T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI ANA BİLİM DALI İSLÂM TARİHİ BİLİM DALI HZ. MUHAMMED (S.A.S.)’İN YETİMLERLE İLİŞKİSİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Fuat ŞAKA BURSA - 2021 T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI ANA BİLİM DALI İSLÂM TARİHİ BİLİM DALI HZ. MUHAMMED (S.A.S.)’İN YETİMLERLE İLİŞKİSİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Fuat ŞAKA ORCID: 0000-0003-3292-2096 Danışman: Dr. Öğr. Üyesi İlhami ORUÇOĞLU BURSA - 2021 TEZ ONAY SAYFASI T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı, İslam Tarihi Bilim Dalı’nda, 701822027 numaralı Fuat ŞAKA’nın hazırladığı “HZ. MUHAMMED (S.A.S.)'İN YETİMLERLE İLİŞKİSİ” konulu Yüksek Lisans Çalışması ile ilgili tez savunma sınavı, ...../...../ 20.... günü ……… - ………..saatleri arasında yapılmış, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin başarılı olduğuna ……………………………… (oybirliği / oy çokluğu) ile karar verilmiştir. (Tez Danışmanı ve Sınav Komisyonu Başkanı) Dr. Öğr. Üyesi İlhami ORUÇOĞLU Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları A.B.D. Üye Üye Dr. Öğr. Üyesi Şevket YILDIZ Doç. Dr. Yunus AKYÜREK Bursa Uludağ Üniversitesi Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ....../......./ 20..... YÜKSEK LİSANS İNTİHAL YAZILIM RAPORU BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI BAŞKANLIĞI’NA Tarih: 25/08/2021 Tez Başlığı / Konusu: HZ. MUHAMMED’İN (S.A.S.) YETİMLERLE İLİŞKİSİ. Yukarıda başlığı gösterilen tez çalışmamın a) Kapak sayfası, b) Giriş, c) Ana bölümler ve d) Sonuç kısımlarından oluşan toplam 140 sayfalık kısmına ilişkin, 12/07/2021 tarihinde şahsım tarafından TURNITIN adlı intihal tespit programından (Turnitin)* aşağıda belirtilen filtrelemeler uygulanarak alınmış olan özgünlük raporuna göre, tezimin benzerlik oranı % 12’dir. Uygulanan filtrelemeler: 1- Kaynakça hariç 2- Alıntılar hariç 3- 5 kelimeden daha az örtüşme içeren metin kısımları hariç Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez Çalışması Özgünlük Raporu Alınması ve Kullanılması Uygulama Esasları’nı inceledim ve bu Uygulama Esasları’nda belirtilen azami benzerlik oranlarına göre tez çalışmamın herhangi bir intihal içermediğini; aksinin tespit edileceği muhtemel durumda doğabilecek her türlü hukuki sorumluluğu kabul ettiğimi ve yukarıda vermiş olduğum bilgilerin doğru olduğunu beyan ederim. Gereğini saygılarımla arz ederim. 25.08.2021 Adı Soyadı: Fuat ŞAKA Öğrenci No: 701822027 Anabilim Dalı: İslam Tarihi ve Sanatları Programı: İslam Tarihi Statüsü: Y.Lisans Doktora Danışman Dr. Öğr. Üyesi İlhami ORUÇOĞLU 25.08.2021 YEMİN METNİ Yüksek Lisans tezi olarak sunduğum “HZ. MUHAMMED’İN (S.A.S.) YETİMLERLE İLİŞKİSİ” başlıklı çalışmanın bilimsel araştırma, yazma ve etik kurallarına uygun olarak tarafımdan yazıldığına ve tezde yapılan bütün alıntıların kaynaklarının usulüne uygun olarak gösterildiğine, tezimde intihal ürünü cümle veya paragraflar bulunmadığına şerefim üzerine yemin ederim. Tarih ve İmza 25.08.2021 Adı Soyadı: Fuat ŞAKA Öğrenci No: 701822027 Anabilim Dalı: İslam Tarihi ve Sanatları Programı: İslam Tarihi Statüsü: Yüksek Lisans Doktora ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Fuat ŞAKA Üniversite : Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : İslâm Tarihi ve Sanatları Bilim Dalı : İslâm Tarihi Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : xiii + 139 Mezuniyet Tarihi : Tez Danışmanı : Dr. Öğr. Üyesi İlhami ORUÇOĞLU HZ. MUHAMMED’İN (S.A.S.) YETİMLERLE İLİŞKİSİ Cahiliye Döneminde meydana gelen kabile savaşlarıyla birlikte uzun yıllar süren kan davalarında çok sayıda çocuk yetim kalmıştır. Bu dönemde özellikle Arabistan yarımadasında kız çocuklarına, kimsesiz çocuklara ve yetimlere miras hakkı tanınmaz, ailelerinden kalan mal kendilerine verilmezdi. Aynı zamanda toplum içerisinde yetimlere değer verilmez ve mağdur edilirlerdi. İslâmiyet’in gelmesiyle birlikte yetimlerle ilgili pek çok kötü muamele düzeltilmiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de yetimler hakkında yaklaşık yirmi iki ayet nazil olmuş ve yetimlere iyi davranılması emredilmiştir. Mekke devrinin ilk günlerinde nazil olan bir ayette Allahü Teâlâ, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) hitaben: “Rabbin seni yetim bulup da barındırmadı mı?” ayetiyle elçisinin yalnız olmadığını bildirmiş ve devamında yetimlerin üzülmemesine dair tembihte bulunmuştur. Hz. Peygamber de (s.a.s.) yetim büyümüş bir Peygamber olarak ömrünün sonuna kadar yetimlere iyi davranmış ve pek çok yetimi evinde barındırmıştır. Bunlar arasında üvey çocukları, yetim kalmış çocuklar ve kimsesiz çocuklar bulunmaktaydı. Kur’ân-ı Kerim’de yetimlere dair temel prensipler getirilmiş, Hz. Peygamber de (s.a.s.) bu prensipler çerçevesinde yetimlere yönelik pek çok tavsiyede bulunmuştur. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yetimler hususunda Sahâbesine ve Müslümanlara tavsiye ettiği konular arasında, yetimlere kötü davranılmaması, onlara sahip çıkılması, muhtaç durumdaki yetimlerin bakımının üstlenilmesi, onların maddi bakımdan desteklenerek hayat şartlarının düzeltilmesi gibi pek çok ölçü bulunmaktaydı. Anahtar Kelimeler: Yetim, Cahiliye, Hz. Peygamber, Himaye, Barınma, Islah, Sadaka v ABSTRACT Name and Surname : Fuat ŞAKA University : Bursa Uludag University Institution : Social Science Institution Field : History of Islam and Islamic Arts Branch : History of Islam Degree Awarded : Thesis of Master Page Number : xiii + 139 Degree Date : …. / …. / 20…….. Supervisor : Dr. İlhami Oruçoğlu HZ. MUHAMMAD'S (PBUH) RELATIONSHIP WITH ORPHANS Along with the tribal wars that took place in the period of ignorance, many children became orphans as a result of long years of blood feuds. In this period, especially in the Arabian peninsula, girls and orphans were not given the right of inheritance and they were not given property inherited from their families. At the same time, orphans were not valued in society and they were not given the right to life. With the advent of Islam, many mistreatments of orphans were corrected. As a matter of fact, about twenty-two verses about orphans were revealed in the Qur'an and it was ordered to treat orphans well. In a verse that was revealed in the first days of the Meccan period, Allah Almighty said addressing the Prophet Muhammed : "Didn't your Lord find you an orphan and shelter you?" He stated that his messenger was not alone with the verse , and then he admonished the orphans not to grieve. As a Prophet who grew up orphaned in Muhammad, he treated orphans well and sheltered many orphans in his home until the end of his life. Among them were stepchildren and orphaned children. The basic principles regarding orphans are stated in the Qur'an, and within the framework of these principles, the Prophet Muhammad made many recommendations for orphans. Among the issues that Muhammad recommended to his companions and Muslims about orphans, there were many criteria such as not treating orphans badly, taking care of them, taking care of orphans in need, and improving their living conditions by supporting them financially. Keywords: Orphan, Jahiliyyah, The Prophet Muhammad (pbuh), Protection, Shelter, Reclamation, charity vi ÖNSÖZ Yetimliği bizzat yaşayan bir peygamber olarak Hz. Muhammed (s.a.s.) Cahiliye Döneminde yetimlere yapılan haksız muamelelere karşı bir savaş açmış ve yetimlerin hukuku üzerinde hassasiyetle durmuştur. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) “Allah’ım! İki zayıf insanın, yetim ve kadının hakkını gasp etmekten insanları şiddetle kınıyorum” şeklinde hassasiyetini dile getirerek bu konudaki titizliğini Sahâbesine göstermiştir. Böylece yetimlere haksızlığın fazlasıyla yapıldığı bir dönemde Hz. Peygamber (s.a.s.) onlara bir ümit olmuştur. Kur’ân’ın nazil olmaya başladığı dönemde yetim çocuklara insanlık dışı muameleler yapılıyor ve hakları çiğneniyordu. Yetimlere yapılan bu muamelelere İslâm dini karşı çıkmış ve yetimler hususunda pek çok emir ve tavsiye getirmiştir. Hem Mekkî hem de Medenî ayetler de yetimlerle ilgili pek çok konu göze çarpmaktadır. Yetimlerin himaye edilmesi, haklarının korunması, barındırılması gibi pek çok konuda hükümler getirilmiştir. Hz. Peygamber de (s.a.s.) Kur’ân’ın getirmiş olduğu ilkelere göre yetimler hakkında Sahâbesine ve bütün insanlığa tarih boyunca örnek olmuştur. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) tebliğ halkasında genellikle yetimler, yoksullar, köleler ve mağdur durumda olanlar bulunmaktaydı. Kur’ân’ın bu kimseler hakkında koymuş olduğu hükümler İslâm’ın mazlumlara ve kimsesizlere sahip çıktığının açık bir göstergesidir. Hz. Peygamber de (s.a.s.) bu sınıfta olan kimselere sahip çıkmakla kalmamış onları bizzat kendi hanesinde barındırarak bütün Müslümanlara rehber olmuştur. Yetimlerden bir kısmının himayesini kendisi üstlenmiş diğerlerini de sahabîlere emanet ederek peygamberlik görevini yerine getirmiştir. Yetimin hakkı hususunda kesin çizgiler koyan Hz. Peygamber (s.a.s.) yetimin malının idaresinin kişiye ağır bir sorumluluk yüklediğini hatırlatmış böylece yetimleri himaye etmenin ne derece zor olduğunu vurgulamıştır. Ehil olmayan kimselerin yetimleri himaye etmemesi hususunda Müslümanları ikaz etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) yetimleri, mazlumları, yoksulları, fakir ve kimsesizleri kucaklamış, onları himayesi altına almıştır. Zira İslâm’ın bize vii gelmesinde bu kimselerin çok fazla emekleri olmuştur. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.s.) toplum içerisinde onları her zaman ön planda tutmuş ve konumlarını yükseltmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) evinde barınan yetimler genellikle üvey çocukları ve kimsesiz çocuklardan oluşmaktaydı. Bunlar arasında başta Enes b. Malik (r.a.) olmak üzere, Hz.Hatice’nin ilk eşinden olan oğlu Hind, Hz. Sevde’nin yetim kalan çocukları, Ümmü Seleme’nin çocukları, Ümmü Habîbe’nin yetim kalan kızı Habîbe ve Hz. Meymûne’nin yetim oğlu bulunmaktaydı. Hz. Peygamber (s.a.s.) bütün bu yetimlere bir baba gibi davranmış, onları kendi çocuklarından ayrı tutmamıştır. İslâm Dini, büyük ölçüde bu yetimlerin omuzları üzerinde taşınmıştır. Aynı zamanda Hz. Peygamber’in hadislerinin bize ulaşmasında da bu yetimlerin emekleri çok fazladır. Kur’ân’ın doğru anlaşılması ve hadislerin günümüze intikal etmesinde yetimlerin ortaya koymuş oldukları çaba göz önüne alındığında Müslümanlar için çok büyük bir değer oldukları görülmektedir. Bu çalışma, Mekke döneminde yetimlere yapılan zulüm ve haksızlıkları konu edinerek Hz. Peygamberin (s.a.s.) onlara karşı olan davranışlarını ve onlarla ilişkisini açıklamak amacıyla ortaya koyulmuştur. Yüksek Lisans projesi olarak hazırlanan bu çalışmanın konusunu Mekke ve Medine’de Hz. Muhammed’le (s.a.s.) beraber yaşamış olan yetimler oluşturmaktadır. Yetim kelimesinin kavramsal çerçevesi üzerinde durduğumuz birinci bölümde yetim kavramının örfi ve kültürel kullanımı ve Cahiliye toplumunda yetimlere yapılan haksız muameleler ele alınarak İslâmiyet öncesi Mekkelilerin yetimlere karşı davranışları anlatılmıştır. İslâmiyet’in yetimlere bakışı ve yetimlerle ilgili ortaya konulan hükümleri ihtiva eden ikinci bölümde ise yetimlerle ilgili ayetler işlenmiş ve bu çerçevede ayetler yorumlanmıştır. Konunun esas omurgasını teşkil eden üçüncü bölümde ise Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bir yetim olarak büyümesi ve yetimliği üzerinde durulmuştur. Devamında Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yetim çocuklara karşı muamelesi, yetimlerle ilişkisi, yetimlerle ilgili müjdeleri ve tavsiyeleri geniş bir çerçevede işlenmiştir. Son bölümde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bizzat ilgilendiği yetimlerden ziyade, üvey çocukları ve hanımlarının ilgilendiği çocuklar işlenmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber’in viii (s.a.s.) himayesindeki yetimler üzerinde durulmuş ve bu yetimlerin hayatı, aileleri ve rivayet ettikleri hadisler ele alınmıştır. Sorumluluğunu üstlendiği araştırmanın yürütülmesi esnasında bilgi, tecrübe ve tavsiyelerinden istifade ettiğim, tezin her aşamasında büyük emeği olan saygıdeğer danışman hocam Dr. Öğr. Üyesi İlhami ORUÇOĞLU’na, lisans ve yüksek lisans eğitim hayatımda ilmi tecrübesiyle her daim yol gösteren Prof. Dr. Adem APAK’a, yüksek lisans ders döneminde sunduğu dersleriyle yazı hayatıma büyük katkı sağlayan Prof. Dr. Mefail HIZLI’ya en içten şükranlarımı arz ediyorum. Eğitim hayatım boyunca her daim dua ve temennileriyle yanımda olup desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen anne ve babama saygılarımı sunuyorum. Araştırma sürecinde beni yalnız bırakmayarak çalışmayı başından sonuna kadar takip ederek dilbilgisi ve anlam akışı gibi konularda hata ve eksikliklerimin tespit ve tahsis edilmesinde büyük emeği olan kıymetli eşim Asude ŞAKA’ya, tezin hazırlanması sürecinde yardımlarını esirgemeyen kıymetli dostlarım Muhtesim ARAS’a, ve Kadir KILINÇ’a teşekkürü bir borç bilirim. Fuat ŞAKA BURSA – 2021 ix İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI .................................................................................................... ii YÜKSEK LİSANS İNTİHAL YAZILIM RAPORU .................................................. iii YEMİN METNİ ............................................................................................................. iv ÖZET................................................................................................................................ v ABSTRACT .................................................................................................................... vi ÖNSÖZ ........................................................................................................................... vii İÇİNDEKİLER ............................................................................................................... x KISALTMALAR ......................................................................................................... xiii GİRİŞ ............................................................................................................................... 1 1. ARAŞTIRMANIN AMACI VE KAPSAMI ......................................................... 2 2. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ VE KAYNAKLARI ............................................ 2 BİRİNCİ BÖLÜM YETİM KELİMESİNİN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ VE CAHİLİYE’DE YETİMLER 1. YETİM KAVRAMI ...................................................................................................... 6 1.1. Yetimin Sözlük Anlamı .......................................................................................... 6 1.2. Terim Anlamı ......................................................................................................... 9 1.3. Yetim Kavramının Örfî ve Kültürel Kullanımı .................................................... 10 1.4. Yetimlerle İlgili Atasözleri ................................................................................... 12 2. CAHİLİYE DÖNEMİNDE YETİMLERİN STATÜSÜ ............................................ 12 2.1. İslâmiyet’ten Önce (Cahiliye Dönemi) Yetimlerin Konumu ............................... 12 İKİNCİ BÖLÜM İSLÂM’IN YETİMLERE BAKIŞI 1. YETİMLERLE İLGİLİ AYETLER ............................................................................ 19 1.1. Himaye Etmek ...................................................................................................... 21 1.2. İyi Muamelede Bulunmak .................................................................................... 23 1.3. Yetimleri Yedirmek .............................................................................................. 29 1.4. Mallarını Korumak ............................................................................................... 32 1.5. Islah Etmek ........................................................................................................... 36 1.6. Yetimleri Evlendirmek ......................................................................................... 38 1.7. Ganimetlerden Pay Vermek ................................................................................. 40 x ÜÇÜNCÜ BÖLÜM HZ. PEYGAMBER’İN (S.A.S.) YETİMLERE KARŞI DAVRANIŞLARI 1. Hazreti Peygamber’in (s.a.s) Yetimliği ................................................................ 44 2. Yetim Çocuklara Muamelesi................................................................................ 46 2.1. Yetimlerle Şakalaşması................................................................................. 48 2.2. Yetimlere Karşı Şefkatli ve Merhametli Olması .......................................... 52 2.3. Yetimlerin Başını Okşaması ......................................................................... 54 2.4. Yetimlere Duada Bulunması ......................................................................... 56 2.5. Yetimlerle Sırdaş Olması .............................................................................. 58 2.6. Yetimlere Tavsiyelerde Bulunması .............................................................. 59 3. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Yetimlerle İlişkisi ....................................................... 59 3.1. Yetimlerle Yakından İlgilenmesi .................................................................. 60 3.2. Yetimlerin Arsasına Sahip Çıkması .............................................................. 64 3.3. Yetim Çocuğa Hurmalık Bağışlaması .......................................................... 64 3.4. Yetim Kızın Çeyiz Masrafını Ödemesi ........................................................ 65 3.5. Yetim Çocukların Malını Koruması ............................................................. 65 3.6. Evlenmelerine Yardımcı Olması .................................................................. 68 3.7. Mahkemede Yetim Çocuğa Sahip Çıkması .................................................. 69 3.8. Yetimleri Akrabalarına Tercih Etmesi .......................................................... 70 4. Hz. Peygamber’in Yetimlerle ilgili Müjdeleri ..................................................... 71 4.1. Yetimlerini Büyütmek İçin Evlenmeyen Kadına Verilen Müjde ................. 72 4.2. En Hayırlı Evin Yetimin Barındırıldığı Ev Olması ...................................... 73 4.3. Yetimi Yedirip İçirenin Cennetle Müjdelenmesi.......................................... 74 4.4. Yetime Yapılan İyiliğin Ateşten Koruması .................................................. 76 4.5. Yetime Merhamet Edene Allah’ın Azap Etmemesi ..................................... 78 4.6. Üç Yetim Yetiştirmenin Mükâfatı ................................................................ 79 4.7. Cennette Ferah Evine Ulaştıran Amel .......................................................... 80 5. Hz. Peygamber’in Yetimlere İlişkin Sahâbe ye Tavsiyeleri ................................ 80 5.1. Ağlatılmasından Sakındırması ...................................................................... 81 5.2. Yetimin Hakkını Yemekten Sakındırması .................................................... 82 5.3. Yetime Yardım Edeni Methetmesi ............................................................... 83 5.4. Yetimin Başını Okşamayı Tavsiye Etmesi ................................................... 84 5.5. Yetimlerin Sofraya Davet Edilmesi .............................................................. 85 5.6. Yetimlere Hediye Verilmesi ......................................................................... 86 5.7. Yetimlere Sadaka verilmesi .......................................................................... 87 xi DÖRDÜNCÜ BÖLÜM HZ. PEYGAMBER’İN (S.A.S.) HİMAYESİNDEKİ YETİMLER 1. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Evindeki Yetimler ...................................................... 93 1.1. Hind İbn Ebî Hâle (Hz. Hatice’nin Oğlu) ..................................................... 93 1.2. Sevde Bint Zem’a’nın Yetim Çocukları ....................................................... 95 1.3. Ümmü Seleme’nin Yetim Çocukları .......................................................... 100 1.4. Ümmü Habîbe’nin Yetimi .......................................................................... 111 1.5. Hz. Meymûne’nin Yetimi ........................................................................... 117 1.6. Hz. Âişe’nin Yetim Yeğenleri .................................................................... 118 1.7. Esâd b. Zürâre’nin Yetimleri ...................................................................... 122 SONUÇ ......................................................................................................................... 126 KAYNAKÇA ............................................................................................................... 129 xii KISALTMALAR a.g.e. : Adı geçen eser a.g.m. : Adı geçen makale a.mlf. : Aynı müellif a.yer : Aynı yer b. : bin, İbn bkz / bk. : Bakınız bs. : Basım / Baskı c.c. : Celle Celâluhu C. : Cilt çev. : Çeviren DAD : Diyanet Aylık Dergi DİA : Türkiye Diyanet İslâm Ansiklopedisi ed. : Editör h. : Hicri haz. : Hazırlayan hz. : Hazreti İSAM : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi İSAV : İslâmi İlimler Araştırma Vakfı KUBA : Kur’ân Bilimleri Araştırma Vakfı md. : Madde MEB : Milli Eğitim Bakanlığı nşr. : Neşreden ö. : Ölüm, Ölüm tarihi r.a. : Radiyallâhu anh s. : Sayfa, Sayfa sayısı S. : Sayı sad. : Sadeleştiren SBE : Sosyal Bilimler Enstitüsü s.a.s. : Sallallâhu aleyhi ve sellem ss. : Sayfalar t.y. : Tarih yok TDK : Türk Dil Kurumu TDV : Türkiye Diyanet Vakfı TTK : Türk Tarih Kurumu terc. : Tercüme, Tercüme eden thk. : Tahkik eden tsh. : Tashih eden v.d. : ve diğerleri vb. : ve benzeri y.y. : Yayın yeri yok xiii GİRİŞ İslâm ümmeti için önemli bir konuma sahip olan yetimler, Mekke döneminde hor görülmüş ve çok büyük haksızlıklara maruz bırakılmışlardır. Özellikle yetimlerin ve kimsesizlerin ayaklar altında ezildiği, haklarının gasp edildiği bir dönemde Hz. Peygamber, onlar için adeta bir kurtarıcı olmuştur. Cahiliye Döneminde ahiret inancı olmaması sebebiyle1 Mekke’li müşrikler dünyanın zevk ve sefasına dalmışlar ve bu durum onlar için hayatın yegâne gayesi haline gelmiştir. Dolayısıyla yetimlere, yoksullara, garibanlara ve kimsesizlere zulmetmiş ve insan haklarına riayet etmemişlerdir.2 Mekke döneminde kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi ve kimsesiz çocuklara insanlık dışı muamelelerin yapılmasına karşın diğer din mensupları yapılan haksızlıklara karşı koymamış ve bu zulümleri desteklemişlerdir. Özellikle asabiyetin her alanda etkisini göstermesi neticesinde bu kimseler daha da mağdur durumu düşmüşlerdir. Risaletten önceki dönemde kabileler arası meydana gelen savaşlardan dolayı çok sayıda çocuk yetim kalmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de haklarına en fazla dikkat çekilen özellikle himaye edilip mallarının korunması istenen sınıflardan biri de yetimlerdir. Yetimleri gözetme konusunda İslâm, hususi emirler getirmiştir. Bu nedenle hem Mekkî hem Medenî ayetlerde yetimlere ilişkin hükümler özellikle göze çarpmaktadır. Kur’ân, bu zümrenin yetiştirilmesini,3 mallarının korumasını,4 barındırılmalarını5 emretmekte, haklarını çiğneyenlere şiddetli uyarılarda ve azap tehdidinde bulunmaktadır yapmaktadır.6 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) etrafında toplananlar içinde kölelerin, yetim ve mağdurların çokluğu da İslâm’ın kimsesiz çocuklar hususundaki gayesinin açık göstergesidir. 1 En’âm, 6/29; Yasîn, 36/78; Câsiye, 45/24. 2 Adem Apak, Anahatlarıyla İslam öncesi Arap tarihi ve kültürü, 2012, s. 116. 3 Bakara, 2/220. 4 Nisa, 4/2. 5 Duha, 93/6. 6 Nisa, 4/10. 1 1. ARAŞTIRMANIN AMACI VE KAPSAMI Kur’ân’ın yetimlere ilişkin hükümlerini ve bununla birlikte Müslümanlara yüklemiş olduğu sorumlulukları anlamak için Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yetimlerle olan ilişkisini ve onlara karşı ortaya koymuş olduğu uygulama ve tavsiyeleri bilmek gerekmektedir. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yetimlere karşı nasıl hareket ettiğini ve bu çerçevede ashabına hangi tavsiyeleri verdiğini ortaya koymak çalışmamızın ana gayesi olmuştur. Allahü Teâlâ’nın ilâhî emrini indirdiği ve Rasûlullah’ın (s.a.s.) ümit olarak geldiği Cahiliye Döneminde, zulüm altında inleyen, hakları çiğnenen ve hiç bir şekilde kendilerine sahip çıkılmayan mağdurlardan bir zümre de yetimler olmuştur. Yetim çocukları sahiplenenler onları korumaktan ziyade onlara daha çok zulmediyor ve başkalarının karşısında onları mahcup duruma düşürüyorlardı. Yetimlere yapılan bu muameleler meselenin ne derece mühim olduğunu ifade etmektedir. Buna dayanarak bu çalışmada hor görülen, hakkı çiğnenen ve gereken ehemmiyeti görmeyen yetimlerin durumu ön planda tutulmuştur. Yetim olarak dünyaya gelen, sevdiklerini çok küçük yaşta peş peşe kaybeden, bir yetim olarak büyüyen ve yetimliğin ne demek olduğunu çok iyi bilen Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yetimlere olan hassasiyeti üzerinde durulmuştur. 2. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ VE KAYNAKLARI Kur’ân ve sünnet yetimler üzerinde hassasiyetle durmuştur. Dolayısıyla bu çalışmada ayet ve hadisler ışığında “Hz. Muhammed’in (s.a.s.) yetimlerle ilişkisi konusu ele alınmıştır. Cahiliye ve Hz. Peygamber (s.a.s.) dönemini konu edinen çalışmanın temel kaynağı Kur’ân-ı Kerim ve hadislerdir. Cahiliye Dönemine en yakın yazılı vesika olarak kabul edilen Kur’ân-ı Kerim, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) 23 yıllık süre zarfında tedricen nâzil olduğu için yetimlerle ilgili ayetlerin bir kısmını Mekkî bir kısmını da Medenî ayetler oluşturmaktadır. İstifade edilen ayetlerin mealleri için Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir adlı çalışma tercih edilmiştir. Kur’ân- Kerim’in her ayetin detayına girmemesi ve olayların öncesi ve sonrası hakkında gelişmelerin açığa çıkarılmasına olanak sağlaması bakımından tefsir kitaplarına da mürâcaat edilmiştir. Bu açıdan geniş tarihi malzemeye yer veren et- Taberî’nin (ö. 310/923) Câmiʿu’l-beyân isimli eseri ile birlikte Fahreddin er- 2 Râzî’nin (ö. 606/1210) Mefâtîhu’l-ğayb’ı çalışmada istifade edilen başlıca tefsirlerdir. Kur’ân-ı Kerim ve tefsir kaynaklarından sonra ana kaynak olarak hadis kitapları tercih edilmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yetimlerle yaşamış olduğu olayları aktarma hususunda hadisler önemli bir yer teşkil etmektedir. Hadis müellifleri arasında öncelikle Buhârî (ö. 256/870), Müslim (ö. 261/875), Ebû Dâvûd (ö.275/889), Nesâî (ö.303/915) Tirmizî (ö. 279/892), İmam Mâlik (ö. 179/795), Dârimî (ö. 255/869) ve İbn Mâce (ö. 273/887) tercih edilmiştir. Akabinde ise Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/855) el-Müsned’i, Taberânî’nin (ö. 360/971) el- Muʿcemü’l-kebîr’i, Beyhakî’nin (ö. 458/1066) es-Sünenü’l-kebîr’i kullanılan kaynaklar arasında yer almaktadır. Tezin diğer kaynakları ise Siyer ve Meğâzî kitaplarıdır. Çalışmanın konusu itibarıyla geniş bilgi ve malzemelerin sunulduğu bu kaynaklar en fazla istifade edilen kaynakların başında gelmektedir. Hz. Peygamber’in (s.a.s) evinde büyüyen yetimlerin hayatlarını geniş bir çerçeveyle ele alan bu eserler, aynı zamanda bu yetimlerin Peygamber Efendimiz’in evinde barınmaları, Mescid-i Nebevî’de eğitim görmeleri, bizzat Hz. Peygamber’in (s.a.s.) himayesinde büyümeleri gibi pek çok konuya da açıklık getirmiştir. Araştırmada kaynak olarak gösterilenler arasında Vâkıdî’nin (ö. 207/823) Kitâbü’l-Meğâzî’si, İbn İshak’ın (ö. 151/768) Kitâbü’l- Meğâzî’si (Sîretü İbn İshâk, el-Mübtede’ ve’l-meb’as ve’l-meğâzî), İbn Hişâm’ın (ö. 218/833) es-Sîretü’n-nebeviyye’si gibi siyer kaynaklarının yanısıra pek çok tabakât ve tarih eserleri de yer almıştır. Çalışmanın birincil kaynakları arasında yer alan Tabakat kitapları, yetimlerin isimleri, künyeleri, bağlı oldukları kabîleleri, doğum ve vefat tarihleri, eşleri, çocukları, katıldıkları savaşlar, Hz. Peygamber’le (s.a.s.) yaşadıkları olaylar gibi konularda derli toplu bilgiler sunmaktadır. Bu açıdan araştırmaya derinlik kazandırma ve çok yönlü düşünmeye olanak sağlamasını yanında rivâyetler arasında bağlantılar kurarak eksik kalan kısımların tamamlanması açısından büyük öneme hâizdir. Bu alanda en fazla mürâcaat edilen kaynak İbn Sa‘d’ın (ö. 230/845) Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr isimli eseridir. Konunun muhtevası açısından kullanılan diğer tabakât kaynakları arasında Ebû Nuaym el-İsfahânî’nin (ö. 430/1038) 3 Ma‘rifetü’s-Sahâbe’si, İbn Abdülber’in (ö. 463/1071) el-İstîʿâb fî maʿrifeti’l- ashâb’ı, İbnü’l-Esîr’in (ö. 630/1233) Üsdü’l-ğâbe fî ma’rifeti’s-Sahâbe’si, Mizzî’nin (ö. 742/1341) Tehẕîbü’l-Kemâl fî esmâʾi’r-rical’i, Zehebî’nin (ö. 748/1348) Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ’sı ve İbn Hacer el-Askalânî’nin (ö. 852/1449) el-İsâbe fî temyîzi’s- Sahâbe’si yer almıştır. Cahiliye Döneminde yetimler yapılan haksız muamelelere açıklık getirmek amacıyla istifade edilen kaynaklar arasında Belâzürî’nin (ö. 279/892-93) Ensâbü’l- Eşrâf’ı, İbn Hazm’ın (ö. 456/1064) Cemheretü ensâbi’l-ʿArab’ı, Nüveyrî’nin (733/1333) Nihâyetü’l-Ereb fî Fununi’l-Edeb’i, Cevad Ali’nin (öl. 1907/1987) el- Mufassal fi Tarihi Arab Kable’l İslâm’ı yer almaktadır. Konunun pek çok açıdan ele alındığı çalışmada Arapça lügatler ve Türkçe sözlükler de kullanılmıştır. Bu açıdan başta İbn Manzûr’un (ö. 711/1311) Lisânü’l- ʿArab’ı, Fîrûzâbâdî’nin (ö. 817/1415) el-Kâmûsü’l-muhît’i, Zebîdî’nin (ö. 1205/1791) Tâcü’l-arûs min cevâhiri’l-Kâmûs’undan istifade edilmiştir. Türkçe sözlükler arasında ise Şaban Özkavukçu’nun, Siyer Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu’nun, Türkçe Sözlüğü, Mehmet Erdoğan’nın, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü gibi eserlerden istifade edilmiştir. Tezin yazımında bilimsel çalışmalardan olan yüksek lisans ve doktora tezleri, makaleler, telifler ve ansiklopedik eserler de kullanılmıştır. 4 BİRİNCİ BÖLÜM YETİM KELİMESİNİN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ VE CAHİLİYE’DE YETİMLER 5 1. YETİM KAVRAMI 1.1. Yetimin Sözlük Anlamı Yetim; kelime kökü itibariyle arapçada “yütm” (ى ـ ت ـ م) kökünden türemiş, çoğulu “eytâm, yetâmâ” olan sıfatı müşebbehe bir kelimedir. Arapça sözlüklerde, “bir olmak, yalnız olmak, tek başına kalmak, benzeri bulunmamak, zayıflık, gevşeklik ve muhtaçlık” anlamındaki yütm (يتم) kökünden türeyen yetîm kelimesi birçok anlamda kullanılmıştır.7 İhtiva ettiği bu anlamların yanında aynı zamanda birtakım nesnelerin tekliğini ve eşsizliğini ifade etmektedir. Örnek olarak, benzeri pek bulunmayan ve sedefin içinden çıkan büyük inci tanesi maddeye “dürr-i yetîm”8 kendisiden öncesi sonrasına beyit olmayan tek beyte de “beyt-i yetîm” denir.9 Her şeyin tekliğini ve yalnız halini ifade etmek için kullanılan bir kelime olması nedeniyle bazı sözlüklerde küçük çocuğun babasız kalması durumunda, onun yalnızlığını ifade etmek manasında da kullanılmıştır.10 şeklinde gelmektedir. Müfessir ,(يَتَاَمى) ve (اَْيتَام) kelimesinin çoğulu (يَتِيم) Fahreddin Râzî, bununla ilgili şöyle bir açıklama yapmıştır: (يَتِيم) kelimesinin çoğulunun (يَتَاَمى) şeklinde gelmesi mümkün değildir. Çünkü (َِتيم (فَِعي ل ) kelimesi (ي veznindedir ve ( فَِعي ل) vezninde olan kelimeler (فَْعلَى) vezni üzerine cem‘ edilirler. Zemahşerî bu konuda şu iki açıklamaya değinmiştir: (a) Yetim (يَتِيم) kelimesi (يَتَاَمى) ,(اَْيتَام) olarak çoğul hale gelmiştir. (b) (يَتِيم) kelimesinin çoğulu (م ُ ُ م) dir. Daha sonra’(يَتَائ şekline (يَتَاَمى) kelimesi (يَتَائ dönüşmüştür. Kaffal ise bu kelimenin her iki şekilde de çoğul yapılabileceğini belirtmiştir.11 Netice itibariyle (يَتِيم) kelimesinin çoğulu hem (اَْيتَام), hem de (يَتَاَمى) şeklinde gelmektedir. Bu iki kelimenin ayet ve hadislerdeki kullanımları dikkate alındığında genel olarak (اَْيتَام) daha çok erkek yetimleri; (يَتَاَمى) ise hem kız hem erkek yetim 7 Muhammed b. Ebubekir b. Abdulkadir er- Râzî, Muhtaru’s-Sihah, Beyrut,: Lübnan Yay., 1999, s.745; Seyyid Şerif Cürcani, Kitabu’t-Tarifat (Arapça Türkçe Terimler Sözlüğü), İstanbul: Bahar Yayınları, 1997, “yetim” maddesi; Luvîs Ma’lûf, el-Müncid fi’l-lüğa ve’l-edeb ve’l-ulum, Beyrut: Matbaatü’l Kathulikiyah, 1960, s. 923. 8 Şaban Özkavukçu, Siyer terimleri ve deyimleri sözlüğü, İstanbul: İz Yayıncılık, 2015, s. 114. 9 Abdüsselam Arı, “Yetim”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (DİA) C. 43, ss. 501-503. 10 İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemalüddin Muhammed b. Mükerrem, Lisanu’l-Arab, Dâru’s-sadr, Beyrut: 1990, C. 12, s. 645. 11 Fahruddin Er- Razi, Tefsir-i Kebir: Mefatihü’l- gayb, Ankara: Akçağ Yayınları, 1988, C. 22, ss. 321- 22. 6 çocuklarını ifade etmekle beraber dul ve kimsesiz kadınları da kapsadığı anlaşılmaktadır. Mufaddal, yetimliğe farklı bir anlam yükleyerek, asıl manasının ”gaflet” olduğunu, yetim kimsenin kendi lehine olan işlerin idrakine varamayacak kadar küçük olduğundan dolayı, onun “yetim” olarak isimlendirildiğini söylemiştir.12 Arapça ve Türkçe’de babasını kaybeden kimseye “yetim” denilirken, annesini kaybeden kişiye Arapça’da aciyy (عجي), Türkçe’de ise “öksüz” denilmektedir.13 Bunların yanında her ikisini ifade etmek amacıyla Latîm (لتيم) kelimesi kullanılmıştır. Ayrıca Ez-Zebîdî’nin, İbn-i Sikkît’ten naklettiği bir rivayete göre, “annesini kaybedene yetim denmez, ancak munkatı’ denilir.” ifadesinde yetim kimsenin babasını kaybeden kişi olduğu anlaşılmaktadır.14 Öksüz kavramı, “anne ve babası ölmüş çocuğu ifade etmekle beraber sadece annesi ölmüş çocuk” manasına da gelmektedir.15 “Ög” kelimesi anne manasına geldiği için kitabelerde bu kelime “annesiz” manasını ifade etmek için “ögsüz” şeklinde kullanılmıştır.16 Benzer bir şekilde eski Türklerde kullanılan “ök” kelimesi ise Divan-ı Lugati’t-Türk’te “öksüz ve şaşkın” manasında kullanılmıştır.17 “Yetim” ve “öksüz” kelimelerinin her biri farklı anlamalara işaret etse de, sonuç olarak ortada anne-babadan koparılmış bir bağın olduğu görülmektedir. Bu bağ, çocuğu hayata bağlayan, onu koruyan ve kollayan bir bağdır. Çünkü anne ve babanın çocuk hayatındaki etkisi için oluşan bu bağ son derece önemlidir. Netice itibariyle ebeveynden birinin kaybedilmesi demek, çocuğun “yalnız ve kimsesiz kalması, sahip çıkanı ve koruyanı olmaması” demektir. Yetim manasını çağrıştıran başka bir kelime olan “lakit” ise buluntu çocuk manasına gelmektedir. Bu kelime, ailesi tarafından zina korkusu veya geçim endişesi nedeniyle bir yere atılmış, ya da kaybedilmiş diri yahut ölü çocuk manasına gelmektedir.18 12 İbn Manzûr, a.g.e., C. 12, s. 645. 13 İbn Manzûr, a.g.e,, C. 12, s. 646; Ez-Zebîdî, Muhibbuddin Ebu’l-Feyz es-Seyyid Murteza, Tacu’l Arûs min Cevahiri’l-Kâmus, Kahire: Matbaatü’l-vehbiiyye, 1890, C. 17, s. 774. 14 Ez-Zebîdî, a.g.e., C. 17, s. 773. 15 Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, 9. b., Ankara: T.D.K. Yay., 1998, C. 2, s. 1722. 16 Muharrem Ergin, Orhun âbideleri, 14. b., İstanbul: Boğaziçi Basım ve Yayınevi, 1991, s. 29. 17 T.D.K. Basımevi, 1998, s. 455. 18 Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2010, s. 325. 7 Yetimin zihin dünyamızda çağrıştırdığı ilk anlam, babası ölmüş ve bu nedenle yalnız kalmış çocuktur. Böyle bir çağrışım bırakmasının nedeni kelimenin içerdiği kök anlamlardan bir tanesinin babasız çocuk manasına gelmesidir. Bu sebeple genel olarak babası vefat etmiş ve babasız bir şekilde büyümüş çocuğa yetim ismi verilir. “Başka bir görüşe göre de “yütm” kelimesinin asıl manasının bir çocuğun babasını kaybetmesi ve tek başına kalması anlamının buradan geldiği şeklindedir.”19 Çünkü babası vefat etmiş bir çocuk bir daha öz babaya sahip olamaz ve bu bağlamda onun yalnız kalması süreklilik arz eder.20 Ancak günlük dilde ve tarihten günümüze intikal etmiş yaygın kanaate göre bu isim henüz büluğa ermemiş kimselere verilmiştir. “Bu kimse işlerini yerine getiren bir kimseye muhtaç olmayacak bir duruma gelince ona artık yetim denilmez.”21 Bunun en iyi örneğini Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatında görmekteyiz. Zira Kureyş kabilesi Hz. Muhammed’e (s.a.s), “Ebû Tâlip’in yetimi” diyordu. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.) kendi mesuliyetini üzerine alacak yaşa kadar Ebû Tâlip’in himayesinde ve gözetiminde kalmıştır. Kureyş’in önde gelenleri bu ifadeyi Hz. Peygamber’in (s.a.s.) toplum içerisindeki değerini düşürmek ve onun amcasının evinde büyüdüğü için bulunduğu durumu anlatmak için kullanmışlardır.22 Nafakayı temin etmek ve ailenin sorumluluğunu üstlenmek insanlarda babaya ait bir vazife iken; hayvanlarda bu, anneye aittir. Dolayısıyla insanlarda yetim denilince, babadan mahrum kalan küçük çocuğu akla getirirken; hayvanlarda ise bu, anadan kalan hayvanı ifade etmektedir.23 Özellikle ülkemizin bazı bölgelerinde annesini kaybetmiş çocuğa da “yetim” denilmektedir. Bunun nedeni, çocuğun anne şefkatinden mahrum kalmasıdır. Çünkü babasını kaybeden çocuk himaye ve yardımdan; annesini kaybeden çocuk ise şefkatten mahrum kalır.24 Yetim kelimesi, fıkhî bir terim olarak ergenlik çağına girmemiş çocuk anlamında da kullanılmaktadır. Bu döneme eriştiği halde rüşdünü ortaya koymamış 19 İbn Manzûr, a.g.e., “acy”, “ıtm; Kamus Tercümesi, C. 4, s. 537. 20 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur‟an Dili, İstanbul: Azim Yayıncılık, 1991, C. 2, s. 504. 21 Zemahşerî, el-Keşşaf an Hakaiki Gavamizi’t-Tenzil ve Uyuni’l-Ekavil fi Vücuhi’t-Te’vil, Kahire: Daru’l-hadis, C. 1, s. 494. 22 Şadiye Yılmaz, Hz. Peygamber’in Yetimlere Karşı Davranışı, (Yüksek Lisans Tezi), Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2016, s. 3. 23 İbn Manzûr, a.g.e., C. 12, s. 645. 24 İbrahim Kâfi Dönmez, İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: 1986, C. 13, s. 401; Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, İstanbul: Kur’an Bilimleri Araştırma Vakfı (KUBA) Yay., 1997, C. 22, ss. 463-464. 8 çocuğa ve kocası ölmüş olan kadına da yetim denilir.25 “Çünkü babasını kaybeden küçük büyük herkese yetim denilse de fıkıhta yetim, henüz büluğ çağına ermemiş çocuklar için kullanılır. Bu çağa erdikten sonra da yetimliğin kalktığı bir hadiste belirtilmiştir.”26 1.2. Terim Anlamı Yetim, İslâm literatüründe terim olarak, büluğ çağına girmeden önce babasını kaybeden çocuk şeklinde tanımlanmıştır.27 Burada “büluğ öncesi” vurguya dikkat çekilmektedir. Çünkü bülûğ çağına erdikten sonra sorumlulukların üstlenilmesi ve geçiminin kişinin kendisine ait olması nedeniyle babasını kaybeden için yetim olarak bahsedilmesi çok uygun görülmemiştir. Lâkin ihtiyaçlarını göremeyecek derecede küçük olan ve henüz doğru ve yanlışın farkına varamayan bir çocuk için yetim denilmesi yerinde olacaktır. Bazı kaynaklarda yetim kelimesinin türemiş olduğu kök bakımından hem küçükler hem de büyükler için kullanılmakla birlikte şer’i ve örfi kulanım, kelimeyi sadece küçüklere tahsis etmiştir.28 Hz. Ali’den (656-661) rivâyet edilen, “Büluğa (ergenliğe) erdikten sonra yetimlik kalkar”29 hadisi de yetimin sözlük ve toplumda yaygın olarak kullanılan manasından ziyade şer’i hükmünü ortaya koyuyor. Buradan da yetim kelimesinin terim manası ortaya çıkmaktadır. “Yetim” kavramının sözlük ve fıkhî anlamlarına bakıldığında asıl yetimliğin büluğ çağına kadar babası olmayan çocuğu ifade ettiği anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.) yetimliğin ergenlik çağına kadar olduğunu, bu dönemden sonra kalkacağını hadis-i şeriflerinde şöyle ifade etmiştir: “Ergenlik çağına geldikten sonra yetimlik yoktur. Gün boyu susmak da yoktur.”30 “Bu hadise baktığımızda ergenlikten sonra kişi artık ayakta durabilecek, şahsi ihtiyaçlarını görebilecek duruma geldiğinden dolayı yetimliğin ortadan kalktığı görülmektedir. Ancak yetimliğin sona ermesi sadece ergenlikle değil rüşdüne ermekle de 25 Yazır, a.g.e., C. 8, s. 505. 26 Ebû Dâvûd, “Vesâyâ”, 9. 27 Ahmed b. Muhammed Feyyumi, el-Misbâhül-Münîr fi Garibi’ş-şerhil-Kebîr, Beyrut: Daru’l-kütübi’l- ilmiyye, 1978, C. 2, s. 679; Dönmez, a.g.e., C. 13, s. 401; Mehmet Erdoğan a.g.e., ss. 488-489. 28 Muhammed Ali Sayis, Tefsiru Ayati-l-Ahkâm, Beyrut: Daru’l-kütübi’l-ilmiyye, C. 2, s. 19. 29 Muhammed b. Süleyman Ebû Dâvûd, es-Sünen, İstanbul: Çağrı Yayınları, 1981, Vesâyâ, 9. 30 Ebû Davûd, “Vesaya”, 9, Bu hadiste geçen “gün boyu susmak” ifadesi cahiliye döneminde yapılan bir âdeti göstermektedir. Zira müşrikler itikâfta iken konuşmazlardı. Buna işaret olarak gün boyu konuşmamanın bir sevabı olmadığı Hz. Peygamber tarafından vurgulanmaktadır. 