T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI KUR’ÂN-I KERİM OKUMA VE KIRÂAT İLMİ BİLİM DALI MÜ’MİNÛN VE NÛR SÛRELERİNDEKİ KIRÂAT FARKLILIKLARI VE MANAYA ETKİSİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Lachın GULIYEV BURSA 2020 T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI KUR’ÂN-I KERİM OKUMA VE KIRÂAT İLMİ BİLİM DALI MÜ’MİNÛN VE NÛR SÛRELERİNDEKİ KIRÂAT FARKLILIKLARI VE MANAYA ETK İSİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Lachın GULIYEV Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Mehmet EFE BURSA 2020 ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Lachın GULIYEV Üniversite : Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Temel İslam Bilimleri Bilim Dalı : Kur’ân-ı Kerim Okuma ve Kırâat İlmi Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : xii+113 Mezuniyet Tarihi : …. / …. / 2020 Tez Danışmanı : Dr. Öğr. Üyesi Mehmet EFE “Mü’minûn ve Nûr Sûrelerindeki Kırâat Farklılıkları ve Manaya Etkisi” Bu çalışmamızda mütevâtir ve meşhûr imamların kırâatleri olmak üzere on kırâat dediğimiz “kırâat-ı aşere” esas alınmış olup “Mü’minûn ve Nûr sûrelerindeki kırâat farklılıkları ve manaya etkisi” üzerinde durulmuştur. Çalışmamız bir giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında araştırmanın konusu ve önemi, araştırmanın metodu, çalışmada izlenen yöntem ve başvurulan eserler hakkında bilgi verilmiştir. Birinci bölümde Kırâat ilminin tanımı, tarihi gelişimi, kırâat imamları, kırâat çeşitleri ve bazı kırâat ıstılahları, kırâat ilminin gayesi ve faydası gibi mevzular ele alınarak kırâat ilmi ile ilgili genel bilgilerden bahsedilmiştir. İkinci bölümde Mü’minûn sûresindeki kırâat farklılıkları hakkında bilgi verilmiştir. Burada önce sûre ile ilgili genel bilgilere yer verilmiştir. Sonra sûredeki kırâat farklılıkları hem usûl, hem de ferşü’l-hurûf açısından ele alınarak manaya etki eden ve etmeyen kırâat farklılıkları üzerinde durulmuştur. Üçüncü bölümde ise Nûr sûresindeki kırâat farklılıkları ele alınmıştır. Burada yine önce sûre ile ilgili genel bilgiler verilmiştir. İkinci bölümden farklı olarak bu bölümde usûlle ilgili kaidelere yer verilmemiştir. Sadece manaya etki eden ve etmeyen kırâat farklılıkları esas alınmıştır. Anahtar Kelimeler: Kur’an, Kırâat, Mü’minûn, Nûr, Farklılık, Mana. iii ABSTRACT Name and Surname: Lachın GULIYEV University: Bursa Uludağ University Institute: Institute of Social Sciences Department: Basic Islamic Sciences Field of Science: Recitation of the Holy Quran and Science of the Quran Recitation Nature of the Thesis: Master Number of Pages: xii +113 Date of graduation: …. /…. / 2020 Thesis Advisor: Assistant Prof. Mehmet EFE “Differences of Recitation and Reading in the two Surahs, al-Mu’minun and an-Nur and Their Effect on Meaning” This study, which includes an introduction part and three other chapters, aims to investigate the recitation and reading differences in the two surah, Al Mu’minun, and An-Nur in the Holy Quran based on ‘kırâat-ı aşere’, ten different types of Quran recitation and reading by widely (mutevatir) or well-known (meşhur) leading Quran reciters and readers. In Introduction part was presented some information on the topic and the importance of the study, the method and the technique used in the study and the sources referred. In the first part of the study, some general information was given on such topics as the definition of the science of the Quran Recitation and reading, its historical development, leading Quran reciters, that is, the Imams of Quran recitation and reading, the types of recitation or reading and some recitation or reading-related terms, the aim and the benefits of the science of Quran recitation and reading. The second section focuses first on some general information on the surah, Al Mu’minun and then on the information about the recitation and reading differences in the surah concerned. In the second part, the recitation and reading differences in the Surah and their effect on meaning were studied in terms of both the procedure and the “ferşu'l-huruf”, a pronunciation of the letters. In the third part was first presented some general information on the surah and then studied the recitation and reading differences in the surah An-Nur. Unlike the second, the third part includes the rules concerned with the procedure based on only the recitation and reading differences which affect or do not affect the meaning. Keywords: Quran, Recitation, Mu'minun, Nur, Difference, Meaning. iv ÖNSÖZ Kırâat ilmi Kur’ân-ı Kerim’in eda/okunma keyfiyetini kendisine konu alan bir ilimdir. Genel olarak bu konuyu esas alsa da, Kur’an’ın anlaşılması, mana boyutu ve tefsiri ile de bizzat ilgili olmaktadır. Böylece Kur’an kelimelerinin farklı okunuşları ve bu okunuşların ayetler üzerinde ne tarz bir değişikliğe sebep olduğu ilk başta kırâat ilmi sayesinde bilinmektedir. Kırâat farklılıklarının mana ve tefsir üzerinde etkileri bir takım kırâat ve tefsir kitaplarında anlatılmaktadır. Bu kitaplar arasında sadece kırâat farklılıklarının manaya etkisi açısından Kur’ân-ı Kerim’i baştan sona kadar detaylı bir şekilde açıklayan özel bir eser bulunmamaktadır. Ayrıca Prof. Dr. İsmail Karaçam ve Prof. Dr. Abdurrahman Çetin’in konuyla ilgili yapmış oldukları çalışmalarda özellikle hukuki bakımdan ayetler üzerinde etki eden kırâat farklılıklarının ele alındığı görünmektedir. Yine son zamanlarda konuyla ilgili olarak yapılmış bazı çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışmalar bazı kitaplar, ilmi çalışmalar ve tezler kapsamındadır. Biz de söz konusu bu düşünce üzerine Mü’minûn ve Nûr sûrelerini kırâat yönünden inceleyerek kırâat farklılıklarının mana üzerinde nasıl bir etki ettiğini anlatmaya çalıştık. Çalışmamızda kırâat-ı aşere esas alınmış olup şâz kırâatlere yer verilmemiştir. Bu çalışmamızın Kur’ân-ı Kerim’in tamamı üzerinde kırâat farklılıkları ve anlam ilişkisi ile ilgili çalışmaların bir parçası olacağını ümit etmekteyiz. Çalışmamız giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında araştırmanın konusu ve önemi, araştırmanın metodu ile ilgili bilgiler verilmiştir. Giriş kısmında araştırmanın metodu hakkında bilgi verilirken bölümlerin içeriği hakkında detaylı bilgiler verildiğinden dolayı burada aynı şeyleri -tekrardan kaçınmak adına- yazmadık. Birinci bölümde kırâat ilmi ile ilgili genel bilgiler, ikinci bölümde Mü’minûn sûresindeki kıraat farklılıklarının mana üzerindeki etkisi, üçüncü bölümde ise Nûr sûresindeki kıraat farklılıklarının mana üzerindeki etkisi anlatılmıştır. Ayrıca şunu da belirtmek gerekirse Mü’minûn sûresinde manaya etki eden kırâat sayısı 14, manaya etki etmeyen kırâat sayısı ise 9 ayette, v Nûr sûresinde ise manaya etki eden kırâat sayısı 13, manaya etki etmeyen kırâat sayısı ise 11 ayette tesbit edilmiştir. Bu çalışmamızda ilmî ve akademik ölçülere bağlı kalmaya gayret ettik. Tabii ki hata ve eksiklerimiz olabilir. Düzeltme ve yardımcı olma maksadına yönelik yapılacak tüm eleştirilere de şimdiden teşekkür ederiz. Ayrıca başından itibaren bu tezi hazırlamada bize her türlü yardım ve desteğini esirgemeyen, tez danışmanım sayın Dr. Öğr. Üyesi Mehmet EFE hocama şükranlarımı ifade etmek isterim. Ayrıca tez jürisinde bulunup çeşitli katkılarda bulunan Prof. Dr. Remzi KAYA ve Doç. Dr. Mehmet Çiçek hocalarıma da çok teşekkür ederim. Bu vesileyle derslerinden istifade ettiğim tüm hocalarıma ve bizim için dua eden arkadaşlarıma ve aileme çok teşekkür ederim. Lachın GULIYEV BURSA-2020 vi İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI ............................................................................................ YÜKSEK LİSANS İNTİHAL YAZILIM PROGRAMI ..................................... i YEMİN METNİ ..................................................................................................... ii ÖZET .................................................................................................................. iiiii ABSTRACT ......................................................................................................... iiv ÖNSÖZ ................................................................................................................... v İÇİNDEKİLER .................................................................................................... vii KISALTMALAR .................................................................................................. xi GİRİŞ ...................................................................................................................... 1 I. ARAŞTIRMANIN KONUSU VE ÖNEMİ.................................................. 1 II. ARAŞTIRMANIN METODU ..................................................................... 2 BİRİNCİ BÖLÜM KIRÂAT İLMİ HAKKINDA GENEL BİLGİLER I. KIRÂAT İLMİNİN TANIMI ....................................................................... 5 II. KIRÂATLERİN OLUŞMASININ TARİHİ ................................................ 6 III. KIRÂAT İMAMLARI .................................................................................. 8 IV. GÜNÜMÜZDE OKUNAN KIRÂATLER ................................................... 9 V. KIRÂAT ÇEŞİTLERİ ................................................................................ 10 A. MÜTEVÂTİR KIRÂATLER ................................................................. 10 B. MEŞHUR KIRÂATLER ........................................................................ 11 C. ÂHAD KIRÂATLER ............................................................................. 11 D. MÜDREC KIRÂATLER ........................................................................ 11 E. MEVZÛ KIRÂATLER ........................................................................... 11 VI. KIRÂATLE İLGİLİ BAZI KAVRAMLAR ........................................... 13 A. KÂRÎ ....................................................................................................... 13 B. KURR ................................................................................................... 14 C. RÂVÎ ....................................................................................................... 14 D. TARÎK .................................................................................................... 14 E. VECİH .................................................................................................... 15 F. USÛL ...................................................................................................... 15 vii G. FERŞ’ÜL-HURÛF ................................................................................. 15 VII. KIRÂAT İLMİNİN GAYESİ ve FAYDASI .......................................... 16 İKİNCİ BÖLÜM MÜ’MİNÛN SÛRESİ VE SÛREDEKİ KIRÂAT FARKLILIKLARI I. MÜ’MİNÛN SÛRESİ HAKKINDA GENEL BİLGİLER ............................ 17 A. ADI VE NÜZÛLÜ .................................................................................... 17 1. Adı..........................................................................................................17 2. Nüzûlü .................................................................................................... 17 B. AYET SAYISI ve İÇERİĞİ ...................................................................... 19 C. FAZİLETİ .................................................................................................. 21 D. KONUSU .................................................................................................. 22 II. MÜ’MUNÛN SÛRESİNDEKİ KIRÂAT FARKLILIKLARI ..................... 25 A. USÛL İLE İLGİLİ KIRÂAT FARKLILIKLARI ..................................... 25 1. Medd-i Munfasıl ve Medd-i Muttasıl ..................................................... 25 a. Merâtib-i Erbaâ ............................................................................... 26 b. Mertebeteyn ..................................................................................... 26 2. Medd-i Bedel .......................................................................................... 27 3. Sıla ...................................................................................................... 27 4. İbdâl ...................................................................................................... 28 5. İdğâm ...................................................................................................... 29 6. Nakil ...................................................................................................... 30 7. Terkîk ...................................................................................................... 31 8. Tağlîz ...................................................................................................... 32 9. Taklîl ...................................................................................................... 32 10. İmâle ..................................................................................................... 33 11. Teshîl .................................................................................................... 34 12. Revm ..................................................................................................... 34 13. İşmâm ................................................................................................... 35 B. MANAYA ETKİ EDEN KIRÂAT FARKLILIKLARI ............................ 36 ْ م .1 اه ات َنا اِلََما Kelimesi. (8. Ayet) ..................................................................... 36 ْ م .2 اته Kelimesi. (9. Ayet) ..................................................................... 37 َصلََوا viii اعَظاًما .3 ve َْاعَظام Kelimeleri. (14. Ayet) ..................................................... 38 ا ل َْء .4 Kelimeleri.( 20. Ayet)......................................................... 39 ت َنبُتُْ ve َس ينَا ْ م .5 Kelimesi. (21. Ayet) ..................................................................... 40 ن ُسٖقيُك ًِْل .6 Kelimesi. (29. Ayet) ...................................................................... 41 ُم نَز Kelimeleri (44. Ayet)….....…...…………………………. 42 تَت ًرا ve ُرُسلَنَا .7 َّنْ .8 ا Kelimesi. (50. Ayet) ..................................................................... 43 َو Kelimesi. (67. Ayet) ................................................................ 45 ت َهُجُرون . 9 ُْج .10 Kelimeleri. (72. Ayet)........................................................ 46 َخ رًجاْفََخَرا اْلِل .11 ٰ ا Kelimesi. (87. Ayet) ........................................................................ 47 ْام .12 ال Kelimesi. (92. Ayet) ..................................................................... 49 َعا ْ م .13 Kelimesi. (111. Ayet) .................................................................... 49 اَنَُّه َْن .14 Kelimesi. (115. Ayet) ........................................................... 50 َِلْت ُرَجعُو C. MANAYA ETKİ ETMEYEN KIRÂAT FARKLILIKLARI ................... 51 Kelimesi. (23. Ayet) ....................................................................... 51 َغ يُرْهُ .1 ْ ل .2 Kelimesi. (27. Ayet) ......................................................................... 51 ُك ْ م .3 امتُّ Kelimesi. (35. Ayet) ......................................................................... 52 َْت .4 Kelimesi. (36. Ayet) ..................................................................... 53 َه يَها Kelimesi. (50. Ayet) ........................................................................ 54 َر بَوْ ة .5 َْن .6 ََي حَسبُو Kelimesi. (55. Ayet).................................................................... 54 ا ََّكُرونَْ .7 Kelimesi. (85. Ayet) ..................................................................... 55 تَذ اش قَوتُنَا .8 Kelimesi. (106. Ayet) ..................................................................... 56 اريًّا .9 اس خ Kelimesi. (110. Ayet) .................................................................... 56 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM NÛR SÛRESİ VE SÛREDEKİ KIRÂAT FARKLILIKLARI I. NÛR SÛRESİ HAKKINDA GENEL BİLGİLER ......................................... 58 A. ADI VE NÜZÛLÜ .................................................................................. 58 1. Adı........................................................................................................58 2. Nüzûlü ................................................................................................. 58 B. AYET SAYISI VE İÇERİĞİ .................................................................. 65 C. FAZİLETİ ............................................................................................... 66 D. KONUSU ................................................................................................ 66 ix II. NÛR SÛRESİNDEKİ KIRÂAT FARKLILIKLARI ................................. 71 A. MANAYA ETKİ EDEN KIRAAT FARKLILIKLARI ......................... 71 َناَها .1 Kelimesi. (1. Ayet) ................................................................... 71 فََر ض ُْع .2 Kelimesi. (6. Ayet) ......................................................................... 72 ا َرْبَ اك بَرهُْ .3 Kelimeleri. (11. Ayet) ................................................................... 73 َّْن .4 اه ْار ,ُجيُوبا َّْن ,َغ ي اه اَت َْه ve ٖزين َُّي Kelimeleri. (31. Ayet) .................................... 74 ا ْ ت .5 َنا Kelimesi. (34.Ayet) .................................................................. 76 ُمبَيا ْ ى .6 ا ُر َقدُْ ve د Kelimeleri. (35. Ayet) ...................................................... 77 يُو ُْح .7 Kelimesi. (36. Ayet) ................................................................... 80 يَُسبا Kelimeleri. (40. Ayet) ...................................................... 81 َسَحاٌبُْظلَُماتٌْ .8 َّْل .9 Kelimeleri. (45. Ayet) .............................................................. 82 َخلَقَْ ُك َْم .10 اليَ حُك Kelimesi. (48. Ayet) .................................................................... 83 ْ م ve َكَما ا ست َخلَفَْ .11 ََّنُه اد ل َُب Kelimeleri. (55. Ayet) ....................................... 84 َولَي Kelimesi. (58. Ayet) ..................................................................... 85 ثَٰلثُْ .12 Kelimesi. (64. Ayet) ................................................................ 86 ي ُرَجعُونَْ .13 B. MANAYA ETKİ ETMEYEN KIRÂAT FARKLILIKLARI ................. 87 ََْة .1 امائ ve ٌْة َف kelimeleri. (2. Ayet)............................................................. 87 َر ا ْات .2 Kelimesi. (4. Ayet) ................................................................. 88 ا لُم حَصنَا ْاّللٰا .3 ََّنْل َعنََتْ Kelimesi. (7. Ayet) ................................................................ 88 ا ّْللٰاا .4 ََّنَْغَضَبْ امَسةَْ ve ا Kelimeleri. (9. Ayet) .......................................... 88 َوا لَخا ْهُ .5 َن ََّق و اذ تَل Kelimesi. (15. Ayet) ................................................................... 90 ْات .6 Kelimesi. (21. Ayet) ................................................................... 91 ُخُطَوا ْاَل .7 Kelimesi. (22. Ayet) ....................................................................... 92 يَا ت ْدُ .8 Kelimesi. (24. Ayet) ..................................................................... 94 ت َشَه Kelimesi. (27.Ayet) ....................................................................... 94 بُيُوتًا .9 ال فُْ .10 ُْل ,يَُؤ ا ز ُْب ve َويُنَ َيذ َه Kelimeleri. (43. Ayet) ........................................... 96 ْاه .11 َّ ق Kelimesi. (52. Ayet) ................................................................... 96 َويَت SONUÇ .................................................................................................................. 99 KAYNAKÇA ...................................................................................................... 103 x KISALTMALAR a.g.e. Adı geçen eser a.g.m. Adı geçen makale b. Bin, İbn b., Baskı bkz. Bakınız c. Cilt çev. Çeviren DİA Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi DİB Diyânet İşleri Başkanlığı h. Hicrî Hz. Hazreti İFAV Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı md. Madde ra. Radıyallâhu anh s. Sayfa sav Sallallâhu aleyhi ve sellem SBE Sosyal Bilimler Enstitüsü ss. Sayfa arası t.y. Tarih yok TDV Türkiye Diyanet Vakfı thk. Tahkik eden v. Vefat tarihi vb. Ve benzeri y.y. Yayın yeri yok xi GİRİŞ I. ARAŞTIRMANIN KONUSU VE ÖNEMİ İnsanlığın varoluşundan bu yana Allah Teâlâ insanlarla muhatap olmuş ve nasıl bir hayat tarzı yaşamaları gerektiğini gönderdiği ilahi mesajlarla bildirmiştir. Gönderilen vahyin insanlar tarafından anlaşılması için de onlara kendi içlerinden bir peygamber göndermiştir. İlahi mesajların en sonuncusu ve mükemmeli olan Kur’ân-ı Kerim de kıyamete kadar insanları aydınlatmakta ve onlara nasıl yaşamaları gerektiğini anlatmıştır. Hz. Peygamber’in yaşamış olduğu toplum arap bir toplum idi ve o dönem arapları da çeşitli lehçelerde konuşmakta idiler. Dolayısıyla gelen vahyin onların anlayacağı dilde olması ve imlasının lehçe farklılıklarını ihtiva etmesi, Kur’an’nın çeşitli lehçelerle okunabilmesini mümkün kılmıştır. Bu gerçeği Hz. Peygamber’in; “Bu Kur’an yedi harf üzerine indirilmiştir, ondan kolayınıza geleni okuyun”1 hadisinde görmekteyiz. Bu lehçe farklılıkları zamanla kırâatler dediğimiz okunuş tarzlarının oluşmasına sebep olmuştur. Her ne kadar bu farklı kırâatlerin varoluşu kolaylık sağlasa da zaman zaman ayetlerin farklı şekillerde anlaşılmasına da sebep olmuştur. Çünkü kırâatin konusu bizzat Kur’an kelimeleridir. Kırâat, Kur’an ayetlerinin anlaşılması için bu kelimelerin nasıl okunmuş olduğunu ve hangi manalara geldiğini bizlere anlatan bir ilim haline gelmiştir. Bu husus dikkate alınarak tarih boyu kırâat farklılıklarının ayetler üzerinde nasıl bir etkisi olduğu araştırılmış ve bu konuyla ilgili bazı çalışmalar yapılmıştır. Biz de Kur’an’ın anlaşılmasını hedeflediğimiz bu çalışmamız sonucunda Kur’an’ın daha doğru anlaşılmasını sağlayan önemli faktörlerden birinin de kırâatler olduğunu göstermeye çalıştık. Bu anlamda yapılan çalışmalara bir katkımız olması amacı ile biz de böyle bir konu üzerinde çalışma yapmaya karar verdik. Bu çalışmamızın ismi “Mü’minûn ve Nûr Sûrelerindeki kırâat farklılıkları ve manaya etkisi”dir. Dolayısıyla önce kırâat ilmi ile ilgili genel bilgiler, daha sonra ise 1 Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl b. İbrâhîm el-Buhârî, el-Câmiʿu’s-Sahîh, İstanbul, 1315, “Fezâilü’l- Kur’ân”, 5; Ebü’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc el-Küşeyrî, el-Câmiʿu’s-Sahîh, Riyad: Dâru’s-Selâm, 1999, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 271. 1 Mü’minûn ve Nûr Sûreleri ile ilgili genel bilgiler ve ardından da sûreler içerisinde yer alan kırâat farklılıkları çalışmamızın esas konularını teşkil edecektir. Kırâat ilmi ile ilgili olarak bahsedeceğimiz konular; kırâat ilminin tanımı, tarihi gelişimi, kırâat imamları, kırâat çeşitleri ve bazı kırâat ıstılahları olmaktadır. Sûrelerle ilgili konular ise sûrelerin isimleri, sebeb-i nüzûlleri, içeriği, fazileti ve muhtevaları olmaktadır. Yine sûrelerin içerisinde yer alan kırâat farklılıkları ve mana üzerinde etkisi de araştırmamızın esas konusu olmaktadır. Şüphesiz Kur’an’ın anlaşılması ve yorumlanması için kırâat ilminin önemi çok büyüktür. Kur’an kelimelerinin anlaşılması onların nasıl okunduğu ile de ilgilidir. Buradaki okunuş tarzlarını da bize kırâat ilmi bildirmektedir. İşte bu yönü ile Kur’an’ın kırâatler bakımından nasıl anlaşılması üzerine çeşitli çalışmalar yapılmış ve halen de yapılmaktadır. Yapılmış çalışmalar sayesinde Kur’an’ın tamamının kırâat ihtilafları ile birlikte nasıl anlaşılacağı önem arzetmektedir. Biz de yapmış olduğumuz çalışmamız ile konuya katkımız olması için Mü’minûn ve Nûr Sûreleri üzerinde böyle bir araştırma yapmaya ihtiyaç duyduk. Çalışmamızın ileride Kur’an’ın tamamının kırâat ihtilaflarına göre nasıl anlaşılması gerektiği hususunda yapılan çalışmalara bir destek olacağını ümit ediyoruz. Özellikle bu sûreleri seçmemizin sebebi ise ülkemizde yapılmış olan çalışmalar içerisinde bu sûrelerdeki ayetlerin hepsinin incelenmemesi veya bu sûrelerin yapılmış olan çalışmalar içerisinde yer almamasıdır. II. ARAŞTIRMANIN METODU Araştırmamız esas olarak giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde araştırmamızın bizzat konusunu teşkil eden kırâat ilmi ile ilgili genel bilgiler verilmiştir. Konunun daha iyi anlaşılması için bu ön bilgilerin verilmesi uygun görülmüştür. Bu konuları anlatırken “Ulûmu’l-Kur’ân” ve bazı klasik usûl kitapları esas alınmıştır. İkinci bölümde Mü’minûn Sûresindeki kırâat farklılıkları hakkında bilgi verilmiştir. Burada önce sûre ile ilgili genel bilgilere ele alınmıştır. Sûredeki kırâat farklılıkları hem usûl, hem de ferşü’l-hurûf açısından ele alınmıştır. Usûl kaideleri ile ilgili bilgiler verilirken esasen kırâatle ilgi usûl kitaplarından istifade edilmiştir. Her bir usûl kaidesi izah edildikten sonra sûre içerisinden konunun daha da güzel 2 anlaşılabilmesi için örnekler verilmiştir. Buradaki usûl farklılıkları genel olduğundan dolayı konuya sadece Mü’minûn Sûresinde yer verilmiştir. Daha sonra ise ferşü’l- hurûf’la ilgili olup manaya etki eden ve etmeyen kırâat farklılıkları ayrı ayrı başlıklar altında izah edilmiştir. Ayetlerle ilgili kırâat ihtilafına geçmeden önce konunun daha iyi anlaşılması için ayetin arapça metni ve türkçe manasına yer verilmiştir. Bazı yerlerde ise ayetin genel muhtevası hakkında izahlar yapılmıştır. Araştırmamızda mütevâtir ve meşhur imamların kırâatleri olmak üzere on kırâat dediğimiz “kırâat-ı aşere” esas alınmış olup bunun dışındaki rivayetlere yer verilmemiştir. Çalışmamızda öncelikle ayetlerdeki kırâat açısından iftilaflı olan kelimeler tespit edilerek ilgili kaynaklardan bu ihtilaflar hakkında bilgi verilmiş ve kelimelerin hangi imamlar tarafından ne şekilde okunduğu izah edilmiştir. Kırâat ihtilafları araştırılırken esasen klasik kırâat kitapları esas alınmıştır. Bunlar içerisinde; İbn Mücâhid’in (v. 324/936) Kitabüs-Seb’a’sı, İbn Hâleveyh’in (v. 370/980) el-Hüccetü fi’l-Kırââti’s- Seb’i, İbn Ğalbûn’un (v. 399/1009) Kitâbu’t-Tezkira’sı, Dânî’nin (v. 444/1053) Câmiü’l-Beyân ve Teysîr’i, İbnü’l-Cezerî’nin (v. 833/1429) en-Neşr’i, Dimyâtî’nin (v. 1117/1705) İthâf’ı, Pâlûvi’nin (v. 1192/1778) Zübdetü’l-İrfân’ı ve Rûmî’nin (v. 1275/1856) Ümdetü’l-Hallân’ı yer almaktadır. Kırâat farklılıkları olan kelimeler hakkında yapılmış olan sarf ve nahiv yorumları ve i’rablar da bu araştırmanın içerisinde yer almaktadır. Bunu yaparken Ferrâ’nın (v. 207/822) ve Zeccâc’ın (v. 311/923) Meâni’l-Kur’an’ları ve Zemahşerîْ(v. 538/1143) gibi müfessirlerin eserlerine, kelimelerin farklı şekillerde yorumlanması ve kırâat ihtilafları ile ilgili bilgiler için ise tefsir kitaplarından başta Râzîْ(v. 606/1209) ve Kurtubî (v. 671/1272) olmak üzere Taberîْْ(v. 310/923), Beydâvî (v. 685/1286) ve Nesefî (v. 710/1310) gibi diğer müfessirlerin eserlerine de yer verilmiştir. Şunu da belirtmek gerekirse, esasen tefsir kitaplarındaki verilmiş olan bilgiler birbirine yakınlık arz etmektedir. Kaynak gösterirken kitapların hepsini göstermeye ihtiyaç olmaksızın ilk müfessirler ve konuyla ilgili önemli gördüğümüz tefsirlere baş vurulmuştur. Buna göre çalışmada klasik, modern bazı tefsirler ve kırâatle ilgili kitaplar esas alınarak kelimeler hakkındaki yorumların ayetin anlamına nasıl etki ettiği üzerinde araştırma yapılmıştır. Daha sonra yapılmış olan yorumlar sonucunda ayetlerin kırâat 3 farklılıklarına göre manaları verilmiştir. Bu manalar verildikten sonra gerekli yerlerde bir değerlendirme yapılmıştır. Diğer taraftan çalışmamızda bazı yerlerde manaya etki eden ve etmeyen kelimeler aynı ayet içerisinde gelmişse o zaman her iki kelime de manaya etki eden başlığı altında izah edilmiştir. Üçüncü bölümde Nûr Sûresindeki kırâat farklılıkları ele alınmıştır. Burada yine önce sûre ile ilgili genel bilgiler verilmiştir. İkinci bölümden farklı olarak bu bölümde usûlle ilgili kaidelere yer verilmemiştir. Sadece manaya etki eden ve etmeyen kırâat farklılıkları esas alınmıştır. Bunu yaparken ise ikinci bölümde uygulanan metot izlenmiştir. 4 BİRİNCİ BÖLÜM KIRÂAT İLMİ HAKKINDA GENEL BİLGİLER I. KIRÂAT İLMİNİN TANIMI Kırâat lügatte “okumak, tilavet etmek ve telaffuz etmek”2 anlamında mastar; “sesli veya sessiz, nağmeli veya nağmesiz okuma, tilavet etme” anlamında bir isimdir. Bu kelime Kur’ân-ı Kerim’de “Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun”3 anlamındaki ayette bu manada kullanılmıştır. Bir terim olarak ise kırâat için çeşitli tarifler yapılmıştır: Örneğin kırâat ilmi; “Herhangi bir kelime üzerinde med, kasr, hareke, sükûn, nokta ve i’râb bakımından meydana gelen değişiklik” şeklinde tarif edilmiştir. Yine başka bir tarife göre; “Kırâat imamlarının her birinin kendilerine has bir üslupla belirli rivâyet ve tarîkleri kullanarak diğer imamlardan farklı bir şekilde Kur’an’ı tilavet etmeleri”ne, kırâat denilmiştir.4 İbnü’l-Cezerî’nin konuyla ilgili; “Kur’an kelimelerinin nasıl okunacağını ve rivayetlerine nisbet etmek suretiyle bu kelimeler üzerindeki farklı okuyuşları konu edinen bir ilimdir”5 şeklindeki tarifi daha kapsamlıdır. Bunun yanı sıra; “Kırâat imamlarının tercih ettiği okuyuşlar”a da kırâat denilmiştir.6 Kur’an Hz. Peygamber’e beyan ve icaz için vahyolunan kelamdır. Kırâat ise bu kelamdan değiştirilmesi mümkün olan med, kasr, tahfîf, imâle, idğâm, izhâr, ibdâl ve noktalama gibi eda ve telaffuz vecihleri olup aynıyla Kur’an gibi sahih ve mütevâtir bir senedle Hz. Peygamber’den nakledilmiştir.7 Kur’an’ın nazil olduğu dönemde Araplar çeşitli kabile ve kollara ayrılmış olup farklı lehçelerde konuşuyorlardı. Dolayısıyla Hz. Peygamber’e nazil olan Kur’an onlar tarafından çeşitli lehçelerde okunuyordu. Bu lehçelerin yedisi fasih, yani çok açık idi. En fasih olanı ise Kureyş lehçesi idi. Ne zaman ki, müslümanlara çeşitli lehçelerde okuyabileceklerine dair izin verildi o andan 2 Ebü'l-Fazl Cemâleddin Muhammed b. Mükerrem b. Ali el-Ensârî İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, “k-r-e” md, 1.b., Beyrut: Dâru Sâdir, 1410/1990, V, 3563. 3 Müzzemmil, 73/20. 4 Muhammed Abdülazîm ez-Zerkânî, Menâhilü’l-ʿİrfân fî ʿUlûmi’l-Ḳurʾân, Kahire: Dâru’t-Tevfikiyye li’t-Türâs, 2011, I, 412. 5Ebü’l-Hayr Şemsuddîn Muhammed b. Muhammed İbnü’l-Cezerî, Müncidü’l-Muḳriʾîn ve Mürşidü’ṭ- Tâlibîn, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1999, s. 3; Abdülhamit Birışık, “Kıraat”, DİA, Ankara, 2002, XXV, 426. 6 Mekkî b. Ebî Tâlib Hammûş el-Kaysî, el-İbâne an-Meâni’l-Kırâât, Kahire: Dâru Nahda, t.y., s. 71. 7 Bkz: Mekkî, el-İbâne, s. 78; Zerkânî, a.g.e, I, 412. 5 itibaren sahabiler arasında ihtilaflar başladı.8 İş böyle olunca Hz. Peygamber Kur’an’ın yedi harf üzere nazil olduğunu -Hz. Ömer’den rivayet edilen şu hadisi-şerifle- haber vermişti. Hz. Ömer olayı böyle anlatıyor: “Bir defasında Hişam bin Hâkim namazda Furkân sûresini farklı lehçede okudu. Namazı keserek mudahele etmek istedim. Fakat sabrederek namazın bitmesini bekledim. Namaz biter-bitmez onun yakasından tutarak dedim: Sana bu kırâati kim öğretti? Hişam bu kırâati Hz. Peygamber’den böyle öğrendiğini söyledi. Ben de onu Allah Resulü’nün yanına götürdüm. Peygamberimiz (sav) Hişam’ı dinledikten sonra: ْانزلْالقرانْعليْسبعةْاحرف,ْفاقرؤواْماْتيسرْمنه “Şu Kur’an yedi harf üzere nazil olmuştur. Ondan size kolay gelenini okuyun” buyurdu.9 Kırâat ilminin nasıl oluştuğunu ve kırâat ihtilaflarının hangi kurallara dayandığını doğru anlayabilmemiz için Hz. Ebû Bekir döneminde cem edilerek “Mushaf” haline getirilmiş olan Kur’an ayetlerinin Hz. Osman döneminde çoğaltılarak istinsah edilmesi ve çeşitli bölgelere gönderilmesi esnasında dikkat edilen hususları gözden geçirmek gerekir. II. KIRÂATLERİN OLUŞMASININ TARİHİ Sahabeler Hz. Peygamber’den Kur’an kırâatini farklı şekillerde öğrenmişlerdi. Öyle ki onlar Allah Resulü’nün (sav) her yıl Cebrail ile karşılıklı olarak Kur’an’ı nasıl ve hangi şekillerde okuduklarını tayin ederek ayetlerin farklı şekillerde okunuşlarını öğrenmişlerdi. Onlardan bir kısmı “bir harf” yani bir lehçe, diğer bir kısmı başka bir lehçe üzerine okuyorlardı. Daha sonra aynı Sahabeler çeşitli bölgelere giderek oranın halkına Hz. Peygamber’den duydukları şekli ile Kur’an’ı öğretirlerdi. Tabiî ki bu yeni öğrenen insanlar içerisinde Kur’an’ın “yedi harf” yani yedi lehçede okunabildiğinden haberi olmayan insanlar da vardı. İşte bununla ilgili olarak Hz. Peygamber yukarıda geçen hadisi şerifi söylemiştir. Bu husus Hz. Osman döneminde gerçekleşen Azerbaycan seferinde Suriye’li ve Irak’lı askerlerin kendi kırâatlerinin doğruluğu üzere birbiriyle ciddi bir şekilde 8 Ahmet Cevdet Paşa, Ali Muhammed ed-Debbâ, çev. Ali Osman Yüksel, Kur’an Tarihi ve Kur’an Okumanın Edepleri, İstanbul: Bayrak Yayıncılık, 1989, s. 40. 9 Buhârî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 5; Müslim, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 271; Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre et- Tirmizî, thk. Beşşâr Avvâd Ma‘rûf, el-Câmiʿu’s-Sahîh, Beyrut : Dâru’l-Ğarb el-İslâmî, 1998, “Kırâat”, 9. 