BURSA – 2023 T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSÜTÜTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ORTADOĞU ÇALIŞMALARI BİLİM DALI İRAN’DA YAŞAYAN TÜRKLERİN ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ VE AZERBAYCAN – İRAN İLİŞKİLERİNE ETKİLERİ DOKTORA TEZİ AZAR MALİKAHMADOV T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSÜTÜTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ORTADOĞU ÇALIŞMALARI BİLİM DALI İRAN’DA YAŞAYAN TÜRKLERİN ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ VE AZERBAYCAN – İRAN İLİŞKİLERİNE ETKİLERİ DOKTORA TEZİ AZAR MALİKAHMADOV TEZ DANIŞMANI Prof. Dr. ÖMER GÖKSEL İŞYAR III ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Azar MALİKAHMADOV Üniversite : Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Uluslararası ilişkiler Bilim Dalı : Ortadoğu Çalışmaları Niteliği : Doktora Tezi Mezuniyet Tarihi : …/…/2023 Tez Danışmanı : Prof. Dr. Ömer Göksel İŞYAR İRAN’DA YAŞAYAN TÜRKLERİN ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ VE AZERBAYCAN – İRAN İLİŞKİLERİNE ETKİLERİ İran bölgede en çeşitli etnisite topluluğuna sahip ülkelerden biridir. İran’ın kuzey batı bölgesinde yerleşen Azerbaycan Türkleri İran’da yaşayan en büyük Türk grubu olarak bilinmektedir. İran’da yaşayan Türklerin Pehlevi hanedanı döneminden itibaren çeşitli kısıtlamalara maruz kalmaları sonucu kültürlerini canlı tutma ve kendi kimliklerini koruma bilinci uyanmıştır. İran İslam Cumhuriyeti İranlılık kimliğinin yanı sıra Şiiliği ülke içinde farklı etnik azınlıklar arasında birleştirici faktör olarak öne sürmüş ve İran’da yaşayan tüm halkları din çatısı altında birleştirmeyi amaçlamıştır. Sovyetlerin çökmesiyle Azerbaycan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına kavuşması İran’da yaşayan Azerbaycan Türklerinin özgürlük hakkında olan düşüncelerini etkilemişti. 1990 sonrası bölgede ortaya çıkan gelişmeler İran’da yeni kimlik algılamaların oluşmasına neden olmuş ve Şii merkezli dini kimlik algısı gitgide arka planda kalmıştı. Böylece İran’da Azerbaycanlı Türk milliyetçisi genç kimlik algısı gelişmiş ve kendisini Azerbaycan ve Türkiye’ye kardeş görerek, Şiilikten çok Türk olarak tanımlamıştır. İran Türklerinde millî şuur 1990’ların ikinci yarısından itibaren giderek artmış ve kendi haklarını savunmak için farklı örgütler kurmuşlardır. İran Türkleri tarafından kurulan çeşitli örgütler İranlılık üst kimliği, bağımsız veya federal bir devlet oluşturma gibi farklı tezler ileri sürmüşlerdir. Azerbaycan Cumhuriyetinde iktidarda olan kişiler İran’da yaşayan Azerbaycan Türklerinin bağımsızlık istekleri konusunda son döneme kadar net bir tavır sergilememiş ve komşu İran devleti ile farklı alanlarda iş birliği kurmayı tercih etmişlerdi. Anahtar Kelimeler; İran Türkleri, İran İslam devleti, Azerbaycan Cumhuriyeti, Bölgesel güç, Asimilasyon politikası, Şiilik kimliği, Pantürkizm VIII ABSTRACT Author Name and Surname : Azar MALIKAHMADOV University : Bursa Uludag University Institute : Institute of Social Sciences Department : International relations Field of Science: Middle Eastern Studies Qualification: Doctoral Thesis Graduation Date : …/…/2023 Thesis Advisor: Prof. Dr. Omer Goksel İŞYAR THE STRUGGLE FOR FREEDOM OF TURKS LIVING IN IRAN AND ITS EFFECTS ON AZERBAIJAN-IRAN RELATIONS Iran is one of the countries with the most diverse ethnic community in the region. The Azerbaijani Turks, who settled in the north-west region of Iran, are known as the largest Turkish group living in Iran. As a result of the fact that the Turks living in Iran have been exposed to various restrictions since the Pahlavi dynasty, the awareness of keeping their culture alive and protecting their own identity has been awakened. In addition to the Iranian identity, the Islamic Republic of Iran has put Shi'ism as a unifying factor between different ethnic minorities within the country and aimed to unite all the peoples living in Iran under the roof of religion. The independence of the Republic of Azerbaijan with the collapse of the Soviet Union affected the thoughts of Azerbaijani Turks living in Iran about freedom. The developments that emerged in the region after 1990 led to the formation of new identity perceptions in Iran, and the Shiite-centered religious identity perception gradually remained in the background. Thus, Azerbaijani Turkish nationalist youth perception developed in Iran and saw themselves as a brother to Azerbaijan and Turkey and defined themselves as Turkish rather than Shiite. Since the second half of the 1990s national consciousness in Iranian Turks increased gradually and they established different organizations to defend their rights. Various organizations founded by Iranian Turks have put forward different thesis such as the upper identity of Iran, the creation of an independent or federal state. The people in power in the Republic of Azerbaijan did not show a clear attitude about the independence demands of the Azerbaijani Turks living in Iran until recently and preferred to cooperate with the neighboring Iranian state in different fields. Keywords; Iranian Turks, Islamic State of Iran, Republic of Azerbaijan, Regional power, Assimilation policy, Shia identity, Pan-Turkism IX ÖNSÖZ İran 19. asrın başlarına kadar Güney Kafkasya’da nüfuz sahibi olan bir devlet idi. 1828 yılında Rusya Çarlığı ile Kaçar devleti arasında yapılmış olan “Türkmençay” Antlaşması sonucu Aras nehrinin kuzey kısmı Kaçar devleti tarafından Rusya’ya terk edilmiş ve Aras nehri iki ülke arasındaki sınır olarak kabul edilmişti. Azerbaycan topraklarının kuzey kısmı Rusya Çarlığı hâkimiyeti altına geçerken güney kısmı İran’ın kontrolünde kalmıştır. Böylece önceleri tamamı Kaçar yönetiminde olan Azerbaycan toprakları ikiye bölünmüş ve bu antlaşma birçok Azerbaycanlı için milletin ayrılık sembolüne dönüşmüştü.1 Aras nehrinin kuzeyindeki Azerbaycan topraklarında yaşayan toplum siyasi açıdan Rusya’ya, inanç açısından İran’a ve dil açısından Türklere benzeyerek milletleşme sürecine geçmiştir. İran’ın kuzey komşusu olan Azerbaycan bu ülke ile derin tarihi bağlara da sahiptir. İran hem denizden hem de karadan, Azerbaycan'ın güneyinde bulunan tek komşusudur. Bazı benzer kültür unsurlarından, din ve mezhep ortaklığından ve karşılıklı geçmişlerinden dolayı bu İki ülke birtakım değerleri paylaşmaktadır. İran'da bulunan Azerbaycan Türkleri yoğun olarak Güney Azerbaycan'da yaşamaktadırlar. Bunun yanı sıra Kuzeydoğu İran'da Türkmenler, İran'ın Güney ve Merkez bölgelerinde ise Kaşkay Türkleri toplu bir şekilde yaşamaktadırlar. Kaçar hanedanlığının ardından 1925 yılında İran’da iktidarı devralan Pehlevi hanedanlığı döneminde Fars milliyetçiliğine dayalı politikalar uygulanmaya başlanmış ve İran İslam Cumhuriyeti döneminde de devam etmiştir. İran'da yaşayan Azerbaycan Türkleri bu politikaya karşı duruş sergileyerek, kendi kimliğini koruma yollarına girişerek farklı dönemlerde ayaklanma ve bağımsızlık hareketleri gerçekleştirmişlerdir. İran Fars kimliği, Şii mezhebinin temel prensipleri ve Fars dili baz alınarak oluşturulmuş ve devletin ana ideolojisi haline gelmiştir. Tahran yönetimi tarafından, İran dahilinde bulunan Fars olmayan etnik topluluklara yönelik Farslılaştırma politikaları uygulanmıştır. Merkezi devletin uyguladığı asimilasyon politikaları zaman zaman bölgesel ve etnik sorunlara neden olmakta ve Azerbaycan sorunu bu sorunların başında yer almaktadır. 1925-1979 yılları arası Batıcı bir yapı izlenirken İran kimliğinin temeli Fars milliyetçiliği üzerine kurulmuştur. Ancak, 1979 İslam Devrimi sonrası eski devlet tarafından izlenen Batı eksenli politika değiştirilerek Şia mezhebine yönelik dini kimliğin ağır 1SHAFFER Brenda, (2008), Sınırlar ve Kardeşler: İran ve Azerbaycanlı Kimliği, (Vüsal Kerimov Çev.), İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi, s. 46. https://www.kitapyurdu.com/yazar/vusal-kerimov/48915.html X bastığı bir politika uygulanmaya başlanmış, ancak İran Fars kimliği politikası yeni iktidar tarafından da devam ettirilmiştir. SSCB’nin çökmesinin hemen ardından Kafkasya’da değişen güç dengesi ve siyasi haritalar bölgenin jeopolitik önemi açısından küresel ve bölgesel güçlerin dikkatini çekmiştir. Bölgesel bir güç olan İran da mücadeleye katılarak bağımsızlığını yeni kazanmış ülkeler üzerinde nüfuz kazanmayı hedeflemiş ve bu doğrultuda Azerbaycan ile yakın ilişkiler kurmuştur. Sovyetler Birliği döneminde İran ile Güney Kafkasya ülkelerinin 70 yıl birbirinden ayrı kalmasına rağmen, 1990'lı yılların evvelinden itibaren ister ekonomik anlamda ister kültürel anlamada bu ülkeler İran ile ilişkilerini geliştirmişlerdir. Azerbaycan Cumhuriyeti ekonomik anlamda Güney Kafkasya’nın en büyük devleti olarak bölge ekonomisinin 80%’ini kendi elinde bulundurmaktadır. Azerbaycan aynı zamanda İran ile dini ve kültürel açıdan yakındır. İran İslam Cumhuriyeti’nin Azerbaycan Cumhuriyeti ile 765 km uzunluğunda sınırı vardır. İran ve Azerbaycan arasında nakliye, siyasi, bölgesel ve iktisadi alanlarında iş birliği mevcuttur. Bölge ülkeleri açısından Azerbaycan ile İran arasındaki ilişkilerin normal ve sorunsuz bir halde gelişmesi Güney – Kuzey nakliye geçidi için oldukça önemlidir. Azerbaycan ve İran ilişkilerinde zaman zaman problemlerin yaşanmasına rağmen hem bölgesel iş birliği hem de iki taraflı ekonomik ve ticari ilişikler bakımından ilişkilerini devam ettirmişlerdir.2 Bu çalışmada, İran’ın ulusal bütünlüğünün hangi temeller üzerine kurulduğunu, ulusal bütünlüğünü korumak için nasıl bir kimlik politikaları ve stratejiler uyguladığını, ulusal sınırlar içinde bulunan etnik topluluklara yönelik İran Fars kimliğini nasıl korunduğunu ve sürekliliğinin nasıl sağlandığını irdeleyeceğiz. Bunun yanı sıra İran’da Farslardan sonra en fazla nüfusa sahip Azerbaycan Türklerine yönelik uygulanmış olan politikaların nasıl gerçekleştiğinden, Azerbaycan Türklerinin istek ve taleplerinin neler olduğu ve bu taleplerin hangi düzeyde gerçekleştirildiğinden bahsedilecektir. Aynı zamanda İran'da yaşayan Azerbaycan Türklerinin verdiği mücadelenin İran ile Azerbaycan Cumhuriyeti arasında mevcut ilişkileri nasıl etkilediği analiz edilmeye çalışılmıştır. 2NECİYEV Elçin, GASIMLI Teymur, ''Azerbaycan-İran İlişkileri (1991-2018)'', Anemon Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 2020 8(4) 1267–1273, Erişim adresi; https://dergipark.org.tr/tr/pub/anemon/issue/56374/712411 (Erişim tarihi; 19.02.2021) https://dergipark.org.tr/tr/pub/anemon/issue/56374/712411 XI Bu tez çalışmasının içeriği giriş ve sonuç dışında toplam dört bölümden ibarettir. Tezin birinci bölümünde teorik çerçeve olarak seçilen sosyal konstrüktivizm hakkında detaylı bir araştırmaya yer verilerek; bu teorinin meydana gelmesi, bakış açısı ve farklı kimlik algıları analiz edilmiştir. Ayrıca seçilmiş araştırma konusu bu teori çerçevesinde irdelenmiştir. İkinci bölümde İran'da yaşayan Azerbaycan Türklerinin mücadelesinin tarihi gelişiminden bahsedilmiştir. Üçüncü bölümde Azerbaycan'ın bağımsızlık kazandıktan sonra İran'la geliştirdiği ilişkileri incelenmiş, güvenlik sorunları ve farklı boyutlarda yürütülmüş iş birliği analiz edilmiştir. Dördüncü bölümde ise İran'da yaşayan Azerbaycan Türklerinin yürüttüğü mücadelenin İran-Azerbaycan ilişkilerine olan etkisinden bahsedilmiştir. Bundan başka Güney Azerbaycan konusu irdelenmiş ve İran'da yaşayan Azerbaycan Türklerinin sorunları ve talepleri tanımlanmıştır. Ayrıca İran Merkezi devletinin Türk azınlıklarına yönelik uyguladığı politikalardan bahsedilmiştir. Bu çalışmada tanımlayıcı-analitik bir yöntem seçilerek nitel ve uygulamalı bir araştırma yapılmıştır. Tez çalışması için gerekli bilgiler detaylı bir literatür taraması sonucu seçilen dergi makaleleri, bilimsel kaynaklar, internet kaynakları ve gazeteler kullanılarak toplanmıştır. Tarafsız ve objektif bir çalışma sürdürme açısından hem İran hem de Azerbaycan tarafının konuya ilişkin sorunlara yönelik bakış açısı incelenerek çalışmaya yansıtılmıştır. Araştırma çerçevesinde ele alınan konuyla ilgili Azerbaycan, İran, Rusya, Türkiye ve Batı kaynakları incelenerek bu kaynaklar vasıtasıyla farklı görüşler ışığında bir bütünsellik elde edilmeye çalışılmıştır. Çalışmada İran’da yaşayan Azerbaycan Türklerinin milli azınlık olarak bağımsızlığa yönelik faaliyeti ve politik eylemleri iki ülke ilişkilerini yönlendiren önemli bir faktör olarak ele alınmıştır. İki ülke arasındaki ilişkiler 1991 senesinde Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazandığından itibaren geniş kapsamda ele alınmış ve konuyu daha net analiz elde etmek amacıyla önceki dönemlerde de bu ilişkilere etki eden önemli tarihi olaylara değinilmiştir. Bu Tezin amacı İran’da yaşayan Azerbaycan Türklerinin verdikleri mücadelenin nedenlerini araştırmak, bu mücadelenin nasıl sonuçlana bileceği hakkında öngörüde bulunmaktır. Bunun yanı sıra bu durumun Azerbaycan Cumhuriyeti ile İran İslam Cumhuriyetini ne düzeyde etkileyebileceğini inceleyerek orta veya uzun vadede ne gibi sonuçlarla neticeleneceğini araştırmaktır. Çalışmam boyunca bana desteğini esirgemeyen ve akademik danışmanlığın ötesinde katkılarıyla bana mesleğimi öğreten Prof. Dr. Ömer Göksel İşyar Hocama derin saygı ve XII teşekkürlerimi sunuyorum. Bunun yanı sıra Uludağ Üniversitesi Uluslararası ilişkiler Bölümü Öğretim Üyeleri ve Araştırma Görevlilerine de bu vesileyle teşekkür ve saygılarımı arz ediyorum. Tezimi, annemin ruhuna armağan ediyorum. Azar Malikahmadov Bursa 2023 XII I İÇİNDEKİLER Giriş ............................