KUR'ÂN'DA “ŞEHÂDET” KAVRAMI Hüseyin HALİL* Özet Kur’ân-ı Kerim’in iskeletini oluşturan başta tevhid akidesi olmak üzere takva, salih amel, salat, hac, zekât, cezâ, hasene-seyyie…gibi amelî kavramlar ile melek, cin, peygamber; kitap, cennet, cehennem, âhiret… gibi îtikâdi kavramlar hem islam kültürü hem de islam ilimleri açısından nasıl büyük bir öneme hâiz iseler, “şehâdet” kavramı da benzer derecede bir ehemmiyete sahiptir. Aslen “hazır bulunmak ve bir şey hakkında bilgi sahibi olmak” manasında olan bu kelime, Kur’ân’da bazen Allah’a şirk koşulan bir yerde veya müşriklerin yanında bulunmamayı, yani batılın karşısında olmayı ifâde ederken; bazen de hakkın yanında olup doğruyu söylemeyi ifâde eder. Ekseriyetle “şehâdet” kavramı denilince akla yalan ve dolandırıcılıktan uzak olumlu ve doğru şeyler gelir (el-Bakara, 2/282; el-En’âm, 6/19; en-nûr, 24/13). Fakat bunun istisnası da mevcuttur, zîra münâfıklar “biz şâhitlik ederiz” (el- Münâfıkûn, 63/1) dediklerinde içlerindeki hakikati gizlemektedirler, bu yüzden her “şehâdet” lafzının her zaman bir şeyin gerçek yüzünü gösterdiği söylenemez. Anahtar Kelimeler: Şahitlik, Şehitlik, Tanık Olmak, Kur’ân The Concept Of Shahadah In The Qur'an Abstract As the practical concepts like piousness, good deed, favour-evil, pray, hajj, alms, punishement-payoff, etc.; and the belief concepts like angel, jinn, prophet, the holy book (Qur’ân), heaven, hell, etc., particularly the belief of Tawhid that underlie the Qur’ân, have much more important in tems of both islamic culture and islamic sciences; the concept of “shahadah” has also aqually important. This concept that means, in fact, “to be present at anywhere and to get information about one thing”, refers sometimes to not to stand by polytheists or in any places where polytheism comes up in the Qur’ân, that is, to stand against supersititious, and sometimes to stand next to the right and tell the truth. Generally, when the concept of shahadah is mentioned in any context, the things being far away from a pack of lie and fiction comes to our mind (al-Baqarah, 2/282; al-An’âm, 6/19, an-Nûr, 24/13). However, there are some exceptions, for instance; as the hypocrites openly said “we testify that you are prophet of Allah”, but in fact they were keeping what they think secret. Thus, we can say that the concept of shahadah doesn’t always mean to real face of something Key Words: Good Deed, Pray, Shahadah, Qur’ân, Hajj * Arş. Gör., Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. (huseyinhalil1990@gmail.com) Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) 132 ▪ Hüseyin Halil Giriş Şehâdet kavramı Kur’ân’ın ana fikrini ayakta tutan temel kavramlar arasındadır. Bu yüzden yaklaşık olarak yüz elli kusur âyette zikredilmektedir. Bu kavram aslında Allah’ın farklı şekillerde, başta Kur’ân’ın hak bir kitap ve Hz.Muhammed’in hak bir nebi olduğuna şâhit olmakla beraber beşeriyete ve âleme şâhit olduğunu ifâde etmektedir. Allah kimi zaman meleklerin ve peygamberlerin gözüyle şâhit olurken kimi zaman deri, kulak göz, dil ve ayakların gözüyle şâhit olur; hatta bazen müşrüklerin, ehli kitabın ve zalim kimselerin gözüyle şâhit olur. İşin aslında bütün bu sayılan gruplar Allah’ın şâhitliğine hizmet etmektedir. Ya da diğer bir deyişle bütün mahlûkatın yaptığı haklı şehâdet en nihâyetinde Allah’ın bu kâinat üzerindeki şehâdetini ve ilmini oluşturmaktadır. Melekler, peygamberler, insanlar ve diğer mahlukâtın şehâdeti Allah’ın izni ve ilmi dahilinde olduğu için, O’nun şehâdeti altına girmektedir. Zîra Allah her şeye şâhittir (Nisâ, 4/33). Sözlüklerde bilmek, söylemek, yazmak, açıklamak, ortaya çıkarmak, hükmetmek, yemin etmek, hazır olmak …gibi manalara gelen bu kavramın kökü ve türevleri Kur'an'-ı Kerim'de, kişinin amellerine tanıklık eden melek, hafaza melekleri, adâletin izhâr edilmesi, meleklerin sabah namazında hazır bulunmaları, yaşadıkları devirde halkın içerisinde bulunarak onların amellerine tanıklık eden kimseler, bir devir içerisinde bulunup yaşamak; kıyamet günü veya yeri, istişâre için toplanılan yer veya gün gibi manalara gelir. İslam kültüründe "şehâdet" denince "kelime-i şehâdet" veya "şâhitlik", "şehit" denince Allah yolunda ölmek anlaşılırken; Kur'ân-ı Kerim'de "Şehâdet" dendiğinde şâhitliğin yanı sıra "yemin" , "gerçeklik" , "duyu idrâkine nesne olan her şey" ; "şehit" denince mübâlağalı ism-i fâil olan "şâhit" ve "bir yerde hazır bulunmak" anlaşılır. Bu nedenle Kur’ân-ı Kerimde geçen “ş-h-d” maddesi ve türevlerinden hiçbirisi subût-i kat’î derecesinde şehit olmaya delâlet etmez. Ama bazı müfessirler bir takım âyetlerde (en- Nisâ, 4/69; Âl-i İmrân, 3/140; el-Hadîd, 57/19) geçen “şühedâ” kelimesini “şehitler” olarak yorumlama yoluna gitmişlerdir. Ayrıca islam kültürünün “şehâdet” kavramına verdiği bu anlama ilâveten Kur’ân merkezli hadis, fıkıh, tasavvuf, kelam gibi islâmi ilimler de kendine has manalar vermiştir. Şunu belirtmek gerekir ki bu kavram her yerde sözlük manasındaki gibi doğruyu, gerçeği, yakîni bilgiyi ifâde etmemektedir. Nur sûresi 4’üncü âyet bu fikri destekler mâhiyettedir, orada eşlerine zînâ suçu atanların dört kere Allah adına kendilerinin doğru söylediğine dair şâhitlik etmeleri istenmiştir, eğer bir kere olan şehâdet doğruluk bildirseydi dört tanesine gerek kalmazdı. Buna benzer olarak münâfıkların yalan yere şâhitliği (el-Münâfıkûn, 4/1), Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) Kur’ân’da “Şehadet” Kavramı ▪ 133 Kur’ân’ın indirildiğinden şüphe içerisinde olanlardan Allah’ın dışında “şâhitler” getirmeleri gerektiği (el-Bakara, 2/23), müşriklerin Allah’ın dışında ilahlar olduğuna şâhitlik etmeleri (el-En’âm, 6/19), “şehâdet” kavramının her zaman doğru ve hak için işlev görmediği analamına gelir. Biz, islam kültürü ve Kur’ân’da bu denli önemli yer tutan ve rol oynayan şehâdet kelimesini iki ana başlık altında inceledik. Birinci başlık altında sözlük ve terim analamlarını zikrettik. Sözlük anlamı için el-Ezherî (v.370/980)’nin Tehzîbu’l-Luğa’sı, el-Cevherî (v.393/1003)’nin es-Sıhâh’ı, Râğıb el-İsfehânî (v.502/1108) ’nin el-Müfredât’ı, İbn Manzûr (v.711/1311)’un Lisânu’l-‘Arab’ı… gibi pek çok kadîm sözlükten yararlanılırken; terim manası için fukahânın, sûfilerin, usulcülerin ve arap kültürünün kelimeye yüklemiş olduğu manalardan faydalanıldı. Diğer başlıkta ise öznesine, yüklemine ve nesnesine göre “şehâdet” kavramı tahlil edildi. Bu makaleyi “Kur’ân’da Şehâdet Kavramı” adlı tezimizden faydalanarak yazmamız nedeniyle daha detaylı bilgi almak için bu kaynağa başvurulmasını uygun görüyoruz. I- “Şehâdet” Kavramının Tanımı A-Sözlük Manası Şehâdet (شهادة( kelimesi saâdet )سعادة( vezninde olup bir nesnenin hakîkatini kat’î olarak bilmek manasına gelir. Araplar arasında “kat’î bir haber verildiğinde: َشِهدَ الرج ل” denilir. Fakat kolaylık olsun diye "َشْهد الرجل" şeklinde “ha” nın sükûnuyla da söylenir. Buradaki “şehâdet” kesin bilgi manasındadır.1 Kelimenin aslı ََشِه د , mastarı شهود veya شهادة dir. Bu iki mastarın sözlüklerde, bilmek (ِعلم), söylemek (قول), yazmak (كتْب), açıklamak (تبيين), ortaya çıkarmak haber ,(حضور) hazır olmak ,(حِِلف) yemin etmek ,(قضاء) hükmetmek ,(إظهار) vermek (إخبار) gibi değişik manalara geldiği görülür. Ancak “şuhûd” masdarı, daha çok mücerred bir hazır bulunmayı ifâde ettiği halde; “şehâdet” masdarı ise hazır bulunduğu olayı anlayıp bellemek, anlamına gelir. Bu müşâhade görmeye (basara) dayalı olduğu gibi, basirete de dayalı olabilir. İsfehânî’nin deyişiyle şehâdetin tanımı şudur: ِا ما بالبصر او بالبصيرة ال ش َهادَة الح ضو ر مع ال مَشاهد “Şehâdet, İster gözle görmek şeklinde olsun, ister idrak suretiyle olsun, hazır bulunduğu meselenin künhünü anlamaktır.”2 Muzârisi يْشَهد şeklinde dördüncü 1 Âsım Efendî, el-Ukyânûsu’l-Besît fî tercemeti’l-Kâmûsi’l-Muhît, I, Âsitâne, İstanbul, t.y., 1180; el-Hakîm, Suâd, İbnu’l-Arabî Sözlüğü (trc. Ekrem Demirli), Kabalcı yay., İstanbul 2005, 578. 