6 munakaşa yapmalarına sebep olmuştur.10 Ordu komutanı olan Hüzeyfe b. Yemân seferden döndüğünde konuyu Hz. Osman’a söylemiş ve bundan dolayı Hz. Ebû Bekir döneminde cem edilerek “Mushaf” haline getirilmiş olan Kur’an nüshası Hz. Hafsa’dan alınarak Zeyd b. Sâbit’in önderliğindeki bir heyete verilerek çoğaltılmasına ve Müslümanların yaşadığı bazı bölgelere gönderilmesine karar verilmiştir. Halife’nin emri üzere, çalışmalarını sıkı bir takiple yürüten bir heyet tarafından onlara teslim edilen Kur’an nüshası çoğaltılmıştır. Aynı zamanda bazı itibarlı kişileri çağırarak çoğaltılan Kur’an nüshalarında ihtilafa düşüleceği zaman Kureyş lehçesinin esas alınacağı kararı alınmıştır. Kırâat farklılıkları dikkate alınarak nüshalar üzerine herhangi bir nokta ve hareke konmamıştır.11 Rivayetlere esasen beş veya yedi adet çoğaltılan nüshalar Mekke, Şam, Küfe, Yemen ve Bahreyn’e gönderilmiştır. “İmam Mushaf” ismi verilen esas nüsha Medine’de kalmıştır. Yapılan nüshaların hattına ve tertibine uymayan diger nüshaların yakılmasına karar verilmiştir.12 Hz. Osman adı geçen bu şehirlere sadece Kur’an nüshalarını göndermekle yetinmemiş, onların kırâat şekillerini insanlara öğretmek maksadı ile Zeyd b. Sâbit’i Medine’de tutarak, Abdullah b. Saîd’i Mekke’ye, Muğîre b. Şihâb’ı Şam’a, Ebû Abdurrahman es-Sülemî’yi Küfe’ye ve Amr b. Kays’ı Basra’ya göndermiştir. Kur’an öğretmeye giden bu şahıslar ve çeşitli sebeplerle başka yerlere göç etmiş “kurrâ sahabiler” ister Medine’de ister diğer bölgelerde yaşayan insanlara Kur’an’ı Hz. Peygamber’den öğrendikleri şekilde okutmuşlar. Bununla birlikde Tâbiun nesli de bu işi sahabilerden öğrendikleri gibi devam etmişler. Böylece çeşitli bölgelerde ashabın öğretimi sayesinde çok sayıda hâfız ve kurrâ yetişmiş, kendi memleketlerinin sayılı Kur’an öğretmenleri haline gelmişler. Hatta bazıları kırâat konusunda özel bir konuma sahip olmuşlar. Böylece kırâatte önemli yerlere gelmiş olan bu kişiler kırâat imamları olarak tanınmışlardır.13 10 Cevdet Paşa, ed-Debbâ, a.g.e., s. 40. 11 Birışık, a.g.m., XXV, 427. 12İsmail Karaçam, Kur’ân-ı Kerîm’in Faziletleri ve Okunma Kâideleri, İstanbul: İFAV (Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları), 2002, s. 56. 13 Karaçam, Kur’ân-ı Kerîm’in Nüzûlü ve Kırâati, İstanbul: İFAV (Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları), 1995, s.183. 7 III. KIRÂAT İMAMLARI Kırâatlerin oluşmasının esas sebebi yedi harf ruhsatının varlığı olmuştur. İster “kırâat ’ı-seb’a” denilen yedi kırâat ister “kırâat ’ı-aşere” denilen on kırâat isterse de diger kırâatler olsun hepsi yedi harften seçilerek oluşmuştur. Bunlardan yedisi mütevâtir, üç tanesi meşhurdur. Böylece “kırâat ’ı-aşere” dediğimiz on kırâat imamı ve râvîlerinin isimleri aşağıdaki gibidir. Mütevâtir kırâatlerin imamları şunlardır: 1. Nâfî ibn Abdurrahman el-Leysî (169/785). Medine kırâat imamı olmuştur. En meşhur râvîleri Kâlûn (220/835) ve Verş (197/812) olmuştur. 2. Ebû Ma’bed Abdullah ibn Kesîr (120/738). Mekke kırâat imamı olmuştur. En meşhur râvîleri Bezzî (250/864) ve Kunbül (291/904) olmuştur. 3. Ebû Amr ibn Âla el-Basrî (154/771). Basra kırâat imamı olmuştur. En meşhur râvîleri Dûrî (284/862) ve Sûsî (261/874) olmuştur. 4. Abdullah ibn Âmir el-Yahsubî (118/736). Şam kırâat imamı olmuştur. En meşhur râvîleri Hişâm (245/859) ve İbn Zekvân (242/857) olmuştur. 5. Âsım ibn Behdele (127/745). Küfe kırâat imamı olmuştur. En meşhur râvîleri Şu’be (193/809) ve Hafs (180/796) olmuştur. 6. Hamza ibn Habîb (156/773). Küfe kırâat imamı olmuştur. En meşhur râvîleri Hallâd (220/835) ve Halef (229/844) olmuştur. 7. Ali ibn Hamza el-Kisâî (189/805). Küfe kırâat imamı olmuştur. En meşhur râvîleri Ebü’l-Hâris (240/854) ve Dûrî14 (284/862) olmutur. Meşhur kıratlerin imamları şunlardır: 1. Ebû Ca’fer (130/748). Medine kırâat imamı olmuştur. En meşhur râvîleri İbn Cemmâz (170/786) ve İbn Verdân (160/776) olmuştur. 14 Burada Dûrî’nin Ebû Amr ve Kisâî’den rivayet ettiği görünmektedir. Fakat Dûrî’nin doğum tarihine bakıldığı zaman onun kırâati bizzat Ebû Amr’dan aldığını söylemek zordur. O’nun bu rivayeti Ebû Amr’ın yakın râvîsi Yahyâ el-Yezîdî’den aldığını söylemek daha uygundur. Konuyla ilgili olarak bkz: Tayyar Altıkulaç, “Dûrî”, DİA, İstanbul, 1994, X, 5. 8 2. Ya’kûb el-Hadramî (205/821). Basra kırâat imamı olmuştur. En meşhur râvîleri Rüveys (238/852) ve Ravh (235/849) olmuştur. 3. Halef ibn Hişâm el-Bezzâr15 (229/844). Küfe kırâat imamı olmuştur. En meşhur râvîleri İshak (286/889) ve İdrîs (292/905) olmuştur.16 Kırâat imamları açısından en erken vefat eden İbn Âmir (118/736), en geç vefat eden ise Halef b. Hişâm (229/844) olmaktadır. Râvîler açısından en erken vefat eden Ebû Ca’fer’in râvîsi İbn Verdân (160/776), en geç vefat eden ise Halef b. Hişâm’ın râvîsi İdrîs (292/905) olmaktadır. Kırâat imamlarının çoğunluk olarak hicri 200, râvîlerin ise hicri 300 senesinden önce yaşadıkları göz önünde bulundurulursa kırâat ilminde “İmam-Râvî” tasnifatının hicri II. ve III. yüzyılları ihata ettiği söylenebilir. Belli zamanlarda bu kırâatlerin hepsi okunmuşken günümüzde bu kırâatlerden bazıları okunmaktadır. IV. GÜNÜMÜZDE OKUNAN KIRÂATLER Günümüzde yedi ve on kırâat veya bunların dışında kalan kırâatler sadece kırâat ilmi ile meşgul olan kişiler tarafından okunmaktadır. Şu an yaygın olarak okunmakta olan kırâatlerin sayısı üçtür: 1. Hafs rivayetine göre Âsım kırâati: Şu anda dünya müslümanlarının çoğunun okuduğu kırâat olup, Mushaflar genelde bu kırâata uygun olarak basılmaktadır. 2. Verş rivayetine göre Nâfî kırâati: Mısır hariç kuzey Afrika ülkelerinin okuduğu kırâattir. Bu yerlerdeki Mushaflar Verş rivayeti esas alınarak basılmaktadır. 3. Ebû Amr’ın kırâati: Sudanlılar tarafından okunmaktadır. Müslümanlar arasında en az okunan kırâat nevi olmaktadır.17 15 Yukarıda görüldüğü gibi Halef, Hamza’nın iki râvîsinden biridir. Fakat 120 yerde hamzanın okuyuşuna aykırı biçimde çeşitli rivayetlerden yaptığı isabetli tercihlerinden dolayı da on kırâat imamından biri sayılmıştır. Bkz: Altıkulaç, “Halef b. Hişâm”, DİA, İstanbul, 1997, XV, 237. 16 Hâmid b. Abdülfettâh el-Pâlûvî, Zübdetü’l-İrfan fi Vücûhi’l-Kur’ân, İstanbul: Asitane Yayınevi, t.y. s. 5; Muhammed Emin b. Abdillah, Umdetü’l-Hallân fî-İzâhi Zübdeti’l-İrfân, İstanbul: Asitane Yayınevi, h. 1287, s. 121; İbrahim Tanrıkulu, Kur’an’ı Okuma Usul ve Esasları, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaaçılık ve Ticaret İşletmesi, Dizi-Baskı, 1999, s. 10; Abdurrahman Çetin, Kıraatların Tefsire Etkisi:Kur’ân’ın Farklı Yorumlanmasına Tesir Eden Kıraatlar,1. b., İstanbul: Ensar Neşriyat, 2012, s. 77- 81; Heyet, Kur’an-ı Kerim’in Tecvidi, Bakü: Bakü İslam Üniversitesi Zakatala Şubesi Neşri, 2008, s. 23. 9 Görüldüğü gibi şu anda dünyada en çok okunan Âsım kırâatinin Hafs rivayetidir. Bunun sebebi, Âsım kırâatinin senedindeki sağlamlık yanında Hafs’ın rivayetindeki sadeliği, Kur’an’da birkaç kelime istisna edilecek olursa18 özellikle Arap olmayanların uygulamada zorluk çekecekleri unsurların yer almayışı olmalıdır.19 Bunun yanında bir takım siyasi, mezhebi ve coğrafi koşulların buna neden olmasından dolayı olduğunu da söyleyebiliriz. Örneğin İmam Âzam Ebû Hanîfe’nin de kırâati İmam Âsım’dan öğrendiği bildirilmiştir. Böylece bu mezhebin müntesipleri de daha fazla Âsım kırâatini öğrenmeye üstünlük vermiştir. İkinci meşhur kırâat sayılan Nâfî kırâatinin de yaygın olmasını buna dayandırabiliriz. Şöyle ki, Afrika’da İmam Mâlik’in Nâfî kırâatini benimsemesi burada Nâfî kırâatinin yaygın olmasına neden olmuştur.20 Kırâatlerin itibarlılığı her zaman söz konusu olmuştur. İşte bu yüzden kırâatler sened ve şöhret bakımından incelenmiş ve çeşitli başlıklar altında değerlendirilmiştir. Bu konu çalışmamızda kırâat çeşitleri başlığı altında incelenecektir. V. KIRÂAT ÇEŞİTLERİ Kırâatleri, senedleri açısından iki kısma ayırmak mümkündür. Sahih ve gayr-i sahih (şâz). Sahih olarak kabul edilenleri “mütevâtir” ve “meşhur”, gayr-i sahihleri (şâz) ise “âhad”, “müdrec” ve “mevzû” olarak ele alabiliriz. Şimdi sahih olarak nitelendirilen “mütevâtir” ve “meşhur” kırâatlerin ne anlama geldiğine bakalım. A. MÜTEVÂTİR KIRÂATLER Yalan üzerine ittifak etmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluğun, kendileri gibi başka bir topluluktan muttasıl bir senetle naklettikleri ve sahih kırâatin diğer iki şartını da (resmü’l-mushafa ve arapçaya uygunluk) bünyesinde taşıyan kırâat demektir. 17 Çetin, Kur’ân İlimleri ve Kur’ân-ı Kerim Tarihi, 1. b., İstanbul: Dergah Yayınları, 1982, s. 169-170; Karaçam, Kur’ân-ı Kerîm’in Nüzûlü ve Kırâati, s. 312; Birışık, a.g.m., XXV, 428. 18Bunlar; (Furkân sûresinin 69. âyetinde zamiri medle okunan ْاه افي , Kıyâme sûresinin 27. âyetinde idgamsız okunan ق ْ َْن ve Mutaffifîn sûresinin 14. âyetinde yine idgamsız okunan َم نَْرا َب لَْرا gibi) kaide dışı okuyuşlar, beyne beyne, ihtilâs ve sadece birer istisnaları bulunan (bkz: Hûd 11/41; Yûsuf 12/11; Fussılet 41/44) imâle, işmâm ve teshîl gibi bazı mahallî şive ve lehçelerdir. 19 Mehmet Ali Sarı, “Âsım b. Behdele”, DİA, İstanbul, 1991, III, 475. 20 Bkz: Çetin, Kur’ân İlimleri ve Kur’ân-ı Kerim Tarihi, s. 171; Mehmet Emin Maşalı, “Kıraatların İntişarında Fıkhi Mezheplerin Rolüne Dair Bir Örnek”, Uludag Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.VII, S. 7, (1998), ss. 467-470. 10 Cumhura göre mütevâtir kırâatler, “kırâat-ı seb'a/yedi kırâat” imamının naklettiği kırâatlerdir.21 B. MEŞHUR KIRÂATLER Adalet ve zabt sahibi kimselerin rivayet ettiği senedi sahih olup, Arap dili gramerine ve yazı itibariyle Hz. Osman'ın istinsah ettirmiş olduğu mushaflara uygun düşmekle birlikte, tevâtür derecesine ulaşamayan kırâatlerdir. Ebû Ca'fer, Ya'kûb ve Halef’in kırâatleri bu grupta ele alınmaktadır. Mütevâtir ve meşhur diye nitelenen bu kırâatler, okunan ve inanılması vacip olan kırâatlerdir.22 Sahih olmayan (şâz) kırâatlere gelindiğinde ise onları şöyle tarif etmişlerdir: C. ÂHAD KIRÂATLER Senedi sahih olmakla birlikte yazım bakımından Hz. Osman Mushafı’na veya Arap dili gramerine uygunluk arzetmeyen kırâatlerdir.23 D. MÜDREC KIRÂATLER Kur’an'ın bazı âyetlerine tefsir maksadıyla yapılan ziyâdelere bu ad verilmiştir. Bilindiği gibi bu tür ziyâdeler Kur’an'dan olmayıp bazı sahabilerin kendi mushaflarına tamamen açıklama ve şerh amacıyla yazmış olduğu şahsî notlardan ibarettir.24 E. MEVZÛ KIRÂATLER Bu kırâatler de tamamen asılsız olup hiçbir esasa dayanmayan uydurma kırâatlerdir."25 Şâz kırâatlerle ilgili yapılmış olan bu genel tariflerin yanında başka bir sorun ise şâz kavramının nasıl anlaşıldığı ve hangi açıdan bakıldığı hususu olmuştur. Maalesef şâz kavramı ile ilgili tarih boyu farklı tarifler yapılmış, kesin olarak tek tarif üzerinde durulamamıştır. 21 Ebü’l-Fazl Celâleddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed es-Süyûtî, el-İtkân fi Ülûmi’l-Kur’ân, Kahire: Dâru’l-Hadîs, 2006, I, 77; Zerkânî, a.g.e., I, 430. 22 Zerkânî, a.g.e., I, 430. 23 Süyûtî, el-İtkân, I, 77. 24 Süyûtî, el-İtkân, I, 77. 25 Zerkânî, a.g.e., I, 423; Karaçam, Kur’ân-ı Kerîm’in Nüzûlü ve Kırâati, s. 266; Çetin, Kıraatların Tefsire Etkisi, s. 87. 11 Şimdi bu söylediklerimizi daha da iyi anlayabilmemiz için şâz kavramı ile ilgili yapılmış olan bazı tanımlara dikkat edelim: Ebû Şâme (v. 665/1267) şâz kavramına yönelik iki ayrı tanım yapmıştır: Birinci tanımı (kendisinden öncekiler gibi) yedi kırâati esas almakta olup şöyledir: “Yedi imamdan her birine nispet edilen okumalar ile onun dışındaki okumalar, üzerinde icma edilenler ve şâz diye taksim edilirler”. İkinci tanımı ise sahih kırâatleri tespit kriterleri üzerinden yapmakta ve şu ifadelere yer vermektedir: “Hatt-ı mushafa uygun, nakli sahih ve Arap lehçelerinden fasih olarak gelmiş her okuma sahih/muteber okumadır. Bu üç şart bir arada bulunmadığında o kırâate şâz denilir”.26 İbnü’l-Cezerî (v. 833/1429) şâz hakkında: “Arapçaya uygun, senedi sahih, fakat mushafa uygun olmayan okumalardır. Bunlar da İbn Mes’ûd, Ebü’d-Derdâ ve diğerlerinin ziyâde, noksanlık ve bir kelimenin diğeri ile değişimi şeklindeki okumalarıdır. Bu kırâatlere günümüzde şâz denmektedir; çünkü bunların senedi sahih olsa da üzerinde uzlaşılan mushaflardan şâz kalmışlardır”. Başka bir tarifinde: “Şâz kırâat, imamlardan şöhret ve tevatür olmaksızın Kur’an olarak nakledilen okumalara denir” demiştir.27 Süyûtî (v. 911/1505) şâz’ı bir yerde; “Senedi sahih olan, ancak ya resm-i mushafa veya arapçaya uygun olmayan ya da kırâat imamlarına göre meşhur olmayan kırâatlerdir” şeklinde, diğer bir yerde ise “senedi sahih olmayan okumalardır” şeklinde tarif etmiştir.28 Kâdî Abdulfettah “kırâatleri makbul ve şâz diye ikiye taksim etmekte ve tevâtürle birlikte üç kritere uygun olanın makbul; olmayanın ise şâz/merdûd olduğunu” söylemektedir. Makbul kırâatleri kırâat-ı aşere ile, şâz okumaları da dışında kalanlarla karşılamaktadır. Kırâat alanında önemli eserler veren İsmail Karaçam ve Abdurrahman Çetin, Süyûtî'nin “senedi sahih olmayan okumalardır” şeklindeki tanımına yer verdikten sonra eserlerinin diğer ilgili yerlerinde bu tanımdan farklı bir şâz kavramı sunmaktadırlar. Karaçam, “şâz kırâatler” başlığında kavramı ilk önce “mütevâtir on kırâatin dışında 26 Ebû Şâme, Abdurrahman b. İsmâîl b. İbrâhîm el-Makdisî, el-Mürşidü’l-Vecîz ilâ ʿUlûm Teteʿalleku bi’l-Kitâbi’l-ʿAzîz, 1.b, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2003, s. 136-139. 27 İbnü’l-Cezerî, Müncidü’l-Mukri’în, s. 96. 28 Süyûtî, et-Tahbîr fi İlmi’t-Tefsîr, 1. b., Riyad: Dâru’l-Ulûm, 1402/1972, s. 142. 12 kalan okumalar” şeklinde; hemen akabinde de “mütevâtir kırâatlere mahsus olan üç şarttan biri eksik olursa o şâzdır” şeklinde tanımlamaktadır. 29 Çetin de ma’lum tanımı verdikten sonra kırâatleri mütevâtir ve şâz olmak üzere iki esas grupta toplamakta ve “şâzz’ın kırâat-ı aşere’nin dışında kalan okumaları karşıladığını” söylemektedir. Yine eserin bir başka bölümünde kavram için farklı bir belirleme yapmakta ve şöyle söylemektedir: “Muhtemelen bunlar, sahabenin mushaflarına tefsir amacıyla yazdığı ve sonradan kırâat zannedilen rivayetlerdir”.30 Netice olarak şunlar söylenebilir: Önceleri hadis ilmi ve arap dili grameri ile ilgili olarak Ferrâ (v. 207/822) ve Ahfeş (v. 177/793) gibi alimler tarafından kullanılan şâz kavramı daha sonra Taberî (v. 310/923) tarafından kırâat için de kullanılmıştır.31 Ancak ister onlar ister İbnü’l-Cezerî tarafından farklı tanımlar yapılmış olan şâz kavramı günümüz Arap dünyası ve Türkiyede de bu konuyla ilgili çalışmalarda farklı şekillerde tarif edilmiştir. Bazen isnadında sıkıntı olan, bazen resmü’l-mushaf’a uygun olmayan, bazen de arap diline uymayan veya bu üç şartın dışında kalan kırâatler için, bazen ise on kırâatin dışında kalan okumalar için bu kavram kullanılmıştır. Her ilmin kendine has kavramları bulunmaktadır. Kırâat ilmi de bir ilim olarak değerlendirildiğine göre, onun da bir takım kavramları mutlaka mevcuttur. VI. KIRÂATLE İLGİLİ BAZI KAVRAMLAR Çalışmamızda başlıca kullanılmış kavramlar; “Kârî”, “Kurrâ”, “Râvî”, “Tarîk”, “Vecih”, “Usûl” ve “Ferş’ül-Hurûf” gibi esas kavramlar olup, konunun anlaşılması açısından izah edilmeleri uygun görülmüştür. A. KÂRÎ Lügatte “okuyucu veya okuyan” demektir. Kırâat kökünden ism-i fâil’dir. Genel anlamda “Kur’an tilavet eden” anlamına gelmektedir. Kârî kırâatleri bilme seviyesine göre Mübtedî, Mutavassıt ve Müntehî olmak üzere sınıflandırılmaktadır. Mübtedî; İnfirâd32 metodu ile birden üçe kadar imamın kırâatini öğrenen kimsedir.33 Mutavassıt; 29 Karaçam, Kur’ân-ı Kerîm’in Nüzûlü ve Kırâati, s. 266. 30 Çetin, Yedi Harf ve Kıraatlar, 3. b., İstanbul: Ensar Neşriyat, 2005, s. 213. 31 Bkz: Mehmet Dağ, “Kıraat Terimlerindeki Anlam Kırılmaları: Şâz Kavramı Örneği”, Uluslararası Kıraat Sempozyumu, İstanbul: DİB Yayınları, 2012, ss. 91-93. 32 Kırâat imamlarına nispet edilen kırâatleri tek tek okumaya denir. 33 Nihat Temel, Kırâat ve Tecvîd Istılahları, 4. b., İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları No:124, 2018, s. 129. 13 Dört veya beş kişinin kırâatini öğrenen kârî’ye denilmiştir. Bu tabiri daha çok Dimyâtî kullanmıştır.34 Müntehî; Daha çok kişinin kırâatini öğrenene denilmektedir.35 B. KURR Kurrâ, “Okuyucu veya okuyan” manalarına gelen “kârî” kelimesinin çoğulu olup, “yedi veya on kırâatin kendilerine nispet edildiği imamlar”a denilmektedir.36 İlk dönemlerde sahabeden Kur’an kırâati ile ilgili geniş bilgisi olanlara da Kurrâ denildiği görülmektedir.37 Günümüzde Kur’an’ın tamamını ezberleyen ve ondaki kırâatlere hakkıyla vâkıf olan kimselere de “Kurrâ Hafız” ismi verilmektedir. Yani bu kişiler hem Kur’an’ı ezberleyerek hıfzetmekte, hem de yedi veya on kırâati öğrenerek kırâat ilmine de vâkıf olmaktadırlar. C. RÂVÎ Kırâat imamlarından bizzat kendisi veya vasıtalı olarak nakleden kişi için “râvî” terimi kullanılmıştır.38 Ayrıca kendi imamından telakki edip, diğer arkadaşlarından farklı olarak bu ihtilafı rivayet eden kişi için de “râvî” denilmiştir.39 Râvî’ye nispet edilen kırâate “rivâyet” denilir. Yani rivâyet, imamların râvîleri arasındaki kırâat farklılıklarıdır.40 D. TARÎK Lügatte “yol” anlamına geliyor. Kırâat, râvîden alana nispet edilirse “tarîk” adını alır. (Âsım kırâatinin Hafs rivayetinin es-Sabbâh tarîk’i gibi)41 Yani ihtilaf râvîlerden rivayet eden kişiler arasında olursa buna “tarîk” denir. Bunun dışında “tarîk”, kırâat ilminde farklı anlamlarda da kullanılmıştır. Şöyle ki tilavet tarzı bakımından infirâd ve indirâc42 tarîki, kırâatlerin sayısı bakımından seb’a veya aşere 34 Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Abdilganî ed-Dimyâtî el-Bennâ, İthâfü Fuzalâi’l-Beşer fi’l-Kırââti’l-Erba’ateʿ Aşer, I-II, Tanta: Dâru’s-Sahâbeti li’t-Turâsi bi-Tanta, 2009, I, 13. 35 İbnü’l-Cezerî, Müncidü'l-Mukri'în, s. 3. 36 Temel, a.g.e., s. 105 37 Buhârî, “Fezailü’l-Kur’ân”, 8; Mekkî, el-İbâne, s. 95. 38 Birışık, a.g.m., XXV, s. 426; Kıraat ilmi ve Tarihi, 1. b., Bursa: Emin Yayınları, 2004, s. 20; Mehmet Efendioğlu, “Râvi”, DİA, İstanbul, 2007, XXXIV, 472; Recep Koyuncu, Kıraat İlmi ve Takrîb Usûlü, 1. b., İstanbul: Çelik Yayınevi, 2018, s. 168. 39 Temel, a.g.e., s. 137. 40 Birışık, a.g.e., s. 20; Koyuncu, a.g.e, s. 168. 41 Birışık, a.g.e, s. 21; Temel, a.g.e, s. 156. 42 Kırâat imamlarına nispet edilen kırâatleri cem’ ederek bir arada okumaya denir. 14 tarîki, kitaplar ve şahıslar bakımında teysîr, şâtibî ve tayyibe tarîki, beldeler bakımından ise Mısır ve İstanbul tarîki tabirleri kullanılmaktadır.43 E. VECİH Yüz, ön, taraf ve yol gibi manalara gelmekte olup on kırâat imamının her birinin okuyuşunu ifade etmektedir. Ayrıca; “İmam, râvî ve tarîklerin arasındaki ihtilâfın dışında kalan ve okunması ihtiyârî olan şey” şeklinde de tarif edilmektedir.44 Vecihde var olmayan herhangi bir şeyi okuyucunun tercih ettiğini söylemek doğru değildir. Buradaki tercihten maksat var olan okunuştan birini tercih etmektir. Örneğin medd-i arız’ın kırâat imamları tarafından tûl, tavassut ve kasr olmak üzere üç türlü (vecihde) okunmasının caiz olduğunu görüyoruz. İşte bu seçime vecih denir.45 F. USÛL Asl kelimesinin çoğulu olan usûl lügatte; “prensipler, kaideler, ilkeler, kurallar, aslî kurallar” gibi anlamlara gelmektedir.46 Ayrıca “kendisine ihtiyac duyulan ve başkasına muhtac olunmayan” anlamında da kullanılmaktadır. Kırâat ilminde ise “Kırâat imamının uyguladığı belli ve düzenli kaideler”i ifade etmektedir.47 Cüz’î hükümlerin kendilerine nispet edildiği küllî kaideler şeklinde de ifade edilmiştir.48 Yani kırâatte, imamların kendilerine ait değişmeyen kaideleri şeklinde izah edilmiştir. Örnek olarak Kâlûn, İbn Kesîr ve Ebû Ca’fer’in sıla’sını gösterebiliriz. Onlar Kur’an’ın tamamında vasıl yaparken cem’i mimi’ni (هم)ْzammeli ve vav-ı mukaddere (همو gibi) ile okumuşlardır. G. FERŞ’ÜL-HURÛF Belli bir kaideye dayanmadan Kur’an’da dağınık olarak bulunan kelime farklılıklarına denir. Cüz’î kaidelerden oluşarak küllî kaidelere tâbi olmaması ve sûrelerde dağınık olarak gelmesi sebebiyle “ferş” denilmiştir.49 Kırâate dair 43 Mustafa Atilla Akdemir, Kıraat İlmi Eğitim ve Öğretim Metotları, İstanbul: M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2015, s. 116-120; Temel, a.g.e , s.157; Koyuncu, a.g.e, s. 66-70. 44 Karaçam, Kur’ân-ı Kerîm’in Faziletleri, s. 68; Temel, a.g.e, s. 178. 45 Koyuncu, a.g.e, s. 174. 46 Serdar Mutçalı, el-Mu’cemü’l-Arabiyyü’l-Hadîs:Arapça-Türkçe Sözlük, İstanbul: Dağarcık Yayınları, 1995, s. 18. 47 Yavuz Fırat, Tecvîd ve Kıraat İlimleri Sözcüğü, İstanbul: Çelik Yayınları, 2018, s. 46. 48 Koyuncu, a.g.e., s. 173. 49 İbrahim Muhammed el-Ceremî, Mu’cemu Ulûmi’l-Kur’ân, Dımaşk: Dâru’l-Kalem, 1422/2001, s. 204. 15 çalışmalarda Bakara’dan Nas’a kadar sûre sûre bu kelimeler ele alınmıştır. Fatiha sûresi ise kırâat kitaplarında usûl kaideleri içerisinde ele alınmaktadır. Örneğin İbnü’l-Cezerî, “Dürretü’l-Mudiyye” adlı eserini iki kısma ayırarak birinci kısımda usûl, ikinci kısımda ise sûrelerdeki ferş’le ilgili kelimelerin tahlilini yapmaktadır.50 VII. KIRÂAT İLMİNİN GAYESİ ve FAYDASI Kırâat ilmi Kur’ân-ı Kerim ile meşgul olan ilimlerin başında yer almaktadır. Gayesi, tevâtür yoluyla gelen okunuş farklılıklarını zaptetmek alışkanlığını kazandırmak olan kırâat ilmi Kur’an lafızlarını okurken onları hatadan, tahrîf ve tağyîrden korumayı da hedeflemektedir.51 Kırâatleri bilmenin faydası ile ilgili çeşitli sebepler söylenebilir: Kırâatler Kur’an’ın hıfzında, tefsir ve yorumlanmasında birçok yararlar sağlamıştır. Kırâatler sayesinde çeşitli lehçelere sahip, okuma yazma bilmeyen birçok müslüman Kureyş lehçesi dışındaki kendi lehçeleri ile Kur’an’ı kolayca okuyabilmişlerdir.52 Yine kırâatler sayesinde ayetlerin mana zenginliği korunmuş olup, bununla birlikte farklı ve çeşitli fıkhî görüşlerin ortaya çıkmasında kırâatlerin büyük katkısı olmuştur. Bunların hepsi yanında bu ilmin asırlardan beri ister teorik ister pratik olarak yazılmasına ve okunmasına devam edilmesi İslam ve Kur’an kültürünün korunmasında eşsiz rol oynamaktadır. Son olarak Kur’an’ın inceliklerini araştıran bu ilim sayesinde Yüce Yaratanın ilmiyle her şeyi kuşattığını, eşsiz güce sahip olduğunu, insanın ise aciz bir varlık olduğunu söylememiz mümkündür. Kırâatlerin yukarıda kaydedilen faydalarına ilaveten Kur’an ayetlerinin anlaşılması ve yorumlanmasında etkili olduğunu kaydetmiştik. Çalışmamızın birinci bölümünde Mü’minûn sûresindeki kırâat farklılıklarının mana üzerinde ne gibi etkisinin olup olmadığını daha güzel anlama imkanımız olacaktır. Bunun için önce usûle dair kurallardan bahsedilecek ve daha sonra manaya etki eden ve etmeyen kırâat farklılıkları incelenecektir. 50 İbnü’l-Cezerî, ed-Dürretü’l-Mudıyye fi’l-Kırââti’s-Selâsi’l-Mütemmime li’l-Aşerati, thk. Muhammed Temin Mustafa, 1.b., Cidde: Dâru’l-Hüdâ, 1414/1994, s. 22; Mehmet Efe, “Hadîd Sûresindeki Kıraat Farlılıkları ve Manaya Etkisi”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 28/2 (Aralık 2019), s. 427. 51 Çetin, Kur’ân İlimleri, s. 264. 52 Mekkî, el-İbâne, s. 80. 16 İKİNCİ BÖLÜM MÜ’MİNÛN SÛRESİ VE SÛREDEKİ KIRÂAT FARKLILIKLARI I. MÜ’MİNÛN SÛRESİ HAKKINDA GENEL BİLGİLER A. ADI ve NÜZÛLÜ 1. Adı Sûre ismini ilk ayetteki “inananlar” manasına gelen “mü’minûn” kelimesinden almıştır. Hadislerde geçen ifadelerden anlaşıldığı gibi sûre Hz. Peygamber döneminde de bu adla anılmıştır.53 İlk kelimesinden dolayı azda olsa sûreye “Kad eflaha” veya “Felah” ismi de verilmiştir.54 Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerim’de her sûrenin kendine mahsus bir ismi vardır. Araplar da herhangi bir şeye isim verdikleri zaman o şeyin özelliklerine önem vermişlerdir. Kur’an sûrelerinin isimlendirilmesinde de bu hususa dikkat edilmiştir. Örneğin sûrelere, buzağının kurban edilmesi olayı ile ilgili geçen inek kelimesinden dolayı Bakara, kadınlarla ilgili hükümleri ihtiva ettiğine göre Nisâ, Fil olayını anlattığına göre ise Fîl sûresi denilmiştir.55 2. Nüzûlü Mekke döneminde nazil olmuştur. Mushaftaki sırasına göre yirmi üçüncü, iniş sırasına göre ise yetmiş dördüncü sûredir. Sûrelerin tertibi (Tertîb’üs-Suver) bakımından Hac sûresinden sonra, Nûr sûresinden öncedir.56 İbn Âşûr’a göre ise Mü’minûn sûresi Tur sûresindan sonra Mülk süresinden önce inmiştir. İniş sıralaması ise yetmiş altıncıdır.57 53 Bkz: Müslim, “Kitâbü’s-Salâh”, 35; Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb b. Alî en-Nesâî, Sünenü’n- Nesâî el-Kub’râ, thk. Hasan Abdü’l-Munim Şelbî, 1. b., Beyrut: Müessesetür-Risale, 1421/2001, “Kitâbü’t-Tefsîr”, 23 (Hadis № 11287). 54 M. Kamil Yaşaroğlu, “Mü’minûn Sûresi”, DİA, İstanbul, 2006, XXXI, 560-561; Komisyon, Hayrettin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kafi Dönmez, Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, 5. b., Ankara: DİB (Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları), 2014, IV, 7. 55 Bedru’d-Dîn Muhammed İbn Abdullah ez-Zerkeşî, el-Bürhân fî Ulûmi’l-Kur’ân, thk. Ebü’l-Fazl İbrahim, Kahire: Dâru’t-Türâs, 2008, I, 270. 56 Ahmed Mustafa el-Merâğî, Tefsîru’l-Merâğî, 1. b., Mısır: Şeriketü Mektebe, 1365/1946, XVIII, 3; Sait Demir, Esbâb-ı Nüzûl Bağlamında Mü’minûn Sûresinin Tefsiri, (Yüksek Lisans Tezi), Şanlıurfa: Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Tefsir Bilim Dalı, 2018, s. 14. 57 İbn Âşûr, a.g.e., XVIII, 6. 17 Sûrenin sebeb-i nüzûlü ile ilgili rivayetlere bakıldığı zaman çok az sayıda ayette nüzûl sebebinden bahsedilmektedir. Kaynaklarda en çok rastlanan rivayetler aşağıda vereceğimiz ayetlerle ilgilir. 2. ayet: “Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler”. Ebû Hüreyre’den gelen rivayete göre Resulullah (sav) yüzünü gökyüzüne tutarak namaz kılardı. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu ve Allah Resulü bundan sonra gözünü secde yerine dikerek namazlarını kıldı.58 İbn Ebû Hâtim’in İbn Sîrîn’den ettiği rivayete göre ise bu ayet sahabenin namazda gözlerini gökyüzüne dikmesi üzerine nazil olmuştur.59 66-67. ayet: “Çünkü ayetlerim size okunurdu da, siz, buna karşı kibirlenerek arkanızı döner, geceleyin (Kabe'nin etrafında toplanarak) hezeyanlar savururdunuz”. Bu ayetler, Beytü’l-haram’ın sahipleri olduklarını iddia ederek müminlere karşı büyüklük taslayan Mekke müşrikleri hakkında nazil olmuştur. Saîd b. Cübeyr’den gelen rivayete göre; Kureyş kafirleri geceleri beytullahın etrafında toplanıyorlardı, fakat onu tavaf etmiyorlardı. Buna rağmen onunla övünüp iftihar ediyorlardı. Bunun üzerine yukarıdaki ayetler nazil oldu.60 76. ayet: “Andolsun, biz onları sıkıntıya düşürdük de yine Rablerine boyun eğmediler, tazarru ve niyazda da bulunmuyorlar”. 58 Ebû Ca’fer b. Cerîr Muhammed b. Cerîr b. Yezid el-Âmülî et-Taberî, Câmiü’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l- Kur’ân, 3. b., Kahire: Mustafâ el-Bâbî el-Halebî, 1968/1377, XVIII, 7; Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah b. Muhammed el-Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, 2. b., Beyrut: Dâru’l- Kütübi’l-İlmiyye, 1422/2002, II, 426; Ebü’l-Hasan Ali Ahmed b. Muhammed b. Ali el-Vâhidî, en- Nisabûrî, Esbâb-ı Nüzûlü’l-Kur’ân, 1. b., Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1411/1991, s. 322; Süyûtî, Lübâbü’n-Nükûl fî Esbâbi’n-Nüzûl, 1. b., Beyrut: Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye, 1422/2002, s. 179. 59 Bkz: İbn Atiyye Ebû Muhammed Abdülhak b. Gâlib b. Abdirrahmân b. Ğâlib, el-Muḥarrerü’l-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-ʿAzîz, thk. Abdü’s-Selam Abdü’ş-Şâfî Muhammed, 1. b., Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l- İlmiyye, 1422/2001, IV, 136; Ebü’l-Fidâ İsmâîl b. Ömer b. Kesîr ed-Dımaşkî, Tefsîru’l-Kur’ânı’l-Azîm, thk. Sami b. Muhammed es-Selâme, Riyad: Dâru Taybe, 1418/1997, V, 461; Süyûtî, Lübâbü’n-Nükûl, s. 179. 60 Nesâî, “Kitâbü’t-Tefsîr”, 23, (Hadis No 11288); Taberî, a.g.e., XVIII, 81; Hâkim, a.g.e., II, 427; Süyûtî, Lübâbü’n-Nükûl, s. 180. 18 Ayet-i kerimenin sebeb-i nüzûlü ile ilgili rivayet şöyedir: Yüce Allah Mekke müşriklerini açlık ve kıtlıkla mübtelâ kıldı. Öyle ki onlar ölmüş hayvanları, köpekleri ve ilhiz (yün ve tüyü kan ile ıslatıp sonra ateşte pişirerek yapılan bir çeşit yemek) yemek zorunda kaldılar. Bu olay üzerine Ebû Süfyan Hz. Peygamber’e gelerek; “Allah ve akraba hakkı için sana yalvarıyorum. Sen, Allah’ın seni alemlere rahmet olarak gönderdiğini söylemiyor musun? dedi. Peygamber (sav); “Evet” diye buyurdu. Bu defa Ebû Süfyan; “Sen babaları kılıçla, çocukları da açlıkla öldürdün” dedi. Bunun üzerine yukarıdaki ayetler nazil oldu.61 B. AYET SAYISI ve İÇERİĞİ Mü’minûn sûresi Basralılara, Mekkelilere, Medinelilere ve Şamlılara göre 119, Küfelilere ve Humuslulara göre 118, bazılarına göre ise 117 ayettir. Genel kabul ise 118 ayet olması üzeredir. Kelime sayısı 1840, harf sayısı 4880’dir. Sûrenin fâsılaları dört ayette م (min),62 diğer ayetlerde ise ن (nun) harfleridir.63ْKonunun daha iyi anlaşılması açısından, ayet sayısının çeşitli rakamlarla gösterilmesi meselesi ve fâsıla terimine biraz izah getirilmesi uygun olacaktır. Buna göre önce ayet sayısının farklı gösterilmesi, sonra da fâsıla terimi hakkında bilgi verilecektir. Sûrelerdeki ayet sayılarının farklı gösterilmesi başlıca üç sebepten dolayıdır: 1. Allah Resulü’nün bazen Kur’an okurken mananın tamamlanması için iki kısa ayeti bir arada okuması ve bunun sahâbe tarafından tek bir ayetmiş gibi anlaşılmasına dair yorumlar. 2. Sûre başlarındaki besmelelerin birer ayet olup olmaması ile ilgili yapılan yorumlar. 61 Hâkim, a.g.e., II, 428; Vâhidî, a.g.e., s. 323; İbn Atiyye, a.g.e., IV, 152; İbn Kesîr, a.g.e., V, 487; Süyûtî, Lübâbü’n-Nükûl, s. 179-180. 62 Bunlar; 51. ayetteki 73 ,مستقيم. ayetteki 86 ,عليم. ayetteki العظيم ve 116. ayetteki الكريم kelimelerinin son harfleridir. 63 Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed el-Hatîb eş-Şirbînî, es-Sirâcu’l-Munîr fi’l-İâneti alâ Ma’rifeti Ba’di Meâni Kelâmi Rabbine’l-Hakîmi’l-Habîr, Kahire: Matbaatü Bûlâk, 1285/1868, II, 569; İbn Âşûr, Muhammed et-Tâhir b. Muhammed b. Muhammed, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, 1. b., Tunus: ed-Dâru’t- Tûnusiyye, 1984, XVIII, 6; Hasan Tahsin Emiroğlu, Esbâb-ı Nüzûl: Kur’an Ayetlerinin İniş Sebepleri ve Tefsirleri, Konya: Kuzucular Ofset, 1984, VIII, 82. 19 3. Bazı sûrelerin başlarında yer alan “hurûf-ı mukattaa”ların birer ayet mi, yoksa kendilerinden sonra gelen ayetin bir parçası mı olduğu ile ilgili yorumlar.64 Mü’minûn Sûresindeki ayet sayısının farklı gösterilmesi ile ilgili olarak İbn Âşûr’da şöyle rivayet gelmektedir: Cumhur sûredeki 10 ve 11. ayetleri tek bir ayetmiş gibi kabul etmekte ve َْن الدُو َخا افيَهاْ هُ مْ اف رد َوَسْ ا ل ارثُوَنْ َي ْ اذيَنْ ََّل ا ارثُوَنْ ا لَوا ُهُمْ ٰلئاَكْ ٰٓ şeklinde اُو okumaktadır, böylece ayet sayısı 117 olmaktadır. Küfeliler ve Humuslular ise bu ayetleri ayrı ayrı ayetler olarak kabul ettiklerinden dolayı ayet sayısı 118 olmaktadır.65 Basralılar ve yukarıda kaydedilen kimseler ise sûrenin 45. ayeti olan ْ َناُْموَسَىَْوأََخاهُ ث ُمْأ َرَس ل ْ ن َوُس لَطا نْ مباي َناْ ات باآيَا هروْن ayetini iki ayrı ayetmiş gibi kabul ederek َهاُروَنْ ifadesinden واخاهْ itibaren yeni bir ayetin başladığını söylemektedirler. Böylece bu ayeti iki ayrı ayet gibi gösterdiklerinden dolayı sûredeki toplam ayet sayısı 119 olmaktadır.66 “Fâsıla” terimi ile ilgili yapılan izahlar ise şöyledir: Kur’an ayetlerinin son kelimesine, içinde bulunduğu ayetle kendisinden sonraki ayeti birbirinden ayırdığı için “Fâsıla”, bu kelimenin son harfine ise “Harfü’l-Fâsıla” denilmektedir. Kırâat ilmindeki fâsıla özet olarak, “noktalama işaretlerinin bulunmadığı mushaflar okunurken ayetlerin başlangıcını ve sonlarını göstermek için yapılmış bir düzenlemedir” şeklinde tarif edilmektedir.67 Yukarıda ıfade edildiği gibi bu sûredeki “mim” harfi ile ilgili olan fâsılalar sûre içerisinde dağınık olarak gelmektedir. Bu dört kelime dışında diğer bütün kelimeler “nun” fâsılası ile bitmektedir. Sûrelerdeki fâsılalar tek bir harf olabileceği gibi, 2, 3 ve daha fazla harf de olabilmektedir. Örneğin, Kamer sûresi 55 ayettir ve tüm ayet sonlarındaki fâsıla harfi “ra” harfi olmaktadır. Adiyât sûresinde ise ilk üç ayette ح harfi, 4-5. ayetlerde ع harfi, 6-8. ayetlerde د harfi, 9-11. ayetlerde ise ر harfi fâsıla harfi olarak gelmektedir. Böylece sûredeki fâsıla harfleri د ,ع ,ح ve ر harfleri olmaktadır. Kur’an ayetlerinin sonlarındaki uyumluluk ve güzel ahenk manaya tabidir. Yani asıl olan manadır, armoni (türlü sesler arasında sağlanan, kulağa hoş gelen uyum) ona 64 Muhsin Demirci, Kur’ân Tarihi, 10. b., İstanbul: İFAV Yayınları, 2017, s. 177-178. 65 İbn Âşûr, a.g.e., XVIII, 6. 66 İbnü’l-Cevzî, Fünûnü’l-Efnân fî ʿUyûni ʿUlûmi’l-Ḳurʾân, 1. b., Beyrut: Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmî, 1408/1987, s. 295; Ebü’l-Hasen Alemüddîn Alî b. Muhammed b. Abdissamed es-Sehâvî, Cemâlü’l- Kurrâʾ ve Kemâlü’l-İḳrâʾ, thk. Ali Hüseyin el-Bevâb, 1. b., Mekke: Mektebetü’t-Türâs, 1408/1987, I, 209. 67 Abdurrahman Çetin, Tevfik Rüştü Topuzoğlu, “Fâsıla”, DİA, İstanbul, 1995, XII, 209. 20 tabidir. Bu durum şiirdeki kafiye ile karıştırılmamalıdır. Çünkü şiirlerde mana armoniye tabi olmaktadır. Bundan dolayıdır ki, Kur’an ayetlerinin sonlarındaki bu uyum ve ahenk güzelliğine kafiye değil, fâsıla denilmektedir. Ayrıca bu üstün ahenk ve insicam okuyanların ve dinleyenlerin gönüllerinde ve zihinlerinde derin bir tesir bırakmakta, ayetlerin kolay bir şekilde ezberlenebilmesinde yardımcı olmaktadır.68 C. FAZİLETİ Sûrenin fazileti ile ilgili kitaplarda Hz. Ömer’den gelen şu rivayet geçmektedir: Hz. Peygamber bir defa olağanüstü vahiy hallerinden birini yaşamakta idi. Kıbleye dönerek ellerini kaldırdı; “Allahım! bize nimetini arttır, eksiltme; bizi onurlandır, alçaltma; bize ikram et, bizi mahrum etme; bizi seçkin kıl, (düşmanlarımıza karşı) zayıf düşürme; bizden hoşnut ol ve bizi Senden hoşnut kıl!” diye dua ettikten sonra: “Su anda bana on ayet indi; kim bu ayetlerin gereğini yaparsa cennete girecektir” buyurmuş ve ardından Mü’minûn suresinin ilk on ayetini okumuştur.69 Bu rivayet sûrenin fazileti ile ilgili olarak gösterildiği gibi bazı tefsir kitaplarında “sebeb-i nüzûl” olarak verilmiştir. Diğer ilgili hadisler: Ebû Saîd el-Hudrî’den rivayet edilen hadiste şöyle buyrulur: “Allah-u Teâlâ cennet duvarını bir kerpici altın, bir kerpici de gümüşten olmak üzere yarattı. Ağaçlarını elleri ile dikti ve ona; “ Konuş” dedi. O da; “Müminler kurtuluşa erdi” dedi. Yüce Allah da; “Senin gibi kralların yurdu cennete ne mutlu” buyurdu”.70ْْ Taberâni’nin el-Mu’cemü’l-Kebîr’inde hadis şöyle geçmektedir: “Allah cenneti yarattığı zaman orada hiç bir gözün görmediği, kulağın işitmediği ve beşer kalbine gelmediği şeyleri yarattı. Sonra ona “Konuş” dedi; O da: “Müminler kurtuluşa erdi” dedi.71 68 Zerkeşî, a.g.e., I, 60. 