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM 1. Konstrüktivizm Teorisi ve Kimlik İnşası 1.1. Konstrüktivizmin Ortaya Çıkışı ............................................................................... 4 1.2. Konstrüktivizmin Temel Bakış Açısı ........................................................................7 1.3. Konstrüktivist Üç Teorisyen ve Görüşleri ................................................................ 16 1.4. Konstrüktivizm ve Kimlik İnşası ............................................................................. 20 1.5. Ulusal Kimlik… ...................................................................................................... 29 1.6. Modern Kimlik…..................................................................................................... 32 1.7. Etnik Kimlik… ........................................................................................................ 34 1.8. Sosyal - Ekonomik kimlik… .................................................................................... 39 1.9. İdeolojik kimlik… ....................................................................................................40 1.10. Dini kimlik… ................................................................................................. 42 İKİNCİ BÖLÜM Pantürkizm ve İran’da Yaşayan Türklerin Yürüttükleri Mücadelenin Tarihi Gelişimi 2.1 Türk Milliyetçiliğinde Irk Ayrımcılığının Kökeni, Pantürkizm ve İran Türkleri ........ 46 2.2 İran Türklerinin Yürüttüğü Mücadelenin Tarihsel Gelişimi ...................................... 53 2.3 Setter Han Harekâtı .................................................................................................. 54 2.4 Hiyabani Harekâtı ..................................................................................................... 55 2.5 Pehlevi Döneminde İran’da Farslaştırma Politikası ................................................... 59 2.6 SSCB’nin İran’a Müdahalesi, Pişeveri ve Azerbaycan Millî Hükümeti ..................... 71 2.7 Muhammed Rıza Şah Döneminde Azerbaycan Türklerine Yönelik Uygulanan Politikalar (1946-1979) ............................................................................................. 87 2.8 İslam Devrimi Sonrası İran Türklerinin Kültürel Alandaki Faaliyetleri ...................... 97 2.9 İslam Devrimi Sonrası İran Türklerinin Politik Alandaki Faaliyetleri ...................... 110 2.10 Müslüman Halkın Cumhuriyetçi Partisi (MHCP) ve Ayetullah Şerietmedari .......................................................................................................... 111 XIV 2.11 1990'lı Yıllar ve İran’da Türklük Bilincinin Gelişmesi ................................. 116 2.12 2000'li Yıllardan Günümüze Kadarki Süreçte Güney Azerbaycan’daki Toplumsal Olaylar ..................................................................................................120 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3 SSCB'nin Dağılmasından Sonra Azerbaycan – İran İlişkileri 3.1 SSCB Öncesi ve SSCB döneminde Azerbaycan-İran İlişkilerine Kısa Bir Bakış ..... 132 3.2 Ayaz Mutellibov İktidarı Döneminde Azerbaycan- İran İlişkileri (1990-1992) ...... 139 3.3 Ebülfez Elçibey İktidarı Döneminde Azerbaycan- İran İlişkileri (1992-1993) ......... 142 3.4 Haydar Aliyev İktidarı Döneminde Azerbaycan- İran İlişkileri (1993-2003) ........... 146 3.5 İlham Aliyev İktidarı Döneminde Azerbaycan-İran İlişkileri (2003’ten günümüze).155 3.6 İkili İlişkilerde İran ile Azerbaycan Arasındaki Anlaşmazlık Konular..................... 161 3.6.1 Azerbaycan - NATO İlişkilerine Yönelik İran'ın Tepkisel Duruşu ......................... 164 3.6.2 Azerbaycan – ABD ilişkilerinin Kurulması ve Buna Yönelik İran’ın Tepkiselliği ................................................................................................. 167 3.6.3 Azerbaycan - İsrail İlişkilerine Yönelik İran'ın Tepkisi .......................................... 177 3.6.4 Azerbaycan-Türkiye İlişkilerine Yönelik İran'ın Tavrı ........................................... 190 3.6.5 Azerbaycan-İran İlişkilerinde Hazar’ın Statüsü ile İlgili Mevcut Anlaşılmazlık… ......................................................................................... 199 3.6.6 İran Devletinin Azerbaycan Türklerine Karşı Uyguladığı Politikalara Yönelik Azerbaycan Devletinin Tepkisi ............................................................................. 220 3.6.7 İran Devleti'nin Komşu Ülkelere ''Rejim İhracı Politikası''na Yönelik Azerbaycan Devletinin Tavrı ...................................................................... 223 3.6.8 İran'ın Ermenistan’la Geliştirdiği İşbirliğine Karşı Azerbaycan'ın Tepkileri ..................................................................................................... 235 3.6.9 İran'ın Karabağ Sorunundaki Tutumuna Yönelik Azerbaycan’ın Tepkileri .. 242 3.7 Azerbaycan-İran Ekonomik İlişkileri........................................................................ 250 3.8 Azerbaycan-İran İlişkilerinde Güvenlik Faktörü… .................................................. 267 X V DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 4 İran'da Yaşayan Azerbaycan Türklerinin Verdikleri Mücadelenin İran-Azerbaycan İlişkilerine Etkisi 4.1 İran Merkezi Hükümetin İran'da Yaşayan Azerbaycan Türklerine Yönelik Uyguladığı Politikalar ...................................................................................... 282 4.2 İran'da Yaşayan Türklerin Sorunları ve Talepleri ............................................... 292 4.3 İran’da Yaşayan Türklerin Bağımsızlık Konusundaki Farklı Görüşleri...............295 4.4 İran’da Yaşayan Türkler Tarafından Mücadele Amaçlı Kurulmuş Olan Örgütler............................................................................................................ 299 4.5 İran'da Yaşayan Türkler Bağımsızlıklarına Nasıl Kavuşabilirler? ...................... 315 4.6 İran Devleti Türklerin Özgürlük Mücadelesini Nasıl Etkisiz Hale Getirebilir? .. 317 4.7 İran’daki Son Ayaklanmalar Ve Bunun Muhtemel Sonuçları ............................ 321 4.8 Azerbaycan Yönetiminin İran’da Yaşayan Azerbaycan Türklerine Verdiği Destek ve İran’ın Bu Duruma Tepkisi .......................................................................... 325 SONUÇ ......................................................................................................................................... 331 KAYNAKÇA ................................................................................................................................ 335 HARİTALAR VE RESMLER ....................................................................................................... 377 XVI KISALTMALAR ADGK Azerbaycan Devlet Güvenlik Komitesi ADİB Azerbaycan Din İşleri Bakanlığı AC Azerbaycan Cumhuriyeti AGİK Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı AK(B) P MK Azerbaycan Komünist (Bolşevik) Partisi Merkez Komitesi AB Avrupa Birliği BM Birleşmiş Milletler Örgütü BMDHS Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi KGB Sovyet İstihbarat teşkilatı NATO Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü SOCAR State Oil Company of Azerbaijan Republic SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği 1 Giriş Kimlik kavramı Uluslararası ilişkilerde kimliksel ilişkiler bütünü olarak toplumların ulus olma bilinci ile oluşan ve uluslararası sistemde devletlerin kendilerini tanımlamasıyla ortaya çıkan bir olgudur. Kimlik, ulusların zamanla kazanılan bakış açılarının veya öz değerlerinin birlikte oluşturduğu tanımlama aracı olarak kültür, tarih, din, gelenek ve etnik kavramlarından beslenmektedir. Böylece, kimliksel tercihler devletlerin davranışlarını belirleyen önemli faktör olarak uluslararası ilişkiler disiplininde yerini almıştır. Bir ulusu tek bir çatı altında toplayan birleştirici unsurlar ulusal ve etnik kimlik kavramlarıdır. Her bir devlet uluslararası sistemde bir yer edinmek için kendi toplumundan aldığı kimlik unsurlarını devlet sistemine yerleştirmekte ve böylece uluslararası sistemde kendini tanımlamaktadır. Uluslararası toplum ise ilişki düzeyini devletlerin kimlik tanımlamalarına ve değerlerine göre belirler. Böylece, birey ve grup kimlikleri devletleri, devletler ise uluslararası sistemi inşa etmektedir. Modern öncesi dönemde toplumlar düzenlenmiş basmakalıp tarzda bir töre ve yaşam tarzı anlayışı içindeydi. Daha sonra toplumda iş bölümünün olduğu iletişimsel bir modern kimlik algısına geçilmiş ve küreselleşme ile Uluslararası ilişkiler disiplininde de ana akım ve eleştirel akım olarak ikiye ayrılmasını sağlayan post-modern anlayış ortaya çıkmıştır. Bu anlayış uluslararası ilişkilerdeki kimlik algılarının tamamen değişmesine neden olmuştur. Türkler bin yıl İran coğrafyasında siyasi ve sosyal gelişmelerin şekillenmesinde önemli rol oynayarak birçok Türk devleti kurmuşlardı. Bunlar arasında Gazneliler 963’ten başlayarak 224 yıl boyunca, Selçuklular 1037’den itibaren 157 yıl boyunca, Harzemşahlar 1098’den başlayarak 221 yıl boyunca, İlhanlılar 1256’dan başlayarak 79 yıl boyunca, Çupaniler 1335’ten başlayarak 22 yıl boyunca, Celayirler 1335’ten başlayarak 97 yıl boyunca, Timurlular 1370’ten başlayarak 136 yıl boyunca, Karakoyunlular 1378’den başlayarak 91 yıl boyunca, Ak Koyunlular 1378’den başlayarak 130 yıl boyunca Kuzey İran, Doğu Anadolu ve Kafkasya bölgelerinde, Safeviler 1501’den itibaren 221 yıl boyunca Kafkasya, Pakistan, İran, Türkmenistan ve Afganistan bölgelerinde, Afşarlar 1736’dan başlayarak 60 yıl boyunca, Kaçarlar 1785’ten başlayarak Kafkasya ve İran bölgelerinde 140 yıl boyunca hâkimiyet kurmuşlardır. Nihayet 1828 yılının 10 Şubat tarihinde Rusya ile İran arasında Türkmençay Anlaşması imzalanması sonucu Azerbaycan toprakları ikiye bölünmüştür. Aras nehrinin güneyindeki topraklar Kaçar yönetimindeki İran’a, kuzeyi ise Çarlık Rusya’sına bırakılmıştır. 1925 yılından 2 başlayarak İran’da Pehlevi hanedanının iktidara gelmesiyle Türkler hakimiyetten uzaklaşmışlar ve hatta asimilasyon politikasıyla karşı karşıya kalmışlardır. İran bölgede en çeşitli etnisite topluluğuna sahip ülkelerden biridir. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) verilerine göre Iran’da %51 Fars, %24 Azerbaycan Türkü, %8 Gilaki, %7 Kürt, %3 Arap, %2 Baluci, %2 Lur, %2 Türkmen, %1 diğer gruplar yaşamaktadırlar. Kısacası İran coğrafyasında birçok Türk halkı bulunmaktadır. Karapapaklı, Şahseven, Afşar ve Sungurlu boyları Gazvin, Hemedan, Erdebil, Zencan, Alborz ve Tahran eyaletlerinde; Kaşkaylar, İnanlı, Nefer, Halaç, Bayat, Bıçakçı ve Baharlı gibi Türk toplulukları İsfahan, Fars, Buşehr, Kerman, Huzistan, Çarmahal ve Kohgiluye gibi eyaletlerde dağınık şekilde; Türkmenler ve Horasan Türkleri ise İran’ın kuzey doğusunda bulunan Golestan ve Horasan eyaletlerinde toplu şekilde yaşamaktadırlar. İran’ın kuzey batı bölgesinde yerleşen Azerbaycan Türkleri İran’da yaşayan en büyük Türk grubu olarak Tebriz, Urmiye, Zencan, Erdebil, Gazvin, Hoy, Hemeden, Marağa, Maku, Goşaçay, Sulduz, Miyane, Culfa, Astara, Halhal, Merend, Gurve, Sovukbulak, Tikantepe, Bicar ve diğer kentlerde yaşamaktadırlar. Türk hâkimiyeti 20. yüzyılın ilk çeyreğinde sona ermiş ve Kaçar sülalesinin iktidardan gitmesinin ardından Pehlevi hanedanı hakimiyeti ele geçirmişti. İran’da yaşayan Türklerin bu dönemden itibaren çeşitli kısıtlamalara maruz kalmaları sonucu kültürlerini canlı tutma ve kendi kimliklerini koruma bilinci uyanmıştır. İran coğrafyasında toplu şekilde yaşayan Türkmenler ile Azerbaycan Türkleri kültür ve dil konusunda daha çok koruyucu olmuş ve başka kültürlerden daha az etkilenmelerinin nedeni toplu yaşadıkları yerlerde çoğunluk durumunda olduklarından dolayı idi. Başka bir etnik gruplarla gerçekleştirilen evliliğe olumlu bakmayan Türkmenler, kültürlerini korumaya çalışarak kapalı bir Türk grubu olarak yaşamlarını sürdürmüşlerdi. Dağınık halde İran’ın Merkezi ve Güney eyaletlerinde yaşayan Türkler ise asimile olmuşlardır. İran İslam Cumhuriyeti İranlılık kimliğinin yanı sıra Şiiliği ülke içinde farklı etnik azınlıklar arasında birleştirici faktör olarak öne sürmüş ve İran’da yaşayan tüm halkları din çatısı altında birleştirmeyi amaçlamıştır. Ortak mezhep olan Şiilik unsuru Azerbaycan Türklerinin sistem içinde yer almasında etkin olmuş, Azerbaycan Türk millî hareketine yönlendiren asıl unsur ise İranlılık olgusu olmuştur. Sovyetlerin çökmesiyle Azerbaycan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına kavuşması dış faktör olarak İran’da yaşayan Azerbaycan Türklerinin faaliyetlerinde belirleyici rol oynamıştır. 1990 sonrası bölgede ortaya çıkan gelişmeler İran’da yeni kimlik algılamaların oluşmasına neden olmuş ve Şii merkezli dini 3 kimlik algısı gitgide arka planda kalmış ve Türk toplumu etnik kökenli bir kimlik algısına yönelik bir eğilim göstermiştir. Böylece Azerbaycanlı Türk milliyetçisi genç kimlik algısı gelişmiş ve kendisini Azerbaycan ve Türkiye’ye kardeş görerek, Şiilikten çok Türk olarak tanımlamıştır. İran Türklerinde millî şuur 1990’ların ikinci yarısından itibaren giderek artmış ve kendi haklarını savunmak için farklı örgütler kurmuşlardır. İran Türkleri tarafından kurulan çeşitli örgütler İranlılık üst kimliği, bağımsız veya federal bir devlet oluşturma gibi farklı tezler ileri sürmüşlerdir. İran’da yaşayan Türkler 2000’li yıllarda Babek Kalesi Yürüyüşleri, Urumiye Gölü etkinlikleri, anadili günleri, karikatür krizi ve tarihi olayların yıldönümleri ile Merkezi yönetime karşı itirazlarını bildirerek kitlesel gösteriler düzenlemiş ve Türklük temalı protestolar gerçekleştirmişlerdir. Azerbaycan Cumhuriyeti yetkilileri İran’da yaşayan Azerbaycan Türklerinin bağımsızlık istekleri konusunda net bir tavır sergilememiş ve komşu İran devleti ile farklı alanlarda iş birliği kurmayı tercih etmiştir. Buna rağmen bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti İran’da yaşayan Azerbaycan Türklerini kışkırtacak ve ayaklanmaya sevk edecek potansiyel bir devlet olduğundan dolayı İran merkezi yönetimi Azerbaycan Cumhuriyeti ile kurduğu ilişkilerde ihtiyatlı davranmış ve kendi sınırları dahilinde yaşayan Türklerin bu ülkeye sempati duymasını hoş karşılamamıştır. 4 BİRİNCİ BÖLÜM Konstrüktivizm Teorisi ve Kimlik inşası 1.1. Konstrüktivizmin Ortaya Çıkışı Uluslararası ilişkiler disiplini birinci dünya savaşının ardından dünyada barışı tesis etmek ve gelecekte meydana çıkacak savaşları engellemek için ortaya çıkmıştır. Bu disiplin teorik altyapısını dünyada devletlerin birbirleri ile ilişkileri nasıl inşa edilir, savaşlar nasıl önlenebilir, uluslararası siyasetteki düzen hangi yöntemlerle sağlanabilir gibi birtakım sorularla şekillendirmiştir. Uluslararası ilişkiler disiplini uluslararası barış ve düzenin oluşumu için belli faktörleri ve yöntemleri kullanarak bu sorgulamalara cevap aramaya çalışmıştır. Uluslararası ilişkiler disiplininin gelişim sürecinde dört büyük tartışma alanı ortaya çıkmıştır. İlk büyük tartışma 1920 – 1950 yılları arasında idealizm ile realizm arasında, İkinci büyük tartışma 1950’li ve 1960’lı yıllarda metodolojik farklılıklar ile ilgili gelenekselciler ile davranışsalcılar arasındaki olmuştur. Üçüncü büyük tartışma ise 1970’lerde yeni liberalizm (neoliberalizm) ile yeni realizm (neorealizm) yaklaşımları arasında yaşanmıştır. Dördüncü tartışma ise Pozitivist ile Post-pozitivist teoriler tartışması, yani rasyonalist teoriler ile eleştirel teoriler arasındaki bir tartışmadır.1 Konstrüktivizm teorisi hem düşünümsel hem de rasyonel bir bakış açısına sahip olmasıyla uluslararası ilişkiler teorileri arasında bir köprü rolü oynayarak yeni bir anlayış ortaya koymuştur. Konstrüktivizm, uluslararası ilişkiler teorileri arasında en yeni ana akım teorilerinden biri olarak, her şeyi konu edinmiş uluslararası yapıya odaklanan ve rasyonalizmin etkisiyle dünya siyasetini kapsayan bir teoridir. Soğuk Savaş sonrası gelişmelerin ve küresel düzenin değişmesinin rasyonalist teoriler tarafından öngörülememesi ve açıklanamaması Konstrüktivizmin öneminin artmasına neden olmuştur. İnsan haklarının devletler temelinde ön plana çıkması, uluslararası sosyal yapıların artması, devletin bir dış politika aracı olarak kültürün ve kimliğin kullanılmaya başlanması, bölgesel ve küresel devlet içi mekanizmaların değişmesi, anarşinin tekrar gündeme gelmesi gibi olaylar konstrüktivizm anlayışını gündeme getirmiştir.2 Konstrüktivist teorinin açıklanabilmesi için uluslararası ilişkiler teorilerinin tarihsel gelişimine bakmamız ve uluslararası ilişkiler disiplinindeki üç tartışmayı anlamamız gerekiyor. Bunlardan birincisi, disiplinin ontolojisini ve terminolojisini belirleyen realizm-idealizm 1 DABAN Cihan, (2017), ''Uluslararası İlişkilerde Teorik Tartışmaların Yönteme Etkisi'', Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 2, Sayı:27, s.20 2AK Mehmet Ali, (2019), ''Uluslararası İlişkilerde Kimlik Analizi ve Rol Teorisi'', B.U.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 38, Sayı 1, s 217 – 218 5 tartışmasıdır. Birinci Dünya Savaşının yarattığı büyük tahribat neticesinde uluslararasında güvenliğin ve barışın nasıl sağlanacağı sorusu gündeme gelmiş ve İdealizm teorisi bu soruyu uluslararası hukuk, demokrasi, insan hakları, uluslararası örgütlerin güçlendirilmesi gerektiğini bildirerek cevaplamıştır.3 Ancak uluslararası ilişkilerde gücün temel kavram olduğunu savunan realistlere göre uluslararası sistem anarşik bir yapıya sahiptir ve salt uluslararası hukuk veya uluslararası örgütlerin uluslararası güvenliği ve barışı tam anlamıyla sağlaması mümkün değildir. Bu nedenle her devletin kendi güvenliğini sağlamak ve böyle bir çatışmacı düzende bekasını sürdürebilmek için kendini koruyabilecek güce sahip olması gerekiyor.4 İkinci tartışma gelenekselcilik-davranışsalcılık tartışması olmuş ve bu tartışmada davranışsalcılar yeni fikirler ileri sürmüşlerdir. Gelenekselcilik esas itibariyle idealizm ve realizm argümanlarının toplamından oluşurken, disiplinin bir metodolojiye sahip olması gerektiğini savunan davranışsalcılar ise pozitivistlerden oluşmaktadır.5 Davranışsalcılar doğa bilimlerinde geçerli olan yöntemleri kullanarak uluslararası ilişkilerin araştırılması gerektiğini savunmuşlardır.6 Kısacası gelenekselcilik-davranışsalcılık tartışmasını, araştırmacılar tarafından hangi tekniklerin kullanacağıyla ilişkin bir tartışma olarak değerlendirebiliriz.7 Üçüncü tartışma sosyal bilimlerde 1980’li yıllardan itibaren başlamış ve odak noktası epistemolojik olmuştur. Bu tartışma pozitivizm-post-pozitivizm tartışması olarak adlandırılmış ve pozitivist epistemoloji insanın rasyonelliği ön kabulünü barındırmıştır. İnsanın özerk bir aktör olarak rasyonel olduğu varsayımı pozitivist yaklaşımlardaki ortak noktadır. Bu ön kabul, toplumsal olgularda genel geçer kanunların varlığının keşfini amprik yöntemlerin kullanılması yoluyla mümkün kılmaktadır. Ancak post-pozitivizm, rasyonelliğin sınırlarının tespit edilmesinin mümkün olmadığını ileri sürmektedir. Bu varsayımdan hareketle beşerî hayattaki ilişkilerin özneler arası olduğunu, dolayısıyla toplumsal hayatta genel geçer kanunların 3EKİCİ, K.D. (2018). Sosyal Konstrüktivizme Göre Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikası (1983-1993). (Doktora Tezi. Kocaeli Üniversitesi). s.9, Erişim adresi; https://acikbilim.yok.gov.tr/bitstream/handle/20.500.12812/424568/yokAcikBilim_10188931.pdf?sequence=- 1&isAllowed=y 4KARABULUT, B. (2015). Güvenlik: Küreselleşme Sürecinde Güvenliği Yeniden Düşünmek. Ankara, Barış Kitapevi. s. 60 5EKİCİ. agm., s.9 6TANRISEVER, O.F. (2019), Yöntem Sorunu: Gelenekselcilik Davranışsalcılık Tartışması, İstanbul: İletişim Yayıncılık. s. 106 7 TANRISEVER, age., s. 112 https://acikbilim.yok.gov.tr/bitstream/handle/20.500.12812/424568/yokAcikBilim_10188931.pdf?sequence=-1&isAllowed=y https://acikbilim.yok.gov.tr/bitstream/handle/20.500.12812/424568/yokAcikBilim_10188931.pdf?sequence=-1&isAllowed=y 6 belirlenmesinin mümkün olmayacağını savunmaktadır.8 Tek bir doğrunun olamayacağı ve bu doğrunun da öznel unsurlar tarafından belirlendiği gibi konular üçüncü tartışmada yer almaktadır. Konstrüktivizm ise iki tarafın da görüşlerinin bazılarına yakın olmasından dolayı pozitivizm-post-pozitivizm tartışmasında orta yol olarak kabul edilmektedir.9 Soğuk Savaş’ın bitmesiyle yeni bir küresel sistem oluşmuş ve neorealizm ile neoliberalizm temsilcileri ortaya çıkan yeni aktörlere yönelik açıklama yapmakta zorlanmışlardı. Bu dönemde İnşacı yaklaşım kültür ve kimlik gibi düşünsel, bilişsel ve toplumsal unsurlara vurgu yaparak, uluslararası ilişkiler disiplininde kendisine meşru bir ortam bulmuştur. İnşacı yaklaşım, uluslararası ilişkiler disiplini içerisine 1980 sonrasında salt bir uluslararası ilişkiler yaklaşımı olarak geliştirilmiş ve benimsemiş ontolojik ve epistemolojik kaynaklardan dolayı post-pozitivizm ile pozitivizm arasında üçüncü bir yol olarak adlandırılmıştır. İnşacı yaklaşım epistemolojik (bilgi felsefesi) ve ontolojik (varlık felsefesi) açıdan incelendiğinde, insan doğasının temel olduğu diğer teorilerin aksine, sosyal gerçekliğin ve bilginin inşa edildiği bir görüşü savunmaktadır. Bu yaklaşım devlet ve diğer aktörleri rasyonel birer aktör olarak değil, sosyal etkileşimler ve yapılardan etkilenen birer aktör olarak ele almaktadır. Alexander Wendt, “orta yol” inşa ederek, çoğu kişinin birbiri ile bağdaşmadığını düşündüğü epistemolojik ve ontolojik durumları birbirleriyle uzlaştırmayı amaçladığını belirtmiştir.10 Farklı teoriler farklı analiz seviyesi gerektirdiğinden dolayı devletler arasındaki ilişkilerin açıklanmasına yönelik geliştirilmiş olan teorilerin hiçbirinin tam şekilde yeterli olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Soğuk Savaş'ın neden sona erdiğini açıklamakta yeterli argümanlar sunamayan Realist ve Liberal teorilerin başarısız olmaları sonucu uluslararası ilişkiler düşünürleri ''toplumsal kimlik'' kavramına dikkat çekmiş ve uluslararası arenada meydana gelen gelişmeleri bu teori açısından açıklamayı tercih etmişlerdi. Konstrüktivizm bakış açısı realizme alternatif olarak 1980'li yılların sonu 90'lı yılların evvelinde ortaya çıkmış ve uluslararası ilişkiler analizlerinde en çok kullanılan yaklaşımlardan biri haline gelmiştir. Konstrüktivizm teorisini savunanlar siyaset, psikoloji ve sosyoloji bilimi gibi bilim dallarından da etkilenerek sadece anarşi ve gücün devletlerin davranışlarını etkileyen faktörler olmadığını, 8ATEŞ, D. (2008). ''Uluslararası İlişkilerde Konstrüktivizm: Orta yol Yaklaşımının Epistemolojik Çerçevesi'', Sosyal Bilimler Dergisi, s. 221 9FİERKE K.M. (2013). ''Constructivism; International Relations Theories Discipline and Diversity''. United Kingdom: Oxford University Press. s 193 10WENDT, A. (2016), Uluslararası Siyasetin Sosyal Teorisi, (Çev. H Ertem & S. Öner). İstanbul, Küre Yayınları, s. 60 7 devlet davranışlarını etkilemede başka değişkenlerin de önemli rol oynadığını savunmuşlardır.11 1.2. Konstrüktivizmin Temel Bakış Açısı Konstrüktivist bakış açısının en önemli özelliği kimliğin devletlerin çıkarlarının temelini oluşturmasıdır. Bu manada devletin oluşturduğu kurallar, normlar ve söylem edimleriyle devlet kimliği oluşturulur. Sistemsel konstrüktivistler