T. C. ULUDAĞ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ KAMU YÖNETĠMĠ ANABĠLĠM DALI TÜRK ENTELEJANSĠYASINDA BĠR POLĠTĠK ELEġTĠRĠ FĠGÜRÜ OLARAK CEVAT FEHMĠ BAġKUT YÜKSEK LĠSANS TEZĠ Mustafa AYHAN BURSA - 2012 T.C. ULUDAĞ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ KAMU YÖNETĠMĠ ANABĠLĠM DALI TÜRK ENTELEJANSĠYASINDA BĠR POLĠTĠK ELEġTĠRĠ FĠGÜRÜ OLARAK CEVAT FEHMĠ BAġKUT Mustafa AYHAN DanıĢman: Yrd. Doç. Dr. Sertaç SERDAR BURSA- 2012 T. C. ULUDAĞ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Kamu Yönetimi Anabilim dalı‟nda 700915005 numaralı Mustafa Ayhan‟nın hazırladığı “Türk Entelejansiyasında Bir Politik EleĢtiri Figürü Olarak Cevat Fehmi BaĢkut” konulu Yüksek Lisans ÇalıĢması ile ilgili tez savunma sınavı, ...../...../ 20.... günü ……… - ………..saatleri arasında yapılmıĢ, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin/çalıĢmasının …………………………..….. (baĢarılı/baĢarısız) olduğuna ……………………………… (oybirliği/oy çokluğu) ile karar verilmiĢtir. Üye (Tez DanıĢmanı ve Sınav Komisyonu Üye BaĢkanı) Akademik Unvanı, Adı Soyadı Akademik Unvanı, Adı Soyadı Üniversitesi Üniversitesi Üye Üye Akademik Unvanı, Adı Soyadı Akademik Unvanı, Adı Soyadı Üniversitesi Üniversitesi Üye Akademik Unvanı, Adı Soyadı Üniversitesi ....../......./ 20..... ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Mustafa Ayhan Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Kamu Yönetimi Bilim Dalı : Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : Mezuniyet Tarihi : …. / …. / 20…….. Tez DanıĢman(lar)ı : Sertaç Serdar TÜRK ENTELEJANSĠYASINDA BĠR POLĠTĠK ELEġTĠRĠ FĠGÜRÜ OLARAK CEVAT FEHMĠ BAġKUT Bu çalıĢmada Cevat Fehmi BaĢkut’un, Cumhuriyet sonrası dönemde ve özellikle Demokrat Parti döneminde Türkiye’de yaĢanan sosyal, ekonomik ve politik sorunlara dair eleĢtirileri ele alınmaktadır. Bu eleĢtiriler ele alınırken hem onun edebi eserlerinden hem de gazete yazılarından faydalanılmıĢtır. Aynı zamanda BaĢkut’un eleĢtirileri ele alındığında, Sosyal Demokrat bir çizgiye yaklaĢtığı ve Türk Entelejansiyası içerisinde bu niteliğiyle dikkat çektiği söylenmektedir. Bu bağlamda ilerlenerek, Türkiye’nin belli baĢlı sorunlarının yakın döneme kadar aynı karaktere sahip olduğu tespitine gidilmiĢtir. Bu tespit için yakın tarihteki bazı politik olaylara bakılmıĢ ve eski dönemdeki sorunlarla benzerlikleri değerlendirilmek suretiyle ortaya konulmuĢtur. Anahtar Sözcükler: Cevat Fehmi BaĢkut, Demokrat Parti, Türk Entelejansiyası, Sosyal Demokrasi iii ABSTRACT Name and Surname : Mustafa Ayhan University : Uludağ University Institution : Social Science Institution Field : Public Administration Branch : Degree Awarded : Master Page Number : Degree Date : …. / …. / 20…….. Supervisor (s) : Sertaç Serdar AS A FĠGURE OF POLĠTĠCAL CRĠTĠQUE AT TURKĠSH INTELLIGENTSĠA CEVAT FEHMĠ BAġKUT In this study; the critiques of Cevat Fehmi BaĢkut about social, economic and politic problems in Turkey after the proclamation of republic and especially during the government of Democratic Party. In discussing these critiques, his literary works and columns are utilized as sources. When his critiques are considered closely, it can be said that he became a social democrat in time and drew attention with this identity in Turkish Intelligentsia. By moving along in this context, the determination of the fact that basic problems of Turkey remained the same for a long time is tried to be revealed. For this determination, some recent politic events are analyzed and their similarities with the old ones are evaluated and disclosed. Keywords: Cevat Fehmi BaĢkut, Democratic Party, Turkish Intelligentsia, Social Democracy iv ÖNSÖZ Bir tez konusu bulmak, hem bir o kadar kolay hem bir o kadar zordur. Özgün olması ilk Ģartı teĢkil eder ve özgünlükle birlikte araĢtırmacının, seçtiği konuyu tam anlamıyla özümsemesi, iyi değerlendirebilmesi gerekmektedir. Benim için de bu çalıĢmanın konusunu bulmak, bu noktaları göz önünde bulundurduktan sonra pek kolay olmadı. Hedef konular içerisinde televizyon, sinema vardı ve bu iki alana yönelik olarak belirgin bir konu bulamıyordum. Bu araĢtırma sürecinde, popüler olarak Kemal Sunal‟ın “Deli Deli Küpeli” filmi adıyla bilinen fakat aslında “Buzlar Çözülmeden” adıyla daha önceleri çekilmiĢ bir film üzerine düĢünmeye baĢladım. Bu filmin de esasında bir oyun olarak, Cevat Fehmi BaĢkut tarafından yazıldığını öğrenince, bu eseri değil bizzat yazarın kendisini konu edinmeyi kararlaĢtırdım. KiĢisel olarak sosyal hayat içerisinde mizahla sıcak bir bağımın olmasının, politik mizahı kendi üslubuna ustalıkla yerleĢtirmiĢ olan BaĢkut‟u araĢtırma konusu olarak seçmemde çok etkisi olmuĢtur. Bununla birlikte BaĢkut‟un politik eleĢtirilerinin kendi zamanında pek gündeme gelmemiĢ olmasını da yadırgadım ve bu alanda yapılan bir çalıĢmanın olmadığını öğrendim. Bu durum bir taraftan beni araĢtırmaya teĢvik ederken, diğer taraftan da kaynak konusunda endiĢe etmeme sebep oldu. Ama BaĢkut‟un üslubu ve eleĢtirilerinin mahiyeti bu endiĢeyi bertaraf etmiĢtir. Böylelikle bu çalıĢmayı, titizlikle üzerinde durarak bitirebilmek için gereken enerjiyi yakalamıĢ oldum. Yüksek lisans eğitimimin ilk günlerinden, bu çalıĢmanın bittiği güne kadar, danıĢman hocam Yrd. Doç. Dr. Sertaç Serdar‟ın bilgisiyle ve tecrübesiyle bana öğrettiklerini en önemli kazanç saymaktayım ve kendisine sonsuz bir minnettarlık duyduğumu belirtmeliyim. Ayrıca bu çalıĢma boyunca hem maddi hem manevî desteklerini esirgemeyen aileme sonsuz teĢekkürlerimi sunarım. Bursa 2012 Mustafa AYHAN ĠÇĠNDEKĠLER Sayfa TEZ ONAY SAYFASI ........................................................................................................... .ii ÖZET ...................................................................................................................................... iii ABSTRACT ............................................................................................................................ iv ÖNSÖZ ................................................................................................................................... v ĠÇĠNDEKĠLER ...................................................................................................................... vi KISALTMALAR…………………………………………………………………………..viii GĠRĠġ ................................................................................................................................... ..1 BĠRĠNCĠ BÖLÜ GENEL KAVRAMSAL ÇERÇEVE 1. ENTELEKTÜEL VE ENTELEJANSĠYA ........................................................................ 3 1.1 Entelektüel ................................................................................................................... 3 1.2 Entelejansiya ................................................................................................................ 8 1.3 Entelektüelin Politik ĠĢlevi ........................................................................................... 12 1.4 Türk Entelejansiyası..................................................................................................... 15 2. SOSYALĠZM VE SOSYAL DEMOKRASĠ ..................................................................... 19 2.1. Sosyalizm .................................................................................................................... 19 2.2. Sosyal Demokrasi .................................................................................................. .....25 ĠKĠNCĠ BÖLÜM TÜRKĠYE’DE CUMHURĠYET SONRASI DÖNEMĠN SOSYO-POLĠTĠK YAPISI 1. TOPLUMUN POLĠTĠK TUTUMU.................................................................................. 35 1.1. Kitlelerin Nezdinde Halk Partisi .................................................................................. 36 1.2. Demokrat Parti ............................................................................................................. 41 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM CEVAT FEHMĠ BAġKUT: SOSYAL DEMOKRAT ESĠNTĠLER 1. SOSYO-EKONOMĠK ÇATIġMALAR VE SĠYASAL SORUNLAR.............................. 53 1.1. Kaybolan Sosyal Adalet, Ekonomik Sorunlar ............................................................ 54 1.2. Din ve Siyaset ...................................................................................................... ..….60 2. KÜLTÜREL-KURUMSAL SORUNLAR VE GAZETEYE DAĠR ................................. 66 2.1. Kültürel DeğiĢimler Ve Kurumsal Sorunlar ............................................................... 66 2.2. Gazetecilik AnlayıĢı .................................................................................................... 72 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM BAġKUT VE SONRASI 1. TÜRK SĠYASETĠNĠN AYNI GÜNDEMĠ ...................................................................... ..76 1.1. Laiklik Meselesi ........................................................................................................ ..78 1.2. Demokrasi ve Ekonomi ............................................................................................ ..87 SONUÇ....................................................................................................................................96 KAYNAKLAR ...................................................................................................................... ..98 ÖZGEÇMĠġ…………………………………………………………………………………106 KISALTMALAR Kısaltma Bibliyografik Bilgi a.e. Aynı Eser a.g.e. Adı Geçen Eser a.g.m. Adı Geçen Makale b. Baskı Bkz. Bakınız C. Cilt Çev. Çeviren Der. Derleyen Ed. Editör S. Sayı s. Sayfa ss. Sayfadan Sayfaya ty. Basım Tarihi Yok Yay. haz. Yayına Hazırlayan Vol. Volume GĠRĠġ Türk entelektüelleri içinde önemli bir yeri teĢkil eden Cevat Fehmi BaĢkut‟un politik eleĢtirilerinin konu edinildiği bu çalıĢma, onun eleĢtirilerini ve ideolojik olarak hangi çizgiye yaklaĢtığını görebilmeyi ve bu temelden devam ederek Türkiye‟nin belli baĢlı siyasi ve sosyal sorunlarının uzun dönemler boyunca benzer özelliklere sahip olduğunu ortaya koymayı hedeflemektedir. Bu hedef doğrultusunda o, Türk Entelejansiyası içerisinde konumlandırılmıĢtır. Bununla birlikte o‟nun, özellikle 1950-1960 arası döneme yönelik ekonomik, sosyal ve politik eleĢtirileri bir değerlendirmeden geçirilmektedir ve bu bağlamda sosyal demokrat bir çizgiye yaklaĢtığı gösterilmeye çalıĢılmaktadır. Bunun için ilk bölümde entelektüel, entelejansiya ve diğer ilgili kavramsal açıklamalar verilirken, bunların yanında sosyal demokrasi de ana hatlarıyla tarif edilmiĢtir. Ġkinci bölümde ise 1950 ve 1960 arasındaki sosyo-politik yapı analiz edilerek, dönemin iktidar partisi olan Demokrat Parti‟nin belli baĢlı uygulamaları gözden geçirilmiĢ ve böylece BaĢkut‟un eleĢtirilerini daha iyi kavramak hedeflenmiĢtir. Üçüncü bölüm ise BaĢkut‟un bizzat kendi eleĢtirilerine, yorumlarına ve öte yandan edebi eserlerine göz atmaya baĢlanılan bölüm olarak Ģekillenmektedir ve bu yapılırken, gerçek hayatla edebi eserler arasındaki bağ gözetilmektedir. Bu yöntemle birlikte Cevat Fehmi BaĢkut‟un, gerçek hayattan kopuk olmayan bir edebi üslubunun olduğu da ortaya koyulmaktadır. Ġkinci bölümden aktarılan bilgilerin eĢliğinde, BaĢkut‟un sosyal adalete, eĢitliğe, din- siyaset iliĢkisine ve de kültürel değiĢimlere yönelik fikirleri tespit edilmektedir. Böylece onun teori ve pratikte ortaya koyduğu tutarlı politik duruĢu, daha net bir Ģekilde görebilmek mümkün olmaktadır. Ayrıca bu bölümde, BaĢkut‟un gazetecilik anlayıĢına dair bazı ilkeleri ve fikirleri incelenmekte ve bir gazeteci olarak demokrasiye ne ölçüde önem atfettiği gösterilmektedir. Son bölümde ise Türk siyaset hayatının temel sorunlarının, BaĢkut‟un üzerinde yoğunlaĢmıĢ olduğu konularla, uzun dönmede bir benzerliği olduğuna iĢaret edilmektedir. 1960‟tan sonra siyaset sahnesinde, ekonomide ve sosyal hayatın diğer alanlarında yaĢanan belli baĢlı sorunları göstermek ve bunların niteliklerine değinmek suretiyle, bunlar, BaĢkut‟un yorumladığı ve eleĢtirilerini yönelttiği konularla karĢılaĢtırılmaktadır. Böylece Cevat Fehmi BaĢkut‟un politik eleĢtirilerinin özünün kavranabilmesi ve o‟nun tarafından eleĢtirilen olay ve durumların, ne ölçüde siyaset tarihimizde yer tuttuğunun gösterilebilmesi sağlanmaktadır. 2 BĠRĠNCĠ BÖLÜM GENEL KAVRAMSAL ÇERÇEVE 1. ENTELEKTÜEL VE ENTELEJANSĠYA Dünya tarihine bakıldığında her dönem için geçerli olan belli baĢlı durumların söz konusu olduğu görülebilir. Her zaman yöneten ve yönetilenin varlığından söz edilebilir. Ġlkel toplumlardan modern dönemlere değin, belli meĢru bir kaynağa gönderme yapan yönetici, yöneticiler var olmuĢtur. Bu yönetici ve yöneticiler grubu, kendilerinin istekleri doğrultusunda diğer insanlara yön vermek, Ģekillendirmek için yardımcı unsurlara ihtiyaç 1 duymuĢlardır. Weber‟in kavramsallaĢtırmasıyla , Ģiddet tekeli olmaktan baĢka bir de öğretilerin yayılması söz konusu olduğunda, iktidarın, bir öğretici kadrosu olması gereklilik arz etmiĢtir. Bunun yanında, iktidarların öğretilerine, dayatmalarına ve en baĢta yöneticinin meĢruluğuna karĢı çıkanlar, eleĢtiri getirenler de sahnede yerlerini almıĢtır. ĠĢte bu bölümün konusu olan entelektüel ve entelejansiya, bizzat yönetenlerin yanında olmakla veya onlara muhalefet etmekle var olmuĢtur. Elbette bu iki kavramla anlatılmak istenen aynı Ģey değildir. Bu manada entelektüel ve entelelejansiya üzerine odaklanarak, gerek ilkel topluluklardaki benzerlerine gerekse modern dönemde bizzat kendisine eğilmek ve her ikisini de genel hatlarıyla ortaya koymak istiyoruz. 1.1.Entelektüel Bir toplumda kim için hangi Ģartlarda “entelektüel” nitelemesi yapılabilir diye sormak istersek, bunun birçok yanıtını bulabiliriz. Ansiklopedik bilgi bağlamında ise entelektüel veya entelektüeller, çoğu toplumda, toplumun diğer üyelerine göre nispeten daha yüksek frekansla, insan, doğa, toplum ve kosmos hakkında genel semboller alanında 2 ve teorik referansta, toplumun iletişimini ve ifadesini sağlayan insan topluluğu olarak değerlendirilmektedir. Diğer taraftan “entelektüel”in terimsel kökeni, “Entelekt”tir ve bu sözcük, Grekçe nous kavramının Latince karĢılığı olan intellectus‟un Fransızcaya geçmiĢ biçimdir. Entelekt, akla ve diskursif düşünmeye karşıt, soyut ve mantıksal düşünme 1 Anthony Giddens, Max Weber DüĢüncesinde Siyaset ve Sosyoloji, 2.b (Baskı)., çev.(Çeviren) Ahmet Çiğdem, Vadi Yayınları, Ankara, 1996, s (Sayfa). 43 2 David L. Sills, “Intellectuals”, International Encyclopedia Of The Social Scienes, Vol.(Volume) 7-8 The Macmillan Company & The Free Press, New York, 1972, ss (Sayfadan.Sayfaya) 399-400 3 3 yetisidir, genel fikirleri türetme ve kullanma gücüdür; kavramlarla düşünme kabiliyetidir . Bu kısa giriĢten sonra sağlıklı bir tanım ve değerlendirme için, tarihsel açıklama yerinde olacaktır. Entelektüellere ve onların tarihsel serüvenine bakmaya baĢlamak, tarihin hangi döneminden baĢlanacağını önemli kılmakla beraber, ilkel ya da modern olsun bütün dönemlerin ve bütün toplumların içerisinde toplumdaki diğer insanlardan daha üstün ve ayrıcalıklı konumlarda yaĢayan, fikirleriyle toplumu etkileyebilen bir kiĢi veya bir zümre mevcut olmuĢtur diyebiliriz. Elbette bu durum, insan toplumlarında öteden beri varlığı 4 kabul edilen farklı türde bir tabakalaĢmanın (stratification) olduğuyla birlikte düĢünülmelidir. Bu kiĢiler, gruplar veya kurumlar, sosyal imkanlar yönünden ve politik nüfuzları açısından, toplumun geri kalanından daha etkili ve kudretli olabilmiĢlerdir. Entelektüellerden bahsetmeye baĢlamak, Jacques Le Goff‟a göre Batı‟da kentlerin doğuĢuyla mümkündür. Ona göre, entelektüel, kentlerin ticari ve endüstriyel… işlere bağlı olan atılımlarıyla birlikte, işbölümünün kendini dayattığı bu şehirlere yerleşen meslek 5 adamlarından biri olarak ortaya çıkmıştır . Ama Zygmunt Bauman daha geniĢ açıdan bakarak, ilkel toplumlardaki din adamının, büyücünün konumuyla, entelektüelin konumu arasında bir paralellik kurabilmektedir. Bauman böyle bir tespite giderken, Paul Radin‟in 6 ilkel toplumların dini ile ilgili eserinden faydalanmaktadır . Bauman‟ın ifadesiyle Radin‟in ilkel toplumlarda bulduğu ilk Ģey, bu toplumlardaki iki genel mizacın varlığıdır. Bunlar, Rahip- Düşünür ile din dışı kimsedir. Bunlardan birincisi, dinsel olguların çözümlenmesiyle ilgilenir, ikincisi ise dinsel olguların etkileriyle… Bauman‟a göre Radin‟in Ģu betimlemesi, Din Adamı ile din dışı kimse arasındaki iliĢkinin anahtarıdır: İlkel 7 insanın, yaşam mücadelesindeki belirsizlikten korkması . Hayata dair bir belirsizlik durumu, insan doğasında, genel olarak bir tedirginlik yaratabilmektedir. Böyle durumların kaynağında bazı dogmatik inanıĢların bulunduğunu kabul etmek, ister istemez bu gibi 3 Zeki Özcan, “Sosyo-Kültürel Fenomen Olarak Entelektüeller”, Doğu Batı, ed. (Editör) TaĢkın TakıĢ, S.(Sayı) 36, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2006, s. 41 4 T.H.Marshall, “Social Stratification: Caste, Estate and Class”, Politics and Society, ed. Eric A. Nordlinger, Prentice-Hall, Inc., Englewood Cliffs, N.J., United States of America, 1968, s. 44 5 Jacques Le Goff, Ortaçağda Entelektüeller, 1.b., çev, Mehmet Ali Kılıçbay, Ayrıntı Yayınları, Ġstanbul, 1994, s. 21. 6 Paul Radin‟in, Primitive Religion, Its Nature and Origin (Ġlkel Din, Onun Doğası ve Kökeni) adlı eseri, Bauman‟ın Yasa Koyucular ile Yorumcular isimli kitabında zikredilmektedir. 7 Zygmunt Bauman, Yasa Koyucular ile Yorumcular, 2.b., çev, Kemal Atakay, Metis Yayınları, Ġstanbul, 2003, s, 17. 4 dogmatik unsurlarla uğraĢmakta olan kâhin, büyücü, rahip gibi bazı mistik rollere bir ayrıcalık getirmektedir. Ġnsanlara, bilinmezlikle baĢa çıkmada öğretici olmaları, onlara bazı avantajlar sağlayabilmektedir. Bauman‟ın tespiti de bu yöndedir. Ama burada Bauman, özellikle yöntemlerin benzerliğine dikkat çeker: Entelektüel ile rahibin, büyücünün vb.‟nin otoritelerini meĢrulaĢtırma yöntemleri. Bauman Ģöyle söyler: Çile, arınma ve sahip olma; rahip otoritesinin meşrulaştırılmasındaki bu üç temel ve kalıcı öğenin ortak bir özelliği vardır. Üç özellik de rahipliğin geri kalan gruptan ayrılığını ortaya koymakta ve açıklamakta; rahiplerin, rahip olmayanların ulaşamayacakları hangi bilgelik ya da beceriye sahip olduklarını belirtmektedir… Üç özelliğe de tarih boyunca çeşitli kılıklar altında rastlanmıştır… Dönemin önde gelen modasına bağlı olarak, bedensel riyazet (asetizm) ve kendini kurban etmeye, keşişliğe özgü alçakgönüllülüğe, öğrenci yaşamının getirdiği uzun süreli sefaletlere –eğlenceden yoksun ve tüketim toplumunun sunabileceği zevklerden yararlanmayan bir varoluş biçimi- yapılan göndermelerde “çile kuram”ını 8 görebiliriz . Görülüyor ki Bauman‟ın tespit ettiği yöntem benzerliği, kayda değer bir benzerliktir. Özellikle hem modern dönemde hem de postmodern dönemde geçerli olduğunu söyleyebileceğimiz, entelektüellere has bir kibir duygusunun varlığından bahsetmek mümkün olabilmektedir ve bu tam da Bauman‟ın bahsettiği gibi, popüler kültürün hâkim unsurlarından daha üstlerde veya ötelerde bulunmakla ilgilidir. Denilebilir ki entelektüeller, meslekleri veya uğraĢları sayesinde, toplumun geri kalanıyla benzerlik arz etmekten uzak durmuĢlardır. Kabaca söylenirse, onların yaptıklarını, herkes yapamamaktadır ve bu da onları herkesten ayırmaktadır veya entelektüeller böyle düĢünmektedirler. Buraya kadar, entelektüelin tarihsel güzergâhının en baĢı diyebileceğimiz ilkel toplumlardaki benzerlerine bakmaya çalıĢtık. ġimdi de ortaçağa, bazı düĢünürlere göre entelektüellerin asıl doğum yerine bakmaya çalıĢacağız. Ġlk baĢta da bahsettiğimiz gibi Le Goff‟un düĢünceleri, bize bu konuda ıĢık tutabilecektir. Le Goff‟a göre ilkel toplumlarda ve ortaçağ öncesinde, mesleği sadece düĢünmek, fikir üretmek olan bir sınıf bulunmamaktadır: … Serf, tarlayı işlese de aynı zamanda zanaatkârdı. Asker olan soylu, aynı zamanda mülk sahibi, yargıç ve yöneticiydi. Ruhban –özellikle manastır keşişleri- çoğu zaman bunların hepsi birden olmaktaydı. Zihni Çalışma, onların faaliyetlerinden yalnızca biriydi… Bunların, gelecek yüzyılların entelektüellerini haber verenleri bile, 8 Bauman, a.g.e. (adı geçen eser) s. 21. 5 9 henüz entelektüel haline gelememişlerdi . Ona göre mesleği yazmak ya da öğretmek olan biri ancak kentlerle birlikte ortaya çıkabilmiĢti. Peki kentlerin ortaya çıkması ile entelektüelin doğuĢunu sağlayan ortam neydi veya bu ortamın özellikleri ne türlüydü? Bu sorulara cevap olarak Le Goff, kent okullarını iĢaret eder: … Entelektüel, sınırları iyice belirlenmiş olan bir ortamı işaret etmektedir: Yani okul hocalarının ortamını. Bu ortam, ortaçağın başlarında kendini belli etmeye başlamış, on ikinci yüzyılda kent okullarında gelişmiş ve on üçüncü yüzyıldan itibaren üniversitelerde 10 serpilmiştir . Bu cümlelerden saptanabilecek olan önemli nokta, toplumdaki iktidar odaklarından ayrı ve bağımsız bir ortamın, entelektüeller ve onların sosyo-politik iĢlevleri için gerekli olduğudur. Modern dönemde entelektüellerin var olması veya kimine göre bizzat bu dönemde doğması, burjuvazinin tarihsel hareketinden bağımsız düĢünülmemektedir. Jean Paul Sartre‟a göre modern toplumlardaki iş bölümü unsuru, farklı gruplara çeĢitli görevler yükler ve böylece pratik bilgi uzmanları‟nın doğuĢu gerçekleĢir. Bu bağlamda Sartre, entelektüellerin, bilgi uzmanlarından doğmuĢ olduğunu savunur. O‟na göre burjuvazinin ya da tüccar sınıfının, muhasebe gibi hesap iĢlerinde veya teknik meselelerde belli baĢlı uzmanlara ihtiyacı zarurî olur… Dolayısıyla bu gibi uzmanlar, ideolojik bir endiĢe 11 taĢımadıkları gibi, burjuvaziye de ideolojik yönden hizmet etmemektedirler . Sartre bu açıklamayı yaptıktan sonra, bu uzmanların, zaman içerisinde evrensellik adına birbirlerine 12 düştüklerini belirtir. Sartre‟ın tanımlaması bağlamında entelektüel, ortaya çıkıĢı itibariyle ideolojik değildir ve entelektüelin bir ayağı, onun doğuĢuna zemin hazırlayan kapitalistten bağımsızdır. Tam bu noktada, kimilerine göre entelektüelin gerçek anlamda ve politik iĢleviyle sahneye çıktığı Dreyfus Olayını irdelemek yerinde olacaktır. Dreyfus Olayını kısaca aktarmak gerekirse: 1894 güzünde Paris'teki Alman Askeri Ataşesi'nin çöp kutusunda Fransız ordusuna ait bilgiler içeren bir not bulunur. Yüzbaşı Dreyfus'un casus olduğu dedikodusu Genel Kurmay'dan basına sızdırılır. Irkçı gazete La Libre Parole Yahudi subay Dreyfus'un casuslukla suçlandığını duyurur. Ancak yazının Dreyfus'a ait olduğunun kanıtlanması kolay değildir. Görevlendirilen bilirkişi, nottaki yazının kuşkulununkine hiç benzemediğini 9 Le Goff, a.g.e. s. 22. 10 a.e. (aynı eser) s. 16. 11 Jean Paul Sartre, Aydınlar Üzerine, 3.b., çev. Aysel Bora, Can Yayınları, Ġstanbul, 2010, ss (sayfadan sayfaya). 18-19 12 a.e. s. 19 6 söyleyince, istenen yanıtı verecek yeni uzmanlar bulunur. Önyargıyla hazırlatılan 13 raporlara dayanılarak, Dreyfus'a karşı vatana ihanet suçlamasıyla dava açılır . Söz konusu dava ile birlikte Dreyfus, vatana ihanet suçundan ömür boyu sürgüne mahkûm edilir. Bu olayın, entelektüele sahne aldıran kısmı, bu aĢamadan sonrasıdır. YüzbaĢı Dreyfus‟un ailesi, 1896‟da bazı gazetecileri ve politikacıları ikna edip, davanın yeniden görülmesini sağlayınca ve Dreyfus‟un suçsuz olduğu bu yargılama ile anlaĢılır. Özcan bu süreçte Fransız kamuoyunda oluĢan iki kutbu ve dolayısıyla entelektüeli bugünkü mânâsıyla ortaya çıkaran durumu Ģöyle anlatır: …Kamuoyu, Dreyfus yanlıları ve Dreyfus karşıtları olarak ikiye bölündü. “Adalet ve 14 hakikat” adına mücadele eden İnsan Haklar ı savunucuları Dreyfus‟un yanında yer aldı. Onlar, cumhuriyetçilerden, savaş karşıtlarından, radikallerden, sosyalistlerden oluşan bir gruptu… Fransız yurtseverleri ise Dreyfus karşıtıydı… Zola‟nın çabalarıyla Dreyfus yanlıları birlik oluşturdular. 13 Ocak 1898‟de L‟Aurore gazetesi, “İtham Ediyorum” başlığıyla Devlet Başkanına hitaben açık bir mektup yayınladı. Mektup Zola imzasını taşıyordu. Bu mektupta Zola, Dreyfus‟u savunuyordu… Ertesi gün Zola‟yı destekleyen 15 kişiler, “Entelektüellerin Protestosu” başlığıyla bir bildirge yayınladılar… . Görüldüğü üzere bu olayla birlikte, edebiyat ve sanat dünyasından bazı isimler, sosyal- siyasal sorumluluk çerçevesinde hareket etmiĢler ve böylece entelektüel‟in, halk nezdinde algılanıĢının çerçevesini belirlemiĢlerdir. Özcan ise bu olayın, entelektüel kavramını ideolojikleĢtirdiğini vurgulayarak, önemli bir noktaya dikkat çeker: … Bundan 16 böyle bir yüzyıl boyunca insanlar… in yanında ya da karşısında olmak durumunda 17 kaldılar… . Entelektüelin, taraflı mı ya da tarafsız mı olacağına dair veya politik zeminde herhangi bir sorumluluk alıp almayacağına dair tartıĢmalar, Dreyfus olayı referans gösterilerek yeni bir boyuta taĢınabilir; zira Dreyfus olayı, entelektüelin diğer insanlardan ayrılan en önemli yanını ortaya koymaktadır diyebiliriz. Özellikle dikkat edilmesi gereken nokta, önce de söylendiği üzere entelektüellerin, kitleleri harekete geçirme kabiliyeti veya sorumlulukları olduğunun, bu olayla tecrübe edilmiĢ olmasıdır. Bir genelleme yapmadan devam edersek, böyle bir kabiliyetin veya sorumluluğun bulunmadığını söylemek yanlıĢ olacaktır. 19. yy.‟ın sonundan itibaren, 20. yy‟ın entelektüel profilinde Dreyfus olayı Ģekillendirici bir rol oynamıĢtır diyebiliriz. 13 Gül Tekay Baysan, “Dreyfus Davası: Gerçek ve Adalet SavaĢçısı Zola”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2002, http://www.edebiyatdergisi.hacettepe.edu.tr/2002191gultekaybaysan.pdf, (14.08.2011), s.182 14 Buradaki yazım Ģekli, alıntı yapılan eserden aynen aktarılmıĢtır. 15 Özcan, a.g.m (adı geçen makale). s. 47 16 Buradaki yazım Ģekli ve vurgu, alıntı yapılan kaynaktaki gibidir. 17 a.m. (aynı makale). s. 48. 7 Entelektüel, özellikle yerel-bölgesel sorunlar söz konusu olduğunda, evrensel değerlerden dem vuran rolü ile toplumun karĢısına çıkabilmiĢtir. ĠĢte Dreyfus olayı da bu durumun ilk örneklerindendir. Paul Johnson‟a göre bu anlamıyla entelektüel kiĢilik, toplumsal bir boĢluğu doldurmuĢtur. Bahsettiğimiz bu boĢluğu Johnson Ģöyle ifade etmektedir: 18. Yüzyılda kilisenin gücünün azalmasıyla hem bu boşluğu gidermek hem de 18 toplumun dikkatini çekmek için yeni bir akil adam tipi ortaya çıktı . Johnson‟a göre 18. yy öncesinde, dogmatik kurumların görevlileri, topluma, neyi nasıl yapacağını anlatmaya hevesliyken, bir anlamda bunların ardılları sayılabilecek entelektüeller de aynı tutum ve davranıĢları sergilemekteydiler. Buraya kadar yazılanları toparlamak gerekirse, yukarıda zikredilen her görüĢün ortak bir noktasını yakalayarak, “entelektüel kimdir?” sorusuna genel hatlarıyla bir cevap vermek mümkün olabilir ama bu noktada Bauman‟ın tespitine dikkat çekmeliyiz: 19 …Entelektüeller kategorisi hiçbir zaman tanımsal açıdan kendine yeterli olmamıştır… . Bunun yanında Bauman, hangi yetilerin, uğraĢların, faaliyetlerin, mesleklerin tam anlamıyla entelektüel kategori içerisinde değerlendirileceğine dair kesin sınırlamalardan kaçınmakta olduğunu belirtir. Ona göre entelektüel diye nitelenen herkeste, zihin, merkezi 20 bir rol oynar ve bizce yakalanması gereken nokta da budur. Sosyal bilimlerde, fen bilimlerinde olduğu gibi net, değiĢmez formüller bulunması mümkün olmadığından, bizzat bir insan olarak entelektüeli de “Ģudur, budur” Ģeklinde tarif etmekten kaçınmak daha uygun gözükmektedir. Belli baĢlı bir tarif yapmak yine de mümkünse, bunu yapmak için entelektüelin bazı iĢlevlerine değinmeden böyle bir tarif yetersiz kalacaktır. Gelecek kısımlardan sonra, entelektüel denildiğinde nasıl bir kiĢiliğin tasavvur edilebileceği Ģekillenecektir. 1.2.Entelejansiya Entelejansiya kavramı, üzerine farklı tarifler yapılmıĢ bir kavramdır. Bu kavramla ne ifade edilmek istendiği de birbirinden değiĢik açıklamaları beraberinde getirmiĢtir. Kelimenin kökenine baktığımızda, Latince intellegentia‟nın, akıl, kavram, bilgi Ģeklinde 21 karĢılığı olduğunu görebiliriz . Sabri Ülgener, entelejansiya kavramının ideolojik 18 Paul Johnson, Entelektüeller, 1.b., çev. AyĢe Polat, Paradigma Yayıncılık, Ġstanbul, 2008. S. 1 19 Bauman a.g.e. s.27 20 a.e. s.30 21 Oktay Taftalı, “ Batı Medeniyetinin Mutsuz Çocuğu Entelektüel”, Doğu Batı, ed. TaĢkın TakıĢ, S. 35, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2006, s. 166 8 anlamına dikkat çeker ve Ģöyle yazar: …Rus ihtilali ile birlikte parti iktidarı önünde herhangi bir oppozisyon söz konusu olamayacağı için, intelligentsia karşı kuvvet olmaktan çıkarılıp yönetim çarkları arasında öğütülmüş, bir hizmetliler kadrosu haline 22 getirilmiştir… . Bu görüĢü destekler nitelikte, Özcan‟a göre entelejansiya ve entelektüel kavramları arasında ideolojik olma yönünden farklılık vardır. Ona göre entelejansiya 23 sosyo-politik reformlar için mücadele eden ve entelektüeli önceleyen kişiler topluluğudur . Bu anlamda entelejansiya denildiğinde politik iktidardan bağımsız düĢünülemeyeceği çıkarılabilirken, birey olarak entelektüel için aynı Ģey geçerli olmayabilir. Robert Lane‟e 24 göre sosyal sınıflar, karakteristik davranışları, inançları oluşturmaktadır . Özcan‟ın görüĢü de bu bağlamda düĢünüldüğünde, entelejansiya, entelektüelin fikrini, tutumunu, inançlarını etkileyebilecek bir yapı olarak karĢımıza çıkmaktadır. Yukarıdaki açıklamalardan sonra entelejansiya üzerine düĢünmek için, ilk önce entelektüellerin, bir sınıf ya da daha dar anlamda sosyal bir grup oluĢturup oluĢturmadığını tartıĢmak gereklidir. Eğer onlar bir sınıf teĢkil ediyorlarsa da bu durum, her toplumdaki entelektüeller için geçerli değildir. Özellikle Gramsci ve Mannheim bağlamında bu konuya eğilmek yararlı olacaktır. Gramsci, belli bir dönemin sosyal ve ekonomik yapısının, farklı toplumsal yapılar meydana getireceğini belirtir: Her yeni toplumsal durumun, yeni üst yapılar yarattığını ve bu üst yapıların da kendi uzmanlaĢmıĢ temsilcilerini veya bayraktarlarını, geçmiĢtekilerden 25 ayrı olarak var ettiğini söyler . Yani belli bir dönemin entelektüellerinin, kendisinden önceki dönemin entelektüelleriyle bir bağının bulunmadığını vurgular. Genel anlamda da Gramsci, entelektüellerin, ayrı bir sınıf teĢkil ettiklerini kabul etmemektedir. Charles Kurzman ve Lynn Owens‟a göre Gramsci, Entelektüeller, özerk ve bağımsız bir sosyal grup mudur ya da her sosyal grup, kendine özgü uzmanlık alanıyla, bir entelektüel kategoriye sahip midir? diye sorar ve ikinciyi kabul eder. Buna kanıt olarak Gramsci‟nin Ģu cümlelerini verirler: Ekonomik üretim dünyasında zorunlu fonksiyonuyla var olan her sosyal grup, sadece ekonomik zeminde değil, aynı zamanda politik ve sosyal zeminde de 22 Sabri F. Ülgener, Zihniyet, Aydınlar ve Ġzm’ler, Derin Yayınları, Ġstanbul, 2006, s. 88-89 23 Özcan, a.g.m. s. 36 24 Robert E. Lane, “Social Class and Political Participation”, Politics and Society, ed. Eric A. Nordlinger, Prentice-Hall, Inc., Englewood Cliffs, N.J., United States of America, 1968, s. 142 25 Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri, 6.b., çev. Adnan Cemgil, Belge Yayınları, Ġstanbul, 2011, s. 181 9 ona kendi fonksiyonunun bilincini ve tektürelliğini veren bir veya daha fazla entelektüel 26 katmanı, kendisiyle birlikte oluşturur . Diğer taraftan Gramsci, …Toplumda entelektüel işlevi görenlerin iki tipe ayrılabileceğini göstermeye çalışır: Bunlardan birincisi, nesilden nesile aynı şeyi yapmayı sürdüren öğretmenler, papazlar ve idareciler gibi geleneksel entelektüeller, ikincisi ise entelektüellerin çıkarlarını örgütlemek, daha fazla iktidar, daha fazla denetim gücü elde etmek için kullanan sınıflarla ya da kuruluşlarla doğrudan bağlantılı olduklarını 27 düşündüğü organik entelektüellerdir… . Gramsci organik entelektüeli, yeni bir sosyo- ekonomik ve politik sistemin teorisyenleri olarak niteler ve bu durumun, kapitalizmle birlikte geliĢtiğini söyler. Genel anlamda ona göre entelektüel ve entelejansiya, mevcut sosyal ve ekonomik faktörlerden bağımsız olamamaktadır diyebiliriz. Mannheim‟e göre entelejansiya, mensubu oldukları topluma, dünyanın yorumunu sunma görevini üstlenen toplumsal gruptur ve bir toplum ne kadar durağansa, 28 entelejansiyanın belli bir statüye, bir kastlar statüsüne ulaĢması da o derece mümkündür . Mannheim, entelektüellerin bir kast statüsüne sahip olma durumlarını, topluma belli bir otoriteyle ve belli bir kural, ideoloji, öğreti doğrultusunda yön verebilme imtiyazlarını, ortaçağda ruhban sınıfının durumuyla örneklemektedir. Modern dönemde ise entelejansiya belli bir kurumun sözcülüğünü ve savunusunu yapmaktan sıyrılabilmiĢtir. Mannheim Ģöyle devam eder: … Modernite için belirleyici olan, papaz tabakasının kilise temelli dünya yorumu tekelinin kırılmasından başka, kapalı ve inceden inceye örgütlenmiş bir entelektüel tabakanın yerine özgür bir entelejansiyanın oluşmasıydı. Bu entelejansiyanın ana belirtisi, sürekli değişen toplumsal tabakalardan ve yaşam koşullarından giderek daha çok beslenmesi; ayrıca düşünce biçiminin artık kast şeklinde örgütlenmiş bir düzeneğe bağlı 29 olmamasıdır… . Mannheim‟in bu cümlesiyle açıkça anlaĢılabilecek olan, modern dönemde entelektüellerin, sınıfsal bir yapıdan sıyrılıp, belli bir ayrıcalıklı zümre olmaktan çıkmıĢ olduklarıdır. Bu konu üzerine Mannheim Ģöyle devam eder: … Entelektüeller, eskiden olduğu gibi, bizzat düşünmeyi temsil ettiğini sandıkları skolâstik düşünce tarzının 26 Charles Kurzman, Lynn Owens, The Sociology Of Intellectuals, 2002, http://www.unc.edu/~kurzman/cv/Kurzman_Owens_Intellectuals.pdf, (Gözlem Tarihi: 14.04.2011) s. 66 27 Edward Said, Entelektüel, 3.b., çev. Tuncay Birkan, Ayrıntı Yayınları, Ġstanbul, 2009, s. 22 28 Karl Mannheim, Ġdeoloji ve Ütopya, 1.b., çev. Mehmet Okyayuz, De Ki Yayınları, Ankara, 2009, s. 33 29 a.e. s. 34 10 30 ve belli bir sınıfın ya da tabakanın mensupları değillerdi artık… . Bu tespitin devamında Mannheim, entelejansiyanın bu hürriyetinin, kilisenin tinsel tekelinin çöküĢünden önce söz konusu olamadığını vurgular. Bu nokta, özellikle entelejansiyanın varlığından bahsetmek için tarihin hangi dönemine dikkat edileceğine de ıĢık tutmaktadır. Önce de bahsedildiği gibi hem ilkel dönemlerde hem de ortaçağda var olduğunu gördüğümüz bazı ayrıcalıklı grupların, özellikle modern dönemle birlikte düĢünsel bir özgürlüğe sahip olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Charles Kurzman ve Lynn Owens‟a göre Mannheim, entelejansiyayı bir derecede sınıf üstü görmektedir. Kurzman ve Owens Ģöyle yazar: Mannheim, entelektüellerin de bir sınıfı ya da en azından bir sınıfın uzantısını teşkil ettiği anlayışını reddediyordu… En 31 azından bir derece sınıf üstüydüler… . Entelektüeller üzerine önemli görüĢler beyan etmiĢ olan bir diğer isim Julien Benda‟dır. Benda‟nın fikri için ilk olarak söyleyebileceğimiz, entelektüelleri, toplumun geri kalanından farklı addettiğidir. Genel anlamda onların, ayrı bir sınıf olduğunu düĢünür. Bununla birlikte Benda‟nın düĢüncesinde asıl önemli nokta, 19.yy‟ın sonu ile öncesi arasındaki entelektüel rolün farklılaĢmasıdır. Benda Ģöyle yazar: Gerçekten de tarih boyunca modern dönemlere değin… ardı arkası kesilmeyen, bir felsefeci, din adamı, edebiyat insanı, sanatçı, ilim irfan insanı akışı olagelmiştir; bu insanların etkileri ve 32 hayatları, yığınların gerçekçiliğine doğrudan doğruya tezattır… . Burada Benda‟nın yığınların gerçekçiliği olarak belirttiği, maddi, kısa vadeli çıkarlar, gündelik uğraĢlar, düĢünceler, hazlardır. Dolayısıyla Benda‟ya göre ilk olarak söylenmesi gereken, 19.yy öncesinde entelektüeller, düĢünsel faaliyetleri önemseyen, maddi, gündelik ve sıradan çıkar ve hazlardan uzak durabilen, kitlelere bu paralelde doğru yolu gösterebilen toplumsal aktörlerdir. Peki ona göre 19. yy‟da ne olmuĢtur? Benda‟dan aynen aktarmak gerekirse: On dokuzuncu yüzyılın sonunda, temel bir değişim yaşandı: “Aydınlar” siyasi ihtiras oyununu oynamaya başladılar. İnsanların gerçekçiliğini frenleme işlevi görmüş olan kişiler, artık bu gerçekçiliğin uyarıcıları görevini görmeye başladılar. İnsanlığın ahlâki davranışındaki bu önemli değişiklik muhtelif biçimlerde işlerlik göstermektedir… 33 “Aydınlar” öncelikle siyasi ihtirasları benimsediler… . 