T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI TEFSİR BİLİM DALI TÛR SÛRESİ TEFSİRİ, CEHENNEMLİKLER İLE CENNETLİKLER VE HZ. PEYGAMBER’E YÖNELTİLEN İTHAMLARA CEVAPLAR YÜKSEK LİSANS TEZİ RAMAZAN RAMAZANOV BURSA 2018 T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI TEFSİR BİLİM DALI TÛR SÛRESİ TEFSİRİ, CEHENNEMLİKLER İLE CENNETLİKLER VE HZ. PEYGAMBER’E YÖNELTİLEN İTHAMLARA CEVAPLAR YÜKSEK LİSANS TEZİ RAMAZAN RAMAZANOV Danışman: Prof. Dr. CELİL KİRAZ BURSA 2018 ÖZET Yazar : Ramazan Ramazanov Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Temel İslâm Bilimleri Bilim Dalı : Tefsir Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Sayfa Sayısı : XII + 181 Mezuniyet Tarihi : 11/06/2018 Tez Danışmanı : Prof. Dr. Celil Kiraz Tûr Sûresi Tefsiri, Cehennemlikler ile Cennetlikler ve Hz. Peygamber’e Yöneltilen İthamlara Cevaplar Kur’ân-ı Kerîm’de 52. Sûre olarak yer alan Tûr Sûresi, 49 âyetten oluşan sûre olmasına rağmen içerdiği konular çok kapsamlı olarak görülmüştür. Bu tezde, Sûre’nin tefsiri ve onun ışığında cehennemlikler ile cennetlikler ve Hz. Peygamber’e yöneltilen ithamlara cevaplar araştırılmaya çalışıldı. Araştırma, giriş, üç bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Birinci bölümde Tûr Sûresi hakkında genel bilgilere yer verilmiştir. Bu açıklamaları yaparken Kur’ân-ı Kerim başta olmak üzere, sûre ile ilgili açıklama yapılan diğer eserlere de başvurulmuştur. İkinci bölümde Sûre’de mevcut olan bazı kelime ve ıstılâhlar izah edilmeye çalışılmıştır. Daha sonra mevcut olan rivâyet ve dirâyet tefsirlerinden faydalanarak Sûre’nin tefsiri üzerinde durulmuştur. Üçüncü bölümde ise genel olarak Cehennemlikler ile Cennetlikler ve Hz. Peygamber’e yöneltilen ithamlara cevaplar araştırılmaya çalışılmıştır. Anahtar Sözcükler: Kur’ân, Tûr Sûresi, Tefsir, Cehennemlikler, Cennetlikler, Hz. Peygamber. iv ABSTRACT Name /Surmane : Ramazan Ramazanov University : Uludağ University Institution : Social Sciences Institution Master of Science : Basic Islamic Sciences Science Fellow : Tefsir Degree Awarded : M.A. Page Number : XII + 181 Degree Date : 11/06 /2018 Supervisor : Prof. PhD. Celil Kiraz The Interpretation of Surat at-Tur, The People Who Will Go to Hell and Heaven and The Answers to Accusations Which Directed to the Prophet Muhammad As the 52nd surah of the Quran, in Surah At-Tur despite of the fact that it contains 49 ayats, topics are very comprehensive. This study was aimed to investigate the exegesis of the Surah At-Tur and the inhabitants of Jannah va Jahannam and answers to the allegations towards the Prophet (may Allah bless him and grant him). It consists of an entry, three chapters and a conclusion. In the first chapter there are given some general details about Surah At-Tur. While working on these statements it was mainly applied to the Quran and other works which contain statements about this surah. In the second chapter it was aimed to explain some words and terminologies presented in the surah. Afterwards some work was done on the surah’s exegesis by using diraya (rational) tafsirs and rivaya (narrative) tafsirs. As for the third chapter it was aimed to do a research about the inhabitants of Jannah va Jahannam and answers to the allegations towards the Prophet (may Allah bless him and grant him). Key words: Quran, Surah At-Tur, Tafsir, Inhabitants of Jannah and Jahannam, Th Prophet Muhammed. v ÖNSÖZ İnsanı en güzel şekilde yaratan ve onu en iyi tanıyan Allah Teâlâ’dır. İnsanlığa gönderdiği mukaddes kitapların sonuncusu olan Kur’ân-ı Kerim’dir. Kur’ân-ı Kerîm, ilahi bir kitap olması münasebetiyle getirdiği esaslar ve dikkat çektiği hususlar büyük önem taşımıştır. Kur’ân-ı Kerim inmeye başladığı günden bu güne kadar rahmet ve hidayet rehberi olmuştur. Şüphesiz bundan sonra da kıyamet gününe kadar bizlere rahmet ve hidayet olmaya devam edecektir. İnsanlığın her türlü ihtiyaçlarına cevap veren Kur’ân, onların dünyada daha mutlu bir hayat sürmesine rehberlik etmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber’e nazil olduğundan beri bu ilahi kitabı anlamaya ve uygulamaya dair muhtelif çalışmalar yapılmıştır. Bu anlama ve yaşama gayreti neticesinde Tefsir ilmi doğmuş ve Kur’ân-ı Kerim’in iyi bir şekilde anlaşılmasına yardımcı olmuştur. Bizim çalışmamız da “Sûre Tefsiri” dediğimiz türden bir konulu tefsir çalışmasıdır. Bu tür tezler kapsamında son zamanlarda daha çok kısa sûreler üzerinde çalışma yapılmış ve yapılmaktadır. Biz de Kur’ân’ın bir parçası ve Tefsir açısından çalışılmamış olan Tûr Sûresi üzerine çalışmayı uygun gördük. Bu çalışmamızda yalnız sûrenin tefsiri üzerinde durmadık. Sûre bağlamında cehennemlikler ile cennetlikler ve Hz. Peygamber’e yapılan ithamlar üzerinde çalıştık. Bu tezin adını da “Tûr Sûresi, Cehennemlikler ile Cennetlikler ve Hz. Peygamber’e Yöneltilen İthamlara Cevaplar” şeklinde koymayı uygun bulduk. İlmî ve akademik ölçülere bağlı kalmaya gayret ettiğimiz bu çalışmamızda hata ve eksiklerimiz olabilir. Düzeltme ve yardımcı olma maksadına yönelik yapılacak tüm eleştirilere de şimdiden teşekkür ederiz. Ayrıca bu tezi hazırlamada bize her türlü yardım ve desteğini esirgemeyen muhterem hocamız ve tez danışmanımız olan sayın Prof. Dr. Celil Kiraz beye şükranlarımızı bir borç olarak ifade etmek isteriz. Ayrıca tez jürisinde bulunup çeşitli katkılarda bulunan Prof. Dr. Abdurrahman Çetin ve Dr. Öğr. Üyesi İlhami Günay hocalarıma da teşekkür ederim. Bu vesiyleyle derslerinden istifade ettiğim tüm hocalarıma ve bizim için dua eden arkadaşlarıma çok teşekkür ederim. Ramazan Ramazanov Bursa 2018 vi İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI ................................................................................................................... İ YEMİN METNİ .............................................................................................................................. İİ YÜKSEK LİSANS İNTİHAL YAZILIM RAPORU ......................................................... İİİ ÖZET ................................................................................................................................................ İV ABSTRACT ..................................................................................................................................... V ÖNSÖZ ............................................................................................................................................. Vİ İÇİNDEKİLER ............................................................................................................................. Vİİ KISALTMALAR ......................................................................................................................... Xİİ GİRİŞ I- ARAŞTIRMANIN KONUSU, ÖNEMİ VE AMACI ........................................... 1 II- ARAŞTIRMANIN METODU VE KAYNAKLARI ............................................ 2 III- KONULU TEFSİR VE SÛRE MERKEZLİ KONULU TEFSİR ......................... 2 BİRİNCİ BÖLÜM TÛR SÛRESİ’NE GİRİŞ I- TÛR SÛRESİ HAKKINDA GENEL BİLGİLER ................................................. 5 B- TÛR’UN ANLAMI .......................................................................................... 5 1. Sözlük Anlamı .................................................................................................. 5 2. Kur’ân’da Tûr Kelimesinin Kullanımı ............................................................. 6 II- TÛR SÛRESİ’NİN NÜZÛLÜ ............................................................................ 10 A- SÛRENİN İNİŞ YERİ VE ZAMANI ............................................................. 10 B- SÛRENİN İNİŞ SIRASI ................................................................................. 10 C- SÛRENİN NÜZÛL SEBEBİ .......................................................................... 10 III- SÛRENİN İ’RABI VE KIRÂAT FARKLILIKLARI ......................................... 11 A- SÛRENİN İ’RABI .......................................................................................... 11 B- KIRÂAT FARKLILIKLARI .......................................................................... 27 Fâkihîn) Kelimesi ................................................................................ 28) فاكهين .1 Muttekiîne) Kelimesi ........................................................................... 28) متكئين .2 Ve’t-tebe’athum) Kelimesi: ............................................................... 28) واتّبعتهم .3 vii zü’r-riyyetehum) Kelimesi: ................................................................. 29) ذريّتهم .4 Elhaknâ bihim zü’rriyyetehum) Kelimeleri ........................... 29) الحقنا بهم ذّريّتهم .5 Vemâ elethâhum) Kelimesi ............................................................. 29) ومآ التناهم .6 Lâ lağvun fîhâ vele te’sîm) Kelimeleri ................................ 30) ال لغو فيها وال تأثيم .7 Lü’lüun) Kelimesi ................................................................................... 30) لؤلؤ .8 el-Musaytırûn) Kelimesi .............................................................. 30) المصيطرون .9 Yulekû) Kelimesi .............................................................................. 31) يال قو .10 Yus’akûn) Kelimesi ........................................................................ 31) يصعقون .11 IV- EDEBÎ SANATLAR........................................................................................... 31 V- TÛR SÛRESİ’NİN ÖNCEKİ VE SONRAKİ SUREYLE MÜNÂSEBETİ ....... 34 A- ÖNCEKİ ZARİYAT SURESİYLE MÜNASEBETİ ..................................... 34 B- SONRAKİ NECM SURESİYLE MÜNASEBETİ ......................................... 36 VI- TÛR SÛRESİ’NİN İHTİVA ETTİĞİ KONULAR ........................................... 38 VII- TÛR SÛRESİ’NİN FAZİLETİ ......................................................................... 41 İKİNCİ BÖLÜM TÛR SÛRESİ’NİN TEFSİRİ I- SÛRE İÇERİSİNDEKİ BAZI KELİMELERİN İZAHI ..................................... 44 A- 1-28. ÂYETLERDEKİ BAZI KELİMELERİN İZAHI ................................. 44 Rakk) Kelimesi ........................................................................................ 44) رق .1 el-Mescûr) Kelimesi ......................................................................... 45) المسجور .2 Temûru) Kelimesi .................................................................................. 45) تمور .3 Havd) Kelimesi .................................................................................... 46) خوض .4 Yuda’ûne) Kelimesi ............................................................................. 47) يدعون .5 Fâkihîn) Kelimesi ................................................................................ 47) فاكهين .6 Bi-Hûrin ‘În) İfadesi ....................................................................... 48) بحور عين .7 Rahîn) Kelimesi .................................................................................... 49) رهين .8 Ke’sen) Kelimesi ................................................................................... 49) كأ سأ .9 Leğvun) Kelimesi .................................................................................. 50) لغو .10 Ğılmân) Kelimesi ............................................................................... 51) غلمان .11 Muşfikîne) Kelimesi ......................................................................... 52) مشفقين .12 es-Semûm) Kelimesi ......................................................................... 53) السموم .13 Kâhin) Kelimesi .................................................................................. 54) كاهن .14 B- 29-49. ÂYETLERDEKİ BAZI KELİMELERİN İZAHI ............................... 55 Raybe’l-Menûn) İfadesi .............................................................. 55) ريب المنون .1 Ahlâm) Kelimesi ................................................................................. 56) احالم .2 el-Musaytırûn) Kelimesi ............................................................ 57) المصيطرون .3 Sullem) Kelimesi ................................................................................... 58) سلم .4 Meğram) Kellimesi ............................................................................. 58) مغرم .5 Kisfen) Kelimesi .................................................................................. 59) كسفا .6 Merkûm) Kelimesi ............................................................................ 60) مركوم .7 viii II- SÛRENİN TEFSÎRİ ............................................................................................ 61 A- KENDİSİNE YEMÎN EDİLEN VARLIKLAR (1-6. ÂYETLER) ................ 61 1. Tûr ............................................................................................................... 62 2. Satır Satır Yazılmış Kitap ........................................................................... 62 3. Beyt-i Ma’mûr ............................................................................................ 64 4. Yükseltilmiş Tavan ..................................................................................... 