sosyal kimlikler ile devletlerin sahip oldukları örgüt kimliği arasında bir ayrım yapmaktadırlar. Bu ayırımı yapanlar, sosyal kimliği bir aktörü toplumun diğer aktörleri karşısında sosyal bir obje olarak kendisine atfettiği anlamlar bütünü olarak tanımlarken, örgütsel kimlik sistemsel teori içerisinde yeri olmayan ve iç politikada kazanılan bir kimlik olmaktadır. Sosyal ilişkiler sonucu toplumda oluşan kimlik çeşitli varyasyonlara sahip olurken, devlet örgütlenmesinin içindeki aktörler bir kişisel kimliğe sahiplerdir. Kimlik faktörünün İnşacı yaklaşımın merkezinde yer almasına rağmen, Alexander Wendt’in geliştirdiği sistemsel konstrüktivizmde kimlik oluşumunda etkili olan iç faktörler analizin dışında tutulmuştur.12 Sistemsel etkileşimi oluştururken iç faktörleri görmezden gelmesi sistemsel konstrüktivizmin en önemli sorunudur. İç faktörlerin içerisindeki öznel fikirler, yargılar, davranışlar ve kültürler devlet için bir anlam ifade ederken devlet adına hareket eden kişiler için de bazı anlamlar taşmaktadır. Devlet yöneticileri gerek monarşi gerekse demokratik yollar ile toplumsal kimlik örgüsünün sonucunda hakimiyete gelebilmişlerdir. Onlar uluslararası yapıyla ve devletiyle ilgili düşüncelere sahiptirler. Bu düşünceler kültürel ve iç siyasi ortamlarda oluşan anlamların bir ürünüdür. Dolayısıyla, aktörler normlar, kurallar ve söylemlerle kendi kimliklerini inşa ettikten sonra etkileşime geçmektedirler. Daha sonra, devletlerin birbirleriyle ilk temasta bulundukları zaman bu kimlikler daha çok iktidarda olan kişilerin sahip olduğu kimliklerdir.13 ''Sosyal konstrüktivizm'' olarak adlandırılan yeni bir teorik yaklaşım 1990’lı yıllarda uluslararası ilişkilerin sosyal yanına vurgu yaparak ortaya çıkmış ve uluslararası sistemin temel 11ROSKIN Michael, BERRY Nicholas, (2015), Uluslararası İlişkiler, (çev. Özlem Şimşek), Ankara, Adres Yayınları, s. 57 12WENDT Alexander, (1994), ''Collective Identity Formation and International State'', American Political Science Review, s. 385 13 AK Mehmet Ali, (2019), agm, s 225 8 yapılarının maddi olmaktan ziyade sosyal olduğunu ileri sürmüştür. ''Sosyal konstrüktivizm'' aynı zamanda pozitivist teorilerin dikkat etmediği dil, söylem, kültür ve kimlik gibi sosyo- kültürel faktörlerin uluslararası ilişkiler analizlerinde yer almasını önererek toplumsal ve siyasal sorunların çözülmesine ilişkin bir yaklaşım sergilemiştir. Konstrüktivizm teorisi pozitivistlerin doğa ile toplumun birliği düşüncesini kabul ettiği halde, aynı zamanda toplumun kendine özgü ontolojik bir karakteri olduğunu ileri sürmüştür. Bundan başka Konstrüktivizmi savunan düşünürler insan faaliyetlerinin maddi dünyanın etkisi altında şekillendirildiği varsayımını da tamamıyla reddetmemiş, ancak rasyonalizmden farklı bir görüşe sahip olarak, maddi güçlerin merkezi konumda olmadığını savunmuşlardı.14 Devletler arası ilişkileri incelerken Konstrüktivizm teorisini uygun bulan bilim insanları devletlerin uluslararası sistemin aktörleri olduklarını da kabul etmektedirler. Konstrüktivizmin diğer teoriler gibi toplumların niçin birbirinden farklı olduğuna, insanların ne yaptığına, ya da dünyanın hangi sebeplerden dolayı değiştiğine ilişkin genel açıklamalar getirmediği nedeniyle bir teori olmadığı iddia edilebilir. Ancak bunun yerine konstrüktivizmin sunduğu çerçeve birbirleriyle bağlantısı yokmuş gibi görünen konuları kuramsallaştırmayı mümkün kılmaktadır. Konstrüktivist düşünceye göre insan, doğa ve çevresiyle iletişimde olan sosyal bir varlık olup sosyal bir yapı içerisinde birtakım kurallara bağlıdır. Konstrüktivizme göre insanlar toplumu, toplum da insanları yapmaktadır, kurallar ise toplumu ve insanları birbirine bağlamaktadır. Kurallar bir insana neyi yapmaması veya neyi yapması gerektiğini bildiren genel ifadelerdir. Kurumların oluşumunda belirleyici bir etkiye sahip olan kurallar, aynı zamanda amiller ile kurumları birbirilerine bağlayan bir fonksiyon icra etmektedirler. Kurumlar ilgili kural ve uygulamalardan oluşmaktadır. Yani kurallar kadar kurumlar da sosyal yapının işleyişinde önemli bir role sahiptir.15 Herhangi bir ülkenin hükümeti sosyal bir oluşum olarak insanlardan meydana gelmektedir. Bu insanlar belirli kurallara çerçevesinde, birlikte daha büyük insan toplulukları oluşturarak ülkeleri adına hareket etmektedirler. İnsanların sayı çoğaldıkça kimlik için gerekli ölçütlere sahip oluyor ve bir amil olarak faaliyet gösterdiğinde bir ülke oluşturmuş oluyorlar. Sosyal konstrüktivizme göre ülkeler insanların faaliyetleri sonucu meydana getirdikleri sosyal 14ADLER Emanuel, (1997), ''Seizing the Middle Ground: Constructivism in World Politics'', European Journal of International Relations, Vol 3, No 3, s 324 15GOULD Harry D. (1998), What is at Stake in the Agent-Structure Debate, International Relations In A Constructed World, New York, M. E. Sharpe, s 83 9 oluşumlardır. Devletler ise gelişmiş kurumlara sahip olarak diğer devletlerle ilişkilerini yürütebilen ve net sınırları olan toplumlardır.16 Epistemolojik ve ontolojik yaklaşımlara göre konstrüktivizm farklı kategorilere ayrılmaktadır. Epistemolojik yaklaşımlar Reus-Smit’e göre yorumlayıcı ve pozitivist konstrüktivistler olarak iki gruba ayrılmaktadır.17 Hopf da konstrüktivistleri eleştirel ve klasik olarak ikiye ayırır: eleştirel konstrüktivistler söylem ve güç üzerinde dururken, klasik konstrüktivistler daha çok kimliklere, kurallara ve normlara vurgu yapmaktadırlar.18 Ruggie ise konstrüktivist yaklaşımları üç gruba ayırmıştır;19 1 – Birinci grup, pragmatizme benzeyen neo-klasik konstrüktivizmdir. Neo-klasik konstrüktivizm konuşma faaliyetlerini analiz etmekte ve süjeler-arası anlamları açıklamaktadır. Adler, Onuf, Kratochwill ve Katzenstein gibi konstrüktivist yazarlar bu gruba dahildirler. Sosyal ontolojiye bağlı kalan klasik konstrüktivistler pozitivist epistemolojiye dayanmaktadırlar. 2 - İkinci grup postmodernist / eleştirel konstrüktivistlerdir. Bu grubun entelektüel kökleri Derrida, Foucault ve Nietzsche gibi isimlere dayanmakta, günümüz temsilcileri ise Campbell, Ashley, Walker’dir. Eleştirel konstrüktivistler, sosyal aktörlerin dili nasıl kullandıklarını analiz etmek için söylemsel ve dilsel yöntemleri kullanmışlardır. 3 - Üçüncü kategori ise sistemsel konstrüktivizm olarak adlandırılır ve bu iki akımın arasında yer almaktadır. Bilimsel realizmin felsefi doktrinine yakın olması bu yaklaşımın en ayırt edici yanıdır. Bu akımın temsilcisi olan Alaxander Wendt, devletin kimliğinin, eylemlerini ve çıkarlarını belirlediğini varsaymakla birlikte devletin kolektif ve toplumsal kimliği arasında da ayrım yapmaktadır. Devletin kolektif kimliği stratejik pratiklerin, sistemsel süreçlerin ve yapısal çerçevenin devletin kimliğini nasıl oluşturduğuna ve diğer devletlerden farklı olmasına 16KAYA Sezgin, (2008), ''Uluslararası İlişkilerde Konstrüktivist Yaklaşımlar'', Ankara Üniversitesi, SBF dergisi, cilt 63, sayı 3, s ss. 83-111 Erişim adresi; https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/35987 (17.05.2021) 17REUS-SMİT Christian, (2008), ‘'Imagining Society: Constructivism and the English School'', The British Journal of Politicsand International Relations, s. 596 18HOPF Ted, (1998), ''The premise of contructivism in international relations theory'', International security, s. 171-200 19RUGGİE J.G. (1998), Constructing the World Polity, Essays on International Institutionalization. London: Routledge publisher, s 106 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/35987 10 odaklanmaktadır. Uluslararası toplumun normatif yapıları devletlerin toplumsal kimliklerini belirlenmekte ve bu yapılar devletlerin eylemlerinin sonuçları olarak görülmektedir.20 Konstrüktivizm, insanın dünya üzerindeki işlerine ve onun bilincine odaklanan bir yaklaşımdır. Uluslararası ilişkiler teorilerinin çoğu devletler arasındaki güç dengesi, askeri güç, devletlerin davranışları ve ekonomik kapasite gibi olguları açıklamaya odaklanırken; konstrüktivizm uluslararası ilişkilerin sosyal bir alan olduğu üzerine vurgu yapmış ve diğer teorilerin bakış açısını eleştirmiştir. Konstrüktivizm açısından uluslararası ilişkileri de kapsayan politik ve sosyal dünya, insanın bilinci dışındaki maddi bir nesne veya fiziksel bir varlık değildir.21 Bu nedenle konstrüktivizmde düşünsel unsurların, kurumların, normların, bilişsel faktörlerin ve uluslararası kuralların siyasi rolü üzerinde durulmuştur. Baskın yapısalcı akımlar olan Marksistler, Liberaller ve Realistler yalnız yapıyı incelediği halde, konstrüktivist düşünürler aktörleri de yaptıkları incelemelere dahil etmiş ve yapısal değişikliklerin kaynağının aktörler olduğunu söylemişlerdir. Buna benzer bir şekilde aktörlerin de içinde bulundukları sosyal, mekânsal ve tarihsel koşullarda karşılıklı iletişim kurduklarını ileri sürmüşlerdir.22 Konstrüktivist düşüncenin kaynağı pragmatist ve idealist felsefi yaklaşımlardır. İdealist ve pragmatist felsefi yaklaşımlar bilginin sosyal bir inşa olduğunu öne sürerler. Bilginin pasif bir öğrenim süreci değil, sosyal bir süreç olduğunu ifade eden idealist felsefe Kant ve Hegel gibi klasik düşünürler tarafından geliştirilmiştir. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle etkisini artırarak hızla gelişen konstrüktivizm 18. Yüzyılda yapılan epistemolojik tartışmalar sonucu meydana gelmiştir. Bu konuda İtalyan felsefecisi Giambatissa Vico şöyle demiştir: “Tanrı doğal dünyayı yaratmış; ancak tarihi dünyayı insan yaratmıştır.” Bu cümle, devletlerin tarihlerinin insanlar ve toplumlar tarafından inşa edildiği anlamına gelmektedir.23 Konstrüktivizm bir yandan toplum ile doğanın birliğini kabul etmekte, diğer yandan toplumun kendine özgü ontolojik bir karaktere sahip olduğunu ileri sürmektedir.24 Konstrüktivizm, disiplinler arası bir yaklaşım olarak gerçekliğin ve fikirlerin sosyal inşasını ele 20 ARI Tayyar, (2018), Uluslararası İlişkiler Teorileri. Bursa: Aktüel Kitapevi. s. 520 21JACKSON R. SORENSEN G. (2006). Introductionto International Relations Theories and Approaches. United Kingdom: Oxford University Press. s.162 22ERTEM H.S. (2012). ''Kimlik ve Güvenlik İlişkisine Konstrüktivist Bir Yaklaşım: Kimliğin Güvenliği ve Güvenliğin Kimliği'', Güvenlik Stratejileri Dergisi, 8(16), s.184 23 EMEKLİER B. (2011), ''Uluslararası İlişkiler Disiplininde Epistemolojik Paradigma Tartışmaları: Post- pozitivist Kuramlar''. Bilge Strateji,cilt 2, sayı 4, s. 160 24KARABULUT Bilal. (2017), Uluslararası İlişkiler: Kavramlar-Teoriler-Kurumlar. Ankara, Barış Kitap yayınları, s. 275 11 almaktadır. Sosyal dünyanın meydana gelmesinde düşünsel unsurların kurucu bir rol oynadığını savunan konstrüktivizm maddi unsurları da önemli görmektedir. Konstrüktivizm çalışmalarının odak noktası sosyal alanlarda meydana gelen yapısal değişimler ve bu değişimlerin tarihsel süreçte nasıl oluştuğudur. Uluslararası ilişkilerin sosyal bir alan, devletlerin ise sosyal bir varlık olduğu konstrüktivizmin en çok altını çizdiği konu olmasından dolayı kurumların, kuralların, düşüncel unsurların ve normların siyasi rolü üzerinde odaklanmışlardır. Konstrüktivizme göre öznelerarası etkileşim; diller, normlar, kurallar, ideolojiler ve kültürler üzerinden şekillenmekte ve bu etkileşimin neticesinde kimlikler oluşmaktadır. Bu nedenle konstrüktivist teorisyenler sürekli olarak kimlik kavramının önemine vurgu yapmışlardır. Kimlik kavramı konstrüktivistlerin en çok vurguladığı kavramdır. Konstrüktivistler kimliklerin çıkar olgusunun asıl kaynağını olduğunu belirterek, insani ilişkileri kimlik ve davranış üzerinden, oradan hareketle de uluslararası ilişkileri yorumlamaya çalışmışlardır.25 Konstrüktivizm gerçekliği sorgulanmadan kabul etmemekte ve insanlar tarafından yaratılmış gerçeklikle ilgilenmektedir. Devletler, sistemle karşılıklı etkileşim sürecinde sistemi oluşturan faktörleri inşa etmektedirler. Konstrüktivizm, uluslararası toplumun sosyolojisini yapmak için devletleri ve bireyleri kapsayan bu sosyal etkileşim sürecini incelemektedir.26 1980’li yıllarda neorealist yaklaşımın yoğun baskısından dolayı disiplinin tarihsel ve toplumsal boyutunun incelenmesi görmezden gelinmiş; ancak konstrüktivistlerin konuya odaklanarak toplumsal ve tarihsel boyutu incelemesi bu yaklaşımın en önemli çıkış noktası