9 alakalıdır.” Dolayısıyla bu konu “yetimliğin sona ermesi” adı altında daha geniş bir çerçeveyle ele alınacaktır. Bazı İslâm ülkelerinde anne-babadan birinin kaybolması, çocuğu terk etmesi, ya da boşanma neticesinde çocuğun yalnız kalması gibi nedenlerle meydana gelen yetimlik durumunda da çocuğun hükmî açıdan yetim olduğu kabul edilmektedir.31 Çünkü babanın fizyolojik olarak olmaması yetimliği tek başına ifade etmez. Babasını kaybetmiş, bundan dolayı onun şefkatinden ve himayesinden mahrum olan çocuk asıl yetim sayılmaktadır. Kavramsal açıdan nesebi belli olmayan buluntu çocuk manasına gelen “lakît” çocuğun“ (تبني) ”veya evlat olarak kabul edilen kimse için kullanılan “tebennî ,(لقيط) hukuki durumu, yetim kavramı ile benzer durumları içermektedir. Bu meseleye günümüz açısından bakıldığında “korunmaya muhtaç çocuk” tabirini ihtiva eden kimsesiz çocukları, terkedilmiş çocukları, sokak çocuklarını, şehit çocuklarını, çalışan çocukları ve savaş çocuklarını da akla getirmektedir.”32 Yetimliğin terim manasına genel bir çerçeveyle baktığımızda yetimi, babasını veya annesini kaybetmiş ya da her ikisini de kaybetmiş çocuk olarak ifade edebiliriz. Buna ilâveten ebeveynden birisinin kaybolması ya da çocuğunu bırakıp gitmesi yetim kalmanın diğer bir nedenidir. Bütün bu manaları göz önünde bulundurduğumuzda “yetimleri; babadan veya anneden yetim, hükmî ve mecazî yetimlik; kimsesiz çocuklar, şehit çocukları ve sokak çocukları şeklinde sınıflandırabiliriz. Başka bir manasıyla yetimi, babası tarafından hukuki yollarla temsil edilme durumu olmayan ve bu nedenle babası dışındaki yakınları ya da yargı tarafından hukuken temsil edilmesi gereken küçük çocuk diye de tanımlayabiliriz.”33 1.3. Yetim Kavramının Örfî ve Kültürel Kullanımı Yetimin toplum içerisindeki konumu zamansal ve mekânsal olarak çok fazla değişikliğe uğramamıştır. Çünkü tarih boyunca savaşlar, doğal afetler, ölümler, eşlerin boşanması gibi sebeplerden, dünya üzerinde çok sayıda yetim kalmıştır. Bu gibi nedenlerden dolayı bakıma muhtaç duruma düşen yetimler her zaman toplumun koruması altında varlıklarını sürdürmüşlerdir. 31 Nurullah Eski, Hak ve Sorumlulukları Bakımından İslam Hukukunda Yetimler, (Yüksek Lisans Tezi), Konya: Selçuk Üniversitesi S.B.E., 2007, ss. 7-8. 32 Eski, a.g.e., s. 4. 33 Eski, a.yer. 10 Kültürel bağlamda yetim kavramı pek çok manalarda kullanılmıştır. Kimi toplumlarda annesini kaybeden, kimi toplumlarda ise babasını kaybeden kimse için kullanılmıştır. Bazı yerlerde ise yetim hem annesini hem babasını kaybeden kişi olarak anlaşılmıştır. Türk toplumunda ise sadece babasını kaybeden manasında kullanılmıştır.34 Örfe göre yetim, henüz kendisine sahip çıkacak ve kendisini muhafaza edebilecek yaşa ermemiş kimse için kullanılır. Bu zaviyeden bakıldığında, “yetim” kelimesi akıl ve fikir zayıflığı manasıyla da ilişkilidir. Fakat bu zayıflık kalıcı bir engelden ziyade rüşt çağına erdikten sonra ortadan kalkan geçici bir zayıflık anlamındadır. Yukarıda temas edildiği gibi ergenlikten sonra da rüştüne eremeyenler üzerinde yetim ismi, lügat ve örf açısından kalıcı olabileceği gibi, kocasından yalnız kalan dul kadınlara da yetim denir.”35 Zira Hz. Peygamber aynı şekilde, “Evlilikte yetim kadından (dul kadın) kendi nefsi için izin istenir”36 diye fade etmiştir. Dolayısıyla izin istemekten maksadın küçük çocuğun hakkı olmayacağı aşikârdır. Başka bir yerde ise: “Yetim ve kadın, bu iki zayıf hakkında Allah’tan korkunuz”37 şeklinde buyrulmuştur. Kelimenin erkek ve kadın için farklı anlamlara geldiğine dair birtakım görüşler de ortaya atılmıştır. Zira yetimle ilgili bir ayette38 ileri sürülen bir rivayette şöyle denilmektedir: “Yetim, kendisi için kazanç temin eden kimsesi ölmüş, kendisi de kazanmaktan aciz manasındadır.” Bu rivayetlere göre Elmalılı, “yaşlılık ve olgunluk devrinde bulunan erkek, akıl ve fikir bakımından zayıf ve noksan dahi olsa, ona yetim denilmediği halde, kocasından ayrılması itibarıyla zayıf ve korunmaya muhtaç durumdaki kadına büyük iken bile yetim denilmiştir” şeklinde bir değerlendirme yapmıştır. Oysa erkeğe, ancak çocukluk durumunda veya ona yakın bir çağda bulunması itibariyle yetim denir.39 Görüldüğü üzere Elmalılı, yetimliğin manasıyla ilgili farklı bir bakış açısı getirerek kocasından ayrılmış kadına da yetim denilebileceğini ifade etmiştir. 34 Arı, a.g.e., s. 501. 35 Arı, a. yer. 36 Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 23-25; Tirmizi, “Nikâh”, 18. 37 Alauddin Ali b. Hüsameddin el-Hindî el-Muttaki,, Kenzu’l-Ummal fi Süneni’l-Akvali ve’l-Ef’al, thk. Bekri Hayanî-Safvet es-Saka, Beyrut: Müessesetu’r-Risale, 1989, C. 9, s. 71. 38 İnsan, 76/8. 39 Yazır, a.g.e., C. 2, s. 504. 11 1.4. Yetimlerle İlgili Atasözleri Yetim kelimesi İslâm kültüründe ve toplumumuzda mühim bir yer edindiği için şiir, atasözleri ve nesirlerde çokça kullanılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: a) Yetime gösterilen ilginin yapaylığını ifade etmek amacıyla “yetim kızın yengesi çoktur” tabiri kullanılmıştır. b) Yetimin kimsesizliğini ifade etmek için, “Anasız oğlanın dayısı olmaz, atasız oğlanın akrabası” ve “Anasız oğlan günde yetim, atasız oğlan düğünde yetimdir” gibi cümleler kurulmuştur. c) Yetimin bahtsızlığının olduğuna işaret olarak, “yetim güler yanlış güler”, “yetim büyür ama benzi sararır” ve “yetimin ekmeği hep yanıktır” gibi halk ağzı ifadeler kullanılmıştır. d) Yetime nasıl davranılacağını betimlemek için, “yetimi kayır, açı doyur, kavgayı ayır” ifadesi kullanılmıştır. e) Yetimin malının yenilmemesi gerektiğini vurgulamak amacıyla, “yetim hakkı yedi taşı deler geçer”, “yetim malı ateşten gömlektir” ifadeleri kullanılmıştır.40 f) Yetim kimsenin kendi işini kendi başına yaptığı ve ayakları üzerinde durduğuna işaret etmek için, “öksüz oğlan göbeğini kendi keser”, “öksüzü doyur da ne yapacağına karışma” gibi deyimler kullanılmıştır.41 2. CAHİLİYE DÖNEMİNDE YETİMLERİN STATÜSÜ 2.1. İslâmiyet’ten Önce (Cahiliye Dönemi) Yetimlerin Konumu İslâmiyet’ten önce Arapların yaşadığı zaman dilimine Cahiliye Dönemi denir. Kur’ân-ı Kerim ve Hadisler’in aktardığına göre bu zaman diliminde şefkat, merhamet, vefa, adalet, hak ve hukuk gibi değerler ayaklar altına alınmıştır. O dönemde çok az değer verilen kadınlar bir met‘a gibi kullanılmış, kız çocukları ise gerek aileleri gerek görevlendirilen birileri tarafından diri diri toprağa gömülmüştür. Toplumda güç sahibi olanlar zayıf ve güçsüz kölelere çok büyük haksızlıklar 40 E. Kemal Eyüboğlu, 13. Yüzyıldan Günümüze Kadar şiirde ve Halk Dilinde Atasözleri ve Deyimler, İstanbul: Eren Yay., 1973, C. 1, s. 244. 41 Eyüboğlu, a.g.e., C. 1, s. 193. 12 yapmışlardır. O dönemde İnsanlar her ne kadar bir ilah inancı taşısa da, ibadette Allah’a ortak koştukları putlara tapmayı bir âdet haline getirmişlerdir.42 Cahiliye Döneminde yaygın olan geçimsizlik, bakımsızlık, boşanma gibi durumlardan dolayı yetim çocukların sayısı fazlaydı. Aynı zamanda Araplar arasında meydana gelen savaşlar, çarpışmalar, yağmacılık, adam öldürme, cinayet gibi nedenlerden dolayı da yetimlerin sayısı artmaktaydı.43 Cahiliye Döneminde anne ve babanın vefat etmesi durumunda yetimleri gözetmek ve onlara sahip çıkmak kabile reislerinin görevlerinden biriydi. Kabileler arasında sık sık çarpışmalar meydana geldiği için vesayet altına giren yetimlerin sayısı sürekli fazlalaşmaktaydı. Yetimler de kendilerini koruma hususunda aciz oldukları için toplum içerisinde ezilir ve hakları gasp edilirdi. Cahiliye toplumunda uygulanan bu muameleler bir sosyal problem olarak da devam etmiştir. Dolayısıyla hem Kur’ân’da hem de hadislerde bu konunun üzerinde sıkça durulmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s.) bizzat kendisi de bir yetim olarak yapılan bu uygulamalardan dolayı yetimlerin hakkını her zaman muhafaza etmiştir.44 İslâm dini gelmeden önce Araplarda yetime karşı çok haşin ve acımasız bir tutum sergileniyordu. Yetimlere haksızlıklar yapılıyor, malları gasp ediliyor, kötü davranılıyordu. Üstelik yetimlere yapılan bu muameleler Arap toplumunda sıradan bir tutum olarak değerlendiriliyordu.45 İslâm’ın yetimler konusundaki sorunu çözmedeki başarısını Kur’an-ı Kerim’deki peygamber kıssalarından görmek mümkündür. Allahü Teâlâ, İsrailoğullarından yetim haklarını gözetmeleri konusunda söz aldığını şöyle ifade etmektedir: “Hani bir vakit biz, İsrailoğullarından “Allahtan başkasına kulluk etmeyin, ana babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, iyilik edin” diye söz almış ve insanlarla güzel bir şekilde konuşun, namazı kılın, zekâtı verin, diye de 42 İbn Hişam, es- Siretü’n- Nebeviyye, trc. Hasan Ege, İstanbul: Kahraman Yayınları, 2006, C. 1, ss. 448- 449; Süleyman Tülücü, “Cahiliye Kelimesinin Mana ve Menşe’i”, Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi, sy. 4, Erzurum: 1980, ss. 279-281. 43 Uluşal, a.g.e., s. 9. 44 Mevdûdî, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı, C. 1, s. 38. 45 Adem Apak, Anahatlarıyla İslam tarihi, (1): [Hz. Muhammed (sav) dönemi, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2011, s. 68; Murat Sarıcık, İslam öncesi Dönem Cahiliye Kültürü, Isparta: Fakülte Kitabevi, 2002, s. 151. 13 emretmiştik. Sonunda pek azınız müstesna yüz çevirdiniz ve dönüp gittiniz.”46 Buradan yola çıkarak o dönemlerde de yetimlerin haklarına riayet edilmediği ve bu yüzden Allah’ın İsrail oğullarından misak aldığı görülmektedir. Bahsedildiği üzere Cahiliye Dönemi’nde yetimler ezilir ve horlanır, hakları ihlal edilir, bununla iktifa edilmeyip bir haklarının olabileceği dahi kabul edilmezdi. Yetim kızlar, eğer güzel iseler velileri tarafından mehir alınmadan nikâhlanır ve malları yenirdi. Çirkin olan yetim kızlar ise nikâhlanmazlar ve malları başkalarına gitmesin diye ölünceye kadar evlenmelerine izin verilmezdi Rivayete göre “Yetim kızlar hakkında…”47 ayetiyle ilgili Ali b. Ebî Talha şöyle demektedir: “Cahiliye devrinde, birinin yanında yetim bir kız olurdu da o kişi yetimin üzerine elbisesini atardı. O böyle yaptığında hiç kimse artık asla o kızla evlenemezdi. Yetim kız, güzel olur ve kişi de onu severse onunla kendisi evlenir ve malını yerdi; yetim kız çirkin ise kendisi onunla evlenmez ancak ölünceye kadar diğer erkeklerden onu meneder ve öldüğünde de onun varisi olurdu. Allah (c.c) bunu haram kılarak bundan menetti.”48 Yani bu dönemde “yetim”, kendisine hiçbir şey verilmeyen, hakları teslim edilmeyen, kendisine bir köleymiş gibi davranılacak ikinci sınıf bir vatandaş konumundaydı. Oysa İslâm dini kölelere de haklarının verilmesi konusunda pek çok ihtarda bulunmuştur. İslâm’dan önce yetimlere yapılan haksızlıkları Cafer b. Ebî Tâlib çok iyi bir şekilde dile getirmiştir. Habeşistan beldesine hicret eden Müslümanların öncüsü olan 616’da Ca‘fer b. Ebî Tâlib, Necâşî’nin huzurunda orada bulunan din kardeşlerini savunmak amacıyla yaptığı konuşmada o dönemin cahiliye toplumunda bulunan birçok haksızlık, zulüm ve yanlışlardan bahsederken yetim meselesine de işaret ederek, “Rasûlullah (s.a.s.) yetim malı yemekten bizi menetti”49 demiştir. Bunun yanında Ca‘fer , “Cahiliye Döneminde güçlü ve otorite sahibi kimselerin zayıf ve kimsesizleri ezdiğini söylemiş” Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ise zayıfları destekleyerek 46 Bakara, 2/83. 47 Nisa, 4/127. 48 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî, Cam’iu’l Beyân an Te’vil-i Ayi’l- Kur’an, çev. Kerim Aytekin, Hasan Karakata, C. 3, İstanbul: Hisar Yayınevi, 1996, ss. 132.133; el-Bikâî, Burhâneddîn İbrâhîm b. Ömer, Nazmü’d-Dürer fî Tenâsübi’l-Âyâti ve’s-Süver, 1. b., thk. Abdürrezzâk Ğâlib el- Mehdî, Beyrût: Dâru’l-Kütübi’l-ilmiyye, 1995, C. 5, s. 420. 49 İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdülmelik, es-Sîretü’n-Nebeviyye, thk. Mustafa es-Sakkâ, Kahire: 1955, C. I, s. 336; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, , İstanbul: Şamil Yayınevi, 1980-1981, C. 4, s. 191. 14 onların yanında olduğunu ve onlara sahip çıktığını söylemiştir.50 Aynı zamanda Rasûlullah’ın (s.a.s.) “yetim malını yemeyi Müslümanlara yasakladığını”, hak ve sorumluluklarını muhafaza ettiğini ve kendilerine de zayıf ve yetimlerin haklarını koruyup onları gözetmeleri hususunda tavsiyelerde bulunduğunu söylemiştir.51 Asabiyete dayalı olarak kabileler arasındaki kan davaları ve yıllarca süren savaşlardan dolayı ölenler, arkalarında birçok yetim bırakmıştır. Bu savaşlara “eyyâmu’l-arap” denilirdi.52 Araplar arasında sık sık meydana gelen bu gibi kanlı mücadeleler, adam öldürmek, Arabistan’da yetimlerin de çoğalmasının başlıca sebebiydi. Zira yetimleri düşünen de yoktu. Akrabaları dahi arayıp sorma gereği duymazlardı. Birçoğu babalarının mirasından mahrum kalırdı.53 Cahiliye Arap toplumunda toplum içerisinde makam ve söz sahibi olanlar zayıf kimselere karşı her zaman acımasız davranır ve onlara zulmederlerdi. “Üstelik velisi olmayan, sahipsiz, yetim çocuklara her türlü haksızlık yapılırdı. Öksüz, zavallı kızlar kimin himayesine verilirse o kişi onlara istediği şekilde davranırdı. Genç ve güzel kızlar için ise bir kurtuluş yolu yoktu. Onların ya namusları ellerinden alınır ya da zorla nikâhlanırdı. Nikâha alındıktan sonra ise kendilerine kullanılıp atılan bir mal ve eşya gibi bakılırdı.”54 Mevdûdi, aynı eserinde “İşte o yetimi itip kakar” ayetiyle ilgili ise şunları söylemektedir: “Bunun birkaç manası vardır: Birincisi, yetim kimsenin hakkını gasp eder ve babasının kendisine bıraktığı mirasa el koyarak yetimi kovar, şeklindedir. İkincisi, yetim çocuk ona yardım etmek amacıyla gelir fakat o kimse yetime merhamet etmez, böylece yanından kovar. Bundan dolayı da yetim içerisinde bulunduğu çaresizlik nedeniyle bir yere gitmez ve beklemeye devam eder fakat yine o kimse yetimi iterek kovar, şeklindedir. Üçüncüsü ise, o yetime zulmeder. Mesela, yetim bir kimseyi hanesine akraba olarak aldıysa o yetimi bütün ev halkına hizmet ettirir onu bir hizmetçi olarak kullanır. Böylece yetim çocuk o kimsenin evinde 50 Muhammad Hamidullah, çev. Mehmet Yazgan, İslâm peygamberi: hayatı ve eseri, İstanbul: Beyan Yayınları, 2004, s. 253. 51 İbn Hişam, es-Sîre, C. 1, s. 336; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, İstanbul: Şamil Yayınevi, 1980-1981, C. 4, s. 191; Muhammed Hamidullah, a.yer. 52 Cevad Ali, el-Mufassal fi Tarihi Arab Kable’l İslâm, Beyrut: 1993, C. 5, s. 341. 53 Seyyid Süleyman En-Nedvî, İslâm Ahlak Nizamı, İstanbul: Erkam Yay., 1990, s.191. 54 Ebu Ala Mevdûdî, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı, trc. N. Ahmet Asrar, İstanbul: Pınar Yay., 1992, C. 1, s. 847. 15 herkesin kahrını çekmek ve onların ihtiyaçlarını gidermek zorunda kalır, şeklindedir. Bunun yanında bu kelimeden, o şahsın bu tür davranışları ara sıra yapmadığı, tamamen alışkanlık haline getirdiği anlamı da çıkar. Yaptığı işin kötü olduğunu da düşünmez. Hiçbir şey hissetmeden bu davranışına devam eder ve yetimin hakkını yemekte bir sakınca görmez. Nihayetinde ya yetimin elinden tutar ve ona zulmeder, ya da yardım için geldiğinde onu kovar.”55 Arabistan’da, özellikle Cahiliye Döneminde yetimlere karşı çoğunlukla insani bir muamelede bulunulmamıştır. Bu sebepten dolayı Allahü Teâlâ tüm insanlığa, özellikle de o dönemin insanlarına yetim çocuklara güzel davranmalarını emretmiştir. Bunlardan biri şöyledir: “Allah’a kuluk edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babanıza iyilikte bulunun. Akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışlara, elinizin altındakilere (köle, cariye, hizmetçi) iyilik edin. Çünkü Allah, kendini beğenip övünen kimseleri sevmez.”56 Aynı zamanda başka bir ayette ise yetim çocuklara yapılan haksız muameleden nehyetmiştir: “Gördün mü, o hesap ve ceza gününü yalanlayanı! İşte odur yetimi itip kakan.”57 Bu ayet de yetimi hor görenin, itip kakanın Allah katında ne kadar kınanmış olduğunu ispat etmektedir. Şayet bu, ciddi bir konu olmasaydı, Kur’ân-ı Kerim meselenin ehemmiyetine farklı bir şekilde yaklaşırdı.58 Yetime karşı iyi davranılması gerektiğini, kötü muameleyi yasaklayan ayet ve hadis sayısı oldukça fazladır. Bu uyarılar Cahiliye Dönemi’nde yetime karşı kötü muamelenin kaldırılmasına, yetimlerin hakkı olan insani muamelenin kendilerine gösterilmesine yöneliktir. Yetimlerle ilgili ayetlerin fazla olmasının sebebi Cahiliye Döneminde onlara yapılan zulümlerin çokluğudur. Öyle ki, İslâm’dan önce yetimlerin ezilmeleri, hor görülmeleri, işkenceye maruz kalmaları sıkça vurgulanmıştır. Kur’ân’ın bu tür haykırışları yetimlere karşı yapılan zulmü ortadan kaldırmaya yöneliktir.59 55 Mevdûdî, Tefhimu’l Kur’an: Kur’an’ın anlamı ve tefsiri, çev. Muhammed Han Kayanî, İstanbul: İnsan Yay., 1991, C. 7, s. 256. 56 Nisa, 4/36. 57 Mâûn, 107/1-2. 58 Yılmaz, a.g.e., s. 11. 59 İzzet Derveze, Et-Tefsiru’l-Hadîs, İstanbul: Ekin Yay., 1998, C. 1, s. 155; Neşet Uluşal, Kur’an’da Yetimler, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: Marmara Ü.S.B.E., 2006.s. 9. 16 Cahiliye Döneminde yetimlere karşı yapılan yanlış uygulamaların kaldırmaya yönelik inen ayetlere bakıldığında da, yetimlerin mallarının ve kişisel haklarının gasp edildiği apaçık bir şekilde görülmektedir. “Kur’ân-ı Kerim’de yetimler konusu üzerinde çok durulması İslâmiyet’ten önce yetimlerin ezilme, işkence ve mahrumiyete maruz kalmalarından dolayıdır. Yetimler, kendi hakları olan miraslarını kaybediyorlar; vasi ve veliler tarafından miras haklarının yenilmesi ile karşı karşıya kalıyorlardı. Bu sebepten dolayı inen ayetler genellikle bu konulara dikkat çekmiş ve muhatap kitleyi uyarmıştır.”60 İslâmiyet’ten önce, cahiliye toplumunda yerleşmiş bir hayat tarzı olan yetimlere karşı kötü muameleler, o dönemin toplumsal bir problemi olarak görülmektedir. “Bu nedenden dolayı Kur’ân-ı Kerim ve hadislerde o dönemde meydana gelen diğer uygulamalarda olduğu gibi bu hususa da genişçe yer verilmiş ve üzerinde önemle durulmuştur. Nitekim yetimlere uygulanan kötü muameleler sürekli hatırlatılmış, onların hakları korunarak himaye altına alınmıştır. Yetimlerle ilgili karşılaşılabilecek pek çok durum, Kur’ân-ı Kerim’de ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hadislerinde gösterilmiş; böylece Müslümanların yetimlere karşı yapmaları ve kaçınmaları gereken davranışlar geniş bir çerçevede ortaya konulmuştur. 60 Eski, a.g.e., ss. 15-16. 17 İKİNCİ BÖLÜM İSLÂM’IN YETİMLERE BAKIŞI 18 1. YETİMLERLE İLGİLİ AYETLER İslâm toplumu dayanışma ruhu üzerine inşa edilmiştir. Dolayısıyla Müslüman toplum, beraber yaşadığı güçsüzlere, yoksullara ve yetimlere sahip çıkmakla yükümlüdür. Anne ve baba yokluğunu yaşamış ve bununla büyümüş yetimleri desteklemek, muhafaza etmek İslâm toplumunun en önemli vazifelerinden biridir. Bu nedenle Müslümanların yoğun yaşadığı beldelerde yetimlerin himayesi ve muhafaza edilmesi her zaman ön planda olmuştur. Kur’ân-ı Kerim, bu husus üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmuş ve Müslümanları, yetimin menfaatini gözetmeye ve malını onun için faydalı olacak bir şekilde kullanmaya çağırmıştır. Çünkü yetim çocuklar mallarını nasıl kullanacaklarını tam olarak bilmediklerinden dolayı Kur’ân-ı Kerim’de yetimlere faydalı olmanın, onlar için daha iyi olacağı belirtilmiştir. Dolayısıyla yetim çocuklara yardım etmek inanç sisteminin çerçevesinde tutulmuştur.61 Allahü Teâlâ, yüce kitabında yetimlerin durumunu ayrıntılı bir şekilde ele almış ve İslâm’ın yetimlere olan ilgisini açık bir şekilde göstermiştir. “Yetim” kelimesi Kur’ân’ı Kerimde, Nisa, Enfal, Kehf, Haşr, İnsan, Fecr, Beled, Duhâ ve Mâûn surelerinin toplam 22 ayetinde geçmektedir. Bu surelerde yetimliğin her aşamasında onlara nasıl muamele edileceği ayrıntılı şekilde bildirilmiştir. Bu ayetlere ilaveten “yetimin kefaleti ve korunması” hususunda Hz. Zekeriyya’nın (a.s.) Hz. Meryem’i (r.anhâ) himayesine aldığını belirten iki ayette62 ve “Hz. Musa’nın (a.s.) himaye edilebileceği bir aileden bahseden konuşmanın geçtiği ayette”63 yetimin himaye edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Allahü Teâlâ, vahyin gönderildiği ilk yıllarda yetimlerin haklarını gözetmek gerektiğini vurgulamıştır. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerim, nazil olmaya başladığı ilk yıllarda yetim konusuna da değinmiştir. Konuyla ilgili inen ilk ayetlerde yetimlere iyi muamele yapılması gerektiği vurgulanmıştır. Nitekim ilk 61 Seyyid Kutub, fî Zilâli’l-Kur’ân, çev. M. Emin Saraç, İ. Hakkı Şengüler, Bekir Karlığa, İstanbul: Hikmet Yayınları, C. 1, s. 371. 62 Al-i İmran, 3/37, 44. 63 Kasas, 28/12. 19 inen ayetlerde Hz. Muhammed’e, (s.a.s.) kendisinin de bir yetim olduğu hatırlatılarak, “Seni yetim bulup da barındırmadı mı? ... Öyleyse sakın yetimi ezme!”64 diye buyrulmuştur. Bu dönemde yetime iyilik edilmesi gerektiği hususunda inen ayetlerden bir diğerinde de bu konu “zor geçidi aşmak”65 şeklinde ifade edilmiş ve bu hayırlı bir amel olarak vasıflandırılmıştır.66 Allahü Teâlâ Cahiliyedeki pek çok haksız davranışı kaldırdığı gibi yetimlerle ilgili birtakım uygulamaları da değiştirmiş ve yerine insanların mağdur edilmemesine dair bir düzen getirmiştir. Bu şekilde yetimlerin sonraki hayatlarının teminat altına alınacağı belirtilmiş ve toplum içerisinde diğer insanlardan bir farklarının kalmaması için gereken önlemin alınması sağlanmıştır.67 İslâm dini, hayatın her alanında fert ve toplumun maslahatına uygun bütün düzenlemeleri getirmiştir. Yetim konusunda da cahiliyedeki haksızlıkları belirtmiş ve yapılması gerekli olan uygulamaları müslümanlara bildirmiştir. O güne kadar ezilen, hor görülen, hakları gaspedilen, sömürülen yetimleri asıl olması gereken konuma çıkarmış, haklarını tamamen vermekle beraber, hukuk tanımayanların ellerinde mağdur olmalarına da engel olmuştur. “Korunmaya muhtaç çocuklar” ifadesi son zamanlarda her geçen gün daha fazla duyulan ve hakkında sempozyumlar, konferanslar, paneller düzenlenen bir slogan haline gelmiştir. Öncelikle belirtilmesi gerekir ki İslâm dini, vahyin indiği andan itibaren bu kavramın içini en güzel şekilde doldurmuş ve bunu Müslümanların hayatında en güzel şekilde yaşamalarını sağlamıştır. 68 Yetimlerle ilgili ayetlere genel bir çerçeveyle bakıldığında Mekkî ayetlerde daha ziyade yetime iyi muamele edilmesi, kötü muameleden de kaçınılması gerektiği vurgulanmıştır. Medenî ayetlerde ise yetimlerin korunma ve himaye edilmeleri konusunda kesin hükümler ve somut önlemler zikredilir. Bunlardan bir kısmı mali açıdan onlara yardım yapılmasını ifade eder. Her ne kadar doğrudan “beytü’l-mal” ifadesi zikredilmese de belirtilen bu yardımlar yönetimin ilgilenmesi 64 Duhâ, 93/6-9. 65 Beled, 90/11. 66 Mehmet Şirin Ayral, Kur’an’ın Yetimlere Bakış Açısı, (Y.L.T.), Konya: Necmettin Erbakan Ü., S.B.E., 2007, s. 4. 67 Yahya Arslan, Hz. Peygamber’in Hadislerinde Yetimler, (Y.L.T.), Çanakkale: Çanakkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Üniversitesi, 2017, s. 26. 68 Uluşal, a.g.e., ss. 12-13. 20 gereken bir mesele olduğu için devlet hazinesinden bir kısmının yetimlere tahsis edildiğini söyleyebiliriz.69 Konuyla ilgili ayetlerin bir kısmı yetimlerle ilgili hukuki hükümleri ihtiva ederken, diğer bir kısmı da yetimlere iyi muameleyi emretmektedir. Bu bölümde alt başlıklar halinde yetimlerle ilgili ayetleri ayrıntılı bir şekilde izah edeceğiz. 1.1. Himaye Etmek Kur’ân-ı Kerîm’de yaklaşık olarak 22 ayette yetimlerin gözetilmesi emredilmiştir. Mekke’de inen ayetlerde yetimlere iyi muamele teşvik edilmekte, onlara kötü davranmaktan ise sakındırılmaktadır. İslâm devletinin kurulduğu Medine’de inen ayetlerde ise yetimlerin himaye edilmesi, mallarının gasp edilmemesi ve yetimlerin gelecek için hazırlanmaları emredilmektedir. Kur’ân’da: يَْعل َمُ هّٰللاُ ْۜمَُو ٌۜرَُوِاْنُت َخاِل طو هْمُفَِاْخَوان ك ِةَُويَْسـَٔل ونََكَُعِنُاْليَتَاٰمۜىُق ْلُاِْصََلٌحُل َهْمَُخْي ۜ ْْٰلِخَر ُّدْنيَاَُوا فِيُال هّٰللاََُعزيٌزَُحكيمٌُ َِّنُ ْۜمُا َْلَْعنَت َك هّٰللاُ ََٓشاَءُ ۜحَُِولَْوُ اْل مْفِسَدُِمَنُاْل مْصِل “Dünya ve ahiret hususunda iyice düşünesiniz diye sana yetimler hakkında soruyorlar. De ki: “Onların durumlarını düzeltmek daha hayırlıdır. Şayet onlarla birarada yaşarsanız onlar sizin kardeşlerinizdir” Allah, bozguncuyu ıslah edenden ayırır. Eğer Allah dileseydi sizi zahmete sokardı. şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”70 buyrularak yetimlerle ilgili sosyal dayanışma içerisinde olunması gerektiği vurgulanmıştır. Zira İslâm toplumunun temelini sosyal dayanışma oluşturmaktadır. Müslümanlar, kendi beldelerinde yaşayan kimsesizlerin, yoksulların, yetimlerin ve güçsüzlerin ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüdürler. Ayrıca anne-babanın desteğinden mahrum olan yetimleri himaye etmek ve muhafaza etmek önde gelen sorumluluklardandır. Ayetle ilgili olarak Ebû Ubeyd şöyle aktarmaktadır “Yetimlerle bir arada yaşamak, onların mallarına sahip çıkmak ve onlara sofrasında yer ayırmak demektir. Bakmakla yükümlü olduğu ailesinin yanında yetimin de olması kaçınılmaz bir durum olduğundan dolayı yetimin malından gerekli araştırmayı yaparak ona yeteceğini düşündüğü kadar bir miktarı alıp bunu da çoluk çocuğuna yaptığı masrafa 69 İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, İstanbul: Akçağ Yay., C. 1, s. 301; Ayral, a.g.e. s. 13; Yılmaz, a.g.e., s. 21. 70 Bakara, 2/220. 21 ilave etmesi demektir.” Netice itibarıyla kimi zaman fazlalık kimi zaman eksiklik söz konusu olabilmektedir.71 Cahiliye yaşanmış ve tarihte kalmış bir süreç değildir. Cahiliyeyi herhangi bir zaman dilimiyle sınırlı tutmamak gerekmektedir. Çünkü cehalet her zaman olan bir olgu olduğu için genel anlamda bir kültürü ve yaşayış biçimini temsil etmektedir. Ondan dolayı Cahiliye’yi daimi bir zihniyet olarak değerledirmemiz daha yerinde olacaktır.72 İslâm ise ifsâda uğramış olan toplumu ıslah etmek için gelmiştir. Bu döneme ait davranışları ekseriyetle ret etmesinin yanında bazı uygulamaları bizzat almış bazılarını da ıslah ederek kabul etmiştir. İslâm’ın ret ettiği uygulamalardan biri de bu dönemde yetimlere yapılan haksız uygulamalardır. Cahiliye Döneminde yetimlerin, kendileri korunmadığı gibi, mallarınında muhafaza edilmediği görülmektedir. Velileri tarafından adaletsiz bir şekilde kulanıldıkları ve sömürüldüklerinden dolayı İslâm dini yetimlere en iyi şekilde muamelede bulunulmasını emretmiş, onlara sahip çıkılması bağlamında müslümanlara teşvikte bulunmuş, yetimlere haksızlık etmenin ve mallarının yenilmesinin ağır bir günah olduğunu açıklamıştır. Bazı Müslümanlar bu uyarı ve teşviklerin etkisine fazlaca kapıldıkları için yetimlerin mallarını bir kenara ayırıp bunlara el sürmemek gibi yetimlerin aleyhine olacak bir tutum sergilemişlerdi. “Bu sebeple ayet, ‘yetim malına yaklaşmama, el sürmeme’ gibi uyarılarını dile getiren ayet ve hadislerin ‘art niyetlileri, işleri düzeltmekten ziyade bozmaya çalışan kesimi’ hedef aldığını, iyi niyet besleyenlerin ise yetim malına el uzatmama konusunda bundan çekinmeleri için bir sebep bulunmadığını belirtmiştir. Aynı zamanda kendilerine yetim emanet edilen kişilere, yetimleri ve mallarını korumak için bir gayret içinde bulunmaları gerektiğini hatırlatarak, ‘çekinmede aşırılığı’ tasvip etmemiş, âyetten maksadın iyi niyetli ve ıslah edici insanlara güçlük çıkarmak değil, kötü niyetli ve bozguncu insanları engellemek olduğuna dikkat çekmiştir.”73 Sonuç itibarıyla yetimlerin himayesi, Allahü Teâlâ tarafından İslam toplumları için büyük bir sorumluluk olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle Peygamber Efendimizden (s.a.s.) günümüze kadar kimsesiz çocuklara yönelik dinî ve hayrî 71 Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Câmiu Li Ahkâmi’l Kur’ân, trc. M. Beşir Eryarsoy, İstanbul: Buruc Yay., 1. b., 2000, C. 3, s. 209. 72 Apak, Anahatlarıyla İslam öncesi Arap tarihi ve kültürü, İstanbul: Ensar Neşriyat, 1. b., 2012, s. 117. 73 Hayreddin Karaman (ed.), Kur’an yolu: Türkçe meâl ve tefsir, 5. b., Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, 2014, C.1, ss. 348-349. 22 kurumlar kurulmuş, gerekli dini hassasiyeti gözetmek kaydıyla yetimler her zaman himaye edilmiştir. 1.2. İyi Muamelede Bulunmak Mekke döneminde inen ayetlerde yetimlere iyi muamelede bulunulması teşvik edilmiştir. Bu nedenle yetimleri korumak, mallarına sahip çıkmak ve onları himaye etmek toplum olarak görevimizdir. Bu görev öncelikle akrabalarının yapması gereken bir dini ve insani sorumluluktur. Şayet akrabalar yoksa o zaman bu vazife yetimin çevresindeki tüm toplumun görevi haline gelir. Dolayısıyla Allah’ın (c.c.) bize bir emanet olarak bıraktığı yetim kimselere sahip çıkmak ve onlara en iyi şekilde davranmak gerekir. İslâm’ın ilk yıllarında indirilen ayetlerde yetimler konusu üzerinde durulmuş, yetimlere güzel davranılması emredilmiş, insanlığa yakışacak şekilde onlara yaklaşılması hususunda teşvikler yapılmıştır. Konuyla ilgili ayetler şöyledir: ِئَكِةَُواْلِكتَاِبُ ْْٰلِخِرَُواْلَمُٰلَٓ هّٰللَُِواْليَْوِمُا ِبا َّرَُمْنُٰاَمَنُ َّنُاْلبِ َّرُاَْنُت َولُّواُ و جوَه كْمُقِبََلُاْلَمْشِرِقَُواْلَمْغِرِبَُوٰلِك ِب لَْيَسُاْل ِِۚبَُواَقَاَمُ ِ رقَا ََّٓسائِليَنَُوفِيُال َّسبيِلَُوال ُق ْرٰبىَُواْليَتَاٰمىَُواْلَمَساكيَنَُواْبَنُال َنَُوٰاتَىُاْلَماَلُعَُٰلىُ حبِ هُذَِويُاْل ِۚ َوالنَّبِي ِْۜسُا وُٰلَٓئَِكُالَُّذيَنُ َبأ ََّٓراِءَُوحيَنُاْل َّض ََْٓساِءَُوال ِبريَنُفِيُاْلبَأ َّصا ِۚاَُوال ِاذَاَُعاَه دو ُِهْمُ عَْهِد ِۚ َّزٰكوةََُوالُْ موف وَنُبِ َّصٰلوةََُوٰاتَىُال ال َصَدق وۜاَُوا وٰل َِٓئَكُ همُاْلمتَّق ونَُ “Yüzlerinizi doğu ya da batı taraflarına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; ona (mala) olan sevgilerine rağmen onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenene ve kölelere veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtını veren, söz verdiklerinde ahitlerini yerine getirenlerin ve sıkıntı, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. Onlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı takvaya erenlerin ta kendileridir.74 İnsanın mümin bir kul olarak yapması gerekenleri külli bir şekilde açıklayan bu ayet-i kerime insanlığın bütün üstün vasıflarını içinde toplamıştır. Buna işaretle sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Her kim, bu ayet ile amel ederse imanını kemâle erdirmiş olur.”75 Yetimlere iyi davranılmasının da insanlığın üstün 74 Bakara, 2/177. 75 Ebu’l-Berekat Abdullah b. Ahmed b. Mahmud el-Nesefî, Medariku’tTenzil ve Hakaiku’t- Te’vil (Mecma’u’t-Tefasir), İstanbul: Çağrı Yay., 1979, C. 1, s. 249. 23 vasıfları arasında sayılması, dinimizin bu konuya ne derece ehemmiyet verdiğini göstermektedir.76 Yahudi ve Hıristiyanlar, kıble ile ilgili olarak doğuya ya da batıya yönelmeyi tartışma konusu yapmışlardır. Onların bu konudaki münakaşalarının yanlış olduğuna işaret etmek üzere bu ayet nazil olmuştur. Allahü Teâlâ, doğuya ya da batıya yönelmenin iyilik olmadığını, asıl iyiliğin Allah’a, (c.c) ve iman esaslarına inanmak; akraba ve muhtaçlara yardımda bulunmak ve onlara iyilik etmek olduğunu belirtmektedir. Hâlbuki Hıristiyan ve Yahudiler iman esaslarında sapkınlıklara düştükleri gibi, iyiliği nasıl yapmaları gerektiğini bilmiyor, doğu ve batıya yönelmeyi iyilik sayıyorlardı.77 Seyyid Kutub bu ayetin tefsirinde şu açıklamayı yapmıştır: “Bu özveri, yetimlere dönük yüzü ile toplumda büyük ile küçük arasında, güçlü ile zayıf arasında bir dayanışmadır; anne baba ilgisinden ve himayesinden yoksun olan bu yavruların eksikliklerini karşılama, hayatlarındaki boşluklarını doldurma girişimidir. Böylece, toplumda başıboş kalacak çocukların bozulma tehlikesiyle karşı karşıya gelmelerine; çocuklarla ilgilenmeyen, onlara yardım eli uzatmayan toplumların felâketlerle yüz yüze gelmelerine karşı koruyucu bir önlemdir.”78 Yetime iyilik yapma hususunda ona destek olmanın ahlâkî bir teşbihi Kur’ân-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir: ُْقَربٍَةُاَْوُِمْس۪كيناًُ َُة ُف َكَُرقَبٍَةُاَْوُاِْطعَاٌمُ۪فيُيَْوٍمُ۪ذيَُمْسغَبٍَةُيَ۪تيماًُذَاَُم ََٓماُاَْدٰريَكَُماُاْلعَقَب فَََلُاْقتََحَمُاْلعَقَبَةََُو ُ ٍَة ذَاَُمتَْرب “Fakat o, sarp yokuşa göğüs geremedi. O sarp yokuş ne olduğunu bilir misin? Köle azat etmek yahut şiddetli bir açlık gününde yakını olan bir yetimi, yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.”79 “Ayetten anlaşıldığı üzere o dönem toplumunun en ağır sorunları başlıca sıralanmış ve diğer hususlarla birlikte yetimi doyurmak da ‘zor yokuşu aşmak’ gibi fevkalade hayırlı bir ahlaki amel olarak tavsif edilmiştir. Ayrıca İslâm’ın sosyal 76 Yazır, a.g.e., C.1, s. 492. 77 Kurtubî, a.g.e., C. 2, s. 484. 78 Kurtubî, a.g.e., C. 1, s. 332. 79 Beled, 90/11-16. 24 ahlâkının kapsamlı bir özeti olan bu ifadeler sınırlayıcı olmaktan ziyade yol göstericidir.”80 Konuyla ilgili bir başka âyette şöyle buyrulur: Yetime iyilik yapma hususunda ona destek olmanın ahlâkî bir teşbihi Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir: ِبِذيُاْلق ْرٰبىَُواْليَتَاٰمىَُواْلَمَسا۪كيِنَُواْلَجاِرُِذيُ ِاْحَساناًَُو ِباْلَواِلَدْيِنُ ِب۪هَُشْيـٔاًَُو هّٰللاََُوَْلُت ْشِر كواُ َواْعب دواُ ُّبَُمْنَُكاَنُ مْختَاْلًُف َخورُاً هّٰللاََُْلُي ِح َّنُ ْۜمُِا ُِلَُوَماَُملََكْتُاَْيَمان ك َّسبي َّصاِحِبُبِاْلَجْنِبَُواْبِنُال اْلق ْرٰبىَُواْلَجاِرُاْل جن ِبَُوال “Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi eş koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altındakilere (cariyelere) iyilik edin. Çünkü Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.”81 Görüldüğü gibi bu ayette Allahü Teâlâ, on tane güzel ahlaki davranış sıralamış ve bunların arasında yetimlere iyi muamele edilmesini de emretmiştir. Bunun da Allah’a kulluk etmek ve O’na şirk koşmamak gibi dinin temellerinden biri olduğunu belirtmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de mal yardımı yapılmak suretiyle kendilerine iyilik edilmesi gerekenler, anne-baba ve yakın akraba zikredilmiş daha sonra yetimler şeklinde sıralanmıştır. َّسبيِلُ يَْسـَٔل ونََكَُماذَاُي ْنِفق وَنُق ْلَُماُاَْنفَْقت ْمُِمْنَُخْيٍرُفَِلْلَواِلَدْيِنَُواْْلَْقَربيَنَُواْليَتَاٰمىَُواْلَمَساكيِنَُواْبِنُال ٌُم هّٰللاَُبِهَُعلي َّنُ َوَماُتَْفعَل واُِمْنَُخْيٍرُفَِا “Onlar Sana (Allah yolunda) hangi şeyi nafaka olarak vereceklerini sorarlar. De ki; ‘Maldan vereceğiniz şey, anne-baba, yakın akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir’. Hiç şüphesiz Allah yaptığınız bütün iyilikleri bilir.”82 Allahü Teâlâ zikredilen bu iyilikleri bir sıralamaya tabi tutmuştur. Benzer birçok ayette de83 önce anne-baba, yakın akraba daha sonra ise yetimler sıralanmıştır. Çünkü 80 Karaman (ed.), a.g.e., C. 5, ss. 626-27. 81 Nisa, 4/36. 82 Bakara, 2/215. 83 Bakara 2/83-177; Nisa 4/36. 25 iyilik yapmaya çağrılan insan şayet bu davete icabet ederse, iyiliği hangi sıralamaya göre yapması gerektiği de kendisine gösterilmektedir. Ayetten çıkarılan diğer bir husus ise kişinin bazen iyilik yapmadığı halde yapmış olduğu bir ameli iyilik olarak görmesidir. Bu sebeple Allahü Teâlâ insanları uyarmış ve yetimlerle ilgili harcamanın nasıl yapılması gerektiğini öğretmiştir. Allahü Teâlâ önceki şeriatlara da yetimlere iyiliği emretmiştir. Dolayısıyla bunun değişmeyen evrensel bir ahlak yasası olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir. İsrailoğulları’ndan yetime iyilik yapmalarını emretmiş ve bunu Kur’ân-ı Kerim’de uymaları için misak konusu yapılan emirlerin içerisinde şu şekilde zikretmiştir: هّٰللاََُوِباْلَواِلَدْيِنُاِْحَساناًَُوِذيُاْلق رُْٰبىَُواْليَتَاٰمىَُواْلَمَساكيِنُ َِّْلُ ََٓرائَُلَُْلُتَْعب دوَنُا ََُٓنيُاِْس ِاْذُاََخْذنَاُميثَاَقُب َو َّْلُقَليَلًُِمْن كْمَُواَْنت ْمُ مْعِر ضونَُ ِا َّمُتََولَّْيت ْمُ َّزٰكوةَُُۜث َّصٰلوةََُوٰات واُال َُوق ول واُِللنَّاِسُ حْسناًَُواَقي مواُال “Hani bir vakit İsrâiloğullarından, ‘Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz ve anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik yapacaksınız, insanlara güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz’ diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç sözünüzden döndünüz, hâlâ da dönmeye devam ediyorsunuz.”84 Görüldüğü üzere Allahü Teâlâ İsrâiloğullarından aldığı sözlerden birinde yetimlere iyi muamele yapılmasını istemiştir. Bu da yetimlere iyi muamelede bulunmanın eski zamanlardan beri Allah’ın (c.c.) bir emri olduğunu göstermektedir. Bunu yerine getirenler sözünde duranlar olarak vasıflandırılmışken yetime iyi muamelede bulunmayanlar ise ahitlerine sadık kalmayıp sözünden dönenler olarak ifade edilmiştir. Cahiliye Döneminde kabilecilik önemli bir statüye sahipti. Bu sebeple kimsesiz olan bir yetimin şerefli bir kabile reisinin gözetiminde olması da bu açıdan çok ehemmiyetli bir durum olmuştur. Mekke’de kabile reisi konumundaki Ebû Cehil’in, gözetiminde olduğu bir yetime yaptığı hakareti Kur’ân-ı Kerim şu şekilde açıklamıştır: ُِن ُّضَُعٰلىَُطعَاِمُاْلِمْسكي ُ َم َوَْلُي َح ُّعُاْليَتي ُِۜن فَٰذِلَكُالَّذيُي َد ِذ بُبِال دي اََراَْيَتُالَّذيُي َك 84 Bakara, 2/83. 26 “Gördün mü, dini yalanlayanı! İşte odur yetimi itip kakan ve yoksula yedirmeyi özendirmeyen.”85 “Allahü Teâlâ bu surede dini inkâr edenleri tarif ederek bunların kimler olduklarını ortaya koymuştur. Bunlar, kimsesiz ve mağdur bir durumda olan yetimi küçümseyerek onu itip kakan, aynı zamanda yoksullara yardım etmedikleri gibi başkalarını da buna teşvik etmeyen kimselerdir.”86 Ayetin iniş sebebiyle alakalı iki farklı görüş ileri sürülmüştür. Süddî, Velîd b. Muğîre hakkında, Mâverdî ise Ebû Cehil’le ilgili indiğini belirtmektedir. Ebû Cehil hakkında indirildiğiyle alakalı Elmalılı, yapmış olduğu açıklamada şöyle söylemiştir: Ebû Cehil’in, vasisi olduğu bir yetimi bulunuyordu. Bir gün o yetim çıplak bir vaziyette ona gelmiş ve kendi malından bir şey istemişti. Ebû Cehil onu iterek yanından uzaklaştırmış ve aldırmamıştı. Bu duruma şahit olan Kureyş’in önde gelenleri de yetime: ‘Muhammed’e (s.a.s.) git de sana şefaat etsin’ diyerek kendisiyle alay etmek istemişlerdi. Çocuk da onu dalgaya alan bu insanların asıl maksatlarını bilmediği için Hz. Peygamber’e (s.a.s.) gitmiş ve onun kendisine yardımcı olmasını istemişti. Muhtaç durumda olanları geri çevirmemek Peygamber Efendimizin (s.a.s.) âdeti olduğu için kalkıp Ebû Cehil’in yanına uğramış ve Ebû Cehil ‘Buyurun’ diyerek ikisini karşılamış, ardından yetimin malını vermişti. Kureyş’in büyükleri Ebû Cehil’in bu davranışı üzerine ona serzenişte bulunarak, ‘Sen de sapıttın, Muhammed (s.a.s.) gibi sabîleştin’ demişlerdi. Ebû Cehil de onların bu tepkilerine karşılık, ‘Sapıtmadım, fakat onun sağında ve solunda birer harbe (iki delikanlı) gördüm, eğer çocuğun isteğini vermeseydim beni vuracaklar diye korktum’87 demişti. Velîd b. Muğîre’yle ilgili indiğine dair rivayet edilen görüşe göre olay, yukarıda bahsi geçen Ebû Cehil’in yetime karşı davranışıyla aynı olduğu anlaşılmaktadır. 85 Mâûn, 107/1-3. 86 Karaman (ed.),a.g.e., C. 5, ss. 696-97. 87 Yazır, a.g.e., C. 9, s. 501-502. 27 Mukâtil b. Süleyman’a göre bu ayet Mekke’de putlara tapanların önde gelenlerinden olan Âs b. Vâil hakkında indirilmiştir. Çünkü Âs b. Vâil’in kıyameti yalanlaması ve kötü fiiller yapması gibi kötü vasıfları bulunmaktaydı.88 ۜ ُْث ِنْعَمِةَُرب َِكُفََح ِد ََّماُِب ْۜرَُوا ََّٓسائَِلُفَََلُتَْنَه ََّماُال ْۜرَوا ََّماُاْليَتيَمُفَََلُتَْقَه فَا “O halde sakın yetimi ezme! El açıp isteyeni de sakın boş çevirme! Rabbinin lütuflarını şükranla an.”89 Görüldüğü üzere Allahü Teâlâ, yetimin ezilmemesi gerektiğini Rasûlullah’ın (s.a.s.) şahsı üzerinden açıklamıştır. Çünkü O da (s.a.s.) babasını kaybetmiş yetim bir çocuk olarak hayata gözlerini açmıştır. Bu sebepten ötürü Allahü Teâlâ kutlu elçisine sahip çıkmış ve onu ilâhî tavsiyeleriyle desteklemiştir. Böylece Efendimizin (s.a.s.) nezdinde tüm insanlığa yetimin korunmasını emretmiştir. Yetimliği bizzat yaşayan ve Allah’tan (c.c.) bunun lütuflarını gören Hz. Peygamber, (s.a.s.) tüm bu ikramların şükür alameti olarak yetimleri hor görmemesi, onları zayıf görüp kınamaması gerektiğini anlamıştır. Çünkü Cenâb-ı Allah’ın emri bu doğrultuda olmuştur.90 Bu çerçevede yetimi incitmemeli, kendisine bir şeyler sorup aydınlanmak isteyeni geri çevirmemeli ve kendisinden yardım isteyeni azarlamamalı, gereken yardımı gücü ölçüsünde yapmalıdır. Allah (c.c.) şükürle ilgili bu özel görevleri sıraladıktan sonra “Rabbinin lütuflarını şükranla an” şeklindeki genel ve kuşatıcı bir buyrukla sureyi tamamlamıştır.91 Kur’ân-ı Kerim’de yetimlerle alâkalı hususlara bakıldığında bir kısmının inançla ilişkilendirildiği, diğerlerinin de kıssalarla örneklendirildiği görülmektedir. Dolayısıyla yetimlere yapılacak muamelenin ve güzel işlerin inancın bir gereği olduğu belirtilmiş, nefis terbiyesi için faziletli bir amel olduğu vurgulanmıştır. Allah yetimleri barındırmasını Müslümanlardan istemiş ve bunu Kur’ân-ı Kerim’de “sarp yokuşu aşmak”, “yetim malına en güzel surette yaklaşmak”, “zengin olan, 88 Razi, Tefsir-i kebir = Mefatihu’l-gayb, C. 23, s. 440. 