65 5. Kaynatılmış Deniz ...................................................................................... 66 B- ALLAH’IN AZABININ KAFİRLERE MUTLAKA GELMESİ (7-10. ÂYETLER) .................................................................................................... 68 C- CEHENNEME GİDECEK OLAN KİŞİLER (11-16. ÂYETLER) ................ 71 D- CENNETE GİDECEK OLAN MUTTAKİLERİN ÖDÜLLERİ (17-28. ÂYETLER) .................................................................................................... 75 E- HZ. PEYGAMBER’İN KÂHİN, MECNÛN, ŞÂİR VE YALANCI OLMAKLA İTHAM EDİLMESİ (29-35. ÂYETLER) ................................. 85 F- ŞİRK KOŞANLARA YÖNELTİLEN SORULAR (36-43. ÂYETLER) ....... 92 G- MÜŞRİKLERİ TEHDİT (44-47. ÂYETLER) ............................................ 100 H- HZ. PEYGAMBER’E YAPILAN TESELLİLER VE VERİLEN EMİRLER (48-49. ÂYETLER) ...................................................................................... 103 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KUR’ÂN’DA GENEL OLARAK CEHENNEMLİKLER İLE CENNETLİKLER VE HZ. PEYGAMBER’E YÖNELTİLEN İTHAMLARA CEVAPLAR I- KUR’ÂN’DA GENEL OLARAK CEHENNEMLİKLER İLE CENNETLİKLER A- CEHENNEMLİKLER .................................................................................. 108 1. Cehennem’in Sözlük ve Terim Manaları .................................................. 108 a. Cehennem’in Sözlük Manası ................................................................... 108 b. Cehennem’in Terim Manası .................................................................... 108 2. Cehennem’in İsimleri ............................................................................... 109 a. Cehennem ................................................................................................ 109 b. Lezâ ......................................................................................................... 111 c. Hutame .................................................................................................... 111 d. Sa’îr ......................................................................................................... 112 e. Sakar ........................................................................................................ 113 f. Cahîm ...................................................................................................... 113 g. Hâviye ...................................................................................................... 114 3. Cehennemlikler’in Özellikleri .................................................................. 115 a. Allah’ı İnkar Etmeleri .............................................................................. 115 b. Âyetleri Yalanlamaları ............................................................................ 115 c. Allah’ın Emrine Uymamaları .................................................................. 116 d. Kendilerinin İlahlığını İddia Etmeleri ..................................................... 116 e. Münafıklık Yapmaları ............................................................................. 117 ix f. Şeytana Uymaları .................................................................................... 117 g. Kibirlenmeleri .......................................................................................... 118 h. Haksız Yere Cana Kıymaları ................................................................... 118 i. Savaştan Kaçmaları ................................................................................. 119 4. Cehennemliklere Yapılacak Azap Şekilleri .............................................. 119 a. Yataklarının Ateşten Olması ................................................................... 119 b. Boyunlarında Halkalarla Sürünmeleri ..................................................... 120 c. İrin İçirilmesi ........................................................................................... 121 d. Zakkum Yemeleri .................................................................................... 121 e. Sıcak Rüzgar ............................................................................................ 122 f. Kapkara Bir Duman ................................................................................. 123 g. Demir Topuzlarla Dövülmek ................................................................... 123 h. Zincirlere Vurulmak ................................................................................ 124 i. Ölümün Olmaması ................................................................................... 124 5. Cehennem’in Ebediliği ............................................................................. 125 B- CENNETLİKLER ........................................................................................ 128 1. Cennetin Sözlük ve Terim Manaları ......................................................... 128 a. Cennetin Sözlük Manası ....................................................................... 128 b. Cennetin Terim Manası ........................................................................ 128 2. Cennetin İsimleri ....................................................................................... 129 a. Cennet ................................................................................................... 129 b. Adn ........................................................................................................ 129 c. Naîm ...................................................................................................... 130 d. Firdevs .................................................................................................. 131 e. Dâru’s-Selâm ........................................................................................ 131 f. Dâru’l-Mukâme .................................................................................... 132 g. Hüsnâ .................................................................................................... 133 3. Cennet Nimetleri ....................................................................................... 137 a. Yiyecekler ve İçecekler ........................................................................ 137 aa. Su ......................................................................................................... 137 ab. Süt ....................................................................................................... 138 ac. Bal ....................................................................................................... 138 ad. İçki ...................................................................................................... 138 b. Ağaçlar, Meyveler ................................................................................ 139 c. Nehirler ve Pınarlar ............................................................................... 140 d. Evler, Odalar, Çadırlar, Köşkler, Saraylar ............................................ 141 da. Evler .................................................................................................... 141 db. Odalar .................................................................................................. 142 dc. Çadırlar ................................................................................................ 142 dd. Köşkler ve Saraylar ............................................................................. 143 de. Divanlar, Tahtlar, Koltuklar ................................................................ 143 df. Yataklar, Döşekler, Sergiler ................................................................ 144 x dg. Yastıklar, Minderler ............................................................................ 144 dh. Huriler ................................................................................................. 145 di. Hizmetçiler .......................................................................................... 146 dj. Elbiseler, Zinetler ................................................................................ 146 dk. Eğlenceler ........................................................................................... 147 dl. Allah’ın Görülmesi .............................................................................. 148 4. Cennetlikler’in Özellikleri ........................................................................ 134 a. Allah’a ve Rasûlüne İman Etmeleri ...................................................... 134 b. Allah ve Resûlüne İtaat Etmeleri .......................................................... 134 c. Salih Amel İşlemeleri ........................................................................... 135 d. İyiliği Emredip Kötülükten Nehyetmeleri ............................................ 135 e. Tevbekâr Olmaları ................................................................................ 136 f. Sabretmeleri .......................................................................................... 136 g. Allah Yolunda Cihad Etmeleri ............................................................. 136 5. Cennette Bulunmayan Şeyler .................................................................... 149 a. Üzüntü ve Korku ................................................................................... 149 b. Kin ........................................................................................................ 150 c. Yorgunluk ve Usanç ............................................................................. 150 d. Aşırı Sıcak ve Soğuk……………………………………………….....174 d. Boş Söz, Günaha Sokan Laf, Yalan ...................................................... 151 e. İçkinin Sersemletmesi, Sarhoş Etmesi, Başı Ağrıtması ........................ 151 6. Cennet’in Ebediliği ................................................................................... 152 II- HZ. PEYGAMBER’E YÖNELTİLEN İTHAMLARA VERİLEN CEVAPLAR….. ....................................................................................................... 154 A- MÜŞRİKLERİN PEYGAMBER OLMADAN ÖNCE HZ. MUHAMMED (S.A.V) HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ ....................................................... 154 B- MÜŞRİKLERİN PEYGAMBER OLDUKTAN SONRA HZ. MUHAMMED (S.A.V) HAKKINDAKİ İTHAMLARI VE BUNLARA VERİLEN CEVAPLAR ................................................................................................. 156 1. Mecnûn ..................................................................................................... 156 2. Şair ............................................................................................................ 158 3. Kâhin ......................................................................................................... 159 4. Soyunun Kesik Olması ............................................................................. 160 5. Yalancı ...................................................................................................... 161 6. Büyücü ...................................................................................................... 163 SONUÇ ......................................................................................................................................... 165 KAYNAKLAR ........................................................................................................................... 168 xi KISALTMALAR a.g.e. Adı Geçen Eser bkz. Bakınız C. Cilt çev Çeviren h. Hicrî Hz. Hazret m. Miladî s.a.v. Sallallâhu aleyhi ve selem s. Sayfa ty. Tarih yok v. Vefatı y.y. Yayın yeri yok xii GİRİŞ I- ARAŞTIRMANIN KONUSU, ÖNEMİ VE AMACI Bu araştırmanın konusu, Tûr Sûresi’nin tefsiri, Cehennemlikler ile Cennetlikler ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’e yöneltilen ithamlar ve onlara verilen cevaplar olacaktır. Tûr Sûresi’nin içerdiği çeşitli kavramlar, Arapça sözlüklerden istifade edilerek açıklanmaya çalışılacaktır. Ayrıca sadece sûre ile sınırlı kalınmayıp, Kur’ân-ı Kerim’de konumuz ile ilgili bulunan diğer âyetler tespit edilerek, izah edilmeye gayret edilecektir. Araştırmamız bir giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde konunun önemi, amacı, kaynakları, konulu tefsir ve sûre merkezli konulu tefsir ele alınacaktır. Birinci bölümde, öncelikle Tûr Sûresi hakkında genel bilgiler, sûrenin iniş sebebi, ihtiva ettiği konular, sûrenin fazileti ve edebî sanatlardan bahsedilecek; kıraat ve i’rab açısından sûredeki kavramlar ve garip lafızlar, çeşitli tefsirlerden, Arap dili sözlüklerinden, konuyla ilgili kitaplardan izah edilmeye çalışılacaktır. İkinci bölümde, Tûr Sûresi’nin daha geniş bir şekilde tefsir edilmesi üzerinde durulacaktır. Burada sûrenin âyetlerinin açıklaması ve tefsiri, sûrede kendisine yemin edilen varlıkların neler olduğu, Cehennemlikler ile Cennetlikler, onların özellikleri, Cehennemliklere yapılacak azap şekilleri; Cennet ve Cehennem’in isimleri ile Cennette bulunmayan şeyler ve nimetleri hakkında bilgi verilmeye çalışılacaktır. Üçüncü bölümde ise Hz. Peygamber (s.a.v.)’e yapılan ithamlar ve onlara yöneltilen cevaplar üzerinde durulacaktır. Başta müşriklerin peygamber olmadan önce Hz. Muhammed (s.a.v.) hakkındaki görüşleri tespit edilecektir. Daha sonra ise Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamber olduktan sonra O’na yapılan ithamlar ve Kur’ân’da verilen cevaplar belirtilecektir. 