30 Mannheim, a.g.e. s. 35 31 Charles Kurzman, Lynn Owens, The Sociology Of Intellectuals, 2002, http://www.unc.edu/~kurzman/cv/Kurzman_Owens_Intellectuals.pdf, (Gözlem Tarihi: 14.04.2011) s. 67 32 Julien Benda, Aydınların Ġhaneti, 2. b., çev. Cem Soydemir, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2011, s. 38 33 a.e. ss. 38-39 11 Benda‟nın aydınların ihaneti olarak nitelendirdiği durum, onların artık eskisinden 34 farklı olarak, siyasi çıkarlara yönelen, makam, mevkî peĢinde koĢan, milli duygularla , gözü kapalı olarak ahlâki değerlerden ödün veren bireyler olduklarıdır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Benda‟nın hem 19.yy öncesinde hem de 19. yy‟da entelektüelleri, kitleleri etkileyebilen ve onları ahlâki öğretiler ıĢığında yönlendirebilen bir zümre olarak gördüğüdür. Bu bağlamda da onları ayrı bir sınıf olarak niteler. Kurzman ve Owens‟a göre de Benda, Mannheim‟le ve Gramsci‟den farklı olarak entelektüellerin farklı bir sınıfı 35 oluşturduğunu düĢünür. Yukarıda da belirtildiği üzere Mannheim, entelektüelleri sınıfsız veya bir nevî sınıf üstü olarak nitelerken, Gramsci onların bir sınıf teĢkil ettiğini düĢünmemektedir. Görüldüğü üzere entelektüellerin ayrı bir grup ya da sınıf teĢkil ettiğine dair çeĢitli görüĢler bulunmaktadır ve bu görüĢler içinden yola çıkarak Ģunu söyleyebiliriz: Entelektüeller, baĢlı baĢına bir sınıfı temsil etmekten uzak görünmektedirler. Bu görüĢü destekler nitelikte Sabri Ülgener‟in görüĢlerine yer verebiliriz: … Aydınlar diye ayrı ve homojen bir sınıf yoktur. Cemiyet hayatının çok geniş bir kemsi aynı başlık altında yan yana sıralanmış görünür. Akademik meslek mensupları, bürokratlar, mimar ve mühendisler, avukatlar, gazeteciler ve yazarlar, tiyatrocular ve sanatçılar… Saydığımız ve 36 daha da genişletebileceğimiz bu gruplar arasında bir orta taraf bulmak kolay değildir… . Evet, genel olarak entelektüel diye nitelenebilen bireyler arasında, bir sınıf teĢkil edebilecek kadar ortak nokta bulmak pek mümkün gözükmemektedir. 1.3.Entelektüelin Politik ĠĢlevi Bir toplum içerisinde farklı etnik yapı ve dine mensup ve de farklı gelir düzeylerine sahip, farklı mesleklerde yer tutmuĢ insanlar söz konusudur. Toplumun tüm bu üyeleri, sosyal-siyasal geliĢmelerden çeĢitli Ģekillerde etkilenebilirler ve bunlara farklı tepkiler verebilirler. Bu etki-tepki durumu da kiĢinin siyasal tercihini oluĢturmaktadır. Ama bu tercihlerin Ģekillenmesinde birçok etken rol oynarken, önemli bir etken de entelektüellerin fikirleri, söylevleri, tutumlarıdır. Entelektüel, toplulukları harekete geçirebilme, 34 Biz burada, konumuzun kapsamı gereği, milliyetçiliğin Benda‟ya göre aydınlar üzerindeki etkilerini detaylı olarak vermiyoruz. Bu konuya dair, Benda‟nın burada sözü edilen Aydınların Ġhaneti adlı kitabından daha fazla bilgi alınabilir. 35 Charles Kurzman, Lynn Owens, The Sociology Of Intellectuals, 2002, http://www.unc.edu/~kurzman/cv/Kurzman_Owens_Intellectuals.pdf, (Gözlem Tarihi:14.04.2011) s. 68 36 Ülgener, a.g.e. s. 89 12 yönlendirebilme yeteneğine sahip olmasıyla oldukça önemli, tarihsel bir rolü üstlenmiĢ olur. Bir sosyal sınıf olarak, özellikle modern dönemlerde ortaya çıktığı kabul edilen entelektüeller, siyasi varlıklarını etkili bir biçimde bu dönemde hissettirebilmiĢlerdir ama bu konuya daha kapsamlı bakılırsa, eski Yunan‟da da modern entelektüel faaliyetlerin benzerlerine rastlanabilmektedir. Mehmet Cüneyt Birkök, bu konu üzerine Ģöyle yazar: Eski Yunan‟da, günümüzü de etkileyen sosyal ve siyasi faaliyetleri olan entelektüeller, önemli bir zümreyi teşkil etmektedir. Düşünme, akıl yürütme gibi felsefi nitelikli de olsa 37 entelektüelliğin temel geleneklerinin bu dönemde fonksiyonel olduğunu görüyoruz . Burada dikkat çekildiği üzere, modern entelektüellerle eski Yunan‟daki düĢünürlerin arasında ana hatlarıyla bir benzerlik söz konusudur. Modern entelektüelin seküler algısı ve hitap etmekte olduğu kitleler, sosyal sınıflar ve gruplar göz önünde bulundurulduğunda, aralarındaki fark daha iyi anlaĢılabilecektir. Deyim yerindeyse, modern entelektüelin, yerinden oynatabildiği taĢ, oldukça büyük olabilmektedir diyebiliriz: Bazen iĢçiler, bazen burjuvazi bazen iĢsizler, bazen de yoksullar, harekete geçirilen gruplar olarak örneklenebilir. Buraya kadar gelmiĢken, modern anlamda entelektüel diye bahsettiğimiz aktörü somutlaĢtırabilmek açısından, Paul Johnson‟a baĢvurmak yerinde olacaktır. Johnson‟a göre modern entelektüelin ilki, J. J. Rousseau‟ dur. Johnson, Rousseau‟yu, var olan düzeni bütünüyle reddetme hususunda hak iddia etmesi, kendi tasarısının ilkelerine göre onu tepeden tırnağa yeniden şekillendirme yeteneğine olan güveni, bunun siyasi bir süreçle gerçekleştirilebileceği yönündeki inancı ve özellikle de insan davranışında içgüdü, sezgi ve 38 dürtünün oynadığı önemli rolü tasdiki gibi vasıflarla donanmıĢ olarak tarif eder. Bu tariften yola çıkarak, Johnson‟un ilk entelektüel olarak nitelediği Rousseau, mevcut politik düzene yorum getirmekle değil, ona tamamen yeni bir Ģekil verme fikriyle devrimci bir rol üstlenmiĢtir diyebiliriz. Tabi devrimci bir rol üstlenilmesi, eylemde bulunabilmeyi mutlaka gerekli kılacaktır. Bu bağlamda, entelektüel için, eylemlilik hali, onun politik iĢlevinin kamusal hayatta gözlenebilmesi için oldukça önemlidir. Bu noktada konuya Michel Foucault perspektifinden bakmak da faydalı olacaktır. Foucault‟ya göre entelektüel, hâlâ 37 Mehmet Cüneyt Birkök, Aydınlar ve BazıVasıfları, 1996, http://www.iudergi.com/tr/index.php/iktisatsosyoloji/article/viewFile/6239/5763 (Gözlem Tarihi: 02.01.2012) s. 5 38 Johnson, a.g.e. s. 3 13 hakikati görmemiş olanlara, hakikati söyleyemeyenler adına, hakikati söylüyordu: 39 Entelektüel, vicdandı, bilinçti, belâgatti . Foucault, entelektüelin bu iĢlevini belirtirken, bir yandan da siyasi mücadele içerisinde olmasının altını çizer: Entelektüelin rolü, herkes hakkındaki ifade bulamamış hakikati söylemek için “biraz öne veya biraz yana” çıkmak değildir; entelektüelin rolü, daha çok iktidar biçimlerine karşı, bu biçimlerin hem nesnesi 40 hem aracı olduğu yerde mücadele etmektir… . Foucault‟nun bu cümleleri bağlamında göz önünde tutulması gereken nokta, sadece teoride mücadele eden bir entelektüelin, gerçek anlamda siyasi iĢlevini yerine getirmiĢ olamayacağıdır. Yani Foucault‟ya göre entelektüelin teorideki mücadelesi, pratikte de sürmelidir. Edward Said ise bu konuda yazarken, özellikle siyasal ve sosyal sorumluluğa dikkat çeker ve entelektüelin, sıradan ve bencil bir insandan farklı olmasını vurgular. Said Ģöyle konuĢur: …Entelektüelin toplumda, sadece kimliksiz bir profesyonel, salt kendi işine bakan bir sınıfın yetenekli bir üyesi olmaya indirgenemeyecek özgül bir kamusal role sahip bir birey olduğunda ısrar etmek istiyorum… Entelektüel, belli bir kamu için ve o kamu adına bir mesajı, görüşü, tavrı, felsefeyi ya da kanıyı temsil etme, cisimleştirme, ifade etme 41 yetisine sahip olan bireydir… . Said‟in bu sözlerinden, entelektüelin siyasi sorumluluğu üzerine Foucault ile paralel görüĢlerde olduğunu çıkarmak mümkündür. Her ikisinde de belli bir amaca yönelik, toplumun belli bir kesiminin temsili vurgulanmaktadır. Ayrıca Said, entelektüelin, kendine özel alanında faaliyette bulunarak entelektüel olamayacağını söyler ve bir yazının kaleme alınıp yayımlanmasından sonra, kamusal dünyaya 42 girildiğinin altını çizer. Kısacası kamusal hayat, entelektüeli tarihsel olarak var eden sahnedir diyebiliriz. ModernleĢmenin yarattığı bir aktör olarak entelektüel, modernlik sonrasında yani postmodern dönemde de bu iĢlevi sürdürebilmekte midir ve bunu yapabilmesinin Ģekli, tarzı nasıl olmaktadır? Günümüzde artık toplumların, özellikle de içerisinde birçok etnik unsuru bulunduran toplumların ideal siyasi yapısı, çoğulcu demokrasi olarak düĢünülmekte ve tartıĢılmaktadır. Bu koĢullar altında, bilgi ve iletiĢimin, toplumun kılcal damarlarına yayıldığı ve sanal âlemde sınırların yok olduğu günümüz dünyasında, entelektüel de 39 Michel Foucault, Entelektüelin Siyasi ĠĢlevi Seçme Yazılar 1, 2.b., çev., IĢık Ergüden- Osman Akınhay- Ferda Keskin, Ayrıntı Yayınları, Ġstanbul, 2005, s. 32 40 a.e. s. 32 41 Said, a.g.e. s. 27 42 a.e. s. 28 14 sosyal, politik, kültürel tartıĢmalara daha çok katılmak ihtiyacı duyacaktır. Aksi takdirde, Foucault‟nun ve Said‟in de iĢaret ettiği gibi asıl görevini yerine getirmekten uzak kalabilir. Etyen Mahçupyan, demokratik zihniyetin yerleĢmiĢ olduğu bir topluma yönelik önemli bir noktaya dikkat çeker ve bu bağlamda entelektüelin iĢlevini ortaya koyar. Ona göre demokratik bir toplumda, muhtemel manevi itibar farkları en az düzeye indirilmiĢ olduğu için, sıradan bir insanla, bilgili insan arasında önemli bir fark kalmayacaktır ya da bu farkların, politik hayatta bir getirisi bulunmayacaktır. Dolayısıyla entelektüel, bu Ģartlar altında topluma ayna tutulması, ortak yanılgıların temizlenmesi, yaratıcılığa ve ortak 43 kullanıma izin verecek kişisel özgürleşme yolunun açılması gibi iĢlevleri üstlenmelidir. Mahçupyan özellikle bugünkü toplumsal düzene atıfta bulunmaktadır ve bu paralelde, toplumsal konularda birçok yanlıĢ, yarım ve gereksiz bilgilerin ortalarda dolaĢtığına iĢaret etmektedir. Bu durumda entelektüeli bir yol gösterici, bireysel özgürleĢmelere imkân veren, öte yandan çevresini eleştirirken, kendisini de eleştiriye açan biri olarak niteler. Buraya kadar anlatılanların özeti olarak entelektüel, ilk etapta sosyal-siyasal konularda duyarlı olmasıyla öne çıkmaktadır. Özellikle Foucault‟da ve Said‟de bu net olarak görülmektedir. Bu iĢleviyle özellikle modern dönemde sahneye çıkan entelektüel, bugünün postmodern dünyasında da bu ana prensibi bırakmamıĢ olmalıdır Ģeklinde tespitte bulunabiliriz. 1.4. Türk Entelejansiyası Toplumsal sınıflar, tarih boyunca var olmuĢ ve toplum içerisindeki sosyal, ekonomik ve siyasal olaylarda çeĢitli roller üstlenmiĢtir. Önce de vurguladığımız gibi, toplumun geri kalanından ayrılan bu sınıflar, bazen meslekleri bazen soyluluk vesilesiyle belli imtiyazlar edinebilmiĢlerdir. Bizim toplum yapımızda ise Batı toplumlarına nazaran, keskin çizgilerle sınırları çizilmiĢ bir sınıflaĢma söz konusu olmuĢ gözükmemektedir. Osmanlı‟da ve sonra Cumhuriyet dönemi boyunca bir sınıflaĢmanın olmadığını söylerken, bu fikrimizi destekleyen ve bu durumun nedenlerinden birine değinen Kemal H. Karpat‟ın görüĢlerine yer verebiliriz. Karpat‟a göre Osmanlı‟da toprağın mülkiyeti devlete ait olduğu için, toprak mülkiyetine dayanan bir aristokrat sınıf oluĢmamıĢtır. Ama Karpat, bir yandan da Doğu Anadolu‟da feodal bir toprak sisteminin kurulduğunu belirtip, bu 43 Etyen Mahçupyan, “Hangi Entelektüel?”, Doğu Batı, ed.TaĢkın TakıĢ, S. 35, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2006, s. 23 15 durumun, neden toplum içerisinde bir ayrıcalık olarak yerleĢmediğini Ģöyle ifade eder: … Toprakları ellerinde tutan zümreler hiçbir zaman bu durumlarını kanunen kabul ettiremediler veya teşkilatlanmış bir sınıf olarak iktidara geçemediler çünkü karşılarında 44 askeri kaygıları en başa alan her şeye kâdir bir devlet vardı… . Bu tespitten yola çıkarak denilebilir ki Osmanlı Devleti, kendi iktidarını, askeri zeminde oldukça kuvvetli bir biçimde tesis edebilmiĢ ve dolayısıyla toprak sahibi herhangi bir sınıfın yükselip, politik imtiyazlar elde etmesinin önünü kesebilmiĢtir. Bizim toplum yapımızda net bir sınıflaĢma olmaması ile birlikte belirli bir entelektüel veya aydın zümrenin hiç oluĢmadığını söylemek doğru olmayacaktır. Sabri F. Ülgener‟e göre bizde aydın‟ı tanımak için Tanzimat öncesi ve sonrasını göz önüne almamız gerekir. Onun tespitiyle Tanzimat Öncesi Aydınları‟nın içerisinde bazen bir Ayasofya Vaizi, bazen bir Rumeli Kazasker‟i, bazen bir Saray nüfuzlusu mevcut olmuĢtur. Ona göre diğer gruplar ise Bürokrat Aydın ve Günümüzün Sol Aydını‟dır. Ülgener, bu üç gruptan Tanzimat ve sonrasının aydınlarını Ģöyle niteler: Tanzimat ve sonrasının aydını, Saray ve Babıâli‟den ve kendi seviyelerindeki okuryazardan öteye yığınla diyalog kurabilmiş değildir… Bürokrat Aydın ise tabana, tepeden bakan ve küçümseyen tavrı ile 45 kütleye devamlı yabancı olarak kaldı . Ülgener, Tanzimat Sonrasının Aydını derken Cumhuriyet Devrini de dâhil eder ve bu dönemin aydınlarının, kitlelere kibirli bir tutumla yaklaĢtığını ve dolayısıyla sosyo-politik iĢlevler açısından etkisiz kaldıklarını vurgular. Ülgener‟in üçüncü grup aydın olarak nitelediği Günümüz Sol Aydını ise ona göre bürokratın bıraktığı boĢluğa bir baĢka kanattan baĢka bir aydın olarak gelip yerleĢir. Ülgener, bu tip aydınları Ģöyle tanımlar: Giyim kuşamı ile saç sakal modası ve çetrefil Türkçesi ile farklı bir tip! Tiyatro grupları, ses sanatçıları ileri gençlik kolları ile bölge bölge ve köy köy yığını saflarına katmanın mücadelesini vermiş ve fırsat buldukça da 46 vermekten geri durmamakta . Bu cümleden ilk bakıĢta anlaĢılan, Sol Aydın‟ın, sosyo- politik sorumluluk adına daha etkin ve istekli olduğudur; fakat Ülgener, ilerleyen cümlelerde, bu grubun, giyim, kuĢam, saç-sakal açısından, yığınlara yabancı kaldığını ifade eder. Dolayısıyla, Tanzimat Aydını ve Bürokrat Aydın gibi Sol Aydın da genel hatlarıyla toplumun alt tabakalarından kopuk bir izlenim yaratmıĢ olmaktadır. Bu açıklamalar ve tespitler ıĢığında bir noktayı vurgulamakta yarar var ki o da gerçek 44 Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, 2.b., AFA Yayıncılık, Ġstanbul, 1996, s. 83 45 Ülgener, a.g.e. ss. 100-101 46 a.e. s. 103 16 entelektüelin politik açıdan belli baĢlı sorumluluklarının ve iĢlevlerinin olduğudur. Bir çıkarım yapmak gerekirse, bizdeki entelektüellerin ya da aydınların eksik kalmıĢ bir yönü, bir entelektüele özgü sosyo-politik iĢlevlerin yerine getirilmemiĢ veya getirilememiĢ olmasıdır diyebiliriz. Diğer taraftan herhangi bir toplumun kültürel unsurlarından yabancılaĢmak, bir entelektüel için kitleleri etkilemek ve mücadelelere katabilmek adına olumsuzluk arz eden bir durum gibi gözükmektedir. Belki de Cumhuriyetten sonra da bizim aydınlarımız üzerinde kalan kronik bir sorun olarak, taĢradaki, kırsaldaki halkı yeterince dikkate almamayı, dolayısıyla onların duygularına, düĢüncelerine tercüman olamamayı ve sonuç olarak halktan kopuk bir hal almayı söyleyebiliriz. Türk Aydınları‟na dair değinilmesi gereken bir diğer husus, Batı‟da doğmuĢ olan entelektüeller ile ne ölçüde ve hangi yönlerden benzeĢmekte veya onlardan ne derece farklılaĢmakta olduklarıdır. ġerif Mardin‟e göre aydın kavramı bize Batı‟dan geçmiĢ olup, 47 Osmanlıdaki âlim veya bilgin kavramları ile aynı Ģeyleri ifade etmemektedir . Osmanlıda durumun böyle olmasındaki en önemli etken, din; yani Ġslamiyet olarak görülmektedir. Bu konuda Mardin‟den aktarmak gerekirse: …Her kültürde halk katları devrimci değil muhafazakârdır… Bu muhafazakâr boyut İslam topluluklarında daha da kesin bir işlev görür. İslam toplulukları toplum ve ahlâk değerleri konusunda “sonuna kadar eleştiri” ye açık değildir. İslami topluluklarda halk katlarındaki inançlar bu darlığı yansıtır. Oysa “kritik söylem kültürü” nün en derinde yatan öğesi, eleştirinin hiçbir yerinde durdurulamayacağıdır. Batı kültüründeki bu “açık”lık, İslam 48 topluluklarında derhal bir “çarpıklık” olarak algılanır… . Mardin‟in bu sözleriyle, Ġslam‟ın bizdeki sosyal-politik etkisini görebilmekteyiz. Batı‟da entelektüeli yaratan koĢullar, eleĢtirel söyleme olanak tanımaktayken, Osmanlı‟da ve daha genel olarak Doğu toplumlarında bu durum mümkün olamıyordu zira Osmanlı‟da böyle kiĢiler daha katı bir yapıyla karĢılaĢmaktaydı. Böyle bir ortamdan daha ileriye baktığımızda, yani modern Türkiye‟de aydınların durumuna eğildiğimizde de çok farklı bir tablo görünmemektedir diyebiliriz. Bunu söylerken, Cumhuriyetin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk‟ün ve onunla birlikte reformlara öncülük eden lider kadronun fikrî yapısını göz ardı etmemeliyiz. Söz konusu fikirler, Türk Aydını üzerinde çok derin izler bırakmıĢ olup, bugün bile etkileri görülebilmektedir. Ama yine vurgulanmalıdır ki modern Türkiye‟deki aydın tipinin kökeni, Osmanlı‟nın son döneminden ayrı düĢünülemez ve bu 47 ġerif Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset, 15.b., Bütün Eserleri 8, der. (Derleyen) Mümtazer Türköne, Tuncay Önder, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2010, s. 261 48 a.e. s. 277 17 etkinin bizzat Atatürk ve arkadaĢlarının da düĢünce yapısını Ģekillendirdiği söylenebilir. Halil Ġnalcık, bu konu üzerine Ģöyle yazar: … İkinci Abdülhamit dönemi, siyasette Batı fikirlerine karşı olmakla beraber, kültür ve eğitim alanında büyük atılımların gerçekleştiği bir dönemdir. Sivil Batıcı eğitimin genelleşmesi, mektebin, kitabın ve gazetenin etkisi altında aynı ilkeleri paylaşan bir kamuoyunun ortaya çıkması, Batılı zihniyette bir elitin oluşması, Mustafa Kemal kuşağını 49 ve onun düşüncelerini anlamak bakımından birinci derecede önemlidir… . Ġnalcık bunu belirttikten sonra, söz konusu dönemi, Cumhuriyet devri ideolojisini hazırlayan gerçek bir Türk Aydınlanma Çağı‟nı, bir kültür rönesansını, bir devrim intelligentsia‟sını yaratmasıyla vurgular. Bu özelliğiyle Türk Entelejansiyası, kavramın 50 anlattığıyla düĢünülünce , ideolojik olma ve toplumsal reformlara öncülük etme vasıflarına genel olarak sahip olmuĢtur diyebiliriz. Türk Entelektüelinin özellikle Cumhuriyetten sonra kırsala uzak ve yabancı kalması, geleneksel yaĢama karĢı soğuk durması ve Batıya öykünmesi, genel olarak bu etkenler çerçevesinde değerlendirilmelidir. Bilhassa geleneksel bir toplumu, modern toplum yapısına dönüĢtürme giriĢimlerinin getirdiği bin türlü zorluk da bu hal üzerinde ister istemez belirleyici olmuĢtur. Sabri Ülgener, çok ilginç bir örnekle, bu durumun mizahi yanına dikkat çeker: İki ayrı dünyanın insanları olarak aydın ve sade vatandaş, bitip tükenmeyen sürtüşmeleri ile temaşa sanatımızın geleneksel koluna (hayal oyununa) konu olmuştur. Bir tarafta sokağın basit ve cahil adamını yakalar yakalamaz bir yığın ağdalı ve perdahlı sözler üstüne çullanıp ayaküstü hesabını görü vermenin tadını çıkarmaya bakan ukalâ ve bilgiç aydın: Hacivad! Öbür tarafta, berikini ağdalı sözleri ile kafası adamakıllı karışmış saf ve cahil, ama-şakası yok- bir an gelip tepesi atmaya görsün karşısındakine ağız tadıyla bir güzel 51 dersini veren halk adamı: Karagöz! … . Ülgener‟in bu örneği aslında konunun özetini sunmaktadır. Aydın ile sıradan halk arasındaki bu karĢıtlık ve çekiĢme, geleneksel bir eğlencemiz olan Karagöz ile Hacivat‟da layıkıyla gösterilmektedir. Buradan hareketle belirtilmeli ki Cevat Fehmi BaĢkut‟un eserlerinin birçoğunda bu tarz karĢıtlıkların benzerlerinin yansıtıldığını, ilgili bölümde göreceğiz. Cevat Fehmi BaĢkut‟un kendisi ise gerek gazetedeki yazılarına bakıldığında gerekse kaleme aldığı oyunlarda görülebileceği üzere söz konusu entelektüel tipine uzak bir profil çizmektedir. Öte yandan Cumhuriyetin inkılâplarının, toplumsal hayatta iĢlevsel 49 Halil Ġnalcık, “Atatürk ve Atatürkçülük”, Doğu Batı, ed. TaĢkın TakıĢ, S.29, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2004, s. 98 50 “Entelejansiya” baĢlıklı kısımda verilen açıklama kast edilmiĢtir. 51 Ülgener, a.g.e. s. 95 18 kılınabilmesine dair bazı yazılarında ve eserlerinde farklı tonlarda vurgulamalara rastlanabilmektedir. Bu anlamda da BaĢkut, Türk Entelejansiyası diye tabir edebileceğimiz kesim içinde, özellikle ekonomide sosyal adaleti gözetmekle, toplumsal hayattaki siyasi ve kültürel sorunsalları analiz etmek ve eleĢtirmekle kendi çizgisini oluĢturmaktadır diyebiliriz. 2. SOSYALĠZM VE SOSYAL DEMOKRASĠ Sosyal demokrasiyi anlamak, sosyalizmi anlamakla ve deyim yerindeyse sosyal demokrasinin, sosyalizmden ayrılan yönlerini belirtmekle mümkün olacaktır. Sosyal demokrasinin ekonomi ve politika üzerine yorumları ve ilkeleri, sosyalizmden daha hafif tonlarla tarih sahnesinde var olmuĢtur. Aslında birçok sosyaliste göre sosyal demokrasi, burjuva ideolojisi karĢısında tavizler vermeyi göze alarak yol almayı baĢarmıĢtır. Daha net söylemek gerekirse sosyalistlerin gözünde sosyal demokrasi, kendisini serbest piyasa‟ya uydurmakla suçlanmıĢtır. Bizim yapmamız gereken ise ilk önce sosyalizmin teorik perspektifine bir göz atmak ve ardından sosyal demokrasiyi tarif etmektir. 2.1. Sosyalizm Sosyalizmin doğuĢu, elbette sanayi devriminden ve dolayısıyla sanayileĢmeden ayrı düĢünülemez zira sosyalizm, sanayileĢme ile birlikte olağanüstü koĢullarda çalıĢtırılan ve akabinde çok zor hayat Ģartları altında yaĢamak zorunda kalan iĢçi kitlelerinin ideolojisidir. Bu bağlamda sosyalizmin fikir olarak filizlendiği coğrafya, sanayi devriminin gerçekleĢtiği ve kıta Avrupasından önce sanayileĢmeye baĢlayan Ġngiltere‟dir. Sosyalizmin ana teorisine girmeden önce, sosyalist teoriye öncülük eden veya ona katkıda bulunan birkaç düĢünürden bahsetmek gerekmektedir. Bu kısa giriĢe sadık kalarak devam edersek, Ġngiliz sanayici ve sosyalist teorinin önemli bir öncüsü sayılabilecek olan Robert Owen‟dan bahsetmek yerinde olacaktır. Owen, endüstri devriminin sonucu olarak bir azınlık zengin olurken, halkın çoğunluğunun 52 yoksulluğa düşmesini doğal saymamıştır . Owen‟ın en önemli özelliği kendisinin de sanayici olmasıdır. Bu sebeple onun bu adaletsizliğe karĢı çıkması, adeta bir özeleĢtiri mahiyeti taĢır. Adnan Güriz, onun fikirlerinin içinde, baĢlangıçta sosyalist unsurların bulunmadığını belirtir. Onda özellikle ortaya çıkan, rekabetçi bir düzen değil elbirliği ile 52 Adnan Güriz, Sosyal Demokrasi Ġdeolojisi, 2.b., Phoenix Yayınevi, Ankara, 2011, s. 37 19 53 çalışma kavramları olup bu anlamda kooperatifçiliğin de önemli bir temsilcisidir . Diğer bir düĢünür de Fransız sosyalizminin öncüsü olan Saint Simon‟dur. Engels, Saint Simon için Ģöyle yazar: …Sain Simon, kendisi henüz otuz yaşındayken patlak veren büyük Fransız Devriminin çocuğudur. Devrim, üçüncü kesimin, yani ulusun üretimde ve ticarette etkin olan kitlesinin, o zamana dek imtiyaz sahibi olan aylak iki kesimine, soylulara ve ruhban sınıfına karşı zaferiydi… Üçüncü kesim ile ayrıcalıklı kesimler arasındaki karşıtlık, Saint Simon‟un 54 kafasında işçiler ile aylaklar arasındaki karşıtlık biçimini aldı… . Engels‟in bakıĢıyla Saint Simon, sınıf kavgasının taraflarını da sebebini de farklı ve yanlıĢ almıĢtır. Engels, Saint Simon‟a göre iĢçilerin içinde, fabrikatörlerin, bankerlerin ve tüccarların da bulunduğunu söyler ve onun, sosyalist teorinin temel öğretisiyle çeliĢtiği 55 yönünü belirtmiĢ olur . Yukarıda kısaca değindiğimiz düĢünürlere ek olarak, Charles Fourier ve Ferdinand Lassalle‟i de sayılabilir ama biz burada konunun dağılmamasını sağlamak ve sosyalizmin temel öğretilerinden bahsetmek niyetiyle, sözü uzatmaktan kaçınıyoruz. Sosyalizmi, çalıĢmamızda gerekli olabilecek kısmıyla anlatıp, bir ideoloji olarak ana hatlarıyla vermek, tezin bağlamı açısından daha uygun görülmektedir. Sosyalizmi belirli kalıplara sokup, tek cümlede tanımlamaktan ziyade, onun bazı konulara, olay ve durumlara bakıĢ açısını açıklamak daha yerinde olacaktır. Bununla birlikte, J.P. Chevenement‟ın sözleriyle sosyalizm, toplumu anlamaya, onu değiştirmeye 56 olanak veren bir kuramdır, tarihsel oluşumların yapıları ve gelişmelerinin kuramıdır . Bu kuram, toplumsal sınıflar ve bu sınıflar arasında zuhur etmiĢ veya eden mücadeleler temelinde yükselmiĢtir demek, sanırız isabetli bir anlatım olacaktır. Özellikle sosyalizmin temsil ettiği toplum kesiminin işçi sınıfı olduğunu ve bu sınıfın, burjuvaziye karĢı yürüttüğü mücadelenin ideolojik temelini oluĢturduğunu bilmemiz, yukarıda söylediğimizi destekleyecektir. Bu bağlamda devam ederek, Friedrich Engels‟in sosyalizme yönelik sözlerine değinebiliriz. O‟na göre Fransız Devriminin sonrasında ortaya çıkan ekonomik ve politik düzen, mülk sahipleriyle mülksüzler, kapitalistlerle ücretli işçiler arasında egemen olan bir sınıf çatıĢmasını barındırmaktaydı ve sosyalizm de bu çatıĢmanın bir 53 Güriz, a.g.e. s. 38 54 Friedrich Engels, Ütopyadan Bilime Sosyalizm, 2.b., çev. Yılmaz Onay, Evrensel Basım Yayın, Ġstanbul, 2006, s. 45 55 a.e. s. 46 56 D. Motchane- .J.P. Chevenement, Sosyalizm Ġçin Anahtar, 1.b., çev. Hayrettin Cangız, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1975, s. 53 20 57 ürünüydü . Görüldüğü üzere Engels‟e göre bu çatıĢmayı yaratan, bireylerin ekonomik koĢullarıdır. Sosyalizmin temel öğretilerinden biri olan altyapı kavramı tam da bu durumu anlatmak üzere ortaya çıkmıĢtır ve yine sosyalist ideoloji bağlamında söz konusu ekonomik altyapı, politik üstyapı‟yı belirleyen birinci faktördür. Engels, bu iki kavramın, tarihin bütün dönemlerinde oynadığı rolü, Ģu sözlerle ifade eder: …Toplumun birbiriyle mücadele eden sınıfları her seferinde o dönemin üretim ve dolaşım ilişkilerinin, tek kelimeyle ekonomik ilişkilerin ürünüdür; demek ki her dönemde toplumun ekonomik yapısı gerçek temeli oluşturur. Gerek hukuksal ve politik kurumların gerekse dinsel, felsefi ve diğer anlayış tarzlarının, her tarihsel zaman kesitinde oluşturduğu üstyapı, o dönemdeki 58 altyapıdan hareketle açıklanabilir… . Net bir Ģekilde anlaĢılıyor ki sosyalizm, Engels‟in bahsettiği Ģekliyle toplum içindeki ekonomik iliĢkileri, diğer sosyal ve politik durumları belirleyen temel etken olarak kabul etmektedir. Eric A. Nordlinger‟in sözleriyle Marx‟a göre üretim ilşikileri öncelikle mülkiyet ilişkileri, insanların ve mülkün kontrolü ile 59 ilgilidir . BaĢka bir deyiĢle ve modern zamanları da kapsayacak biçimiyle üretim ilişkileri, en önemli toplumsal belirleyicidir. Bu temelde, marksizmin temel iddiasını Alan R. Ball‟ın, Ģu sözleriyle verebiliriz: Politik iktidar, ekonomik gücün kendisinde yoğunlaştığı 60 bir azınlığın elinde bulunmaktadır . Sosyalizmin iddiaları, bütün bir dünya tarihini kapsamaktadır fakat onun ilkelerinin ortaya çıkmasını sağlayan sosyo-ekonomik yapı, modern zamanların karakterinde mevcuttur. Bu doğrultuda Martin Thom‟un, modern zamanların mülkiyet ve ticareti dikkate alan kişisel özgürlük fikri, barışçı bencil insanların, kendi kaderlerini halkın 61 akıbetinden ayırması manasına gelmektedir tespiti yerindedir denilebilir. Bu suretle, Fransız Devrimiyle aristokratik ve dogmatik bağlarından kurtulan insanlar, kentlere yönelerek üretim güçleri sahiplerinin yani burjuvazinin sömürüsü altına girdiler. Marx bu durum üzerine Ģöyle der: … Eski zamanlarda, ortaçağlarda ve modern sömürgelerde, yer yer büyük ölçüde uygulanan elbirliği, boyunduruk ve kulluk ilişkilerine ve esas olarak köleliğe dayanır. Kapitalist biçim ise, tersine, başından sonuna kadar, emek-gücünü 57 Engels, a.g.e. s. 39 58 a.e. s. 61 59 Eric A. Nordlinger, “Political Sociology: Marx and Weber”, Politics and Society, ed. Eric A. Nordlinger, Prentice Hall, Inc., Englewood Cliffs, N.J., United States of America, 1970, s. 9 60 Alan R. Ball, Modern Politics&Government, 5.b., MacMillan Press Ltd, London, 1993, s. 34 61 Martin Thom, Republics, Nations and Tribes, 1.b., Published by Verso, London, 1995, s. 91 21 62 sermayeye satan özgür ücretli işçinin varlığını öngörür… . Dolayısıyla o‟na göre modern 63 toplumun sorunları, kapitalist üretimden ve sınıf mücadelesinden kaynaklanmaktadır . Marx‟ın sözlerinden kolayca anlaĢılacağı üzere, emek gücü sahiplerinin özgürlüğü, kapitalizm için bir ön Ģarttır. Zaten Fransız Devriminin Burjuvazi Devrimi Ģeklinde adlandırılmasının sebebi de burada yatmaktadır. Eskinin köylüsü, kölesi olan insanlar, Ģimdinin İşçi Sınıfı‟nı meydana getirecekti ve tam anlamıyla emeklerini, burjuvaziye satmaları ile var olacaklardı. Sosyalizmin lügatinde bu durum emek sömürü düzeni olarak adlandırılmaktadır. Marx ve Engels‟in cümleleriyle anlatmak gerekirse burjuvazi, kırı, kentin egemenliği altına soktu. Çok büyük kentler yarattı, kentsel nüfusu, kırsal nüfusa göre büyük oranda artırdı ve böylece nüfusun önemli bir bölümünü kır yaşamının 64 ahmaklığından kopardı… Köylü halkları, burjuva halklara, Doğuyu Batıya bağımlı kıldı . Burada ortaya çıkan tablo gayet trajikomiktir: Zihni anlamda uyandırılan köylüler, birer sanayi yuvası olan Ģehirlerin sömürülen sınıfı olarak karĢımıza çıkmaktadır. Sosyalizm bağlamında söylersek sömürülme sabit kalırken, sömüren sınıf değiĢmiĢtir. Peki burjuvazinin sömürüsü altına giren bu yeni sınıf, bu sömürüden nasıl kurtulabilecektir ve kendisinin sömürülmesine engel olan, herkesin politik ve sosyal açıdan eĢit hak ve standartlara sahip olacağı bir düzene nasıl geçilecektir? ĠĢte bu soru, sosyalizmin politik sorusudur. Bu soru bağlamında sosyalizmin politik ilkelerine ve yorumlarına bakabiliriz. Sosyalizm perspektifinde devlet tanımlaması önemlidir. Sosyalizm bağlamında devlet, belli bir zümrenin, asıl anlamda modern zamanlarda burjuvazinin çıkarları doğrultusunda iĢleyen organizasyondur. Marx, kapitalistlerin, devletle olan iliĢkisini Ģu sözlerle anlatır: …Burjuvazi, ücretleri düzenlemek, yani bunu artıdeğer yapımına uygun sınırlar içinde tutmak, işgününü uzatmak ve emekçinin kendisini normal bir bağımlılık 65 durumuna sokmak için, devletin gücünü her zaman kullanır… . Marx özellikle Ġngiltere‟nin sanayileĢme tarihinden önemli örnekler vererek, siyasi otorite ile kapitalizmin, iĢçiler aleyhine iĢbirliğine dikkat çeker. Örneklerden birinde, emekçilerin birleĢip, haklarını aramalarını, 14. yüzyıldan baĢlayıp, 1825‟te, sendikalara karĢı çıkarılmıĢ 62 Karl Marx, Kapital, C. I, 10. b., çev. Alaattin Bilgi, Sol Yayınları, Ankara, 2011, s. 325. 63 Lyman Tower Sargent, Contemporary Political Ideologies, 4.b., Dorsey Press, United States of America, 1978, s. 80 64 Karl Marx, Friedrich Engels, Komünist Parti Manifestosu, 5.b., çev. Erkin Özalp, Yazılama Yayınevi, Ġstanbul, 2007, s. 15 65 a.e. s. 701 22 66 olan yasaların kaldırılmasına kadar yasaklanmıĢ olduğunu anlatır . Engels de bu konuda Ģöyle yazar: …Modern Devlet, biçimi ne olursa olsun, özünde kapitalist bir mekanizmadır, kapitalistlerin devletidir, ideal bir toplu kapitalisttir. Ne kadar çok üretici gücü kendi mülkiyetine alırsa bir o kadar daha gerçekten toplu kapitalist olur, bir o kadar daha çok 67 yurttaşı sömürür… . AnlaĢıldığı gibi Marx, siyasi otoritenin, tarihsel olarak kapitalizmle el ele yürüdüğünü vurgulamaktadır. Engels de aynı perspektiften bakarak, devletin, burjuvazinin yaptığını yapmakta olan bir yapı arz ettiğini ve devletin, üretici gücün mülkiyetini almasının, tam anlamıyla bir çözüm arz etmediğini söyler. Engels‟e göre üretici güçleri devletin devralması bir çözüm değildir ama çözüm aracını içinde barındırır. Bu doğrultuda devam ederek, sosyalist tabirle söylenirse burjuva devlet iktidarı altında bulunan kapitalist toplum, bu Ģekilde nasıl bir yapıya bürünecektir? Sosyalist teoriye göre kapitalizm kendi isyancısını, bizzat yaratmıĢtır ve sonu da onun elinden olacaktır. Elbette yukarıda da bahsedildiği gibi bu isyancı(lar) proletaryadır. Marx, proletarya elinden sonlanacak olan bu sistemin, nasıl bir yol izleyeceği üzerine Ģöyle yazar: …Doğrudan üreticilerin mülksüzleştirilmeleri, acımasız bir vahşetle ve en bayağı, en rezil, en küçültücü, en çirkin tutkuların dürtüsü altında gerçekleştirilmiştir. Yalıtılmış, bağımsız emekçi bireyin, deyim yerindeyse, kendi emek koşullarıyla kaynaşmasının sonucu olan özel mülkiyetin yerini, öbürlerinin itibari olarak özgür emeğinin, yani ücretli emeğin 68 sömürülmesine dayanan kapitalist özel mülkiyet alır… . ĠĢte bu Ģekilde yoluna devam eden kapitalist sistem, iĢçileri yani emek gücü sahiplerini mülksüzleĢtirdiği gibi, üretim araçları da sermayeye dönüĢtürür. Bu sermaye, giderek tek elde toplanacak ve merkezîleĢecektir. Marx, geri kalan kısmı Ģöyle anlatır: … Dönüşüm sürecinin bütün avantajlarını sömüren ve tekellerine alan büyük sermaye sahiplerinin sayılarındaki sürekli azalmayla birlikte, sefalet, baskı, kölelik, soysuzlaşma, sömürü de alabildiğine artar; ama gene bununla birlikte, sayıları sürekli artan, kapitalist üretim sürecinin kendi mekanizması ile eğitilen, birleştirilen ve örgütlenen işçi sınıfının başkaldırmaları da genişler, yaygınlaşır. Sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendi egemenliği altında fışkırıp boy atan üretin tarzının ayak bağı olur. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla bağdaşamadıkları bir noktaya ulaşır. Böylece kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin 69 çanı çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler… . Bu pasaj, Marx‟ın kurgusuyla, sosyalizm literatüründe kapitalizmin kaçınılmaz sonu olarak bilinir ve bu aĢamadan sonra siyasi iktidarın, mevcut düzenden galip çıkmıĢ ve 66 Marx, a.g.e. s. 702 67 Engels, a.g.e. s. 77 68 a.e. s. 726 69 a.e. s. 727 23 en kalabalık, en güçlü sınıf olan proletaryaya geçmesi beklenir. Proletaryanın iktidarı ile sosyalist düzen sağlanmıĢ olur. Shumpeter‟in deyiĢiyle kapitalizm savunmasız kalmış, 70 kendi savunmasını kendisi yıkmış olmaktadır . Bu sistematik geçiĢ, bilimsel sosyalizm olarak Marx ve Engels tarafından teorileĢtirilmiĢtir ve marksizmin özgün bir yönü de budur. Denilebilir ki marksist tarih felsefesi ilk ve önde gelen bir objektif akılcılıktır; bu 71 her zaman, marksist tarih teorisinin, geçmişe başvurmasında görülebilir . Thomas Meyer bu durum için Ģöyle yazar: Marksizm, o ana kadarki tüm sosyalist öngörülerin aksine bilimsel sosyalizm olma iddiası ile ortaya çıktı. Var olan sosyalizm anlayışına getirdiği değişiklik ve ekler kesinlikle hedef öngörüler alanında yer almadı. Daha çok sosyalizmin 72 insanların isteğinden öte bağımsız tarihsel gereklilik olduğu teminatına dayanıyordu . Meyer‟in belirttiği üzere marksizm, sosyalizmi tarihsel olarak gerçekleĢmesi kaçınılmaz bir sistem niteliğine büründürmekteydi. ĠĢte bu noktada sosyalizme getirilen önemli eleĢtirilerden birine, bu tarihsel gerekliliğin gerçekleşmesine dair emarelere rastlanmıyor olduğuna sözü getirmeliyiz. Bu bağlamda Ģu da söylenmeli ki tarihsel olarak zorunlu görülen marksist iddianın gerçekleĢmemesi, yukarıda genel olarak belirtilen sosyal ve ekonomik değiĢimlerin de gerçekleĢmemiĢ olduğunu zorunlu olarak anlatır. Öte yandan 20. yüzyılın baĢında kurulan Sovyet Sosyalizmi‟nin de ilerleyen zamanda bir dikta rejimine dönüĢmesi, Rusya‟da sosyalist hedeflere ulaĢılamadığı gibi sosyalist ilkelerin dıĢına çıkılması, Avrupa‟da marksist-sosyalist teoriler üzerine yeniden düĢünülmesinde etkili olmuĢtur. Bu açıklama çerçevesinde sosyalizm üzerine getirilen eleĢtirilere ve bu eleĢtiriler ıĢığında kimilerine göre onun varisi ama kimilerine göreyse haini olan sosyal demokrasiyi açıklamaya, ana hatlarını çizmeye geçebiliriz. 