89 Duhâ, 93/9-11. 90 Yazır, a.g.e., C.9, s. 281. 91 Karaman (ed.), a.g.e., C. 5, ss. 639-640. 28 iffetli olmaya çalışsın”, “yoksul olan uygun bir şekilde yesin” vb. ifadelerle açıklamıştır.92 Sonuç itibarıyla yetimlerle olan ilişki de iyiliği ön planda tutmak gerektiği, bunun toplumsal ve insani bir duyarlılık olduğu gerçeği göze çarpmaktadır. Ancak bu şekilde yetimler içinde bulundukları mağduriyetten kurtulur ve hayata tutunmuş olurlar. 1.3. Yetimleri Yedirmek Kur’ân-ı Kerim’de yetimlere iyilik yapılmasını emreden ayetlerin bir kısmında yetimleri yedirmek de zikredilmiştir. Cennet mükâfatına erişmiş insanların vasıflarını sıralayan Allah Teâla, sofrasında yetimi barındıran ve onlara evinin kapısını açan insanlardan bahsetmektedir. Ve bu kişilere güzel mükâfatların olacağını vurgulamıştır. Buradan çıkarılan ders ise yetimlere güzelce davranmak ve onlara sofrada yer açmak Allah’ın (c.c.) rızasını elde eden ve cennet mükâfatını kazandıran davranışlardandır. Bu konuya işaret eden ayetler şöyledir: َّطعَاَمَُعٰلىُ حبُِ هُِمْسكيناًَُويَتيماًَُواَسيراًُ ً َوي ْطِع موَنُال ُّره ُ مْستَطيرُا ِبالنَّْذِرَُويََخاف ونَُُيَْوماًَُكاَنَُش ي وف وَنُ “Onlar adadıklarını yerine getirirler ve dehşeti her yeri kuşatmış olan bir günden korkarlar. Onlar Allah’ı sevdikleri ve O’nun rızası için yoksula, yetime ve esire yedirirler.”93 Bu ayette, “Onlar Allah’ı sevdikleri ve O’nun rızası için yoksula, yetime ve esire yedirirler” diye çevrilen kısım kendileri muhtaç oldukları halde ihtiyaç sahiplerini kendilerine tercih ederler, diye de anlaşılmıştır. Zira burada iyiliğin, yardımın ve hayırseverliğin en güzel örneği sunulmaktadır. Bunu da ancak îsâr ruhlu insanlar yapabilirler.94 ًُّ ًَُّوت ِحبُّوَنُاْلَماَلُ حبا َلما ُّضوَنَُعٰلىَُطعَاِمُاْلِمْسكي ِنَُوتَأ ْكل وَنُالتَُّراَثُاَْكَلًُ َََٓحا ََّلُبَْلَُْلُت ْكِر موَنُاْليَتي َمَُوَْلُت َك ًّ َجمُا 92 Eski, a.g.e., ss. 45-46. 93 İnsan, 76/7-8. 94 Kutub, a.g.e., C. 10, s. 303. 29 “Hayır, hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz. Birbirinizi yoksulu yedirmeye teşvik etmiyorsunuz. Mirası hak hukuk demeden yiyorsunuz. Malı aşırı derecede seviyorsunuz.”95 “Hz. Peygamber, (s.a.s.) Mekke müşriklerine girmiş oldukları yolun yanlış olduğunu, bu gidişle mutlaka bir gün Allah tarafından cezalandırılacaklarını hatırlattıkça onlar da tam tersine kendi yollarının doğru olduğunu, nitekim bu vesileyle Allah tarafından kendilerine bol servetler ve ikramlar verildiğini savunuyorlardı. Bu sebeple Allah (c.c.) müşrikleri bu şekilde uyarmıştır.”96 Ayette belirtilen bu insanlar bütün hırslarıyla, arzu ve tutkularıyla malı severler. Bu mal sevgisi, müşriklerin gönüllerinde yetimlere yedirmeyi ve yoksullara iyilik etmeyi engellemiş, kalplerinde ki cömertlik duygusunu yok etmiştir. Bu da dünyevi imtihanı kaybetmelerinin sebeplerinden olmuştur.97 Müşrikler, Allah’tan bir nimet isterken buna en çok muhtaç olan yetimleri görmezden gelmişlerdir. Onlara ilgi gösterip, onlara sahip çıkarak hayatlarını düzeltmeye çalışmamışlardır. Hâlbuki yetimlere alaka gösterip onları koruyup kollamak, Allah katında çok makbul bir ameldir. Yine müşrikler insanları, yetim ve yoksulları yedirmeye, onların ihtiyaçlarını karşılamaya teşvik etmezler. Aksine ondan kaçınır, birbirlerini de bu konuda nefrete yönelik kışkırtırlar. Allah’ın vermiş olduğu nimetleri yetimlerle paylaşmak buna başkalarını da teşvik ederek bu hususta toplumsal bir duyarlılığın gelişmesine, dayanışma ve yardımlaşmanın kurumsal bir hale gelmesine yardımcı olmak Müslümanın üzerinde büyük bir sorumluluktur. İnsanoğlunun elindeki bütün nimetler bir sınanma olarak kendisine emanet edilmiştir. Bu nimetin sahibi olan Allah, yetime ikramı da emretmiştir. Ayetlerde bunu yapmayıp Allahü Teâlâ’dan ikram beklemenin yanlışlığı vurgulanmış ve bu 95 Fecr, 89/17-20. 96 Karaman (ed.), C. 5, s. 619. 97 Kurtubî, a.g.e., C. 10, s. 197. 30 emre uymayarak yetimlere karşı vazifelerini yerine getirmeyenler ciddi şekilde kınanmıştır.98 ٍَُة اَْوُاِْطعَاٌمُفيُيَْوٍمُذيَُمْسغَبٍَةُيَتيماًُذَاَُمْقَربٍَةُاَْوُِمْسكيناًُذَاَُمتَْرب “Şiddetli bir bir kıtlık gününde yakını olan bir yetimi yahut aç açık bir yoksulu doyurmaktır..”99 Ayette yakınlıktan anlaşılan nesep birliğidir. Fakat komşuluk hakkı göz önünde bulundurulduğunda burada kastedilen yakınlığın yetimin yakınında oturanların olduğu anlaşılmaktadır. Ayetin genel çerçevesine göre burada nesep ya da din yakınlığı kastedilmiştir. Miras paylaşımı esnasında, vefat eden kimsenin vâris olmayan yakınları hazır bulunabildikleri gibi yetim kalmış çocuklar ve fakir kimselerin de orada bulunmaları bir haktır. Bu şekilde bu kesimin de gönlü alınsın diye, kalan maldan onlara da bir miktar ayrılması Cenâb-ı Allah tarafından şöyle ifade edilmiştir: ً َوق ول واُل َهْمُقَْوْلًَُمْع روفاُ ِاذَاَُحَضَرُاْلِقْسَمةَُا ول واُاْلق ْرٰبىَُواْليَتَاٰمىَُواْلَمَسا۪كي نُفَاْر زق و هْمُِمْنهُ َو “Miras paylaştırılırken (kendilerine pay düşmeyen, mirasçı olmayan) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa, onları da o maldan rızıklandırın ve onlara (gönüllerini alacak) güzel sözler de söyleyin.”100 “İslâm, İnsanlara sosyal adalet, merhamet, şefkat gibi erdemlerin yapılmasını telkin eder ve bu davranışların benzeri bulunmaz bir örneğini sergiler. Vefatının ardından mal bırakan kimsenin, hukuki mirasçıları yanında, bundan payı bulunmayan uzak akrabası ve komşusu, eşi dostu arasında yoksullar ve hizmetçiler de bulunabilir. Ölen kişi; yakınları ve sevdikleri tarafından bir kayıptır. Bu kaybı kısmen telâfi etmek ve miras paylaşımı dolayısıyla muhtaçları nasiplendirmek için yetim ve yoksullara da mirastan pay verilmesi ve gönüllerinin alınması tavsiye edilmiştir. Bu vesileyle mirasçı olamayan akraba ile diğer mirasçılar arasında soğukluk, kıskançlık, dışlanmışlık gibi olumsuz duygular da önlenmiş olacaktır.”101 98 Yazır, a.g.e., s. 198. 99 Beled, 90/14-16. 100 Nisa, 4/8. 101 Karaman (ed.), C. 2, s. 21. 31 Netice itibariyle yetimlerin ve fakirlerin de miras taksiminde gözetilerek kalan mirastan rızıklandırılmaları öğütlenmiştir. Böylece gönülleri hoşnut olacak aynı zamanda vefat edenin kalan malı üzerinde meydana gelebilecek fitnelere bir set çekilecektir. 1.4. Mallarını Korumak Malın korunması dinimizin koruma altına aldığı beş temel esastan biridir. Yetimler ise kendi mallarını koruma hususunda belli bir olgunlukta olmadıkları için, Cenâb-ı Allah, onların mallarını muhafaza etmeyi Müslümanların görevi olarak belirtmiştir. Bu sebeple bir mümin kendi malını koruma hususunda göstermiş olduğu hassasiyeti yetimin malını korurken de göstermelidir. İslâm, yetimlerin gelecekte geçinme konusunda mağdur olmamaları için mallarının korunmasına önem vermiştir. Yetimler, aciz ve zayıf olmaları itibariyle mallarını koruyamazlar. Bu yüzden dinimiz, toplumsal düzenin temeli olarak belirlediği toplumsal dayanışma ilkelerine göre, yetimi ve malını korumanın toplumun tümünü ilgilendiren bir vazife olduğunu belirtmiştir.102 Kur’ân-ı Kerim ve sünnette yetim malı hususunda izlenmesi gereken yol en iyi şekilde açıklığa kavuşturulmuş ve yetim çocuğun hakkı garanti altına alınmıştır. Allahü Teâlâ’nın bu hususla ilgili emirleri şöyledir: ُْلً َِّنُاْلعَْهَدَُكاَنَُمْس ؤ ِِۚدُا ِباْلعَْه هَُواَْوف واُ ُۖ َّد َِّْلُبِالَّتيُِهَيُاَْحَس نَُحتهىُيَْبل َغُا َش َوَْلُتَْقَرب واَُماَلُاْليَتيِمُا “Ergenlik çağına ulaşıncaya kadar, yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın ve verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz sorumluluk gerektirir.”103 Allahü Teâlâ bu ayette yetimin malına yaklaşmamak ve el sürmemek üzere bir uyarıda bulunmuştur. Çünkü kıyamete kadar yetimler ve yoksullar hep var olacaklardır. Bu sebeple ayette mallarını çoğaltmak, bereketlendirmek ve nemalandırmak üzere o yetimlerin mallarına yaklaşmanızda bir sakınca yoktur, buyurarak aslında kıyamete kadar insanların yetim malına karşı nasıl davranmaları gerektiğini öğretmiştir. Bir başka ayette şöyle buyurmaktadır: 102 Ayral, a.g.e., s. 18. 103 İsrâ, 17/34. 32 ِل فُ ِِۚطَُْلُن َك ِۚ هَُواَْوف واُاْلَكْيَلَُواْلميَزاَنُِباْلِقْس َّد َِّْلُبِالَّتيُِهَيُاَْحَس نَُحُتهىُيَْبل َغُا َش َوَْلُتَْقَرب واَُماَلُاْليَتيِمُا َُن ََّك رو ِبهُلَعَلَّ كْمُتَذ ُ كْمُ هصي هّٰللاُِاَْوف وۜاُٰذِل كْمَُو ِۚىَُوبِعَْهِدُ َِّْلُ وْسعََهاَُواِذَاُق ْلت ْمُفَاْعِدل واَُولَْوَُكاَنُذَاُق ْرٰب نَْفساًُا “Ergenlik çağına erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın. Ölçüyü, tartıyı tam ve doğru yapın. Biz herkesi ancak gücünün yettiği kadarıyla sorumlu tutarız. Bir şey söylediğiniz vakit yakınınız bile olsa âdil olun. Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alıp düşünesiniz diye emretti.”104 Şüphesiz ki meşru dairede bütün insanların malları dokunulmaz ve özeldir. Yetimler ise zayıf ve korumasız olduklarından dolayı malları daha çok saldırı veya istismar edilmeye açık olmuştur. Bu nedenle Kur’ân-ı Kerim özellikle bu hususta dikkat edilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Ayrıca korumasız olan yetimin malına bütünüyle ilgisiz kalmak bu malın zaman içinde yok olmasına neden olabilmektedir. Dolayısıyla en azından bir artış sağlanması amacıyla yetimlerin mallarıyla ilgilenmeye izin verilmiş ve bunun “en iyi ve en güzel (ahsen) şekilde” olması vurgulanmıştır.105 Yetimler evlenme çağına erinceye kadar akıllarını kullanabilme, dini vazifelerini yerine getirebilme ve mallarını doğru bir şekilde harcama hususunda sınanıp imtihan edilmelidir Bülûğ öncesinde mallarını nasıl kullanacakları yönünde henüz tam bir olgunluğa ulaşmadıkları için Allahü Teâlâ bu hususu şöyle açıklamaktadır: ََٓهاُِاْسَرافاًُ ِْۚمَُوَْلُتَأ ْكل و َل ه ََٓع واُاِلَْيِهْمُاَْمَوا َِۚحُفَِاْنُٰانَْست ْمُِمْن هْمُ رْشداًُفَاْدف ِاذَاُبَلَغ واُالنِ َكا َواْبتَل واُاْليَتَاٰمىَُحتَٓهىُ ُذَاَُدفَْعت ْمُاِلَْيِهْمُاَْمَوالَُ هْمُ ِۜفُفَِا ِباْلَمْع رو ِْۚفَُوَمْنَُكاَنُفَقيراًُفَْليَأ ْكْلُ فَْليَْستَْعِف ًُّ ِنيا َوبَِداراًُاَْنُيَْكـبَ روۜاَُوَمْنَُكاَنَُغ ً هّٰللَُِحسيباُ ِبا ْۜمَُوَكٰفىُ فَاَْشِه دواَُعلَْيِه “Yetimleri nikâh çağına erdikleri zamana kadar deneyin. O vakit olgunlaştıklarını görürseniz, mallarını onlara teslim edin. Büyüyecekler (ve mallarını geri alacaklar) diye o malları israf ederek ve aceleye getirerek yemeyin. İhtiyacı olmayan (yetim malından yemeye) tenezzül etmesin. Muhtaç olan ise aklın ve dinin gereklerine uygun bir biçimde meşru bir surette (hizmetinin karşılığı kadar) 104 En’âm 6/152. 105 Karaman (ed.), C.2, s. 488. 33 yesin. Mallarını kendilerine teslim ettiğiniz zaman da yanlarında şahit bulundurun. Hesap görücü olarak ise Allah yeter.”106 Bu ayetin nüzul sebebiyle ilgili Elmalılı Hamdi şu bilgiyi vermektedir: “Rifâa vefat etmiş ve oğlu Sabit’i küçük bir çocuk olarak geride bırakmıştı. Velisi, ‘Gözetimim altında yeğenim (kardeşimin oğlu) var. Onun malından bana ne kadarı helal olur ve malını ne zaman teslim etmeliyim?’ diye Hz. Peygamber’e (s.a.s.) sorunca bu ayet nazil olmuştur.”107 Yetim çocuk, ergenlik çağına geldiğinde malının kendisine teslim edilmesi emredilmiştir. Bülûğdan sonra kendisini himaye edecek kadar olgunlaştıktan sonra mallarının eksiksiz ve hemen iade edilmesi gerektiği emredilen hususlardan biridir. Yetimin malını elinde bulunduran kimsenin, onu muhafaza etmesi ve onu garanti altına alması da vurgulanmıştır ki; burada yetim büyümeden önce malını hemen harcamaması noktasında bir uyarı yapılmıştır. Yetime sahip çıkan kimsenin onu himayesi ve bakımını üstlenmesi durumunda yetimin malından bir miktar alması, kendisinin o mala ihtiyacı bulunması halinde ise belli bir ölçüde o maldan bir şeyler yemesine de müsaade edilmiştir.108 Yetimleri koruyup gözeten ve onların malları üzerinde tasarrufta bulunan bazı veliler ciddi bir mÂişet problemiyle karşı karşıya kalabilmektedirler. Böyle bir durumda kanuna ve örfe göre yetimin malından bir pay veya ücret almalarında herhangi bir sakınca görülmemiştir. Şayet velinin ihtiyacı yoksa hem yetimin hem de toplumun menfaati gözetilmeli, bu iş başta Allah rızası gözetilerek kamu yararı düşüncesiyle yapılmalıdır.109 İnsanoğlu geçmişten günümüze kadar savaşlara, tabii felâketlere ve pek çok ölüme çare bulamamıştır. Bunların neticesinde geride anne-babalarını kaybetmiş çocuklar kalmıştır. Babasını kaybeden her yetim, kendisini ve mallarını koruyan bir veliye ihtiyaç duymaktadır. Yetimi himaye eden bu kimsenin vazifesi yetimi gözetmek, onun şahsî ve malî menfaatini koruyup kollamaktır. Yetim malıyla ilgili başka bir ayette şöyle emredilmektedir: 106 Nisa 4/6; Taberî, a.g.e., C. 2, s. 445. 107 Yazır, a.g.e., C. 2, s. 514. 108 Kurtubî, a.g.e. C. 2, s. 64. 109 Karaman (ed.), C.2, s. 488. 34 َكاَنُ حوباًَُكبيراًُ ْۜمُِانَّهُ ُِۖبَُوَْلُتَأ ْكلَٓ واُاَْمَوالَُ هْمُاِٰلَٓىُاَْمَواِل ك ِي َّط ََّدل واُاْلَخبيَثُبِال َٰٓمىُاَْمَوال َهْمَُوَْلُتَتَب َوٰات واُاْليَتَا “Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır.”110 Görüldüğü gibi yetim malı yemek büyük günah olarak ifade edilmiş ve helal malın harama karıştırılması şeklinde zikredilmiştir. Yetimi himayesi altına alan, büyütüp yetiştiren kimselere Hz. Peygamber’in, (s.a.s.) cennette kendileriyle beraber olacağı müjdesi bulunmaktadır. Bunu göz ardı eden, üstelik yetim malını yemeye, onu kendine ait kötü malla değiştirmeye kalkışan veli, bu yetkiyi kötüye kullanmış, emanete hıyanet etmiş olmaktadır. Ayette “Temiz ve iyi olanı, pis ve kötü olanla değiştirmenin” bir başka şekli de helâli bırakıp haram olanı, hakkı olmayan şeyi almak ve yemek, haramdan yararlanmaktır.111 ً ۜاًَُوَسيَْصلَْوَنَُسعيرُا َِّنُالَّذيَنُيَأ ْكل وَنُاَْمَواَلُاْليَتَاٰمىُ ظْلماًُاِنََّماُيَأ ْكل وَنُفيُب طونِِهْمُنَار ا “Şüphesiz ki haksız olarak yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.”112 Bu ayet, yetim malını haksız bir şekilde yiyenlerin karınlarına ateş dolduracaklarını bize bildirmektedir. Bu ateş hiçbir şeye benzemez ve şiddetinin derecesini Allah’tan başka kimse bilmez. Elmalılı Hamdi Yazır’ın aktardığına göre bu ayetin nazil olmasıyla halk, korkudan yetimler ile bir arada bulunmaktan kaçınmaya başlamıştır.113 Hülâsa Kur’ân-ı Kerim yetimlerin mallarını koruma hususunda pek çok uyarılarda bulunmuştur. Bu uyarılar ekseriyetle mallarının koruması, arttırılması ve belli bir düzene göre harcanması şeklinde olmuştur. Bunları göz ardı edenler ise ağır tehditlerle uyarılmışlardır.114 110 Nisa 4/2. 111 Buhârî, “Talâk”, 25, “Edeb”, 24; Müslim, “Zühd”, 42. 112 Nisa 4/10. 113 Yazır, a.g.e., C. 2, s. 516. 114 Taberî, a.g.e., s. 538; Leyla Batchaeva, İslam Hukukunda Yetimin Malının Korunması ve Kullanılması, (Y.L.T.), Ankara: Ankara Üniversitesi S.B.E., 2013, s. 40. 35 1.5. Islah Etmek Dilimize Arapçadan girmiş olan “ıslah” kelimesi, “İyi ve yararlı olmak, faydalı kılmak, düzeltmek, doğru yola iletmek, daha iyi hale getirmek” manalarında kullanılmıştır. Ayetlerden yola çıkarak yetimlerle alakalı düzeltilmesi gereken işler, yetimin kendisini ve malını ilgilendiren işler şeklinde taksim edilmiştir.115 Yetimin ıslah edilmesini yeme, içme, kıyafet ve barınma gibi sadece maddi ihtiyaçlarıyla sınırlandırmamak gerekir. Allahü Teâlâ, malının da en iyi şekilde korunmasını emretmiş, malı hususunda yatırım yapılmasını istemiştir. Bütün bunların yanında yetimin “manevi ıslahına” da dikkat edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Zira yetimin sadece bedensel olarak değil, aynı zamanda psikolojik bakımdan da iyileştirilmesi gerekmektedir. Çünkü sosyal yönlerden iyi yetiştirilmemiş bir yetim şahsi hayatında pek çok problemle karşılaşacağı gibi, içerisinde olduğu topluma da sıkıntılar yaşatabilmektedir.116 Bütün bunlardan sonra yetimi ıslah etmek mümkün değilse velisi yetime iyi muamele de bulunmakla yükümlüdür. Aynı şekilde yetim de velisine itaat etmelidir. Şayet yetim itaatsizlik eder ve bu durum huysuzluk derecesine kadar çıkarsa veli açısından bu durumun önü alınmaz hale gelmiş demektir. Hal böyle olunca o yetimin veliden alınıp bir ıslah kurumuna veya sosyal kuruma verilmesi gerekmektedir.117 İslâm’ın ilk yıllarında Müslümanlar yetimlerle beraber yemek yememeyi, onları hizmetlerinde kullanmamayı kısaca onlarla birlikte hareket etmemeyi adet haline getirmişlerdir. Yetimler bu şekilde gözlerinin önünde mağdur duruma düşünce Müslümanlar bu duruma karşı çıkmıştır. Ve yetimlere yapılan bu muameleleri Rasûlulah’a (s.a.s.) bildirmişlerdir. Bu olay üzerine Allahü Teâlâ şu ayeti indirmiştir: هُّٰللا ُيَْعل َمُ ْۜمَُو ٌۜرَُوِاْنُت َخاِل طو هْمُفَِاْخوَُان ك ِةَُويَْسـَٔل ونََكَُعِنُاْليَتَاٰمۜىُق ْلُاِْصََلٌحُل َهْمَُخْي ۜ ْْٰلِخَر ُّدْنيَاَُوا فِيُال ٌُم هّٰللاََُعزيٌزَُحكي َِّنُ ْۜمُا َْلَْعنَت َك هّٰللاُ ََٓشاَءُ ۜحَُِولَْوُ اْل مْفِسَدُِمَنُاْل مْصِل 115 Canan, a.g.e., C. 2, s. 525. 116 Uluşal, a.g.e., ss. 29-30. 117 Vecdi Akyüz, İslâm’da Yetim Hakları ve Sorumluluklarımız, İstanbul: 2010, s. 29. 36 “Sana yetimler hakkında soruyorlar. De ki: Onlar hakkında yapacağınız bir ıslah kendileri için daha hayırlıdır. Eğer onların arasına karışırsanız onlar sizin din kardeşlerinizdir.”118 Konuya açıklık getiren ayette yetimlerin mallarını onlar için ıslah etmenin (iyi yerlerde kullanmak, arttırmak vs.) ve işlerini çekip çevirmenin daha hayırlı olduğu belirtilmiştir. Yetime bakmakla mükellef olan veli, onun faydasına olacak şekilde kendi malıyla yetimin malını karıştırabilir ve bu maldan ikisi beraber istifade edebilirler. Aynı şekilde yetimin hizmetçisiyle şahsına ait işleri gördürüp kendi kölesiyle de yetimin hizmetini görmesi daha güzel bir davranış olur.119 Kısacası yetimin yararını göz önünde bulundurmayı üzerine bir vecibe olarak almış kişinin niyeti, her iki dünyada mükâfat elde etmeye yöneliktir.120 Yetimlerle alakalı âyetler gayet açıktır. Aksi bir durumda yetimlere bakanlar sıkıntı çeker, yetimler ise himayeden mahrum kalırlardı. Bu da faydadan ziyade zarara yol açardı. Lâkin İnsanları imtihan edip sıkıntıya düşüren de onlara kolaylık bahşeden de Allahü Teâlâ’dır. Bu sebeple kimin ne niyetle yetimlere yaklaştığını bilmektedir. Bundan dolayı yetimleri ıslah etme hususunda hem teşvik etmiş hem de yanlış tutum ve davranışlara karşı insanları uyarmıştır.”121 Allahü Teâlâ, yetimlerin mallarını fayda amacıyla kendi malına katanları bildiği gibi, yetime ihanet etmek ve onun malını telef etmek kastıyla bunu yapanları da bilmektedir. Sonunda O, herkesi yaptığı ameli karşılığında ya mükâfatlandıracak ya da cezalandıracaktır.122 Burada asıl dikkat edilmesi gereken husus yetimin barındığı ailede kendisini o ailenin bir ferdi olarak görmesidir. Çünkü yetim bir kimse bulunduğu evde kendisini istenmeyen biri olarak görürse bu onun psikolojisinde derin yaralar bırakır. Bu durum da onun güçsüz, zayıf ve cılız bir şekilde yetişmesine neden olur. Güçsüz 118 Bakara, 2/220. 119 Taberi, a.g.e., C. 1, s. 539. 120 Râzî, Mefaitül-Gayb, C. 6, s. 51; Uluşal, a.g.e., s. 31. 121 Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’anı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, İstanbul: Bilmen yay., 1975, C. 1, ss. 222-223. 122 Muhammed Ali Es-Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, Kahire: Dar’us- Sabûnî, 2005. C. 1, s. 126. 37 bireyi ise toplum kabul etmez. Çünkü toplum için o artık bir yük ve dezavantaj konumundadır.123 Yetimleri kendi çocuklarından ayırmamak, yediğinden yedirip, giydiğinden giydirmek, onları güzelce yetiştirip terbiye etmek, eğitimlerini en güzel şekilde yapıp onlara öz anne ve babaları gibi davranmak Müslümanların üzerinde bir mesuliyettir. 1.6. Yetimleri Evlendirmek Cahiliye Döneminde yetimlerin evlendirilmesiyle alakalı pek çok haksız muamele bulunmaktaydı. İslamiyet’in ilk yıllarında ise yetimler çoğunlukla velileri tarafından evlendirilmekte, damat adayı ve evlilikle ilgili olarak ileri sürülen şartlar konusunda da velilerin isteği belirleyici unsur olmaktaydı. Bu da hakkın kötüye kullanılması ve yetimlerin hukukunun zayi olması ihtimalini arttırmaktaydı.124 Bu duruma çözüm getirmek amacıyla Allahü Teâlâ şu ayeti indirmiştir: ََّْلُتَْعِدل واُفََواِحَدةًُ َِۚعُفَِاْنُِخْفت ْمُا ََٓساِءَُمثْٰنىَُوث ٰلَثَُو ربَا ِن ْقِس طواُفِيُاْليَتَاٰمىُفَاْنِك حواَُماَُطاَبُل َكْمُِمَنُال ََّْلُتـ َواِْنُِخْفت ْمُا ََّْلُتَـع ول واُۜ ُْۜمُٰذِلَكُاَْدٰنَٓىُا اَْوَُماَُملََكْتُاَْيَمان ك “Eğer yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, o halde size helal olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın. Buna rağmen (onlar arasında) adaletli olmayacağınızdan endişe ederseniz, o takdirde bir tek hanım alın veya sahip olduğunuz (cariye) ile yetinin. Bu, haksızlık etmemeniz için en uygun olanıdır.”125 Yetim bir kimse başkasıyla evlendirildiği zaman onun menfaatinin koruyucusu velisi olurdu. İnsanlar velayeti altındaki yetimlere sahip çıkmak, onları muhafaza etmek ve nikâhlamakla sorumludurlar. Bu sorumluluğu üstlenirken bazı zamanlar de kendileri o yetimlerle evlenmeyi tercih etmişlerdir.126 Ayette de görüldüğü gibi veli onu bizzat kendisine nikâhlayabilir. Lâkin böyle bir durumda veli, yetimin koruyucusu olmaktan çıkar. Bu ise yetimin hakkına riayetsizlik ihtimalini ortaya çıkarmaktadır. Evlilikle ilgili şartları belirlemek veliye ait olduğu için veli bu hakkı kötüye kullanabilir ve yetimin hukukunu gözetmeyebilir. 123 Cemal Ağırman, “Fert ve Toplumun Yetim ve Öksüzlere Karşı Sorumlulukları”, Din bilimleri Akademik Arastırma Dergisi, S. 2 (2007) http://dergipark.org.tr/en/download/article-file/52448, s. 18. (17.04.2020). 124 Karaman (ed.), C. 2, s. 488. 125 Nisa, 4/3. 126 Akyüz, a.g.e., s.19. 38 Dolayısıyla velilerin adaletten sapma riski karşısında, himayeleri altında bulunan ve kendileriyle evlenmeleri caiz olan yetim kızlarla evlenmek yerine, başka kadınlarla evlenmeleri Allah (c.c.) tarafından tavsiye edilmektedir.127 Hz. Âişe, (r.anhâ) “Yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız…” kısmının iniş sebebi olarak şöyle söylemektedir: “Veliler bu yetimleri sevmedikleri ve istemedikleri halde ya mallarına göz koydukları için himayeleri altındaki yetimlerle evleniyorlardı yahut da isteyerek onlarla evleniyorlardı. Fakat mehir ve çeyizlerini emsaline göre eksik belirliyorlardı.” 128 Hz. Âişe’nin bu ifadesi yukarıdaki açıklamanın tarihî bir vakıa olduğunu göstermektedir.” Aşağıdaki ayette ise Allahü Teâlâ yetim kızlarla evlenme meselesinde insanları adalete ve yetimlere karşı hakkaniyetle hareket etmeye çağırmıştır. ََٓساِءُالهتيَُْلُ ْتٰلىَُعلَْي كْمُفِيُاْلِكتَاِبُفيُيَتَاَمىُالُِن َّنَُوَماُي ي ْفتي كْمُفيِه هّٰللاُ ِۜءُق ِلُ ََٓسا َويَْستَْفت ونََكُِفيُالنِ ِۜطَُوَماُ ِباْلِقْس َّنَُواْل مْستَْضعَفيَنُِمَنُاْلِوْلَدا ِنَُواَْنُتَق و مواُِلْليَتَاٰمىُ َّنَُوتَُْرَغب وَنُاَْنُتَْنِك حو ه َّنَُماُ كِتَبُل َه ت ْؤت ون َه ً ِبهَُعليمُا هّٰللاََُكاَنُ َّنُ تَْفعَل واُِمْنَُخْيٍرُفَِا “Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: Onlar hakkında fetvayı Allah size veriyor. Kitapta, onlar için yazılanı kendilerine vermediğiniz halde evlenmek istediğiniz yetim kızlara, zavallı çocuklara ve yetimlere âdil davranmanıza dair size okunmakta olan ayetlerde bunu açıklıyor. Sizin yaptığınız her iyiliği Allah mutlaka bilir.”129 Sâbûnî, Abdullah b. Abbas’ın şöyle rivayet ettiğini bize bildirmektedir: “Cahiliye Dönemi’nde kişinin yanında bir yetim kız bulunduğunda ona sahip olduğunu göstermek için kendi elbisesini yetimin üzerine atar ve bu şekilde ona sahip olduğunu ilan ederdi. Bundan sonra da hiç kimse artık o kızla evlenmezdi. Yetim kız güzel ise ve o şahıs da onu seviyorsa onunla evlenir ve malını yerdi. Eğer çirkinse elbisesini üzerine atan kişi onunla evlenmez, ölünceye kadar başka erkeklerin onunla evlenmesini de yasaklardı. Çünkü buradaki asıl maksat yetim kız 127 Karaman (ed.), C.2, a. yer. 128 Buhârî, “Tefsîr”, 4/1. 129 Nisâ, 4/127. 39 ölünce malına varis olmaktı. Buna binaen Allah (c.c.) bu çirkin hareketi haram kılmış ve böyle bir muameleyi yasaklamıştır.”130 Hz. Âişe bu ayetle ilgili şöyle bir açıklama yapmıştır: “Hakkında fetva (açıklama) istenen kadından maksat, yanında bulunduğu velisinin, sahibi olduğu hurma ve hurmalığa varıncaya kadar her şeyine ortak olan yetim bir kadındır. Ancak bu adam, kadınla nikâhlanmak istememekle beraber, malına ortak olacak diye başkasıyla evlenmesine de izin vermemektedir. Söz konusu ayet böyle kimseler hakkında nazil olmuştur.”131 1.7. Ganimetlerden Pay Vermek Ganimet, sözlükte “bir şeyi zorluk çekmeden elde etmek” manasına gelmektedir. “Enfâl” kelimesi, “ganimetler” şeklinde çevrilmiştir. Bu kelime fazlalık manasına gelen “nefel” kavramının çoğuludur.132 Terim olarak, Müslümanların savaş yoluyla gayrimüslimlerden ele geçirdikleri her türlü mal ve esirlere ganimet denilmiştir. Bir takım ulema ise kelimeyi, savaştan sonra düşman askerlerinden elde edilen menkul mallar manasına hasretmişlerdir.133 Arapların savaşlarda ele geçirdikleri ganimetler ekseriyetle koyun ve keçi gibi mallardan oluşmaktaydı. Bu hayvanlara Arapçada “ganem” denilmesinden dolayı bu yolla alınan mallara da ganimet ismi verilmiştir. Savaş sırasında muharip olarak hazır bulunup ganimeti elde eden İslam mücahidine de Araplar “ganim” demişlerdir.134 Yetimlerin İslâmiyet’te özel bir yeri olduğu için kazanılan savaşlardan sonra elde edilen ganimetlerden bile yetimlere pay ayrılmıştır. Kur’ân-ı Kerim, yetimi koruyup kollamayı, onu hayata hazırlamayı ve babanın yokluğunu hissetmemesi için yetimin elinden tutmayı tavsiye etmiştir. Bu tavsiye ya bireysel olarak ona sahip çıkıp onu ailenin bir ferdi olarak kabul etmek, ya da devlet olarak onu gözetip gelirlerden ona pay ayırmaktır. Devlet gelirlerinden bir tanesi olan ganimetlerle ilgili taksimatı Allahü Teâlâ şöyle açıklamaktadır: 130 Sâbûnî, a.g.e., s. 283. 131 Buhârî, “Tefsîr”, 4/23; Kur’ân Yolu, C. 2, s. 153. 132 Özkavukçu, a.g.e., s. 152. 133 Mehmet Erkal, “Ganimet”, DİA, İstanbul: TDV. Yay., 2013, C. 13, s. 351. 134 Erkal, “Ganimet”, a. yer. 40 َّر سوِلَُوِلِذيُاْلق ْرٰبىَُواْليَتَاٰمىَُواْلَمسَُاكينَُُِواْبِنُ َوِلل هّٰلِلُِ خ مَسهُ ََّنُ َٓ َمواُاَنََّماَُغِنْمت ْمُِمْنَُشْيٍءُفَا َواْعل ِ لَُشْيٍءُقَديرٌُ َعٰلىُ ك هّٰللاُ ِۜنَُو ََٓماُاَْنَزْلنَاَُعٰلىَُعْبِدنَاُيَْوَمُاْلف ْرقَاِنُيَْوَمُاْلتَقَىُاْلَجْمعَُا هّٰللَُِو ِبا َّسبي ِلُاِْنُ كْنت ْمُٰاَمْنت ْمُ ال “Bilin ki, ganimet olarak aldığınız her şeyin beşte biri mutlaka Allah’ın, Rasûlünün ve ona yakınlığı bulunanların, yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmışlarındır. Eğer siz Allah’a iman etmiş, hak ile batılın ayrıldığı o gün, iki ordunun karşılaştığı o gün kulumuza indirmiş olduğumuz ayetlere inanmışsanız bunu böyle bilin ki Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”135 Müslümanlar ilk defa Bedir savaşında ganimet elde etmişlerdir.136 Bu savaşta elde edilen zaferin ardından ganimetlerin kimlere verileceği ve bunun paylaşımının nasıl olacağı konusunda Sahâbe arasında ihtilaf çıkmıştır. Böylece Allahü Teâlâ gelirlerin nasıl pay edileceğini belirlemeden önce, bu hususun ahlâkî problemine işaret etmiş ve Müslümanlara yönelik telkinlerde bulunmuştur. Allahü Teâlâ savaş ve barış ortamında müminlerin tavırlarının ve onlara yakışan davranışların nasıl olması gerektiğini açıklamıştır. Böyle bir durumda öncelik olarak neyi hedef haline getirmek gerektiğini vurgulamıştır. Buna göre her şey Allah’a (c.c.) ait olduğu gibi ganimet de O’na aittir ve bunların nasıl paylaştırılması gerektiğini de yalnızca Allahü Teâlâ bilir. Rasûlullah (s.a.s.) ise vahyi tebliğ etme ve yaşatma vazifesiyle yükümlü olduğu için ganimetlerin bölüştürülmesini bizzat kendisi yapmıştır. Yetimlere maddi anlamda verilmesi gereken ganimetlerden birisi de fey’dir. Fey kelimesi mastar olup, sözlükte “geri dönmek, şekil değiştirmek ve çevirmek” anlamlarına gelmektedir. İsim olarak, “gölge, bir yerden diğer yere dönme, güneşin gölgeyi değiştirmesi ve ganimet” manalarında kullanılmıştır.137 Fey, fiil olarak Hucurât Sûresi’nde “geri dönmek” manasında kullanılır.138 Terim olarak ise gayrimüslimlerden alınan haraç, cizye, öşür, (ticari mal vergisi) ve 135 Enfâl, 8/41. 136 Özkavukçu, a.g.e., ss. 151-152. 137 İbn Manzûr, a.g.e., C. 1, ss. 124-126; Zebidî, a.g.e., C. 1, ss. 99-100; Yazır, a.g.e., C. 7, s. 483. 138 Hucurât, 49/9; Karaman (ed.), C. 5, s.92. 41 diğer bazı gelirleri ifade eder.139 Ganimet ile benzer manaya geldiği için genel kabule göre ganimet kavramı fey’in kapsamına alınmamıştır.140 Medine Dönemi’nde gayrimüslimlerden alınan malların değerlendirilmesi, Cahiliye Devri’ndeki ganimet anlayışından farklı bir şekilde yapılmıştır. Cahiliye Dönemi’nde ele geçirilen malları zengin ve güçlüler sahiplenirdi. Hz. Peygamber (s.a.s.) ise bunun önüne geçmiş ve daha çok, ihtiyaca göre insanlar arasında pay edilmesini istemiştir. Zamanla şartların ve ihtiyaçların değişmesiyle Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu uygulamasını Hz. Ömer daha sistematik bir hale getirmiştir. Çünkü Hz. Ömer devrinde kurumsallaşma başlamıştır. Fey’ kavramının netleşmesi ve kurumsallaşması da bu dönemde meydana gelmiştir.141 139 Özkavukçu, a.g.e., s. 144. 140 Mustafa Fayda, “Fey”, DİA, İstanbul: TDV. Yay., 2013, C. 12, s. 511. 141 Fayda, a.g.e., s. 512; Kaya, a.g.e., s. 79. 42 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM HZ. PEYGAMBER’İN (S.A.S.) YETİMLERE KARŞI DAVRANIŞLARI 43 1. Hazreti Peygamber’in (s.a.s) Yetimliği Hz. Muhammed (s.a.s.) babasını kaybetmiş bir yetim olarak dünyaya geldi. Beş yaşına geldiğinde sütannesi Halîme, onu annesine teslim etti. Annesi Âmine, bu olaydan bir sene sonra oğlunu ve cariyesi Ümmü Eymen’i alarak Yesrib’e gitti. Niyeti Hz. Peygamber’in (s.a.s.) dayıları olan Benî Neccârlıları tanıması ve babası Abdullah’ın kabrini ziyaret etmesiydi. Burada yaklaşık bir ay kaldıktan sonra dönmeye karar verdi. Âmine, dönüş yolculuğunda Medine’ye ortalama yüz doksan kilometre olan Ebva köyünde hastalanarak vefat etti. Böylece doğuştan yetim olan Hz. Muhammed (s.a.s.) çok küçük yaşta da annesini kaybederek hem yetim hem de öksüz kaldı.142 Âmine vefat ettikten sonra Hz. Peygamber’e (s.a.s.) sırasıyla sütannesi, dedesi ve amcası sahip çıkmıştır. Yakın akrabaları henüz altı yaşında küçük bir çocuk olan Muhammed’i (s.a.s.) anne ve babasının eksikliğini hissetmesin diye kendi çocuklarından ayırmamışlar, hatta O’na kendi çocuklarından daha fazla değer verip sahip çıkmışlardır.143 “Abdülmuttalib, torunu Muhammed (s.a.s.) olmadan asla sofraya oturmamış vefat edinceye kadar kendisini muhafaza etmiş ve himayesinde barındırmıştır. Dedesi vefat edince amcası Ebû Tâlib yeğenini koruması altına almıştır. Bir yetime nasıl davranılması gerektiğini en iyi şekilde gösteren yengesi Fâtıma bnt. Esed, Peygamberimiz’e (s.a.s.) her zaman kendi çocuklarından daha fazla ilgi ve alaka göstermiştir.”144 “Hz. Muhammed, (s.a.s.) yengesiyle ilgili olarak bize şöyle bir hadise aktarmaktadır: Öldüğü zaman biri gelip beni uyardı ve şöyle dedi: Ey Allah’ın Râsûlü! Yaşlı bir kadının ölümünden niçin bu kadar üzüntü duyuyorsun dedi. Ben de şu karşılığı verdim: “Niçin üzüntü duymayayım? Ben yetim bir çocuk olarak 142 İbn Hişam, a.g.e., C. 1, s. 177; İbn Sa‘d, et-Tabakât’ul-Kübrâ, Beyrut: Dâru Sâdır, C. 1, s. 116; Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, thk. Muhammed Hamidullah, Jerusalem: 1963, C. 1, ss. 94-96. 143 Belâzürî, a.g.e., C. 1, s. 85. 144 İbn Hişam, a.g.e., C. 1, ss. 178-179; İbn Sa‘d, a.g.e., C. 1, ss. 119-120. 44 onun evine sığındığımda, o kendi çocuklarını aç bırakıp beni doyururdu; çocuklarını saçlarını bırakıp benim saçlarımı tarardı; velhâsıl o benim annem gibiydi.”145 Ebû Tâlip’in çocukları fazla olduğu için ev ahalisi kalabalıktı.146 Fakat o, Peygamberimizi de çocuklarından biri olarak görmüş, onu hiçbir zaman kendi çocuklarından ayırt etmemiştir. “Ebû Tâlip, ailesi kalabalık olduğu için Peygamberimiz (s.a.s.) sofraya elini uzatmadan, henüz bir şey yiyemeden sofradaki yiyecekler tükenirdi. Yeğenini çok seven ve özellikle de yetim olduğu için ona çok daha fazla ilgi gösteren amcası tekrar sofra hazırlatırdı. Ona ailesinin yokluğunu hissettirmemek için elinden gelen gayreti gösteren Ebû Tâlip, bir yetime nasıl muamele edilmesi gerektiğini en güzel şekilde göstermiştir.”147 Yakın akrabaları her ne kadar Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ilgi gösterip onu koruyup kollamışlarsa da, Kur’ân-ı Kerim, “Seni yetim bulup da barındırmadı mı?”148 ayetiyle bir yetim olan Hz. Peygamber’in (s.a.s.) asıl koruyucusunun Allahü Teâlâ olduğunu bizlere bildirmektedir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.) Kureyş kabilesinin asil bir ailesinden olmakla birlikte yetim ve himaye edilmeye ihtiyaç duymuştur. Daha sonraki süreçlerde geçirmiş olduğu meşakkatli yaşantısından dolayı Allah, o zamana kadar Hz. Peygamber’e bahşettiklerini hatırlatarak kendisini sükûnete erdirmiş, bundan sonraki hayatının güzel olacağını sonraki ayetlerde müjdelemiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) dünyaya yetim bir çocuk olarak gelmesi Allah’ın (c.c.) bir takdiridir. Çünkü kutlu elçisini bu vesileyle güzel bir şekilde terbiye etmiştir. Daha sonra Allahü Teâlâ, annesinin ve dedesinin de ruhunu alınca dünyasını ahiretinden daha hayırlı yapmak üzere kendisini himaye etmiş ve hiçbir zaman elçisini terk edip bırakmamıştır.”149 Konuyla ilgili Seleme İbn İshak’ın şöyle dediği rivayet edilmektedir: “And olsun ki, ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır.”150 “Yani ey Muhammed! Bana gelişin esnasında sana ait olup da benim 145 Belâzürî, a.g.e. C. 1, ss. 85; Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, s. 440; Hamidullah, a.g.e., s. 54. 146 İbn Hişam, a.g.e., C. 1, ss. 176; Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal, İslâm Tarihi, İstanbul: Kayıhan Yayınları, 2011, C. 1, s. 356. 147 Hamidullah, a.g.e., ss. 54-55. 148 Duha, 93/6. 149 Yazır, a.g.e., İstanbul: Azim Dağıtım, 1992, C. 9, ss. 271-272. 150 Duha, 93/4. 45 katımda bulunanlar, senin için dünyada vermiş olduğum şeref, lütuf ve ihsanlardan daha hayırlıdır.”151 Ayetle ilgili İbn Abbas dedi ki: Peygamber’e (s.a.s.) kendisinden sonra, ümmetine nasip edeceği fetihler yüce Allah tarafından gösterildi. O da bundan dolayı sevindi. Bunun üzerine Cebrail (a.s.) Yüce Allah’ın: ‘And olsun ki, ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır. Elbette Rabbin sana verecek, sen de hoşnut olacaksın’ buyruklarını indirdi.152 Allah Teâlâ Duhâ Sûresinde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) üzerindeki lütuf ve ihsanını sayarak yetimliğine dikkat çekmiştir. Babasının yokluğunda barındırma işini bizzat kendisinin üstlendiğini ifade etmiş, annesinin, dedesinin ve amcasının yanında barınmasını istemiştir.153 Bu konuyla ilgili benzer şekilde Mücahid’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: ‘Bu Arapların eşi ve benzeri olmayan şey hakkında kullandıkları ‘yetim inci’ şeklindeki sözlerine benzemektedir.’ Buna göre ayetin bir başka açıdan anlamı şöyle olmaktadır: Rabbin seni şerefin itibariyle eşsiz ve benzersiz bir kişi olarak görüp de seni koruyacak, senin etrafını çepeçevre kuşatacak, ashabıyla seni barındırıp himayeye almadı mı?154 Peygamber Efendimiz (s.a.s.) dünyaya geldiği andan itibaren Allahü Teâlâ’nın gözetiminde bulunmaktaydı. Allahü Teâlâ, bir yandan elçisini korurken öte taraftan da dolaylı olarak yakınları vesilesiyle onu muhafaza ediyordu. Kendisini barındıran yakın akrabalarının kısa bir zaman sonra ölmeleri de Allah’ın takdiridir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yetimliğinden çıkarmamız gereken asıl netice onun hem peygamberlik yönüyle, hem de bir beşer olarak kendisinin de yetimliği yaşayıp bunu en iyi şekilde anlamasıdır. Zira bunu bizzat yaşadığı için yetimlere olan muamelesi ve yaklaşımı her zaman merhamet ve hakkaniyetle olmuştur. 2. Yetim Çocuklara Muamelesi Yetim çocuklar kendileriyle ilgilenilmeye ve düşünülmeye öncelikli hak sahibi olanlar arasında yer almaktadır. Kur’ân’da, “Alemlere Rahmet”155 övgüsüyle 151 Kurtubi, a.g.e., Buruç Yay., C. 19, s. 171. 152 Kurtubi, a.g.e., a.yer. 153 İbn Hişam, a.g.e., C. 1, s. 177. 154 Kurtubî, a.g.e., ss. 172-173. 155 Enbiyâ, 21/107. 46 onurlandırılan Hz. Peygamber (s.a.s.) bu prensibi hassas bir şekilde davranışlarında göstermiştir. Rasûlullah, (s.a.s.) yetim çocukları kendi evlatlarından ayırmamış, hatta onlara daha titiz bir şekilde muamele etmiştir. Yetimleri kendi evinde barındıran Hz. Peygamber (s.a.s.) onların ihtiyaçlarını bizzat üzerine almış ve onları en güzel şekilde gözetmiştir. Habîb-i Ekrem’in (s.a.s.) himayesinde olmanın ve onun sevgisiyle büyümenin ne ölçüde arzulandığı ve gıpta edildiği, azatlı kölesi olan Zeyd b. Hârise’nin kendi ailesini bırakıp Peygamberimizin yanında kalmayı tercih etmesinden anlaşılmaktadır. Çünkü Zeyd, Rasûlullah’ın (s.a.s.) evini babasının yurduna tercih etmiştir. Bu da Rasûlullah’ın (s.a.s.) yakınındakilere ve özellikle yetimlere ne kadar hassas davrandığını gösteren en iyi bir örnektir.156 Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde yetimlerin sağlıklı bir şekilde yetişmesinde Rasûlullah’ın onlara karşı davranışları önemli bir etkendir. Çünkü çocukların, özellikle de yetimlerin sağlam bir karakterle büyümeleri son derece önemlidir. Yetim çocukların bedensel ve ruhsal açıdan sağlıklı yetişebilmesi için anne- baba sevgisinden yoksun kalmamaları gerekmektedir. Bununla birlikte ebeveynlerin çocukları üzerindeki manevi gücü ve onlara telkin ettikleri güven de son derece önemlidir.157 Yetimler bu tür duygulardan mahrum bir şekilde büyüdükleri için bu eksikliği bir nebze dahi hissettirmemeye çalışmak her bir insan üzerine vazifedir. Çünkü Allahü Teâlâ’nın; yetime anne-baba eksikliğini hissettirmeme sorumluluğunu insanlara yüklediğini dolaylı olarak ayetlerden çıkarmaktayız.158 Rasûlullah (s.a.s.) o günün Medine toplumunda yetimlerin bu eksikliği hissetmemeleri için “suffe”159 denilen yerde eğitimlerinden barınmalarına kadar bu kurumda onlara sahip çıkmıştır. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) devlet başkanı olarak yetimleri kurumsal bir yerde barındırıp onlara sahip çıkması bunun aynı zamanda toplumun önde gelenlerinin bir sorumluluğu olduğunu da göstermektedir.160 Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (s.a.s.) gerek bireysel gerek de kurumsal olarak yetimleri koruyup kollamış ve onlara her zaman özel bir ilgiyle muamelede 156 İbn Hişam, a.g.e., C. 1, ss. 264-265; Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, C. 1, ss. 154-55. 157 Ağırman, a.g.m., s. 10. 158 Nisa 4/6; En’âm, 7/152. 159 Detaylı bilgi için bkz. Mustafa Baktır, “Suffe”, DİA, İstanbul: TDV, 2009, C. 37, ss. 469-470. 160 Ağırman, a.g.m., s. 17. 47 bulunmuştur. Bu sebeple Hz. Peygamber’in (s.a.s.) elinin altında büyüyen yetimler çoğunlukla baba eksikliğini hissetmemişler, hatta Rasûlullah’ın (s.a.s.) öz babalarına tercih etmişlerdir. Bütün bunların yanında Hz. Peygamber (s.a.s.) yetim çocuklara gereği gibi davranılmasını ashabına da tavsiye etmiş ve bu ilgi ve alaka ümmet tarafından günümüze kadar hassasiyetle yerine getirilmiştir. Çünkü O, yetimlere sahip çıkıp onlarla ilgilenenlere verilecek olan dünya ve ahiret mükâfatlarından haber vererek bu ilginin kıyamete kadar canlı tutulmasını sağlamıştır. 2.1. Yetimlerle Şakalaşması Enes b. Mâlik, hicretten on sene önce Medine’de dünyaya gelmiştir. Babası, Hazrec kabilesinin Adiy b. Neccar oğullarından Malik b. Nadr, annesi ise Ümmü Süleym bnt. Melhan’dır.161 İslâm’ın ilk yıllarında babası hariç, tüm ailesi ve kabilesi Müslüman oldu. Annesi, kocasına da Müslüman olmayı teklif etse de, Malik öfkelendi ve ailesini terk ederek Şam’a gitti ve orada öldü.162 Enes b. Mâlik, henüz küçük yaşlarda yetim kalmıştı. Annesi Ümmü Süleym, Müslüman olması şartıyla Ebû Talha Zeyd b. Sehl el-Ensari’nin evlilik teklifini kabul etti. Böylece Ebû Talha İslâm’ı kabul etti ve evlilik gerçekleşti.163 Kendisinden gelen rivâyetle o, “Rasûlullah Medine’ye geldiği zaman ben 10 yaşımdaydım.” demiştir.164 Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine’ye hicret ettiğinde, İslâm’a ve Rasûlullah’a (s.a.s.) hayranlık duyan Ümmü Süleym, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) terbiyesinde yetişmesi ve O’na hizmetkâr olması için oğlunu getirmiş ve şöyle söylemiştir: “Bu Enes, sana hizmet edecek bir çocuktur, onu kabul et.” Bu sözü üzerine Peygamberimiz (s.a.s.) Enes’i aldı ve onu ekşi bir bitki anlamını taşıyan “Ebû Hamza” şeklinde künyelendirdi.165 Rasûlullah (s.a.s.) Enes’i kendi oğlu gibi görmüş ve onu hep “yavrucuğum” diye sevmiştir.166 Hz. Peygamber (s.a.s.) ona pek çok isim verdiği gibi aynı zamanda onunla şakalaşmayı da seviyordu. Bazen “Enescik”, bazen de “Ey iki kulaklı” 161 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe fî ma’rifeti’s-Sahâbe, Beyrut: Dâru’l-kutubi’l-ilmiyye, C. 1, s. 151; İbn Hacer el Askalânî, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Kahire: 1910, C. 1, s. 276; 162 İbn Hacer, Tehzîbü’t- Tehzîb, Lübnan: Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, C. 1, s. 37; İbrahim Canan, “Enes bin Mâlik”, DİA, İstanbul: 1995, C. 11, s. 234. 