1 II- ARAŞTIRMANIN METODU VE KAYNAKLARI Araştırmamız esnasında asıl kaynağımız Kur’ân’dır. Konumuz ile ilgili makale, tez ve muhtelif eserlerin yanında klasik ve çağdaş tefsirlerden yararlanılmaya çalışılacaktır. Araştırmamız konulu tefsir çalışması olması sebebiyle Kur’ân’ı Kerim’den sonra Arapça sözlüklerden ve Kur’ân sözlüklerinden, tefsirlerden başka bu konuda günümüzde özellikle İslam dünyasında yazılan çeşitli eserler ön planda tutulacaktır. Bu kaynakların beraberinde konuyla ilgili önemli görülen sahih hadislerden de yararlanılacaktır. Araştırma kaynaklarının ikinci önemli ayağını, Kur’ân ve Arap dili sözlüklerinden sonra daha önce de belirttiğimiz gibi tefsir kitapları oluşturacaktır. Şüphesiz Kur’ân-ı en güzel anlayan sahâbedir. Çünkü onlar Arap dilinin üslûp ve inceliklerini en iyi bilenlerdir. Aynı zamanda onlar Kur’ân-ı Kerim’in inişine şahit idiler. Bütün bunların yanında sahabiler, Hz. Peygamber’den Kur’ân’ın manasını ve tatbikatını öğrenmişler, öğrendikleri sûreyi anlayıncaya kadar üzerinde durmuşlardır. Dolayısıyla tezimizde, Sahabe (r.a) ve onlardan sonra gelen müfessirlerin Kur’ân âyetleri hakkında tefsir ve te’villerinden oluşan “rivayet tefsirleri”; aynı şekilde müfessirin kendi izahından ortaya çıkan “dirayet tefsirleri” olmak üzere birçok tefsirden yararlanılacaktır. III- KONULU TEFSİR VE SÛRE MERKEZLİ KONULU TEFSİR Tefsirin genel yönteminden biri olan Konulu Tefsir çalışmaları, tezimizle doğrudan bağlantılı olmasından dolayı ondan kısaca bahsetmeyi uygun bulduk. Konulu Tefsir, belirli bir konuya ait ister aynı ister değişik sûrelerde, o konuyu uzaktan yakından ilgilendiren, aynı manaya gelen Kur’ân âyetlerini, özel şart ve metotlarla bir araya toplayan, tek bir başlık altında onlardan bir konu oluşturan, nüzûl sıralarını da göz önünde bulundurarak, bunları kendi aralarında usûlüne uygun bir şekilde düzenleyen, Kur’ân’ın genel çerçevesinde âyetler arasında kıyas yapan, Kur’ân’ın esas ilkelerine göre yorumlayan tefsirdir. Konulu Tefsir metodu, Kur’ân-ı Kerim’de her hangi bir konuyla ilgili bütün âyetleri toplayarak bunları mümkün olduğunca nüzûl sırasına koyup, ilmi bir 2 incelemeye tâbi tuttuktan sonra Allah’ın o konuyla ilgili murâdını toplu bir şekilde ortaya koymaya çalışan bir tefsir metodudur.1 Yaşamış olduğumuz çağda, Kur’ân araştırmalarında Konulu Tefsir çalışmalarına çok fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü bu Kur’ân’daki herhangi bir konuyla ilgili yorum yapmak isteyenlere bütüncül bir yaklaşım kazandırır. Böylece yorumcu Kur’ân’ı yanlış yorumlamaktan uzak kalabilir. Konulu Tefsir, çağımız insanının Kur’ân’ın mesajına kolay yoldan ulaşabilmesinin, hem de karşılaşılan birçok problemlerin çözümüne ulaşmasının en uygun ve kısa yollarından birisidir. Tefsir çalışmaları içinde özel bir öneme sahip olan Konulu Tefsir araştırmaları sayesinde modern, bilimsel, teori alanlarının karşısında sağlıklı bakışlar ve çözüm yolları göstermek mümkündür. Konulu Tefsir grubunun içinde yer alan “Sûre Tefsiri” herhangi bir sûreyi bütüncül bir yaklaşımla incelemeye, genel ve özel gayeleri tespit etmeye, ihtiva ettiği konuları açık bir şekilde ortaya koymaya çalışmaktadır. Konulu Tefsir’e göre herhangi bir sûreyi tefsir ederken bir takım metodik aşamaları uygulamak gerekmektedir. Sûrenin sebeb-i nüzûlunu, özelliklerini, faziletini belirtmek, ayetleri asıl hedeflerine göre gruplandırmak, bölümlere ayırmak gerekmektedir. Aynı konudaki bütün âyetlerin toplanıp bir araya getirilmesi neticesinde, incelenen konu tam ve anlaşılır olarak ortaya çıkmaktadır. 1 Güngör, Mevlüt, “Tefsir’de Konulu Tefsir Metodu”, İslâmî Araştırmalar, II, S.7, İstanbul, 1988, 50. 3 BİRİNCİ BÖLÜM TÛR SÛRESİ’NE GİRİŞ 4 I- TÛR SÛRESİ HAKKINDA GENEL BİLGİLER A- SÛRENİN İSMİ, ÂYET, KELİME VE HARF SAYISI Tûr Sûresi, Kur’ân-ı Kerîm’de 52. sûre olarak yer almaktadır. İniş sırasına göre ise, 76. sıradadır.2 Fasılası, “elif, ra, ‘ayın, mim, nun” (ا ر ع م ن ) harfleridir. İsmini 1. âyette geçen dağ anlamına gelen “Tûr” kelimesinden almaktadır. Ve’t-Tûr Sûresi diye de anılmıştır.3 Tûr sûresi’nde üç yüz on iki kelime ve bin beş yüz harf bulunmaktadır.4 B- TÛR’UN ANLAMI 1. Sözlük Anlamı “Tûr” (طور), Arapça bir müzekker isim olup esasen dağ anlamına gelmektedir.5 Çoğulu “Etvâr”( اطوار ) şeklinde gelmektedir.6 Allah Teâlâ’nın üzerinde Hz. Mûsâ ile konuştuğu ve Hz. ‘Îsâ’yı gönderdiğ dağ gibi, üzerinde ağaç bulunan dağa denir. Şâyet dağın üzerinde ağaç yoksa ona Tûr denilmez; böylesine Arapça’da sadece “Cebel” (جبل) ismi verilir.7 Rağıb el-İsfahânî (1108/502) ise Tûr kelimesinin “Belirli bir dağın” adı olduğunu, bir görüşe göre de “her dağın” adı olduğunu söylemiştir. Başka bir görüşe göre ise “yeryüzünü çepeçevre kuşatan bir dağ” olduğunu söylemiştir.8 Mücahid ise: Tûr kelimesinin Süryanice’de dağ olduğunu söylemiş,9 Süddî’nin de aynı görüşte olduğu rivayet edilmiştir. Tûr’un cennet dağlarından bir dağın ismi olduğunu da söyleyenler olmuştur.10 Ayrıca Tûr kelimesinin dağ olmayıp tepe olduğu görüşünde bulunanlar da vardır.11 2 el-Fîrûzâbâdî, Mecdu’d-Dîn Muhammed b. Ya’kûb, Basâiru zevi’t-Temyîz fî Latâifi’l- Kitâbi’l- ‘Azîz, el-Mektebetu’l-‘İlmiyye, Beyrût, t.y., I, 441. 3 Topaloğlu, Bekir, “Tûr” DİA, XLI, 404. 4 Yıldırım, Celal, İlim Işığında Asrın Kur’ân Tefsiri, Anadolu Y. İstanbul, 1989, XI, 5831. 5 İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemâlü’d-Dîn Muhammed b. Mükerrem el-İfrîkî el-Mısrî, Lisânu’l-Arab, Dâru Sâdir, Beyrut 1410/1990, Beyrut, IV, 508. 6 İbrahîm Mustafâ ve dğr., el-Mu’cemu’l-Vasît, Çağrı Yay., İstanbul, ty., II, 576. 7 İbn Kesîr, el-Hâfız, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîm, Dâru Kahramân li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, İstanbul, 1985, VII, 303. 8 er-Rağıb el-İsfahânî, el-Hüseyin b. Muhammed, el-Mufredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, el-Mektebetu’l- Ancilu’l-Mısriyye, y.y., s. 460. 9 İbn ‘Âşûr, Muhammed et-Tâhir, Tefsîru’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr, ed-Dâru’t-Tûnisiyye li’n-Neşr, Tûnus 1984, XXVII, 37. 10 el-Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî, el-Câmi’u li-Ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru’l- Kitâbi’l- ‘Arabi li’t-Tibâ’ati ve’n-Neşr, Kahire, 1387/1967, XVII, 58. 11 el-Cezâirî, Ebubekir Câbir, Eyseru’t-Tefâsir, 2.b., y.y., 1407/1987, IV, 331. 5 ez-Zeccâc ise, Tûr’un kasem olduğunu söylemiş;12 Tûr’dan maksadın da Tûru Sînîn, yani Sînâ Dağı olduğunu söylemiştir.13 Bu dağ Medyen bölgesinde bulunmaktadır.14 Onun adının Zebir olduğu da söylenmiştir.15 Başka bir rivayete göre ise onun adı Zübeyr olarak nakledilmiştir.16 Fahreddin er-Razî ise, Tûr kelimesini bir cins isim olduğunu ve ondan da murad dağa yemin etmektir. Ayrıca Tûr kelimesi, eş-Şu’arâ Sûresi’nde geçen “et-Tavdu” ( الطود ) kelimesi17 gibi büyük dağı ifade ettiğini söylemiştir.18 Bu dağın dünya ve âhiret bereketinin zuhur ettiği bir mekan olduğu da söylenmiştir.19 Bu dağa yemin edilmek suretiyle vahye sahne olmuş bölgenin önemine dikkat çekilmiştir.20 Bugün Tûr dağı diye bilinen dağ, Tih Çölü’ne yakın olup, Mısır ile Akabe arasında bulunmaktadır.21 Ancak Ebu Hayyân onun Şam’da bir dağ olduğunu,22 ez-Zuhaylî ise Filistin’in kuzeyinde bilinen bir dağın adı olduğunu söylemiştir.23 2. Kur’ân’da Tûr Kelimesinin Kullanımı “Tûr” (طور) lafzı, Kur’ân’da farklı şekiller ile birkaç âyette bulunmaktadır. Kur’ân’da Tûr kelimesinin geçdiği sûreler Bakara (iki âyette), Nisâ, Meryem, Tâhâ, Mu’minûn, Kasas (iki âyette), Tîn’dir.24 Bu sûrelerden Tîn Sûresi’nde “Tûru Sînîn,25 el- 12 ez-Zeccâc, Ebû İshâk İbrâhîm b. es-Serî, Meâni’l-Kur’ân ve İ’râbuh, 1.b., Âlemul-Kütüb, Beyrut, 1408/1988, V, 61. 13 el-Kâsimî, Muhammed Cemâlü’d-Dîn, Tefsîru’l-Kasimî el-Musemmâ Mehâsinu’t-Te’vîl, ‘Îsa’l-Bâbî el-Halebî ve Şurakâh, y.y., 1332/1914, XV, 5541. 14 Ebu’s-Su’ûd Muhammed b. Muhammed el-‘Amari, Tefsiru Ebi’s-Su’ûd, Dâru’l-Mushaf, Beyrût, t.y, VIII, 146. 15 İbnul-Cevzî, Ebu’l-Ferac Cemâlü’d-Dîn Abdurrahman b. ‘Alî ibn Muhammed. Za’du’l- Mesîr fî ‘İlmit’Tefsîr, 4.b., el-Mektebul-İslâmî, Beyrût, 1407/1987, VIII, 45. 16 es-Semerkandî, Ebu’l-Leys, Tefsîru’l Kur’ân, Özgü Y, İstanbul, 2008, VI, 78. 17 eş-Şu’ârâ 26/63. 18 er-Râzî, Fahruddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyin b. ‘Alî el-Kureyşî et-Teymî el-Bekrî, Mefâtihu’l-Ğayb, 1.b., el-Behiyyetu’l-Mısriyye, y.y., 1357/1938, XXVIII, 239. 19 İbn Kayyim el-Cevziyye, Bedâi’ut-Tefsîr, 1.b., Dâru İbni’l-Cevziyye, el-Memleketu’l- ‘Arabiyyetu’s-Su’ûdiyye, 1414/1993, IV, 251. 20 Ateş, Süleyman, “Tûr” Kur’ân Ansiklopedisi, Kur’ân Bilimleri Araştırma Vakfı, İstanbul, t.y., XXI, 386. 21 Arslan, Ali, Büyük Kur’ân Tefsiri, Aslan Y.,İstanbul, t.y., XIV, 475. 22 Ebû Hayyân, Muhammed b. Yûsuf el-Endelûsî, Tefsîru’l-Bahri’l-Muhît, 2.b., Dâru’l-Fikr, Beyrût, 1403/1983, VIII, 143. 23 Vehbe Zuhaylî, et-Tefsîru’l-Munîr, 1.b., Dâru’l-Fikri’l-Mu’âsır, Beyrût, 1411/1991, I, 180. 24 el-Bakara 2/63, 93., en-Nisâ 4/154, Tâhâ 20/80, Meryem 19/52, et-Tîn 95/2, el-Mu’minûn 23/20, el- Kasas 28/29, 46. 25 et-Tîn, 95/2. 6 Mu’minûn Sûresi’nde ise Tûru Seynâ,26 şeklinde geçmektedir. Kalan sûrelerde ise tek başına geçmiştir. ُّطو ر Tûr’a and olsun.”27“ َوال Müfessirlerin büyük çoğunluğu burada geçen Tûr kelimesini kutlu dağ (Sînâ dağı) anlamıyla açıklamışlardır. Ancak genel olarak dağların da kastedildiği söylenmiştir.28 Bakara Sûresi’nin 23. âyette ise Allah (c.c.) sanki şöyle buyurmuştur: Ey İsrailoğulları, sizden, yeminle pekiştirdiğimiz kuvvetli bir söz aldığımızı ve üzerinize Tûr dağını kaldırdığımızı hatırlayın. Size dedik ki: “Tevrat’ta emrettiklerimize sarılın, herhangi bir eksiltme ve tembelliğe gitmeksizin ciddiyetle ve gayretle amel edin ve o Tevrat’ta bulunanları hatırda tutun. “Yani vaad ve tehdidimden, teşvik ve sakındırmamdan ibret alın ki azabımdan çekinesiniz ve korunasınız. Allah Teâlâ’nın İsrailoğullarından yemin ettirerek aldığı sağlam bir söz, başka bir âyette zikredilmiştir.29 ُ م ُبوْا ف ُقُلو ب ه ِ ْْ ْيَنا َوأُ ََ ََ َّوٍة َواْسَمُعوْا َقالُوْا َس مْعنَ ا َو َو إْذ أََخْذَنا ميَثاَقُكْم َوَرَفْعَنا َفْوَقُكُم الطُّوَر ُخُذوْا َما آَتْيَناُكم بُق َ ن ُّمْؤ م ني ُكْم ب ه إيَمانُُكمْ إن ُكنُتْم ُِ هْم ُقْل بْئَسَما َيْأُم ِ اْل عْج َل بُكْف “Hani, Tûr’u tepenize dikerek sizden söz almıştık, “Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın; ona kulak verin” demiştik. Onlar, “Dinledik, karşı geldik” demişlerdi. İnkârları yüzünden buzağı sevgisi onların kalplerine sindirilmişti. Onlara de ki (Tevrat’a beslediğinizi iddia ettiğiniz) imanınızın size emrettiği şey ne kötüdür, eğer inanan kimselerseniz!”30 Bu âyette geçen Tûr kelimesinin koca bir dağın şemsiye gibi, başının üstüne kaldırılması anlama geldiği belirtilmiş;31, es-Sâbûnî bu dağın Hz. Musa’nın Allah (c.c.) 26 el-Mu’minûn, 23/20. 27 et-Tûr, 52/1. 28 Hayreddin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gümüş, Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsîr, Diyanet İşleri Başkanlığı Y., Ankara 2012, V, 142. 29 Bkz: el- Bakara, 2/83. 30 el-Bakara 2/93. 31 Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Kitabevi, t.y., İstanbul, I, 422. 7 ile konuştuğu bir dağ olduğunu,32 es-Sem’ânî ise bu âyette geçen Tûr kelimesinin “Tûru Sînâ” olduğunu söylemiştir.33 Tûr dağının Yahudiler üzerinde şemsiye gibi kaldırılması bir uyarı, korkutma veya dehşete düşürme mahiyetinde idi.34 Şu âyeti kerîme Yüce Allah’ın buyruğuna açıklık getirmektedir: َّل ة ََّنُه ظُ Hani biz dağı üzerlerine bir gölgelikmiş“ َو إْذ َنَتْقَنا اْلَجَبَل َفْوَقُهْم َكأ gibi çekip kaldırmıştık.”35 Ebû Ubeyde ise bunu, “O dağı yerinden oynatmış ve koparmıştı” şeklinde yorumlamıştır.36 Kurtubî Tûr dağının onların üzerine kaldırılmasını, onlardan alınan sözü bozmaları sebebiyle olduğunu söylemiştir.37 Mukâtil ise, Cebrâîl (a.s.) Tûr’u (dağı) başlarının üzerine kaldırmıştır. Yani kendileri dağın eteklerinde olduğu halde, dağ da onların başları üzerinde idi.38 İbn Kesîr ise, Tûr’un onların üzerine kaldırılmasının sebebi, Tevrat’ın hükümlerine uymak istememeleri ve kimilerinin Musa (a.s)’ın getirdiklerine karşı gelmesi üzerine olduğunu söylemiştir.39 et-Taberî de bu âyette geçen Tûr kelimesinin manasını dağ olarak ifade etmiştir.40 es-Sâbûnî’de aynı görüştedir.41 Kurtubî, Meryem Sûresi’nin 52. âyette geçen Tûr kelimesini “Musa’nın sağ tarafından seslendik. Cuma gecesi onunla konuştuk. Sesin cihetinden geldiği ağaç, Mûsâ Medyen’den Mısr’a doğru giderken dağın yan tarafında ve Mûsâ’nın sağında bulunuyordu.” şeklinde açıklamıştır.42 Taberî de, Musa’nın sağ tarafından seslendiğini söylemiştir. Çünkü dağların sağı da olmaz solu da olmaz.43 32 es-Sâbûnî, Muhammed Alî, Safvetü’t-Tefâsîr, I-III, Dâru’l-Kur’âni’l-Kerîm, Beyrut, 1402/1981, I, 67. 33 es-Sem’ânî, Ebu’l-Muzaffer, Tefsîru’l-Ku’r’ân, Dâru’l-Vatan, Riyâd 1418/1997, I, 89. 34 ez-Zuhaylî, a.g.e., I, 183. 35 el-A’râf 7/171, 36 el-Kurtubî, a.g.e., I, 436. 37 el-Kurtubî a.g.e., VI, 7. Alınan sağlam bir söz için bkz: en-Nisâ 4/154. 