69 Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybânî el-Mervezî, el-Müsned, thk. Şuayb el- Arnavut, Adil Mürşid vb., Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1421/2001, I, 351; Tirmizî, “Tefsîrü’l-Kur’ân”, 24 (Hadis № 3173); Hâkim en-Nîsâbûrî, a.g.e., II, 425; Vâhidî, a.g.e., s. 322. 70Bkz: Hâkim, a.g.e., II, 426; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l- Mesîr fî ‘İlmi’t-Tefsîr, 4. b., Beyrut: el-Mektebü’l- İslâmî, 1987/1407, V, 458; İbn Kesîr, a.g.e., V, 460; İsmâil Hakkı Bursevî, Rûḥu’l-Beyân fî Tefsîri’l- Ḳurʾân, İstanbul: Sâhibu Mektebe Asar, h. 1389, VI, 66. 71 Ebü’l-Kâsım Müsnidü’d-Dünyâ Süleymân b. Ahmed b. Eyyûb et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebir, thk. Hamdi b. Abdül-Mecid, 2. b., Riyad: Dâru’n-Neşr, 1415/1994, XI, 184, (Hadis № 11439). 21 Bir diğer rivayette Mü’minûn sûresi ile ilgili şöyle denilmiştir: “Onun başı ve sonu cennet hazinelerindendir. Kim başından üç âyet ile amel ederse ve sonundan üç âyetten öğüt alırsa, şüphesiz kurtulmuş ve felaha ermiştir”.72 Yine Zeyd b. Bâbenus’tan gelen bir rivayet şöyledir: “Biz Hz. Aişe’ye Resulullahın ahlakı hakkında sorduğumuz zaman, “Onun ahlakı Kur’an’dır” dedi. Sonra bana Mü’minûn suresini oku dedi. Ben de onuncu ayetin sonuna kadar okudum. O zaman Hz. Aişe; Allah Resulu’nun ahlakı işte böyledir” buyurdu”.73 İlk hadis dışında, verilmiş bu hadislerin bizzat bu sûrenin fazileti ile ilgili olduğunu söylememiz biraz zor olabilir. Burada daha ziyade gerçek müminlerin faziletleri anlatılmaktadır. Ayrıca bunların bazıları esas hadis kaynaklarında yer almamaktadır. Sûrenin faziletini belirtmek için ise zaten ilk hadis ve sûrenin kendi muhtevâsı yeterlidir. D. KONUSU Mü’minûn sûresinin ihtiva ettiği başlıca konular; kurtuluşa erecek olan gerçek müminlerin vasıfları, isnan oğlunun yaratılışı, ölümü ve tekrar dirilişi, insan tefekkürüne hitap eden hususlar ve peygamberlerin inkarcılara karşı yaptıkları mücadele gibi konulardan ibarettir. Burada önce sûrenin hangi konuları ihtiva ettiği ayet grupları halinde anlatılmaya çalışıldıktan sonra genel bir değerlendirme yapılacaktır. 1-11. ayetler: Bu ayetler sûrenin ismini de kendisinden aldığı müminlerin vasıfları ile ilgilidir. Burada kurtuluşa eren ve Firdevs cennetini hakk eden müminlerin genel vasıfları anlatılmaktadır. Onlar namaz ve zekat ibadetlerini tam olarak yerine getirir, emanete riayet eder, faydasız söz ve davranışlardan sakınırlar. Ayrıca iffetlerini de korurlar. Bu bölümde gerçek müminlerin birkaç vasfı zikredilmektedir. Bunların başında namaz konusu gelmekte ve hatta burada müminlerin vasıfları anlatılırken namazdan iki defa bahsedilmektedir. 2. ayette namazlarında huşu içerisinde olan müminlerden, 9. ayette ise namazlarına devam eden müminlerden bahsedilmektedir. Sanki burada müminlerin diğer vasıfları da namazla ilişkilendirilmekte ve böylece bu konunun hem 72Ebû Abdilmu’tî Muhammed b. Ömer b. Arabî, b. Alî el-Nevevî el-Câvî el-Bentenî, Merâhu Lebîd li- Keşfi Ma’ne’l-Kur’âni’l-Mecîd, thk. Muhammed Emin ed-Dânevî, 1. b., Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1417/1997, II, 98. 73 Nesâî, “Kitabü’t-Tefsîr”, 23 (Hadis № 11287); Hâkim, a.g.e., II, 426; İbn Kesîr, a.g.e., V, 459; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsîri bi’l-Me’sûr, Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1432,33/2011, VI, 82. 22 başında hem de sonunda namazdan bahsedilmektedir. Yani namazına dikkat eden mümin burada sayılan diğer hususlara da titizlikle dikkat etmektedir. Aslında bu düşünce Kur’an’ın genel prensiplerine de uygundur. Nitekim Ankebût sûresinin 45. ayetinde Yüce Allah namazın insanı hayâsızlıktan ve kötülüklerden alıkoyduğunu bildirmektedir. Konuyla ilgili ayet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır: “Kitaptan sana vahyedilenleri oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten meneder. Allah’ı anmak her şeyden önemlidir. Allah yaptıklarınızı bilir.”74 İşte burada da namazına dikat eden gerçek müminlerin boş sözlerden ve fuhuştan uzak durdukları ve güzel davranışlarda bulundukları anlatılmaktadır. Yüce Allah konuyla ilgili bir başka ayet-i kerime’de ise şöyle buyurmaktadır: “Gündüzün iki tarafında, gecenin de gündüze yakın saatlerinde namaz kılın. Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri yok eder. İşte bu, öğüt almak isteyenler için bir hatırlatmadır.”75 Diğer taraftan hadislerde de iki namaz arasındaki günahların bağışlanacağına dair ifadeler geçmektedir. Konuyla ilgili olarak Ebû Hüreyre’den rivayet edilen bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: “Müezzin sesinin gittiği yer boyunca mağfiret olunur. Yaş ve kuru her şey onun lehinde şehadet eder, namaza katılan kimseye yirmi beş kat namaz (sevabı) yazılır ve iki namaz arasındaki (günahları) affedilir.”76 Başka bir rivayette ise şöyle buyrulur: Adamın biri yaptığı bir günahtan dolayı Hz. Peygamber’den kendisine had tatbik etmesini istemesi üzerine Resulullah (sav) ona: “Evden çıkarken güzelce abdest almadın mı?”. Adam; “Evet” deyince Hz. Peygamber: “Sonra bizimle birlikte namaz kılmadın mı?” diye sormuş. Bu defa da adam evet cevabını verince Peygamberimiz (sav) ona: “Öyleyse Allah senin günahlarını bağışladı” buyurmuştur.77 Sûreler arası münasebet açısından bakılırsa, bu sûreye kurtuluşa erecek olan müminlerin vasıfları ile başlanılması bir önceki sûre olan Hac sûresinde işaret edilen kurtuluş ümidinin gerçekleştiğini gösteriyor. Hac sûresine sekiz emir ile son verilmiştir. 74 Ankebût, 29/45. 75 Hûd, 11/114. 76 Ebû Dâvud, “Salât”, 31 (hadis No: 515); İbn Mâce Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd Mâce el- Kazvînî, es-Sünen, thk. Muhammed Fuâd Abdü’l-Bâkî, y.y., Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, t.y, “Ezân”, 5 (hadis No: 724). 77 Müslim, “Tevbe”, 45 (hadis No: 2765). 23 Bu emirler; Rüku, secde, Rabb’e kulluk, iyi işler yapma, Allah yolunda cihad, namaz, zekat ve Allah’a sımsıkı sarılmaktır.78 Bu sûreye ise yukarıdaki sekiz emre uyan yedi vasıfla başlanmıştır. Bunlar; İman, namazda huşu, boş şeylerden yüz çevirmek, zekat vermek, iffeti korumak, emanete riayet etmek, sözünde durmak ve namaza devam etmektir.79 12-22. ayetler: Bu ayetlerde Cenab-ı Hakk insan oğlunun yaratılışını ve anne karnındaki oluşum süresini, sonra öleceğini ve tekrar haşr olunacağını anlatıyor. Daha sonra insan tefekkürüne hitap eden nimetlerden bahsediliyor. Bunlar, Allah’ın gücünü ve birliğini gösteren; yedi kat göklerin yaratılışı, yağmurdan ve onun sayesinde yetişen hurma, üzüm, zeytin, nar gibi meyve ve ürünler, hayvanlar ve onlardan elde edilen süt ve et, gemiler ve hayvanlardan olan araç vasıtaları ve benzeri şeylerdir. 23-50. ayetler: Burada önce Nûh ve Hûd (as) sonra da diğer peygamberlerin kavimlerinin bazı önde gelen inkarcılarına karşı mücadeleleri anlatılıyor. Genelde onların ortak tavrı peygamberleri yalanlamak ve onları küçük düşürmeye çalışmak olmuştur. Hepsi, bunlar birer beşerdir, Allah dileseydi bizimle konuşmaya bir melek gönderirdi demişler. Sonuçta hepsi aynı şekilde Allah’ın gazabına maruz kalarak çeşitli musibetlerle yok olup gitmişler. Daha sonra Hz. Musa ile kibirli Firavun ve hanedanınından bahsedilmekte, ardından da özel bir yaratılışa sahip olan Hz. İsa zikredilmektedir. Böylece bu peygamberlerin hayatlarından örnekler verilerek müşrikler tarafından eziyetlere maruz kalan Peygamber (sav)’e teselli verilmiştir. 51-77. ayetler: Bu ayet grubunda bütün peygamberlere temiz olandan yiyip, güzel işler yapmaları ve Allah’tan sakınmaları emredilmektedir. Sonra peygamberlerin ilahi mesajları insanlara ilettikleri, toplumların ise kendilerinde bulunan fikir ve davranış ile böbürlendikleri anlatılmakta ve onlara verilen servet ve oğulların birer imtihan olduğuna dikkat çekilmektedir. Rablerinden korkanların ve iman edenlerin ise 78 Bkz: Hac, 22/77-78. 79Ebü’l-Hasen Burhânüddîn İbrâhîm b. Ömer b. Hasen er-Rubât el-Hırbevî el-Bikâî, Nazmü’d-Dürer fi Tenâsübi’l-Âyâti ve’s-Suver, Kahire: Dâru’l-Kitâbi’l-İslâmî, 1404/1984, XIII, 105; Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul: Eser Kitabevi, t.y., V/3426; Serdar Günler, Mü’minûn Sûresi’nin Din Açısından Değerlendirilmesi, (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlâhiyat Anabilim Dalı Din Eğetimi Bilim Dalı, 2008, s. 15-16. 24 iyilik için yarıştıkları bildirilmektedir. Yine burada inkarcıların gaflette bulundukları, akibetlerini düşünmedikleri ve ahirete inanmadıkları belirtilmektedir. 78-93. ayetler: Bu ayetlerde ise Allah’ın nimetlerini hatırlatmasına rağmen inkarcıların ataları gibi kötü davranış ve inkarlarını sürdürmelerinden bahsetmekte ve her şeyin yaratıcısının Allah oduğunun da farkında olduklarına ve bunu itiraf ettiklerine dikkat çekilmektedir. 93-98. ayetler: Burada Peygamber (sav)’e hitap edilerek inkarcıların uğrayacağı cezalardan ve şeytanın vesveselerinden Allah’a sığınması istenmektedir. 99-118. ayetler: Bu son kısımda kafirlerin ahirette görecekleri azap karşısında tekrar dünyaya dönmek isteme temennileri ve bunun bir fayda vermeyeceği, imam edenlerin ise mükafata nail olacakları anlatılmaktadır. Son olarak sûre Hz. Peygamber’e tavsiye edilen; “Rabbim! Bağışla ve merhamet et! Sen merhametlilerin en iyisisin!” duası ile bitmektedir. Son olarak şunu da belirtelim ki, bu sûre nazil olduğu zaman Mekke’de müslümanların çoğu gücsüz ve zayıf bir konumdaydılar. Zengin ve servet sahibi olan müşrikler onlarla alay ediyor, onlara işkence yapıyor ve onları küçümsüyorlardı. Böyle bir ortamda nazil olan bu sûre müşriklere bir tehdit, müminlere ise bir destek mahiyetindedir. Şöyle ki, gerçek kurtuluşun servet ve güç ile değil, iman ile olacağına dikkat çekilmektedir. II. MÜ’MUNÛN SÛRESİNDEKİ KIRÂAT FARKLILIKLARI Kırâat imamlarının ilk yedisine göre okuyuş farklılıklarına “Kırâat-ı Seb’a, diğer üç imam da buna ilave edildiği zaman ise “Kırâat-ı Aşere” denilmektedir. Çalışmamızın bu bölümünde “kırâat-ı aşere”ye göre; “Mü’minûn Sûresindeki kırâat farklılıkları” belirtilmiş olup, ilk önce “usûl kaideleri” izah edildikten sonra “manaya etki eden” ve daha sonra da “manaya etkisi etmeyen” kırâat farlılıkları ayrı ayrı başlıklar altında incelenecektir. A. USÛL İLE İLGİLİ KIRÂAT FARKLILIKLARI 1. Medd-i Munfasıl ve Medd-i Muttasıl Medd kelimesi sözlükte, “uzatmak ve ziyade etmek” anlamına gelir. Istılahta ise, “med veya lin harflerinden birisi ile sesi uzatmaktır” şeklinde tarif edilir. Ayrıca bir elif 25 miktarı uzatmaya med denildiği gibi, bir eliften fazla uzatmaya da med denilir. Kasr ise, medd-i tabiî’yi (aslî meddi) olduğu gibi bırakıp ziyadeliği terketmektir. Yine tabiî medd’in terkedilmesine kars denildiği gibi, sadece bir elif miktarı okumaya da kasr denilir ve kırâatte genelde bu anlamda kullanılır.80 Aslî medd üzerine ilave olunarak oluşan medler ise Fer’î medlerdir. Bunlar Muttasıl, Munfasıl, Lâzım, Âriz ve Lîn medleridir.81 Biz burada kırâat alimleri tarafından üzerinde ihtilaf olan munfasıl ve muttasıl kaidelerini izah etmekle yetinmek istiyoruz. Kırâat-ı aşere’de medd-i munfasıl ve medd-i muttasıl ile ilgili iki usûl vardır. Kur’ân-ı Kerim’in yarısına (Meryem sûresine) kadar “Merâtib-i erbaâ” (dört mertebe) olup, yarısından (Meryem sûresinden) sonra ise (Kur’ân-ı Kerim’in sonuna kadar) “Mertebeteyn” (iki mertebe) vardır. a. Merâtib-i Erbaâ Meryem Sûresine kadar merâtib-i erbaâ’ya göre, Kâlûn, İbn Kesîr, Ebû Amr, Ebû Ca’fer ve Ya’kûb medd-i munfasılı bir elif, medd-i muttasılı iki elif miktarı uzatarak okumuşlardır. Ayrıca Kâlûn (Nâfî’nin râvîsi) ve Dûrî’nin (Ebû Amr’ın râvîsi) medd-i munfasılı iki elif okuyuşları da vardır.82 İbn Âmir, Kisâî ve Halefü’l-Âşir medd- i munfasıl ve medd-i muttasılı üç elif, Âsım dört elif ,83 Hamza ve Verş ise beş elif84 miktarı okumuşlardır. b. Mertebeteyn Meryem Sûresinden başlayıp Kur’ân-ı Kerim’in sonuna kadar olan mertebeteyn’e göre; Medd-i munfasılı bir elif okuyanlar, merâtib-i erbaâ’da olduğu gibi Kâlûn, İbn Kesîr, Ebû Amr, Ebû Ca’fer ve Ya’kûb’dur. Medd-i munfasılı, üç elif okuyanlar ise; Kâlûn, Dûrî, İbn Âmir, Âsım, Kisâî ve Halefü’l-Âşir’dir. Kâlûn, İbn Kesîr, Ebû Amr, İbn Âmir, Âsım, Kisâî, Ebû Ca’fer, Ya’kûb ve Halefü’l-Âşir medd-i muttasılı üç elif okurken, Hamza ve Verş medd-i munfasıl ve medd-i muttasılı, beş elif 80 İbnü’l-Cezerî, en-Neşr fi’l-Kırââti’l-‘Aşr, 2.b., Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1423/2002, I, 313; Süyûtî, el-İtkân, I, 96. 81 Ahmed Mahmûd Abdüssemi’ el-Hafyân,, Eşherü’l-Müstalahat fi Fenni’l-Edâi ve İlmi’l-Kırâât, 1. b., Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2001, s. 237. 82 Adı geçen kırâat imamlarına (Kâlûn, İbn Kesîr, Ebû Amr, Ebû Ca’fer, Ya’kûb) Ashâb-ı Hadr (Hadr Kırâatıyla okuyanlar) denir. 83İbn Âmir, Âsım, Kisâî ve Halefü’l-Âşir’e Ashab-ı Tedvîr (Tedvîr Kıraatıyla okuyanlar) denir. 84 Hamza ve Verş’e Ashab-ı Tertîl denir. 26 miktarı okumuşlardır.85 Dolayısıyla çalışmamızın konusu olan Mü’minûn ve Nûr surelerindeki medd-i muttasıl ve medd-i munfasıl olan yerlerdeki farklı okuyuşlarda “Mertebeteyn” usûlü geçerli olacaktır. Medlerle ilgili kırâat farklılıklarını bütünüyle verdikten sonra şimdi sırasıyla usûl ile ilgili diğer kırâat farklılıkları izah edilecektir. Usûl kaidelerini izah ederken her birine Mü’minûn sûresinden birer örnek vererek yetineceğiz. Sûrede rastladığımız ilk usûl kaidesini ayet numarasını göstererek izah edeceğiz. Bunu yaparken kelimenin nasıl yazıldığına ve tabi olduğu kural çerçevesinde nasıl okunacağını da yazarak göstermeye çalışacağız. Ayrıca burada Âsım kırâatinin Hafs rivayeti ile ilgili tecvid kurallarına çok fazla girilmeden daha ziyade diğer imamlar tarafından yapılan usûl ile ilgili kırâat farklılıklarını belirteceğiz. 2. Medd-i Bedel امنُوا ْاف ve ٖايَمانُُك مْْ,ٰا gibi kelimelerde olan medlere medd-i bedel denir. Bunun اُو sebebi, med sakin hemze harfinden bedel olduğu içindir. Bunu sadece İmam Nâfi’nin râvîsi Verş yapmaktadır. Örneğin Verş ُْر اخ َِٰل daki ikinci hemzeyi kasr, tavassut, tûl’ا şeklinde (1, 3 ve 5 elif uzatarak) üç vecih okumaktadır. Bu hemzeyi diğer kırâat imamları da kasr ile 1 elif uzatarak okurlar. Kırâat imamlarının bir elif uzatarak okudukları medd-i bedel olarak isimlendirilen bu tür hemzeleri Verş her zaman burada olduğu gibi üç vecihle okumaktadır.86 Örnek: 20. ayette geçen َْاكٖلين ْٰل ال de nakil ile birlikte üstün hareke ile, 108. ayette ise ْْ قَاَل ُْؤ de ا خَسُؤا hemzesi ötre harekesi ile medd-i bedele örnektir. Kesre harekesinin medd-i bedeline bu sûrede örnek bulunmamaktadır. 3. Sıla ْ م ve هُ مْ ,zamirlerinde olduğu gibi “cem-i gâib” ve “muhatap zamirleri”ni Kâlûn ُك İbn Kesîr, Ebû Ca’fer ُهُمو ve ُكُمو şeklinde uzatarak okurlar. Bu okuyuş şekline kırâat ilminde “sıla” adı verilir.87 Kâlûn’un sıla yapmaksızın normal okuyuşu da vardır. Yine 85Medlerle ilgili bkz: İbnü’l-Cezerî, et-Temhîd fi İlmi’t-Tecvîd, Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1421/2001, s. 68; Pâlûvî, a.g.e., s. 7; Mehmet Rüştü Aşıkkutlu, Aşere Kaideleri Mısır Tarîki Şeyh Atâullah Mesleği, (Basılmamış ders notları), s. 2. 86Ceremî, a.g.e., s. 251; Temel, a.g.e., s. 115; Pâlûvî, a.g.e., s. 12. 87 Sıla kavramı için bkz: Temel, a.g.e., s. 147. 27 bu çeşit zamirlerden sonra yukarıda geçtiği gibi hemze gelirse Verş de 5 elif uzatarak sıla yapar. Bu tür zamirlerde vaslen sıla yapılır, vakfen yapılmaz. Zamirin sonundaki sakin harf başka bir kelimeyle birlikte gelmesi sebebiyle harekeye dönüşmüşse de sıla yapılmaz. ْاه ال َي ve َُْع نه gibi mâkabli sakin olan ‘ha zamiri’ ise İbn Kesîr tarafından sıla yapılarak uzatılmaktadır.88 Örnek: 6. ayette م ْ َّنُه ا ْ مْفَ ْ ت ,de Kâlûn, İbn Kesîr ve Ebû Ca’fer’in ا َيَمانُُه ْ مْا َوَْماَْملََك اه اج de ise ا َزَوا Nâfî, İbn Kesîr ve Ebû Ca’fer’in sıla yaptığı görülmektedir. Birinci örnekte sadece 1 elif miktarı uzatma vardır. İkinci örnekte ise medd-i munfasıl kaidesi dahilinde Kâlûn, İbn Kesîr ve Ebû Amr 1 elif, Kâlûn tekrar 3 elif, Verş ise 5 elif miktarı uzatmaktadır. İbn Kesîr’in mâkabli (kendisinden önceki harf) sakin olan “ha zamiri”nin sılasına örnek olarak 13. ayetteki َُْناه .kelimesini gösterebiliriz َجعَ ل 4. İbdâl İbdâl, “sakin hemzeyi mâkablinin harekesi cinsinden bir harf-i medde dönüştürmektir”. İbdâl’da asl olan hemzenin sakin olmasıdır. Bu şekilde İbdâl yapan kırâat imamları vasıl halinde Verş, Sûsî, Ebû Ca’fer’dir. Vakıf halinde Hamza da onlar gibi ibdâl yapar. Fakat harekeli olduğu zamanlarda da bazı hallerde ibdâl yapılmıştır. 89 Şimdi burada sakin ve harekeli hemzenin ibdâl olma kaidelerini örnekler üzerinden izah etmeğe çalışacağız. Mü’minûn sûresinde örnek bulunmayan kaidelere diğer sûrelerden örnek verilecektir. Sakin hemze ile ilgili ibdâl kaideleri: 1. Fethadan sonra gelen sakin hemze elif’e dönüşür: 33. ayette ُْل ُْل kelimesi يَا ُك يَاُك şeklinde okunmuştur. İbdâl yapanlar Verş, Sûsîْve Ebû Cafer’dir. 88 Dimyâtî, a.g.e., I, 68; Ali Muhammed ed-Dabba’, el-İdâetü fi Beyâni Usûli’l-Kırâati, 1. b., Kahire: el- Mektebü’l-Ezheriyye li’t-Turâs, 1420/1999, s. 21; Hafyân, a.g.e., s. 241; İbrahim b. Saîd ed-Dûserî, Muhtasarü’l-İbârâti li Mu’cami Mustalahâti’l-Kırââti, 1. b., Riyad: Dâru’l-Hadâreti li’n-Neşri ve’t- Tavzî’, 1429/2008, s. 78. 89İbdâl kavramı için bkz; Temel, a.g.e., s. 84; Pâlûvî, a.g.e., s. 132. 28 2. Kesreden sonra gelen sakin hemze ye’ye dönüşür: َْاب ئس kelimesi َْس şeklinde باي okunmuştur.ْİbdâl yapanlar Verş, Sûsîْve Ebû Cafer’dir.90 3. Ötreden sonra gelen sakin hemze vav’a dönüşür: 1. ayette َْامنُون kelimesi ا لُم ؤ َْن امنُو .şeklinde okunmuştur. İbdâl yapanlar Verş, Sûsî, Hamza ve Ebû Ca’fer’dir ا لُمو Harekeli hemze ile ilgili ibdâl kaideleri: 1. Ötreden sonra gelen fetha vav’a dönüşür: َّْجًْل kelimesi vakıf halinde Hamzaُْمَؤ tarafından ًْْل َّج şeklinde okunmuştur.91 ُمَو 2. Kesreden sonra gelen fetha ye’ye dönüşür: َْْل ًّ الئ kelimesi Verş tarafından ًَّْْل الي şeklinde okunmuştur.92 3. Fethadan sonra gelen fetha elif’e dönüşür: ُْْام نَساَتَه kelimesi َُْه ام نَسات şeklinde okunmuştur. İbdâl yapanlar Nâfî, Ebû Amr ve Ebû Ca’fer’dir.93 5. İdğâm İdğâm, “bir şeyi diğer bir şeye katmaktır”. Istılahta; “misleyn (mahreç ve sıfat aynı), mütecâniseyn (mahreç aynı, sıfat farklı) ve mükekâribeyn (mahreç veya sıfatta veyahut her ikisinde de yakınlık olan) bir harfi diğer bir harfe katıp, tek bir harfmiş gibi okumaktır”.94 İdğam ikiye ayrılmaktadır: İdğâm-ı Sağîr: Aynı cinsten iki harften birincisinin sakin, ikincisinin harekeli olduğu idğamdır. İdğâm-ı Kebîr: Aynı cinsten iki harften birincinin de, ikincisinin de harekeli olduğu idğâmdır. Kur’an’da çok geçmesinden dolayı buna büyük idğâm anlamında 90 Ra’d, 13/18; Pâlûvî, a.g.e., s. 76. 91 Âl-i İmrân, 3/145; Pâlûvî, a.g.e., s. 43. 92 Bakara, 2/150; Pâlûvî, a.g.e., s. 30. 93 Sebe, 34/14; Pâlûvî, a.g.e., s. 112; Ayrıca İbdâl kaideleri ile ilgili bkz: Ceremî, a.g.e., s. 10; ed- Debbâ’, a.g.e., s. 24; Hafyân, a.g.e., s. 123; Komisyon: Ahmed Müflih Kuzâh, Ahmed Hâlid Şükrî, Muhammed Hâlid Mansûr, Mukaddimât fi Ulûmi’l-Kırâât, Amman: Dâr’u Ammâr, 2001, s. 133. 94 Ceremî, a.g.e., s. 20; Hafyân, a.g.e., s. 230. 29 “İdğâm-ı kebîr” de denilmiştir. Bunun nedeni Kur’an’da harekenin, sükündan daha fazla sayda geçmesidir.95 Kırâat-ı aşere’de genelde idğâm yapan Ebû Amr’ın râvîsi Sûsî’dir. Bazı kelimelerde Ya’kûb’un râvîsi Ruveys de idğâm yapmaktadır. Bazı yerlerde ise (م ْ قَد َجاءَُْك örneğinde olduğu gibi) Ebû Amr, Hişâm, Hamza, Kisâî ve Halef’in idğâm yaptığı görülmektedir. Zaman zaman bunlar dışında da idğâm uygulamaları yapılmaktadır.96 Örnek: 26. ayette Sûsî ْاب َر َقاَلْ ’ni ْاب َّر َقا , 45. ayette َْٰهُرون َْن yi’َواََخاهُْ ٰهُرو ْْ .şeklinde, 101 َواََخا ayetteْSûsî ve Ruveys م ْ ْ م de’فََْلْا َنَساَبْب َينَُه َّب ينَُه َْسا şeklinde, 112. ayette ise Ebû Amr, İbn فََْلْا َن Âmir, Hamza, Kisâî ve Ebû Ca’fer ُم ْ اَب ثت ْل ْkelimesinde idğâm yaparak م ْ şeklinde لَباتُّ okumuşlardır. 6. Nakil Nakil, “kelimede hemze harfinden önce gelen sakin harfe, hemzenin harekesini verip, hemzeyi hazfetmektir”.97 Nakil konusu kırâat imamları arasında sadece imam Nâfi’nin râvîsi Verş rivayetinde mevcuttur.ْ اضْ gibi Lâm-ı Ta’rîf’le biten َوا ِلَ ر kelimelerde vakıf halinde Verş ile birlikte Hamza da nakil yapmaktadır. Böyle kelimelerin vasıl halinde ise sadece Verş nakil yapmaktadır. Burada olduğu gibi lâm-ı ta’rîf’ten sonra gelen hemzeli kelimelerde bütün Kur’an’da aynı durum geçerlidir.98 Ayrıca İbn Kesîr Kur’an’da geçen (mârife veya nekre olsun fark etmez) 99ُْن ve ا لق ُرٰا ْ ن100 ُْن kelimelerini de isim olarak geldikleri zaman hemzesiz olarak ق ُرٰا ْ ن ve ا لقَُرا قَُرا şeklinde nakil yaparak okumaktadır. Bu kelimelerin vakıf halinde Hamza da İbn Kesîr ile birlikte nakil yapmaktadır.101 Örnek: 95İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 274-275; ed-Dûserî, a.g.e., s.19. 96 Pâlûvî, a.g.e., s. 132; Rûmî, a.g.e., s. 17-18; Hafyân, a.g.e., s. 231; Komisyon, Mukaddimât, s. 130. 97 İbnü’l-Cezerî, et-Temhîd, s. 71; Dimyâtî, a.g.e., I, 110. 98 Ebû Amr Osmân b. Saîd b. Osmân ed-Dânî, et-Teysîr fi’l-Kırââti’s-Seb’, Riyad: Mektebetü’r-Rüşd, 2011, s. 140. 99 Bakara, 2/185. 100 Yûnus, 10/61. 101 Pâlûvî, a.g.e., s. 33; Rûmî, a.g.e., s. 171. 30 1. ayette geçen ََْلح ْْا َف ََْح de Verş nakil yaparak burayı قَد ْ َقد َفل şeklinde okumaktadır. Burada Verş’in nakli nekreli kelime üzerinde olmaktadır. Nekreli yerlerde ister vasıl ister vakıf olsun Verş’in uygulaması aynıdır. Mârife gelen yerlerde de aynı şekilde nakil yapmaktadır. Örnek: 12. ayette َْاِل نَسان ا َْن de ise’َخل َقنَاْ ال نَسا َن şeklinde okumaktadır. Yukarıda da َخل َق kaydettiğimiz gibi Lam-ı Tarîf’le biten kelimelerde ayet ortasında sadece Verş nakil yapmaktadır. Vakıf halinde ise Hamza da Verş gibi nakil yapmaktadır. Bunun örneği 18. Ayette geçen ْض ا َِل ر ا افىْ َفا َسَكنَّاهُْ ’de görülmektedir. Burada Verş ile birlikte Hamza da اضْ َل ر اف şeklinde okumaktadır. 7. Terkîk Terkîk, rakkaka rubâî fiilinin mastarı olup lügatte, “bir şeyi ince etmek” manasındadır. Tecvid ilminde ise: “Kendisinde bu sıfat bulunan harfleri ince okumak” demektir. Tefhîm harflerinin dışında kalan harfler, terkîk harfleridir.102 Bizim burada üzerinde duracağımız terkîk kırâat imamlarından Nâfi’nin râvîsi olan Verş’in yapmakta olduğu terkîk olacaktır. Verş diğer kırâat imamlarından farklı olarak “ra” harfini bazı şartlar çerçevesinde “terkîk” ile okumaktadır. “Ra” harfinin öncesi “lazımî kesre”, yahut “ya sakin” olursa veyahut öncesi sakin, daha öncesi kesreli olursa Verş “ra” harfini ince okur. Burada “ra” harfinin harekesi üstün veya ötre olsa da fark etmez. Buna “terkîk” denir. Lazımî kesreye örnek olarak اخَرةْا ْات kelimesini, ya sakin’e örnek olarak اَِٰل ا َلَخ يَرا kelimesini ve öncesi sakin, daha öncesi kesreli olana ise َْاذ كر kelimesini örnek göstere اَل biliriz.103 Örnek: Ya sakin’e örnek; 19. ayette geçen ٌَكٖثيَرْة (kesîratün) kelimesini Verş terkîk yaparak (kesîretün) şeklinde, 23. ayette ise َُْغ يُره (ğayruhû) kelimesini de (ğayrühû) şeklinde okur. Lâzımî kesre’ye örnek; 33. ayette geçen ْاة اخَر ِٰل ا اءْ القَا (de (âhirati) kelimesini (âhireti’با 102 İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 90; Mutçalı, a.g.e., s. 334; Ceremî, a.g.e., s. 92. 103 Komisyon, Mukaddimât, s. 143; Karaçam, Kur’ân-ı Kerîm’in Faziletleri, s. 243. 31 şeklinde terkîk yaparak okur. Bu örneklerde gördüğümüz gibi Verş, Hafs ve diğerlerinden farklı olarak bu kelimeleri ince okumaktadır. 8. Tağlîz Tağlîz, harfi telaffuz ederken “ağızda bir dolgunluk, kalınlık oluşturmaktır”. Tağlîz’e bazen “Tefhîm” de denilmektedir. Ancak çoğu zaman tefhîm “ra” harfi için, tağlîz ise “lam” harfi için kullanılmaktadır. İmam Nâfî’nin râvîsi Verş Kur’an’daki bazı İsti’lâ harflerinden sonra gelen bütün lam harflerini kalın okumaktadır. Şöyle ki, eğer “lam” harfi fethalı olup, kendinden önce fethalı veya sakin olmak üzere ْْط ,ص veْْْْظ harfleri gelirse Verş bunları kalın okumaktadır.ْْ ْْ,(dala’at) َطلَع َت ْْا َظلَُمْ (ezlamü),ْْ ْْالطْلق (eddalâku), َصٰلوتُُهم (salâtühüm) gibi.104 Örnek: 2. ayette geçen م ْ اه (saletihim) kelimesini Verş tağlîz yaparak (salâtihim) َصَْلتا şeklinde okumaktadır. 9. Taklîl Taklîl, “Tahkîk veya Fetih denilen normal, düz okuyuş ile İmâle arası bir okuyuştur”. Buna “Beyne Beyne”, “Tavassut” veya “İmâle-i suğrâ” da denir. Uygulamasının ehil bir hocadan (fem-i muhsîn’den) öğrenilmesi gerekir.105 Verş özellikle bazı kelimelerde bu kaideyi her zaman uygulamaktadır. ُْهدًى َنَصاٰرىْ, ُْموَسىْ,ْاَنٰىْ,ْ َياُك مْْ,ْْد ُنيَا, اه مْْ,ْْفَا َح ار َْة ,ْْا َبَصا َْر ,gibi kelimelerinde Ebû Amr د ُنيَا ve ُموَسى .gibi ْْت َوٰري ا َبَرا kelimesinde Hamza,ْ َْة kelimesinde ise Hamza ve Kâlûn ت َوٰري 106 da Verş ile birlikte taklîl yapmaktadırlar.107 Örnek: 7. ayette geçen ا بتَٰغى انْ kelimeleri Verş ve Ebû Amr’ın الدُّ نيَا ve 33. ayette geçen فََم taklîline örnek verilebilir. 104 Bkz: ed-Dabbâ’, a.g.e., s. 30; Ceremî, a.g.e., s. 96-97; Hafyân, a.g.e., s. 124. 105Bkz: Ceremî, a.g.e., s. 102; Temel, a.g.e., s. 156. 106 Kâlûn burada Fetih ve Taklîl olmakla iki vecihle okuyor. Bkz: Komisyon, Mukaddimât, s. 141. 107 Bkz: Dimyâtî, a.g.e., I, 151-153; Komisyon, Mukaddimât, s. 142, 147, 154. 32 10. İmâle el-İmâle يميل، إمالْة ,fiilinin mastarı olup bir yerden bir yere meyletmek أمال،ْ bozmak, değiştirmek, eğmek gibi manalara gelmektedir”. Kırâat ıstılahında ise; “Fethayı kesreye, elifi de ya harfine meylederek okumaktır”. Buradaki kesreden maksat meylettirmektir. Bunu normal kesre harekesi ile karıştırmamak lazımdır. İmâle; “İmâle-i kübrâ” ve “İmâle-i suğrâ” şeklinde iki kısma ayrılmaktadır: İmâle-i kübrâ; “Elifin fethasını kesreye daha fazla yakınlaştırarak okumaktır”. İmâle-i suğrâ ise, “Elifin fethasını ya harfinin kesresine az bir miktarda yaklaştırmaktır”.108 Kırâat-ı aşere’ye göre genelde imâle yapanlar Hamza, Kisâî ve Halef’tir. ا لُهٰدْى, ْ ْ,ُموَسىْ َيا ْ gibi. Bazı kelimelerde ise farklı kişilerin de imâle yaptığı اَنٰى ve د ُن görülmektedir. نََصاٰرى kelimesinde Ebû Amr, Hamza, Kisâî ve Halef, َْت َوٰرية kelimesinde Ebû Amr, İbn Zekvân, Kisâî ve Halef, ا َبَرار kelimesinde Ebû Amr, Kisâî ve Halef, َْارين َكافا kelimesinde Ebû Amr, Hafs Dûrî ve Ruveys, م ْ اه ار kelimesinde Ebû Amr ve Hafs ا َبَصا Dûrî, م ْ َياُك ْ َح kelimesinde ise sadece Kisâî imâle yapmaktadır. Bu kelimelerin kalıbında فَا olan diğer kelimelerde de yine aynı kişiler imâle yapmaktadırlar. Kitaplarda bu َكُموَسي, ْ م اه ار .şeklinde geçmektedir َكا َبَصا 109 Âsım kırâatinde sadece Hûd sûresi 41. ayette geçen َم جٰريَها kelimesinde İmâle-i kübrâ mevcuttur. Örnek: 13. ayette ر ْ kelimesinde تَت َرا kelimesinde Ebû Amr, Kisâî ve Halef, 44. ayette قََرا Hamza, Kisâî ve Halef, 80. ayette ْار kelimesinde Ebû Amr ve Hafs Dûrî’nin imâle َوالنََّها yaptığı örnek verilebilir. 108İbnü’l-Cezerî, et-Temhîd, s. 72; Dimyâtî, a.g.e., I, 136; Ceremî, a.g.e., s. 149-150. 109 Geniş bilgi için bkz: Dimyâtî, a.g.e., (Bâbü’l-Fethi ve’l-İmâle), I, 136-158. 33 11. Teshîl Teshîl, lügatte, “araziyi düzlemek, düz hale getirmek, kolaylaştırmak” gibi manalara gelmektedir.110 Kırâat ıstılahında ise, “hemzeye varid olan değişikliğe denir”.111 Bazıları teshîl yaparken hemzeyi açık “he” harfi gibi okuyorlar ki, bu hatadır. Örnek: 19. ayette geçen ب ْ َنا kelimesinde Hamza tahkîk ve teshîl olmak üzere iki َوا َع vecihle okuyor. 27. ayetteki ا َمُرنَا ,de ikinci hemzeyi teshîl ile okuyanlar Verşْْ’َجاَءْ Kunbül, Ebû Ca’fer ve Ruveys, 44. ayetteki ًْة َُّم ا de Nâfî, İbn Kesîr, Ebû Amr, Ebû’َجاَءْ Ca”fer ve Ruveys, 82. ayetteki انَّْا .de ise İbn Kesîr, Ebû Amr ve Ebû Ca’fer’dir’َء Görüldüğü gibi tek hemze geldiği yerlerde teshîl yapan sadece Hamza’dır. İki hemze içtimâ ettiği zaman ikinci hemzeyi teshîl edenler hemzenin harekesine göre değişmektedir. Hareke üstün ise teshîl hemze ile elif arası, ötre ise hemze ile vav arası, kesre ise hemze ile ye arası bir sesle yapılmaktadır. Âsım kırâatine göre ise, teshîl sadece Fussilet sûresinin 44. ayetinde geçen ْ ي ام .kelimesinde mevcuttur َءا َعَج 12. Revm Revm, sözlükte, “talep etmek, istemek” anlamına gelmektedir. Bazı kırâat imamlarına göre; طلبْالحركةْبصوتْخفي “harekenin birazını telaffuz etmektir”, bazılarına göre ise; هوْتضعيفْالصوتْبالحركةْحتيْيذهبْمعظمْصوتها “harekeye ses verirken sesin büyük çoğunluğunu zayıflatmaktır” şeklinde tarif edilmektedir. Aslında iki görüşte de aynı şey yansıtılmaktadır. Nahivcilere göre ise; “Harekeye gizli bir ses vermektir”. Revm, esre ve ötre harekesinde yapılmaktadır.112 27. ayette geçen ُْالتَّنُّور ْام ve 86. ayette geçen َوفَاَرْ kelimelerinde durulduğu ا لعَٖظي zaman revm yapılabilir. Fakat bu kuralın uygulanması vacip değildir. 110İbnü’l-Cezerî, et-Temhîd, s. 70. 111 Ceremî, a.g.e., s. 93; Temel, a.g.e., s. 164. 112 İbnü’l-Cezerî, et-Temhîd, s. 121; Ceremî, a.g.e., s. 160; Komisyon, Mukaddimât, s. 136; Çetin, Kur’ân Okuma Esasları, 44. b., Bursa: Emin Yayınları, 2018, s. 222. 34 13. İşmâm İşmâm, “harekeye ses vermeden, ağzı harekenin çıkardığı sese göre şekillendirmektir”. Veya “sükundan sonra zammeye işaret etmek için dudakları öne doğru uzatmaktır”. İşmâm sadece merfû’ kelimelerde gerçekleşmektedir. Örneğin medd-i ârız olan ُْاَعين kelimesinde durduktan sonra dudakları ileri uzatmak gibi. Kırâat ن َست imamlarına göre işmâm başka manalara da gelmektedir:113 .sesi karıştırmaktır. Buna “harfi harfe karıştırmak” denir. 73 ”ْز“ harfine ”ص“ .1 ayette ط ْ اصَرا kelimesinde Halef’in bu şekilde işmâm yaptığı görülmektedir.ْAyrıca Nisâ sûresinin 4/87. ayetindeki “َُْق .kelimesi de buna örnek verilebilir ”ا َصد 2. Kesreye zamme karıştırmaktır. Buna “harekeyi harekeye karıştırmak” denir. Bakara 2/11. ayetteki َْل ْ harfi ق kelimesindeki قْاي ْve Hûd 11/44. ayetteki َْض اغي kelimesindeki غ harfi kesre ve zamme karışımı bir ses ile telaffuz edilir. Önce zamme sonra da kesre telaffuz edilir. Kesrenin telaffuzu daha belirgin olmalıdır. Bu işmâmı yapanlar Hişâm, Kisâî ve Ruveys’tir. kelimesinde, kelimenin aslına işaret etmek için, şeddenin içindeki ” تأمنا “ .3 ikinci nun harfinde dudakları zamme pozisyonuna getirmektir. Nitekim “تَأ َمنَّْا” kelimesinin aslı “َُنْا Te’menunâ’dır. Bu kelimede Ebû Ca’fer dışında bütün kırâat/ ”تَأ َمن imamları işmâm yapmışlardır.114 Sonuç olarak dört çeşit işmâm olduğunu görüyoruz. İlk işmâm (ötreye işaret için olan) sadece vakıf halinde uygulanmaktadır. Mü’minûn suresinde geçen bu genel usûl kaideleri dışında bazı kelimelerin okunuşları da usûl içerisinde izah edilmekterdir. 71. ayette geçen َّْن اه kelimesinde Ya’kûb’un vakıf فاي yaparken okuyuşu ه ْ şeklindedir. Ya’kûb tesniye ve cem’i zamirlerde (müzekker veya فايُهنَّ müennes olsun) “he” harfini ötreli okuyor. Ayrıca cem’i müennes ğâib zamirlerinde vakıf yaparken sonuna sakin “he” ekliyor. Böylece yukarıda olduğu gibi ه ْ َّن şeklinde فايُه vakıf yapmış oluyor.115 78, 80 ve 88. ayetlerde geçen ََْوهُو ile ilgili usûl ise şöyledir: َُْو ه ve َْاهي müzekker ve müennes ğâib zamirlerin “he”sini “vav”, “fe” ve “lam” harfleri ile birlikte geldiği zaman Kâlûn, Ebû Amr, Kisâî ve Ebû Ca’fer sükunlu olarak okuyorlar. 113 İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 121; Ceremî, a.g.e., s. 37. 114 Yûsuf, 12/11; Pâlûvî, a.g.e., s. 72; Komisyon, Mukaddimât, s.136-137; Rıfat Ablay, Meryem Suresinin Kırâatlar Yönünden İncelenmesi, (Yüksek lisans tezi), Diyarbakır: Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Tefsir Bilim Dalı, 2015, s. 55. 115 Mekkî, el-İbane, s. 95; Dimyâtî, a.g.e., I, 216; Rûmî, a.g.e., s. 438. 35 َْو َْي ,َو ه َْو ,َو ه َْي ,فَه َْو ,فَه َّلٖذى ;gibi. Örneğin لَهيَْ ve لَه ا ْةٌ 116,َوهَُوْ َي او َْخا اَهَيْ ,ف 117 ve ُْن ا لَحيََوا اَهَيْ ل 118 ayetlerinde olduğu gibi. Buraya kadar usûl ile ilgili kaideleri izah etmeye çalıştık. Usûl ile ilgili kırâat farklılıklarının mana üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığını söylemek gerekir. Ferşü’l-hurûf’la ilgili yerlerde ise çoğunlukla manaya etki etmese de bazı yerlerde manaya etki etmektedir. Şimdi sûredeki ferşü’l-hurûf’la ilgili olup önce manaya etki eden daha sonra ise manaya etki etmeyen ayetleri izah etmeğe çalışacağız. B. MANAYA ETKİ EDEN KIRÂAT FARKLILIKLARI Mü’minûn Sûresindeki manaya etki eden kırâat farklılıkları izah edilirken ayetin daha iyi anlaşılması için ilk başta ayetin Arapça metnine ve mealine yer verilecektir. Sonra ayetler içerisindeki kırâat açısından farklı okunmuş kelimeler ele alınıp, önce kırâat imamlarına göre nasıl okunduğu, sonra (varsa) i’râb ve dilbilimsel olarak yapılmış yorumlar hakkında bilgi verilecektir. Daha sonra bu farklılıkların ayetin manasına nasıl etki ettiği üzerinde durulacaktır. En sonda ise önemli görülen yerlerde bir değerlendirme yapılarak konuya açıklık getirilecektir. ْ م .1 اه ات اِلََمانَا Kelimesi. (8. Ayet) اه مَْراُعونَْ اد ْ مَْوَع ه اه ات اِلََمانَا ُه مْ َّلٖذيَنْ َوا “Yine onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.” Bu ayet-i kerimede üzerinde duracağımız kelime م ْ اه ات اِلََمانَا kelimesi olacaktır. Cumhur bu kelimeyi ayet-i kerimede yazdığı gibi çoğul olarak “emanetler” şeklinde okumuştur.119 Buna göre ayetin anlamı şu şekildedir: “Onlar emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler”.120 Kırâat imamlarından İbn Kesîr ise aynı kelimeyi tekil olarak (م ْ اه َنتا اِلََما ) şeklinde ism-i cins gibi okumuştur.121 Böyle olunca ayetin anlamı: “Kendilerine verilen 116 Mü’minûn, 23/78, 80, 88. 117 Hac, 22/45. 118 Ankebût, 29/64. 119 Mekkî, et-Tebsıra, s. 604; Dimyâtî, a.g.e., s. II, 602; Pâlûvî, a.g.e., s. 96; Rûmî, a.g.e., s. 435. 120 Ebû Abdillâh (Ebü’l-Fazl) Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn er-Râzî et-Taberistânî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 1. b., y.y., el-Behiyyetü’l-Mısriyye, 1357/1938, XXIII, 71; Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Ferh el-Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 3. b., Kahire: Dâru’l-Kitâbi’l- ‘Arabi li’t-Tibâ’ati ve’n-Neşr, 1387/1967, XII, 107. 