163 Nesâî, “Nikâh”, 63; İbn Hacer, Tehzîbü’t- Tehzîb, C.1, s. 37; Abdülaziz eş-Şennavi, Sahabe Hayatından Tablolar, çev. Taceddin Uzun, İstanbul: Uysal Kitabevi, 1982, C. 3, s. 527. 164 Buhârî, “Nikâh”, 68; İbn Sa‘d, a.g.e., C. 3, s. 396; İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîbi C. 1, s. 355-356. 165 İbn Hacer, el-İsâbe, C. 1, s. 276. 166 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 7, s. 20. 48 şeklinde seslenerek Enes’le şakalaşırdı.167 Bir defasında Rasûlullah (s.a.s.) elleriyle Enes’in zülüflerini tutarak “Ya Ze’l-Üzüneyn” diyerek ona bir şeyler söylemiştir. Bu şakalaşması Ümmü Süleym’in hoşuna gitmiş ve Enes de annesinin tavsiyesiyle Rasûlullah’ın (s.a.s.) ellerinin değdiği bu kısmı olduğu şekliyle bırakıp hiçbir zaman kesmemiştir.168 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Enes b. Mâlik’e karşı olan ilgisini ve onunla şakalaşmasını gösteren başka bir olayı Enes b. Mâlik şöyle aktarmaktadır: “Benim saçlarım öne doğru sarkar ve asılırdı. Rasulullah sarkan saçlarımı tutarak çekerdi.”169 Enes b. Mâlik, aktarmış olduğu bir hadiste şöyle demiştir: “Ümmü Süleym’in himayesinde yetim bir kız çocuğu vardı. Allah’ın Rasûlü (s.a.s.) bu yetimi gördüğünde: ‘O kız sen misin? Gerçekten de büyümüşsün! Yaşın hiç büyümesin!’ dedi. Rasûlullah’ın (s.a.s.) bu sözünden sonra yetim kız ağlar bir vaziyette Ümmü Süleym’in yanına gitti. Ümmü Süleym onu bu halde görünce: ‘Ne oldu sana ey kızcağız? (seni ağlatan şey nedir)’ diye sordu. Bunu üzerine câriye (yetim kız çocuğu): ‘Allah’ın Peygamberi (s.a.s.) bana yaşın hiç büyümesin diye beddua etti. Şimdi benim yaşım artık asla büyümeyecek. Ya da ömrüm uzamayacak!’ dedi.” Aralarında gerçekleşen bu konuşmadan sonra Ümmü Süleym hızlı bir şekilde başörtüsüne bürünerek hemen evden çıktı ve Rasûlullah’a (s.a.s.) rastladı. “Rasûlullah (s.a.s.) onu bu durumda görünce: ‘Ey Ümmü Süleym ne var ne oldu?’ diye sordu. O da: ‘Ey Allah’ın nebîsi sen benim yetim kızıma beddua mı ettin?’ deyince, Hz. Peygamber (s.a.s.):‘Ey Ümmü Süleym o da neymiş?’ diye sordu. Ümmü Süleym ise: ‘Sen ona yaşı hiç büyümesin ve ömrü uzamasın’ diye beddua etmişsin, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.) güldü ve şöyle buyurdu: ‘Ya Ümmü Süleym! Bilmez misin ki benim Rabbime şartım vardır. Ben Rabbime: Şüphesiz ben ancak bir beşerim. Bir beşerin razı olduğu gibi razı olur; kızdığı gibi de kızarım. Bundan dolayı, ümmetimden herhangi biri, hak etmediği halde onun aleyhine duada 167 İbn Hacer, el-İsâbe, C. 1, s. 71; El-İmam Şemsüddîn Muhammed ibni Ahmed ibni usman ez-Zehebî, Siyeru A’lâmü’n -Nübelâ, Müessesetü’r-risâle, C. 3, s. 402; İbrahim Canan, “Enes b. Mâlik”, C. 11, s. 234. 168 İbn’ül-Esîr, a.g.e., C. 1, s. 127; Hacer el Askalânî, el-İsâbe, s. 276. 169 Ebû Bekir el-Heysemî, Mecmeu’z-zevâid ve menbeu’l-fevâid, Beyrût-Lübnan: Dâru’l-kitab, 1967, 2. b., C. 4, s. 325. 49 bulunursam, bunu onun için bir temizlik suyu, bir zekât ve kıyamet gününde onu kendisiyle Allah’a yaklaştıracak bir ibadete çevir diye şart koştum.”170 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hadiste ifade ettiği, “ben bir beşerim, razı da olurum, kızarım da…” manasına gelen nebevi ifadesi onun beddua ettiği anlamına gelmemektedir. Söz konusu olan yetim kız çocuğu için Hz. Peygamber’in (s.a.s) kullandığı bedduanın kızgınlıktan geldiğini söylemek mümkün değildir. Aksine dua olarak kabul edilir. Çünkü Müslim’de bu hadisin başlığı, “Peygamber (s.a.s.) Bir Kimseye Hak Etmediği Halde Lanet Eder veya Söver Yahut Beddua Ederse, Bu Onun, O Kimse İçin Zekat, Ecir ve Rahmet Olacağı Babı” şeklinde geçmektedir.171 Görüldüğü gibi Rasûlullah (s.a.s.) aslında yetim kız çocuğuyla ilgilenerek ona sevgisini göstermeye çalışmıştır. Fakat kız çocuğu Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu tutumunu yanlış anlamış ve bedduaya maruz kaldığını hissederek üzülmüştür. Ancak Hz. Peygamber (s.a.s.) aslında ona duada bulunmuş ve onun hakkında Allah (c.c.)’tan hayır dilemiştir. Pek çok dilde aslı itibariyle olumsuz bir lafız olduğu halde manen olumlu olan cümleler bulunmaktadır. Bazı tarîz ifadeleri aşırı sevgi ve ilgi manasında kullanılmaktadır. Bu hadiste de kısmen bu durum vaki olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s.) toplumun içinden çıkan bir Peygamber olarak o kültürde sıkça kullanılan aşırı sevgiye dair bir cümle kullanmıştır. Bu hadisten çıkarılması gereken asıl husus, bu tarz sevgilerin caiz olacağı, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sünneti ve hayatı çerçevesinde görülmesidir. Çünkü Resûlullah (s.a.s) Müslümanlara en iyi örnektir.172 Hz. Peygamber (s.a.s.) içerisinde doğup büyüdüğü toplumun kültürüne ve sosyal hayatına hakim olması itibariyle, halkın kullandığı deyimleri de kullanmıştır. Bununla ilgili hadislerde pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin: Sevgili peygamberimiz Muâz b. Cebel’e “Annen seni kaybedesice!”173 şeklinde bir söylemde bulunmuştur. Bu cümle lafız itibariyle her ne kadar beddua olarak görülse de, mana ve amaç bakımından büyük bir sevginin göstergesidir. Çünkü Rasûlullah 170 Müslim, “Birr ve Sıla”, 88-97. 171 Müslim, “Birr ve Sıla” a.yer. 172 Ahzâb, 33/21. 173 Tirmizi, “İman”, 13. 50 (s.a.s.) Muâz’ın bizzat kendisine “Muâz ne iyi adam!”174 şeklinde iltifatta bulunmuş, onun ahirette ilim sahiplerinin önünde olacağını söylemiştir.175 Rasûlullah (s.a.s.) nadir de olsa, bazen Arapların örf, adet ve geleneklerine uyarak onlara ait bazı ifadeleri kullanmıştır. Örneğin Muaviye b. Ebî Süfyân ile ilgili “Allah karnını doyurmasın”176 ifadesi o günün toplumunda geleneksel bir deyimdir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu cümlesinin gerçek anlamda olmadığı açıktır. Çünkü yemek yemek bir suç değil insanın asli bir ihtiyacıdır. Hadis’ten anlaşıldığı kadarıyla Hz. peygamber, (s.a.s.) bir emrini Muaviye’ye iletmiştir. Fakat Enes b. Malik, Muaviye’ye Efendimizin (s.a.s.) emrini iletmemiş, onun sofra üzerinde olduğunu görünce geri dönüp durumu bildirmiştir. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu cümleyi söylemiştir. Sonuç itibariyle Resûlullah (s.a.s)’ın durup dururken o dönemde vahiy kâtibi olan Muaviye’ye beddua etmesi uzak bir ihtimal olarak görülmektedir. Beddua cümleleri karşı tarafı her zaman haksız duruma sokmaz. Şayet karşı taraf bunu hakketmemişse bunu gerçek manada anlamamak gerekir. Örneğin Hz. Peygamber (s.a.s.) bazı hanımlarına: “boğazı kesilesice”, “çocuğu olmayasıca”, “saçı traş edilesice” anlamlarına gelen cümleler kullanmıştır. Bu tür deyimler Arapların iradesizce söylediği ve herhangi bir kasıt amacı taşımayan sözlerdir.177 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şakalaştığı yetimlerden biri de Ümmü Seleme’nin yetim kalan çocuklarından biri olan Zeynep’tir. Ümmü Seleme’nin kocasının Uhud Savaşı’nda şehit düşmesi üzerine çocukları yetim kalmış daha sonra Ümmü Seleme Hz. Peygamber’le (s.a.s.) evlenmiş ve çocuklarını himaye etmiştir.178 Ümmü Seleme, Rasûlullah’ın (s.a.s.) evine babalarını kaybetmiş ve hüzünlü olan dört çocuğuyla birlikte gelmişti. Dolayısıyla Rasûlullah Ümmü Seleme’ni yetim kalan çocuklarını kendi çocuları gibi sevmiş ve onlara babalık yapmıştır. Babalarının acılarını hissettirmemek için onların gönüllerini almaya çalışmış ve onlarla şakalaşmıştır. Bir gün Ümmü Seleme’nin küçük kızı Zeynep’in yüzüne 174 Buhârî, “Fezâ’ilü’l-Ḳur’ân”, 8, “Menâkıbü’l-Ensâr”, 16; Müslim, “Fezâ’ilü’s-Sahâbe”, 119; Tirmizî, “Menâkıb”, 32; İbn Sa‘d, C. 2, ss. 347, 350. 175 Buhârî, “Fezâ’ilü’l-Kur’ân”, 8; M. Yaşar Kandemir, “Muâz b. Cebel”, DİA, İstanbul: 2005, C. 30, ss. 338-339. 176 Müslim, “Birr ve Sıla”, 88-97. 177 Mübarekfûrî Safiyyürrahman, Minnetü’l-Mün’im fî şerhi Sahih-i Müslim, Riyad: Daru’s-Selam, 1999, C. 2, s. 249; Şadiye Yılmaz, a.g.e., s. 73. 178 İbn İshak, Siret (Mübtede’ Meb’as ve Meğazi), thk. Muhammed Hamidullah, Beyrut: İhyau Turasi’l- arabî, 1981, s. 242. 51 biraz su serpmiş ve onu güldürmüştü. Yıllar sonra Zeynep yaşlanmış fakat yüzündeki gençliği hiç gitmemişti. Rasûlullah’ın (s.a.s.) şaka amacıyla yüzüne su serptiği için yüzünün hep genç kaldığı söylenmiştir.179 “Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şakalaşıp lakap verdiği yetimlerden birisi de Abdullah el-Müzenî’dir. Babasının vefat etmesi üzerine amcasının himayesine giren Abdullah İslâm’ı kabul etmiş ve uzun yıllar Müslüman olduğunu amcasından gizlemiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Medine’ye hicret etmesiyle birlikte dayanamayıp bu konuyu amcasına açması üzerine amcası çok öfkelenmiş ve onu himayesinden atarak bütün mallarını ve elbiselerini elinden almıştır. Bunun üzerine Abdullah ise annesinin evinde bulduğu bir çuvalı iki parçaya ayırarak kendisine elbise yapmış böylece Medine’ye gitmiş ve gece vakti Mescid-i Nebî’ye varıp orda uyumuştur.”180 Rasûlullah (s.a.s.) sabah namazını kıldırdıktan sonra iki çuval parçası içinde olan Abdullah’ı görmüş ve ona kim olduğunu sormuştur. Abdullah’ın kendisini tanıtıp isminin Abduluzza demesi üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.), “Sen iki çuvallı Abdullah’sın” diyerek onunla şakalaşmış ve ismini Abdullah olarak değiştirmiştir. Böylece Abdullah Rasûlullah’ın (s.a.s.) kendisine vermiş olduğu “iki çuvallı” manasına gelen “Zü’l-Bicâdeyn” ismiyle meşhur olmuştur.”181 2.2.Yetimlere Karşı Şefkatli ve Merhametli Olması Allah Rasûlü (s.a.s.) yetimlere merhametli davranmakla ilgili şöyle buyurmuştur: “Beni hakla gönderen Allah’a yemin olsun ki, yetime merhamet edene, ona yumuşak konuşana, onun yetim olmasına ve zayıflığına acıyana ve Allah’ın kendisine bahşettiği imkânlarla şımarıp komşusuna üstten bakmayana, Allah kıyamet gününde azap etmez.”182 Bu hadisiyle Hz. Peygamber (s.a.s.) azaba uğramamanın yollarından birisinin de yetime merhametle muamele etmek, yumuşak bir üslup kullanmak ve ona acımak olduğunu bize bildirmiştir. Anne baba sevgisi bir çocuğun gelişimi için en önemli unsurlardan biridir. Çünkü bu, çocuğun kalbine şefkat ve merhameti yerleştirmektedir. Yetimler bu tür 179 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî, Beyrut: Dâru ihyâi’t-türâsi’l-arabî, C. 24, ss. 280-282; İbn Hacer, el-İsabe, C. 8, s. 96. 180 İbn Hacer, El-İsâbe; C. 4, ss. 98-99. 181 İbn Hacer, El-İsâbe; C. 4, ss. 98-99; İbn ishak, es-Sîre, C. 5, ss. 273-274. 182 İbni Hanbel a.g.e., ss. 263, 387. 52 hislerden mahrum oldukları için toplum içerisinde onlara bu duyguları yaşatan bireylere ihtiyaç duyarlar. Hz. Peygamber (s.a.s.) bunu tecrübe ettiği için yetim çocukların hissiyatını çok önemsemiştir. Dolayısıyla onların ne tür şeylerle mutlu olacağını çok iyi bilen bir peygamber olarak yetimlere merhametli davrandığını Beşir b. Akrebe’den biliyoruz. Ne zaman ve nerede doğduğu tam olarak bilinmeyen Beşir b. Akrebe el- Cühenî, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bizzat ilgilendiği ve babalık yaptığı yetim çocuklardan birisidir. Bazı rivayetlere göre adı “Bişr” olarak bize ulaşmışsa da kaynakların çoğunluğu isminin “Beşîr” olduğunu söylemektedir. Beşîr ismini kendisine Resûlullah verimiştir. Ondan önceki ismi Bahîr’dir. “Ebû’l-Yemân” künyesiyle tanınan Beşîr, Cüheyne kabilesine mensuptur. Bir süre sonra Filistin’e yerleşmiştir. Kaynaklara göre Filistin’e yerleşen ilk sahabi olarak bilinen Beşîr aynı zamanda “el-Filistînî” adıyla da bilinmektedir. Hicri 85 yılında aynı şehrin Kûr köyünde vefat etmiştir.183 Hicretin 3. yılında meydana gelen Uhut savaşında şehit olan sahabîlerden birisi de Beşîr b. Akrebe’nin babasıdır. Bu sebeple yetim kalmış ve Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisini ziyarete gitmiştir. Rasûlullah’ın (s.a.s.) bu ziyaretini şöyle aktarmaktadır: “Babam, katıldığı gazvelerin birinde şehit oldu. Rasûlullah da bizzat o savaşta olduğu ve babamın durumundan haberdar olduğu içine bize uğradı. Ben de o sırada ağlıyordum. Rasûlullah ağladığımı görünce bana şöyle buyurdu: ‘Sus, ağlama! Ben senin baban, Âişe de senin annen olsa razı olmaz mısın?’ diyerek beni teselli etti.184 Ben de Rasûlullah’ın bu teklifine çok sevinerek: ‘Evet, razı olurum yâ Rasûlullah! Anam babam sana feda olsun’ şeklinde karşılık verdim.”185 Bir yetim olan Hz. Peygamber (s.a.s.) babanın şefkat ve merhametinin nasıl olduğunu kendisine baba gibi sahip çıkanlardan öğrenmiştir. Dolayısıyla yetimleri kendi çocukları gibi görmüş ve onlara babalarını aratmamıştır. Rasûlullah’ın (s.a.s.) Beşîr b. Akrebe’ye karşı göstermiş olduğu merhametli davranışı Beşîr’i o kadar etkilemiştir ki, hayatı boyunca Allah Rasûlü (s.a.s.)’nün bu sözünü unutmamıştır. Rasûlullah’a o kadar bağlanmıştır ki daha sonraki yıllarda halife olan Abdülmelik b. 183 İbn’ül-Esîr, a.g.e., C. 1, s. 401 184 Kandehlevî, Hayatu’s-sahâbe, C. 3, s. 256. 185 Buhârî, Tarih-i Kebir, Beyrut: Dar’ul-Fikr, 1986, C. 2, s. 78; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, C. 4, s. 60. 53 Mervan’ın teklifini reddetmiştir. Abdülmelik, Amr b. Saîd’i öldürdüğünde bu durumla alâkalı Beşîr’den bir şeyler söylemesini istemiştir. O da Hz. Peygamber (s.a.s.)’den “Sırf gösteriş ve riya için konuşmaya kalkışanı, Allah kıyamet günü riya ve gösteriş makamında tutar.”186 sözünü işittiğini söylemiş ve halifenin teklifini geri çevirmiştir. 2.3. Yetimlerin Başını Okşaması Hz. Peygamber (s.a.s.) yetimlerin gönüllerini kazanmak için daima başlarını okşar ve Sahâbesine de bunu tavsiye ederdi. Bir hadîste: “Bir kimse yalnızca Allah’ın rızasını gözeterek bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona mükâfat vardır” 187 şeklinde buyurarak bu amelin ne derece büyük bir mükâfat olduğunu müjdelemiştir. Rasûlullah’ın (s.a.s.) yetim sahâbîlerin başını okşadığına dair örneklerini şöyle sıralayabiliriz: Beşîr b. Akrebe, henüz küçük bir çocukken babası Akrebe ile birlikte Hz. Peygamber (s.a.s.)’i ziyarete gitmiş; Rasûlullah (s.a.s.) da onu yanına oturtarak başını okşamıştır. Dilinde kekemelik olduğundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.s.) ona dua etmiş ve onun bu hastalığı geçmiştir. Yaşlandığında saçlarının beyazladığı fakat Hz. Peygamber’in (s.a.s.) başını okşayarak elini değdirdiği kısımların siyah kaldığı rivayet edilmiştir.188 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) başını okşayıp sakip çıktığı yetimlerden biri de Ca‘fer b. Ebî Tâlip’in yetim kalmış çocuğudur. Ca‘fer, Mu’te Savaş’ında şehit olmuştu. O esnada oğlu Abdullah sekiz yaşlarındaydı. Hz. Peygamber (s.a.s.) Ca‘fer ’in şehit olduğunu öğrendiğinde hemen evine gitmiş, gözyaşları içinde çocuklarını bağrına basıp koklamış ve saçlarını okşamıştır.189 Babası Habeşistan’a ilk hicret eden sahâbîlerden olan Abdullah b. Ca‘fer, Habeşistan’da doğan ilk Müslüman çocuktur. Ailesiyle birlikte Medine’ye geri dönen Abdullah, çok küçük yaşlarda Peygamber’e (s.a.s.) biat etmiştir. Kaynaklarda bu sırada yedi yaşında olduğu geçmektedir. Aynı zamanda Hâşimoğulları’ndan Rasûlullah’ı (s.a.s.) gören ve sohbetine iştirak edenlerin sonuncusudur. Hz. 186 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Kahire: 1895, C. 3, s. 500; İbn Hacer, el-İsâbe, C. 1, ss. 434-435. 187 İbn Hanbel, a.g.e., C. 5, s. 250. 188 İbn Hacer, s.g.e.,C. 1, s. 159; İsmail Lütfi Çakan, “Beşir b. Akrebe”, DİA, İstanbul: TDV, 1992, C. 6, ss. 4-5. 189 İbn Hacer, a.g.e., Beyrut: Dâru’l-kutubi’l-ilmiyye, 1995, C. 1, ss. 592,594. 54 Peygamber’in (s.a.s.) vefatında on yaşlarında olan Abdullah, 80 yaşında Medine’de vefat etmiştir. 190 Babasının Mu’te Savaşı’nda şehit düşmesi üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) ona büyük ilgi göstermiştir.191 Abdullah, Rasûlullah’ın (s.a.s.) kendisine ve ailesine olan ilgisini şöyle aktarmaktadır: “Rasûlullah’ın (s.a.s.) gelip babamın vefat haberini anneme verdiği zamanı iyi hatırlıyorum. Annem (Esma bnt. Umeys) bu haberi ilk duyduğunda inanamadı. Rasûlullah (s.a.s.) benim ve kardeşimin başını okşadı. Bu sırada gözlerinden yaşlar akıp sakalına damlıyordu. Ondan sonra şu şekilde dua etti: ‘Allah’ım, şüphesiz Ca‘fer, en güzel mükâfata erişti. Onun soyundan arkasında bıraktığın kullarından en iyisini ona halef yap’192 Sonra da, ‘Ey Esma, sana müjde vereyim mi?’ diye buyurdu. Esma ise: ‘Evet, Ya Rasûlallah, anam babam sana feda olsun dedi. Sonra Allah Rasûlü (s.a.s.) şu karşılığı verdi: ‘Allah Ca‘fer için iki kanat yarattı, cennette onlarla uçuyor.’ Bunu duyan Esma: ‘Anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah! Bunu insanlara bildir.’ şeklinde Rasûlullah’a (s.a.s.) ricada bulundu. Daha sonra Rasûlullah (s.a.s.) ayağa kalktı, elimden tuttu, diğer eliyle de başımı okşuyordu. Ardından Mescid-i Nebevi’ye girdi, minbere çıktı, beni de alt basamakta kendi önünde oturttu. Üzgün olduğu yüzünden anlaşılıyordu. Minberde konuşmaya başladı ve şöyle dedi: ‘Kişi kardeşiyle ve amcası oğluyla övünmelidir. Biliniz ki, Ca‘fer şehit oldu ve Allah O'nun için iki kanat yarattı, Ca‘fer onlarla cennette uçuyor.’193 Sonra minberden indi ve beni de yanına alarak evine götürdü. Bize yemek yapılmasını emretti. Yemek yapıldıktan sonra kardeşimi de çağırttı. Onun yanında güzel bir öğle yemeği yedik. Rasûlullah’ın (s.a.s.) hizmetçisi Selma, arpayı öğütüp elemiş, ayıklamış, pişirmişti. Daha sonra da zeytinyağı dökerek karıştırmış ve üzerine biber dökerek hazırlamıştı. Rasûlullah’ın (s.a.s.) yanında kardeşimle beraber bu yemeği yedik. O’nun yanında üç gün kaldık, hanımlarının evlerinde dolaştık. Sonra bizi alıp evimize geri getirdi. Bundan sonra günlerden bir gün Rasûlullah (s.a.s.) yanıma geldi. Ben de o sırada bir koyun pazarlığı yapıyordum. Beni bu durumda görünce şöyle buyurdu: ‘Allah'ım, onun alışverişinde 190 İbn Hacer, a.g.e., C. 5, s. 37. 191 İbn Hacer, a.g.e., C. 5, s. 36. 192 İbn Hacer, a.g.e., C. 5, ss. 36-37. 193 İbn Hacer, a.g.e., C. 1, ss. 593-594. 55 bereket ihsan et.’ Bunun üzerine Vallahi, sattığım ya da aldığım her şeyde bereket olmaya başladı.”194 Abdullah b. Ca‘fer, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kendisine dair yakın ilgisini gösteren hatırasını şöyle aktarmaktadır: “İyi hatırlıyorum, çocukken ben ve amcam Abbas’ın iki oğlu olan Kusem ile Ubeydullah bir gün sokakta oynuyorduk. Allah Rasûlü (s.a.s.) bineğiyle yanımıza geldi ve beni göstererek: ‘Şunu kaldırın benim yanıma bindirin!’ dedi ve beni ön tarafına oturttu. Sonra Kusem’i gösterdi ve: ‘Şunu da bindirin!’ dedi. Onu da arkasına bindirdi. Rasûlullah’ın (s.a.s.) amcası Abbas, Kusem’den çok Ubeydullah’ı severdi. Buna rağmen Allah’ın Rasûlü (s.a.s.) ondan çekinmedi ve bineğine Kusem’i bindirdi. Daha sonra üç defa başımı okşadı ve her okşayışında: ‘Allah’ım! Ca‘fer ’in ev halkına ve evlatlarına sahip çık’195 şeklinde dua etti.”196 2.4. Yetimlere Duada Bulunması Rasûlullah (s.a.s.), zayıf olmaları ve kendisilerini muhafaza etme bakımından güçlü birisine ihtiyaç duymaları hasebiyle yetimlerle birlikte kadınları da zikretmiştir. Yetim ve kadınların içinde bulunduğu durumu Allahü Teâlâ’ya yakınmış ve onlara sahip çıkılması gerektiğini ashabına bildirmiştir. Yaptığı tüm tavsiye ve uyarılara rağmen bu iki kesim konusunda yine de sıkıntı yaşandığını ifade etmiştir. Ebû Hüreyre’den rivayet edilen hadis şöyledir: “Allah’ım! İki zayıfın, yetimle kadının hakkı konusunda zorlanıyorum.”197 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu yakınmasından, ümmetin, yetim ve kadın hakları konusunda yeterince hassas davranmadığı anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Enes b. Mâlik’e yapmış olduğu duayla ilgili bir rivayet şöyledir: “Katade, Enes’ten şöyle rivâyet etti: Annem şöyle dedi: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Enes sana hizmette bulunsun. Böylece sen de onun için Allah’a 194 İbn Hacer, a.g.e., C. 5, ss. 36-37; İbn Ebi’l-Hadîd, İzzüddin İbn Ebi’l-Hasan, Şerhu Nehci’l-Belâğa, thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Beyrut: Daru İhya-i kutubi’l-arabiyye, 1962, C. 17, s. 71. 195 Vakîdî, C. 2, s. 762; İbn Sa‘d, a.g.e., C. 4, s. 38; Taberî, a.g.e., C. 3, s. 41; ibnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 237. 196 İbn Hanbel, a.g.e., C. 1, s. 555; İbn Sa‘d, a.g.e., C. 5, s. 126; İbn Ebî Şeybe, a.g.e., C. 8, s. 549. 197 İbn Hanbel, a.g.e., C. 4, s. 633; İbn Mâce, “Edeb”, 6. 56 dua edersin’ deyince, Peygamber (s.a.s.): ‘Allah’ım! Onun malını ve evlatlarını arttır’ şeklinde dua etmiştir.”198 Sabit, Enes’ten şöyle rivâyet etti: Peygamber (s.a.s.): ‘Ey Allah’ım! Onun malını ve evlatlarını arttır ve ömrünü uzat.’ şeklinde bana duada bulundu. Bunun üzerine Enes dedi ki: ‘Vallahi Peygamberin bu duası üzerine malım çok bereketlendi. “İbn Humeyd’in Enes b. Mâlik’ten rivayet ettiğine göre: Peygamber (s.a.s.) Ümmü Süleym’in evine girdi. Ümmü Süleym ona hurma ve yağ verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.) şöyle söyledi: ‘Hurmalarınızı tabaklarınıza koyun. Yağlarınızı da küplerinize koyun. Zira ben oruçluyum.’ Sonra evin bir köşesine geçti ve bize nafile bir namaz kıldırdı. Namazı kıldırdıktan sonra Ümmü Süleym ve ailesi için dua etti. Bunu duyan Ümmü Süleym: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Benim yanımda birisi var’ dedi ve Peygamber: (s.a.s.) ‘Kimdir o?’ Ümmü Süleym şöyle cevap verdi: ‘Senin hizmetçin Enes.’ Yaşanan bu olay üzerine Enes b. Mâlik: ‘Peygamber (s.a.s.) bana dünyada ve ahirette benim için yaptığı duadan daha hayırlı bir şey bırakmadı.’ diyerek Hz. Peygamber’in (s.a.s.) onun için yaptığı duanın öneminden bahsetmiştir.”199 Hz. Peygamber (s.a.s.) çobanlık yapan Ebû Kursafe Cendere b. Hayşene adlı yetim bir çocuğun koyunlarının bereketlenmesi için kendisine bereket duasında bulunmuştur. Kinâne kabilesinden olan Kursafe, bir süre Şam’da kalmış oradan da Filistin’e200 veya Tihame’ye gitmiştir. Hz. Peygamber’le (s.a.s.) ilgili hatırasını şöyle aktarmaktadır: “Ben annemle teyzemin yanında büyüyen bir yetim idim. Annemden ziyade teyzeme daha çok meylim vardı. Koyun ve kuzu çobanlığı yapıyordum. Teyzem çoğu zaman bana şöyle söylerdi: ‘Bu adamın (Rasûlullah’ı (s.a.s.) kastederek) yanına gitme, o seni saptırır ve yoldan çıkarır’ Ben de meraya çıkar, koyunlarımı orada bırakıp Peygamber’in (s.a.s.) yanına gider ve orda durup sözlerini dinlerdim. Akşama doğru koyunların memeleri kuru ve boş olduğu halde eve dönerdim. 198 Zehebî, Siyeru A’lâmü’n-Nübelâ, 2. b., C. 3, s. 398. 199 Zehebî, a.g.e., C. 3, s 399-400. 200 Buhârî, “Edebü'l-Müfred”, 428. 57 Teyzem bu durumu görünce bana şöyle derdi: ‘Ne oldu senin bu koyunlarına, memeleri niçin böyle kurudur?’ Ben de: Bilmiyorum, derdim. Daha sonraki günlerde ilk günkü gibi ikinci gün de koyunlarımı merada bırakıp Peygamber’in (s.a.s.) yanına gittim. Üçüncü gün yine gittim ve O’nu dinledim. Peygamber (s.a.s.)’i dinlediğim günlerden bir gün O’nun şöyle söylediğini işittim: ‘Ey insanlar, Hicret edin ve İslâm’a sımsıkı sarılın. Çünkü cihad sürdüğü sürece hicret bitmez.’ Bu sözün ardından Müslüman oldum ve Peygamber’in (s.a.s.) yanına giderek kendisini dinledim. En sonunda teyzemin bana olan sözümü ve koyunlarımın durumunu Hz. Peygamber (s.a.s.)’e anlattım. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): ‘Bana koyunları getir’ dedi. Ben de onları alıp Peygamber (s.a.s)’e getirdim. Allah’ın Rasûlü (s.a.s.) koyunların sırtlarını ve memelerini sıvazladı ve bereketli olmaları için dua etti. Rasûlullah’ın (s.a.s.) bu duasından sonra koyunlar süt ve yağla dolup taştı. Koyunların bu haliyle teyzeme gittiğimde teyzem bana: ‘Yavrum, işte koyunları böyle otlat’ dedi. Ben de dedim ki: ‘Teyzeciğim, ben her gün nasıl otlattıysam bugün de öyle otlattım. Ancak sana şunu haber vereyim ki: ‘Ben Peygamber’in (s.a.s.) yanına gittim ve Müslüman oldum.’ Böylece O’nun ahlâkını ve sözlerini teyzeme anlattım. Bu olay üzerine annem ve teyzem şöyle dedi: ‘Bizi de Peygamber’e (s.a.s.) götür.’ Ben, annem ve teyzem hemen Rasûlullah’a (s.a.s.) gittik ve onlar da Müslüman olup Peygamber’e (s.a.s) biat ettiler. Ancak onlar kadın oldukları için Peygamber’le (s.a.s.) tokalaşmadılar.”201 2.5. Yetimlerle Sırdaş Olması Hz. Peygamber (s.a.s.) küçük yaştaki çocukları muhatap almış onlarla her daim arkadaş olmuştur. Özellikle yetimlere karşı bu konuda daha hassas davranmış hatta onlarla bazı sırlarını paylaşarak sırdaş olmuştur. Enes b. Mâlik, rivayet ettiği şu bilgide Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sırrını muhafaza ettiğini ve O’nunla (s.a.s.) sırdaş olduğunu şöyle anlatmaktadır: Çocuklarla oyun oynuyordum. O esnada Rasûlullah (s.a.s.) geldi ve bize selam verdi. Daha sonra beni bir iş için bir yere gönderdi. Kendisi de bir duvarın gölgesinde oturup bekledi. Ben gelince bana verdiği görevin durumunu anlattım. 201 Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, thk. Hamdi Abdülmecid es-Selefî, Kahire: Mektebetu ibn Teymiye, C. 27, s. 213. 58 Sonra da dönüp evime gittim. Eve gidince annem neden geç kaldığımı sordu. Ben de Rasûlullah’ın beni bir işe yolladığını anlattım. Bunun üzerine annem o işin ne olduğunu sordu. Ben de bunun Peygamber’le (s.a.s.) aramda bir sır olduğunu, dolayısıyla söyleyemeyeceğime dair karşılık verdim. Annem benim bu davranışımdan dolayı çok mutlu oldu ve şöyle söyledi: ‘Oğlum, Rasûlullah’ın (s.a.s.) sırlarını saklamaya devam et.”202 Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (s.a.s.) çocuk yaştaki bir yetimi muhatap almış ona sırlarını vermiştir. Henüz küçük bir çocuk olan Enes’in yetişkin bir birey gibi davranarak sırları ifşa etmediği ve muhafaza ettiği görülmektedir. Bu durum Enes’in Hz. Peygamber’in (s.a.s.) terbiyesinde yetiştiğini ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yetimleri hassasiyetle eğittiğini göstermektedir. 2.6. Yetimlere Tavsiyelerde Bulunması Hz. Peygamber (s.a.s.) yetimlerin terbiye ve ıslah edilmelerine önem vermiş bu konuda yetimlere pek çok tavsiyede bulunmuştur. Enes b. Mâlik Rasûlullah’ın (s.a.s.) kendisine vermiş olduğu öğüt ve tavsiyeyi şöyle aktarmaktadır: Rasûlullah (s.a.s.) bana şöyle buyurdu: “Yavrucuğum! Hiçbir kimseye karşı kalbinde hile ve kin besleme. Sonra bana şöyle söyledi: Yavrucuğum! İşte benim sünnetim budur. Kim benim sünnetimi yaşatırsa beni sevmiş olur, kim de beni severse Cennet’te benimle birlikte olur.”203 3. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Yetimlerle İlişkisi Hz. Peygamber (s.a.s.) yetimlerle olan münasebetimizde birtakım emir ve nasihatlerle bizlere bunu tavsiye etmiştir. Zira kendisi de hayatının her alanında yetimlere karşı iyi muamelede bulunmuş ve yetimleri toplumun en üst seviyesine çıkarmıştır. 202 Kandehlevi, Hayatü’s-Sahâbe, C. 3, s. 33. 203 İbn Mâce, “Mukaddime”, 7; Tirmizî, “İlim”, 16. 59 3.1.Yetimlerle Yakından İlgilenmesi 3.1.1. Abdullah el-Müzenî Hz. Peygamber’in (s.a.s.) değer verip sahip çıktığı yetimlerden birisi de Abdullah el-Müzenî’dir. Yetim olarak büyüyen Abdullah, küçük yaşta İslâm’ı kabul etmiş ve Rasûlullah (s.a.s.), Abduluzza olan ismini Abdullah olarak değiştirmiştir.204 Babasının vefat etmesinin ardından amcasının himayesinde kalan Abdullah, İslâmiyet’i tercih ettiğini bir türlü amcasına söyleyememiştir. Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra nihayet bir gün bu meseleyi amcasına açmış ve şöyle demiştir: Amcacım, senin Müslüman olmanı uzun bir süre bekledim. Seninle birlikte İslâm’la şereflenmek istedim fakat senin Muhammed’in dinini kabul etmeyeceğini görüyorum. Bu konuda herhangi bir adım attığını ve olumlu bir tavrını da göremiyorum. Senin İslâm’a girmeye niyetin yoksa bile bana izin ver de ben gireyim dedi. Amcası Abdullah’ın bu sözlerini duyunca çok sinirlendi ve: ‘Vallahi, sen Muhammed’e tabi olursan, sana hiçbir şey bırakmam, sana verdiğim her şeyi, hatta üzerindeki elbiseleri dahi alırım.’ dedi. Amcasının bu tepkisine karşılık Abdullah şöyle dedi: ‘Vallahi ben Muhammed’e tabiyim ve müslümanım; taşlara ve putlara tapmayı da terk ediyorum. İstersen elimdeki her şeyi al!205 Abdullah’ın bu cevabından sonra Amcası ona verdiği bütün malları ve kıyafetleri almış ve onu yalnız başına bırakmıştır. Amcasının bütün bu tehditlerine aldırmayan Abdulah, annesinin evine üstünde hiçbir şeyi olmadan gitmiş ve evde bulunan bir çuvaldan kendisine elbise yapıp onu giymiştir. Böylece uzun zamandır Hz. Peygamber’e (s.a.s.) kavuşma hayalini gerçekleştirmek için Medine’nin yoluna koyulmuş ve gece vakti Medine’ye varmıştır. Ertesi gün Rasûlullah (s.a.s.) sabah namazını kıldırdıktan sonra cemaate döndüğünde iki çuval parçası içinde olan Abdullah’ı görmüş ve “Sen de kimsin” diye sormuştur. Abdullah’ın kendisini tanıtıp isminin Abduluzza olduğunu söylemesi üzerine Hz. Peygamber, ‘Sen iki çuvallı Abdullah Zü’l-Bicâdeyn’sin. Bundan sonra yakınımda dur ve sık sık yanıma uğra’206 diyerek hem onunla şakalaşmış hem de onunla ilgilenmek istediğini belirtmiştir. 204 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 5, s. 139. 205 Vakıdî, Meğâzî, C. 3, s. 1013. 206 İbn Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, C. 3, s. 228. 60 Böylece Abdullah ‘iki çuvallı’ manasına gelen ‘Zü’l-Bicâdeyn’ ismiyle meşhur olmuş ve hayatının geri kalan kısmını Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yanında geçirmiştir.”207 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) diğer yetimlere olduğu gibi Abdullah el-Müzenî’ye karşı da büyük bir sevgisi bulunmaktaydı. Zira O (s.a.s.) her zaman yetimlerin hâmisi olmuş ve onları toplum içerisinde desteklemiştir. Bir yetim olan Abdullah’a “Bana yakın dur” demiş ve onu hep yanında bulundurmuştur. Bu süre zarfında ona Kur’ân’ı Kerîm’i öğretmiş ve Abdullah ileriki zamanlarda Kur’ân’ı güzel okuyan sahabîler arasında yer almıştır. “Abdullah’ın mescidde gür sesiyle Kur’ân okuması üzerine Hz. Ömer rahatsız olmuş ve Hz. Peygamber’e (s.a.s.): ‘Ya Rasûlallah, bu bedevi Arab’ın sesini işitmiyor musun? Kur’ân okuyunca sesini yükseltiyor, insanların Kur’ân okumasına engel oluyor’ diye şikâyette bulunmuştur. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): ‘Ey Ömer, onu kendi haline bırak. O, Allah ve Rasûlü için hicret etmiş ve evvâhlardan (Allah için inleyen, çoşkun gönüllü) olmuştur’ diye karşılık vermiştir.”208 Abdullah, Kur’ân okumaya âşık olduğu gibi cihad etmeye ve bu uğurda can vermeye de âşıktı. Tebük Gazvesi’nde bulunan Abdullah el-Müzenî, bu savaşta şehit olmayı çok istiyordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber’e (s.a.s.) yaklaşıp bu arzusu için ona dua etmesini istedi. “Rasûlullah (s.a.s.) ise, ‘Bana semüre ağacından bir kabuk getir’ buyurdu. Abdullah, semüre ağacının kabuğunu getirdi ve ardından Rasûlullah (s.a.s.) onun için şöyle dua etti: ‘Allah’ım onun kanını kâfirlere haram kıl!’ Rasûlullah’ın bu duası üzerine Abdullah: ‘Ya Rasûlallah, ben bu duayı kasdetmedim’ dedi ve gönlündeki şehadet arzusunu dile getirdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) şöyle karşılık verdi: ‘Sen Allah için cihada çıkar da bu süre zarfında eğer humma hastalığına (ateşli hastalık) yakalanıp vefat edersen o zaman şehit olursun. Ya da bineğinden düşüp ölürsen yine şehitsin. Hangisi olursa olsun sen aldırma! Çünkü hangisinin başına geleceğini bilemezsin.’209 Müslümanlar Tebük’e vardıktan birkaç gün sonra Abdullah humma hastalığına yakalandı ve orada şehadet mertebesine kavuştu. Abdullah’ın defin 207 İbn Hacer, El-İsâbe; C. 4, ss. 98-99; İbn ishak, es-Sîre, C. 5, ss. 273-274. 208 Vakıdî, Meğâzî, C. 3, s. 1013; İbn İshak, es-Sîre, C. 5, s. 274; İbn Sa‘d, a.g.e., C. 5, s. 139. 209 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 5, s. 139-140. 61 işlemlerini bizzat Rasûlullah (s.a.s.) gerçekleştirdi. Kabrin içine girip, “Kardeşinizi bana doğru yaklaştırın” dedi ve onu bizzat kendisi defnetti. Daha sonra ellerini semaya kaldırdı ve “Allahım, ben ondan razı oldum, sen de ondan razı ol” şeklinde dua etti.210 Bu olayı nakleden Abdullah b. Mes‘ûd, Zü’l-Bicâdeyn’in bu durumuna gıpta etmiş ve Abdullah’tan on beş yıl önce Müslüman olmama rağmen keşke onun yerinde ben olsaydım” şeklinde temennisini dile getirmiştir.211 3.1.2. Zeyd b. Sâbit Hicretten on bir yıl önce Medine’de doğan Zeyd b. Sâbit, Medine’ye hâkim olan Hazrec’in Neccâroğulları koluna mensuptur.212 Abdülmuttalib’in annesinin Neccâroğullarından olması nedeniyle Hz. Peygamber ile akrabalığı bulunmaktadır.213 Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde Zeyd henüz on bir yaşlarında küçük bir çocuktu. Kendisi hicretten önce Müslüman olmuş ve hayatının sonuna kadar Medine’de yaşamıştır. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yakından ilgilendiği ve değer verdiği yetimlerden olan Zeyd, Rasûlullah’ın terbiyesinde ve ilim halkasında büyümüş, böylece vahiy kâtibi olarak İslâm’a hizmet etmiştir. Zeyd, Medine’ye hicret etmeden önce yaklaşık on yedi sûre ezberlemiş daha sonra Hz. Peygamber’in (s.a.s.) gelmesiyle birlikte Kur’ân’ı ezberleyerek hafızlar arasına katılmıştır. Aynı zamanda Hz. Peygamber’in (s.a.s.) tavsiyesiyle kısa bir sürede İbranice ve Süyanice’yi öğrenerek diplomatik ilişkilerde tercümanlık görevinde bulunmuştur.214 Zeyd b. Sâbit, henüz altı yaşındayken babasını kaybetmiş ve yetim kalmıştır. Babası Medine’li Evs ve Hazrec kabileleri arasında meydana gelen Buas 210 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 5, s. 140. 211 Vakıdî, Megâzî, C. 3, s. 1014; İbn Sa‘d, a.g.e., C. 5, s. 140; İbn Hacer, el-İsâbe, C. 2, s. 292; İbn Esîr, Üsdü’l-Gâbe, C. 3, s. 228. 212 İbn Sa‘d, Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr, thk. Dr. Ali Muhammed Ömer, Kahire: Mektebetü’l-Hânci, 2001, C. 5, s. 306. 213 Neşet Çağatay, “Zeyd b. Sâbit”, İslâm Ansiklopedisi, Ankara: MEB yayınları, 1963, C. 13, ss. 548- 549; Bünyamin Erul, “Zeyd b. Sâbit”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Ankara: TDV Yay., 2013, C. 44 ss. 321-322. 214 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 5, ss. 306,307. 62 savaşlarında öldürülmüş ve Zeyd bundan sonra annesiyle birlikte yaşamaya başlamıştır.215 Abdurrahman b. Sa’d b. Zürâre’nin nin aktardığına göre, Zeyd b. Sâbit Rasûlullah’la ilk karşılaşmasını şöyle anlatmaktadır: ‘Buas savaşlarında ben altı yaşındaydım. Bu, Rasûlullah’ın Medine’ye hicretinden beş yıl önceydi. Rasûlullah Medine’ye geldiğinde O’na götürüldüm. O zamanlar on bir yaşlarındaydım. Beni ‘Hazrec kabilesinden bir çocuk’ diye tanıttılar. Rasûlullah bana 16 sûre okudu. Daha sonraki zamanalarda Bedir ve Uhud savaşlarına katılmama izin verilmedi. Ancak Hendek savaşına katılmama izin verildi.216 Hz. Peygamber’in Zeyd’e olan sevgisi Hendek Gazvesi’nde ondan övgüyle bahsetmesinden anlaşılmaktadır. Zeyd, Ahzab gününde kazılan hendeklerdeki toprakları taşımak için canla başla uğraşıyordu. Çocuk olmasına rağmen bir yetişkin gibi çalışıyor ve yorulmak nedir bilmiyordu. Onun bu gayretini gören Hz. Peygamber, “Ne iyi bir çocuk” diye onu takdir etmiş ve övmüştü.217 “Ahzab savaşında hendeklerin kazılması esnasında Sa’d b. Muaz, yorulmuş, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yanında oturup dinlenmişti. O sırada hendeğin içindeki toprakları çıkarmakla uğraşan Zeyd b. Sabit’i göstererek: ‘Ya Rasûlallah, Allah’a hamd olsun ki, Buas Savaşlarında bu çocuğun babası beni sağ bıraktı da sana iman etme şerefi bana nasip oldu.’ dedi. Rasûlullah ise (s.a.s.) ‘Fakat onun bu oğlu ne iyi çocuktur!’ şeklinde Zeyd’e iltifat etmiştir.”218 Hendekten toprak çıkarırken yorulduğu için uyuyakalan Zeyd’in silahını Umâre b. Hazm şaka amacıyla alıp bir kenara saklamış, Zeyd uyanınca silahını yanında göremeyince etrafı aramaya başlamıştı. Bunun üzerine telâşlanmış ve korkmuştu. Hz. Peygamber bu olayı işitince Zeyd’i yanına çağırtmış tebessüm ederek ona şöyle takılmış: “Ey uykucuların pîri! Sen uykuya daldın, silâhların da kaybolup gitti!” Ardından sahâbeye yönelerek: “Bu çocuğun silâhının yerini bilen var mı?” diye sordu. Umâre b. Hazm, Rasûlullah’ın bu sorusu üzerine ayağa kalktı ve: “Yâ Rasulallâh, ben biliyorum, silâhlar bende” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah, 215 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 5, s. 307. 216 İbn Sa‘d, a.g.e., a.yer.. 217 Vâkıdî, Meğâzî, C. 2, s. 448, 453; İbn Sa‘d, a.g.e., C. 5, s. 309; İbn Abdilber, el-İstîâb, s. 245. 218 İbn Sa‘d, a.g.e., a.yer.. 63 Umâre’ye hitaben: “Ey Umâre! Silâhlarını ona teslîm et!” diyerek ashabına şu tavsiyede bulundu: “Şaka olarak da olsa Müslümanları korkutmak veya onların herhangi bir eşyasını alıp saklamak doğru değildir.”219 3.2. Yetimlerin Arsasına Sahip Çıkması Rasûlullah (s.a.s.) 622 yılında Medine’ye hicret ettiğinde Mâlik b. Neccar oğulları yurduna varmış ve devesi orada boş bir arazide çökmüştür. Rasûlullah (s.a.s.) bineğinin sırtından inmeden bir süre beklemiş ve deve daha sonra kalkıp yoluna koyulmuştur. Hz. Peygamber, devesinin orada oturmasını o bölgeye bir mescid inşa etme alameti olarak bildirmiştir. Rasûlullah bu arsanın sahibini sorunca, Muaz b. Afra’: “Ya Rasûlallah bu arsa Amr’ın iki oğlu olan Sehl ve Süheyl’e aittir, o ikisi benim baktığım yetimlerdir, ben onları razı ederim” şeklinde cevap vermiştir.220 Böylece o gün Mescid-i Nebevi’nin arsasının o iki yetime ait olduğu belirlenmişti.221 Bu iki yetim, Es’ad b. Zürare’nin himayesinde idiler. İbn Hişam’ın rivayetine göre ise bunlar Muaz b. Afra’nın evinde kalıyorlardı.222 İbn Afra arsayı vermeleri hususunda Sehl ve Süheyl’i ikna edeceğini Hz. Peygamber’e söylemiş ve bu iki yetim de arsayı bağışlayacaklarını bildirmişlerdi. Fakat yetimlerin malını ve hakkını her zaman koruyan Rasûlullah (s.a.s.) bu bağışa olumsuz karşılık vermiş ve arsayı değeri karşılığında satın almıştır. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu davranışı ibadet için de olsa yetimin hakkının her zaman korunması gerektiğini göstermektedir. 3.3. Yetim Çocuğa Hurmalık Bağışlaması Hakkında fazla bilgi bulunmayan Enes b. Fedâle babası İbn Adiy’le birlikte ashab-ı kiramdandır. Kardeşi Müennis’le birlikte Uhud savaşında göstermiş olduğu hizmetlerden tanınmaktadır. Mekkelilerin Uhud’a doğru yola koyuldukları haberi ulaşınca Hz. Peygamber, (s.a.s.) Enes’le kardeşini düşman hakkında istihbarat toplamak için görevlendirmiştir. Bu iki kardeş müşriklerle Akîk vadisinde 219 Vâkıdî, Meğâzî, C. 2, s. 448; İbn Sa‘d, a.g.e., C. 5, s. 309; Hâkim, Müstedrek, C. 3, s. 476. 220 İbn Hişam, a.g.e., C. 1, ss. 120-121. 221 Buhârî, Menakıbu’l-Ensar, 45. 222 İbn Hişam, a.g.e., C. 1, s. 121. 64 karşılaştılar ve hemen gelip Rasûlullah’a (s.a.s.) Mekke ordusunun durumunu, sayısını ve silahlarını haber verdiler. 223 Uhud savaşında şehid olan Enes b. Fedâle’nin oğlu Muhammed, Rasûlullah’a (s.a.s.) getirilince Hz. Peygamber (s.a.s.) satılmaması ve hibe edilmemesi şartıyla ona bir hurmalık bağışladığını bildirdi.224 Buhârî, Muhammed b. Enes’le ilgili şöyle bir rivayet aktarmıştır: “Peygamber (s.a.s.) Medine’ye hicret ettiğinde ben henüz iki haftalıkmışım. Beni alıp Rasûlullah’ın (s.a.s.) huzuruna götürmüşler. O da başımı okşamış ve şöyle buyurmuş: ‘Ona benim adımı verin fakat benim künyemle künyelemeyin.’ On yaşımdayken Peygamber veda haccına beni de yanında götürdü. O zaman benim yüzüme dökülen gür saçlarım vardı.” Muhammed b. Enes’in oğlu Yunus’un anlattığına göre babasının saçları beyazladığı halde, Rasûlullah’ın (s.a.s.) okşadığı kısmı hiç ağarmadı ve hep genç kaldı. Aynı zamanda babası ve dedesinin Sahâbeden olduğunu da bildirmiştir. 225 3.4. Yetim Kızın Çeyiz Masrafını Ödemesi Hz. Peygamber (s.a.s.) himayesine aldığı yetimlerle ayrı ayrı ilgilenmiştir. Evlilik çağına gelen yetimlerin evlilik masraflarını kendisi üstlenmiş onlara evlilikle ilgili her zaman nasihat ve tavsiyelerde bulunmuştur. Evlenmek için maddi imkân bulamayan fakir yetim kızların çeyiz ve diğer masraflarını bizzat kendisi karşılayarak ashabına bu konuda çok büyük bir örnek olmuştur. Konuyla ilgili örneklerden birini Câbir b. Abdillah’ın aktardığı hadiste görmekteyiz: Rasûlullah (s.a.s.) Âişe’nin yanında büyütüp evlendirdiği yetim kızın çeyiz masraflarını bizzat kendi bütçesinden ödemiştir.226 3.5.Yetim Çocukların Malını Koruması Hz. Peygamber, (s.a.s.) yetimler büyüdüklerinde geçim konusunda bir problem yaşamamaları için mallarını koruma hususunda çok hassas davranmıştır. 223 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 8, s. 342; Ali Osman Ateş, “Enes b. Fedâle” DİA, İstanbul: TDV. Yay. 1995, C. 11, s. 234. 224 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 8, s. 342; İbn Hacer, el-İsabe, C. 1, ss. 70-71. 225 Buhârî, Tarih-i Kebir, Beyrut: Daru’l-Fikr, 1986, C. I, s. 6. 