70 Joseph A. Shumpeter,Capitalism, Socialism and Democracy, 3.b., Harper&Row Publishers, New York, 1962, s. 143 71 Cornelius Castoriadis, The Imaginary Institution of Society, 1.b, Polity Press, Cambridge, 1997, s. 41 72 Thomas Meyer, Demokratik Sosyalizm- Sosyal Demokrasi, 1.b., çev. Yonca Özkaya, Yorum Matbaası, Ankara, 1991, s. 34 24 2.2. Sosyal Demokrasi Tarih sahnesinde yer almıĢ olan ve bugün de belli baĢlı değiĢimlerle varlığını sürdüren birçok ideoloji, inanç, öğretiden bahsedilebilir. Birçok dinsel inanıĢ, sosyal, ekonomik veya politik etkenlerle revizyona tabi tutulmuĢ, ideolojilerin çoğu bugün için küresel versiyonlarını oluĢturmak zorunda kalmıĢlardır. Elbette bununla beraber, hiçbir değiĢikliğe uğramamıĢ ya da çok küçük çaplı bazı yorumlamalar geçirmiĢ teoriler, öğretiler de var olmuĢtur. Sosyal demokrasiye gelince, o da sosyalizmin revizyonu; yani eleĢtirisiyle, yeniden gözden geçirilmesiyle doğmuĢtur demek yerinde olacaktır. ġu sözler, sosyal demokrasi için anlamlıdır: …Sosyal demokrasi, yüzyılı aşkın süredir, teorideki tartışmalar, pratikteki politikalar ve parti manifestolarında yer alan gelişmeler tarafından 73 şekillendirilen bir fikir geleneğidir… . Tarihsel olarak sosyalizme en kapsamlı eleĢtiriyi getiren, revizyonizmin teorisyeni Eduard Bernstein‟dır. Bernstein‟ın sualleri ya da eleştirileri, klasik Marksizm‟den yola çıkarak günümüzdeki anlamıyla sosyal demokrat çizgiye ulaşan Alman Sosyal Demokrat 74 Partisi‟nin evrimiyle içi içe gelmiştir . Revizyonizm olarak da adlandırılan bu yeni sosyalist hareket, sosyalizmin o zamana dek zuhur eden teori ve pratik çeliĢkisinin giderilmesi adına giriĢilen bir nitelikte var olmuĢtur diyebiliriz. Meyer bu tarihsel hareketi Ģöyle anlatır: 20. Yüzyıla geçerken sosyalizmin teori ve pratiği arasındaki uçurum artarken sosyalist işçi hareketi içinde revizyonizm ortaya çıktı. Revizyonizm, teori ve pratik arasındaki çelişkiyi teorik temelleri açıklığa kavuşturarak ve toplumda var olan gelişmelere gerçekçi bir 75 şekilde yaklaşarak çözmek istiyordu . Bu pasajda Meyer‟in söz ettiği çeliĢkilerin giderilmesi ve sosyalist teorinin, sosyal hayatın pratiğine de yansıyacak Ģekilde yeniden gözden geçirilmesi, bazı sosyalistlerden olumsuz eleĢtiriler almıĢtır. Bununla beraber 19. Yüzyılın sonuna doğru sosyalistler, devrimin ve şiddetin yerine, demokratik yöntemleri geçirebileceklerini fark etmeye 76 başlamışlardır diyebiliriz. 73 Ingvar Carlsson, Anne- Marie Lindgren, “What is Social Democracy?”, http://www.socialdemokraterna.se/upload/Internationellt/Other%20Languages/WhatisSocialDemocracy.pdf, (Gözlem Tarihi: 12.02.2012), s. 3 74 Ġsmail Cem, Sosyal Demokrasi ya da Demokratik Sosyalizm Nedir Ne Değildir, 1.b., Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları, Ġstanbul, 2010, s. 33 75 Meyer, a.g.e. s. 41 76 Roy C. Macridis, Contemporary Political Ġdeologies, 4.b., Scott, Foresman and Company, United States of America, 1989, s. 58 25 Adam Przeworski, sosyalizmden farklı olarak sosyal demokrasinin, siyasi katılımı, sınıf üstü uzlaĢmaları ve reformlar için çabalamayı seçmekte olduğunu söyler. Hemen 77 akabinde bunların hepsinin birbiriyle iliĢkili olduğu belirtir . Sosyal demokrasiyi doğuran revizyonizmi, sosyalizmden bir sapma olarak gören Chevenement ise Ģöyle yazar: … Bu, işçi hareketinin en fazla eğim gösteren, sonunda sınıfsal işbirliğine gömülüp tarihini de 78 yitirmiş olan çizgisidir… . Ona göre sosyal demokrasi, burjuvaziyle bir ittifak içine girmeye razı olarak tarih sahnesinde yerini almıĢtır. ĠĢte bu tarz düĢünce nezdinde sosyal demokrasi, sosyalizme bir ihanettir. Buradan hareket ederek sosyalist hareketin 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın baĢında yaĢadığı yol ayrımı, bir tarafta revizyonizmi ortaya çıkarmıĢken, diğer taraftan komünist duruĢu yaratmıĢtır. Bu bölünmeyi Chevenement Ģöyle açıklar: Bolşevik modeli kitle örgütleri, işçi hareketinin sosyal demokrasi sapmasına bir yanıt olarak ortaya çıkmışlardır. Devrimin Rusya‟da başarıya ulaşıp da öteki Avrupa ülkelerinde başarısızlığa uğramasından sonra, Sovyetler Birliği Komünist Partisi çoğu işçi militanlarının gözünde ideolojik etki kutbu ve örgütlenme modeli olarak Alman sosyal demokrasisinin yerini almıştı. İdeolojik ve stratejik bölünmeler, işçi hareketi içindeki yönelimleri, emperyalist savaş ve 1917 Devrimi sorunları konusunda uzlaşmaz tutumlar 79 tutmaya sürüklemişti. Bu durumun doğal sonucu ise savaştan sonra işçi hareketinin 80 komünistler ve sosyal demokratlar olarak kesin ayrılmasından başka bir şey olamazdı . 1917 Ekim devriminin lideri Lenin, marksizme getirdiği yeni bir yorumla, yukarıda sözü edilen ayrılmanın arka plânını oluĢturmuĢtur. Lenin, devrimin tam anlamıyla sanayileĢme aĢamasını gerçekleĢtirmiĢ ülkelerde, yani kapitalist sistemin tamamen yerleĢtiği ülkelerde gerçekleĢeceği yönündeki marksist tezi, sanayileşme tamamlanmadan da sosyalist devrimin gerçekleşebileceği Ģeklinde değiĢtirmiĢtir. Meyer, Lenin‟in dayanak noktasını Ģöyle açıklar: Lenin, bilimsel sosyalizm‟i emperyalizm teorisi ile güncelleştirdi: Kapitalist dünya ekonomisi birbirine bağlı ancak çelişki dolu bir bütün oluşturur. Görece daha az gelişmiş kıyı bölgelerinden başlanarak ortadan kaldırılabilir… Lenin devrimin Marx‟ın beklediği gibi gelişmiş sanayi ülkelerinde değil Rusya‟da başlamasını bu 81 düşünceye dayandırdı… . 77 Adam Przworski, “Social Democracy as a Historical Phenomenon”, http://www.cui- zy.cn/Recommended/mathodology/AdamSocialDemocracy.pdf , (Gözlem Tarihi: 16.08.2011), s. 28 78 Chevenement -Motchane, a.g.e. s. 118 79 Burada anlam açısından daha doğru gibi gözüken, “uzlaĢmaz tutumlar almaya” cümlesidir; fakat alıntı yapılan kaynaktaki cümleye sadık kalınmıĢtır. 80 a.e. s. 109 81 Meyer, a.g.e. s. 56 26 Genel olarak sosyalist kanattaki bu ayrılmanın özeti, kapitalizmle uzlaĢmayı reddedenler ve sosyalist hedefler doğrultusunda hiçbir Ģekilde taviz vermeyenler ile burjuvaziyle uzlaĢma yolunda demokratik taleplere kulak verenler ve demokrasiyi önemseyenler, sosyalizmin nihaî hedefinden vazgeçilebileceğini düĢünenler arasındaki çatıĢmadır denilebilir. Sheri Berman, geç 19. yüzyıl ile erken 20. Yüzyıl boyunca çoğu sosyalistin, kendisini, demokrasiyi benimsemeyen diğer sosyalistlerden ayırt etmek için 82 “sosyal demokrat” kimliğini kabul ettiğini söylemektedir. Demokrasinin kabul edilmesi, gerçekten de sosyalistler ile sosyal demokratlar arasında önemli bir farkı teĢkil etmektedir. Bu bağlamda revizyonizm, uzlaĢmacı siyaset, demokrasi vurgusu ve nihaî hedefe bir “nihayet” verebilme söylemleriyle karĢımıza çıkmaktadır. Giddens da bu düĢünceyle paralel olarak, revizyonist sosyalistlerin, devrimci olmayan felsefeyi, bir otoriteryen yönetim sistemi içinde sosyalizmin potansiyel bozulmasın karşı zorunlu bir savunma gibi 83 görmüş olduğunu söyler. ġimdi tekrar Bernstein‟a yani revizyonizmin önderine dönüp, marksist-sosyalist teorinin açmazlarına nasıl yorumlar getirdiğine ve onları hangi yönleriyle yeniden yorumladığına değinebiliriz. Daha önce de vurgulandığı üzere sosyalizme geçiĢi sağlayacak olan etkenler -ki zorunlu addediliyordu- ekonomik sorunlar olup, akabinde doğması beklenen sosyal sorunlar olacaktı. Sermayenin giderek merkezîleĢmesi, küçük iĢletmelerin yok olması ve buna bağlı olarak orta sınıfın da proleterleĢmesi ve nihayet proletaryanın zaferi. Bernstein, ekonomik olarak sermayenin, giderek tekelleĢmediğine değinerek yola çıkar ve özellikle anonim Ģirketlerin, tekelleĢmeye karĢı oynadığı role vurgu yapar: … Böyle bir durum kesinlikle söz konusu değil. Anonim şirket biçimi, şirketlerin merkezîleşmesinin servetleri de merkezîleştirmesi eğilimine önemli oranda karşı koyuyor ve merkezîleşmiş sermayenin bölünmesine geniş ölçüde olanak sağlarken, büyük sermaye sahiplerinin endüstriyel şirketlerin merkezîleşmesini sağlamak üzere diğer 84 sermaye birimlerine el koymasını gereksiz kılıyor… . Bernstein bu tespiti yaparken elbette bunu belli kanıtlara dayandırarak, bu duruma bazı örnekler vermektedir: 82 Sheri Berman, “Understanding Social Democracy”, http://www8.georgetown.edu/centers/cdacs/bermanpaper.pdf, (Gözlem Tarihi: 12.02.2012), s. 3 83 Anthony Giddens, Beyond Left and Right, 1.b., Polity Press, United Kingdom, 1994, s. 60 84 Eduard Bernstein, Sosyalizmin Ön KoĢulları Ve Sosyal Demokrasinin Görevleri, 1.b., çev. Levent Bakaç, Yazılama Yayınevi, Ġstanbul, 2011, s. 78 27 … Büyük Manchester Gemi Kanalının hissedarlarının sayısı yaklaşık 40.000‟e, büyük komisyon işleri yapan T. Lipton‟un hissedarlarının sayısı 74.262‟ye ulaşıyor. Son zamanlarda sermaye yoğunlaşmasına örnek gösterilen Londra‟nın Spiers & Bond isimli büyük mağazasının toplam 26 Milyon Mark sermayesi 4650 sermayedara bölünmüş durumda ve bunların yalnızca 550‟sinin hissesi 10.000 Mark‟ın üstünde… Bunlar 85 merkezîleştirilmiş şirketler kapsamındaki servetin bölünmesine ilişkin bazı örnekler… . Bu tabloya göre anlaĢılabilen Ģu ki sermaye tek elde toplansa da bunun önüne geçen ve kapitalistin iĢine de yarayan hisse satıĢları, toplumun geri kalanının giderek yoksullaĢmasının önüne geçebiliyor. Ayrıca Almanya‟daki küçük işletmelerin sayısının 86 azalmaması, tam tersine bir milyon civarında olması da sosyalist teorinin beklentisiyle uyuĢmuyordu. Dolayısıyla herkesin, birer iĢçi olmadan da kapitalist sistemde var olabildiği söylenebilir. Ayrıca Bernstein yine bazı istatistikî verileri iĢaret ederek, toplumdaki gelir sahiplerinin sayısındaki artıĢa dikkat çeker: …Almanya‟nın endüstriyel bölgesi Saksonya‟da… 1879 ile 1890 yılları arasında 1600 ile 3300 Mark arası gelir sahiplerinin sayısı 62.140‟tan 91.124‟e, 3300 ile 9600 Mark arası gelir sahiplerinin sayısı ise 87 24.414‟ten 38.841‟e çıkmış… . Bu verileri aktardıktan sonra Bernstein, toplumdaki mülk sahiplerinin sayısına da değinerek, sosyalist teorinin mülksüzlerin sayısının artması Ģeklindeki beklentisine de itiraz ediyor: … Elbette daha yüksek bir gelire sahip olan herkes “mülk sahibi” değil, fakat bunun ne ölçüde söz konusu olduğu, 1895/96 vergi yılında Prusya‟da vergiye tabi 6000 Mark üzerinde net mülk sahibi 1.152.332 vergi mükellefinin ilave vergi ödemek durumunda kalmasından görülebiliyor. Bunların yarısından fazlası, yani 598.063‟ü 20.000 Mark‟ın üzerinde, 385.000‟i ise 32.000 Mark‟ın üzerinde net mülk vergilendirdi… Günümüzdeki gelişmenin, mülk sahiplerinin göreceli hatta mutlak olarak azaldığı şeklinde seyrettiği varsayımı kesinlikle yanlıştır. Doğru olan tanımlama az veya çok değil, basbayağı çok, yani 88 mülk sahiplerinin sayısı hem göreceli hem de mutlak olarak artmakta… . Kısaca söylemek gerekirse bu veriler ve bunların ıĢığında yapılan çıkarımlar sosyalist teorinin kapitalist ekonomik sistemden doğmasını beklediği aksaklıkların oluĢmadığını göstermektedir. En azından teoride, kapitalist ekonominin ilk alternatifi sosyalizm olarak düĢünülmektedir; fakat sosyalizmin, ekonomik ve sosyal zenginleĢmeye 89 yönelik insan merkezli yaklaĢımı, teoride kalmaktan kurtulamamıĢtır . 85 Bernstein, a.g.e. s. 79 86 J.S. McClelland, a History of Western Political Thought, 1.b., Published by Routledge, London, 1996, s. 576 87 a.e. ss. 80-81 88 a.e. s. 81 89 Mohd Hazım Shah, “Ethics, Politics, and Economics: Philosophical Reflections on Economic Development”,http://www.ukm.my/penerbit/akademika/ACROBATAKADEMIKA73/akademika73[06].pdf, (Gözlem Tarihi: 10. 02.2012), s. 100 28 Bernstein‟ın ve farklı diğer düĢünürlerin bu gibi birçok eleĢtirisi ve tespitleri, söz konusu dönemdeki bazı politik geliĢmelerle de ilgilidir. Ġsmail Cem‟e göre 1890‟da Alman Sosyal Demokrat Partisi(SPD)‟nin aldığı bazı kararlar, Bernstein‟ın eleĢtirilerinde belirleyici rol oynamıĢtır: Anti-sosyalist yasaların 1890‟da kaldırılması ve SPD‟nin özgür mücadeleye girişmesiyle, parti üyelerinin sayısı hızla artmış ve parti, Almanya‟nın en yaygın ve en demokratik siyasal organizasyonuna dönüşmüştür. SPD‟nin programını 90 benimsemek üye yazılmanın tek koşuludur ve partinin kapıları herkese açıktır . Cem, o dönemde Almanya‟daki ekonomik duruma da dikkat çeker ve Alman Sosyal Demokrat Partisinin bu tarz kararlarında, ekonomideki geliĢmelerin önemine vurgu yapar: … Alman ekonomisi, 1870‟lerden başlayarak 1914‟e kadar kesintisiz ve büyük bir gelişme gösterecektir… Hayli eşitliksiz ölçüde bile olsa, proletarya dâhil olmak üzere Alman halkının büyük bir kesimi, ekonomik büyümeden yararlanabilmiştir. Bütün sosyal tabakaların yaşam düzeyi göreceli olarak yükselmiş, tüketimden pay almak, en düşük 91 gelirli işçi kategorileri için bile bir gerçek olmuştur… .McClelland‟a göre genel olarak 92 modern endüstrinin fazla üretimi, iĢçi sınıfı tarafından tüketilebilmekteydi . Bu tespitler doğrultusunda Ģöyle bir yorum yapılabilir: Nasıl ki revizyonizmin doğmasında, Almanya‟daki ekonomik ve sosyal geliĢmelerin, sosyalizmin beklentilerinin aksi yönünde olması etken olmuĢsa, Sovyetlerin dağılma sürecinde de birçok faktörle beraber, sosyalizmin teoride hedeflediklerinin, pratikte tam tersi yönde gerçekleĢmesi de etken olmuĢtur diyebiliriz. Sosyalizme yönelik eleĢtiriler, hayatın bizatihi içerisinde gerçekleĢmeyen hedefler temelinde yükselmiĢtir demek mümkün gözükmektedir. Sosyalizm tarihinde Jean Jaures‟e değinmek ve sosyalizm için demokrasinin önemini ve gerekliliğini ondan öğrenmek isabetli olacaktır. Jaures sosyalist olmasıyla beraber, yazıları ve konuĢmaları dikkate alındığında sosyal demokrat bir anlayıĢa sahip olduğu görülür. Özellikle bireyin haklarına, demokrasiye yaptığı vurguyla dikkat çeker: Sosyalistler için her kuruluşun değeri, insana bağlıdır. Kuruluşlara, düşüncelere ancak kurtulmak, yaşamak ve gelişmek dileğini gerçekleştiren bireyler yaşam ve erdem getirebilir. Çünkü her şeyin (yurdun, ailenin, mülkiyetin, insanlığın, Tanrının) ölçüsü 93 bireydir (ferttir) . Buradaki birey vurgusu, Fransız Ġhtilali‟nin ilkelerinden ayrı 90 Cem, a.g.e. s. 42 91 a.e. s. 43 92 J.S. McClelland, a.g.e., s. 576 93 Jean Jaures, Demokrasi, BarıĢ, Sosyalizm, 2.b., çev. Asım Bezirci, E Yayınları, Ġstanbul, 1991, s. 91 29 düĢünülemez. Neredeyse liberal düĢünceye varan bir vurgu göze çarpmaktadır. Jaures bir baĢka yerde Ģöyle söyleyerek bireysel haklara ve hürriyetlere, sosyalizm gerçekleĢtiğinde de en büyük değerin verilmesi gerektiğini Ģöyle vurgular: Sosyalist düzende Ulus, yurttaşlara, şu ya da bu görevi, şu ya da bu çalışma biçimini zorla kabul ettirmek gereğini duymayacaktır. Çünkü bütün görevlerde aynı güvenlik bulunacak, eşit bir çaba için aynı karşılık alınacak, işletmelerin yönetimine katılmakta herkes aynı hakkı taşıyacaktır… Ulus nasıl ki politik egemenliği ilan ederek bireylerin politik özgürlüğünü yaratmışsa, ekonomik 94 egemenliğini ilan ederek de bireylerin ekonomik özgürlüğünü yaratacaktır… . Dikkat edilirse Jaures, Fransız Devrimiyle politik özgürlüklerin kazanılmasına değinip, devrimin eksik kaldığı yönü, ekonomik özgürlüğün altını çizmektedir. Genel olarak Jaures‟in yazılarında ve konuĢmalarında ekonomik anlamda iĢçilerin sömürülmesine bir karĢı çıkıĢı ve bu bağlamda bir eĢitlik vurgusuna rastlanmaktadır. Burjuva Devriminin politik ilkelerinden memnundur ve onlara taraftır denilebilir. Son bir aktarma yaparak, Jaures‟in ekonomik eĢitliğe verdiği önemi gösterebiliriz: …Özgürlüğü ve bireysel mülkiyeti ortadan kaldıran kapitalist rejimdir, biz değil! Öyle ya, maden işçisinin, cam işçisinin, tül işçisinin, 95 dokuma işçisinin bireysel mülkiyeti nerede? ... . Bu Ģekilde konuĢan biri için sosyalist denilebilir ama demokrasi ve eĢitlik vurgusu dikkate alındığında revizyonizmin kapsadığı alana da yaklaĢan konuĢmalar yaptığını söylememek mümkün değildir. Özellikle Jaures‟in 96 o dönemde (1885‟te, 1893‟te ve 1902‟de milletvekili seçilmiĢtir) , Fransız Parlamentosunda görev yapmıĢ bir milletvekili olduğu da düĢünülünce, demokratik mücadeleyi önemseyen tavrını görmek mümkün olacaktır. Bernstein‟a tekrar dönersek, O‟nun düĢüncesinde önemli bir rol de sendikalara biçilmiĢtir diyebiliriz. Ona göre sendikalar, endüstrideki demokrasi elçisidir ve iĢçilerin mağduriyetlerini gidermek için mevcuttur ancak onlara politik-devrimcilik dıĢında hiçbir 97 görev biçmeyen ve geri kalan iĢlevleri yararsız gören sosyalistler de yanılmaktadırlar . Bu konuda Ģunları yazarak devam eder: Her kim girişimci olursa olsun… Belli bir endüstride çalışan kişilerin organizasyonu olarak sendika, ortak olmakla yetindiği sürece hem üyelerin çıkarlarını korumayı, hem de kamu yararını desteklemeyi başarabilir. Bunun ötesine geçen gelişme, sendikanın, tekelin tüm kötü özelliklerini içeren kapalı bir 94 Jaures, a.g.e. s. 98 95 a.e. s. 97 96 a.e. ss. 17-18 97 Bernstein, a.g.e. s. 159 30 98 korporasyon yozlaşması tehlikesi barındırır… . Burada ve daha önceki pasajlarda da görüldüğü gibi Bernstein‟da demokrasi vurgusu, toplumsal hayatın her bölümüne yönelik olarak yapılmaktadır. Revizyonizm deyince akla gelen bir diğer düĢünür Kautsky‟de ise Bernstein‟ın tonlarından daha hafif bir demokrasi vurgusu görülür. Ġsmail Cem‟e göre Kautsky, burjuva demokrasisini çok kusursuz bulduğu için değil, teröre engel olan bir karaktere sahip olduğu için önemser: … Sosyalizmi, şiddetin soysuzlaştırdığı iddiasında olan ve bunu Bolşevizm‟le ve Rus Devrimiyle örnekleyen Kautsky, sosyalizmi teröre başvurmak tuzağından ancak 99 demokrasinin kurtaracağını savunmuştur… . Bununla birlikte Kautsky‟de vurgulanan bir diğer görüĢ de proletaryanın ekonomik koĢullarının, iktidarı ele geçirmekteki önemli rolüdür. Kautsky bunu Ģu Ģekilde yazar: … Modern proletaryanın karakteristik özelliği hiç de onun yoksulluğu değildir. Binlerce yıldır hep yoksul insanlar olmuştur ama sosyal demokrat proleter hareket, tersine, son yüzyılın tikel bir ürünüdür… Modern proletaryanın ayırt edici özelliği, onun modern üretim sürecinde oynadığı önemli roldür… O, kendisini dünün ve bugünün lümpen 100 proletaryasından belirgin bir şekilde işte böyle ayırt etmektedir… . Modern proletaryayı geçmiĢteki versiyonundan ekonomik sistemdeki rolüyle ayırt ederken, onun, sınıf savaĢımını verirken, kendi durumunun elveriĢsizliği, ona bir yılgınlık 101 vermekten ziyade bir motivasyon aracı olur . Cem de onun bu sözleri üzerine Ģöyle yazar: … İşçi hareketinin iktidarı, kaçınılmaz bir yoksullaşma sürecinin değil, giderek 102 büyüyen bir maddi hatta manevi gelişme sürecinin sonucu olarak görülmektedir… . Burada çok net olarak Kautsky ile Bernstein arasındaki fark da görülebilir. Bernstein de tıpkı Kautsky gibi proletarya için bir yoksullaĢmanın söz konusu olmadığını söylemektedir ama ikisi arasındaki fark, iĢçi sınıfının, iktidarı ele geçirme ilkesinde oluĢuyor diyebiliriz. Bernstein bu amacı mutlaka ele geçirilmesi Ģeklinde tasvir etmezken, Kautsky bu amacı terör yöntemiyle gerçekleĢtirmeyi reddetmektedir ama hala iktidarın proletaryaya geçmesini son hedef olarak benimsemektedir. Bu çıkarımımızı, onun Ģu sözlerini vererek kuvvetlendirebiliriz: … Proletaryanın temel gücü ekonomik gelişme sonucunda onun otomatik bir şekilde kazandığı güçten ibarettir. Ve tüm öteki biçimler üstünde kendi izini 98 Bernstein, a.g.e. s. 160 99 Cem, a.g.e. ss. 67-68 100 Karl Kautsky, SeçilmiĢ Politik Yazılar, 1.b., çev. Celal. A. Kanat, Kavram Yayınları, Ġstanbul, 1990, s. 22 101 a.e. 23 102 a.e. s. 70 31 bırakan en yüksek sınıf savaşım biçimi tikel ekonomik örgütlerin savaşımı değil, proletaryanın bütününün en güçlü toplumsal örgüt–devlet-için verdiği savaştır. Hakiki ve 103 son kertede de en belirleyici politik savaşım budur… . Açıkça görüldüğü gibi en önemli sınıf savaĢımı, proletaryanın, kendi ekonomik gücünü kullanarak, bir kitle halinde siyasi iktidarı ele geçirmek adına giriĢecek olduğu savaĢtır. Kautsky‟nin Bernstein‟la aynı safta olduğu husus ise sosyalizmin, demokrasisiz olamayacağıdır. Sosyalist literatürde Lenin tarafından Kautsky‟nin dönek olarak nitelenme sebebi de Kautsky‟nin demokrasi vurgusudur. Ayrıca BolĢevik yönetimin diktatörlük Ģeklini almasını da eleĢtirmiĢtir. Kautsky, sosyalizm için demokrasinin vazgeçilmez olmasını Ģu Ģekilde temellendirir: … Önceleri burjuvazi tarafından yönetilen demokratik bir devlette, sosyal demokratların parlamento seçimlerinde çoğunluğu kazanmaları olanağı varsa, yönetici sınıfların, demokrasinin yönetimini engellemek için ellerindeki tüm zor araçlarını kullanacakları ileri sürülmüştür. Bu yüzden Proletaryanın demokrasi yoluyla değil, ancak devrim yoluyla politik erki kazanabileceği iddia edilmiştir… Demokratik bir devlette proletaryanın güç kazandığı her zaman, yönetici sınıfların zor kullanarak, yükselen sınıfın demokrasiden yararlanmasını boşa çıkarmaya çalışacağı beklenilmelidir. Ama bu, demokrasinin proletarya için yararsızlığını kanıtlamaz… Yönetici sınıflar eğer zora başvurmuşlarsa, kesinlikle demokrasinin sonuçlarından korktukları için bunu yapmışlardır. Onların şiddet 104 eylemleri gerçekte demokrasiyi alt üst edecektir . Bu pasajda kesin bir dille, demokrasinin, iĢçi iktidarı için önemi vurgulanırken, politik iktidarın iĢçi sınıfına geçeceği temellendirilmektedir. Kautsky‟ye göre demokrasi var olduğu sürece, en kalabalık yani en büyük çoğunluk olan proletarya, iktidara gelebilecektir. Kautsky Sovyetlerdeki duruma yönelik ise Ģöyle bir yorumda bulunur: … Kendi özlemleri için gereken maddesel ve düşünsel koşulların azlığı ölçüsünde, yok olan şeyleri çıplak zor ve diktatorya ile yaratmak zorunda olduklarını duyumsadılar. Halk arasında onlara karşıtlık büyümeye devam ettiği ölçüde, bu giderek zorunlu bir durum aldı. Böylece 105 demokrasinin dikatatoryayla ikâmesi sakınılmaz hale geldi… . Kautsky‟nin Sovyetlere yönelik bu eleĢtirisi üzerine ġevki Yurdakuler farklı bir yorum yapar: Kautsky, 1905‟ten başlayarak Rusya‟ya kayan devrim dalgasını teşhis etmiş ancak Almanya‟dan vazgeçemediği için, bu kayışı da hazmedememişti… Üretici güçlerdeki gelişim düzeyinden, devrimin varlık ve olgunluk şansını çıkaran Marksist görüş, sosyalist devrim hakkını 103 Kautsky, a.g.e. s. 39 104 a.e. s. 109 105 a.e. s. 128 32 106 Batı‟ya tanımakta haksız değildi… . Yurdakuler bunu söyledikten sonra, BolĢeviklerin baskıcı yöntemlerinin haklı sayılabileceği ilginç bir yönü belirtir. O‟na göre Rus köylüsünü, yirmi yıl içinde dünyayı sarsabilecek bir sanayileĢmeye ikna etmek için herhangi bir demokratik yöntemden bahsetmek zor görünmektedir. Bunu baĢarmak için sosyalist baskı yöntemleri gerekliydi ve ona göre bu durum BolĢevikler için siyaset ve özgürleşme olarak algılanırken, Kautsky ve saf marksistler için Şark Despotizmi Ģeklinde 107 algılanmıĢtır . Ama burada önemli bir nokta, öyle veya böyle Sovyetlerin uygulamalarında demokratik unsurların bulunmaması ve Kautsky‟nin de karĢı çıkıĢının odak noktasının bu durum olmasıdır. Buraya kadar sosyal demokrasiyi, sosyalist-marksist fikirlere getirdiği eleĢtiriler bağlamında tarif etmeye çalıĢtık. Bu noktada sonra sosyal demokrasinin görevlerine değinerek ilerlemek, onu anlamamıza yardımcı olacaktır. Yine burada Bernstein‟ın sözlerine kulak vererek devam edebiliriz. O‟na göre öncelikle sosyal demokrasinin genel olarak geçerli politikalarının varlığı kabul edilmekle birlikte, bölgeden bölgeye, ülkeden ülkeye, eylem programı farklılık arz edebilir. ġöyle devam eder: … Belirli bir ölçüde demokratik kurum ve gelenekler olmaksızın, günümüzün sosyalist öğretisi mümkün olamaz, bir işçi hareketi muhtemelen varlığını sürdürebilir fakat 108 sosyal demokrasi oluşturulmazdı… . Bu bağlamda sosyal demokraside iĢçilerin kooperatifçilik hakkının önünü tıkayan yasal engellerin kaldırılması için mücadeleyi vurgulayan Bernstein, bu harekete destek vermesi mümkün olan kurumların amaca uygun 109 olarak dönüĢtürülmesini de önemser . Yine sosyalizmin bir diğer sorunsalı, mülkiyet hakkı da Bernstein‟a göre kanunun izin verdiği ölçüde dokunulmazdır ve yasal mülkiyet, 110 tazminatsız bir Ģekilde hiç kimseden alınamaz . Meyer ise demokratik sosyalizmde partilerin yapısına değinir ve Ģöyle söyler: Demokratik sosyalizmde partiler çoğunluğun kazanılmasını hedefleyen kitle partileridir. Program ilkeleri temelinde parti içi eleştiri ve kanaat oluşumuna büyük olanak tanır… Üyelerinin tümü aynı dünya görüşünü paylaşmak 111 zorunda değildirler… . Gerçek bir sosyal demokrat parti ve hatta demokrat bir partinin, 106 ġevki Yurdakuler, Sosyalizmin Panzehiri Demokrasi, 1.b., YGS Yayınları, Ġstanbul, 1997, s. 97 107 a.e. s. 146 108 Bernstein, a.g.e. s. 180 109 a.e. s. 200 110 a.e. s. 203 111 Meyer, a.g.e. s. 61 33 Meyer‟in de vurguladığı üzere hem içte hem dıĢta demokrasiyi gözetmesi ve sınıf partisi olmaktan ziyade bir kitle partisi olma prensibini de benimsemesi gerektiğini söyleyebiliriz. Genel olarak sosyal demokrasinin ekonomi politikası, Keynes‟in fikirleriyle bağdaĢan bir profil çizmiĢtir. … Sosyal demokrasi 1930‟lu yıllardan sonra talebi esas alarak, para ve maliye politikaları yoluyla yüksek istihdamın sağlanmasını öngören Keynesçi yaklaşımı benimsediği söylenebilir… Mali politikalar yoluyla istihdamın sağlanması ve piyasada talebin arttırılması sosyal demokrasinin amaçları ile 112 bağdaşmıştır… . Dolayısıyla sosyal demokrasinin, kapitalist sistemde var olabilmesi, ekonominin tıkanmalarla karĢılaĢtığı sektörlerde, devletleĢtirme yöntemiyle değil de düzenleyici rolüyle mümkün olmaktadır diyebiliriz. Sonuç olarak sosyal demokrasi denildiğinde, baĢta da vurgulandığı gibi, kimilerine göre sosyalizme ihanet ettiği varsayılan ama sosyal demokratlara göre buna itiraz olarak uzlaĢmacı siyaseti benimseyen bir hareket anlaĢılmaktadır. Bu doğrultuda sosyal demokrasi, sosyalizmin teorideki beklenti ve hedeflerinin, pratikte zuhur etmediğini ortaya koymaya çalıĢan, demokratik hak ve hürriyetlere önem veren ve her türlü mücadelenin, siyaset sahnesinde sürdürülmesini savunan siyasi bir duruĢ olarak nitelendirilebilir. 112 Güriz, a.g.e. s. 262 34 ĠKĠNCĠ BÖLÜM TÜRKĠYE’DE CUMHURĠYET SONRASI DÖNEMĠN SOSYO-POLĠTĠK YAPISI: 1.TOPLUMUN POLĠTĠK TUTUMU Türkiye‟de, Cumhuriyetin ilanından 1945‟e kadar tek parti yönetimi söz konusuyken, sonrasında kurulan Demokrat Parti ve Millet Partisi ile birlikte bu durum, siyasal hayatta muhalif görüĢlerin seslendirilmesine olanak tanıyan bir havaya bürünmeye baĢlamıĢtır. Bununla beraber çok partili sistemde tam anlamıyla bir demokratikleĢme zuhur edemediği gibi, ilerleyen süreçte de sosyal, ekonomik ve politik aksaklıklar, huzursuzluklar meydana gelmiĢtir. Bu gibi sorunların olması, tek parti yönetiminde bastırılan, Cumhuriyetin bazı reformlarıyla ekonomik ve sosyal açılardan sorunlar yaĢayan kesimlerin var olduğu düĢünülünce yadırganmamaktadır. Levent Köker, tek parti döneminin genel olarak, modernleĢmeye geçiĢ için en başta gerekli olan bir siyasi otoriterlik olarak algılandığını yazmaktadır ve bunun sebebi olarak, modernleĢme gibi uzun yıllar alan bir hareketin, Türkiye‟de çok kısa sürede gerçekleĢtirilmek zorunda kalınmasının gösterildiğini belirtir 1 .Buradan hareketle, aĢağıda ilk önce tek parti döneminin sosyal, ekonomik ve politik yapısına ve uygulamalarına değinip, daha sonra Demokrat Parti ile birlikte sosyal ve politik hayatta nelerin değiĢtiğini veya değiĢtirildiğini ve bu değiĢimlerdeki olumlu ve olumsuz yönleri ele alacağız. Tek parti döneminde, halkın muhtelif huzursuzlukları mevcuttu. Atatürk devrimleriyle birlikte Türk toplumunun bir Ġslam cemiyeti olmaktan çıkması ve Batı 2 uygarlığına dâhil olması, gelenekçi çevrelerde belli bir tepki yaratmıĢtır . Bir yandan da ekonomik politikalara karĢı halk nezdinde bir tepki ve huzursuzluk söz konusuydu. Özellikle devletçi ekonomi politikalarının, faydalarıyla birlikte bazı olumsuz etkileri bulunuyordu. Kemal H. Karpat‟ın belirttiği Ģekilde söylersek, … O dönemdeki devletçi ekonomi, halkın çoğunluğuna ağır yükler yüklemekteydi ve bir yandan da halktan feragat 1 Levent Köker, Demokrasi, EleĢtiri ve Türkiye, 1.b, Dipnot Yayınları, Ankara, 2008, s. 207 2 Fehmi Akın, Türkiye’de Çok Partili Hayata GeçiĢ, 1.b., IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Ġstanbul, 2009, s. 216 35 3 beklemekteydi ve istemeyerek de olsa küçük bir azınlığın yararına işlemekteydi . Diğer taraftan Türk siyasal hayatının iki önemli kutbu olarak nitelendirilen laikler ve dinci muhafazakârlar arasında Cumhuriyetten bu yana belli baĢlı tartıĢmalar, çatıĢmalar, söz konusuydu. Karpat‟a göre Cumhuriyet devrinin ilk yirmi beĢ yılı süresince yenilikçi-laik 4 grup hâkim durumdaydı . Bunun sonucunda, Cumhuriyetin toplumsal reformları, dinci muhafazakârların sosyo-politik beklentilerini, tercihlerini bastırıyordu, bunları kendi ideolojik perspektifinden düzenliyordu. 1945‟ten sonra muhalif partilerin kurulması, özellikle dinci-muhafazakârların bu partilere yönelmesini sağlamıĢtır zira bu partiler ilk etapta bireysel özgürlükleri daha fazla gözeten bir ideolojiye sahip gibi gözükmekteydi. 1.1.Kitlelerin Nezdinde Halk Partisi: Halk Partisi hem Atatürk tarafından kurulmuĢ olmasıyla hem de Cumhuriyetin devrimlerinin uygulayıcısı olması yönüyle, geniĢ bir kitle desteğine sahip olmakla birlikte, yukarıda Karpat‟tan aktarıldığı gibi, bazı çevrelerin, devrimlere ve dolayısıyla Halk 5 Partisi‟ne karĢı belli baĢlı rahatsızlıkları bulunmaktaydı. Hatta bu çevrelerin öncüleri sayılabilecek kiĢiler tarafından 1924‟te kurulan Terakkiperver Fırka için ToktamıĢ AteĢ, Atatürk‟ün Ģu sözlerini aktarır: Cumhuriyet sözcüğünü söylemekten bile çekinenlerin; Cumhuriyeti daha doğduğu gün boğmak isteyenlerin kurdukları partiye “Cumhuriyet” hem de “ilerici (Terakkiperver) Cumhuriyet” adını vermeleri içten gelme ve inanılır bir 6 davranış sayılabilir mi? . Öte yandan AteĢ‟e göre Terakkiperver Fırka‟nın kuruluĢundan sonraki dönemde, 13 ġubat 1925‟te meydana gelen ġeyh Sait ayaklanmasının hedefleri 7 arasında, Cumhuriyet ve devrimler bulunmaktadır . Dolayısıyla bu bilgiler, Atatürk devrimlerini içlerine sindiremeyen kesimlerin varlığını göstermektedir denilebilir. Bilindiği gibi Türkiye Cumhuriyeti‟nin kurulduğu yıllarda, ülke ekonomisini atağa kaldırabilecek bir burjuvazinin bulunmayıĢı, ekonomide bizzat devlet eliyle kalkınmayı gerekli kılıyordu. Cumhuriyetin kurucu lideri Mustafa Kemal ise yine bu paralelde, devletçilik için Ģunları söylemekteydi: Bizim takip ettiğimiz devletçilik, ferdî mesaî ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar milleti feraha, memleketi 3 Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, 2.b., Afa Yayıncılık, Ġstanbul, 1996, s. 90 4 a.e. s. 21 5 Bu öncüler arasında Rauf Bey, Dr. Adnan Adıvar, Kazım Karabekir gösterilmektedir fakat bu kiĢilerin, gerçek anlamda Cumhuriyet karĢıtı olmadıkları vurgulanmaktadır. Daha fazla bilgi için bkz. ToktamıĢ AteĢ, Türk Devrim Tarihi, 1.b., Ġstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Ġstanbul, 2000. 6 ToktamıĢ AteĢ, Türk Devrim Tarihi, 1.b., Ġstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Ġstanbul, 2000, s. 178 7 a.e., a.y. 36 mamuriyete eriştirmek için, milletin umumî ve yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde 8 –bilhassa iktisadî sahada- devleti fiilen alâkadar etmektir . Mustafa Kemal‟in de iĢaret ettiği gibi bu bağlamda varılmak istenen nokta, kendine yeten bir ekonomi kurabilmek ve milli bir ekonomiyi oluĢturabilmekti. Bu durumu Karpat Ģöyle açıklar: Başlangıçta devletçiliğin amacı, memleketi yabancı sermayeye muhtaç olmaktan kurtarmak, yerli özel sanayiyi devlet eliyle destekleyip geliştirmek ve böylece milli ekonomiyi 9 kuvvetlendirebilmekti . Ġlerleyen yıllarda bu ekonomi politikası, toplumsal amaçlarından uzaklaĢmaya ve âdeta halk üzerinde baskı kuran bir uygulama haline geldi. Bu suretle devletçilik, toplumun bir kesimine yarar ve hatta haksız kazançlar sağlarken, diğer kesimine bir külfet olmaya baĢlamıĢtır. Bu durum üzerine Fehmi Akın Ģöyle yazar: Devletçilik politikası, özel kesimde önemli anamal birikimlerine yol açarken, savaş yıllarının yarattığı fiyatların yükselmesi, darlıklar, karaborsa gibi olumsuzluklar, zaten 10 sınıfsız olmayan toplumda sınıflar arası farklılıkları daha da açmıştı . Ġkinci dünya savaĢı yılları, Türkiye için özellikle ekonomik anlamda büyük sıkıntılara neden olmuĢtur ve bu sıkıntıları giderebilmek adına bazı ekonomi politikaları denenmiĢtir. Fakat bu politikaların baĢarılı olup olmamasından ziyade halk üzerinde yarattığı büyük baskı ön plana geçmiĢtir. Bu baskılar sonucunda özellikle kırsal kesimin gözünde CHP suçlu olarak görülmüĢtür. SavaĢ yıllarındaki ekonomi politikalarının sonuçlarına dair Boratav‟ın sözlerini nakledersek: Savaş ekonomisinin ağır yükünün geniş halk yığınlarına yüklenmesi; buna karşılık ekonomik güçlüklerin yarattığı verimli vurgun ortamını ustalıkla sömüren bir grup tüccar ve büyük çiftçinin olağan üstü kazançlar elde etmesi ve yüksek yönetici ve bürokrasi 11 kadrolarından bir bölümünün bu kazançlara sürekli olarak ortak olması . Görüldüğü üzere bu politikalar, halkın daha çok sıkıntıya girmesine neden olurken, toplumun bazı kesimlerinin zenginleĢmesini sağlamıĢtır. Öte yandan bu dönemde uygulamaya konulan ve bazı kesimlere olumsuz etkisi kuvvetli olan varlık vergisi de önemlidir. Boratav varlık vergisini Ģöyle değerlendirir: … Bu vergi, bir bütün olarak varlıklı tabakalar tarafından ödenmekle birlikte, verginin yarattığı çalkantılar içinde, burjuvazinin siyasi iktidarla yakın ilişkisi olan kesimleri, diğer -özellikle gayri müslim- 12 kesimler aleyhine genişlemek, önemli servet iktisaplarında bulunmak fırsatını buldular… . 8 Korkut Boratav, Türkiye’de Devletçilik, 2.b., Ġmge Kitabevi, Ankara, 2006, s. 139. 9 Karpat, a.g.e. s. 88 10 Akın, a.g.e. s. 35 11 a.e. s.289 12 a.e. s.290 37 Bu paralelde varlık vergisinin tam anlamıyla eĢit olarak uygulanamamasının, CHP adına bir olumsuzluk daha yaratmıĢ olduğunu söyleyebiliriz. Elbette bu dönemde Halk Partisi‟nin tek baĢına yönetimde olması, kitlelerin bu partiye karĢı tutumunu olumsuz etkiledi. Artık insanlar, devletin otoritesinden rahatsız olur duruma gelmiĢlerdi. Karpat‟a göre orta sınıf, ekonomik alanda serbestlik istiyordu. Köylülerle işçiler, bütün grupların faydası için kurulduğu halde sadece belirli bazı 13 gruplara yaramış olan devletçi sistemden kurtulmak istiyorlardı . Sosyal alanda da birtakım uygulamalar, halkın değerleriyle uyumsuzluklar arz etmekteydi. Mete Tunçay bu konuda Ģöyle yazar: Eski kurum, yasa ve simgelerin yerine yenilerini koyma süreci, halifeliğin, dinsel eğitim ve yargının kaldırılmasıyla tamamlanmış değildi. Takrir-i Sükûn Kanununun gölgesi altında, çeşitli toplumsal düzeltim girişimleriyle bu çizgi sürdürülmüş ve bunlara, yurdun türlü yerlerinde yükselen tepkiler, 14 İstiklâl Mahkemeleri aracılığıyla bastırılmıştır .Tunçay bu tepkilerin, Ģapka kanunu, tarikatların yasaklanması, tekkelerin kapatılması gibi bazı reformlara karĢı olduğunu 15 söylemektedir . Hem sosyal alanda hem de siyasi zeminde din faktörü, Tunçay‟ın da iĢaret ettiği nokta göz önüne alınınca, çetrefil bir yapı arz etmekten kurtulamamaktadır denilebilir. Buradan hareketle Niyazi Berkes, Atatürk‟ün Türkiye‟nin KurtuluĢu için din hususunda kritik bir noktayı gördüğünü Ģöyle anlatır: …Din‟in toplumsal rolü konusunda paradokslu bir durum olduğunu gördü: Toplumsal bir felaket karşısında, adı bile olmayan bir toplumu bir ulus çabasının fedakârlıklarına itmede, dayanışma yaratmada, din‟in bir rolü vardı. Fakat yine görüyordu ki şeriatta da tarikat giysisi altında din, ulusal çabayı 16 baltalayan bir güç de olabilir… . Bu iki uç noktada bir denge bulmak, olduk güç bir sorundur. Bu noktada, söz konusu zorluğun bir diğer yanına dikkat çekerek, gerek laikliği gerekse Türkiye‟deki laikliği tarihsel arka planıyla analiz eden ġerif Mardin‟in tespitlerine göz atmak çok yerinde olacaktır. Mardin bu konuda Ģöyle yazmaktadır: Laiklik, 19. Yüzyıl Fransız anayasal pratiğinde ortaya çıkan ve devletin herhangi bir dinî mezhep ve sınıfa 17 dayanmamasının gereğine işaret eden bir kavramdı . Mardin bu açıklamadan sonra, 13 Karpat, a.g.e. s. 122 14 Mete Tunçay, T.C.’