121 Ebû Zür’a Abdurrahman b. Muhammed b. Zencele, Hüccetü’l-Kırâât, thk. Saîd el-Afğânî, 5. b., Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1418/1997, s. 483; Dimyâtî, a.g.e., s. II, 602; Pâlûvî, a.g.e., s. 96; Rûmî, a.g.e., s. 435. 36 emaneti muhafaza ederler” şeklinde olmaktadır.122 Bilindiği gibi ism-i cinsler çoğul anlamında kullanılır. Yani emanet dendiğinde ister Allah hakkı ister kul hakkı ile ilgili olsun her türlü emanetler kastedilmektedir.123 Dolayısıyla her iki okunuşta da aynı mana korunmuş olmakta ve bu farklı okunuş tarzı manaya zenginlik katmaktadır. ْ م .2 (Kelimesi. (9. Ayet َصلََواتاه افُظونَْ ْ مْيُحا اته ُه مَْعلـىَْصلََوا اذيَنْ َوا ل “Ve onlar ki, namazlarına devam ederler.” Bu ayet-i kerimede üzerinde duracağımız kelime م ْ .kelimesi olacaktır َصلََواتاه Burada kırâat imamlarından Ebû Bekir Şu’be b. Ayyâş hariç diğer Küfe ekoluna mensup olanlar (Hamza, Kisâî ve Halef) kelimeyi tekil olarak, ikinci ayetteki gibi124 ْ م اه .şeklinde okumuşlardır َصَْلتا 125 Çoğunluğun okumuş olduğu şekli ile ayetin anlamı; “Onlar namazlarına devam ederler” şeklindedir. Fiil kalıbının kullanılması namazda yenileme ve tekrar olduğu içindir. Bu sebeple çoğunluk cemi olarak (م ْ اته şeklinde (َصلََوا okumuştur. Sûrede ikinci ayette geçen namaz lafzı tekil olarak kullanılmıştır. Çünkü orada huşûun namaz cinsinde olduğu ifade edilmiştir. Burada ise namazdaki farz, vacip, sünnet ve nâfilelerin her birinin korunduğunu ifade etmek için çoğul olarak okunmuştur.126 Yani bir nevi namazları muhafaza ederek onları vaktinde kılmak anlamında çoğul olarak kullanılmıştır.127 Tekil olarak okuyan Küfeliler namazı ism-i cins olarak okumuşlar. Böyle olunca ayetin anlamı; “Onlar namaza devam ederler” şeklindedir. Yine bu tekil okunuş ism-i cins olduğundan dolayı çoğul anlamı vermektedir.128 122 İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l- Mesîr, V, 461; Nâsırüddîn Ebû Saîd (Ebû Muhammed) Abdullâh b. Ömer b. Muhammed el-Beydâvî, Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl, İstanbul: Dersaadet, t.y., II.100. 123 Elmalılı, a.g.e., V, 3430. 124 Bzk: Mü’minûn, 23/2. 125 Ebû Abdillâh el-Hüseyn b. Ahmed b. Hâleveyh, el-Hüccetü fi’l-Kırâati‘s-Seb’, 3. b., Beyrut: Dâru’ş- Şürûk, 1399/1979, s. 255; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II.328; Dimyâtî, a.g.e., II, 62; Pâlûvî, a.g.e., s. 66; Rûmî, a.g.e., s. 435. 126 Beydâvî, a.g.e., II, 100; Ebü’l Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-Tenzîl ve Hakaiku’t-Te’vîl, y.y., Dâr’u İhyâi’l-Kütübi’l-Arabi, t.y., III, 114. 127 İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l- Mesîr, V, 461. 128 Kurtubî, a.g.e., XII, 107. 37 Gördüğümüz gibi burada farklı kırâatlerin olması manaya zenginlik katmış ve kılınan herhangi bir namazda huşû içerisinde olmanın gerekliliğine, genel anlamda da tüm manazlara devam edilmesi gerektiğine işaret edilmiştir. اعَظاًما .3 ve َْاعَظام (Kelimeleri. (14. Ayet ا ل ًقاْٰاَخَرْ َناهَُْخ ل َُّمْا َنَشا َل حًماْث اعَظامَْْ َناْا ل اعَظاًماْفََكَس و َفَخل َقنَاْا لُم ضغَةَْ َعلَقَةَُْم ضغَةًْ ََقةًْفََخل َقنَاْا ل َةَْعل ُّن طفَ َُّمَْخل َقنَاْال ث الٖقينَْ ََباَرَكّْللٰاُْا َحَسُنْا لَخا فَت “Sonra nutfeyi alaka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden, alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan haline getirdik. Yapıp-yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.” Kırâat farklılıkları bakımından bu ayette ele alacağımız kelime اعَظاًما ve َْاعَظام ا ل kelimeleri olacaktır. İbn Âmir ve Ebû Bekir hariç diğer kırâat imamları bu kelimeleri ع harfini kesreli, ظ harfini fethalı ve kendinden sonraْا ile cemi’ olarak okurken, İbn Âmir ve Ebû Bekir ع harfini fethalı, ْظ harfini sükunlu ve kendinden sonraْْ olmadan tekil ا olarakْْ ًْما ;şeklinde okumuşlar.129 Çoğul olarak okunduğunda ayetin anlamı ا لع َظمَْ ve َع ظ “O bir çiğnemlik eti kemiklere çevirdik ve o kemiklere de et diydirdik” şeklindedir.130 Beydâvî’ye göre burada kemiklerin çoğul olarak kullanılması şekil ve sertlikteki farklılıktan dolayıdır.131 Yine “cemi’ olarak kullanılmasından maksat insanın çok sayıda kemik sahibi olmasındandır” diyenler de olmuştur.132 Tekil olarak okunduğunda ise ayetin anlamı; “O bir çiğnemlik eti kemiye çevirdik ve o kemiye de et giydirdik” şeklindedir. Râzî burada İbn Âmir’in tekil okuyarak çoğul mananı kastettiğini ve bunu Fecr sûresinin 22. ayetinde geçen ًّفا melekler de saf saf (geldiler)) ayeti ile) َوا لَملَُكَْصفًّا َص delillendirdiğini söylemiştir.133 Nesefî’nin tefsirinde Ebû Zeyd’in şöyle dediği 129 Taberî, a.g.e., XVIII, 9; İbn Hâleveyh, a.g.e., s. 256; Ebü’l-Hasen Tâhir b. Abdilmün‘im b. Ubeydillâh b. Ğalbûn el-Halebî el-Mısrî, Kitâbu’t Tezkira fi’l-Kırââti’s-Semân, thk. Eymen Rüşdi Suveyd,ْْ 1. b., Mekke: Câmiatü Ümmülkurâ, 1412/1991, s. 450; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 328; Dimyâtî, a.g.e., II, 602. 130 Râzî, a.g.e., XXIII, 74. 131 Bkz: Beydâvî, a.g.e., II, 100. 132 Bkz: Ebû İshâk İbrâhîm b. es-Serî b. Sehl ez-Zeccâc, Meâni’l-Kur’ân ve İ’râbuh, 1. b., Beyrut: Âlemü’l-Kütüb, 1408/1988, IV, 8; Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. İsmâîl en-Nehhâs el-Murâdî el- Mısrî, Meʿâni’l-Ḳurʾân, thk. Muhammed Alî es-Sâbûnî, 1. b., Mekke: Câmiatü ÜmmülKurâ, 1410/1989, IV, 447; Ebû Muhammed el-Huseyin b. Mes’ûd el-Ferrâ el-Beğavî, Me’âlimü’t-Tenzîl, 3. b., Beyrut: Dâru’l-Marife, 1413/1992, III, 304. 133 Râzî, a.g.e., XXIII, 74. 38 nakledilmiştir: “Çoğul yerine tekil olarak zikredilmesi etle kaplanmadığı döneme aittir. Çünkü normal insan bir çok kemiye sahiptir”.134 Ayette geçen “لَ حًما” kelimesinin tekil olarak gelmesinden dolayı “َْاعَظام (ا لع َظمَْ) kelimesinin de kurrâ tarafından tekil olarak ”ا ل şeklinde okunduğu da söylenmiştir.135 İster çoğul ister tekil okunduğunda ayet-i kerimede bir birine zıt herhangi bir mana değişikliği görülmemektedir. Bilakis birbirine yakın olan manalar verilerek insan yaratılışının çeşitli aşamalarına dikkat çekilmektedir. َْء .4 َنا ُُْت ve َس ي (Kelimeleri.( 20. Ayet ت َنب َْن اكٖلي ْٰل ال اص بغ ْ انَْو ابالدُّ ه ارَْس ينَاءَْْت َنبُتُْْ ام نُْطو َوَشَجَرةًْت َخُرُجْ “Tûr-i Sînâ'da da yetişen bir ağaç daha meydana getirdik ki, bu ağaç hem yağ hem de yiyenlerin ekmeğine katık edecekleri (zeytin) verir.” Bu ayet-i kerimede üzerinde duracağımız kelimeler ََْس ينَاء ve ُُْت kelimeleriْْت َنب olacaktır. ََْناء ”kelimesi Nâfi, İbn Kesîr, Ebû Amr ve Ebû Câ’fer tarafından “sin َس ي harfinin kesresi, diğerleri tarafından ise “sin” harfinin fethası ile okunmuştur. Böylece bu kelime ََْناء َْء ve َس ي َنا اسي şeklinde iki vecihle okunmuştur.136 ُُْت ,kelimesi ise İbn Kesîr ت َنب Ebû Amr ve Ya’kûb’un râvîsi Ruveys tarafından “te” harfinin zammesi ve “be” harfinin kesresi ile ُْت .şeklinde okunmuştur ت ُنبا 137 َْء ve َس ينَاءَْ َنا اسي ile ilgili farklı manalar söylenmiştir. Bu kelimelerin Tûr kelimesinin muzâfu-n ileyh veya Tûr kelimesi ile birlikte muzâf ve muzâfu-n ileyh’ten oluşan tek bir isim olduğu,138 َْء َنا kelimesinin gayr-i munsarîf olduğu, güzel ve mübarek َس ي anlamlarına geldiği söylenmiştir.139 َناءَْ َْء ve َس ي اسينَا şekilde okumalar ayetin anlamına etki etmemektedir.140 Fakat ُُْت ت َنب kelimesinin farklı okunmasından dolayı aşağıdaki manalar ortaya çıkmaktadır: 134 Nesefî, a.g.e., III, 115. 135 Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrâhîm es-Sa’lebî, el-Keşf ve’l Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, 1. b., Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1425/2004, IV, 320. 136 Dimyâtî, a.g.e., II, 603; Pâlûvî, a.g.e., s. 66. 137 Mekkî, et-Tebsıra, s. 604; Dimyâtî, a.g.e., II, 603; Rûmî, a.g.e., s. 603. 138 Ebü’l-Kâsım Cârullâh Mahmûd b. Ömer el-Havârizmî ez-Zemehşerî, (v. 538/1143), el-Keşşâf an Hakâiki Ğavâmizi’t-Tenzîl ve ‘Uyûni’l-Akâvîl fî Vucûhi’t-Te’vîl, thk. Âdil Ahmet Abdü’l- Mevcûd ve Ali Muhammed Muavviz, 1. b., Riyad: Mektebetü’l-İlmiyye, 1418/1997, IV, 223; Nesefiî, a.g.e., III, 116. 139 Taberî, a.g.e., XVIII, 13; İbn Atiyye, a.g.e., IV, 139; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l- Mesîr, V, 466. 140 Bkz: Ebü’l-Leys Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrâhîm es-Semerkandî, Bahrü’l-Ulûm, İstanbul: Özgü Yayınları, 2008, II, 411. 39 şeklinde okunduğunda ayetin anlamı; “bu ağaç beraberinde yağ ile ت َنبُتُْ .1 birlikte yetişir”141 veya “kendisinde yağ bulunduğu halde biter” 142 şeklinde olarak hâl mahallindedir. ابتُْ .2 :şeklinde okunduğunda ise kelimenin iki şekilde izahı yapılmıştır ت ُن a) َْْْا َنبَت de َْنَبَت anlamındadır. Böylece ayetin anlamı yukarıdaki şekilde olacaktır. b) Kelimenin mef’ûl’u hazf olunmuştur. Doyasıyla ayetin anlamı; “kendisinde yağı olan zeytinleri bitirir” şeklindedir.143 Sonuç olarak ayetin genel anlamı birbirine yakın iki farklı şekilde söylenebilir: Birincisi; “Tur-i Sina’dan (veya Seyna’dan)ْ çıkan bir ağaç yarattık ki, yağı ile ve yiyen kimselere bir katıkla birlikte biter”, İkincisi; “Tur-i Sina’dan (veya Seyna’dan)ْ ْ çıkan bir ağaç yarattık ki, kendisinde yağı olan zeytinleri ve yiyen kimselere bir katık bitirir”. ْ م .5 (Kelimesi. (21. Ayet ن ُسٖقيُك ام نَهاْتَا ُكلُونَْ انَهاَْولَُك مْٖفيَهاَْمنَافاُعَْكٖثيَرةٌَْو َّماْٖفىْبُُطو ام ْ مْ اَع بَرةًْن ُسٖقيُك امْل َعا افىْا ِل َن َّنْلَُك مْ ا َو “Hayvanlarda sizin için elbette ibretler vardır. Onların karınlarındakinden (sütlerinden) size içiririz. Onlarda sizin için birçok faydalar daha vardır; etlerinden de yersiniz.” Bu ayet-i kerimede üzerinde duracağımız kelime م ْ kelimesidir. Bu kelime ن ُسٖقيُك Nâfi, İbn Âmir, Ebû Bekir ve Ya’kûb tarafından “nun” harfinin fethası ile م ْ َن سٖقيُك şeklinde okunmuştur. Diğerleri tarafından ise yukarıda olduğu gibi “nun” harfinin zammesi ile ْ م .şeklinde okunmuştur ن ُسٖقيُك 144 Bazı rivayetlere göre Ebû Câ’fer bu kelimeyi “nun” harfinin yerine fethalı “te” harfi ile م ْ .şeklinde okumuştur ت َسٖقيُك 145 141 Kurtubî, a.g.e., XII, 115. 142 Râzî, a.g.e., XXIII, 79. 143 Sa’lebî, a.g.e., IV, 322; Mekkî, Müşkilu İ’râbi’l-Kur’ân, Dımaşk: Dâru’l-Me’mûn li’t-Turâs, t.y., II, 106; Râzî, a.g.e., XXIII, 79; Beydâvî, a.g.e., II, 101. 144 Dimyâtî, a.g.e., II, 603; Pâlûvî, a.g.e., s. 67; Rûmî, a.g.e., s. 436. 145 ez-Zemahşerî, a.g.e., IV, 225; Dimyâtî, a.g.e., II, 603; Rûmî, a.g.e., 436. 40 Şimdi her üç okunuş tarzına göre ayetin anlamına bakalım: ْ م اقي kelimesinin ن َسٖقيُك يَ س ْ م ,َسقَيْ اقي kelimesinin ise ن ُسٖقيُك ي ُس َقيْ fiilinden oluştuğu ا َس söylenmiş ve ikisinin de aynı manaya geldiği belirtilmiştir. Bunlardan birincisinin Kureyş ikincisinin ise Himyer şivesi olduğu da söylenmiştir.146 Zeccâc’ın Meâni’l-Kur’ân’ında ve Kurtûbî’nin tefsirinde bu okunuş tarzları için farklı teviller de yapılmaktadır. م ْ okunduğu zaman; “Onların karınlarındakilerden ن َسٖقيُك (sütlerinden) size içme imkanı yarattık” anlamına, م ْ okunduğunda ise; “Onların ن ُسٖقيُك karınlarındakilerden (sütlerinden) size içirdik” anlamına gelmektedir. Böylece her iki okunuşla da birbirine yakın mana kastedilmektedirtir. Ebû Câfer’in okuduğu م ْ şekli ile ayetin anlamı “O davarlar ت َسٖقيُك karınlarındakilerden (sütlerinden) size içirirler” manası çıkıyor ki, bu okunuş tarzının zayıf olduğu söylenmiştir.147 Eğer ayetin sadece ilk iki okunuş tarzı ile okunduğunu düşünürsek birbirine yakın manalar ifade ettiği, fakat Ebû Câfer’in okuduğu tarzda ise ayetin anlamının farklı şekil aldığı görülmektedir. ًِْل .6 (Kelimesi. (29. Ayet ُم نَز ازٖلينَْ از لٖنىُْم نَزًِلُْْمبَاَرًكاَْوا َنَتَْخ يُرْا لُم ن ابْا َن َوق ُلَْر “Ve de ki: Rabbim! Beni bereketli bir yere indir. Sen, iskân edenlerin en hayırlısısın”. Bu ayeti-kerimede “indirilen yer” anlamına gelen ُْْْم نَزًِل çoğunluğa göre “mim” harfi ötreli, “ze” harfi ise üstün olarak okunmuştur. Ebû Bekir İmam Âsım’dan bu kelimeyi “mim” harfi üstün, “ze” harfi ise kesreli olarak “yer, menzil” anlamına gelen ًِْل از .şeklinde rivayet etmiştir َم ن 148 Şimdi bu farklı okunuşlardan oluşan manalara bakalım: 146 Kurtubî, a.g.e., XII, 117. 147 Bkz: Zeccâc, a.g.e., III, 208; Kurtubî, a.g.e., X, 67, 79 (Nahl sûresi 66. ayetin tefsiri). 148 Ebû Bekr Ahmed b. Mûsâ b. el-Abbâs b. Mücâhid et-Temîmî el-Bağdâdî, Kitâbü’s-Seb’a fi’l-Kırâât, thk. Dr. Şevki Dayfî, Kahire: Dâru’l-Meârif, h. 1119, s. 445; İbn Hâleveyh, a.g.e., s. 256; İbn Ğalbûn, a.g.e., s. 451; Dânî, et-Teysîr, s. 159; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 328. 41 ”şeklinde mastar olarak okunduğunda; “Beni mübarek bir şekilde indir ُم نَزًِلْ anlamına gelmektedir. ًِْل از şeklinde okunduğu zaman ise; “Beni mübarek olan bir yere َم ن indir” anlamına gelmektedir.149 Her iki kırâate bakıldığında aslında Nuh (a.s) dua ederek sağ salim ve güvenilir bir şekilde kurtulmayı temenni etmiştir. Böylece buradaki farklı okunuş tarzları da manaya zenginlik katmış, daha kapsamlı bir mana elde etmemizi sağlamıştır. (Kelimeleri. (44. Ayet تَتَْرا ve ُرُسلَنَا .7 َِْلْ الق َو مْ َناهُ مْاََحاٖديَثْفَب ُعدًاْ َناْبَ عَضُه مْبَ عًضاَْوَجعَ ل َُّمةًَْرُسولَُهاَْكذَّبُوهُْفَا َتبَ ع ََناْتَت َراُْكلََّماَْجاَءْا َُّمْا َرَس لنَاُْرُسل ث َْن امنُو ي ُؤ “Sonra biz peyderpey peygamberlerimizi gönderdik. Herhangi bir ümmete peygamberlerinin geldiği her defasında, onlar bu peygamberi yalanladılar; biz de onları birbiri ardından yok ettik ve onları ibret hikâyelerine dönüştürdük. Artık iman etmeyen kavmin canı cehenneme!” Ayet-i kerimede üzerinde duracağımız kelimeler تَت َرا ََناْ ُرُسلَنَْا .kelimeleridir ُرُسل kelimesi çoğunluk tarafından yukarıda olduğu gibi “sin” harfi ötreli olarak okunmuştur. Ebû Amr ise bu kelimeyi “sin” harfi sakin olarak ُر سلَنَا şeklinde okumuştur. ت َتَرا kelimesine geldiğinde bu kelime kırâat alimleri tarafından tenvinsiz okunduğu halde İbn Kesîr, Ebû Amr ve Ebû Ca’fer tarafından tenvinli olarak ت َتًرا şeklinde okunmuştur.150 .kelimesinin okunuşu herhangi bir mana farklılığına sebep olmamaktadır ُرُسلَنَا Fakat تَت َرا kelimesi okunuşta her ne kadar aynı seslenilse de dilbilimsel olarak ele alındığında mana üzerinde bazı farklılıklara sebep olmaktadır. Ayetin anlamı çoğunluğun okuduğu şekli ile “Sonra peyderpey (bir birinin arkasınca) peygamberlerimizi gönderdik” şeklindedir. Bu Ebû Ubeyde ve çoğunluğun görüşüdür. Buradaki peyderpeyi onlar “ْض ب َع ارْ اث فايْ ْْ”ب َعُضَهاْ (birbirinin akabinde) sözleri 149 Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd b. Abdillâh el-Absî el-Ferrâ, Meâni’l-Kur’ân,ْْ I-III, 3. b., Beyrut: Âlemü’l-Kütüb, 1983, III, 307; Semarkandî, a.g.e., II, 413; Râzî, a.g.e., XXIII, 95; Kurtubî, a.g.e., XII, 120; Nesefî, a.g.e., III, 118; Ebüssuûd Muhammed b. Muhammed el-‘Amadî, İrşâdü’l-ʿAkli’s-Selîm (Tefsiru Ebissuûd), Beyrut: Dâru’l-Mushaf, t.y., VI, 132; Çetin, Kıraatların Tefsire Etkisi, s. 255. 150 İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 328; Dimyâtî, a.g.e., II, 605; Pâlûvî, a.g.e., s. 97; Rûmî, a.g.e., s. 436. 42 ile ifade etmişlerdir. 151 Fakat Esmâi’nin söylediğine bakılırsa bu kelime “vitr” sözünden türeme olduğu için “aralarında mühlet verilerek gönderdik” anlamı çıkmaktadır. Şöyle ki kelimeyi tenvinsiz okuyanlar onun ًُْمَواتََرة mastarında olduğunu söylemişler ve böylece bu kelimenin tenvin almaması gerektiğini kaydetmişlerdir. Kelimenin başındaki “te” harfinin “vav” dan bedel olduğunu ve “tek, yalnız” manasına geldiği söylenmiştir. Böyle olunca ayetin anlamı; “Biz onları tek tek gönderdik” şeklinde olmaktadır. Böylece bu kelimenin hem “peyderpey” hem de “kısa bir müddetle arka arkaya” anlamının olduğu görülmektedir.152 Tenvinli okunduğu zamanda ise masdar olduğu gibi hâl’den oluşan isim olma durumu da mevcuttur ki o zaman ayetin anlamı; “Onları birer birer gönderdik” şeklinde olmaktadır.153 Görüldüğü gibi bu ayette َُنا kelimesinin farklı okunması ayet üzerinde ُرُسل herhangi bir farklı anlaşılmaya sebep olmamıştır. Fakat تَت َرا kelimesinin tenvinli veya tenvinsiz okunuşu dilbilimsel olarak farklı yorumlanmış ve yukarıdaki anlamların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. (Kelimesi. (50. Ayet َوا ِن .8 ْان َفاتَّقُو ُّبُك مْ احدَةًَْواَنَاَْر َُّمةًَْوا َُّمتُُك مْا اذٖهْا َّْنْٰه ا َو “Şüphesiz bu (insanlar) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir; ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise benden sakının” (denildi). Ayet-i kerimenin başında gelenَّْْْن ا edatı Âsım’ın da içinde olduğu Küfeliler tarafından gördüğümüz gibi “elif” kesreli, “nun” harfi de şeddeli olarak okunmuştur. Hicaz ve Basra ekolu olan Nâfi, İbn Kesîr, Ebû Amr, Ebû Ca’fer ve Ya’kûb burada 151 Ebü’l-Hasan Mukâtil b. Süleymân b. Beşîr el-Ezdî, Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, 1. b., Beyrut, Dâru’l- Kütübi’l-İlmiyye, 1424/2003, II, 397; Ebû Ubeyde Ma‘mer b. Müsennâ, Mecâzü’l-Ḳurʾân, thk. Fuat Sezgin, Kahire: Mekbebetü’l-Hâneci, h.1381, II, 59; Beğavî, a.g.e., III, 309. 152 Ferrâ, a.g.e., II, 236; Zeccâc, a.g.e., IV, 14; Nehhâs, a.g.e., IV, 458; Zamahşerî, a.g.e., IV, 232; İbnü’l- Cevzî, Zâdü’l- Mesîr, V, 474; Râzî, a.g.e., XXIII, 100; Ebû Yûsuf Müntecebüddîn Hüseyn b. Ebi’l-İz b. Reşîd el-Hemedânî, el-Ferîd fî İʿrâbi’l-Ḳurʾâni’l-Mecîd, 1. b., Medine: Mektebetü Dâru’z-Zamân, 1427/2006, IV, 603; Kurtubî, a.g.e., XII, 125; Beydâvî, a.g.e., II, 105; Nesefî, a.g.e., III, 120. 153 Râzî, a.g.e., XXIII, 100; Kurtubî, a.g.e., XII, 125; Beydâvî, a.g.e., II, 105. 43 “elif”i üstün, “nun” harfini de şeddeli olarak ََّْن şeklinde okumuşlar. İbn Âmir de onlar ا gibi “elif”i üstün, fakat “nun” harfini sükunlu olarak َن ْ şeklinde okumuştur.154 ا َّْن ا ile okunduğu zaman ayetin anlamı bir önceki ayetten bağımsız olarak ele alınmakta ve şöyle olmaktadır; “Şüphesiz sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir”.155 ََّْن :ile okunduğu zaman ise ayetin anlamı ile ilgili farklı yorumlar yapılmaktadır ا Kurtûbî’de el-Halîl’in; “Bu, cer edatı kalktığından dolayı nasb mahellindedir” şeklinde söylediğini görüyoruz. Böylece ayet kendisinden önceki ayete atfedilmektedir. Burada mana; “Size kendisine iman etmenizi emretmiş olduğum bu dininizi en iyi bilenim”, takdirindedir.156 Nesefî bunu şöyle anlamlandırmıştır; “Ben sizin yaptıklarınızı ve sizin ümmetinizin tek bir ümmet olduğunu bilirim”.157 Verilen bu manalarda ayet bir önceki ayetteki ٌْاليم ان ايْباَماْت َعَملُوَنَْع cümlesindeki َما edatına atfedilmiştir. Ferrâ burada hazfedilmiş bir fiile taalluk ettiğini; “Ve şunu bilin ki, gerçekten sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir” anlamına geldiğini söylemiştir.158 Burada aslında ََّْن َّْن den ا َِل ا kasdedildiğini de söylemişlerdir. Bu “benden korkun” buyruğuna göredir. Dolayısıyla ifadenin takdiri; “Benden korkun, çünkü sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir” demektir. Burada ise ayet kendisinden önceki ayetten bağımsız olarak “benden korkun” ifadesine bağlıdır.159 İbni Âmir’in okuduğu (nun harfinin sükunlu oluşu) ile ilgili olarak ise farklı bir mana verilmemiş ve ayetin ister ََّْن ْ َن ister ا .ile okunsun aynı manaya geldiği söylenmiştir ا İbni Âmir’in bunu ayette geçen امتكم lafzını kolay okuyabilmek için yaptığı söylenmiştir.160 154 İbn Mücâhid, a.g.e., s. 446; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 328; Dânî, et-Teysîr, s. 159; Pâlûvî, s. 97. 155 Bkz: Râzî, a.g.e., XXIII, 105; Kurtubî, a.g.e., XII, 129. 156 Semerkandî, a.g.e., II, 415; Kurtubî, a.g.e., XII, 129. 157 Nesefî, a.g.e., III, 121. 158 Ferrâ, a.g.e., II, 237. 159 Bkz: Taberî, a.g.e., XVIII, 29; İbn Ğalbûn, a.g.e., s. 453; Sa’lebî, a.g.e., IV, 327; Râzî, a.g.e., XXIII, 105; Kurtubî, a.g.e., XII, 129; Pânîpetî Muhammed Senâullah el-Mazharî, et-Tefsîrü’l-Maẓharî,ْْ 1. b., Beyrut: Dâru İhyâü’t-Türâsi’l-Arabî, 2004, VI, 292. 160 İbn Ğalbûn, a.g.e., s. 453; Sa’lebî, a.g.e., IV, 327; Beğavî, a.g.e., III, 307; Zamehşerî, a.g.e., IV, 235; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l- Mesîr, V, 478; Dimyâtî, a.g.e., II, 605. 44 Sonuç olarak ayette geçen َّْن ا ve ََّْن edatlarının farklı okunuşları ayetin kendi ا başına ve önceki ayete atfedilerek değerlendirilmesine, َن ْ okunuşu ise tilavet sırasında ا kolaylığa sebep olmuştur. (Kelimesi. (67. Ayet تَْهُجُرون .9 امًراْت َهُجُرونَْ ابٖهَْسا ابٖريَنْ ُم ست َك “Ona karşı kibir taslayarak, gece konuşup hezeyanlarda bulunuyordunuz”. Bu ayet-i kerimede üzerinde duracağımız kelime َْت َهُجُرون kelimesidir. Bütün kırâat imamları bu kelimeyi “te” harfi üstün, “cim” harfi ise ötreli olarak okurken, Nâfi bu kelimeyi “te” harfi ötre, “cim” harfi ise kesreli olarak َْاجُرون .şeklinde okumuştur ت ُه 161 Müfessirler bu kelimenin “çirkin söz söylemek” anlamına gelen َْر fiilinden ا َهَج müştak olarak َْن اجُرو ;şeklinde okunduğunu söylemişlerdir. Böyle olunca ayetin anlamı ت ُه “Geceleyin onun hakkında çirkin sözler söylerdiniz” şeklinde olmaktadır.162 Diğer bir görüşe göre bu kelime ََْهَجر fiilinden müştaktır ve “saçma sapan konuşmak, hezeyanda bulunmak” ve “terk etmek” gibi manaları vardır. Bu manalardan yola çıkarak müfessirler ayeti genelde iki şekilde izah etmişlerdir. Birinci anlam şöyledir: “Geceleyin onun hakkında hezeyanlar ederdiniz”. İkinci anlamda ise ayetin başındaki امًرا kelimesi ise sülâsi ت َهُجُرونَْ kelimesinin hâl olduğu ve َسا babından okunduğu için; “Geceleyin sohbet yaparak Kur’an’ı terk ederdiniz” manası verilmiştir.163 Ayetteki her iki okunuş tarzı birlikte ele alındıkta dönemin ehl-i küfrünün Kur’an veya Hz. Peygamber hakkında uygun olmayan küfür, hezeyan gibi sözler söyleyerek onları terk ettikleri görülmektedir. Böylece bu farklı okunuş ayetin daha da kapsamlı anlaşılmasına fayda sağlamaktadır. 161 Kırâat farklılıkları için bkz: İbn Mücâhid, a.g.e., s. 446; Dânî, Câmi’u’l-Beyân fi’l-Kırââti’s-Seb’i’l- Meşhûrati, 1. b., Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2005, s. 638; et-Teysir, s. 159; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 329; Pâlûvî, a.g.e., s. 97. 162 Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâtürîdî es-Semerkandî , Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, İstanbul: Dâru’l-Mîzân, 2007, X, 45; İbnü’l-Arabî Ebû Bekir Muhammed b. Abdullah, Ahkâmü’l-Kur’ân, 3. b., Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1424/2003, III, 326; Râzî, a.g.e., XXIII, 111; Kurtubî, a.g.e., XII, 137; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, VI, 109. 163 Ferrâ, a.g.e., II, 239; Taberî, a.g.e., XVIII, 40; Sa’lebî, a.g.e., IV, 331; Ebü’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Habîb el-Mâverdî, en-Nuket ve’l-‘Uyûn:Tefsîru’l-Mâverdî, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 2010, IV, 61; Hemedânî, a.g.e., IV, 615; Beydâvî, a.g.e., II, 107; Ebû Abdillâh Celâlüddîn Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Ensârî el-Mahallî, Celâleddin es-Süyûtî, ْْ Tefsîrü’l-Celâleyn, thk. Fahruddin Kubava, 1. b., Beyrut: Mektebetü Lübnan, 2003, s. 346. 45 (Kelimeleri. (72. Ayet َخْرًجا فََخَراجُ .10 َْن ازٖقي َّرا ْ مَْخ رًجاْفََخَراُجَْرب اَكَْخ يٌرَْوهَُوَْخ يُرْال ْ َسئَلُُه ا َمْت “(Resûlüm!) Yoksa sen onlardan bir karşılık mı istiyorsun? Rabbinin karşılığı daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır”. Ayette geçen َُْفَخَراج kelimeleri kırâat alimleri tarafından üç şekilde َخ رًجاْ okunmuştur: İbn Kesîr, Nâfi, Ebû Amr ve Âsım َخ رًجا kelimesini elifsiz olarak, ُْفََخَراج kelimesini ise elifle; yani ُْج َفَخَرا َخ رًجاْ şeklinde, İbn Âmir her ikisini de elifsiz olarak َخ رًجاْ َفَخَراجُْ şeklinde, Hamza, Kisâî ve Halef ise her ikisini elifle فََخ رُجْْ şeklinde َخَراًجاْ okumuşlardır.164 َفَخَراجُْ ve َخ رًجا ْkelimelerinin her ikisinin de aynı manaya geldiği gibi harc’ın “az vermek”, harac’ın ise “çok vermek” anlamına geldiği de söylenilmektedir. Böyle olunca mana; “Yoksa onlardan az bir karşılık (ecir) istiyorsun? Halbuki Hâlık’ın çok olan bağış ve hibesi daha hayırlıdır” anlamına gelmektedir.165 “Kırâatların Tefsire Etkisi” adlı kitabında bu ayeti izah eden Prof. Dr. Abdurrahman Çetin konuyla ilgili bir açıklama yaparak buradaki “harç” ve “harac”ın “karşılık” olarak tercüme edilmesini daha uygun görmüştür. Aksi takdirde İbn Âmir ve Küfelilerin okuyuşu ile “vermek” hususunda Allah’ın kullarla eşit ve daha az vermesi gibi sakınca ortaya çıktığını söylemiştir.166 Taberî’de de bu kelimenin ecir ve karşılık olarak el-Hasan tarafından izah edildiğini görüyoruz.167 Ayrıca Ebû Amr el-A’la tarafından harc’ın “bağış (sadaka) olarak verilen şey”, harac’ın ise “kişinin vermekle yükümlü olduğu şey” anlamına geldiği de söylenmiştir. Bunun sebebi harc’ın manasının daha hususi olmasıdır, denilmiştir.168 Yine harc’ın vergi, harac’ın da rızık anlamında kullanıldığı da görülmüştür.169 Başka bir yaklaşımda ise mana aynı olmakla birlikte ifadelerdeki farklılığın daha güzel olduğuna dikkat 164 İbn Mücâhid, a.g.e., s. 447; Dânî, et-Teysîr, s. 159; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 329; Dimyâtî, a.g.e., II, 606. 165 Râzî, a.g.e., XXIII, 112. 166 Çetin, Kıraatların Tefsire Etkisi, s. 256. 167 Taberî, a.g.e., XVIII, 43. 168 Sa’lebî, a.g.e., IV, 331; Beğavî, a.g.e., III, 314; Râzî, a.g.e., XXIII, 112; Beydâvî, a.g.e., II, 109. 169 Nesefî, a.g.e., III, 124. 46 çekilmiştir.170 Genel olarak bu kelimeler “ücret”, “harç”, “rızık”, “karşılık”, “mükafat ve sevap” gibi izah edilmiş ve dolayısıyla tefsir kitaplarında bunlara uygun anlamlar verilmiştir. Örneğin; “Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun? Rabbinin mükâfatı (sevabı, rızkı) daha hayırlıdır”.171 “Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun? Rabbinin ücreti daha hayırlıdır”.172 “Yoksa sen onlardan ücret mi istersin? Rabbinin verdiği rızık daha hayırlıdır”.173 “Yoksa sen onlardan bir haraç mı istiyorsun? Rabbının harâcı daha hayırlıdır”.174 Yapılan tariflere bakıldığında aslında burada karşılık olarak yorum yapanların görüşleri daha isabetli görülmektedir. Çünkü karşılık lafzı bu söylenenlerin hepsini kapsamaktadır. Şunu da belirtelim ki ayet-i kerimeye önceki ayetlerle bir bütün olarak bakılırsa, bu ayetin, Peygamberimiz (sav)’e ve Kur’an’a bir takım bahaneler ileri sürerek inanmamakta israr eden müşriklere bir uyarı mahiyetinde olduğu ve Hz. Peygamber’in böyle bir talepte bulunmadığı görülmektedir. Bu ayette inkarcıların Peygamber (sav)’e karşı tavır koyma sebepleri kınanmaktadır ve asıl karşılığın Allah tarafından olduğuna dikkat çekilmektedir. ِلِِل .11 ٰ Kelimesi. (87. Ayet) ٰلِلاْْق ُلْاَفََْلْتَتَّقُونَْ ا َسيَقُولُونَْْ “Allah’tır (Allah’ındır) diyecekler. De ki: o halde korkmazmısınız?” ْٰالِل ا ْٰالِل ifadesi bu sûrenin 85, 87 ve 89. ayetlerinde geçmektedir. 85. ayette َسيَقُولُوَنْ ا lafzında herhangi bir ihtilaf olmamaktadır. 87 ve 89. ayetlerlerde ise Ebû Amr ve Ya’kûb ُّْللٰا şeklinde olmakla kelimeyi elif’le ve “he” harfini ötreli َسيَقُولُوَنْ okumaktadırlar.175 Bu ayetin anlamını ve kırâat farklılıklarını daha iyi anlamak için bir önceki ayetin metnini ve mealini burada vermek yerinde olacaktır. 86. ayette Cenâb-ı 170 Kurtubî, a.g.e., XII, 141. 171 Celâleyn, a.g.e., s. 346. 172 İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l- Mesîr, V, 475; Beydâvî, a.g.e., II, 109. 173 Kurtubî, a.g.e., XII, 141. 174 Elmalılı, a.g.e., V, 3460. 175 İbn Mücâhid, a.g.e., s. 447; Dânî, et-Teysir, s. 160; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 329; Pâlûvî, a.g.e., s.97. 47 Allah şöyle buyurmaktadır: ْام ا لعَٖظي اشْ َع ر ا ل ُّبْ َوَر َّس بعاْ ال اتْ َّسٰمَوا ال ُّبْ َر َم نْ Yedi kat göklerin“ ق ُلْ Rabbi ve azametli Arş'ın Rabbi kimdir? diye sor”. Bu soruya karşılık ْٰلِلا ا şeklinde َسيَقُولُوَنْ cevabın verileceği bildirilmiştir. Söz konusu kelime bütün “Mushaf”larda “elif”siz ٰلِلْا ا şeklinde yazılmıştır.176 Ebû Amr ve Ya’kûb’un kırâatlerinde bir önceki ayette soru “lam”sız (ن ْ .şeklinde) olduğuna göre, cevap da ona uygun olarak “lam”sız gelmiştir َم “Lam” ile okuyanlara göre ise soruda “lam” olmamakla birlikte böyle okumanın sebebi; “De ki: yedi göğün ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?” buyruğu “De ki: yedi gök kimindir ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?” anlamında olduğuna göre cevap da “lam” harfi ile “Allah’ındır” şeklinde gelmiştir, çünkü soruda da “lam” harfinin varlığı takdir edilmiştir.177 Böyle olunca ayetin anlamı: ْٰالِل ا okuyanlara göre; “Allah’ındır َسيَقُولُوَنْ diyecekler. O halde korkmazmısınız?”, ّْللٰاُ ”?okuyanlara göre ise; “Allah’tır diyecekler. O halde korkmazmısınız َسيَقُولُوَنْ şeklinde olmaktadır.178 89. ayette de aynı kırâat farklılığı olduğuna göre onunla ilgili açıklamayı da burada vermeyi uygun gördük. Yalnız yukarıda olduğu gibi burada da bir önceki ayetin (88. ayetin) metnini ve anlamını vermek konuyu tam olarak anlama bakımından iyi olacaktır. Nitekim Cenâb-ı Allah 88. ayette şöyle buyurmaktadır: ْا لَْش ی ء ادٖهَْملَُكوُتُْك َي ق ُلَْم نْبا ت َعلَُمونَْ ُك نت ُمْ ا نْ اهْ َعل َي يَُجاُرْ َوَِلْ يُٖجيُرْ Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekûtu“ َوهَُوْ (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir? diye sor. Burada da önceki ayette geçen soruya karşılık olarak anlaşılması için Ebû Amr ve Ya’kûb “lam”sız okuyarak; “Allah’tır diyecekler. De ki: öyle ise nasıl olur da aldanılırsınız?”, diğerleri ise “lam” harfinin takdirini kastederek; “Allah’ındır diyecekler. De ki: öyle ise nasıl olur da aldanılırsınız?” şeklinde okumuşlardır.179 Aslında burada mana bakımından her iki yorumda da her şeyin sahibinin Allah olduğuna dikkat çekilmektedir. Yalnız önceki ayetlerdeki sorulara cevap olma bakımından ifadenin “Allah’tır” şeklinde okunması güzel olmakla birlikte, bütün 176 Bkz: Taberî, a.g.e., XVIII, 47-48; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, VI, 112-113. 177 Bkz: Taberî, a.g.e., XVIII, 48; Kurtubî, a.g.e., XII, 145-146. 178 Kurtubî, a.g.e., XII, 146; Beydâvî, a.g.e., II, 110; Ebüssuûd, a.g.e., VI, 147; Bursevî, a.g.e., VI, 100. 179 Taberî, a.g.e., XVIII, 49; Nesefî, a.g.e., III, 126; Celâleyn, a.g.e., s. 347. 48 Mushaflarda (Basra mushafı dışında) “lam” ile yazılmasından dolayı çoğunluk tarafından “Allah’ındır” şeklinde okunmaya sebep olduğunu söyleyebiliriz. ِ م .12 (Kelimesi. (92. Ayet َعاِل ارُكونَْ َّماْي ُش ََعاٰلىَْع اَةْفَت َّشَهاد ابَْوال ْامْا لغ َي ال َعا “Allah, gaybı da şehâdeti de bilendir. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden çok yüce ve münezzehtir”. Ayetin başında yer alan ْام ال kelimesi Nâfi, Ebû Bekir, Hamza, Kisâî, Ebû Ca’fer َعا ve Halef tarafından bir önceki ayetten bağımsız olarak hazf olmuş mübtedanın haberi mahiyetinde merfu’ olarak ْْ الُم ْام .şeklinde okunmuştur َعا ال şeklinde kesreli okuyanlara َعا göre ise bu kelime önceki ayette geçen 180َْن اصفُو يَ َّماْ َع اّللٰاْ ْاّللٰا cümlesindeki ُس بَحاَنْ nin sıfatı mahiyetindedir.181 Önceki ayetten bağımsız olduğunda ayetin anlamı; “O, gizli ve aşikar her şeyi bilendir. Onların ortak koştukları şeylerden yücedir” şeklinde olmaktadır. ّْللٰاا nin sıfatı mahiyetinde olduğunda ise; Gizli ve aşikar her şeyi bilen Allah, onların vasfettikleri şeylerden münezzehtir, onların ortak koştukları şeylerden yücedir” manasına gelmektedir.182 Her iki okunuşta da bir önceki ayette görüldüğü gibi müşriklerin Allah’a evlat isnat etmelerine ve ona ilahlar icad ederek ortak koşmalarına karşı Cenab-ı Hakk’ın böyle vasıflardan münezzeh ve daha yüce olduğuna işaret edilmiştir.183 (Kelimesi. (111. Ayet اَن ُهمْ .13 َْن ائُزو ُهُمْا لفَا ْ مْ َبُرواْاَنَُّه ابَماَْص ٖن ىَْجَز يتُُهُمْا لي َوَمْ ا “Bugün ben onlara, sabrettiklerinin karşılığını verdim; onlar, hakikaten muratlarına erenlerdir.” 180 Bkz: Mü’minûn, 23/91. 181 İbn Mücâhid, a.g.e., s. 446; Zamahşerî, a.g.e., IV, 247; Dimyâtî, a.g.e., II, 608; Pâlûvî, a.g.e., s. 97; Rûmî, a.g.e., s. 436. 182 Sa’lebî, a.g.e., IV, 333; Beğavî, a.g.e., III, 316; Kurtubî,ْa.g.e., XII, 147. 183 Bkz: Mü’minuûn, 23/90-91. 49 Önceki ayetlerde müslümanlarla alay eden kafirlere cevap niteliğinde olan bu ayette م ْ ََّنُه kelimesinin okunuşu üzerinde farklılık olmuştur. Hamza ve Kisâî bu kelimeyi ا ْ م َّنُه ا şeklinde okumuşlar. 184 ْ م ََّنُه nun’َجَز يتُُهمُْ okunuşu ile ilgili olarak iki görüş vardır: Birincisi bu kelimenin ا ikinci mef’ulu olduğu görüşüdür. Böylece ayetin anlamı; “Bugün sabrettiklerine karşılık, Ben de gerçekten onları mükafatlandırdım. Onlar kurtuluşa erenlerdir” şeklindedir. İkinci görüşe göre م ْ mukadder bir harf-i cer’den dolayı mansûbdur. Yani اَنَُّه aslında م ْ ََّنُه اِل demektir. Böyle olunca ayete; “Onlara hakkettikleri mükafatı verdim, çünkü onlar kazananların taa kendileridir” şeklinde mana verilmektedir.185 ْ م َّنُه ا olduğunda ise yeni bir başlangıç (ibtidâiyye) olarak kendisinden öncesi ile bağımsızdır. Yani “Kurtuluşa erenler hakikaten onlardır, (siz değilsiniz)” demektir. Başka bir ifadede ise; “Onlar hiç şüphesiz, sabırlarından dolayı umduklarına nail olup, en güzel mükafata erdiler” şeklinde mana verilmiştir. Burada önce sabırlarından dolayı cenneti kazandıkları ve sonra da onların methedilerek gerçek kazananlar oldukları söylenmiştir.186 Her iki okunuşta da inançlarından dolayı alay edilen kişilerin sabırları karşılığında mükafata erecekleri kastedilmektedir. Buradaki kırâat farklılığı da manaya zenginlik katmaktadır. (Kelimesi. (115. Ayet ََل تُْرَجعُونَ .14 ال َينَاَِْلْت ُرَجعُونَْ ََّنُك مْ اس بت ُمْاَنََّماَْخل َقنَاُك مَْعبَثًاَْوا اَفََح “Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” Ayet-i kerimede geçen َْت ُرَجعُون kelimesi görüldüğü gibi meçhul olarak َِلْ gelmiştir. Bu kelimeyi Hamza, Kisâî ve Halef ma’lum olarak “te” harfi üstün, “cim” harfi kesreli َْن اجعُو .şeklinde okumuşlardır َِلْت َر 187 184 Dânî, Câmiü’l-Beyân, s. 639; Dimyâtî, a.g.e., II, 609; Pâlûvî, a.g.e., s. 98. 185 Taberî, a.g.e., XVIII, 61; Zeccâc, a.g.e., IV, 24;ْْ İbn Atiyye, a.g.e., IV, 158; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l- Mesîr, V, 494; Râzî, a.g.e., XXIII, 126; Kurtubî, a.g.e., XII, 155. 186 Râzî, a.g.e., XXIII, 126; Hemedânî, a.g.e., IV, 624; Nesefî, a.g.e., III, 129. 