38 Mukâtil b. Süleymân b. Beşîr, Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, 1.b., Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrût, 1424/2003, I, 268. 39 İbn Kesîr, a.g.e., II, 398. 40 et-Taberî, Ebû Ca’fer b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, Mustafâ el-Bâbî el-Halebî, Kahire, 1377/1968, VI, 9. 41 es-Sâbûnî, a.g.e., I, 267. 42 el-Kurtubî, a.g.e., XI, 114. 43 et-Taberî, a.g.e., XVI, 94. 8 Fahreddîn er-Râzî Tâhâ Sûresi’nin 80. âyette geçen Tûr kelimesinden murat, Mısır’dan Şam’a giden kimsenin sağına düşen Sînâ dağıdır, demiştir.44 Taberî de Kasas Sûresi’nin 29. âyette geçen Tûr kelimesinin manasını dağ olarak açıklamıştır.45 Zemahşeri, Mu’minûn ve Tîn Sûreleri’nde geçen Tûru Sînâ ve Tûr’u Sînîn ifadelerindeki Tûr kelimesinin ya isimleri Seynâ ve Sînîn olan bir mıntıkaya muzaf olarak kullanılmış, ya da bunun muzaf olduğunu söyleyenlere göre (امِىء القيس) “İmruu’l-Kays” ve ( بعلبك) “Ba’lebekke” kelimeleri gibi, muzâf ve muzâfun ileyheden meydana gelmiş bir terkip olarak, bir dağın adı olduğunu söylemiştir.46 Âlûsî Tîn Sûresi’nin 2. âyeti hakkında, “mübarek şerefli bir yere yemindir” demiş, bunun dağ ismi olduğunu zikretmiştir.47 Fahreddin er-Râzî Yüce Allah’ın Nebilerin yetiştiği yerlere yemin ettiğini, Tûru Sînâ’nın da Hz. Musa (a.s)’nın peygamber olarak gönderildiği yer olduğunu ve burada yeminden maksadın da Peygamberlere hürmet ve derecelerini göstermek olduğunu söylemiştir.48 İbn Manzûr, “Sînîn” kelimesinin üç şekilde okunabileceğini söylemiştir. Birincisi: Sin harfi esreli bir de “ye” harfiyle med yapılarak Tûru Sînîn (طور سينين), İkincisi: Sin harfinin kesreli bir de “elif” harfiyle med yapılarak Tûru Sînâ (طور سينا), Üçüncüsü: Sin harfi fethalı ve ondan sonrakı “ye” harfi de cezimli olarak Tûru Seynâ (طور َسْيناء) şeklindedir.49 44 er-Râzî, a.g.e., XXII, s., 95-96. 45 et-Taberî, a.g.e., XX, 69. 46 ez-Zemahşerî, Ebu’l-Kâsım Cârullâh Mahmûd b. Ömer el-Havârizmî, el-Keşşâf ‘an Hakâiki Ğavâmizi’t-Tenzîl ve ‘Uyûni’l-Akâvîl fî Vucûhi’t-Te’vîl, Dâru’l-Ma’rife, Beyrût, t.y., III, 29. 47 el-Alûsî, Ebu’l-Fadl Şihâbu’d-Dîn es-Seyyid Mahmûd, Rûhu’l-Me’ânî fî Tefsîri’l-Kur’ân-ı’l-‘Azîm ve Seb’i’l-Mesânî, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, Beyrût, t.y., XXX, 173-174. 48 er-Razi, a.g.e. XXXII, 9. 49 İbn Manzûr, a.g.e., XIII, ss. 229-230, 9 II- TÛR SÛRESİ’NİN NÜZÛLÜ A- SÛRENİN İNİŞ YERİ VE ZAMANI Bütün müfessirlerin görüşüne göre Tûr sûresi tümüyle Mekke’de nazil olmuştur.50 Sûre’nin iniş zamanı hakkında Zeki Duman demiştir ki, bu sûre Hz. Peygamber’in elçi olarak gönderilmesinin birinci ve dördüncü yıllarında pasajlar halinde indirilmiştir.51 Mevdûdî ise, bu sûrenin de Zariyat Sûresi gibi Mekke de nazil olduğu, içinde geçen bilgilerden anlaşılmaktadır. Bu sûreyi okurken, nazil olduğu günlerde Hz. Peygamber’e karşı koyuşlar, iftira ve itirazların yapıldığı, fakat işkence ve eziyet çarkının bütün gücü ile henüz dönmeye başlamadığı kat’i olarak hissedilmekte olduğunu söylemiştir.52 B- SÛRENİN İNİŞ SIRASI Tûr Sûresi’nin iniş sırasıyla ilgili usul alimleri, Secde Sûresi’nden sonra, Mülk Sûresi’nden önce nazil olduğunu söylemişlerdir. Bu sûre, Mushaf-ı Osmânî’deki sıralamada 52., Abdullah b. Mesûd’un mushafında ise 64. sırada görülmektedir. Nüzûl sırasına göre Mushaf-ı Osmânî’de 76., İbn Abbas’ın mushafında 73. ve Cafer es- Sadık’ın musfahında ise 75. sırada tasnif edilmiştir. Bankipor’daki apokrif yazma mushafta Tûr Sûresi nüzûluna göre 76. olarak sıralanmaktadır.53 C- SÛRENİN NÜZÛL SEBEBİ Tûr Sûresi ile ilgili olarak tefsir kitaplarına bakıldığında, bu sûrenin iniş sebebinin otuzuncu âyetine bağlı olduğu görülmektedir. Muhammed ibn İshak’ın kendi isnadıyla İbn Abbâs’tan naklen zikrettiği uzun bir habere göre müşriklerin, Dâru’n- Nedve’de “Yevmu’z-Zahme” günü Hz. Peygamber (s.a.v)’e ne yapacaklarını istişare edip kararlaştırmak üzere toplandıklarında içlerinden birisinin (Dahhâk’ten rivayete göre Abdüddâr oğullarından): “Onu hapsedip bağlayın ve geçmiş şairler Züheyr, Nâbiğa 50 ‘Abdu’l-Fettâh el-Kâdî, Esbâbu’n-Nuzûl ‘ani’s-Sahâbeti ve’l-Müfessirîn, Dâru’l-Mushaf, y.y., t.y., s, 212; el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 52; İbn Kesîr, a.g.e., VII, 403; et-Taberî, a.g.e., XXVII, 15; eş- Şevkânî, a.g.e., V, 93; er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 239; Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., VII, 4548; Ebû Hayyân, a.g.e., VIII, 144. 51 Duman Zeki, Beyânu’l-Hak, 2.b., Fecr yay,t.y., Ankara, 2008, II, 479. 52 el-Mevdûdî, Ebu’l A’lâ, Tefhimu’l Kur’ân, 2.b., İnsan Y., İstanbul, 1996, V, 525. 53 Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara, 1993, ss. 79-88. 10 ve benzerlerinin helak olduğu gibi zamanın felâketlerinin onu da çarpmasını ve böylece (kendiliğinden) helak olmasını bekleyelim. Bu da ancak onlardan birisi gibidir” demişlerdir.54 Bunun üzerine Tûr Sûresi’nin 30. âyet-i kerime nazil olmuştur.55 III- SÛRENİN İ’RABI VE KIRÂAT FARKLILIKLARI A- SÛRENİN İ’RABI َّمْسطُور Burada, Tûr kelimesinin önünde bulunan harfin vâv-ı kasem َوالطُّو ر , َو كَتاٍب olduğu söylenmiştir.56 “Kitâbin Mestûr” kelimesinin önündeki “vav” harfi kasem olmayıp atıf harfidir. َّمْسطُور kelimesi ise kitabın birinci sıfatıdır. َّمنُشورٍ 57 ٍ ق kelimesi ف َر de مْسطُور 58 59َّ (mestûr) kelimesinin sılası, ya da كَتاب (kitab)’ın ikinci bir sıfatıdır. َواْلَبْي ت ِ اْلَمْسُجو ر َّسْقِف اْلَمْرفُو عِ َواْلَبْح ِ ر َوال -Ve’l-Beyti’l-Ma’mûr, ve’s-Sakfi’l-Marfû’, ve’l اْلَمْعُمو Bahri’l-Mescûr cümleleri Tûr kelimesine atıftır veya onlardan her biri kendi kendine müstakil bir kasem olduğu rivayet edilmiştir.60 َذاَب َر ب َك َلَوا ق ع ََ َّن .Bu âyet yukarıda edilen yeminlerin cevabı olarak gelmiştir إ 61 Cümle nevâsıhtan olan ن َّ َذاَب .inne) ile başlamıştır) إ ََ (‘azâbe) kelimesi َّن inne)’nin ismi) إ olduğu için mensûb ve mudâftır. َر بَك (Rabb’ike) kelimesinde “Rabb” kelimesi mudâfun ileyh olup mecrûrdur. Aynı zamanda da mudaftır. “Rabb” kelimesine bitişen “Ke” Fethe üzere mebni olan muttasıl zamirdir. Yine bu zamir cer mahallinde mudâfun ileyhtir. َلَوا ق ع 54 Çetiner, Bedreddin, Fâtiha’dan Nâs’a Esbab-ı Nüzûl, Çağrı Y., İstanbul 2002, II, 835; bkz: et- Taberî, XXVII, 31; İbn Kesîr, VII, 411; es-Suyûtî, Celâlu’d-Dîn ‘Abdu’r-Rahmân Ebû Bekr, esbâbü’n-Nüzûl, Dâru’l-Menâr Li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, Kahire, t.y., s.185; el-Alûsî, a.g.e., XXVII, 36; El-Kâdi, a.g.e., s. 398; ez- Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 83-84; el-Câbiri, Muhammed Âbid, Fehmu’l- Kur’ân,çev: Muhammed Coşkun, Mana Y., İstanbul 2013, II, 345. 55 et-Tûr, 52/30. 56 Ebû Hayyân, Muhammed b. Yûsuf b. ‘Alî b. Yûsuf b. Hayyân el-Endelûsî, el-Ğırnâtî, İ’râbu’l- Kur’ân, I-V, 1.b., Dâru’d-Diyâ, Küvet, 1426/2005, Küvet, V, 203. 57 en-Nahhâs, Ebû Ca’fer Ahmed b. Muhammed b. İsmâ’îl, İ’râbu’l-Kur’ân, ‘Âlemu’l-Kutub, 1988/1409, Beyrût, 1409/1988, IV, 253. 58 en-Nahhâs, a.g.e., IV, 253. 59 ed-Dervîş, Muhyiddîn, İ’râbu’l-Kur’âni’l-Kerîm ve beyânuh, 3.b., Dâru İbn Kesîr, Beyrût 1412/1992, IX, 326. 60 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 328. 61 en-Nahhâs, a.g.e., IV, 253. 11 (levâki’) kelimesinin başında olan lâm harfi Lâmu’l-Muzahleka (tekid lâmı) olup ve bu kelime innenin haberidir.62 ٍ ع َلهُ mâ) harfu nefiydir. Ondan sonra gelen) َما Cümlenin başında gelen َما َلُه من َدا ف (lehû) kelimesi mukaddem (öne geçmiş) haberdir. من (min) zaid harfu cerdir. َدا فٍع (dâfi’) kelimesi ise müahhar (geciktirilmiş) mübteda olduğundan dolayı, lafzen mecrûr mahallen merfûdur. Bu cümle ن َّ (’levâki) َلَوا ق ع innenin) ikinci haberi, ya da) إ kelimesinin sıfatıdır.63 َّسَماُء َمْور ا َ م Bu âyet’te geçen َيْوَم َتُموُر ال vâkı’) kelimeyle) َوا قعٍ yevme) kelimesi) َيْو bağlı bir zarftır. Başka bir görüşe göre ise م َ (’dâfi) َدا فعٍ yevme) kelimesinin) َيْو kelimesine bağlı bir zarf olduğu söylenmiştir. َُّسَماء cümlesi ise zarf kelimesinin َتُموُر ال izafetiyle cer mahallindedir. َمْور ا kelimesi de mef’ûlu mutlaktır.64 ُِ اْل جَباُل َسْيِ ا سي ُِ سي اْل جَبا ُل .Bu âyette geçen vâv harfi atıftır َوَت tesîru’l-cibâlu) lafzı da) َت zarfın izafetiyle cer mahallindedir. َسْيِ ا (seyrâ) kelimesi de mef’ûlu mutlaktır. Bu cümle َّسَماُء َمْور ا .cümlesine atıftır َتُموُر ال 65 -fe) harfi fâu’l-Fasîhadır.66 en) ف Bu cümlenin başında gelen َفوَ ْي ل َيْوَم ئٍذ لْلُمَك ذ بينَ Nahhâs bu cümlede bir mecaz olduğunu söylemiştir.67 ed-Dervîş ise onun takdirini َفَوْي ل َلَّل َو َرُسوَلهُ َّ ,Fevaylun Limen Yukezzibullâhe ve Rasûlehu) şeklinde yaparak) لَمْن يَُك ذُب ا Allah ve Resûlunu yalanlayan kimse için vay olsun demek istemiştir.68 َوْي ل (veylün) kelimesi mübtedadır. Dua manasını içine aldığından dolayı cümleye onunla başlamak kolay olmuştur. ٍَيْوَم ئذ (yevme izin) kelimesi ise َوْي ل (veylün) kelimesiyle mansub bir 62 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 328. 63 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 328. 64 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 328. 65 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 328. 66 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 328. 67 en-Nahhâs, a.g.e., IV, 254. 68 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 328. 12 zarftır. َذ ْ yevme) kelimesinin mudafun) َيْومَ izin) kelimesi kendisi gibi bir zarf olan) إ ileyhidir.69 ن َ vaylun) kelimesinin haberidir.70) َوْي ل lil mükezzibîn) kelimesi ise) لْلُمَك ذ بي َّل ذيَن ُهْم ف َخْوٍض َيْ لَعُبونَ ellezine) kelimesi önceki âyette geçen) الَّ ذين Burada geçen ا .hum) kelimesi ise mübtedâdır) ُهمْ .lilmükezzibin) kelimesinin sıfatı olmuştur) لْلُمَك ذ بينَ (yel’abûne) َيْلَعُبونَ .yel’abûne) kelimesine bağlıdır) َيْلَعُبونَ fî havdin) kelimesi) ف َخْو ٍض kelimesi de ُْهم (hum) kelimesinin haberidir. َُهْم ف َخْوٍض َيْلَعُبون (hum fî havdin yel’abûn) Cümlesinin mahalde yeri yoktur. Çünkü o, ََّل ذين ellezine) kelimesinin sılasıdır.71) ا َ ا وَن إَلى َنا ر َجَهنََّم َد َُّ َ م Bu âyette geçen َيْوَم يَُد َّسَماُء َمْورا yevme) kelimesi) َيْو َيْوَم َتُموُر ال (yevme temûru’s-semâu mevrâ) kelimesinden bedeldir.72 en-Nahhâs ise burada geçen yevme izin) kelimesinden bedel) َيْوَم ئذٍ yevme) kelimesinin 11. âyette geçen) َيْومَ olduğunu söylemiştir.73 Aynı zamanda bu cümle kendisine zarfın izafetiyle cer mahallindedir. ن َ و َُّ ونَ .yude’ûne) müzari bir fiil olup, mechul haldedir) يَُد َُّ (yude’ûne) يَُد kelimesinde var olan “و” harfi nâibu’l-faildir. م َ ilâ nâri cehenneme) kelimesi) إَلى َنا ر َجَهنَّ ise, ون َُّ َ ا .yude’ûne ) kelimesine bağlıdır) يَُد da’a) kelimesi de mef’ûlu mutlaktır.74) َد ُبونَ ُتَك ذ ْ م en-Nahhâs bu cümlede َه ذ ه النَّاُر الَّ ت ُكنُتم بَها ُيَقاُل َلُه (yukâlu lehum) kelimesi hazf olunduğunu söylemiştir.75 Aynı zamanda da mansûb bir cümledir. Cümlenin başında olan َه ذ ه (hâzihi) kelimesi mübtedâ olup, ُالنَّار (en-Nâr) kelimesi ise onun haberidir. Ondan sonra gelen الَّ ت (elletî) sözü sıfat, ُكنُتم (kuntum) sözü de الَّ ت (elletî) kelimesinin sılasıdır. Âyetin sonunda yer alan بَها (bihâ) sözü de َُبون ُتَك ذ (tukezzibûn) 69 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 328. 70 Mekkî b. Tâlib el-Kaysî, Müşkilu İ’râbi’l-Kurân, Dâru’l-Me’mûn li’t-Turâs, Dimeşk, t.y., II, 327. 71 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 328. 72 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 328. 73 en-Nahhâs, a.g.e., IV, 254. 74 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 328. 75 en-Nahhâs, a.g.e., IV, 255. 13 kelimesine bağlı olup, َتَُك ذبُون (tukezzibûn) kelimesi ise ُكنُتم (kuntum) sözünün haberidir.76 َ ن و َُِ ُتْب ِ َهَذا أَْم أَنُتْم ََل سْح ,mı, mi, mu) أ Bu âyetin başında bulunan istifhâm edâtı أََف mü) istifhâm-ı inkârî (kabul etmeme) olarak kullanılmıştır. ف (fe) harfi ise atıftır.77 ِ سْح (sihrun) kelimesi mukaddem (öne geçmiş) bir haber olarak gelmiştir. َهَذا (hâzâ) lafzı ise muahhar (geciktirilmiş) bir mübtedâdır.78 Cümlede geçen أَْم (em) harfıyla da mananın kesilmiş olması da caizdir. Çünkü َهَذا ِ سْح أَْم أَنُتمْ .efesihrun hâzâ) lafzıyla söz bitmiştir) أََف (em entum) kelimesi ise م ْ َاْنُتمْ .bel entum ) demektir) َبْل اَْنُت (entum) kelimesi mübtedâ olup, َون َُِ .lâ tubsirûne) cümlesi ise haberdir) ََل تُْب 79 َ ن َّنَما تُْجَزْوَن َما ُكنُتْم َتْعَمُلو َلْيُكْم إ ََ وا َسَواء ُِ َْ ب وا أَْو ََل َت ُِ اْصَلْوَها Bu cümlede geçen اْصَلْوَها َفاْص ب (ıslevhâ) kelimesi emir fiili olmakla birlikte, aynı kelimede geçen و (vâv) harfi fâili, َها (he) harfı ise mef’ûlun bihtir. َفا (fe) harfi ise atıftır. وا ُِ isbirû) kelimesi emir fiili) اْص ب olup, و (vav) harfi ise onun faildir. Cümlede geçen َو ْ lâm) edatı ise) ََل .ev) atıf harfidir) أ müzâri fiilin başına gelip nehiy için kullanılan bir edattir. Yani olumsuzluk harfidir. وا ُِ َْ ب tasbirû) kelimesi lâm harfi ile meczum (cezimli) olmuş muzari bir fiildir. Ondan) َت sonra gelen َسَواء (sevâun) kelimesi ise mübtedâsı hazf olunmuş haberdir.80 Zemahşerî ise sevâun) kelimesinin mübtedâ olduğunu ve haberin hazf edildiğini söylemiştir.81) َسَواء Ebû Hayyan da aynı görüştedir.82 Âyette geçen إنََّما (innemâ) kelimesi kâffe ve mekfûfe’dir. ن َ vâv) harfi) و tuczevne) müzari fiili olup mechul haldedir. Fiilde olan) تُْجَزْو 76 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 328-329. 