226 Ebu Hanife, Numan b. Sabit, el-Müsned, thk. Ebu Muhammed el-Esyutî, Beyrut: Daru’l-kutubi’l- ilmiyye, 2008, s. 57. 65 Ailelerinden kendilerine kalan mirası muhafaza etmeye büyük özen gösterir, aynı zamanda yetimler rüşt çağına erişinceye kadar onların velayetlerini üzerlerine almalarını istemiştir. Lâkin bu konuda ehil görmediği kimselerin yetimlerin velayetlerini almaları hususunda uyarmıştır. Konuyla ilgili Rasûlullah, (s.a.s.) Ebû Zer el-Gıfârî’yi yetim velayetini üzerine almaması için şöyle uyarmıştır: “Ey Ebû Zer, ben seni bu hususta zayıf görüyorum, kendim için arzuladığımı senin için de istiyorum. Sakın iki kişi üzerine amir olma ve yetim malının velayetini üstüne alma.”227 Ebû Zer, zühd hayatı yaşayan bir kimse olduğu için yönetim ve velilik etme hususunda zayıf bir kimseydi. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) onu yönetici olmaktan ve velayet almaktan menetmesinin sebebi Ebû Zer’in yapısı gereğidir. Rasûlullah’ın (s.a.s.) bu davranışına iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak sadedinde bakılabilir. Çünkü yöneticilik güçlü bir insana ihtiyaç duyar, güçlü olan idare etmeyi ve keskin konuşmasını bilir. Şayet amir insanların nazarında zayıf bir karaktere sahipse hiçbir hürmeti olmaz ve kimseye de sözü geçmez. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.s.) Ebû Zer’in iyiliği için kendisinin yönetici olmamasını ve yetime velilik yapmamasını istemiştir.228 Yetimi himayesi altına alacak kimsenin dirayetli olması yetimin hakkını koruması bakımından önem arz etmektedir. Çünkü zenginlik, kişilik, yönetme kabiliyetine sahip olmak toplum içerisinde önemli hasletlerdendir. Hz. Peygamber (s.a.s.) Ebû Zer’in idarecilik kabiliyetini zayıf gördüğünden dolayı kendisinden yetim malına velilik yapmamasını tavsiye etmiştir. Aynı zamanda yetim çocuklar akraba bile olsa şiddet görebilme gibi sevgi ve merhametten mahrum olacağı kimselere de teslim edilmemelidir.229 Bu durumun en belirgin misalini Abdülmuttalib’in ölüm döşeğindeyken Hz. Peygamber’i (s.a.s.) emanet ederken yapmış olduğu tercihte görmekteyiz. Rasûlullah’ın amcaları içerisinde Ebû Leheb daha varlıklı olmasına rağmen onu seçmemiş, çok sayıda çocuğu olan fakat aynı zamanda zengin olmayan Ebû Tâlip’i tercih etmiştir. Çünkü Ebû Leheb kötü alışkanlıkların kurbanı olmuş, sefih bir 227 Müslim, “İmaret”, 17; Ebu Davud, “Vesaya”; İbn Sa‘d, a.g.e., C. 4, s. 231. 228 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 4, s. 231; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, C. 16, s. 266. 229 Ağırman, a.g.e., s. 17. 66 durumda yaşayarak İslâm’a karşı savaş açmıştır. Ebû Tâlip ise gönlü zengin birisi olarak gerek şahsiyeti gerek cömertliği sayesinde Hz. Peygamber’e (s.a.s.) en güzel şekilde sahip çıkmış onu kendi evlatlarından ayırmamıştır.230 Bu sebeple Abdülmuttalib sevgili torununu emin ellere teslim etmiştir. Onun bu davranışı yetimleri muhafazası altına alanların hangi durum ve davranışlarda onların mutlu ve huzurlu olacaklarını bilmeleri açısından bir ders mahiyetindedir. Hz. Peygamber, (s.a.s.) yetimlerin sosyal durumlarını iyi bir düzeye getirmiş ve bu konu üzerinde titizlikle durmuştur. Peygamberliğinin ilk yıllarında yetimlerin hakkıyla yakından ilgilenmiş, mallarıyla ilgilin düzenlemeler getirmiştir. Nitekim Habeşistan’a giden Muhacirlerin başında bulunan Ca‘fer b. Ebî Tâlib, Necâşî’nin karşısında yaptığı savunmada Rasûlullah’ın (s.a.s.) İslâm Dini’yle birlikte insanlara emir ve yasakları getirmiştir. Bu hususlardan birinin de “yetim malı yemekten men etmek” olduğunu ifade etmiştir.231 Hz. Peygamber (s.a.s.) yetim malı yemenin haram olduğuna işaret eden bir başka hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: Ubeyd ibn-i Umeyr babasının aktardığına göre şöyle anlatıyor: “Rasûlullah’a (s.a.s.) bir adam büyük günahları sormuştu. O da: (s.a.s.)‘Onlar dokuz tanedir’ diye buyurdu ve saymaya başladı: Şirk, sihir, adam öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, namuslu kadınlara iftirada bulunmak, anne ve babaya haksızlık yapmak, kıbleniz olan Beytü’l-Haram’da günah işlemeyi sağlığınız ve ölümünüzde helal saymak.”232 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu uyarısından anlaşıldığına göre yetim malı yemek kebairden (büyük günahlar) sayılmaktadır. Bu durum Rasûlullah’ın (s.a.s.) yetim malına göstermiş olduğu ehemmiyeti ve işin ciddiyetini göstermektedir. Çünkü yetimler Allah’ın (c.c.) emanetidir. Yetimin malına göz dikenler, onun gasp edenler, aynı zamanda onların mallarını kendi eşyalarıyla değiştirenler Allahü Teâlâ’nın emanetine ihanet etmiş sayılmaktadırlar. İslâm ülkelerinde yetim malına büyük önem verilmiş, bu konuda her zaman hassas davranılmıştır. Özellikle ülkemizde yetime ve yetim malına karşı büyük bir 230 Belâzürî, a.g.e., C. 1, s. 85; Hamidullah, a.g.e., ss. 54-55. 231 İbn-i Hişam, a.g.e., C 1, s. 336. 232 Ebû Dâvûd, “Vesâyâ”, 10; Nesâî, “Tahrim”, 3. 67 ehemmiyet gösterilmiştir. Kamu mallarının korunmasında yetim malının caydırıcı bir unsur olması bunun bir göstergesidir. Halk dilinde çokça kullanılan “Kamu malı yeme! Çünkü onda tüyü bitmemiş yetimin hakkı da vardır” sözü buna bir örnek olarak gösterilebilir.233 “Müslümanlar yetim malı hususunda sahip olduğu duyarlılığı Hz. Ömer’in şu hassasiyetinden almışlardır: ‘Allah’ın (c.c.) malı benim yanımda yetimin malı gibidir. İyi biliniz ki, ben kendimi Allah’ın (c.c.) malları üstüne yetim velisi gibi görüyorum. Şayet zenginleşirsem ondan hiçbir şey almadan hepsini dağıtırım. Muhtaç duruma düşersem de ondan ihtiyacımı giderecek kadar alırım.’”234 Hz. Ömer’in bu sözlerinden, Allah’ın (c.c.) verdiği nimetlerin tümünde yetimin hakkının olduğuna inandığını görmekteyiz. Dolayısıyla yetim malına karşı olan bu hassasiyet İslâm toplumunda her daim canlılığını ve önemini muhafaza etmektedir. Yetim malına gösterilen bu ehemmiyet aynı zamanda sağlam bir imanın sonucudur.235 3.6. Evlenmelerine Yardımcı Olması Hz. Peygamber, (s.a.s.) yetimleri sosyo-ekonomik açıdan da desteklemiştir. Yetimleri topum içerisinde muhafaza edip onların himayelerini üstlendiği gibi bireysel hayatlarında da desteğini onlardan esirgememiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) gerek bir devlet başkanı gerek yetimlere sahip çıkan bir baba olarak onlara yardımcı olduğu konulardan birisi de yetimleri evlendirmesidir. Bazı yetimlerin evliliğini bizzat yaptığı gibi bazılarına da maddi ve manevi anlamda destek olmuştur. Hz. Peygamber’in evlenmesine vesile olduğu yetimlerden olan İbn Ebî Seleme, hicretin ikinci yılında Habeşistan’da dünyaya gelmiştir. Seleme, Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) eşi olan Ümmü Seleme’nin ilk kocasından olan çocuğudur. Babası Ebû Seleme Uhud Savaşı’nda şehit düşünce Ümmü Seleme’nin dört çocuğu 233 Eski, a.g.e., s. 58. 234 Muhammed Yusuf Kandehlevî, Hayâtu’s-Sahabe, C. 4, çev. Ahmet Meylani, İstanbul: Divan yay., 1980, s. 251. 235 Eski, a.g.e., s. 5. 68 da yetim kalmıştır.236 Daha sonra Ümmü Seleme Rasûlullah’la (s.a.s.) evlenince yetimleri Rasûlullah (s.a.s.) tarafından himaye altına alınmıştır.237 Rasûlullah’ın (s.a.s.) gözetiminde büyüyen İbn Ebû Seleme, büyüyüp evlilik çağına gelince bizzat Rasûlullah (s.a.s.) tarafından evlendirilmiştir. Rasûlullah, (s.a.s.) amcasının oğlu Hz. Hamza’nın kızı Ümâme’yi onunla nikâhlamıştır. Onu evlendirdiğinde henüz küçük yaşta ve yetim olduğu için Rasûl-ü Ekrem (s.a.s.) ashabına dönerek şöyle dedi: “Görüyorsunuz ki ben onu mükâfatlandırdım.”238 Rasûlullah’ın (s.a.s.) yetim Seleme’yi evlendirmesiyle yetimleri muhafaza ettiğini ve onların evlenmelerine de yardımcı olduğunu görmekteyiz. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) himayesi altına aldığı bütün yetimlere babalık yapmış ve onları öz evladı gibi sevmiştir. Seleme’ye karşı bu davranışında da onu evlendirmesiyle mükâfatlandırdığını söylemiştir. 3.7. Mahkemede Yetim Çocuğa Sahip Çıkması Vakıdî, Rasûlullah’ın (s.a.s.) mahkemede yetimi koruduğuna dair olayı şöyle aktarmaktadır: İbn Müseyyeb şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah’ın (s.a.s.) kınadığı ilk şey, Ebû Lübâbe b. Abdilmünzir’le ilgili olmuştur. Bir hurma bahçesi meselesinden dolayı Ensar’dan bir yetim ile Ebû Lübâbe arasında ihtilaf meydana geldi. Böylece her ikisi de mahkemelik oldu. Sonuç itibariyle Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Lübâbe’den yana hüküm verdi. Bu karar üzerine yetim feryat etti ve bu durumdan dolayı Hz. Peygamber’e (s.a.s.) yakındı. Bu durum üzerine Rasûlullah: ‘Ey Ebû Lübâbe, hurma bahçeni bana bağışla’ dedi. Ancak o, Hz. Peygamber’in bu isteğine sıcak bakmadı. Daha sonra Rasûlullah: ‘Ey Eba Lübabe, o bahçeyi yetime ver, karşılığında sana cennetten bir bahçe verilir’ buyurdu. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu müjdesine rağmen Ebû Lübâbe yine de bahçeyi hibe etmeye yanaşmadı. Olayla ilgili hadis ravilerinden Zührî, Ensar’dan bir kişinin şöyle söylediğini aktarmıştır: Ebû Lübâbe hurma bahçesini vermekten çekinince Ensar’dan olan İbnü’d-Dedhâda, (r.a.) bir hurma bahçesi satın alıp onu yetime bağışladığı için cennette kendisine bir bahçe verilecek mi diye Rasûl-i Ekrem’e (s.a.s.) sordu. O da 236 İbn Abdülber, el-İstîʿâb, C. 4, s. 939. 237 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 4, s. 532. 238 İbn Sa‘d, a.g.e., a.yer. 69 (s.a.s.) bu sorusuna ise ‘Evet’ şeklinde karşılık verdi. Bunu duyan İbnü’d-Dedhâda hemen oradan ayrıldı ve dışarıda Ebû Lübâbe ile karşılaştı. Ebû Lübâbe’ye: ‘Meyve veren hurma bahçeni kendi hurma bahçemi alman karşılığında bana satar mısın?’ diye sordu. Ebû Lübâbe ise ‘evet’ şeklinde cevap verdi. Bu alım satımdan sonra İbnü’d-Dedhâda, hurma bahçesi mukabilinde Ebû Lübâbe’nin bahçesini satın aldı ve onu yetime bağışladı. Aradan çok uzun zaman geçmeden Kureyş kâfirleri Uhud’a geldi ve İbnü’d-Dedhâda bu gazvede şehid oldu. Şehadet haberini duyan Habîb-i Ekrem (s.a.s.) ona şu duada bulundu: “Ey Rabbim, İbnü’d-Dedhâda’ya cennetinde bir hurma bahçesi ihsan et.”239 3.8. Yetimleri Akrabalarına Tercih Etmesi Rasûlullah’ın (s.a.s.) yetimlere olan ilgisi ve onlara sahip çıkması, insani ilişkiler bakımından örnek alınacak bir davranıştır. Toplum içerisinde yetimleri her zaman muhafaza etmiş, yeri gelmiş onları akrabalarına tercih etmiştir. Rasûlullah’ın (s.a.s.) yetimlere göstermiş olduğu muhabbet ve himayesini Ebû Dâvûd bize şu şekilde aktarmaktadır: “Zübeyr b. Abdulmuttalib’in kız çocuklarından olan Ümmü’l-Hakem veya Dubâa şöyle anlatıyor: ‘Rasûlullah’a (s.a.s.) savaştan sonra esirler getirilmişti. Ben kız kardeşim ve Peygamber’in kızı Fatıma Rasûlullah’ın (s.a.s.) yanına gittik ve içerisinde bulunduğumuz durumu yakınarak ganimet esirlerinden bize de bir şeyler verilmesini talep ettik. Bu isteğimize karşılık Rasûlullah: ‘Bedir’in yetimleri sizi geçti, Lâkin size istediğinizden daha hayırlı bir şeyi size göstereceğim. Bu da her namazın ardından 33 defa tekbir getirmeniz, 33 defa tesbih ve tahmid etmenizdir’240 şeklinde buyurdu.” Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu hadisinde görüldüğü gibi o, kendi kızı ve yeğenlerinin isteklerine karşılık Bedir savaşındaki yetimleri daha çok öncelemiştir. Burada vurgulamak istediği asıl mesele akraba da olsa toplum içerisinde yetimin hakkı her zaman daha üstündür. Yakınları yetimlerin önüne geçirmeyi engellemiş ve yetimlerin hakkını muhafaza etmiştir. Rasûl-i Ekrem’in (s.a.s.) gösterdiği hakkaniyetli tavrı bizlere yetimler hususunda büyük bir örnek teşkil etmektedir. 239 Ebu Abdillah Muhammed b. Ömer el Vakıdî, Kitabu’l- Meğazî, thk. Marsden Jones, Beyrut: Daru’l- E’lamî, 3.b., 1989, C. 2, s. 505. 240 Ebû Dâvûd, “Harac ve’l-İmare, ve’l-fey’”, 20. 70 4. Hz. Peygamber’in Yetimlerle ilgili Müjdeleri Rasûlullah (s.a.s.) yetimlerle ilgili davranışlarıyla ashabına örnek olmuş ve yetimleri muhafaza edenlerle ilgili çok sayıda müjde vermiştir. Yetimi koruyup kollayan ve sorumluluğunu üstüne alan kimsenin cennette kendisiyle birlikte yan yana olacağını şu hadis-i şerifiyle bizlere bildirmiştir: “Kendi yetimini veya başkasına ait bir yetimi himaye eden kimseyle ben, cennette şöyle yan yana bulunacağız” buyurarak şehadet ve orta parmağıyla aralarını biraz ayırarak işaret etmiştir. 241 İbn Hacer, bu hadisteki “yetime kefil olan” ifadesini yetim çocuğun her türlü sorumluluğunu üzerine alan kimse şeklinde izah etmiştir. Bunun uygulamasını ise Rasûlullah (s.a.s.) evindeki yetimlerle olan ilişkisinde bizzat göstermiştir. Yetimin kefaletini üstüne almak sadece nafakasını karşılamak değildir. Nafakasını temin etmek azımsanmayacak kadar çok sevap kazandırır fakat “kefalet” nafakayı da kuşatan kapsamlı bir kavramdır. Yetimlerin eğitim, barınma, iaşe gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak, sıkıntılarını gidermek, menfaatlerine dair her şeyi yapmak, kendi çocuğundan ayırmadan tüm işlerini üstlenmek şeklinde açıklığa kavuşturulabilir. Rasûlullah (s.a.s.) yetimi himaye eden kimsenin kendisiyle birlikte olacağını söylemişse bu durum Hz. Peygamber’i de (s.a.s.) himaye etmek manasına gelmektedir. Bir yetime kefil olan Rasûlullah’a (s.a.s.) kefil olmuş demektir. Zira Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) din ve dünya teamülünü çok iyi bilmeyen yetimlerin kefaletini üstlenmiş, onları her açıdan aydınlığa eriştirmiş, dünya ve ahiretlerini garanti altına almış, en medeni insanlara, devlet başkanlarına amir yapmıştır. Dolayısıyla yetimin sorumluluğunu üstlenmek demek, dini ve dünyevi işlere akıl erdiremeyen kimsesiz kalmış çocukların dünya ve ahiretlerini kurtaracak her türlü desteği kendilerine göstermek demektir. Yetime kefil olan bir kimse sadece maddi anlamda durumu iyi olan kimse olmak zorunda değildir. Bu kimse dede, kardeş, amca vs. gibi akraba da olabilir. Yetim bir kimseye sahip çıkan bir anne, vefat eden babanın yerine geçip ona hem babalık hem de annelik yapabilir. Ancak bunu akrabası olmayan bir kimse de 241 Buhârî, “Talak”, 25, “Edeb” 24; Müslim, “Zühd”, 42; Ebû Davud, “Edeb”, 123; Tirmizi, “Birr”, 14. 71 yapabilir. Çünkü aynı hadisi Ebû Hüreyre: “Akraba olsun veya olmasın kim bir yetimin kefaletini üstlenirse…” şeklinde rivayet etmiştir.242 4.1. Yetimlerini Büyütmek İçin Evlenmeyen Kadına Verilen Müjde Hz. Peygamber, (s.a.s.) dul kalan kadının yetimlerini büyütmek ve yetiştirmek için evlenmediğinden dolayı büyük bir mükâfat göreceğini ve cennette kendisine yakın olacağını şu hadisiyle müjdelemiştir: “Kendisine cennetin kapısı ilk açılacak olan kişi benim. Bir de bakarım ki hemen ardımdan bir kadın cennete girecek. Ona derim ki: Sen kimsin? O da şöyle cevap verecek: Ben yetimlerini himaye etmek ve yetiştirmek için onları bırakmayıp evlenmeyen dul bir kadınım.”243 Rasûl-i Ekrem’den (s.a.s.) sonra cennete ilk girecek olan kimseyle ilgili birden çok hadis bulunmaktadır. Bu hadislerde geçen isimler de farklı Sahâbe isimleri bulunmaktadır. Lâkin bu farklılık bir tezatlığı barındırmamaktadır. Örneğin Rasûlullah, (s.a.s.) peygamberler içerisinde cennete ilk girecek olandır.244 Hz. Ebû Bekir ümmetten ilk girecek olan kimsedir.245 Yetimleri için evlenmeyip onları himaye eden kadın ise toplum içerisindeki konumu itibariyle Rasûlullah’tan (s.a.s.) sonra ilk girecek kişi olacaktır. Çünkü bu kadın yetimlerini arkada bırakmamak için evlilik gibi bir ibadeti elinin tersiyle itmiş, dünyanın pek çok nimetinden vazgeçmiştir. Bu merhametinden dolayı Rasûlullah (s.a.s.) ona cennet müjdesini vermiştir. Konuyla İlgili Ebû Dâvûd’dan rivayet edilen diğer bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Çektiği cefadan ötürü yanakları kararmış kadınla birlikte kıyamet gününde şu iki şey gibi yan yana olacağız, (şehadet ve orta parmağıyla işaret ederek ikisini yan yana getirdi) neseb ve güzellik sahibi olan o kadın kocasından dul kalmıştır, çünkü yetimleri ölünceye veya büyüyünceye kadar kendini onlara hasretmiştir.”246 242 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, C. 5, s. 451; Şadiye Yılmaz, a.g.e., s. 74. 243 Ahmed b. Ali b. El-Müsenna Ebu Ya’lâ El-Mevsılî, Müsnedu Ebi Ya’lâ, thk. Hüseyn Selim Esed, Dımaşk: Darü’l-Me’mun li’t-Türas, 1988, C. 12, s. 7. 244 Müslim, “İman”, 43. 245 Ebû Davûd, “Sünne”, 8. 246 Ebû Davûd, “Edeb”, 130. 72 Hz. Peygamber, (s.a.s.) “sıkıntıdan dolayı yanakları kızarmış” tabiriyle yetimlerini büyütmek amacıyla refahı, bolluk ve bereketi terk eden, çektiği eziyetlerden ötürü cildi kapkara kesilen kadını kastetmiştir. Çünkü babalarını kaybetmiş çocuklara rahat bir hayat bırakmak için canı pahasına her türlü fedakârlığı sergileyen, acı ve ıstıraplar çeken, hayatı çile ve eziyetle geçen, aynı zamanda bütün derdi ve tasası yetimleri olduğundan dolayı kendine ayıracak zaman bulamayan kadının yanakları kararır. Hadiste geçen ‘nesep ve güzellik sahibi’ ifadesinden yanaklarının kızarmasının doğuştan ya da doğal olmadığı, çektiği meziyetler nedeniyle olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca bir kadın için dünyevi hayatında önemli bir yere sahip olan ziynet ve süslenme gibi kendine münhasır arzu ve isteklerini de terk eder. Bütün bu yaşanmışlıklar, ardında kadının yüzünde kararma bırakır. Dolayısıyla çekmiş olduğu bu eza ve cefadan dolayı cennette Hz. Peygamber’le birlikte olacağı müjdelenmiştir. Cennetteki yeri de Rasûlullah’ın (s.a.s.) buyurduğu gibi iki parmağının yakınlığı şeklinde olacaktır.247 4.2. En Hayırlı Evin Yetimin Barındırıldığı Ev Olması Hz. Peygamber (s.a.s.) yetimleri evlerde barındırmaya ve onlara öz evlat gibi muamele etmeye teşvik etmiştir. Yetimlere karşı kötü tutum ve davranışları yasaklamış, onlara her zaman en iyi şekilde davranmayı tavsiye etmiştir. Bu şekilde Müslümanlar içerisinde en hayırlı evin kimin olacağını da yetimler üzerinden müjdelemiştir. Ebû Hüreyre Hz. Peygamber’den (s.a.s.) şu şekilde rivayet etmektedir: “Müslümanlar içerisinde en hayırlı ev, kendisine iyilik edilen bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar içinde en kötü ev de kendisine fenalık yapılan bir yetimin bulunduğu evdir.”248 Yetim bir kimseye yapılan iyiliğin mükâfatının büyüklüğü kadar ona yapılan kötülüğün cezası da aynı derecededir. Hanesinde her türlü iyilik yapılan bir kimse eğer evinde yetime kötü muamelede bulunuyorsa o kimsenin evi en kötü evdir. Dolayısıyla hakiki bir Müslüman, yetimin hakkına girmemeli, ona eza ve cefa 247 Azimâbâdî, Avnu’l-Ma'bud Şerhu Süneni Ebi Dâvûd, C. 14, ss. 40-41. 248 İbn Mace, “Edeb”, 6,33. 73 çektirmemelidir. Yetim bir kimse için ancak iyiliği düşünmelidir. Rasûlullah’ın (s.a.s.) bu hadisini önemseyen sahâbîler yetime iyi muameleyi kendilerine düstûr edinmiş ve bu şekilde bizlere örnek olmuşlardır. Asr-ı Saadet’te yetimlerin en çok huzur buldukları ve mutlu oldukları ev Rasûlullah’ın (s.a.s.) evi olmuştur. Rasûl-i Ekrem’in (s.a.s.) himayesinde yetişmiş bu çocuklar çok güzel bir saadete erişmişlerdir.249 Zira Rasûlullah (s.a.s.) onları sadece evinde barındırmakla kalmamış, aynı zamanda onlara her türlü yardımda bulunarak onların yeme-içme, giyim gibi temel ihtiyaçlarını da karşılamış, maddi ve manevi eziyetlere maruz kalmalarına müsaade etmemiştir. Yetimlerin sağlıklı bir geleceğe sahip olmaları için aile ortamında güzel terbiye ile yetiştirilmeleri gerekmektedir. Anne baba şefkati görmemiş yetime uygun hayat şartların sunulmaması onun geleceğini risk altına sokar. Yukarıdaki hadiste en iyi evle ilgili vurgulanmak istenen mesaj büyük bir önem arz etmektedir.250 Çünkü kendi başına sokakta yetişmiş çocuklar hem huzursuz bir hayat yaşamakta hem de bulundukları çevrede pek çok problemle karşı karşıya kalabilmektedirler. Aynı zamanda toplumun huzurunu bozacak davranışlarda da bulunabilirler. Bu gibi sebeplerden dolayı Hz. Peygamber (s.a.s.) yetimlerin evlerde barındırılıp kendilerine iyi muamelede bulunulmasını ve bakımlarının üstlenilmesini tavsiye etmiştir.251 Ebû Tâlib’in evinde bir yetim olarak büyüyen Hz. Muhammed’e (s.a.s.) her türlü ilgi ve alaka gösterilmiştir. Kendisine anne baba eksikliği hissettirilmemiş, müthiş bir şefkat gösterilmiştir. Bu açıdan Rasûlullah (s.a.s.) Allahü Teâlâ’nın emaneti olan yetimlerin diğer çocuklar gibi yetiştirilmelerini tavsiye ederek bu bağlamda pek çok müjde vermiştir. Dolayısıyla Müslümanların hayırlı ya da kötü ev olma hususunda her zaman hayırlı ev olmayı tercih etme gayretinde bulunmaları gerekmektedir. 4.3. Yetimi Yedirip İçirenin Cennetle Müjdelenmesi Şefkat amacıyla yetimlere el uzatıp onları sofralarda ağırlamak İslâm’ın bizlere yüklemiş olduğu bir mesuliyet ve kulluk vazifesidir.252 Dolayısıyla 249 Rukiye Aydoğdu, “Peygamber’in Yetimleri”, Diyanet Aylık Dergi (DAD), 2014, S. 280, s. 44. 250 Canan, a.g.e., s. 527. 251 Canan, a.g.e., ss. 517-518. 252 Aydoğdu, a.g.m., s. 45 74 Rabbimize layık bir kul, Peygamberimize (s.a.s.) hayırlı bir ümmet olmak yetimlere sahip çıkmayı gerektirir. Cenâb-ı Allah emirleriyle Hz. Peygamber (s.a.s.) ise uygulamalarıyla yetimlere kol kanat germiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) yetimleri yedirip içirmek üzere onları evlerine götürmeleri hususunda Sahâbeyi her zaman teşvik etmiştir. Konuyla ilgili Tirmizî’den rivayet edilen hadis şöyledir: “Abdullah b. Abbas’tan rivayetle Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: ‘Bir kimse Müslümanların arasında olan bir yetimi yanına alıp yedirmek ve içirmek amacıyla evine götürürse, affedilmeyecek bir günah işlemediği sürece, Allahü Teâlâ onu muhakkak ki cennetine koyar”253 Rasûlullah’ın (s.a.s.) bu hadisi üzerine sahâbîler yetimleri yedirip içirmeyi kendilerine bir prensip haline getrip onları evlerinde himaye etmişlerdir. Her hayırda olduğu gibi yetime iyilik etme konusunda da bizlere bu şekilde örnek olmuşlardır. Yetimleri yedirmekle ilgili Hasan-ı Basrî’den mervî bir hadise göre bir yetim, Abdullah b. Ömer’in sofrasında hazır bulundu. Bunun üzerine bir gün Abdullah b. Ömer yemek hazırlatıp getirtti, yemeği yemesi için yetimi aramaya koyuldu ancak onu bir türlü bulamadı. Nihayetinde İbn Ömer yemeği bitirdi ve yetim ondan sonra geldi. Buna binaen İbn Ömer ona yemek hazırlanmasını istedi ancak evde yiyecek bir şey kalmamıştı. Bunun üzerine İbn Ömer, yetim çocuğa kavrulmuş un ve bal getirdi: “Bunu al! Allah’a and olsun ki sen aldanmadın.” (Benim yediğim yemekten daha iyisi sana nasip oldu) Bu rivayetle ilgili Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: “Vallahi Abdullah b. Ömer de aldanmadı, çünkü o da büyük bir sevaba erişti”254 Aynı şekilde Buhârî, Ebû Bekir b. Hafs’tan şöyle rivayet etmiştir: “Abdullah b. Ömer yemek sofrasında yetim bir çocuk bulundurmadan yemek yemezdi. Mutlaka yemeğinde bir yetim bulundururdu.”255 253 Tirmizi, “Birr ve Sıla”, 51. 254 Buhârî, Edebü’l-Müfred, s. 36. 255 Buhârî, a.g.e., s. 36; M. Yaşar Kandemir, “Abdullah b. Ömer” DİA, İstanbul: TDV. Yay., 1988, C. 1,ss. 126-128. 75 Rasûlullah’ın (s.a.s.) yetimleri barındırmayı, himaye etmeyi ve evlere götürüp yedirmeyi teşvik eden hadislerden başka biri de yetim bir kimsenin bulunduğu sofraya şeytanın yaklaşmayacağına dair söylemiş olduğu şu hadisidir: “Yetim bulunan bir yemek sofrasına şeytan yaklaşmaz.256 Yüce Allah kendi ihtiyacı olmasına rağmen sofrasında yetimlere de yer ayıranları gerçek manada onlara iyilikte bulunan kimseler olarak vasıflandırmıştır.257 Bu açıdan Hz. Peygamber’in (s.a.s.) rahle-i tedrîsinden geçen Abdullah b. Ömer’in yemek sofrasında bir yetim bulundurmadan yemeğe oturmama konusunda göstermiş olduğu hassasiyet büyük bir örnek teşkil etmektedir.258 Yetim kimselerle ilgilenmek dinimizin bir emri olmakla birlikte aynı zamanda sosyal ve ahlâkî bir vazifedir. Toplum içerisinde yardıma muhtaç durumda olan yetim çocukları yedirip içirmek, muhafaza etmek ve onların her türlü bakımını üstlenmek insani bir sorumluluktur. Çünkü çocuklar bir toplumun geleceğini oluşturur. Yetimlere eğitim hususunda yardım etmek aynı zamanda o toplumun sosyo kültürel seviyesini yükseltmek demektir. 4.4. Yetime Yapılan İyiliğin Ateşten Koruması Rasûlullah (s.a.s.) ashabından yetimlere iyilik yapılmasını, onların gözetilip korunmalarını ısrarla istemiştir. Yetimi sevindirmenin ve onlara iyi muamelede bulunmanın sevabını şu hadisiyle bizlere bildirmektedir: Hz. Âişe (r.a.) şöyle dedi: “Yanında iki kızı bulunan bir kadın yanıma geldi ve benden bir şeyler istedi. Yanımda bir hurmadan başka bir şey yoktu. Bende o hurmayı kendisine verdim. O da hurmayı hiç tatmadan iki kızına bölerek verdikten sonra kalkıp yanımdan ayrıldı. Ardından Peygamber (s.a.s.) eve geldi. Ben de olan biteni kendisine anlattım. Bu hadise üzerine Peygamber şöyle buyurdu: ‘Her kim ki 256 İbn Adî, Abdullah b. Adî b. Abdullah, el-Kâmil fî duafâi’r-ricâl, thk. Süheyl Zekkâr, Beyrut: Dar’ul- Fikr, 1998, C. 2, s. 300. 257 Bakara, 2/177. 258 Buhârî, a.g.e., s. 60; Heyet, Hadislerle İslâm, C. 4, s. 293; Kandemir, “Abdullah b. Ömer”, C. 1, s. 128. 76 böyle kızların ihtiyacını giderir ve onlara iyilikte bulunursa bu kızlar ona cehennem ateşine karşı siper olurlar (cehenneme girmesine engel olurlar)”259 Aynı olayla ilgili bir rivayet de şöyledir: “Kim ki kız çocuklarından dolayı sıkıntı çeker ve yine de onlara iyi bakarsa, bu çocuklar o kadını cehennem ateşinden koruyan bir siper olurlar.”260 Başka bir rivayette Müslim benzer bir olayı şöyle aktarmaktadır: “Sırtına iki çocuğunu almış yoksul bir kadın yanıma geldi. Ben de bu durumundan dolayı kendisine üç hurma verdim. O da çocuklarına birer hurma verdi; diğer kalan hurmayı yemek için tam ağzına götürmüştü ki, çocukları onu da istediler. Kadıncağız yemek istediği bu hurmayı da yemeden ikiye bölerek çocuklarına bölüştürdü. Ben de kadının bu şefkatli davranışına hayran kaldım ve yaptığını Rasûlullah’a (s.a.s.) anlattım. Rasûlullah da (s.a.s.) bu olay üzerine şöyle buyurdu: ‘Bu şefkatinden ötürü Allahü Teâlâ o kadına mutlaka cenneti vermiş, bu sebeple onu cehennemden âzâd etmiştir.”261 Hadislerden de anlaşılacağı üzere Efendimiz (s.a.s.) bu kızları büyütmenin, onları barındırmanın, evlenip yuva sahibi olana kadar onlara yardım etmenin insanı cehennem ateşinden kurtaracağını bildirmiştir. Yetimleri hor görmek insanlık onuruna yakışmayan davranışlardan biridir. Yetimlerin ihtiyaç duyduğu ilgi ve alakayı kendilerine göstermek ‘insana bakış’ mahiyetinde önem arz etmektedir.262 Yetimlere karşı merhametli olma ve onlara sahip çıkmak insanın kişiliğiyle alakalıdır. Bir kimsenin fıtratında insanlara, özellikle de muhtaç durumda olanlara karşı bir duyarlılık varsa o kimse dış tesirlerden etkilenmez. Dolayısıyla her durumda yetimlere karşı şefkat ve merhameti gözetir. Şayet yetimlere karşı bir ilgisizlik ve vurdumduymazlık varsa bu durum o kişinin fıtratının bozulduğuna işaret eder. Yapısı gereği içindeki insanlığı muhafaza etmeye çalışanlar yetimler hususunda hiçbir durumda geri durmaz ve her zaman onlara sahip çıkmaya çalışırlar.263 259 Buhârî, a.g.e., s. 36. 260 Buhârî, “Zekât”, 10, “Edeb”, 18; Müslim, “Birr”, 147; Tirmizî, “Birr”, 13. 261 Müslim, “Birr”, 148. 262 Ağırman, a.g.e., s. 13. 263 Ağırman, a.g.e., s. 13. 77 Hadiste geçen, yetim kız çocuklarından dolayı mağdur olmanın bir diğer şekli de o yavruların maddî veya manevi rahatsızlıklarının bulunmasıdır. Dolayısıyla bu çocukların gözetilmesi, tedavileri, korunup bakımlarının yapılması beraberinde pek çok meşakkat getirebilir. Bu durumu Allahü Teâlâ’nın bir imtihanı olarak görüp sebat eden, bu ağır sınava isyankâr davranmayan kimseler, Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) ifadesine göre cehennem ateşinden kurtulmuş olurlar. Kurtuluşun ancak merhametle mümkün olacağını ifade eden Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şu hadisi çok büyük bir önem arz etmektedir: “Merhamet edenlere Hak Teâlâ da merhamet eder. Siz yeryüzünde bulunanlara merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin...”264 4.5.Yetime Merhamet Edene Allah’ın Azap Etmemesi Hz. Peygamber (s.a.s.) yetimlerin mağdur olmaması için onlara her zaman sahip çıkmış ümmetine de yetimi koruması için pek çok nasihat vermiştir. Bu nasihatler arasında yetime yardım ve merhamet edenlere çok büyük mükâfatlar vaat edilmiştir. Bu konu Taberânî’nin rivayet ettiği şu hadisle bizlere ulaşmıştır: “Beni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki yetime merhamet eden, ona güler yüz gösterip tatlı sözle öğüt veren, yetimliğine ve acizliğine acıyan ve Allah’ın kendisine bahşettiği nimetlerle komşusuna çalım satmayana, kıyamet gününde Allah azap etmeyecektir.”265 İslâm’ın merhamet anlayışı sevgili Peygamberimiz’in (s.a.s.) “Allah, insanlara merhamet etmeyene rahmette bulunmaz”266 hadisi üzerine kurulmuştur. Her kim de dünyada iken merhameti yoksa aynı şekilde ahirette de kendisine rahmet edilmez. Burada zikri geçen merhametten maksat ameldir. Rahmet kelimesinden maksat ise amelin karşılığı olan mükâfattır. Yetimlere karşı muamelemizde merhameti gözetmemiz mükâfat olarak Cenâb-ı Allah’ın rahmetine duçar olmamız demektir. Rasûlullah (s.a.s.) yetimleri sevmeye, onlara merhametli davranmaya özendirdiği gibi, onlara muhabbet beslememenin kalbin katı olmasının bir işareti ve 264 Tirmizî, “Birr”, 16; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 58. 265 Ebi’l-kâsım Süleyman ibn Ahmed et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, Kahire: Daru’l-Harameyn, 1995, C. 8, s. 382. 266 Buhârî, “Tevhid”, 2, “Edeb”, 27; Müslim, “Fedâil”, 66; Tirmizi, “Birr”, 16. 78 Allahü Teâlâ’nın rahmetinden yoksun olmanın bir sebebi olarak ifade etmiştir. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.s.) çocukların, kölelerin, kimsesizlerin, yetim ve miskinlerin koruyucusu olmuş, onlara sahip çıkmakla kalmamış aynı zamanda onları toplumun en yüksek mevkilerine çıkarmaya çalışmıştır. Bu sebebe binaen Rasûlullah (s.a.s.) yukarıdaki hadis-i şerifinde “Beni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki…” şeklinde buyurarak merhamet etmenin aslında insanlık ve ümmet üzerinde bir hak ve sorumluluk olduğuna vurgu yapmıştır. 4.6. Üç Yetim Yetiştirmenin Mükâfatı Hz. Peygamber (s.a.s.) pek çok hadisinde yetim hukuku üzerinde durmuştur. Rasûlullah, (s.a.s.) yetimlerin maddi ve manevi mesuliyetlerini üstlenerek onları en iyi biçimde büyütenlerin cennette kendisiyle birlikte olacağını bildirmektedir. Bununla ilgili rivayetlerin birinde Peygamber Efendimiz: “Kim üç yetimi büyütür ve onların nafakasını temin ederse, sanki ömrü boyunca geceleri namaz kılmış, gündüzleri oruç tutmuş ve sabahtan akşama yalın kılıçla Allah yolunda cihad etmiş gibi sevap alır. Böylece ben ve o, şu iki parmağın yana yana olduğu gibi cennette kardeş oluruz”267 şeklindedile getirmiş ve ardından işaret parmağı ile orta parmağını yan yana getirmiştir. Cennetteki yüce makamları birtakım iyiliklete bulunanlara has kılan Allahü Teâlâ, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) komşu olma sadadetini, yetimleri muhafaza edenlere ve himaye edenlere bahşetmiştir. Bu hadisin bildirdiği hususlara bakıldığında kişinin hepsine birden muvaffak olamadığı en yüce amellerin zikredildiği görülmektedir. Çünkü hayat boyu geceleri namaz kılmak, gündüzleri oruç tutmak, bunların yanında yalın kılıcıyla beraber sabahtan akşama kadar İslâm için savaşa katılmak hiçbir insanın hepsine birden bedensel olarak üstesinden gelemeyeceği ibadetlerdir. Dolayısıyla Hz. Peygamber tüm bu üstün ibadetlere üç yetimi yetiştirmekle ve nafakalarını temin etmekle ulaşılabileceğini bildirmektedir.268 Toplum içerisinde bulunan yetimlerin pek çoğu, ellerinden tutacak ve hayatın meşakkatli şartlarına karşı kendilerine önder olacak kimseleri olmadığı için ezilip hakları gasp edilmiştir. İstismara müsait durumda olmalarından ötürü insani 267 İbn Mace, “Edeb”, 6. 268 Şadiye Yılmaz, a.g.e., s. 80. 79 değerlerin hiçbir şey ifade etmediği toplumlarda kendi emelleri doğrultusunda her türlü gayr-ı meşru işlerde bir denek olarak kullanılmışladır.269 Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yetimleri yetiştirmede göstermiş olduğu hassasiyet daha da önem kazanmaktadır. Zira Rasûlullah’ın (s.a.s.) önemsediği asıl husus, ellerinden tutulmayan yetimlerin kötü niyetli kimselerin kurbanı olacağıdır. Dolayısıyla yetimlerin bu tür olumsuzluklarla karşılaşmamaları için onları yetiştirmeyi teşvik etmiş, bunu yapanları ise cennetle müjdelemiştir. 4.7. Cennette Ferah Evine Ulaştıran Amel Rasûlullah (s.a.s.) Müslümanların yetimlerini sevindirenlerin cennette kendilerine hususi bir ev tahsis edileceğini müjdelemiştir. Bu hadisi Ukbe b. Amir şöyle rivayet etmiştir: “Cennette ‘Ferah Evi’ adında bir ev vardır ki müminlerin yetimlerini sevindirenlerden başka kimse oraya giremez.”270 Hadisten anlaşılacağı üzere bu dünyada yetimleri sevindiren kimselerin ahirette büyük mükâfatlara ereceği müjdelenmiştir. Bu sevindirici müjde ise “daru’l- ferah” adı verilen, detayına vakıf olunamayan ancak isminden anlaşılacağı üzere sevinç evi olduğu belirtilmektedir. Rasûlullah (s.a.s.) cennetteki bu ferah evine girmeyi hususi olarak yetimleri sevindirmeye bağlamıştır. Yetimleri sevindirmenin yolu ise en basit küçük bir hediye, onları kendi evinde barındırmak, güzel bir söz, gönül alıcı bir tebessüm dahi olabilmektedir. 5. Hz. Peygamber’in Yetimlere İlişkin Sahâbe ye Tavsiyeleri Hz. Peygamber (s.a.s.) hadislerinde yetimlerle ilgili karşılaşılabilecek her hususun üzerinde önemle durmuş ve bunlar için Sahâbesine belli esaslar göstermiştir. Müminlerin bu konuda yapmaları ve kaçınmaları gereken davranışları detaylı bir şekilde ele almış ve sürekli tavsiyelerde bulunmuştur. “Rasûlullah’ın (s.a.s.) yetimlerle yakından ilgilenmesi ve onların haklarıyla ilgili düzenlemelerde bulunması Peygamberliğinin ilk yıllarına rastlamaktaydı. Zira 269 Cemal Ağırman, a.g.e., s. 21. 270 Ebî Abdillah Muhammed İbnu’l-Hasan eş-Şeybânî, el-Câmiu’s-Sağîr, Pakistan: İdaretu’l-kur’ân ve’l- ulûmu’l-islâmiyye, 1990, C. 1, s. 304. 80 Habeşistan’a hicret edenlerin başında bulunan amcasının oğlu Ca‘fer b. Ebî Tâlib, Necaşî’nin yanında İslâm’ı savunmak amacıyla yaptığı konuşmada Cahiliye Döneminde güçlü kimselerin zayıf ve yetimleri ezdiğini, haklarını çiğnediğini ifade etmiş, daha sonra Hz. Peygamber’in (s.a.s.) tebliğ ettiği İslâm Dini’yle emrettiği ve yasakladığı hususları dile getirmiştir.”271 5.1. Ağlatılmasından Sakındırması Hz. Peygamber (s.a.s.) yetimlerin incitilmesine ve ağlatılmasına asla müsaade etmemiş bu konuda Sahâbeyi çokça ikaz etmiştir. Konuyla ilgili bir rivayette Hz. Peygamber: “Yetimin ağlamasından sakının. Zira insanlar uykuda iken o, gece yürür”272 Hadiste geçen “gece yürür” ifadesi, Peygamberimizin (s.a.s.) miraç mucizesini anlatan, “bir gece kulunu yürüten”273 ayetiyle benzerlik göstermektedir. Rasûlulah, (s.a.s.) bu mucizevi yürüyüşünde Allahü Teâlâ’yla buluşmuş, buna dayanarak yetimin ağlaması da bu minvalde gece yürür ve Allah’ın katına yükselerek kendisini ağlatandan şikâyette bulunur şeklinde açıklanmıştır.274 Aynı şekilde “İnsanlar uykudayken” ifadesi ile yetimin bu ağlayışına karşı insanların duyarsız olmalarına dikkat çekilmiştir. Çünkü yetim kimsenin incitilip ağlatılmasını göz ardı edip onu umursamayan insanlar uykuya çekildikleri sırada, yetimin o ağlayışı Allah’ın katına ulaşır ve onu ağlatan kimseden şikâyetçi olur.275 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yetimin ağlatılmasından sakındırmasıyla ilgili bir rivayet de Hz. Ömer’in aktarmış olduğu şu hadistir: “Yetim ağladığında, bundan dolayı Rahman’ın arşı titrer. Böylece Yüce Allah meleklerine şöyle buyurur: ‘Ey meleklerim! Babası toprakta olan bu yetimi kim ağlattı?’ Melekler şu cevabı verir: ‘Ey Rabbimiz! Sen en iyi bilenimizsin.’ 271 Asım Köksal, İslâm Tarihi, C. 4, s. 191. 272 Abdülvehhâb b. Ahmed b. Alî eş-Şa‘rânî el-Mısrî, Levâkıhu’l-Envâri’l-Kudsiyye fî beyâni’l-Uhûdi’l Muhammediyye (El-Uhudü’l-Kübra), Mısır: Şirketu Mustafa Babî el-Halebî, 1973, s. 432. 273 İsra, 1. 274 Şadiye Yılmaz, a.g.e., s. 82. 275 Şa‘rânî, a.g.e., s. 432. 81 Bunun üzerine Allah şöyle buyurur: ‘Sizi şahit tutarım ki, yetimi susturan ve hoşnut eden kimseyi ben de kıyamet günü razı ederim.”276 Bu iki hadis incelendiğinde Allahü Teâlâ’nın ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hiçbir şekilde yetimin ağlatılmasından razı olmadığı anlaşılmaktadır. Özellikle Yüce Allah’ın böylesi bir konuyu meleklerle konuşması ve bu konudaki ikazı bu hususun ehemmiyetine dikkat çekmektedir. Çünkü yetim, toplumun en zayıf halkalarından birisidir. Allah ve Rasûlü (s.a.s.) yetimi her zaman korumuş ve en ufak bir şekilde incinmesine izin vermemiştir. 5.2. Yetimin Hakkını Yemekten Sakındırması Zayıf ve kimsesizlerin yanında olan Hz. Peygamber (s.a.s.) yetimlere kol kanat germiş ve onları muhafaza altına almıştır. Yetimler ve kadınlar toplumun zayıf kesimi sayıldığı için özellikle onların hakkını korumuştur. Hz. Peygamber (s.a.s.) aşağıdaki hadisinde yetimlerin hakkına dikkat çekerek onların hakkından insanları sakındırmıştır. Ebû Şüreyh Huveylid İbni Amr el-Huzâ‘î’nin rivayet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Allahım! İki zayıf kimsenin, yetimle kadının hakkını yemekten insanları şiddetle sakındırıyorum.”277 Cahiliye Döneminde yetim ve kadınlar her türlü haksızlığa maruz kaldıklarından dolayı Hz. Peygamber (s.a.s.) bu konu üzerinde özellikle durmuş ve Sahâbeyi çokça ikaz etmiştir. Çünkü zayıf kimseler hakkını koruyacak güçte olmadıklarından dolayı ezilerek hakları gasp edilmiştir. Bu durum toplumda ciddi bir problem haline gelmiş ve buna gerekli hassasiyet gösterilmemiştir. Bu vaziyete şahit olan Hz. Peygamber (s.a.s.) zayıfların korunması, haklarının gözetilmesi konusunda Sahâbeye uyarılarda bulunmuştur. Yukarıdaki hadiste Rasûlullah (s.a.s.) toplumda muhtaç durumda olan yetim ve kadınların muhafaza edilmesini tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu iki zümreye karşı davranışlarında da şefkati, merhameti gözetmiş ve Sahâbesine bu 276 Ebu Nuaym Ahmed b. Abdillah el-İsbehanî, Kitabu Tarih-i Esbahan (Zikru Ahbar-i Esbahan), thk. Seyyid Kisrevî Hasan, Beyrut: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1990, C. 2, s. 299. 277 İbni Mâce, “Edeb”, 3678. 82 konuda örnek olmuştur. Dolayısıyla Müslümanlar, yetimlerin ve kadınların hakkını korumada hassas davranmalıdırlar.278 Allahü Teâlâ, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) Miraç gecesinde birçok delil göstermiştir. Bunlardan biri de yetim malı yiyen kimselerin kıyamet gününde maruz kalacakları bir azap çeşidinin dikkatlere sunulmasıdır. Bu uyarıya göre İnsanlar, yetimin hakkını yemekten şu şekilde menedilmişlerdir: “Miraç gecesinde bir takım insanlar gördüm, onların deve dudağı gibi olan dudaklarından biri burun deliklerine bükülmüş, diğeri de karnına sarkmıştı. O kimselerin başına cehennem bekçileri ve zebaniler dikilmiş, dudaklarını tutuyor, sonra da ağızlarına cehennem ateşini ve taşlarını sokuyorlardı. Bende Cebrail’e: ‘Bunlar kimlerdir?’ diye sordum. ‘Onlar haksız yere ve zulmederek yetim malını yiyenlerdir’ cevabını verdi.”279 Hadiseten anlaşılacağı üzere kendisini himaye edecek, kimsesi yok diye bir yetime haksızlık yapmak ve zulmetmek, haksız yere malını gasp etmek gibi suçların karşılığı âhirette ağır bir azap olacaktır. 5.3. Yetime Yardım Edeni Methetmesi Yetime iyi muamelede bulunmayı emreden hadislerden biri de Sâib b. Abdillah’ın şu rivayetidir: “Mekke fethedildiği gün Hz. Osman ve Hz. Zübeyr beni Rasûlullah’a (s.a.s.) getirdiler. Daha sonra beni övmeye başladılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber: ‘Onun kim olduğunu bana tanıtmayın, o benim Cahiliye zamanından arkadaşımdır.’ buyurdu. Bu söz üzerine Sâib de ‘Evet Ya Rasûlallah, sen ne de iyi bir arkadaştın.’ diye söyleyince Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle karşılık verdi: ‘Ey Sâib! Cahiliye döneminde yaptığın faziletli amellerine İslâm’da da devam et; misafir ağırla, yetimlere ikramda bulun ve komşuna da iyilik et.’280 Hadisten anlaşıldığı kadarıyla Sâib Cahiliye zamanında güzel bir ahlâka sahipti. Bolca misafir ağırladığı, yetimlere kendi sofrasında yer açtığı ve komşuluk ilişkilerinde iyi olduğu için, Hz. Peygamber (s.a.s.) böylesi sosyal ilişkileri, güzel hasletleri Müslüman olduğunda devam ettirmesini kendisinden istemiştir. 278 Heyet, Riyazü’s Salihin, C. 2, s. 309. 279 Ebû Ca‘fer Muhammed b. el-Hasen b. Alî et-Tûsî, et-Tıbyan fî Tefsiri’l-Kur’ân, Beyrut: Daru İhya-i Turasi’l-Arabiyye, 1882, C. 2, ss. 94-97 280 Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 3, s. 425. 83 Bununla birlikte Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Cahiliye zamanından kalan birtakım kültürel değerleri tamamıyla reddetmediği, İslâm’ın temel esaslarına aykırı olmayan bazı durumları kabul ederek Müslümanlara tavsiye ettiği görülmektedir. “İnsanların Cahiliye zamanında hayırlı olanları İslâm döneminde de hayırlıdır”281 hadisi de bu anlayışa işaret etmektedir. 