187 İbn Mücâhid, a.g.e., s. 449; İbn Ğalbûn, a.g.e., s. 456; Dânî, et-Teysîr, s. 160. 50 Meçhul okunuşta ayetin anlamı; “…hakikaten huzurumuza geri döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? şeklinde olmaktadır. Ma’lum okunuşta ise ayetin anlamı şöyledir: “…hakikaten huzurumuza geri dönmeyeceğinizi mi sandınız?”188 Burada meçhul okunuşta geri döndüren mukadder nâib-i fâil olan Allah’tır. Ma’lum okunuşta ise insan fail olarak Allah’ın huzuruna dönmektedir. Sonuçta her iki okunuşta da herkesin Allah’ın huzuruna hesap için geri döndürüleceğine işaret vardır. Dolayısıyla her iki okunuşta da yakın mana kastedilmektedir. Buraya kadar manaya etki eden kırâat farklılıklarını anlatmaya çalıştık. Şimdi de sûredeki manaya etki etmeyen kırâat farklılıkları üzerinde durulacaktır. C. MANAYA ETKİ ETMEYEN KIRÂAT FARKLILIKLARI (Kelimesi. (23. Ayet َغ يُرْهُ .1 اٰل هَْغ يُرْهُْاَفََْلْتَتَّقُونَْ ام نْ َّللٰاَْماْلَُك مْ امْا عبُدُواْ امٖهْفَقَاَلْيَاْق َو اٰلىْق َو ََقد ْا َرَس لنَاْنُوًحاْ َول “Andolsun ki, Nuh'u kavmine gönderdik ve o: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka bir ilah yoktur. Hâla sakınmaz mısınız? dedi”. Ayette geçen َُْغ يُره kelimesinde kırâat alimleri ihtilaf etmişler. Kisâî ve Ebû Ca’fer bu kelimeyi ْاه ار şeklinde cer ile, diğer kırâat imamları ise ayette yazıldığı gibi َغ ي ref’ ile okumuşlardır.189 Bu kelimenin ref’ ile okunmasının ayetteki “ilah” kelimesinin mahalline göre, cer ile okunmasının ise aynı kelimenin lafzına göre olduğu söylenmiştir. Her iki okunuşta da aynı mana kastedilmiştir. 190 Ayrıca buradaki “ğayru”nun “illa” anlamına geldiği de denilmiştir. Buna delil olarak Âl-i İmrân sûresinin 62. ayetindeki ْْ ال ه ام نْ َوَماْ ْللاُ َِّل ا da ُْللا lafzının merfu’ olarak gelmesi gösterilmiştir.191 Bu kelime aynı kırâat farklılığı ile Mü’minûn suresinin 32. ayetinde tekrar geçmektedir. ْ ل .2 (Kelimesi. (27. Ayet ُك ان....... انْا ثن َي ْ لَْز وَج ي ام نُْك ……فَا سل ُكْٖفيَهاْ 188 Kurtubî, a.g.e., XII, 156; Nesefî, a.g.e., III, 130. 189 Dânî, et-Teysîr, s. 159; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 328; Dimyâtî, a.g.e., II, 604. 190 Bkz: Zemahşerî, a.g.e., IV, 226; Râzî, a.g.e., XXIII, 91; Kurtubî, a.g.e., XII, 118. 191 Bkz: Kurtubî, a.g.e., VIII, 233; Râzî, a.g.e., XIV, 147 (A’râf sûresi 7/59. ayetin tefsiri). 51 “......Oraya her cins canlıdan birer çift al......” Ayette geçen ل ْ kelimesi Hafs tarafından tenvinli okunmuştur. Tenvinli ُك okunduğu zaman ء ْ َش ي ا لْ ُك ام نْ “her şeyden” denilmek istendiği söylenmiştir. Burada “zevceyni” mef’ûlu’n-bih, “isneyni” ise onun sıfatı oluyor. Başka bir yoruma göre “isneyni” tekid içindir. Diğerleri tarafından ise izafet olarak tenvinsiz ْا ل şeklinde ُك okunmuştur. Tenvinsiz okunuşta ise “kulli” muzaf, “zevceyni” muzafu-n ileyh, “isneyni” ise mef’ûlu-n bih’tir. Böyle olunca tenvinsiz okunuşta “her ikişer çiftden”, tenvinli okunuşta ise “her şeyden ikişer çift” oraya bindir anlamı çıkıyor. Arapların, zevç kelimesini bir şeyin erkek ve dişisine ayrı ayrılıkta kullandığı gibi, ikisine birden kullandığı da dikkate alınırsa sonuç olarak her iki okunuşun da aynı manaya geldiği söylenebilir.192 ْ م .3 امتُّ Kelimesi. (35. Ayet) َْن اعَظاًماْاَنَُّك مُْم خَرُجو ْ مَْوُك نت ُمْتَُرابًاَْو امتُّ اذَاْ اَعدُُك مْاَنَُّك مْ اَي “Size, öldüğünüz, toprak ve kemik yığını haline geldiğinizde, mutlak surette sizin (kabirden) çıkarılacağınızı mı vâdediyor?” Bu ayetteki م ْ امتُّ kelimesi kırâat imamları tarafından farklı okunmuştur. Nâfi, Hafs, Hamza, Kisâî ve Halef kelimeyi “mim” harfi kesreli olmakla م ْ امتُّ şeklinde, İbn Kesîr, Ebû Amr, Ebû Bekir, Ebû Ca’fer ve Ya’kûb “mim” harfi ötreli olmakla م ْ ُمتُّ şeklinde okumuşlar.193 Kelimenin farklı okunuşu herhangi bir mana değişikliğine sebep olmamaktadır. Fakat burada kelimenin hangi kökten müştak olduğuna dair farklı fikirler söylenmiştir. Bu farklı yorumları daha detaylı anlayabilmek için hem bu ayette hem de Âl-i İmrân sûresinin 157 ve 158. ayetlerinde geçen م ْ kelimesinin okunuşları ile ilgili görüşleri ve ُمتُّ yorumları gözden geçirmeğe ihtiyaç hissettik. 192 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 486; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l- Mesîr, V, 470; Kurtubî, a.g.e., XII, 119; Râzî, a.g.e., XXIII, 94; Kırâat farklılıkları için bkz: İbn Mücâhid, a.g.e., s. 445; İbn Hâleveyh, a.g.e., s. 257; Dimyâtî, a.g.e., II, 478, 604. 193 Dimyâtî, a.g.e., II, 604; Pâlûvî, a.g.e., s. 97. 52 Şöyle ki kesre ile okunduğunu söyleyenler kelimeninْ ماتْيمات fiilinden, ötre ile okunduğunu söyleyenler ise ماتْيموت fiilinden oluştuğunu söylemişler.194 Bunun dışında kesre ile okunmasını iki görüşe göre de izah edenler olmuştur. Yani hem ماتْيمات, hem de ماتْيموت fiilinden müştak olduğunu söylemişler.195 82. ayette geçen َنا ام ت kelimesi de aynı kırâat farklılığı ile okunmaktadır. Ayetin metni ve anlamı şöyledir. َْن لََم بعُوثُو َّناْ ا َء اعَظاًماْ َو ًباْ تَُرا َْْوُكنَّاْ ام تنَا ْْ اذَا َء َقالُواْ “Dediler ki: Sahi biz, ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken, mutlaka yeniden diriltileceğiz öyle mi?” (Kelimesi. (36. Ayet َه يَهاَتْ .4 الَماْتُوَعدُونَْ َه يَهاَتَْه يَهاتَْْ “Bu size vaâdedilen (öldükten sonra yeniden dirilmek, gerçek olmaktan) ne kadar da uzak!” Ayet-i kerimedeki َْت uzaklık manası ifade etmek için kullanılan bir َه يَها kelimedir. Mâzî isim fiil olup, mastar manasındadır. Bu ayette ََْه يَهات kelimesi, kafir olup ahirete ulaşmayı inkar eden kimselerin müminler için kullandığı bir ifade olarak karşımıza çıkmaktadır. Kırâat açısından bakıldığında bu kelimenin okunuşunda bazı ihtilaflar mevcuttur. Cumhur bu kelimeyi ََْه يَهات şeklinde okurken, Ebû Ca’fer “te” harfini kesreli ْات şeklinde okumuştur. Ayrıca kelime her üç hareke ile ve bu harekelerin tenvinli َه يَها şekli ile de okunduğuna dair rivayetler vardır. Fakat en çok okunanı ve kırâat-ı aşerede mûteber olanları yukarıda yazmış olduğumuz tenvinsiz fetha ve kesre ile okunmasıdır. Eğer bu kelimede vakıf yapılacak olursa o zaman İbn Kesîr196 ve Kisâî tarafından sükunlu “he” ile ه ْ ْ ت diğerleri tarafından ise sükunlu “te” ile ,َه يَها şeklinde َه يَها vakfedilmektedir.197 Bu kelimenin fethalı olduğu zaman müfret, kesreli olduğu zaman 194 Sa’lebî, a.g.e., II, 173; Zemahşerî, a.g.e., I, 646; Râzî, a.g.e., IX, 57; Kurtubî, a.g.e., IV, 246; Beydâvî, a.g.e., I, 176; Nesefî, a.g.e., I, 190 (Âl-i İmrân 3/157-158. ayetlerin tefsiri). 195 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 178-179; Ebüssuûd, a.g.e., VI, 133. 196 Kunbül burada “Hulf” ile (yani, “he” ile ه ْ ْ ت ve “te” ile َه يَها .olmakla iki şekilde) okumuştur َه يَها 197 Bkz: Ferrâ, a.g.e., II, 235; Zeccâc, a.g.e., IV, 12; İbn Ğalbûn, a.g.e., s. 451; Dânî, Câmiü’l-Beyân, s. 369-370; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l- Mesîr, V, 481; Kurtubî, a.g.e., XII, 122; Nesefî, a.g.e., III, 119; İbnü’l- Cezerî, en-Neşr, II, 328; Celâleyn, a.g.e., s. 344; Dimyâtî, a.g.e., II, 604. 53 ise ْهيئة sözünün ْcemi olduğu da söylenmiştir. Ayrıca ikinci defa هيهات’ın tekrarlanması da te’kid içindir.198 Mana bakımından incelendiğinde bu kelime her üç hareke ile de “ne kadar da uzak” manasına gelmektedir. Dolayısıyla buradaki kırâat farklılığı herhangi bir mana değişikliğine neden olmamaktadır. (Kelimesi. (50. Ayet َر بَوْة .5 ْ ن اتْقََرا رَوَمٖعي اٰلىَْر بَوْة ْذَا ُهَماْ َنا َيةًَْوٰاَو ي َُّمهُْٰا َناْا بَنَْم ريََمَْوا َع ل َوَج “Meryem oğlunu ve annesini de (kudretimize) bir alâmet kıldık; onları, yerleşmeye elverişli, suyu bulunan bir tepeye yerleştirdik”. “Yüksek yer”, “tepe” anlamına gelen َْر بَو ة kelimesinin okunuşu üzerinde kırâat farklılığı vardır. İbn Âmir ve Âsım bu kelimeyi “ra” harfi üstün ْ َر بَوة şeklinde okurken diğer kırâat imamları “ra” harfi ötreli ْ ُر بَوة şeklinde okumuşlar. Aşere dışında bazı kırâatlerde “ra” harfi kesreli ْ ار بَوة şeklinde de okunmuştur. 199 Bu kelime Bakara sûresi 265. ayette de geçmektedir. Bundan dolayı kelime üzerindeki kırâat farklılıkları bazı kitaplarda burada verilmektedir. Bu kelime her üç hareke ile de “yüksek yer”, “tepe” anlamına gelmektedır. Böylece buradaki farklı okunuşlar ayet üzerinde herhangi bir mana farklılığına sebep olmamaktadır.200 َْن .6 ََي حَسبُو (Kelimesi. (55. Ayet ا ام نَْما لَْوبَٖنينَْ ابٖهْ ُه مْ اُمدُّ َْنْاَنََّماْن ََي حَسبُو ا “Onlar kendilerine yardım ettiğimiz mal ve evlâd ile kendilerine hemen aceleden hayır verdiğimizi mi sanıyorlar? Onlar işin farkında değiller". (Muminun 23/55-56) Bu ayetteki َْن ََي حَسبُو ifadesindeki “sin” harfinin fethalı ve kesreli okunması ا üzerinde kırâat imamları ihtilaf etmişlerdir. Mâzî şekli َْب اس olan bu fiil Kur’ân-ı َح 198 Mekkî, Müşkilü İ’râbi’l-Kur’ân, II, 109; Ebü’l-Bekâ Muhibbüddîn Abdullâh b. el-Hüseyn b. Abdillâh el-Ukberî, et-Tibyân fî İʿrâbi’l-Ḳurʾân, Riyad: Beytü’l-Efkâr, 1419/1998, s. 275. 199 Dânî, et-Teysîr, s. 83; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 232; Dimyâtî, a.g.e., II, 605; Pâlûvî, a.g.e., s. 97. 200 Bu kelime genelde yüksek yer, tepe gibi anlamlara geliyor. Fakat bu kelime ile bazı özel yer isimlerinin de kastedildiği söylenmiştir. (Remle, Beyt-i Makdis, Filistin, Şam vb. gibi). Bkz: Zeccâc, a.g.e., IV, 14; Nehhâs, a.g.e., IV, 461-462; Râzî, a.g.e., XXIII, 103; İbnü’l-Arabî, a.g.e., III, 320; İbn Atiyye, a.g.e., IV, 145. 54 Kerim’in tamamında İbn Âmir, Âsım, Hamza ve Ebû Ca’fer tarafından “sin” harfinin fethası ile, Nâfi, İbn Kesîr, Ebû Amr, Kisâî, Ya’kûb ve Halef tarafından ise “sin” harfinin esresi ile okunmuştur.201 Bu kelimedeki “sin” harfinin üstün ve kesre ile okunması iki ayrı şivedir. Bazı tefsir kitaplarında Bakara sûresi 273. ayetin tefsirinde bu kelime ile ilgili yapılmış olan yorumlar şöyledir: “Ebû Ali der ki: Üstün okunması kıyasa daha uygundur. Çünkü bunun mâzîsinin ayn’ı (yani kökünün ikinci harfi) meksûrdur. O bakımdan bunun babı, muzârîde üstün gelmesidir”.202 Bununla birlikte esreli okuyuş da güzeldir. Başka bir ifadede “Kesre de kulağa hoş geldiği için güzeldir” denmiştir. Çünkü bu konuda kıyasa göre istisna teşkil etse bile bu şekilde kullanıldığı203 da işitilmiştir.204ْ Sonuç olarak buradaki farklılığın çeşitli şiveden kaynaklandığını ve her iki okunuşla da aynı mananın kastedildiğini söylemek mümkündür. ََّكُرونَْ .7 (Kelimesi. (85. Ayet تَذ َْن ََّكُرو ٰلِلاْق ُلْاَفََْلْتَذ ا َسيَقُولُوَنْ “Allah'a aittir» diyecekler. Öyle ise siz hiç düşünüp, ibret almazmısınız! de”. َْن ََّكُرو kelimesi hem burada hem de Kur’ân’ı Kerim’in bütününde kırâat تَذ imamları tarafından farklı okunmuştur. Kelimenin aslı ََُّْكرون ”şeklindedir. İkinci “te تَتَذ harfini hazf ederek َََّْكُرون şeklinde okuyanlar Hafs, Hamza, Kisâî ve Halef’tir. İkinci تَذ “te” harfini kendinden sonraki “zel” harfine idğâm ederek ََّْكُوون şeklinde okuyanlar ise تَذَّ Nâfi, İbn Kesîr, Ebû Amr, İbn Âmir, Ebû Bekir, Ebû Ca’fer ve Ya’kûb’tur. Her iki okunuşta da aynı mana kastedilmektedir. Böylece bu farklı okunuş tarzı ayetin manasına herhangi bir etki etmemektedir.205 201 Dânî, et-Teysîr, s. 83; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 236; Dimyâtî, a.g.e., II, 606. 202 Yani, ُْب َي حَس اسَبْ .şeklinde َح 203 Yani, ُْاعل اعَلْيَ ف اسبُْ ,فَ َي ح اسَبْ اعمُْ ,َح اعَمْي َن َن şeklinde; Bkz: Ebû Zür’a, a.g.e., s. 148. 204 Bkz: (Bakara 2/273. ayetin tefsiri); İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l- Mesîr, I, 327; Kurtubî, a.g.e., III, 341; Pânîpetî, a.g.e., I, 427. 205 Dânî, et-Teysîr, s. 108; Ebû Tâhir İsmâîl b. Halef b. Saîd es-Sarakustî, el-ʿUnvân fi’l-Kırâʾâti’s-Sebʿ, Beyrut: Âlemü’l-Kutub, h. 1405, s. 93; Zemahşerî, a.g.e., IV, 246; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, s. 266; Celâleyn, a.g.e., s. 346; Dimyâtî, a.g.e., I, 383; Ayrıca bkz: En’âm sûresi 152. ayetin tefsiri, Râzî, a.g.e., XIII, 236; Nesefî, a.g.e., II, 40. 55 َُنا .8 اش قَوت Kelimesi. (106. Ayet) ٖل ينَْ َّناْق َوًماَْضا اش قَوتُنَاَْوُك َّبنَاَْغلَب َتَْعل َينَاْ قَالُواَْر "Dediler ki: "Ey Rabbimiz, bedbahtlığımız bize galip geldi. Biz, bir sapıklar topluluğu idik”. Bu ayet-i kerimede َقا fiilinin mastarı olup “bedbahtlık” anlamınaَْْشقَي veya َش gelen ٌ kelimesiْ üzerinde kırâat imamları ihtilaf etmişlerdir. Hamza, Kisâî ve Halef َش قَوةْ “şin” ve “kaf” harfini üstün hareke ile ve “elif”le َقاَوتُنَا şeklinde okurken, diğerleri َش yukarıda olduğu gibi “elif”siz ve “şin” harfini kesre ile اش قَوتُنَا şeklinde okumuşlardır. Bu kelimenin farklı iki mastar olup206 aynı manaya geldiği düşünülürse ayet üzerinde herhangi bir mana değişikliğine sebep olmadığını görüyoruz. Ayrıca bunların farklı şive olduğu da söylenmiştir.207 ًّيا .9 ار اس خ Kelimesi. (110. Ayet) َْن ام نُه مْت َضَحُكو اذ كٖرىَْوُك نت ُمْ اريًّاَْحتٰىْا َنَس وُك مْ اس خ َفاتََّخ ذتُُموهُ مْ “İşte siz onları alaya aldınız; sonunda onlar (ile alay etmeniz) size beni yâdetmeyi unutturdu, siz onlara gülüyordunuz”. Anlamını aldığımız ayette müminlere alay eden kişilerin akıbetinden bahsedilmektedir. Ayette kırâat alimleri tarafından farklı okunan kelime ise “alay etmek” anlamında olan اريًّا اس خ kelimesidir. Bu kelime burada ve Sâd sûresinde 208 farklı okunurken, Zuhruf sûresinde bütün kırâat imamları tarafından aynı okunmuştur. Nâfi, Hamza, Kisâî, Ebû Ca’fer ve Halef bu kelimeyi “sin” harfi ötreli olarak اريًّا ,şeklinde ُس خ İbn Kesîr, Ebû Amr, İbn Âmir, Âsım ve Ya’kûb “sin” harfi kesreli olarak ًّيا ار اس خ şeklindeْ okumuşlar.209 Söz konusu kelime ََْسَخر sözünün mastarı olup ayette ikinci mef’ul konumundadır ve mastardır. Sondaki nisbet ya’sı ise mübalağa içindir.210 Sibeveyh ve Halil’in de içinde olduğu görüşe göre burada “sin” harfinin farklı okunuşu aynı manaya .olduğu gibi الشقوةْكالفطنة,ْوالشقاوةْكالسعادة 206 207 Bkz: Ferrâ, a.g.e., II, 242; Taberî, a.g.e., XVIII, 56; Zeccâc, a.g.e., IV, 23; Semerkandî, a.g.e., II, 422; Ebû Zür’a, a.g.e., s. 491; İbn Atiyye, a.g.e., IV, 157; Ukberî, a.g.e., s. 277; Hemedânî, a.g.e., IV, 622. Kırâat farklılıkları için bkz: Dânî, et-Teysîr, s. 160; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 329; Dimyâtî, a.g.e., II, 609. 208Sâd, 38/63. ُْر َِل بَصا ًّياْا َمَْزاَغ تَْع نُهُمْا ار اس خ (Alaya aldığımız onlar değil miydi? Yoksa (buradalar da“ اَتََّخذ نَاه ُمْ onları gözden mi kaçırdık? 209 İbn Hâleveyh, a.g.e., s. 259; Dânî, et-Teysîr, s. 160; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 329. 210 Zemahşerî, a.g.e., IV, 252; Hemedânî, a.g.e., IV, 623; Beydâvî, a.g.e., II, 113. 56 gelen iki ayrı söyleşidir. ي ْ ا ج ْال ْْ ا ُج ي ل ا ر ي,ْ اد ا ُر يْ gibi. Kisâî ve Ferrâ da bir görüşte onlara د katılırken, başka bir görüşte ise onlar bu kelimenin kesreli okunduğu zaman sözle alay ve küçümseme, ötreli okunduğunda ise fiili olarak davranışla alay etme ve küçümseme anlamına geldiğini söylemişlerdir. Çoğunluğa göre kesre ile okunması daha güzel görülmektedir.211 Ayrıca bu kelimenin bir de çalıştırma, iş gördürme anlamı vardır. Bu mana Zuhruf sûresindeki ayette geçmektedir.212 Sonuç olarak Zuhruf Sûresindeki “çalıştırma ve iş gördürme” anlamının burada ayetin genel tablosuna uymadığını rahatça söyleyebiliriz. Çünkü ayetin sonunda “siz onlara gülüyordunuz” ifadesi de bunu destekler mahiyettedir. Diğer taraftan sözlü veya fiili olarak alay edilmesi ile ilgili yapılmış yorumlar ise herhangi bir mana değişikliğine sebep olmamakta, bilakis her türlü alayın doğru olmadığını bizlere anlatmaktadır. 211 Ferrâ, a.g.e., II, 243; Taberî, a.g.e., XVIII, 61; Zeccâc, a.g.e., IV, 24; Ebû Zür’a, a.g.e., s. 490; Sa’lebî, a.g.e., IV, 337; Beğavî, a.g.e., III, 319; Râzî, a.g.e., XXIII, 125; Kurtubî, a.g.e., XII, 154. 212 Bkz: Zuhruf 43/32. ayetin ًّيا ار بَ عًضاُْْس خ َب عُضُه مْ اخذَْ َّ اليَت “birbirilerine iş gördürmeleri için” kısmında; Semerkandî, a.g.e., II, 422; Dimyâtî, a.g.e., II, 609. 57 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM NÛR SÛRESİ VE SÛREDEKİ KIRÂAT FARKLILIKLARI I. NÛR SÛRESİ HAKKINDA GENEL BİLGİLER A. ADI VE NÜZÛLÜ 1. Adı Mü’minûn sûresi ile ilgili tanımı yaparken sûrelerin nasıl isimlendirildiği hakkında bilgi verilmiştir. Nûr sûresinin bu adla anılmasının sebebi olarak, Allah’ın sıfatlarından biri olan “Nûr” kelimesinin sûrede yedi defa geçmesi, Müslüman bir toplumun hayatını aydınlatarak yön veren hükümler içermesi, sûrede geçen genel hükümleri uygulayan kimselerin dünya ve ahirette nuru olacağını haber vermesi gösterilmiştir. Bu sebepler yanında en fazla bilinen ise 35. ayet olan “Nûr Ayeti” dolayısıyla sûrenin böyle adlandırılmasıdır. Yine bu ayetle birlikte 40. ayette geçen; “Allah’ın lütfedeceği nurdan mahrum kalanların başka bir nur bulamayacakları” ifadesi buna sebep olarak gösterilmiştir.213 Sûre Hz. Peygamber döneminde de bu adla anılmıştır. Nitekim Hz. Ömer’den gelen bir rivayette O’nun; “Bakara, Nisâ, Mâide, Hac ve Nûr sûrelerini öğrenin. Çünkü onlarda ferâizler vardır” buyurduğu görülmektedir.214 2. Nüzûlü Medine döneminde indiği üzerinde ittifak vardır. Mushaftaki sırasına göre 24. sûre olan Nûr sûresi iniş sırasına göre 100. veya 102. sûredir. Böylece Hac sûresinden 213 Süyûtî, el-İtkân, I, 165; Muhammed Ali es-Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, 4. b., Beyrut: Dâru’l-Kur’âni’l- Kerîm, 1402/1981, II, 324; Fatma Kaya, Nur Suresinin Eğitim Açısından Değerlendirilmesi, (Yüksek Lisans Tezi), Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı Din Eğetimi Bilim Dalı, 2001, s. 7; Yaşaroğlu, “Nûr Sûresi”, DİA, İstanbul, 2007, XXXIII, 247-248; Bahaeddin Aljasem, Nur Suresi Bağlamında Ahkam Ayetlerinin Tefsirinde Fıkhi Mezheblerin Etkisi, (Yüksek Lisans Tezi), Kahramanmaraş: Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Tefsir Bilim Dalı, 2015, s. 36; Ali Hameed Omar, Nur Suresinde Eğitici Amaçlar, (Yüksek Lisans Tezi), Bingöl: Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Tefsir Bilim Dalı, 2017, s. 17; Mehmet Zengin, Edebî Üslûp Açısından Nûr Sûresi, (Yüksek Lisans Tezi), Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, 2019, s. 16. 214 Bkz: Hâkim, a.g.e., II, 429; Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyin b. Alî el-Beyhakî, Şu’abü’l-Îmân, thk. Muhtar Ahmet en-Nedvî, Abdü’l-Ali Abdü’l-Hamîd Hâmid, 1. b., Riyad: Mektebetü’r-Rüşd, 1423/2003, IV, 90; İbn Âşûr, a.g.e., XVIII, 139. 58 önce, Nasr veya Haşr sûresinden sonra inmiştir.215 Sûrenin içerisindeki bazı ayetlerin iniş tarihlerine bakılırsa sûrenin geniş bir zaman içerisinde peyderpey indiği anlaşılmaktadır. Örneğin zina edenlerle evlenmeyi kınayan 3. ayet hicretin 3. yılında Recî’ savaşında şehit olan Mirsad b. Ebi Mirsad’la ilgilidir. Dolayısıyla sûrenin ilk ayetleri daha önce inmiş olmalıdır. “İfk hadisesi” ile ilgili olan ayet ise hicretin 4. yılında inmiştir. Eşlerine zina suçlamasında bulunan kocalarla ilgili 6. ayet ise hicri 9. senede Tebuk savaşından sonra inmiştir. İşte bütün bunlar yukarıda kaydedildiği gibi sûrenin uzun bir zaman içinde peyderpey indiğini göstermektedir.216 Sûrenin sebeb-i nüzûlü ile ilgili genel bir rivayet bulunmamaktadır. Fakat kaynaklara bakıldığı zaman hemen ayetlerin bir çoğu ile ilgili sebeb-i nüzûller kaydedilmektedir. Burada bazı ayetlerle ilgili sebeb-i nüzûlleri vermek istiyoruz: 3. ayet: “Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez; zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenir. Bu, müminlere haram kılınmıştır.” Bu ayetle ilgili birbirine yakın rivayetler mevcuttur: Nesâî’de geçen rivayete göre Hz. Peygamber’in ashabından birinin Ümmü Mehzûl denilen fahişe bir kadınla evlenmek istemesi üzerine bu ayet nazil olmuştur.217 Bir diğer rivayete göre Mirsad adında bir sahabe Anâk adında fahişe bir kadınla evlenmek için Peygamberimiz (sav)’den izin istemiş, bunun üzerine bu ayet nazil olmuştur.218 Yine bir diğer rivayete göre ise fakir muhacirler çaresiz kalarak Medine’deki bazı zengin olan fahişe kadınlarla geçici olarak (onlar sayesinde zengin olana kadar) evlenmek için izin istemeleri üzerine bu ayet nazil olmuştur.219 Nakledilen bütün rivayetlerde bu ayetin fahişe kadınlarla evlenmek isteğinin reddedilmesi ile ilgili olarak nazil olduğu görülmektedir. 215 Razi, a.g.e., XXIII, 129; Kurtubî, a.g.e., XII, 158; Beydâvî, a.g.e., II, 115; Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 1989, VI, 143. 216 İbn Âşûr, a.g.e., XVIII, 139; Komisyon, Kur’an Yolu, IV, 48. 217 Nesâî, “Kitabü’t-Tefâsîr”, 24, “Sûretu’n-Nûr”, 3, (Hadis № 11295); Süyûtî, Lübâbü’n-Nükûl, s. 181. 218 Mirsad bu işi Mekke’ye giderek oradaki hicretine izin verilmeyen bazı müslüman esirleri kaçırabilmesi için yapmak istemişti. Bu evliliğin ona bu konuda kolaylık sağlayacağını düşünmekte idi. Konuyla ilgili olarak bkz: Ebû Dâvûd Süleyman b. Eş’as b. İshak es-Sicistânî el-Ezdî, es-Sünen, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdü’l-Hamîd, Beyrut: Mektebetü’l-Asriyye, t.y., “Nikah”, 5 (Hadis № 2051); Tirmizî, “Tefsîr”, 25; Nesâî, “Nikah”, 12; Zeccâc, a.g.e., IV, 29; Vahidî, a.g.e., s. 325; Kurtubî, a.g.e., XII, 126; Komisyon, Kur’an Yolu, IV, 51. 219 Mükâtil, a.g.e., II, 408; İbn Ebî Hâtim Ebû Muhammed Abdurrahmân b. Muhammed b. İdrîs er-Râzî, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿAẓîm, thk. Es‘ad Muhammed et-Tayyib, 3. b., Mekke: Mekbetü Nezâr, h. 1419, VIII, 523; Kurtubî, a.g.e., XII, 127; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, VI, 127. 59 6-9. ayetler: “Eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah'ın lânetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir.” “Kadının, kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ve şahitlik etmesi, beşinci defa da, eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi kendisinden cezayı kaldırır.” Adı geçen ayetlerin sebeb-i nüzûlü ile ilgili iki rivayet geçmektedir: İbn Abbas’tan gelen bir rivayete göre Hilâl b. Ümeyye adında bir şahıs Hz. Peygamber’e gelerek hanımının Şerîk b. Sahmâ ile zina ettiğini söyledi. Hz. Peygamber ona: “Ya delil getirirsin, ya da sırtına had uygularım” anlamına gelen “ْ فايْ َحدْ أ َوْ ا َينَةُْ الب اركَْ sözlerini söyledi. Bunun üzerine Hilâl; “Bizden herhangi birimiz hanımının”َظ ه üzerinde başka birisini gördüğünde gidip delil mi arayacak?” diye sordu. Hz. Peygamber yine: “Ya delil getirirsin, ya da sırtına had uygularım” buyurdu.220 Bunun üzerine Hilâl; “Seni hak üzerine gönderen Allah’a yemin ederim ki ben gerçekten doğru söylüyorum. Muhakkak Allah benim üzerimde uygulanacak bu cezadan beni kurtaracak bir ayet indirecektir” dedi. Bunun üzerine Cibrîl indi ve; “Eşlerine zina isnad edip kendilerinden başka şahitleri olmayanların herbirisine.......” ayetini ve devamını (9. ayetin sonundaki “eğer o doğru söyleyenlerden ise” ayetine kadar) okudu.221 Diğer bir rivayete göre burada adı geçen kişi Hilâl b. Ümeyye değil, Üveymir el- Aclânî’dir. Bu rivayet ise şöyledir: Hz. Peygamber cuma günü hutbe okurken; “Muhsin hanımlara iftira edenler.....” le ilgili olan Nûr sûresinin 3. ayetini okudu. Orada bulunan Âsım b. Adî el-Ensârî Hz. Peygamber’in yanına gelerek şöyle dedi: “Allah beni Sana feda etsin. Bizden birisi karısının üzerinde birini zina ederken görse ve bu olayı konuşsa ona seksen sopa vurulacak. Müslümanlar ise o kimseye fasık diyecekler, şahitliği de kabul edilmeyecektir. Peki böyle bir şey olduğu zaman biz dört şahidi nereden bulacağız? O gidip istenen dört şahidi bulana kadar adam işini bitirmiş olacaktır”. Hz. 220 Buhârî, “Şehâdât”, 21; Müslim, “Liân”, 11, 12; Ebû Dâvûd, “Talâk”, 27. 221 Kurtubî, a.g.e., XII, 172; İbn Kesîr a.g.e., VI, 12; Süyûtî, Lübâbü’n-Nükûl, s. 181; Zuhaylî, a.g.e., XVIII, 152; Komisyon, Kur’an Yolu, IV, 55. 60 Peygamber bunun üzerine: “Ayet böyle indirildi. Ey Âsım b. Adî” buyurdu. Âsım itaat ederek oradan ayrıldı. Daha sonra Âsım yolda –kendi kendine “innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” diyerek istirca etmekte olan- amcası oğlu Üveymir el-Aclânî ile karşılaştı. O’na ne haber? diye sordu. Üveymir karısını Şerîk b. Sehmâ ile zina ederken gördüğünü söyledi. Bu durumu gören Âsım Hz. Peygamber’e giderek; “Ey Allah’ın Resulü daha önce size bahsettiğim konu ailem içerisinde de başıma geldi” dedi ve durumu anlattı. Hz. Peygamber onların hepsini huzuruna çağırarak Üveymir’e; “Eşin hakkında Allah’tan kork ve ona bu suçu isnad etme” buyurdu. Üveymir; “Ya Resulallah, Allah’a yemin ederim ki onu Şerîk ile zina ederken gördüm. Ben dört aydan beri ona yaklaşmadığım halde o hamiledir diyerek” sözünde israr etti. Böyle olunca Hz. Peygamber Üveymir’in eşine dönerek; “Allah’tan kork ve bana yaptığını doğru bir şekilde anlat” buyurdu. Kadın Hz. Peygamber’e; “Ey Allah’ın Resulü, Üveymir gerçekten çok kıskançtır, o, Şerîk’in bana göz diktiğini ve benimle konuştuğunu gördü ve kıskançlığı onu, böyle konuşmaya itti.” dedi. İşte bu olay üzerine yukarıdaki âyetler indirildi.222 Hadis-i Şeriflerde geçen isimler farklı olsa da aynı konu kastedilmektedir. İslam hukukunda bu konu “Liân” olarak adlandırılmaktadır. Yani bir erkek eşine zina isnad ederse onu dört şahitle ispat etmesi gerekmektedir. Aksi halde ona seksen sopa vurulacaktır. Kişinin kendisinden başka şahidi bulunmazsa o zaman ayetteki gibi eşler hâkim karşısında dört defa yemin edecek, beşinci defa ise; “Eğer yalan söylüyorsam Allah’ın laneti üzerime olsun” diyecekler. Böylece bu evlilik sona erecektir.223 11. ayet: “(Peygamber'in eşine) bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin içinizden bir guruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmayın, aksine o, sizin için bir iyiliktir. Onlardan her bir kişiye, günah olarak ne işlemişse (onun karşılığı ceza) vardır. Onlardan (elebaşlık yapıp) bu günahın büyüklüğünü yüklenen kimse için de çok büyük bir azap vardır.” 222 Vâhidî, a.g.e., s. 328; Kurtubî, a.g.e., XII, 172; Süyûtî, Lübâbü’n-Nükûl, s. 219; Elmalılı, a.g.e., V, 3481; İbn Âşûr, a.g.e., XVIII, 162; Zuhaylî, a.g.e., XVIII, 153-154; Bu olayla ilgili rivayetler için bkz: Buhârî, “Talâk”, 4, 29; Müslim, “Liân”, 1; İbn Mâce, “Talâk”, 27. 223 Konuyla ilgili bkz: Mehmet Âkif Aydın, “Liân”, DİA, Ankara, 2003, XXVII, 172. 61 Müfessirler tarafından bu ayetle birlikte toplam 10 ayetin (20. ayetin sonuna kadar)224 Hz. Aişe’ye karşı yapılmış iftirayla ilgili olarak indiği söylenmiştir.225 Burada konunun uzanmaması adına sadece 11. ayetin meali verilmiştir. Ayetlerin sebeb-i nüzûlü ile ilgili rivayet şöyledir: Hz. Peygamber her defa sefere çıktığı zaman eşlerinden birini yanına alıyordu. Bu defa da Benî Müstalik diye anılan Müreysî’ seferine çıkarken Hz. Aişe’yi yanına almıştı. Daha önceden “Peygamber'in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin…”226 ifadelerinin de geçdiği ayet nazil olduğundan dolayı Hz. Aişe deve üzerinde kurulmuş bir perdeli Mahfe’de (çadıra benzeyen bir yerde) seyahat etmekteydi. Geri dönerken Medine yakınlarında bir yerde istirahat edildikten sonra sefere devam edilmişti. Bu sırada ihtiyacından dolayı biraz uzaklaşmış olan Hz. Aişe geri döndüğü zaman değerli bir eşyasını kaybettiğini fark etmiş, aramak için geri dönmüş ve onu bulduktan sonra tekrar aynı yere gelmişti. Bu arada hareket etmekte olan kervan görevlileri Hz. Aişe’nin mahfede olduğunu zannederek onu deveye yüklemiş ve yollarına devam etmişler. Hz. Aişe kafilenin gittiğini görünce, “Her halde benim mahfede olmadığımı farkettiklerinde geri dönerler veya kervanın arkasını toparlayan kişi beni bulur” düşüncesiyle orada beklemeye başlamış ve bu sırada uykuya dalmış. Birliğin arkasını toparlamakla görevlendirilmiş Safvân isimli sahabi oradan geçerken bir karartı görmüş, yaklaştığında onun Hz. Aişe olduğunu farkeden Safvân, “innâ lillâh…” deyerek O’nu uyandırmış ve kendisi uzaklaşarak Hz. Aişe’nin deveye binmesini beklemiş. Daha sonra yola koyulmuşlar ve öğleye doğru kafileye yetişmişlerdi. Hadise bundan ibaret olmasına rağmen başta münafıklardan olan Abdullah b. Übey b. Selûl olmakla küçük bir grup, bu olayı kötü bir şekilde yorumlayarak çirkin bir iftira üretmişler. Onlar, Hz. Âişe ile Safvân arasında iffete aykırı bir olay yaşandığını söylemişler ve bunu halk arasında yaymaya başlamışlardır. İşte bu olay üzerine yukarıdaki âyetler nâzil olmuştur.227 224 Bkz: Nûr, 24/11-20. 225 Vâhidî, a.g.e., s. 332; İbn Kesîr, a.g.e., VI, 19; Süyûtî, Lübâbü’n-Nükûl, s. 185; İbn Âşûr, a.g.e., VIII, 169. 226 Bkz: Ahzâb, 33/53. 227 Vâhidî, a. g. e., s. 318-322; el-Kurtubî, a. g. e., XII, 197-198; Ebû Hayyân Muhammed b. Yûsuf b. Alî b. Yûsuf b. Hayyân el-Endelüsî, el-Baḥrü’l-Muḥîṭ, thk. Adil Ahmed, Ali Muavviz, 1. b., Beyrut: Dâru’l- Kutubi’l-İlmiyye, 1413/1993, VI, 401-402; Süyûtî, Lübâbü’n-Nükûl, s. 220-222; Elmalılı, a. g. e., V, 3485-3487; Zuhaylî, a. g. e., XVIII, 171-177; Emiroğlu, a. g. e., VIII, 154-157; Komisyon, Kur’an Yolu, IV, 58-59; Hadislerdeki “İfk” hadisesi ile ilgili rivayetler için bkz: Buhârî, “Şehâdât”, 15; “Meġâzî”, 34; “Tefsîr”, 24/5-10; Müslim, “Tevbe”, 56; Tirmizî, “Tefsîr”, 24. 62 Ayetlerin anlamı açık olmasına rağmen halen bazıları tarafından bu çirkin iftira kabul edilmekte ve Hz. Aişe’ye karşı uygun olmayan sözler söylenmektedir. Bu ayetler ve kaydedilen rivayetler Hz. Aişe’nin böyle bir çirkin amelden uzak olduğunu ve tamamen günahsız olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu ayetler, aile hayatına, iffet ve namusa önem veren toplumlarda yapılmış olan iftira hadisesi karşısında müminlerin nasıl bir tavır ve yaklaşım içerisinde olmaları gerektiğini anlatmaktadır. 27-28. ayetler: “Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi fark ettirip (izin alıp) ev halkına selâm vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir; herhalde (bunu) düşünüp anlarsınız.” “Orada hiçbir kimse bulamadınızsa, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, «Geri dönün!» denilirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah, yaptığınızı bilir.” Tefsir kitaplarında bu ayetlerin sebeb-i nüzûlü ile ilgili iki farklı rivayet zikredilmektedir. Önce kaynaklarda daha çok zikredilen, sonra da diğer rivayet gösterilecektir. Başta Taberî olmakla bazı müfessirlerin Adiy b. Sâbit’ten rivayet ettikleri rivayet şöyledir: Ensar’dan bir kadın Hz. Peygamber’in yanına gelerek şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resûlü! ben evimde ister babam ister oğlum olsun kimsenin görmesini istemediğim bir elbise ile bulunabilirim. Ben bu halde iken babam veya ailemden birisi içeri gelebilir. Ne yapmam gerekir? diye sordu. Bu olay üzerine yukarıdaki ayetler nazil oldu.”228 Konuyla ilgili diğer rivayet ise şöyledir: Cahiliye döneminde evlere, hücum edercesine girilirdi. Ziyaretçi eve girdikten sonra “Girdim” diye seslenirdi. Çok defa, ev sahibinin ailesiyle, onları başkalarının görmesi uygun olmayan bir şekilde oldukları vâkî olurdu. Bu hal ise üzüntü verip gönülleri yaraladığı gibi evleri emniyet ve huzurdan yoksun kılıyordu. Böyle yapmaktan sakındırılması ve Müslümanların yüksek bir edebe yönlendirilmesi, ev halkına güven verip, onlardan kuşkuyu gidermek için, 228 Taberî, a.g.e., XVIII, 87; Vâhidî, a. g. e., s. 334; Kurtubî, a. g. e., XII, 213; Ebû Hayyân, el-Baḥrü’l- Muḥîṭ, VI, 410; İbn Kesîr, VI, 39; Süyûtî, Lübâbü’n-Nükûl, s. 186. 63 girmeden önce izin isteme ve selam verme adabı öğretilmek üzere yukarıdaki ayetler nazil olmuştur.229 55. ayet: “Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vaat etti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkar ederse, işte bunlar asıl büyük günahkarlardır.” Müslümanlar ister hicretten önce ister hicretten sonra olsun devamlı düşmanlarla çarpışmanın zorluklarından ve bu husus karşısında başlarına gelebilecek tehlikeden korkarak bir türlü silahı bırakamadıklarının kuşkusu içerisinde yaşamaktaydılar. Sonunda bu durumu Hz. Peygamber’e arz etmişler ve bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil olmuştur. Ayetin sebeb-i nüzûlü ile ilgili olan rivayet kaynaklarda şöyle geçmektedir. Ebü’l-Âliye’nin Übey b. Ka’b’dan rivayet ettiğine göre; Resulullah (sav), kendisine vahiy geldikten sonra, on yıl Mekke’de ashabıyla birlikte korku içerisinde kaldılar. Gizliden ve açık olarak Allah’ın dinine davet ettiler. Daha sonra Allah Resulü’ne Medine’ye hicret emri verildi. Orada da korku içerisinde olduklarından sabah-akşam silahla dolaşmaktaydılar. Ashabdan biri Hz. Peygamber’e gelerek; “Ey Allah’ın Resulü, devamlı korku ve tehlike içinde mi yaşayacağız, silahı bırakıp güvenlik ve huzur içinde yaşayacağımız bir gün gelecek mi?” diye sordu. Hz. Peygamber: “Aradan fazla zaman geçmeyecek ki, sizden herhangi biriniz kalabalıklar arasında üzerinde hiç bir silah olmadan rahatça oturmuş olacaktır” buyurdu. Bu sözün üzerinden çok zaman geçmeden yukarıda bahsedilen ayet nazil oldu. Yüce Allah kısa zaman içinde peygamberini Arap yarımadasına hakim kıldı. Silahlarını bıraktılar ve güven üzerine oldular.230 229 Seyyid Kutub, a.g.e., X, 414; İbn Âşûr, a.g.e., XVIII, 169; Emiroğlu, a. g. e., VIII, 175. 230 Hâkim, a.g.e., II, 435; Vâhidî, a.g.e., s. 388; Kurtubî, a.g.e., XII, 214; İbn Kesîr, a.g.e., VI, 19; Süyûtî, Lübâbü’n-Nükûl, s. 188; ed-Dürrü’l-Mensûr, VI, 215; İbn Âşûr, a.g.e., XVIII, 282; Komisyon, Kur’an Yolu, IV, 92. 64 Bu ayet-i kerime bizlere iman ederek salih amel üzerinde olacağımız sürece yer yüzünde hakim olacağımızı, bunun aksine bir hayat yaşadığımızda ise zayıflayacağımızı anlatmaktadır. Nitekim tarih boyu Müslümanlar olarak bunun şahidi olmaktayız. Yukarıda bu sûrenin hemen hemen çoğu ayeti ile ilgili sebeb-i nüzûller olduğunu söylemiştik. Böylece bunlardan bazılarını izah ederek konuya aydınlık getirmeye çalıştık. B. AYET SAYISI VE İÇERİĞİ Nûr sûresi Şamlılar, Küfeliler ve Basralılara göre 64, Humuslulara göre 63, Mekke ve Medinelilere göre ise 64 ayettir. Genel kabul ise 64 ayet olması üzeredir. Kelime sayısı 1330, harf sayısı 5330’dur. Sûrenin fâsılaları م،ْن harfleridir.231 ب،ْر،ْل،ْ Sûrelerdeki ayet sayılarının hangi sebeplerden dolayı farklı olduğunu ve Fâsıla konusunu Mü’minûn sûresinin ayet sayısını izah ederken anlatmıştık. Şimdi burada Nûr sûresindeki ayet sayılarının hangi sebepten dolayı farklı gösterildiği ve ayetlerdeki fâsılalar izah edilecektir. Şamlılar, Küfeliler ve Basralılar sûrenin (بالغدوْواِلصال) ifadeleri ile biten 36 ve باِلبصار) idafeleri ile biten 43. ayetlerini ayrı birer ayet gibi kabul ederken (يذهبْ Medineliler ve Mekkeliler bu ayetleri kendilerinden sonraki ayetlerle birlikte bir ayet gibi kabul etmişlerdir. Bundan dolayı da ayet sayısını 62 olarak göstermişlerdir. Humuslular ise sûrenin (ِلوليْاِلبصار) ifadeleri ile biten 44. ayetini kendisinden sonraki ayetle birlikte bir ayet gibi kabul ettiklerinden dolayı sûredeki ayet sayısını 63 olarak göstermişlerdir.232ْ ْYapılan yorumlara bakıldığında sûredeki ayet sayılarının çeşitli gösterilmesinin sebebi iki ayetin tek bir ayet gibi kabul edilmesinden ileri geldiği görülmektedir. Sûredeki fâsılalara geldiğimizde ise burada sadece 36. ayet واِلصال kelimesinin son harfi olan ل harfi ile, 38 ve 39. ayetler حساب ve الحساب kelimelerinin son harfi olan ب harfi ile bitmektedir. 