77 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 329. 78 Ebû Hayyân a.g.e., V, 203. 79 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 329. 80 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 329. 81 ez-Zemahşeri, a.g.e., IV, 23. 82 Ebû Hayyân a.g.e., V, 203. 14 ise nâibu’l-fâildir. َما (me) harfi ise ismi mevsul olup ve ikinci mef’ûlun bihtir. Cümlede geçen م ْ َ ن kuntum) kelimesinde Nâkıs mâzi fiil olan) ُكنُت َانْ ُتمْ kâne) ve onun ismi olan) َكا zamiri vardır. ن َ kuntum) ُكنُتْم َتْعَمُلونَ .te’melûn) kelimesi ise kâne’nin haberidir) َتْعَمُلو ta’melûn) ikisi birlikte sıla cümlesidir.83 ٍ م َّت قيَن ف َجنَّاٍت َوَن عي َّن اْلُم إ ن .inne) kelimesi ile başlamıştır) إ ن Bu âyet nevâsıhtan olan إ (inne) kelimesi fetha üzerine binâ olunmuş nasb edatıdır. ن َ َّت قي إ ن el-muttakîn) kelimesi) اْلُم (inne)’nin ismidir. ف َجنَّاٍت (fî cennâtin) kelimesi ise إ ن (inne)’nin haberidir. ٍَوَن عيم (ne’îm) kelimesi َّنا ٍت cennât) kelimesine atıftır.84) َج َذاَب اْلَج حي م ََ ُّبُهْم َ ن Nahhâs burada geçen َفا ك هيَن بَما آَتاُهْم َربُُّهْم َوَوَقاُهْم َر (fâkihîne) َفا ك هي kelimesini hal üzere mensûb bir kelime olduğunu söylemiştir.85 بَما (bimâ) kelimesindeki (fî) ف be) harfinin) ب fâkihîne) kelimesine bağlıdır. Buradaki) َفا ك هيَن be) harfi) ب manasına da geldiğini söylemiştir. بَما (bimâ) kelimesindeki ما (mâ) harfine gelince onun ismi mevsûl, ya da (mim) harfinin mastar mimi olmasının da caiz olduğunu söylemiştir. Yine ed-Dervîş, bu cümlede geçen م ْ ,âtâhum rabbuhum) kelimesini mazi fiil) آَتاُهْم َربُُّه mukaddem mef’ûlun bih ve muahhar fail olduğunu, َْوَوَقاُهم (ve vekâhum) kelimesini de sıla üzerine atıf olduğunu açıklamıştır.86 Ebû Hayyân و “vâv” harfinin vâvu’l haliye olduğunu ve cümlenin de hal üzere nasb mahallinde olacağını söylemiştir.87 Zemahşerî de Cennet kelimesinin üzerine atıf edilmesinin caiz olduğunu söylemiştir.88 َذاَب اْلَج حي م ََ (‘azâbe’l-cehîm) kelimesine gelince o, آَتاُهم (âtâhum) kelimesinin ikinci mef’ûlun bihtir.89 83 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 329. 84 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 332. 85 en-Nahhâs, a.g.e., IV, 255. 86 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 332. 87 Ebû Hayyân a.g.e., V, 204. 88 ez-Zemahşeri, Keşşâf, IV, 23. 89 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 332. 15 ُبوا َه نيئ ا بَما ُكنُتْم َتْعَمُلونَ َِ ْْ ُبوا Bu âyette geçen ُكُلوا َوا َِ ْْ fiillerin ikisi de emr fiileri ُكُلوا َوا olup failleri ise müstatir entum (انتم) zamiridir. ed-Dervîş َه نيئ ا (henîen) kelimesinin hal ya da mef’ûlu mutlak olduğunu söylemiştir.90 Mekkî b. Ebî Tâlib ise َه نيئ ا (henîen) kelimesinin mastar olduğunu zikretmiştir.91 Âyetin devâmında gelen بَما (bimâ) kelimesi ُبوا kulû) ve) ُكُلوا ْْ َِ ا (işrâbû) kelimelerine bağlı olduğu zikredilmiştir. 92 Zemahşerî ise ب (be) harfinin zaid, ما (mim) harfinin de َه نيئ ا (henîen) kelimesinin fâili olduğunu söylemiştir.93 Âyetin sonunda yer alan م ْ kuntum) kelimesi sıladır. Aynı zamanda bu) ُكنُت kelimede nâkıs mazi fiil olan ن َ َاْنُ تمْ kâne) ve onun ismi) َكا (entum) olan, munfasıl zamir vardır. Ondan sonra gelen ََتْعَمُلون (te’lamûn) kelimesi ise ن َ kâne)’nin haberidir.94) َكا ينٍ َ َّوْجَناُهم بُحوٍر ُفوَفٍة َوَز َْ َّم ٍر ُِ َلى ُس ََ ئيَن َّت ك َ ن Ebû Hayyân bu âyetin başında geçen ُم َّت ك ئي ُم (muttekiîne) kelimesinin hal olduğunu zikretmiştir.95 ed-Dervîş ن َ َّت ك ئي (muttekiîne) ُم kelimesini birkaç vecihte açıklamıştır: Birincisi, ََّت ك ئين muttekiîne) kelimesi bir önceki) ُم âyetin başında geçen ُكُلوا (kulû) kelimesinden fâil olduğunu zikretmiştir. İkincisi, ََّت ك ئين ُم (muttekiîne) kelimesi on sekizinci âyette geçen م ْ âtâhum) kelimesinden mef’ûl) آَتاُه olduğunu, Üçüncüsü ise, ن َ َّت ك ئي ve) َوَوَقاُهمْ muttekiîne) kelimesi aynı âyette geçen) ُم vekâhum) kelimesinden mef’ûl olduğunu ya da ََّت ك ئين muttekîne) kelimesi 18. âyette) ُم geçen ََفا ك هين (fâkihîne) kelimesinden bir zamir olduğunu söylemiştir.96 Âyetin devamında geçen ر ٍ ُِ َلى ُس ََ (‘alâ sururin) kelimeleri ise Ebû Hayyân َئين َّت ك (muttekiîne) ُم 90 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 332. 91 Mekkî b. Tâlib el-Kaysî, a.g.e., II, 328. 92 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 332. 93 ez-Zemahşerî, a.g.e, IV, 24. 94 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 332. 95 Ebû Hayyân a.g.e., V, 204. 96 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 332. 16 kelimesine bağlı olduğunu söylemiştir.97 ة ٍ فُ وَف َْ َّم (mesfûfeh) kelimesine gelince, o da ٍر ُِ ُس (sururin) kelimesinin sıfatıdır. Âyetin ortasında geçen و (vâv) harfi ise atıf harfidir. Atıf harfinden sonra gelen َّوْجَناُهم zevvecnâhum) kelimesinde fiil, fail ve mef’ûlun bih) َز vardır. ََّوج nâ) muttasıl) َنا zevvece) mâzî fiil olup fethe üzere nebnidir. Fiile bitişen) َز zamir olup faildir. Bu kelimede geçen م ْ hum) zamiri ise mef’ûlun bihtir. Âyetin) ُه sonunda yer alan ٍبُحور (bihûrin) kelimesi َّوْجَناُهم ينٍ .zevvecnâhum) kelimesine bağlıdır) َز َ (‘înin) kelimesi de ٍبُحور (bihûrin) kelimesinin sıfatıdır.98 ٍئ ب َما ِ ُّل اْم ْ ٍء ُك َْ مَ ل هم من ََ َّيَتُهْم َوَما أََلْتَناُهم مْن َّيُتُهم ب إيَماٍن أَْلَحْقَنا ب هْم ُذ ر َّتَبَعْتُهْم ُذ ر ُنوا َوا َوالَّ ذيَن آَم vâv) harfinin çoğu müfessirler ve i’rabçılar) و Cümlenin başında geçen َكَسَب َر هي ن istinâfiyye harfi olduğunu söylemiştirler. ََّل ذين أَْلَحْقَنا ب هْم ,ellezîne) kelimesi mübtedâ) ا َّيَتُهمْ .elhaknâ bihim zürriyyetehum) cümlesi ise onun haberidir) ُذ ر 99 Ebu’l-Bakâ ise, mahzuf bir fiil ile mansûb olduğunu, onun takdiri ise َّل ذيَن آَمنُوا ْمَنا ا َِ َاْك -ve ekramne’l) َو lezîne âmenû) şeklinde olduğunu belirtmiştir.100 Zemahşerî ise, ُنوا ve’llezîne) َوالَّ ذيَن آَم âmenû) lafzını önceki âyette geçen ن ٍ ي َ kelimesine atıf olunduğunu söylemiştir.101 بُحوٍر Âyetin devamında yer alan ُنوا َّل ذينَ âmenû) kelimesi) آَم ,vellezîne) lafzının sılası olup) َوا َّتَبَعْتُهْم ُذ ريَُّتُهم .âmenû ) lafzına atıftır) آَمنُوا ve’t-tebe’athum zürriyyetuhum) kelimesi ise) َوا َّيَتُهمْ .zürriyyetuhum) kelimesinden haldır) ُذ ريَُّتُهم biîmenin) kelimesi ise) ب إيمَ انٍ أَْلَحْقَنا ب هْم ُذ ر (elhaknâ bihim zürriyyetehum) cümlesi ن َ َّل ذي vâv) atıf) و .ellezîne) kelimesinin haberidir) ا harfidir. أََلْتَناُهم (eletnâhum) kelimesinde fiil, fail ve mef’ûlun bih vardır. ا َلَت (elite) fetha üzere mebni olan mâzi fiil ve bu fiile bitişen َنا (nâ) muttasıl zamiri fâil, fiilin sonunda 97 Ebû Hayyân a.g.e., V, 204. 98 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 332. 99 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 333. 100 Ebû Hayyân a.g.e., V, 204. 101 ez-Zemahşeri, a.g.e., IV, 24. 17 olan م ْ َم ل هم hum) zamir ise mef’ûlun bihtir.102) ُه ََ min amelihim) kelimesinde yer) مْن alan ْمن min harfini Nahhâs teb’iz için konulduğunu söylemiştir. 103 ed-Dervîş ise مْن َم ل هم ََ (min amelihim) kelimesini hal olduğunu söylemiştir.104 Âyetin devamında gelen ْ ءٍ َْ ْ ن ,kelimesini Nahhâs tevkîd manasında olduğunu söylemiştir.105 ed-Dervîş ise منْ م (min) zait harfi cer olup, ء ٍ ْ َْ (şey’in) kelimesi lafzan mecrûr mahallen ise mansubdur. Çünkü o ikinci mef’ûldur.106 ل ُّ ئٍ kullu) kelimesi ise mübtedadır.107) ُك ِ (imriin) اْم kelimesi mudâfun ileyhdir. ب (be) harfi cer olup, ondan sonra gelen َما (mâ) harfi ise ismi mevsul yada mastar mimidir. Cer ve mecrûr َر هي ن (rahîn) kelimesine bağlıdır. َكَس َب mâzi fiil olup, fetha üzere mebnidir. Âyetin sonunda yer alan َر هي ن (rahîn) kelimesi ise, ُّل kullu) kelimesinin haberidir.108) ُك َ ن َّما َيْشَتُهو ٍ ة َوَلْحٍم م vâv) atıf vav’ıdır. Onun) و Bu âyetin başında olan َوأَْمَدْدَناُهم بَفا كَه devamında gelen أَْمَدْدَناُهم (emdednâhum) mâzi fiil olup ki oda fetha üzere mebnidir. Fiile bitişen muttasıl zamir olan َنا (nâ) harfi ise fâildir. Fiilin sonuna bitişen ْهُ م (hum) zamiri ise mef’ûlun bihtir. ٍبَفا كَهة (bifâkihetin) kelimesi de أَْمَدْدَناُهم (emdednâhum) kelimesine bağlı olarak gelmiştir. ٍَوَلْحم (ve lehmin) kelimesi de, ة ٍ bifâkihetin) kelimesine) بَفا كَه atıftır. Âyetin sonunda yer alan َّما َ ن ,mimmâ) kelimesi sifat ve mevsûl olup) م َيْشَتُهو (yeştehûn) kelimesi ise mevsulun sılasıdır.109 ََّل َلْغ و فيَها َوََل َتْأ ثي م وَن فيَها َكْأس ا َُ أَْمَدْدَناُهم Bu müste’nife cümlesi veya َيَتَناَز (emdednâhum) mef’ûlundan hal üzere nasb edilmiş bir cümledir. َون َُ (yetenâze’ûne) َيَتَناَز 102 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 333. 103 en-Nahhâs, a.g.e., IV, 256. 104 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 333. 105 en-Nahhâs, a.g.e., IV, 256. 106 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 333. 107 en-Nahhâs, a.g.e., IV, 256. 108 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 333. 109 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 333. 18 kelimesi müzâri fiil olalark gelmiş ve fâili ise müstetir م ْ (fîhâ) فيَها .hum) zamiridir) ُه kelimesi َون َُ ke’sen) kelimeside bu fiilin) َكْأس ا ,yetenâze’ûne) fiili ile alakalı olup) َيَتَناَز mef’ûlun bih’idir. ََل (lâ) edâtı nefiyetu lilcis edâtıdır. َلْغ و (leğvun) kelimesi ise mübtedâ, فيَها (fîhâ) kelimesi onun haberidir. Cümlenin sonunda geçen َوََل َتْأ ثي م (velâ tesîm) kelimesi ise ََّل َلْغ و (lâ lağvun) kelimesine atıf olup, yani oda mübtedâdır. 110 ُنو ن َّمْك ُل ؤ ُلْؤ َّلُهْم َكأَنَُّهْم َلْي هْم غْلَما ن ََ ُطوُف vâv) harfi, atıf) و Bu cümlenin başında gelen َويَ harfidir. َيطُوُف (yetûfû) müzâri merfu’ fiil olup, م ْ َلْي ه ََ (‘aleyhim) kelimesi ise َيطُوُف (yetûfû) fiili ile alakalıdır. غْلَما ن (ğilmân) kelimesi ise َيطُوُف (yetûfû) fiilin faili, م ْ لَُّه (lehum) zamiri ise غْلَما ن (ğilmân) kelimesinin sifatıdır. َْكأَنَُّهم (ke ennehum) kelimesinde nâkıs mazi fiil olan ن َ (luluun) لُْؤل ُؤ .hum) zamiri vardır) ُهْم kâne) ve onun ismi olan) َكا kelimesi ise َكا ن (kâne)’nin haberidir. َّمْكنُو ن (meknûn) kelimesi ise لُْؤل ُؤ (luluun) kelimesinin sıfatıdır. ُنو ن َّمْك ُلْؤلُ ؤ ََّنُهْم غْلَما ن ke ennehum luluun meknûn) cümlesi de) َكأ (ğilmân) kelimesinin sıfatıdır.111 ُلونَ َلى َبْع ٍض َيَتَساء ََ أَْقَب َل .vâv) harfi atıftır) و Bu âyetin başında olan َوأَْقَبَل َبْعُضُهْم (akbele) mâzi fiili olup fetha üzere mebnidir. م ْ ba’duhum) kelimesi mudâf ve) َبْعُضُه mudâfun ileyh olarak gelmiş ve أَْقَبَل (akbele) fiilinin fâilidir. َلى َبْع ٍض ََ (alâ ba’din) kelimesi ise أَْقَبَل (akbele) fiili ile alakalıdır. Âyetin sonunda gelen ََيَتَساءلُون (yetesâeulûna) cümlesi ise hal cümlesi olarak gelmiştir.112 َّنا َقْبُل ف أَْه لَنا ُمْش ف قينَ َّنا ُك ُلوا إ ُلوا Bu âyet’te gelen َقا kâlû) kelimesi mâzi fiil olup, faili) َقا ise müstetir olan م ْ َّنا hum) zamiridir. Sonra nevâsıhtan olan) ُه inne) ve onun ismi olan) إ ُ ن َّنا kunnâ) kelimesi de) ُكنَّا .nehnu) kelimesi gelmiştir) َنْح َقْبُل .inenin)’nin haberidir) إ 110 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 333. 111 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 334. 112 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 334. 19 (kablu) kelimesi ise zarf olup, mana yönünden değil, lafzi bakımından izâfetten kesildiği için damme üzere mebnidir. Zarf ise mahzuf olunmuş bir hal ile bağlıdır. Âyetin sonunda yer alan ن َ َّنا müşfikîn) kelimesi ise) ُمْش ف قي kunnâ)’nin haberidir.113) ُك َّسُمو م َذاَب ال ََ َلْيَنا َوَوَقاَنا ََ ُلَّل َّ َّن ا .fe) harfi atıf harfidir) ف Bu cümlenin başında gelen َفَم َّ ن َّ لَّلُ .menne) kelimesi mâzi fiil olup fetha üzere mebnidir) َم Allah) lafzı da fâil olarak) ا gelmiştir. َلْيَنا ََ (‘aleynâ) kelimesi de َّن (ve vekânâ) َوَوَقاَنا ,menne) fiiliyle alakalı olup) َم kelimesi de َّن َّسُمو م .menne) fiilin üzerine atıf edilmiştir) َم َذاَب ال ََ (‘azâbe’s-semûm) kelimesine gelince oda ikinci mef’ûlun bihtir. َِّ حيمُ ُِّ ال وُه إنَُّه ُهَو اْلَب َُ من َقْبُل َنْد َّنا .inne) kelimesiyle başlamıştır) إنَّا Nevâsıhtan olan إنَّا ُك Bu kelimede innenin ismi olan müstetir bir َُنْحن (nehnu) zamiri vardir. َّنا (künnâ) ُك kelimesinde de nâkıs fiil ََكان (kâne) ve onun ismi olan müstetir َُنْحن (nehnu) zamiri vardır. من َقْب ُل (min kablü) kelimesi ise hal olarak gelmiştir. ُوه َُ ned’ûhu) kelimesi ise) َنْد َّنا َّنا künnenin) haber olmuş, aynı zamanda da) ُك َّنا künnâ ) kelimesi de) ُك innenin)’nin) إ haberidir. ُإنَّه (innehû) kelimesinde de nevâsıhtan olan inne ve onun müstetir ismi vardır. O isimde inneye bitişen و َ hüve) munfasıl) ُهوَ hüve) zamirdir. Ondan sonra gelen) ُه zamirdir. م ُ َِّ حي ُِّ ال innehû) kelimesinin ikinci) إنَّهُ el-berru’r-rahîm) kelimesi ise) اْلَب haberidir.114 ِْ َفَما أَنَت ب نْعَم ت َر ب َك بَكا هٍن َوََل َمْجنُونٍ ك -fe) harfi fâu’l) ف Cümlenin başında gelen َفَذ Fasîhadır. ِْ َاْنَت (zekkir) emir fiili olup, fâili ise müstetir (gizli) َذ ك (ente) zamiridir. َفَما (femâ) kelimesindeki ف (fe) harfi fâu’t-Ta’liliyye olup, ما (me) harfi ise hicâzi nâfiyedir. أَن َت (ente) zamiri onun ismidir. ب نْعَم ت َر بَك (bini’meti Rabbike) kelimesi ise cer mecrurdur. el-Bakâi dedi ki: ب (be) harfi hal üzere nasb mevkiindedir. Onu nasb eden 113 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 334. 114 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 334. 