olmuştur. Konstrüktivistler, düşünsel unsurların sosyal dünyanın oluşumunda kurucu rol üstlendiğini öne sürer; ancak maddi unsurları da önemserler. Aynı zamanda dünya politikasında rolü olan toplumsal bir özellik kazanmış düşüncelere vurgu yaparlar. Konstrüktivizme göre aktörlerin çıkarları ve kimlikleri veri değildir, bir araştırma konusudur. Bu bağlamda konstrüktivizmin başlıca odaklandığı konular dünya politikasının özneler arası boyutu olan aktörlerin kimlik ve çıkarları, normlar, kurallar ve kurumlar, sosyal yapılardır. Düşünsel unsurların kurucu gücünü vurgulayarak, bu unsurlara öncelik atfetmesi Konstrüktivizmi diğer yaklaşımlardan farklı kılan noktadır.27 Konstrüktivizm teorisi güç ve çıkar konusunu tamamen dışlamamaktadır. Ancak bu yaklaşımın üzerinde daha çok yoğunlaştığı konular kimliklerin nasıl ortaya çıktığı, nasıl 25 KARABULUT, B. (2017), agm., s. 195 26 WENDT A. (1994). agm, s. 385 27KÜÇÜK M. (2009). ''Uluslararası İlişkiler Kuramında Konstrüktivist Dönüşü Anlamak'', Ege Akademik Bakış, 9(2), s. 777 12 geliştiği ve devlet davranışlarını belirlemede kimliklerin ne türlü bir etkileri olduğu konularıdır. Realizm ve liberalizm yaklaşımları güç ve ticaret konuları üzerinde vurgu yaparak maddi öğeler üzerinde yoğunlaşmışlardı. Konstrüktivizm teorisi ise fikirlerin ve kimliklerin uluslararası ilişkilerde oynadıkları rol ve yaptığı etkileri üzerinde odaklanmaktadır. Konstrüktivist düşünürlerin güç ve ticaret gibi maddi öğeler üzerine vurgu yapmamaları, bu öğeleri yadsıdıkları anlamına gelmemektedir. Konstrüktivistler açısından kültürel yapılar maddi yapılardan öncelik teşkil etmektedirler. Yani insanlar tarafından oluşturulan yapılar maddi değil, kültürel olduğundan dolayı uluslararası ilişkilerde yapılan analizler de kültür konularıyla başlamalı, sonra ise maddi öğeler olan güç ve çıkarlara yönlenmelidir.28 Rasyonalist kuramlar ile konstrüktivizmin devlet kavramına bakışları farklıdır. Konstrüktivistler devletlerin tek gayesinin hayatta kalmak olduğunu kabul etmiyor ve devletlerin kimliklerinin ve çıkarlarının belirli tarihsel süreçlerce şekillendirildiğini savunuyorlar. Aynı zamanda Konstrüktivizm teorisine göre uluslararası yapı maddi yapılardan değil, sosyal ilişkilerden oluşmaktadır.29 Diğer teorileri konstrüktivist yaklaşımdan ayıran en önemli konulardan biri de kimlik ve çıkar kavramlarına farklı yaklaşmalarıdır. Konstrüktivizmde analitik açıdan kimlikler, çıkarlardan daha öncelikli görülmektedir.30 Kimlik algısı, 1980’li yıllardan başlayarak uluslararası ilişkiler kuramları arasında çok tartışılan bir kavram haline gelmiş ve konstrüktivistler devletler arasında iş birliği sonucu kolektif kimliklerin oluşmasını mümkün görmüşlerdi. Yani devletlerin kolektif kimlikler edinerek, içinde ‘biz’ olarak faaliyet gösterebilecekleri kurumlar oluşturmaları mümkündür. Konstrüktivist yaklaşıma göre egemenlik de bir kurum olup anarşi tehlikesini azaltıcı bir işlev görmektedir.31 Bunun yanı sıra Konstrüktivizm’de ''söylem'' konusu özel bir konuma sahiptir ve sosyal ilişkiyi anlamakta anahtar kavram olarak kabul edilmektedir. Konuşma ve verilen cevaplar, insan hayatını anlaşılabilir kıldığı için insanlar toplumda kendi ihtiyaçlarını gidermek amacıyla dili kullanmaktadırlar.32 Uluslararası ilişkiler analizleri açısından toplum içerisindeki hâkim politik söylemler oldukça büyük bir önem taşımaktadır. Bunun nedeni politik aktörlerin 28KAYA Sezgin, agm., s 18 29WALT Stephan M. (1998) Uluslararası İlişkiler: Bir Dünya Binbir Kuram, (Çev. Başak Çalı), İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları: s. 24 30Mc SWEENEY Bill, (1999), Security, Identity and Interests: A Sociology of International Relations, Cambridge Uni. Press. s 126 31KAYA Sezgin, agm., s 21 32KUBALKOVA, Vendulka / ONUF, Nicholas / KOWERT, Paul (eds.), (1998), International Relations In A Constructed World, New York: M. E. Sharpe, s 81 13 belirleyici bir unsur olan söylemler aracılığıyla kendilerini ve çıkarlarını nasıl tanımladıklarıdır.33 Aktörlerin çıkarlarının ve kimliklerinin toplumsal olarak inşa edildiğini ve bunların etkisiyle dış politikanın belirlediğini varsayması Konstrükvizm’in en belirgin özelliğidir. Temel normatif ve kurumsal değişiklikleri dünya politikasının yeniden şekillenmesinde önemli rol oynamaktadır. Konstrüktivistler de bu değişiklikleri anlamakta yol gösterici olmakla birlikte, dünya politikasında etkili olan kültürel faktörlere ve bunların bu değişimdeki belirleyici rolüne vurgu yapmışlardı.34 Konstrüktivizmde anarşi, devlet, kurumlar ve kurallar gibi konular farklı bir bakış açısıyla incelemektedir. Yalnız devlet meşru şiddet kullanma tekeline sahip olduğundan dolayı diğer teorilerin çoğunda olduğu gibi Konstrüktivizmde de devlet analiz birimi olarak kabul görmektedir. Devletin diğer aktörlerden ayırt edici olmasını sağlayan durum devletin gücünün en üst noktası olan yıkım araçlarına sahip olmasıdır. Wendt siyasal otoritenin yapısı olarak devleti göstermektedir. Bu bağlamda devlet, “aracılıklarıyla anlaşmazlıkların çözüldüğü, sosyal ilişkilerin yönlendirildiği ve toplumun yönetildiği” ilkeler, kurallar ve normlar tarafından oluşturulmaktadır. Bu yapı, gücün üç maddi temeli olan üretim araçları, yıkım araçları ve biyolojik yeniden üreme araçlarını devlet ve toplumsal aktörlere paylaştırmaktadır. Bu dağılımının organizasyonuna göre farklı devlet yapısı şekilleri oluşmaktadır. Örneğin, kapitalist devletler gücü aile, devlet ve sermaye arasında paylaştırırken; totaliter devletler gücü devlet seçkinlerinde birleştirmektedir.35 Konstrüktivist yaklaşım devletlerin rasyonel aktörler olarak görülebileceğini, devlet davranışları sonucu uluslararası politikanın belirlendiğini, sistemin anarşik olduğunu ve devletlerin birbirlerinin niyetlerinden tam şekilde emin olamayacaklarını, devletlerin sistemdeki temel amacının hayatta kalmak olduğunu savunmaktadır.36 Konstrüktivistler uluslararası sistemin hem kültürel hem de maddi öğelerden oluştuğunu; ancak maddi yapıların değil, kültürel yapıların öncelik teşkil ettiğini savunmaktadırlar. Ayrıca, aktörlerin sosyal olarak inşa edilmiş anlama göre hareket ettiğini ileri sürmektedirler.37 Konstrüktivist yaklaşıma göre 33 WALT Stephan M. (1998), age., s. 25 34 ARI Tayyar, (2018). age, s. 501-503 35 WENDT A. (2016). age, s 255 36SCHONBERG Karl, (2009), Constructing 21st Century US Foreign Policy, New York: Palgrave Macmillan, s. 8 37WENDT Alexander, (1999), Social theory of international politics. Melbourne: Cambridge University Press., s. 50 14 uluslararası anarşik bir yapı, devletlerin faaliyetlerini kontrol edecek ve onlara egemen olacak bir üst kurumun mevcut olmadığı anlamındadır. Ancak anarşik bir yapıda her an savaş çıkabileceği anlamına da gelmemektedir.38 Wendt anarşiyi, merkezi bir otoritenin mevcut olmaması gibi tanımlamaktadır. Üst bir otoritenin yokluğu sebebiyle uluslararası sistem anarşiktir. Diğer bir ifadeyle, devletler üzerinde diğer bir egemen yapılanmanın olmaması anarşidir. Wendt’e göre, anarşi geçici bir durumdur ve insanlar da devletlerin eylemleri sonucunda oluşmaktadırlar. Anarşi, devletler ondan ne anlıyorsa odur. Eğer devlet karşılaştığı diğer devleti tehdit olarak görürse rekabetçi dinamikleri harekete geçirecektir, eğer dost olarak kabul ederse farklı bir durum ortaya çıkacaktır. Devletlerin etkileşimleri ve bunun neticesinde ortaya çıkan çıkarların kimliklere olan etkisi önemlidir.39 Konstrüktivizmin incelediği en önemli konulardan biri de kurallar, kurumlar ve yapı arasında ilişkidir. Konstrüktivizmin bakış açısına göre insan, sosyal bir varlık olarak doğa ve çevresi ile ilişki ve etkileşim halindedir. Bu süreç, birtakım kurallara bağlı halde sosyal bir yapı dahilinde kurumlar ve amiller vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Konstrüktivistler, toplumun insanlar tarafından, insanların da toplum tarafından inşa edildiğini varsayan bir yaklaşımı savunmaktadırlar. Kurallar insanları ve toplumu birbirine bağlamaktadır. Sürecin karşılıklı ve sürekli bir şekilde gerçekleşmesine sebep olan şey hukuksal kuralların da bulunduğu bu sosyal kurallardır. Bir insana neyi yapması veya neyi yapmaması gerektiğini belirten genel ifadelere "kurallar" denir. Kurallar, aynı zamanda kurumların ortaya çıkmasında tayin edici bir etkiye sahiptir. Ayrıca kurallar, amiller ile kurumları birbirlerine bağlayan bir görev icra etmektedirler. Bu nedenle kurumlar da kurallar gibi sosyal yapının işleyişinde önemli bir role sahiplerdi. Kurumlar ilgili uygulamalar ve kurallardan oluşmaktadır. Kuralların oluşturduğu örüntüler ile amillerin amaçları doğrultusunda gerçekleşen faaliyetleri kurumları meydana getirmektedir. Kurumlar kurallar ve amiller bir sosyal yapı içerisinde bulunmaktadırlar. İnsanlar ancak ait oldukları toplumun kapsamı ölçeğinde ve kuralların belirlediği şartlar çerçevesinde amil olabilirler. Konstrüktivizm’e göre yapı, amillerin ve kurumların içinde faaliyet gösterdikleri bir şeydir. Yapının temelinde kurumlar, kurallar ve tercihler örüntüsü bulunmaktadır.40 38KAYA Sezgin, (2008), agm., s 20 39 ERTEM H.S. (2012), agm., s.186 40 KAYA S. (2008), ''Uluslararası İlişkilerde Konstrüktivist Yaklaşımlar''. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 63, Sayı 3, s 97-98 15 Konstrüktivist teori düşünsel ve sosyal unsurların maddi yapılar üzerinde belirleyici olduğunu savunarak güvenlik kavramına farklı bir bakış açısı getirmiştir. Konstrüktivizme göre, güvenlik insanlar arasında karşılıklı etkileşim sonucunda kurulan bir olgudur. Konstrüktivistler devletin güvenlik konusunda tek belirleyici olmadığını vurgulayarak güvenliği sektörlere ayırmış ve devlet odaklı güvenlik fikrini kabul etmemişlerdi. Konstrüktivizm’ göre güvenlik tüketilen değil, üretilen bir olgudur.41 Konstrüktivizme göre devlet, toplumdaki insanların kimliksel örgütlenmelerinden oluşan inşa sürecinin bir sonucudur. Kurumsal devlet yapıları ise sistemi belirlemektedir. Konstrüktivizm, devleti temel parametre olarak kabul etmekte, devletin bütünselliğinden beslenerek toplumun ayrıntılı analizini yapmamaktadır. Ayrıca, birey faktörünün ayrıntılı analizini de göz ardı etmektedir. Böylece, kimliğin dış politikaya olan etkisini yalnız sistem düzeyinde değil, doğrudan birey düzeyinde de incelenmesi gerektiğini ileri sürer. Rol teorisi devlet liderlerinin kimliğinin doğrudan dış politikaya etkisini savunarak konstrüktivizmin bu boşluğunu doldurmaya çalışmıştır. Devlet yönetiminde bulunan bireylerin kimliksel analizini yapan rol teorisi, bu kimliklere göre yönetim anlayışının tasarlandığı sonucuna varmıştır. Bu kimliksel inşa süreci toplumun değişmesine yol açmayın yanı sıra devleti de etkilemektedir. Bazı toplumlar geleneksel olarak otokratik yönetimleri kabul ederek lidere itaatkâr davranabilir. Bu tür toplumların liderin politika davranışlarına ve söylemlerine karşı razı olmayı amaç olarak benimsediklerinden dolayı liderin kimliği daha etkili olmaktadır. Bu durumda liderin toplum tarafından seçilme kaygısı olmadığı için kararları daha aceleci ve sert alabilmektedir. Liderin kabul ettiği kararların demokratik yöntemlerle sorgulandığı bir toplumda ise, liderin kimliği daha az etkili olmaktadır. Demokratik toplumda lider, sistemin değişiminden ve devletin işleyişinden etkilenerek kimliksel davranışlarından ödün vermek zorundadır. Burada, liderin kimliği arka planda kalmakta, devletin sistemi ise öne çıkmaktadır. Ancak yine de birbirlerini etkileyen süreçler mevcut olmaktadır.42 Konstrüktivizm, diğer teorilerin açıklayamadığı sosyal faktörlerin hem iç politikada hem de dış politikadaki güçlü etkisini ortaya koyarak, güç dağılımı, güç dengesi, anarşi, çıkar ve kimlik arasındaki ilişki konularına yeni yaklaşımlar getirmişti.43 41BUZAN B, WAEYER O, WİLDE J. (1998). Security A New Framework for Analysis. United States of America: Lynne Rienner Publishers. s 7- 8 42 ALİ AK Mehmet, (2019), agm, s 231 43 HOPF Ted, (1998). Agm, s 172 16 1.3. Konstrüktivist Üç Teorisyen ve Görüşleri Konstrüktivizm teorisinin gelişmesinde Nicholas Onuf, Friedrich Kratochwil ve Alexander Wendt gibi üç teorisyenin büyük katkıları olmuştu. Nicholas Onuf 1989 yılında yazdığı "World Of Our Making" başlıklı kitabıyla sosyal teorinin temelini atmıştır. Bu eserde sosyal normların ve kuralların toplumu