37, 40, 42, 43, 44, 45 ve 57. ayetlerin sonu ر harfi, diğer ayet sonları ise ن ve م harfleri ile bitmektedir. 231 Râzî, a.g.e., XXIII, 129; Şirbînî, a.g.e., II, 595; Elmalılı, a.g.e., V, 3466; İbn Âşûr, a.g.e., XVIII, 140; Yaşaroğlu, “Nûr Sûresi”, a.g.e., XXXIII, 247. 232 İbnü’l-Cevzî, Fünûnü’l-Efnân fî ʿUyûni ʿUlûmi’l-Ḳurʾân, s. 296; Sehâvî, a.g.e., I, 209; Dimyâtî, a.g.e., II, 611. 65 C. FAZİLETİ Sûrenin fazileti ile ilgili temel hadis kaynaklarında herhangi bir rivayete rastlanılmamaktadır. Konuyla ilgili rivayetler Hakim’in el-Müstedrek’i, Beyhakî’nin Şu’abü’l-Îmân’ı ve bazı tefsir kitaplarında geçmektedir. Bu hadislerden biri yukarıda sûrenin adı ile ilgili bölümde zikredilen Hz. Ömer’in Küfe ehline bir takım sûrelerle birlikte “Nûr sûresini de öğrenin” şeklinde talimat verdiği hadistir.233 Yine başka bir hadiste; “Tevbe sûresini öğrenin, hanımlarınıza da Nûr sûresini öğretin ve onları gümüş ile bezeyin” ifadeleri geçmektedir.234 Diğer rivayet ise Hz. Aişe’nin Hz. Peygamber’den rivayet ettiği; “Kadınlarınızı yüksek köşklerde yerleştirmeyiniz, onlara yazı yazmayı da öğretmeyiniz. Onlara Nûr sûresini öğretiniz” hadisidir. Fakat bu hadisin uydurma olduğunu belirten görüşler de vardır.235 Bir diğer rivayette ise; “Erkeklerinize Mâide, kadınlarınıza da Nûr sûresini öğretin” buyrulmaktadır.236 D. KONUSU Nûr sûresinin üzerinde durduğu temel konular, zina ve zina ile ilgili hükümler, kazf (iffetli bir kimseye zina iftirasında bulunma) ve mülâane (kadının, kendisini zina ile itham eden kocasıyla yeminleşmesi) hükümleri, aile ve toplum ilişkileri, bazı ahlak kuralları, örtünme, mümin, kafir ve münafıkların durumu, Allah’ın varlığı, birliği ve kudreti, Allah’a ve Peygamberine itaatin gereği gibi mevzulardır.237 Genel konularla ilgili bilgi verildikten sonra şimdi de hangi ayet gruplarının hangi konulardan bahsettiği üzerinde durulacaktır. 233 Bkz: Beyhakî, a.g.e., IV, 89 (Hadis № 2226). Hadisin isnadı “hasan”dır; Merâğî, a.g.e., XVIII, 66. 234 Beyhakî, a.g.e., IV, 82 (Hadis № 2213). Hadisin râvîleri sikadır. 235 Hâkim, a.g.e., II, 430; Beyhakî, a.g.e., IV, 90 (Hadis № 2227); Bu hadisle ilgili olarak Hâkim sahih olduğunu söylerken, Zehebî’nin Telhîs’inde ve Beyhakî’nin Şuabü’l-Îmân’ında hadisin (râvîlerinden biri olan Abdü’l-Vehhâb b. Dahhâk’ın yalancı olduğundan dolayı) uydurma olduğu kaydedilmektedir. Beyhakî hadisi Hâkim’den kaydettiği isnatla zikrettikten sonra başka bir isnat ile benzer bir rivayet bulunduğunu, fakat bu rivayetin de “münker” olduğunu söylemektedir. Bkz: Hâkim, a.g.e., II, 430; Beyhakî, a.g.e., IV, 90 (Hadis № 2227); Kurtubî, a.g.e., XII, 157;, Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân ez-Zehebî ed-Dımaşkî, Telhîsü’l-Müstedrek, thk. Emîr el-Hasan en-Nu’mânî, Yusuf Abdurrahman Mer’aşlî, Beyrut: Dâru’l-Mârife, t.y , II, 396. 236 Bu hadise de senedindeki zayıflıktan dolayı “zayıf” ve “mürsel” denmiştir. Bkz: Beyhakî, a.g.e., IV, 77 (Hadis № 2205) 237 İbn Âşûr, a.g.e., XVIII, 140; Seyyid Kutub, fî Zilâli’l-Kur’ân, çev. M. Emin Saraç, Bekir Karlığa, İ. Hakkı Şengüler, Hikmet Yayınları No: 10, İstanbul, 1968, VI, 373; Vehbe b. Mustafa ez-Zuhaylî, Tefsîru’l-Münîr fi’l-Akîde ve’ş-Şerî’a ve’l-Menhec, I-XXX, 2. b., Dâru’l-Fikri’l-Muâsır, Dımaşk h.1418, XVIII, 119. 66 1-10. ayetler: Zina eden erkekler ve zina eden kadınlarla ilgili gerekli hükümlerden ve cezalardan bahsedilmekte, böyle kimselerin kendileri gibi zina eden kimseler ile evlenebilecekleri kaydedilmektedir. Daha sonra namuslu kadınlara iftira edenlerin bu söylediklerini ispat etmeleri, bu iftiranın cezası ve lanetleşme usûlünden bahsedilmektedir. Sûrenin 1. ayetinde; “Bu, indirdiğimiz ve hükümlerini farz kıldığımız bir sûredir. Düşünüp öğüt almanız için onda apaçık ayetler indirdik” buyrulmaktadır. Sûreye böyle bir manaya gelen ayetle başlanılması kendinden önceki Mü’minûn sûresi ile bir münasebetin (Tenâsübü’s-suver) olduğunu göstermektedir. Mü’minûn sûresinin son ayetleri; “Sizi boşuna yarattığımızı mı zannettiniz” ifadesi ile bitmektedir. Nûr sûresinin ise yukarıda kaydedilen ayetle başlaması ile, insanın amaçsız yaratılmadığı, hangi amaçla yaratıldığı ve kendisinden nasıl bir ibadet ve eylemlerin beklenildiği açıklanmaktadır. Böylece bu ve benzeri konularda iki sûre arasındaki tenâsüb dikkat çekicidir.238 11-25. ayetler: Bu ayetlerde Hz. Aişe’ye karşı yapılan büyük iftiradan bahsedilmektedir. O’na karşı bu ifirayı yapanların şahit getirmeleri gerektiği, aksi takdirde yalancılardan sayılacakları haber verilmektedir. Ayrıca bu türlü olaylarda kesin bilgi olmadan konuşmanın ve dedikodu yapmanın da azaba sebep olabileceği bilgisi verilmektedir. Daha sonra Hz. Ebû Bekir ailesinden, iftira yapanları affetmeleri istenmekte ve bu davranışın ilahi affa sebep olacağı bildirilmektedir.239 Son olarak bu bölümde namuslu kadınlara iftira yapanların lanetlenmiş oldukları ve cezaya uğrayacakları belirtilmektedir. 27-34. ayetler: Bu bölümde başkalarının evlerine izinsiz ve selam verilmeden girilmemesi gerektiği, mümin erkek ve kadınların birbirlerine karşı nasıl davranmaları gerektiği ve mahremlik kuralları hakkında bilgi verilmektedir. Daha sonra meşru evlilik emredilmekte ve bu konuda yardıma ihtiyacı olanlara destek olunması konusu teşvik edilmektedir. Ayrıca burada iffetin toplum hayatı için hakim kılınması istenmektedir. 35-40. ayetler: Bu bölümdeki ayetlerde iman, küfür ve nifaktan bahsedilmekte, ilahi nurun feyzinden aydınlanan evlerdeki insanların Cenâb-ı Allah’a karşı 238 Bikâî, a.g.e., XIII, 201. 239 Bu olay İslam tarihinde “İfk Hadisesi” olarak bilinmektedir. Konuyla ilgili olarak bkz: Mustafa Fayda, “İfk Hadisesi”, DİA, İstanbul, 2000, XXI, 507-509. 67 sorumluluklarını gerektiği gibi yerine getirmeleri ve Allah’ın onları mükafatlandıracağı, ilahi nurdan mahrum kalanların ise küfür ve inkar yolunu tutanlar olduğu ve böyle kimselerin amellerinin boşa çıkacağı haber verilmektedir. Bu ayet-i kerimeler 35. ayetten itibaren ع harfi ile başlayıp, 40. ayetin sonunda yine ع harfi ile bitmektedir. Bu Kur’an’daki özel bir bölümü ifade eden rüku’ alametidir. Yani bu iki ع harfi arasındaki ayetler bir konudan bahsetmektedir. Bu bölüm içerisinde de özellikle sûrenin de ismini kendisinden almış olduğu “Nûr” kelimesi dikkat çekmektedir. Nûr kelimesi bu bölüm içerisinde 7 defa geçmektedir. Müminler için bir kurtuluş vesilesi olan bu nur, kafirler için ise mahrum kaldıkları bir özellik olarak anlatılmaktadır. Konunun iyi anlaşılması için buradaki ayetler arası münasebetin biraz izah edilmesi uygun görülmektedir. Müfessirlerin çoğunluğuna göre Allah’ın göklerin ve yerin nuru olması, Allah’ın gökleri ve yeri aydınlatması ve nurlandırması şeklinde izah edilmektedir. Göklerin ve yerin ayakta durması, aynı zamanda onların nizamı da bu nûra bağlıdır. Allah’ın nûrunun misalı ile Kur’an ve Müminlerin kalplerindeki iman nûru kasdedilmektedir. Yani müminlerin kalplerindeki iman nuru ile Kur’an nûru üst üste olduğu zaman ayette belirtilen “nûr üstüne nûr” olmaktadır.240 Bahsedilen bu nûr ister mescidlerde ister Allah’ın isminin yüceltilmesine sebep olan bütün evlerde var olmaktadır. İşte bu hidayet ve nûrun üzerinde vakıf olduğu şahıslar Allah tarafından burada beyan edilmekte ve onların Allah’ı her zaman/sabah-akşam zikreden, namazlarını kılıp, zekatlarını veren ve hiçbir ticaretin ve dünyevi menfaatin kendilerini Allah’a ibadet ve itaatten alıkoyamadığı gerçek müminler olduğu beyan edilmektedir. 35. ayette bu nûrdan bahseden Cenâb-ı Allah, 36-38. ayetlerde kimlerin buna mazhar olacağını haber vermektedir. Bu ayetlerin ihtiva ettiği ince manaların uyumu son derece dikkate değerdir. Allah Teâlâ, göklerde ve yerde bulunan nûru ile müminlerin kalplerindeki nûrunu bir arada zikretmektedir. Yani iman nûrunun var olduğu topluluklar gerçek müminlerin yaşadıkları topluluklardır. Keza vahiy ve iman nûrunu kaybetmiş olan bir topluluk ise ölüdür. Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde Abdullah b. Amr tarafından nekledilen bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Allah 240 Semerkandî, a.g.e., II, 440; Ebû Abdillâh Abdurrahmân b. Nâsır b. Abdillâh b. Nâsır es-Sa‘dî, Teysîrü’l-Kerîmi’r-Raḥmân fî Tefsîri Kelâmi’l-Mennân (Tefsîrü’s-Saʿdî), 1. b., y.y., Müessesetü’r-Risâle, 1420/200, s. 568; Seyyid Kutub, a.g.e., X: 437. 68 Teâlâ, insanları karanlıkta yaratmış, sonra onlara nûrunu sunmuştur. Bu nûrdan nasibini alan hidayete ermiştir. Bundan nasip almayan ise sapmıştır. Ben bu sebeple şöyle diyorum: Allah’ın bildiği hususları kalem yazmış, mürekkebi kurumuştur.”241 39. ve 40. ayetlerin yer aldığı sonraki kısımda ise Allah’ın nurunun kimlerden esirgendiği ve kimlere nasip olmadığı anlatılmaktadır. Böylece burada inkar eden kafirlerin yukarıda bahsedilen nimetlerden ve nurdan marhum edilecekleri ve yaptıkları tüm amellerin boşa gideceği haber verilmektedir. İşte bu kimseler “Allah kime nur vermez ise onun hiçbir nuru olmaz”242 ifadelerinde bahsedilen inkarcılar olmaktadır. Ayette bu gibi insanların beklemekte oldukları sonucun bir serâp misali boşa çıkacağını anlatan benzetme, bir hadisi şerifte şöyle anlatılmaktadır. Ebû Saîd el-Hudrî’den gelen rivayette Hz Peygamber’in kıyamet günündeki tecelli ile ilgili söyledikleri şöyledir: “Cehennem getirilir ve içilecek bir su kaynağı gibi gösterilir. Yahûdîlere sorulur: -Dünyada iken neye tapınıyordunuz? -Allah’ın oğlu Üzeyr’e tapınıyorduk. -Yalan söylediniz, Allah’ın ne eşi vardır, ne de oğlu! Şimdi ne istiyorsunuz? -İçmek için bize su vermeni istiyoruz! -Hadi için bakalım! Onların hepsi gördükleri serâbın içine, su zannettikleri Cehenneme düşerler. Sonra Hıristiyanlara sorulur: - Dünyada iken neye tapınıyordunuz? - Allah’ın oğlu Îsâ’ya tapınıyorduk. -Yalan söylediniz, Allah’ın ne eşi vardır, ne de oğlu! Peki şimdi ne istiyorsunuz? -İçmek için bize su vermeni istiyoruz! -Hadi için bakalım! Onların da hepsi gördükleri serâbın içine, su zannettikleri Cehenneme düşerler.243 İşte hadis-i şerifte de görüldüğü üzere bâtıla uyan herkesin akibeti böyledir. Bağlandığı bâtıl esaslar en muhtaç olduğu zamanda kendisine bir fayda vermez. Yapılan 241 Ahmed b. Hanbel, Müsned, XI, 220 (Hadis №: 6644). 242 Nûr, 24/40. 243 Buhârî, “Tevhîd”, 24 (Hadis №: 7439). 69 tüm yorumlardan da görüldüğü gibi bu bölümdeki ayetler içerisinde mükemmel bir uyum bulunmaktadır. 41-46. ayetler: Bu ayetlerde Cenâb-ı Allah göklerde uçan kuşların tesbihinden, bulutlardan ve onlardan yağan doludan, şimşeğin parıltısından, gece ve gündüzün birbini takip etmesinden ve canlıların sudan yaratılmasından bahsederek insan tefekkürüne hitap etmektedir. Esasen Allah’ın Nûr’u bu örneklemedeki gibi bütün mevcudatta görülmektedir. 47-57. ayetler: Bu bölümdeki ayetlerde münafıkların ve müminlerin hüküm ve itaat konusunda Allah Resulü’ne karşı gösterdikleri tavırlardan bahsedilmektedir. Münafıkların bu durum karşısında edebe uygun davranmadıkları, müminlerın ise halisane edep ve itaatle davrandıkları görülmektedir. Böylece bunun üzerine müminlere imanları ve salih amelleri karşılığında yeryüzünde Allah’ın halifeliği ve dinde sebat ve kafirlere karşı zafer vaadedilmektedir. 58-61. ayetler: Burada aile içi meselelerden bahsedilerek çocukların anne ve babalarının özel odalarına hangi saatlerde izinsiz girebileceklerinden, akrabalar arası yapılan ziyaret adaplarından bahsedilmektedir. 62-64. ayetler: Bu ayetlerde ise herkesi ilgilendiren bir konu için toplanılmış bir mecliste Allah Resulü’nden izin almadan meclisin terkedilmemesi istenmekte ve böyle bir durumda emre muhalefet edenlerin azaba uğrayacakları haber verilmektedir. Son olarak her şeyin Allah’a ait olduğu, O’nun her şeye vâkıf olduğu ve insanların dönüşlerinin kendisine olduğu bilgileri ile sûre son bulmaktadır. Aslında bu ayet-i kerime sûrenin bütününü özetleyen bir manaya sahiptir. Biz Nûr sûresine baktığımızda bu ayeti, bu ayete baktığımızda ise Nûr sûresinin bütününü görüyoruz. Bu tablo Kur’an’a mahsus bir mucizedir. Sonuç olarak söylemek gerekirse, konunun başında Nûr sûresinin genel olarak bahsettiği mevzuları kaydetmiştik. Bu mevzular yapılan bazı fiilleri ihtiva etmektedir. Sûrenin esas konusu olan Nûr açısından bakılırsa, zina, iftira, dedikodu, inkar ve nifak gibi hususları yapanların Yüce Allah’ın nûrundan mahrum kalacaklarını, affetmek, mahremlik kurallarına uymak, meşru evlilik, yardımlaşma, iman, tesbih, zikir, namaz, 70 zekat, tefekkür ve âdap konularında hassasiyet gösterenlerin ise ilahi rahmetten ve nurdan istifade edeceklerini söylemek mümkündür. II. NÛR SÛRESİNDEKİ KIRÂAT FARKLILIKLARI Mü’minûn Sûresinde bu bölümü işlerken usûl kaidelerini de sûreden örnekler vererek izah etmiştik. Usûl kaideleri bütün sûreler için aynıdır. Bundan dolayı bu bölümde usûl ile ilgili kurallara tekrar yer verilmeyecektir. Burada manaya etki eden ve etmeyen kırâat farklılıkları izah edilmeye çalışılacaktır. A. MANAYA ETKİ EDEN KIRÂAT FARKLILIKLARI (Kelimesi. (1. Ayet فََرْضنَاَها .1 ََّكُرونَْ َلعَلَُّك مْتَذ َبيا نَا تْ َفَر ضنَاَهاَْوا َنَز لنَاْٖفيَهاْٰايَا تْ ُسوَرةٌْا َنَز لنَاَهاَْو “(Bu) Bizim inzal ettiğimiz ve (hükümlerini üzerinize) farz kıldığımız bir sûredir. Belki düşünüp öğüt alırsınız diye onda açık seçik ayetler indirdik”. Ayet-i kerimedeki َناَها َفَر ض kelimesinin okunuşunda kırâat alimleri ihtilaf etmişler. Cumhur bu kelimeyi “ra” harfi şeddesiz َناَها َفَر ض şeklinde okumuştur. İbn Kesîr ve Ebû Amr ise “ra” harfi şeddeli َّر ضنَاَها şeklinde okumuşlar.244 Bu okunuş tarzları فَ müfessirler ve kırâatçiler tarafından farklı şekilde izah edilmiştir. Şeddesiz okunuşun “farz kılmak” anlamına geldiğini söylemişler. Dolayısıyla ayetin anlamı; “Bu indirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir sûredir” şeklinde olmaktadır. Şeddeli okunuşun ise iki farklı şekilde izahı yapılmıştır: Birincisi: “Teksîr” yani çokluk ifade etmektedir. Burada mana; “Bu indirdiğimiz ve (içerisinde çok sayıda hükümleri) farz kıldığımız bir sûredir” şeklindedir.245 İkincisi: بيناها veya ْْفصلناهاifadeleri ile izah edilmiştir. Yani “açıklamak veya ayırmak” anlamındadır. Böylece ayetin anlamı şöyle olmaktadır: “Bu indirdiğimiz ve (ondaki helal ve haramı) açıkladığımız ve ayırdığımız bir sûredir”.246 244 İbn Mücâhid, a.g.e., s. 452; Dânî, et-Teysîr, s. 161; Dimyâtî, a.g.e., II, 611. 245 İbn Atiyye, a.g.e., IV, 161; Râzî, a.g.e., XXIII, 129-130; Ukberî, a.g.e., s. 278. 71 Görüldüğü gibi ayetteki bu farklı okunma şeddesiz halinde hükümlerin farz kılınmasını, şeddeli okunuşta ise çokluk ve mübalağa veya açıklama ifade ediyor. Bu da sûrede çok sayıda helal ve haramın açıklandığını ve bunların her mükellefe kıyamete kadar farz olduğunu gösteriyor. Ayetin sonundaki تذكرون kelimesindeki kırâat farklılığı çalışmamızın birinci bölümünde Mü’minûn suresinin 85. ayetinde izah edilmiştir. Burada da herhangi bir mana değişikliğine sebep olmamaktadır. ُ ع .2 (Kelimesi. (6. Ayet اَْربَ ادٖقينَْ َّصا اَمَنْال َّنهُْل ا اه مْا َربَعَُْْشَهادَا تْباالِٰلاْ اد َِّلْا َنفُُسُه مْفََشَهادَةُْاََح ا َي رُموَنْا َزَواَجُه مَْولَ مْيَُك نْلَُه مُْشَهدَاُءْ َوالَّٖذيَنْ “Eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesidir”. Burada kırâat açısından üzerinde ihtilaf edilen kelime َُْبع ,kelimesidir. Hafs ا َر Hamza, Kisâî ve Halef bu kelimeyi merfu’ okumuşken, Nâfi, İbn Kesîr, Ebû Amr, İbn Âmir, Ebû Bekir, Ebû Ca’fer ve Ya’kûb mensûb olarak َْع .şeklinde okumuşlar ا َربَ 247 Kelimeyi “merfu” olarak okuyanlar bunu mübteda olan “şehadet” kelimesinin haberi anlamında okumuşlardır. Böyle olunca mana; “Onların her birinin (iftira cezasını defedecek) şahitliği, Allah adına yapacakları dört şahitliktir” şeklindedir. “Mensûb” olarak okunması ise mefûl’un-mutlak olarak kabul edilmesinden dolayıdır. Bunu nasb yapan da “şehadet” kelimesinin َْد .şeklinde mastar olmasıdırْا َنْي َشَه Burada mana; بالْل شهاداةْ اربَعْ يشهدْ انْ Onların her birinin Allah adına dört defa“ فعليهمْ şahitlik getirmeleri vaciptir” şeklinde oluyor.248 246 Zeccâc, a.g.e., IV, 27; Nehhâs, a.g.e., IV, 493; Ebû Zür’a, a.g.e., s. 494; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l- Mesîr, VI, 4. 247 Sûrenin 8. ayetinde geçen ََْع :kelimesinde herhangi bir ihtilaf yapılmamıştır. Kırâat farklılığı için bkz ا َرب Dânî, Câmiü’l-Beyân, s. 640; et-Teysir, s. 161; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 330. 248 Zeccâc, a.g.e., IV, 32; İbn Hâleveyh, a.g.e., s. 260; Mekkî, Müşkilu İ’râbi’l-Kur’ân, II, 118; Râzî, a.g.e., XXIII, 166; Kurtubî, a.g.e., XII, 172; Beydâvî, a.g.e., II, 117. 72 Ayet-i kerimede cenab-ı Allah iffetli hanımlara atılacak iftiranın ne kadar kötü bir amel olduğunu bildirmektedir. Buradaki kırâat farklılığı manaya zenginlik katmakta ve Kur’an’la Arapçanın bağının ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir. (Kelimeleri. (11. Ayet ِكْبَرهُ .3 امَْوالَّٖذىْ اِل ث امَنْا ْ نُه مَْماْا كتََسَبْ ام ار ئْ ا لْا م الُك َب لْهَُوَْخ يٌرْلَُك مْ ًّراْلَُك مْ ام نُك مَِْلْت َحَسبُوهَُْش اكُْع صبَةٌْ اِل ف َّنْالَّٖذيَنَْجاُؤْباا ا َلهَُْعذَاٌبَْعٖظيمٌْ ام نُه مْ اك بَرْهُْ تََولٰىْ “Bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin içinizden bir guruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmayın, aksine o, sizin için bir iyiliktir. Onlardan her bir kişiye, günah olarak ne işlemişse (onun karşılığı ceza) vardır. Onlardan bu günahın büyüğünü yüklenen kimse için de çok büyük bir azap vardır”. Ayet-i kerimede geçen َُِلْت َحَسبُوْه kelimesinin kırâat farklılığı çalışmamızın önceki kısmında Müminûn sûresinin 55. ayetinde geçtiğine göre burada tekrar açıklamaya gerek duymuyoruz. Diğer kırâat farklılığı olan kelime ise ُاك بَرْه kelimesidir. Cumhur bu kelimeyi “kef” harfi kesreli okumuşken, Ya’kûb “kef” harfi ötreli ُُْك بَره şeklinde okumuştur.249 Bazılarına göre bu iki okunuş arasında herhangi bir fark yoktur. Her iki okunuş da mastardır. Ferrâ bunun kırâat açısından güzel olduğunu söylemiş ve Arapların; ْفْلن كذا كذاْ ُع ظَمْ Filan kişi şunun, şunun en büyüğünü üstlendi” söylediklerini“ توليْ kaydetmektedir. Burada gördüğümüz gibi herhangi bir mana değişikliği bulunmamaktadır.250 Zeccâc ve bazılarına göre ise ُاك بَرْه okunduğu zaman mana; “bu günahı üstlenen” şeklinde iken, ُُْك بَره okunduğunda ise “bu günahın en büyüğünü üstlenen” şeklinde anlaşılmaktadır.251 Râzî ise bunu; “bu işin en büyüğünü üstlenen” şeklinde tercüme etmektedir.252 Böylece buradaki kırâat farkı birbirine yakın manalar ihtiva etse de ُْاك بَره okunuşunda her kesin aynı günahı işleyerek aynı cezayı hakk ettiği, ُُْك بَره okunuşunda ise 249 İbn Ğalbûn, a.g.e., s. 459; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 331; Pâlûvî, a.g.e., s. 97. 250 Ferrâ, a.g.e., II, 251. 251 Zeccâc, a.g.e., IV, 35. 252 Bkz: Râzî, a.g.e., XXIII, 174. 73 bu iftiraya sebep olan ele başı kişinin daha büyük bir günah işlediği ve en ağır cezayı onun hakk ettiği manası anlaşılmaktadır. Böylece mana daha kapsamlı olmaktadır. َُّيه َ ve ٖزينَتِِه ن ,َغْيرِ ,ُجيُوبِِه ن .4 (Kelimeleri. (31. Ayet ا ار بَنْ َو ليَ ض ام نَهاْ َْرْ َظَه َماْ َِّلْ ا َّنْ ٖزينَتَُه ي ُبٖديَنْ َوَِلْ َّنْ فُُروَجُه َويَ حف َظَنْ َّنْ اه ار ا َبَصا ام نْ ي َغُض ضَنْ اتْ امنَا ال لُم ؤ َوق ُلْ َّنْا َوْ اه ات َل اءْبُعُو َنا َّنْا َوْاَْ ب اه َّنْا َوْا َبنَائا اه اءْبُعُولَتا َبا َّنْا َوْٰا اه ائ َّنْا َوْٰابَا اه البُعُولَتا َِّلْ ا َّنْ َّْنَْوَِلْي ُبٖديَنْٖزينَتَُه اه اب َّنَْعٰلىُْجيُو اه ار باُخُم امَنْ اةْ َب اِل ر ا الىْ ْْاُو ْار َْْغ ي التَّاباٖعيَن اَوْ ا َّنْ ا َيَمانُُه ْ تْ َملََك َماْ ا َوْ َّنْ اه ناَسائا ا َوْ َّنْ اه اََخَواتا بَٖنىْ ا َوْ َّنْ اه ا خَوانا بَٖنىْ ا َوْ َّنْ اه ان ا خَوا َّْنَْوتُوبُواْ اه ام نْٖزينَتا َلَمْمَْاْي ُخٖفيَنْ الي ُع َّنْ اه ال ار بَنْباا َرُج َي ض اءَْوَِلْ ا نَسا اتْال َّلٖذيَنْل َمْي َظَهُرواَْعٰلىَْع وَرا الْا ا ط ف اَوْال الْا ا رَجا ال الُحونَْ امنُوَنْلَعَلَُّك مْت ُف َْهْا لُم ؤ ًعاْْاَيُّ َلىّْللٰااَْجٖمي ا “Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına ziynetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz”. Burada üzerinde kırâat farklılığı olan kelimeler َّْن اه اب ْار ,ُجيُو َّْن ,َغ ي اه َنتا اَيُّهَْ ve ٖزي kelimeleridir. Bu kelimelerden sadece ْار kelimesinin okunuşu ayet üzerinde manaya َغ ي etki etmektedir. Diğer kelimelerin de izahını ve kırâat açısından farklı okunmasının sebeplerini ayetteki sırasına göre burada izah etmeye çalışacağız. َّْن اه اب kelimesindeki kırâat farklılığını 27. ayette konuyla ilgili olan başlık ُجيُو altında izah edeceğiz. Fakat şunu da ilave edelim ki burada durulduğu (vakıf yapıldığı) zaman Ya’kûb “isbât” ederek kelimenin sonunu “sakin he” ziyadesi ile ه ْ َّن اه اب şeklinde ُجيُو okumaktadır. Yine bu ayette geçen َّْن اه ام نْٖزينَتا de Ya’kûb kelimenin sonunu ه ْ اهنَّ şeklindeْ ٖزينَتا isbât yapmaktadır. Böylece bu ayette Ya’kûb’un iki isbâtı mevcuttur. 74 Ayetteki ْار şeklinde okunmasının sebebi ise şöyle izah َغ يرَْ kelimesinin fetha ile َغ ي edilmektedir. Fetha ile okunduğu zaman “istisnâ” veya “hâl” olmaktadır. Kesre ile okunduğu zaman ise “sıfat”, “bedel” veya “beyân” hükmündedir.253 İstisnâ olduğu zaman ayetin anlamı; “Zinetlerini (kadınlara) meyli olanlar müstesna, tabi olanlara (erkeklere) gösterebilirler” şeklinde, Hâl olduğu zaman; “Kadınlara (yaklaşmakta) acze düşmüş olup onlara tabi olan erkeklere zinetlerini gösterebilirler” şeklinde, Sıfat olduğu zaman ise; “Kadınlara karşı erkekliğini yitirmiş olan tabiler (erkekler) onların zinetlerini görebilir” şeklinde olmaktadır.254 Kesreli okunması arap dili açısından daha da kuvvetli olsa da mensûb olarak okuyanlar da isabet etmişlerdir. Böylece mana birbirine yakın ifadelerle anlatılmaya çalışılmış ve bu farklılık kırâate zenginlik katmıştır. Ayetteki son kıraat farklılığı olan َْه َُّي ْهُ kelimesi ise İbn Âmir tarafından ا َُّي şeklinde ا ötre ile okunmuştur. İbn Âmir burada, Zuhruf sûresi 49. ayette geçen ُْاحر َّسا ْهَ ال ve اَيُّ Rahman sûresi 31. ayetteki ْان الثَّقََْل َهْ َُّي de “he” harfini zamme ile okumuştur. Bu okunuş’ا tarzı vasıl haline aittir. Vakıf yapıldığı zaman Ebû Amr, Kisâî ve Ya’kûb kelimenin aslına işaret için “elif” üzerine اَيَُّهْا şeklinde, diğerleri ise resm-i hatta tabi olmak için sükun üzerine ه ْ şeklinde okumuşlar.255 اَيُّ Ötre ile okuyanların konuyla ilgili izahı şöyledir: “Eliften önce olduğuna göre “he” meftuh idi. Fakat iki sakinin bir arada gelmesinden (ictimâ-i sakineyn) dolayı elif düşünce, hareke bakımından önceki “ya” harfine tabi olur”. Bir diğer görüşe göre ise bunun izahı, ““he” harfinin bizzat kelimenin kendisinden kabul edilmesi”dir. Fakat bu görüş Ebû Ali tarafından çok zayıf olarak nitelendirilmiştir.256 253 İbn Hâleveyh, a.g.e., s. 261; Dimyâtî, a.g.e., II, 614. 254 Taberî, a.g.e., XVIII, 123; Semerkandî, a.g.e., II, 437; Ebû Zür’a, a.g.e., s. 497; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l- Mesîr, VI, 34; Ukberî, a.g.e., s. 280; Kurtubî, a.g.e., XII, 236. 255 Dimyâtî, a.g.e., II, 614. 256 İbn Atiyye, a.g.e., IV, 180; Râzî, a.g.e., XXIII, 210; Kurtubî, a.g.e., XII, 237; Nesefî, a.g.e., III, 141. 75 Buradaki kırâat ihtilafı şive farklılığından ileri gelmektedir. Ayrıca her ne kadar farklı yorumlar yapılsa da biz bu okunuş şekillerinin Hz. Peygamber’den gelen bir kırâat olarak sabit olduğuna inanır ve bu gerekçeyle onu kabul ediyoruz. (Kelimesi. (34.Ayet ُمب َيِنَاٍت .5 ال لُمتَّٖقينَْ اعَظةًْ الُك مَْوَم و ام نْق َب َّلٖذيَنَْخل َواْ امَنْا ْ تَْوَمثًَْلْ ا ينَا َب ال َيُك مْٰايَا تُْم ََق دْا َنَز لنَاْ َول “Yemin olsun ki Biz, size açıklayıcı ayetler, sizden önce geçmiş olanlardan misaller ve takva sahiplerine de bir öğüt indirdik”. Ayet-i kerimede geçen ت ْ َبيا نَا kelimesi Nâfi, İbn Kesîr, Ebû Amr, Ebû Bekir, Ebû ُم Ca’fer ve Ya’kûb tarafından “ya” harfi fethalı olarak ت ْ şeklinde, diğerleri tarafından ُمبَيَّنَا ise yukarıda olduğu gibi “ya” harfi kesreli olarak okunmuştur.257 ْ ت ْ ت ,”şeklinde kesreli okunduğu zaman kelime “ism-i fâil ُمب َيانَا َنا şeklinde fethalı ُمبَيَّ okunduğunda ise “ism-i mef’ûl” olmaktadır.258 Buna göre de ayetin anlamına etki etmektedir. Kelimenin farklı okunuşu ile ilgili bazı izahlar yapılmıştır: Kelime fetha ile okunduğu zaman, bu ayetlerde herhangi bir anlaşılmazlığın kalmadığı ve açıklanmış olduğu manası verilmekte ve fiil burada Allah’a isnat edilmektedir. Yani Allah bu ayetleri açıkladı denilmektedir. Böylece ayetin anlamı; “Size açıklanmış ayetler indirdik” şeklinde olmaktadır. Kesre ile okunduğu zaman ise, fiil ayetlere isnat edilmekte ve sizin için helal ve haramı açıklayanın ayetler olduğuna işaret edilmektedir. Burada ise ayetin anlamı; “Size (helal ve haramı) açıklayan ayetler indirdik” şeklindedir.259 Ayrıca şunu da belirtelim ki burada açıklanan ayetlerden murat, (üzerinde ihtilaf olan kelime ت ْ şeklinde fethalı okunduğunda) bu sûredeki hükümler ve hadlerle ilgili ُمبَيَّنَا 257 Bu kelime Nûr sûresinde iki defa geçmektedir. Bir diğeri ise sûrenin 46. ayetindedir. Orada da aynı şekilde manaya etki edeceğinden tekrar izaha ihtiyac duyulmayacaktır. Kırâat farklılıkları için bkz: Dânî, et-Teysîr, s. 162; Dimyâtî, a.g.e., II, 615; Pâlûvî, a.g.e., s. 99. 258 Pânîpetî, a.g.e., VI, 399. 259 Bkz: Ferrâ, a.g.e., II, 255; Zeccâc, a.g.e., IV, 43; Ebû Zür’a, a.g.e., s. 498; İbn Atiyye, a.g.e., IV, 181; Çetin, Kıraatların Tefsire Etkisi, s. 258. 76 olarak beyan olunan, açıklanan ayetlerdir. (Kesreli olarak ت ْ َب اينَا şeklinde okunduğunda ُم ise) buradaki ayetlerden murat, sûredeki hükümleri ve hadleri açıklayan ayetlerdir.260 Burada da gördüğümüz gibi ayetler bazen hükümleri açıklayıcı olmakta, bazen de kendileri başka ayetler tarafından açıklanmaktadır. Buna örnek olarak şu ayetleri verebiliriz: Âl-i İmrân sûresinde geçen bir ayette Allah: ْات ِٰليَا Size ayetlerimizi“ قَد ْبَيَّنَّاْلَُكُمْا açıkladık”261 buyurarak burada ayetlerin kendisi tarafından açıklandığını söylemektedir. Tevbe sûresinde geçen; م ْ اه اب قُلُو ٖفىْ باَماْ تُنَبا ئُُه مْ ُسوَرةٌْ اه مْ َعل َي َّزَلْ تُنَ ا َنْ افقُوَنْ ا لُمنَا ,Münafıklar“ يَ حذَُرْ kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir sûrenin müminlere indirilmesinden çekinirler”262 ayetinde ise haber verecek ve açıklayacak olanın sûre olduğuna dikkat çekilmektedir. İşte bu ayette de, kesreli okunduğunda kastedilen açıklayıcı ayetler, fethalı okunduğunda ise açıklanan ayetler olmaktadır. ِ ر ى .6 (Kelimeleri. (35. Ayet يُوقَدُ ve ُد ْ ة َّي اقيَّ ةَْوَِلَْغ ربا ام نَْشَجَر ةُْمبَاَرَك ةَْز يتُونَ ةَِْلَْش ر ْدُْ ْ ىْيُوقَ ا ُر ُّزَجاَجةَُْكاَنََّهاَْك وَكٌبْد َباُحْٖفىُْزَجاَج ةْاَل ام ص ا َل “O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir. (O fanus) doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur”. Ayet-i kerimede üzerinde ihtilaf olan kelimeleri ayrı ayrı izah ederek mana üzerindeki etkisini anlatmaya çalışacağız. Önce, Allah’ın nurunun bir temsil ile açıklanmış olduğu ى ْ ا ُر .kelimesi üzerinde durulacaktır د Bu kelime çoğunluk tarafından yukarıda olduğu gibi, “dal” harfi ötreli, “ye” harfi şeddeli, medsiz ve hemzesiz olarak ى ْ ا ُر şeklinde okunmuştur. Kelime, Ebû Amr د ve Kisâî tarafından “dal” ve “ra” harfleri kesreli, medli ve hemze ile ٌْا ريء اد şeklinde, Ebû Bekir ve Hamza tarafından ise aynı şekilde, fakat “dal” harfi ötreli olarak ٌْا ُريء şeklinde د okunmuştur.263 Bu kelimenin kırâat ihtilafı üzerine çeşitli yorumlar yapılmıştır. Fakat esas olan iki görüş vardır. 260 Bkz: Beydâvî, a.g.e., II, 123; Nesefî, a.g.e., III, 144. 261 Âl-i İmrân, 3/118. 262 Tevbe, 9/64. 263 İbn Ğalbûn, a.g.e., s. 460; Dânî, et-Teysîr, s. 162; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 322. 77 Birincisi: ي ْ ا ُر ed-durri) kelimesine) الدر durriyyun) okunduğu zaman bu kelime) د mensuptur ve “inci gibi parlayan” anlamındadır. Böylece ayetin anlamı; “o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir” şeklinde olmaktadır. İkincisi: ٌْء ا ُري ٌْء durrîun) ve) د ْا ري اد (dirrîun) okunduğu zaman ise bu kelime ُْء اد ر ال )ed-dir’u( mastarında olup birincisi ٌْا ُعيل اع يلٌْ fu’îlun) ikincisi ise) ف اف (fi’îlun) veznindedir. Kelime, “def etmek”, “savuşturmak” anlamına gelmektedir. Bu mana üzerine farklı şekillerde izahlar yapılmıştır. Örneğin “ışığının şiddetinden kendisine bakılamayan”, “aydınlık saçan ve parlayan olduğu için bakışları def eden” vb. gibi. Bir başka izahta, “nuru ile karanlığı def eden” veya “parlaklığından dolayı birbirini def eden” manası verilmiştir. Burada ise ayetin anlamı; “O fanus da sanki karanlığı def eden veya parlayan bir yıldız gibidir” manalarına gelmektedir. Burada bazıları her iki okunuşun da aynı manaya geldiğini söylerken bazıları ise zamme ile “karanlığı def eden”, kesre ile “parıldayan (Zühre yıldızı gibi büyüklüğü bilinmeyen) yıldız” anlamına geldiğini söylemişlerdir. 264 Genel olarak bakıldığında esas olanın bu kelimenin ُْاد رء ed-dir’u) den müştak) ال olması ve sahip olduğu parlaklık ve nurdan dolayı karanlıkları def etmesidir. Yani aydınlatan bir yıldız gibi olmasıdır. Ayrıca bu kırâat farklılığından dolayı yapılmış olan yorumlar sayesinde yıldızların farklı özelliklerde olmalarının da bir izahı yapılmaktadır. Ayet-i kerimede üzerinde ihtilaf olan ikinci kelime ُْد kelimesidir. Bu kelime يُوقَ Nâfi, İbn Âmir ve Hafs tarafından َُْقد şeklinde, “ya” ötreli, “vav” sakin, “kaf” şeddesiz يُو ve “dal” ötreli olarak okunmuştur. Ebû Bekir, Hamza, Kisâî ve Halef tarafından aynı şekilde fakat “te” harfi ile َُْقد şeklinde okunmuştur. İbn Kesîr, Ebû Amr, Ebû Ca’fer ve تُو Ya’kûb tarafından ise kelimedeki bütün harfler fethalı ve “kaf” harfi de şeddeli olarak َّقدَْ şeklinde okunmuştur.265 تََو 264 Bkz: Ebû Zür’a, a.g.e., s. 499; Beğavî, a.g.e., III, 345; Râzî, a.g.e., XXIII, 236; Kurtubî, a.g.e., XII, 261; Nesefi, a.g.e., III, 245; Celâleyn, a.g.e., 354; Dimyâtî, a.g.e., II, 615; Pânîpetî, a.g.e., VI, 401; Çetin, Kıraatların Tefsire Etkisi, s. 259. 265 İbn Mücâhid, a.g.e., s. 456; Dânî, Câmiü’l-Beyân, s. 642; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 332. 78 ْدُ َق ْدَ kelimesi يُو filinden müştak olmakta ve müzârîdir. Müzekker siğasında olan اُوقا bu fiil kandil (lamba) manasına gelen َُْباح ام ص kelimesine ا َل 266 nispet edilmektedir. َقدُْ ْةُ kelimesi aynı kökten gelmekte fakat burada müennes siğasında olarak تُو ُّزَجاَج اَل kelimesine nispet edilmektedir. َّقدَْ olan fiilin ikinci تتوقد veznindedir. Aslı تَفَعَّلَْ kelimesi ise, fiil-i mâzî olarak تََو “te”si hazfedilmiştir ve bu fiil de ُْد ُْح gibi يُوقَ َبا ام ص .kelimesine nispet edilir ا َل 267 Bütün bu yorumlar eşliğinde ayetin anlamı: َقدُْ okunduğunda; “(O kandil) doğuya da, batıya da nispet edilemeyen تََوقَّدَْ ve يُو mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur” şeklinde, okunduğunda ise; “(O fanus) doğuya da, batıya da nispet edilemeyen تُوقَدُْ mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur” şeklinde olmaktadır. İşte burada da kelimelerin kırâat farklılıkları onların nispet yerlerini değiştirmekte ve böylece manaya etki etmektedir. Ayrıca ayet-i kerimedeki yüce temsil üslubunu göstermekte ve ayetin anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. Her iki kelimedeki kırâat farklılıkları aynı anda imamlar tarafından aşağıdaki gibi okunmuştur. ْدُ ا ُر يْيُوقَ Nâfi, İbn Âmir ve Hafs – د ْدَ َّق ََْو ا ُر يْت İbn Kesîr, Ebû Ca’fer ve Ya’kûb – د ْدُ َق ا ُر يْتُو Halef – د َّقدَْ ا ريٌءْتََو اد – Ebû Amr ا ريٌءْتُوقَدُْ اد – Kisâî ا ُريٌءْتََوقَّدَْ Ebû Bekir ve Hamza – د 266Bazı yorumlara göre burada nispet edilen yıldız manasına gelen كوكب kelimesidir. Konuyla ilgili bkz: İbn Hâleveyh, a.g.e., s. 262; Ebû Zür’a, a.g.e., s. 500. 267 Ferrâ, a.g.e., II, 252; Zeccâc, a.g.e., IV, 44; İbn Atiyye, a.g.e., IV, 184; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l- Mesîr, VI, 42; Kurtubî, a.g.e., XII, 262; Dimyâtî, a.g.e., II, 615. 79 Bütün bu farklılıklar göz önünde bulundurulursa ayetin genel manası üzerinde her okunuş tarzının yukarıda anlattığımız gibi etkileri bulunmaktadır. Konunun uzamaması adına tekrar her imama göre ayeti anlamlandırmaya gerek duymadık. Fakat konunun anlaşılması için Hafs ve Ebû Amr’ın okudukları üzerine ayetin manasına bakalım: Ebû Amr’ın okuduğu kırâate göre ayetin anlamı; “O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki (Müşteri ve Zühre yıldızı gibi) parıldayan bir yıldız gibidir. (O kandil) doğuya da, batıya da nispet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur” şeklinde, Hafs’ın okuduğu kırâate göre ise mana; “O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir. (O fanus) doğuya da, batıya da nispet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur” şeklinde olmaktadır. (Kelimesi. (36. Ayet يَُس بُِح .7 ْال ِٰلَصا اُوَْوا ُْحْلَهُْٖفيَهاْباا لغُد اَذَنّْللٰاُْا َنْت ُرفََعَْوي ُذَكَرْٖفيَهاْا سُمهُْيَُسب ا ٖفىْبُيُو تْا “(Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih ederler”. Ayet-i kerimede önceki ayette geçen Allah’ın nurunun hangi evlerde parladığına bir işaret vardır. Yani bu ayet kendinden önceki ve sonraki ayetlerle birlikte daha güzel anlaşılmaktadır. Buradaki kırâat farklılığı ُْا بح fiilinin ma’lûm ve meçhûl olarak يَُس okunması üzeredir. Cumhur bu kelimeyi “be” harfi kesreli olarak ma’lûm şeklinde ُْح İbn Âmir ve ,يَُس با Ebû Bekir ise “be” harfi üstün olarak meçhûl ُْْيَُسَّْبح şekilde okumuşlardır.268 Cumhur’un okunuşunda fiil sonraki ayette geçen “yiğitler” anlamındaki رجاْل kelimesinin fiilidir.269 Yani tesbih edenler onlardır. Böyle okuyanlar ayeti bu kelimeye kadar okuyarak vakıf yaparlar. Yani ayetin sonundaki ْال ِٰلَصا kelimesinde vakıf َوا 268 İbn Mücâhid, a.g.e., s. 456; Dânî, et-Teysîr, s. 162; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 332. 