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), 2.b., Cem Yayınevi, Ġstanbul, 1989, s. 149 15 a.e., a.y. 16 Niyazi Berkes, Türkiye’de ÇağdaĢlaĢma, 1.b, Bilgi Yayınevi, Ġstanbul, 1973, s. 479 17 ġerif Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset, 15. b., Bütün Eserleri 8, der. Mümtaz‟er Türköne/Tuncay Önder, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2010, s. 35 38 laikliğin Türkiye‟deki durumunun farkına iĢaret eder: … Müslümanlar dinî görevlerini devletten bağımsız olarak yürüten Katolik Kilisesi gibi muhtar bir dinî kurum kurmuş olmadıkları için, laiklik Türkiye‟de dinin resmî bir müessese halinden çıkarılmasından öte bir anlam taşıyordu… Türkiye‟de laiklik devlet politikası haline geldiğinde, devletin bir 18 uzvu, vücudundan koparılmış gibi oldu… . Öte yandan ToktamıĢ AteĢ laiklik hususunda Ģu sözleri söylemektedir: Atatürk, Türkiye‟nin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasının ancak “Batılılaşma” yoluyla olabileceğine inanmış ve Batı modeli laik bir Cumhuriyet kurmuştu… Şeriat düzeninin temelleri olan tekke, zaviye ve medreseler kapatılmış fakat bunların yerini alacak ve uygar ve çağdaş din adamları yetiştirecek laik kurumlar 19 oluşturulmamıştı . ĠĢte bu bağlamda devam edersek, Cumhuriyetin, sağlam temellerde yükselebilmesi adına laiklik ilkesinin önemi ortaya çıkmaktadır denilebilir. Doğan Avcıoğlu da çok partili hayata geçilirken, bu hareketin arka planındaki irtica tehlikesine dikkat çeker: … Çok partili hayatın Türkiye‟de bir özelliğini teşkil eden din istimrarcılığı dolayısıyla, 1946‟dan başlayarak şeriatçı akımlar yeniden başkaldırmıştır. Menderes gibi politikacılar, 1949‟da Sıvan‟ın ünlü Nakşîbendî Şeyhi İsmail Efendi‟yi ziyaret edip elini öpmüşler, daha sonraları Said-i Nursî‟lerden medet ummuşlardır. Ticanîler Mecliste Arapça ezan okuyacak cesareti bulmuşlardır. Şeriata dönüş isteyen, hilâfeti ve 20 Abdülhamit‟i savunan yayınlar alıp yürümüştür… . Sevgi Kocaçimen, genel olarak DP‟nin, tanım gereği muhalefet partisi olarak… CHP‟nin karşıtı olduğunu ve dolayısıyla iktidara gelince laik ve demokratik bir rejim kurmak yolunda gelişen devrimci atılımlardan 21 ödünler verdiğini söyler. Bu açıklamaları verdikten sonra, Demokrat Partiyi doğuran koĢullara değinip, onun Türk siyasal tarihindeki belli baĢlı uygulamalarına geçebiliriz. Demokrat Parti‟nin doğmasındaki etkenler içinde unutulmaması gereken, Ġsmet Ġnönü‟nün tavrıdır. Carl Leiden ve Karl M. Shmitt‟e göre Ġsmet Ġnönü DP‟nin kurulmasına engel olmamıĢ ama ülkenin bazı yerlerinde hükümet yetkilileri tarafından DP‟nin örgütlenme giriĢimlerini 18 Mardin a.g.e. s. 36 19 AteĢ, a.g.e., s. 20 20 Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni(Dün-Bugün-Yarın), 2.b., C.2, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1969, s. 386 21 Sevgi Kocaçimen, Demokrat Parti Döneminde TBMM’NDE Laiklik TartıĢmaları, 1.b., Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları, Antalya, 2008, s. 150 39 22 aksatma giriĢimleri söz konusu olmuĢtur . Ġnönü‟nün DP‟nin kurulmasına yönelik tutumunu, ġevket Süreyya Aydemir‟in, bizzat Ġnönü ile yaptığı konuĢmadan aktardığı Ģekilde alalım: 23 Dörtlü takrir verdiler. Ben kendilerini teşvik ettim. İstiyordum ki, parti teşkil etsinler. Ve bunu, ciddi olarak istiyordum. Bu da bir oyundur, aldatmadır, endişesini ciddi olarak izaleye çalıştım. Parti hazırlığı bitince, Celal Bey bana geldi. Programı aldım ve 24 muvaffakiyet temennî ettim… . Burada Ġnönü‟nün sözünü ettiği dörtlü takrir, DP‟nin kurucu kadrosunun, CHP bünyesindeyken muhalefet ettikleri çiftçiyi topraklandırma kanununa karĢı verilmiĢtir. Dörtlü takrir, söz konusu kanunun meclisten çıkartıldığı günlerde, dört milletvekili tarafından parti grubuna verilmiĢtir ve bu takrire iĢtirak edenler, Ġzmir Milletvekili Celal Bayar, Aydın Milletvekili Adnan Menderes, Ġçel Milletvekili Refik Koraltan ve Kars 25 Milletvekili Fuad Köprülü‟dür . Bu takririn içeriği ise Ģu üç noktada toplanıyordu: Kanunlardaki ve parti tüzüğündeki antidemokratik hükümlerin tasfiyesi, meclisin hükümeti 26 gerçekten denetlemesine imkân verilmesi ve seçimlerin serbestçe yapılması . Bu takririn reddedilmesi ve akabinde DP‟nin kuruluĢuna giden yolu Cem Eroğul‟un sözlerinden aktarabiliriz: Önergeleri reddedilen dörtlerden ikisi, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü, bir müddet sonra Vatan gazetesinde açık muhalefete geçiyorlardı. İşledikleri konular, millet denetiminin sağlanması, insan hak ve hürriyetlerinin güvenceye bağlanması, antidemokratik hükümlerin ilgası, baskının kaldırılması vs. gibi liberal ve demokratik temalardı. Bu yayın üzerine parti divanı toplanıp, 21 Eylül‟de oybirliğiyle bu iki milletvekilinin ihracına karar verdi… Refik Koraltan, 2 Ekim‟de, Vatan gazetesinde bir beyanat vererek arkadaşlarının ihracının tüzüğe aykırı olduğunu iddia edince, o da aynı akıbete uğradı… Celal Bayar Eylül sonunda milletvekilliğinden istifa etmekle beraber, halen parti üyesiydi. Aralık‟ta partiden de istifa edince, Dörtlü Takrir sahiplerinin, yeni bir 27 pati kurarak muhalefete devam edecekleri iyice belli olmuştu… . Bu sürecin sonunda 7 Ocak 1946‟da resmen Demokrat Parti kurulmuĢtur. Böylece Türk siyasi tarihinde çok partili döneme geçilmiĢ olacaktır. Demokrat Parti, yukarıda da belirtildiği gibi, bireysel hak ve hürriyetlere, demokratik denetim sisteminin yerleĢtirilmesine vurgu yaparak ve bunların yanında dönemin belli baĢlı sosyo-ekonomik 22 Carl Leiden, Karl M. Shmitt, The Politics of Violence Revolution in The Modern World, Prentice Hall, Inc. Englewood Cliffs, N.J., United States of America, 1968, s. 145 23 Burada “ve” bağlacının yazımı, alıntı yapılan eserde olduğu gibidir.. 24 ġevket Süreyya Aydemir, Menderesin Dramı, 13.b., Remzi Kitabevi, Ġstanbul, 2011, s. 313 25 Cem Eroğul, Demokrat Parti Tarihi ve Ġdeolojisi, 4.b., Ġmge Kitabevi, Ankara, 2003, s. 27 26 a.e. s. 28 27 a.e. s. 29 40 sıkıntılarından dem vurarak yola çıkmıĢ fakat iktidarı döneminde, muhalefetteki 28 ilkelerinden, söylemlerinden uzaklaĢmıĢtır diyebiliriz . AĢağıda, DP‟nin iktidarı sırasında ne gibi sosyal, ekonomik ve politik uygulamaları ve hamleleri olduğuna ve bu çerçevede nasıl bir kimliğe büründüğüne genel hatlarıyla bakılacaktır. 1.2. Demokrat Parti Demokrat Parti‟nin tarih sahnesinde rol almaya baĢlamasıyla, Türk siyasetinde demokratik sistem vücut bulmuĢ olur. Ama o günün sosyal koĢulları düĢünülünce bu sistemin tam anlamıyla ideal bir demokrasi olduğunu söylemek zordur. Ġlber Ortaylı DP dönemi için Ģöyle söyler: … 1950‟den sonra iki bin yıldır tahsildar ve jandarmadan sakınan köylünün yerini, heyetler halinde Ankara‟ya gidip, kaymakamla valiyi şikâyet edip tayin ettirmeye başlayanlar aldılar. Demokrasi böyle geliyordu. Kitleler masum bir istekle 29 değişimin tadına bakıyordu ama işin ucunun kaçırılması da mukadderdi .Burada Ortaylı‟nın, işin ucunun kaçırılması tabiri, bu bölümün sonuna doğru anlaĢılacağı gibi DP ve antidemokratik politikalarına iĢaret etmektedir. Ama bu Ģartlarda demokratik sistemin, Ģeklen de olsa Türkiye siyasi tarihi için filizlenmiĢ olduğu açıktır. Bu bağlamda devam edersek, Demokrat Parti‟nin iktidara gelmesi, muhalefetteyken vaat ettiklerinin icraata dökülmesi beklentisini, gerek merkezde gerekse taĢrada yaratıyordu. Yukarıda bahsedilen ekonomik ve sosyal sıkıntılar, çözüm bekleyen öncelikli sorunlardı. Öte yandan Ġlkay Sunar‟ın tespitiyle Türkiye‟de demokrasi, devletin bürokratikleşmesinden sonra ama toplumun endüstrileşmesinden önce ortaya çıkmaktaydı ve bu nedenle DP, devlet ve 30 toplum arasındaki keskin bir uyuşmazlıkla yüzleşmekteydi . 14 Mayıs 1950‟de yapılan seçimle Demokrat Parti, oyların yüzde 53.35‟ini alarak 31 meclise 408 milletvekili sokabilmiĢti, CHP ise 69 milletvekilinde kalmıĢtı . Burada DP‟nin aldığı büyük destek görülebilmektedir. DP, iktidara gelmesiyle birlikte ekonomik alanda belli baĢlı reformlara giriĢmiĢtir. Özellikle o dönemde uyguladığı tarım politikaları önem arz etmektedir. Eroğul, DP‟nin sağladığı ekonomik büyümeyi ve bazı uygulamalarını Ģöyle aktarır: 28 Bu nokta, ilerleyen sayfalarda tekrar iĢlenmektedir. Bu konuda bilgi için bkz. Esra Keloğlu ĠĢler, “Demokrat Parti‟nin Halkla ĠliĢkileri Üzerine Bir Deneme”, ĠletiĢim Kuram ve AraĢtırma Dergisi, S.24, 2007, http://www.irfanerdogan.com/dergiweb2008/24/6.pdf, (Gözlem Tarihi: 08.02.2012) 29 Ġlber Ortaylı, Türkiye’nin Yakın Tarihi, 10.b., ed. Adem Koçal, TimaĢ Yayınları, Ġstanbul, 2011, s.103 30 Ġlkay Sunar, State, Society and Democray in Turkey, BahçeĢehir University Publication, Ġstanbul, ty. (Basım Tarihi Yok), s. 121 31 Eroğul, a.g.e. s. 83 41 DP‟nin daha ilk iktidar yıllarında milli gelir yüzde 15 oranında artmıştır… Bir kere doğrudan doğruya tarım alanını genişletmiştir. Bunun için, devlet elindeki toprakların bir kısmı köylüye dağıtılmış, boş topraklar işletmeye açılmış ve meralar kısmen ekim alanı haline getirilmiştir… DP kısa bir zamanda, memleketteki traktör sayısını on misli 32 artırmıştır… . Bu geliĢmeler, elbette kırsaldaki halk üzerinde bir rahatlama hissi yaratmıĢtır. Bu sözlerimizin kanıtı olarak Aydemir‟in sözlerine bakabiliriz: … Makine ve araçların kolayca köye girişi, ekilemeyen toprakların ekilişi, toplama, ambarlama, sevk ve satış işlerinin açılışı, köyün havasında köylünün yeni iktidara bağlanışını haklı olarak 33 artırdı… . Bu bilgiler ıĢığında DP‟nin daha ilk iktidar dönemiyle birlikte özellikle kırsaldaki halkın gözünde önemli bir yere sahip olması anlaĢılabilir olmaktadır. Dolayısıyla DP‟nin sınıfsal tabanı daha çok taĢrada, kırsalda, merkezin ekonomik ve sosyal imkânlarından yararlanamayan ve bunun yanında merkezin katı uygulamalarının acısını en çok çeken köylü kesimidir diyebiliriz. DP, ekonominin diğer alanlarında da belli baĢlı reformları hayata geçirmiĢtir: O döneme kadar Cumhuriyet yönetimi demiryolu inĢasında kayda değer baĢarı elde etmiĢ olup, karayolu inĢaatında yetersiz kalmıĢtır denilebilir ve DP bu eksiği gidermek adına yol 34 ve köprü inĢaatına büyük önem vermiĢtir . Ama bu yapılırken, demir ve deniz ulaşımı ile 35 bağıntılı, düzenli bir ulaşım politikası gözetilmiyordu. Daha önce de bahsedildiği gibi tek parti yönetiminde bazı kesimlerin sosyal açıdan bakı altına alınmıĢ olması, DP‟den beklentileri arttırmıĢtır ve bu doğrultuda DP yöneticileri, özellikle dinî konularda CHP‟nin katı tutumuna karĢılık daha yumuĢak bir tavır takınmıĢtır. Adnan Küçük, Menderes‟in Ģu görüĢlerini aktararak, DP‟nin din hakkındaki tutumunu göstermeye çalıĢmaktadır: … DP din aleyhtarı değildir, ancak gericiliğe de karşıdır. DP, cami yapılmasına yardım etmeyi, okullara din dersi koymayı, daha önceki iktidar döneminde din hürriyetine yönelik olarak konulan baskıları kaldırmayı, herkesin ibadetlerini serbestçe yapmasını, radyoda Kur‟an ve Mevlit okutulmasını laikliğe aykırı bulmamakta, bütün bunlara rağmen vicdan hürriyetinin baskı altında olduğunun savunulmasının kabul edilemez olduğunu ileri 36 sürmektedir… . 32 Eroğul, a.g.e. ss. 141-142 33 Aydemir, a.g.e. s. 218 34 a.e. s. 143 35 Yakup Kepenek, Türkiye Ekonomisi, 5.b., Verso Yayıncılıkı, Ankara, 1990, s.85 36 Adnan Küçük, “ Türkiye‟de 1950- 1960 Arası Dönemde Hukuki GeliĢmeler ve Fiili Uygulamalar: Türkiye Ne Oranda DemokratikleĢebildi?”, Demokrasi Platformu, ed. N. YeĢim Erdoğan, C.1, S.17, Orion Kitabevi, Ankara, 2010, s. 61 42 Küçük, Menderes‟in bu beyanını verdikten sonra Demokrat Parti zamanında dinî alana dair gerçekleĢtirilen bazı yeni uygulamalara değinir: … Ezanın Türkçe okunması zorunluluğu, 16.06.1950 Tarih ve 5665 Sayılı Kanunla 765 Sayılı Kanunun 526/son fıkrasında yer alan “Arapça ezan ve kamet okuyanların cezalandırılacağı” hükmü değiştirilerek kaldırıldı… CHP… 1940‟lı yılların sonlarına doğru din eğitimi alanında bazı düzenlemeler yapmıştı. Bu konudaki iyileşmelere DP zamanında da devam edildi. 17.10.1951 günü MEB‟e bağlı 7 tane İmam Hatip Kursu açıldı, 04.11.1950 tarihinde Din 37 Dersi normal ders programının içine dâhil edildi… . Burada Cüneyt Arcayürek‟in aktardığı, Ġnönü‟nün Ģu sözleri aydınlatıcı olacaktır: …Laiklik ilkelerini kesinlikle zedelememek üzere ulusun toplumsal gerçeklerine arkamızı çeviremeyiz… Demokrasilerde 38 kör bağnazlığın, kör inadın yeri yoktur… . Ġnönü‟nün bu sözleri, demokratik tutumun bir göstergesi olarak kabul edilmelidir. Ayrıca daha CHP zamanında giriĢilen din‟e yönelik reformların arka planı da bu sözlerle açıklanabilir. ġerif Mardin ise DP‟nin din alanındaki uygulamalarının ve sonrasında büründüğü kimliğin çeliĢkili yapısına dikkat çeker: …Demokrat Parti‟nin 1950 seçim zaferini izleyen politikaları, ümitlerini daha İslamî bir Türkiye‟ye dönüşe bağlamış olanları hayal kırıklığına uğrattı. Demokrat Parti kamu düzenini bozan tarikat liderlerine, Osmanlı bürokratlarının hoşuna gidebilecek şekilde, baskı uygulamaya başladı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar laiklik ilkesinin korunmasından yana tavır koydu ve meclisteki DP çoğunluğu, “dinin siyasal ve kişisel nüfuz kazanmak için” kullanılmasını açıkça yasaklayan bir kanunu kabul etti. Bununla birlikte, CHP‟ye karşı dinî sloganları kullanma eğilimi zamanla ağır bastı. 1957 seçim kampanyası sırasında DP ve Nurcular, o zamana kadar deneme halinde olan bir ittifaka girdiler. Ne 39 var ki 1960 askeri darbesi bu ittifaka son verdi… . Bu doğrultuda Ģu söylenebilir ki genel olarak DP‟nin din hususunda giriĢtiği reformlar ve akabinde gelen otoriter laikliğe yaklaĢan tutumları ve sonrasında belki bir oy telaĢıyla kalkıĢtığı ittifak, DP‟nin genel anlamda laiklik yanlısı ama zaman zaman politik çıkarlar doğrultusunda bu alanda esneklik gösteren bir parti görüntüsü çizdiğini göstermektedir. DP‟nin bir diğer çeliĢkili tutumu ise Atatürkçülük ve devrimlere yöneliktir. Tıpkı laiklik için geçerli olan tavır, Atatürkçülük söz konusu olduğunda da geçerlidir diyebiliriz. Ümüt Akagündüz bu konu üzerine Ģöyle yazar: … DP, tutan ve tutmayan devrimler 37 Küçük, a.g.m. s. 63 38 Cüneyt Arcayürek, Atatürk’ten Sonra Bugünlere Nasıl Geldik?, 3.b. Detay Yayıncılık, Ġstanbul, 2008, s. 198 39 Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset, a.g.e. ss. 122-123 43 politikasıyla bir yandan Atatürk devrimlerinin sulandırılmasına göz yummuş, öte yandan da Atatürkçü görünmek için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Ancak DP‟nin Atatürkçülüğü tamamen biçimsel bir Atatürkçülük olup, Atatürk‟ün dış görünüşüne dokunulmazlık 40 bahşetmekteydi… . Akagündüz‟e göre DP‟nin bu Ģekilde bir Atatürkçülük benimsemesi, 41 muhaliflerin aklına, laiklik ilkesine de samimiyetle sahip çıkmadığı Ģüphesini getirmiĢtir . Tekrar ekonomiye dönecek olursak, DP iktidarının ilk yıllarında giriĢtiği ekonomik hamleler, belli bir rahatlama getirmekle birlikte, diğer taraftan bazı olumsuz sonuçlar doğurabilmiĢtir. Eroğul, DP‟nin tarım politikalarının eksik yönüne değinerek Ģöyle der: … Mülkiyet ilişkilerine dokunmadığı, yani toprak reformuna yanaşmadığı için, bunlar geniş ölçüde ters sonuçlar vermiştir. Toprak dağıtılması, meraların daraltılması, kredilerin artırılması, tarımsal fiyatların yükseltilmesi vs. her şeyden önce büyük toprak sahiplerine 42 yaramıştır… . Bu nedenle bilhassa ülkenin doğu ve güneydoğusunda, büyük toprak sahipleri, küçük toprak sahiplerinin elindeki toprağı satın alma yöntemi ve bazı usulsüzlüklerle, bir feodal bey misali, bu bölgelerde hüküm sürmüĢlerdir diyebiliriz. Bu senaryonun bir anlamda hazin sonu, köyünde toprağı kalmadığı için, yığınlar halinde Ģehirlere ve çoğunlukla Ġstanbul‟a göç eden insanlar ve beraberinde ortaya çıkan sosyal- ekonomik sıkıntılar olmuĢtur. Ġleride yeri gelince değinileceği gibi, bu durum, Ġstanbul gibi büyük Ģehirlerdeki sosyal yozlaĢmaların kaynağı olarak görülebilir. DP‟nin ekonomideki icraatları arasında, bazı sanayileĢme hamleleri de gösterilebilir. 1950‟de 137.000 ton olan şeker üretimi, 1960‟ta 643.000 tona ve fabrika sayısı 15-16‟ya çıkarılmıştır… Çimento istihsâli de, gene 10 yılda 400.000 ton‟dan 1.750.000 tona ulaştırıldı… Dokuma sanayi kapasitesi… 1950‟de 105 iken bu kapasite 43 1960‟ta 315‟e yükseldi . Demokrat Parti iktidarı bu ve benzeri geliĢmeleri gerçekleĢtirmekle ülkedeki sıkıntılı atmosferi bir nebze olsun dağıtabilmiĢtir diyebiliriz. Ama ilerleyen dönemde, 40 Ümüt Akagündüz, Yeni Ufuklar Dergisi Perspektifinde Türkiye’de DüĢünce Hayatı, (YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), http://scholar.google.com.tr/scholar?start=10&hl=tr&as_sdt=0&sciodt=0&cites=1320723216039017752, s. 34, (Gözlem Tarihi: 09.02.2012) 41 Ümüt Akagündüz, Yeni Ufuklar Dergisi Perspektifinde Türkiye’de DüĢünce Hayatı, (YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), http://scholar.google.com.tr/scholar?start=10&hl=tr&as_sdt=0&sciodt=0&cites=1320723216039017752, s. 35, (Gözlem Tarihi: 09.02.2012) 42 Eroğul, a.g.e. s. 146 43 Aydemir, a.g.e. s. 224 44 kendisinin muhalefetteyken CHP‟ye karĢı eleĢtiri konusu yaptığı birçok Ģeyde, kendisi de hatalara düĢmüĢtür. Aydemir bu durumu Ģöyle değerlendirmektedir: …Her gelen hükümetin, kendinden öncekini yetersiz bulması kadar tabii bir hal yoktur. Hatta kendi vaat ettiği şeyleri sonra kendisi gerçekleştiremeyip, eskisinden daha kötü neticelere düşse bile. Örneğin Demokrat Parti, borçlanmada, hayat pahalılığını yükseltmede, Halk 44 Partisi‟ni geçecektir. Altın stoku 130 tondan 19 tona inecektir… . Demokrat Parti, baĢlardaki olumlu adımlarına karĢın, sonraki iktidarlarında, gerek ekonomide gerek sosyal alanda ve politikada, Aydemir‟in de iĢaret ettiği gibi bazı gerilemelere sebep olmuĢtur ve birtakım yanlıĢ ve yersiz uygulamalarda bulunmuĢtur denilebilir. Bu baĢarısızlıklar, birbirlerinin itici gücü olarak yol almıĢtır; çünkü DP iktidarı, ekonomik ve sosyal alanda baĢarısızlığa düĢtükçe, siyasette de katı tutumlar takınmaya baĢlamıĢtır diyebiliriz. Eroğul bazı ekonomik sıkıntıları Ģöyle belirtir: … Daha ilk iktidar devresinde fiyat artışları hızlı olmuş ve dış ticaret dengesi hep açık vermişti. Ancak ilk devrede, esas itibariyle tarımda gerçekleştirilen büyük hamle sayesinde, milli gelir çok arttığından önemli bir bunalım ortaya çıkmamıştı… 1954 yılının Temmuz-Ağustos aylarında, hükümet birtakım sert tedbirler almak zorunda kaldı… İthalat ve ihracatta kaçakçılık yapanların cezaları artırıldı… Tedavüldeki para hacmi azaltıldı… Yine de tedbirler yetmedi zira mahsul çok düşmüştü… Amerika‟dan bir miktar buğday ithaline karar verildi. Kasım 1954‟te 45 Amerika‟dan 300.000 ton buğday alınması sağlandı… . Bu gidiĢat ise DP‟nin de CHP iktidarındaki uygulamalara sığınması demek oluyordu: Amerika‟dan 300 milyon dolarlık bir kredi talebinin reddedilmesiyle, DP iktidarı son çare olarak 1955 yılının Temmuz 46 ayında Milli Korunma Kanunu sert bir Ģekilde uygulamaya baĢladı . Bu kanun ilk olarak Halk Partisi döneminde, Ocak 1940‟ta çıkarılmıĢtır: Devlet ordunun ve kentli nüfusun fazla 47 sıkıntı çekmemesi için kimi tarım ürünlerini piyasa fiyatının altında satın almış ve bu da köylüleri büyük ölçüde mağdur etmiĢtir. DP de kendi döneminde bu kanuna geri dönerek halkın gözünde olumsuz karĢılanmayı göze almıĢtır diyebiliriz. Burada belirtilmesi gereken diğer bir önemli nokta, DP iktidarının ABD‟den talep ettiği borcun reddedilmesi, ABD‟nin de Türkiye‟deki ekonomik sıkıntıları fark ettiğini göstermektedir. …Dünya Bankasının Ankara‟daki temsilciliği Türk ekonomisinde tehlike çanlarının çaldığını Washington‟a 44 Aydemir, a.g.e. s. 188 45 Eroğul, a.g.e. s. 171 46 a.e. s. 172 47 Akın, a.g.e. s. 39 45 çoktan bildirmişti. Ticaret açığı büyüme eğilimindeydi. Borç ödemeleri gecikmeye başlamıştı. Seçim öncesi tarım ürünlerine yüksek fiyat verilmiş, bu enflasyonu artırmıştı. Şimdi taze kredi demek, batık kredi demek olacaktı. Amerikalılar Menderes‟e 300 Milyon 48 dolar yerine 30 milyon dolar hibe ettiler… . Bu ekonomik sıkıntılar çoğalırken, basından, muhalefetten çeĢitli eleĢtirilerin gelmesi demokratik bir ülkede normal addedilmektedir. Demokrasi deneyiminde henüz yolun baĢında olan Türkiye ve DP iktidarı, bu normal durumu hoĢ karĢılayıp, özeleĢtiri fırsatına dönüĢtürmeyip, bu eleĢtirileri bastırmak yolunu seçmiĢtir. Küçük bu bastırma hamlelerinden birini Ģöyle aktarır: 1954 yılından itibaren Basın Kanununda yapılan değişikliklerle muhalif basının büyük oranda baskı altına alındığı, iktidar taraftarı olmayan basın kuruluşları ile DP iktidarı arasında gerilimli günlerin yaşanmaya başladığı görülmektedir... 09.03.1954 tarih ve 6334 Sayılı “Neşir Yoluyla veya Radyo ile İşlenecek Bazı Cürümler Hakkında Kanun kabul edildi… Bu kanunla… devletin siyasi ve mali itibarını sarsacak veya ammenin telaş ve heyecanını mucip olacak mahiyette yalan haber veya havadislerin veya bu mahiyetteki 49 vesikaların yayımlanması suç haline getirilmiştir… . Bunun yanı sıra Resmi ilanlar konusunda muhalif gazete-iktidar yanlısı ayrımına gidildiği görülmektedir. 1953‟te yapılan bir düzenlemeyle 1951‟deki yasada düzenleme yapılarak, ilanların, gazeteler arasında ayrım gözetilmeksizin verileceği, sadece milli birlik ve beraberliği tehdit eden gazetelere ilan verilmeyeceği ve ilanların gazetelere verilen bedellerinin BaĢvekâletçe görevlendirilen bir komisyon tarafından belirleneceği 50 belirlenmiĢtir . Bu uygulamayla birlikte ister istemez basın, iktidar tarafından kategorize edilme ve bu doğrultuda ekonomik bir gücünden de mahrum bırakılma tehlikesiyle karĢı karĢıya kalmıĢtır. Demokrat Parti muhalefetteyken eleĢtirilerde bulunduğu birçok hususta, kendi iktidarında, antidemokratik politikalara yönelerek, bir çeliĢkiye düĢmekten kurtulamamıĢtır denilebilir. Esra KeleĢoğlu ĠĢler de bu doğrultuda Ģöyle yazar: …DP, muhalefet döneminde antidemokratik yasaların kaldırılması ve devlet başkanlığı ile yönetimin yansızlığının sağlanmasını şiddetle savunmuştu. İktidara geldiğinde genel af ilan etti ve kısa zamanda, yaptıklarıyla geçersiz hale getireceği liberal bir basın yasası çıkarttı; antidemokratik faaliyetlerini artırdı; siyasal liberalleşme karşıtı bir tutum aldı; 48 Mehmet Ali Birand, Can Dündar, Bülent Çaplı, Demirkırat, 11.b., Doğan Kitapçılık, Ġstanbul, ss. 74-75 49 Küçük, a.g.m. s. 74 50 a.m. s. 77 46 51 Ceza Kanunu‟nun baskıcı hükümleri daha da ağırlaştırıldı... .Bu pasajdaki bilgileri destekler nitelikte Uğur Mumcu Ģöyle söyler: 1947 tarihli <>, grev hakkını yasaklayan bir düzenleme getirmekteydi. 1949‟da iktidar adayı Demokrat Parti, programına grev hakkı koymuştu, ancak bu hak, on yıllık DP döneminde hiç tanınmadığı 52 gibi, sosyalist aydınlar üzerinde yoğun baskılar kurulmuştu… . Bu ve benzeri durumlar DP‟nin söylem ve eylemlerindeki iç çeliĢkileri göstermektedir diyebiliriz. Bir diğer antidemokratik uygulama da 1956‟daki toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunu ile ortaya çıkarılmıĢtır. Yılın her mevsimi ve her günü toplantı düzenleme hakkını siyasi partilerin elinden alan kanunla, bir toplantı yapılacağı zaman mülkî amirlerden izin 53 alınması Ģart koĢulmuĢtur . Yasanın çıkmasıyla beraber uygulaması peĢinden gelmiĢ, bir Karadeniz gezisi için Rize‟ye giden CHP genel sekreteri Kasım Gülek esnaftan bazılarıyla 54 el sıkıĢtığı için, söz konusu kanunu ihlâl ettiği gerekçesiyle altı ay hapis cezası almıştır . DP iktidarının, kendisine oy vermeyen KırĢehir halkını cezalandırması ise Türk siyasi tarihinde en ilginç olayların baĢında yer almaktadır. KırĢehir halkının kusuru ise 55 Millet Partisine ve onun yerini alan CMP‟ye oy vermesiydi . Malatya ili de bu yaptırımdan on beĢ gün önce, Malatyalıların verdikleri oylar nedeniyle cezalandırılmıĢ ve 56 Malatya içerisinden bir Adıyaman çıkarılmak suretiyle ikiye bölünmüĢtür . Bu cezalandırmalar DP iktidarının giderek ülke çapında bir baskıcı yönetime doğru, eleĢtiriye tahammülü olmayan bir yapıya bürünerek yürüdüğünü göstermektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi DP iktidarı, ekonomik ve sosyal politika alanında olumsuz sonuçlar aldıkça ve bazı gerilemeler ortaya çıktıkça otoriterleĢti, otoriterleĢtikçe ekonomik ve sosyal sorunlara daha da çare bulamaz konuma geldi diyebiliriz. Bu tablo, DP‟nin sanki bir sarmala düĢtüğünü göstermektedir. DP‟nin son döneminde ekonomik sıkıntılar daha da ağırlaĢarak gözlemlenmektedir. Cem Eroğul‟dan Ģu bilgileri aktararak devam edebiliriz: 51 Esra Keloğlu ĠĢler, “Demokrat Parti‟nin Halkla ĠliĢkileri Üzerine Bir Deneme”, ĠletiĢim Kuram ve AraĢtırma Dergisi, S.24, 2007, http://www.irfanerdogan.com/dergiweb2008/24/6.pdf, s. 114, (Gözlem Tarihi: 08.02.2012) 52 Uğur Mumcu, Tüfek Ġcad Oldu, 15.b. Tekin Yayınevi, Ġstanbul, 1994, s.92 53 Yusuf Tekin, “Demokrat Partinin Ġktidar Yıllarında Demokrasi Ġle Ġmtihanı”, Demokrasi Platformu, ed. N. YeĢim Erdoğan, C.1, S.17, Orion Kitabevi, Ankara, 2010, s. 146 54 a.m. ss. 146- 147 55 Eroğul, a.g.e. s. 163 56 a.e. s. 164 47 …Memlekette birçok mal bulunamaz olmuş, dükkânların önünde kuyruklar uzamaya başlamış ve karaborsa bir afet haline gelmişti. Hükümet durmadan yeni zamlara gitmekten başka çare bulamıyordu. İlk hamlede tekel maddelerine yeniden zam yapıldı; arkasından, Haziran 1958‟de kömürün ve Sümerbank ürünlerinin fiyatları artırıldı. Bu da yetmedi. Bu sefer demire, kâğıda ve ulaştırma araçlarına zam yapıldı. Bu zamlar çoğu kez yüzde yüz 57 oranını buluyordu… . Ekonomik sıkıntılarda CHP‟nin tek parti dönemiyle benzerlik arz etmeye baĢlayan ve hatta onu aĢan DP, demokrasi sınavında giderek daha baĢarısız olmaktaydı. Aydemir, hem ekonomideki sıkıntılara hem de DP‟nin siyasi uygulamalarına dair Ģöyle yazar: Borçlanmamak vaadiyle gelen Demokrat Parti iktidarı, gittikçe borçlanıyordu. Antidemokratik kanunları kaldıracağım diye iktidara gelen Demokrat Parti, bu kanunları kaldırmaktan başka, yeni antidemokratik kanunlar da getirmiştir. Bir vekilin bir imzasıyla, 58 dünyanın her yerinde dokunulmaz olan Yargıtay başkanı ve arkadaşları, beş dakikada yerlerinden ayrılmak zorunda kalırlar. Hükümetin buna: Ne yapalım, yeni kanun çıkardık, bu kanun bize, Yargıtay reisi üstünde tasarruf hakkı veriyor demesi, mantık karşısında 59 hazin bir yenilgiydi . Açıkça görülüyor ki DP iktidarı, bir müddet sonra kendi gücünün esiri olmuĢçasına hareket etmeye baĢlamıĢtır. Bu nedenle hem büyükĢehirlerde hem de kırsalda yavaĢ yavaĢ desteğini kaybetmeye baĢlaması da normal karĢılanmaktadır. Ayrıca bu uygulamalar eĢliğinde ülkedeki atmosferin giderek gerilmesi de kaçınılmaz olmuĢtur. Ġsmet Ġnönü‟ye yönelik UĢak‟ta, Topkapı‟da giriĢilen taĢlamalar, tartaklanmalar, linç 60 giriĢimleri de bu atmosferin hazin sonuçlarını oluĢturuyordu. Ayrıca Ġsmet Ġnönü bu dönemde DP için Ģu sözlerle demokrasiye dikkat çekmektedir: Memleket, ya DP idaresi, 61 ya bir ihtilâl idaresi şıkkı arasında tercih yapmaya mecbur kalmamalıdır . Metin Toker, 62 İsmet İnönü‟nün şiddetle istediği şeyin, DP iktidarını yeni bir seçime zorlamak olduğunu söylemektedir. Ama muhalefeti her noktada bastıma hırsına kapılan DP, bu demokrasi isteğini görmeyerek veya buna inanmayarak, hem Ġnönü‟ye yapılan somut saldırılara hem de bütün muhalif çevreye karĢı giriĢilen baskı politikasına müdahale etmiyordu. Aslında DP‟nin 1957 genel seçimlerinde 1954 seçimlerine kıyasla yüzde 10.72 dolayında oy kaybına uğraması ve yüzde 47.70 oranında oy alması, onun arkasındaki halk desteğinin 57 Eroğul, a.g.e. ss. 221- 222 58 Burada, eserdeki yazım Ģekline sadık kalınmıĢtır. 59 Aydemir, a.g.e. s. 263 60 a.e. s. 307 61 Metin Toker, Demokrasiden Darbeye 1957-1960, 1.b., Bilgi Yayınevi, Ġstanbul, 1991, s.204 62 a.e. a.y. 48 63 giderek azaldığının açık bir iĢaretiydi denilebilir . Ama çoğu zaman bu iĢaretleri görebilmek, iktidarı elinde tutanlar için mümkün olamamıĢtır. Demokratik düzende elbette çoğunluğun oyları iktidarı belirler fakat ideal demokrasi için muhalefet elzemdir. DP‟nin antidemokratik politikalarının arka planındaki düĢünceye dair Erol Güngör Ģöyle bir değerlendirmede bulunur: … Demokrat Parti halkın reyleriyle ve ezici bir çoğunlukla iktidarı elinde tutuyor, fakat iktidarda kalabilmek için bu çoğunluğun yetmeyeceğini görmüyordu. 30 yıllık bir idarenin bir iktidar değişikliğiyle kısa zamanda tasfiyesi zaten beklenemezdi. Nitekim demokratlar inkılâpçı, yani Halk Partili münevver kadrolarını tasfiye ederek bunların yerine demokratik, halkçı yeni kadrolar getirmeyi başaramadı, hatta bunu düşünemedi. Münevver çevrelerin rey çoğunluğu bakımından bir önem taşımadığını düşünen Demokrat Parti, vaktiyle CHP‟nin iktidardan düşmesinde büyük rol oynayan üniversite ve orduyu da kaybettiği zaman sadece kendini 64 değil, Türk demokrasisini de korkunç bir uçuruma sürükledi… . Güngör bu pasajda çok önemli bir noktaya dikkat çekmektedir: DP‟nin iktidara gelmesinde rol oynayan kurumların ikisi de DP‟nin antidemokratik politikaları karĢısında pozisyon değiĢtirmiĢtir. Bu durum, muhalefetteyken iktidara gelen ve iktidardayken, siyasi yozlaĢmalara karıĢan bir parti için önemli bir mesaj mahiyetindedir denilebilir. Menderes‟in çoğunluğun her Ģeyi yapabileceğine olan inancı, partisinin grup toplantısında, şahlanan, coşan ve kendisini eleştiren milletvekillerini yatıştırmak için, “arkadaşlar, siz isterseniz, hilâfeti bile geri 65 getirebilirsiniz” Ģeklindeki sözlerinde de görülebilmektedir. Ne yazık ki bu inanç, Cumhuriyet fikriyle de çeliĢmektedir. DP döneminde DP‟ye muhalefet etmek, pek tabiidir ki Adnan Menderes‟e muhalefet etmek demekti. Parti dıĢı muhalefetin, baskıcı politikalarla ezilme çabası, parti içi muhalefete karĢı da benzer Ģekillerde uygulanmıĢtır denilebilir. Ġsmet Bozdağ, Menderes‟in, parti içine yönelik giriĢtiği bazı uygulamalara Ģöyle değinir: … Adnan Menderes… Parti grubunu, Meclisi, Hükümeti idare ederken uyguladığı başarılı taktiklerine… başvurdu. Gözdağı vermek için 1955 bütçesinde muhalefetin başaramadığı kadar bilgili ve dokümanter bütçe eleştirmeleri yapan Dr. Feridun Ergin‟i Yüksek Haysiyet 63 Mustafa Albayrak, “Demokrat Parti Döneminde Ġktidar Muhalefet ĠliĢkileri”, Demokrasi Platformu, ed. N. YeĢim Erdoğan, C.1, S.17, Orion Kitabevi, Ankara, 2010, s. 177 64 Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, 21. b., Ötüken NeĢriyat, Ġstanbul, 2011, s. 243 65 ToktamıĢ AteĢ, YaĢasın Cumhuriyet, 1.b., yay.haz. L. Hilal Akgül, Ġstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Ġstanbul, 2000, s. 23 49 Divanı‟na verdi. Mükerrem Sarol‟u eski arkadaşlığını kullanarak okşadı ve dilini tutmasını sağlamaya çalıştı. Fuat Köprülüyü yatıştırdı. Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu ile Fethi Çelikbaş‟ı önce kendi haline bıraktı. Fakat sonra aralıksız mücadeleleri karşısında, Genel İdare Kurulunda bir karar alarak (10 Ekim 1955), Parti aleyhinde bulundukları ve ikilik çıkardıkları gerekçesiyle bundan böyle Genel İdare Kurulu toplantılarına 66 giremeyeceklerini kendilerine bildirdi . Ayrıca bu dönemde CHP ve DP arasındaki atıĢmalar çok Ģiddetli olmaya baĢlamıĢtır. 1955 yaz mevsimi siyasette oldukça çetin, kavgalı ve gergin günlerle geçmişti. İktidar, ülkedeki her türlü fenalığın kaynağı olarak muhalefeti gösteriyor, muhalefet de ülkenin en öncelikli sorununun çözümünü DP 67 iktidarından kurtulmak olarak görüyor ve o uğurda büyük çaba sarf ediyordu . Bu sert atıĢmalara örnek olarak Menderes‟in CHP‟yi, siyasi ahlâk buhranı içinde olmakla suçlaması, Ġnönü‟nün de buna karĢılık, müdafaa hakkı verilmemiş insanlara yapılan 68 tecavüzler, tecavüz edenleri mahkûm eder Ģeklinde cevap vermesi gösterilebilir. 1958 yılı da DP için birçok sosyal ve ekonomik sıkıntılar getirmiĢtir. Bu dönemde DP iktidarı hem içte yaĢanan sıkıntılar hem de dıĢ dünyayla olan iliĢkilerde ortaya çıkan sorunlar nedeniyle bir hayli yıpranmıĢtır denilebilir. …İki yıldan beri artarak devam eden ekonomik sıkıntılar, karaborsa, döviz darlığı, mal sıkıntıları, hayat pahalılığı, basın, 69 Yüksek Yargı ile… Yaşanan sorunlar ve muhalefetin baskıları… . Bu yıpranmada büyük pay sahibidir. Uluslar arası iliĢkilerde ise beklenmedik bir geliĢme olmuĢtur: … 14 Temmuz 1958 günü Türkiye‟de Irak, Pakistan ve İran devlet başkanlarının katılması ile Bağdat Paktı‟nın bir toplantısı yapılacaktı. Irak Kralı Faysal ve Başbakanı Nuri Sait, bu toplantıda bulunmak için… yola çıkarlarken aniden bir ayaklanma oldu ve ikisi de öldürüldü. Hemen arkasından Irak‟ta Cumhuriyet ilan edildi… Bu darbe, belki de en fazla Türkiye‟yi etkiledi… Devrimin hemen ertesi gün Amerika, Türkiye topraklarındaki üslerinden birini kullanarak Lübnan‟a asker çıkarmıştır. Yani Türkiye… vahim sonuçlar doğurabilecek bir askeri müdahaleye, ilk anda rampalık etmek suretiyle, doğacak bir 70 tepkinin ilk hedefi olmak tehlikesine itilmiştir… . Bu durum da zaten içeride bunalmıĢ olan DP hükümetini, dıĢarıdan bir baskıyla daha da zor bir döneme sokmuĢtur denilebilir. Ayrıca ekonomide giderek daha da çok zor duruma düĢen iktidar, meĢhur 4 Ağustos kararları ile Türk parasının dıĢ değerini üç katından fazla düĢürmek suretiyle ve akabinde kredi alabilmek umuduyla Batı‟ya el 66 Ġsmet Bozdağ, Demokrat Parti ve Ötekiler, Kervan Yayınları, Ġstanbul, 1975, s. 51 67 ġerif Demir, Düello, 1.b., ed. Adem Koçal, TimaĢ Yayınları, Ġstanbul, 2011, s.114 68 a.e. s.115 69 Albayrak, a.g.m. s. 180 70 Eroğul, a.g.e. s. 222 50 71 açmayı getiren bir yol izlemiĢtir . Bütün bu sosyal-siyasal sorunları gidermek adına denenen çözüm yolları, ne yazık ki DP için, istenmeyen sona doğru atılmıĢ birer adım olarak tarihe geçmiĢtir diyebiliriz. Toparlamak gerekirse Demokrat Parti büyük umutlarla geldiği iktidar makamında, ilk baĢlarda ekonomiyi canlandırarak hızlı girdiği yolda, yukarıda sözünü ettiğimiz ekonomi-politika sarmalına yakalanarak yavaĢlamıĢtır. Bu sarmal, toplumda ekonomik ve sosyal sıkıntılar arttıkça politikada antidemokratik uygulamalara giriĢmek olarak ĢekillenmiĢtir. 1950-1954 yılları arasındaki ilk dönemde hemen her alanda baĢarı yakaladığı söylenebilir fakat 1954-1957 ve 1957-1960 dönemleri için bu baĢarılar sağlanamamıĢtır. Giderek kırsaldaki halkın ve merkezdeki küçük çaplı burjuvazinin gözünden düĢtüğü de söylenebilir. ToktamıĢ AteĢ, DP‟nin halk desteğini kaybetmesini, bir perde görevi görerek gizleyen ve bu durumun bizzat DP tarafından anlaĢılmasını 72 engelleyen Ģeyi, çoğunluk sisteminin bir cilvesi olarak görmektedir. Bu doğrultuda, DP‟nin o günkü koĢullarda sıradan bir vatandaĢın gözünden değerlendirildiği bir sahneyi aynen aktarırsak, söz konusu düĢüĢü daha iyi kavrayabiliriz. Aydemir‟in bizzat yaĢadığı bir olayı onun yazdığı Ģekilde aktaralım: … O günlerin havasını… bir Karadeniz gezisinde, Giresunlu komisyoncu Bekir veya Bekiroğlu olarak hatırladığım bir vatandaştan, en manâlı şekilde dinlemişimdir. Bekir‟in işi ayakta fındık simsarlığıydı. Bir dükkânı da yoktu… Bir kenar kahvede ve ben sormadan durumu özetledi… Sözleri şu oldu: Efendim, bunları biz getirdik. Ama işleri bitmiştir. Şimdi dua edelim ki memleket daha kötüye gitmeden bize bir baş çıksın. Ama Gazi Paşa gibi bir baş! Yoksa ne olacağını Allah bilir… Evet işler iyi gitmiyordu… Bekir haklıydı… Ne gariptir ki bu görüşü ve Demokrat Parti‟nin kalesi olan Karadeniz kıyılarında… nice 73 vatandaşlardan dinlemişimdir. Ve gene ne gariptir ki bunların hemen hepsi 74 demokratlardı… . Yine bir baĢka örneği de Bülent Ecevit‟in Ģu sözlerinde görebilmekteyiz: …27 Mayıs 1960 Devrimi‟nden kısa bir süre sonra bir köye gitmiş bir arkadaşımız. O köy halkının çoğunluğu Demokrat Partiliymiş ve durumdan üzgünmüşler. Bu arkadaşımız da onların bu üzüntülerine ve duygularına saygılı olarak onlarla sohbet etmiş ve değerlendirmelerini almaya çalışmış… Bir yaşlı köylü, rahmetli Menderes için, “Menderes 71 Eroğul, a.g.e. s. 221 72 ToktamıĢ AteĢ, Bilmek ve Bilmemek, 1.b., Tekin Yayınevi, Ġstanbul, 1989, s. 105 73 Yazım hatası, kaynak olarak kullanılan eserin yazarına aittir. 