2 er-Râğıb, Hüseyin b. Muhammed el-İsfehânî, el-Müfredât fî ğarîbi’l-Kur’ân1 (thk. Merkezu’d-Dirâsât ve’l-buhûs), I, Mektebetu Nezâr Mustafâ el-Bâz, t.y., 352. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) 134 ▪ Hüseyin Halil babdan gelir.3 Fakat Zebîdî’nin ve Âsım Efendi’nin eserlerinde "َيَْش هد " "َش ه د" şeklinde beşinci babdan geldiğini de görmekteyiz. Onların bildirdiğine göre, orta harfi boğaz harflerinden olan "رحم" "رغف" "شهد"gibi kelimeler hem dördüncü hem hem beşinci babadan gelebilir. B-Terim Manası "Şehâdet" kelimesi; hazır olma, müşâhade etme, şâhitlik yapmak, haber vermek, bilmek, açıklamak, hükmetmek gibi aslî/lügavî anlamlarından sıyrılarak İslâmi ilimlerde, kelime-i şehâdet, Allah yolunda ölmek, Allah Teâlâ’ın zâtını müşâhade etmek, onda yok olmak, görünür ve gözlenebilir olgular dünyası gibi anlamalara gelmiştir. Görüldüğü üzere, İslâmi ilimlerin tarih süreci içerisinde gelişmesiyle birlikte bünyesine yeni anlamlar katan bu kelimenin, her ilimde farklı tanımlamaları olmuştur. Şimdi bu ilimlerdeki mütehassıslar nezdinde “şehâdet” kavramının ne manalara geldiğine bakalım; Fukahâya göre "şehâdet"; mahkeme önünde birisi için diğer bir kişi lehinde yakînen hakkı söylemektir. Münâzara ehline göre; karşı tarafın argümanını çürüten veya muhal kılan şeydir. Sûfilere göre şehâdet, tecellîdir. Bununla birlikte onlara göre bu kelime kalpte hazır bulunan şey ya da ona hâkim olan zikir manasındadır. Eğer kalbe hâkim olan şey ilim ise o ilmin şâhididir. Eğer ona hâkim olan vecd ise o vecdin şâhididir. Eğer ona hâkim olan hak ise o hakkın şâhididir.4 Araplara göre "şehâdet" bir kuralın ispatı için Kur'ân'dan veya Arap şiirinden delil getirmektir. Getirilen bu delile "şâhit" denir. Delil getirmeye “istişhâd” denir. Misaller, kuralı izah etmek için getirilirken, "şâhit" konunun 3 el-Ezherî, Ebû Mansûr Muhammed, Tehzîbu’l-luğa (thk. Muhammed Abdulmunim Hafâcî – Muhammed Fercu’l-Ukde), VI, Daru’l-Mısriyye li’t-te’lîf ve’t-terceme, Kâhire 1964-67, 73-78; el-Cevherî, Ebû Nasr İsmâ’îl b. Hammâd, es-Sıhâh tâcü’l-lüğa ve sıhâhu’l- ‘arabiyye (thk. Ahmed Abdülğafûr Attâr), II, 4.b, Dâru’l-‘ilmi li’l- melâyîn, Beyrût 1990, 494-495; İbn Fâris, Ebû’l-Hüseyn Ahmed, Makâyîsu’l-lüğa (thk. Abdusselam Muhammed Hârun), III, Daru’l-fikr, ysz., 1979, 221; ez- Zemahşerî, Ebû’l-Kâsım Cârullah, Esâsu’l-Belâğa (thk. Muhammed Bâsil ‘Uyûnu’s- Sûd), I, Dâru’l-kütubi’l-lmiyye, Beyrût 1998, 527; İbn Manzûr, Ebu’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed el-Mısrî, Lisânu’l-‘Arab (thk. Ahmed Fâris), III, Dâru sâdır, Beyrût 1300/1882, 238-243; el-Fîrûzabâdî, Ebû’t-Tâhir Mecdüddîn, el- Kâmûsu’l-muhît (thk. Mektebu’t-tahkîki’t-turâsi fî müesseseti’r-risâle), I, 8.b., Müessesetü’r risâle, Beyrût 2005, 292; ez-Zebîdî, Muhammed Murtazâ, Tâcu’l-‘arûs min Cevâhirî Kâmûs (thk. Doktor Abdulazîz), VIII, 2.b., Matbaatu hukumeti’l- Kuveyt, Kuveyt 1994, 252-261; el-Bustâni, Butrus, Muhîtu’l-muhît (thk. Dâiretu’l- me’âcim), Mektebetu Lübnan, Beyrût 1987, 485. 4 el-Bustâni, a.g.e, 485. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) Kur’ân’da “Şehadet” Kavramı ▪ 135 ispatı için getirilir.5 Usulcülere göre "şehâdet" çelişkiyi ve şüpheyi ortadan kaldıracak şer'i kanuna uygun bir vasıftır. Meselâ erkek atlarda zekat gerekmez, öyleyse ikisi arasında eşitliği vaz’ eden usul şâhitliğine göre dişi atlarda da gerekmez.6 Şehâdet, ilimle, yaşayışla adâletle hakka şâhitlik yapmaya ve bunun bir göstergesi olarak Allah yolunda cihâdla canını vermeye denir. Kısaca şehâdetin özü, yakîn bilgi (ilim), adâlet, takvâ ve yaşayışla hakka şâhit olmaktır. Görüldüğü gibi "şehâdet" kelimesi Allah yolunda ölmek ile sınırlı olmayıp, enfüsî ve âfâki delilleri idrak ederek Allah'ın varlığını ve birliğini ikrar etmek manasına gelir. Buna kısaca islam literatüründe "Kelime-i Şehâdet" denir ve أْشَهد اْن ََل اِلهَ ا َل هللا و أْشَهد ا ن محمدًا عبده و رسوله "Ben şâhitlik ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur. Yine şâhitlik ederim ki Hz. Muhammed onun kulu ve elçisidir." lafızlarından oluşur. II-Kur'ân'da Şehâdet Kavramının Tahlili Kur’ân, “şehâdet” kavramına pek çok mana vermiştir, bunlardan bazıları şöyledir; kişinin amellerine tanıklık eden melek,7 hafaza melekleri, adâletin izhâr edilmesi8 meleklerin sabah namazında hazır bulunmaları,9 yaşadıkları devirde halkın içerisinde bulunarak onların amellerine tanıklık eden kimseler,10 bir devir içerisinde bulunup yaşamak;11 kıymat günü veya yeri,12 istişâre için toplanılan yer veya gün;13 peygamberlerin, meleklerin ve organların kâfirlerin küfrüne tanıklık etmeleri;14 aleyhinde söz söylemek ve 5 el-Bustâni, a.g.e, 486. 6 el-Bustâni, a.g.e, 486. 7 Kâf, 50/21. 8ez-zümer, 39/69; en-Nesefî, Ebû’l-Berekât Hafizüddîn Abdullâh b. Ahmed b. Mahmûd, Medârikü’t-Tenzîl ve hakâiki’t-te’vîl, (trc. Hârun Ünal, ve diğerleri.), IX, Ravza yay., İstanbul 2007, 133; er-Râzî, Ebû Abdillâh Fahruddîn Mahmûd b. Ömer b. Hüseyn et-Taberistânî, Mefâtihu’l-ğayb, Dâru ihyâi’t-turâsî, Beyrût t.y. 9 en-Nesefî, a.g.e., VII, 384. 10 ez-Zümer, 39/69; en-Nesefî, a.g.e., IX, 133. 11 en-Nesefî, a.g.e., VIII, 93. 12 Meryem, 19/37. 13 Meryem, 19/37. 14 Meryem, 19/37. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) 136 ▪ Hüseyin Halil itiraz etmek,15 el ve ayakların kötü amellere tanıklıkta bulunması,16 bir şeyi görerek öğrenmek…gibi.17 “Şehâdet” kavramının “hazır olmak”, “gözetlemek-müşâhade etmek” gibi aslî manalarından sıyrılarak, Kur’ân’da yüklendiği bu yeni anlamları ve uğradığı anlamsal değişimi öğrenebilmek adına, bu kavramı "Öznesine", "Nesnesine" ve "Yüklemine" göre ele almak yerinde olacaktır. A-Öznesine Göre Şehâdet Kavramı 1-Allah Teâlâ’nın Şehâdeti Kur’ân-ı Kerim’de Allah; kendisinden başka ilah olmadığına,18 peygamber’in nübüvvetine,19 Kur’ân’ın hak kitap olduğuna,20 nebîlerden ellerindekini doğrulayıcı bir resul geldiğinde, o resulü tasdik edeceklerine dair aldığı söze,21 Allah’ın âyetlerini inkar eden ehl-i kitabın yaptıklarına,22 Ashâb-ı Uhdûd’un mü’minlere yaptıklarına,23 Dâvud ve Süleyman’ın tarım arazisi hakkında vermiş oldukları hükme,24 Hz. Muhammed’in hidâyet ve hak dîn ile gelen resul olduğuna,25 İslâm dîninin diğer dinlere gâlip geleceğine;26 Mü’minler, Yahûdi olanlar, Sâbiiler, Nasrâniler, Mecûsiler ve şirk koşanların amellerine;27 münâfıkların yalancı olduğuna,28 Hz. Hûd’un müşriklerin şirk koştuklarından uzak olduğuna,29 vasiyyete,30 havârîlerin müslüman olup îman ettiğine,31 kâfirlerin ve bütün mahlûkatın amellerine,32 peygamber ve ümmetinin girişmiş olduğu her işe, okumuş oldukları 15 en-Nesefî, a.g.e., III, 229. 16 Yâsin, 36/65; en-Nesefî, a.g.e., VIII, 538 . 17 es-Saffât, 37/150; en-Nesefî, a.g.e., VIII, 605. 18 Âl-i İmran, 3/18. 19 el-'Ankebût, 29/52; el-En’âm, 6/19; el-İsrâ, 17/96, en-Nisâ, 4/79, 166; er-Ra’d, 13/43; Sebe’, 34/47. 