düzenleyici ve inşa edici rolünden bahseden Onuf, uluslararası ilişkiler ile uluslararası hukuku aynı alanda buluşturmaya gayret göstermiştir. Onuf’a göre uluslararası ilişkiler sosyal bir teori ile oluşturulabilen siyasi bir karaktere sahiptir. Bu siyasi ve sosyal karakter bir yapıdan oluşmaktadır. Bu yapı bizi insan yaparak, nasıl bir içerikle “biz”i ve öteki’yi belirlemekte ve inşa etmektedir. Bizim yaptığımız bu dünyanın hammaddeleri ise edim ve söylemlerimizdir. Onuf, amilin sadece uluslararası yapı, askeri güç ve ekonomi gibi materyalist kavramlardan oluşturulmadığını savunmaktadır. Aynı zamanda burada ontolojik bir indirgemecilik söz konusudur. Amil / Aktör, kimlikler ve inançlar gibi sosyal unsurların birleşerek ortaya çıkardığı bir yapıdan ibarettir. Onuf’a göre dil / söylem tanımlayıcı olmasının yanı sıra uygulayıcı bir özelliğe de sahiptir. Bunun nedeni söz ediminin birilerini harekete geçirecek konuşmaların bütünü olmasıdır. Aktörler karşısındaki kişinin kimliği söylemin karşılığında verdiği yanıtın niteliğine göre oluşturulmaktadır. Eğer aktörler söyleme karşı sürekli olarak bir kabul ediş oluşturursa, bu durum artık norm ve kuralları oluşturmaktadır.44 Onuf’un sunduğu teze göre aktörleri söylemler oluşturuyor, aktörlerin söylemleri kabullenmesi ve uygulaması kuralları ve normları oluşturuyor, kurallar ve normlar toplumun kimliğini oluşturuyor, kimlikler ise dış politika karar merkezlerini oluşturmaktadır. Böylece devletlerin toplumsal inşa süreci devletlerin dış politikasını etkilemekte, devletler ise uluslararası yapının anarşik olup olmayışına karar vermektedir. Yani uluslararası yapının hem kurucu hem de düzenleyici unsurları devletlerdir.45 Onuf’a göre, yapı etkileşimler sonucu inşa edilmiş ve yapı yerine sosyal düzen kavramını kullanmayı tercih etmiştir. Onuf amil-yapı ilişkisinde neden kuralların ve dilin merkezî önem taşıdığını açıklamaya çalışarak, amil-yapı ilişkileri yerine amil-sosyal düzen ilişkileri olarak tanımlamıştır.46 Onuf’a göre insanlar ve toplum karşılıklı inşanın sonucu, yani 44ZEHFUSS Maja, (2004), Constructivism in International Relations: The Politics of Reality. London: Cambridge University Press, s. 20-22 45AK ALİ Mehmet, agm., s 223 46ONUF N, (1998), Constructivism, A User’s Manual, International Relations in A Constructed World, (Ed. V. Kubalkova, N. Onuf ve P. Kowert), New York, s. 63 17 birbirlerinin ürünü olarak değerlendirilmelidir.47 Çünkü toplum ile insanlar, amil ile yapı arasındaki sosyal inşa devamlılık gösteren ve iki taraflı bir süreçtir. Onuf, Wendt’in yaklaşımındakinden farklı bir sosyal dünya anlayışı sunarak, dil ve söylemin ontolojik açıdan belirleyici olduğunu savunmuştur. Onuf, “Saying is doing” başlıklı tezinde söylemenin yapmak anlamına gediğini ve sözcüklerin eylemleri oluşturduğunu ileri sürmektedir. Bir şeyleri yapanın dil olduğundan amilleri yapan da dildir. Bu durumda, gerçeği inşa etmek için amillerin dil kapasitelerini nasıl kullandıklarını bilmek gerekmektedir.48 İnşacı yaklaşımın önde gelen teorisyenlerinden olan Nicolas Onuf bu yaklaşımı teorileştirme çabasına girerek dört temel ön kabulü ileri sürmüştür: 1) Birincisi, toplum ve bireyin devamlı olarak birbirini oluşturması. Bu süreç toplumsal ilişkilerin değişimini ve sabit görünümü birlikte belirlemektedir. 2) İkincisi, toplumsal inşada dil ve onun türevleri olan kurumlar ve kuralların araç olmasıdır. Zira insan isteğini dille aktararak amaca dönüştürmekte ve bu amacı doğrultusundaki faaliyetlerini dil aracılığıyla desteklemektedir. 3) Üçüncüsü, kurallar maddi varlıkları kaynağa dönüştürmektedir. 4) Dördüncüsü, sosyal ilişkiler ağı içerisinde oluşturulan kurumlar ve kurallar sonucunda inşa edilen bazı yapılanmalar uluslararası ilişkilerde temel aktör olarak kabul edilen devletleri oluşturmaktadır. Onuf’a göre fikirler ve kültür, uluslararası ilişkilerin şekillenmesinde ve söyleminde önem arz etmektedir. Çıkarlar değişen kimlikler ile ilişkili ve sübjektiftir. Sosyal konstrüktivist düşünürler arasında bazı farklar olmasına rağmen genelde normlar, kimlik, kültür, uluslararası yönetim ve ulusal çıkarlar üzerine yoğunlaşmışlardır. Bu yaklaşıma göre, sosyal gerçekliğin eleştirel kuramlardaki gibi insanlar tarafından değişebileceğini ve yapılandırıldığını belirtmektedir. İnsanların sosyal ortamdan ve onun oluşturduğu değerler sisteminden bağımsız bir şekilde var olmasının mümkün olmadığı iddia edilmektedir.49 Konstrüktivizmin bir diğer ünlü teorisyeni klasik konstrüktivizm’in öncüsü sayılan Friedrich Kratochwil’dir. Onun analizi söylem edimine, dil felsefesine ve pratik felsefeye dayanmayın yanı sıra hukuksal normları da içermektedir. Pozitivist yaklaşımın önceden 47ONUF N., (1989), World of Our Making: Rules and Rule in Socia lTheory and International Relations, Columbia, University of South Carolina Press, s. 36-42 48ONUF N, (1998), age, s. 59 49KAÇAR G. (2014), ''İnşacılık'', http://www.tuicakademi.org/insacilik/ http://www.tuicakademi.org/insacilik/ 18 verilmiş koşullar üzerinden analiz edilmesine ve hedeflerin tanımlanmasına karşın Kratochwil, insan davranışını inşa eden ve yönlendiren dil ve normlar üzerine odaklanmıştır. Kratochwil’e göre politik eylemin bir ürünü olan kurallar ve normlar, davranışları ve kararları şekillendirerek insanlara iletişim kuracakları bir ortam sağlamaktadır.50 Konstrüktivizmin üçüncü teorisyeni bu teorinin altyapısını oluşturan Alexander Wendt’tir. Uluslararası politikanın uygulanma tarzının aktörler tarafından oluşturulmuş bir yapı olduğunu ve verili olamadığını savunan Wendt, çıkarlardan daha ziyade kimlik faktörüne odaklanmıştır. Etkileşimler “Benlik” ile “Çevre”nin oluşumunda ana unsur olurken “Benlik” ve “Çevre” kavramları da etkileşimlerin şeklini belirler ve böylece sosyal gerçeklik oluşturulur. Bunun neticesinde mevcut uluslararası sistem yeniden şekillendirilir. Neo-realizm yaklaşımındaki gibi devleti uluslararası sistemin temel aktör olarak kabul eden Wendt, uluslararası ilişkilerde yapısalcı bir teori oluşturmaya çalışmış; ancak neorealizmin rasyonalist ve materyalist düşünürlerin aksine, materyal yapının toplumsal yapıdan ayrı değil, birlikte incelenmesi gerektiğini savunmuştur.51 Wendt’e göre, devletler uluslararası ilişkilerin temel amilidir. Yalnız diğer devletlerle interaksiyon yoluyla bir devlet kendi kimliğini inşa edebilmektedir.52 Devletin kimliği, onun çıkarlarını ve eylemlerini etkilemekte; ancak devletin sosyal kimliği ile içsel kimliği birbirinden ayrılmaktadır. Wendt daha çok uluslararası sistemdeki devletlerarası sosyal etkileşime odaklandığından dolayı iç siyaset ve kültür gibi sistemsel olmayan içsel faktörlerin devletin kimliğini etkileyebileceğini göz ardı etmiştir. Bu nedenle Wendt’in bu tür yaklaşımı "sistemsel konstrüktivizm" olarak tanımlanmıştır. Neo-realizm’in tek bir anarşi mantığına dayanarak devlet davranışlarının kaynağıyla ilgili yeterli bilgi vermenin mümkün olmadığını iddia eden Wendt, uluslararası sistemde farklı kültürler ve genel kabul görmüş normların olduğunu savunmuştur. Uluslararası yapının kültür temelli olduğunu belirten Wendt, Hobbesçu, Lockcu ve Kantçı kültür gibi üç çeşit kültür mevcut olduğunu ileri sürmüş ve sosyal faktörleri de içeren Hobbezyen, Lockiyen ve Kantiyen gibi üç anarşi kültüründen bahsetmiştir. Bu üç kültür, 50ZEHFUSS Maja, (2004), age. s. 18 51 ZEHFUSS Maja, age., s. 13 52SMITH, S, (2001), Foreign Policy is What States Make of It: Social Construction and International Relations Theory, Foreign Policy in a Constructed World, (Ed. V. Kubalkova, M. E. Sharpe), New York, s 52 19 devletlerin diğerlerini ve kendilerini tarif etmekte kullandıkları üç çeşit rolü belirtmektedir. Bunlar sırasıyla şöyle belirtilebilir: 1 -Hobezyen anarşi anlayışı mutlak güç edimine dayanmış ve bütün devletlere düşman bir bakış açısıyla oluşturulmuştur. Hobbesçu kültürde devletler diğerlerini düşman olarak algılayarak bu bağlamda bir kimlik atfetmektedirler. 2 -Lockiyen anarşi anlayışında, devletler karşılıklı kabul görülen kurallara uygun bie biçimde birbirlerine bir rakip olarak bakar ve buna göre uluslararası sistemi biçimlendirmeye çalışırlar. Lockçu kültürde devletler diğer devletleri düşman değil, rakip olarak algılar ve birbirlerine atfettikleri kimlik de bu çerçevede oluşur. 3 -Kantiyen anarşi anlayışı, herkesin birbirine dost olarak baktığı ve kabul edilmiş normlardan oluşan bir sistem topluluğudur. Kantçı kültür devletlerin kimliklerini düşman veya rakip değil, karşılıklı “dostluk” kapsamında inşa ettikleri bir çerçeve sunmaktadır.53 Bütün bu üç sosyal yapının materyal kaynaklar, insan pratikleri ve bilgi paylaşımı gibi üç elementi vardır.54 Wendt, uluslararası ilişkilerin ve anarşik sistemin sosyal bir kurgu olduğunu ve sabit bir yapı olmadığını iddia etmektedir. Uluslararası aktörler, bulundukları sistem içinde kendilerine roller ve kimlikler edinmektedirler. Bu kimlikler de devletlerin kabul ettiği kararları etkilemekte, eylemlerine, amaçlarına ve çıkarlarına tesir etmektedir.55 Wendt’e göre, uluslararası sistemdeki devletlerin karşılıklı ilişkileri sonucu devlet kimlikleri oluşmaktadır. Wendt, yapı ve amillerin birbirlerini karşılıklı olarak belirleyen ve inşa eden bütünlükler olduğunu savunmuştur. Yani, sosyal yapılar bir yandan amillerin kendilerini anlamlandırmalarına ve pratiklerine bağlı olarak inşa edilirken, diğer yandan da bu amillerin çıkarları da yapılar tarafından açıklanmakta ve inşa edilmektedirler.56 Wendt, sosyal yapıların genelde kültür, dil ve kurallar aracılığıyla tanımlanması gerektiğini savunmaktadır. Paylaşılan kültürler, normlar ve fikirler uygun kimlik ve çıkarları inşa ederek uluslararası yapının gelişimini şekillendirmekte önemli role sahiplerdi.57 Bununla 53 WENDT, A, (1999), agm. s. 246-313 54 AK ALİ Mehmet, agm., s 224 55 WENDT Alexander, (1994), agm, s. 386 56 WENDT, A., (1987), ‘'The Agent-Structure Problem in International Relations Theory'', International Organization, s. 338 57 WENDT, A. (1999), agm. s. 3 20 birlikte, Wendt maddi güçlerin rolünü de yadsımamış, sosyal unsurlara kıyasla maddi unsurları ikincil olarak görmüş ve maddi unsurların anlam ve etkilerinin amillerin düşüncelerine bağlı bir şekilde gelişim gösterdiklerini savunmuştur.58 Alexander Wendt, “Social Theory of International Relations” başlıklı eserinde konstrüktivizmin içindeki rol kavramına da değinmiş; ancak yaptığı analizinde rol kavramını, birim düzeyinde değil, sistem düzeyinde incelemeyi uygun bulmuştu. Holsti ise yaptığı rol analizinde, devletleri sahip oldukları maddi kapasitelerine uygun olarak süper güç, bölgesel güç gibi tanımlanan roller dışında, söz konusu devletin statüsünün iktidar rolüne göre kültürel, ideolojik, geleneksel olarak kategorilere ayırmıştı. Holsti’ye göre, ulusal rol algıları bir devletin dış politikasını büyük ölçüde etkilemekte ve dış politika seçimlerinde bu algılar genel eğilimi yansıtmaktadır.59 Değişen rol algılarıyla birlikte devletlerin dış politika seçimleri değişebilmekte ve statüleri bu anlayışa göre şekillenebilmektedir. Holsti, toplumdaki rol karşılığı, karar vericilerin nasıl rollere sahip olduklarını, devlet yönetimine olan etkisi ve uluslararası alanda nasıl bir konum belirlediği durumları inceleyerek, elde ettiği veriler doğrultusunda devletin dış politika anlayışlarının değişimiyle bağlı yaptığı analizlerinde tümevarımsal bir metodoloji benimsemiştir. 60 1.4 Konstrüktivizm ve Kimlik İnşaası Uluslararası ilişkiler disiplini, uluslararası sistemin temel aktörleri olan devletlerin kendi amaçlarına ulaşabilmeleri için çıkarları doğrultusunda hareket etmelerini önceleyen ve davranışlarının nasıl belirlendiğini öğrenen bir bilim dalıdır. Bu anlamda gerek güvenlik kaygısı gerekse ekonomik modellemeler devletleri uluslararası alanda egemenliklerini koruma amacıyla salt güçlerini arttırmak düşüncesine itmiştir. Uluslararası ilişkiler disiplini ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra daha bilimsel ve sistematik bir yapı haline gelmiştir. 