269 Bkz: Nûr, 24/37. 80 yapmazlar. Burada fiil ile fâil aynı anda okunmaktadır. Bu okunuş tarzında ayetin anlamı; “Sabah akşam O’nu oralarda tesbih ederler” şeklinde olmaktadır. İbn Âmir ve Ebû Bekir’in okunuşunda ise fiil meçhûl olarak gelmektedir. Burada fâil zikredilmemektedir. İşaret ettiği nâib-i fâil ise yine sonraki ayetteki رجاْل kelimesidir. Bu tarz okuyanlar ayetin sonunda vakıf yapmaktadırlar ve رجال kelimesi yeni başlangıç olmaktadır. Burada ise mana; “Sabah akşam O’na oralarda tesbih olunur” şeklinde olmaktadır.270 Her ne kadar burada fiil ma’lûm ve meçhûl olarak okunmuşsa da her iki okunuşta Allah’ı sabah akşam tesbih edenlerin “yiğitler” anlamındaki kişiler olduğu görünmektedir. O kimseler ki onları bu tesbih ve zikirden hiçbir şey alıkoymamaktadır. (Kelimeleri. (40. Ayet َسَحاٌب ُظلَُماتٌ .8 َب ع ضْ ام نْف َوقاٖهَْسَحابٌُْْظلَُماتٌْْبَ عُضَهاْف َوَقْ ام نْف َوقاٖهَْم وٌجْ ا ُج ىْي َغٰشيهَُْم وٌجْ َُْما تْٖفىْبَ ح رْل ا َوَْكُظل “Yahut (o kâfirlerin duygu, düşünce ve davranışları) engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir; (öyle bir deniz) ki, onu dalga üstüne dalga kaplıyor; üstünde de bulut... Birbiri üstüne karanlıklar...” Ayetteki “karanlıklar” anlamına gelen ٌُْظلَُمات kelimesi Cumhur tarafından yukarıda gördüğümüz gibi ötreli tenvin ile okunmuştur. İbn Kesîr ise bu kelimeyi kesreli tenvin ile ت ْ kelimesi ise َسَحابٌْ şeklinde okumuştur. “Bulutlar” anlamındaki ُظلَُما İbn Kesîr’in râvîsi Bezzî tarafından tenvinsiz okunmuştur. Böylece Cumhur tarafından; ُظلَُماتٌْ ْ ت ;Bezzî tarafından ,َسَحاٌبْ ُظلَُما ْ ت ;Kunbül ratafından ise ,َسَحاُبْ ُظلَُما şeklinde َسَحاٌبْ okunmuştur.271 Yukarıdaki kırâat farklılıklarına göre burada kelimelerin i’râb bakımından konumları değişmekte ve böylece manaya etki etmektedir. Cumhurun okuduğu ٌُْظلَُمات kelimesi yeni bir başlangıç ُظلَُماتٌْ ,tarzında َسَحاٌبْ olmaktadır. Yani burada yeni bir cümle başlamaktadır. ٌُْظلَُمات kelimesi haber olup, 270 Ferrâ, a.g.e., II, 257; Taberî, a.g.e., XVIII, 146; Ebû Zür’a, a.g.e., s. 501; Sa’lebî, a.g.e., IV, 387; Beğavî, a.g.e., III, 347; Kurtubî, a.g.e., XII, 276. 271 İbn Mücâhid, a.g.e., s. 457; İbn Ğalbûn, a.g.e., s. 461; Mekkî, et-Tebsıra, s. 611; Dânî, et-Teysîr, s. 162. 81 müpteda mahzûf olmaktadır. Böylece ayetin anlamı; “(Bu yukarıda zikredilenler), birbiri üstüne binmiş karanlıklardır” şeklinde olmaktadır. Bezzî’nin okuduğu ت ْ ُظلَُما ;tarzı izafet terkibi halinde olduğunda ise mana َسَحاُبْ “Onların üzerinde karanlık bulutlar vardır” şeklinde olmaktadır. Kunbül’ün okuduğu ت ْ ُظلَُما ْ ت ,tarzında ise َسَحاٌبْ ْ ت kelimesi bir önceki ُظلَُما َكُظلَُما den bedel olup ayetin anlamı; “Yahut birbiri üstüne binmiş karanlıklar gibidir” şeklinde olmaktadır.272 Bir önceki ayette273 yüce Allah kafirlerin amellerini serap’a, burada ise karanlıklara benzetmektedir. Buradaki kırâat farklılığı göründüğü gibi, bu benzetmenin çeşitli şekillerde anlatılmasına sebep olmakta ve manaya zenginlik katmaktadır. (Kelimeleri. (45. Ayet َخلََق ُك ل .9 ام نُه مَْم نْي َمٖشى انَْو ار جل َي َي مٖشىَْعٰلىْ ام نُه مَْم نْ انٖهَْو اَم نُه مَْم نْي َمٖشىَْعٰلىْب َط ام نَْما ءْف َّب ةْ َّْلْدَا َوّللٰاَُْخلَقَُْْك ٌْر ا لَْش ی ءْقَٖدي َّللٰاَْعٰلىُْك َّنْ ا َب عْيَ خلُُقّْللٰاَُْماْيََشاُءْ َْعٰلىْا َر “Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür... Allah dilediğini yaratır; şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” Çoğunluk burada ْْ َّْل ,fiilini mâzî siğasında َخلََق kelimesini ise mensûb olarak ُك okumaktadır. Burada َّْل fiilini “elif”in isbâtı َخلََقْ mef’ûl’dur. Hamza, Kisâî ve Halef ise ُك ve “lam” harfi kesreli ُْالق ْا ل ,olarak ism-i fâil şeklinde َخا kelimesini ise kesreli ُك okumaktadırlar. Burada ْا ل ُْق ُك ال .izafet terkibi olarak okunmaktadır َخا 274 ْ fiili mâzî siğasında olduğunda burada özel olarak Allah’ın geçmişte َخلََقْ yaratmasından bahsedilmektedir. Böylece ayetin anlamı; “Allah, her canlıyı sudan yarattı” şeklinde olmaktadır. ُْق ال ism-i fâil’i ise Yüce Allah’ın hem geçmişte hem de şimdiki zamanda َخا yaratıcı olmasına işaret etmekte ve buna göre ayetin anlamı; “Allah, her canlıyı sudan 272 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 502; Râzî, a.g.e., XXIV, 9; Hemedânî, a.g.e., IV, 657; Kurtubî, a.g.e., XII, 274; Beydâvî, a.g.e., II, 126; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 332; Dimyâtî, a.g.e., II, 616; Pânîpetî, a.g.e., VI, 417. 273 Bkz: Nûr, 24/39. 274 İbn Ğalbûn, a.g.e., s. 461; Mekkî, et-Tebsıra, s. 611; Dânî, et-Teysîr, 134; Dimyâtî, a.g.e., II, 512. 82 yaratandır” şeklinde olmaktadır. Bu, geçmişte de halen de her canlıyı yaratan Allah’tır manasına gelmektedir.275 Sonuç olarak, bu kırâat farklılığı manaya daha da geniş bir anlam katmakta, yaratmanın her an devam ettiğine, geçmişte ve halen her şeyin yaratıcısının Allah Teâlâ olduğuna işaret etmektedir. (Kelimesi. (48. Ayet ِليَْحُكمَ .10 َْن ارُضو ام نُه مُْم ع اذَاْفَٖريٌقْ َنُه مْ َي حُكمَْْب َي ال الٖهْ الَىّْللٰااَْوَرُسو اذَاْدُُعواْ َو “Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Peygamber'e çağırıldıklarında, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler.” Ayetteki “hüküm vermesi için” ifadesinden kastedilen kişi Peygamber (sav), burada haklarında hükmedilecek olanlar ise münafıklardır.276 Cumhur ayette geçen ََْي حُكم ال ifadesini “ye” harfi üstün, “kef” harfi ötreli okumaktadır. Burada fiil fâil’e bina edilmekte olup, mana; “Aralarında hükmetmek üzere” olmaktadır. Ebû Ca’fer ise burada “ye” harfi ötreli, “kef” harfi üstün olarak َْم الي ُحَك şeklinde okumaktadır. Burada fiil meçhûl olup, mef’ûl üzerine bina edilmekte ve mastarının zamirine (yani nâib-i fâil’e) isnat edilmektedir. Böylece ayetin anlamı; “Aralarında hükmolunmak üzere” şeklinde olmaktadır.277 Aynı kelime Nûr sûresi’nin 51. ayetinde müminlerle ilgili olarak geçmektedir.278 Buraki kırâat faklılığı da aynı şekilde manaya etki etmektedir. Ayetler genel muhtevaları itibarıyla ele alındığında münafıkların ve müminlerin, Allah ve Resulü’nün kendileri ile ilgili verdikleri hüküm karşısında ne şekilde davrandıkları görülmektedir. Münafıklar kendileri ile ilgili hükmedilmek üzere davet edildikleri zaman yüz çevirerek 275 Taberî, a.g.e., XVIII, 155; İbn Hâleveyh, a.g.e., s. 262; Ebû Zür’a, a.g.e., s. 502-503; Kurtubî, a.g.e., XII, 291; Beydâvî, a.g.e., II, 168. 276 Bkz: Zemahşerî, a.g.e., IV, 314; Râzî, a.g.e., XXIV, 20; Kurtubî, a.g.e., XII, 293. 277 Beydâvî, a.g.e., II, 129; İbn Atiyye, a.g.e., IV, 191; Kurtubî, a.g.e., XII, 293; Ebû Hayyân, el-Baḥrü’l- Muḥîṭ, VI, 430; Dimyâtî, a.g.e., II, 617; Kırâat farklılıkları için bkz: İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 332, Pâlûvî, a.g.e., s. 102. 278 Bkz: Nûr, 24/51. Ayetin anlamı şöyledir: “Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resûlü’ne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak «İşittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.” 83 gitmekte, müminler ise “işittik ve itaat ettik” diyerek Allah ve Resulü’nün kendileri ile ilgili vermiş olduğu hükme rıza göstermektedirler. َلفَ .11 ِ دلَن ُهْم ve َكَما اْستَْخ (Kelimeleri. (55. Ayet َولَيُبَ َّنْ ا كنَ اه مَْولَيَُم ال ام نْق َب َْفْالَّٖذيَنْ َل اضَْكَماْا ست َخ َِل ر افىْا الفَنَُّه مْ اتْلَي َست َخ الَحا َّصا املُواْال ام نُك مَْوَع َّلٖذيَنْٰاَمنُواْ َوَعدَّْللٰاُْا ارُكوَنْٖبىَْش يپًْا َي عبُدُونَٖنىَِْلْي ُش اه مْا َمنًاْ اف ادَْخ و ام نْب َع ْ مْ ََّنُه اد ل َّلٖذىْا رتََضىْلَُه مَْولَيُبَ لَُه مْٖدينَُهُمْا َْن اسقُو َفا ُهُمْا ل ائَكْ َفاُوٰل الَكْ َب عدَْٰذ َفَرْ َْوَم نَْك “Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vaat etti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkarlardır.” Ayet-i kerimede ََْلف ا ست َخ َْلنَُّه مْْ ve َكَماْ اد َُب kelimelerinin okunuşu üzerinde kırâat َولَي farklılığı vardır. ََْلف kelimesi Cumhur tarafından “te” ve “lam” harfleri üstün hareke ا ست َخ ile okunmuşken, Ebû Bekir bu kelimeyi “te” harfi ötreli, “lam” harfi ise kesreli olmakla َْف ال اد لَنَُّه مْ .şeklinde okumuştur ا ست ُخ َُب ”kelimesi çoğunluk tarafından “be” harfi üstün, “dal َولَي harfi şeddeli okunmuşken, İbn Kesîr, Ebû Bekir ve Ya’kûb tarafından ise bu kelime “be” harfi sakin, “dal” harfi kesreli olmak üzere ََّْنُه م ادل .şeklinde okunmuştur َولَي ُب 279 Birinci kelimedeki kırâat farklıllığı manaya etki etmekte, fakat ikinci kelimedeki farklılık ise etki etmemektedir. Aynı ayet içerisinde olduğuna göre bu kelimedeki kırâat farklılığı da bu başlık altında izah edilecektir. kelimesinin ma’lûm okunuşunda fiil Allah’a izafe edilmektedir. Yani ا ست َخلَفَْ burada fâil Allah’tır. Böyle olunca ayetin anlamı; “Onlardan öncekileri halife yaptığı gibi” olmaktadır. َْف ال okunduğu zaman ise fiil meçhûl olup, fâil zikredilmemektedir. Burada fiil ا ست ُخ mef’ûl’e bina edilmektedir. Böylece ayetin anlamı; “Onlardan öncekiler halife yapıldığı gibi” olmaktadır.280 279 Mekkî, et-Tebsıra, s. 612; Dânî, et-Teysîr, s. 163; Sarakustî, a.g.e., s. 139; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 333. 280 Taberî, a.g.e., XVIII, 159; Ibn Hâleveyh, a.g.e., s. 264; Semerkandî, a.g.e., II, 447; Ebû Zür’a, a.g.e., s. 540; Beğavî, a.g.e., III, 354; Râzî, a.g.e., XXIV, 26; Kurtubî, a.g.e., XII, 299; Beydâvî, a.g.e., II, 129; Dimyâtî, a.g.e., II, 618. 84 Her iki okunuşla da Yüce Allah iman ederek salih amelde bulunanlara ve kendisine ibadet ederek O’na ortak koşmayanlara öncekilere lütfettiği helifeliği ve yeryüzü hakimliğini vadetmektedir. ََّنُه مْْ اد ل َبدَّلَْ kelimesi şeddeli okunduğu zaman َولَيُبَ fiilinden gelen “tef’îl” babına dayanmaktadır.ْْ ادلَنَُّه م ََْل şeklinde okunduğu zaman ise َولَي ُب fiilinden gelen “if’âl” babına ا َبد dayanmaktadır. Her iki okunuş da “değiştirmek” anlamına gelmektedir.281 Ferrâ her iki okunuşun da yakın manaya geldiğini, bunların biribirinin yerine de kullanılabildiğini söylemektedir. Örnek olarak bir kimsenin; “Benim bu dirhemimi değiştir” anlamında ابدلْليْهذاْالدرهم söyleyebileceği gibiْ bunun yerine بدلْلي demesinin de caiz olduğunu göstererek bu çeşitliliğin arap dilinin zenginliğinden ileri geldiğini keydetmektedir.282 Kur’ân-ı Kerim’deki farklı sûrelerde bu kelime her iki okunuş tarzı ile de geçmektedir. Örneğin; İbrâhîm sûresinde ُْتُبَدَّل, 283 Kalem sûresinde ادلَنَا ي ُب Nahl 284,ا َنْ sûresinde دَّ لنَا ,ب285َ Yûnus sûresinde 286 ise َْل ادي .şeklindeْ geçmektedir َِلت َب (Kelimesi. (58. Ayet ثَٰلُث .12 اةْ الَْصٰلو ام نْق َب َّرا تْ ْ نُك مْثَٰلَثَْم ام َل مْي َبلُغُواْا لُحلَُمْ َّلٖذيَنْ َّلٖذيَنَْملََك تْا َيَمانُُك مَْوا اذ نُكُمْا الي َستَا يَاْاَيَُّهاْالَّٖذيَنْٰاَمنُواْ ْ م ُْثَْع وَرا تْلَُك اءْثَٰل اعَشا ادَْصٰلوةاْا ل ام نْب َع اةَْو َّظٖهيَر امنَْْال َيابَُك مْ اث ارَْوٖحيَنْتََضعُوَنْ َف ج ا ل “Ey müminler! Ellerinizin altında bulunan (köle ve cariyeleriniz) ve içinizden henüz ergenlik çağına girmemiş olanlar, sabah namazından önce, öğleyin soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden üç defa izin istesinler. Bunlar, mahrem (kapanmamış) halde bulunabileceğiniz üç vakittir...” Ayet-i kerime aile içi mahremiyet kurallarını açıklayan bazı şartlar getirmektedir. Belirli zamanlarda, yukarıda kaydedilen kişilerin anne babaların özel odalarına izinsiz girmemeleri gerektiğini izah etmektedir. Bu vakitleri belirleyen “ثلث” ifadesi ayette iki yerde geçmektedir. Birincisinin okunuşunda herhangi bir kırâat farkı bulunmamaktadır. İkincisi ise çoğunluk tarafından 281 Râzî, a.g.e., XXIV, 26; Kurtubî, a.g.e., XII, 300; Dimyâtî, a.g.e., II, 559. 282 Ferrâ, a.g.e., II, 259; Ebû Zür’a, a.g.e., s. 504; Kurtubî, a.g.e., XII, 300. 283 İbrâhîm, 14/48. 284 Kalem, 68/32. 285 Nahl, 16/101. 286 Yûnus, 10/64. 85 merfu’ olarak م ْ لَُك َع وَرا تْ şeklinde okunmuşken, Ebû Bekir, Hamza, Kisâî ve Halef ثَٰلُثْ tarafından mensûb olarak م ْ .şeklinde okunmaktadır ثَٰلَثَْع وَرا تْلَُك 287 ُْث .şeklinde merfu’ okunduğu zaman mahzûf mübteda’nın haberi olmaktadır ثَٰل Yani ْاهَيْثَٰلُثَْع وَرا تْلَُك م şeklindedir. Böyle olunca mana; “Bu sizin elbisesiz olabileceğiniz üç vakittir” şeklinde olmaktadır. َْث ْ ت şeklinde mensûb okunduğu zaman ise bir önceki ثَٰل َّرا َم ifadesinden bedel ثَٰلَثْ olmaktadır. Böyle olduğunda ise kastedilen mana; “Elbisesiz olabileceğiniz üç vakitte sizden izin istesinler” şeklinde olmaktadır.288 (Kelimesi. (64. Ayet يُْرَجعُونَ .13 املُوْا ابَماَْع اَب ئُُه مْ اهْفَيُن ال َي اهَْوي َوَمْي ُرَجعُونَْْ َلُمَْماْا َنت ُمَْعل َي اضْقَ دْي َع اتَْوا ِلَ ر َّسٰمَوا ٰلِلاَْماْفاىْال ا َّنْ ا اََِلْ ا لَْش ی ءَْعٖليمٌْ َْوّللٰاُْباُك “Bilmiş olun ki, göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. O, sizin ne yolda olduğunuzu iyi bilir. İnsanlar O'nun huzuruna döndürüldükleri gün yapmış olduklarını onlara hemen bildirir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” Cumhur ayetteki َْي ُرَجعُون kelimesini “ye” harfi ötreli, “cim” harfi üstün olarak meçhûl şekilde okumuşken, Ya’kûbْ “ye” harfi üstün, “cim” harfi kesreli olarak َْاجعُون َي ر şeklinde ma’lûm halde okumuştur.289 Cumhurun okuyuşuna göre ayetin anlamı; “O’nun huzuruna döndürülecekleri gün...” şeklinde, Ya’kûb’un okuyuşuna göre ise; “O’nun huzuruna dönecekleri gün...” şeklinde olmaktadır. Cumhurun okuyuşunda fiil mef’ûl üzerine, Ya’kûb’un okuyuşunda ise fâil üzerine bina edilmektedir. Sonuç olarak her iki okunuşta da farklı üslupla aynı mana kastedilmektedir. Ayrıca ayetteki muhatap ve gâip siğalarının, iltifat yoluyla, münafıklar 287 İbn Mücâhid, a.g.e., s. 459; Dânî, et-Teysîr, s. 163; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 333. 288 Zeccâc, a.g.e., IV, 52; Nehhâs, a.g.e., IV, 554; Ebû Zür’a, a.g.e., s. 506; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l- Mesîr, VI, 61; Râzî, a.g.e., XXIV, 31; Kurtubî, a.g.e., XII, 305; Ebû Hayyân, el-Baḥrü’l-Muḥîṭ, VI, 433; Celâleyn, a.g.e., s. 357; Dimyâtî, a.g.e., II, 618. 289 İbnü’l-Cezerî, a.g.e., II, 333; Pâlûvî, a.g.e., s. 100. 86 için kullanılması muhtemel olduğu gibi, ayetteki “üzerinde bulunduğunuz durum” ifadesinden umum, “dönecekleri veya döndürülecekleri” ifadesinden ise münafıkların kastedilmesi muhtemeldir.290 B. MANAYA ETKİ ETMEYEN KIRÂAT FARKLILIKLARI (kelimeleri. (2. Ayet َراَْف ةٌ ve ِمائَةَ .1 امنُوَنْ ا نُْك نت ُمْت ُؤ انّْللٰااْ َفةٌْْٖفىْٖدي اهَماَْرا اب ََْةَْج لد َةَْوَِلْتَا ُخذ ُك مْ امائ ام نُهَماْ اح دْ َّلَْوا الدُواُْك َّزاٖنىْفَا ج َيةَُْوال َّزانا اَل َْن امٖني امَنْا لُم ؤ ائفَةٌْ ارَْو لي َشَهد َْعذَابَُهَماَْطا اخ ِٰل امْا باالِٰلاَْوا لي َو “Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir gurup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun”. Ayetteki ََْة امائ kelimesi Ebû Ca’fer tarafından ibdâl yapılarak َْة اميَ şeklinde okunmuştur.291 ْةٌ kelimesi İbn Kesîr tarafından hemze fethalı olarak َر افَةٌْ şeklinde, Ebû Amr’ın َراَفَ râvîsi Sûsî ve Ebû Ca’fer tarafından ise ibdâl ile, yani ٌْة َف şeklinde okunmuştur. Böylece َرا bu kelime üç şekilde okunmaktadır.292 Bu okunuşlar her üçü de mastar olmaktadır. Sükunlu okuyanlar “feala” vezninde olup bunun ًَْر افَة اؤُف,ْ َي ر olduğunu veْْ َرَؤَف,ْ ًفا َْْط ر ارُف, ي َط َْْطَرَف,ْ fiiline benzediğini, fethalı okuyanlar ise, “feula” vezninde olup ًَفا َرا َي رُؤُف,ْ َكَرًما olduğunu ve َرُؤَف,ْ ي َكُرُم,ْ fiiline َكُرَم,ْ benzediğini söylemişlerdir. Bu okunuşlar hepsi arapçadır ve aynı manadadır. ٌَْر افَة (acımak) kelimesi rahmetten daha ince bir duygu olmakta; ْاب ا لقَ ل َّقةُْ ار (kalbin inceliği) ve ْاة َّر حَم اشدَّةُْال (çok merhametli) manalarına gelmektedir.293 Gördüğümüz gibi ister ََْة امائ kelimesi, isterse ٌَْفة kelimesi olsun manaya etki َرا etmemektedir. Bu farklı okunuşlar tilavete zenginlik katmakta ve Arapçanın Kur’an tilavetine ne kadar etki ettiğine örnek teşkil etmektedir. 290 Bkz: İbn Atiyye, a.g.e., IV, 198; Râzî; a.g.e., XXIV, 43; Beydâvî; a.g.e., II, 133; Nesefî; a.g.e., III, 157; Ebû Hayyân, el-Baḥrü’l-Muḥîṭ, VI, 437; Ebüssuûd, a.g.e., VI, 199. 291 Pâlûvî, a.g.e., s. 97. 292 İbn Ğalbûn, a.g.e., s. 457; Dânî, Câmiü’l-Beyân, s. 640; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 330; Pâlûvî, a.g.e., s. 97. 293 İbn Hâleveyh, a.g.e., s. 260; Ebû Zür’a, s. 495; Hemedânî, a.g.e., IV, 631; Kurtubî, a.g.e., XII, 166. 87 (Kelimesi. (4. Ayet اْلُمْحَصنَاتِ .2 ائَكْ ََبدًاَْواُوٰل َبلُواْلَُه مَْشَهادَةًْا الدُوهُ مْثََماٖنيَنَْج لدَةًَْوَِلْت َق اةُْشَهدَاَءْفَا ج ََع ابا َرب َيا تُواْ َُّمْلَ مْ ْاتْث َوالَّٖذيَنْيَ رُموَنْا لُم حَصنَا اسقُونَْ َفا ُهُمْا ل “Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra (bunu isbat için) dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar tamamen günahkardırlar”. Ayetteki “namuslu (iffetli) kadınlar” anlamına gelen ْات kelimesindeki ا لُم حَصنَا “sad” harfi cumhur tarafından fethalı, Kisâî tarafından ise kesreli olarak ْات َنا اص ا لُم ح şeklinde okunmuştur. ı etkilememektedir.Fakat bu kırâat farkı manay 294ْ َنَت ّللٰاِ .3 (Kelimesi. (7. Ayet ا َن لَْع َْن اذٖبي امَنْا لَكا ا نَْكاَنْ اهْ ََّنْل َعنََتّْللٰااَْعل َي امَسةُْا َوا لَخا “Beşinci defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah'ın lânetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir”. Bu ayetin okunuşundaki kırâat farklılığı ََّْن edatının şeddeli ve sükunlu okunması ا ve ْل َعنََت kelimesindeki “te” harfinin fethalı ve ötreli okunması üzeredir. Burada Nâfi ve Ya’kûb اّْللٰا ل َعنَُتْ şeklinde “nun” harfini sükunlu ve “te” harfini ötreli olarak, diğerleri ا َنْ ise yukarıda olduğu gibi “nun” harfini şeddeli ve “te” harfini de fethalı okumuşlardır. Lafzatullah ise her iki okunuşta da kesreli okunmuştur.295 Ayet-i kerimede ُْامَسة ََّْن .kelimesi mübteda olarak merfu’dur َوا لَخا ْ َن veya ا ve ا sonrası (sılası) ise haberdir. Burada sükunlu okunuş şeddeli okunuş gibidir. Çünkü oْْ ْ(انه) ْmanasındadır. Böylece bu kırâat farklılığı da manaya herhangi bir etki etmemektedir.296 (Kelimeleri. (9. Ayet َواْلَخاِمَسةَ ve ا َن َغَضَب ِّللٰا .4 َْن ادٖقي َّصا امَنْال ا نَْكاَنْ ََّنَْغَضَبّْللٰااَْعل َيَهاْ َْةْا امَس َوا لَخا 294 Sarakustî, a.g.e., s. 138; Kurtubî, a.g.e., XII, 172; Dimyâtî, a.g.e., II, 611; Pâlûvî, a.g.e., s. 97. 295 İbn Mücâhid, a.g.e., s. 453; Dânî, Câmiü’l-Beyân, s. 641; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 330. 296 Mekkî, Müşkilu İ’râbi’l-Kurân, II, 120; Kurtubî, a.g.e., XII, 172. 88 “Beşinci defa da, eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi (kendisinden cezayı kaldırır)”. Yukarıdaki (yedinci) ayette ُْة امَس beşincisi) kelimesinde herhangi bir kırâat) َوا لَخا farkı bulunmamakta idi. Burada ise َْة امَس kelimesi Cumhur tarafından mübteda olarak َوا لَخا merfu’ okunmuştur. Mâba’di (kendinden sonrası) de haber olmaktadır. Ya da önceki ayette geçen “en teşhede”ye atıf yapılarak merfu’ olmuştur. Hafs cumhurdan farklı olarak burada atfı sekizinci ayetteki “erbaa” kelimesine yaptığı için َْة امَس vel) َوا لَخا hâmisete) şeklinde mensûb okumuştur. Ayetteki ََّْن edatı Cumhur tarafından şeddeli okunmuşken Nâfi ve Ya’kûb ا tarafından sükunlu okunmuştur. Fakat bu şedde hükmündedir. Onlar kolaylıktan dolayı böyle okuduklarını söylemişlerdir. kelimesinde ise Cumhur yukarıda olduğu gibi her üç harfi de fethalı َغَضبَْ okumuştur. Burada onlar kelimeyi ََّْن ََّْن nin ismi gibi okumuşlar. Nâfi ile Ya’kûb’ا ا edatında aynı okusalar da burada farklı okuyarak ayrılmışlar. Nâfi mâzî fiil olarak “dad” harfi kesreli, “be” harfi ise fethalı olmakla َْب اض şeklinde, Ya’kûb ise “dad” harfi َغ fethalı, “be” harfi ise ötreli َُْغَضب şeklinde isim veya mastar olarak okumuştur. Lafzatullah) de ise Cumhur ve Ya’kûb kesreli okumuşken, Nâfi burada ötreli) ّللٰااْ okumuştur. Ya’kûb’a göre bu “muzâf’un-ileyh” iken, Nâfi’ye göre ise bu fâil hükmündedir.297 Böylece tüm kırâat farklılıkları açısından bakıldığında buradaki okunuşlar şu şekilde olmaktadır: Cumhur’un okuyuşu: ْاّللٰا ََّنَْغَضَبْ امَسةُْا َوا لَخا Nâfi’nin okuyuşu: ُّْللٰا اضَبْ امَسةُْا َنَْغ َْوا لَخا Âsım’ın okuyuşu: ّْللٰاا ََّنَْغَضَبْ امَسةَْا َوا لَخا Ya’kûb’un okuyuşu: ّْللٰاا امَسةُْا َنَْغَضُبْ َوا لَخا 297 İbn Ğalbûn, a.g.e., s. 459; Dânî, et-Teysîr, s. 161; Beydâvî, a.g.e., II, 117; Nesefî, a.g.e., III, 133; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 330-331; Dimyâtî, a.g.e., II, 612; Pânîpetî, a.g.e., VI, 350; Rûmî, a.g.e., s. 440. 89 Görüldüğü gibi bu ayetlerdeki kırâat farklılıklarını ve ayetlerin anlamını anlayabilmek için kendinden önceki bir kaç ayetle birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Tüm bu kırâat farklılıkları tilavete zenginlik katarak ilahi kelamın mucizeliğine işaret etmektedir. ْ ِذ تَل َقْونَ هُ .5 (Kelimesi. (15. Ayet ا َْعٖظيمٌْ اّللٰاْ اع ندَْ ًناَْوهَُوْ ا ي اع لٌمَْوت َحَسبُونَهَُْه اهُك مَْماْل َيَسْلَُك مْباٖهْ ابا َفَوا اسنَتاُك مَْوتَقُولُوَنْ ابا َل ا ذْتَلَقَّ ونَهُْ “Cünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç) tur”. Bu ayette kırâat farklılıkları ُْه َن ََّق و تَل اذ ْ َنهُْ , kelimelerindedir. Fakat َوهُوَْ ve َوت َحَسبُو ْهُ .daha önce geçtiğinden dolayı burada tekrar izah etmeye gerek duymadık َوهُوَْ ve َوت َحَسبُونَ ْهُ ََّق ونَ اذ ْتَل ifadesinde ise kırâat farklılıkları ile ilgili şunları söyleye biliriz: Önce şunu belirtelim ki bu kelimenin aslı “almak”, “telakki etmek” anlamına gelen تَلَقَّي fiilinden olmak üzere تَتَلَقَّي kelimesidir.298 Nâfi, İbn Kesîr, İbn Zekvân, Âsım, Ebû Ca’fer ve Ya’kûb yukarıda olduğu gibi “zel” harfi izharla, “te” harfinin birini de hazıf yaparak okumuşlar. İbn Kesîr’in râvîsi Bezzî aynı zamanda burada diğer bir okuyuşla da “zel” harfi izhar olmakla “te” harfine idğam yaparak ُْه تَّلَقَّ ونَ ا ذْ şeklinde okumuştur. Ebû Amr, Hişam, Hamza, Kisâî ve Halef ise “zel” harfini “te”ye idğâm yaparak ََُّْق ونَه اتَّل şeklinde okumuşlardır. 299 Burada idğâm yapanlar harflerin mahrecinin yakınlığını, izhâr edenler ise kelimenin aslını dikkate almışlar. Fakat Bezzî’nin yapmış olduğu idğâmla birlikte 298 Bu kelimenin kökü ile ilgili kırâat-ı aşere’de yer almayan bazı okunuşlardan da bahsedilmektedir. Örneğin, Hz. Aişe’nin bunu “yalan söylemek” anlamına gelen َُْْولَق اَلقُونَهُْ kökünden olmak üzere ا َِلَلَقُْ ve ا َل ت şeklinde okuduğu da rivayet edilmiştir. Hatta, İbn Ebû Muleyke bu konuda Hz. Aişe’nin diğerlerinden daha çok bildiğini söylemiştir. Çünkü bu ayetler onunla ilgili olarak inmişti. Biz burada on kırâati esas aldığımızdan dolayı bu detaylara girmek istemedik. Konuyla ilgili olarak bkz: Buhârî, “Kitabü’l-Meğâzî”, 64 (Hadis № 4144); İbn Ebû Hâtim, a.g.e., VIII, 548; Râzî, a.g.e., XXIII, 179; Kurtubî, a.g.e., XII, 197. 299 İbn Mücâhid, a.g.e., s. 454; Dimyâtî, a.g.e., II, 612. 90 izhârın yapılması kırâat açısından tercih edilmemiş ve pek tutarlı bir kırâat olarak kabul görmemiştir. Çünkü burada iki sakin harf içtima etmektedir.300 Şunu şöyleyebiliriz ki, bu şekilde eliştiriler olmakla birlikte Bezzî’nin kırâati mütevatir kırâat olarak kabul gördüğüne göre bu okunuş tarzı da sahih kabul edilmekte ve okunmaktadır. ِ ت .6 (Kelimesi. (21. Ayet ُخُطَوا ْار اءَْوا لُم نَك َف حَشا ابا ل َيا ُمُرْ انَّهُْ انْفَ َّش يَطا ْاتْال انَْوَم نْيَتَّبا عُْخُطَوا َّش يَطا ْاتْال يَاْاَيَُّهاْالَّٖذيَنْٰاَمنُواَِْلْتَتَّباعُواُْخُطَوا “Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, muhakkak ki o, edepsizliği ve kötülüğü emreder”. Bu ayette ْات kelimesi iki defa geçmektedir. Her ikisinde de “ta” harfinin ُخُطَوا okunuşunda kırâat farklılığı olmuştur. Nâfi, Bezzî, Ebû Amr, Ebû Bekir, Hamza ve Halef tarafından ْات şeklinde sükunlu, diğerleri tarafından ise yukarıdaki gibi zamme ُخ طَوا ile okunmuştur.301 İlk önce kelimenin hangi kökten geldiğine baktıktan sonra kırâat farklılığı üzerinde durarak daha sonra da ayet üzerinde etkisini incelemeye çalışacağız. Bu kelime “yürümek”, “adım atmak”, “ilerlemek” gibi manalara gelen َخ طًوا َي خُطو,ْ fiilinden َخَطا,ْ gelmektedir. Kelimenin tekili َخ طَوة ve ُخ طَوة şeklindedir. Bir görüşe göre eğer tekili ilk harf fethalı olmakla َخ طَوْة şeklindeْise; “adım” demektir ve cemi ْات ْات ve َخَطَوا olarak ُخُطَوا iki şekilde gelmektedir.302 Diğer bir görüşe göre; ُخ طَوة olduğunda cemi ْات ;olur ki ُخُطَوا iki ayak arasındaki mesafe anlamında “adım” demektir. َخ طَوة olduğunda ise mastar olur ve bunun cemi de ْات şeklinde okunduğunda ُخ طَوْة şeklindedir.303 İbnü’l-Cevzî bunun َخَطَوا “adım”, َخ طَوة okunduğunda ise “tek adım” anlamına geldiğini kaydetmektedir.304 300 İbn Hâleveyh, a.g.e., s. 454; İbn Atiyye, a.g.e., IV, 171; Kurtubî, a.g.e., XII, 204. 301 Dânî, et-Teysîr, s. 78; Pâlûvî, a.g.e., s. 97. 302 Râzî, a.g.e., XXIII, 185. 303 Arapça şu şekilde bir gramer kaidesi var olduğu bilinmektedir: ٌَْة vezninde gelen müfred kelimelerin ف ُعل cemileri: ٌْت ٌْت ,ف ُعَْل ْات vezinlerinde gelebilmektedir. Örneğin فُعََْلتٌْ ,فُعَُْل ْْ,ُخُطَوا ٌْت ve ُغُرفَاٌت kelimelerinde ُج مَْل olduğu gibi. Bkz: İbn Atiyye, a.g.e., IV, 172; Kurtubî, a.g.e., XII, 206. Ebû Hayyân, İrtişâfü’ḍ-Darab min Lisâni’l-ʿArab, thk. Recep Osman, Kahire: Mektebetü Hânicî, 1418/1998, II, 595. 304 İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l- Mesîr, I, 172 (Bakara 2/168. ayetin tefsiri). 91 Kırâat farklılığına geldikte öncelikle şunu belirtelim ki buradaki ihtilaf esas olarak şive kaynaklı bir ihtilaftır.305 Başka bir görüşe göre ise, “ta” harfini zamme ile harekeli okuyanlar bunu kelimenin cem’ini dikkate alarak okumuşlardır. Nitekim bu vezinde olan isimler böyle yapılır. Örneğin; ُغُرفَات gibi. Bu ve benzeri isimler ile ُغ رفَةٌْ sıfatları birbirinden ayırmak için de isimlere hareke, sıfatlara da sükun konulur. Burada kelime isim olmasına rağmen sükunlu okuyanlar kelimeyi olduğu gibi bırakmak istemişler ve sükunlu okumanın harekeli okumaya nisbetle daha kolay olduğunu ileri sürmüşlerdir.306 Bütün bu ayrıntılara rağmen kelimenin anlamı birbine çok yakın şekilde izah edilmiştir. Ayetteki her iki okunuş tarzında da bütün mümin olan muhataplardan şeytanın yolunda yürümemeleri, onun adımlarına tabi olmamaları istenmiştir. (Kelimesi. (22. Ayet يَاْتَلِ .7 َفُحواْ َي ص الّْللٰااَْو لي َعفُواَْو ل اجٖريَنْٖفىَْسٖبي الىْا لق ُرٰبىَْوا لَمَساٖكيَنَْوا لُمَها اةْا َنْي ُؤتُواْاُو َع َّس ام نُك مَْوال الْ َف ض ْاَلْاُولُواْا ل َوَِلْْيَا ت افَرّْللٰاُْلَُك مَْوّللٰاَُْغفُوٌرَْرٖحيمٌْ ُّبوَنْا َنْي َغ اُح اََِلْت “İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar; feragat göstersinler. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir”. Öncelikle buradaki kırâat farklılığına geçmeden önce konunun daha da iyi anlaşılması için ayetin sebebi-nüzûlü ve muhtevâsı ile ilgili bilgi vermek uygun olacaktır. Bu ayet Hz. Ebû Bekir ile ilgili bir ayettir. Şöyle ki “İfk” hadisesi zamanı onun akrabası olan Mistah bin Üsase Hz. Aişe’ye yapılan iftira olayına karışan kişilerden biri olmuştur. Bu sahabe fakir olduğundan dolayı Hz. Ebû Bekir ona sürekli olarak nafaka veriyordu. İfk hadisesinden sonra Peygamberimiz (sav)’in bunu yapanlara hadd cezası uyguladığını gören Hz. Ebû Bekir bundan sonra Mistah’a bir daha nafaka vermeyeceğine dair yemin etti. İşte bu hadise üzerine inen ayet-i kerimede Hz. Ebû 305 Beydâvî, a.g.e., II, 119. 306 Zeccâc, a.g.e., I, 241; Râzî, a.g.e., V, 3 (Bakara 2/168. ayetin tefsiri). 92 Bekir’in fazilet sahibi biri olduğu ve tekrar nafaka vererek bağışlanmaya nail olacağı bildirilmektedir.307 Ayet-i kerimede geçen “yemin etme” olayı kırâat açısından bizi ilgilendirdiği için bu olayı anlatmaya ihtiyaç hissettik. Şimdi buradaki kırâat farklılığını izah etmeye çalışalım. Ayette geçen ْاَل يَا ت .ifadesi Cumhur tarafından burada olduğu gibi okunmuştur َوَِلْ Bu kelimenin anlamı ile ilgili iki görüş vardır: Birincisi: Bu kelime ََلي ائ ت den ُْة اليَّ vezninde olup افتعال mastarından gelerekْْ ا َِلَ “yemin etmek” anlamına gelmektedir. Meşhur olan görüş budur.308 İkincisi: Kelime, ُُّْو .mastarından gelerek “kusur etmek” anlamındadır ا َِلُل 309 Cumhurdan farklı olarak Ebû Ca’fer bu kelimeyi “te”nin takdimi ve “hemze”nin ta’hiri ile ََّْل يَتَا ْةُ vezninde olup تفعيل şeklinde okumuştur. Bu okunuş َوَِلْ اليَّ ََِل mastarından ا gelmektedir. Bu okunuşun da anlamı “yemin etmek” şeklindedir. Böylece birinci okunuş tarzını teyit etmektedir.310 Burada yapılan yorumlar üzerine ayete iki şekilde anlam verilebilir: Birincisi: “Onlara iyilik etmeyeceklerine dair yemin etmesinler”. İkincisi: “Onlara iyilik etmede kusur etmesinler”.311 Ayetin sebeb-i nüzûlünde geçtiği gibi bu ayet yapılan bir yemin üzerine gelmiştir. Bundan dolayı burada “yemin etmesinler” şeklinde mana verilmesi daha doğrudur. Kırâat farklılığı açısından bakıldığı zaman ise burada Ebû Ca’fer’in farklı 307 Konuyla ilgili olarak bkz: Buhârî, “Kitabü’l-Eyman”, 83 (hadis № 6673); Müslim, “Kitabü’t-Tevbe”, 10 (Hadis № 2770); Vahidî, a.g.e., s. 332; İbn Kesîr, a.g.e., VI, 31; Hüseyin Algül, “Mistah b. Üsase”, DİA, İstanbul, 2005, XXX, 188. 308 Râzî, a.g.e., XXIII, 186: Bu kelime Bakara sûresinin 226. ayetinde م ْ اه ائ ناَسا ام نْ ي ُؤلُوَنْ اللَّٖذيَنْ “Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler” ifadesinde “yemin etmek” anlamında geçmektedir. Burada da bu manaya geldiğini söyleyenler bunu örnek olarak göstermektedirler. 309 Beydâvî, a.g.e., II, 119; Nesefî, a.g.e., III, 137: Bu kelime Âl-i İmrân sûresnin 118. ayetinde َِْلْيَا لُونَُك م ”Onlar halinizi bozmaktan hiç geri kalmazlar” ifadesinde ise fenalıkta bulunarak “kusur etmek“ َخبَاًِلْ anlamında geçmektedir. 310 Semerkandî, a.g.e., II, 433; Beğavî, a.g.e., III, 334; İbn Atiyye, a.g.e., IV, 173; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 331; Pânîpetî, a.g.e., VI, 365. 311 Nehhâs, a.g.e., IV, 512; Zemahşerî, a.g.e., IV, 279. 93 okunuşu mana değişikliğine sebep olmamıştır, bilakis burada onun okuyuş tarzı ayetin asıl manasının “yemin etmesinler” şeklinde olduğunu teyit etmektedir. Çalışmamızın esas amacı kırâat farklılıklarının manaya etkisini incelemek olduğundan dolayı bu ayeti etki etmeyen başlığı altında ele aldık. Çünkü burada manaya etki eden kırâat farklılığı değil, kelimelerin arap dili açısından farklı yorumlanmasıdır. ُ دْ .8 (Kelimesi. (24. Ayet تَْشَه ابَماَْكانُواْي َعَملُونَْ اه مَْوا َرُجلُُه مْ اسنَتُُه مَْوا َيٖدي اه مْا َل ي َوَمْت َشَهدَُْْعل َي “O günde dilleri, elleri ve ayakları yaptıkları şeylere dair aleyhlerine şahitlik edecektir”. Buradaki kırâat ihtilafı “şahitlik” kelimesinin “ye” veya “te” ile okunması üzeredir. Çoğunluk tarafından “te” ile ُْت َشَهد şeklinde okunmuşken, Hamza, Kisâî ve Halef tarafından “ye” ile ُْي َشَهد şeklinde okunmuştur.312 Kelimenin ُْد kelimesinin müennes olmasından اِللسنة şeklinde okunması ت َشَه dolayıdır. Diğer bir görüşe göre burada isim cemi olduğundan dolayı fiil böyle “te” ile gelmiştir. ُْي َشَهد şeklinde okunması ise اِللسنة kelimesinin tekili olan اللسان kelimesinin müzekker olmasına göredir. Çünkü fiil önce geldiği (tekaddüm ettiği) zaman cemi bildiren isim tekil gibidir. Başka bir ifadede buna sebep, isimle fiilin arasına car ile mecrûr’dan ibaret ْاه م .ifadesinin girmesi gösterilmiştir َعل َي Yani araya fasıla girmiştir.313 Her iki kırâat ile aynı mana kastedilmiştir. (Kelimesi. (27.Ayet بُيُوتًا .9 َّلُك مْ الُك مَْخ يٌرْلَُك مْلَعَ الَهاْٰذ ال ُمواَْعٰلىْا َه انُسواَْوتَُس َُّيَهاْالَّٖذيَنْٰاَمنُواَِْلْتَد ُخلُواْبُيُوتًاَْغ يَرْبُيُوتاُك مَْحتٰىْت َستَا َياْا ََّكُرونَْ تَذ 312 İbn Mücâhid, a.g.e., s. 454; Dânî, et-Teysîr, s. 161; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 331. 313 Ferrâ, a.g.e., II, 252; İbn Hâleveyh, a.g.e., s. 261; Ebû Zür’a, a.g.e., s. 496; Kurtubî, a.g.e., XII, 210; Pânîpetî, a.g.e., VI, 367. 94 “Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev halkına selâm vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir; herhalde (bunu) düşünüp anlarsınız”. Kırâat imamları شيوخ ,عيون ,غيوب ,بيوت ve جيوب kelimelerinde zamme veya kesre ile okuma üzerinde ihtilaf etmişler. Ayet-i kerimede üzerinde duracağımız kelime بيوْت kelimesidir. Burada م ْ بُيُوتاُك َغ يَرْ ifadelerinde Verş, Ebû Amr, Hafs, Ebû Ca’fer ve بُيُوتًاْ Ya’kûb zamme ile okumuşlar. Kâlûn. İbn Kesîr, İbn Âmir, Ebû Bekir, Hamza, Kisâî ve Halef ise kesre ile م ْ ابيُوتًاَْغ يَرْبايُوتاُك şeklinde okumuşlar. 314 Bu kelimelerdeki kırâat farklılıklarının mana üzerinde etkisi olmasa da, böyle okunmalarının bazı izahları yapılmıştır. Kim zamme ile okursa, esas olan cemi siğasına göre okumuş olur. Örneğin; بيوت قلوب ,بيتْ gibi. Kim de kesre ile okursa, “be”den قلبْ sonraki “ye” için öyle okumuştur.315 Basralılar, arap dilinde “fe”nin kesresi ile “fiûl” kalıbı olmadığı için bu tarz okumayı doğru saymamışlar. İbnü’l-Cevzî’nin eserinde Zeccâc’ın hocası Ebû Mansûr el-Lüğavî’den şöyle rivayet ettiğini görüyoruz: “Eğer bir cemi “fuâl” vezninde olur ikinci harf de “ye” olursa, o zaman zammeyi kesre okumak caizdir”. “Buyût Biyût, Şuyûh Şiyûh” gibi.316 Nûr sûresinin 36 ve 61. ayetlerinde geçen “buyût” kelimeleri ile ilgili okunuş kuralları da aynı olduğuna göre onları tekrar açıklamaya gerek duymayacağız. Bunun dışında 31. ayette geçen َّْن اه اب kelimesinde aynı kurallar geçerli olsa da burada kesre ile ُجيُو okuyanlar biraz farklıdır. Şöyle ki burada kesre ile okuyanlar, İbn Kesîr, İbn Zekvân, Hamza ve Kisâî’dir.317 Konuyla ilgili olduğu için bu kelimeyi de burada yazmayı uygun gördük. Bu kelimelerin kesre ile okunmasının bir diğer hikmeti de Arapların çok kullandıkları kelimelerde değişiklik yaparak okumalarıdır. Araplar bunu, bazen hazfederek, bazen imâle ile, bazen de şeddeyi sükuna çevirerek yapmışlardır. İşte burada da “be”nin kesre ile okunmasının sebebi kelimeyi çok kullanmaları olmuştur.318 314 İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, s. 226; Dimyâtî, a.g.e., I, 254. 