20 el- Ahkâf, 46/8; en-Nisâ, 4/166. 21 Âl-i İmran, 3/81 22 Âl-i İmran, 3/98. 23 el-Burûc, 85/9. 24 el- Enbiyâ, 21/78. 25 el-Fetih, 48/28. 26 el-Fetih, 48/28. 27 el-Hac, 22/17; et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân1, XVI, 486. 28 el-Haşr, 59/11; el-Münâfikûn, 63/1; et-Et-Tevbe, 9/107. 29 Hûd, 11/54. 30 el-Mâide, 5/106; en-Nîsa, 4/33. 31 el-Mâide, 5/111. 32 el-Mücâdele, 58/6. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) Kur’ân’da “Şehadet” Kavramı ▪ 137 Kur’ân’a ve yaptıkları her amele,33 putların müşriklerin ibadetinden habersiz olduğuna,34 müşriklerin amellerine35 şehâdet etmektedir. Allah (c.c.) müşrikleri Kur’ân’ın Allah tarafından vahyedilen bir kitap olduğuna iknâ etmek, Hz. Muhammed’in kendinden önce vahyedilen peygamberler gibi bir peygamber olduğuna inandırmak ve onları tek olan Allah’a inanmaya yönlendirmek için Mekkî âyetlerde فاسألوا أهل الذكر “….(Ey müşrikler)zikir ehline (ehli kitaba) sorun” , قل آمنوا به أو َل تؤمنوا إن الذين أوتوا العلم من قبله İster inanın ister inanmayın, (ama bakın) kendilerine“ إذا يتلي عليهم يخرون لألذقان سجدا daha önce ilim verilenler (ehli kitap) kendilerine o (Kur’ân) okununca (nasıl da) yüzü koyu yere kapanıyorlar.”36 ve قل كفى باهللِ شهيدا بيني َوبينكم ومن عنده علم الكتاب “De ki: Benimle sizin aranızda Allâh'ın ve yanında Kitap bilgisi bulunanların şâhid olması yeter.”37 gibi ifadeler kullanmıştır. Ama ne zaman ki Medîne dönemi geldi ve ehli kitap sözleriyle bazı kavram ve kelimeleri eğip bükmeye,38 kendilerine indirilen kitabın hükümlerini tahrif etmeye,39 Kâbe’nin yeryüzünde yapılan ilk ve en kıdemli mescit olduğu gerçeğini40 görüp gizleyerek Allah’ın yolunu eğri göstermeye ve son olarak da Allah’ın âyetlerini inkar etmeye41 başladılar, işte o zaman Allah فاسألوا أهل الذكر “Bilmiyorsanız ehli kitaba sorun”42, De ki: Benimle sizin aranızda Allâh'ın ve“ قل كفى باهللِ شهيدا بيني َوبينكم ومن عنده علم الكتاب yanında Kitap bilgisi bulunanların şâhid olması yeter.”43 ve قل آمنوا به أو َل تؤمنوا إن İster inanın ister inanmayın, (ama“ الذين أوتوا العلم من قبله إذا يتلي عليهم يخرون لألذقان سجدا bakın) kendilerine daha önce ilim verilenler (ehli kitap) ilâhî metinler okununca (nasıl da) çeneleri üzerine yere kapanıyorlar.” şeklindeki hitaplarını değiştirerek Şâhit olarak sadece Allah yeter”44 hitabına geçmiştir.45 Yani, siz“ و كفي باهلل شهيدا 33 Yûnus, 10/61. 34 Yûnus, 10/29. 35 Yûnus, 10/46. 36 İsrâ, 17/107. 37 el-Ra’d, 13/43. 38 en-Nahl, 16/43. 39 el-Bakara, 2/75. 40 Âl-i İmrân 3/96-100. 41 Âl-i İmran, 3/98. 42 en-Nahl, 16/43. 43 el-Ra’d, 13/43. Allah sana indirdiğini kendi“ لكن هللا يشهد بما أنزل إليك و أنزله بعلمه و المالئكة يشهدون وكفي باهلل شهيدا 44 bilgisiyle indirmiş olduğuna şâhitlik eder. Melekler de buna şâhitlik ede, Allah’ın şâhitliği de (bir şeyin gerçejkiliği) için kâfidir.” Yahûdiler Hz. Muhammed’e, sen bir beşersin sana kitap inmedi eğer indiyse bir kitap da bize indir, demişlerdi. Böylece kendileri Hz.Muhammed’in kendi kitaplarında yazılı bir peygamber olduğuna şâhit oldukları halde onu ve ona indirilen kitabı reddetmişlerdi. Allah onların nübüvvet ve kitap konusundaki şâhitliklerini gizlediklerini görünce Yahûdilerin Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) 138 ▪ Hüseyin Halil Allah’ın size gönderdiği gibi bir peygamber ve bir kitap gönderebileceğini bildiğiniz (şahit olduğunuz)46 ve dahî beklediğiniz halde hâlâ inkar ediyorsanız, o zaman siz o bilgilerinizi saklamaya devam edin47 sadece Allah şâhit olarak yeter. ifâdesi aynı zamanda Mekke döneminde müşriklere karşı "و كفي باهلل شهيدا" da Hz.Muhammed’in nübüvvetine delil getirmek için kullanılmıştır. Müşrikler Hz.Muhamed’den nübüvvetine şahit olması için gökten melekleri, Allah’ı ve okuyacakları bir kitap indirmesini istemeleri üzerine, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e قل كفي باهلل شهيدا بيني و بينكم “De ki (benim hak peygamber olmam konusunda) benimle sizin aranızda şahid ancak Allah’tır.”48 âyeti nâzil olmuştur. Kısaca özetlemek gerekirse bu ifâde Mekke döneminde Müşriklere karşı kullanılırken, Medîne döneminde ehli kitaba karşı kulanılmıştır. Yani Mekkî âyetlerdeki şâhitlikler daha çok müşriklere karşı Hz.Peygamber’in nübüvvetini ıspat etmeye yönelik iken, Medenî âyetlerdeki şâhitlikler ise genelde Kur’ân’ın da Tevrat ve İncil gibi hak bir kitap olduğunu Yahûdi ve Hristiyanlara ıspatlamaya yöneliktir. Diğer taraftan şunu eklemeliyiz ki Medîne döneminde ehli kitabın şâhitliği tamamiyle saf dışı bırakılmamış, inanan Yahûdi ahbârının şâhitliği Allah’ın ve Melekler’in şâhitliğinin ardından zikredilmiştir.49 Hz.Muhammed, Hz.Îsâ’nın Allah’ın olduğunu iddia eden Necranlı Hristiyanlarla tartışırken Allah’ın Meleklerinin ve “ûlu’ilm”in Allah’tan başka ilah olmadığına şâhit olduklarını zikrederek muhatabı ikna etmeye çalışmıştır. Mukâtil b. Süleyman’a göre buradaki “ûlu’ilm”den kasıt Yahûdiler’den Kur’ân’a inanan mümin kimselerdir.50 şâhitliği olmasa da “sadece Allah’ın şâhitliğ yeter” demiştir (et-Taberî, Câmi’u’l- beyân2, IX, 409; en-Nisâ, 4/166). 45 Sülün, Murat, Türk Toplumunun Kur’ân’ı-Kerim Kültürü, Ayışığı kitapları, İstanbul 2005, 18. 46 Âl-i İmrân, 3/70. Kitapta (Tevrat’ta) indirdiğimiz apaçık delilleri“ إّن الذين يكتمون ما اَنزلنا من البينات و الهدي... 47 gizleyenler (Yahûdî ahbârı)… el-Bakara, 2/159. 48 el-İsrâ, 17/96. ,Allah’tan başka ilah olmadığına bizzat Allah“ شهد هللا أنه َل إله إَل هو و المالئكة و أولوا العلم... 49 melekler ve ilim sâhipleri (Yahûdi ahbâr) şâhittir. (Âl-i İmrân, 3/18) 50 Bilindiği gibi ehli kitaptan inanmayan, peygamberin nübüvvetini ve ona inen kitabı reddeden bir tâife olduğu gibi; ona inanan, Kur’ân âyetleri okunduğu zaman secdeye kapanan bir tâife de vardır. Bu durum âyetlerde şöyle ifâde edilir ”…Ehli kitaptan bazıları iman eder fakat çoğu fasıktır)“ ...منهم المؤمنون و أكثرهم الفاسقون... (Âl-i İmrân, 3/110), إن الذين أوتوا العلم من قبله إذا يتلي عليهم يخرون لألذقان سجدا “kendilerine daha önce ilim verilenler (ehli kitap) ilâhî metinler (Kur’ân) okununca, çeneleri üzerine yere kapanıyorlar” (İsrâ, 17/107), ليسوا سواء من أهل الكتاب امة قائمة يتلون آيات هللا آناء اليل و هم يسجدون Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) Kur’ân’da “Şehadet” Kavramı ▪ 139 Allah’ın şâhitliği yukarıda görüldüğü gibi Kur’ân’da pek çok âyete konu olmuştur, biz hepsini burada zikredemeyeceğimiz için bu kadarı ile konuyu îzaha kavuşturduğumuzu düşünüyoruz. 