74 Aydemir, a.g.e. s. 364 51 75 işe çok iyi başladı da sonunda devleti karşısına aldı” demiş… . Burada kısaca belirtmek gerekirse Ecevit, Türkiye‟deki devlet algısına dikkat çekmek suretiyle, DP‟nin bir ihtilâl ile devrilmesini, bir vatandaĢ gözünden aktarmaktadır. Her dönemde ekonomik zorlukları en iyi hissedenin sade vatandaş olduğu bilinir ve bu bağlamda yukarıda ortaya çıkan manzara da bu tespitin doğruluğuna iĢaret etmektedir. Siyasi yönden kendisine aĢırı güvenen bir lider olan Adnan Menderes‟in, 1957 seçiminde izlediği politikayı Metin Toker Ģöyle anlatır: …Adnan Menderes‟in <> sözü bilinir. 1957 seçimleri bu ilkenin uygulaması sayılsa yeridir. Çok yerde birtakım odunlar milletvekili seçildiler. Ama keşke 76 seçilmeseydiler. Zira akıbetleri, odundan milletvekillerinin akıbeti ne olabilirse o oldu… . Toker‟in tespitleri, Menderes‟in o dönemde yanlıĢ biçimde hissettiği aĢırı güveni ortaya koymaktadır. Yukarıdaki birçok etken, DP‟nin giderek zorluk içine girdiğini ve dolayısıyla bu güven duygusunun abartılı ve temelsiz durduğunu daha önceden göstermiĢtir denilebilir. DP dönemi, ekonomik ve sosyal sıkıntıların, siyasi faaliyetlerdeki bozulmalarla el ele gittiği bir dönem olmuĢ ve 27 Mayıs 1960 ihtilâli ile iktidardan 77 alınmıĢtır . 75 Bülent Ecevit, Demokratik Sol, 1.b., ed. Levent Cinemre, Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları, Ġstanbul, 2010, s. 19 76 Metin Toker, DP YokuĢ AĢağı 1954-1957, 2.b., Bilgi Yayınevi, Ġstanbul, 1991, s. 259 77 27 Mayıs ihtilali, bu çalıĢmanın konusunun sınırları içinde düĢünülmediği için, ayrıntıya girilmemiĢtir. Ġlgilenecek olanlar için Ümit Özdağ‟ın “Menderes Döneminde Ordu Siyaset ĠliĢkileri ve 27 Mayıs Ġhtilali” adlı eseri bu konuda aydınlatıcı niteliktedir. 52 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM CEVAT FEHMĠ BAġKUT: SOSYAL DEMOKRAT ESĠNTĠLER Bu çalıĢmanın konusunu teĢkil eden Cevat Fehmi BaĢkut 1905 yılında Edirne‟de doğdu. Eyüp Rüştiyesi ve İstanbul İdadisi‟ni bitirdi. Milli Mücadeleye katılarak Anadolu‟ya geçti. 1928 yılına kadar TBMM Matbaasında düzeltmen, sonrasında TBMM zabıt kâtibi olarak çalıştı. İstanbul‟a dönerek Vakit, Son Saat, Cumhuriyet gazetelerinde muhabirlik, yazarlık ve yazı işleri müdürlüğü yaptı. 1952-1959 yılları arasında İstanbul Gazeteciler Cemiyeti başkanlığını, son olarak da Oyun Yazarları Derneği‟nin başkanlığını 1 yürüttü . Öte yandan BaĢkut, Ġstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsünde mesleki dersleri vermek suretiyle hocalık yaptı ve bu görevi, dönemin Ģartlarında az bir ücretle, 2 3 fedakârlıkta bulunarak üstlenen birkaç kiĢiden biri oldu . Oyun yazmaya Muhsin Ertuğrul‟un teĢvikiyle 1942‟de baĢlayan BaĢkut, 1971 yılında vefat etti. Oyunlarında ağırlıklı olarak orta tabakanın yaĢam biçimini, sorunlarını ele alan BaĢkut, bununla birlikte Cumhuriyet sonrası toplumdaki dönüĢümleri, sosyal sınıflar arasındaki çatıĢma ve çeliĢkileri, kuĢaklar arası zıtlıkları gerçekçi bir üslupla aktarırken, aynı zamanda ustalıkla hicvetmiĢtir. Bu bölümde, Cevat Fehmi BaĢkut‟un toplumsal hayatın hemen her alanına, yönelik eleĢtirilerine bakmaya çalıĢacağız. 1.SOSYO- EKONOMĠK ÇATIġMALAR VE SĠYASAL SORUNLAR Cevat Fehmi BaĢkut, Cumhuriyetten sonra kırdan kente yaĢanan göç dalgasıyla ortaya çıkan sosyo-ekonomik çatıĢmaları, çeliĢkileri sık sık ele alan bir yazar olmuĢtur. Bu göç hareketi, sanayileĢmeyi bir ölçüde baĢarmıĢ olan büyük kentlerde, masum köylüyü Ģehrin hızlı ve maddi sosyal iliĢkisiyle karĢı karĢıya bırakmıĢtır. Dolayısıyla yeni sanayileĢen Ģehirlerin maddi ve manevi iliĢkiler açısından aĢırı derecede yozlaĢması, BaĢkut tarafından dile getirilen önemli konulardan biri olmuĢtur. O‟nun eserlerindeki karaborsacı tüccar, sinsi kapıcı, uyanık politikacı… gibi tipler, bu temayla ĢekillenmiĢ ve 1 Bu bilgiler Ġnkılâp Yayınlarının “Cevat Fehmi BaĢkut-Bütün Tiyatro Eserleri” dizisi içerisinde yer alan kitapların arka kapağından alınmıĢtır. Orada, bu bilgilerin kaynağı olarak belli bir yer, kiĢi veya kurum iĢaret edilmemektedir. Ancak hemen hemen bütün elektronik kaynaklarda benzer bilgiler mevcuttur. 2 Diğer kiĢiler, Burhan Felek, ġevket Rado, Enis Tahsin Til‟dir 3 http://www.istanbul.edu.tr/iletisim/?page=template-news/detail&int_Id=62 ( Gözlem Tarihi:14.12.2011) 53 ortaya çıkarılmıĢ karakterlerdir. AĢağıda, bunlara yeri geldiğince değinerek ve BaĢkut‟un gazete yazılarından aktarmalar yaparak, kanımızca o‟nun bilhassa ekonomik eleĢtirilerinde sosyal demokrat bir çizgiye yaklaĢtığını vurgulamaya çalıĢacağız. 1.1. Kaybolan Sosyal Adalet, Ekonomik Sorunlar Yukarıda kısaca bahsettiğimiz durum, sanayileĢme ve dolayısıyla “ĢehirleĢme” ile ilgili bir durumdur ve sosyal-ekonomik iliĢkiler açısından geleneksel toplum yapısıyla zıtlık arz etmektedir. Ülgener bu konu üzerine Ģöyle yazar: Sanayi mahallelerinin kuruluşundan beri kısmetine razı, mütevekkil bir kütleyi şehrin kenar semtlerinde bulmak pek zor olduğu gibi, ancak kendi ihtiyaçları için çalışan ve en zaruri ihtiyaç maddelerini satın almak için piyasaya istihsalde bulunan kapalı, münzevî bir köylü ailesine rastlamak 4 da kolay değildir. Köylü, pazara çıkmanın ve para kazanmanın tadını almıştır . Tabi bu gibi durumlar baĢka formlara bürünmüĢ Ģekliyle Anadolu‟nun birçok yerinde de ortaya çıkmıĢtır. Özellikle Cevat Fehmi BaĢkut‟un Buzlar Çözülmeden adlı eserinde, bir ilçede gerçekleĢen siyasi, ticari sahtekârlıklar, hicvedilerek anlatılmaktadır. Bu eserdeki fırsatçı, karaborsacı tüccar, rüşvetçi politikacı tipleri, Ģehirdekilerin uzantısı gibi düĢünülmelidir. Buzlar Çözülmeden adlı eserinde BaĢkut, kar yağıĢı nedeniyle yolları uzun süre kapalı kalan bir doğu kasabasındaki Deli Kaymakam‟ın icraatlarını ele alır. Kaymakam‟ın deli olması, söz konusu kasaba yeni kaymakamını beklerken, bu kasabaya yakın bir yerdeki tımarhaneden kaçan delinin, kasaba halkı tarafından kaymakam sanılmasıyla ilgilidir. BaĢkut ilk eleĢtirisini, daha bu noktada vermiĢ olur çünkü bu Deli Kaymakam, akıllı idarecilerin yapamadıklarını yapabilecektir ve kasabanın bütün sorunlarına çözüm getirebilecektir. BaĢkut bu eserinde, kaymakamın aracılığıyla, sosyal demokrasi ile bağdaĢan ve hatta yer yer sosyalizme varan bazı diyaloglar ortaya koyar. Bu diyaloglardan birinde Deli Kaymakam, ortaya çıkardığı bazı karaborsa depoları ve bu depoların sahiplerine yönelik hiddetle konuĢur: Ambarlar dolusu yiyecek, depolar dolusu yakacak, variller dolusu gaz bulduk. Bu alçakları kendi ellerimle parçalamak istiyorum. Bütün bulduklarımızı zapt ettim. Yarından itibaren meydanlarda sermayesine ben satacağım. Ne 5 sermayesi, bedava satacağım… . Bu diyalogda ortaya çıkan, yöntem açısından antidemokrat bir manzara olup diğer taraftan halkın temel ihtiyaç maddelerini, kıtlık 4 Sabri F. Ülgener, Zihniyet, Aydınlar ve Ġzm’ler, Derin Yayınevi, Ġstanbul, 2006, s. 74-75. 5 Cevat Fehmi BaĢkut, Buzlar Çözülmeden, Hacı Kaptan, yay. haz. (Yayına Hazırlayan) ġafak BarıĢ, Bütün Tiyatro Eserleri, Ġnkılâp Kitabevi, Ġstanbul, 2006, s. 46 54 zamanlarını fırsat bilerek, daha yüksek fiyatlardan satmak üzere depolayanların cezalandırılması için uygun bir tutum gibi gözükmektedir. Öte yandan bu sahnede vurgulanan bir diğer nokta, ekonomideki problemlerin çözülmesinde devlete ve devlet yetkililerine düĢen görevdir. Bu da genel anlamda sosyal demokrasinin, gelir paylaşımı, 6 demokratik planlamaya gidilmesi vb politikalarda, devlete görev ve sorumluluk yükleyen ilkeleriyle bağdaĢmaktadır. Diğer bir eleĢtiri de insanların yaĢam Ģartları arasındaki dengesizlik, eĢitsizlik üzerine olup, BaĢkut‟un bir baĢka eserinde göze çarpmaktadır. Paydos adlı eserinde BaĢkut, tecrübeli bir öğretmenin, hayat Ģartlarını resmederken, bir yandan da söz konusu öğretmenin erdemli duruĢunu vurgular. Söz konusu öğretmen, ahĢap bir evin kiralık 7 odalarından birinde yaĢamaktadır ve maddi birçok sıkıntısı bulunmaktadır . Yine bir baĢka eserinde, mesleği içindeki yozlaĢmalara direnmekle pes etmek arasında kalan bir doktorun, büyükĢehirdeki mücadelesine değinir. Söz konusu doktor, birçok maddi zorluk sebebiyle, mesleği içinde etik olmayan uygulamalara baĢvurmak zorunda kalır ve bu devirde büyükĢehirlerde türemiĢ olan hasta simsarları ile iĢ yapmaya razı olur. Bunun savunmasını da Ģu Ģekilde yapar: …Görüyorsun ya, iş yok işte… Profesörlerden, meşhur doktorlardan bize sıra kalmıyor ki… Her biri günde 30-40 hastaya bakıyor… Bir haftadır tek hasta 8 gelmedi… . Bu sözlerden de anlaĢılabileceği gibi BaĢkut, yarattığı karakterlerin dili ile seyirciye bir mesaj verme gayesinden uzaklaĢmamayı benimsemiĢ görünmektedir. Ayrıca doktorluk gibi önemli bir meslekte dahi yaĢanabilen bu türlü yozlaĢmaların, hiç böyle bir davranıĢa, tutuma yanaĢmayacak olan bir insanı bile maddi yetersizlikler nedeniyle bu gibi iĢlerin içine çekebileceğini de gösteriyor. Erdemli doktor, öğretmen, hâkim vb karakterler, maddi zenginlik ile manevi huzur, onur arasında gelgitler yaĢayabilmektedir. Hızlı ve maddi çıkarlara dayalı Ģehir yaĢantısı, o bilindik Anadolu insanının saflığını yerle bir ederken, BaĢkut da bu gibi sahneleri eserlerinde sık sık iĢlemiĢtir. Yine Paydos adlı eserinde, savaĢ zengini bir tüccar, felsefe bölümünü yeni bitirmiĢ bir gence Ģöyle çıkıĢır: …Böyle kazık kadar adamın eli ekmek tutmaz olur mu? Ne günlere kaldık? Yemin ederim ki sen daha bir zeytinyağı fıçısı açmasını, bir terazi kullanmasını, hatta tezgâh silmesini 6 Hüsnü Erkan, Canan Erkan, Ekonomide Sosyal Demokrat Alternatif, 1.b., Altın Kitaplar Yayınevi, Ġstanbul, 1989, s. 55 7 Cevat Fehmi BaĢkut, Paydos, BüyükĢehir, yay. haz. ġafak BarıĢ, Bütün Tiyatro Eserleri, Ġnkılâp Kitabevi, Ġstanbul, 2006, s. 9 8 Cevat Fehmi BaĢkut, Sana Rey Veriyorum, Kleopatra’nın Mezarı, yay. haz. ġafak BarıĢ, Bütün Tiyatro Eserleri, Ġnkılâp Kitabevi, Ġstanbul, 2005, s. 15 55 9 bilmezsin… . Bu tabloda BaĢkut, Georg Simmel‟ın metropol hayatı tasvirine bire bir uyan bir manzarayı göstermiĢ olur. Simmel, metropol kültüründe yaĢamakta olan insan için Ģöyle der: … Kişiler arasındaki bütün duygusal ilişkiler, bireyselliklerine dayanır. Ussal ilişkilerdeyse insan bir sayı gibi, diğerlerinden farklı olmayan bir öğe gibi hesaba katılır ve yalnızca nesnel olarak ölçülebilen işleriyle ilgi görür. Bu nedenle metropol insanı, etrafındaki kimseleri satıcı ya da müşteri, hizmetçi hatta çoğu kez ilişki kurmak zorunda 10 olduğu kişiler olarak görür… . Tezgâh silmesini bilmemesi nedeniyle, sonradan görme bir tüccar tarafından eleĢtirilen felsefe mezunu gencin de bu tüccarın gözünde nesnel olarak ölçülebilen bir yeteneği yoktur. Dolayısıyla BaĢkut da bize, hızla ve bir anlamda pervasızca sanayileĢen bir kentin insanlarındaki ruhsal aĢınmayı anlatarak, bilgili olmanın değil de insanların ne kadar kazandığı veya kazandırdığıyla ilgilenen karakterleri resmetmektedir. BaĢkut bu gibi manzaraları, özellikle kendi zamanının gerçek olaylarından esinlenerek çizmektedir. Örnek olarak, o‟nun Cumhuriyet Gazetesindeki köĢesinden 11 aktardığı bir habere bakmak, yerinde olacaktır . BaĢkut Ģöyle yazar: Evvelki gün Demokrat Partinin İstanbul adaylarından biri “kuyruk, hak, hukuk, medeniyet demektir.” demiş… Sen zaruretin, darlığın, yokluğun ifadesi olan kuyruğu kalk da medeniyet alâmeti 12 olarak halka kabul ettirmeye çalış! . Burada dikkat edilmesi gereken nokta, toplumdaki belli baĢlı kıtlıkların neden olduğu kuyrukların, söz konusu siyasetçi tarafından, politik çıkarlar uğruna farklı değerlendirilmesidir. BaĢkut da bu tavrı eleĢtirmektedir. Dönemin Ģartlarında sanayileĢmenin birkaç Ģehirle sınırlı kalması, şehirleşme hareketinde de büyük sorunlar yaratmıĢtır ve bugün hala bu sorunların uzantıları devam 13 etmektedir . BaĢkut, o dönemde bu soruna dair önemli bir noktaya iĢaret eder: … Bu şehirde kaç kişi için barınacak yer, kullanılacak su, içilecek süt, yenecek et, sebze, ekmek, binilecek nakil vasıtası var? Şu kadar kişi için değil mi? O halde bu şehir ancak o kadar kişi alır. Sen bu pek mühim noktayı gözetme, şehrin kapılarını Anadolu‟da beş on para yapıp İstanbul‟da yerleşerek bunları yemeyi kuranlara veya İstanbul‟un taşı toprağı altın diyip para kazanmak üzere soluğu burada alanlara ardına kadar aç, sonra da 9 BaĢkut, Sana Rey Veriyorum, Kleopatra’nın Mezarı, a.g.e. s.41 10 Georg Simmel, Modern Kültürde ÇatıĢma, 6.b., yay. haz. Elçin Gen, çev. Tanıl Bora- Nazile Kalaycı- Elçin Gen, Sanathayat Dizisi 2, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2009, s. 88 11 Bu çalıĢmada, Cevat Fehmi BaĢkut‟un köĢe yazıları, Uludağ Üniversitesi Merkez Kütüphane-Gazete ArĢivinden yararlanılarak incelenmiĢtir. 12 Cevat Fehmi BaĢkut, “Milletle alay mı ediyorlar?”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 21.10.1957 13 Bu konu 4.Bölümde iĢlenmektedir. Bilgi için bkz. H. Tarık ġengül, Muhafazakâr Popülizm, 1.b., Ġmge Kitabevi, Ankara, 2011. 56 yetişmeyen yiyecek maddeleri karşısında şaşır. İstiap haddi tayin edip de tıka basa dolmuş vapurlardan, tramvaylardan adam indirmeye kalkış. Olmaz efendim… İstiap haddi evvela şehir için tayin edilmeli, ondan sonra diğerleri gelmeli! ... Bir akşam vakti şehrin büyük meydanlarında, yağmur, kar altında binecek vasıta bekleyen binlerce… İnsandan mürekkep sıra sıra dehşet verici kuyrukları hiç gördünüz mü? İyi ama İstanbul şehrine bir istiap haddi tayin edilmezse, bu kuyruklar kısalmayacak gün geçtikçe daha fazla uzayıp 14 gidecektir… . Bu uzun alıntıda en önemli nokta, ĢehirleĢmede uygulanan daha doğrusu BaĢkut‟un deyiĢiyle uygulanmayan politikalar, önemli sosyal sorunlar doğurmuĢtur. Elbette o dönemde sanayinin ve beraberinde birçok ekonomik fırsatın Ģehri olan Ġstanbul, bu yanlıĢ uygulamalar sebebiyle vasıta bekleyen yolcu kuyruklarına, o dönem için gıda kuyruklarına, çarpık kentleĢmeye maruz kalmıĢtır. BaĢkut, buna önlem alınmamasından yakınırken, bu durumun doğuracağı birçok soruna da dikkat çekmiĢ olur. Özellikle de ĢehirleĢme konusunda, BaĢkut‟un iĢaret ettiği sahnelerden bugüne bakarak bu söylenebilir. Yine bir baĢka köĢe yazısında, devletin içki ve tütün mamullerine yaptığı zam‟ın adaletsiz ve yersiz olduğundan yakınan BaĢkut Ģöyle yazar: Sen bütün tacirlerin, bütün esnafın sattığı malların fiyatlarını emirle indir ve kendi sattığın malların fiyatlarına bindir. 15 Bu akla, mantığa hatta bir bakıma insafa sığacak iş mi? . BaĢkut‟un tespiti, adil olmayan bir fiyat artıĢı olup, ona göre bu uygulama, mevcut hayat pahalılığı sırasında uygun düĢmemektedir. BaĢkut, bu alıntılarda da görüldüğü gibi bilhassa halkın ekonomik mağduriyetine dikkat çekip, ekonomik düzende sosyal adalet ilkesini dikkate alan bir yazar olarak karĢımızdadır. Söz konusu dönemdeki ekonomik sıkıntılar, elbette rakamlarla tespit edilmiĢtir. BaĢkut bir yazısında, bu rakamları vererek, ülkenin içinde bulunduğu durumu ortaya koymaya çalıĢmaktadır: Milli gelirin fert başına isabet eden miktarı, DP‟nin öteden beri kullandığı propaganda materyalinin başında gelmektedir. İçinde bulunduğumuz seçim mücadelesinde bu rakam… sık sık ortaya çıkmakta, 1950‟den evvel 387 lira tutan yekûnun bugün 867 liraya çıktığı belirtilmektedir… Bir iktisatçı << 1950‟den evvel bir altın 50 kâğıt liraya alınabiliyordu. Altının bugünkü fiyatını 867 rakamı ile mukayese edecek olursanız milli gelirin artıp 16 artmadığını kolaylıkla anlarsınız…>> diyor . DP iktidarının son döneminde, ekonomik zorlukların daha da kendini göstermesi, yukarıda da bahsettiğimiz sosyal gerçekliklerin doğmasına neden olmuĢtur. Bu zorluklar, 14 Cevat Fehmi BaĢkut, “Gene Kuyruklara Dair”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 20.03.1958 15 Cevat Fehmi BaĢkut, “ Sırası mı idi?”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 6.12.1957 16 Cevat Fehmi BaĢkut, “ Politikacılık Güç Meslek”, Cumhuriyet, 19.10.1957 57 bazıları için fırsat bilinmiĢ ve vatandaĢlar arasında gelir eĢitsizliği boy göstermiĢtir. Cem Eroğul, bu konu üzerine Ģöyle yazar: Demokrat Parti, iktidarının daha ilk yıllarında… ticaret burjuvazisini desteklemek için de elinden geleni yaptı. Bir kere, köyün Pazar ekonomisine açılması, yine mevcut mülkiyet ilişkileri içinde, aracı sınıflara yaradı… Aracılar, palazlandıkça kompradorlaştılar; kısa zamanda büyük kâr getiren spekülasyon oyunlarını ve “batılılaşma” özlemlerini doyuran lüks harcamaları tercih ettiler. Böylece, 17 toplumun sırtından kazandıkları büyük paraların, topluma bir faydası olmadı . Cevat Fehmi BaĢkut da toplumdaki sosyal-ekonomik adaletsizliğin kaybolmasına yönelik Ģöyle bir yazı kaleme alır: Dünkü gazetelerde çıkan ilanlara göz gezdirirseniz, İstanbul‟da 2.000.000 liraya bir apartman satılmakta olduğunu görürsünüz… Bu ilanı okuyanların, gene aynı gazetelerin birkaç gün önceki nüshalarında intişar eden bir haberi hatırlamamaları imkânsızdır. Bu haberde Anadolu şehirlerinden birinde on kuruşluk bir alacak için bir adam öldürüldüğü bildirilmekte idi… İşte bizce tehlike buradadır. İki milyon liraya apartman yapan vatandaşın mensup olduğu sınıf ile 10 kuruş için adam öldüren vatandaşın dâhil bulunduğu 18 sınıf arasındaki derin uçurum, yarın bu memleketi çok büyük felaketlere sürükleyebilir… . BaĢkut, yurdun doğusu ve batısı arasında gerçekleĢen, ekonomik temelli iki olayı aktarırken, toplumun, keskin bir sınıf çatıĢmasına doğru sürüklenebileceğine iĢaret etmektedir. Yani bir kez daha sosyal adalet vurgusu ön planda olduğu gibi, ekonomik ve sosyal dengesizliğin boyutlarına da değinilmektedir. Sosyal demokrasi bağlamında, devlet gelirini yüksek tutarak, geliri devlet eliyle daha eşitlikçi biçimde paylaştırmak ve devlet 19 eliyle toplumun tümünün yararına kullanmak ilkesi, BaĢkut‟un vurgusuyla örtüĢmektedir diyebiliriz. Demokrat Parti iktidarının özellikle son zamanlarında ülkedeki sosyal, ekonomik sıkıntılar ve politik buhran yoğun bir Ģekilde yaĢanmıĢtır. Bu dönemin siyasal sorunlarından biri de particiliğin hızla ve temelsiz bir Ģekilde, sadece çıkar odaklı bir mahiyette yayılmasıdır. Aydemir bu durumu Ģöyle anlatır: …Sosyal yapı, alabildiğine oligarşiye doğru kayıyordu. Hızlı, İmtiyazlı, ama müsrif ve kumarbaz bir sorumsuz azınlık, 20 iktisadî sirkülasyonları elinde tutuyordu… . ġehirlerdeki düzeni tarif eden bu sözler, taĢra için de benzerdir: …Hele taşrada siyaset, artık politikacının bile değil, demagogun, düzenbazın malı olmuştur. Bir taraftan halkın sözcüleri, halkın liderleri olarak sivrilen ve 17 Cem Eroğul, Demokrat Parti Tarihi ve Ġdeolojisi, 4.b., Ġmge Kitabevi, Ankara, 2003, s. 152 18 Cevat Fehmi BaĢkut, “ Tehlike ĠĢareti”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 1.10.1957 19 Ġsmail Cem, Siyaset Yazıları, Cem Yayınları, Ġstanbul, 1980, s. 212 20 ġevket Süreyya Aydemir, Menderesin Dramı, 13.b., Remzi Kitabevi, Ġstanbul, 2011, s. 301 58 hükümet baskısını adeta köyden kovan ocak, bucak başkanları bu sefer de yeni ağalar, yeni 21 siyaset murabahacıları şeklinde her şeye el atmışlardır… . BaĢkut da politik eleĢtirilerinin çok net olarak gözlenebildiği Buzlar Çözülmeden adlı eserinde, DP‟nin söz konusu çıkarcı demagoglarından birini iĢler. Bu karakter, DP‟nin 27 Mayıs ihtilâliyle devrilmesinden sonra, Ģu ironi dolu sözleri sarf eder: … Başkalarını devirdiler, kendileri de elbet devrilecekler. Sanki niye yaptılar bu işi? Sırf hırs için, sırf menfaat uğruna… Memleket güllük gülistanlıktı, biz hiçbirimiz hiçbir şeyden şikâyetçi değildik. Halka gelince o her 22 zaman her şeyden şikâyet eder. Bu cahil tabakaya bakılarak ihtilâl yapılır mı? . Bu cümleleri kuran kiĢi, dönemin Ģartları düĢünüldüğünde, hayal ürünü bir karakter olmaktan öteye gitmektedir. BaĢkut bu karakteri böyle konuĢturarak, DP‟nin iktidara yürürken, daha çok hitap ettiği ve duygularına tercüman olduğu köylü sınıfıyla bile günü gelip ters düĢtüğünü göstermektedir diyebiliriz. Bu tavrı sergileyen karakter Avukat Şeref Hakarara, ilçenin Deli Kaymakamı Ģöyle çıkıĢır: …Demek kasabanın meşhur dava vekili sensin. Aynı zamanda arzuhâlci, aynı zamanda iş takipçisi, aynı zamanda kapatılan bilmem ne partisinin ilçe başkanı. Cebimde 120 muhtarın mührü var diye öğünen, her tarafa girip çıkan, kendine denetçi süsü vererek hükümet memurlarını her an baskı altında tutan, her 23 dalaverede parmağı olan Şeref Hakarar sensin ha? ... . Bu noktada Aydemir‟in gerçek hayattan aktardığı bilgileri, BaĢkut‟un kaleminden sahnelerde de görebilme imkânı yakalamıĢ oluyoruz. Yine aynı eserde, köylülerle arazi konusunda ihtilâfa düĢen bir “Ağa”ya karĢı, Kaymakam Ģöyle der: … İki defa köylülerle aranda sorun çıkmış, iki defa bilirkişi heyeti kurulmuş, hepsine 50‟şer, yüzer kâğıt vermişsin ve senin iki bin dönümlük 24 arazin evvela on bin, sonra da kırk bin dönüm olmuş… . Asıl ilginç olan da söz konusu Ağa‟nın tepkisidir. Ağa, sözde Vali Bey‟i aradığını söyleyerek, Kaymakamı Ģu sözlerle Ģikâyet eder: … Kuzum bu Komünist Kaymakamı sen mi yolladın buraya? Elimizdeki 25 toprakları zapta kalkışıyor baba. Kanunu ayaklar altına aldı… . Kaymakamı, komünist ithamıyla, Vali‟nin gözünden düĢürmeye çalıĢan bu karakter, sosyal adalet ilkesini ihlâl ettiğinin farkında değildir. Komünist yaftası ise tek parti dönemindeki mahsul kıtlığıyla köylere ve köylüye yüklenen ağır yüke göndermedir diyebiliriz. Tabi ideolojik olarak komünizmdeki özel mülkiyetin ortadan kaldırılması kast edilmektedir. Burada BaĢkut, 21 Aydemir, a.g.e. s. 220 22 BaĢkut, Buzlar Çözülmeden, Hacı Kaptan, a.g.e. s. 30 23 a.e. ss. 31-32 24 a.e. s. 55 25 a.e. ss. 55-56 59 inceden bir mesaj vermiĢtir demek mümkündür. Asıl konuya gelirsek, bu tabloda sosyal adaleti tesis etmek adına bir hukuksuzluğun engellenmesinden baĢka bir Ģey gözükmemektedir. BaĢkut‟un Deli Kaymakam‟ı, komünist değil, bilakis sosyal demokrattır. Ama bu sahnenin düĢündürücü yanı ve BaĢkut‟un mahirane kalemiyle ortaya çıkan, kaymakamın deli olmasıdır. Politik mizah unsuru, özellikle bu eserde her an, her sözde vardır diyebiliriz. Öte yandan komünist kaymakam tabiriyle inceden verilen mesaj, BaĢkut‟un baĢka bir eserinde daha net ve yine komediyle verilir. Bir kadının soyadının Kızılçiçek olduğunu duyan bir komiser, biraz afallar ve ona Ģöyle der: Kızılçiçek mi? Başka soyadı bulamadınız mı? Yoksa gizli bir maksadınız mı var? Çiçek… Pekâlâ… Ama Kızıl… 26 Haydi haydi duymamış olayım… . Burada resmedilen paranoya, bu eserin sahneye konulduğu 1955-1956 dönemi düĢünülünce, DP yönetiminin baskıcı bazı politikalarına da gönderme amacı ile yazılmıĢtır denilebilir. Elbette bu korku, CHP‟nin tek parti döneminden beri gelmiĢ bir korkudur ve 20. yüzyılın son çeyreğinde de bu gibi korkulara, 27 paranoyalara rastlamak mümkün olmuĢtur . 1.2. Din ve Siyaset Cevat Fehmi BaĢkut, politikacılara ve devlet görevlilerine yönelik eleĢtirilerini, etik perspektiften kaleme alan ve özellikle laiklik ilkesi bağlamında mevcut din-politika iliĢkilerine değinen bir yazardır. Bu durumu hem bir gazeteci olarak köĢesinden irdelemekte ve eleĢtirmektedir hem de edebiyatçı kimliğiyle sahnelere aktarılmasını sağlamaktadır. Bu temelde, din ve siyaset iliĢkilerine yönelik bazı eleĢtirilerine bakmak yerinde olacaktır. Cumhuriyetle birlikte toplumun muhafazakâr kesimi, din konusunda huzursuzluklarını, sıkıntılarını DP ile dile getirme fırsatı bulmuĢ ve bunu da bazı politik hedefleri dâhilinde kullanmıĢtır. DP de baĢlarda özellikle kırsaldaki halkın dinî hassasiyetlerini dikkate almıĢtır. Hemen belirtilmeli ki CHP de iktidarı Demokrat Partiye devretmeden önce, dinî uygulamalara yönelik bazı kararlar alarak, otoriter laiklik ilkesinde bir nebze yumuĢamaya gitmiĢtir. Bunlardan bazıları arasında imam-hatip kurslarının açılması (1948), ilkokullarda din dersinin, velilerin isteğine bağlı olarak baĢlatılması 26 Cevat Fehmi BaĢkut, Harputta Bir Amerikalı, Hepimiz Birimiz Ġçin, yay.haz., AyĢegül Oral, Bütün Tiyatro Eserleri, Ġnkılâp Kitabevi, Ġstanbul, 2005, s. 29 27 Bkz. 4. Bölüm, ss. 82-83 60 28 (1948), ilâhiyat fakültesinin açılması (1949) sayılabilir . Demokrat Parti genel olarak laiklik ilkesine aykırı politikalar izlemekten kaçınmıĢ fakat yer yer bazı parti mensuplarının, kiĢisel politik hırslar kapsamında değerlendirilebilecek bazı davranıĢları, muhalif çevreler tarafından eleĢtirilmiĢtir. Bazı DP‟li milletvekillerinin, Anadolu‟nun bazı yerlerinde verdikleri demeçler veya yaptıkları konuĢmalar, bu kapsamda BaĢkut tarafından konu edilmiĢtir. O‟nun gazetedeki köĢe yazısından bir bölümü aynen aktaralım: 29 …Yırcalı Of‟da daha da ileri giderek, “milletin 27 senedir çektiği sıkıntıyı gidermek için, Allah Demokrat Partiyi ve Demokratları halk etmiştir.” sözlerini söylüyor. Niçin böyle konuşur ve bunları söylerler? Peki, yarın bilfarz Demokrat parti iktidarda kaldı da işler bugünkünden de kötü gitti. İktisatçıların tahmin ettikleri gibi, sıkıntılar daha da arttı. O 30 zaman Türk Milletine bu fenalığı, DP‟yi halk etmiş olan Allah mı yapmış olacak? . Burada BaĢkut, bir siyasi partinin olumlu veya olumsuz herhangi bir icraatının, dinî açıdan değerlendirilmesini eleĢtiriyor ve bu tutumun aslında dinî açıdan ve onun unsurları için de yararlı olamayacağını örnekliyor. Bu eleĢtirileri, Jaures‟in Ģu sözlerini vererek, sosyal demokrasi bağlamına oturtabiliriz: Sosyalistler için her kuruluşun değeri, insana bağlıdır. Kuruluşlara, düşüncelere ancak kurtulmak, yaşamak ve gelişmek dileğini 31 gerçekleştiren bireyler yaşam ve erdem getirebilir. Yine baĢka bir yazısında BaĢkut, bazı DP‟lilerin camilerdeki siyasi propagandalarına yönelik Ģunları yazıyor: D.P.adaylarından eski çimento sanayi umum müdürü Kırşehir‟de iktidar partisi il başkanı ile birlikte her akşam bir camiye gitmekte, namazdan sonra orada halkı etrafına toplayıp, propagandaya girişmekte imiş… Halkın dinî hislerini tahrik ederek rey toplamak kanunla 32 da yasak olan, çok harcıâlem, çok ucuzlamış bir oyun… . Buradaki eleĢtiri, söz konusu dönemde kanunen suç teĢkil eden bir eyleme giriĢilmiĢ olmasına ve bir ibadethanenin politik çıkarlar hedefinde kullanılmasına getirilmektedir diyebiliriz. BaĢkut‟un burada iĢaret ettiği noktadan hareket ederek, onun bir baĢka yazısında vurguladığı önemli bir noktaya dikkat çekelim: Anadolu‟nun bir yerinde vatandaşlar particiliği Allahın evine kadar götürmüşler. 33 Seçimlerden sonra camide (D.P.) lilerin ve (CHP) lilerin yerleri ortadan paravana ile ayrılmış. Garplının, çok sert bir seçim mücadelesinden sonra dahi kaybederse, kazananı tebrik edişini bizde ne zaman göreceğiz?.. Ne olursa olsun seçimlerden doğan kızgınlıklar, 28 M. Çağatay Uzun, “ Demokrat Partinin DoğuĢunda Etkili Olan Sosyo-Politik Dinamikler”, Demokrasi Platformu, ed. N. YeĢim Erdoğan, C.1, S.17, Yıl.5, Orion Kitabevi, Ankara, 2010, s.9 29 Burada söz konusu kiĢi DP Milletvekili Sıtkı Yırcalı‟dır. 30 Cevat Fehmi BaĢkut, “Niçin Böyle KonuĢurlar?”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 17.10.1957 31 Jean Jaures, Demokrasi, BarıĢ, Sosyalizm, 2.b., çev. Asım Bezirci, E Yayınları, Ġstanbul, 1991, s. 91 32 Cevat Fehmi BaĢkut, “ Ġlk Favul”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 6.10.1957 33 Buradaki yazım Ģekli, alıntı yapılan kaynaktaki gibidir. 61 kırgınlıklar, hiçbir zaman vatandaş kütlelerinin arasına inmemelidir… Vatandaşların iki 34 düşman ordugâha ayrılmasında kazanacağımız, kazanılacak hiçbir şey yoktur… . Bu yazıda dikkat edilmesi gereken nokta, politik tercihlerin, toplumu iki karĢıt kutba ayırmasına dair kaygıların belirtildiğidir. Bir ibadet mekânı olan camilerin, bu gibi çatıĢmaların içine çekilmesi, dini de partiler adına sahiplenmektir. Daha önce de bahsedildiği gibi Ġsmail Cem, Alman Sosyal Demokrat Partisi‟nin 19. Yüzyıldaki 35 baĢarısını, partinin demokratik tutumuna, partinin kapılarının herkese açık olmasına bağlamaktadır. Hâlbuki BaĢkut‟un aktardığı haberde particilik, bir düĢmanlık sebebi olarak vatandaĢların demokrasi duygusunu köreltmiĢtir. BaĢkut böyle bir duruma karĢı tedirgin olduğunu belirttiği gibi, bunu Batı‟daki demokratik ortamla kıyaslayarak, bizim kronik bir 36 sorunumuza göndermede bulunmaktadır . Dolayısıyla BaĢkut‟un sosyal demokrat kimliği, burada kendini göstermektedir. ġevket Süreyya Aydemir de DP döneminde bu gibi durumların varlığına Ģöyle değinir: …Evvelce bilinmeyen bir gizli mekanizma, yani particilik de harekete gelmiştir. Köy, içinden parçalanmıştır. Kahveler, camiler 37 birbirinden ayrılmıştır… . Ġlaveten bu gibi ayrılmalar, sadece camilere değil baĢka ortamlara da yansımıĢtır. Bu durumları tiyatro sahnelerine aktaran BaĢkut, bir eserinde Anadolu‟da bir kasabada, takıldıkları kahvehaneleri ayıran particileri anlatır. Bir arkadaĢını, kendi partisinin kahvesine çağıran bir adam, karĢılığında Ģöyle bir cevap alır: … Yok yok ben gelemem… Burası Uhuvvetçilerin kahvesi… Biz Adalet Partililer sizinle 38 kahveleri ayırdık… Gelemem söz olur… Arkadaşların kararından vazgeçemem… . BaĢkut, Cumhuriyet Gazetesinde yayımlanan yazısında, Anadolu‟nun bir köĢesinde, camide vaaz veren bir din görevlisinin Ģöyle bir konuĢmasını aktarır: …Vakâ Muşta geçmiş. Cami‟de vaaz veren bir hoca dinî birtakım nasihatlerden sonra, DP‟yi aşırı derece methe girişmiş. Memleketteki kalkınma, refah ve bolluktan bahsedince, kendisini 39 dinleyen köylülerden biri dayanamamış: Hocam sen böyle söylüyorsun ya, biz Muşta kahveye hasret kaldık. Hoca hiddetle gözlerini açarak bağırmış: Mel‟ûn, kahve cennette de 34 Cevat Fehmi BaĢkut, “ Politika ve Spor”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 17.11.1957 35 Ġsmail Cem, Sosyal Demokrasi ya da Demokratik Sosyalizm Nedir Ne Değildir, 1.b., Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları, Ġstanbul, 2010, s. 42 36 Bu konuya, çalıĢmamızın 4.Bölümünde değinilmektedir. Bu konuda yararlı olabilecek eserler bkz. Hasan Bülent Kahraman, AKP ve Türk Sağı, 2.b., Güncel Siyasi Meseleler3, Agora Kitaplığı, Ġstanbul, 2009., Tanel Demirel, Adalet Partisi, 1.b., ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2004., H. Tarık ġengül, Muhafazakar Popülizm, 1.b., Ġmge Kitabevi, Ankara, 2011. 37 Aydemir, a.g.e. s. 220 38 BaĢkut, Sana Rey Veriyorum, Kleopatra’nın Mezarı, a.g.e. s.66 39 Yazım hatası, alıntı yapılan kaynağa aittir. 62 yok… Sözü uzatmayalım, köylü neyin yokluğundan bahsettiyse, hoca onun cennette de bulunmadığını söylemiş… Demokratların, kalkınan Türkiye‟den bahsederken sık sık onu niçin cennete benzettiklerini daha iyi anlar gibi olduk. Fakat işin bir sakat noktası var. Aradaki benzeyiş yokluklardan ibaret kalınca cennetle cehennem arasında bile pekala 40 münasebet kurulabilir… . BaĢkut, bu haberde sözünü ettiği din görevlisini hem görevini kötüye kullanmasıyla tenkit eder hem de gerçekleri çarpıtarak aktarması nedeniyle eleĢtirir ki söz konusu imamın, cami içinde propagandaya giriĢmesi de baĢka bir sorunu teĢkil etmektedir. Öte yandan bu eleĢtirideki bir diğer özellik, daha önce de tespit ettiğimiz mizahi bir üslubun kullanılmasıdır. Asıl noktaya dönersek, Demokrat Partiye dair yaptığı eleĢtiri, partinin genel olarak takındığı tavır ile alakalı görülmektedir. Bu dönemde seçmenin nezdinde herhangi bir siyasetçinin dinî duygulara değinmesi, dindarlıktan dem vurması da önem arz etmektedir diyebiliriz. Ġkinci bölümde de değinildiği gibi CHP‟nin tek parti yönetimi ile birlikte din ve unsurları üzerinde oluĢturduğu baskıcı yönetim, DP iktidarı ile birlikte özellikle Anadolu‟da ciddi bir 41 rahatlama yaratmıĢtır . Dolayısıyla taĢradaki seçmenin siyasal tercihi, siyasetçinin dinî tutumuyla, din üzerine nutuklarıyla ĢekillenmiĢtir diyebiliriz. BaĢkut da bir eserinde Ģöyle bir sahne kaleme alır: Anadolu‟ya seçim propagandası için giden tecrübesiz bir siyasetçi, aldığı tavsiyeler karĢısında ĢaĢkınlığa uğrar. Bu tavsiyelerden biri Ģöyledir: … Bir mesele daha var… Sana hediyelik bazı eşyalar getirdim… Tabi sen akıl etmemişsindir… Bunlar dört beş tespih… Ağaçtan… Hani ucuz kötü şeyler… Tespihleri 42 eşrafa dağıtırken bu tespihleri sizler için özellikle Mekke‟den getirttim deyivereceksin… . Bu pasajda bir kez daha ince bir mizahla birlikte, verilmek istenen mesajın, toplumun politik tutumuyla oldukça yakından ilgili olduğu söylenebilir. Son bölümde görüleceği gibi bu gibi durumlar, elbette her zaman bu sahne kadar bariz olmamakla birlikte, daha sonraları ve hatta günümüzde de görülebilmektedir. Diğer bir yazıda ise BaĢkut yine DP‟nin din ve siyaset iliĢkisine dair ilginç ve mizahi bir tespitte bulunur: … Bu satırları yazarken önümüzde iki mektup duruyor. Her ikisi de konu olarak geçen Pazar günü Fatih Camiinde demokratlar tarafından okutulan mevlidi seçmiş… İkinci 40 Cevat Fehmi BaĢkut, “Cennet Türkiye”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 10.10.1957 41 Bilgi için bkz. Cem Eroğul, Demokrat Parti Tarihi ve Ġdeolojisi, 4.b., Ġmge Kitabevi, Ankara, 2003., ġerif Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset, 15.b., Bütün Eserleri 8, der. Mümtazer Türköne/Tuncay Önder, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2010. 42 BaĢkut, “Sana Rey Veriyorum, Kleopatra’nın Mezarı”, a.g.e. s.59 63 43 mektubda mevlidin, Atatürk‟ün, şehitlerimizin ve vefat eden Demokrat Partililerin ruhlarına okutturulduğu öne sürülerek… şöyle söyleniyor: < Demek ki Hakkın rahmetine kavuşan ve Demokrat Partili olmayan ölülerimizden hiçbir maddi külfeti bulunmayan bir Fatiha bile esirgeniyor…> Demek ki D.P.‟li ölüler bol bol Fatihaya naîl olurken muhalefet mensupları orada da eli boş kalacaklar… Latifeyi bir tarafa bırakarak bu mesele üzerinde bir lahza ciddiyetle duralım. Şurası muhakkak ki Demokrat Parti geçirdiğimiz seçim kampanyasında ahretle çok meşgul oldu. Sakın bu hal, ecelinin yaklaşmasına alâmet 44 sayılmasın! Malum ya ahret en çok ölümün yakın olduğu yıllarda hatırlanır . BaĢkut‟un mizahi dili, tiyatro eserlerinde de sık sık göze çarpar. Bu yazıda ise dikkat edilmesi gereken husus, yukarıda BaĢkut‟un bir eserinden aktardığımız, tecrübeli bir politikacının söylemleri ile gerçek hayatta olan bitenin benzerliğidir. Camideki bu sahne, hem dinin bünyesinde kabul görmeyen bir ayrımcılığın yaratılmaya çalıĢıldığını hem de particiliğin bu denli kutsal alanlara yayıldığını göstermektedir. DP‟li siyasetçilerin din ve siyaset terazisinin dengesini zaman zaman bozmaları, o dönemde bazı Ģüphelerin doğmasına neden olmuĢtur ama DP de hiçbir zaman laiklikten vazgeçmemiĢtir, daha çok oy alabilme uğruna, bazı çevrelere Ģirin görünmek telaĢı 45 yaĢamıĢtır diyebiliriz . BaĢkut da bu endiĢeleri taĢıyan bir yazardır ve bu endiĢesini, kendi yazısında görmek faydalı olacaktır: Meclis kürsüsünde boğazı kuruyunca iki yudum su içen Maarif Vekili bazı sıralardan yükselen << Oruç… Oruç…>> ihtarları ile karşılandı ve ben de Allah ile kulu arasına girmeğe kalkışan bu sesleri ayıpladım ya… Bu münasebetle… iki yobazdan – tabii imzasız- tehdit ve küfür mektupları aldım… Benim başıma gelene bakıyorum << bir mebus bir vekile böyle yaparsa yarın elin cahil yobaz ve softaları, günahsız vatandaşa neler yapmazlar>> dediğim zaman bitleri kanlanmış mürteciler hiçbir şeyden korkmaksızın 46 gazete idarehanelerine küfür ve tehdit mektubu yollamağa kadar varıyorlar… . Görüldüğü gibi BaĢkut‟un tedirginliği, demokrasinin kalbi olarak nitelenebilecek meclisten dıĢarı taĢanların bile büyük bir öfkeye yol açmasından kaynaklanmaktadır. Bir milletvekilinin, laik bir ülkede oruçla iliĢkili olarak eleĢtirilmesi de BaĢkut‟un iĢaret etmek istediği noktadır. Burada, Jaures‟in laiklik ilkesine dair sözlerini aktararak, BaĢkut‟un vurgusunu bu çerçevede değerlendirmek yerinde olacaktır. Jaures Ģöyle söyler: … Modern uluslarda egemenliğin, siyasal gücün kullanılışı dinsel ya da doğa ötesi düzenin dogmatik hiçbir formülüne bağlı değildir. Özgürlüğü ve kişiliği olan yurttaşların bulunması ve 43 Buradaki yazım, alıntı yapılan kaynaktaki gibidir. 