20 âmilde ٍَكا هن (kâhin) ve ٍُنون be) harfinin mülâbese) ب mecnun) kelimeleridir.115) َمْج bildirmesi ve kasem manasına geldiği de söylenmiştir. ب نْعَم ت َر ب َك (bini’meti Rabbike) kelimesi de muksimun bihtir. Burada gizli bir ما (mâ) harfi olduğu ortaya çıkmıştır. Onun takdiri ise اَْقَسَم (akseme) lafzı olan mahzuf bir fiile bağlı olup, cevabı da mahzuftur. Onun takdiri ise, ٍَاْنَت بَكا هٍن َوََل َمْجنُون ni’metu Rabb’ike mâ ente) نْعَمُت َر ب َك َما bikâhin vela mecnûn) şeklindedir. Bu da zayıf bir görüştür.116 بَُّص ب ه َرْيَب اْلَمنُو ن َِ َّنَت ِ َ ا َْ em) edatı on beş kere zikrolunarak) أَمْ Bu sûre’de أَْم َيُقولُوَن َ ن .bel) manasına geldiği rivayet edilmiştir) َب ْل yekulûne) kelimesi müzâri merfu’ bir) َيُقولُو fiildir. Bu fiilin fâili ise birleşik zamir olan vâvu’l-cemâ’adır. Onun takdiri de ُْهم (hum) zamiridir. Ondan sonra gelen َ ِ ا َْ (şâ’irun) kelimesi ise mübtedası hazf edilmiş bir haber olup, َّبُص ب ه َِ neterabbesu bihi) cümlesi de) نََّت َ ِ ا َْ (şâ’irun) lafzının sıfatıdır. ه (bihi) ب kelimesi de بَُّص َِ َرْيَب neterabbesu) kelimesiyle alakalıdır. Cümlenin sonunda yer alan) نََّت raybe’l-menûn) kelimesi de mef’ulun bih olarak gelmiştir.117) اْلَمنُو ن ينَ َ َِ ب مَن اْلُمَت وا َف إ ن َمَعُكم َُ بَّ َِ kul) kelimesi emir fiili) ُقْل Âyetin başında gelen ُقْل َت olup, fâili ise müstetir olan اَْن َت (ente) zamiridir. وا َُ بَّ َِ terabbesû) kelimesi de emir) َت fiilidir. ن (nun) harfinin hazfiyle mebni olup, sonundaki وا (vâv) harfi de onun fâilidir. innî) kelimesin) إ ن .fe) harfi söylenilen emrin illet fesidir) ف feinnî) kelimesinde ki) َف إ ن de ise nevâsıhtan olan َّن َمَعُكم .ene) zamiri vardır) اَنا inne) ve onun ismi olan muttasıl) إ (ma’akum) lafzı da mahzûf olunmuş bir hala bağlı olan zarftır. ن َ ي َ َِ ب مَن اْلُمَت (mine’l- Muterabbisîne) lafzı da olan ن َّ inne)’nin haberidir.118) إ 115 Ebû Hayyân a.g.e., V, 204. 116 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 337. 117 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 337. 118 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 337. 21 ُهْم أَْحََلُمهُ م بَهَذا أَْم ُهْم َقْو م َطاُغونَ ُِ ْ َم Bu âyetin başında gelen أَْم َتْأُم ,em) atıf harfi olup) أ ُهمْ .bel) manasındadır) َب ْل ُِ temuruhum) kelimesi müzâri fiil olup, mukaddem (öne) َتْأُم geçmiş) mef’ulun bihtir. أَْحََلُمُهم (ehlâmuhum) kelimesi ise onun fâilidir. بَهَذا (bihâzâ) kelimesi ُْهم ُِ edatı ise atıftır. Âyet’in sonunda gelen أَْم .temuruhum) lafzına bağlıdır) َتْأُم ْ م َطاُغونَ .kavmun) kelimesi ise mübtedânın haberidir) َقْو م ,hum) kelimesi mübtedâ olup) ُه (tâğûn) kelimesi ise م .kavmun) kelimesinin sıfatıdır) َقْو 119 َ ن ََّل يُْؤ منُو َّوَلُه َبل ُلوَن َتَق (bel) َبْل ,em) atıf harfi olup) أَمْ Bu cümlenin başında gelen أَْم َيُقو manasındadır. َُلون (hum) ُهم yekûlûne) müzâri fiildir. Fâili ise müstetir zamir olan) َيُقو zamiridir. ه ُ َّوَل ُهوَ tekavvelehu) kelimesi fiili mazi ve mef’ûlun bihtir. Fâili ise gizli) َتقَ (huve) zamiridir.120 َ ن ُنوا َصا د قي fe) harfi fâu’l-fasîhadır. Çünkü o) ف Burada gelen َفْلَيْأتُوا بَح ديٍث مْث ل ه إن َكا mukadder şartın cevabıdır. ل (lâm) harfi ise emir lam’ıdır. ُتوا yetû) emiri de lâm harfi) َيْأ ile meczûm olan müzari bir fiildir. Fiilin sonundaki وا (vâv) harfi ise faildir. بَح ديٍث (bihadîsin) kelimesi de ُتوا بَح ديٍث mislihi) kelimesi ise) مْث ل ه ,ye’tû) fiili ile ilgili olup) َيْأ (bihadîsin)’nin sıfatıdır. إن (in) şart edatı olarak gelmiştir. ُنوا kânû) nâkıs fiil olup) َكا onun ismi ise müstetir ُْهم (hum) zamiridir. ن َ .sâdikîne) kelimesi ise onun haberidir) َصا د قي Burada gelen إن (in) şart edatının cavabı ise mahzuftur. Onun takdiri ise إْن َصَدُقوا ف َهذا ُتوا in sadekû fî hâze’l-kavli fe’l-ye’tû) şu şekilde gelmiştir.121) اْلَقْو ل َفْلَيْأ َ ن ْ ٍء أَْم ُهُم اْلَخا لُقو َْ ِ em) edatı daha önce geçen) أَمْ Bu Âyet’te gelen أَْم ُخ لُقوا مْن َغْي cümlelere atıftır. ٍء ْ َْ ِ hulikû) fiiliyle) ُخ لُقوا min ğayri şeyin) kelimesi ise) مْن َغْي 119 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 337. 120 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 338. 121 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 338. 22 alakalıdır. أَْم ُهُم (em hum) mübtedâ olup َاْلَخا لُقون (el-Hâlikûn) kelimesi ise onun haberidir.122 َ ن ُيو قنُو ََّل َّسَماَوا ت َواْْلَْرَض َبل .Bu cümle önceki cümleye atıftır أَْم َخَلُقوا ال 123 َ ن و ُِ ْيط ََ ئُن َر ب َك أَْم ُهُم اْلُم نَدُهْم َخَزا َ ْ َم Bu âyet’te geçen أَْم ْ م .em) atıf harfidir) أ نَدُه َ (indehum) kelimesi ise zarf olup, mukaddem haberin mahzûfu ile alakalıdır. Ondan sonra gelen َُخَزا ئن (hazâin) kelimesi ise muahhar mübtedâdır. ُُهم (hum) zamiri de mübtedâ olup, َون ُِ ْيط ََ .el-musaytirûn) kelimesi ise onun haberidir) اْلُم 124 َّل م َيْسَت مُعوَن في ه َفْليْأ ت ُمْسَت مُعُهْم بُسْلَطاٍن ُم بينٍ .em) atıf harfidir) أَمْ Bu cümlede gelen أَْم َلُهْم ُس َّل م ,lehum) kelimesi mukaddem haber olup) َلُهمْ sullemun) kelimesi ise onun muahhar) ُس mübtedâsıdır. ََيْسَت مُعون (yestemi’ûne) cümlesi de َّل م في ه .sullemun) kelimesinin sifatıdır) ُس (fîhi) kelimesi ise ََيْسَت مُعون (yestemi’ûne) kelimesiyle alakalıdır. َفْليأْ ت (felye’ti) kelimesinde (fe) harfi fâu’l-Fasîhadır. Lâm harfi ise emir lamıdır. َيْأ ت (yeti) fiili ise emir lamı ile meczûm olmuş müzari fiildir. Ondan sonra gelen ُْمْسَت مُعُهم (mustemi’uhum) kelimesi onun fâilidir. ٍبُسْلطَ ان (bisultân) kelimesi ise َيْأ ت (yeti) fiiliyle alakalı olup, ٍُم بين (mubîn) kelimesi ise onun sıfatıdır.125 ُنونَ ْ َم Bu cümlenin başında gelen أَْم َلُه اْلَبَناُت َوَلُكُم اْلَب (lehû) َلهُ .em) atıf harfidir) أ kelimesi ise mukaddem haberdir. اْلَبَناُت (el-benât) kelimesi de ه ُ lehû) kelimesinin) َل muahhar mübtedâsıdır. Âyetin sonunda yer alan ََوَلُكُم اْلَبنُون (velekumu’l-Benûn) cümlesi ise َلُه اْلَبَنا ُت (lehu’l-Benât) cümlesine atıftır.126 122 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 338. 123 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 338. 124 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 338. 125 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 338. 126 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 340. 23 َ ن ُّمْثَقُلو ٍم َِ َّمْغ من ْ َم Bu âyet’te gelen أَْم َتْسأَلُُهْم أَْجِ ا َفُهْم َُلُهمْ .em) atıf harfidir) أ َتْسأ (tes’eluhum) müzâri bir fiildir ve merfu’dur. Faili ise müstatir olan أَْنَت (ente) zamiridir. Bu fiilin ُْهم (hum) zamiri birinci, أَْجِ ا (ecran) kelimesi ise ikinci mef’ûludur. م ْ (hum) ُه zamirin önünde olan ف (fe) harfi ise atıf harfidir. ُْهم (hum) zamiri ise mübtedâdır. من مٍ َِ َّمْغ (min meğramin) kelimesi ise ن َ ُّمْثَقُلو (muskalun) kelimesiyle alakalı olup, ن َ ُّمْثَقُلو (muskalun) kelimesi ise haber olarak gelmiştir.127 نَدهُ ُم اْلَغْيُب َفُهْم َيْكُتُبونَ َ ْ َم Bu âyetin başında gelen أَْم نَدُهمُ .em) atıf harfıdır) أ َ (‘indehum) kelimesi ise mukadem haberin mahzûfu ile alakalı bir zarftır. اْلَغْي ُب (el- gaybu) kelimesi ise muahhar mübtedâdır. ف (fe) harfi atıf harfidir. ُْهم (hum) zamiri ise mübtedâ olup, ََيْكُتُبون (yektubûne) cümlesi ise onun haberidir.128 وا ُهُم اْلَم كيُدونَ ُِ ذيَن َكَف يُدوَن َكْيد ا َفالَّ ِ ُي َ ن .em) atıf harfıdır) أَمْ Bu buyrukta gelen أَْم يُدو ِ يُ (yurîdûne) müzâri ve merfû’ bir fiildir. Bu fiilde geçen vâv harfi ise faili, َكْيد ا (keyden) kelimesi ise onun mef’ûludur. ف (fe) harfi atıf harfidir. َالَّ ذين (ellezîne) kelimesi mübtedâ olup, وا ُِ ُ م .keferû) kelimesi ise sıladır) َكَف كيُدونَ ,hum) kelimesi mübtedâ olup) ُه -el) اْلَم mekîdûne) kelimesi ise onun haberidir. İsim cümlesi ise ََّل ذين ellezine)’nin haberidir.129) ا َ ن ُكو ِ ُيْش ما َّ ََ َّلَّل لَّل ُسْبَحاَن ا َّ ُِ ا ْ َم Bu âyette gelen أَْم َلُهْم إَل ه َغْي ْ م .em) atıf harfıdır) أ (lehum) َلُه kelimesi mukaddem haber, إَل ه (ilâhun) kelimesi ise muahhar mübtedâdır. َّلَّل ُِ ا َغْي (ğayrullah) sözü de إَل ه (ilâhun) kelimesinin sıfatıdır. لَّل َّ subhânellâh) kelimesi) ُسْبَحاَن ا mutlak mef’ûliyye üzere mansub olup, َّما ََ (‘ammâ) kelimesi de َُسْبَحان (subhân) kelimesiyle alakalıdır. ن َ ُكو ِ (mâ) ما yüşrikûn) kelimesinin mahalde yeri yoktur, çünkü) يُْش 127 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 340. 128 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 340. 129 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 340. 24 harfinin tam olarak bilinmemştir. Ya mevsûledir, ya da mastariyye olarak gelmiştir.130 es-Se’lebî el-Halilden rivayet ederek Tûr suresinde geçen bütün َم ْ em) harfu atıf değil) أ istifhâm olduğunu söylemiştir.131 ُكو م ِْ َّم ُلوا َسَحا ب قط ا َيُقو َّسَما ء َسا ْوا كْسف ا مَن ال َِ vav) harfi atıf) و Bu cümlede gelen َو إن َي harfidir. إن (in) şart edatı olup, ْوا َِ yerav) kelimesi şartın fiilidir. Meczûm olup ve) َي cezmin elameti ise nun harfinin hazfedilmesidir. Fiilin sonunda ki ْوا (vav) harfi ise onun fâilidir. كْسف ا (kisfen) kelimesi ise mef’ûlun bihtir. َّسَما ء mine’s-semâi) kelimesi de) مَن ال َسَحا ب yekûlû) kelimesi de şartın cevâbıdır.132) َيُقولُوا .kisfen) kelimesinin sıfatıdır) كْسف ا (sehâbun) kelimesi mahzuf olunmuş mübtedanın haberidir. Onun takdiri ise َهَذا َسَحا ب (hâzâ sehâbun) şeklindedir.133 ُكو م ِْ َّم (merkûm) kelimesi de َسَحا ب (sehâbun) kelimesinin sıfatıdır.134 َ ن َعُقو َْ ُي ُيََلُقوا َيْوَمُهُم الَّ ذي في ه َّتى ْ م Bu âyetin başında gelen َفَذْرُهْم َح و kelimesinde َفَذْرُه (vav) harfi mana ile ilgili olarak hazf olunmuştur. Onun aslı م ْ (fâvezrahum) َفاَوْذَرُه şeklinde gelmiştir.135 ف (fe) harfi fâu’l-fasîhadır. َْفَذْرُهم kelimesinde َْذر emir fiili, müstetir faili َاْنَت (ente) ve م ْ َّتى .hum) zamiri de mef’ûlun bihtir) ُه .hattâ) harfu gaye ve cerdir) َح ُيََلُقوا kelimesi ise َّتى .en) ile meczum olmuş müzâri fiilidir) أن hettâ)’dan sonra gizli bir) َح َّل ذي ,yevmehum) kelimesi mef’ûlun bih olup) َيْوَمُهمُ ُ م ellezi) kelimesi ise) ا َيْوَمُه (yevmehum) kelimeinin sıfatıdır. في ه (fîhi) kelimesi ise ََعُقون َْ yus’akûn) kelimesine) يُ 130 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 340. 131 es-Se’âlibî Abdu’r-Rahmân, el-Cevâhiru’l-Hisân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut,1416/1996, Beyrut, III, 248. 132 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 340. 133 Mekkî b. Ebî Tâlib, a.g.e., II, 328. 134 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 340. 135 Mekkî b. Ebî Tâlib, a.g.e., II, 329. 25 bağlıdır. ن َ َعُقو َْ (ellezî) الَّ ذي yus’akûn) cümlesi mahalda yeri yoktur. Çünkü o) يُ kelimesinin sılasıdır.136 ون ُِ ََ ْيئ ا َوََل ُهْم يُن َْ ْنُهْم َكْيُدُهْم ََ ن ُيْغ َ م Bu âyette gelen َيْوَم ََل yevme) kelimesi bir) َيْو önceki âyette geçen م ُ (lâ yuğnî) ََل يُْغ ن yevmehum) kelimesinden bedeldir.137) َيْوَمُه cümlesi kendisine zarfın izafetiyle cer mahallindedir. ْْنُهم ََ (‘anhum) kelimesi de ُيْغ ن (yuğnî) kelimesiyle alakalı olup, م ْ ُيْغ ن keyduhum) kelimesi de) َكْيُدُه (yuğnî) kelimesinin fâilidir. ْيئ ا َْ (şey’en) kelimesi ise ya mef’ûlun bihtir ya da mef’ûlun mutlaktır. و (vâv) harfi atıftır. ََل (lâ) harfi lâu’n-nâfiyedir. م ْ ونَ ,mübtedâ olup ُه ُِ ََ yunsarûn) cümlesi de) يُن haberdir.138 ُهْم ََل َيْعَلُمونَ َِ َّن أَْكَث ك َذاب ا ُدوَن َذ لَك َوَل ََ َّل ذيَن َظَلُموا َّن ل vâv) harfi) و Bu cümlede geçen َو إ istinâfiyedir. َّن َّل ذينَ .inne) nevâsıhtan olan ve fetha üzerine mebni bir kelimedir) ا ل (lillezîne) kelimesi mukaddem haberidir. َظَلُموا (zalemû) kelimesi ise mevsûlun sılasıdır. َذاب ا ََ (‘azâben) kelimesi muahhar ن َّ dûne) kelimesi ise mahzûf) ُدونَ .innenin) ismidir) ا olan َذاب ا ََ (‘azâben) lafzının sıfatı ile alakalıdır. َذ ل َك (zâlike) kelimesi ismi işâret olup ve aynı zamanda da mudâfun ileyhdir. و (vâv) harfine geldikte ise o atıftır yada vâvu’l- hâliyedir. ن َّ .lâkinne) Nevâsıhtan olan, mensub üzere binâ edilmiş bir kelimedir) َل ك İstidrak için gelmiştir. ُْهم َِ َّ ن ekserahum) kelimesi) أَْكَث ك ََل َيْعَلُمونَ .lâkinne)’nin ismidir) َل cümlesi de ن َّ .lâkinne)’nin haberidir) َل ك 139 ُي ننَ ا َوَس بْح بَحْم د َر ب َك حيَن َتُقومُ َْ َّنَك بأَ ِْ لُحْك م َر بَك َف إ (vâv) و Bu âyetin başında yer alan َواْص ب atıf harfıdır. ِْ isbir) emir fiili olup, sükûn üzere mebnidir. Faili ise müstetir zamir) اْص ب 136 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 340. 137 Mekkî b. Ebî Tâlib, a.g.e., II, 328. 138 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 341. 139 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 341. 