2-Meleklerin Şehâdeti Kur’ân-ı Kerim’de Melekler; Allah katında tutulan kayıtlara,51 Allah’ın kendi ilmiyle kitabı peygambere indirdiğine,52 O’ndan başka ilah olmadığına,53 kıyamet günü bütün ümmetlerin yaptıkları amellere,54 Allah’a iftira atanların yalancı olduğuna,55 sabah namazına,56 kıyamet günü sürücü (sâik) melekler ile her nefse57 şâhitlik etmektedir. Allah Teâlâ, Hz. Muhammed (s.a.v.) ile tartışmaya giren Hristiyan Necran heyetinin, Hz. isa’ya isnat etmiş oldukları “Allah’ın oğlu” şeklindeki iddialarını reddetmiş, kendisinden başka hiçbir ilahın olmadığını, eşi benzeri ve emsâli bulunmadığını beyan etmiştir. Buna hem bizzat kendisinin hem de meleklerinin ve âlim kullarının şâhitlik ettiklerini açıklamıştır.58 Yukarıda görüldüğü gibi Kur’ân’da, özellikle ehli kitap ve müşrikleri ikna etmek maksadıyla, sürekli olarak meleklerin şâhitliği dile getirilir, gerektiğinde Allah’ın şâhitliği ile meleklerin şâhitliği yan yana zikredilir.59 “Ehli kitab’ın hepsi bir değildir, onlardan bir grup vardır Allah’ın âyetlerini geceleri okur ve secde ederler.” (Âl-i İmrân, 3/113), وإذا سمعوا ما أنزل إلي الرسول تري أعينهم تفيض من الدمع مما Müslümanlara sevgi bakımından en yakın)“ عرفوا من الحق يقولون ربنا آمنا فاكتبنا مع الشاهدين olan Hristiyanlar) Peygamber’e indirilen Kur’ân’ı duydukları vakit gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün, derler ki “Ey Rabbizmiz inandık bizi şâhitlerden (hakkı gözeten, Kur’ân’a inanan, şirk koşan müşriklerden uzk duranlardan)kıl.” (el-Mâide, 5/80). ان ا أَنَزْلنَا الت ْوَراةَ فِيَها هدًى َون وٌر يَْح ك م بَِها الن بِيُّوَن ال ِذيَن أَْسل َمواْ ِلل ِذيَن َهاد واْ َوال رب انِيُّوَن َواَأَْحبَا ر بَِما اْست ْحِ ف ُظواْ ِمن ِكتَاِب َلْيِه شَهدَاء İçinde hidâyet ve nûr olan Tevrat’ı biz indirdik. Kendilerini Hakka“ ّللّاِ َوَكان واْ َع teslim eden nebîler, Yahûdilerle ilgili meselelerde onunla hükmederlerdi. Âlimler ve mürşitler de Allah’ın kitabını koruma ile görevlendirilmeleri sebebiyle yine onunla hüküm verirlerdi. Hepsi de kitabın hak olduğunun şahitleri idiler.” (el-Mâide, 5/44) Mekke döneminde her iki grubun şâhitliğine itimad edilirken Medîne döneminde sadece bu inanan ehli kitabın şâhitliğine itimad edilmiştir. 51 Mutaffifin 83/21. 52 en-Nisâ, 4/166. 53 Âl-i İmrân, 3/18. 54 el-Gâfir, 40/51. 55 Hûd, 11/18. 56 el-İsrâ, 17/78. 57 Kâf, 50/21; en-Nesefî, Ebû’l-Berekât Hâfizüddîn Abdullâh b. Ahmed b. Mahmûd, Medârikü’t-Tenzîl ve hakâiki’t-te’vîl, (thk., Yûsuf Alî Bedîvî), III, Dâru’l-kelimi’t- tayyibi, Beyrût 1998, 365. 58 et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân1, II, 233. 59 en-Nisâ, 4/166. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) 140 ▪ Hüseyin Halil Bunun nedeni, ehli kitap ve müşriklerin melekleri kutsal varlıklar olarak saymalarıydı. Müşrikler melekleri ta’zîm eder, onlara tapar, onları Allah’ın kızları olarak60 O’na en yakın ve ondan sonraki en kutsal varlıklar olarak görürlerdi.61 Ehli kitaptan Yahûdiler onları ilâhi varlıklar (Allah oğulları),62 Allah’ın ordusu,63 mukaddesler,64 kudretliler,65 kullar,66 olarak görürler.67 Hristiyanlar da melek inancı konusunda Yahûdilerle benzer itikatlara sahiptirler. Onlara göre melekler semâda ikâmet edip Allah’ı tesbih eden, Alla’ın ordularını meydana getiren, insan şeklinde arada yeryüzüne inen, Allah’ın emirlerini insan ileten, insanı koruyan kollayan, ateş ve rüzgardan yaratılmış mânevi varlıklardır. Yukarıdaki ayetin ilk iki öznesinin (Allah ve melekler) neden zikredildiği bizlere açık hale geldikten sonra, âyetteki üçüncü taifeye (ûlu’l-‘ilm’) bakmamız yerinde olacaktır. Bazı tefsir kitaplarında bu taifenin kimler olduğu hakkında görüşler zikredilmiştir. İbn Keysân’a göre Muhacir ve Ensar, Süddî ve Kelbî’ye göre mümin âlimler, Mukatil b. Süleymanâ göre ise ehli kitaptan inananlar, bazılarına göre de peygamberlerdir. Bu görüşler arasından bize göre eftal olanı Mukâtil’in görüşüdür. Çünkü âyetin sebebi nüzulüne bakıldığında, Müslümanların en bilgini olarak peygamber (s.a.v.) halihazırda Hristiyanlarla tartışma halindedir ve muhatabı iknâ etmesi için her iki tarafın kabulünü kazanmış tarafsız bilginlerin şâhitliğini getirmesi 60 Müşrikler hem melekleri hem putları Allah’ın kızları olarak görürler ( كانوا يقولون إن bu yüzden putlara genel olarak “lât, Menât, Uzza” dişi (المالئكة و هذه اَأصنام بنات هللا isimler verirleridi. Fakat “Hubel” gibi erkek putlar da mevcuttu. Bkz. ez- Zemahşerî, Ebû’l-Kâsım Cârullah Mahmûd b. Ömer b. Ahmed, el-Keşşâf ‘an Hakâiki Ğavamiz’t-Tenzîl ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl fî Vucûhi’t-Te’vîl, IV, Dâru’l-Kitâbi’l- ‘Arabî, Beyrût, 423. 61 et-Taberî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr, Câmi‘u’l-beyân ‘an te’vîli âyi’l-Kur’ân3 (thk. Ahmed Muhammed Şâkir), VI, Müessesetu’r-Risâle, t.y., 272. 62 Tekvîn, 6/2,4. 63 Tekvîn, 32/1,2. 64 Eyub, 5/1. 65 Mezmurlar, 78/25. 66 Eyub, 4/18. 67 İbn Meymûn, Eski Ahid metinlerinde geçen ilâhların Allah’ı, rablerin rabbi (Tesniye, 10/17), göklerin Allah’ı (Ezra, 7/23; Nehemya, 1/4-5) ifadelerindeki ilâh, rab ve gök kelimelerinin de “melek” mânasında kullanıldığını belirtmektedir. Çok defa melek yerine “adam” kelimesi de geçmektedir. Tekvîn’deki kıssada (32/24- 25) Ya‘kūb ile güreşen kişi Hoşea’da (12/5) “malakh” diye anılmaktadır. Diğer taraftan Eski Ahid’de Gabriel ve Mihael gibi melekler ismen zikredilmekte, Kerubim ve Serafim gibi kanatlı varlıklardan, melek gruplarından söz edilmektedir. (Bkz. Erbaş, Ali, “Melek”, DİA, XXIX, İstanbul, 2004, 38.) Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) Kur’ân’da “Şehadet” Kavramı ▪ 141 gerekir. Bunların başında Allah ve Melekler, ardından da Yâhûdi âhbârı (bilginleri) gelir. Buradan anlaşılıyor ki “ûlu’l-‘ilm”den kasıt Yahûdilerdir. “Ûlu’l-‘ilm” den kastın peygamberler olduğu görüşüne gelince, bu da bize iknâ edici olarak gelmememektedir. Çünkü Kur’ân’ın genel söz siyakına bakılınca peygamberler için ne “ûlu’l-‘ilm” ifâdesi ne de buna benzer bir ifade kullanıldığına rastlanmış, onlar için “nebiy, mursel, resul” gibi ifâdeler kullanıldığı görülmüştür. Yukarıdaki bilgiler ve yapılan bazı analizler ışığında Kur’ân’da şehâdetin özne olduğu durumlar tablolaştırılarak aşağıda gösterilmiştir: Öznesine Göre Şehâdet Kavramı 1-Semâvî Allah (c.c.)’ın Şehâdeti Varlıkların Şehâdeti Meleklerin Şehâdeti Hz. Îsâ’nın Şehâdeti Nebî ve Resullerin Hz. Mûsâ’nın Şehâdeti Şehâdeti Hz. Muhammed’in Şehâdeti Allah’ın Halis (Has) Kullarının Şehâdeti Toplumsal Modellerin Şehâdeti Adâlet Sahiplerinin 2-Yeryüzü Şehâdeti Varlıklarının Şehâdeti Namaz Kılan ve Âhirete İnananların Şehâdeti Hz. Îsâ’ya İnananların (Havârilerin) Şehâdeti Mü’minlerin Şehâdeti Şehitlerin Şehâdeti Uzuvların Şehâdeti Deri, Kulak ve Gözlerin Şehâdeti Dil, Ayak ve Ellerin Şehâdeti Müşrik, Münâfık, Münâfıkların Şehâdeti Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) 142 ▪ Hüseyin Halil Zâlim ve Ehlî Kitâbın Şehâdeti Müşrikler ve Müşriklerin Yardımcılarının Şehâdeti Ehl-i Kitabın Şehâdeti İsrâiloğulları’nın Şehâdeti Yâhûdi Bilginlerin Şehâdeti Zâlim Kimselerin Şehâdeti Hukuksal Borca ve Alışveriş iİşlermlerde Şehâdet İşemine Tanık Olanların Şehâdeti Zinâ İsnâdında Bulunanların Şehâdeti İnsanların Şehâdeti İnsanın Şehâdeti Züleyhâ’nın Yakınlarından Birinin Şehâdeti Toplu Şehâdet Sebe Kraliçesinin Danışmanlarının Şehâdeti Âdemoğullarının Zürriyetinin Şehâdeti B-Nesnesine Göre “Şehâdet” Kavramı 1-Allah’tan Başka İlah Olmadığına Şâhitlik: Kur’ân-ı Kerim’de üzerine şâhitlik yapılan en önemli şey, Allah’tan başka ilah olmadığıdır. Buna Allah Teâlâ’ın bizzat kendisi başta olmak üzere melekler ve ilim sâhipleri şâhitlik etmektedir.68 Allah’ı bildiği halde melekleri, putları ve başka bir takım varlıkları ilah edinen müşriklerin bu inancı Kur’ân-ı Kerim’de reddedilerek, onların tapınılacak varlıklar olmayıp Allah’ı birlediği beyân edilmiştir.69 68 Âl-i İmrân, 3/18. 69 et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân1, II, 232-233. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) Kur’ân’da “Şehadet” Kavramı ▪ 143 Araplar “Allah”ın yanında melek, put, hayvan, ağaç, gök cismi gibi başka tanrılar edinmeden önce Hz. İbrâhim’in getirdiği tevhid dini, diğer bir adıyla monotesit inanç, üzerine idiler. Zamanla inandıkları “Allah” a bir takım ilahlar (putlar, melekler vb.) ortak koşarak şirke (associationnisme) düştüler. İlah edindikleri bu putları ise Allah ile aralarında aracı olarak kabul ettiler.70 Allah’ı biliyorlar, fakat Allah’sız yaşıyorlar ve tapınmalarını Kur’ân’ın: Esnâm, evsân, evliyâ, tâğut, endâd, ensâb, şufe’â diye isimlendirdiği Allah’ın şeriklerine yönlendiriyorlardı. İslam öncesi Araplar öyle bir şirk, hurâfe ve bidât bataklığına sapmışlardı ki lisan, cömertlik ve hürriyet dışında neredeyse bozulmadık tarafları kalmamıştı. Hurma ve undan putlar diker, onlara süt ve yiyecek sunarlar ve bu sunulan eşyalara hiç el sürmezlerdi. Ama orada yaşayan hayvanlar için durum aynı değildi. Putların üzerlerine konulmuş yiyecekleri yer ve sonra da dönüp onlar üzerine pislerlerdi.71 İşte, ne faydası ne de zararı olan putlara karşı gösterilen bu ta’zim ve ibâdetleri gören akıl sâhipleri ile Allah’ın muazzam kudretiyle her an karşı karşıya olan melekler ondan başka ilâh olmadığına hem şehâdet hem de gayb âleminde şâhitlik etmiştir.72 2-Hz. Muhammed’in Risâletine Şâhitlik: Hz. Muhammed Allah tarafından, vahyi insanlara tebliğ edeci bir resul olarak seçildi. Kendisine inen Kurân-ı önce içerisinden gönderildiği topluma sonra da yakın bölgelere tebliğ ederek risâleti evrenselleştirdi. Fakat bir insanın böyle önemli bir göreve getirilmesini ve peygamber olarak gönderilmesini garip karşılayan müşrikler, onun risâletini gösteren açık deliller olmasına rağmen risâleti inkâr ettiler ve böyle bir vazîfenin melek gibi bir varlığa verilmesi gerektiğini iddia ettiler. Allah Teâlâ bu iddiaya karşılık olarak, yeryüzünde huzur içinde dolaşan melekler olsaydı elbette onlara peygamber olarak gökten bir melek indirirdik, diyerek Hz. Muhammed’in risâletine şâhitlik etmiştir.73 Allah’ın Teâlâ yanısıra ehl-i kitap da Hz. Muhammed’in risâletine şâhittir.74 Ehl-i kitap Tevrat’ta, Hz. Mûsâ’nın kendisinden sonra onun 70 Hamîdullah, Muhammed, İslâm peygamberi, trc. Mehmet Yazgan, Beyan yay., İstanbul 2011, 41. 71 Ulutürk, a.g.e., 24-25. 72 Ulutürk, a.g.e., 24-25. 73 el-İsrâ, 17/94-96. 74 Kâf, 50/37; el-Mâide, 5/83. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) 144 ▪ Hüseyin Halil gibi bir peygamberin geleceğini müjdelediğine75 ve Rabbin Faran dağından parladığına;76 İncil’de “Parakletos” ve “Göklerin Melekûtu” adında birisinin çıkacağına, şâhit olmaları nedeniyle, kendi çocukları gibi tanıyıp İncil ve Tevrat ‘ta yazılı olarak buldukları Hz. Muhammed’in risâletini tasdik etmeleri Kur’an tarafından istenmiştir.77 3-Kur’ân’a Şâhitlik: Allah Teâlâ, ehl-i kitap, müminler ve melekler Kur’ân’ın hak bir kitap olduğuna şâhittir.78 Bazı Yahûdi bilginler ve müşrikler Kur’ân’ın hak bir kitap olduğunu inkâr edip “Allah hiçbir kimseye bir şey indirmedi.” dedikleri zaman, Allah; Peygamber’ine indirdiği kitabı, bilgisi dâhilinde indirdiğine dair şâhitlik eder. Ve O’nun şâhitliği Kur’ân’ın hak bir kitap olduğunu ispatlamaya yeter. Peygaberimiz bir Yahûdi topluluğun yanına gidip onlara: “Vallahi ben biliyorum ki sizler, benim Allah’ın peygamberi olduğumu çok iyi biliyorsunuz.” dedi. Onlar da: “Biz onu bilmiyoruz.” deyince Allah teâla: “Fakat Allah ve melekleri indirdiğine şâhitlik eder…” âyetini indirerek gönderdiği kitap ve peygamberin hak olduğunu beyan etmiştir.79 4-Tevrat ve “Kitâb-ı Merkûm”a Şâhitlik: Kur’ân-ı Kerim; peygamberler ve Yahûdi bilginlerin80 Tevrat’a olan şâhitliklerinin81 yanısıra, mukarrebûn meleklerinin iyilerin kitabı olan Kitab-ı Merkûm’a şâhitliklerinden82 de haber verir. Peygamberler ve Yahûdi bilginler tarafından muhafzası yapılan, değiştirilmemesi için korunup gözlenen,83 onunla hükmedilen ve hak olduğuna şâhitlik edilen Tevrat, bazı Yahûdi gruplar tarafından Tevrat’a Sinagoglar’da okunarak eklenen kitapların haricinde kalan, içerisinde zinâ, adam öldürme gibi şeriat ve kanunlar barındıran Tevrat’tır. 75 Kitâb-ı Mukaddes Şirketi, Kutsal kitap (Tevrat, Zebur, İncil), Yeni yaşam yay., İstanbul 2013, Tesniye, 18/15-19. 76 Tesniye, 33/2. 77 el-En’âm, 6/20; Güner, Osman, Resûlullah’ın ehl-i kitapla münâsebetleri, Fecr yay., Ankara 1997, 142-154. 78 en-Nisâ, 4/166; el-Mâide, 5/83; Kâf, 50/37; en-Nisâ, 4/166. 79 et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân1, III, 175. 80 Hz. Mûsa gibi peygamberler ve Abdullâh b. Selam gibi Yahûdi bilginler. 81 el-Mâide, 5/44. 82 el-Mutaffifîn, 83/20-21. 83 ez-Zemahşerî, II, 242. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) Kur’ân’da “Şehadet” Kavramı ▪ 145 Mukarrebûn melekleri tarafından müşâhade edilen ve “İyilerin Kitabı” olarak bilinen “Kitâb-ı Merkûm”a geldiğimizde o; iyilerin amellerinin içerisinde yazılı olduğu ve cennetin en yüksek derecesinde bulunan amel kayıt defteridir. Arşa en yakın melekler tarafından gözetlenir ve korunur.84 “Nesnesine göre şehâdet” başlığı altında sayılanlara “Hz. İbrâhim ve Hûd’a Şâhitlik, Amellere Şâhitlik, Kâfir ve Münâfıklara Şâhitlik, Hz.İsâ’ya inen sofraya şâhitlik, İnsanlar ve ümmetlere şâhitlik, İnsanın Kendi Nankörlüğüne Olan Şahitliği”ni de ekleyebilir ve aşağıdaki tabloda olduğu gibi özetleyebiliriz: Nesnesine Göre Şehâdet Kavramı 1-Allah’tan Başka İlah 2-İnsanın Kendi Olmadığına Şahitlik Nankörlüğüne Olan Şahitliği 3-Hz. Muhammed’in 4-Kur’ân’a Şâhitlik Risâletine Olan Şahitlik 5-Tevrat ve Kitâb-ı 6-Kâfir ve Münâfıklara Merkûm’a Olan Şahitlik Şâhitlik 7-İnsanlar ve Ümmetlere 8-Amellere Şâhitlik Şahitlik 9-Hz. Îsâ’ya İnen Sofraya 10-Hz. İbrâhim ve Şâhitlik Hûd’a Şâhitlik C-Yüklemine Göre “Şehâdet” Kavramı 1-“Şehâdet”le Eş Anlamlı Olan Kelimeler Unutulmamalıdır ki her kelime, zamanla yeni anlamlar kazanır. Her kazandığı analam sayesinde de diğer kelimelerle birbirine bir adım daha yaklaşır ve her bir kelime ile müşterek bir mana meydana getirir. Böylece diğer kelimelerle arasında anlam ağları oluşur. Bu ağlar kimi kelimelerle zıt yöndeyken kimi kelimelerle eş yöndedir. İşte tam buradan yola çıkarak 84 es-Sâbûnî, Muhammed Alî, Safvetu’t-tefâsîr, III, Dâru’l-Kur’âni’l-Kerîm, Beyrût 1981, 533. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) 146 ▪ Hüseyin Halil “şehâdet” kelimesinin eş yönde anlam oluşturduğu müşterek kelimeleri inceleyeceğiz: a-Hazır olmak (شهد :(الحضور kökü حضر “Hazır oldu” manasındadır. Bedevîlik anlamına gelen بَْدو’in zıddıdır. َحضارة ve ِحضارة şehirlik (yerleşik hayat) analamına gelir. بَداوة kalıbında bu kelime bir yeri, bir insanı veya bir başka şeyi görmek için bir isim olarak kullanılmaktadır. Sabah namazı şâhit olunan namazdır.” Ayetindeki…“"...