315 Sa’lebî, a.g.e., IV, 366; Beğavî, a.g.e., III, 337. 316 Zeccâc, a.g.e., IV, 38; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l- Mesîr, I, 196 (Bakara 2/180. ayetin tefsiri). 317 Dânî, Câmiü’l-Beyân, s. 641; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 226. 318 İbn Hâleveyh, a.g.e., s. 94. 95 ِل فُ .10 ِ َزلُ ,يَُؤ ُ ب ve َويُن (Kelimeleri. (43. Ayet يَْذَه اءْ َّسَما امَنْال ُْلْ ا ز َُن الٖهَْوي اخَْل ام نْ َعلُهُُْرَكاًماْفَتََرىْا لَود َقْيَ خُرُجْ َي ج َُّمْ ُْفْب َينَهُْث ال َُّمْيَُؤ َّللٰاْي ُزٖجىَْسَحابًاْث ََّنْ اَلَ مْتََرْا ْار ُْبْباا ِل َبَصا َيذ َه اقٖهْ ارفُهَُْع نَْم نْيََشاُءْيََكادَُْسنَاْبَ ر َي ص ابٖهَْم نْيََشاُءَْو َبَر دْفَْيُٖصيُبْ ام نْ اجبَا لْٖفيَهاْ ام نْ “Görmez misin ki Allah bir takım bulutları (çıkarıp) sürüyor; sonra onları bir araya getirip üst üste yığıyor. İşte görüyorsun ki bunlar arasından yağmur çıkıyor. O, gökten, oradaki dağlardan (dağlar büyüklüğünde bulutlardan) dolu indirir. Artık onu dilediğine isabet ettirir; dilediğinden de onu uzak tutar; (bu bulutların) şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alır!” ا لفُْ kelimesi Verş ve Ebû Ca’fer tarafından hemze’nin vav’a ibdâl edilmesi ile يَُؤ ُْف ا ل şeklinde okunmaktadır. Burada esas olan hemze ile okunmasıdır. Fakat Verş ve يَُو Ebû Ca’fer’in okunuşları da sahih ve mûteberdir. ُْل ا ز َْل kelimesi çoğunluk tarafından َويُنَ َن ز fiilinden alınarakْْşeddeli şekilde ve mübâlağalı okunmuşken, İbn Kesîr, Ebû Amr ve Ya’kûb bu kelimeyi َْا َنَزل fiilinden alarak “nun” harfi sakin, “ze” harfi ise şeddesiz olarak ُْازل şeklinde okumaktadır. Her َوي ُن iki okunuş da aynı manaya gelmektedir. َيذ َهبُْ kelimesi Cumhur tarafından yukarıda olduğu gibi okunmaktadır. Burada fiil ,fiilinden müştak olarak “ye” harfi zammeli ا َذَهبَْ den müştaktır. Ebû Ca’fer burada’ذََهبَْ “he” harfi ise kesreli ُْب اه şeklinde okumaktadır. Böyle okunmasının sebebi kendisinden يُذ sonra gelen ابا ِل َبَصار kelimesindeki “be” harfinin zâit olmasından ileri gelmektedir. 319 Ayet-i kerimedeki kırâat farklılığı olan kelimelerin mana üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığı görülmektedir. (Kelimesi. (52. Ayet َويَت ْقهِ ْ .11 ائَكْهُُمْا لفَائاُزونَْ ْاهْفَاُوٰل َّ ق َي خَشّْللٰاََْويَت َلهَُْو اُطعاّْللٰاََْوَرُسو َوَم نْي “Her kim Allah'a ve Resulüne itaat eder, Allah'a saygı duyar ve O'ndan sakınırsa, işte asıl bunlar mutluluğa erenlerdir.” 319 Zeccâc, a.g.e., IV, 49; İbn Hâleveyh, s. 85; İbn Atiyye, a.g.e., IV, 189-190; Kurtubî, a.g.e., XII, 290; Beydâvî, a.g.e., II, 127; Ebû Hayyân, el-Baḥrü’l-Muḥîṭ, VI, 427; Dimyâtî, a.g.e., I, 237; II, 616-617. 96 Burada “O’ndan sakınırsa” anlamındaki ْاه َّ ق kelimesi kırâat imamları tarafından وَْيَت farklı şekillerde okunmuştur. Kelimedeki “kaf” harfi sadece Hafs tarafından sükunlu okunmuşken Cumhur bu harfı kesreli okumuştur. Kelimenin sonundaki “he” harfi ise vasıl halinde sükunlu, uzatılarak ve ihtilâs320 ile üç şekilde, vakıfta ise sadece sükunlu okunmuştur. Bütün bu farklılıklar açısından bakıldığı zaman kelime dört şekilde okunmuştur. Kâlûn, Hişâm ve Ya’kûb tarafından; “kaf” harfi kesreli, “he” harfi ihtilâs ile ْاه اق َّ َويَت şeklinde okunmuştur. Burada ihtilâs ile okunması şöyle izah edilmiştir: “Çünkü fiil’de asıl olan cezm’den önce ْاه اقي ََّت şeklinde okumak ve ihtilâs yapmaktır. Ne zaman ki “ye” düşer, o َوي zaman hareke ihtilâs’lı şekilde okunur.” “Kaf” harfini kesreli okuyanlar ise, “Kaf”tan sonraki “ye” cezm’den dolayı düşmüştür” demişlerdir.321 Verş, İbn Kesîr, İbn Âmir, Hamza, Kisâî, İbn Cemmâz ve Halef tarafından; “kaf” harfi kesreli, “he” harfi “ye” ile uzatılarak اهي اق َّ .şeklinde okunmuştur َويَت Bunlar ise, “he”nin kesreli okunmasını kesreli “kaf” harfine komşu olması ile izah ederek “ye” uzatması ile de ona takviye etmişler. Başka bir izahta ise, “Kendisinden önceki harf harekeli olduğundan dolayı böyle okunmuştur” demişler.322 Ebû Amr, Ebû Bekir, İbn Verdân ve bir başka rivayeti ile Hallâd tarafından; “kaf” harfi kesreli, “he” harfi sakin olmak üzere ه ْ اق َّ şeklinde okunmuştur. Bu tarz َويَت okuyanlar ise, “he harfi fiil ile karıştığı zaman kelimenin okunuşu zor olduğuna göre burada kolaylık için sükunlu okunmuştur” demişler.323 Nesefî bunun, vakıf niyeti ile böyle olduğunu söylemiştir.324 320İhtilâs, İbn Hâleveyh’e göre; “ياء منهاْ يتولدْ انْ غيرْ منْ كاملةْ Yani; “sonunda “ye uzatması”na ”بكسرةْ gidilmeden tam bir kesre ile okumaktır”. Bkz: İbn Hâleveyh, a.g.e., s. 461; Fatih Çollak ise; “Harekenin çoğunu veya üçte ikisini telaffuz etmektir” şeklinde tarif etmektedir. Bkz: Fatih Çollak, “Revm”, DİA, İstanbul, 2008, XXXV, 31. 321 Mekkî, Müşkilu İ’râbi’l-Kur’ân, II, 125; Ebû Zür’a, a.g.e., s. 503; Kurtubî, a.g.e., II, 295. 322 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 503; Pânîpetî, a.g.e., VI, 421. 323 Ebû Zür’a, a.g.e., s. 503. 324 Nesefî, a.g.e., III, 151. 97 Hafs tarafından ise;ْْ“kaf” harfiْْsakin, “he” harfi kesreli olmak üzere ْاه َّ ق َويَت şeklinde okunmuştur.325 Hafs bunu kolaylık için yaptığını söylemiş ve Arapların bazı kelimeleri böyle okuduğunu örnek vermiştir. Yani buradaki ْاه ْاف kelimesinin okunuşunu ت َق ادْ ,َك ت ْاذ ,َك ب َف خ gibi kelimelerin okunuşuna benzetmiştir.326 Yine bunun bir şive olduğu da söylenmiştir. Şöyle ki “ye” düştüğü zaman “kaf” harfini sükun yapar. Örneğin: طعامْا اشترْ لمْ cümlesindeki “ra” harfinin sükunlu okunması gibi.327 Bütün bu kırâat farklılıklarına ve yapılan izahlara bakıldığı zaman Kur’an’ın Arap diline ne kadar uyumlu olduğu görünmektedir. Aynı zamanda yapılan bu farklı okumalar karşısında yine de kelimenin anlamı aynı olarak kalmaktadır ki bu da Kur’an’ın kendisi ile nazil olduğu Arap dilinin ilk devirlerdeki yazım şeklinden kaynaklanan esnekliğini ve mükemmelliğini göstermektedir. 325 Kırâat farklılıkları için bkz: İbn Mücâhid, a.g.e., s. 457; Dânî, et-Teysîr, s. 163; Sarakustî, a.g.e., s. 139; Dimyâtî, a.g.e., II, 617; Pâlûvî, a.g.e., s. 100. 326 Mekkî, Müşkilu İ’râbi’l-Kur’ân, II, 125; Ebû Zür’a, a.g.e., s. 503; Beydâvî, a.g.e., II, 129. 327 Pânîpetî, a.g.e., VI, 421. 98 SONUÇ Kur’ân-ı Kerim Cebrâil vasıtası ile Hz. Peygamber’e indirilmiş ve vahyin her aşaması ilahi bir koruma ile muhafaza edilmiştir. Nüzûlünden itibaren ise vahiy katiplerine yazdırılmak suretiyle kayıt altına alınmış ve tevâtür yoluyla nesilden nesile eksiksiz olarak intikal etmiştir. Tüm bunların yanında o vahiy metinleri Hz. Ebû Bekir döneminde derlenmiş, Mushaf şeklinde yazılması ve çoğaltılması Hz. Osman zamanında gerçekleşmiştir. Kur’ân-ı Kerim’in nazil olduğu döneme bakıldığında Arapların çeşitli kabilelere bölündüğü ve her birinin kendine has bir lehçesinin olduğu görülmektedir. Buna bağlı olarak Kur’an’ın okunmasında bazı farklılıklar meydana gelmektedir. Fakat bu ihtilaf Kur’an’ın esasına zıt olmamaktadır. Çünkü Hz. Peygamber Kur’an’ın yedi harf üzerine nazil olduğunu; “Şu Kur’an yedi harf üzerine nazil oldu. Ondan kolayınıza geleni okuyun” şeklindeki hadisi ile bizlere haber vermektedir. Daha sonra Hz. Osman döneminde Kur’an’ın meydana gelen ihtiyaçtan dolayı birtakım prensipler esas alınarak çoğaltıldığı ve bazı bölgelere gönderildiği bilinmektedir. Çoğaltılan bu nüshalarda ayetler üzerinde nokta ve hareke bulunmaması, Hz. Peygamber döneminden itibaren var olan yedi harf ruhsatından dolayı farklı lehçelerde okunabilmesine imkan tanımaktadır. İşte bütün bunlar farklı kırâatlerin oluşmasına ve zamanla kırâat ilminin bir disiplin olarak ortaya çıkmasına sebep olmuştur. İbn Mücâhid dönemine kadar yirmiden fazla kırâatin var olduğu, daha sonra ise bunların yedi, on veya onun dışındakiler olarak sistemleştirildiği bilinmektedir. Fakat günümüzde sadece bunlardan üç tanesi okunmaktadır. Bunlardan en çok okunan ise Âsım kırâatinin Hafs rivayetidir. Âsım kıraatinin bu kadar şöhret bulmasına sebep olan şey senedindeki sağlamlık yanında Hafs’ın rivayetindeki sadelik olmaktadır. Yine bir takım siyasi, mezhebî ve coğrafi koşulların da buna neden olduğu görülmektedir. İmam Âzam Ebû Hanîfe’nin İmam Âsım’dan kırâat okuduğu ve bu mezhebin müntesiplerinin de daha fazla Âsım kırâatini benimsedikleri bilinmektedir. Afrika’da ise İmam Mâlik’in Nâfî kırâatini benimsemesi burada, Mâlikî mezhebi müntesiplerinde Nâfî kırâatinin yaygın olmasına neden olduğu görülmektedir. 99 Kırâatler sıhhat derecelerine göre sahih ve gayr-i sahih olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Sahih olanlar; “mütevâtir” ve “meşhûr”, gayr-i sahihler (şâz) ise; “âhad”, “müdrec” ve “mevzû” olanlardır. Sahih kırâatlerin muttasıl bir senetle gelmesi, Resmü’l-Mushaf’a ve Arapçaya uygun olması üzerinde fikir birliği olmaktadır. Şâz kırâatlerle ilgili ise farklı şekillerde tarifler yapılmaktadır. Kimine göre isnadında sıkıntı olan, kimine göre Resmü’l-Mushaf’a uygun olmayan, kimine göre de Arap diline uymayan veya bu üç şartın dışında kalan kırâatler için şâz kavramı kullanılmaktadır. Yine on kırâatin sahihliği konusunda bir ittifak bulunmakta, bunların dışında kalanlarınsa şâz sayıldığı bilinmektedir. Tabii ki genel görüşe göre on kırâatin tamamı gerçek ve hak olmakta, diğerleri ise bağlayıcılık taşımamaktadır. Ancak, Kur’ân’a hürmet ve edeb açısından baktığımızda, onlar hakkında da gelişi güzel yorum ve değerlendirmede bulunmanın doğru bir davranış olmadığı ifade edilmektedir. Kur’an’daki bazı kelimelerin okunuşu ve bu okunuşun sebepleri ile ilgili çeşitli fikirler ileri sürülmekte ve yorumlar yapılmaktadır. Tabii ki bu yorumlar konunun daha güzel anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. Şunu da belirtmek gerekirse buradaki kırâat farklılıklarından ileri gelen okunuş şekillerinin kabul edilmesinin asıl nedeni, bu okunuşların Hz. Peygamber’den nakledilen bir kırâat olarak sabit olmasıdır. Araştırmamız esnasında Kur’ân’ı Kerim’in tüm sûrelerinde olduğu gibi Mü’minûn ve Nûr sûrelerinin de engin manalar içerdiğini gördük. Mü’minûn Sûresinin ihtiva ettiği konulara bakıldığı zaman kurtuluşa erecek olanların, namazlarını huşu ile ve devamlı kılan, boş sözlerden yüz çeviren, zekâtlarını veren, ırzlarını koruyan, emanetlerine ve ahitlerine riayet eden gerçek müminler olduğu anlaşılmaktadır. Böylece bu sıfatları taşıyan Müminlerin Firdevs cennetlerine vâris olacakları ve orada ebedî olarak kalacaklarına işaret edilmektedir. Sûrede yaratılış mucizesi mükemmel bir şekilde sergilenerek, “öldükten sonra dirilme”, “tevhit” ve “elçilik” konuları işlenmektedir. İnkârcıların pişmanlıklarını yansıtan ahiret sahnelerine de yer veren sûrede, gerçek kurtuluşun servet ve güç ile değil, iman ile olacağına dikkat çekilmektedir. Nûr Sûresinin ihtiva ettiği temel konular ise, zina ile ilgili hükümler, kazf (iffetli bir kimseye zina iftirasında bulunma) ve mülâane (kadının, kendisini zina ile itham eden kocasıyla yeminleşmesi) hükümleri, aile ve toplum ilişkileri, bazı ahlak kuralları, 100 örtünme, mümin, kafir ve münafıkların durumu, Allah’ın varlığı, birliği ve kudreti, Allah’a ve Peygamberine itaatin gereği gibi mevzular olmaktadır. Zina, iftira, dedikodu, inkar ve nifak gibi çirkin amellerin Yüce Allah’ın nûrundan mahrum kalmaya, affetmek, mahremiyet kurallarına uymak, meşrû evlilik, yardımlaşma, iman, tesbih, zikir, namaz, zekat, tefekkür ve âdap konularında hassasiyet gibi amellerin ise ilahi rahmete ve Yüce Allah’ın nûrundan istifadeye sebep olacağı anlaşılmaktadır. Mü’minûn ve Nûr sûreleri üzerinde yapmış olduğumuz bu araştırma esnasında hem kırâat ilminin tarihi ve gelişimi, usûl kaideleri ve ferşü-l hurûf’la ilgili yazılmış çok sayıda eserde hem de müfessirlerin yazmış oldukları tefsir kitaplarında bu konuya çok büyük önem verildiğini gördük. Onların, eserlerinde kırâat farklıklarına yer verip, bu farklılıkların anlam üzerindeki etkisine de değindiklerini gördük. Ayrıca bu tarz tefsir kitaplarındaki kırâat farklılıklarının, Kur’an’ın Kur’an’la tefsir edilmesine de katkı sağladığını gördük. Böylece bu alanla ilgili yapılmış çalışmalar ve yüzlerce eser vasıtasıyla kırâat ilminin ne kadar önemli ve gerekli olduğuna bir daha şahit olduk. Kur’an’ın Arapça olarak inmesinde ilahi bir hikmet bulunmaktadır. Bu araştırmayı yaparken hemen her ayette alimlerin dil bilgisi üzerinden hareketle kelimeleri farklı değerlendirdiğini ve bu yorumların da ayetin genel anlamını etkilediğini gördük. Bilindiği gibi kırâtlerin sahih olma şartlarından biri de Arapçaya uygunluk prensibinin esas alınmasıdır. Kırâat farklılıkları usûl ve ferşü’l-hurûf’la ilgili olup iki kısımdan oluşmaktadır. Usûl kaidelerinden ileri gelen kırâat farklılıkları ayetlerin anlamları üzerinde herhangi bir değişikliğe sebep olmamaktadır. Ferşî farklılıklar ise iki şekildedir; Bir kısım ferşî farklılıklar ayetin anlamına etki etmekte, bir kısmı ise etki etmemektedir. Usûl farklılıkları ve manaya etki etmeyen ferşî farklılıklar Kur’an’ın nazil olduğu topluluğa bir kolaylık sağladığı gibi, onların kendi lehçelerinde okuyabilmelerine de sebep olmaktadır. Ayrıca bu farklılıklar kırâat zenginliğine de sebep olmaktadır. Manaya etki eden kırâat farklılıkları ise bazen ayetlerin birbirine yakın manada, bazen daha kapsamlı bir manada, bazen de farklı manada anlaşılmasına sebep olmaktadır. Fakat bu tarz kırâat farklılıkları hiçbir zaman tezada/zıtlığa yol açmamakta, bilakis çeşitliliğe sebep olmaktadır. 101 Çalışmamız esnasında Mü’minûn Sûresinde manaya etki eden kırâat sayısı 14, etki etmeyen 9 ayette, Nûr sûresinde manaya etki eden kırâat sayısı 13, etki etmeyen ise 11 ayette tesbit edilmiştir. Tesbit ettiğimiz bu sonuçlar dikkate alındığında, 118 âyet olan Mü’minûn ve 64 âyet olan Nûr sûrelerindeki ayetlerin çoğunda anlama etki eden kırâat farklılığı söz konusu değildir. Her iki sûreden de birer örnek vererek kırâat farklılıklarının mana üzerinde ne gibi etkisi olduğunu göstermek istiyorum. Mü’minûn sûresi 21. ayette geçen م ْ kelimesi Nâfi, İbn Âmir, Ebû ن ُسٖقيُك Bekir ve Ya’kûb tarafından م ْ ْ م şeklinde, diğerleri tarafından ise ن َسٖقيُك şeklinde ن ُسٖقيُك okunmuştur. Sadece Ebû Câ’fer bu kelimeyi م ْ şeklinde okumuştur. Böylece bu ت َسٖقيُك kelime üç ayrı şekilde okunmuştur. م ْ okunduğu zaman; “Onların ن َسٖقيُك karınlarındakilerden (sütlerinden) size içme imkanı yarattık” anlamına, م ْ ن ُسٖقيُك okunduğunda ise; “Onların karınlarındakilerden (sütlerinden) size içirdik” anlamına gelmektedir. م ْ okunduğunda ise ayetin anlamı; “O davarlar karınlarındakilerden ت َسٖقيُك (sütlerinden) size içirirler” şeklinde olmaktadır. Eğer ayetin sadece ilk iki okunuş tarzı ile okunduğunu düşünürsek birbirine yakın manalar ifade ettiği, fakat Ebû Câfer’in okuduğu tarzda ise ayetin anlamının farklı şekil aldığı görülmektedir. Nûr sûresi 34. ayette geçen ت ْ ,kelimesi Nâfi, İbn Kesîr, Ebû Amr, Ebû Bekir ُمبَي انَا Ebû Ca’fer ve Ya’kûb tarafından ت ْ َّينَا şeklinde, diğerleri tarafından ise yukarıda olduğu ُمبَ gibi “ya” harfi kesreli olarak okunmuştur. Kelime ت ْ َبيَّنَا şeklinde okunduğu zaman ayetin anlamı; “Size açıklanmış ayetler ُم indirdik” şeklinde, ت ْ َنا اَي (şeklinde okunduğu zaman ise; “Size (helal ve haramı ُمب açıklayan ayetler indirdik” manasına gelmektedir. Burada da gördüğümüz gibi ayetler bazen hükümleri açıklayıcı olmakta, bazen de kendileri başka ayetler tarafından açıklanmaktadır. İşte bu ayette de, kesreli okunduğunda kastedilen açıklayıcı ayetler, fethalı okunduğunda ise kastedilen açıklanan ayetler olmakta ve burada daha kapsamlı bir mana ortaya çıkmaktadır. 102 KAYNAKÇA ABLAY, Rıfat, Meryem Suresinin Kırâatlar Yönünden İncelenmesi, (Yüksek lisans tezi), Diyarbakır: Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Tefsir Bilim Dalı, 2015. AHMED b. Hanbel, Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybânî el- Mervezî (v. 241/855), el-Müsned, I-XXXXV, (thk: Şuayb el-Arnavut, Adil Mürşid vb.), Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1421/2001. AKDEMİR, Mustafa Atilla, Kıraat İlmi Eğitim ve Öğretim Metotları, İstanbul: M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2015. ALGÜL, Hüseyin, “Mistah b. Üsâse”, DİA, XXX, 188, İstanbul, 2005. ALJASEM, Bahaeddin, Nur Suresi Bağlamında Ahkam Ayetlerinin Tefsirinde Fıkhi Mezheblerin Etkisi, (Yüksek Lisans Tezi), Kahramanmaraş: Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Tefsir Bilim Dalı, 2015. ALTIKULAÇ, Tayyar, “Dûrî”, DİA, X, 5-6, İstanbul, 1994. -----------------, “Halef b. Hişâm”, DİA, XV, 237-238, İstanbul, 1997. AŞIKKUTLU, Mehmet Rüştü (v. 1980), Aşere Kaideleri Mısır Tarîki Şeyh Atâullah Mesleği, (Basılmamış ders notları). ATEŞ, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, I-XII, İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 1989. AYDIN, Mehmet Âkif, “Liân”, DİA, XXVII, 172-173, Ankara, 2003. BEĞAVÎ, Ebû Muhammed el-Huseyin b. Mes’ûd el-Ferrâ (v. 516/1122), Me’âlimü’t-Tenzîl, I-IV, 3. b., Beyrut: Dâru’l-Marife, 1413/1992. BEYDÂVÎ, Nâsırüddîn Ebû Saîd (Ebû Muhammed) Abdullāh b. Ömer b. Muhammed (v. 685/1286), Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl, I-II, İstanbul: Dersaadet, t.y. 103 BEYHAKÎ, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyin b. Alî (v. 458/1066), Şu’abü’l-Îmân, I-XIV, 1. b., (thk: Muhtar Ahmet en-Nedvî, Abdü’l-Ali Abdü’l-Hamîd Hâmid), Riyad: Mektebetü’r-Rüşd, 1423/2003. BİKÂÎ, Ebü’l-Hasen Burhânüddîn İbrâhîm b. Ömer b. Hasen er-Rubât el-Hırbevî (v. 885/1480), Nazmü’d-Dürer fi Tenâsübi’l-Âyâti ve’s-Suver, I-XXII, Kahire: Dâru’l- Kitâbi’l-İslâmî, 1404/1984. BİRIŞIK, Abdülhamit, “Kıraat”, DİA,. XXV, 426-433, Ankara, 2002. -----------, Kıraat ilmi ve Tarihi, 1. b., Bursa: Emin Yayınları, 2004. BUHÂRÎ, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl b. İbrâhîm (v. 256/870), el- Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîh, İstanbul 1315. BURSEVÎ, İsmâil Hakkı (v. 1137/1724), Rûḥu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Ḳurʾân, I-X, İstanbul: Sâhibu Mektebe Asar, h. 1389. CEREMÎ, İbrahim Muhammed, Mu’cemu Ulûmi’l-Kur’ân, Dımaşk: Dâru’l- Kalem, 1422/2001. CEVDET, Ahmet Paşa, Ali Muhammed ed-DEBBÂ, Kur’an Tarihi ve Kur’an Okumanın Edepleri, (çev. Ali Osman Yüksel), İstanbul: Bayrak Yayıncılık, 1989. ÇETİN, Abdurrahman, Kur’ân İlimleri ve Kur’ân-ı Kerim Tarihi, 1. b., İstanbul: Dergah Yayınları, 1982. ---------, Kıraatların Tefsire Etkisi:Kur’ân’ın Farklı Yorumlanmasına Tesir Eden Kıraatlar,1. b., İstanbul: Ensar Neşriyat, 2012. ---------, Yedi Harf ve Kıraatlar, 3. b., İstanbul: Ensar Neşriyat, 2005. ---------, Kur’ân Okuma Esasları, 44. b., Bursa: Emin Yayınları, 2018. ---------, Abdurrahman, Topuzoğlu, Tevfik Rüştü, “Fâsıla”, DİA, XII, 209-210, İstanbul, 1995. ÇOLLAK, Fatih, “Revm”, DİA, XXXV, 31-32, İstanbul, 2008. 104 DAĞ, Mehmet, “Kıraat Terimlerindeki Anlam Kırılmaları: Şâz Kavramı Örneği”, Uluslararası Kıraat Sempozyumu, İstanbul: DİB Yayınları, 2012, ss. 85-112. DÂNÎ, Ebû Amr Osmân b. Saîd b. Osmân (v. 444/1053), Cami’u’l-Beyân fi’l- Kırââti’s-Seb’i’l-Meşhûrati, 1. b., Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2005. -------, et-Teysîr fi’l-Kırââti’s-seb’, Riyad: Mektebetü’r-Rüşd, 2011. DEMİR, Sait, Esbâb-ı Nüzûl Bağlamında Mü’minûn Sûresinin Tefsiri, (Yüksek Lisans Tezi), Şanlıurfa: Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Tefsir Bilim Dalı, 2018. DEMİRCİ, Muhsin, Kur’ân Tarihi, 10. b., İstanbul: İFAV Yayınları, 2017. DİMYÂTÎ, Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Abdilganî el-Bennâ (v. 1117/1705), İthâfü Fuzalâi’l-Beşer fi’l-Kırââti’l-Erba’ateʿ Aşer, I-II, Tanta: Dâru’s-Sahabeti li’t-Turasi bi-Tanta, 2009. EBÛ DÂVÛD, Süleyman b. Eş’as b. İshak es-Sicistânî el-Ezdî (v. 275/889), (thk: Muhammed Muhyiddîn Abdü’l-Hamîd), es-Sünen, Beyrut: Mektebetü’l-Asriyye, t.y. EBÛ HAYYÂN, Muhammed b. Yûsuf b. Alî b. Yûsuf b. Hayyân el-Endelüsî (v. 745/1344), el-Baḥru’l-Muḥîṭ, I-VIII, 1. b., (thk: Adil Ahmed, Ali Muavviz), Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1413/1993. --------------------, İrtişâfü’ḍ-Darab min Lisâni’l-ʿArab, I-V, 1. b., (thk: Recep Osman), Kahire: Mektebetü Hânicî, 1418/1998. EBÛ ŞÂME, Abdurrahman b. İsmâîl b. İbrâhîm el-Makdisî (v. 665/1267), el- Mürşidü’l-Vecîz ilâ ʿUlûm Teteʿalleku bi’l-Kitâbi’l-ʿAzîz, 1.b, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l- İlmiyye, 2003. EBÛ UBEYDE, Ma‘mer b. Müsennâ (v. 209/824), Mecâzü’l-Ḳurʾân, I-II, (thk: Fuat Sezgin), Kahire: Mekbebetü’l-Hâneci, h.1381. EBÛ ZÜR’A, Abdurrahman b. Muhammed b. Zencele (v. 403/1012?), Hüccetü’l- Kırâât, 5. b., (thk: Said el-Afğânî), Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1418/1997. 105 EBÜSSUÛD, Muhammed b. Muhammed el-‘Amadî (v. 982/1574), İrşâdü’l- ʿAkli’s-Selîm (Tefsiru Ebissuûd), I-IX, Beyrut: Dâru’l-Mushaf, t.y. ED-DABBÂ’, Ali Muhammed, el-İdâetü fi Beyâni Usûli’l-Kırâati, 1. b., Kahire: el-Mektebü’l-Ezheriyye li’t-Turâs, 1420/1999. ED-DÛSERÎ, İbrahim b. Said, Muhtasarü’l-İbârâti li Mu’cami Mustalahâti’l- Kırââti, 1. b., Riyad: Dâru’l-Hadâreti li’n-Neşri ve’t-Tavzî’, 1429/2008. EFE, Mehmet, “Hadîd Sûresindeki Kıraat Farlılıkları ve Manaya Etkisi”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 28/2 (Aralık 2019): ss. 415-435. EFENDİOĞLU, Mehmet, “Râvi”, DİA, XXXIV, 472-474. İstanbul, 2007. ELMALILI, Muhammed Hamdi Yazır (v. 1361/1942), Hak Dini Kur’an Dili, I- IX, İstanbul: Eser Kitabevi, t.y. EMİROĞLU, Hasan Tahsin, Esbâb-ı Nüzûl: Kur’an Ayetlerinin İniş Sebepleri ve Tefsirleri, I-XV, Konya: Kuzucular Ofset, 1984. FAYDA, Mustafa, “İfk Hadisesi”, DİA, XXI, 507-509, İstanbul, 2000. FERRÂ, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd b. Abdillâh el-Absî (v. 207/822), Meâni’l-Kur’ân, I-III, 3. b., Beyrut: Âlemü’l-Kütüb, 1983. FIRAT, Yavuz, Tecvîd ve Kıraat İlimleri Sözcüğü, İstanbul: Çelik Yayınları, 2018. GÜNLER, Serdar, Mü’minûn Sûresi’nin Din Açısından Değerlendirilmesi, (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlâhiyat Anabilim Dalı Din Eğetimi Bilim Dalı, 2008. HAFYÂN, Ahmed Mahmud Abdüssemi’, Eşherü’l-Müstalahat fi Fenni’l-Edâi ve İlmi’l-Kırâât, 1. b., Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2001. HÂKİM en-NÎSÂBÛRÎ, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah b. Muhammed (v. 405/1014), el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, I-V, 2. b., Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1422/2002. 106 HEMEDÂNÎ, Ebû Yûsuf Müntecebüddîn Hüseyn b. Ebi’l-İz b. Reşîd (v. 643/1245), el-Ferîd fî İʿrâbi’l-Ḳurʾâni’l-Mecîd, I-VI, 1. b., Medine: Mektebetü Dâru’z- Zamân, 1427/2006. HEYET, Kur’ân-ı Kerim’in Tecvidi, Bakü: Bakü İslam Üniversitesi Zakatala Şubesi Neşri, 2008. İBN ÂŞÛR, Muhammed et-Tâhir b. Muhammed b. Muhammed (v. 1394/1973), et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, I-XXX, 1. b., Tunus: ed-Dâru’t-Tûnusiyye, 1984. İBN ATİYYE, Ebû Muhammed Abdülhak b. Gâlib b. Abdirrahmân b. Ğâlib (v. 546/1151), el-Muḥarrerü’l-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-ʿAzîz, I-VI, 1. b., (thk; Abdü’s- Selâm Abdü’ş-Şâfî Muhammed), Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1422/2001. İBN EBÛ HÂTİM, Ebû Muhammed Abdurrahmân b. Muhammed b. İdrîs er- Râzî (v. 327/938), Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿAẓîm, I-XIII, 3. b., (thk: Es‘ad Muhammed et- Tayyib), Mekke: Mekbetü Nezâr, h. 1419. İBN ĞALBÛN, Ebü’l-Hasen Tâhir b. Abdilmün‘im b. Ubeydillâh el-Halebî el- Mısrî (v. 399/1009), Kitâbu’t Tezkira fi’l-Kırââti’s-Semân, I-II, 1. b., (thk: Eymen Rüşdi Suveyd), Mekke: Câmiatü Ümmülkurâ, 1412/1991. İBN HÂLEVEYH, Ebû Abdullah el-Hüseyn b. Ahmed (v. 370/980), el-Hüccetü fi’l-Kırâati‘s-Seb’, 3. b., Beyrut: Dâru’ş-Şürûk, 1399/1979. İBN KESÎR, Ebû’l-Fidâ İsmâîl b. Ömer ed-Dımaşkî (v. 774/1373), Tefsîru’l- Kur’ânı’l-Azîm, I-VIII, (thk: Sami b. Muhammed es-Selâme), Riyad: Dâru Taybe, 1418/1997. İBN MÂCE, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd Mâce el-Kazvînî (v. 273/887), es-Sünen, (thk: Muhammed Fuâd Abdü’l-Bâkî), y.y., Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, t.y. İBN MANZÛR, Ebü'l-Fazl Cemâleddin Muhammed b. Mükerrem b. Ali El- Ensâri (v. 711/1311), Lisânü’l-ʿArab, I- XV, 1.b., Beyrut: Dâru Sâdir, 1410/1990. 107 İBN MÜCÂHİD, Ebû Bekr Ahmed b. Mûsâ b. el-Abbâs b. Mücâhid et- Temîmî el-Bağdâdi (v. 324/936), Kitâbü’s-Seb’a fi’l-Kırâât, (thk: Dr. Şevki Dayfî), Kahire: Dâru’l-Meârif, h. 1119. İBNÜ’L-ARABÎ, Ebû Bekir Muhammed b. Abdullah (v. 543/1149), Ahkâmü’l- Kur’ân, I-IV, 3. b., Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1424/2003. İBNÜ’L-CEVZÎ, Ebü’l-Ferec Cemâlü’d-Dîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed (v. 597/1201), Zâdü’l- Mesîr fî ‘İlmi’t-Tefsîr, I-IX, 4. b., Beyrut: el-Mektebü’l-İslâmî, 1987/1407. -------------------, Fünûnü’l-Efnân fî ʿUyûni ʿUlûmi’l-Ḳurʾân, 1. b., Beyrut: Dâru’l- Beşâiri’l-İslâmî, 1408/1987. İBNÜ’L-CEZERÎ, Ebü’l-Hayr Şemsuddîn Muhammed b. Muhammed (v. 833/1429), Müncidü’l-Muḳriʾîn ve Mürşidü’ṭ-Tâlibîn, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1999. ---------------------, ed-Dürretü’l-Mudıyye fi’l-Kırââti’s-Selâsi’l-Mütemmime li’l- Aşerati, 1.b., (thk: Muhammed Temin Mustafa) Cidde: Dâru’l-Hüdâ, 1414/1994. ---------------------, et-Temhîd fi İlmi’t-Tecvîd, Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1421/2001. ---------------------, en-Neşr fi’l-Kırââti’l-‘Aşr, I-II, 2.b., Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l- İlmiyye, 1423/2002. KARAÇAM, İsmail, Kur’ân-ı Kerîm’in Faziletleri ve Okunma Kâideleri, İstanbul: İFAV (Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları), 2002. -------------, Kur’ân-ı Kerîm’in Nüzûlü ve Kırâati, İstanbul: İFAV (Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları), 1995. KAYA, Fatma, Nur Suresinin Eğitim Açısından Değerlendirilmesi, (Yüksek Lisans Tezi), Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı Din Eğetimi Bilim Dalı, 2001. 108 KOMİSYON, Ahmed Müflih KUZÂT; Ahmed Hâlid ŞÜKRÎ, Muhammed Hâlid MANSÛR, Mukaddimât fi Ulumi’l-Kırâât, Amman: Dâru Ammâr, 2001. KOMİSYON, Hayrettin KARAMAN, Mustafa ÇAĞRICI, İbrahim Kafi DÖNMEZ, Sadrettin GÜMÜŞ, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, I-V, 5. b., Ankara: DİB (Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları), 2014. KOYUNCU, Recep, Kıraat İlmi ve Takrîb Usûlü, 1. b., İstanbul: Çelik Yayınevi, 2018. KURTUBÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Ferh el-Ensârî (v. 671/1272), el-Câmi’u li-Ahkâmi’l-Kur’ân, I-XX, 3. b., Kahire: Dâru’l-Kitâbi’l- ‘Arabi li’t-Tibâ’ati ve’n-Neşr, 1387/1967. MAHALLÎ, Ebû Abdillâh Celâlüddîn Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el- Ensârî (v. 864/1459), Celâleddin es-SÜYÛTÎ (v. 911/1505), Tefsîrü’l-Celâleyn, 1. b., (thk: Fahruddin Kubava), Beyrut: Mektebetü Lübnan, 2003. MAŞALI, Mehmet Emin, “Kıraatların İntişarında Fıkhi Mezheplerin Rolüne Dair Bir Örnek”, Uludag Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.VII, S. 7, (1998), ss. 467- 470. MÂTÜRÎDÎ, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd es- Semerkandî (v. 333/944), Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, I-XVII, İstanbul: Dâru’l-Mîzân, 2007. MÂVERDÎ, Ebü’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Habîb (v. 450/1058), en-Nuket ve’l-‘Uyûn:Tefsîru’l-Mâverdî, I-VI, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 2010. MEKKÎ, b. Ebî Tâlib Hammûş el-Kaysî (v. 437/1046), et-Tebsıra fi’l-Kırââti’s- Sebʿ, 2. b., Bombay: Dâru’s-Selefiyye, 1402/1972. ---------, Müşkilu İ’râbi’l-Kur’ân, I-II, Dımeşk, Dâru’l-Me’mûn li’t-Turâs, t.y. ---------, el-İbâne an-Meâni’l-Kırâât, Kahire: Dâru Nahda, t.y. MERÂĞÎ, Ahmed Mustafa el-Merâğî (v. 1371/1952), Tefsîru’l-Merâğî, I-XXX, 1. b., Mısır: Şeriketü Mektebe, 1365/1946. 109 MUKÂTİL, b. Süleymân b. Beşîr el-Ezdî (v. 150/767), Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, I-III, 1. b., Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1424/2003. MUTÇALI, Serdar, el-Mu’cemü’l-Arabiyyü’l-Hadîs:Arapça-Türkçe Sözlük, İstanbul: Dağarcık Yayınları, 1995. MÜSLİM, Ebü’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc el-Küşeyrî, (v. 261/875), el- Câmiʿu’ṣ-Saḥîḥ, Riyad: Dâru’s-Selâm, 1999. NEHHÂS, Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. İsmâîl el-Murâdî el-Mısrî (v. 338/950), Meʿâni’l-Ḳurʾân, I-VI, 1. b., (thk: Muhammed Alî es-Sâbûnî), Mekke: Câmiatü ÜmmülKurâ, 1410/1989. NESÂÎ, Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb b. Alî en-Nesâî (v. 303/915), Sünenü’n-Nesâî el-Kub’râ, I-X, 1. b., (thk: Hasan Abdül Munim Şelbi), Beyrut: Müessesetür-Risale, 1421/2001. NESEFÎ, Ebü’l Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd (v. 710/1310), Medârikü’t-Tenzîl ve Hakaiku’t-Te’vîl, y.y., Dâr’u İhyâi’l-Kütübi’l-Arabi, t.y. NEVEVÎ, Ebû Abdilmu’tî Muhammed b. Ömer b. Arabî, b. Alî el-Nevevî el-Câvî el-Bentenî (v. 1316/1898), Merâhu Lebîd li-Keşfi Ma’ne’l-Kur’âni’l-Mecîd, I-II, 1. b., (thk. Muhammed Emin ed-Dânevî), Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1417/1997. OMAR, Ali Hameed, Nur Suresinde Eğitici Amaçlar, (Yüksek Lisans Tezi), Bingöl: Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Tefsir Bilim Dalı, 2017. PÂLÛVÎ, Hâmid b. Abdülfettâh (v. 1192/1778), Zübdetü’l-İrfan fi Vücûhi’l- Kur’ân, İstanbul: Asitane Yayınevi, t.y. PÂNÎPETÎ, Muhammed Senâullah el-Mazharî (v. 1225/1810), et-Tefsîrü’l- Maẓharî, I-X, 1. b., Beyrut: Dâru İhyâü’t-Türâsi’l-Arabî, 2004. 110 RÂZÎ, Ebû Abdillâh (Ebü’l-Fazl) Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn er- Râzî et-Taberistânî, (v. 606/1209), Mefâtîhu’l-Ğayb, I-XXXII, 1. b., y.y., el- Behiyyetü’l- Mısriyye, 1357/1938. RÛMÎ, Muhammed Emin bin Abdillah (v. 1275/1856), Umdetü’l-Hallân fî-izâhi Zübdeti’l-İrfân, İstanbul: Asitane Yayınevi, h. 1287. SA’LEBÎ, Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrâhîm (v. 427/1036), el-Keşf ve’l Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, I-VI, 1. b., Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1425/2004. SÂBÛNÎ, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefâsîr, I-III, 4. b., Beyrut: Dâru’l-Kur’âni’l- Kerim, 1402/1981. SA‘DÎ, Ebû Abdillâh Abdurrahmân b. Nâsır b. Abdillâh b. Nâsır (v. 1376/1956), Teysîrü’l-Kerîmi’r-Raḥmân fî Tefsîri Kelâmi’l-Mennân (Tefsîrü’s-Saʿdî), 1. b., y.y., Müessesetü’r-Risâle, 1420/2000. SARAKUSTÎ, Ebû Tâhir İsmâîl b. Halef b. Saîd (v. 455/1063), el-ʿUnvân fi’l- Kırâʾâti’s-Sebʿ, Beyrut: Âlemü’l-Kutub, h. 1405. SARI, Mehmet Ali, “Âsım b. Behdele”, DİA, III, 475, İstanbul 1991. SEHÂVÎ, Ebü’l-Hasen Alemüddîn Alî b. Muhammed b. Abdissamed, Cemâlü’l- Kurrâʾ ve Kemâlü’l-İḳrâʾ, I-II, 1. b., (thk. Ali Hüseyin el-Bevâb), Mekke: Mektebetü’t- Türâs, 1408/1987. SEMERKANDÎ, Ebü’l-Leys Nasr b. Muhammed b. Ahmed (v. 375/985), Bahrü’l-Ulûm, I-VI, İstanbul: Özgü Yayınları, 2008. SEYYİD KUTUP, (v. 1387/1967), fî Zilâli’l-Kur’ân, I-XVI, (çev. M. Emin Saraç, Bekir Karlığa, İ. Hakkı Şengüler ), Hikmet Yayınları No: 10, İstanbul, 1968. SÜYÛTÎ, Ebü’l-Fazl Celâleddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed (v. 911/1505), el-İtkân fi Ülumi’l-Kur’ân, Kahire: Dâru’l-Hadîs, 2006. -----------, ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsîri bi’l-Me’sûr, I-VIII, Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1432,33/2011. 111 -----------, et-Tahbîr fi İlmi’t-Tefsîr, 1. b., Riyad: Dâru’l-Ulûm, 1402/1972. -----------, Lübâbü’n-Nükûl fî Esbâbi’n-Nüzûl, 1. b., Beyrut: Müessesetü’l- Kütübi’s-Sekâfiyye, 1422/2002. ŞİRBÎNÎ, Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed el-Hatîb (v. 977/1570), es-Sirâcu’l- Munîr fi’l-İâneti alâ Ma’rifeti Ba’di Meâni Kelâmi Rabbine’l-Hakîmi’l-Habîr, I-IV, Kahire: Matbaatü Bûlâk, 1285/1868. TABERÂNÎ, Ebü’l-Kâsım Müsnidü’d-Dünyâ Süleymân b. Ahmed b. Eyyûb (v. 360/971), el-Mu’cemü’l-Kebir, I-XXV, 2. b., (thk: Hamdi b. Abdül-Mecid), Riyad: Dâru’n-Neşr, 1415/1994. TABERÎ, Ebû Ca’fer b. Cerîr Muhammed b. Cerîr b. Yezid el-Âmülî (v. 310/923), Câmiü’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, I-XXX, 3. b., Kahire: Mustafâ el- Bâbî el-Halebî, 1968/1377. TANRIKULU, İbrahim, Kur’an’ı Okuma Usul ve Esasları, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaçılık ve Ticaret İşletmesi, Dizi-Baskı, 1999. TEMEL, Nihat, Kırâat ve Tecvîd Istılahları, 4. b., İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları No:124, 2018. TİRMİZÎ, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre (v. 279/892), el-Câmiʿu’s-Sahîh, I- VI, (thk : Beşşâr Avvâd Ma‘rûf), Beyrut : Dâru’l-Ğarb el-İslâmî, 1998. UKBERÎ, Ebü’l-Bekâ Muhibbüddîn Abdullâh b. el-Hüseyn b. Abdillâh (v. 616/1219), et-Tibyân fî İʿrâbi’l-Ḳurʾân, Riyad: Beytül-Efkâr, 1419/1998. VÂHİDÎ, Ebü’l-Hasan Ali Ahmed b. Muhammed b. Ali en-Nisabûrî (v. 468/1076), Esbâb-ı Nüzûlü’l-Kur’ân, 1. b., Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1411/1991. YAŞAROĞLU, M. Kamil, “Mü’minûn Sûresi”, DİA, XXXI, 560-561, İstanbul, 2006. ------------------, “Nûr Sûresi”, DİA, XXXIII, 247-248, İstanbul, 2007. 112 ZECCÂC, Ebû İshâk İbrâhîm b. es-Serî b. Sehl (v. 311/923), Meâni’l-Kur’ân ve İ’râbuh, I-V, 1. b., Beyrut: Âlemü’l-Kütüb, 1408/1988. ZEHEBÎ, Ebû Abdillah Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân ed-Dımaşkî (v. 748/1348), Telhîsü’l-Müstedrek, I-IV, (thk: Emîr el-Hasan en-Nu’mânî, Yusuf Abdurrahman Mer’aşlî), Beyrut: Dâru’l-Mârife, t.y. ZEMAHŞERÎ, Ebü’l-Kâsım Cârullâh Mahmûd b. Ömer el-Havârizmî (v. 538/1143), el-Keşşâf an Hakâiki Ğavâmizi’t-Tenzîl ve ‘Uyûni’l-Akâvîl fî Vucûhi’t- Te’vîl, I-VI, 1. b., (thk: Âdil Ahmet Abdü’l- Mevcûd ve Ali Muhammed Muavviz), Riyad: Mektebetü’l-İlmiyye, 1418/1997. ZENGİN, Mehmet, Edebî Üslûp Açısından Nûr Sûresi, (Yüksek Lisans Tezi), Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, 2019. ZERKÂNÎ, Muhammed Abdülazîm (v. 1367/1948), Menâhilü’l-ʿİrfân fî ʿUlûmi’l- Ḳurʾân, I-II, Kahire: Dâru’t-Tevfikiyye li’t-Türâs, 2011. ZERKEŞÎ, Bedru’d-Dîn Muhammed İbn Abdullah (v. 794/1392), el-Bürhân fî Ulûmi’l-Kur’ân, I-IV, (thk: Ebü’l-Fazl İbrahim), Kahire: Dâru’t-Türâs, 2008. ZUHAYLÎ, Vehbe b. Mustafa (v. 1436/2015), Tefsîru’l-Münîr fi’l-Akîde ve’ş- Şerî’a ve’l-Menhec, I-XXX, 2. b., Dâru’l-Fikri’l-Muâsır, Dımaşk h.1418. 113