedir. Özne ise düşünen ben ve düşünmeyen, sadece yayılımı olan bedenden oluşur. Zihin-beden düalizminde de zihin merkeze alınarak, negatif farklılığın dört kurucu ilkesiyle beden olumsuzlanır. Özne bedenden ayrı olarak hakikatin kurucu ilkesi olur ve beden salt organsal işlevleriyle tanımlanır.* Descartes’da özne bilginin kurucu unsuru olsa da hala özne empirik bir özne değildir. Deleuze idealist düşüncenin karşısına empirizmi yerleştirir, fakat Deleuze’ün empirizmi felsefedeki geleneksel akıl- deneyim karşıtlığına dayanmaz. O, daha çok İngiliz empirizminin (özellikle Hume) yeniden üretilmesine dayanır. Bu anlamda Deleuzeyen empirizm zihin, doğa, gerçekliğin özünün araştırılmasına yönelik bir dogma olmayıp, daha çok duyumların çokluğu, olumsallık, fark, karşılaştırılamazlık ve tümel, aşkınsal yargılara direnç üzerinedir.54 Deleuze empirizminde,** düalizmdeki ikili yapının veya aşkınsal öznenin yerine tikel öncesi kendinde veya pozitif farkı yerleştirir. Aşkınlık, çokluğun yerine ikili varlığı zorunlu kılar ve bu iki varlıktan töz olan diğerine üstün olmalıdır. Aşkınsal düşüncede iki maddenin ve onlardan birinin diğerine üstün olması, iki temel sorunun yanıtlanmasını zorunlu kılar; birincisi, iki madde arasındaki etkileşim nasıl meydana gelmektedir? İkincisi, farklı yapıda iki madde varsa iki madde arasındaki iletişimin anlamı nedir?55 Düalist felsefenin cevaplamada zorlandığı soru iki madde arasındaki etkileşimin nasıl gerçekleştiğidir. Descartes bu soruyu, etkileşimin pineal glantta meydana geldiğini söyleyerek yanıtlar. Fakat Descartes’ın yanıtı, soruyu cevaplamaktan öte etkileşimin gerçekleştiği alana ilişkin bilgi verir. Buna karşın etkileşimin neden ve nasıl meydana geldiği sorularını yanıtlamada ise yetersizdir. Deleuze aşkınsal felsefeyi sorgulayarak, aşkınsal düşünmenin bir ürünü olan düalizmde ve modernitede özneye biçilen aşkın * Deleuze organsız bedenler ve arzulayan makineler gibi kavramsal karakterleriyle bedenin bu salt organlara indirgenmişliğini eleştirir. 54 Brauce Baugh, “Deleuze and Empiricism”, Deleuze and Guattari-Critical Assessments of Leading Philosophers, Edited by Gary Genosko, vol. I, Routledge Published, London, 2001, pp. 357-375, p. 357. ** Deleuzeyen empirizm bilginin olanaklığına ilişkin kuşkucu bir tavırdır. Bu tavır yoğunluklar, kodlar, yer yurtlar, oluşlar ve makineler ile düşüncenin başlangıcının sorgulanmasıdır. 55 Toddy May, Gilles Deleuze, An Introduction, p. 19. 32 konumu yersizyurtsuzlaştırmaktadır. Deleuze düalizm üzerinden özneye biçilen kutsal konumu evinden çıkarmak ister. Varlığı özneye tabi kılan modern ontolojinin, varlığa yönelik sabitlenmiş anlam dizgelerini kırarak varlığı öznenin şiddetinden kurtarmayı amaçlar. Özne deneyim ve düşünen ben ile ya ondan mutlak bir anlam çıkarmaya ya da onu sabit anlamlara hapsetmeye çalışarak, varlığa metafizik bir şiddet uygular. Öznenin, varlığı nasıl kavradığına yönelik açıklama Descartes’dan Husserl’e, Husserl’den Sartre’a özneye verili kılınan deneyimle yapılır. Böylece öznellik varlığın dışına çıkarılarak, ona aşkın olan bir deneyimle hakikat olarak kurulur.56 Bu aşkınsallaştırılan özne hakikatin Tanrısının dili olarak konuşur, hakikatin Tanrısı olan özne her şeyden kuşku duyan cogito’nun da dışında kalır. Her şey sorgulanabilir ama düşünen benin ilkesi, “Düşünüyorum o halde varım.” ilkesi bu kuşkunun dışındadır. Deleuze bu ilkenin sağduyu veya ortak kanının kurucu ilkelerinden biri olduğunu ifade eder. Düşünen ben kendini varlığa dayatırken oluşturduğu sağduyu düşüncesinden hareketle kendini günlük yaşam deneyiminin de içine taşır. Herkesin düşündüğü gibi… veya Hepimizin bildiği gibi… veya Bunu düşünmek saçma ve çılgınca olacak… biçimine bürünen kanıyı üreten de bu özne merkezli düşünmedir.57 Descartes ile başlayan özne merkezli düşünme geleneği, bilinecek olanın ne olduğuyla değil, “ne bilebilirim?” sorusuyla ilgilenir. Deleuze’e göre bu türden bir soruyla başlandığında zaten daha işin başlangıcında varlıktan koparılan bir aşkın özneyle karşılaşılır. Bu soruya verilen yanıt, düşüncenin idealizme mi yoksa empirizme mi ait olduğunu belirler. Empirizm ile idealizm arasındaki en sert ayrım deneyim alanında görülür. İdealizm için fikirler deneyimi olanaklı kılarken, empirizm için deneyim fikirleri olanaklı kılar. İdealizmde deneyim onu olanaklı kılan fikirlere bağlıdır, nedensellik ve töz fikirleri olmadan dünyanın deneyimlenmesi olanaklı değildir. İdealizm dünyaya düzen verenin özne olduğu düşüncesine bağlıdır. İdealizmin bu özne merkezli kavrayışının etkisi bireyin dünyaya yönelik algılayışını şekillendirir. Dünya a priori idelere bağlı olarak deneyimlendiği için özne dışındaki varlıkların bir dünyasının olduğu düşüncesi kabul edilmez. Bitkilerin, hücrelerin, moleküllerin ve makinelerin dünyasından söz edilmez.58 İdealizmde fikirlerin dışında bir dünyanın olduğu kabul edilir, fakat gerçek dünya fikirler 56 Claire Colebrook, Gilles Deleuze, p. 72. 57 Claire Colebrook, Gilles Deleuze, p. 73. 58 Claire Colebrook, Gilles Deleuze, p. 79. 33 aracılığıyla deneyimlenen dünyadır. İdealizm ve empirizm arasındaki tartışmayı veya empirik özne, aşk