5.4. Yetimin Başını Okşamayı Tavsiye Etmesi Yetim kimseler mağduriyet yaşayabilecek insanlar arasında ön sıralarda yer alırlar. Bu sebebe binaen yetimle ilgilenmek, başını okşamakla ilgili Rasûlullah (s.a.s.) pek çok açıklama yapmıştır. Dolayısıyla Müslümanlar da toplumun zayıf kesimini oluşturan yetim, öksüz ve kimsesiz çocuklarla Hz. Peygamber’in (s.a.s.) özen gösterdiği gibi ilgilenmelidirler. Onların yeme, içme barınma gibi ihtiyaçlarını karşılamanın yanında manevi anlamda da yetimlerin yanında olup başlarını okşayıp onlara destek olmalıdırlar. Çünkü bu zayıf halkanın başını okşamak kendilerine yapılacak en küçük sevgi, şefkat ve merhameti sembolize eder. Bu açıdan Rasûlullah’ın (s.a.s.) tavsiyesinde geçtiği gibi yetimin saç kılları sayısınca sevap kazanmak sadece başını okşamak değil, mecaz ifadeyle yetimle ilgilenmek ve ona sevgi göstermek şeklinde de anlaşılabilir. Rasûlullah (s.a.s.) yetimlerin gönüllerini mesrur etmek amacıyla başlarını okşar ve Sahâbesine de bu ameli tavsiye ederdi. Bununla ilgili bir hadîs-i şerîfinde: “Bir kimse sadece Allah rızasını gözetmek için bir yetimin başını okşarsa, o kişinin elinin dokunduğu her saç teline karşılık kendisine sevap vardır”282 şeklinde buyurarak bu davranışın mükâfatını müjdelemiştir. Ebû Ümâme’nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim bir yetimin başını sırf Allah rızası için okşarsa, üzerinden elinin geçtiği saçının kılları sayısınca o kimse ecir ve sevap kazanır. Her kim ki yanında bulunan yetim kız çocuğuna veya yetim erkek çocuğuna iyilik ederse ben ve o 281 Buhârî, “Enbiyâ”, 8, “Menâkıb”, 1; Mustafa Fayfa, “Cahiliye”, DİA, C. 7, s. 19. 282 İbn Hanbel, Müsned, C. 5, s. 250. 84 cennette bu ikisi gibi olacağız diyerek şehadet ve orta parmağının arasını birleştirdi.”283 Yetimin başını okşamakla ilgili Ebû Hüreyre’den rivayet edilen bir başka hadis de şöyle aktarılmıştır: “Bir adam Peygamber’e (s.a.s.) gelerek kalbinin katı olmasından yakındı. Rasûlullah da (s.a.s.) kendisine ‘Yetimin başını okşa ve âciz kimseye yemek yedir’ buyurdu.”284 Hz. Peygamber’e (s.a.s.) yine benzer bir soru sorulunca şöyle buyurmuştur: “Kalbinin yumuşamasını istiyorsan, yoksulun karnını doyur, yetimin başını okşa ve yediğinden ona da yedir.”285 5.5. Yetimlerin Sofraya Davet Edilmesi Yetimlerin muhafazasıyla ilgili Rasûlullah’ın (s.a.s.) ashabına tavsiye ettiği uygulamalardan biri de yetim çocukların sofralara davet edilmesidir. Hz. Peygamber, (s.a.s.) yapılacak her türlü güzel amel ve iyilikte mutlaka yetim ve fakirlerin de düşünülmesini emretmiş ve yetimlerin yemek sofralarında hazır bulunmalarını tavsiye etmiştir. Konuyla ilgili İbn-i Neccar, Ebî Musa’dan şu şekilde rivayet etmiştir: “Yetim bir kimse bir kavmin yemek sofrasından veya çanağından yemezse o sofraya şeytan yaklaşır.”286 Bir başka hadis de şöyledir: Deylemî, Enes b. Malik’ten şöyle aktarmıştır: “Yetimin oturduğu sofranın bereketinin büyüklüğünden daha bereketli bir sofra yoktur.”287 Hadislerden görüldüğü gibi Hz. Peygamber (s.a.s.) davet edilen yemeklere yetimlerin de götürülmesini ya da yemek sofrasına davet edilmelerini emretmiştir. Söz konusu davet olmadığı zaman da bu sofraya şeytanın yaklaşacağını buyurarak konunun ehemmiyetine dikkat çekmiştir. 283 İbn Hanbel, a.g.e., C. 4, s. 167; Müttakî el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl fî süneni’l-akvâl ve’l-Efʿâl, Müessesetu’r-Risale, 2008, C. 3, s. 176. 284 İbn Hanbel, a.g.e., C. 4, s. 472. 285 İbn Hanbel, a.g.e., C. 2, s. 263,387. 286 Müttakî el-Hindî, a.g.e., C. 3, s. 177. 287 Müttakî el-Hindî, a.g.e., C. 3, s. 177. 85 5.6.Yetimlere Hediye Verilmesi Hz. Peygamber, (s.a.s.) yoksul, yetim ve zayıf kimselere karşı çok merhametli ve nazik davranırdı. Çevresindeki ihtiyaç sahiplerine, özellikle de yetimlere yardım eder gereksinimlerini karşılardı. Yetimlerin gönüllerinin mutlu olması için bazen onlara hediyeler verir aynı zamanda bunu sahâbesine de tavsiye ederdi. Âmir b. Sa‘saa kabilesinin Süvâe koluna mensup olan Ebû Cühayfe Vehb b. Abdillâh b. Müslim es-Süvâî’nin, kabilesiyle birlikte Medine’ye geldiği ve on yaşındayken Müslüman olduğu tahmin edilmektedir. Hz. Peygamber’le görüşmesi ve İslâmiyet’i kabul tarihi ise tam olarak bilinmemektedir. Fakat İslâm’a girdiğinde henüz rüşt çağına ermediği ancak akıllı, becerikli ve Hz. Peygamber’in şemâiliyle ilgili bildiklerini kaydedecek kadar titiz ve özenli olduğu bilinmektedir.288 Rasûlullah’ı (s.a.s.) küçük yaşta gören sahâbîler arasında sayılan Ebû Cühayfe, Mekke’de Veda haccına katılmış ve Hz. Peygamber (s.a.s.) Ebtah’ta iken Hz. Peygamber’in (s.a.s.) O’nun çadırında kalmıştır.289 Bir gün Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yanında bulunduğu sırada çok fazla yemek yediğinden dolayı farkında olmadan geğirmiş, bu sebepten dolayı Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisine çok fazla yemek yememesini tavsiye etmiş, o da bu tavsiyeye ömrünün sonuna kadar uymuştur.290 Tirmizî’nin rivayet ettiği başka bir hadiste, Rasûlullah’ın (s.a.s.) Ebû Cühayfe ve kabilesi için on üç deve verilmesini emrettiği şöyle aktarılmıştır: “Rasûlullah’ı (s.a.s.) beyaz teniyle gördüm. Kendisinde ihtiyarlık belirtileri olan bir vaziyetteydi. Ali’nin oğlu Hasan’da aynı şekilde ona benzerdi. Rasûlullah, (s.a.s.) genç ve iyi dişi develerden on üç tanesinin bize verilmesini emretmişti. Biz de bu sebepten dolayı bize verilecek develeri almaya gitmiştik. Daha sonra Rasûlullah’ın (s.a.s.) vefat haberi gelince verilmesini istediği develerden bize bir şey verilmedi. Ebû Bekir halife olarak seçildikten sonra, Rasûlullah (s.a.s.) kime bir şey konusunda söz vermişse ve kimin bir alacağı varsa hemen gelsin alsın dedi. Ben de 288 Belâzürî, Ensâbü’l-eşrâf, C. 1, s. 396; İbn Abdülber en-Nemerî, el-İstîʿâb fî maʿrifeti’l-asḥâb nşr. Ali M. el-Bicâvî, Kahire: 1969, C. 4, s. 1561; İbn Hazm, Ali b. Ahmed b. Saîd el-Endülüsî, Esmâu’s- Sahâbe thk. Müs’ad Abdulhamîd es-Sa’denî, Kahire: el-Mektebetü’l Kur’ân, s. 38. 289 İbn Hanbel, el-müsned, C. 4, s. 308-309; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, C. 5, s. 48-49. 290 Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, C. 8, s. 378; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, C. 5, s. 48-49. 86 bize verilmesi gereken develerden kendisine bahsettim. Böylece Ebû Bekir, o develerin bize verilmesini emretti.”291 5.7. Yetimlere Sadaka verilmesi Gerçeklik, doğruluk gibi anlamlara gelen sadaka kelimesi, Allahü Teâlâ’nın rızasını kazanmak amacıyla fakir ve yoksullara verilen bir yardım türüdür. İnsanın tabiatında olan yardımlaşma ve ihtiyaç sahibi kimselere yardım etme duygusu, toplumsal dengenin sağlanması ve toplum içerisindeki barışın sağlanmasına önemli katkı sağlar. Hz. Peygamber (s.a.s.) yetimlere sadaka verilmesi konusunda erkek müminlere emirler yönelttiği gibi hanım müminleri de bu hususta teşvik etmiştir. Hanım sahâbîler, Rasûlullah’ın (s.a.s.) ders halkasına katılmak ve tavsiyelerini dinlemek amacıyla huzurunda toplanırlardı. Merak ettikleri soruları olduğu zaman da bunları Hz. Peygamber’e (s.a.s.) iletirlerdi. Rasûlullah’ı (s.a.s.) sık sık dinlemeye giden hanım sahâbîlerden Abdullah b. Mesûd’un zevcesi Zeynep bnt. Abdullah, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yetimlere ilişkin nasihatleri çerçevesinde evinde birkaç yetim barındırıyordu.292 Bir gün Hz. Peygamber’in (s.a.s.) huzurunda tavsiyelerini dinleyen Hz. Zeynep, Rasûlullah’ın (s.a.s.) şöyle buyurduğunu işitmiştir: “Ey kadınlar topluluğu! Siz de süs eşyaları cinsinden de olsa sadaka veriniz.” Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kadınlara yönelttiği bu emir üzerine Hz. Zeyneb, himayesindeki yetime verdiği sadakanın yeterli olup olmadığını Rasûlullah’a (s.a.s.) sormuştur. Devamında Hz. Zeyneb sözüne şöyle devam etmiştir: Bunun üzerine ben İbn Mesûd’un yanına giderek: “Sen maddi durumu iyi olmayan birisin. Rasûlullah (s.a.s.) bize sadaka vermemizi emretti. Ona git de sadakamı sana vermekle bu emri yerine getiriyor muyum, diye sor. Şayet kabul olmuyorsa sadakamı başkasına vereyim.” dedim. Abdullah şöyle cevap verdi: “Sen git ve sor.” Böylece ben de Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kapısına gittim, oraya varınca Ensar’dan bir kadının orada beklediğini gördüm. Anladım ki onun derdi de benimkiyle aynıymış. Fakat biz Rasûlullah’ın (s.a.s.) huzuruna girmeye çok çekiniyorduk. Daha sonra Rasûlullah’ın 291 Tirmizî, “Edeb”, 60; Müslim, “Fedâil” 107. 292 Vakıdî, Meğazî, C. 2, s. 505. 87 (s.a.s.) evinden Bilâl’in çıktığını gördük ve ona: “Hz. Peygamber’e (s.a.s.) git ve Kapıda, kocaları ile yetimlerine verecekleri sadakanın kabul olup olmadığını soran iki kadın var’ de! Ancak bizim kim olduğumuzu O’na (s.a.s.) söyleme dedik.” Bizim bu talebimiz üzerine Bilâl hemen Rasûlullah’ın (s.a.s.) huzuruna gitti ve durumu anlattı. Böylece Rasûlullah (s.a.s.) “Kim onlar?” diye sordu. Bilâl: “Ensar’dan bir kadınla Zeyneb” şeklinde cevaplayınca, Rasûlullah (s.a.s.) “Hangi Zeyneb?” diye soruverdi. Bu soru üzerine Bilâl: “Abdullah’ın hanımı” cevabını verdi. Böylece Rasûlullah (s.a.s.) şöyle karşılık verdi: “Onlar bu davranışı yaparak hem akrabalık hem de sadaka sevabını kazanıyorlar.”293 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) vermiş olduğu cevapta akraba olan yetime verilecek olan nafakanın hem sadaka hem de yakın kimseyi gözetme sevabı olarak nitelendirildiği anlaşılmaktadır. Yetimleri sadakayla desteklemenin önemine işaret eden hadislerden biri de şöyledir: Ümmü Seleme anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) bize sadaka vermemizi emretmişti. Abdullah İbn-i Mesûd’un zevcesi Zeyneb: ‘Kardeşimin yetim kalan çocukları ile fakir olan kocama sadaka versem, bu üzerimdeki sadaka sorumluluğundan kurtarır mı?’ diye sorarak onlara infak ettiğini söyledi. Rasûlullah da (s.a.s.): ‘Evet!’ şeklinde buyurdu. Bunun üzerinde râvi: ‘Zeynep sanatkâr bir kadındı, el işi yapardı.’ dedi.”294 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) buradaki cevabından sadaka verilirken yetimleri de dikkate almak gerektiği anlaşılmaktadır. Zira o dönemin şartlarında zanaatkâr olmak iyi bir gelire işarettir. Hz. Zeyneb, kazancını yetim ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırarak Allah’ın (c.c.) kendisine vermiş olduğu rızkın sadakasını vermektedir. Konuyla ilgili benzer bir rivayet de şöyledir: “Ebû Said el Hudrî (r.a) aktardığı bir rivayette şöyle demiştir: ‘Rasûlullah (s.a.s) minbere oturdu, biz de etrafına yerleştik.’ Rasûlullah (s.a.s.) Dünya ve süslerinden bahsederek: ‘Benden sonra dünya servetinden dolayı başınıza gelecek 293 Darimî, “Zekât”, 23. 294 İbn Mâce, “Zekât”, 1835. 88 olan felaketlerden korkuyorum’ buyurdu. Peygamber’in (s.a.s.) bu sözü üzerine bir adam: ‘Hayır iş, şer getirir mi?’ diye sorunca, Rasûlullah (s.a.s.) bir süre sükût etti, orada bulunanlar o adama: ‘Rasulullah (s.a.s.) bir konu hakkında sana bir şey dememişken sen niçin soru soruyorsun’ diye çıkıştılar. Adam kasvetten dolayı kendinden geçmişti. Daha sonra biraz kendine geldi ve terini sildi. Bu sorusu üzerine Rasûlullah (s.a.s.) kendisine: ‘Ey soru soran kimse! Beni dinliyor musun? Gerçekten hayır iş, felâket getirmez. Lâkin bahar yağışlarının yeşerttiği nice otlar vardır ki onların bir kısmı hayvanları telef eder, bir kısmı da onlara besin verir. Ancak yeşillik yiyerek hayatlarını sürdürenler bunun dışındadır. Onlar şişmanlayıncaya kadar yerler, güneşten de istifade eder oynar, zıplar, dışkılarını yapar, daha sonra tekrar otlarlar. İşte dünya malı olan servet de böyledir, yeşil ve tatlı olup avutucudur. Zengin Müslüman kendisine verilen bu maldan yetim, fakir ve yolda kalmış kimseye infak ederse, ne iyi kimsedir. O, hakkı olmadığı halde her şeyi alan birisiyse yiyip de bir türlü doymayan kimse gibidir. Aldıkları o şeyler kıyamet günü kendi aleyhinde şahitlikte bulunacaktır.’ şeklinde cevap verdi”295 Hz. Peygamber (s.a.s.) aynı şekilde bu tavsiyesinde de yetimlere sadaka verilmesinin öneminden bahsetmiş ve bu kimselerin hakkını alanların kıyamet günü başlarına gelecek olan şeyden bahsetmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de iyilik yapılacak kişilerin içerisinde yetimlerin bulunması, aynı zamanda Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sadaka konusundaki uygulamaları ve yetimlerle bizzat ilgilenmesi konunun önemini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla zengin kimselerin önemli yükümlülüklerinden biri olan sadaka konusunda hassas davranmaları, ibadetlerini yerine getirirken ve mali harcamalarını yaparken yetimleri de düşünmeleri gerekmektedir.296 Netice itibariyle Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yetimlerle ilişkisinde göstermiş olduğu merhamet ve şefkat, bizim için çok büyük bir örneklik teşkil etmektedir. Zira hayatı boyunca bütün insanlığa, özellikle de yetim, öksüz ve kimsesizlere merhametli davranmış aynı şekilde bunu bizlere de tavsiye etmiştir. Kısaca ifade etmek gerekirse Rasûlullah, (s.a.s.) “Öyleyse sakın yetimi ezme, yardım isteyeni de 295 Nesâî, “Zekât”, 2373. 296 Ağırman, a.g.e., s. 16. 89 sakın geri çevirme ve her zaman Rabb’inin nimetlerini an”297 şeklindeki Allahü Teâlâ’nın ilâhî hitabının gereğini en güzel şekilde yerine getirmiştir. 297 Duhâ, 93/9-11. 90 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM HZ. PEYGAMBER’İN (S.A.S.) HİMAYESİNDEKİ YETİMLER 91 İslâm’ın günümüze kadar gelmesinde, Hz. Peygamber’in evinde barınan yetim çocukların payı büyük olmuştur. Çocukluklarını Hz. Peygamberin yanında geçiren o bahtiyar kişiler, onun ağzından çıkan her sözü, yaptığı her davranışı hafızalarına kaydedip sonraki nesillere ulaştırmışlardır. Böylece Kur’ân ve sünneti aktarma hususunda büyük bir görev üstlenmişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.s.) yetimlerle ilgili ilahi emirleri en güzel şekilde yerine getirmiş, ev halkını uyararak her konuda olduğu gibi bu mevzuda da ümmete ve tüm insanlığa en güzel örnek olmuştur. İslâm toplumu, diğer dinlerden farklı bir şekilde, çoğunlukla insanı merkeze almış ve onu önemsemiştir. Bu nedenle Müslüman, başkasını da en az kendisi kadar önemsemek durumundadır. “Kendisi için arzu ettiği bir şeyi münin kardeşi için de istemeyen iman etmiş olmaz!”298 hadisi bunun güzel ve özlü ifadesi ve Müslümanların yetimler konusunda kendilerinden emniyette olmalarını gerektiren güzel bir misal olarak verilebilir. İnsanlığa en iyi örnek olması hasebiyle kimsesizlerin kimsesi olan Hz. Peygamber, (s.a.s.) yetimlerin hamisi olmuştur. Bunun bir göstergesi olarak Hane-i Saadet’ini onlara açmış ve bazı yetimleri orada barındırmıştı. Evindeki yetimlerden bir kısmı üvey çocukları, bazıları vasiyet edilmiş çocuklar, geriye kalanı da yetim kalmış akraba çocuklarından oluşuyordu. Hz. Peygamber’e (s.a.s.) himaye edilmesi için vasiyet edilen yetimlerden Habibe’nin kızı Zeynep’ten gelen bir rivâyette bu durum şöyle ifade edilmektedir: “Es’ad b. Zürâre, annemi ve teyzemi himaye etmesini Rasûlullah’a vasiyet etmişti. Peygambere bir gün içinde altın ve inci bulunan “rias” (küpe) denen bir mücevherat geldi. Rasûlullah bu ziyneti onlara taktı. Ben bu ziyneti ailemin yanında gördüm.”299 Hz. Peygamber, yetim çocuklarla ilgili aynı zamanda tavsiyelerde de bulunmuştur. Sadece bununla da iktifa etmemiş, onlara sevgisini, rahmetini verdiği gibi evini de mümkün olduğu kadar yetim çocuklara açmıştır. Bu kimsesiz çocukların sağlıklı yetiştirilmesi için aile ortamında barındırılması gerektiğine işaret etmiştir. Yetimle ilgili tavsiyelerinde, barındırılması, her türlü ihtiyacının karşılanması ve yetiştirilmesi gibi tüm faaliyetleri içine alan, onu sahiplenmeyi ifade 298 Nesâî, “İman ve şeraiuhu”, 33. 299 İbn-i Hacer el-Askalanî, el-Matalibu’l-Aliye bi Zevaidi’l-Mesanîdi’s-Semaniye, thk. Abdullah bin Muhammed eş-Şehranî, Riyad: Daru’l-Asime li’n-Neşri ve’t-Tevzi’, 1998, C. 10, s.378. 92 eden “kâfilü’l-yetîm” kavramı sıkça yer almaktadır. Cennette kendisiyle beraber olmak isteyenlere bu makam için uğraşmayı ve yetimlerin destekçisi olmayı tavsiye etmiştir. Peygamber Efendimizin tavsiye ve uygulamaları sonraki Müslüman toplumlarda yetim çocuklarla ilgili vakıf, dernek ve kurumlara ışık tutmuştur. Yetimlerin Hane-i Saadet’te barındırılmaları da çocuk yuvalarına, yetim barınma evlerine temel olmuştur. Ancak O rahmet Peygamberi, “Allahım, ben iki zayıfın hakları konusunda zorlanıyorum: Yetim ve kadın.”300 hadisiyle ümmetin yeterince ve içini rahatlatacak kadar yetim ve kadınlara haklarını vermediklerinden dert yanmıştır. Bu bölümde özellikle Hz. Peygamber’in (s.a.s.) üvey çocuklarının hayatları ele alınmış ve Rasûlullah’ın (s.a.s.) onlarla olan ilişkisine değinilmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sahip çıktığı ve ilgilendiği diğer yetim sahabîler ise üçüncü bölümün içerisinde yaşamış oldukları olaylarla birlikte ele alınmıştır. 1. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Evindeki Yetimler Anne ve babasını küçük yaşta kaybederek yetim bir şekilde büyüyen Rasûlullah (s.a.s.) yetimliğin nasıl bir duygu olduğunu çok iyi bildiği için hayatının büyük bir kısmını yetimlere vakfetmiştir. Bu sebeple pek çok yetimin bakımını üstlenmiş ve onları bizzat kendi evinde büyütmüştür. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) himayesine aldığı yetimlerin bir kısmı üvey çocukları, diğerleri de kendisine vasiyet edilmiş yetim çocuklar ve yetim kalmış akraba çocuklarından meydana gelmektedir. Rasûlullah’ın (s.a.s.) Hz. Âişe dışındaki eşlerinin daha öncesinde evlilikleri bulunmaktaydı. Bu duruma örnek olarak Hz. Hatice verilebilir. O, Peygamber Efendimizle evlenmeden önce iki evlilik yapmış ve bu evliliklerden çocukları olmuştu. Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Hatice ile evlendikten sonra bu çocukların bakımını üstlenmiş ve onlara babalık yapmıştır. Yakınlık derecesine göre Rasûlullah’ın (s.a.s.) evinde büyüttüğü yetimleri şu şekilde sıralayabiliriz: 1.1. Hind İbn Ebî Hâle (Hz. Hatice’nin Oğlu) Rasûlullah (s.a.s.) ile evlenmeden önce dul bir kadın olan Hz. Hatice (r.anha) ilk olarak Ebû Hâle Hind b. Zürâre et-Temîmî ile evlenmiş ve bu eşinden Hind 300 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s.633; İbn Mace, “Edeb”, 6. 93 isimli bir oğlu olmuştu.301 Hz. Peygamber’in evinde ve gözetiminde büyüyen Hind, çocuk yaşta Müslüman olmuş ve İslâm’a ilk giren Müslümanlardan biri olmuştur. Daha sonra Medine’ye hicret ederek hayatını orada sürdürmüştür. Hz. Peygamber’den sonraki hayatına dair çok fazla bilgi bulunmamakla birlikte Bedir ve Uhud savaşlarına katılan Hind, Cemel Savaşında Hz. Ali’nin safında yer aldığı ve bu savaşta şehit düştüğü kaynaklarda geçmektedir.302 Hind’in hafızalarda yer almasının en önemli nedeni, onun çok güzel konuştuğu ve Hz. Hasan’ın kendisine dedesi hakkında soru sorması üzerine Rasûlullah’ın (s.a.s.) vasıflarını çok güzel bir üslupla ifade etmesidir. Hz. Hasan’ın ve Hüseyin’in (r.a.) üvey dayıları olması hasebiyle onlara bazen Hz. Peygamber’den bahsederdi. Bir gün Hz. Hasan, dayısı Hind’e, Hz. Peygamber’in hilyesi hakkında soru sormuş ve sonrasında şunları söylemiştir: “Dayım Hind b. Ebî Hâle, Allah Rasûlü’nün hilyesini bize çok güzel anlatırdı. Dayımın Rasûlullah’tan bir şeyler anlatması o kadar hoşuma giderdi ki kalbim O’na daha çok bağlanır ve O’nun yolundan giderdim.303 Hind b. Ebî Hâle’nin Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hilyesiyle ilgili aktardığı rivayetlerden bazıları şöyledir: “Hz. Hasan, Hind b. Ebi Hâle’den Rasûlullah’ın konuşma şekliyle ilgili bildiklerini anlatmasını istemiştir. Hind ise daha öncesinde Hz. Abbas’a söylediklerine benzer şekilde ona da anlatmıştır. Rasûlullah’ın konuşma tarzıyla ilgili detaylı bir şekilde Hind’den bilgi alan Hz. Hasan şunları aktarmaktadır: ‘Rasûlullah (s.a.s.) evine geldiği zaman, evde geçireceği vaktini üçe bölerdi. Bunun bir kısmını ibadete, bir kısmını da ailesine ve kendisine ayırırdı. Kendisi için tahsis ettiği zamanı ise benzer şekilde ikiye ayırarak; bunun bir bölümünde istirahat eder, geri kalanını da misafirler için ayırırdı. Rasûlullah, bu zamanını, huzuruna kabul ettiği ilim ehli seçkin kimselere ayırırdı ki bunlar, Peygamber’den öğrendiklerini, diğer insanlara (avama) aktarırlardı. Rasûlullah, ümmetinden hiçbir şeyi gizlemezdi. Fazilet ve takva sahibi ziyaretçilerine öncelik tanımak misafir kabul etme adetlerindendi. Ziyaretçilere ayırdığı vakti, asabiyet 301 İbn Hişâm, a.g.e., C. 1, s. 331; Belâzürî, Ensâb, C. 1, ss. 386-390; İbn Hacer, el-isâbe, C. 6, s. 557. 302 İbn Sa‘d, a.g.e., Taif: mektebetu’s-Sıddık, 1996, C. 1, s. 267; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, Beyrut: Daru’l-fikr, 1989, C. 4, s. 541. 303 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, C. 4, s. 541; Tirmizi, Şemail-i Muhammediyye, Beyrut: Daru ihya-i Turasi’l Arabiyye, C. 1, s. 135; Tirmizi, Şemail-i şerîfe, trc. Hüsameddin en-Nakşibendî, İstanbul: Hilal Yay. 1976, C. 1, s. 21. 94 durumlarına göre değil dindeki üstünlüklerine göre olurdu. Evine gelen ziyaretçilerin çeşitli ihtiyaçları olurdu. Kendisine doğrudan veya bir aracı ile iletilen sorulara, muhatapların ve ümmetin maslahatına uygun bir şekilde cevaplar verir ve arkasından onları şöyle uyarırdı: ‘Burada görüp işittiklerinizi diğer insanlara iletin. İhtiyaçlarını bana ulaştırma imkânı bulamayan kimselerin isteklerini de bana iletin.”304 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sevinci de öfkesi de Allah içindi. Rasûlullah’ın (s.a.s.) bu vasfına dair Hind b. Ebî Hâle aktardığı rivayette şöyle demektedir: “Rasûlullah dünya ve dünyaya dair bir şeyden dolayı kesinlikle öfkelenmezdi. Ancak bir hak çiğnendiğinde çok öfkelenir, gereğini yerine getirinceye kadar da öfkesi dinmezdi. Kendisine yapılan kaba ve haksız bir muameleden dolayı öfkelenmez ve onun intikamını almaya çalışmazdı. Birine sinirlendiği zaman yönünü ondan çevirir, sevindiği zaman ise bakışlarını yere indirirdi.”305 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) gözetiminde büyüyen Hind İbn. Ebî Hâle, O’nun (s.a.s.) ahlakıyla ahlaklanmış, Hz. Peygamber’i (s.a.s.) her zaman örnek almıştır. Rasûlullah’ın (s.a.s.) hilyesinin bize ulaşmasında büyük emekleri olmuş hayatını İslâm’a ve Rasûlullah’a vakfeden yetimlerden biri olmuştur. 1.2. Sevde Bint Zem’a’nın Yetim Çocukları Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Hz. Hatice’den sonra evlendiği eşi olan Sevde bint Zem’a’nın (r. anhâ),306 hicretten 53 yıl önce Mekke’de doğduğu tahmin edilmektedir.307 Doğum tarihiyle ilgili net bir bilgi bulunmamaktadır. Babası Zem’a b. Kays,308 annesi ise Şemûs bint Kays’tır.309 Babası Zem’a, Kureyş kabilesinden Âmir b. Lühey koluna,310 annesi ise Benî Neccar kabilesine mensuptur.311 304 Tirmizi, Şemâil-i şerîfe, C. 1, s. 11; Diyanet İşleri Başkanlığı, Hadislerle İslâm, Ankara: 2014, C. 6, s. 221. 305 Tirmizi, Şemail-i Muhammediyye, thk. Seyyid İbn Abbas el-Celimi, Mekke-i Mükerreme: el- mektebetu’t-ticariyye, 1993, s. 184; Kadı Iyaz, Şifa-i Şerif Şerhi, çev. Mehmet Yaşar Kandemir, İstanbul: Tahlil Yayınları, 2018, C. 1, s. 262. 306 İbn Sa‘d, a.g.e., thk. İhsan Abbas, Beyrut: Daru’s-sadr, 1968, C. 4, s. 204. 307 Salih Tuğ, “Rasûlullah Muhammed’in Evliliklerinde Kronolojik Yapı: Hz. Peygamber ve Aile Hayatı”, İslâmi İlimler Araştırma Vakfı (İsav) Tartışmalı İlmî Toplantılar Dizisi, ed. İsmail Lütfi Çakan, İstanbul: Ensar Neşriyat, 1988, s. 146. 308 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, C. 5, s. 23. 309 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, C. 5, s. 157. 310 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 4, s. 204. 311 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, C. 5, s. 157. 95 Abdülmuttalib’in annesi Selmâ bint Amr, Adî b. Neccâr’ın soyundandır. Dolayısıyla Benî Neccâr kabilesi Abdülmuttalib’in dayıları sayılmaktadır.312 Hz. Peygamber’in ailesiyle Neccaroğulları’nın dayanışması ve akrabalık ilişkilerinin Abdülmuttalib’den itibaren başladığı bilinmektedir. Neccâroğulları ile Hz. Peygamber (s.a.s.) arasında soy yakınlığı bulunması münasebetiyle Rasûlullah ile Hz. Sevde akraba sayılmaktadır. Hz. Sevde’nin soyu dedesi Âmir b. Lühey’de Hz. Peygamber’in soyu ile birleşmektedir.313 İlk Müslümanlardan olan Sevde bint Zem’a, amcasının oğlu olan Sekrân b. Amr ile evlenmiştir. Sekrân b. Amr’ın da eşi Hz. Sevde gibi Peygamber Efendimizle (s.a.s.) soy birliği bulunmaktadır.314 Mekkeli müşriklerin Müslümanlara karşı uygulamış olduğu zulüm ve baskıdan dolayı Müslümanların bir kısmı Habeşistan’a hicret etmişlerdir. Müşriklerin bu eziyet ve hakaretlerinin artması üzerine Habeşistan’a hicret eden bu kafile, ülkenin hükümdarı Necaşî tarafından iyi karşılanmış orada dinî ibadetlerini serbestçe yapabilmişlerdir. Habebiştan’a hicret eden Müslümanların durumu Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ulaşmış ve Hz. Peygamber (s.a.s.) diğer Müslümanların da hicret etmelerini tavsiye etmiştir. Hz. Sevde ve kocası Sekrân da Rasûlullah’ın (s.a.s.) bu tavsiyesini dikkate alarak Habeşistan’a hicret etmeye karar vermiş ve ikinci kafilenin içerisinde yer almışlardır.315 Kureyş’in önde gelenlerinden bir kaçının Müslüman olduğuna dair asılsız haberin yayılması üzerine Habeşistan’da bulunan Müslümanların bir kısmı ana yurtları olan Mekke’ye geri dönmeye karar verince Hz. Sevde ve kocası da Mekke’ye geri dönmüşlerdir.316 312 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, C. 7, s. 157; Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Alî el-Kalkaşendî, Nihayetu’l-Ereb fî Ma’rifeti Ensâbil’l-Arab, thk. İbrahim el-İbyarî, Beyrut: Daru’l-kutubi’l- lübnaniyyîn, 1980, C. 1, s. 341. 313 İbn Hazm, Cemheretu Ensabi’l-Arab, Beyrut: 1983, C. 1, s. 167. 314 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 4, s. 204. 315 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 4, s. 204. 316 İbnu’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, C. 2, s. 504. 96 Musa b. Ukbe ve Ebû Mahşer’in aktardığına göre Hz. Sevde’nin kocası Sekrân, Habeşistan’da vefat etmiştir. İbn İshak ve birtakım diğer kaynaklara göre de Mekke’ye döndükten sonra hastalanmış ve orada vefat etmiştir.317 Ebû Ubeyde’nin aktardığı bilgiye göre Sekrân b. Amr, Habeşistan’dayken Hristiyanlığı benimsemiş ve bir daha İslâm dinine dönmemiştir. Bunun aksine İbn İshak ise Sekrâ’nın Mekke’ye döndükten sonra Medine’ye hicret etmeden Müslüman olduğunu ve bu şekilde vefat ettiğini aktarmaktadır.318 Kaynaklara göre Hz. Sevde ile Sekrân b. Amr’ın beş ya da altı çocukları olmuştur. Sekrân b. Amr vefat edince Hz. Sevde çocuklarıyla birlikte yalnız başına kalmıştır. Bu çocuklardan biri olan Abdurrahman, Hz. Ömer döneminde vuku bulan Celûla Savaşı’nda şehit düşmüştür.319 Hz. Sevde, kocasını risaletin 10. yılında kaybetmiştir. Bu zaman diliminde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) en büyük destekçilerinden olan Hz. Hatice ve Ebû Tâlip de vefat etmiştir. Taif’ten de mahzun bir şekilde dönen Hz. Peygamber’i (s.a.s.) bu durum çok üzmüş dolayısıyla bu yıla Hüzün Yılı denmiştir. 320 Hz. Hatice’nin vefatıyla Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatında hem büyük bir boşluk meydana gelmiş hem de çocukları annesiz kalmıştı. Zor bir süreç geçiren Hz. Peygamber, İslâm’ı tebliğ etmenin yanında çocuklarının bakımını da üstlenmek durumunda kalmıştı.321 Hz. Sevde ise Rasûlullah’ın takdirini kazanmış birisi olarak Müslümanlar arasında vefakâr bir duruşa sahipti. Böylece Osman b. Maz‘ûn’un hanımı Havle bnt. Hakîm, Rasûlullah’a (s.a.s.) Hz. Sevde’yle evlenmesini tavsiye etmiştir. Bunun 317 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 4, s. 204; İbn İshâk, Muhammed b. İshâk, Hz. Peygamber’in Hayatı ve Gazveleri, thk: Süheyl Zekkar, Terc: Ali Bakkal, İstanbul: Harf Yayınları, 2013, s. 347. 318 İbn İshak, Meğâzî, C. 1, s. 254; Muhammed b. İshâk, Hz. Peygamber’in Hayatı ve Gazveleri, thk. Süheyl Zekkar, terc. Ali Bakkal, İstanbul: Harf Yayınları, 2013, s. 347. 319 Muhammed Sabit Fendi, Ahmet Şentenavi, İbrahim Zeki Hurşid, Abdülhamid Yunus, Dâiretü’l- Maârifi’l-islâmiyye, trc. Hasan Habeşî, Muhammed İnânî, Suudi Arabistan: Merkezu Şarikatu li’l- İbdai’l-Fikriyye, 1998, C. 19, s. 981; Muhammed Mütevelli eş-Şa’ravi; Zevcatü’n-Nebiyyi ve Alü’l- Beyt, Beyrut: El-Mektebetü’l Asriyye, 2006, s. 13. 320 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 1, s. 198. 321 Mevlana Niyaz, Kadın Sahabiler, terc. Ali Genceli, İstanbul: Toker Yayınları, 1971, s. 41. 97 üzerine Hz. Peygamber, 55 yaşında olan Hz. Sevde’ye evlilik teklifinde bulunarak kendisiyle evlenmiştir.322 Osman b. Maz‘ûn’un hanımı Havle, bir gün Hz. Peygamber’e (s.a.s.) gelerek, “Ya Rasûlallah! Huzuruna girince bir an Hatice’nin eksikliğini hissettim.” demiş, bunun üzerine Hz. Peygamber, “Evet, zira Hatice çoluk çocuğumun annesi, evimin de gözeticisiydi” şeklinde buyurmuştur. Rasûlullah’ın (s.a.s.) bu cevabı üzerine Havle, “Ya Rasûlallah! Evlenmek istemez misin?” diye sormuş ve Hz. Peygamber (s.a.s.) “Kiminle?” demiştir. Havle ise, “Ebû Bekr’in kızı Âişe veya Sevde bnt. Zem’a…” diye ikisinden birisini teklif etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bunun üzerine “Git, benim için ikisiyle de konuş” şeklinde cevap vermiş, Havle de Hz. Sevde’ye Rasûlullah’ın evlilik teklifini ulaştırmıştır.323 Rasûlullah’ın (s.a.s.) evlilik teklifini duyan Hz. Sevde, bu habere çok sevinmiş fakat birtakım endişeleri oluşmuştu. Hem dul bir kadın olması hem de ilk eşinden beş altı çocuğu olması hasebiyle ilk başta Hz. Peygamber’le (s.a.s.) evlenmeye cesaret edememişti. Ancak Hz. Peygamber gibi kutlu bir elçinin eşi olacağını düşününce sonunda kendisiyle evlenmeye karar vermişti.324 Hz. Sevde’nin Rasûlullah’la (s.a.s.) evlenmesiyle ilgili İbn Abbas’ın aktarmış olduğu bir rivayette Rasûlullah’ın (s.a.s.) yetim çocuklara karşı şefkat ve merhametini görmekteyiz. Hem Hz. Sevde’nin evlenmesiyle ilgili konuya açıklık getirmek hem de Rasûlullah’ın (s.a.s.) onun yetim çocuklarına karşı tutumunu göstermek amacıyla bu konuya değineceğiz. Abdullah b. Abbas şöyle aktarıyor: Rasûlullah (s.a.s.) kendi kavminden Sevde isminde bir kadına evlenme teklifinde bulundu. Bu kadın çocukları fazla olan bir kadındı. Ölen kocasından beş ya da altı çocuğu bulunmaktaydı. Rasûlullah ona “Benimle evlenmene mani olan şey nedir?” diye sorunca, Sevde şöyle karşılık verdi: “Allah şahittir ki yâ Rasûlallah! Sen benim için yeryüzündeki insanların en değerlisi olduğun halde beni senden ne men edebilir ki? Ancak şu çocuklarım sabah akşam sürekli başında bağrışırlar diye çekiniyorum” karşılığını verdi. 322 İbn İshak, Meğâzî, C. 1, s. 254; İbn Sa‘d, a.g.e., C. 4, s. 204. 323 Âişe Abdurrahman bintü’ş-Şatı, Rasûlullah’ın Annesi Hz. Âmine, çev. İsmail Kaya, Konya: Uysal Kitabevi, 1994, s. 223. 324 İbn Sa‘d, a.g.e., thk. Ali Muhammed Ömer, Kahire: Mektebetu’l Hanci, 2001, C. 5, ss. 52-53. 98 Sevde’nin bu cevabı üzerine Rasûlullah “Benimle evlenmene bundan başka tereddüt ettiğin bir sebep var mıdır?” diye buyurunca, Sevde “Hayır, vallahi yok” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah, “Allah sana merhamet etsin! Develere binen kadınların en hayırlısı, Kureyş’in kabilesinin kadınlarıdır. Çocuklara karşı en şefkatli olanlar ve kocasının malında tutumlu olanlar yine onlardır” buyurmuş ve onun gereksiz yere tereddüt ettiğini ifade etmiştir.325 Görüldüğü üzere Hz. Peygamber, (s.a.s.) sözleriyle Hz. Sevde’yi rahatlatmış ve Kureyş kadınlarının çocuklara karşı tutumuna değinmiştir. Buradan da aynı zamanda Kureyşli kadınların küçük çocukları sebebiyle zorluklarla karşılaştıklarını ve çocuklara karşı şefkatli olduklarını anlamaktayız. Hz. Sevde’nin Rasûlullah’la (s.a.s.) evlenmesiyle ilgili görmüş olduğu bir rüyada, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) elini Hz. Sevde’nin omzuna koymuş, Hz Sevde daha sonra görmüş olduğu bu rüyayı eşi Sekrân’a anlatmıştır. Kocası ise Hz. Sevde’nin rüyasını şu şekilde yorumlayarak açıklığa kavuşturmuştur:“Ey Sevde, sen şayet böyle bir rüya gördüysen bu durum benim öleceğime, senin de Rasûlullah’la evleneceğine işarettir.” “Hz. Sevde gördüğü bu rüyasını eşi Sekrân’a anlattıktan birkaç gün sonra benzer bir rüya daha görmüştür. Rüyasında bir yastığa yaslanmış vaziyette, gökyüzünden inen ayı başının çevresinde döndüğünü görmüştür. Hz. Sevde ilkinde olduğu gibi görmüş olduğu bu rüyayı da kocasına anlatmış ve Sekrân benzer bir cevapla şöyle söylemiştir: “Ey Sevde bilesin ki artık benim ölüm vaktim yaklaşmıştır. Öyle ki ben öldükten sonra senin evleneceğine inanıyorum.” Sekrân bu olaydan birkaç gün sonra vefat etmiş ve Hz. Sevde’nin Peygamber Efendimizle (s.a.s.) evlenmesi üzerine yapmış olduğu yorumları da yerini bulmuştur.”326 Hz. Peygamber (s.a.s.) Cahiliye Dönemindeki uygulamaların aksine hanımlarına karşı çok merhametli davranmış ve onları önemsemiştir. Kız çocuklarının hor görüldüğü, kendilerine insanlık dışı muamelelerin yapıldığı dönemde İslâmiyet gelmiş ve bu uygulamaları kaldırmıştır. Hz. Peygamber’le birlikte kadınlara olan davranışlar değişmiş ve konumları yükselmiştir. 325 Müslim, Fedailu’s-Sahabe, 49; İbn Hanbel, Müsned, C. 17, s. 329. 326 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 5, s. 56. 99 Hz. Peygamber (s.a.s.) kız çocuklarına önem verdiği gibi eşlerinin ilk kocalarından olan kız çocuklarına da ayrı bir ehemmiyet göstermiştir. Yetim olmalarından dolayı onların üzülmelerine fırsat vermemiş, onlara her zaman gerçek bir baba şefkati ve merhameti göstermiştir. Rasûlullah, (s.a.s.) Hz. Sevde’nin Sekrân b. Amr’dan olan çocuklarına babalık yapmış, onları kendi çocuklarıyla birlikte evinde büyütmüştür. Çünkü yetimlere sahip çıkmak, Hz. Peygamber’in hayatında şiar edindiği ve bunu ashabına önemle tavsiye ettiği en önemli konular arasında gelmekteydi. Himaye edilmeye ve şefkat gösterilmeye muhtaç olan Hz. Sevde’nin çocuklarının Rasûlullah’ın (s.a.s.) evinde yaşamaları ve O’nun (s.a.s.) çocuklarıyla birlikte büyümeleri onlar için büyük bir meziyet olmuştur. Çünkü o dönemde Hz. Peygamber’in sevgisiyle, edebiyle ve terbiyesiyle yetişmek, özellikle de evinde büyümek her çocuğun arzuyla isteyeceği bir ayrıcalıktı. Hz. Sevde’nin çocuklarının bu şerefe nail olmaları ve gördükleri muameleler İslâmiyet’in ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yetimlere göstermiş olduğu önemi ortaya koymaktadır. 1.3. Ümmü Seleme’nin Yetim Çocukları Kureyş kabilesinin Benî Mahzûm koluna mensup olan Ümmü Seleme, (r.anhâ) Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yedinci kuşaktan akrabasıdır. Soyları yedinci dedeleri olan Mürre’de birleşmektedir.327 Ümmü Seleme olarak künyelenir ve o şekilde bilinir Fakat asıl ismi Hint bnt. Ebî Ümeyye’dir.328 Ümmü Seleme önce amcasının oğlu olan Ebû Seleme el-Mahzûmî ile evlenir. Mahzûmoğullarına mensup olan Ebû Seleme aynı zamanda Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sütkardeşi ve halası Berre bnt. Abdülmuttalib’in oğludur.329 Mahzumoğulları Mekke’de yüksek bir mevkiye sahipti. Ümmü Seleme’nin de bu kabileye mensup olması açısından Kâbe hakemliği meselesine değinmemiz 327 İbn Sa‘d, a.g.e., nşr. İhsan Abbas, Beyrut: 1968, C. 8, ss. 86-96; İbnü’l-Cevzî, Cemaleddin Ebu’l- Ferec, Telkıh Fuhumi Ehli’l-Eser fî Uyûni’t-Târih ve’s-Siyer, Beyrut: Dâru’l-Erkam b. Ebi’l-Erkam, 1997, s. 23. 328 İbn Hişam, a.g.e., C. 1, s. 644; ; İbn Sa‘d, a.g.e., thk. Muhammed Abdulkadir Atâ, Lübnan: Dâru’l- kutubi’l-ilmiyye, 8.b., 1997, C. 8, s. 69; Belâzurî, a.g.e., C. 2, s. 6; en-Nuveyrî, Nihâyetü’l-Ereb fî Fununi’l-Edeb, Kahire: el-Heyetü’l-Misriyyetü’l-Amme li’l-Kitab, 1975, C. 18, s. 179. 329 Eb’ul Kasım el-Beğâvî, Mu’cemu’s-sahabe, thk. Muhammed Emin İbn Muhammed, Kuveyt: Mektebetu Daru’l-beyan, 2000, C. 4, s. 316. 100 faydalı olacaktır. Zira Kâbe’nin tekrardan inşa edilmesinde bu kabilenin önemli bir rolü bulunmaktaydı. Birtakım nedenlerden dolayı Kâbe tahrip olmuş ve Kureyş kabilesi Kâbe’yi yeniden inşa etmeye karar vermişti. Temelinin yapımı esnasında Mahzûmoğulları’ndan biri, elindeki bir taşı düşürmüş ve buna şahit olan Ümmü Seleme’nin amcası Velid b. Muğîre,330 Kâbe’ye temizlenmeyen kimselerin yaklaşmamasını istemiştir. Böylece Kâbe’nin inşa edilmesinde yer alacak kimselerin vasıflarını ortaya koymuştur. İnşaat esnasında Haceru’l-Esved’i yerine koyma kararında kabileler arasında ihtilaf çıkmış ve her kabile bu şerefe nail olmak istemiştir.331 Kabileler arasında ittifak meydana gelemeyince Ümmü Seleme’nin babası Ebû Ümeyye b. Muğîre’nin önerisiyle ertesi gün mescide ilk giren kimsenin hakem tayin edilmesine karar verilmiştir. Bu talep bütün kabileler tarafından onaylanmıştır. Ertesi gün bütün kabileler taşı yerine koymak için toplanınca Kâbe’nin kapısından giren ilk kişi Hz. Peygamber (s.a.s.) oldu. Bu sırada herkes “İşte Muhammedu’l-Emîn” diye sevinerek Hz. Muhammed’in (s.a.s.) hakemliğinde Haceru’l-Esved’i yerine koymayı kabul ettiler.332 Böylece her kabileden bir kişi örtünün ucunu tutarak taşı yerine koydular. Örtünün ucunu tutanlardan biri de Ümmü Seleme’nin amcası olan Ebû Huzeyfe b. Muğîre’ydi.333 Görüldüğü gibi Ümmü Seleme’nin babası Ebû Ümeyye b. Muğîre, Kureyş’te sözü dinlenen bir kimseydi. Nitekim tarihçiler onu “Kureyş’in büyüklerindendir” şeklinde vasıflandırmışlardır.334 Ümmü Seleme’nin kabilesi zengin ve asil bir konuma sahip olması hasebiyle onun itibarlı bir ailede yetiştiği anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.) İslâm’ı açıktan tebliğ etmeye başladıktan sonra Mekkeli müşrikler zayıf Müslümanlara baskı ve işkence yapmaya başladılar. Hz. Peygamber (s.a.s.) Müslümanların çektiği bu acılara bir çözüm bulmak amacıyla ashabının Habeşistan’a hicret etmesini istedi. İslâmiyet’in henüz beşinci yılında 330 İbn Kudâme, Muvakuddin Ebu Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Muhammed, et-Tebyin fî Ensâbi’l- Kureşiyyin, thk. Muhammed Nayif ed-Düleymiyyî, Beyrut: Mektebetü’l-Nehdati’l-Arabiyye, 2. Basım, 1988, s. 345. 331 İbn Hişam a.g.e., C. 1, s. 209-210; Geniş bilgi için bkz. Salim Öğüt, “Hacerülesved”, DİA, İstanbul: 1996, C. 14, ss. 433-435. 332 İbn İshak, a.g.e., C. 1, s. 87; İbn Hişâm, a.g.e., C. 1, s. 197; Belâzurî, a.g.e., C. 1, s. 109; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 45. 333 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 1, s. 116. 334 İbn İshak, a.g.e., C. 1, s. 87. 101 Mekkeli müşriklerin baskılarına maruz kalan Müslümanlar Habeşistan’a hicret etmeye başladılar.335 O günleri yaşayan ve Müslümanların çektiği acılara şahit olan Ümmü Seleme şunları söylemektedir: “Mekke artık bize dar gelmeye başlamıştı. Hz. Peygamber’in ashabı işkenceye maruz bırakılıyordu. Benimsedikleri dinlerinden dolayı zorluk ve sıkıntı yaşıyorlardı. “Hz. Peygamber de (s.a.s.) ashabının yaşadığı bu sıkıntılara son vermek için, ‘Habeş diyarında ülkesinde zulme yer olmayan zulmetmeyen bir hükümdar var; onun yurduna hicret edin. Allah sizi bu zor durumdan kurtaracaktır’ buyurdu. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) böyle söylemesi üzerine bizler farklı yollardan göç etmeye başladık. Habeş yurduna ulaşınca hepimiz bir araya toplandık. Böylece hayırlı bir yurda, hayırlı komşulara kavuştuk ve emniyette idik. Bizim için zulüm korkusu artık yoktu.”336 Mekkeli müşriklerin Müslümanları maruz bıraktıkları boykot sona erince Habeşistan’da bulunan Müslümanların bir kısmı geri döndüler.337 Mekke’ye geri dönen Müslümanlar arasında Ümmü Seleme ve kocası da bulunmaktaydı. Medinelilerin İslâm’ı kabul etmeleriyle birlikte Müslümanlar Medine’ye hicret etmeye başladı. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Medine’ye hicretinden sonra ailesiyle birlikte Mekke’de olan Ümmü Seleme de kocasıyla birlikte Medine’ye hicret etmek ister ancak, Mahzûmoğulları kabilesi bu hicrete izin vermez.338 Ümmü Seleme yaşadığı olayı şöyle aktarmaktadır: “Ebû Seleme Medine’ye hicret etmeye karar verdi ve deveyi hazırladı; beni ve oğlum Seleme’yi deveye bindirdi. Deveyi sürmeye başladıktan sonra Mahzumoğullarından bazıları kalkıp ona doğru geldiler ve ‘Hadi sen tek başına gidiyorsun; fakat şunları götürmene müsaade etmeyeceğiz.’ dediler ve devenin yularını elinden çekip aldılar. Abdülesedoğullarından bazıları bu durumu görünce onlara kızdılar ve ‘Eğer adamımızdan bunu (Ümmü Seleme’yi) alırsanız, biz de çocuğumuzu (Seleme’yi) size vermeyeceğiz.’ diyerek oğlum Seleme’yi çekiştirmeye başladılar ve çocuğumu 335 İbn Hişâm, a.g.e., C. 1, s. 193; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, C. 2, s. 60. 336 Yaşar Nuri Öztürk, Ehl-i Beytin Annesi Hz. Fatıma, İstanbul: Yeni Boyut Yayınları, 1997, s. 71. 337 İbn Hişâm, a.g.e., C. 1, ss. 459-470; İbn Sa‘d, a.g.e., ss. 171-175; İbn Hacer, el-İsâbe, C. 4, s. 423. 