1980’li yıllardan sonra bireylerinin özelliklerinin ve devletin toplumsal yapılarının da devlet siyasetini belirlediği gerçeği yansıtılmaya başlanmış ve devlet bütünsel bir organ olarak temsil yeteneğini yitirmiştir. Yani, bireyin uluslararası sistemi doğrudan etkileyecek kapasiteye sahip bir unsur olduğu fark edilmiş ve devletin analiz edilmesinde sadece kurumsal yapısı değil, devleti oluşturan kültürel, geleneksel ve toplumsal gibi iç unsurlarda kullanılmaya başlanmıştır. Toplum ve birey kendi 58 WENDT, A., age., s. 25 59HOLSTİ, K. J. ''National Role Conceptions in the Study of Foreign Policy'', International Studies, 1970 s. 246 60 AK ALİ Mehmet, agm., s 228 21 niteliklerine göre bir karakter oluşturmakta, bu özellikler ise toplumun ve bireyin özünü tanımlayarak kimliklerini biçimlendirmektedir. Devletin iç unsurlarının ana temasını belirleyen kimlikler, aynı zamanda devletin uluslararası sistemde nasıl bir tutum sergileyeceğinde belirleyici bir role sahiptir. Uluslararası ilişkiler bu gelişmeler sonucu sosyal bir değişime uğramış ve "kimlik" faktörü, uluslararası sistemde devletlere hem hangi normlar ve olgular etrafında bir strateji belirlemesi hem de kendi “ben” ve “öteki” sini belirlemesi noktasında bir duruş kazandırmıştır.61 Farklı ontolojik önermelere sahip olmaları konstrüktivist yaklaşımlarını diğer yaklaşımlardan ayıran en temel özelliktir. Konstrüktivizm teorisini savunanlar kimlik politikalarına önem atfetmektedirler. Konstrüktivizm yaklaşımı kimlikleri amiller olarak tanımlamakta, kimlik inşaasına özellikle vurgu yapmakta ve sosyal ilişkilerin temelinde sosyal aktörlerin kimliklerinin yer aldığını savunmaktadır. Kimliklerin inşaası ve dönüşümü sosyal aktörlerin tercihlerini ve çıkarlarını belirlemekte, kimlik politikaları ise inşaacı yaklaşımın kilit konseptini oluşturmaktadır.62 Konstrüktivizm devlet davranışının ve devlet kimliğinin inşaasında etkileyici olan iç faktörlerin özelliklerini, politikalarını ve kültürünü kapsamamaktadır. Bu nedenle, ulusal kimliğin inşaasında yalnız başka devletlerle olan ilişkilerin rolünü analiz etmek yeterli olmamakta, alt kimliklerle de olan ilişkilerin rolünü analiz etme zarureti ortaya çıkmaktadır.63 Kimlik, bireyin bütün özelliklerini içeren disiplinler arası bir kavramdır. Bireyin toplum tarafından nasıl algılandığı ve kendisini nasıl gördüğü kimlik kavramına bağlı olan konulardır. Psikologlar kişiliği ve benliği kimliğin merkezine koymuş ve bu bağlamda kimliği, kişiyi diğer kişilerden farklı kılan yapılanmış ve tutarlı göstergeler olarak tanımlamışlardı. Sosyologlar tarafından ise kimlik kavramı, sınıf ve toplumsal cinsiyet tespitlerinde, kişinin sosyal durumunu açıklayan bir kavram olarak kullanılmıştır. Felsefe açısından kimlik, öznenin varoluşunun estetik, epistemik ve etik gibi tespitleri sonucunda oluşan gerçekliktir.64 Kimlik kavramı Latince kökenli “idem” sözünden türenmiş, ancak ilk kez kimlik kelimesini David Hume ve John Locke “öz” ile ilgili tartışmalarda kullanmışlardı. 1950’li 61AK ALİ Mehmet, agm., s 201 62WENDT, A. (1999), agm, s. 1 63KUBALKOVA V, (2001) ''Foreign Policy, International Politics, and Constructivism'', Foreign Policy in a Constructed World, (Ed. M. E. Sharpe), New York, 15-37. p.195 64AŞKIN M. (2007). ''Kimlik ve Giydirilmiş Kimlikler''. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10(2), S. 213- 214. 22 yıllarda kimlik kavramını daha çok sosyal bilimlerde kullanmışlardı. 1950’li, 1960’lı yıllarda psikoloji alanında Erik Erikson’un başkanlığında, bireyin kimlik yapısıyla ilgili ve bunun toplumsal yansımaları konusunda bazı çalışmalar yapılmıştır. 1970’li yıllarda Vietnam Savaşı sırasında kimlik konusu psikoloji ve sosyoloji alanlarının yanı sıra siyasetle ilgili konularda da ele alınmaya başlanmıştır.65 Kimlik, sosyal bir fenomen olarak farklılık ilişkisi yoluyla oluşur ve kimlerden farklı olunduğunun bilgisiyle kimliğin bilincine varılması mümkündür. Kimlik sabit bir şey değildir ve sosyal, kültürel ve jeopolitik çevreden etkilenmektedir. Genelde kimlikler ne olmadığımızı düşündüğümüz ve kendimizi nasıl gördüğümüz algılar üzerine kuruludur. Bu süreç bilimsel literatürde diğerlerini tanımlayarak kendinin ne olduğunu belirleme olarak bilinmektedir.66 Kimlik kavramı tarihten siyasete, psikolojiden sosyolojiye varan geniş bir alanın tartışma konusu olduğundan bu konuda herkesin kabul edebileceği bir tanım yapmak zordur. Kimlik kavramını, basitçe “değerler bütünü” ya da “benlik duygusu” olarak tanımlayabiliriz. Bundan başka toplumun “kimsiniz” veya “kimlerdensiniz” sorularına verilen cevap da kimliğin toplumdaki çoğu insanın aynı düşüncede olabileceği bir tanımı olarak kabul edilebilir.67 "Biz kimiz" sorusuna kültür, tarih, dinsel inançlar, coğrafya ve toplum doğrultusunda bir cevap verilmektedir. Bu, kimliğin grup ya da birey olarak diğerlerini ve kendimizi var olduğumuz sosyal çevrede nereye ve nasıl konumlandırdığımıza bağlıdır. Siyah veya beyaz olmak, kadın veya erkek olmak gibi doğuştan sahip olduğumuz özellikler bazı temel kriterleri belirlese de aslında kimliği insanın kendi tercihlerinin bir sonucu olarak görmek gerekiyor. Kişi bir dönem kimliğini teşkil eden bir faktörü öne çıkarmayı tercih edebilir, başka bir dönem ise aksini yapabilmektedir. Bu durumun gerçekleşmesi bireyin kültür yapısına, eğitimine, bulunduğu ekonomik ve sosyal şartlara bağlı olmaktadır. Bunun sebebi kimliği oluşturan unsurlardan hangisinin daha çok tehdit altında olmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin, dinsel kimliğinin tehdit altında olduğunu düşünen birinin dinsel aidiyetini, ulusal kimliğinin tehdit altına düşmesinden korkan birinin ise ulusal aidiyetini ön plana çıkarması beklenmektedir. Bu 65 ERTEM H.S. agm., s. 192 66LAZARO J.B. (2019). ''European Identity and Its Importance To The EU''. International Journal of Interdisciplinary Research in Arts and Humanities, 4(1), p. 87. 67AKDEMİR E. (2009). ''11 Eylül 2001, 11 Mart 2004 ve 7 Temmuz 2005 Terörist Saldırılarının Ardından İslam’ın Avrupa’da Algılanışı''. Ankara, Avrupa Çalışmaları Dergisi, cilt, 8, sayı 1, s. 4 23 yüzden kimlik konusunda durağanlık söz konusu değil, kimliğin dinamik ve değişken olduğunu söylememiz daha doğru olacaktır.68 Kimlik kavramı sosyal psikoloji alanında önemli bir çalışma konusu olarak farklı kategorilerde incelenmektedir. Toplumsal kimlik kategorisi, kişinin mensup olduğu toplumun gelenek ve göreneklerine, diline, değerlerine, sanatına, dinine, normlarına ve başka kurumlarına yönelik geliştirdiği bir aidiyet hissini göstermektedir. Birey, diğer toplumlar ile kendi toplumu arasındaki zıtlıkları, çatışmaları ve benzerlikleri toplumsal kimliğe verdiği anlam çerçevesinde tanımakta ve bu doğrultuda hareket etmektedir. Birey yaşam pratiklerine toplumsal kimlik aracılığıyla dahil olmaktadır. Bilinç ötesinde bir işlev yapan toplumsal kimlik, çoğu zaman bireyin bütün varlığına hükmetmektedir.69 Toplumsal kimlik ile bireysel kimliğin birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Bazı toplumsal kimlik kategorilerine beyaz tenli veya çekik gözlü olmak gibi fiziksel özelliklerden kaynaklanan fiziksel kimlikler, Türk, Fars, Arap gibi etnik kimlikler, Müslüman, Yahudi, Hristiyan gibi dinsel kimlikler, burjuva veya işçi kimliği gibi sınıfsal kimlikler, feminizm gibi cinsel kimlikler, sosyal kimlikler ve siyasi kimlikler örnek verebiliriz. Bazen dinsel kimlikler bazı bireylere göre onun etnik kimliğinden daha çok önem arz etmekte ve daha itibarlı bir kimlik unsuru olmaktadır.70 Sosyal kimlik kişinin, bir sosyal gruba mensup olmasıyla ilgili bilgisinden kaynaklanan bir kavramdır. Bu kavram bireyin bir parçası olarak ona sosyal dünyadaki yeri hakkında bir fikir vermektedir. Ayrıca kimlik gruplar arası davranışın temelini oluşturmakta ve insanlar başkalarını ve kendileri grup üyeliği açısından gördükleri ölçüde tanımlayarak ait oldukları sosyal grupla özdeşleşirler. Bu nedenle kimlik konusunda karşılaştırma ve kıyaslamanın da önemli bir işlevi vardır ve söz konusu karşılaştırma kişinin sosyal kimliğinin gelişmesinde etkileyici bir faktör olmaktadır. Bir bireyin diğerlerini ve kendini grup dışı ve grup içi olarak ayırması bireyin mensup olduğu grubun kendine has özelliklerini içselleştirmesinden kaynaklanmaktadır. Bu karşılaştırma işlemi neticesinde kişi, kendinin mensup olduğu grubun diğer gruptan daha iyi olduğunu düşünmekte ve bunun sayesinde aidiyet duygusu güçlenmektedir. Eğer öteki tehdit oluşturursa kimlik daha da güçlenir. Kimliğin toplumsal etkileşim sonucu oluşması ve bu yüzden de ait olma ihtiyacını içermesi kimliğin öteki kavramıyla bağlantılı olmasının asıl nedenidir. Eğer birey kendi ile öteki arasında bir farkı 68 ERTEM, H.S. agm., s 193 69ÖZDEMİR, C. (2001), Kimlik ve Söylem, Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, s. 108 70KARABULUT, B. (2016), 15 Temmuz ve Türk Ulusal Kimliğin Uyanışı: Konstrüktivist Teori Perspektifinde Bir Analiz. Bilig dergisi, s.3 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/807209 (Erişim; 25.04.2022) https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/807209 24 ortaya koymazsa veya ötekini tanımlamazsa, öz-benliği tanımlayamaz. Yalnız söylem sayesinde ötekinin oluşturulması mümkündür. Söylemsel süreçte ise birey kendi değerlerini diğer gruba dayatmaya çalışarak ötekinin değerlerini düşürmektedir.71 Pozitivist teorilerin açıklayamadığı olayları, konstrüktivizm kimlik politikalarına vurgu yaparak dil, kurallar, gerçekliğin özneler arası inşası gibi kavramlar üzerinden açıklamaktadır. Kimlikleri amiller olarak tanımlayan konstrüktivizm, kimlik inşasının önemine vurgu yaparak sosyal ilişkilerin temelinde sosyal aktörlerin kimliklerinin olduğunu ileri sürmüştür. Konstrüktivistler kimliklerin inşası ve dönüşümünün sosyal aktörlerin tercihlerini ve temel çıkarlarını etkilediğini iddia etmektedirler.72 Konstrüktivizm devlet kimliğini açıklamada maddi olmayan faktörlere, yani inançlar, normlar ve kültüre öncelik vermektedir. Konstrüktivizme göre, süreç içerisinde devlet kimlikleri ve çıkarları değişebilir ve devletlerin çıkarlarını kimlikleriyle içselleştirerek davranabilir.73 Konstrüktivist yaklaşımda devletler yalnızca hayatta kalmak için politika yapmazlar. Çıkarlar ve kimlikler tarihsel süreç içerisinde şekillenerek devletlerin kimliklerini dolayısıyla da çıkarlarını belirlemektedir. Konstrüktivizm sıkı bir şekilde kimlikle çıkar kavramını bağdaştırmakta ve değişmez bir ulusal çıkarın olmadığını savunmaktadır. Wendt, aktörlerin ne olduklarıyla ne yaptıkları arasında sıkı bir ilişkinin mevcut olduğunu ileri sürmektedir. Uluslararası anarşi uluslararası sistemden, iç siyasi yapıdan ve insan doğasından kaynaklanmamaktadır. Asıl mesele devletler arasındaki etkileşimin nasıl şekillendiğine ve bilginin uluslararası sistemde nasıl dağıldığına bağlıdır. Konstrüktivistler insanların nesnelerle ilgili onların ifade ettiği anlamlar üzerinden hareket ettiğini savunurlar. Düşmanların tehdit etmesi, dostların ise tehdit etmemesi nedeniyle devletler düşmanlarına ve dostlarına karşı farklı davranırlar. Örneğin, İngiltere’nin füzeleri ABD için tehdit anlamına gelmezken, Rusya’nın füzeleri ABD için farklı bir anlam taşımakta ve tehdit algısı yaratmaktadır. Diğer bir örnekte Kanada ve Küba için ABD’nin askeri gücü farklı anlamlara gelmektedir. Bu yüzden güç dağılımı ve anarşi, kimin düşman, kimin dost olduğunu anlamakta yeterli değildir. Konstrüktivizme göre, uluslararası düzendeki güç dağılımı devletlerin hesaplarını etkileyebilmekte; ancak bu dağılımın nasıl gerçekleşeceği diğerleri ve kendileri hakkındaki 71BATTAL Merve, (2021) Konstrüktivizm ve Kimlik: Türkiye’nin Bosna-Hersek Savaşı Politikasının İncelenmesi, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1627310, (Erişim; 02.06.2022) 72KARAKOÇ, J. (2013) Konstrüktivizmde Dış Politika ve Etnik Kimlikler. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 28(2). s. 142 73ALEXANDROV, M. (2003). The Concept State Identity in International Relations: A Theoretical Analysis, Journal of International Development and Cooperation, 10(1). s. 34 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1627310 25 düşünceleri ve algılarını şekillendiren özneler arası bilgi dağılımına, beklentilere ve anlayışlara bağlıdır. Wendt’e göre eğer Sovyetler Birliği ve ABD düşman olmadıklarına karar verirse Soğuk Savaş bitebilirdi. Kolektif anlamlar bizim hareketlerimizi organize eden yapıları oluşturan şeydir. Yani kimliklerin anlam kazanması belirli bir sosyal çevrede inşa edilmiş bir ortamda mümkündür. Her kişi kurumsal rollerinden kaynaklanan olarak vatandaş, öğretmen veya kardeş gibi farklı kimliklere sahip olabilir. Devletler de “özgür dünyanın lideri” veya “bağımsız” gibi pek çok kimliğe sahip olmaktadır. Belirli bir kimliğe olan bağlılığın değişmesi mümkündür. Ancak her kimlik aktörün kurumlar temelinde sosyal bir tanımlamasıdır ve bu kimlikler aracılığıyla aktörler birbirlerini ve kendilerini tanımlamaktadırlar.74 Dost olarak kabul görülen, yani geleneği, kültürü, etniği, dili ve dini birbirine benzeyen devletler kimliksel yapılarını maddi kapasite kazanımlarından önde tutarak birbirinin çıkarlarını koruyucu kazan-kazan niteliğinde ya da birbirini destekleyici politikalar izlerler. Ancak devletler ekonomi ve güvenlik unsurunu her zaman ön planda tutmak zorunda olduklarından dolayı dış politika kararlarını sadece ulusal ve uluslararası siyasette maddi çıkarları gözetmeyerek kültürel kriterlere göre almamaktadırlar. Böylece devletlerin ekonomilerinin ve güvenlikleri olumsuz etkilendiği bir siyasi yöntemden çekindikleri için kimlik faktörü arka planda kalabilir. Kimlik siyaseti uygulayan devletler karşılıklı olarak birbirlerine güvenebilecekleri bir alan oluşturdukları ve bu alanın başka devletlere karşı bir koruyucu siper görevi gördüğü için bu durum genellikle kısa süreli olur.75 Bu noktada Wendt’in ileri sürdüğü dört kimlik tarifine değinmemiz gerekmektedir; 1 – Kurumsal / kişisel kimlik türüne göre kimlik olgusu bir kişiyi kişi, devleti devlet yapan en önemli etkendir. Bir aktör yalnız bir tane bu tür bir kimliğe sahip olabilmektedir. Bunun maddi temeli insanlara göre beden, devletlere göre ise birçok beden ve topraktır. Bundan başka bu kimlik türü ortak kişiliği, benlikleri, düşünceleri ve hedefleri olan kolektif bir kimliğe sahip kişiler tarafından yönlendirilir. Bu kimlikte benlik bilinçlidir ve hafızanın önemli bir yeri vardır. 74WENDT A, (1992). Anarchy Is What States Make Of It: The Social Construction Of Power Politics, International Organizations, 46(2), S. 398. 75 AK ALİ Mehmet, (2019), agm, s 219 26 2 - Sosyal bir sınıflandırmaya ait tip kimliği ikinci tür kimliğe aittir. Yani bilgi, değerler, görüşler, yetenekler, deneyim, dil, bölge, tarihi ortak özellikleri paylaşan insanlar için kullanılan etiketler bu türün içerisinde yer almaktadır. 3 – Üçüncüsü ise rol kimliğidir. Rol, kimliğin gelişebilmesi için bir ötekinin var olması gerekmektedir. Çünkü doğuştan gelen niteliklere dayanmaz ve bu nedenle yalnızca başkalarıyla ilişkili olarak var olabilir. 4 - Aynı duygu ve düşüncenin paylaşıldığı, biz duygusunun öne çıktığı, ortak değerlerin ve hedeflerin olduğu ve ortak çıkar birliğine dayalı kimlik kolektif kimliktir.76 Kimlikler, aktörlerin nitelikleri ve toplumsal çevre ile etkileşimleri sonucunda elde ettikleri toplumsal olgularla oluşan sentez sonucunda ortaya çıkmaktadır. İçeride ve dışarıdaki söylemsel pratiklerin bir arada gelişmesi kimliklerin inşası sürecini oluşturmaktadır. Bu söylemsel pratiklerle devletlere, kişilere, politikalara ve olaylara anlamlar yüklenmektedir.77 Konstrüktivizm teorisi devletlerin sosyal aktörler olduğunu kabul etmekte ve devletleri kurallar içerisinde kimlik oluşturmaya ve onu belirtmeye ihtiyaç duyan yapılar olarak tanımlamaktadır. Konstrüktivizm ulusal kimlik ve ulusal çıkar konularını farklı bakış açısıyla değerlendirerek ulusal çıkarları değişken olan ve ulusal kimlikten fazlasıyla etkilenen sabit olmayan veriler olarak kabul etmektedir. Ulusal kimliğin kendisi de sabit olmayarak ülke içi ve uluslararası güçler tarafından değişmekte ve şekillenmektedir. Değişen ulusal kimlik de ulusal çıkarları etkilemekte ve zamanla bu çıkarları da değiştirmektedir. Bu kavramlara odaklanarak devletlerin dış politika kararlarını ve uluslararası sistemde nasıl davrandıklarını anlamak mümkündür. Konstrüktivistler, devletlerin kimliklerinin ve çıkarlarının şekillenmesinde etkileşim ve iletişimlerinin önemli rol oynadığını ifade ederler.78 Bir devletin dış politika eylemlerini açıklamak için onun çıkarlarını anlamak gerekir. Bir devletin çıkarlarını anlamak için ise öncelikle bu devletin kimliğini anlamamız gerekmektedir. Devletler, uluslararası sistemde tanınmak istedikleri kimliğe göre politika yürütürler ve benzer şekilde etkileşimde bulundukları devletin iddia ettiği kimliğe göre hareket ederler. Bu durumda dış politika açısından önemli olan şey ötekini düşman olarak 76 WENDT, A. (2016). age, s. 280-284 77DOTY R, (1996), Sovereignty and the Nation: Constructing and boundries of national identity, Cambridge: Cambridge University Press. s. 127 78ÖZTÜRK, E. (2014). Kimlik, Dış Politika ve Uzlaşma: İnşacı Kuram Çerçevesinde Ulusal Kimlikler ve İkili İlişkiler Üzerine Bir Değerlendirme. Yeni Türkiye dergisi. 60, s. 2 – 3 27 konumlandırmaktır. Wendt’e göre ötekilerle etkileşim sürecinde kimlik ve çıkarlar inşa edilir. Etkileşimden önce aktörler benliklere sahip olmamış ve sadece örgütsel yönetim mekanizması yoluyla kendilerini korumaya çalışmışlardı. Wendt’e göre, etkileşimden önce dört bağımsız çıkar vardır ve bunlar kimliklerden kaynaklanmaktadır. Bu çıkarlar otonomiyi korumak, fiziksel güvenliği korumak, kolektif kendine saygıyı korumak ve ekonomik refah olarak realizmde olduğu gibi tüm aktörler için aynı ve sabittir.79 Devletlerin uluslaşma süreçleriyle doğrudan ilgili olan kimlik yaratma pratikleri, kolektif hafızanın inanç, sembol, mit ve alışkanlık yoluyla inşa edilmesinden dolayı bu süreçte de kolektif hafıza önemli bir rol oynamaktadır. Devletler kimliklerini oluşturulduktan sonra bu kimliklerini uluslararası alanda ve iç siyasette kurumsallaştırmaya çalışırlar ve böylece uluslararası alanın ve iç siyasetin oluşturduğu etkiler kimlikleri şekillendirmeye başlar. Devletlerin meşrutiyetlerini devam ettirmeleri için iç siyasette kimliğin sürekli canlı tutulmasına çalışırlar. Dış politikanın kimliği canlı tutmanın en iyi yolu olduğundan dış tehdit ve tehlike unsurları daim gündemde tutulmaktadır. Böylece devletler içeriden ve dışardan gelecek tehditler karşısında kimliğin savunma sorumluluğunu üstlenmektedirler. Böylece, kimlik ve dış siyaset arasında olan bağlantının karşılıklı inşa edici olduğunu söylemek mümkündür.80 Dış politika bağımlı değişken, devlet kimliği ise bağımsız değişken olarak incelendiğinde başka aktörlere yönelik devletlerin kendilerini nasıl tanımladıklarının, bu devletlerin çıkarlarının belirlenmesinde büyük rolü olduğunu söyleyebiliriz. Kimlikle bağlı olarak tanımlanan çıkarlar, uygulanan dış politika davranışında da etkili bir role sahiptir.81 Anthony Smith’e göre kimliğin kategorileştirilmesi anlamında bireysel ve kolektif kimlik olarak iki boyutundan söz edilmektedir. 1 - Bireysel kimlik, kişinin yaşadığı çevredeki yerini bulmak için yaptığı tüm öznel yargılardır. 2 - Kolektif kimlik, benzersiz niteliklere ve orijinalliğe sahip belirli bir insan grubuna ait olma bilinci ve duygusudur. Kolektif kimlik, insanların kolektif bilincini temsil eder, yani bireysel kimlikler sosyal kimlikleri oluştururken, sosyal kimlikler de yeni oluşturulan kimlikleri etkilemektedir. Toplumdaki grupların kolektif kimlikleri, diğer aktörlerle ilişkileri aracılığıyla 79 EREKER, F. (2010). Dış Politika ve Kimlik: İnşacı Perspektiften Türk Dış Politikasının Analizi, (Doktora Tezi Ankara Üniversitesi). s. 61 Erişim adresi; file:///C:/Users/KSL8/Downloads/Fulya_Ereker_Tez.pdf 80 EREKER, F. (2010). Age, s. 63 81ÇOŞKUN, B. (2007). Ankara ve Berlin’in Bosna Savaşı’na Yönelik Politikaları: Karşılaştırmalı Bir İnceleme, Uluslararası İlişkiler, 4 (13), s. 64 28 ve değişen dış dünya koşullarıyla sürekli olarak yeniden inşa edilmektedir. Kolektif kimliğin üyesi olan bireyler kendilerini “biz” olarak tanımlarken, bu gruptan olmayanları “onlar” olarak tanımlamaktadır. Böylece, kültürel farklılıklardan kaynaklanarak zaman içinde ötekinin inşası oluşturulmaktadır.82 Foucault, kimliğin hammaddesinin söylemler içinde oluştuğunu savunmaktadır. Foucault, kişinin çok düzeyli bir kimliği içselleştirdiğini belirtmekte, ırk, etnisite, sınıf ve cinsellik gibi çeşitli kimliklerin karşılıklı olarak birbiriyle etkileşime girdiğini ileri sürmektedir. Bu kimlikler de kendini dil vasıtasıyla oluşturulan bir söylem çatısı altında konumlandırmaktadır.83 Kimlik, kişiye “benlik” duygusu vererek dış dünya ile bu benliğin ilişkisine anlam kazandıran bir mekanizmadır. Kimliğin oluşumu hem “dışlayıcı” hem de “kapsayıcı” bir süreçtir. “Biz” düşüncesi kolektif bir benlik olarak, bize ait olanların veya bize benzeyenlerin bir arada bulundurmasını zorunlu kılarken; bize ait olmayanların veya bize benzemeyenlerin ise dışlanmasını öngörmektedir.84 Toplumsal kimliklerin meydana gelmesi, toplulukların sahip olduğu “objektif” öğeler olan ortak kültür, dil, gelenek, sembol ve diğer unsurları kendi bilinçlerinde “sübjektif” öğeler olarak algılamalarının sonucunda gerçekleşmiştir. Bu yüzden toplumsal kimliklerin hem sübjektif hem de objektif bir oluşumun ürünü olduğunu söyleyebiliriz.85 Kolektif kimlikler bir grup aidiyeti temelinde inşa edilirken, bir toplumda yaşayan insanların aynı düşüncede ve beraber hareket etmelerini sağlayarak toplumu dinamikleştirir ve sosyal ilişkilerin artmasını neden olur. Bu bağlamda ulusal kimlik, toplumda yaşayan kişileri bir araya getiren sosyal bağ özelliği taşımaktadır. Ulusal kimlik, kimlik kavramının toplumsal unsurlar tarafından şekillendirilen bir boyutu olmakla birlikte, dış politikanın uluslararası ilişkiler alanında belirleme noktasında konstrüktivist kuramı ile kurumsallaştırılmıştır.86 82 PAMUK Akif, (2019), Kimlik ve Tarih. İstanbul: Yeni İnsan Yayınevi. s. 44 83 ALİ AK Mehmet, agm., s 215 84 ALİ AK Mehmet, agm., s 203 85YURDUSEV Nuri, (1997). 18. ve 19. Yüzyıllarda Avrupa’da Türk Kimliği. İstanbul: Bağlam Yayıncılık. s. 26 86 BİLGİN Nuri, (2007). Kimlik İnşası. İzmir: Aşina Kitapevi. s 13 29 1.5. Ulusal Kimlik Literatürde ''ulus'' kavramı sınırları belirlenmiş bir toprak üzerinde ortak bir kültürü paylaşan bir topluluk bilincine, kendi kendini yönetme hakkına, ortak bir geçmişe ve gelecek vizyonuna sahip bir toplum olarak tanımlanmaktadır.87 Ulus-devletler 16. yüzyıldan itibaren şekillenmeye başlamıştı. 17. yüzyıldan itibaren İncil’in Latinceden farklı dillerde konuşan toplumların yerel dillerine tercüme edilmesi ulus-devleti hazırlayan gelişmelerden biri olmuş ve bu tarihten başlayarak kralların Katolik Kilisesi’ne karşı başlattıkları mücadele neticesinde Kilise hem yerel iktidarlarını hem de topraklarını kaybetmişti. Topraklar kralların hâkimiyetine girmiş, toprak ve orada yaşayan toplumun yeniden tanımlanması söz konusu olmuştur. Böylece, kralın hâkimiyeti altında olan toprağın çizilen sınırlarına vatan, bu sınırlar dahilinde yaşayan topluma “ulus”, bu ulusun bireylerine ise vatandaş denilmeye başlanmıştır. 18. Yüzyılın sonlarında meydana gelen Fransız İhtilâli ile ulus-devlet anlayışı Avrupa toplumları arasında olgunlaşmıştır. Avrupalılar kendilerini Avrupa dışında yaşayan diğer toplumlara model olarak göstermesi sonucu ulus-devlet bilinci dünyaya taşınmıştır.88 Devlet, sınırları belli olan bir toprak parçası üzerinde yaşayan toplum ve bu sınırlar dahilindeki her şey üzerinde meşru otoriteye sahip siyasal bir örgütle donatılmış bir yapılanmadır. Her bir devletin üç temel unsuru vardır; bunlar ortak ülke toprağı, bu toprakta yaşayan halk ve devlet erkidir. Ulus-devlet hâkimiyeti altında yaşayan tüm insanların kendilerini aynı ulusa ait olarak algılamaları çok önemlidir. Ulus-devletin teorik temelini oluşturan şey ülke sınırları dahilinde yaşayan her bir vatandaşın aynı ulusa mensup oldukları bilincine sahip olmasıdır. Ulusal kimlik insanların kim olduğunu anlamasını sağlayan bir sosyal kavramdır. Ulus bilincinin olmadığı bir ortamda ulus-devlet hakkında söz etmek mümkün değildir. Bundan dolayı her bir ulus-devlet, sürekli ulus bilicine vurgu yaparak bu bilinci canlı tutmak için çalışmaktadır. Aksi takdirde ülkenin toprak bütünlüğünü kaybetmesi tehlikesi ortaya çıkabilir. “Ulusal kimlik” oluşumu ulus-devletleşme sürecinin bir aracı haline gelmiştir. 19. yüzyıla kadar devletlerin uyruklarının kimliğini ya da bir “ortak” kimlikle kendisini tanımlama ihtiyacı olmamıştır.89 87GUIBERNAU Montserrat, (1997). Milliyetçil