44 Cevat Fehmi BaĢkut, “Ahrette Demokrat Parti”, Cumhuriyet, 23.10.1957 45 Bu konu, 2. Bölümde iĢlenmiĢtir. Ayrıca bkz. Adnan Küçük, “ Türkiye‟de 1950- 1960 Arası Dönemde Hukuki GeliĢmeler ve Fiili Uygulamalar: Türkiye Ne Oranda DemokratikleĢebildi?”, Demokrasi Platformu, ed. N. YeĢim Erdoğan, C.1, S.17, Orion Kitabevi, Ankara, 2010. 46 Cevat Fehmi BaĢkut, “ Tehlike ve AteĢ Yolu”, Cumhuriyet, 13.04.1958 64 47 modern denilen ulus adına bu haklarını kullanmayı istemesi yeter… . Buradaki laiklik vurgusu, BaĢkut‟un düĢünceleriyle paralellik arz etmektedir. Bu bağlamda BaĢkut‟un eleĢtirisini de bu çizgide görmek mümkündür. Bir baĢka örnekte yine somut bir olayı naklederek eleĢtirisini kaleme alan BaĢkut, Ģöyle yazar: … Malatya‟da çıkan bir gazetenin fıkra sütununda bir muhalefet partisi umumî kâtibine 48 hücum kastile yazılmış açık mektubdan beş on satır iktibas edelim: <<…Yeryüzünde sizin iktidarınızdan başka bir iktidar tarafından bir milletin mabetleri hapishane, ofis ambarları, antrepo yapılmış mıdır? Yeryüzünde hiçbir millet, baloda iken ezan vakti caz duruyor diye 49 bunun en iyi çaresi minarelerin boyunu yer hizasına getirmeğe çalışmış mıdır? Yeryüzünde hiçbir millet din adamlarına, imamlara, vaizlere… yedi lira aylık vererek… tenekesi 80 liradan gazyağı yaktırmış mıdır?>> Şimdi sizlerden istirhamım, birkaç dakika için beni, dini siyasete alet etmek isteyen bir muharrir farz etmenizdir. Şayet bir yazı ile bu 50 emelime kavuşmak istersem, acaba yukarıdaki satırlardan başka şeyler mi yazarım? . Hemen belirtilmeli ki yazıda geçen ve bir DP‟li tarafından, tek parti döneminde CHP tarafından uygulandığı söylenen bazı politikaların eleĢtirilmesi, bir açıdan haklılık arz etmektedir. Bu haklılık, tek parti döneminin din üzerindeki baskıcı yönüyle alakalıdır. BaĢkut bu konuya dair bir Ģeyler yazmayarak, bu sözlerin amacına yöneldiğinden ve bu amaç, din-siyaset iliĢkisi dâhilinde sorun gördüğünden, konunun o boyutuna değinemiyoruz. Ama Ģu söylenebilir ki Türk Entelejansiyası‟nın o dönemki genel profili, katı bir laiklik anlayıĢıyla Ģekillenmekteydi ve Osmanlı‟nın son dönemlerinden gelen 51 pozitivist düĢünce yapısı, aydınlar üzerinde etkiliydi . Bununla beraber BaĢkut‟un eleĢtirileri, laikliği, modern devletin anayasal düzeni için vurgulayan bir mahiyetle karĢımıza çıkmaktadır. Bu yazısında aktardığı sözleri de siyasi propaganda yöntemi olarak din‟i ortaya atmasından ötürü eleĢtirmektedir. BaĢkut ayrıca, halkın üzerinde din‟i bir baskı ya da tahakküm aracı olarak gören ve bu doğrultuda kendi rantlarını sağlama alan bazı karakterlere de eserlerinde yer verir. Kaleme aldığı bir oyununda bir toprak ağasını, namaz vakitleriyle oynamak suretiyle, ırgatlarının çalıĢma süresini bir saat daha uzatma telaĢındayken resmeder. Ağa, imam‟a Ģöyle sorar: Şimdi beni iyi dinle. Sabah ezanını yarım saat önce okusan, akşam ezanı vaktini de yarım saat geçe alsan bunda sence bir mahsur var mı? Ġmam Ģöyle cevap verir: Efendim sultanım, namaz vaktini geçirdikten sonra ezan-ı şerifi ha yarım saat önce ha yarım saat geç okumuşsun, vebâli bulunmasa 47 Jaures, a.g.e. s. 73 48 Yazım hatası, alıntı yapılan kaynağa aittir. 49 Buradaki cümle yapısı, alıntı yapılan kaynağa aittir. 50 Cevat Fehmi BaĢkut, “ Nereye?”, Cumhuriyet, 23.04.1958 51 Bkz. Birinci Bölüm‟de “Türk Entelejansiyası” baĢlığıyla verilen kısım. 65 52 gerek . Bu cevabı duyan ağa amacına ulaĢır: …Bu akşamdan itibaren böyle yaparsın. Biz 53 de çalışma müddetini bu sayede günde bir saat uzatmış oluruz… . Böylece mizah unsuruyla birlikte din‟in kar amacıyla sömürülmesi sahnelenmiĢ olmaktadır. 2. KÜLTÜREL, KURUMSAL SORUNLAR VE GAZETEYE DAĠR Bu kısımda Cevat Fehmi BaĢkut‟un Cumhuriyetten sonra yaĢanan kültürel değiĢimlere, çatıĢmalara, topludaki kurumsal sorunlara ve onun bir diğer kimliği olan gazeteciliğe yönelik yorum ve eleĢtirilerine bakmaya çalıĢılacaktır. 2.1. Kültürel DeğiĢimler ve Kurumsal Sorunlar Cumhuriyet sonrası dönem, pek tabiidir ki kültürel olarak birçok değiĢimin zuhur ettiği bir dönem olmuĢtur. Karpat‟a göre Türkiye‟deki ekonomik ve sosyal değişim özellikle 54 1930‟lardan sonra, eski değerleri derinlemesine etkilemiştir . Cumhuriyetin, sosyal hayatı düzenleyen kanunları ile birlikte, toplumun bazı kesiminde eski geleneksel yaĢam tarzına karĢı olumsuz, alaycı tutumlar belirmiĢtir. Özellikle bazı aydınların Batı tarzı sosyal hayata hayranlıkları, geleneksel olanın aĢağı, basit, değersiz olarak algılanmasına sebep olmuĢtur. Bu durumun, Osmanlı‟daki Tanzimat dönemi ve sonrasındaki bazı aydınların fikirlerinden ve davranıĢlarından ĢekillenmiĢ olduğu söylenebilir. Kemal Karpat bu konuda Ģöyle yazar: …Osmanlı‟da ve aşağı yukarı tüm Müslüman dünyasında eski ilmiye sınıfının yerini alan veya ona muvazi olarak on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan aydın kitlesinin ana özelliği, halktan kopuk olmasıdır. Geniş şekilde modernleşen devletin dayanağı haline gelen 55 “aydın” (münevver) aynı zamanda Batı kültürüne açılmıştır… . Dolayısıyla Cumhuriyet döneminde de bu gibi durumlara rastlamak ve bir kültür çatıĢmasına Ģahit olmak tesadüf değildir. Hele ki Cevat Fehmi BaĢkut‟un ele aldığı dönem düĢünülürse, taĢradan Ģehirlere gerçekleĢen göç akınıyla birlikte hem taĢralıda hem Ģehirlide bir Araf‟ta kalma durumunun baĢ göstermesi tabii karĢılanmalıdır. Bu istikamette BaĢkut da özellikle kaleme aldığı oyunlarda bu duruma sık sık ve mizahi olarak değinmiĢ ve eleĢtirilerde bulunmuĢtur. Bu tespitler ve eleĢtiriler, bazen aile hayatına ve toplum içindeki günlük yaĢamın aksaklıklarına, meydana gelen çeliĢkili durumlara dair olabilirken, bazen de sanata ve edebiyata dair olabilmektedir. 52 Cevat Fehmi BaĢkut, Harputta Bir Amerikalı, Hepimiz Birimiz Ġçin, a.g.e. s. 154 53 BaĢkut, Harputta Bir Amerikalı, Hepimiz Birimiz Ġçin, a.g.e. a.y. 54 Kemal Karpat, “The Turkish Left”, The Left-Wing Intellectuals Between The Wars 1913-1939, ed. Walter Laqueur& George L. Mosse, Vol.2, Harper&Row Publishers Incorporated, New York, 1966, s. 171 55 Kemal H. Karpat, “Aydınlar ve Kimlik: Tarihsel Bir BakıĢ”, Doğu Batı, ed. TaĢkın TakıĢ, C.1, S.35, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2006, Yıl.9, s. 63 66 Bunlardan birkaç örnek vermek istersek, bilhassa o‟nun kaleme aldığı tiyatro eserlerindeki “büyükĢehir” fotoğraflarına bakmak, önemli noktaları yakalamamıza yardımcı olacaktır. Göç adlı eserinde, Ġstanbul‟da yaĢayan 60 yaĢlarında emekli bir apartman sakinini Ģöyle konuĢturur: … İstanbul artık yaşanmaz oldu. Bu şehrin insanları bile değiştiler. Bugün Sultanahmet‟ten bindiğim otobüs her zamankinden daha kalabalıktı. Oturanlar hep genç genç çocuklar, 56 genç kızlardı. Ayaktakilerse hep yaşlılar, sakat ve sarsak ihtiyarlar… . Bu sitem dolu sözler, yukarıda daha önce aktarılan, BaĢkut‟un bir yazısında bahsettiği durumun, sahnelere tezahürüdür demek mümkündür. Bu karakterin yakındığı durum, Ġstanbul‟un aĢırı hızlı bir Ģekilde artan nüfusundan kaynaklanmaktadır. BaĢkut hemen bütün eserlerinde, sosyal hayatta olan bitenle bağ kurduğunu bir kez daha göstermektedir. Öte yandan geleneksel yaĢam tarzında çok normal bir davranıĢ olarak, küçüklerin büyüklere saygılı davranıp, bu tür iliĢkilerde öncelik tanımaları beklenirken, modern Ģehrin soğuk dünyasında artık böyle davranıĢların aksinin gözlemlenmesi, haliyle yaĢlıları sitem etmeye sevk edecektir. BaĢkut‟un bu temayı sık sık iĢlediği görülmektedir. Aynı eserde diğer bir karakter de Ģöyle yakınmaktadır: İstanbul, otuz kırk sene evvelki İstanbul mu? Nerede bu şehrin eski efendi, çelebi halkı? ... Nerede bu şehrin eski sükûneti? 57 Nerede o terbiyeli, insaflı esnafı? Nerede her derdinize koşan komşular? ... . Bu yakınmalarda en dikkat çeken ise eski toplumsal yapıda insan iliĢkilerinin, söz konusu dönemde yani 20.yüzyılın 3. çeyreğinde tam zıddı yönde değiĢmeye baĢlamasıdır. Bu değiĢme, giderek kapitalist bir toplum yapısına bürünen ülkenin bizatihi gerçeğidir. Özellikle Cumhuriyet tarihi boyunca sanayileĢme hareketinin Anadolu‟ya yayılamamasının da bu durum üzerinde etkisi olduğu söylenebilir. Yani kısaca söylemek gerekirse, sanayi, insanlara gitmediği için, insanlar belli baĢlı sanayi merkezlerine göçmüĢler ve bu çatıĢmaların hem sanığı hem tanığı olmuĢlardır. Bir toplumda genel anlamda yaĢlılar geçmiĢe hasret duyup, yeniye mesafeli olurlarken, gençler yeni olana, moda olana ilgi duyarlar. Bu hemen her dönemde söz konusudur. ĠĢte bu yukarıda bahsedilenler de bu çerçevede değerlendirilmelidir. BaĢkut‟un bizzat kendisi de bu gibi geçiĢ dönemlerinin taklitçiliğe varan ve toplumun genelinde kültürel aĢınma olarak algılanan olay ve durumlara bir yazısında Ģöyle değinir: 56 Cevat Fehmi BaĢkut, Göç, Ayarsızlar, yay. haz. ġafak BarıĢ, Bütün Tiyatro Eserleri, Ġnkılâp Kitabevi, 2006, s.37., Ġstanbul 57 a.e. s.45 67 Şehirde seri halinde kovboy elbiseleri yapan imalathaneler açılmağa başlamasından hiç olmazsa bir kısım vatandaşlarımızı Amerikan hayranlığından ayırmanın artık mümkün olamayacağı neticesini çıkarırsak bilmeyiz haksızlık eder miyiz? Yaşları elliye yaklaşanlarımız daha dün denecek bir mazide çocuklara (paşa) elbisesi giydirildiğini hatırlayacaklardır. Kırk, elli sene içinde velev ki kıyafet itibari ile olsun paşalıktan 58 vazgeçip öküz çobanlığına özenmeğe başlamamıza ne manâ verilmeli? … Maksad bu değil de körü körüne Amerikalıları taklit ise İstanbul‟u veya Türkiye‟nin muhtelif köşelerini 59 Teksas‟a çevirmekle her şeyden evvel gülünç olacağımızı neden düşünemiyoruz? . Görüleceği gibi burada eleĢtirilen, bir kültür etkileĢiminden ziyade, taklitçiliğe varan, geleneksel ve milli kültüre doğrudan tezat teĢkil eden hal ve hareketlerdir. Bu eleĢtiriler, bugünün küresel dünyasında düĢünülünce ağır bir eleĢtiri olarak algılanabilir fakat o dönemin Ģartları temel alınınca haklı yönleri ağır basmaktadır. Sonuç olarak bağımsızlık savaĢından sonra bir milli kültür‟ün yaratılması, uluslaĢma yolunda önemli bir basamak olarak görülmektedir: Bu durum, modern devletlerin oluĢumunda ve bir ulus inĢa etme yolunda olmazsa olmaz kaidedir denilebilir; çünkü ulus, politik, sembolik ve ideolojik 60 düzenin bir görünümüdür ve ayrıca sosyal etkileşim ve bilinç dünyasıdır . Alpaslan IĢıklı‟nın Ģu tespitleri de bağımsızlık mücadelesinin mahiyeti ve önemine vurgu dikkat çekmektedir: …Bağımsızlık olmadan demokrasi olmaz; bağımsızlık sağlanmaksızın, saltanattan oy sandığına geçilebilmiş olsa bile bunun adına demokrasi denemez. Atatürk, egemenliğin saldırgan devletlerin ve onların kuklası durumuna düşmüş olan padişahın elinden alınarak milletin eline geçmesini mümkün kılan bir kurtuluş hareketine önderlik etmekle, demokrasinin kurulması için gerekli ve vazgeçilmez olan temellerin atılmasını 61 sağlamıştır… . BaĢkut‟un eleĢtirilerini de bu gözle değerlendirmek, onun sosyal hayatta gözlemlediği Batı hayranlığına olan tepkisini daha sağlıklı kavramaya yardımcı olacaktır. Yukarıda eleĢtirilen bu taklitçilik veya daha yumuĢak bir dille hayranlık, BaĢkut‟un kaleme aldığı oyunlarda komedi unsuru ile ön plandadır. BaĢkut‟un bir eserinde, bu tarife uygun bir zihniyete sahip kadın, kendisi için Ģunları söyler: Ben Amerikan terbiyesi almış bir kadınım efendiciğim… Kolejde okudum. Çikleti bu memlekete ilk önce ben getirdim… Ada kulübünde ayakkabılarımı çıkarıp dans ettiğim zaman bütün erkekler hayran kalır, bütün kadınlar hasetlerinden çatlarlardı… Evim, Amerikan evleri gibi süslenmiştir. Sigara olarak yalnız Amerikan sigarası, içki olarak yalnız viski bilirim. Her Noel‟de ağaç 58 Yazım hatası, alıntı yapılan kaynağa aittir. 59 Cevat Fehmi BaĢkut, “ Ama Artık Kafi!”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 11.04.1958 60 Katherine Verdery, “Whither „Nation‟ and „Nationalism‟?”,Mapping The Nation, 1.b., ed. Gopal Balakrishnan, New Left Review/Verso, London, 1996, s. 226 61 Alpaslan IĢıklı, Sosyalizm, Kemalizm ve Din, 3.b., Ġmge Kitabevi, Ankara, 2001, s. 38 68 62 donatırım… . Çok açık bir öykünmenin göze çarptığı bu sahnede söz konusu kadın, Amerikan kültürünü bire bir taklit ederek ve böylece gelenekselden uzaklaĢarak kendisini görgülü, bilgili, modern olarak nitelemek gayretinde görülmektedir. BaĢkut bu tür durumları, sosyal yaĢamda gördüğü için, bu gibi karakterleri yaratmıĢtır ve halka, kendi milli değerlerinin önemini hatırlatmak gayesi gütmüĢtür diyebiliriz. Cumhuriyet‟in aydınlarındaki genel hava, Batı tarzı yaĢamın benimsenmesi yönünde olduğundan, bazı sonradan görmeler de bu durumu tamamen taklitçiliğe indirgeyerek, BaĢkut‟un eserlerinde mizah unsuru olarak yerlerini almıĢlardır diyebiliriz. Bu konuya dair diğer bir yazısında da çevresindeki geliĢmelere, olan bitene bakarak tespiti yapar: İstanbul‟da bir eğlence yerine New York‟un bir semtinin adını koymuşlar. Gene şehrimizde İngilizce öğretilen bir dershane, İngiliz değil Amerikan dershanesi ismini taşıyor… Anlaşılıyor: Bazı sınıfları hatta bazı nesilleri bu Amerikan hayranlığından, Amerikan taklitçiliğinden koparıp kurtarmamız artık mümkün olmayacak… Şu halde taklitçiliği neye bugünkü dar sahada bırakmalı? … Amerika demek elbette çiklet ile naylondan ibaret değil 63 ve asıl güzel, asıl imrenilecek olanlar bunların dışında kalanlar… . Buradaki endiĢe ve sitem, yazının içinde net bir Ģekilde belirtildiği gibi taklitçiliğe yöneliktir. Öte yandan BaĢkut‟un bir baĢka eserinde, yolsuzlukla, karaborsayla ticaret yapan, eskinin eĢkıyası, yeni İstanbul İnsanı bir adam, karısına Ģöyle nasihatlerde bulunur: … Aklıma gelmişken söyleyeyim, yarın akşam öyle her zamanki gibi soğuk durma. Üstünde bir taşralı halin var ki onu bir türlü atamıyorsun… Sağına soluna iltifat et… Gül… 64 Gülmenin sana ne kadar yakıştığını bir bilsen… . Bu karakterin sözleri, bize, Batılı olmakla sahte tavırlar sergilemeyi, Ģehirli olmak pahasına köklerden uzaklaĢmayı uygun bulan bir kiĢiliği tasvir etmektedir. Ama aslında ne Batı ne de Doğu olan kendisidir. Tek düĢüncesi daha fazla ticari rant ve gösteriĢtir. Bu gibi çeliĢkili durumlar, modernleĢme yolunda yüzünü Batı‟ya dönmüĢ fakat kurumsal olarak modernleĢmede eksiklikleri bulunan bir toplum içerisinde görülebilmektedir. Genel olarak bu yazının ilgili kısımlarında belirtildiği gibi Cumhuriyetle birlikte toplumsal hayata dair önemli inkılâplar gerçekleĢtirilmiĢtir ama bunların her alanda baĢarıyla uygulanabildiğini söylemek zor gözükmektedir. Cumhuriyetle birlikte oluĢturulan yeni Türk devletinin idari yapısı da bu inkılâplar çerçevesinde ĢekillenmiĢtir. Yeni devletin yeni kurumları Ģeklinde de nitelendirilebilecek bu organizasyonlar, Batı‟daki 62 Cevat Fehmi BaĢkut, Harputta Bir Amerikalı, Hepimiz Birimiz Ġçin, a.g.e. s. 29 63 Cevat Fehmi BaĢkut, “Bir Hal Çaresi”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 02.11.1957 64 Cevat Fehmi BaĢkut, Soygun, Öbür GeliĢte, yay. haz. AyĢegül Oral, Bütün Tiyatro Eserleri, Ġnkılâp Kitabevi, 2005, s. 51 69 örneklerinden yapı gereği baĢarıyla uyarlanmaya çalıĢılmıĢsa da bazı çeliĢkiler tam 65 anlamıyla giderilememiĢtir denilebilir . BaĢkut da bu durumlara dair bazı yazılar kaleme almıĢtır ve zaman zaman edebi eserlerinde bu ve benzeri konuları eleĢtirmiĢtir. O dönemde BaĢkut Ģöyle bir yazı yazar: … Bu memleketin istikbâli için yegâne ümidimiz olan gençlik onun kafa ve ruh yapısında son rötuşları yapmağa memur üniversitede bu nevî sebepsiz, manasız yasakların boğucu havası içinde mi yetiştirilmelidir? … Bir üniversitenin açılışında onun öğrencileri olan gençlerin de profesörlerle beraber bulunmaları, profesörleri gibi sevinçlerini, ümitlerini, temennilerini izhar etmeleri kadar tabii, güzel, lüzumlu ne vardır? … Yasağın devam ettiği bu sefer gençlere bildirilirken < bu karar senelerden beri sürüp gidiyor. Şimdi değiştirmek için ne gibi bir sebep var?> denmiş. İşte üniversite çatısı altında hiç de yakışık almayan bir söz. Bu zihniyet eğer üniversitemizin faaliyetinde de hakim rolü oynuyorsa işimiz duman 66 demektir… . BaĢkut burada hem yasağı hem de gerekçeyi eleĢtirmekte ve üniversite için özgür bir zihniyetin gerekliliğine de vurgu yapmaktadır. Nihayetinde bir demokrasinin tam anlamıyla tesis edilmesi, özerk ve özgür bir üniversite, özgür sendika, özgür meslek 67 kuruluşları, özgür basın gibi organizasyonlarla mümkün olacaktır. Ġlgili bölümde bu gibi konuların Türkiye‟nin gündeminde, değiĢik formlarda hep yerini almıĢ olduğuna değinilecektir. Demokrat Parti dönemindeki önemli bir sorun olarak devlet kurumlarına ve yöneticilerine yönelik bazı hakkaniyetsiz uygulamalar göze çarpar. Aydemir‟e göre Demokrat Parti iktidarında öyle bir zaman olmuĢtu ki, bir kanunla görülen lüzum üzerine ibaresiyle, bir vali, bir müsteşar, bir umum müdürü ve her devlet görevlisi, istenildiği 68 zaman hizmet dışı bırakılabiliyordu . BaĢkut da bu dönemde, sözü edilen uygulamanın benzeri bir durumdan Ģöyle bahseder: Gelenek halini alan eski, yanlış hatta zararlı bir usulün hala devam etmekte olduğunu esefle görüyoruz. Bu usul idare makinesi başında bulunan müdür ve umum müdürleri keyfimizi istediği zaman, keyfimiz istediği şekilde değiştirmemizdir. Bir adamı şu işten alıp onunla münasebeti bulunmayan bir başka işin başına getiriyoruz. Geliyor, kolları sıvıyor, bu yeni işi tetkik ediyor, anlıyor, düzeltmek ve ilerletmek üzere tedbirler düşünüyor, projeler yapıyor ve tam bunları tatbikata girişirken halen görmekte olduğu iş ile hiçbir münasebeti bulunmayan bambaşka bir işe nakledildiğini öğreniyor… Ne müdürler, umum 65 Bu konu, 2. Bölümde iĢlenmiĢtir. Daha fazla bilgi için bkz. Mete Tunçay, T.C.’nde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), 2.b., Cem Yayınevi, Ġstanbul, 1989., ToktamıĢ AteĢ, Türk Devrim Tarihi, 1.b., Ġstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Ġstanbul, 2000. 66 Cevat Fehmi BaĢkut, “Yasakçı Üniversite”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 26.10.1957 67 Cahit Talas, Türkiye’nin Açıklamalı Sosyal Politika Tarihi, 1.b. Bilgi Yayınevi, Ankara, 1992, s. 132 68 Aydemir, a.g.e. s. 300 70 müdürler birer oyuncaktır, ne de ortada onların nakli ile kazanılacak bir oyun vardır. 69 Varsa bile bu kendi oyunumuz mutlaka bizim yenilmemiz neticesini verecektir… . Bu durum, demokratik bir hukuk devletinde elbette gerçekleĢmemesi gereken ve personelin değiĢtirilmesinde liyakatin göz önüne alınmadığını gösteren bir tablodur. BaĢkut burada özellikle siyasi boyuttan değil, durmadan yer değiĢtirmek zorunda kalan bir devlet görevlisinin, ister istemez verimliliğini kaybedeceğinden bahseder. Ama bu durumdan mesul olan idarecilerin, politik açıdan tarafsız olup olmadıkları da Ģüphelidir. BaĢkut da bu noktaya temas ederek, böyle bir oyun varsa diyerek, bu oyunun, bizzat oyunun sahibine zarar vereceğini vurgular. Devlet kurumlarının, kurumsallaĢmanın eksik ve yetersiz düzeylerde kalması, özellikle yurdun doğu bölgelerinde sosyal-ekonomik sorunların doğmasına sebep olmuĢtur. DP döneminde, bu boĢluğu fırsat bilen büyük toprakların sahipleri, köylünün elindeki 70 küçük toprakları almaktan çekinmemiĢlerdir . Bu da ülkenin belli baĢlı sorunlarından biri olmuĢtur. BaĢkut bir eserinde, böyle bir sahne kaleme alır. Sahneyi olduğu gibi buraya aktararak devam edelim: Kahya: Nuri Beyin evine varıp benden selam edeceksin. Mestanlar köyünün topraklarına ait on senelik vergiyi getirdim diyeceksin. O, meseleyi biliyor… Muhtar: Mestanlar köyü mü dedin ağa? … Ama o köyün toprakları bizim değil ki… Ne diye vergisini vereceğiz? Kahya: … Ya bizim değil de kimin? Kimin elinde tapu var? Hazinenin mi söyle! Muhtar: Yok. Kahya: Köylünün mü? Muhtar: Yok. Kahya: Bizde de yok. Şu halde vergisini kim vermişse topraklar onun demektir. Muhtar: Fakat ağa, köylüler o toprakların zilyedi, ben bildim bileli ekip biçerler. Kahya: Bana bak, o küçücük aklının ermediği şeylere karışırsan yeni muhtar seçiminde 71 Karasipahioğlundan arka bekleme, anladın mı? . Bu sorunu bu Ģekilde sahnelere taĢıyan BaĢkut, köylülerin bu büyük sıkıntısına da dikkat çekmekle, ezilen ve toprakları gasp edilen halkın yanında olduğunu göstermektedir. 69 Cevat Fehmi BaĢkut, “ DamataĢı”, Cumhuriyet, 26.11.1957 70 Eroğul, a.g.e. s. 146 71 Cevat Fehmi BaĢkut, Harputta Bir Amerikalı, Hepimiz Birimiz Ġçin, a.g.e. ss. 105-106 71 Öte yandan devletin, vergi vermek suretiyle toprağın mülkiyetini vermesi, inceleme araĢtırma yapmaması ise kurumsallaĢmadaki yetersizliklerle ilgilidir diyebiliriz. Bu gibi sahneler gerçek hayattan esinlenerek kaleme alınmıĢtır demek mümkündür. 2.2. Gazetecilik AnlayıĢı Cevat Fehmi BaĢkut, bu çalıĢmada da belirtildiği üzere hem bir gazetecidir hem de bir edebiyatçı kimliğine sahiptir. Gazetecilik kimliğiyle, toplumun sosyal, ekonomik ve siyasal sorunlarına eğildiği gibi, diğer taraftan bizatihi gazetecilik mesleğine dair çalıĢmalarda bulunarak, gazetenin ve gazetecinin değerlerini, mesuliyetlerini, etkilerini vb. yönlerini araĢtırmıĢtır. BaĢkut, gazetecilik üzerine yazarken, basın hürriyetine vurgu yapar. Basın hürriyetinin, siyaset kurumuyla olan iliĢkisine dair Ģöyle yazar: Her vakit ve her yerde iktidara gelen siyaset adamlarının ilk düşündükleri şey gazeteler ve gazetecilerdir. İlk işleri bulundukları ahvâl ve şartlar dâhilinde onun ağzını tıkamak veya onu kontrol altına almaya çalışmak olmuştur… Şu nokta sabittir ki diktatörlüğün tesisi için çalışılan bir yerde 72 ilk kaldırılan veya ilk baskı altına alınan hürriyet, daima basın hürriyeti olmuştur . Bu tespitten sonra BaĢkut, basın hürriyeti için, bir memleketin demokrasi mi, yoksa diktatörlük 73 mü olduğunu anlatan bir bayraktır nitelemesini yapar. Bu niteleme, demokrasi vurgusunun en üst seviyede karĢımıza çıktığı noktadır diyebiliriz. Ayrıca Kautsky‟nin Ģu sözlerini vererek, BaĢkut‟un sosyal demokrat kimliğini daha net görebiliriz: … Yönetici sınıflar eğer zora başvurmuşlarsa, kesinlikle demokrasinin sonuçlarından korktukları için 74 bunu yapmışlardır. Onların şiddet eylemleri gerçekte demokrasiyi alt üst edecektir… . BaĢkut‟un gazetecilik anlayıĢının mahiyetini, Avrupa tarihinde önemli bir yeri olan Dreyfus olayını, gazete‟nin sosyo-politik alandaki etkisi bağlamında değerlendirirken görüyoruz: Fransayı uzun seneler ikiye ayıran bu davada basının oynadığı rol ön planda gelmektedir. 75 Dreyfus meselesinden çok evvel Fransada bazı gazeteler Yahudi aleyhtarlığına başlamışlar, halkı yavaş yavaş buna alıştırmışlar, öyle ki Dreyfus meselesi patlak verdiği vakit umumî efkârda çok şiddetli bir tepki hâsıl olmuştur… Eğer gazeteler o kadar Yahudi 72 Cevat Fehmi BaĢkut, Gazetecilik Dersleri, 2.b., Ġstanbul Üniversitesi Ġktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü Yayınları, Ġstanbul, 1967, s. 38 73 a.e. s. 39 74 Karl Kautsky, SeçilmiĢ Politik Yazılar, 1.b., çev. Celal. A. Kanat, Kavram Yayınları, Ġstanbul, 1990, s. 109 75 Yazım hatası, alıntı yapılan kaynağa aittir. 72 aleyhtarlığı göstermeseydiler, eğer Dreyfus‟a o kadar yüklenmeseydiler Yahudi Yüzbaşı eldeki o çok zayıf delillerle mümkün değil mahkûm edilemezdi… Şu var ki Yahudi aleyhtarı basını tesirine kapılan ve böylece haksız yola giden büyük gazeteler kendilerini çabuk toplamışlar, yaptıkları hatayı anlamışlar… Bu uğurda korkmadan, yılmadan halkın hisleri 76 ve düşünceleri aleyhine neşriyat yapmışlardır… . Aktarılan bu yazıdan da anlaĢılıyor ki BaĢkut, gazete ve gazetecinin, korkmadan, tarafsızca, gerçekleri ortaya çıkarmak uğruna hizmet vermesini ön planda tutmaktadır. Ona göre bir toplumda adaletsizliğin önlenebilmesi adına gazetelerin varlığı ve hürriyeti, Dreyfus olayında önemli bir rol oynamıĢtır. Eğer Dreyfus olayından itibaren entelektüel kavramının sahne aldığını varsayan yaklaĢımı hatırlarsak ve bu olayla birlikte 77 entelektüellerin sol kimlikle anılmaya baĢlandığını kabul eden görüĢlerin olduğunu düĢünürsek, BaĢkut da bu olayda entelektüellerden taraf olan bir entelektüel profili çizmektedir ve bu anlamda sol çizgiye yakındır diyebiliriz. Ayrıca BaĢkut‟da insan hakları, adalet, özgürlük, eşitlik gibi değerlerin önemini bir kez daha ve net olarak görebilmekteyiz. Basın Hürriyeti üzerinde BaĢkut‟un önemli bir tespitini daha aktarmak yerinde olacaktır. Onun sözleriyle devam edersek: Basın hürriyetinin mahzurları yok mudur? Evet vardır. Fakat faydaları o kadar çoktur, o kadar büyüktür ki mahzurlara göz yummaktan başka çare bulunamaz ve basın hürriyetini incitmeden bunları ortadan kaldırmak kâbil olmaz. Sözü Atatürk‟ün bir vecizesi ile bitirelim: <> . BaĢkut, Atatürk‟ün bu anlamlı sözlerini aktararak, fikir hürriyetine iĢaret etmektedir. Eğer her fikir karĢı karĢıya gelmezse, bunu sağlayacak ortam yaratılmazsa, 79 doğru da yanlıĢ da tam anlamıyla ortaya çıkamayacaktır . BaĢkut da bu bağlamda Atatürk‟ün sözlerini desteklemektedir çıkarımını yapabiliriz. Burada BaĢkut‟un gazete ve gazetecilik üzerine görüĢlerini aktarıp, değerlendirmelerde bulunurken, yine gerçek hayata bakıp, o dönemde gazetecilik ya da genel anlamda basın üzerinde nasıl bir siyasal otoritenin söz konusu olduğuna bakmamız faydalı olacaktır. DP döneminin en bilinen antidemokratik uygulamalarından birisi, basına 76 BaĢkut, Gazetecilik Dersleri, a.g.e. s. 56 77 Birinci bölümde “Entelektüel” baĢlığıyla verilen kısımda iĢlenmiĢtir. 78 a.e. s. 44 79 Bu düĢünce, John Stuart Mill‟‟in fikirlerinde öne çıkar. Burada Ģu belirtilmeli ki Eduard Bernstein da “Sosyalizm, organize olmuĢ liberalizmdir.” der ve bu bağlamda sosyal demokrasideki bireysel özgürlük vurgusuna dikkat çeker. Daha fazla bilgi için bkz. Eduard Bernstein, Sosyalizmin Ön KoĢulları ve Sosyal Demokrasinin Görevleri, 1.b., çev. Levent Bakaç, Yazılama Yayınevi, Ġstanbul, 2011. 73 80 verilen resmî ilanların daha çok iktidar yanlısı gazetelere verilmesidir . BaĢkut bu uygulamaya dair bizzat kendi gözlemini aktararak Ģöyle yazar: … Son aylar, bilhassa son haftalar zarfında iktidara yakın bankalarla iktisadî devlet teşekküllerinin ilanları gazetelere müsavat üzere veya tiraj yüksekliği nazara alınarak değil, gazetelerin muvafık, muhalif, tarafsız olduklarına bakılarak dağıtılmıştır. İktidarın hoşuna giden gazetelerde çıkmakta olan ilanlar, tirajları ne kadar yüksek olursa olsun 81 muhalif veya tarafsız gazetelere katiyen yollanmamıştır… . Bu yazıyı ve BaĢkut‟un gazetecilik, basın hürriyeti gibi konularda söylediklerini karĢılaĢtırırsak, basın hürriyeti üzerinde hassasiyetle durulduğunu görebiliriz. Burada basın hürriyeti ve demokrasiden bahsederken, BaĢkut‟un bir eserindeki önemli bir diyaloğu olduğu gibi aktararak, siyasete ve siyasetçiye dair eleĢtirilerinin özünü kavramamız daha kolay olacaktır: Politikaya zoraki girmiĢ tecrübesiz bir milletvekili adayına, çekeceği nutukla alâkalı olarak, sinsi bir politikacı Ģöyle nasihat verir: … Öncelikle iktidara, Demokrat Partiye, Halk Partisi‟ne, öteki partilere şöyle sıradan 82 sunturluca bir salla! … . Bu tavsiyeyi alan acemi politikacı, saf bir tavırla cevap verir: …Peki ama… Hücum et, hücum et diyorsunuz, fakat ben iktidarın da bu partilerin de hücum edilecek bir kusurlarını görmüyorum ki... Cevap ilginçtir: …Allah Allah, hücum 83 etmek için mutlaka kusur mu görmek lazım? Tuhafsın yahu! … . Burada acemi politikacıya edilen sitem, aslında dürüst bir tutuma edilen sitemdir. BaĢkut‟un kaleminden çıkmıĢ olan bu diyalog, demokratik, erdemli, dürüst, bir politikacı tasavvuruna iĢaret etmektedir. Siyasal ahlâkla alâkalı tavrı, gazetecilik anlayıĢıyla da paralellik arz etmektedir demek mümkündür. Bu sözlerimize kanıt teĢkil etmesi adına BaĢkut‟un, bir gazetecinin siyasi partilere, siyasetçilere ve dolayısıyla halka karĢı nasıl bir tavırla mesleğini icra etmesi gerektiğine dair Ģu sözlerini verelim: Bir partilinin, aksi partiden birini birkaç hususta tenkit ettiğini düşünelim. Muhabir, tenkit edilen şahsın fikirlerini de almalı ve gazetede çıkmasını temin etmelidir. Bunun için muhabir, aynı gün hiç olmazsa telefonla, hücuma uğrayan kimse veya kimseyle ile 84 konuşmalıdır. Bu suretle, bir yazıda hem hücuma hem de müdafaaya yer vermiş olacaktır . Burada vurgulanan ilke, bugünden bakınca o zamanki kadar önemli gözükmeyebilir fakat o dönemde iletiĢim teknolojilerinin sınırlı olduğu ve Türkiye‟nin birçok yerine aynı anda gazetelerin dağıtılamadığı dikkate alınırsa, bu ilkenin önemi anlaĢılır. BaĢkut‟un 80 Bu konu Üçüncü Bölümde “Demokrat Parti” baĢlığıyla verilen kısımda iĢlenmiĢtir. 81 Cevat Fehmi BaĢkut, “YanlıĢ, Fakat HoĢ!”, Cumhuriyet, 04.10.1957 82 BaĢkut, Sana Rey Veriyorum, Kleopatranın Mezarı, a.g.e. s. 56 83 a.e. s. 56 84 BaĢkut, Gazetecilik Dersleri, a.g.e. s. 189 74 gazetecilik anlayıĢında, halkın kanaatinin oluĢmasında dürüst ve adaletli olmak çok önemli bir yer tutmaktadır ve bu tutum net bir Ģekilde görülebilmektedir. Buraya kadar yazılanları toparlamak gerekirse, Cevat Fehmi BaĢkut‟un bilhassa ekonomide sosyal adalet ilkesine sık sık vurguda bulunduğunu net bir Ģekilde ifade edebiliriz. Bunu yaparken sosyal hayattan örnekler veren BaĢkut, kaleme aldığı oyunlarında sosyal hayattan uzak kalmamıĢtır ve toplumdaki dar gelirli sınıfın yaĢam koĢullarını seyircilere izletmeyi ihmal etmeyerek sosyal demokrat bir çizgide, bu konu üzerinde hassasiyetlerini ortaya koymuĢtur. Politikaya ve politikacılara yönelik olarak, genelde mizahi bir dil kullanarak eleĢtirilerde bulunmuĢtur. Eserlerinde bu komedi üslûbu daha da gözle görülür çizgilerle mevcuttur. Genel olarak politik eleĢtirilerinin konusunu, ekonomik bunalımlardan doğan toplumsal sorunlar, etik olmayan politik söylemler, din ve siyaset iliĢkisinde din‟i bir siyaset aracı haline getirmeler teĢkil etmiĢtir diyebiliriz. Laiklik ilkesinden ödün vermeyen bir çizgisi olmuĢ ama din üzerine baskıcı politikalara da arka çıkmıĢ gözükmeyerek, demokrasiye daha çok sarıldığını söyleyebiliriz. Öte yandan BaĢkut‟un gazeteciliğe bakıĢ açısını ele alırken, basın hürriyetine vurgu yaptığı ve gazeteye ve gazeteciliğe, demokrasi yolunda önemli bir rol biçmekte olduğu görülmüĢtür. Gazetenin politik ve sosyal alandaki etkisini göstermek için Dreyfus olayından hareket eden BaĢkut, bu olayda adil bir sonuca ulaĢılmasının, gazeteler ve gazeteciler aracılığıyla olduğuna dikkat çekmiĢtir. Bununla beraber bu olayda Dreyfus‟u savunan sosyalistlere, sanatçılara, edebiyatçılara destek verdiği açıkça görülebilmektedir. Dreyfus‟u savunanların sosyalistler, özgürlükçüler, sanatçılar ve edebiyatçılar olduğu düĢünüldüğünde BaĢkut‟un da bu kesimlerin savunucusu olduğu ilkelere fikrî olarak yaklaĢtığı anlaĢılmaktadır. Bu doğrultuda BaĢkut için sosyal adalet, eĢitlik ve özgürlük taraftarı nitelemesini yapmak daha kolay olmaktadır diyebiliriz. Bu bölümden sonra, onun eleĢtirdiği çoğu hususun, Türkiye‟nin politik hayatında sarsılmaz bir yer edindiğini göstermek adına, Türkiye‟de 20. yüzyılın son kırk yılında yaĢanan bazı politik ve sosyal olaylara değineceğiz ve aradaki benzerliklere dikkat çekmeye çalıĢacağız. 75 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM BAġKUT VE SONRASI Bu bölümde, Cevat Fehmi BaĢkut‟un eleĢtirilerini ele aldığımız bölümden hareketle, genel anlamda Türkiye‟nin politik ve sosyal hayatının gündeminden hiç düĢmeyen, zamanın Ģartlarına göre değiĢiklik arz etseler de toplumsal hayatın tartıĢılan konularını teĢkil eden belli baĢlı sorunlarına bakmaya çalıĢacağız. Vurgulanmak istenen nokta, BaĢkut‟un kendi döneminde eleĢtirdiği konuların, ülkenin politik ve sosyal gündeminde var olmaya devam ettiğini göstermektir. Ama bununla beraber BaĢkut‟un hatırasını yer yer canlandırarak, bazı karĢılaĢtırmalarda bulunulacaktır. 1.TÜRK SĠYASETĠNĠN AYNI GÜNDEMĠ Türkiye Cumhuriyeti‟nde özellikle çok partili yaĢama geçildiğinden beri, temel mesele din ve siyaset iliĢkisinin ne yönde geliĢeceği ve daha net söylemle laiklik ilkesindeki hassasiyet olmuĢtur. Bunun nedeni, Mardin tarafından iĢaret edildiği gibi Osmanlı‟da din ve devletin iç içe geçmiĢ bir yapı arz etmesidir. Daha önce de belirtildiği gibi Mardin, bu konuya dair Ģöyle yazar: … Müslümanlar dinî görevlerini devletten bağımsız olarak yürüten Katolik Kilisesi gibi muhtar bir dinî kurum kurmuş olmadıkları için, laiklik Türkiye‟de dinin resmî bir müessese halinden çıkarılmasından öte bir anlam 1 taşıyordu… . Mardin böylece, laiklik ilkesinin sorun haline gelmesindeki arka plana dikkat çekmektedir. Bu koĢullarda, laiklik ilkesinin tepeden tabana doğru bir hareketle yerleĢtirilmesi, halk üzerinde bazı baskıcı politikalara giriĢilmesini beraberinde 2 getirmiĢtir . Tek parti döneminde daha da belirginleĢen bazı uygulamalar, en nihayetinde kitleyi yani özellikle kırsaldaki halkı, bu konuda daha özgürlükçü bir söylemle muhalefet eden Demokrat Parti‟ye yaklaĢtırmıĢtır. Hemen bu dönemde bizzat Ġsmet Ġnönü tarafından, DP‟nin dört kurucusundan biri olan Celal Bayar‟dan bir güvence istenmiĢtir ki bu, din‟i 3 siyasete alet etmeme güvencesidir . Artık ülke gündeminden, uzun yıllar boyunca 1 ġerif Mardin, Türkiye’de Din Ve Siyaset, 15.b. der. Mümtaz‟er Türköne/ Tuncay Önder, Bütün Eserleri 8, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2010, s. 36 2 Bu konu 2. Bölümde iĢlenmiĢtir. Ayrıca bkz. Mete Tunçay, T.C.’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), 2.b., Cem Yayınevi, Ġstanbul, 1989, Adnan Küçük, “ Türkiye‟de 1950- 1960 Arası Dönemde Hukuki GeliĢmeler ve Fiili Uygulamalar: Türkiye Ne Oranda DemokratikleĢebildi?”, Demokrasi Platformu, ed. N. YeĢim Erdoğan, C.1, S.17, Orion Kitabevi, Ankara, 2010. 3 ġevket Süreyya Aydemir, Menderesin Dramı, 13.b., Remzi Kitabevi, Ġstanbul, 2011, s. 313 76 düĢmeyecek olan din‟in siyasete alet edilmesi ve şeriat korkusu, zaman zaman gerçekçi bir korku olabilirken zaman zaman bir paranoya Ģeklinde ortaya çıkmıĢtır diyebiliriz. Tek parti döneminin bitmesiyle birlikte laiklik konusundan baĢka, demokrasi de Türk siyasi tarihinde sağlam temellere oturtulamamak suretiyle önemli bir sorun haline gelmiĢtir. Bu çalıĢmanın ikinci bölümünde bahsedildiği gibi daha demokratik daha özgürlükçü bir söylemle iktidar isteyen Demokrat Parti de iktidara gelince, yavaĢ yavaĢ antidemokratik politikalara giriĢmekten kendisini alamamıĢtır. Cevat Fehmi BaĢkut‟un eleĢtirileri daha çok DP‟nin bu gibi politikalarına yönelik olmuĢtur. Aslına bakılırsa DP‟nin iktidara geliĢi, o tarihten sonra Türk siyasi tarihinde onun ardıllarının, mirasçılarının çeĢitli dönemlerde iktidara gelmesi ve gitmesi olarak da görülebilir. Bu bağlamda DP‟de görülen bazı antidemokratik uygulamaların, o dönemde laiklik ilkesinde yaĢanan sorunların, ekonomide ortaya çıkan dengesiz ve adaletsiz durumların, genel olarak DP ile aynı tabana seslenen partilerin yaĢadığı ve yaĢattıkları sıkıntılarla benzerdir. Burada en önemli etken, temsilciliği üstlenilen kesimlerin aynı olmasıdır denilebilir. Mardin‟in sözleriyle bu durum merkezdeki elit ile çevredeki halkın mücadelesi olarak da görülebilir. Mardin bu konuda yazarken, Ġslam etkenine iĢaret eder: Türkiye‟de, kitle iletişim araçlarının ve kültür yaşamının modernleştirilmesi, büyük kültür ile küçük kültür arasındaki uçurumu, kapatmaktan çok derinleştirmiştir genellikle. İslamîyet‟e ve onun kültür mirasına sarılmak da, çevreyi yeni bir kültür çerçevesiyle bütünleştiremeyen 4 merkeze, çevrenin verdiği bir karşılıktı . ĠĢte burada merkeze verilen karşılık söylemi, belki de Türk siyasetindeki gerek laiklik gerekse demokrasi konusundaki problemlerinin arka planı olarak düĢünülebilir. Genel olarak bakıldığında bu düĢünceye yanlıĢ demek zor olacaktır. Hasan Bülent Kahraman bu konuda, DP‟yi de içine katarak Türk Sağı‟nın temel karakterine iĢaret eder: … Türkiye sağı söz konusu olduğunda benim temel iddiam, sağın hiçbir zaman reel demokratik bir bilinç taşımadığıdır. Türkiye sağı, devletçiliğe karşı gibi görünüp, liberal gibi isimlerle kendisini adlandırsa dahi, her zaman devlete sahip çıkma ve milliyetçilik açısından, etnik kimliğin muhafazası, ötekinin bastırılması, dışlanması, ezilmesi açılarından ve bütün bunların aynı zamanda İslamî, dinî bir kimlikle yoğrulması 5 açısından taviz vermez bir yapı içinde kalmıştır… . Görüldüğü gibi burada, daha önce 4 ġerif Mardin, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, 18.b. der. Mümtaz‟er Türköne/Tuncay Önder, Bütün Eserleri 6, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2011, s. 56 5 Hasan Bülent Kahraman, AKP ve Türk Sağı, 2.b., Güncel Siyasi Mesleler 3, Agora Kitaplığı, Ġstanbul, 2009, s. 10 77 BaĢkut‟un DP‟ye yönelik eleĢtirileri ıĢığında dikkat çekilen nokta, Türk Sağı‟nın geneli için söylenebilir. Buradan itibaren, BaĢkut‟un eleĢtirilerindeki vurgularla, sonraların siyasi, sosyal ve ekonomik problemlerine bir göz atıp, aralarındaki benzerliğe bakmaya geçebiliriz. 