338 Mus’ab ibn Abdullah İbn Zübeyr, Nesebu kureyş, thk. Levi-Provençal Evariste, Kahire: C. 1, s. 50; İbn Hacer, el-İsabe, nşr. Ali M. El-Bicâvî, Kahire: 1970, C. 8, ss. 150-152; İbn Hazm, Cemheretu Ensabi’l-Arab, Beyrut: Daru’l-kutubi’l-ilmiyye, 1983, C. 1, s. 144. 102 çekip aldılar. Kocamı, beni ve çocuğumu birbirimizden ayırdılar. Her sabah oturup akşama kadar ağlıyordum. Ve benim bu halim bir yıl sürdü.”339 “Medine’ye hicret edemeyen Ümmü Seleme çok üzüldü. Onun bu durumunu gören Ebû Seleme’nin ailesi hicret etmesine izin verdi. Böylece Kureyş kabilesinden Medine’ye ilk hicret eden aile Ümmü Seleme’nin ailesi oldu.340 Ümmü Seleme’nin hicretten sonra çocukları Seleme, Ömer, Dürre ve Zeynep’i dünyaya getirdiği bilinmektedir.341 Bazı kaynaklarda ise Habeşistan’a hicret ettikten sonra bütün çocuklarının burada doğduğu belirtilmektedir.”342 Ebû Seleme, Uhud Savaşı’nda şehit düşünce çocukları yetim kalmıştı.343 Ümmü Seleme her ne kadar eşinden sonra evlenmek istemese de eşi Ebû Seleme kendisinden sonra mutlaka evlenmesini tavsiye etmiş ve kendisinden daha hayırlı biriyle evlenmesi için dua etmişti. Bu durumla ilgili ne yapması gerektiğini tam olarak bilmediği için Rasûlullah’a (s.a.s.) danışmış, Rasûlullah da (s.a.s.) Allah’ın (c.c.) kendisine hayırlı bir eş ihsan etmesi için bolca dua etmesini öğütlemiştir. İlk önce Hz. Ebû Bekir daha sonra da Hz. Ömer kendisine evlilik teklifi ettiyse de bu teklifleri kabul etmemiş daha sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisine evlilik teklifi edince Ümmü Seleme olumlu karşılık vermiştir. Çünkü Rasûlullah’tan (s.a.s.) daha hayırlı bir eş bulamazdı. Böylece Hz. Peygamber (s.a.s.) yetim çocuklarına baba olmuş ve onları himayesi altına almıştır.344 Hz. Peygamber (s.a.s.) yetim kalan Ümmü Seleme’nin çocuklarını kendi evinde barındırarak onların bütün sorumluluklarını üstlenmiştir. Onları kendi çocukları gibi sevmiş ve himaye etmiştir. Onlara babalık şefkati göstermiş babalarının yokluğunu hissettirmemiştir. Bu yetimlerin hayatlarını ve Hz. Peygamber’e (s.a.s.) dair hatıralarını başlıklar altında açıklayacağız: 339 İbn Hişâm, a.g.e., C. 1, ss. 468-469; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, C. 7, s. 371; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n- Nihâye, C. 3, s. 207. 340 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 2, s. 181; İbnu’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, C. 3, s. 191. 341 İbn Hişâm, a.g.e., C. 2, s. 645; el-Belâzurî, a.g.e., C. 2, s. 63; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, C. 7, s. 371; İbn Hacer, el-İsâbe, C. 8, s. 222. 342 Zehebî, Siyeru A’lâmu’n-nübelâ, nşr. Şuayb el-Arnavut, Beyrut: Müessesetur’r-risâle, 1985, C. 1, s. 151. 343 İbn İshak, Siret (Mübtede’ Meb’as ve Meğazi), thk. Muhammed Hamidullah, İhyau Turasi’l-Arabî, 1981, s. 242. 344 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 8, s. 90; Zehebî, a.g.e., C. 3, s. 407; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, thk. Beşşar Avvad Maruf, Beyrut: Daru’l-ğarbu’l-islâmiyye, 2002, C. 1, ss. 553. 103 1.3.1. Seleme İbn Ebî Seleme Ebû Seleme, Hicretin 3. yılında Uhud Savaşı’nda şehit düşünce İbn Ebî Seleme, kardeşleriyle birlikte yetim kalmıştır. Bunun üzerine anneleri Ümmü Seleme, Hz. Peygamber’le (s.a.s.) evlenmiş ve dört yetim çocuğuyla birlikte Rasûlullah’ın (s.a.s.) evine yerleşmiştir. Hz. Peygamber, (s.a.s.) İbn Ebî Seleme’yi Hz. Hamza’nın kızı Ümâme’yle nikâhlamıştır.345 Seleme evlendiğinde henüz küçük yaştaydı. Hz. Peygamber (s.a.s.) onu evlendirdiğinde ashabına dönerek şöyle demiştir: “Görüyorsunuz ki ben onu mükâfatlandırdım”346 Veyahut “Ey Seleme işte bu senin mükâfatındır”347 şeklinde söylemiştir. Vâkıdî’nin aktarmış olduğu bir rivayete göre de, “İşte şimdi seninle ödeştik.” diyerek Seleme’yle şakalaşmıştır.348 Rasûlullah’ın (s.a.s.) bu davranışlarıyla yetimlere sahip çıktığını ve evlenmelerine de yardımcı olduğunu görmekteyiz. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) himayesine aldığı bütün yetimlere babalık yapmış ve onları öz çocuklarından ayırt etmemiştir. Seleme’ye karşı bu davranışında da gerek onu evlendirmesiyle gerek onu kardeşinin oğluyla evlendirmesiyle onu mükâfatlandırdığını söylemiştir. Bazı kaynaklara göre evlendiklerinde her ikisi de henüz çocuk yaşta oldukları için aralarında herhangi bir zifaf meydana gelmemiştir.349 Kimi rivayetler bunun sebebini Seleme’nin çocuk yaşta vefat etmesine350 bağlarken kimisi de felç hastalığına yakalanmasına ya da Medine’ye hicret ederken aldığı yaraya bağlamaktadır.351 Ümâme, babası Hz. Hamza’nın Uhud Gazvesi’nde şehit olması üzerine Mekke’de yetim kalmış çocuklar arasına girmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) Umretu’l- Kaza için Mekke’de bulunduğu sırada Ümâme ile karşılaşmıştır. Şehirden ayrılacağı zaman Hz. Peygamber’in (s.a.s.) peşine takılmış ve onunla birlikte Medine’ye gitmek istemiştir. Böylece Rasûlullah (s.a.s.) ashabından onu Medine’de himaye 345 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, C. 2, s. 295; İbn Hacer, el-İsâbe, C. 2, s. 66 346 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 4, s. 532. 347 İbn İshak, a.g.e., s. 243; Belâzurî, a.g.e., C. 2, s. 63; İbn Sa‘d, a.g.e., C. 3, s. 5. 348 Vâkıdî, Muhammed b. Ömer, Kitâbü’l-Megâzî, thk. Marsden Jones, Beyrut: 3.Basım, 1984, C. 2, s. 739. 349 İbn İshak, a.g.e., s. 243; İbn Hacer, el- İsâbe, C. 2, s. 66. 350 İbn Hacer, el- İsâbe, C. 2, s. 66. 351 Belâzurî, a.g.e., C. 2, s. 63. 104 etmelerini istemiş ve bu meselede Hz. Ali, Hz. Ca‘fer ve Zeyd b. Harise arasında anlaşmazlık meydana gelmiştir. Zeyd, Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından Hz. Hamza ile kardeş ilan edildiği için himaye etmek istemiştir. Hz. Ca‘fer ise hem amcasının kızı olması hem de eşi Esma bnt. Umeys’in Ümâme’nin teyzesi olması münasebetiyle onunla daha iyi bir şekilde ilgilenip ona daha iyi bakacağını söyleyerek onun himayesini üzerine almak istemiş ve bu duruma kendisinin daha layık olduğunu söylemiştir. Ümâme’nin himayesinde meydana gelen anlaşmazlıktan dolayı Rasûlullah (s.a.s.) “Ben teyzesiyle birlikte olabilmesi için Ümâme’yi Ca‘fer ’e vereceğim, Zira teyze anne konumundadır” şeklinde buyurmuş ve Ümâme’yi Hz. Ca‘fer’in almasını daha uygun bulmuştur. Böylece aralarındaki ihtilaf çözülmüştür. 352 Hz. Peygamber (s.a.s.) vefat ettiğinde henüz on yaşlarında olan Seleme küçük yaşta Sahâbe olma vasfına erişmiştir. İslâm Tarihinde pek çok cihatta yer alan İbn Ebî Seleme, Hz. Ali tarafından birçok savaşta görevlendirilmiştir. Hz. Ali vefat ettikten sonra Medine’ye geri dönen İbn Ebû Seleme hayatının sonuna kadar burada yaşamış ve Peygamber şehrinde vefat etmiştir.353 1.3.2. Ömer İbn Ebî Seleme Ömer ibn Ebî Seleme, daha çok rivayet ettiği hadislerle tanınan Ümmü Seleme’nin ikinci oğludur. Diğer üç kardeşiyle birlikte Habeşistan’da dünyaya gelmiştir.354 Diğer bir kaynağa göre de Medine hicretinden önce doğduğu belirtilmektedir. Bunu destekleyen bir rivayet olarak Abdullah İbn Zübeyr’in şu sözü gösterilmektedir: “Ömer benden iki yaş büyüktü. Hendek Savaşı’nda Ömer ve İbn Zübeyr bir tümseği beraber kazdı.”355 Annesi Hz. Peygamber’le (s.a.s.) evlendiğinde henüz küçük bir çocuk olan Ömer, Peygamber Efendimizin (s.a.s.) terbiyesinde yetişmiş yetimlerden biridir.356 352 Buhârî, “Sulh”, 6; Ebû Dâvûd, “Talâk”, 34-35. 353 Bağdâdî, a.g.e., C. 1, s. 553. 354 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, C. 4, s. 169; Cemmâîlî, Tehzibü’l-Kemâl, C. 21, s. 374. 355 İbn Hacer, el-İsâbe, C. 2, s. 519. 356 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 8, s. 92. 105 Abisi Seleme’den iki yaş küçük olan Ömer, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) vefatında henüz dokuz yaşlarındaydı.357 Ömer b. Ebî Seleme’nin Hz. Peygamber’in (s.a.s.) vefatında dokuz yaşında olması onun Medine’ye hicretten sonra 623 tarihinde doğduğuna işaret etmektedir. Bu durum da onun Habeşistan’da doğduğuna dair delili çürütmektedir. Zira Habeşistan’da dünyaya gelmiş olsaydı Hz. Peygamber’in vefatında on beş yaşlarında olması gerekmekteydi. Bunu destekleyen başka bir delil de Annesi Mekke’ye hicret ettiğinde sadece kardeşi Seleme’nin isminin geçmesidir.358 Hicret esnasında Mahzûmoğulları’nın çıkarmış olduğu kargaşa da Seleme’den başka çocuk ismi geçmemekte, hadisede sadece bir çocuğun olduğu anlaşılmaktadır. Ümmü Seleme de başından geçenleri anlatırken, “Oğlumu, kocamı ve beni birbirimizden ayırdılar” şeklinde üzüntüsünü dile getirmiştir.359 “Ebû Hafs” olarak künyelenen Ömer,360 Rasûlullah’tan pek çok hadis ezberlemiş ve nakletmiştir.361 Hadis nakli konusunda muhaddislerin güveninin kazanmış kendisinden rivayet edilen hadislerin büyük kısmı Buhârî ve Müslim’de yer almıştır. Aynı zamanda hadiste tutarlığında şüphe bulunmayan raviler arasında yer almıştır.362 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Ömer’e olan sevgisini ve ailesine verdiği değeri İbn Sa‘d şöyle aktarmaktadır: “Hz. Ömer, Irak ve Şam’ı fethettiğinde buralardan elde ettiği haraç gelirlerini Ehl-i Beyt başta olmak üzere Sahâbe arasında bölüştürmüştür. Bu paylaştırma esnasında oğlu Abdullah’a üç bin dirhem, Ömer b. Ebî Seleme’ye ise dört bin dirhem pay vermişti. Daha sonra bu durumu babasıyla konuşan İbn ömer, babasından şöyle cevap almıştır, ‘Ümmü Seleme gibi bir anne getirirsen sen de bu kadar alırsın!’ dedi.”363 357 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, C. 4, s. 169; el-Mizzî, a.g.e., a.e. 358 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, C. 4, s. 169. 359 İbn Hişâm, a.g.e., C. 1, ss. 468-469; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, C. 7, s. 371; İbn Hacer, el-İsâbe, C. 8, s. 150-152. 360 Belâzurî, a.g.e., C. 2, s. 63; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, C. 4, s. 169. 361 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 2, s. 166. 362 Ebû Ahmed Abdullah b. Adî b. Abdillâh el-Cürcânî, el-Kâmil fî duʿafâʾi'r-ricâl, thk. Adil Ahmed Abdulmevcüd, Beyrut: Kutubu’l-ilmiyye, 1997, C. 6, s. 85. 363 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 6, s. 533. 106 Bazı rivayetlere göre Cemel Savaşı’nda Hz. Ali’nin tarafında savaşırken ölmüştür. Fakat bu görüş zayıf görülmüştür.364 Ömer, Abdülmelik b. Mervan döneminde 83 yaşındayken vefat etmiştir.365 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) terbiyesinde yetişen Ömer, Rasûlullah’ın (s.a.s.) kendisine vermiş olduğu nasihatle ilgili şöyle söylemektedir: “Ben Rasûlullah’ın (s.a.s.) terbiyesinde yetişmiş bir çocuktum. Bir gün yemek yerken elim tabağın her tarafında dolaşıyordu. (Tabağın her tarafından yiyordum) Bunu üzerine Rasûlullah (s.a.s.) bana uyarıda bulunarak: ‘Evladım! Önce Allah’ın ismini an, sonra sağ elinle önünden ye!” Rasûlullah’ın bu ihtarından sonra artık hep bu şekilde yemek yedim.”366 Ömer, abisi Seleme’yle ilgili bir hatırasında kendisinden iki yaş büyük olan İbn Ebî Seleme’ye bir haksızlık yapacağını ifade ederek şöyle der: “İbn Ebî Seleme’ye dedim ki, ben bakana kadar beni boynunda taşı. Ben indiğimde de ben seni taşıyacağım dedim. Daha sonra beni taşıdıktan sonra kendisi binmek istediğinde ona dedim ki, bu henüz bir seferlikti.”367 Ömer ibn Ebî Seleme aktardığı bu hatırasında abisine bir haksızlık yaptığını ve kelime oyunuyla onu oyuna getirdiğini ifade etmektedir. Ömer ibn Ebî Seleme’den elimize ulaşan bazı hadisler şöyledir: Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Ümmü Seleme’nin evinde dua ettiğine dair hadis, Ömer vasıtasıyla bize şu şekilde ulaşmıştır: “Allah Rasulü'nü (s.a.s.) Ümmü Seleme’nin evinde iki ucu omzunun üstünde olan tek bir elbise içinde namaz kılarken gördüm.”368 Bu rivayette görüldüğü gibi Ümmü Seleme’nin çocukları Rasûlullah’ın (s.a.s.) hayatını ve ibadetini bizzat yakından görme şerefine nail olmuşlardır. Hz. 364 el-Mizzî, a.g.e., C. 21, s. 375. 365 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 4, s. 533; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, C. 4, s. 169; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Ma’rifetu’s-Sahabe, thk. Adil b. Yusuf, Riyad: Daru’l-Vatan, 1998, C. 4, s. 939; el-Mizzî, a.g.e., a.e. 366 Buhârî, “Et’ime” 2, 3; Müslim, “Eşribe”, 108; Buhârî, Târîhu’l-Kebîr, C. 1, s. 176; İbnü’l- Esîr, Üsdü’l-Ğabe, C. 4, s. 169. 367 Mizzî, a.g.e., a.e. 368 Buhârî, “Salât”, 4; Müslim, “Salât”, 278; Süheyb Abdulcebbar, el-Müsnedu’l-Mevzûî, 2013, C. 10, s. 295. 107 Peygamber’in (s.a.s.) evlerinde namaz kılarken nasıl giyindiğine kadar bize aktaran Ömer, hadislerin rivayet edilmesinde ve anlaşılmasında büyük bir öneme sahiptir. 1.3.3. Zeynep bint Ebî Seleme Ümmü Seleme’nin üçüncü çocuğu olan Zeynep bazı kaynaklara göre Habeşistan’da doğmuştur.369 Fakat diğer bazı kaynaklara göre Ümmü Seleme’nin sadece bir oğlu Habeşistan’da diğerlerinin de Medine’ye hicretten sonra Medine’de doğduğu bilinmektedir.370 Buna delil olarak bazı rivayetlerde Ümmü Seleme şöyle söylemektedir: “Kızım Zeynep’i Medine’de dünyaya getirdiğimde Hz. Peygamber (s.a.s.) bana gelerek benimle evlenmek istediğini söyledi.”371 Başka bir rivayete göre de Hz. Peygamber (s.a.s.) bir gece Ümmü Seleme’nin odasından geçerken henüz küçük bir çocuk olan Zeynep’in ayağına basar ve Zeynep bağırır. Hz. Peygamber (s.a.s.) Zeynep’i görmediği için ne olduğunu anlamaz ve Ümmü Seleme’ye bunun ne olduğunu sorar. Ümmü Seleme de onun Zeynep olduğunu söyledikten sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) Zeynep’in ayağına basmamak için daha temkinli davranır ve başka bir gece yine Ümmü Seleme’nin odasına girerken “Zeynep’e dikkat ediniz ona basmayayım” şeklinde eşi Ümmü Seleme’yi uyarır.372 Bu rivayetlerden Hz. Peygamber (s.a.s.) Ümmü Seleme’yle evlendiğinde Zeynep’in küçük bir çocuk olduğu ve dolayısıyla Medine’de dünyaya geldiği anlaşılmaktadır. Babasını kaybettiğinde henüz çok küçük olan Zeynep’in ilk ismi “Berre” idi. Hz. Peygamber, (s.a.s.) Ümmü Seleme’yle evlendikten bir süre sonra ismini Zeynep olarak değiştirmiştir.373 Sütannesi, Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) kızı aynı zamanda Zübeyr 369 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, C. 4, s. 169; Cemmâîlî, Tehzibü’l-Kemâl, C. 21, s. 374. 370 İbn Hişâm, a.g.e., C. 1, ss. 468-469; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, C. 7, s. 371; İbn Hacer, el-İsâbe, C. 8, s. 150-152; Yaşar Nuri Öztürk, Asrı Saadetin Büyük Kadınları, İstanbul: 3. Basım, Yeni Boyut Yay., 1998, s. 75. 371 Kandehlevi, Hayatü’s-Sahâbe, çev. Ali Arslan, Ankara: Akçay Basım, 1995, C. 3, s. 213. 372 Zübeyr b. Bekkâr, Ebu Abdillah b. Zübeyr b. Bekkâr b. Abdullah, el-Müntehab min Kitâbi Ezvâci’n- Nebi, thk. Sakine Şehâbi, Beyrut: 1983, s. 43. 373 Müslim, “Âdâb”, 19; İbn Hacer, el-İsâbe, nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd, Beyrut:1995, C. 8, ss. 159- 160; İbn Hacer, Tehẕîbü’t-Tehẕîb, Beyrut:1991, C. 6, s. 596. 108 b. Avvam’ın ( r.a.) eşi olan Esma’dır. Dolayısıyla Zübeyr ve Esma’nın çocuklarıyla sütkardeştir.374 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yetiştirdiği yetimlerden biri olan Zeynep, Rasûlullah’ın (s.a.s.) üvey kızı anlamında olan “Rebîbetü Rasûlillah” ismiyle bilinmektedir.375 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kendisiyle çokça şakalaştığı ve oyunlar oynadığı rivayetlerde geçmektedir. Bunlardan biri Enes b. Malik’in rivayetine göre Rasûlullah’ın (s.a.s.) sürekli ona “Zeynepcik, Zeynepcik” şeklinde seslenmesi, onu sevmesi ve onunla oynamasıdır.376 Bu rivayetlerden bir tanesi de Rasûlullah’ın (s.a.s.) “Nerde Zenab, ne yaptı Zenab?” diyerek Zeynep’le şakalaşmasıdır.377 Harre’de378 pek çok Medineli’nin katledildiği vakada Ebû Ubeyde ve Yezîd adında iki oğlu öldürülmüş ve çocuklarının cansız bedenlerine bakarak ağzından şu kelimeler dökülmüştür: “Şüphesiz biz Allah’tan geldik ve Allah’a döneceğiz. İki çocuğumun başına gelen bu musibet benim için çok büyüktür. Bu oğlum evinde otururdu. Kimseyle savaşmadığı halde bir mazlum olarak öldürüldü, ben onun cennete gireceğini umuyorum. Bu oğlum ise eline kılıcını alarak canını verene kadar savaştı. Onun durumu ne olur bilmiyorum. Onun başına gelenler benim için diğerinden daha büyük bir musibettir.”379 “Dönemin en fakih kadınları arasında yer alan Zeynep bnt. Ebî Seleme, hicri 73 yılında Medine’de vefat etmiştir. Abdullah b. Ömer’in de iştirak ettiği cenaze namazından sonra Cennetü’l-Bakî’ye defnedilmiştir.”380 1.3.4. Dürre Bnt. Ebî Seleme Ümmü Seleme’nin diğer bir kızı olan Dürre, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) evinde büyüttüğü yetimlerden biridir. Bir takım rivayetlere göre Medine’de381 ya da 374 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 8, s. 337; İbn Hacer, el-İsâbe, C. 6, s. 317. 375 Buhârî, “Edeb”, 108; Müslim, “Âdâb”, 18. 376 Elbanî Muhammed Nasıruddin, Silsiletu Ahâdisis-Sahihave şey’ün min Fıkhıha ve Fevâidiha, Şam: Mektebetü’s-Selam, 1985, C. 5, s. 174. 377 Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 11, s. 33. 378 Detaylı bilgi için bkz. Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Harre Savaşı”, DİA, İstanbul: 1997, C. 16, ss. 245- 247. 379 İbn Abdilberr, a.g.e., C. 4, s. 320; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, C. 6, s. 145. 380 İbn Abdilberr, a.g.e., C. 4, s. 320; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, C. 7, s. 145; İbn Hacer, el- İsâbe, C. 4, s. 317. 109 Habeşistan’da382 dünyaya gelmiştir. Diğer kardeşleri gibi Rasûlullah’ın (s.a.s.) terbiyesinde büyüyen Dürre, daha sonra Hz. Peygamber’den (s.a.s.) pek çok hadis ezberlemiş ve rivayet etmiştir.383 Zeynep bint Ebî Seleme’nin haber verdiği bir rivayete göre Ümmü Habîbe, bir gün Hz. Peygamber’in (s.a.s.) huzuruna gelerek şöyle söylemiştir: “Rasûlullah’a (s.a.s.) gelerek, ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Kız kardeşim Ebû Süfyan’ın kızını da kendine nikâhla’ diye söyleyince, Rasûlullah şöyle karşılık verdi: ‘Bunu gerçekten istiyor musun?’ Bunun üzerine ben de ‘Ya Rasûlallah! Vallahi biz senin Dürre bnt. Ebî Seleme’yle nikâhlanmak istediğini konuşuyorduk (öyle bir haber ulaştı bize)’ deyince, Hz. Peygamber, (s.a.s.) ‘Ümmü Seleme’nin kızı mı?’ diye sordu. Ben de ‘Evet Ümmü Seleme’nin kızı’ dedim. Bunun üzerine Rasûlullah, ‘O benim hücremde büyüyen üvey kızım olmasa bile yine de bana helal olmazdı diye cevap verdi. Çünkü o, sütkardeşimin kızıdır. Beni ve Ebû Seleme’yi Süveybe emzirdi. Ve bir daha da bana ne kızlarınızı ne de kız kardeşlerinizi teklif etmeyin.’ şeklinde bana cevap verdi.”384 Bir başka rivayete göre Ümmü Habîbe, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) bu teklifi sunmuş ve Hz. Peygamber, (s.a.s.) “Sen gerçekten bunu istiyor musun?” diye tepki göstermiştir. Bunun üzerine Ümmü Habîbe şöyle karşılık vermiştir: “Evet, zaten sana olan hanımlık görevimde ortaktan hali değilim, (tek bir hanımın yok diğer hanımlarla birlikte sana eş olmada ortağız) böyle hayırlı şeyde kız kardeşimin de bana ortak olmasını isterim.”385 Diğer kardeşlerine kıyasla Dürre bint Ebî Seleme’yle ilgili kaynaklarda fazla bilgi bulunmamaktadır. Ulaşabildiğimiz kadarıyla sadece Ümmü Habîbe’yle ilgili yukarıda zikredilen rivayet bulunmaktadır. 381 Hâirî, Muhammed b. Hasan el-Â’lemî, Terâcimu A‘lâmu’n-Nisâ, Beyrut: Müessesetü’l-Âlemi’l- Matbûât, 1987, C. 1, s. 272. 382 İbnü’l-Cevzî, Uyûnu’t-Târih ve’s-Siyer, s. 23; Öztürk, Asrı Saadetin Büyük Kadınları, İstanbul: Yeni Boyut Yay., 3. b., 1998, s. 75. 383 İbn Hazm, a.g.e., s. 144; İbn Abdilberr, a.g.e., C. 4, s. 297; İbn Hacer, el-İsâbe, C. 4, s. 297. 384 Şemseddin el-Kirmânî, Muhammed ibn Yusuf İbn Ali ibn Said, el-Kevkebü’d-Derârî fî şerhi Sahîhi’l- Buhârî, Beyrut: Daru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabi, 2. b., 1981, C. 19, s. 85. 385 Nesâî, Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb, es-Sunenü’l -Kübra, thk. Dr. Abdulğaffar Süleyman el Bindarî-Seyyid, Kesrevî Hasan, Beyrut: Daru’l- Kütübü’l-İlmiyye, 1. b., 1991, “Nikâh”, 45. 110 1.4. Ümmü Habîbe’nin Yetimi Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hanımlarından olan Ebû Süfyan’ın kızı Ümmü Habîbe, risaletten on yedi yıl önce doğmuştur.386 Ailesi Mekke’de idareci olan Ümeyyeoğulları olması münasebetiyle burada doğduğuna dair kaynaklarda bilgi geçmektedir.387 Çünkü kabilesi Mekke’de yerleşik bir aileye mensuptur. Bu durum da onun Mekke’de doğduğuna dair tezi kuvvetlendirmektedir. Kaynaklarda Remle bnt. Ebû Süfyan b. Harb olarak geçmektedir.388 Ümmü Habîbe ilk olarak Ubeydullah b. Cahş ile evlenmiştir. Bu evlilikten Habîbe isimli bir kızları olmasından ötürü Ümmü Habîbe ismiyle künyelenmiştir.389 Ümmü Habîbe Mekke’nin önde gelen iki büyük kabilesine mensuptur. Soyu hem anne hem de baba tarafından Abdümenâfoğulları ve Ümeyyeoğulları’na dayanmaktadır. Babası İslâmiyet’i kabul etmeden önce Mekke’nin en önemli liderlerinden biri olan Ebû Süfyân b. Harb b. Ümeyye’dir. Annesi ise Abdümenâfoğulları’ndan olan Safiyye bnt. Ebî’l-Âs’tır. Bu kişi aynı zamanda Osman b. Maz‘ûn’un halasıdır. 390 Ümeyyeoğulları dini nedenlerden dolayı İslâm’a karşı çıkmış ve bu uğurda çok mücadele etmiştir. Ümmü Habîbe’nin de bu kabileye mensup olması ve zorlu şartlar altında Müslüman olması onun İslâm’a olan bağlılığını ve sadakatini göstermektedir. Çünkü kabilesi İslâm’a karşı çok çetin bir mücadele yürütmüş ve Hz. Peygamber’e (s.a.s.) karşı savaş açmıştır. Liderleri Ebû Süfyân ise putlara tapmaktan vazgeçmiyor, Mekke’deki siyasi konumunu muhafaza etmeye çalışıyordu.391 Ümmü Habîbe, İslâmiye’i kabul edip kocası Ubeydullah b. Cahş’la birlikte Habeşistan’a hicret etmiştir. Babası Ebû Süfyân ise kızının İslâm’ı tercih etmesini kabullenememiş, böylece İslâm’a ve Hz. Peygamber’e (s.a.s.) karşı daha fazla haset beslemiştir. Fakat Ebû Süfyân’ın düşmanlığı Müslümanlara işkence eden ve hayatı 386 İbn Hacer, el-İsâbe, C. 6, s. 84. 387 Neşet Çağatay, Başlangıçtan Abbasîlere Kadar İslâm Tarihi, Ankara: T.T.K. Basımevi, 1993, s. 283. 388 İbn Asâkir, Ali b. Hasan b. Hibetullah b. Abdillah eş-Şafî, Tarihu’t-Dimeşk, Beyrut: Dâru’l-Fikr, 2000, C. 19, ss. 136-142. 389 Belâzurî, a.g.e., thk. Süheyl Zekkar-Riyad Zirikli, Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1996, C. 2, s. 72. 390 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 5, s. 94; Mustafa Fayda, “Abdüşems b. Abdümenaf”, DİA, İstanbul: 1988, C. 1, s. 304 391 İsmail Yiğit, “Emeviler”, DİA, İstanbul: 1995, C. 11, s. 104. 111 onlara dar eden diğer müşrikler gibi olmamıştır. O, zulmeden Mekkeli müşriklere nazaran daha farklı bir tavır sergiliyordu.392 Ümmü Habîbe Hz. Peygamber’den (s.a.s.) önce Ubeydullah b. Cahş ile evlenmiştir.393 Benî Esed kabilesinden olan Ubeydullah’ın kabilesi aynı zamanda Ümeyyeoğullarının müttefikidir. Dolayısıyla Ümmü Habîbe ve ilk eşi anlaşmalı olan iki kabileye mensuptur.394 Mekke’nin önde gelen tüccar ve liderinin kızı olan Ümmü Habîbe, gençlerin evlenmek için birbirleriyle rekabet ettiği bir kimseydi. Kabilesinin Mekke’de üstün bir konumda olmasından dolayı pek çok aile Ümeyyeoğullarıyla evlilik vasıtasıyla yakınlaşmak istiyordu. Ümmü Habîbe’ye evlilik tekliflerinin fazla olması gerek kabilesi gerek şahsıyla ilgili olmuştur. Soy bakımından şerefli bir konumda olan bir kabilenin çocuğu olması, çok zengin aynı zamanda güzel olması evlilik için tercih edilmesinin önde gelen nedenlerindendir. Ümmü Habîbe’yle evlenmek isteyen gençlerin arasında Ubeydullah b. Cahş da bulunmaktaydı. Şerefli bir aileye mensup olan Ubeydullah, saygıdeğer bir şahsiyete sahip olmakla birlikte çok da yakışıklıydı. Dolayısıyla Ebû Süfyân kızını Ubeydullah b. Cahş’la evlendirmeye karar vermişti.395 Ubeydullah b. Cahş ile Ümmü Habîbe’nin evliliğinin tam olarak ne zaman olduğuna dair kaynaklarda net bir bilgi geçmemektedir. Fakat birlikte Habeşistan’a göç etmeleri dikkate alındığında İslâmiyet’ten önce ya da o zaman çerçevesinde evlendikleri söylenebilir. Bu tezi destekleyen bir başka olay ise Ümmü Habîbe’nin Habeşistan’da doğan kızıdır. Çünkü Ümmü Habîbe Habeşistan’a hicret ettiğinde kızı Habîbe’ye hamile olduğu bilinmektedir.396 Dolayısıyla bu durum, Ubeydullah b. Cahş’la evliliklerinin Habeşistan hicretinden önce Mekke’de olduğuna dair görüşü desteklemektedir. 392 İrfan Aycan, İbrahim Sarıçam, Emeviler, Ankara: TDV Yay., 2005, s. 122; Bkz. İrfan Aycan, “Ebû Süfyân”, DİA, C. 5, İstanbul: 1994, s. 231. 393 Belâzûrî, a.g.e., C. 1, 438; İbn Abdilber, el-İstî’âb, C. 4, s. 929. 394 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 10, s. 94; İbn Abdilberr, el-İsti’âb, tsh. Adil Mürşid, Umman: Dâru’l-a’lam, 2002, s. 947. 395 Muhammed Ali Kutub, Hz. Ümmü Habîbe, çev. Nedim Yılmaz, İstanbul: Hisar Yay., 1986, s. 6. 396 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 10, s. 94. 112 Ailesinin şerefli ve Mekke’de önde gelen bir konuma sahip olmasından dolayı Ümmü Habîbe, iyi bir eğitimle yetişmiş, akıllı ve bilgili bir kadın olmuştur. Kocası Ubeydullah, onunla herhangi bir konuda istişare ettiğinde mantıklı fikirler beyan ettiğini ve bilgili olduğunu aktarmaktadır. Aynı zamanda çok anlayışlı olduğu ve aile sevgisine sahip olduğu da söylenmektedir.397 Karı koca olarak Mekke’de Müslümanlara yapılan zulmü kabul etmemeleri ve ailelerinin baskısına rağmen Habeşistan’a göç etmeleri bu bilgileri doğrulamaktadır. İslâmiyet’in ilk yıllarında Müslüman olan Ümmü Habibe ve Ubeydullah b. Cahş, Mekke döneminin en zorlu zamanlarına şahitlik yapmış ve bu sıkıntılı sürece göğüs geren Müslümanlardan olmuşlardır. Bazı kaynaklara göre Ümmü Habîbe ilk Müslümanlardan olduğu için müşriklerin baskı ve işkencelerine maruz kalmıştır.398 İbnü’l-Esîr’in aktarmış olduğu bilgiye göre de Müslümanlar Dâru’l-Erkam’da toplanmadan önce Ubeydullah b. Cahş ve kardeşleri Müslüman idiler.399 Dolayısıyla bu bilgi Ümmü Habîbe’nin ilk Müslümanlardan olduğunu göstermektedir. Mekke döneminin ilk yıllarında Müslümanların çoğu müşriklerin baskı ve işkencelerine maruz kalıyordu. Ümmü Habîbe’de ailesi tarafından baskı altında tutulanlardan biriydi. Aynı zamanda eski dinine geri dönmesi için babası Ebû Süfyân onu sürekli zorluyordu.400 Ebû Süfyân kızının Müslüman oluşunu kabullenememiş, bu sebeple çok dertlenmiştir. Mekke’nin liderlerinden olması hasebiyle Kureyş’e hangi yüzle bakacağını kara kara düşünmüş fakat bütün çabalara rağmen kızını atalarının dinine döndürememiştir.401 Mekke’nin baskılarına dayanamayan Müslümanların bir kısmı Habeşistan’a göç etmeye karar vermiştir. Göç eden ikinci kafilenin içinde Ümmü Habîbe ve Ubeydullah b. Cahş da bulunmaktadır. Bu süre zarfında konuyla ilgili değineceğimiz Ümmü Habîbe’ni kızı Habîbe olacağı için hicrette meydana gelen olayların bir kısmını aktaracağız. 397 Muhammed Ali Kutub, a.g.e., s. 7. 398 Sadreddin Gümüş, Kur’an’a göre Hz. Muhammed’in Aile Hayatı, İstanbul: Ravza yay., s. 82. 399 İbnu’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, thk. Ali Muhammed Me’vad-Adil Ahmed Abdu’l Mevcu’d, Beyrut: Dâru’l- Kütübi’l İlmiyye, C. 3, s. 194. 400 İsmail Mutlu, Hanım Sahabiler, İstanbul: Mutlu Yay., 3. b., 1995, s. 108. 401 Abdulaziz Şennavî, Sahabe Hayatından Tablolar (Hanım Sahabiler) trc. Taceddin Uzun, Konya: Uysal Kitabevi, C. 3, s. 150. 113 İbn İshak’a göre Ümmü Habîbe, kızı ile Mekke’den birlikte ayrılarak Habeşistan’a doğru yol almıştır.402 Bu rivayete ek olarak İbn Sa‘d ise Habîbe’nin Habeşistan’a hicret etmeden önce Mekke’de doğduğunu aktarmaktadır. Fakat İbn Sa‘d bu görüşünün aksine başka rivayetlerinde Ümmü Habîbe’nin Habeşistan’a hicreti esnasında hamile olduğu ve Habîbe’nin henüz dünyaya gelmediği aktarılmaktadır.403 Dolayısıyla bu bilgiye göre Habîbe’nin Habeşistan’da doğduğu anlaşılmaktadır. Ümmü Habîbe ve kocası Habeşistan’a hicret ederek rahat bir nefes almıştır. Fakat Kureyş bu durumu da kabullenememiş, peş peşe elçilere göndererek Habeşistan’da bulunan Müslümanları geri getirmenin planını yapmıştır. Kureyş’in elçi göndererek giriştiği bu teşebbüs başarısız olmuş ve elçiler Mekke’ye eli boş dönmüşlerdir. Habeşistan’a hicret eden Müslümanların büyük kısmı Kureyş’in önde gelen ailelerine mensup olduklarından dolayı Mekkeliler onları geri getirmek istemişlerdir. Ebû Süfyân da aynı şekilde soylu bir aileden olan kızını ve torununu geri getirmek için çok çaba sarf etmiştir. Fakat gerek Ebû Süfyân gerek diğer müşrikler emellerine hiçbir zaman ulaşamamıştır. Habeşistan kralı Necaşi göstermiş olduğu tavırla Müslümanların tarafını tutmuş bu durum da oradaki Müslümanların rahatlamasına vesile olmuştur. Habeşistan hicreti şüphesiz ki Ümmü Habîbe’nin hayatında iz bırakan olaylardan biridir. Nice zorluklarla hamile olduğu halde göç etmesi ve orada pek çok sıkıntıya maruz kalması onu derinden etkilemiştir. Ümmü Habîbe, Hz. Peygamber’le (s.a.s.) evlendikten sonra Habeşistan’da yaşadığı hatıraları anlatmış ve çok müteessir olmuştur. Hatta kabirleri mescit olarak kabul edenlerin ahirette durumuyla ilgili şahit olduğu ve anlattığı bir olay Esbabü Vürûdi’l-Hadîs içerisinde yer almıştır.404 402 İbn İshâk, es-Sîre, thk. Ahmed Ferid ez-Zeydî, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2004. s. 496. 403 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 5, s. 94. 404 Aynur Uraler, Peygamberimizin Hanımı Ümmü Habîbe ve Rivayet Ettiği Hadisler, İstanbul: Çamlıca Yay., 2010, s. 28. 114 Ümmü Habîbe’nin kocası Ubeydullah Habeşistan’dayken irtidat ederek Hristiyan olmuştur.405 Müslüman olmadan önceki hayatıyla ilgili kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bazı kaynaklara göre ise o, nübüvvetten önce Mekke’deki Haniflerden birisidir.406 İlk Müslümanlardan olan Ubeydullah,407 sadece Hz. Peygamber’e (s.a.s.) olan yakınlığından dolayı İslâm’ı kabul etmiş, gerçek manada İslâm dinini benimsememiştir. Bazı bilgilere göre de Varaka b. Nevfel’den dinlemiş olduğu sözlerin etkisinde kalarak İslâm’ı tercih etmiştir.408 Ubeydullah, Habeşistan’da bulunan diğer Müslümanları da etkisi altına alarak onları İslâm’dan döndürmeye çalışmış ve onlara şöyle söylemiştir: “Biz gözümüzü çoktan açtık, siz halen gözlerinizi kırpıştırıyor, fakat ışığı göremiyorsunuz.”409 Ubeydullah’ın irtidat etmesi üzerine Ümmü Habîbe onu boşamış,410 kızıyla birlikte bir süre yalnız yaşamaya başlamıştır. Çünkü “İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan erkeklerle de kadınlarınızı evlendirmeyin”411 mealindeki ayet Allah’tan başka bir ilaha tapanlar ve Allah’a ortak koşanlarla Müslüman kadınların evlenemeyeceklerini ifade etmektedir. Dolayısıyla Ümmü Habîbe tereddütsüz bir şekilde Ubeydullah’tan boşanmıştır.412 Cahiliye Döneminde çokça içki içmesiyle bilinen Ubeydullah bu durum üzerine kendini kaybetmiş ve sürekli içki içmeye başlamıştır. Yaşadığı bu olaydan kısa bir süre sonra sarhoş olduğu bir gün suya düşmüş ve boğularak ölmüştür.413 Ümmü Habîbe, kızı Habîbe’yle yalnız başına Habeşistan’da kaldığı bu zorlu süreçte pek çok sıkıntı yaşamıştır. Hem ailesinden uzakta olması hem de dul bir kadın olarak yaşaması onu çok zorlamıştır. Kızı Habîbe’nin bütün sorumluluklarını 405 İbn İshâk, a.g.e., s. 281; Zehebî, a.g.e., C. 2, s. 220; Belâzurî, a.g.e., C. 2, s. 72; İbn Sa‘d, a.g.e., C. 5, s. 94; Isfehânî, Ma’rifetu’s-Sahâbe, thk. Adil b. Yusuf el-İzâzî, Riyad: Dar’ul-Vatan, 1998, C. 6, s. 217. 406 Şaban Kuzgun, “Hanif”, DİA, İstanbul: 1997, C. 16, ss. 33-39. 407 Hamidullah, İslâm Peygamberi, s. 568. 408 Muhammed Ali Kutub, a.g.e., s. 7. 409 Belâzurî, C. 1, s. 438. 410 İsmail Mutlu, a.g.e., s. 109. 411 Bakara, 2/221. 412 Afzalurrahman, Mükemmel Bir Eş Olarak Hz. Muhammed, çev. Sami Şener, Ergin Öztürk, İstanbul: İnkılâp Yay., 2007, s. 222. 413 Belâzurî, C. 1, s. 438; Hamidullah, İslâm Peygamberi, s. 255. 115 üstlenmesi de yaşadığı bu sıkıntıların üstüne eklenince daha da çileli günler geçirmiştir. Fakat bütün bu zorluklara rağmen hayata tutunmuş, diğer Müslümanların desteğiyle de yaşadığı bütün eza ve cefaların üstesinden gelmeyi başarmıştır.414 Mekke’nin önde gelen soylu bir ailesinden olmasından dolayı da başka bir kimseyle de evlenmeye razı olmamıştır.415 Ümmü Habîbe’nin Habeşistan’da geçirmiş olduğu zorlu yaşam mücadelesini öğrenen Hz. Peygamber, (s.a.s.) Amr b. Ümeyye ed-Damrî vasıtasıyla Necaşi’ye göndermiş olduğu İslâm’a davet mektubunda Ümmü Habîbe’ye de evlilik teklifini iletmiştir.416 Yaşadığı onca sıkıntılara rağmen Rasûlullah’ın (s.a.s.) evlilik teklifi Ümmü Habîbe’yi çok sevindirmiş ve bu teklife olumlu cevap vermiştir. Ümmü Habîbe’nin Hz. Peygamber’le (s.a.s.) evlenmesiyle Ebû Süfyân’ın Hz. Peygamber’e (s.a.s.) karşı olan kini ve muhalefeti azalmıştır. Bunun üzerine Kureyş, düşmanlarının bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.) olmadığını, dolayısıyla Hz. Peygamber’in (s.a.s.) akrabaları olmasıyla bundan sonra artık savaşmanın çok mantıklı olmadığını kabullenmişlerdir.417 Ümmü Habîbe Hz. Peygamber’le (s.a.s.) birlikte yaşamaya başlamasıyla birlikte bir yetim olan Habîbe de Hz. Peygamber’in (s.a.s.) himayesine alınmış ve O’nun (s.a.s.) gözetiminde büyümüştür. Rasulullah (s.a.s.) Ümmü Habîbe ve küçük yetimi Habîbe için Mescid-i Nebevi’ye yakın bir yerde kendilerine bir oda tahsis etmiştir. Ümmü Habîbe kızıyla birlikte uzun bir süre burada kalmıştır. Habîbe, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yetiştirip büyüttüğü diğer yetim çocuklar gibi uzun yıllar Rasûlullah’ın (s.a.s.) himayesinde kalmıştır. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sohbet meclislerinde bulunmuş ve hadisler nakletmiştir. Habîbe’nin annesi vasıtasıyla aktarmış olduğu hadislerden biri şöyledir: Zeynep bnt. Cahş, “Rasûlullah, bir gün yüzü kıpkırmızı bir vaziyette uykudan uyandı ve şöyle dedi: Lâ İlâhe İllallâh, yaklaşmakta olan felâketten dolayı Arapların vay 414 Muhammed Ali Kutub, a.g.e., s. 8. 415 Mehmet Zekâi Konrapa, Peygamberimizin Hayatı, İstanbul: Kitabevi yay., 2009, s. 127. 416 Hamidullah, İslâm Peygamberi, ss. 372–377. 417 Afzalurrahman, a.g.e., s. 223. 116 haline!” demiş ve Ye’cûc ile Me’cûc seddinden bir deliğin açılacağını bildirmiştir.418 Hz. Peygamber, (s.a.s.) sahip çıkıp evlendirdiği yetimler gibi Ümmü Habîbe’nin yetimini de evlendirmiş ve kendisini sevindirmiştir. Rasûlullah (s.a.s.) Habîbe’yi Dâvûd b. Urve es-Sakafî ile evlendirmiştir. Çünkü Dâvûd b. Urve, Ümmü Habîbe’nin terbiyesinde yetişmiş tanınan bir kimseydi. Hz. Peygamber de (s.a.s.) bunu bildiği için ikisinin izdivacını uygun görmüştür. 419 1.5. Hz. Meymûne’nin Yetimi Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hanımlarından olan Meymûne (r.anhâ) h. 590 yılında dünyaya gelmiştir. Hz. Peygamber’le (s.a.s.) evlenmeden önceki ismi Berre olan Meymûne’nin ismini Rasûlullah (s.a.s.) Meymûne olarak değiştirmiştir.420 Meymûne, Rasûlullah’la (s.a.s.) evlenmeden önce Cahiliye Döneminde Mesûd b. Amr es-Sekafî’yle evlenmiş ardından boşanmıştır. Bu evliliğinden sonra da Ebû Rühm b. Abdüluzza’yla evlenmiştir. Kocasının vefat etmesi üzerine Hz. Peygamber’le (s.a.s.) evlenmek istemiştir. Bunun üzerine bu düşüncesini Ümmü’l- Fazl Lübâbe’yle paylaşmış, Abbas b. Abdülmuttalib ve Ca‘fer b. Ebû Tâlip’in de Hz. Peygamber’e (s.a.s.) Meymûne’nin bu isteğini iletmesi üzerine bu evlilik gerçekleşmiştir.421 Hz. Peygamber (s.a.s.) Umre kazasına hazırlık yaparken Mekke’de bulunan amcası Abbas’a haber göndermiş ve Meymûne ile yapılacak olan nikâha aracılık yapmasını istemişti. Medine’ye hicret etmeden önce İslâm’ı tercih eden Meymûne, Hz. Peygamber’in de (s.a.s.) evlenme isteğini öğrenince çok mutlu olmuştur.422 Meymûne’nin bu fedâkar tavrından sonra bu olaya binaen ayet inmiş ve rivayetlere göre bu evlilik Hz. Peygamber’in son evliliği olmuştur.423 418 Buhârî, “Enbiyâʾ”, 7; “Menâḳıb”, 25; “Fiten”, 4; Müslim, “Fiten”, 1; Ebû’l-Fidâ İbn Kesîr, et-Tekmîl fi’l-Cerh ve’t-Te’dîl, ve Ma’rifeti’s-Sikât ve’d-Duâfâ ve’l-Mücâhîl, thk. Şadî İbn Muhammed Ali Nu’mân, Yemen: Merkezu Nu’man, 2011, C. 4, s. 224. 419 Ebû Dâvûd, “Cenaiz”, 36. 420 Abdullah b. Said Muhammed El-Lahci, Münteha’s-Sul ala Vesaili’l-Vusul, Cidde: Daru’l-minhac, 2005, C. 3, s. 17; M. Yaşar Kandemir, “Meymûne, DİA, C. 29, Ankara: 2004, ss. 506. 421 Lahci, a.g.e., a.yer. 422 Lahci, a.g.e., a.yer. 423 Mustafa b. Abdullah el-Osmânî (Kâtib Çelebi), Süllemü’l-Vusûl ilâ Tabakâti’l-Fuhûl, thk. Muhammed Abdulkadir el-Arnavut, Ekmeleddin İhsanoğlu, Salih Sa’davî Salih, İstanbul: İslam Konferansı Teşkilatı İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi, (İrcıca) 2010, C. 3, s. 363. 117 Hz. Peygamber (s.a.s.) bazı evliliklerini siyasi nedenlerden dolayı yapmıştır. Meymûne’nin Âmir b. Sa‘saa kabilesinden olması hasebiyle Rasûlullah (s.a.s.) bu kabileyle bir yakınlık kurmak istemiş, dolayısıyla bu evlilik talebine olumlu cevap vermiştir. Çünkü Âmir b. Sa‘saa kabilesinin Müslüman olmasını istemiş, kurulan bu akrabalık bağından sonra bu kabilenin ileri gelenleri Medine’ye gelmiş ve Hz. Peygamber’le konuştuktan sonra İslâm Dini’ni tercih etmişlerdir.424 Meymûne, Hz. Peygamber’le (s.a.s.) evlendikten sonra üvey oğlu Ubeydullah b. Esed el-Havlânî, Rasûlullah’ın himayesine alınmıştır. Hz. Peygamber diğer yetim üvey evlatları gibi Ubeydullah’ı da bağrına basmış ve ona babalık yapmıştır. Bazı kaynaklarda Meymûne’nin üvey oğlu olarak ismi geçen Ubeydullah, birtakım rivayetlerde de gözetim altına aldığı bir yetim olarak geçmektedir.425 1.6. Hz. Âişe’nin Yetim Yeğenleri Hz. Peygamber’in terbiyesinde büyüyen ve en çok hadis rivayetinde bulunanlardan olan Hz. Âişe, hicretten sekiz yıl önce Mekke’de dünyaya gelmiştir. Müslüman bir ailede İslâmî hassasiyetlerle büyütülmüştür. Babası Ebû Bekir, Cahiliye Dönemi’nde alışkanlık haline gelen kötü fiillerden uzak durmuş ve kızı Hz. Âişe’yi de güzel ahlâk üzerine yetiştirmiştir.426 Hz. Ebû Bekir’in İslâmiyet’i tercih etmesiyle birlikte Hz. Âişe’nin içerisinde bulunduğu aile ortamı ilimle meşgul olunan bir yer haline gelmiştir. Yetiştiği bu güzel ortam vesilesiyle İslâmiyet’i yakından tanıma fırsatı bulmuş, daha sonra Hz. Peygamber’le (s.a.s.) evlenmesi üzerine pek çok olaya da tanıklık etmiştir. Havle bnt. Hâkim’in yapmış olduğu aracılıkla Hz. Peygamber ile Hz. Âişe nişanlanmış aradan geçen birkaç sene sonra da evlenmiştir. Bu evlilikle birlikte Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Hz. Ebû Bekir arasındaki bağ daha da kuvvetlenmiştir.427 Küçük yaşta Rasûlullah’la (s.a.s.) evlenen Hz. Âişe, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ilim halkasında büyümüş ve hayatının sonuna kadar da ilimle meşgul olmuştur. Büyüğü ortam sayesinde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatındaki pek çok Kandemir, “Meymûne”, s. 506. 424 Kandemir, “Meymûne”, a. yer. 425 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 5, ss. 457,458. 426 Mustafa Fayda, “Aişe”, DİA, İstanbul: TDV Yay., 1989, C. 2, s. 201. 427 İrfan Yücel, Peygamberimiz’in Hayatı, Ankara: TDV Yay., 1992 , s. 112. 118 şeye bizzat şahit olmuş ve O’ndan (s.a.s.) duyduğu birçok şeyi ezberleyerek hadis rivayetinde büyük bir hizmeti olmuştur. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) terbiyesinde yetişen Hz. Âişe, Rasûlullah’ın (s.a.s.) yetimlere karşı olan hassasiyetine bizzat şahit olmuş bu vesileyle onun da yetimlere karşı özel bir ilgisi oluşmaya başlamıştır. Böylece hanesinde pek çok yetimi barındırmış ve hayatı boyunca yetim çoçuklara yardımcı olmaya çalışmıştır. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yetimlerle olan ilişkisini bizzat gören Hz. Âişe bu konuda çok hassas davranmış ve o da ömrünün sonuna kadar yetimlere karşı iyi davranmıştır. Rasûlullah (s.a.s.) hayattayken evlerinde pek çok yetim barındırdıkları gibi, vefatından sonra da Hz. Âişe hanesini yetimlere açmış ve pek çok yetim çocuğu himayesine alıp eğitmiştir.428 Hz. Âişe, himayesine aldığı yetimlere karşı çok şefkatli ve merhametli davranmış ve onları en iyi şekilde eğitmiştir. Gözetimine aldığı yetimlerin eğitimi konusunda çok titiz davranan Hz. Âişe, ıslah etmek amacıyla yeri geldiğinde çocuğunun üstüne titreyip onu döven bir anne gibi yetimlerin canını acıtmadan onları dövmekten geri durmamıştır. Bu vesileyle yetimlerin şımartılmalarının önüne geçmiş ve onları en güzel terbiyeyle büyütmüştür. Konuyla ilgili söylemiş olduğu: “Ben yetimi uslanıncaya kadar döverdim” sözü bu görüşü destekler mahiyettedir.429 Hz. Âişe’nin kardeşi Muhammed’in Mısır’da şehit düşmesi üzerine çocukları yetim kalmıştır. Yetimlere karşı özel ilgisi olan Hz. Âişe, yeğenleri de olması hasebiyle kardeşinin çocuklarını himayesi altına almış ve onları evinde büyütmüştür. 1.6.1. Kâsım b. Muhammed b. Ebî Bekir Hz. Ebû Bekir’in torunu olan Kâsım, Hz. Osman’ın halifelik yaptığı dönemde dünyaya gelmiştir. Babası Muhammed’in şehit olması üzerine yetim kalan Kâsım, halası Hz. Âişe’nin himayesi altına girmiştir.430 Babasının Mısır’da vali olması üzerine bir süre Mısır’da yaşamıştır. Burada yaşadığı süre zarfında hem annesini hem de babasını kaybetmesi üzerine Medine’ye dönmüş ve Hz. Âişe’nin evinde yaşamaya başlamıştır. Hz. Âişe’nin evinde kaldığı 428 Şadiye Yılmaz, a.g.e., s. 42. 