26 olan َاْنَت (ente)’dir. لُحْك م َر ب َك (lihukmi Rabb’ike) kelimesi ِْ isbir) kelimesiyle) اْص ب alakalıdır. َف (fe) harfi ise ta’liliyyedir. إنَّ َك kelimesinde nevâsıhtan olan inne ve onun ismi muttasıl zamir olan ك harfi vardır. ُي نَنا َْ (inneke) إنَّ َك bie’yuninâ) kelimesi) بأَ kelimesinin haberidir. ح ْ ِْ ve sebbih) kelimesi) َوَس ب بَحْم د َر ب َك .isbir) kelimesine atıftır) اْص ب (bihamdi Rabb’ik) kelimesi mahzuf olunmuş hal ile alakalıdır. ن َ ْ ح hîn) kelimesi) حي َس ب (sebbih) kelimesi ile alakalı bir zarftır. َُتُقوم (tekûmu) kelimesi ise kendisine zarfın izafetiyle cer mahallindedir.140 َّلْي ل َفَس بْحُه َو إْدَباَر النُُّجو م َّلْي ل .vâv) atıf harfıdır) و Bu cümlenin başında gelen َو مَن ال مَن ال (mine’l-leyli) kelimesi ه ُ (sebbih hu) َس بْحهُ .fesebbih hu) kelimesiyle alakalıdır) َفَس بْح kelimesi emir fiili olup, fâili müstetir أْنَت (ente) olup, ىه (hû) zamiri ise mef’ûlun bihtir. َ ر mudaf ve mudafun ileyhtir. Zarfın yerine geldiği için َو إْدَباَر النُُّجو م idbâra) olarak) إْدَبا okunmuştur.141 Yani burada zarfu zaman hazf olunmuştur. Onun takdiri ise şöyledir: ُّسُجو د ) bunun benzeri Kâf sûresi’nde َفَس بْحهُ َوْقَت إْدَبا ر النُُّجو م َّلْي ل َفَس بْحُه َوأَْدَباَر ال ( َو مَن ال 142 şeklinde geçmektedir.143 B- KIRÂAT FARKLILIKLARI Kur’ân tefsirini gerekli kılan amillerden birisi de kırâat farklılıklarıdır. Kırâatların Kur’ân’ı anlamaya ve yorumlamaya olan etkisi ve bunun boyutları her zaman merak konusu olmuştur. Biz de burada Tûr Sûresi’nde geçen sahih kıraatları anlatmaya çalışacağız. İki sûre arasında (bir sûrenin bitirilip diğerine başlaması durumunda) besmelenin okunup okunmaması hususunda Kırâat İmamlarının uygulaması şöyle olmuştur: Hamze ve Halefü’l-Âşir hariç, bütün İmamlar, besmeleyi okumuşlardır. Verş, Ebû Amr, İbn 140 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 341. 141 ed-Dervîş, a.g.e., IX, 341. 142 Kâf, 50/40. 143 Mekkî b. Ebî Tâlib, a.g.e., II, 329. 27 Âmir ve Ya’kûb, iki sûre arasını, ayrıca besmelesiz sekte ile ve besmelesiz vasl ile de okumuşlardır. Hamza ve Halefü’l-‘Âşir ise, iki sûre arasını besmelesiz vaslederek (bağlayarak) okumuşlardır.144 Fâkihîn) Kelimesi) فاكهين .1 Onsekizinci âyette geçen فاكهين lafzını Ebû Ca’fer “fe” ile “kef” harfi arasında elif harfi olmadan ن َ olarak okumuştur. Diğerleri ise “fe” den sonra bir elif harfin َف ك هي ziyadesiyle ن َ olarak okumuştur.145 َفا ك هي Muttekiîne) Kelimesi) متكئين .2 Yirminci âyet’te geçen متكئين kelimesini Ebû Ca’fer Hemze’ni hazf ederek ن َ َّت كي ُم olarak okumuştur. Diğer kıraat imamları ise Hemze’yi telâffuz ederek ن َ َّت ك ئي olarak ُم okumuştur.146 :Ve’ttebe’athum) Kelimesi) وات بعتهم .3 Yirmi birinci âyette geçen وا تبعتهم kelimesini Ebû ‘Amr “vav” harfinden sonra kati’ hemze ilavesiyle, “te” ve “‘ayn” harflerini cezimli, “nun” harfinden sonra bir “elif” harfi ziyâde ederek َْاْتَبْعَناُهم “ şeklinde, diğerleri ise vasl hemze, “te” harfini şeddeli ve َو ‘ayn” harfini ise fethalı ve “ ‘ayn” harfinden sonraki “te” harfinin de sâkin olarak م ْ َّتَبَعْتُه َوا olarak okumuşlardır.147 144 Çetin, Abdurrahman, Kur’ân Okuma Esasları, Emin Y., 33.b., Bursa, 2015, s. 460. Ayrıca bkz: İbnül-Cezerî, Muhammed b. Muhammed ed-Dimeşkî, en-Neşr fi’l-Kırââti’l-‘Aşır, 2.b., Dâru’l- Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut, 1423/2002, I, 204-213. 145 İbnül-Cezerî, a.g.e., II, 265. 146 el-‘Aşşa, Semer, el-Bastu fi’l-Kırââti’l-‘Aşr, Mektebetü’s-Selâm, Dimeşk, 1424/2004, V, 166. 147 en-Neşşâr, Ebû Hafs Sırâcûd’-Dîn ‘Umar İbn Zeynu’d-Dîn Kâsım İbn Muhammed İbn ‘Alî el- Budûru’z-Zâhira fi’l-Kırââti’l-‘Aşri’l-Mütevâtira, ‘Âlemi’l-Kutûb, Beyrût, 1421/2000, II, 325. 28 :zürriyyetehum) Kelimesi) ذري تهم .4 Yirmi birinci âyette geçen ذري تهم kelmesini ise, İbn ‘Âmir çoğul olarak “ye” harfinden sonra bir elif ve “te” harfini de esreli ُذ رَيا ت هم olarak okumuştur. Diğerleri ise müfred olarak “te”harfi esreli, “ye” harfinden sonra bir elif harfi olmadan ُذ رَي ت هم olarak okumuş, Ebû ‘Amr ise müfred ve dammeli ريُتُهم 148َّ .olarak okumuştur ُذ Elhaknâ bihim zürriyyetehum) Kelimeleri) الحقنا بهم ذ ر يتهم .5 Yirmi birinci âyette yer alan الحقنا بهم ذ ر يتهم lafzını Nâfi’, Ebû ‘Amr, İbn Âmir ve Ya’kûb ikinci kelimeyi çoğul, “ye” harfinden sonra bir “elif” ile ve “te” harfini de esreli ْ م olarak okumuşlardır. Diğerleri ise “elif” harfini zikretmeksizin “te” harfini ُذ ريَّا ت ه fethalı, ُْذ ريََّتُهم olarak okumuşturlar. 149 Vemâ eletnâhum) Kelimesi) ومآ التناهم .6 Yirmi birinci âyette gecen ومآ التناهم kelimesini İbn Kesîr “lam” harfini kesreli olarak َوَمآ أََلْتَناُهم olarak okumuş, Diğerleri ise “lam” harfini fethalı َوَمآ أ َلْتَناُهم okumuşlardır.150 Hürmüz’den gelen bir rivayette “elif” harfini uzatarak (yani med) ,şeklinde, İbn Mücâhid’den rivayet edilen görüşe göre hemzenin var olmasıyla آَلْتَناُهم İbn Şenebüz, kelimenin önünde mevcûd olan hemze’yi hazf ederek ve “lam” harfini de esreli لْتَناُهم olarak okumuş, ‘Ameş’ten gelen rivâyette ise bu kelimeyi hemzenin hazfıyla ve “lam” harfinin de fethalı َلْتَناُهم olarak okunmuştur. Hemzeyi hazf ederek, önüne “vav” harfinin artırılmasıyla م َ olarak da okunmuştur.151 وَ َلْتَناُه 148 İbnül-Cezerî, a.g.e., II, 282. 149 İbnul-Cezerî, Şamsu’d-Dîn Muhammed ibn Muhammed İbn Muhammed İbn ‘Ali İbn Yûsuf, Tahbîru’t-Teysîr fi’l-Kırââti’l-‘Aşır, Dâru’l-Furkân li’n-Neşri ve’t-Tevzi’, y.y., 1421/2000, s, 565. 150 el-‘Aşşa, a.g.e., V, 167. 151 İbnul-Cezerî, a.g.e., II, 282. 29 Lâ lağvun fîhâ vele te’sîm) Kelimeleri) َل لغو فيها وَل تأثيم .7 Yirmi üçüncü âyetin sonunda yer alan َل لغو فيها وَل تأثيم kelimelerini İbn Kesîr, Ebû ‘Amr ve Ya’kub “vav” ve “mim” harflerini tenvin olmaksızın fethalı ََّل َلْغَو فيَها َوََل olarak okumuşlardır. Diğerleri ise “vav” ve “mim” harflerini tenvinle birlikte َتْأ ثيمَ merfu’ olarak okumuştur.152 Verş, Ebû Ca’fer ve Ebû ‘Amr ise merfu’ ve َتْأ ثي م kelimesinde olan hemzeni elife dönüştürmüş َتا ثي م olarak okumuşlardır. 153 Lü’lüun) Kelimesi) لؤلؤ .8 Yirmi dördüncü âyette geçen ُلْؤل ُؤ kelimesini Şu’be, Ebû ‘Amr, Ebû Bekr, Ebû Ca’fer, sakin hemzeyi “vav” harfine dönüştürerek لُول ُؤ olarak okumuşlardır. Diğerleri ise hemzeleri telaffuz ederek لُْؤل ُؤ olarak okumuştur. Hamza, yalnız vakıf halinde bu kelimeyi لُْؤل ُؤ olarak okumuştur.154 Ned’ûhu ennehû) Kelimeleri) ندَوه أنه .9 Yirmi sekizinci âyette geçen ندَوه أنه kelimesi, Nâfî, Kisâî ve Ebû Ca’fer hemzenin fethiyle َُّنه وُه أ َُ olarak okumuştur. Diğerleri ise hemzenin harekesini esreli َنْد ُ ه وُه إنَّ َُ olarak okumuştur.155 َنْد el-Musaytırûn) Kelimesi) المَيطِون .10 Otuz yedinci âyette geçen المَيطِون kelimesini Hişam “sin” harfiyle َون ُِ اْلُمَسْيط olarak okumuştur. Kunbul, İbn Zekvân ve Hafs ise “sin” ve “sad” harfleriyle yani 152 İbn Ğalbûn, Ebu’l-Hasen Tâhir b. ‘Abdu’l-Mun’ım, Kitâbu’t-Tezkira fi’l-Kırâât, ez-Zehrâu Lil- İ’lâmi’l-‘Arabî, Kahire, 1411/1991, II, 337. 153 en-Neşşâr, a.g.e., II, s. 326. 154 el-Bennâ, Ahmed b. Muhammed, İthâfu Fudalâi’l-Beşer bi’l-Kırââti’l-Arba’ate ‘Aşer, Mektebetu’l- Kulliyâti’l-Ezheriyye, Kâhire, 1407/1987, II, 496 155 el-‘Aşşa, a.g.e., V, 169. 30 َ ن و ُِ ط َ ن ve اْلُمَسْي و ُِ ْيط ََ ونَ şeklinde okumuşlar, diğerleri ise “sad” harfiyle اْلُم ُِ ط ْي ََ şeklinde اْلُم okumuşturlar. Hişâm dedi ki, onun yazılışı “sâd” ile okunuşu ise “sîn” iledir.156 Yulâkû) Kelimesi) يَل قو .11 Kırk beşinci âyette geçen يَلقوا kelimesini Ebû Ca’fer “ye” harfini üstün, “lam” harfini cezimli, “kaf” harfini de üstün olarak َيلَقْوا şeklinde okumuştur. Değerleri ise “ye” harfini ötreli, “lam” harfini üstün ve ondan sonra bir “elif” harfini artırarak يََُلُقوا şeklinde okumuştur.157 Yus’akûn) Kelimesi) يَعقون .12 Kırk beşinci âyet’te geçen يَعقون kelimesini İbn ‘Âmir ve ‘Âsım “ye” harfini ötreli, “sad” harfi sükunlu ve “ ‘ayn” harfini ise üstün ن َ َعُقو َْ .şeklinde okumuşlardır يُ 158 Diğerleri ise, “ye” harfini ve “ ‘ayın” harfini üstün ن َ عَ ُقو َْ .olarak okumuştur َي 159 IV- EDEBÎ SANATLAR Kur’ân’ın belağatı, âyetlerinin dizilişinin kusursuz ve sağlam olduğu, tarzının çekiciliği ve hayret verici güzelliği, açıklama ve anlatım yönteminin duruluğu ve üstünlüğü, manalarının kuvvet ve doğruluğu, sözlerinin anlaşıldığı belağattır. Tûr Sûresi’ne kısaca bu açılardan bakmaya çalışacağız. ez-Zuhaylî (Tûr, Mestûr, Menşûr, el-Ma’mûr) gibi والطور، مسطور، منشور، المعمور âyet sonlarında olan bu kelimelerde, akıcı ve sağlam bir seci' (telaffuzda kelime sonlarında ahenk, uyum) vardır demiştir.160 es-Sâbûnî de ،واقع دافع (vâki’ ve dâfi’) 156 İbnul-Cezeri, a.g.e., II, 282-283. 157 el-‘Aşşa, a.g.e., V, 171. 158 Çetin, Abdurraman, Kıraatların Tefsire Etkisi, Ensar Neşriyat, İstanbul 2012, s. 346. 159 İbnul-Cezeri, a.g.e., II, 283. 160 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 55. 31 kelimeleriyle biten âyet sonlarında da bir seci’in var olduğunu söylemiştir.161 افسحِ هذا “Bu da mı sihir?” başına istifhâm edatı olan (أ-mı) soru şeklinde gelen bu âyette Zuhaylî azarlama olduğunu söylemiştir.162 تسيِ- سيِا ,Temûru-Mevrâ تمور- مورا) âyetlerinde geçen تمورالسماء مورا و تسيِالجبال سيِا Tesîru-Seyrâ) kelimeleri arasında es-Sâbûnî cinâs-ı iştikâk’ın meydana geldiğini ifade etmiştir.163 اصلوها “Girin oraya” ifadesiyle başlayan bu kelimede Zuhaylî bir istihfaf ve azarlama üslûbu olduğunu söylemiştir.164 فاصبِوا او َل تَبِوا “İster sabredin, ister sabretmeyin” âyetinde kınama ve horlama vardır. Aynı zamanda اصبِوا ile َل تَبِوا arasında tıbâk-ı selb vardır ki bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır.165 كأنهم لؤلؤ مكنون “Sanki onlar, sedefine gizlenmiş incilerdir” cümlesinde mürsel mücmel teşbih vardır.166 Burada vech-i şebehi hazfedilmiş ve mücmel olmuştur.167 ريب المنون “Zamanın musibetleri” terkibinde, istiâre-i tebaiyye vardır. Zamanın hadiseleri, ve “Şek” mânâsına gelen rayb’ten her birinde, şaşkınlık vasıfları bulunduğu için, zamanın hadiseleri, rayb’e benzetilmiş ve istiâre-i tebaiye yoluyla, “Rayb” lafzı, zamanın musibetleri için müsteâr olarak kullanılmıştır.168 Yoksa akılları mı, onlara bunu emrediyor?” Zuhaylî bu“ أم تأمِهم أحَلمهم بهذا ifadenin bir tehekküm (alay) üslûbu olduğunu söylemiştir. Yani görünüşte ciddi, fakat hakikatta onların akıllarıyla alay eden bir üslûptur.169 أم له البنات ولكم البنون “Yoksa kızlar onun oğullar sizin mi?” âyetinde, es-Sâbûnî onları daha fazla kınayıp azarlamak için, üçüncü şahıs zamirinden, ikinci şahıs zamirine dönüş bulunduğunu bildirmiştir.170 161 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1234. 162 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 55. 163 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1234. 164 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 55. 165 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1234. 166 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 62. 167 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1234. 168 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1234. 169 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 73. 170 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1234. 32 -Gökten bir parçanın düştüğünü görseler” cümlesinde, es“ وإن يِوا كسفا من السماء سا قطا Sâbûnî takdir ve farzetme üslubu var olduğunu söylemiştir. Yani, bunu görecek olsalardı dahi, söylediklerini mutlaka söylerlerdi.171 Çünkü sen gözlerimizdesin” Zuhaylî bu âyette geçen ifadenin“ فانك باَيننا mecâzî bir ifade olduğunu beyan etmiştir. Bu da “Bizim korumamız altındasın” demektir.172 Şerîf er-Radî Tûr sûresi’nde zikredilen mecazları şöyle açıklamaktadır: Allah Teâlâ’nın “ ن َ ُهْم أَْحََلُمُهم بَهَذا أَْم ُهْم َقْو م َطاُغو ُِ (Yoksa onlara bunu (bu çelişkiyi“ , ”أَْم َتْأُم akılları mı emrediyor, ya da onlar azgın bir topluluk mudurlar?”173 bu sözünü istiâredir. Yani, “şayet onlar, iddia ettikleri gibi akıl irfan sahibi kimseler iseler, akılları ve irfanları Allah’ın elçisine, büyücülük ve delilik iftirası yapmaya nasıl sevkedebiliyor? Halbuki onun bunlardan uzak ve berî olduğunu gayet iyi bilmekteler. Gerçekte onların bu sözü bir akılsızlık ve bir yalandır. Bu iki sıfat ise akıllı kimselerin vasıflarına, bilgelerin hikmetine terstir. Burada “Yoksa onlara bunu akılları mı emrediyor” ifadesi, onları ayıplama, azarlama ve kınama üslubu üzere söylenmiştir.174 Bu sözün benzeri, Yüce Allah’ın Şu’ayb’ın kavminin dilinden aktardığı şu âyetidir: ُ ء َك َما َيْعُبُد َءاَباُؤَنا أَْو أَْن َنْفَعَل ف أَْمَوا لَنا َما َنَشا ُِ َك أَْن َنْت ُِ ُتَك َتْأُم َعْيُب أََصََل ُْ ُلوا َيا Onlar: “Ey“ َقا Şu’ayb, atalarımızın taptıklarını terketmemizi veya mallarımız hususunda dilediğimizi yapmamamızı sana namazın mı emrediyor?” bu ifade, “Şu senin dinin mi, içerisinde namazların ve diger ibadetlerin de yer aldığı, o getirmiş olduğun şeri’at mı seni, atalarımızın taptıklarını terk etmemizi bize emretmeye yöneltiyor?” anlamındadır.175 171 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1234. 172 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 84. 173 et-Tûr, 52/32. 174 Vaz geçirme ve caydırma gibi amaçlar için kullanılan edebî alay bildiren istiâre-i tehekkümiyye (ironi) türünün bir örneğidir. Müellif bu üslubun ayıplama, kınama ve azarlama da bildirdiğini ifade etmiştir. Bu üslupta sözcüklerin zıt anlamları katedildiğinden, Türk edebiyatında bunu anlatmak üzere ilgili sözcükten sonra parantezarası ünlem işareti kullanılır. İlk âyette “akılları mı (?)” ifadesiyle akılsızlıklarına telmih edilmiştir. İkinci âyette “namazın mı (?)” ifadesiyle namazla alay etmişlerdir. İki örnekte de bu üslubun soru cümlesiyle yakından ilgili olduğu görülmektedir. 175 er-Radî, Şerîf, Kur’ân Mecazları, Kuramer, İstanbul, 2016, s.300. 