1.1.Laiklik Meselesi Laiklik ile ilgili olarak, yukarıda Mardin‟in iĢaret ettiği siyasal ve kültürel arka plana değinilmiĢti. Kahraman, Cumhuriyet‟in, laiklik ilkesini yasal olarak topluma benimsetmekte izlediği yöntem üzerine Ģöyle yazar: Fransız Devrimiyle birlikte gelen bir laik despotik dönem vardır. Ona Aydınlanma Despotizmi de denir. Yani kiliseler samanlığa dönüştürülmüş, her türlü dinsel uygulama yasaklanmıştır. Hatta takvim, ay adları dahi değiştirilmiştir… Bizim laikliği aldığımız model budur. Radikal bir yolla dinin gündelik siyasal pratiğin dışına ve hatta gündelik 6 hayatın kendisine ait pratiğin dışına taşınması, itilmesidir… . Bu yöntemden söz edilirken hemen hatırlanmalı ki tek parti döneminde ezanın Arapça okunmasının yasaklanması söz konusudur. Kahraman‟ın tespiti bu anlamda doğru kabul edilebilir. Bu yöntemlerin de etkisiyle, DP‟den sonra gelen ve onun devamı olduğunu da inkâr etmeyen bazı siyasi partiler laiklik hususunda sınırların zorlanmasını seçmiĢtir. 27 Mayıs 1960 darbesiyle DP‟nin iktidarının son bulmasından sonra 1961‟de kurulan Adalet Partisi (AP) de DP‟nin ardılı olduğunu inkâr etmeyerek, onun seçmen kitlesine seslenmeyi baĢarmıĢtır. Tanel Demirel bu iki partinin laiklik ile iliĢkileri üzerine Ģöyle yazar: DP-AP çizgisinin laiklik anlayışı konusundaki temel farklılığı, Kemalist elitin laikliğe yüklediği, bireyi dinî/geleneksel değerlerin etkisinden uzaklaştırma, ona dinsel 7 normlardan arındırılmış yeni bir dünya görüşü sunma işlevine sıcak bakmamasıdır . Bu benzerlik elbette teoride kalmayarak pratiğe de yansımıĢtır. Bir örnek vermek gerekirse, Tanel Demirel‟in aktardığı, bir AP Milletvekili‟nin Ģu sözleri manidardır: CHP‟de profesörler, doçentler, iktisatçılar, iktisat doktorları var. Onlar Almanya, Fransa, İngiltere, Amerika gibi daha başka memleketlerde okumuşlar. Fakat onların kitaplarını 8 okumuşlar. Biz de evvela Kur‟anı sonra da sizlerin yani köylülerin kitabını okuduk . Bu söylemin benzerini, Cevat Fehmi BaĢkut‟un eleĢtirdiği, Demokrat Partili Sıtkı Yırcalı‟dan da duyduğumuzu hemen hatırlatmak gerekir. BaĢkut, Yırcalı‟nın, milletin 27 6 Kahraman, a.g.e. s. 36 7 Tanel Demirel, Adalet Partisi, 1.b., ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2004, s. 182 8 a.e. s. 129 78 senedir çektiği sıkıntıyı gidermek için Allah Demokrat Partiyi ve Demokratları halk etmiştir sözlerini verdikten sonra, bu sözler için, DP‟nin baĢarısızlığı söz konusu olursa, bu 9 durumu da Allah‟tan mı bilmek gerekir yönünde eleĢtirilerde bulunmuĢtur . Elbette bu sözlerin temelinde, kitlelerin siyasi tercihlerini etkilemek maksadıyla giriĢilen bir popülizmin de yokluğundan söz edilemez. Tanel Demirel bu bağlamda popülizm ve AP arasındaki iliĢkiye de Ģöyle dikkat çeker: … Popülist siyaset tarzı anti-teori ve anti- entelektüel retoriğe dayanır, analitik düşünceye uzaktır ve duygulara hitap eder… AP‟nin popülist özellikler taşıdığı inkâr edilemez. Parti kendisini, tahakkümcü devlet elitine karşı, homojen bir bütün olarak tahayyül edilen milletin temsiline soyunmuş bir hareket olarak 10 sunar… . Kahraman da bu doğrultuda AP‟nin lideri Süleyman Demirel‟in siyasi tavrına yönelik Ģöyle bir tespitte bulunur: … Geleneksel toplumsal değerleri, yani dini daima bir siyaset unsuru olarak gözetmiştir… Süleyman Demirel ve AP dönemi, açtığı İmam-Hatip okulları ve Kuran Kursları sayısıyla ifade edilebilir. Bu, büyük bir kitlesel partinin 11 kaçınamayacağı popülist bir davranıştır… . Ayrıca DP ve AP‟nin ortak noktalarından biri de Mardin‟in kullandığı kavramla çevre‟nin temsilcisi olmalarıdır denilebilir. Süleyman Seyfi Öğün de DP ve AP‟nin tarihsel kökenine iĢaret ederek Ģöyle yazar: …Türk demokrasisinin ilerlemeci, sosyal mühendislik kültürüne dayalı merkez sol kulvarına muhalif olarak gelişen ve tarihsel kökeni itibarıyla Hürriyet ve İtilaf, Serbest Fırka, Terakkiperver Fırka gibi oluşumlara yaslanan, DP ve AP‟de tekâmül eden merkez sağ yapılanmasının sosyal ve ekonomik tabanı, küçük ve orta ölçekli bir taşra köylülüğü ve 12 esnaflığıdır… . Bu bağlamda her iki partinin kitlelere hitap etmekte kullandıkları popülist dili anlamlandırmak kolay gözükmektedir. Genel olarak, BaĢkut‟un DP‟yi tenkit ettiği din‟in siyasete alet edilmesi konusu, AP‟de de görülmeye devam etmiĢtir denilebilir. Tek parti döneminin bitmesiyle birlikte demokratik seçimler yapılmıĢ, halkın desteğiyle DP iktidara gelmiĢse de tam manasıyla demokrasi yerleĢtirilememiĢtir. Bunun nedenlerini görebilmemizde faydalı olacak bir bakıĢ açısı Elisabeth Özdalga‟nın Ģu sözlerinde mevcuttur: Modern Türk siyasi sisteminin önemli bir zaafı, köklü ideolojik farklılıklar ve açıkça ifade edilen farklı inançlara karşı yaygın olarak hissedilen korkudur. Ordu bu korkuyu, askeri 9 Bkz. 3. Bölüm, ss. 52-53 10 Demirel, a.g.e. s. 128 11 Kahraman, a.g.e. s. 64 12 Süleyman Seyfi Öğün, Türk Politik Kültürü, 2.b, Alfa Basım Yayım, Bursa, 2004, s. 18 79 müdahaleler yoluyla, kendi dilinden ifade eder. Müdahaleler, demokratik kurumlara karşı güvensizlik ve koyulan ideolojik sınırların fazla zorlanmasıyla oluşacak total çöküş 13 korkusuna dayandırılır . Dolayısıyla bu korkular ve beraberinde gelen müdahaleler, Türkiye‟nin siyasi problemlerinin süreklilik arz etmesinde etkili olmuĢtur denilebilir. Özdalga diğer bir hususa da Ģöyle dikkat çeker: … 1950‟den sonra setler kaldırıldığında ve kitleler siyasetin akışına katıldığında, bir önceki dönemin iyi bilinen ideolojik kategorileri sorgulanmaya başladı. Bu süreçten kaynaklanan ideolojik karışım, bilhassa 1970‟lerin başında İslamcı 14 Milli Selamet Partisi‟nin ortaya çıkışıyla güçlü bir şekilde bağlantılıydı… . ĠĢte Özdalga‟nın vurguladığı bu nokta göz önünde bulundurulmadan Türk siyasi tarihinin problemlerindeki benzerlik hususu tam olarak anlaĢılamaz. Öte yandan hem DP‟nin doğuĢu ve baĢarısı hem de Özdalga‟nın bahsettiği Milli Selamet Partisi‟nin (MSP) yükseliĢinde din‟in önemli bir rolü vardır denilebilir. Özdalga bu konuda bilhassa 1970‟lerde din‟in siyasi ve sosyal açıdan etkisini Ģöyle açıklar: … İslam‟ın etkisi, sadece siyasette değil aynı zamanda sosyal hayatın başka alanlarında da artmayı sürdürdü. Özellikle 1970‟lerin başından itibaren ilahiyat kurumlarının… yanı sıra tipik İslamî baş örtüsü takan kadın öğrencilerin sayısı arttı. İslamî yayınların çeşitliliği ve sayısı da dinî meselelere büyük ve dinamik ilginin kanıtı olarak çoğaldı. Farklı türde İslamî 15 tarikatların faaliyetleri de artış gösterdi… . Bu yönde sosyal hareketlilik, Türkiye‟nin gündemini uzun yıllar iĢgal etmiĢ ve belki de hala iĢgal etmekte olan türban sorununun doğmasında etkili olmuĢtur denilebilir. Ama burada bu çalıĢmanın üzerinde durduğu nokta, daha çok türban sorununun siyasi bir hüviyetle ortaya çıkmıĢ ve yine laiklik ile bağdaĢmayan bir durum olarak algılanmıĢ olmasıdır. Bu siyasi kimliğin oluĢmasında Milli Nizam Partisi (MNP) ve kurucusu Necmettin Erbakan‟ın önemli etkileri olmuĢtur. Din ve siyaset dengesinin oldukça hassas bir terazide seyrettiği döneme dair Özdalga‟dan önemli bir pasaj alarak devam edelim: … Anayasa Mahkemesi, 1971‟de MNP‟yi, partinin İslam‟a dayalı bir devlet kurmayı amaçladığı gerekçesiyle kapattı. Mahkeme temel kanıt olarak Erbakan‟ın 1970‟te yaptığı bir konuşmayı gösterdi. “Milli Nizam denince okulda okunan sosyoloji ve ahlâk kitapları yerine Hadis-i Şerif kitaplarının, İmam-ı Gazalî ve İmam-ı Rabbinî‟nin kitaplarının okutulacağının gelmesi gerektiğini, Milli Nizamcı olarak şahadet bayrağı altında toplamanın mecburi olduğunu, halkçıyım diyen insanın başının düşük olacağı için ona, „Demek Batıl yolda hizmet ediyorsun, bir an evvel tövbe et, gel Nizam‟a katıl‟ tavsiyesinde bulunmanın gerekli olduğunu, Besmele ile Milli Nizam‟a kaydolmanın gerektiğini, Milli 13 Elisabeth Özdalga, Ġslamcılığın Türkiye Seyri, 2.b. çev. Gamze Türkoğlu, ed. Tanıl Bora, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2007, s. 45 14 a.e. s. 50 15 a.e. s. 56 80 Nizam‟ın şahadet işaretinin anlamının çok büyük olduğunu, bu işaretin ne olduğunu bilmeyen varsa ve yapamıyorsa öğrenince eve gidip tövbe edeciğini” diyerek sözlerini, 16 topluluğa şahadet parmaklarını kaldırtarak tamamlamıştı… . Burada sözü edilen konuĢma ile BaĢkut‟un yazılarında tenkit edilen konuĢmalar, demeçler arasında oldukça önemli benzerlikler bulunduğu görülebilir. BaĢkut, DP‟li bir Bakan‟ın, çimento fabrikası açılıĢında sarf ettiği, yaptığımız fabrika bacalarının yanında minareler yükselecek, D.P.‟nin inşa ettiği bu minarelerden ebediyen Allah sesleri 17 duyulacak… Ģeklindeki sözlerini tenkit ederek, dinî unsurların siyaset arenasında kullanılmaması gerektiğine vurgu yapmaktaydı. Hem eleĢtiriler aynı konudan oluĢmaktayken, hem de siyasi partilerin propagandalarında benzer temaların iĢlendiği görülmektedir. Elbette söylemler arasında, dile getirildikleri dönemlerin siyasi ve sosyal atmosferine göre bir tonlama farkı mevcuttur. Din faktörünün Türk siyasi tarihindeki yerini daha iyi kavramak maksadıyla, yukarıda sözü edilen Milli Nizam Partisi‟nin kuruluĢunda rol oynayan dikkat çekici duruma göz atmak yerinde olacaktır. Bu, bu partinin kuruluĢunda Necmettin Erbakan‟ın, Nakşibendî Tarikatı Şeyhinden izin istemesidir. Oral ÇalıĢlar bu konuya dair Ģöyle yazar: …İstanbulda‟ki İskender Paşa Cami imamı Şeyh Mehmet Zahit Kotku, Nakşibendî Tarikatı‟nın Türkiye‟deki en önemli lideri. Briçok İslamcı genç, üniversite öğrencisi, şeyhin mürididir. Gördüğü eğitim ve verdiği vaazlarla çevresinde önemli bir okumuş topluluğu bulunan şeyhin müritlerinden birisi de üniversite yıllarından beri Kotku‟yu rehber olarak kabullenen Profesör Necmettin Erbakan‟dır. Necmettin Erbakan‟ın Milli Nizam Partisini kurmasını Şeyh Zahit Kotku tavsiye etmiştir. Şeyhe göre diğer sağcı partileri desteklemenin 18 artık bir anlamı yoktur… . Özellikle Osmanlı‟daki toplum yapısının mahiyetine bakarak, dinî toplulukların siyasete dâhil olmalarını anlayabiliriz. Mardin‟in Ģu sözleri aydınlatıcıdır: … Osmanlı İmparatorluğu‟nda yapılı ve organize bir cemaat mevcuttur. Bu cemaatin aynı zamanda bir iktisadî ve bir hukukî sistemi vardır. Bu kopuklukta dinî kuralların pekiştirdiği bir “cemaat” da vardır, fakat bu cemaat, düzeni sağlayıcı otoriteden yoksundur. Tam anlamıyla otorite‟den bahsedilecekse, bu otorite devlet monopolündedir… Batı‟da kilise/seküler güçler; feodalite/burjuvazi/endüstri proletaryası; yerel odaklar/milli odaklar şeklinde görülen kutuplaşmaların yarattığı çatışmalar yerine, Osmanlı İmparatorluğu‟nda çatışmalara uzun vadede bakıldığında, bunların cemaat/devlet ekseninde odaklandığını 19 söyleyebiliriz… . 16 Özdalga, a.g.e. ss. 107- 108 17 Cevat Fehmi BaĢkut, “Ġlk Favul”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 06.10.1957 18 Oral ÇalıĢlar, Refah Partisi Nereden Nereye, 2.b., Pencere Yayınları, Ġstanbul, 1997, s. 31 19 Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset, a.g.e. s. 23 81 Böyle bir yapıda siyasi çatıĢmaların dinsel topluluklarla devlet arasında olması ve Cumhuriyetten sonra da bu temelde devam etmesi anlaĢılır gözükmektedir. Dolayısıyla Milli Nizam Partisi‟nin daha kuruluĢundaki bu iliĢkiyi de bu çerçeve içerisinde görmek doğru olacaktır. Bu bilgiler ıĢığında, Türkiye‟deki bir diğer soruna, komünist korkusu ve düşmanlığına değinilirse, zincirin halkaları tamamlanmıĢ olacaktır. Çünkü komünist korkusu, dinî etkenlerden bağımsız değildir. ÇalıĢlar, bu konuda Ģöyle yazar: 1968‟de üniversitelerde gençlik hareketleri gelişti. İlk başta sağcı gençlerin de içinde yer aldığı bu gösteriler, bir süre sonra sağ-sol çatışmasına dönüştü. Sağcı gençler, Amerikan aleyhtarı göstericilere saldırdılar. İslamcı gençler önce AP‟li gençlerle ittifak halinde iken daha sonra yavaş yavaş bağımsızlaşmaya başladılar. Bunlar komünizmle mücadele 20 derneklerinde toplandılar . Burada olan biten, o dönemde antikomünist propagandanın, kitleler nezdinde hoĢ görülmesi ve Amerikan‟ın arka plandaki rolü düĢünülünce anlaĢılabilir. Biz burada fazla detaya girmeden, hem Milli Nizam hem Adalet Partisi nezdinde antikomünist tutumun bu partilere getirisine göz atmakla yetineceğiz. Tanel Demirel, AP‟nin komünist karĢıtlığını Ģöyle açıklar: … Yükselen toplumsal hareketlilik ile atbaşı giden komünizm karşıtlığı, AP‟nin sosyal demokrat veya sadece demokrat fikirlere dahi komünist damgası vurarak tasvip etmediği siyasi eğilimleri dışlamasını beraberinde getirdi. Kemalist Türk milliyetçiliğine Osmanlı-İslam geçmişini eklemleyerek popülerleştiren merkez sağ çizgi, ırkçı Türk milliyetçiliğinin ezelî düşmanı olarak 21 konumlandırdığı komünizm karşıtlığını maharetle kullandı… . MNP taraftarlarında ise hem antikomünist hem de antiemperyalist bir tutum söz konusuyken, onların, tarihe Kanlı Pazar olarak geçen olaydaki rolleri düĢünülünce çeliĢkili bir durum göz önüne serilmektedir: 16 Şubat 1969‟da sosyalist gençler, Amerikan 6. Filosunun, Türkiye‟ye gelişini protesto amacıyla Taksim Meydanı‟nda bir miting düzenlediler. Bu anti-emperyalist gösteri “yaşasın İslam, Allahuekber” nidalarıyla dinci bir grubun saldırısına uğradı. Kanlı Pazar olarak siyasi tarihimize geçen bu saldırıda iki solcu, dinci sloganlar atan grup tarafından öldürüldü. Bu saldırıyı o tarihte kışkırtan yayın organlarından birisi de Bugün gazetesiydi. Bugün gazetesi, MNP‟nin kuruluşuyla birlikte bu partiye en çok destek olan dinci yayın organlarından birisiydi. Dinciliğin en önemli iki ayağı o günlerde anti-emperyalizme karşı 22 olmak ve komünizmle mücadele etmekti… . 20 ÇalıĢlar, a.g.e. s. 35 21 Demirel, a.g.e. s. 244 22 a.e. ss. 35-36 82 Toplumun nezdinde dinsizlik olan komünizmi, bu derece Ģiddetle kovmanın, popülist siyasi gayelerden ayrı düĢünülmesi zor gözükmektedir. Söz edildiği gibi durumun çeliĢkili doğası, dinci grubun da anti-emperyalistlerin de ortak bir temelden yükselip, din üzerindeki anlaĢmazlıklarla birbirlerine girmesinde yatmaktadır. Antikomünizm, DP döneminde de popüler bir siyaset tarzı olmuĢtur. Bir antikomünist olan Peyami Safa‟nın Ģu sözleri manidardır: Başvekil, Ankara‟da kendisini ziyarete gelen gençlik murahhaslarına, 23 bütün komünist yuvalarını temizleyeceğini vaat etti. Vur Menderes! Elin dert görmesin . 24 Cevat Fehmi BaĢkut da bir eserinde bu komünist karşıtlığı hususunu hicvetmiĢtir . Eserde, soyadı Kızılçiçek olan bir kadın, soyadı sebebiyle bir komiser tarafından tedirginlikle karĢılanır: Kızılçiçek mi? Başka soyadı bulamadınız mı? Yoksa gizli bir maksadınız mı var? 25 … Çiçek… Pekala… Ama Kızıl?... Haydi Haydi duymamış olayım… . Hem AP‟deki hem MNP‟deki komünist karĢıtlığının ve korkusunun arka planı, burada görülebilmektedir. BaĢkut‟un, komedi unsuruyla birlikte iĢlediği komünist korkusu, 1960‟lardan itibaren, ülkedeki popülist siyasetin en önemli aracı olmuĢtur denilebilir. Buraya kadar ülke siyasetinde hemen her dönemde tartıĢma konusu olan laiklik hassasiyeti ve beraberinde getirdiği olumlu ve olumsuz olaylar, durumlar, geliĢmeler, BaĢkut‟un eleĢtirileriyle hafif tonda bir karĢılaĢtırma yöntemiyle iĢlendi. Ama önemli bir nokta da kısaca belirtilmelidir. Bu da askeri darbelerle birlikte kapatılan, ideolojik olarak dini seçtiği varsayılan partilerdir. Yukarıda da bu partilerin adı zikredilmiĢtir. Özdalga da bu konuda, DP‟den yola çıkarak Ģöyle yazar: …1950‟de düzenlenen ilk özgür seçimlerde yönetime gelen Demokrat Parti… Muhalefetin önemli bir bölümünü içine aldı. Bu, Demokrat Parti‟nin 1960‟taki askeri darbeyle yasaklanmasının ardından, ülkenin en büyük muhafazakâr partisi olarak yerine geçen Adalet Partisi için de geçerliydi. İslamî profile sahip ilk parti, 1969‟un sonunda kuruldu. 1971‟deki askeri müdahale döneminde bu parti yasaklandı. Bir yıl sonra aynı liderler tarafından yeni bir parti, Milli Selamet Partisi 26 kuruldu... . Genel olarak aynı olaylar silsilesinin gerçekleĢtiğini tespit etmek zor gözükmemektedir. Milli Selamet Partisi de 12 Eylül darbesiyle birlikte diğer partiler gibi kapatıldı. ÇalıĢlar 12 Eylül‟ün siyasi partilere yönelik uygulamalarını Ģöyle anlatır: 23 Peyami Safa, Sosyalizm, Marksizm, Komünizm, 5.b., Ötüken NeĢriyat, Ġstanbul, 1990, s. 162 24 Bkz. Üçüncü Bölüm, s. 52 25 Cevat Fehmi BaĢkut, Harputta Bir Amerikalı, Hepimiz Birimiz Ġçin, yay.haz., AyĢegül Oral, Bütün Tiyatro Eserleri, Ġnkılâp Kitabevi, Ġstanbul, 2005, s. 29 26 Özdalga, a.g.e. s. 208 83 12 Eylül‟ün darbeci generallerinin temel hareket noktası, “komünizme ve Kürt ayrılıkçılığına” karşı mücadele idi. Bu arada sol örgütlere denge amacıyla MHP ve MSP yöneticileri de tutuklandı. 12 Eylül‟ün ilk günlerinde cuntanın, darbe gerekçelerindeki ana temalarından birisi MSP‟nin Konya mitingi idi. 1980 yılında Konya‟da açılan şeriat pankartları, kamuoyunun da ilgisini çekmiş, tepkilere neden olmuştu. Darbe gerçekleşir gerçekleşmez, bu mitingin şeriatçı görünümü TV ekranlarına getirildi, askeri yönetimin, 27 şeriatçı tehdide karşı harekete geçtiği izlenimi verilmeye çalışıldı . Bundan sonra da MSP‟nin devamı olarak Refah Partisi (RP) de benzer kimlikle kurulmuĢtur fakat RP, Özdalga‟nın tespitiyle söyleminde radikal ve bazen saldırgan ama 28 uygulamada pragmatik bir partidir. Cüney Arcayürek‟e göre ise yönetim kabiliyeti olarak RP, bir belediyeyi veya bakanlığı idare edebilir ama ekonomi ve dış politika gibi konularda 29 zorluk çekecek bir partidir . RP‟nin pragmatik anlayıĢı, DP‟de de AP‟de de söz konusudur. ÇalıĢmanın ana konusunu teĢkil eden Cevat Fehmi BaĢkut‟un DP‟ye yönelik eleĢtirileri de DP‟nin bazı pragmatik, ideolojiden ziyade oy beklentisi ile uygulanmıĢ politikalarına karĢı olmuĢtur. BaĢkut, DP‟li bir politikacının din üzerinden siyasi propaganda yapan bir konuĢmasını, … Halkın dinî hislerini tahrik ederek rey toplamak, 30 çok harcıâlem, çok ucuzlamış bir oyun… sözleriyle eleĢtirmiĢtir. Ayrıca DP ve CHP arasındaki iliĢkilerin gerildiği yıllarda, bu gerilimin, seçmenler arasında camileri ayırmaya varan davranıĢlara neden olması da BaĢkut‟un endiĢeyle iĢaret ettiği diğer bir konudur. Elbette o dönemlerden sonra da bu tarz ayrıĢmalar baĢka Ģekillerde gerçekleĢmiĢtir diyebiliriz çünkü laiklik hususunda tüm toplumu kapsayan ve siyasi olarak da üzerinde uzlaĢılmıĢ bir söylem elde edilememiĢtir. Kısaca, BaĢkut‟un yazılarında sık sık konu edindiği din-siyaset iliĢkisi bu yönüyle Türk siyasetinde baĢrolü elden bırakmamıĢtır denilebilir. Buraya kadar gelmiĢken, Türkiye‟nin siyasi hayatının son on yılında iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi‟nin (AKP) de demokrasi ve ekonomi üzerine bazı politikalarına, icraatlarına, bu çalıĢmanın perspektifinde bakmak isabetli olacaktır. AKP için ilk baĢta belirtilmesi gereken, RP‟nin içinde filizlenen ve RP‟nin anayasa mahkemesi tarafından kapatılmasından sonra Fazilet Partisi‟nde (FP) devam eden yenilikçiler ile 31 gelenekçiler arasındaki ayrılıktan doğmuĢ olduğudur . AKP‟nin lideri, daha Refah Partisi 27 ÇalıĢlar, a.g.e. s. 50 28 Özdalga, a.g.e. s. 210 29 Cüneyt Arcayürek, Geri GidiĢe Ġzin Yok, 1.b., Bilgi Yayınevi, Ġstanbul, 2003, s. 83 30 Cevat Fehmi BaĢkut, “Ġlk Favul”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 06.10.1957 31 Ergun Özbudun, William Hale, Türkiye’de Ġslamcılık, Demokrasi ve Liberalizm AKP Olayı, 1.b., çev. Ergun Özbudun- Kadriye Göksel, Doğan Kitap, Ġstanbul, 2010, ss. 54-55 84 döneminde özellikle genç üyeler arasında popüler olan ve birçoklarınca potansiyel parti 32 lideri olarak görülen Recep Tayyip Erdoğan olmuĢtur. AKP için genel olarak, DP‟nin mirasçısı olduğu söylenebilir fakat iki parti arasında hem söylem hem de politikalar düzeyinde önemli farklar söz konusudur. En önemli benzerlik olarak AKP‟nin de çevrenin temsilcisi misyonuyla iktidara gelmiĢ olması söylenebilir. Özbudun AKP‟nin tüzüğünden bazı maddelere iĢaret etmek suretiyle parti için Ģöyle yazar: …İnsanların farklı inanç, düşünce, ırk, dil, ifade etme, örgütlenme ve yaşama gibi doğuştan var olan tüm haklara sahip olduklarını bilir ve saygı gösterir… Ekonomik alanda AKP, piyasa ekonomisinin tüm kurum ve kurallarıyla tesisini amaçlar ve 33 devletin ekonomi içindeki rolünü, düzenleyici ve gözetici fonksiyonları ile tanımlar… . Laiklik ise AKP nezdinde, kendisinden önceki İslamcı partilere nazaran açıkça taraf olunmuĢ bir ilke olarak görülmektedir ve bu doğrultuda parti, dini, insanlığın en önemli kurumlarından biri olarak kabul etmekte ve laikliği de demokrasinin vazgeçilmez şartı, din 34 ve vicdan hürriyetinin teminatı saymaktadır . AKP için muhafazakâr bir parti denilebilir fakat bu muhafazakârlık, Hakan Yılmaz‟ın ayrımıyla, Türkiye‟de var olan iki tür muhafazakârlıktan, sosyal muhafazakârlığa denk düĢmektedir. Yılmaz‟a göre sosyal muhafazakârlık daha çok Ġslamî değerlerle Ģekillenen, toplumsal hayata dair bazı düzenlemeleri Ġslam perspektifinde ele alan bir harekettir. Diğeri ise politik muhafazakârlıktır ve bu da Türkiye‟deki ulusalcılığa, anti-Amerikancılığa 35 eĢitlenmektedir . Bu bilgileri verdikten sonra bu çalıĢma kapsamında AKP‟nin laiklik ve sonra demokrasi, ekonomi üzerine bazı politikalarına göz atıp, öncülü sayılan partilerle benzerliği ya da farklılığı gösterilmeye çalıĢılacaktır. Elbette BaĢkut‟un eleĢtirileri ile karĢılaĢtırılınca ortaya çıkan sonuç da görülmüĢ olacaktır. AKP‟nin kökeni olan partiler düĢünüldüğünde, AKP için de laiklik ilkesindeki hassasiyet ülke gündeminde ister istemez var olmuĢtur. Özbudun, Türkiye‟deki laiklik anlayıĢını Ģu Ģekilde iki türe ayırır: …Biri, nihâi amacı dini özelleştirmek ve bireyselleştirmek ve onun kamusal alandaki görünürlüğünü yasaklamak veya sınıflandırmak olan, “dayatmacı laiklik” olarak adlandırılabilir. Batı demokrasilerinin 32 Özbudun, Hale, a.g.e. s. 54 33 a.e. ss. 57-58 34 a.e. s. 59 35 Hakan Yılmaz, Conservatism in Turkey, http://www.turkishpolicy.com/images/stories/2008-01- turkey/HakanYilmaz.pdf, (Gözlem Tarihi: 16.02.2012), s. 58 85 çoğunda cari olan ikincisi… “pasif laiklik” ise devletin çeşitli dinlere karşı tarafsızlığını 36 içerir ve dinin kamusal görünürlüğüne izin verir… . Bu iki farklı anlayıĢtan birincisi AKP‟ye yönelik eleĢtirilerin temelini oluĢturmaktadır. Ama AKP‟nin kabulü, ikinci yani pasif laiklik anlayıĢı Ģeklinde gözükmektedir. Partinin tabanı ise DP, AP tabanıyla büyük ölçüde benzerdir. AKP… çeşitli sınıfları içine alan geniş bir koalisyon kurmuş olmakla beraber, bunlar arasındaki ortak unsur, laikçi merkez tarafından dışlanmış ve ayrımcılığa 37 uğratılmış olma duygusudur . Bu gerçekten ötürü laiklik paranoyası olarak daha önce dile getirilen durum, AKP‟nin karĢı karĢıya kaldığı durumdur denilebilir. 2008 yılında Yargıtay Cumhuriyet BaĢsavcısı tarafından AKP‟ye yönelik açılan kapatma davası, genel olarak AKP‟nin laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği iddiasıyla ĢekillenmiĢtir. Ġddianamede geçen ve laikliğe aykırı olarak nitelenen durumlar arasında, başörtüsünün serbest bırakılmasına ilişkin anayasa değişikliği ile anayasanın laiklik ilkesinin ortadan kaldırılmak istendiği, Başbakan Erdoğan‟ın İspanya‟da yaptığı „(Başörtüsünü) velev ki siyasi simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasi simge olarak takmayı suç kabul edebilir misiniz?‟ şeklindeki demeci, Erdoğan‟ın „Başörtüsü konusunda söz söyleme hakkı yargının değil ulemanındır‟ açıklamasına dikkat çekilerek, partinin şeriat amacı doğrultusunda dinî 38 hükümleri referans olarak gösterdiği vb. maddeler mevcut olmuĢtur. AKP‟nin kapatılması için açılan bu davanın gerekçeleri arasında sayılan bazı beyanların, Özbudun‟a göre hiçbiri laikliği ortadan kaldıracak mahiyette olmayıp, ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmelidir ve öte yandan AKP‟nin tüzüğünde geçen laiklik vurgusu da kapatma 39 aleyhinde kanıt niteliğindedir . Bu davanın açılmasıyla ortaya çıkan sahne, DP‟den beri siyasal gündemin ana konusunu laikliğin oluĢturmasıdır. BaĢkut‟un eleĢtirilerindeki din- siyaset iliĢkisi konusu, 2000‟lerin baĢında da Türkiye Cumhuriyeti‟nin önemli sorunu olmuĢtur. Bu durum, bir yerinde sayma olarak mı yoksa gerileme olarak mı değerlendirilmelidir diye sorulacak olursa, açıkçası bu çalıĢma çerçevesinde bu soruya, uçlara gitmeden, siyasi sarmal cevabı verilebilir. Bu siyasi sarmal, BaĢkut‟un eleĢtirilerini ve yorumlarını, sonraki dönemlerdeki siyasi olaylar, durumlar ve söylemlerle üst üste koyduğumuzda görülebilmektedir. 36 Özbudun, Hale, a.g.e. s. 59 37 a.e. s. 78 38 http://tr.wikipedia.org/wiki/Adalet_ve_Kalk%C4%B1nma_Partisi'nin_kapat%C4%B1lma_davas%C4%B1 #Laikli.C4.9Fe_ayk.C4.B1r.C4.B1_eylemler_y.C3.BCz.C3.BCnden_kapat.C4.B1lma_ko.C5.9Fullar.C4.B10 (Gözlem Tarihi: 5.01.2012) 39 a.e. s130 86 1.2.Demokrasi ve Ekonomi Daha önce de belirtildiği gibi çok partili hayata geçmek, hem Türkiye hem de herhangi bir ülke için tek baĢına yeterli değildir. Ama Türkiye Cumhuriyeti için öyle veya böyle DP‟nin kurulması, demokrasiye geçiĢte önemli bir adım olarak tarihte yerini almıĢtır. Bununla birlikte siyasal partilerin halka karĢı tutumu, sosyal ve ekonomik alandaki politikaları, onların ne oranda demokratik olduğunu gösteren önemli faktörlerdir. Türkiye‟de siyasi partilerin ve özellikle de sağ-muhafazakâr partilerin ilk etapta daha özgürlükçü ve demokratik haklara vurgu yapan söylemleri, bu partiler iktidara geldiklerinde genel anlamda bu söylemlerin hüviyeti değiĢmektedir. Yukarıda da bahsedildiği gibi yaygın kanaate göre bu partiler, popülist siyasi hedefler doğrultusunda bazı antidemokratik uygulamalara giriĢmiĢler ve dolayısıyla hem DP‟de hem de daha yumuĢak tonlarla AP‟de bu durum görülebilmiĢtir. Nuray Mert‟e göre merkez sağ siyasetin iki önemli özelliği, ortalama vatandaşın düşünce dünyasını yansıtması ve mevcut statükoyu 40 teyit etmesidir . Bu bağlamda sağ partilerin popülist politikaları, hitap ettiği kesimle iliĢkili düĢünülmelidir. Buna paralel olarak Tanel Demirel, AP‟nin tabanını göz önüne alır ve Ģöyle yazar: … AP tabanı, özellikle ilk yıllarda, kendine tepeden bakan, onu kaale almayan devlet elitine karşı, kendi varlığını hissettirme talebiyle motive olmuştur. Partinin harcında, oy verme… hakkına sahip çıkılması motivasyonu güçlüdür. Ayrıca AP demokratik rejim karşıtı olmamış, muhalefete düştüğünde bunu rahatlıkla kabul etmiş, seçimsiz bir rejimi hiçbir zaman düşünmemiştir. Ancak bir kez iktidar olunduğunda, mağduriyet duygusu ile birlikte hak ve özgürlüklere ilişkin zaten fazla olmayan hassasiyet, diğer taleplere nazaran çok 41 daha kolayca bir kenara itilebilmiştir… . Bu duruma “DP Sendromu” denilirse ne kadar yanlıĢ olacaktır? YanlıĢ demek pek mümkün değildir zira DP‟nin, iktidarı elde etmeden önceki söylemleriyle, iktidarı elde etmesinden sonraki dönemlerde söylemleri, politikaları, arasında demokrasi aleyhinde bir uçurum söz konusu olmuĢtur. Cahit Aras DP dönemi için Ģöyle bir değerlendirmede bulunur: …Demokrasi‟nin çoğulculuk ilkesi, yani bazı devlet yetkilerini bir dizi toplumsal ve demokratik kitle örgütleriyle bir arada yürütme gereği benimsenememiştir. Sendika, 42 üniversite, meslek kuruluşları ve basının sesine kulak verilmemiştir… . AP‟nin, DP tabanının yeni temsilcisi olma misyonu göz önünde bulundurulunca, aradaki iliĢki de 40 Nuray Mert, “Türkiye‟de Merkez Sağ Siyaset: Merkez Sağ Politikaların OluĢumu”, Türkiye’de Sivil Toplum ve Miliiyetçilik, 1.b., ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2001, s. 45 41 Demirel, a.g.e. s. 253 42 Cahit Aras, Türkiye’nin Açıklamalı Sosyal Politika Tarihi, 1.b., Bilgi Yayınevi, Ankara, 1992, s. 156 87 rahatlıkla kavranabilir. Tanel Demirel‟e göre AP tabanının istekleri, beklentileri daha çok sosyo-ekonomik özelliklerde olup, bu durum da DP-AP çizgisinin öncelik verdiği 43 konuların, ekonomik kalkınma ve ardından demokrasi Ģeklini almasını doğurmuĢtur . 44 Endüstrileşmiş toplumlarda, meşruluğun ilk ölçüsünün ekonomik büyüme olması düĢünülünce, DP veya AP dönemindeki siyasi düĢüncenin ve bu partilere verilen büyük kitle desteğinin arka planına dair önemli bir detay yakalanmıĢ olmaktadır. Her ne kadar o dönemlerde Türkiye, sanayileşmekte olan bir ülke olsa da yönetici zihniyetin, ekonomik büyüme hedefiyle Ģekillendiği göz önüne alınınca taĢlar yerine oturmaktadır. Öte yandan hatırlatmak gerekirse DP‟nin, ticaret burjuvazisini destekleyen bir parti olması, ardılları sayılan diğer partilerde de gözlenmiĢtir. Ayrıca BaĢkut, DP döneminde halk üzerinde etkili olan bazı ekonomik sıkıntılara dikkat çekerek, sosyal adaletin yok olduğuna dikkat çekmiĢtir. Bu bağlamda o‟nun iĢaret ettiği sosyal adalet, DP‟nin ardıllarınca da pek gözetilmemiĢtir denilebilir. DP‟nin antidemokrat politikalarının en çok bilinenlerinden biri, BaĢkut‟un da bir yazısında dile getirdiği basın üzerindeki baskıcı uygulamaları olmuĢtur. Özellikle hükümet taraftarı gazeteler ile muhalif gazeteler arasında, resmî ilanların verilmesi hususunda ayrım gözetmek, bu uygulamalarda çok dikkat çekenlerdendir. Ġlk olarak BaĢkut‟un söz konusu yazısından, daha önce aktardığımız kısmı tekrar aktaralım: … Son aylar, bilhassa son haftalar zarfında iktidara yakın bankalarla iktisadî devlet teşekküllerinin ilanları gazetelere müsavat üzere veya tiraj yüksekliği nazara alınarak değil, gazetelerin muvafık, muhalif, tarafsız olduklarına bakılarak dağıtılmıştır. İktidarın hoşuna giden gazetelerde çıkmakta olan ilanlar, tirajları ne kadar yüksek olursa olsun 45 muhalif veya tarafsız gazetelere katiyen yollanmamıştır . Bu yazıyı verdikten sonra, DP‟nin devamı olarak nitelenen AP‟nin iktidarında yaĢanan önemli bir politik mücadeleyi, Tanel Demirel‟den aynen aktaralım: …Osmanlı-Türk siyaset geleneğinin başat bir özelliği devletin, tebaası ile arasında aracı kurumlar görmekten hoşlanmamasıdır. Devlet otoritesini zayıflatabileceği düşünülen örgütlenmelere her zaman şüphe ile bakılarak bunlar… kontrol altında tutulmaya çalışılmıştır. AP, otoriter metotlara itibar etmemekle birlikte çeşitli baskı gruplarıyla ilişkilerinde, bu geleneksel tutumun izlerini göstermiştir… Burada akla, 1969 yılında Necmettin Erbakan‟ın TOBB liderliğine gelmesini engellemek için AP hükümetinin başlattığı hukuk savaşı gelmektedir. Hükümet sadece hukuki süreci başlatmakla kalmamış, 43 Demirel, a.g.e. s. 254 44 Ernest Gallner, “The Coming of Nationalism and Its Interpretation: The Myths of Nation and Class”, Mapping The Nation, 1.b., ed. Gopal Balakrishnan, New Left Review/ Verso, London, 1996, s. 105 45 Cevat Fehmi BaĢkut, “YanlıĢ, Fakat HoĢ!”, Cumhuriyet, 04.10.1957 88 geçici de olsa Necmettin Erbakan‟ın kontrolüne giren TOBB‟un ithal kotalarını dağıtma 46 yetkisini kısıtlayarak, kuruluşu etkisiz hale getirmeyi denemekten geri kalmamıştır… . Özellikle iki olay arasında, iktidarların, karĢıt görüĢlere, yükseliĢlere karĢı uyguladığı yöntem benzerliği dikkat çekmektedir. Demirel‟in iĢaret ettiği devlet geleneği ise bu durumlarda elbette etkendir. BaĢkut‟un eleĢtirisine bakarak, bu tarz politik tutum ve uygulamaların, hemen her dönemde karĢımıza çıktığı söylenebilir. Dolayısıyla, antidemokratik politikaların, ülkenin siyasi tarihinde kronik bir yapıya büründüğü, BaĢkut‟un yazıları ve yorumlarından hareketle görülebilmektedir. Buraya kadar DP ve onun çizgisindeki partilerden bahsediyor olmamız, herhangi bir yanlıĢ anlaĢılmaya mahâl vermemeli zira bu çalıĢmada, ana konu Cevat Fehmi BaĢkut‟un politik eleĢtirileri olarak belirlendiğinden, onun perspektifinden hareketle ilerlemeye çalıĢılmaktadır. Öte yandan Ģu da belirtilmeli ki Türk siyasetinde ortaya çıkmıĢ olan antidemokratik sahneler sadece DP veya onunla benzer çizgideki partiler için geçerli değildir. Bu çalıĢmanın ikinci bölümünde DP‟nin yükseliĢi ile CHP‟nin, kitle desteğini kaybetmesi arasındaki iliĢkiye dikkat çekilerek, o dönemde Halk Partisi tarafından giriĢilen bazı ekonomik-sosyal politikalara değinilmiĢtir. Bu noktada Mardin‟in Ģu tespitlerini vererek devam edelim: Atatürk‟ün ölümünden sonra 1946‟da üçüncü kez önemli bir muhalefet partisi kurulduğunda, Halk Partisi‟nin yaptığı uyarı karakteristiktir: “ Destek bulmak için taşra kasabalarına ya da köylerine gitmeyin; ulusal birliğimiz sabote edilmiş olur.” Bununla, “taşranın temel grupları, siyasal partiler olarak yeniden dirilecek”, denmek isteniyordu. Bu sözün içtenlikle söylenip söylenmediği bir yana, 1923 ile 1946 arasında çevreye (taşra anlamında), kuşkulu gözle bakıldığı bir gerçektir ve potansiyel bir muhalefet alanı olarak 47 görüldüğü için de çevre, merkez tarafından sıkıca gözaltında tutulmuştur . Görüldüğü gibi Mardin‟in deyimiyle merkez, çevre‟ye kuĢkuyla yaklaĢtıkça, demokrasinin temel unsuru da ihmal edilmiĢtir. Özellikle milli bütünlüğün bozulmaması adına hem merkezin hem de çevrenin temsilcisi olan partiler, demokratik haklara yönelik baskıcı politikalar izlemekten uzak duramamıĢlardır. Hatta Kahraman‟a göre Türk sağının temel siyasi refleksi, pragmatizm ve popülizmdir, bu iki unsur, Süleyman Demirel‟in 48 1973‟ten itibaren hızla milliyetçi cepheye yaklaĢmasında önemli bir rol oynamıĢtır . Bu popülizm, Howard‟ın tespitiyle Avrupa Popülizmidir. Howard, Avrupa‟daki popülist hareketin, bir sağ kanat fenomeni olarak addedildiğini söyler ve özellikle işçileri, milliyetçi 46 Demirel, a.g.e. ss. 228-229 47 Mardin, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, a.g.e. s. 62 48 Kahraman, a.g.e. s. 85 89 49 ideolojilere yönelttiğini vurgular . Bu durum, Türkiye‟deki sağ partilerin tutumuyla örtüĢen bir tabloyu ortaya çıkarmaktadır. Buna paralel olarak Nuray Mert, genel olarak Türk merkez sağ partileri ile dile geldiği kabul edilen Cumhuriyet‟e yönelik tepkinin, aslında aristokratik tepkiler olmadığını, bilakis popülist bir halk muhalefeti olduğuna 50 dikkat çeker . Tekrar asıl noktaya dönecek olursak, antidemokratik yöntemler, sadece çevrenin partilerine yönelik ve sadece bu partiler için geçerli değildir ama bu partiler için popülizm önemli bir silahtır diyebiliriz. Ayrıca Türkiye‟nin siyasi tarihinde derin izler bırakan askeri darbeler de merkez sağ ve diğer partilerin antidemokratik politikalarında belirleyici bir rol oynamıĢtır denilebilir. Serap Yazıcı‟dan aktaracağımız Ģu bilgiler aydınlatıcı olacaktır: …Türk Silahlı Kuvvetleri adına 12 Eylül 1980‟de yönetime el koyan ve yeni bir anayasa düzeninin kurulmasını teşvik eden Milli Güvenlik Konseyi‟ne göre, ülkeyi bu müdahaleye sürükleyen nedenlerden biri, 1961 Anayasası‟nın hürriyetçi anlayışı, diğeri ise bu anayasa düzeni içinde hükümet ve parlamentoya tanınan yetkileri kullanan, 51 siyasi kadronun sorumsuzluğu olmuştur… . Burada dikkat çeken, özgürlükçü bir anayasanın, ülkeyi müdahaleye sürüklediği Ģeklinde bir iddianın var olmasıdır. Böyle bir anlayıĢın üzerinde tesis edilecek bir demokrasinin, içerisinde belli baĢlı sorunları barındıracağı muhtemel gözükmektedir. Antidemokratik politikalar konusunda yukarıdaki bilgileri geçtikten sonra Ģöyle devam edelim: Komünist korkusu ve düşmanlığı konusu daha önce din ve siyaset ekseninde tartıĢılırken, bu gibi tutumların bir taraftan antidemokratik olduğu ortaya çıkmıĢtır. Sonuç olarak karĢıt, muhalif bir görüĢü, daha anlayıp, dinlemeye fırsat bırakmayacak Ģekilde peĢinen kovmak, mahkûm etmek demokratik bir davranıĢ ya da düĢünce çerçevesine sığdırılamaz. Kahraman bu konu üzerine daha yakın zamanlardan bir örnek verir ve Ģöyle devam eder… Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç, bir ara Rusya‟ya gidip, „Lenin‟i ölü görmek çok güzel‟ dedi. Daha sonra… Ahmet Hakan Coşkun, Hürriyet 52 gazetesindeki köşesinde bir yazı yazdı ve Bülent Arınç‟ın aslında Türkiye‟deki İslamî siyasetçilerin tipik bir örneği olduğunu, bu kesimin zihnini oluşturan ana katmanlardan 49 Marc Morjé Howard, “Can Populism Be Suppressed in a Democracy? Austria, Germany and European Union”, http://www18.georgetown.edu/data/people/mmh/publication-7322.pdf, (Gözlem Tarihi: 12.02.2012), s. 19 50 Mert, a.g.m. s. 46 51 Serap Yazıcı, DemokratikleĢme Sürecinde Türkiye, 1.b., yay. haz. Göksun Yazıcı, Bilgi Üniversitesi Yayınları, Ġstanbul, 2009, ss. 10-11 52 Bülent Arınç, 19 Kasım 2002‟de Türkiye Büyük Millet Meclisi BaĢkanlığına seçilmiĢtir. 