429 Buhârî, Edebu’l-Müfred, s. 62. 430 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 7, s. 186; Cengiz Kallek, “Kasım b. Muhammed b. Ebû Bekir”, DİA, İstanbul: TDV. Yay., 2001, C. 24, s. 545. 119 sırada yaşadığı hatıralarından birini şöyle ifade etmektedir: “Arefe günü akşamında, halam Âişe, saçlarımızı traş eder, ertesi gün de süslerimizi takar sonra da bizi Mescid’e gönderirdi. Kurbanını da yanımızda keserdi.”431 Babasının vefatında henüz yedi yaşlarında küçük bir çocuk olan Kâsım, kardeşleriyle beraber Hz. Âişe’nin gözetiminde büyümüştür. Böylece Hz. Âişe Rasûlullah’tan (s.a.s.) yetimlere karşı görmüş olduğu hassasiyeti bu yetimlere de göstermiş ve onları kendi evinde barındırarak eğitmiştir.432 Kâsım b. Muhammed, Hz. Âişe’nin ilim halkasında büyümüş, dolayısıyla başta Arap Dili olmak üzere Kur’ân, hadis ve fıkıh ilimlerini çok iyi öğrenmiştir. Halası haricinde Urve b. Zübeyr, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömer gibi fakihlerden ders almış ve pek çok alanda kendisini geliştirmiştir. Özellikle rivayet konusunda ön plana çıkan Kâsım pek çok sahabîden hadis rivayetinde bulunmuştur.433 Hadis rivayetiyle ön plana çıkan Kâsım pek çok tabiî‘nin övgüsünü almıştır. Kimisi onu, “tabiî‘nin hayırlılarından”, kimisi de “ümmetin fakihlerinden” diye anmıştır. İlim ehlinin azalması üzerine Ömer b. Abdülazîz bir ferman yayınlamış ve Kâsım b. Muhammed’in rivayetleri dâhil olmak üzere Rasûlullah’ın (s.a.s.) hadisleri üzerine araştırma yapılmasını istemiş bunun üzerine derlenen rivayetler Ömer b. Abdülazîz’e gönderilmiştir.434 Tabiîn döneminde yaşamış olan yedi Medineli fakih (Fukahâ-yı Seb‘a) arasında yer alan Kâsım, Mescid-i Nebevî’de bir ders halkası kurmuş böylece pek çok talebe yetiştirmiştir.435 Amcasının kızı Kureybe ile evlenen Kâsım b. Muhammed’in Abdurrahman, Ümmü Ferve, Ümmü Hakîm ve Abde isimlerinde dört çocuğu olmuştur. Kâsım, ömrünün sonlarına doğru gözlerini kaybetmiş, h. 106 yılında yaklaşık yetmiş yaşlarındayken vefat etmiştir.436 431 İbn Sa‘d, a.g.e., a. yer. 432 İbn Sa‘d, a.g.e., a. yer. 433 İbn Sa‘d, a.g.e., a. yer; Kallek, a.g.m., s. 545. 434 Cengiz Kallek, a.g.m., s. 545. 435 Cengiz Kallek, a.g.m., s. 545. 436 İbn Hacer, Takrîbü’t-Tehzîb, C. 2, s. 120. 120 1.6.2. Esmâ Bnt. Abdurrahman Esmâ bnt. Abdurrahman, Hz. Ebû Bekir’in oğlu Abdurrahman’ın kızıdır. Babası Abdurahman Mekke fethinden önce Müslüman olmuştur.437 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hastalığı sırasında yanından hiç ayrılmamış sürekli hizmetinde bulunmuştur.438 Hz. Ömer zamanında Suriye’de gerçekleştirilen fetihlere katılmış Cemel Vak‘a’sında ise Hz. Âişe’nin yanında yer almıştır. Kureyş’in en iyi okçularından biri olan Abdurrahman, Mekke’ye yakın bir yer olan Hubşî mahallinde vefat etmiştir.439 Abdurrahman’ın vefat etmesi üzerine kızı Esmâ yetim kalmış, bunun üzerine Hz. Âişe onu himayesi altına almış ve gözetiminde büyütmüştür. Hz. Âişe amcasının oğlu Kâsım’ı eğitip terbiye ettiği gibi bu yetime de ilgi ve alaka göstermiş onu en iyi şekilde eğitmeye çalışmıştır.440 Hz. Âişe, himayesi altına aldığı kardeşi Abdurrahman’ın kızı Esmâ’yı diğer bir kardeşi olan Muhammed’in oğlu Kâsım ile evlendirmiştir. Böylece Esmâ birlikte büyüdüğü amcaoğlu Kâsım’ın eşi olmuştur. Gerçekleştirdikleri bu evliliklerinde yukarıda da geçtiği üzere Abdurrahman, Ümmü Ferve, Ümmü Hâkim ve Abde isimlerinde çocukları dünyaya gelmiştir.441 1.6.3. Amre Bnt. Abdurrahman Hz. Âişe’nin himayesine alıp yetiştirdiği yetimlerden olan Amre Bnt. Abdurrahman, Hz. Osman’ın halifeliği döneminde Hicretin 29. senesinde dünyaya gelmiştir.442 Amre bnt. Abdurrahman küçük yaşlardayken babasını kaybetmiş bu sebeple Hz. Âişe onu ve kardeşlerini gözetimi altına almıştır. Bu durumla ilgili söylemiş olduğu şu söz, Hz. Âişe’nin onları himayesi altına aldığını göstermektedir: 437 Mus’ab b. Abdullah ez-Zübeyrî, Nesebu Kureyş, Kahire: Daru’l-maârif, s. 279. 438 Belâzürî, Ensâb, C. 1, ss. 144-146. 439 İbn Abdülberr, el-İsti’âb, C. 2, ss. 824-826; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, C. 3, ss. 304-306. 440 İbn Balabân, el-Emir Alâuddin Ali el-Fârisî, Muhammed et-Temimi, el-Büstî, el-İhsân bi Tertib-i Sahih-i İbn Hibban, thk. Şuayb el-Arnaut, Beyrut: Müessesetu’r-Risale, 1983, C. 2, s. 69. 441 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 5, s. 435. 442 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 2, s. 387-388. 121 “Kardeşlerimle birlikte halamız Âişe’nin evinde yaşıyorduk. Ayrıca bize ait olan süs eşyalarının zekâtını vermiyorduk.”443 Hz. Âişe’nin gözetiminde ve ilim halkasında büyümesinden dolayı fıkıh alanında uzmanlaşmış, aynı zamanda Hz. Âişe’den pek çok hadis rivayetinde bulunmuştur.444 Cerh ve ta‘dîl âlimlerine göre sika bir ravi olarak kabul edilen Amre, Ömer b. Abdülazîz döneminde hadislerin tedvin edilmesinde rivayetlerinin özellikle yazılması istenen raviler arasında yer almıştır.445 Hayatının büyük bir kısmını ilimle geçirmiş, pek çok rivayetin günümüze gelmesinde büyük emeği olmuştur. Aynı zamanda aile efradıyla birlikte tam bir raviler silsilesi oluşturmuştur. Rivayet ettikleri hadisleri daha sonrasında yeğenleri, çocukları ve torunları kendilerinden sonraki nesillere aktarmışlardır. Hz. Âişe’nin barındırıp eğittiği yetimler arasında yer alan Amre, ilimle dopdolu geçirmiş olduğu yetmiş yedi yıllık ömründen sonra Hicri 106 yılında Medine’de vefat etmiştir.446 1.7. Esâd b. Zürâre’nin Yetimleri Hazreç kabilesine mensup olan Es’ad b. Zürâre’nin tam ismi Ebû Ümâme Es‘ad b. Zürâre b. Udes el-Ensârî’dir.447 Daha çok Ebû Ümâme künyesiyle tanınmıştır.448 Es’ad b. Zürâre, Mekkeli müşriklerden Utbe b. Rebîa ile görüşmek amacıyla Mekke’ye gitmiş ve o esnada Hz. Peygamber’le (s.a.s.) tanışma imkânı bulmuştu. Hz. Peygamber’in Es’ad b. Zürâre’ye ve onunla birlikte gelen Zekvân b. Abdükays’a İslâmı tebliğ etmesiyle birlikte ikisi de Müslüman olmuş ve bu sebeple Utbe ile görüşmekten vazgeçmişlerdir. Akabinde Es’ad ve Zekvân Medine’ye geri dönerek oradaki akrabalarına ve Medinelilere İslâmiyet’i anlatmaya başlamışlardır. Bu vesileyle Medine’de İslâm dini yayılmış ve kısa sürede pek çok kişi Müslüman 443 İbnü’l-Esîr, Camiu’l-usûl fî Ehâdîsi’r-rasûl, thk. Abdulkadir el-Arnavût, Dımeşk: Mektebetu Daru’l- Beyan, 1972, C. 12, s. 739. 444 Buhârî, “Tevhid”, 1. 445 İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb, C. 7, s. 438-439; Abdulmuhsin el-İbâd, Şerhu Süneni Ebû Dâvûd, s. 25. 446 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 2, s. 387-388. 447 İbn Hişam, es-Sîre, C. 1, s. 431; İbn Sa‘d, a.g.e., C. 3, s. 359. 448 İbn Abdülberr, el-İstî’âb, C. 1, s. 175. 122 olmuştur.449 Mus‘ab b. Umeyr’in Medine’ye gelmesiyle birlikte Es’ad b. Zürâre’nin Medine’de İslâmiyet’i tebliğ etmesi daha da hız kazanmış ve Medine’de Müslümanların sayısı artmıştır.450 İlk iki akâbe biatına katılan Es’ad b. Zürâre, henüz çok genç yaşlarda İslâmiyet’i tercih etmiş böylece Medine halkından Müslüman olan ilk kişi olmuştur. Aynı zamanda Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine’ye hicret etmeden önce Medine’de ilk defa Cuma namazını kıldırma şerefine nail olmuştur.451 Es’ad b. Zürâre, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Medine’ye hicretinden kısa bir süre sonra difteri veya kızıl hastalığına yakalanarak vefat etmiştir. Bazı kaynaklarda ise Mescid-i Nebevî’nin inşaatının devam ettiği sırada vefat ettiğine dair bilgiler geçmektedir.452 Diğer birtakım rivayetlerde ise Bedir Gazvesi’nden önce vefat ettiği geçmektedir.453 Vefatı esnasında yanında bulunan Hz. Peygamber (s.a.s.) cenaze ve kefenleme işlemleriyle bizzat kendisi ilgilenmiştir. Aynı zamanda cenaze namazını kıldırmış ve kabristana kadar cenazesinin önünde yürümüştür. Böylece Es’ad b. Zürâre, Medine’ye hicretten sonra ilk vefat eden, cenaze namazı Hz. Peygamber tarafından ilk kıldırılan Müslüman olmuştur.454 Aynı zamanda bazı kaynaklarda Bakî Mezarlığı’na ilk defnedilen sahabî olarak geçmektedir.455 Es’ad b. Zürâre’nin vefat ettiğinde arkasında Füray’a, Habîbe ve Kebşe isimlerinde üç yetimini bırakmıştır. Erkek çocuğu bulunmayan Es’ad bu üç yetimini Hz. Peygamber’e (s.a.s.) emanet etmiş ve Hz. Peygamber de (s.a.s.) bu yetimlere âdeta bir baba olmuştur. Himayesi altına alıp onları büyüten Rasûlullah (s.a.s.) evlilik çağına gelene kadar bu yetimlere sahip çıkmış daha sonra da onları evlendirmiştir.456 449 İbn Hişam, es-Sîre, a. yer; İbn Sa‘d, a.g.e., C. 1, s. 169; Belâzûrî, Ensâbu’l-Eşrâf, C. 1, s. 243. 450 İbn Hişam, es-Sîre, a. yer. 451 İbn Mâce, “Salât”, 78; İbn Hişam, es-Sîre, a. yer. 452 İbn Hişam, es-Sîre, C. 1, s. 457; İbn Sa‘d, a.g.e., C. 3, s. 459; Belâzûrî, Ensâbu’l-Eşrâf, C. 1, s. 243. 453 İbn Hişam, es-Sîre, C. 1, s. 457; Ebü’l-Kâsım Abdullah b. Muhammed el-Begavî, , Mu’cemü’s- Sahâbe, nşr. Muhammed Avd el-Menkûş, İbrahim İsmail el-Kâdî, Kuveyt: Mibretü’l-al ve’l-ashâb, 2011, C. 1, s. 249. 454 Begavî, a.g.e., C. 1, s. 251.İbn Hacer, el-İsâbe, C. 1, s. 114. 455 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 3, s. 459; Belâzürî, C. 1, s. 243. 456 İbn Hacer, el-İsabe, C. 1, ss. 32-33. 123 Hz. Peygamber (s.a.s.) Es’ad b. Zürâre’nin yetimlerine baba şefkatiyle muamele etmiş, onları kendi çocuklarından ayırmamıştır. Bazı hanımlarının ilk eşlerinden olan yetimlerine babalık yaptığı gibi bu çocuklara da babalarının eksikliğini hissettirmemiş her daim onların destekçisi olmuştur. Hz. Peygamber’e (s.a.s.) emanet edilen bu yetimlerden olan Habîbe’nin Zeynep isimli bir çocuğu bulunmaktaydı. Ondan gelen bir rivayete göre ailesine takmış oldığu bir ziynetten şöyle bahsetmektedir: Annemi ve teyzemi gözetip korumasını Rasûlullah’a (s.a.s.) Es’ad b. Zürare vasiyet etmişti. Bir gün Rasûlullah’a (s.a.s.) içerisinde altın ve inci gibi ziynetler bulunan “rias” (küpe) denilen bir süs eşyası getirildi. Rasûlullah (s.a.s.) ise bu mücevherleri alıp anneme ve teyzeme taktı. Ben daha sonra bu süs eşyalarını ailemin yanında gördüm.”457 Muhammed b. Umare’den gelen rivayete göre bu bilgiyi annesi Habîbe kendisine vermiştir.458 Hz. Peygamber’in sahip çıktığı Es’ad b. Zürâre’nin yetimleriyle ilgili kaynaklarda geçen bilgiler şu şekildedir: 1.7.1. Fürey’a Bazı rivayetlerde ismi “Fari’a” olarak da geçen Furey’a, Es’ad b. Zürâre’nin Hz. Peygamber’e (s.a.s.) emanet olarak bıraktığı kızlarının en büyüğüdür. Hz. Peygamber (s.a.s.) onu diğer kardeşleriyle birlikte büyütmüş ve evlilik çağına geldiğinde de onu Malik b. Neccar oğullarından Nubayt b. Cabir’le evlendirmiştir. Düğün gecesiyle ilgili Hz. Peygamber (s.a.s.) onlara şöyle buyurmuştur: “Size geldik, size geldik; bizi selamlayın ki biz de sizi selamlayalım, deyiniz.”459 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) söylemelerini istediği bu sözler, o dönemde Ensar’ın alışkanlıklarından olup düğünlerde okunan şiir ya da söylenen bir şarkıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.) düğünlerinde bu şarkıyı söyleyip eğlenmelerini istediği için onlara bu cümleleri kurmuştur. 457 İbn-i Hacer, el-Matâlibu’l-Aliye, thk. Abdullah bin Muhammed eş-Şehranî, Riyad: Daru’l-Asime li’n- Neşri ve’t-Tevzi’ 1998, C. 5, s. 378. 458 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, C. 7, s. 66. 459 İbn Sâ’d, a.g.e., C. 8, s. 441. 124 Aynı olayla ilgili geçen bir rivayette ise Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Size geldik, size geldik. Bize selam olsun, size de selam olsun. Kırmızı altın olmasaydı vadileriniz güzelleşmezdi. Esmer buğday olmasaydı bekârlarınız serpilmezdi.”460 1.7.2. Habîbe Es’ad b. Zürâre’nin ortanca kızı olan Habîbe, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) himaye edip büyüttüğü yetim kızlardandır. Ablası Fürey’a gibi büyütüp evlilik çağına erdiğinde Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından Sehl b. Huneyf’le evlendirilmiştir. Medineli ilk Müslümanlar arasında yer alan Sehl b. Huneyf, bir gece gizlice kavminin putlarını kırmış ve Kubâ’ya götürmüş, bu putları yakması için bir kadına vermiş ve geri dönmüştür. Hz. Peygamber’in birtakım emir ve haberlerini iletmek amacıyla elçilik görevinde bulunan Sehl, Bedir Savaşı dâhil birçok savaşa katılmış ve gazi olmuştur. Uhud Savaşı’nda Müslümanların geri çekilmesi üzerine Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yanından ayrılmayarak O’nu (s.a.s.) korumaya çalışanlar arasıda yer almıştır.461 Hz. Peygamber (s.a.s.) Sehl’in O’na (s.a.s.) olan bağlılığından dolayı onu büyüttüğü yetimlerden Habîbe ile evlendirmiştir. Es’ad b. Zürâre’nin erkek çocuğunun olmamasından dolayı Hz. Peygamber (s.a.s.) doğan çocuklarına “Ebû Ümame” künyesini vermiş ve ona Es’ad ismini uygun görmüştür.462 1.7.3. Kebşe Es‘âd b. Zürâre’nin en küçük kızı olan Kebşe, iki ablası gibi Hz. Peygamber’in (s.a.s.) gözetiminde büyüyen yetim kızlardan biridir. Evlilik çağına geldiğinde Rasûlullah (s.a.s.) onu da diğer yetimler gibi evlendirmiş ve babalık vazifesini yerine getirmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) Kebşe’yi hakkında çok fazla bilgi bulunmayan Abdullah b. Ebî Habîbe ile evlendirmiştir.463 460 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, C. 2,s. 133. 461 İbn Sa‘d, a.g.e., C. 3, s. 471; İbn Abdülberr, a.g.e., C. 2, s. 92. 462 İbn Hacer, el-İsabe, C. 8, s. 47. 463 İbn Hacer, el-İsabe, C. 8, s. 174. 125 SONUÇ Allahü Teâlâ yeryüzünde meydana gelen haksızlığı ve zulmü önlemek, insanlar arasında adaleti sağlamak, muhtaçları korumak ve onlara yardımı temin etmek için Peygamberler görevlendirmiştir. Tüm insanlığa bu konuda rehberlik edecek, adaleti tesis edecek, dünya hayatını kötülüklerden arındırarak huzurlu bir yapıya kavuşturacak ve ahirette de cenneti kazandıracak olan Hz. Muhammed’i (s.a.s.) göndermiştir. Bu çalışmada Kur’ân-ı Kerîm’in yirmi üç kere konu aldığı ve Hz. Muhammed’in (s.a.s.) yetimlerle ilgili ortaya koymuş olduğu davranışları geniş bir çerçevede ele alınmıştır. Yetim konusu tarihten günümüze kadar süregelen ve toplumun her kesimini ilgilendiren bir mesele olup, meydana gelen savaşlar, göçler, açlık gibi nedenlerden dolayı halen varlığını sürdürmektedir. Babası hayatta olmayan çocuklar, yetim olarak değerlendirilmektedir. İslamiyet öncesi Semavi Dinlerde ve Kutsal Kitaplarında, yetim konusuna yer verilmiş olsa dahi en kapsamlı ve kuşatıcı emir ve tavsiyeleri İslâm dininde ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) uygulamalarında görülmüştür. Yetimler ile ilgili inen ayetler incelendiğinde, bu ayetlerin hem Mekke hem de Medine dönemininde indiği görülmektedir. Bu da nüzul sürecinin her aşamasında yetimler ile ilgili hükümlerin olduğunu göstermektedir. Ayetlerin içeriklerine bakıldığında daha çok topluma yetimlerin sevdirilmesini, amaçlayan ayetler olduğu görülmektedir. Yetimlere nasıl davranılması gerektiği, yetimlerin karınlarının doyurulması ve ikramda bulunulması gibi konular ayetlerde işlenmiştir. Medine döneminde inen yetimler ile ilgili ayetler incelendiğinde, daha çok hukûkî hükümler içeren ayetlerin indirildiği görülmektedir. Yetimler ile ilgili ayetlerde, aşağıdaki hüküm ve tavsiyeler görülmektedir: - Yetimleri himaye etmek - Yetimlere iyi muamelede bulunmak - Yetimleri yedirmek - Yetimlerin mallarını korumak - Yetimleri ıslah etmek, onları hayata hazırlamak 126 - Yetimleri evlendirmek, mehirlerini tam vermek - Yetimlere ganimet ve gelirlerden pay ayırmak Yetimlerle ilgili ayetlerden sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde yaşayan, özellikle de evinde büyüyen yetimler ele alınmış ve Rasûlullah’ın (s.a.s.) yetim çocuklara vermiş olduğu değer ortaya koyulmuştur. Cahiliye Dönemi’nde unutulup bir kenara bırakılan yetimlere sahip çıkıp onlara bir baba gibi muamele eden Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yetimlerle ilişkisi göz önüne alındığında bu kesimin İslâm toplumundaki yerinin ne kadar önemli olduğu ifade edilmeye çalışılmıştır. Bu amaçla yapılan çalışmada yetimin tekrar hatırlanması, Hz. Peygamber (s.a.s.) dönemindeki gibi tekrar kıymetlenmesi ve tarih boyunca kendisine değer verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yetimlere yönelik emir, tavsiye ve uygulamaları detaylı bir şekilde işlenmiş, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) söz konusu bu mesajlarına uyulur ve uygulamaları örnek alınırsa, toplumda muhtaç durumdaki yetimlerin sorunlarının çözüleceği, topluma adapte olacakları ve sosyal hayatta herhangi bir olumsuzluk yaşamayacakları göz önünde bulundurulmaya çalışılmıştır. En olumsuz şartlarda bile iyi ve güzel işlerin yapılabileceğini, her türlü problemin üstesinden gelinebileceğini, hatta hiç umulmadık kimselerden bile mükemmel sonuçlar elde edilebileceğini Rasûlullah’ın (s.a.s.) uygulamalarından görmekteyiz. Hz. Peygamber’in evinde birçok yetim bulunmaktaydı. Başta çok hadis râvîsi Enes b. Mâlik olmak üzere, hanımlarından Hz. Hatice’nin oğlu Hind, Hz. Sevde’nin ölen kocasından kalan yetim çocukları, Ümmü Seleme’nin ilk eşinden kalan yetimleri, Ümmü Habibe’nin kızı Habibe, Hz. Meymûne’nin oğlu gibi tüm bu çocuklar, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) evinde ve O’nun gözetiminde yetişmişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.s.) dönemindeki yetimlerin çoğunluğu henüz küçük yaştayken yetim kalmış çocuklardan oluşmaktaydı. Hayatlarını Hz. Peygamber’den (s.a.s.) ilim öğrenmeye adamış olan bu sahâbîler Mescid-i Nebevi’nin bitişiğindeki “suffa” denilen yerde barınıyorlardı. Başta Ebû Hureyre olmak üzere bugün İslâm’ın birçok meselesini çözmemizde onun ve diğer yetim sahabîlerin payı çok büyük olmuştur. 127 Hz. Peygamber’den sonraki dönemlerde yetimlerin himayesine yönelik yapılan çalışmalarda Peygamber Efendimizin emir ve tavsiyelerinin çok büyük bir yeri olmuştur. Ancak Hz. Peygamber’in vermiş olduğu bu tavsiye ve emirlerin uygulanması hususunda net bir şey söylemek mümkün değildir. Çünkü günümüzde insanların birçoğu yetim malıyla ilgili ilahî tehditlere ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu konudaki hassasiyetine ilgisiz kalmışlardır. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yetimlerle ilgili uygulamalarına bakıldığında bunların, yetimlerin lehine olacak şekilde birtakım önlemler ve düzenlemeler getirerek korumasız ve zayıf halde bulunan yetimlerin toplumda ezilmelerini engellemek amacına yönelik olduğu görülmektedir. Dolayısıyla yetimlere her zaman güler yüzle muamele edilmesi, kırıcı ve küçük düşürücü sözlerden uzak durulması öğütlenmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu yaklaşımları, yetimlere karşı her türlü muamelede göz önünde bulundurulması gereken davranışları ortaya koymaktadır. 128 KAYNAKÇA AFZALURRAHMAN, Mükemmel Bir Eş Olarak Hz. Muhammed, çev. Sami Şener, Ergin Öztürk, İstanbul: İnkılâp Yay., 2007. ÂİŞE Abdurrahman bintü’ş-Şatı, Rasûlullah’ın Annesi Hz. Âmine, çev. İsmail Kaya, Konya: Uysal Kitabevi, 1994. AĞIRMAN, Cemal “Fert ve Toplumun Yetim ve Öksüzlere Karşı Sorumlulukları”, Din bilimleri Akademik Arastırma Dergisi, S. 2, (2007), ss. 1-22. AKYÜZ, Vecdi, “İslâm’da Yetim Hakları ve Sorumluluğu”, İstanbul: İHH İnsani Yardım Vakfı Yetim Sempozyumu, Haziran 2006. -----------, İslâm’da Yetim Hakları ve Sorumluluklarımız, 6. bsk, İstanbul: 2010. APAK, Âdem, Anahatlarıyla İslam Tarihi, (1): [Hz. Muhammed (sav) dönemi, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2011. --------, Anahatlarıyla İslam Öncesi Arap Tarihi ve Kültürü, İstanbul: Ensar Neşriyat, 1. bsk., 2012. ARI, Abdüsselam, “Yetim”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: 2013, C. 43, ss. 501-503. ARSLAN, Yahya, Hz. Peygamber’in Hadislerinde Yetimler, (Y.L.T.), Çanakkale: Çanakkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Üniversitesi, 2017. ATEŞ, Ali Osman, İslâm’a Göre Cahiliyye ve Ehl-i Kitap Örf ve Adetleri, İstanbul: Beyan yay., 1996. ATEŞ, Süleyman, Kur’ân Ansiklopedisi, C. 1-30, İstanbul: KUBA (Kur’ân Bilimleri Araştırma Vakfı) Yay., 1997. AYCAN, İrfan, SARIÇAM, İbrahim, Emeviler, Ankara: TDV Yay., 2005. AYCAN, İrfan “Ebû Süfyân”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. 5, İstanbul: 1994, s. 230-232. -----------, Hicrî İlk Üç Asırda Zübeyrî Ailesinin Siyasi Ve İlmi Hayattaki Yeri, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara: 1984. AYDOĞDU, Rukiye, “Peygamber’in Yetimleri”, Diyanet Aylık Dergi (DAD), 2014, S. 280, ss. 44-45. AYRAL, Mehmet Şirin, Kur’ân’ın Yetimlere Bakış Açısı, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya: Necmettin Erbakan Ü.S.B.E., 2007. 129 A‘ZAMÎ, Muhammed Mustafa, Küttabü’n-nebi, Riyad: Şirketu’t-tıbâati’l-arabiyye, 1981. AZİMÂBÂDÎ, Ebû Tayyib Muhammed Şemsu’l-Hak, Avnu’l-Ma’bud Şerhu Süneni Ebi Dâvûd, C. 1-16, (2. Baskı), Beyrut: Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1999. BAĞDÂDÎ, Hatîb, Târîhu Bağdâd, thk. Beşşar Avvad Maruf, Beyrut: Daru’l-Ğarbu’l- İslâmiyye, 2002. BAKTIR, Mustafa, “Suffe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: TDV, 2009, C. 37, ss. 469-470. BATCHAEVA, Leyla, İslam Hukukunda Yetimin Malının Korunması ve Kullanılması, (Y.L.T.), Ankara: Ankara Üniversitesi S.B.E., 2013. BEĞÂVÎ, Eb’ul Kasım, Mu’cemu’s-Sahâbe, thk. Muhammed Emin İbn Muhammed, Kuveyt: Mektebetu Daru’l-beyan, 2000. BELÂZÜRÎ, Ebü’l-Hasen Ahmed b. Yahyâ b. Câbir b. Dâvûd, Ensâbu’l-Eşrâf, thk. Muhammed Hamidullah, Jerusalem: 1963. BEYHAKÎ, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyin, es-Sünenü’l-kübrâ, thk. Abdülkadir Atâ, C. 1- 11, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2003. BİKÂÎ, Burhâneddîn İbrâhîm b. Ömer, Nazmü’d-Dürer fî Tenâsübi’l-Âyâti ve’s-Süver, Birinci Baskı, thk. Abdürrezzâk Ğâlib el-Mehdî, Beyrût: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, C. 1-8, 1995. BİLMEN, Ömer Nasuhi, Kur’ânı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, C. 1-5, İstanbul: Bilmen yay., 1975. BUHÂRÎ, Muhammed b. İsmail, Edebü’l-Müfred, Beyrut: Daru’l-Beşairi’l-İslâmiyye, 1989. ------------, Tarihu Kebîr, Beyrut: Daru’l-Fikr, 1986. ------------, el-Camiu’s-Sahih, C. 1-8, İstanbul: el-Mektebetü’l-İslâmiyye, 1979. CANAN, İbrahim, İslâm’da Çocuk Hakları, İstanbul: Yeni Asya yay., 1981. -----------, Hadis Ansiklopedisi Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, İstanbul: Akçağ Yay., Tsz. ------------, “Enes bin Mâlik”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: 1995, C. 11, ss. 234-235. CESSÂS, Ebû Bekir Ahmed b. Ali er-Râzî, Ahkamu’l-Kur’ân, Beyrut: Daru’l-Kütübi’l- İlmiyye, 2013. 130 CEVAD Ali, el-Mufassal fi Tarihi’l-Arab Kable’l-İslâm, Beyrut: Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1978. CÜRCANÎ Abdullah b. Ady, el-Kâmil fi Dufâi’r-Ricâl, thk. Dr. Süheyl Zekkâr, Beyrut: Daru’l-Fikr, (3. Baskı), 1998. CÜRCANİ Seyyid Şerif, Kitabu’t-Tarifat (Arapça Türkçe Terimler Sözlüğü), İstanbul: Bahar Yayınları, 1997. CÜRCANÎ, Abdullah b. Ady, el-Kâmil fi Dufâi‟r-Ricâl, thk. Dr. Süheyl Zekkâr, Daru’l- Fikr, 3. bsk., Beyrut 1998. ÇAĞATAY, Neşet, Başlangıçtan Abbasîlere Kadar İslâm Tarihi, Ankara: T.T.K. Basımevi, 1993. ÇAKAN, İsmail Lütfi, “Beşir b. Akrebe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: TDV, 1992, C. 6, ss. 4-5. DARİMÎ, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahman, es-Sünen, İstanbul: Çağrı yay., 1981. DERVEZE, İzzet, et-Tefsîru’l Hadîs, C. 1-7, İstanbul: Ekin Yay., 1998. D.İ.B., Kur’ân-ı Kerim Meali, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., 6. Baskı, 2010. ------, Hadislerle İslâm, C. 1-7, Ankara: 2014. DUMAN, Ali, “Sadaka”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: TDV, 2008, C. 35, s. 383-384. EBÛ DAVÛD, Muhammed b. Süleyman b. İshak es-Sicistanî, Sünen, İstanbul: Çağrı Yay., 1981. EBÛ HANÎFE, Numan b. Sabit, el-Müsned, thk. Ebû Muhammed el-Esyutî, Beyrut: Darü’l- Kütübi’l-İlmiyye, 2008. EBÛ NUAYM Ahmed b. Abdillah Esbehânî, Kitabu Tarih-i Esbahân (Zikru Ahbâr-i Esbahân), thk. Seyyid Kisrevî Hasan, Beyrut: Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1990. ELBANÎ, Muhammed Nasıruddin, Silsiletu Ahâdisis-Sahihave şey’ün min Fıkhıha ve Fevâidiha, Şam: Mektebetü’s-Selam, 1985. ERDOĞAN, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2010. ERGİN, Muharrem, Orhun Abideleri, İstanbul: Boğaziçi yayınları, (44. Baskı), 1996. ERKAL, Mehmet, “Ganimet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: TDV. Yay., 2013, C. 13, ss. 351-354. 131 ERSOY, Mehmet Akif, Safahat, İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları, 1975. ESKİ, Nurullah, Hak ve Sorumluluklar Bakımından İslâm Hukukunda Yetimler, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya: Necmettin Erbakan Ü.S.B.E., 2007. EYÜBOĞLU, E. Kemal, 13. Yüzyıdan Günümüze Kadar Şiirde ve Halk Dilinde Atasözleri ve Deyimler, İstanbul: Eren yay., 1973. FAYDA, Mustafa, “Fey”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: TDV. Yay., 2013, C. 12, ss. 511-513. ----------, Hulefâ-yı raşidin devri: (dört halîfe dönemi 11-40 / 632-661), İstanbul: Kubbealtı, 2015. ----------, ; Mustafa Fayda, “Abdüşems b. Abdümenaf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: 1988, C. 1, s. 304. FEYYUMİ, Ahmed b. Muhammed, el-Misbâhül-Münîr fi Garibi’ş-şerhil-Kebîr, Beyrut: Daru’l-Kütübi’l-ilmiyye, 1978. FIĞLALI, Ethem Ruhi, “Abdullah b. Ca‘fer b. Ebû Tâlib” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: TDV. Yay. 1988, C. 1, s. 89. GÜMÜŞ, Sadreddin, Kur’ân’a göre Hz. Muhammed’in Aile Hayatı, İstanbul: Ravza yay. HABİB, Cemil İbrahim, Sîretü Zübeyr b. Avvam ve Mevâgıfihî min Meâriki’t-Tahrir ve’l- Fütûhat Beyrut: el-Arabiyyetü’l-İslâmiyye, 1985. HÂİRÎ, Muhammed b. Hasan el-Â’lemî, Terâcimu A‘lâmu’n-Nisâ, Beyrut: Müessesetü’l- Âlemi’l-Matbûât, 1987. HÂKİM, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah en-Nisâbûrî, el-Müstedrek ale’s Sahiheyn, C. 1-4, Beyrut: Tsz.. HAMİDULLAH, Muhammad, çev. Mehmet Yazgan, İslâm peygamberi: hayatı ve eseri, İstanbul: Beyan, 2004. HASAN, Hasan İbrahim, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal, İslâm Tarihi, İstanbul: Kayıhan Yayınları, C. 1-14, 2011. HEYET, Hayreddin, Kur’ân yolu: Türkçe meâl ve tefsir, 5. baskı Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, C. 1-5, 2014. HEYSEMÎ, Ebû Bekir, Mecmeu’z-zevâid ve menbeu’l-fevâid, Beyrût-Lübnan: Dâru’l Kitab 2. Bsk., C. 5-6 , 1967. İBN ABDİLBER, Yusuf b. Abdillah en-Nemerî, el-İstiâb fi Marifeti’l-Ashab, thk. Halil Memun Şiha, Beyrut: Daru’l-Marife, 2006. 132 ---------------------, , el-İstîʿâb fî maʿrifeti’l-asḥâb, nşr. Ali M. el-Bicâvî, Kahire: 1969, C. 4, s. 1561. İBN ÂBİDÎN, Seyyid Muhammed Emîn bin Ömer bin Abdülazîz, Reddü’l Muhtâr ale’d Dürri’l-Muhtâr, terc. Ahmed Davudoğlu, İstanbul: Şamil Yay. 1983. İBN ASÂKİR, Ali b. Hasan b. Hibetullah b. Abdillah eş-Şafî, Tarihu’t-Dımaşk, Beyrut: Dâru’l-Fikr, 2000. İBN CEVZÎ, Cemaleddin Ebû’l-Ferec, Telkıh Fuhumi Ehli’l-Eser fî Uyûni’t-Târih ve’s- Siyer, Beyrut: Dâru’l-Erkam b. Ebi’l-Erkam, 1997. İBN EBİ’L-HADÎD, İzzüddin b. Ebi’l-Hasan, Şerhu Nehci’l-Belâğa, thk. Muhammed Ebû’l-Fadl İbrahim, C. 1-15, Beyrut: Daru İhya-i Kütübi’l-Arabiyye, 1962. İBN ESÎR, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed eş-Şeybanî el-Cezerî, Üsdü’l-Ğabe fi Ma’rifeti’s-Sahâbe, thk. Adil Ahmed er-Rüfaî, Beyrut: Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabî, 1996. --------------, Camiu’l-usûl fî Ehâdîsi’r-rasûl, thk. Abdulkadir el-Arnavût, Dımeşk: Mektebetu Daru’l-Beyan, C. 1-12, s. 739, 1972. --------------, el-Kâmil fi’t-Târîh, nşr. Carolus Johannes Tomberg, C. 1-12, Beyrut : 1979. İBN HACER, el-Askalanî, el-İsabe fi Temyizi’s-Sahâbe, C. 1-8, Beyrut: Daru’l-Kütübi’l- İlmiyye, 1853. ----------------, Tehzîbü’t- Tehzîb, Beyrût: ts. ----------------, el-Matalibu’l-Aliye bi Zevaidi’l-Mesanîdi’s-Semâniye, thk. Abdullah b. Muhammed b. Said eş-Şehranî, Riyad: Daru’l-Asime li’n-Neşri ve’t-Tevzi’, 1998. -------------, Fethu’l-Bâri Fi Şerhi Sahihi’l-Buhârî, C. 1-14, thk. Muhammed Fuad Abdulbaki-Muhibbuddin el-Hatib, Kahire: Darü’r-Reyyan li’t-Türâs, 1986. İBN HANBEL, Ahmed, Müsned, thk. Muhammed Abdulkadir Ata, Beyrut: Daru’l-Kütübi’l- İlmiyye, 2008. ------------------, el-Müsned, thk. Muhammed Saîd b. Besyûnî Zağlûl, Kahire: 1895. İBN HAYYÂT, Halîfe, Târîhu Halîfe b. Hayyât, thk. Ekrem Ziyâ el-Ömerî, Riyad: Dâru Taybe, 1985. İBN HAZM, Ali b. Ahmed b. Saîd el-Endülüsî, Esmâu’s-Sahâbe thk. Müs’ad Abdulhamîd es-Sa’denî, Kahire: el-Mektebetü’l Kur’ân, tsz. --------------, Cemheretu Ensabi’l-Arab, nşr. Heyet, C. 1-2, Beyrut: 1983. 133 İBN HİŞÂM, Ebû Muhammed Cemalüddin Abdülmelik, es-Siretü’n-Nebeviyye, thk., Mustafa es-Sakkâ, C. 1-4, Kahire: 1955. -----------------, es-Siretü’n-Nebeviyye, trc. Hasan Ege, İstanbul: Kahraman Yayınları, 2006. İBN İSHÂK, Muhammed b. İshak b. Yesar, Sire (Mübtede’ Meb’as ve Meğazi), thk., Muhammed Hamidullah, İhyau Turasi’l-Arabî, 1981. ---------------, Hz. Peygamber’in Hayatı ve Gazveleri, thk: Süheyl Zekkar, Terc: Ali Bakkal, Harf Yayınları, İstanbul, 2013. İBN KESÎR, Ebû’l Fida İsmail b. Ömer ed-Dımeşkî, el-Bidaye ve’n-Nihaye (Büyük İslâm Tarihi), C. 1-15, trc. Mehmet Keskin, İstanbul: Çağrı yayınları, 1994. --------------, Tefsirü’l-Kurâni’l-Azîm, C. 1-4, İstanbul: Çağrı Yay., 1987. --------------, Şemâilü’r-Resûl, Kahire: 1967. --------------, et-Tekmîl fi’l-Cerh ve’t-Ta‘dîl, ve Ma’rifeti’s-Sikât ve’d-Duâfâ ve’l-Mücâhîl, thk. Şadî İbn Muhammed Ali Nu’mân, Yemen: Merkezu Nu’man, 2011. İBN KUDÂME, Ebû Muhammed Abdillah b. Ahmed, el-Muğni ve’ş-Şerhu’l-Kebir ala Metni’l-Mukni’ fi Fıkhi’ İmam Ahmed b. Hanbel, Beyrut: Daru’l-Fikr, 1984. ------------------, et-Tebyin fî Ensâbi’l-Kureşiyyin, thk. Muhammed Nayif ed-Düleymiyyî, Beyrut: Mektebetü’l-Nehdati’l-Arabiyye, 2. bsk., 1988. İBN KUTEYBE, Abdullah b. Müslim, Garibu’l-Hadis, thk. Abdullah el-Cuburî, Bağdat,: Irak Evkaf Bakanlığı yay. 1977. İBN MÂCE, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezid, Sünen, İstanbul: Çağrı Yay. 2011. İBN MANZÛR, Ebû’l-Fadl Cemalüddin Muhammed b. Mükerrem, Lisanu’l-Arab, C. 1-15, Beyrut: Dâru Sadır, 1990. İBN SA‘D, Muhammed ez-Zührî, Kitabu’t-Tabakati’l-Kebir, C. 1-11, thk, Dr. Ali Muhammed Ömer, Kahire: Mektebetu’l-Hanci, 2001. --------------, et-Tabakât, Taif: mektebetu’s-Sıddık, C. 1-2, 1996. İBN ŞEBBE, Ebû Zeyd Ömer b. Şebbe, Târîhu’l-Medîneti’l-Münevvere, thk. Fehîm Muhammed Şeltût, C. 1-4, Cidde: Dâru’l-İsfehânî,1979. İBN ZÜBEYR, Mus’ab ibn Abdullah, NesEbû kureyş, thk. Levi-Provençal Evariste, C. 1-2, Kahire: 1982. İSBEHANÎ, Ebû Nuaym Ahmed b. Abdillah, Kitabu Tarih-i Esbahan (Zikru Ahbar-i Esbahan), Thk. Seyyid Kisrevî Hasan, Beyrut: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1990. 134 İSFEHÂNÎ, Râgib, Müfredâtü Elfâzi’l-Kur’ân, thk. Safvan Adnan Davûdî, Beyrut: Dâru’l- Kalem ed-Dâru’ş-Şâmiye, 2009. İYAZ, Kadı, Şifa-i Şerif Şerhi, çev. Mehmet Yaşar Kandemir, İstanbul: Tahlil Yayınları, c. 1-3, 2018. KALKAŞENDÎ, Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Alî, Nihayetu’l-Ereb fî Ma’rifeti Ensâbil’l-Arab, thk. İbrahim el-İbyarî, Beyrut: Daru’l-Kutubi’l-Lübnaniyyîn, 1980. KALLEK, Cengiz, “Kasım b. Muhammed b. Ebû Bekir”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: TDV. Yay., C. 24, s. 545, 2001. KANDEHLEVÎ, Muhammed Yusuf, Hayâtu’s-Sahâbe, C. 4, çev. Ahmet Meylani, İstanbul: Divan yay., 1980. KANDEMİR, M. Yaşar, “Muâz b. Cebel”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: 2005, C. 30, ss. 338-339. ----------------, “Meymûne, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), Ankara: TDV Yay., C. 29, 2004, ss. 506,507. KAŞGARÎ Mahmûd İbnü'l-Hüseyin, çev. Besim Atalay, Divanü lûgat-it-Türk, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1998. KÂTİB ÇELEBİ, Mustafa b. Abdullah el-Osmânî, Süllemü’l-Vusûl ilâ Tabakâti’l-Fuhûl, thk. Muhammed Abdulkadir el-Arnavut, Ekmeleddin İhsanoğlu, Salih Sa’davî Salih, C. 1-6, İstanbul: İslam Konferansı Teşkilatı İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi, (İrcıca) 2010. KAYA, Remzi, Kur’ân-ı Kerim’de Fey Gelirleri ve Dağılımı, Bursa: Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 10, S. 2, (2001), ss. 77-80. KAZVİNÎ, Ebû’l-Hasan es-Sündî, Şerhu Sünen-i İbn Mace, C. 1-2, Beyrut: Daru’l-cîl, tsz.. KONRAPA, Mehmet Zekâi, Peygamberimizin Hayatı, İstanbul: Kitabevi yay., 2009. KÖKSAL, M. Asım, İslâm Tarihi, (Mekke Devri ve Medine Devri), C. 1-11, İstanbul: Şamil Yayınevi, 1980-1981. KURTÛBÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed, el-Câmiu Li Ahkâmi’l Kur’ân, trc. M. Beşir Eryarsoy, C. 1-19, İstanbul: Buruc Yay. 1. Baskı, 2000. KUTUB, Muhammed Ali, Hz. Ümmü Habîbe, çev. Nedim Yılmaz, İstanbul: Hisar Yay., 1986. 135 KUTUP, Seyyid, fî Zilâl’il-Kur’ân, trc. Saraç M. Emin; Şengüler, İ İbrahim Hakkı; Bekir Karlıağa, C. 1-16, İstanbul: Hikmet yay., 1979. KUZGUN, Şaban, “Hanif”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: 1997, C. 16, ss. 33-39. KÜÇÜKAŞÇI, Mustafa Sabri, “Harre Savaşı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: 1997, C. 16, ss. 245-247. KİRMÂNÎ, Şemseddin Muhammed ibn Yusuf İbn Ali ibn Said, el-Kevkebü’d-Derârî fî şerhi Sahîhi’l-Buhârî, Beyrut: Daru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabi, 2. Basım, 1981. LAHCİ, Abdullah b. Said Muhammed, Münteha’s-Sul ala Vesaili’l-Vusul, C. 1-4, Cidde: Daru’l-minhac, 2005, s. 17. LUVEYS Maluf, el-Müncid fi’l-Lüğa ve’l-Edeb ve’l-Ulum, Beyrut: Matbaatü’l Katolikiyye, 1960. MAKDİSÎ, Ebû Nasr el-Mutahhar b. Tâhir, Kitâbü’l-Bed’ ve’t-târîh, C. 1-6, Kahire: Mektebetü’s-Sekâfeti’d-Dîniyye, ts.. MALİK b. Enes, Ebû Abdillah, el-Muvatta’, İstanbul: Çağrı Yay., 1981. M.E.B., İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: M. E. B. yay., 1986. MEVDÛDÎ, Ebû’l-Âla, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı, trc. N. Ahmet Asrar, İstanbul: Pınar yayınları, (3. Baskı), 1992. -------------, Tefhimu’l Kur’ân, C. 1-7, İstanbul: İnsan Yay., 1991. MEVSILÎ, Ahmed b. Ali b. El-Müsenna Ebû Ya’lâ, Müsnedu Ebi Ya’lâ, Thk. Hüseyn Selim Esed, Dımaşk: Darü’l-Me’mun li’t-Türas, 1988. MISRÎ, Abdülvehhâb b. Ahmed b. Alî eş-Şa‘rânî, Levâḳıḥu’l-Envâri’l-Kudsiyye fî beyâni’l- Uhûdi’l Muḥammediyye (El-Uhudü'l-Kübra), Mısır: Şirketu Mustafa Babî el-Halebî, 1973. MİZZÎ, Cemalüddin Ebü’l-Haccac Yusuf, Tezhibü’l-Kemâl fi Esmâi’r-Ricâl, thk. Beşşar Avvad Maruf, Beyrut: Müessesetü’r-Risale, 1988. MUHAMMED Sabit Fendi, Ahmet Şentenavi, İbrahim Zeki Hurşid, Abdülhamid Yunus, Dâiretü’l-Maârifi’l-islâmiyye, tr. Hasan Habeşî, Muhammed İnânî, Suudi Arabistan: Merkezu Şarikatu li’l-İbdai’l-Fikriyye, C. 1-33, 1998. MÜBAREKFÛRÎ, Safiyyürrahman, Minnetü’l-Mün’im fî şerhi Sahih-i Müslim, Riyad: Daru’s-Selam, C. 1-4, 1999. MÜSLİM, Ebû Hüseyin, b. Haccac, el-Camiu’s-Sahih, İstanbul: Çağrı Yayınları, 1992. 136 MUTTAKİ, Alauddin Ali b. Hüsameddin el-Hindî, Kenzu’l-Ummal fi Süneni’l-Akvali ve’l Ef’al, thk. Bekri Hayanî-Safvet es-Saka, Beyrut: Müessesetu’r-Risale, 1989. NEDVÎ, Seyyid Süleyman, İslâm Ahlak Nizamı, İstanbul: Erkam Yay., 1990. NESÂÎ, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb, es-Sunenü’l-Kübra, thk. Dr. Abdulğaffar Süleyman el-Bindarî, Seyyid Kesrevî Hasan, Beyrut: Daru’l- Kütübü’l-İlmiyye, (1. Baskı), 1991. NESEFÎ, Ebû’l-Berekat Abdullah b. Ahmed b. Mahmud, Medariku’tTenzil ve Hakaiku’t- Te’vil (Mecma’u’t-Tefasir), C. 1-6, Çağrı Yay. İstanbul, 1979. NİYAZ, Mevlana, Kadın Sahabiler, terc. Ali Genceli, İstanbul: Toker Yayınları, 1971. NUVEYRÎ, Nihâyetü’l-Ereb fî Fununi’l-Edeb, Kahire: el-Heyetü’l-Misriyyetü’l-Amme li’l- Kitab, C. 1-31, 1975. ÖĞÜT, Salim, “Hacerülesved”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: 1996, C. 14, ss. 433-435. ÖNKAL, Ahmet, “Ca‘fer . Ebû Tâlip”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: TDV. Yay. 1992, C. 6, ss. 548-549. ÖZKAVUKÇU, Şaban Siyer terimleri ve deyimleri sözlüğü, İstanbul: İz Yayıncılık, 2015. ÖZTÜRK, Yaşar Nuri, Ehl-i Beytin Annesi Hz. Fatıma, İstanbul: Yeni Boyut Yayınları, 1997. ------------, Asrı Saadetin Büyük Kadınları, İstanbul: 3. Basım, Yeni Boyut Yay., 1998. RÂZÎ, Fahreddin, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, trc. Suat Yıldıım, Lütfullah Cebeci, Sadık Kılıç, Ca‘fer Sadık Doğru; Ankara: Akçağ Yay., 1988-1995. RAZİ, Ebû Bekir b. Abdulkadir, Muhtasaru’s-Sihâh, Beyrut: Mektebetu’l-Lübnan, 1988. RIZA, Muhammed Reşit ve Muhammed Abduh, Tefsiru’l-Menâr, C. 1-12, trc. Mehmet Erdoğan, İstanbul: Ekin Yayınları, 2011. SÂBÛNÎ, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefâsîr, Kahire: Dar’us- Sabûnî, C. 1-3, 2005. SAYİS, Muhammed Ali, Tefsiru Ayati-l Ahkam, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, tsz.. SUYÛTÎ, Celaleddin Abdurrahman b. Ebi Bekir, ed-Dürrü’l-Mensûr, fi Tefsiri bi’l Me’sûr, C. 1-8, Beyrut: Daru’l-Fikir, 1993. ŞAKİR, Mahmut, Peygamberimizin Hayatı, çev. Ferit Aydın, İstanbul: Kahraman Yay., 2002. 137 ŞA’RANÎ, Seyyid Abdulvahab, Levâkıhu’l-Envâri’l-Kudsiyye fi Beyâni’l-Uhûdi’l Muhammediyye, Mısır: Şirketu Mustafa Babî el-Halebî, (2. Baskı), 1973. ŞENNAVİ, Abdüllaziz, Sahâbe Hayatından Tablolar, terc. Taceddin Uzun, İstanbul: Uysal Kitabevi, C. 1-4, 1982. ŞEYBÂNÎ, Ebî Abdillah Muhammed İbnu’l-Hasan, el-Câmiu’s-Sağîr, Pakistan: İdaretu’l- Kur’ân ve’l-Ulûmu’l-İslâmiyye, 1990. TABERÂNİ, Ebû‟l-Kasım Süleyman b. Ahmed, el-Mu’cemu’l-Kebir, C. 1-25, (2. Baskı), thk. Hamdi Abdülmecid es-Selefî, Kahire: Mektebetu ibn Teymiye, Tsz.. ---------------, el-Mu’cemu’l- Evsat, C. 1-5, (1. Baskı), thk. Tarık b. Avdillah-Abdulmuhsin b. İbrahim el-Hüseyni, Kahire: Daru’l-Haremeyn, 1995. ---------------, el-Mu’cemü’l-kebîr, nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî, Beyrut: Dâru ihyâi’t- türâsi’l-Arabî, tsz. TABERÎ, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerir b. Yezid b. Halid, Cam’iu’l Beyân an Te’vil-i Âyi’l- Kur’ân, C. 1-30, Riyad: 2003. ----------, Cam’iu’l Beyân an Te’vil-i Ayi’l- Kur’ân, çev. Kerim Aytekin, Hasan Karakata, C. 3, İstanbul: Hisar Yayınevi, 1996. T.D.K. Türkçe Sözlük, (9. Baskı), Ankara: T.D.K. yay., 1998. TİRMİZÎ, Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Sevre, Sünen, (el-Camiu’s-Sahîh), thk. ve şerh: Ahmed Muhammed Şakir, Mısır: Matbaatu Mustafa el-Babî el-Halebî, Tsz.. -----------, Şemail-i Muhammediyye, thk. Seyyid İbn Abbas el-Celimi, Mekke-i Mükerreme: el-mektebetu’t-Ticariyye, 1993. -----------, Şemail-i Muhammediyye, Beyrut: Daru ihya-i Turasi’l Arabiyye, tsz.. -----------, Şemail-i Şerife, trc. Hüsameddin en-Nakşibendî, İstanbul: Hilal Yay., 1976. TUĞ, Salih, “Rasûlullah Muhammed’in Evliliklerinde Kronolojik Yapı: Hz. Peygamber ve Aile Hayatı”, İslâmi İlimler Araştırma Vakfı (İsav) Tartışmalı İlmî Toplantılar Dizisi, Edt. İsmail Lütfi Çakan, İstanbul: Ensar Neşriyat, 1988. TÛSÎ, Ebû Ca‘fer Muhammed b. el-Hasen b. Alî, et-Tıbyan fî Tefsiri’l-Kur’ân, Beyrut: Daru İhya-i Turasi’l-Arabiyye, C. 1-2, 1882. TÜLÜCÜ, Süleyman, “Cahiliye Kelimesinin Mana ve Menşe’i”, Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi, S. 4, Erzurum: 1980, ss. 279-281. 138 ULUŞAL, Neşet, Kur’ân’da Yetim Kavramı, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: Marmara Ü.S.B.E., 2006. URALER, Aynur, Peygamberimizin Hanımı Ümmü Habîbe ve Rivayet Ettiği Hadisler, İstanbul: Çamlıca Yay., 2010. VÂKIDÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. Ömer, Kitabu’l- Meğazî, thk. Marsden Jones, Daru’l- E’lamî, (3. Baskı), C. 1-2, Beyrut: 1989. YARBA, Rıdvan, Sünnete Lafzî/Şeklî Yaklaşım İddiaları Bağlamında Ebû Hüreyre’nin Sünnet Anlayışı,(Yüksek Lisans Tezi), Adana: Çukurova Üniversitesi S.B.E., 2018. YAZICI, Nesimi, “Osmanlılarda Yetimlerin Korunması Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 48 (1), (2007), ss. 1-46. YAZIR, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini, Kur’ân Dili, C. 1-5, İstanbul: Azim Yayıncılık, 1991. YILMAZ, Şadiye, Hz. Peygamber’in Yetimlere Karşı Davranışı, (Yüksek Lisans Tezi), Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2016. ZEBİDÎ, Muhibbuddin Ebû'l-Feyz es-Seyyid Murteza, Tacu’l-Arus min Cevahir’l Kamus, Kahire: Matbaatü’l-Vehbiiyye, 1890. ZEHEBÎ, Şemsu’d-din Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed, Siyeru A’lami’n-Nübelâ, thk. Şuayb Arnavut, C. 1-23, Beyrut: Müessesetu’r-Risale, 1986. ZEMAHŞERİ, Cârullah Ebû’l-Kasım Muhammed b. Ömer, el-Keşşaf an Hakâiki Gavâmizi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekavil fi Vücuhi’t-Te’vil, C. 1-2, Kahire: Daru’l-Hadis, tsz.. ZEYLAÎ, Cemalüddin Ebû Muhammed b. Abdillah b. Yusuf, Nasbu’r-Râye li Ehâdisi’l Hidâye C. 1-4, Kahire: Daru’l-Hadis, tsz. ZÜBEYR B. BEKKÂR, Ebû Abdillah, el-Müntehab min Kitâbi Ezvâci’n-Nebi, thk. Sakine Şehâbi, Beyrut: 1983. ZÜBEYRÎ, Mus’ab b. Abdullah, NesEbû Kureyş, Kahire: Daru’l-maârif, s. 279. 139