ان قرآن الفجر كان مشهودا" kelimesi hazır olma manasındadır. Yani gece ve gündüz melekleri مشهود sabah namazında hazır bulunurlar. َ َشِهد kelimesinin bir yerde hazır bulunma manasının yanı sıra şehirde bulunup seferi olmama anlamına da gelir. Ferra’ya göre "فمن َشِهدَ منكم الشهر فليصمه"“sizden kim o aya şâhit olursa oruç tutsun” ayeti "فمن َشِهدَ منكم المصر في الشهر"“sizden kim o ayda şehirde hazır bulunursa…” manasına gelir.85 b-İlim (شهد : (العلم kökünün geldiği manalardan birisi de ََعِلم “Bildi”dir. Klasik sözlüklerde bir şeyi gerçek manasıyla kavramak, öğrenmek, cehâletin aksi,86 gerçekle örtüşen kesin inanç, bir nesnenin şeklinin zihinde oluşması, nesneyi olduğu gibi bilmek, nesnedeki gizliliğin ortadan kalkması, tümel ve tikellerin kavranmasını sağlayan bir sıfat87 anlamlarına gelir. “Ş-h-d” kavramının manalarından birisi bir şeyin hakîkatini kat’î olarak bilmek olması dolayısıyla ilim ile bir anlam benzerliğine sahip olmaktadır. Munzirî, Ahmed b. Yahya’ya "َشِهدَ هللا انه َل اله اَل هللا" ayetinin manasını sormuş. O da " َشِهدَ هللا" ifadesinin geçtiği her yer "َعِلَم هللا" manasına gelir, diye cevap vermiştir.88 İlmi her şeyi kuşatan için şehit denirken hakkında ilim sahibi olduğu şeyi açıklayana da bu manada şâhit denir. Ebû Bekr ibnu’l Enbârî diyor ki : “ Müezzinin "اَشِهدَ ان َل اله اَل هللا"“Ben şâhitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur.” İfadesi "م ان َل اله هللا و ابين ان َل اله اَل هللا َ "اَشِهدَ ان manasındadır. Yine "اَعِل "اَعِلَم Ben şâhitlik ederim ki Hz. Muhammed Allah’ın elçisidir.” İfadesi“محمدا رسول هللا" manasındadır.89 ان محمدا رسول هللا" c-Kavl (شهد“ :(القول” kökünün geldiği manalardan birisi de “قال (dedi)” dir. Tıpkı Allah Teâlâ’ın şu sözünde olduğu gibi: َشِهدَ هللا انه َل اله اَل هللا “Allah’tan başka ilah olmadığına Allah şâhitlik eder.”90 "َشِهدَ dedi” manasına gelir. Bunula ilgili olarak İbnu’l-A’râbî“ قال kökü "َشِه دَ Allah’tan başka ilah olmadığına Allah şâhitlik eder.” ayetinin“هللا انه َل اله اَل هللا" manasının قال هللا“Allah dedi” şeklinde olduğunu söylemiştir.91 85 el-Ezherî, a.g.e., VI, 77; İbn Manzûr, a.g.e., III, 239. 86 İbn Manzûr, a.g.e., XII, 417. 87 Kutluer, İlhan, “İlim”, DİA, XXII, İstanbul, 2000, 109. 88 el-Ezherî, a.g.e., VI, 72-73. 89 İbn Manzûr, a.g.e., III, 239. 90 Âl-i İmrân, 3/18. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) Kur’ân’da “Şehadet” Kavramı ▪ 147 Diğer bir açıdan “Ş-h-d” ve “K-v-l” kökleri “Bir konuda hükmetmek” manasında birbiriyle paralellik arzeder. “Ş-h-d” kökünün mastarı olan “Şehâdet”in fıkıhta, bir şey bilip sonra o bildiğini haklıyı ortaya çıkarmak için söylemek, aleyhte veya lehte hüküm vermek anlamına geldiği bilinir. Meselâ: bir kadına yapılan zinâ isnâdında dört erkeğin şâhitlik yapması,92 yani kadının zinâ ettiği konusunda hüküm de bulunması gerekir. “K-v-l”nin mastarı “Kavl” de şu âyette hüküm anlamına gelmektedir: لقد حق القول علي أكثرهم “And olsun ki, onların çoğu hakkında azap hükmü gerçekleşmiştir.”93 d-Yazmak (شهد :(الكتاب-الكتْب kök ünün eş anlamlılarından birisi “كتب”dir. كتب ve قال kelimeleri َ َشِهد nin lâzimî manalardır94 ََعِلم ise ََشِه د ’nin asıl manasıdır. “K-t-b” kökünün temel anlamı ise bir deriyi başka bir deriyle birleştirmektir. Bu nedenle Arap dililnde َكتبت السقاء “kovayı diktim”, َ كتبت البَْغلة “katırı bağladım” şeklinde deyimler vardır. Bu kökün en bilinen manası ise, harfleri birbirine eklemek suretiyle yazmaktır. Bu kelime bazen, telâffuz yönünden birbirine girmiş şeyler için de kullanılabilmektedir. Buna göre de asıl olan, yazı ile düzenlemektir. Fakat bunların her biri istiâre yoluyla’كتابة diğerinin yerine kullanılabilmektedir. Onun için Allah’ın kelâmı “Kitap” adını alabilmektedir. Kur’ân bağlamında “Ş-h-d” köküne bakıldığında “Kesin karar vermek, hükmetmek, takdir etmek, ön görmek vb.” manalarında “K-t-b” köküyle benzerlik (eş anlamlılık) barındırdığı görülmektedir. Meselâ: َشِهدَ هللا انه َل اله اَل" َشِه دَ Allah’tan başka ilah olmadığına Allah şâhitlik eder.”95 Âyetinde geçen“هللا" kelimesi “takdir etmek”96 manasına geldiği gibi, قل لو كنتم في بيوتكم لبرز الذين كتب Eğer evlerinizde kalmış osaydınız bile, öldürülmeleri takdir edilmiş“ عليهم القتل olanlar, öldürülecekleri yerlere kendileri giderlerdi.”97 âyetinde geçen كتب kelimesi de aynı manaya gelmektedir. Dolayısıyla iki kelime; takdir etmek, hükmetmek, ön görmek vb. manalarda eş anlamlı olmaktadır. 2-“Şehâdet”le Zıt Anlamlı Olan Kelimeler a-Gayb (غاب :( غيب fiilinin mastarı olup غابت الشم س و غي رها şeklinde güneş ve başka bir şeyin gözden kaybolması ile ilgili olarak kullanılır. Meselâ: غاب عني Falan şey gözümden kayboldu.” denir. Dip ve görülmeyen yer anlamında“ كذا ise غيابة kelimesi kullanılır. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle 91 el-Ezherî, a.g.e., VI, 72-73; İbn Manzûr, a.g.e., III, 239. 92 en-Nûr, 24/4; en-Nisâ, 4/15. 93 Yâsîn, 36/7. 94 el-Ezherî, a.g.e., VI, 72-73; Âsım Efendi, a.g.e., I, 1180. 95 Âl-i İmrân, 3/18. 96 en-Nesefî, a.g.e., II, 423. 97 Âl-i İmrân, 3/154. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) 148 ▪ Hüseyin Halil buyurmaktadı: ب ِّ İçlerinden bir sözcü şöyle“ قَاَل قَآئٌِل مْن هْم َلَ تَْقت ل واْ ي و سَف َوأَْلق وه فِي َغيَابَِة اْل ج dedi: “Yusuf'u öldürmeyin. Bir şey yapacaksanız onu, kuyunun dibine atın.”9899 Bu kavram duyularla algılanamayan ve insan bilgisinin kapsamına girmeyen her şey için kullanılır. Örneğin yüce Allah buyurur ki: وما من غائبة في Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki apaçık bir“ السماِء واَأرض إَل في كتاب مبين kitapta olmasın.”100 Diğer bir âyette حافُظاٌت للغْيب بما حفظ هللا “Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri (kocaları yokken) korurlar”101 buyrulmaktadır. Yâni, kocalarının hoşlanmadığı şeyi onların yokluğunda yapmazlar. Gayb kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de şu mânaları ihtivâ etmektedir: Geçmişteki yaşanan hâdiseler,102 gizliden gizliye yapılan şeyler,103 bir hâdisenin arka yüzü,104 Kur’ân,105 Cenâb-ı Allah, melekler, kıyamet, kaza ve kader,106 başkalarının göremediği davranışlar,107 görünmeyen ve bilinmeyen her şey.108 Kur’ân-ı Kerim’de “Gayb” kelimesinin zıddı olarak “Şehâdet” kullanılır. İnsanın duyu organlarının dışında kalan herşey gayb iken, duyu organları ile elde edebildiği her şey şehâdet olmaktadır. Bu mânada Kur’ân’da geçen Allah, âhiret, melek, cin v.s. kavramlar gayb alanına girerken; âlem ve içerisindeki her türlü olay ve olgu şehâdet kavramına dâhil olmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’e göre gayb ve şehâdete dâhil olan her türlü varlık ve eylem Allah’ın bilgisi içerisinde yer alırken, sadece şehâdete dahil olanlar insanın bilgisine konu olmaktadır. Şu âyette buyrulduğu gibi: و هلل غي ب السماوات قل آل يعَِلَم من في Göklere ve yere ilişkin bilinmezlerin bilgisi Allah’a âittir.”109“ و اَأرض De ki: Göklerde ve yerde, Allah’tan başka kimse gaybı“ السماوات و اَلرِض الغيب اَل هللا bilemez.”110, هو عالم الغيب والشهادة هو الرحمن الرحيم “O görüneni ve görünmeyeni bilen, rahmân ve râhim olandır.”111 98 Bardakoğlu, a.g.md., 139-151. 99 er-Râğıb, el-Müfredât fî ğarîbi’l-Kur’ân2, 767-768. 100 en- Neml, 27/75. 101 en-Nisâ, 4/34. 102 Âl-i İmrân, 4/118. 103 et-Tevbe, 9/78. 104 Yûsuf, 12/81. 105 Mukâtil, el-Vucûh ve’n-nezâir, thk. Hâtim Sâlih Zâmın, I, Matbaatu cum’atu’l- mâcid li’sekâfe ve’t-turâsî, Dubâi 2006, 93; ayrıca bkz. Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, thk. Abdullâh Mahmûd Şehâte, Müessüsesetü’t-târîhi’l-Arabî, Beyrût, 2002. 106 el-Bakara, 2/3; et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân1, I, 242. 107 et-Tevbe, 9/94 . 108 el-A’raf, 7/187. 109 en-Nahl, 16/77. 110 en-Neml, 27/65. 111 el-Haşr, 22. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) Kur’ân’da “Şehadet” Kavramı ▪ 149 Kur’ân, “gayb” bilgisinin yalnızca Allah’a ait olduğunda ısrar eder; fakat, genelde tüm bilgiler, daha doğru bir deyişle, ilmin bütününün Allah’a ait olduğundan ve her şeyin O’nun bildirmesiyle veya bilme gücü vermesiyle bilindiğinden, gayb mutlaka insan bilgisinin dışında bir şey midir? Bu önemli konu üzerinde Kur’ân âyetleri açık olduğu halde çok söz söylenmiştir. b-Ketm (َكتْم): Sözlükte bir şeyi gizlemek, saklamak manasında olup Araplar arasında “ َكتَمت ه ” “Falan şeyi gizledim”şeklinde kullanılmaktadır. Kur’ân’da şehâdet ile birlikte kulllanıldığı âyetler vardır. Bu âyetlerde “şehâdetin gizlenmesi” mevzu bahistir. Onlardan birisi şöyledir: و مْن أظلم م من Yanında Allah’tan gelen bir belgeyi gizleyenden daha zalim kim“ كتم شهادةً عنده من هللا olabilir”112 Kur’ân-ı Kerim’de on iki sûrede, yirmi bir âyette geçmekte olan “K-t-m” kökü; hakkın,113 şehâdetin,114 Îmânın, küfrün, şüphenin,115 Hz. Âdem’in daha fazîletli olduğunun gizlenmesi, İblis’in kibrini saklaması116 gibi manalarda kullanılmaktadır. “Ketm” ve “Şehâdet” kavramlarının zıt anlamalarda aynı bağlamda geçtiği bazı âyetler söz konusudur. Mesela: “Hz. İbrâhim, İsmâil, İshâk, Yâkub ve soyunun Yâhûdi veya Hristiyan olduklarının iddia edilerek (muvahhit ve müslim) olduklarının ehli kitap tarafından gizlenmesi”117 ve borca şâhitlik yapanların bu şâhitliği gizlemesi”118 ketm ve şehâdetin birlikte bulunduğu âyetlerdendir. c-Setr (َستْر): “Setr” sözlükte, “bir şeyi örtmek, gizlemek, perdelemek, engel olmak” gibi mânalara gelir. Aynı kökten “sitr” gizlenmeye yarayan engel, perde vb. şeyler için ve mecazen “çekinme, korku, hayâ” anlamında kullanılır. Yine bu kökten türeyen “seter”, “kalkan”; “istitâr”, “gizlemek” mânasındadır;119 “setîr” ve “mestur” mecazen “iffetli” demektir. Araplar arasında “Birinin ayıplarının ortaya çıkması” mânasında, “Allah onun örtüsünü yırttı” deyimi kullanılır ve bu kişilere “mehtûkü’s-sitr” (hayâ perdesi yırtılmış) denir. Yine “hetkü setri’l-haşmet” tabiri “vakar ve saygınlık örtüsünün yırtılması” demektir. “S-t-r” kökü, Kur’ân-ı Kerim’de üç âyette تستترون، ِستًْرا ve َمْستوًرا formlarında kullanılmıştır. “Sitr” formunun geçtiği âyet şu şekildedir: َحت ى إِذَا بَلََغ َمْطِلَع ال شْمِس 112 el-Bakara, 2/140. 113 el-Bakara, 2/42. 114 el-Bakara, 2/283. 115 el-Mâide, 5/99. 116 el-Bakara, 2/33; et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân1, I, 533. 117 el-Bakara, 2/140. 118 el-Bakara, 2/283. 119 er-Râğıb, el-Müfredât fî ğarîbi’l-Kur’ân2, 480. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) 150 ▪ Hüseyin Halil ِّ من د ونَِها ِستًْرا Zülkarneyen gide gide, güneşin doğduğu“ َوَجدََها تَْطل ع َعلَى قَْوٍم ل ْم نَْجعَل ل هم yere vardığında, güneşe karşı sığınacak bir örtü vermediğimiz bir halk üzerine güneşi doğuyor buldu.”120 Bu âyette geçen “Sitr” insanın kendisini zararlı şeylerden koruduğu siper, kale, bina, dağ, ağaç vb. manaya gelmektedir.121 َوإِذَا قََرأَْت اْلق رآَن َجعَْلنَا بَْينََك َوبَْيَن :formu Kur’ân’da şu şekilde geçmektedir َمْستوًرا ِ باآلِخَرةِ ِحَجابًا مْست وًرا Sen Kur’ân okuduğun zaman, seninle âhirete“ ال ِذيَن َلَ ي ْؤِمن وَن inanmayanlar arasına görünmez bir perde çekeriz.”122 Bu âyette geçen “mestur” iki şey arasında giren ve birbirlerini görmesine engel olan perde, örtü anlamında kullanılmıştır. Gizli, saklı ve örtülü şeyleri ifâde eden “S-t-r” kökü ile görünür, açık ve âşikar olanı ifâde eden “Ş-h-d” kökünün birlikte geçmiş oldukları âyet bakacak olursak: ََوَما كنت ْم تَْستَت ِروَن أَْن يَْشَهدَ َعلَْي كْم َسْمع كْم َوََل أَْبَصا ر كْم َوََل جل ود ك ْم َولَِكن َظنَنت ْم أ َن ّللا ِّم ما تَْعَمل ونَ Sem'inizin, basarlarınızın (görme azalarınızın) ve“ ََل يَْعل َم َكثِيًرا bedenlerinizin aleyhinize şâhitlik yapmasını (ummuyor ve) bundan sakınmıyordunuz. Çünkü siz yaptıklarınızın çoğunu Allâh'ın bilmediğini zannediyordunuz!”123 Bu âyette geçen “Testetirûn” fiili gizlenmek, örtünmek, sakınmak, saklanmak vb. manalara gelmektedir.124 d-Gaflet (َل :(غفلة َ kelimesi sözlükte, ezber غفلة kökünden türeyen َغف kabiliyetinin azlığı ve dikkatin zayıflığından meydana gelen sehv/yanılma, dikkatsizlik ve oyuna gelmek olarak tanımlanır. “G-f-l” kökü Kur’ân-ı Kerim’de yirmi altı âyette otuz beş kere geçmekte olup değişik versiyonlarda/türevlerde kullanılmıştır. Pek çok mânayı içeren bu kök, Kur’ân’da başlıca şu anlamlara gelmektedir: Terketmek/bırakmak ve dalgın olmak,125 duyarsız kılmak,126 bilmemek, haberi olmamak,127 gelecek azaptan uyarılmamış olmak,128 hiçbir şeyden habersiz olan muhsan(namuslu) kadınlar129 vb. Âl-i İmrân 3/98’de geçen و هللا شهيد علي ما تعملون âyeti ile bu âyetin zeyli hükmündeki ardından gelen âyetin sonunda geçen و ما هللا بغافل عما تعملون âyeti arasında önemli bir bağlantı vardır. Bu anlamsal bağlantı genelde iki âyet 120 el-Kehf, 18/90. 121 et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân1, XV, 381. 122 el-İsrâ, 17/45. 123 Fussilet, 41/22. 124 el-Beydâvî, el-Kâdî Nâsırüddîn Ebû Sa'îd Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş- Şirâzî, Envâru't Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl, thk. Muhammed Subhi, III, Dâru’r-reşîd, Beyrût 2000, 225. 125 en-Nîsa, 4/102. 126 el-Kehf, 18/28. 127 el-Bakara, 2/74. 128 el-En’âm, 7/131. 129 en-Nûr, 24/23. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) Kur’ân’da “Şehadet” Kavramı ▪ 151 arasında olmakla birlikte özelde “şehit” ile “gâfil olmama” kelimeleri arasındadır. "غفل" kelimesi ezberde az tutmak, az dikkatten dolayı meydana gelen sehiv ve yanılma manasındadır. Meselâ: "فهو غافل O yanılandır." denir.130 Sözlüklere bakıldığında “gâfil” kelimesi “zâkir” kelimsinin karşıtı olarak kullanılmaktadır.131 Yani unutan, yanılan, dikkat etmeyen, gereken önemi vermeyen, bilinçli olarak iş yapmayan analmına gelmktedir. Oysa “zâkir” bunun tam ters anlamıdadır. Dolayısıyla “gâfil olmama”, “zâkir” ve “şehit” kelimeleri birbirleri ile anlam birliği ve bütünlüğüne sahip kelimlerdir. “Şehit” kelimesinde “zâkir” kelimesinde olduğu gibi bir uyanıklık, gâfil olmama, bir şeyi hıfzetme, ve şuur hali mevcuttur. Buna binâen “şehit” kelimesinin bir şeyi hisleriyle vakıf olup, şuurlu bir şekilde bilen manasına geldiğini söyleyebiliriz. Şeh’adet: Çelişkiyi ve şüpheyi ortadan kaldıracak şer'i kanuna uygun bir vasıffır.132 Şahid ise, Bir olayın vukuuna orada bulunarak tanık olan133ve şâhid olduğunu ikrar ederek açığa vuran kimsedir.134 Gaflet ise bunun tam tersidir. Gâfil, bir şeye yeterli ölçüde dikkat ve özen göstermediği için unutan, dikkatsiz olduğu için hâdiseye tüm duyularıyla şâhit olup onun aslına vakıf olamayan, dünya veya âhiret hayatı için gerekli olan şeylerin önemini kavrayamayan kimsedir. Bu yüzden kolayca yanılır, aldanır ve oyuna gelir. Böyle bir kimsenin vereceği bilgilere de hukukta şüpheli olarak karşılanır. Öte yandan şehâdetin zıt anlamlarına “Âhiret, Küfr ve Kizb”i de dâhil edebiliriz, fakat konunun uzamamsı için bunları detaylandırmıyruz. Fakat daha veciz olması için şehâdetin eş ve zıt anlamlarını bir tablo halinde aşağıda sunmuş bulunmaktayız: Yüklemine Göre Şehâdet Kavramı Şehâdetin Eş Anlamlı Şehâdetin Zıt Kullanımları Anlamlı Dolaylı Eş Doğrudan Kullanımları Anlamlı Olanlar Eş Anlamlı Olanlar 130 er-Râğıb, el-Müfredât fî ğarîbi’l-Kur’ân2, 758. 131 el-Ezherî, a.g.e., VIII, 136-137. .el-Bustâni, a.g.e, 486 ”هي مقابلة الوصف المالئم بقوانين الشرع لتحقق سالمته من المناقضة و المعارضت“ 132 .(er-Râğıb el-İsfehâni, I, 352) الح ضو ر مع ال مَشاهد 133 134 el-Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Ferh (v. 671/1273), el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, I-XXIV, thk. Abdullâh b. Abdulmuhsin et-Turkî, müessesetü’r-risâle, Beyrût 2006, 66. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) 152 ▪ Hüseyin Halil 1-Ceza 1- Hazır 1-Gayb ( غاب - غيب) (الحضور) olmak (الجزاء-العقاب) 2-Tasdik 2- İlim (2 (العلم- Ketm (َكتََم ـ َكتْم) (اإلقرار-التصديق) 3-Ölmek 3- Söylemek 3- Setr (َستَر - َستْر) (القول) (الموت) 4- 4- Yazmak 4- Gaflet (غفَلَ - غفلة) Korumak (الكتاب-الكتْب) (الحفظ) 5- 5- Yemin 5-Kizb (الكذب) Gözetmek (الرقوب) etmek (اليمين - الِحْلف) 6- 6-Haber 5-Âhiret (اآلخرة) Hazırlamak, vermek (اإلخبار) Yanında bulunmak (العتاد) 7-Rasat 7- Beyân 6- Küfr (الكفر) etmek (الرصد) etmek (البيان -التبيين) 8-Vâkıf 8- İzhâr olmak (الوقوف) etmek (اَلظهار) 9-Hakkın 9- ortaya çıkması Hükmetmek (القضاء) (الحق و الحقيقة) 10-İhsâ 10-Yakîn sahibi olmak (اإلحصي) (اليقين) 11- 11-İdrâk Kaydetmek (القيد) etmek (اإلدراك) Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) Kur’ân’da “Şehadet” Kavramı ▪ 153 SONUÇ Vahyin mesajlarını aktarmakta önemli bir yer işgal eden kavramlardan birisi de “şehâdet” kelimesidir. Bu kavram Kur’ân’da meleklerin sabah namazında hazır bulunmaları, yaşadıkları devirde halkın içerisinde bulunarak onların amellerine tanıklık eden kimseler, bir devir içerisinde bulunup yaşamak; mübârek hac mekanlarında hazır bulunmak; Allah'ın, mahlûkâtın havâss-ı hamsesi ile ihâta edemeyecekleri şeyleri ihâta etmesi, bir şeyin doğruluğunu ispatlamak, tasdik etmek, Allah'ın kapalıyı bildiği gibi açıktan yapılan ameli de bilmesi; görülen, duyulan ve idrâkimize hitap eden her şey, savaşta ölen ve ölüme hazır olan kimse, vasiyyet sırasında hazır bulunma, bir şeye yemin etmek…gibi pek çok manaya gelir. Hem hakka hem bâtıla yapılabilen şâhitlik (el-En’âm, 6/19; el-Münâfıkûn, 63/1)) Kur’ân’da pek çok varlığa nispet edilmiş, yeri geldiğinde onların şahitliğine başvurulmuş, yeri geldiğinde Allah’ın ve meleklerinin şâhitliğiyle ya da sadece Allah’ın şâhitliği ile yetinilmiştir. Nihâî olarak mevcudat içerisindeki her şeyin; başta en büyük şâhitliğin âit olduğu varlık Allah olmak üzere el, kol, yüz, göz, kulak, insan (müşrik-mümin), melek…gibi varlıkların; vakıadaki olaylara tanık oldukları gerçeği Kur’ân-ın nassı ile sabittir. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; Kur’ân’da şehâdet denilince yukarıdaki manalar ile bu manaların öznesi konumundaki varlıkların herhangi bir olay karşısındaki tanıklıkları akla gelir. Sonradan islâm fetih hareketlerinin artmasıyla birlikte “şehâdet” kelimesi Kur’ân’ın ona yüklediği manadan sıyrılarak “Allah yolunda ölmek” şeklinde telakki edildiyse, ya da “mahkemede şâhitlik yapmak” gibi fıkıh ilmine has bir manaya dönüştürüldüyse, buradan anlamamız gereken şey zamanın dönüştürücü ve değiştirici özelliği Kur’ân’ın kavramları üzerinde de geçerli olduğudur. Gün ve gün Kur’ân’ın kavramları, şehâdet kavramında olduğu gibi, zamanın aşındırıcılığına uğramadan eski anlamıyla sabitleştirlmelidir. Kaynaklar el-Abdülbâkî, Muhammed Fuâd (v. 1388/1968), el-Mu‘cemü’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Kâhire: Dâru’l-hadîs 1996. Âsım Efendî, Ebû’l-Kemâl Ahmed (v. 1235/1819), el-Ukyânûsu’l-basît fî Tercemeti’l-Kâmûsi’l-Muhît, I-IV, İstanbul: Âsitâne, tsz. Atar, Fahrettin, "Şehid", DİA, XXXVIII, İstanbul 2010, 428-431. el-Beydâvî, el-Kâdî Nâsırüddîn Ebû Sa'îd Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şirâzî (v. 685/1286), Envâru't Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl (thk. Muhammed Subhi), Beyrût: Dâru’r-reşîd 2000. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) 154 ▪ Hüseyin Halil el-Bikâî, Burhânudîin Ebû'l-Hasen İbrâhîm b. Ömer (v. 885/1480), Nazmü'd- Dürer fî Tenâsübi'l-Âyi ve's-Süver, Kâhire: Dâru'l-Kitabi'l-İslâmî, tsz. el-Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmâ‘îl b. İbrâhîm el-Cu’fî (v. 256/ 870), el-Câmi’u’s-Sahîh (thk. Muhammed Nizâr Temîm - Heysem Nizâr Temîm), Beyrût: Dâru'l- erkâm b. ebî'l-erkâm, tsz. el-Bustâni, Butrus, Muhîtu’l-Muhît (thk. Dâiretu’l-Me’âcim), Beyrut: Mektebetu Lübnan 1987. el-Cevherî, Ebû Nasr İsmâ’îl b. Hammâd, (v. 393/1003) es-Sıhâh Tâcü’l-lüğa ve Sıhâhu’l- ‘Arabiyye, 4.b (thk. Ahmed Abdülğafûr Attâr), Beyrût: Dâru’l- ‘ilmi li’l-melâyîn 1990. Esed, Muhammed, Kur’ân Mesajı (trc. Câhit Koytak-Ahmed Ertürk), İstanbul: İşâret yayınları 2002. el-Ezherî, Ebû Mansûr Muhammed b. Ahmed (v. 370/980), Tehzîbu’l-Luğa, (thk. Muhammed Abdulmunim Hafâcî – Muhammed Fercu’l-Ukde), I- XV, Kâhire: Dâru’l-Mısriyye li’t-te’lîf ve’t-terceme 1964. el-Fîrûzabâdî, Ebû’t-Tâhir Mecdüddîn Muhammed b. Ya’kûb b. Muhammed (v. 817/1415), el-Kâmûsu’l-Muhît (thk. Mektebu’t-tahkîki’t- turâsi fî müesseseti’r-risâle), Beyrût: Müessesetü’r Risâle 2005. Gürkan, Salime Leyla, “Şehid”, DİA, XXXVIII, İstanbul 2010, 431-433. Hamîdullah, Muhammed, İslâm Peygamberi (trc. Mehmet Yazgan), İstanbul: Beyan yay. 2011. İbn Fâris, Ebû’l-Hüseyn Ahmed (v. 395/1005), Makâyîsu’l-Lüğa (thk. Abdusselam Muhammed Hârun), Daru’l-Fikr 1979. İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîm, (thk. Sâmi b. Muhammed es-Selâme), Riyad: Dâru’t-tayyibe 1999. İbn Mâce, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî (v. 273/ 887), es- Sünen (thk. Muhammed Nâsuriddîn el-Bânî), Riyad: Mektebetu'l-meârîf, tsz. İbn Manzûr, Ebu’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem b. Alî b. Ahmed el-Ensârî er-Rüveyfi’î el-İfrîkî el-Mısrî (v. 711/1311), Lisânu’l-‘Arab (thk. Ahmed Fâris), Beyrut: Dâru sâdır 1882. Kılıç, Zekî, Şehâdet Sözcüğünün Semantik Açıdan İncelenmesi, (Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2001. el-Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Ferh (v. 671/1273), el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, (thk. Abdullâh b. Abdulmuhsin et- Turkî), I-XXIV, Beyrût: Müessesetü’r-risâle 2006. el-Mâturîdî, Te’vilâtu’l-Kur’ân, Beyrût: Dâu’l-kutubi’l-ilmiyye 2005. Mukâtil b. Süleyman, Ebû’l-Hasen el-Belhî (v. 150/ 768), Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, (thk. Abdullâh Mahmûd Şehâte), Beyrût: Müessüsesetü’t- târîhi’l-Arabî 2002. …………, el-Vucûh ve’n-Nezâir (thk. Hâtim Sâlih Zâmın), Dubâi: Matbaatu cum’atu’l-mâcid li’sekâfe ve’t-turâsî 2006. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2) Kur’ân’da “Şehadet” Kavramı ▪ 155 Müslim, Ebû’l-Hüseyn b. Haccâc el-Kuşeyrî en-Nisâbûrî (v. 261/871), Sahihu Müslim, Beyrût: el-Mektebetu’l-islâmî 1987. en-Nesefî, Ebû’l-Berekât Hâfizüddîn Abdullâh b. Ahmed b. Mahmûd (v. 710/ 1310), Medârikü’t-Tenzîl ve Hakâiki’t-Te’vîl (thk., Yûsuf Alî Bedîvî), I- III, Beyrût: Dâru’l-kelimi’t-tayyibi 1998. er-Râğıb, Hüseyn b. Muhammed el-İsfehânî (v. 502/1108), el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân1 (thk. ed-Dirâsât ve’l-buhûs merkezi), Mektebetu nezâru mustafâ el-bâz, t.y. …………, el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân2 (trc. Abdulbaki Güneş- Mehmet Yolcu), İstanbul: Çıra yay. 2012. er-Râzî, Ebû Abdillâh Fahruddîn Mahmûd b. Ömer b. Hüseyn et-Taberistânî (v. 606/1210), Mefâtihu’l-Ğayb, Beyrût: Dâru ihyâi’t-turâsî, t.y. es-Suyûtî, Celâlüddîn Abdurrahman b. Ebî Bekr es-Suyûtî (v. 911/1504), ed- Dürru’l-Mensûr fî Tefsîri’l-Me’sûr (thk. Abdullâh b. Abdulmuhsin et- Türkî), Kâhire 2003. et-Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre (v. 279/ 892), el-Câmi‘u’s-Sahîh, Riyâd: Beytu'l-efkâri'd-düveliyye, t.y. ez-Zebîdî, Muhammed Murtazâ Hüseynî (v. 893/1487), Tâcu’l-‘Arûs min Cevâhirî Kâmûs, (thk. Doktor Abdulazîz), 2.b., I-XXXX, Kuveyt: Matbaatu hukumeti’l-Kuveyt, 1994. ez-Zemahşerî, Ebû’l-Kâsım Cârullah Mahmûd b. Ömer b. Ahmed (v. 538/1143), Esâsu’l-Belâğa, Beyrût: Dâru’l-kütubi’l-ilmiyye 1998. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/2)