2002- 2007 yılları arasında bu görevi sürdürmüĢtür. 90 53 birisini, anti-komünizmin teşkil ettiğini belirtti… . Burada Ģu belirtilmeli ki Bülent Arınç burada espri mahiyetinde de konuĢmuĢ olabilir fakat çalıĢmamızın konusu bağlamında bu söylemde, tipik bir demokrasi eksikliği de görülebilmektedir. Sonuçta hiçbir fikir, o fikri savunanlar öldüklerinde, onlarla birlikte ölmeyecektir. Dolayısıyla fikirlerin özgürce ve medenî Ģekillerde çarpıĢabilmesi, demokrasi için elzemdir diyebiliriz. Türkiye‟de özellikle Ġstanbul‟da ekonomik rantın artması, Anadolu‟dan büyük bir göç dalgasının Ġstanbul‟a ve diğer geliĢmiĢ Ģehirlere akmasını beraberinde getirmiĢtir. Bu durum DP döneminde Ġstanbul‟da bazı sosyal ve ekonomik çarpıklıklara yol açmıĢtır ve BaĢkut da bir yazısında bu duruma Ģöyle dikkat çekmiĢtir: … Bu şehirde kaç kişi için barınacak yer, kullanılacak su, içilecek süt, yenecek et, sebze, ekmek, binilecek nakil vasıtası var? Şu kadar kişi için değil mi? O halde bu şehir ancak o kadar kişi alır. Sen bu pek mühim noktayı gözetme, şehrin kapılarını Anadolu‟da beş on para yapıp İstanbul‟da yerleşerek bunları yemeyi kuranlara veya İstanbul‟un taşı toprağı altın diyip para kazanmak üzere soluğu burada alanlara ardına kadar aç, sonra da yetişmeyen yiyecek maddeleri karşısında şaşır. İstiap haddi tayin edip de tıka basa dolmuş vapurlardan, tramvaylardan adam indirmeye kalkış. Olmaz efendim… İstiap haddi evvela şehir için tayin edilmeli, ondan sonra diğerleri gelmeli! ... Bir akşam vakti şehrin büyük meydanlarında, yağmur, kar altında binecek vasıta bekleyen binlerce… İnsandan mürekkep sıra sıra dehşet verici kuyrukları hiç gördünüz mü? İyi ama İstanbul şehrine bir istiap haddi tayin edilmezse, bu kuyruklar kısalmayacak gün geçtikçe daha fazla uzayıp 54 gidecektir… . BaĢkut‟un bu tespitleri yaparken büyük oranda geleceği görmüĢ olduğunu söylersek çok yanılmıĢ olmaz zira AP döneminde ve sonrasında yine özellikle Ġstanbul‟da bu sorunlar büyüyerek devam etmiĢtir. Elbette her yönetimin bu sorunlarda sorumluluğu olmuĢtur. Ayrıca bu Ģehirlerde oluĢan ekonomik ve sosyal rant‟ın yönetimi de dönemin iktidarlarından ayrı düĢünülemeyecek bir konudur. Tanel Demirel, bu konuda AP‟nin politikasını Ģöyle açıklar: … Kentlere göçle birlikte ivme kazanan inşaat sektörü ve yine aynı süreçten beslenen kent rantları olgusu sermaye birikimi ve yükselen burjuvazinin önünü açan faktörlerden olmuştur. Seçmen tabanının… özellikleri, AP‟nin gücü yettiğinde kurum ve kurallara pervasızca karşı koymasını da kolaylaştırmıştır… İmar ve ruhsat 55 izinlerindeki bir oynama, kent rantlarının kazanılıp kaybedilmesine yol açabilmektedir… . Bu bilgiler ıĢığında DP‟den sonra AP‟de de bu konuda pek değiĢikliğin olmadığını söyleyebiliriz. BaĢkut‟un eleĢtirileri, sanki bir karbon kağıdı gibi, Türkiye‟nin siyasi 53 Kahraman, a.g.e. s. 12 54 Cevat Fehmi BaĢkut, “Gene Kuyruklara Dair”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 20.03.1958 55 Demirel, a.g.e. s. 123 91 sayfalarına iĢlenmiĢtir demek mümkün gözükmektedir. Bu doğrultuda, günümüze doğru gelinecek olursa H. Tarık ġengül, Ģöyle bir tespitte bulunur: Türkiye‟nin büyük kentlerinin büyük bölümünde, dikkate değer bir konut fazlası var. Yani, var olan konut sayısıyla, kentteki hane sayısı yan yana konulduğunda, konut birimi sayısı çok daha fazla görünüyor. Alt gelir gruplarının dikkate değer bölümünün kiracı konumunda olduğunu düşünürsek, bu sayıların anlamı şu: Kentlerdeki üst gelir grupları arasındaki konut sahipliği, ihtiyaçlarının çok ötesinde. Bu veriler, kent yönetimlerini durdurmuyor. Yirmi yıl sonrası için hazırlanan planları incelediğimizde, gelecek yıl için öngörülen ihtiyacın iki üç katı alanın gelişmeye, alışılmış tabirle, „imara‟ açıldığını 56 görüyoruz. Bu alanların gelişmeye açılması belediyeler üzerinde yeni yükler demek… . ġuna dikkat çekmek gerekir ki bugünün kentlerindeki sorun, eskisinden biraz farklılık arz etmektedir; fakat özü itibariyle aynı gibi durmaktadır. ġengül, konutların ihtiyaca göre değil, yüksek gelirlilerin mülk edinme isteğine göre yapıldığına dikkat çekmektedir. DüĢük gelirli alt grupların konut ihtiyacı, ġengül‟e göre göz ardı edilmektedir ve bu doğrultuda gerçekleĢtirilen imara açma politikası da belediyelerin zor durumda kalmasını kaçınılmaz kılmaktadır. ġengül bu tarz politikalar için Ģu değerlendirmeyi yapmaktadır: …Kentsel taşınmazlar dünyası borsa gibi çalışıyor. Konutlar hisse senedi gibi alınıyor. İşin kötüsü, dikkate değer bir kesimin konut sorunuyla karşı karşıya olduğu bir ortamda, bu kesim yatırım olarak görüp, aldığı konutları hisse senedi gibi saklıyor, 57 yani boş tutuyor… . Kısaca söylenirse sosyal bir mağduriyet söz konusu olmaktadır. ġengül‟ün tespitleri ve yorumları AKP döneminin politikalarına yönelik olmasıyla beraber, DP ve AP ile benzerliğin ortaya çıktığı da görülmektedir. Özbudun da AKP‟nin DP, AP ve Anavatan Partisi (ANAP) ile arasındaki benzer taraflara Ģöyle değinir: … DP, AP, ANAP‟ın… karakteristik özellikleri, Türk Milliyetçiliğinin, geleneksel ve İslamî değerlere duyarlılığın, bir yandan muhafazakâr sosyal değerleri korurken bir yandan da teknolojik modernleşmeye (kalkınmacılık) bağlılığın ve… seçmene hizmete yönelik bir parti 58 anlayışının birleşimidir… . Belki de Türk sağının antidemokratik politikalarının doğmasında bu kalkınmacı fikrin popülist amaçlarla ortaya konması etken olarak gösterilebilir. Burada yeri gelmiĢken ANAP‟a değinmek faydalı olacaktır. ANAP, 1983‟te Turgut Özal‟ın giriĢimiyle, genel olarak iĢ hayatında Özal‟ın yakın olduğu kiĢilerle ve daha çok muhafazakâr çevrelerle, serbest piyasa ekonomisini savunan bir zihniyetle 56 H. Tarık ġengül, Muhafazakar Popülizm, 1.b., Ġmge Kitabevi, Ankara, 2011, s. 20 57 a.e. s. 21 58 Özbudun, Hale, a.g.e. s. 66 92 59 kurulmuĢtur . …ANAP iktidarında söz sahibi olanların birçoğu, DP ve AP dönemlerinde 60 yurtiçi, yurtdışı bursları kazanarak okumuşlardır… . Turgut Özal, Türk siyasi tarihinde popülist politikaları, tavırları ve davranıĢlarıyla iz bırakmıĢtır denilebilir. Siyasi rakiplerine karşı halk diliyle yanıt vermekten kaçınmayan Özal‟ın, bazı gazetecilerle ilgili değerlendirmesini BarıĢ Yetkin Ģöyle aktarır: …Basınımızda sol amigolar var. Ne 61 söylerseniz söyleyin, onlar bildiklerini yazıyorlar. Onun için pek aldırdığım yok… . Bu gibi tutumlar, Özal‟ı ve dolayısıyla ANAP‟ı, Kahraman‟ın deyiĢiyle Türk Sağının kronik sorunu olarak beliren popülist çizgiye kaydırmıĢtır tespiti yapılabilir. Yetkin, Özal‟daki popülist ve beraberindeki antidemokrat tutumu Ģu sözlerle vermektedir: … Özal‟ın inişe geçişinin hızlanması, basın ile olan savaşı alevlendirmiştir: İlan ve kredi ambargoları, 62 muzır yasasından gelen zamlar, köşe yazarlarının… işini kaybetmesi… . Buradan hareketle DP‟nin, baĢlardaki söylemleri ve vaatleriyle çeliĢerek, basına yönelik 63 antidemokratik bir tutum içinde olmasıyla , ANAP ve Özal‟ın uygulamaları arasında büyük ölçüde paralellik görüldüğü söylenebilir. Bu aynı zamanda, BaĢkut‟da iĢlenen konularla, 1960‟lardan 2000‟lere kadar siyasi gündemde yer alan konular arasında büyük benzerlik olduğunu kanıtlamaktadır. Bu bölümde sık sık üzerinde durulan komünist korkusu, 2000‟li yıllarda da kullanılan bir karalama aracı olabilmiĢtir. ġengül, Ģöyle bir olayı nakleder: Başkent Ankara… bir kez daha bir Melih Gökçek klasiğine teslim oldu. Bu kez konu, toplu taşımada ücretlendirmeydi. Ulaşım ücretlerine yapılan zammın, Tüketici Hakları Derneği tarafından iptal ettirilmesi, Melih Gökçek ve ilgili çıkar çevrelerini çileden çıkardı. Sonrası bir kez daha bildik senaryo; kentin sorunlarını çözmekle görevli belediye başkanından, toplu taşın araçlarını çalıştırmayıp halkı perişan etme tehdit ve teşebbüsü, isminin hakkını 64 vermeye çalışan Tüketici Hakları Derneği‟ne komünistlik suçlaması… . Bu pasajda da vurgulandığı gibi bildik senaryo tabiri, Türkiye Ģartlarında komünistlik için gayet açıklayıcı bir söz olmakla birlikte, komünistliğin bir kötüyü ya da haksızlık odağını temsil ettiğini sanmak da Türkiye‟de anlaĢılabilir bir durumdur. 59 BarıĢ Yetkin, Popülizm ve Özal-Erdoğan, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları, Antalya, 2010, s. 155 60 a.e. s. 156 61 a.e. s. 158 62 a.e. s. 164 63 63 Esra Keloğlu ĠĢler, “Demokrat Parti‟nin Halkla ĠliĢkileri Üzerine Bir Deneme”, ĠletiĢim Kuram ve AraĢtırma Dergisi, S.24, 2007, http://www.irfanerdogan.com/dergiweb2008/24/6.pdf, s. 114, (Gözlem Tarihi: 08.02.2012) 64 ġengül, a.g.e. s. 45 93 Demokrasilerde, karĢıt görüĢlere saygı duymak ilk Ģarttır ve ne yazık ki buradaki tablo, bu Ģartı sağlayamamaktadır. Genel olarak Türk sağının ekonomi politikalarına bakılınca kalkınmacı sanayi hamleleri ağırlıklı olarak göze çarpar. Özbudun‟a göre AKP, Refah Partisi‟nin kalkınmacı ama anti-kapitalist söylemini terk etmiĢ ve liberal bir söylemle Türkiye ekonomisini 65 küresel ekonomiyle bütünleĢtirmek yolunda davranmayı seçmiĢtir . Yani Refah Partisinin çizgisinden farklı olarak milli ekonomiyi, dünya ölçeğinde düĢünerek ve Batı‟yla yakınlaĢmayı destekleyerek, AKP kendi çizgisini yaratmıĢtır denilebilir. Sosyal adalet hususunda ise Özbudun, istatistik vererek Ģu tespitte bulunur: …Türkiye İstatistik Kurumu, 2008 yılı sonundan önce, temel ihtiyaçları karşılamak için aylık 729 YTL (470 dolar) gelir gerektiğini hesapladı, ama 2009 yılı için asgarî ücret aylık 527 YTL (340 dolar) olarak belirlendi. Yoksul ailelere yardım etmenin başlıca yolu, belediyeler tarafından ayda üç kez parasız gıda paketleri ve kömür dağıtmak ve hastane hizmetlerinden parasız 66 yararlandırmaktı… . Tespit edilen ücretle iktidar tarafından verilen arasındaki fark görülürken, yoksullara yardım yapılması sosyal adalet prensibiyle bağdaĢmaktadır fakat bir yandan yoksullara yapılan bu yardım, kalıcı değil geçici bir çözüm olmaktadır. Bu yöntem, Türk sağının genel popülist karakteri içerisinde değerlendirilebilir. Kahraman ise AKP‟nin ekonomi politikalarına dair Ģu noktalara iĢaret eder: … Türkiye‟ye 2000‟li yılların başında, yani 2002 seçimi öncesinde DSP‟nin başını çektiği koalisyonlarda hazırlanmış olan IMF kökenli politikaları, AKP aynen benimsemiştir… O politikaların temeli olan bir noktayı dikkatle izlemekten kaçınmamıştır: Tarım sektörünün ve köylülüğün eritilmesi. Bu, AKP gibi bir partinin, bazı köşe yazarlarının ve analistlerin söylediği üzere kökenleri DP‟de olan bir partinin… atabileceği bir adım değildir. En büyük sanayi hamlelerini yaptığı dönemde dahi, mesela AP de DP de, bir köylü partisi olma 67 özelliğini kaybetmemiştir… . Kahraman‟ın dikkat çektiği özellik önemlidir. Bu çalıĢmada daha önce belirtildiği gibi DP‟nin iktidarıyla birlikte o dönemde tarımda belli oranda bir canlanma gerçekleĢmiĢtir. DP‟den sonra onun ardılı olduğunu ve aynı tabana hitap ettiğini belirten AP de bu yoldan pek sapmamıĢtır. AKP‟de ise bu partilerle, temsilcisi olduğu kitlenin aynı olması söz konusuyken, Kahraman‟a göre AKP, ekonomide bu tabanı gözetmemiĢtir. Kahraman, bu tavrın arka planında AKP‟nin, küçük üreticiyi ve köylüyü karĢısına aldığı bir sosyo-ekonomik yapı görmektedir ve bu bağlamda Erdoğan‟ın, artık öyle bedava iş de 65 Özbudun, Hale, a.g.e. s. 166 66 a.e. s. 178 67 Kahraman, a.g.e. ss. 126-127 94 68 ekmek de yok laflarını iĢaret etmektedir. Bu ve benzeri söylemlerin, sosyal adaleti gözetmekle pek bir yakınlığı görülememektedir. ġengül de daha önce bahsedilen, büyük kentlerde yaĢanan sosyal değiĢmenin yaratabileceği sosyo-ekonomik sorunlara Ģöyle değinir: … İstanbul örneğinin açıkça gösterdiği gibi, küresel kent kurgusu derin bir kutuplaşmanın mekânı olarak öne çıkıyor; bir yanda, dar bir tabana oturan, ancak ayrıcalıklı yeni orta sınıf, diğer yanda geniş bir zemine yayılan, ancak örgütsüz ve 69 güvencesiz emek gücü ve bu iki sınıfın birbiriyle tezat oluşturan iki ayrı kenti… . BaĢkut‟tan daha önce aktarılan bir yazıda, buradakine benzer bir endiĢe söz konusuydu: BaĢkut, Anadolu‟un bir yerinde 10 kuruş için cinayet işleyenle, İstanbul‟da 2.000.000 70 liraya satılığa çıkarılan apartman gerçeğini, rakamlar arasındaki uçurumu göstermek suretiyle vurgulayıp, ülkenin doğusu ve batısı arasındaki ekonomik dengesizliğin yaratabileceği sorunlara iĢaret etmekteydi. ġengül‟ün dikkat çektiği durum da ana hatlarıyla aynı sosyo-ekonomik kutuplaĢmadır. BaĢkut‟un hassasiyetle üzerinde durduğu sosyal-ekonomik adalet ilkesi, DP‟den sonra neredeyse her dönemde ihmal edilmiĢtir denilebilir. Toparlayacak olursak, Türk siyasetinde, özellikle DP‟den sonra hem siyasi hem ekonomik uygulamalar, yöntemler, Cevat Fehmi BaĢkut‟un, DP döneminde iĢaret edip, eleĢtirdikleriyle benzerliğini korumaktadır. Öte yandan özellikle merkezin çevreye karĢı endiĢeli tutumu, yıllar içerisinde evrim de geçirse genel anlamda aynı özellikleri korumuĢtur denilebilir. Son olarak denilebilir ki din‟in, seçmen üzerindeki etkisi ve bu bağlamda politikacıların popülist yaklaĢımlarındaki rolü de DP dönemiyle iliĢkisini sürdürmüĢtür. Burada aktarılan bilgiler ve çeĢitli yazarlardan aktarılan görüĢler, bu tespiti güçlendirmektedir. 68 Kahraman, a.g.e. s. 127 69 ġengül, a.g.e. s. 88 70 Cevat Fehmi BaĢkut, “Tehlike ĠĢareti”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 01.10.1957 95 Sonuç Bu çalıĢmada genel anlamda Cevat Fehmi BaĢkut gibi önemli bir yazar‟ın politik görüĢleri, eleĢtirileri ele alınmaya ve bunların hangi ideolojik çizgiye yaklaĢtığı gösterilmeye çalıĢıldı. BaĢkut‟u, Türk Entelejansiyası içerisinde değerlendirmek ve bu bağlamda ilgili kavramsal çerçeveyi vermek ilk adımı teĢkil etmiĢtir. Onun kaleme aldığı oyunları, gazetedeki köĢe yazıları, bu çerçevede temel kaynaklarımızı oluĢturmuĢtur. Hem gazetede hem de tiyatro sahnelerinde vermek istediği mesajlar, daha çok sosyal adalet, demokrasi ve özgürlük ana fikirleriyle iĢlenmiĢ görüldüğünden, onun, sosyal demokrasi çizgisine yaklaĢtığı ortaya koyulmak istenmiĢtir. Öte yandan BaĢkut‟un ele aldığı sosyal- ekonomik ve politik sorunların, Türk siyasi tarihinde hemen her dönemde ve neredeyse günümüze kadar önemlerini yitirmeden ve genel olarak bir “sorun” olma kimliğini kaybetmeden geldiği de vurgulanmıĢtır. BaĢkut‟un en çok ele aldığı konu, toplumdaki her birey için ekonomik ve sosyal koĢulların adil olmasıdır. Bu söylemi destekleyen, onun oyunlarında resmettiği fırsatçı, karaborsacı vb karakterlerin, sade vatandaĢ karĢısındaki umursamaz tavrını eleĢtirmesi ve bunu yaparken de mizahi bir dil kullanmasıdır. Politik eleĢtirileri ise daha çok gazetedeki köĢesinden gelmiĢ gözükmektedir ve özellikle politikacıların eylemleri, söylemleri üzerinden yola çıkarak, bazen “demokrasi” bazen de “din-siyaset” iliĢkisi çerçevesinde analizlerde bulunmuĢtur. Sosyal ve kültürel hayata yönelik, kuĢaklar arasındaki çatıĢmayı, Batı veya ABD taklitçiliğini, özellikle “Milli Kültür”ün altını çizerek ele almıĢ ve yorumlamıĢtır. O‟nun, Türk Entelejansiyası‟nın genel karakteriyle benzeĢen bir yönü olarak, milli değerler vurgusu göze çarpmıĢtır. Bu bağlamda Cumhuriyet‟in inkılâplarına bağlılığı da net olarak görülmektedir. Dördüncü bölümde, ülke tarihi için önemli bir noktaya değinilmiĢtir: Siyaset sahnesinde olan biten olaylar, tartıĢılan konular, belli baĢlı yönleriyle, elbette zamanın Ģartlarına göre bazı değiĢimler geçirerek benzerliklerini korumuĢtur. Bunu, BaĢkut‟ta gördüklerimizden, onun sosyal-ekonomik ve politik eleĢtirilerinden yola çıkarak tespit edebildik. 1960‟tan sonraki politik gündemden belli baĢlı bilgiler vermek ve bunlarla BaĢkut‟un tespitleri ve eleĢtirileri arasında karĢılaĢtırmalar yapmak, bizi bu tespite götürmüĢtür. 96 Genel olarak Ģu söylenebilir ki hem Cevat Fehmi BaĢkut üzerine hem de Türk siyasi tarihine dair, baĢka ideolojik çizgiler düĢünülerek, farklı açılardan bakıp, farklı yöntemler kullanılarak ayrı bir çalıĢma yapılabilir. Ama bu çalıĢma, bugüne kadar BaĢkut‟un politik eleĢtirilerinin üzerinde durulmaması göz önünde bulundurulursa, belli bir önem arz etmektedir çünkü bu konuda ortaya konabilecek farklı çalıĢmalara bir kapı aralanmıĢ olabilir: Genel olarak Türk edebiyatı ve politika iliĢkisi, bu farklı çalıĢmaların çatısını teĢkil edebilir. Bu ve benzeri birçok alanda kullanılabilmesi adına küçük bir katkı yapılabildiyse, bu da en önemli “sonuç” olarak kabul edilir. 97 KAYNAKLAR Kitaplar AKIN Fehmi, Türkiye’de Çok Partili Hayata GeçiĢ, 1.b., IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Ġstanbul, 2009. ARCAYÜREK Cüneyt, Geri GidiĢe Ġzin Yok, 1.b, Bilgi Yayınevi, Ġstanbul, 2003. ARCAYÜREK Cüneyt, Atatürk’ten Sonra Bugünlere Nasıl Geldik?, 3.b., Detay Yayıncılık, Ġstanbul, 2008. ATEġ ToktamıĢ, Bilmek ve Bilmemek, 1.b., Tekin Yayınevi, Ġstanbul, 1989. ATEġ ToktamıĢ, Türk Devrim Tarihi, 1.b., Ġstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Ġstanbul, 2000. ATEġ ToktamıĢ, YaĢasın Cumhuriyet, 1.b., yay.haz. L. Hilal Akgül, Ġstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Ġstanbul, 2000. AVCIOĞLU Doğan, Türkiye’nin Düzeni (Dün-Bugün-Yarın), 2.b., C.2, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1969. AYDEMĠR ġevket Süreyya, Menderes’in Dramı, 13.b., Remzi Kitabevi, Ġstanbul, 2011 BALL Alan R., Modern Politics&Government, 5.b., MacMillan Press Ltd, London, 1993. BAġKUT Cevat Fehmi, Gazetecilik Dersleri, 2.b., Ġstanbul Üniversitesi Ġktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü Yayınları, Ġstanbul, 1967. BAġKUT Cevat Fehmi, Harputta Bir Amerikalı, Hepimiz Birimiz Ġçin, yay. haz. AyĢegül Oral, Bütün Tiyatro Eserleri, Ġnkılap Kitabevi, Ġstanbul, 2005. BAġKUT Cevat Fehmi, Soygun, Öbür GeliĢte, yay. haz. AyĢegül Oral, Bütün Tiyatro Eserleri, Ġnkılap Kitabevi, Ġstanbul, 2005 BAġKUT Cevat Fehmi, Sana Rey Veriyorum, Kleopatra’nın Mezarı, yay. haz. ġafak BarıĢ, Bütün Tiyatro Eserleri, Ġnkılap Kitabevi, Ġstanbul, 2005. BAġKUT Cevat Fehmi, Buzlar Çözülmeden, Hacı Kaptan, yay. haz. ġafak BarıĢ, Bütün Tiyatro Eserleri, Ġnkılap Kitabevi, Ġstanbul, 2006. BAġKUT Cevat Fehmi, Göç, Ayarsızlar, yay. haz. ġafak BarıĢ, Bütün Tiyatro Eserleri, Ġnkılap Kitabevi, Ġstanbul, 2006. BAġKUT Cevat Fehmi, Paydos, BüyükĢehir, yay. haz. ġafak BarıĢ, Bütün Tiyatro Eserleri, Ġnkılap Kitabevi, Ġstanbul, 2006. 98 BAUMAN Zygmunt, Yasa Koyucular Ġle Yorumcular, 4.b., çev. Kemal Atakay, Metis Yayınları, Ġstanbul, 2003. BENDA Julien, Aydınların Ġhaneti, 2.b., çev. Cem Soydemir, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2011. BERKES Niyazi, Türkiye’de ÇağdaĢlaĢma, 1.b., Bilgi Yayınevi, Ġstanbul, 1973. BERNSTEĠN Eduard, Sosyalizmin Ön KoĢulları Ve Sosyal Demokrasinin Görevleri, 1.b., çev. Levent Bakaç, Yazılama Yayınevi, Ġstanbul, 2011. BĠRAND Mehmet Ali, DÜNDAR Can, ÇAPLI Bülent, Demirkırat, 11.b., Doğan Kitapçılık, Ġstanbul, 2006 BORATAV Korkut, Türkiye’de Devletçilik, 2.b., Ġmge Kitabevi, Ankara, 2006. BOZDAĞ Ġsmet, Demokrat Parti ve Ötekiler, Kervan Yayınları, Ġstanbul, 1975. CASTORĠADĠS Cornelius, The Imaginary Institution of Society, 1.b., Polity Press, Cambridge, 1997 CEM Ġsmail, Siyaset Yazıları, Cem Yayınları, Ġstanbul, 1980. CEM Ġsmail, Sosyal Demokrasi Ya Da Demokratik Sosyalizm Nedir Ne Değildir, 1.b., Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları, Ġstanbul, 2010. ÇALIġLAR Oral, Refah Partisi Nereden Nereye, 2.b., Pencere Yayınları, Ġstanbul, 1997. DEMĠR ġerif, Düello, 1.b., ed. Adem Koçal, TimaĢ Yayınları, Ġstanbul, 2011. DEMĠREL Tanel, Adalet Partisi, 1.b., ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2004. ECEVĠT Bülent, Demokratik Sol, 1.b., ed. Levent Cinemre, Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları, Ġstanbul, 2010. ENGELS Friedrich, Ütopyadan Bilime Sosyalizm, 2.b., çev. Yılmaz Onay, Evrensel Basım Yayın, Ġstanbul, 2006. ERKAN Hüsnü, ERKAN Canan, Ekonomide Sosyal Demokrat Alternatif, 1.b., Altın Kitaplar Yayınevi, Ġstanbul, 1989. EROĞUL Cem, Demokrat Parti Tarihi Ve Ġdeolojisi, 4.b., Ġmge Kitabevi, Ankara, 2003. FOUCAULT Michel, Entelektüel’in Siyasi ĠĢlevi Seçme Yazılar 1, 2.b., çev. IĢık Ergüden- Osman Akınhay- Ferda Keskin, Ayrıntı Yayınları, Ġstanbul, 2005. GIDDENS Anthony, Beyond Left and Right, 1.b., Polity Press, United Kingdom, 1994. GIDDENS Anthony, Max Weber DüĢüncesinde Siyaset ve Sosyoloji, 2.b., çev. Ahmet Çiğdem, Vadi Yayınları, Ankara, 1996. 99 GRAMSCĠ Antonio, Hapishane Defterleri, 6.b., çev. Adnan Cemgil, Belge Yayınları, Ġstanbul, 2011. GÜNGÖR Erol, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, 21.b., Ötüken NeĢriyat, Ġstanbul, 2011. GÜRĠZ Adnan, Sosyal Demokrasi Ġdeolojisi, 2.b., Phoenix Yayınevi, Ankara, 2011. IġIKLI Alpaslan, Sosyalizm, Kemalizm ve Din, 3.b., Ġmge Kitabevi, Ankara, 2001. JAURES Jean, Demokrasi, BarıĢ, Sosyalizm, 2.b., çev. Asım Bezirci, E Yayınları, Ġstanbul, 1991. JOHNSON Paul, Entelektüeller, 1.b., çev. AyĢe Polat, Paradigma Yayıncılık, Ġstanbul, 2008. KAHRAMAN Hasan Bülent, AKP Ve Türk Sağı, 2.b., Güncel Siyasi Meseleler 3, Agora Kitaplığı, Ġstanbul, 2009. KARPAT H. Kemal, Türk Demokrasi Tarihi, 2.b., Afa Yayıncılık, Ġstanbul, 1996. KAUTSKY Karl, SeçilmiĢ Politik Yazılar, 1.b., çev. Celal A. Kanat, Kavram Yayınları, Ġstanbul, 1990. KEPENEK Yakup, Türkiye Ekonomisi, 5.b., Verso Yayıncılık, Ankara, 1990. KOCAÇĠMEN Sevgi, Demokrat Parti Döneminde TBMM’nde Laiklik TartıĢmaları, 1.b., Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları, Antalya, 2008. KÖKER Levent, Demokrasi, EleĢtiri ve Türkiye, 1.b., Dipnot Yayınları, Ankara, 2008. LE GOFF Jacques, Ortaçağda Entelektüeller, 1.b., çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Ayrıntı Yayınları, Ġstanbul, 1994. LEĠDEN Carl, SCHMĠTT Karl M., The Politics of Violence Revolution in The Modern World, Prentice Hall, Inc., Englewood Cliffs, N.J., United States of America, 1968. MACRĠDĠS Roy C., Contemporary Political Ġdeologies, 4.b, Scott, Foresman and Company, United of America, 1989. MANNHEĠM Karl, Ġdeoloji ve Ütopya, 1.b., çev. Mehmet Okyayuz, De Ki Yayınları, Ankara, 2009. MARDĠN ġerif, Türkiye’de Din ve Siyaset, 15.b., Bütün Eserleri 8, der. Mümtazer Türköne/ Tuncay Önder, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2010. MARDĠN ġerif, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, 18.b., Bütün Eserleri 6, der. Mümtaz‟er Türköne/ Tuncay Önder, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2011. MARX Karl, Kapital, C.1., 10.b., çev. Alaattin Bilgi, Sol Yayınları, Ankara, 2011. 100 MARX Karl, ENGELS Friedrich, Komünist Parti Manifestosu, 5.b., çev. Erkin Özalp, Yazılama Yayınevi, Ġstanbul, 2007. MCCLELLAND J.S., A History of Western Political Thought, 1.b., Published by Routledge, London, 1996. MEYER Thomas, Demokratik Sosyalizm-Sosyal Demokrasi, 1.b., çev. Yonca Özkaya, Yorum Matbaası, Ankara, 1991. MOTCHANE D., CHEVENEMENT J.P., Sosyalizm Ġçin Anahtar, 1.b., çev. Hayrettin Cangız, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1975. MUMCU Uğur, Tüfek Ġcad Oldu, 15.b., Tekin Yayınevi, Ġstanbul, 1994. ORTAYLI Ġlber, Türkiye’nin Yakın Tarihi, 10.b., ed. Adem Koçal, TimaĢ Yayınları, Ġstanbul, 2011. ÖZBUDUN Ergun, HALE William, AKP Olayı, 1.b., çev. Ergun Özbudun, Kadriye Göksel, Doğan Kitap, Ġstanbul, 2010. ÖĞÜN Süleyman Seyfi, Türk Politik Kültürü, 2.b., Alfa Basım Yayım, Bursa, 2004. ÖZDALGA Elisabeth, Ġslamcılığın Türkiye Seyri, 2.b., ed. Tanıl Bora, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2007. SAFA Peyami, Sosyalizm, Marksizm, Komünizm, 5.b., Ötüken NeĢriyat, Ġstanbul, 1990. SAĠD Edward, Entelektüel, 3.b., çev. Tıncay Birkan, Ayrıntı Yayınları, Ġstanbul, 2009. SARGENT Lyman Tower, Contemporary Political Ideologies, 4.b., The Dorsey Press, United States of America, 1978. SARTRE Jean Paul, Aydınlar, 3.b., çev. Aysel Bora, Can Yayınları, Ġstanbul, 2010. SHUMPETER Joseph A.,Capitalism, Socialism and Democracy, 3.b., Harper&Row Publishers, New Yorke, 1962. SĠMMEL Georg, Modern Kültürde ÇatıĢma, 6.b., yay. haz. Elçin Gen, çev. Tanıl Bora- Nazile Kalaycı, Elçin Gen, Sanathayat Dizisi 2, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2009. SUNAR Ġlkay, State, Society and Democracy in Turkey, BahçeĢehir University Publication, Ġstanbul. ty. ġENGÜL H. Tarık, Muhafazakar Popülizm, 1.b., Ġmge Kitabevi, Ankara, 2011. TALAS Cahit, Türkiye’nin Açıklamalı Sosyal Politika Tarihi, 1.b., Bilgi Yayınevi, Ġstanbul, 1992. THOM Martin, Republics, Nations and Tribes, 1.b., Published by Verso, London, 1995. 101 TOKER Metin, Demokrasiden Darbeye 1957-1960, 1.b., Bilgi Yayınevi, Ġstanbul, 1991. TOKER Metin, DP YokuĢ AĢağı 1954-1957, 2.b., Bilgi Yayınevi, Ġstanbul, 1991. TUNÇAY Mete, T.C.’nde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931), 2.b., Cem Yayınevi, Ġstanbul, 1989. ÜLGENER Sabri F., Zihniyet, Aydınlar ve Ġzm’ler, Derin Yayınları, Ġstanbul, 2006. YAZICI Serap, DemokratikleĢme Sürecinde Türkiye, 1.b., Bilgi Üniversitesi Yayınları, Ġstanbul, 2009. YETKĠN BarıĢ, Popülizm ve Özal-Erdoğan, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları, Antalya, 2010. YURDAKULER ġevki, Sosyalizmin Panzehiri Demokrasi, 1.b. YGS Yayınları, Ġstanbul, 1997. Süreli Yayınlar ALBAYRAK Mustafa, “Demokrat Parti Döneminde Ġktidar Muhalefet ĠliĢkileri”, Demokrasi Platformu, ed. N. YeĢim Erdoğan, C.1, S.17, Orion Kitabevi, Ankara, 2010. ĠNALCIK Halil, “Atatürk ve Atatürkçülük”, Doğu Batı, ed. TaĢkın TakıĢ, S.29, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2004. KARPAT Kemal H., “ Aydınlar ve Kimlik: Tarihsel Bir BakıĢ”, Doğu Batı, ed. TaĢkın TakıĢ, S.35, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2006. KÜÇÜK Adnan, “Türkiye‟de 1950-1960 Arası Dönemde Hukuki GeliĢmeler ve Fiili Uygulamalar: Türkiye Ne Oranda DemokratikleĢebildi?” Demokrasi Platformu, ed. N. YeĢim Erdoğan, C.1, S.17, Orion Kitabevi, Ankara, 2010. LANE Robert E., “Social Class and Participation”, Politics and Society, ed. Eric A. Nordlinger, Prentice-Hall, Inc, Englewood Cliffs, N.J., United States of America, 1968. MAHÇUPYAN Etyen, “Hangi Entelektüel”, Doğu Batı, ed. TaĢkın TakıĢ, S.35, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2006. MARSHALL T.H., “Social Stratification: Caste, Estate, Class”, Politics and Society, ed. Eric A. Nordlinger, Prentice-Hall, Inc, Englewood Cliffs, N.J., United States of America, 1968. NORDLĠNGER Eric A., “Political Sociology: Marx and Weber”, Politics and Society, ed. Eric A. Nordlinger, Prentice-Hall, Inc., Englewood Cliffs, N.J., United States of America, 1968. 102 ÖZCAN Zeki, “Sosyo- Kültürel Fenomen Olarak Entelektüeller”, Doğu Batı, ed. TaĢkın TakıĢ, S.36, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2006 TAFTALI Oktay, “Batı Medeniyetinin Mutsuz Çocuğu Entelektüel”, ed. TaĢkın TakıĢ, S.35, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2006. TEKĠN Yusuf, “Demokrat Partinin Ġktidar Yıllarında Demokrasi ile Ġmtihanı”, Demokrasi Platformu, ed. N. YeĢim Erdoğan, C.1, S.17, Orion Kitabevi, Ankara, 2010. UZUN Turgay, “Türkiye‟de Demokrasiye GeçiĢin Ġç ve DıĢ Etkenleri”, Demokrasi Platformu, ed. N. YeĢim Erdoğan, C.1, S.17, Orion Kitabevi, Ankara, 2010. Diğer Kaynaklar AKAGÜNDÜZ Ümüt, Yeni Ufuklar Dergisi Perspektifinde Türkiye‟de DüĢünce Hayatı, (YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi) http://scholar.google.com.tr/scholar?start=10&hl=tr&as_sdt=0&sciodt=0&cite s=1320723216039017752, (Gözlem Tarihi: 09.02.2012) BAġKUT Cevat Fehmi, “Tehlike ĠĢareti”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 01.10.1957. BAġKUT Cevat Fehmi, “YanlıĢ, Fakat HoĢ!”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 04.10.1957. BAġKUT Cevat Fehmi, “Ġlk Favul”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 06.10.1957. BAġKUT Cevat Fehmi, “Cennet Türkiye”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 10.10.1957 BAġKUT Cevat Fehmi, “Niçin Böyle KonuĢurlar?”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 17.10.1957. BAġKUT Cevat Fehmi, “Politikacılık Güç Meslek”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 19.10.1957. BAġKUT Cevat Fehmi, “Milletle Alay mı Ediyorlar?”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 21.10.1957. BAġKUT Cevat Fehmi, “Ahrette Demokrat Parti”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 23.10.1957. BAġKUT Cevat Fehmi, “Yasakçı Üniversite”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 26.10.1957. BAġKUT Cevat Fehmi, “Bir Hal Çaresi”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 02.11.1957. BAġKUT Cevat Fehmi, “Politika ve Spor”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 17.11.1957. BAġKUT Cevat Fehmi, “Sırası mı Ġdi?”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 06.12.1957. BAġKUT Cevat Fehmi, “Gene Kuyruklara Dair”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 20.03.1958. BAġKUT Cevat Fehmi, “Ama Artık Kafi!”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 11.04.1958. BAġKUT Cevat Fehmi, “Tehlike ve AteĢ Yolu”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 13.04.1958. 103 BAġKUT Cevat Fehmi, “Nereye?”, Cumhuriyet, Ġstanbul, 23.04.1958. BERMAN Sheri, “Understanding Social Democracy”, http://www8.georgetown.edu/centers/cdacs/bermanpaper.pdf (Gözlem Tarihi: 12.02.2012) BĠRKÖK Mehmet Cüneyt, Aydınlar Ve Bazı Vasıfları, 1996, http://www.iudergi.com/tr/index.php/iktisatsosyoloji/article/viewFile/6239/576 3 (Gözlem Tarihi:02.01.2012) CARLSSON Ingvar, LĠNDGREN Anne-Marie, “What is Social Democracy?”, http://www.socialdemokraterna.se/upload/Internationellt/Other%20Languages/ WhatisSocialDemocracy.pdf, (Gözlem Tarihi: 12.02.2012) GALLNER Ernest, “The Coming of Nationalism and Interpretation: The Myths of Nation and Class”,Mapping The Nation, 1.b., ed. Gopal Balakrishnan, New Left Review/Verso, London, 1996. HOWARD Marc Morjé, “Can Populism Be Suppressed in a Democracy? Austria, Germany and European Union”, http://www18.georgetown.edu/data/people/mmh/publication-7322.pdf, (Gözlem Tarihi: 12.02.2012) http://www.istanbul.edu.tr/iletisim/?page=template-news/detail&int_Id=62 ( Gözlem Tarihi:14.12.2011) KARPAT Kemal, “The Turkish Left”, The Left Wing Intellectuals Between The Wars 1913-1939, ed. Walter Laqueur&George L. Mosse, Vol.2, Harper&Row Publishers Incorporated, New Yorke, 1966. KELOĞLU ĠġLER Esra, “Demokrat Parti‟nin Halkla ĠliĢkileri Üzerine Bir Deneme”, ĠletiĢim Kuram ve AraĢtırma Dergisi, S.24, 2007, http://www.irfanerdogan.com/dergiweb2008/24/6.pdf, (Gözlem Tarihi: 08.02.2012) KURZMAN Charles, OWENS Lynn, The Sociology Of Intellectuals, 2002, http://www.unc.edu/~kurzman/cv/Kurzman_Owens_Intellectuals.pdf, (Gözlem Tarihi:14.04.2011) MERT Nuray, “Türkiye‟de Merkez Sağ Siyaset: Merkez Sağ Politikaların OluĢumu”, Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik, 1.b., ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2001. PRZWORSKĠ Adam, “Social Democracy as a Historical Phenomenon”, http://www.cui- zy.cn/Recommended/mathodology/AdamSocialDemocracy.pdf, (Gözlem Tarihi: 16.08.11) 104 SHAH Mohd Hazım, “Ethics, Politics, and Economics: Philosophical Reflections on Economic Development”, http://www.ukm.my/penerbit/akademika/ACROBATAKADEMIKA73/akadem ika73[06].pdf, (Gözlem Tarihi: 10.02.2012) SĠLLS David L. “Intellectuals”, International Encyclopedia Of The Social Scienes, Vol. 7-8, The Macmillan Company & The Free Press, New York, 1972. TEKAY BAYSAN Gül, “Dreyfus Davası: Gerçek ve Adalet SavaĢçısı Zola” Hacettepe Üniversitesi Edebiya Fakültesi Dergisi, 2002, http://www.edebiyatdergisi.hacettepe.edu.tr/2002191gultekaybaysan.pdf, (Gözlem Tarihi:14.08.2011) VERDERY Katherine, “Whither „Nation‟ and „Nationalism‟?”, Mapping The Nation, 1.b., ed. Gopal Balakrishnan, New Left Review/Verso, London, 1996. YILMAZ Hakan, Conservatism in Turkey, http://www.turkishpolicy.com/images/stories/2008-01- turkey/HakanYılmaz.pdf (Gözlem Tarihi: 10.02.2012) http://tr.wikipedia.org/wiki/Adalet_ve_Kalk%C4%B1nma_Partisi'nin_kapat%C4%B1lma_ davas%C4%B1#Laikli.C4.9Fe_ayk.C4.B1r.C4.B1_eylemler_y.C3.BCz.C3.BC nden_kapat.C4.B1lma_ko.C5.9Fullar.C4.B1 105 ÖZGEÇMĠġ Adı, Soyadı Mustafa Ayhan Doğum Yeri ve Yılı Giresun 1986 Bildiği Yabancı Diller Ġngilizce ve Düzeyi Orta seviye Eğitim Durumu BaĢlama - Bitirme Yılı Kurum Adı Lise 2000 2003 Giresun Lisesi Lisans 2005 2009 Uludağ Üniversitesi Yüksek Lisans 2009 2012 Uludağ Üniversitesi Doktora ÇalıĢtığı Kurum (lar) BaĢlama - Ayrılma Yılı ÇalıĢılan Kurumun Adı 1. 2. 3. Üye Olduğu Bilimsel ve Mesleki KuruluĢlar Katıldığı Proje ve Toplantılar Yayınlar: Diğer: ĠletiĢim (e-posta): mstfyhn@hotmail.com Tarih Ġmza Adı Soyadı 106 ULUDAĞ ÜNĠVERSĠTESĠ TEZ ÇOĞALTMA VE ELEKTRONĠK YAYIMLAMA ĠZĠN FORMU Yazar Adı Soyadı Mustafa Ayhan Tez Adı Türk Entelejansiyasında Bir Politik EleĢtiri Figürü Olarak Cevat Fehmi BaĢkut Enstitü Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı Kamu Yönetimi Bilim Dalı Tez Türü Yüksek Lisans Tez DanıĢman(lar)ı Yrd. Doç. Sertaç Serdar Çoğaltma (Fotokopi Çekim) Ġzni Tezimden fotokopi çekilmesine izin veriyorum Tezimin sadece içindekiler, özet, kaynakça ve içeriğinin % 10 bölümünün fotokopi çekilmesine izin veriyorum Tezimden fotokopi çekilmesine izin vermiyorum Yayımlama Ġzni Tezimin elektronik ortamda yayımlanmasına izin veriyorum Tezimin elektronik ortamda yayımlanmasının ertelenmesini istiyorum 1 yıl 2 yıl 3 yıl Tezimin elektronik ortamda yayımlanmasına izin vermiyorum HazırlamıĢ olduğum tezimin yukarıda belirttiğim hususlar dikkate alınarak, fikri mülkiyet haklarım saklı kalmak üzere Uludağ Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire BaĢkanlığı tarafından hizmete sunulmasına izin verdiğimi beyan ederim. Tarih: 03.2012 Ġmza: RĠT-FR-SKD-12/00 107 108 109 110 111