33 Allah Teâlâ’nın “ ُّنُجو م َّلْي ل َفَس بْحُه َو إْدَباَر ال Gecenin bir kısmında da ve“ ,”َو مَن ال yıldızların batmaya yaklaştığı sıra da O'nu tesbih et!”176 sözünde geçen “إدبار”, kelimesi hemzenin (fethası ve ) kesresiyle kırâat edilmiştir. Bu her iki okuyuşa göre de istiâre olur. Hemzenin fethasıyla “أدبار” okuyan kırâate göre bunun manası “وأَقاب النجوم” “yıldızların artlarından” yani “batan yıldızların ardından” demektir. Nitekim “ جاء فَلن ف -Falanca kişi, kavmin arkada kalanların içinde geldi” denir. Bu, gelmek“ ”أَقاب القوم gitmek, yönelmek-dönmek ile nitelenen hareket sahibi canlılara has bir sıfattır. Fakat burada anlam genişlemesi yoluyla yıldızlar hakkında kullanılmıştır. Kesre ile “إدبار” (arkaını dönüp gitmek/batıp sönmelerinin ardından) şeklinde okuyanların kırâatına göre ise bunun anlamı ilk manaya yakındır. Buna göre sanki yüce Allah yıldızların gelmelerinden sonra gerisin geriye gitmek ile nitelemiştir. Bununla da anlatılmak istenen, doğduktan sonra batmak, yükseldikten sonra düşmektir.177 V- TÛR SÛRESİ’NİN ÖNCEKİ VE SONRAKİ SUREYLE MÜNÂSEBETİ A- ÖNCEKİ ZARİYAT SURESİYLE MÜNASEBETİ Tûr Sûresi’nin kendine has bir anlatımı olmakla, eksenine dair açıklamalar getirmekle birlikte, yine hem kendisinden önceki sûrelerle, hem de kendisinden sonraki sûrelerle, özellikle de kendisinden önceki sûrenin son bölümleri ile ilişkileri vardır. Dikkatle okuyan bu surenin bundan önceki Zâriyât Sûresi’yle aşağıda işaret edilen yönlerden münasebeti olduğunu açıkça görmektedir. Konu benzerliği bakımından her iki sûre de Mekke’de inmiştir. Her ikiside Tevhid’den, öldükten sonra dirilmekten, ahiret ahvalinden, Peygamberlikten ve müşriklerin fasid akidelerinin yanlışlığından bahsetmektedir. Başlangıç ve bitiş benzerliği bakımından da her iki sûrenin başında ahirette müminlerin hali anlatılmaktadır. Zâriyât Sûresi’nin 15. âyetiyle ٍُيون َُ َّناٍت َو َّت قيَن ف َج َّن اْلُم Şüphesiz“ إ 176 et-Tûr, 52/49. 177 er-Radî, Şerîf, a.g.e., s. 300-301. 34 Muttakîler cennetlerde ve pınarlar(ın başların) dadırlar.”178 Tûr Sûresi’ndeki َّت قيَن ف إ ن اْلُم Şüphesiz Muttakîler cennet ve nimetler içindedirler.”179 âyetlerinin bağlantılı“ َجنَّاٍت َوَن عيمٍ olduğu söylenmektedir.180 Her ikisinin de sonunda kafirlerin halleri anlatılmaktadır. Şöyle ki Zâriyât Sûresi وا من يومهم الذى يوَدون ُِ َّلذيَن َكَف ل Kendilere va’dedilen“ َفَوْي ل günlerinden dolayı vay o inkar edenlere!”181 buyruğu ile sona ermektedir. Diğer taraftan ise Tûr Sûresi’nin kafirler için gerçekleşecek olan Allah’ın azabından söz ederek başladığını görüyoruz. Burada geçen َوا ُهُم اْلَم كيُدون ُِ ذيَن َكَف يُدوَن َكْيد ا َفالَّ ِ Fakat o inkâr“ أَْم يُ edenler tuzağa kendileri düşmüşlerdir.”182 Âyeti ile birbirine bağlantı kurduklarını görüyoruz.183 Said Havva ise Zâriyât Sûresi’nin sonuncu âyeti184 ile Tûr Sûresi’nin baş taraflarında yer alan “Rabbinin azabı mutlaka vaki olacaktır, onu savacak da yoktur” ayetleri arasında bir münasebetin olduğunu beyan etmiştir.185 Yine Tûr Sûresi’nde geçen افسحِ هذا ام انتم َل تبَِون “Bu bir büyü müdür yoksa görmeyenler sizler misiniz?”186 âyeti Zâriyât sûresi’nin sonlarında Yüce Allah’ın كذا لك مآ اتى الذين من قبلهم من رسول اَل قالوا İşte böyle, onlardan öncekilere her hangi bir peygamber geldiğinde“ سا حِون او مجنون sadece; büyücüdür veya delidir dediler.”187 âyeti arasında bir münasebetin olduğunu söylemişlerdir.188 Zâriyât sûresi’nin son taraflarında kafirler için va’dolundukları günden dolayı veyl olduğu zikredilmektedir. Tûr Sûresi’nin baş tarafında ise, bu günün gerçekleşeceğine dair yemin yer almaktadır. Her iki surede de kâinattan bir âyete yemin edilmektedir. Allah Teâlâ Zâriyât Sûresi’nde, والذاريات ذروا “tozutup savuran”,189 dünya için faydalı olan, rüzgarlara yemin ederek başlamıştır. Tûr Sûresi’ne ise, üzerinde Musa’ya konuştuğu, insanlara hem 178 ez-Zâriyât 51/15 179 et-Tûr 52/17 180 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 52. 181 ez-Zâriyât, 51/60. 182 et-Tûr 52/42 183 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 52. 184 ez-Zâriyât, 51/60 185 Said Havva, XIV, 171-172. 186 et-Tûr, 52/15 187 ez-Zâtiyât, 51/52. 188 Said Havva, XIV, 171. 189 ez-Zâriyât, 51/1. 35 dünyada hem âhirette faydalı olacak Tevrat’ı Musa’ya indirdiği, bu sebeple de Nûr-i İlâhî’ye mazhar olan والطور “Tûr”190 dağına yemin ederek başlamıştır. Böylece sûrelerin başlangıcı arasında bir münasebet olduğu görülmüştür.191 Her iki surede de Rasulullah’a kâfirlerden yüz çevirmeyi, müminlere devamlı hatırlatmada bulunmasını anlatmaktadır. Allah Teâlâ Zâriyât’ta ْْنُهم ََ َّل Onlardan yüz“ َفَتَو çevir”192, buyurmuş ve yine aynı sûrede ِْ Hatırlat”193 buyurmuştur. Tûr Sûresi’nde“ َوَذ ك de Allah Teala ِْ onları bırak”195“ َفَذرُهمْ Hatırlat”194 ve yine aynı sûrede“ َفَذ ك buyurmuştur.196 Buradan da sûreler arasında münasebetin çok bariz olduğu görülmektedir. B- SONRAKİ NECM SURESİYLE MÜNASEBETİ Tûr Sûresi, sabahın gelmekte olduğunu gösteren وادبار النجوم “yıldızların batışı” ile son bulurken, bu bitişle Necm Sûresi’nin başlangıcı olan والنجم اذا هوى “İndiği zaman and olsun yıldıza” cümlesi ile başlamış olmaktadır. Bu da bu iki sûre arasında güzel bir münasebetin varlığını göstermektedir.197 Tûr Sûresi’nde peygamber için kâhin, mecnûn ve şâir denilerek, Kur’ân’ı onun uydurduğunu iddia ediyorlardı. Şöyle ki, Hz. Peygamber için ام يقولون تقوله “ Yoksa O’nu kendisi uydurdu”198 demişlerdi. Necm Sûresi’nde ise Allah Teâlâ ما ضل صاحبكم وما غوى وما ينطق َن الهوى ان هو ا َل Arkadaşınız sapmadı, azmadı. O hevâdan (arzularına göre konuşmaz). O(nun“ وح يحى 190 et-Tûr, 52/1. 191 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 52. 192 ez-Zâriyât 51/54 193 ez-Zâriyât, 51/55. 194 et-Tûr, 52/29. 195 et-Tûr, 52/45 196 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 52-53. 197 Elmalılı, a.g.e., VII, 4566. 198 et-Tûr, 52/33. 36 konuşması kendisine) vahyedilenden başkası değildir”199, diyerek iddiaları red etmiş ve hakikati beyan buyurmuştur.200 Allah Teala Tûr Sûresi’nde mü’minlerin zürriyetinden ve onların babalarına tâbi olduklarından bahsederek şöyle buyurmuştur: والذين امنواواتبعتهم ذريتهم بايما ن الحقنا بهم ذريتهم İman eden ve nesilleri de iman konusunda kendilerinin yoluna“ وما التناهم من َملهم من ْئ uyanlar var ya, biz onların nesillerini kendilerine kattık. Bununla beraber onların amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz.”201 Mü’min babalar hakkında Allah, Tûr sûresinde “zürriyyetlerini onlara kattık. Bununla beraber onların amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz”, yani babaların amelinden onu faydalandırırken, oğullara verdiğimiz ihsanlardan dolayı babalarınkinden bir şey eksiltmedik, demiştir. Necm Sûresi’nde ise Yahudilerin zürriyetinden هو اَلم بكم اذ انشاكم من اَلرض واذ انتم اجنة ف بطو ن امها تكم فَل تزكوا Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında …“ انفسكم هو اَلم بمن اتقى ceninler iken de, en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, Allah’a karşı gelmekten sakınanları en iyi bilendir,”202 şeklinde bahsedilmiştir.203 Tûr Sûresi’ndeki, كل امِئ بما كسب رهين “Herkes kazandığını karşılığında rehindir.”204, âyeti ile Necm Sûresi’nde de kafirler hakkında veya onların yaşları büyük oğulları hakkında ise وان ليس لَلنسان اَل ماسعى “İnsan için çalıştığından başka bir şey yoktur.”205, âyeti arasında bir münasebetin olduğu ortaya çıkmıştır.206 199 en-Necm, 53/2-4. 200 Elmalılı, a.g.e., VII, 4571. 201 et-Tûr, 52/21. 202 en-Necm, 53/32. 203 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 92. 204 et-Tûr, 52/21. 205 en-Necm, 53/36. 206 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 93. 37 VI- TÛR SÛRESİ’NİN İHTİVA ETTİĞİ KONULAR Allah bundan önceki sureyi vaad edilen günün mutlaka geleceğini beyan ederek bitirdikten sonra,207 bu surede bunun olacağına dair َوالطُّو ر “Tur’a”, ر ٍ َّمْسطُو yazılmış“ َو كَتاٍب kitaba”, َواْلَبْي ت اْلَمْعُمو ر “mamûr eve”, ُفو ع ِْ َّسْقف اْلَم ِ ”yükseltilmiş tavana“ َوال اْلَمْسُجو ر َواْلَبْح “dolan denize” yemin ederek, َذاَب َر ب َك َلَوا ق ع ََ َّن Rabb’inin azabı mutlaka vuku“ ا bulacaktır, ٍَما َلُه من َدا فع ve “ona engel olacak (hiçbir şey de) yoktur” âhireti isbât eden birkaç gerçeğe ve işaretlere yemin edilerek bütün açıklığıyla beyân edilmiştir. Sonra Allah, peygamberi tekzip edenlerin göreceği cehennem azabını ve onların karşılaşacağı zillet ve hakareti zikrederek şöyle buyurdu: ن َ vay haline o günü“ َفَوْي ل َيْوَم ئٍذ لْلُمَك ذ بي yalanlayanların!”, ََّل ذيَن ُهْم ف َخْوٍض َيْلَعُبون ki onlar daldıkları bir batak (bâtıl)da oynayıp“ ا duruyorlar, ا َ َّنَم َد وَن إَلى َنا ر َجَه َُّ َه ذ ه ,”o gün onlar cehennem ateşine itilip kakılacaklar“ َيوْ َم يَُد َ ن َّل ت ُكنُتم بَها تَُك ذبُو .”(onlara) işte yalanlayıp durduğunuz ateş budur (denilecek)“ النَّاُر ا Cehennem azabının bazı vasıfları anlatılmakta ve yalancıların o gün uğrayacağı zillet ve horluk konu edilmektedir.208 Bunun ardından, cennet ehli muttakilerin nail olacağı yeme, içme, mesken, giyinme ve hurilerle evlenmek gibi çeşitli lezzet veren nimetlerden bahsetmiştir.209 Şöyle ki: م ٍ َّناٍت َوَن عي َّت قيَن ف َج َّن اْلُم ,Şüphesiz (günahlardan) korunanlar da cennetlerde“ إ nimetler içindedirler. َذاَب اْلَج حي م ََ ُّبُهْم َوَوَقاُهْم َربُُّهْم Rab’lerinin kendilerine“ َفا ك هيَن بَما آَتاُهْم َر verdiği ile zevkü sefâ sürerler. Rab’leri onları cehennem ezabından korudu”, بُوا َِ ْْ ُكُلوا َوا َ ن ُفوَفٍة ,”Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yeyin, için“ َه نيئ ا بَما ُكنُتْم َتْعَمُلو َْ َّم ٍر ُِ َلى ُس ََ ئيَن َّت ك ُم ينٍ َ َّوْجَناُهم بُحوٍر Sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak”, “ayrıca biz onları ceylan“ َوَز gözlü hurilerle evlendirdik”, ن َ َّما َيْشَتُهو Onlara canların istediği“ َوأَْمَدْدَناُهم بَفا كَهٍة َوَلْحٍم م meyvelar ve etlerden bol bol verdik, ََّل َلْغ و فيَها َوََل َتْأ ثي م وَن فيَها َكْأس ا َُ Orada bir kadeh“ َيَتَناَز 207 el-Mevdûdî, a.g.e., V, 525. 208 Yıldırım, Celâl, İlim Işığında Asrın Kur’ân Tefsiri, Anadolu Y., İstanbul 1989, XI, 5831. 209 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 53. 38 kapışırlar ki, onda ne bir saçmalama vardır, ne de günaha sokma, َلْي هْم غْلَما ن لَُّهْم ََ ُطوُف َوَي َّمْكنُو ن ََّنُهْم لُْؤلُ ؤ Kendilerine ait bir takım gılmanlar da onların etrafında dönerler. Bu“ َكأ gençler sanki sedeflerin içine gizlenmiş inci gibidirler. Cennet ehlinin nail olacağı nimetlerin bazı özellikleri anlatılarak, onlardan nasıl yararlanılacağı tasvirle, teşvik edici bir anlatıma yer verilmektedir. Bunun akabinde Allah Hz. Peygamber’e hatırlatmaya, peygamberliği tebliğe ve kâfîrleri uyarmaya devam etmesini, müşriklerin dinsizliklerine, onların “Muhammed şâir’dir, mecnûn’dur, kâhin’dir, ona âyet filan gelmiyor, o Allah’a iftira atıyor” gibi iftiralarına aldırmamasını emrederek210: ن ٍ ُنو ِْ ك َفَما أَنَت ب نْعَم ت َر ب َك بَكا هٍن َوََل َمْج Ey)“ َفَذ Muhammed) sen hatırlat, öğüt ver. Rabbi’nin nimeti sayesinde sayesinde ne kâhinsin ne de mecnûn.”, َّبُص ب ه َرْيَب اْلَمنُو ن ََِ نََّت ِ ا َْ ,Yoksa onlar (senin için): “Bir şâirdir“ أَْم َيُقولُوَن zamanın felaketlerine çarpılmasını gözetliyoruz” mu diyorlar? وا َف إ ن َمَعُكم مَن َُ َّب َِ ُقْل َت ينَ َ َِ ب َ ن .Deki bekleyin ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim اْلُمَت منُو ُيْؤ ََّل َّوَلُه بَ ل ُلوَن َتَق أَْم َيُقو “Yoksa “onu uydurur” mu diyorlar? Hayır onlar inanmıyorlar.” Peygamber (a.s) efendimiz’e, risâleti tebliğde sebat göstermesi ve sataşan kafirlere iltifat etmeyip yüz çevirmesi emredilmektedir. Sonra Allah müşriklerin bu batıl ve boş iddialarını reddetti ve kesin delillerle Rasulullah’ın peygamberliğinin doğruluğunu ispat etti. Gerçek ulûhiyete ve vahdaniyete delâlet eden kat’î hüccet ve deliller ortaya koyarak211 َُتوا بَح ديٍث مْث ل ه إن َكانُوا َصا د قين Eğer“ َفْلَيْأ doğru iseler onun benzeri bir söz meydana getirsinler”, ٍء ْ َْ ِ ,Yoksa onlar“ أَْم ُخ لُقوا مْن َغْي hiçbir şey olmadan (yani yaratıcısız) mı yaratıldılar?” َأَْم ُهُم اْلَخا لُقون “Yoksa kendileri yaratıcı mıdırlar?” ن َ ُنو ُيو ق ََّل َّسَماَوا ت َواْْلَْرَض َبل Yoksa gökleri ve yeri onlar mı“ أَْم َخَلُقوا ال yarattılar?” ن َ ُنو ََّل يُو ق نَدُهْم َخَزا ئُن َر ب َك ”.Hayır, onlar düşünüp hakikati anlamazlar“ َبل َ أ َْم “Yoksa Rabb’inin hazineleri onların onların yanında mıdır? َون ُِ ط ْي ََ Yahut“ أَْم ُهُم اْلُم 210 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 53. 211 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 53. 39 Hâkim (her şeyin yöneticisi) kendileri midir?” َّل م َيْسَت مُعوَن في ه Yoksa kendilerine“ أَْم َلُهْم ُس mahsus (üzerine çıkıp sırları) dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? َفْليأ ت ُمْسَت مُعُهْم بُسْلَطاٍن Öyle ise dinleyenleri açık bir delil getirsinler.” Allah Teâlâ onların bu tutumunu“ ُم بينٍ tenkit ederken ara sıra bazı sorular sormaktadır. Bunlardan her bir soru ya onların itirazına cevaptır, ya da onların beyinsizliklerinden birine işarettir.212 Sonra Allah müşriklerin “melekler Allah’ın kızlarıdır” demelerini lânetledi, inatlarından, hakkı görmezlikten gelişlerinden ve bu konuda gözleriyle gördüklerini dahi inkâr edecek dereceye gelmelerinden dolayı onları azarladı ve ayıpladı.213 Onlar, Hz. Peygamber’in davet ve tebliğinden o kadar yılmışlardı ki, sanki Peygamber onlardan bir şey istemek için peşlerine takılmış da onlar kendilerini kurtarmak için yüzlerini örterek dolaşan insanlar gibiydiler.214 َأَْم َلُه اْلَبَناُت َوَلُكُم اْلَبنُون “ Demek ki kızlar O’na, oğullar size öyle mi?”, ن َ ُّمْثَقُلو ٍم َِ َّمْغ Yoksa sen kendilerinden bir“ أَْم َتْسأَلُُهْم أَْجِا َفُهم من ücret istiyorsun da, bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?”, نَدُهُم اْلَغْيُب َ أَْم ِ يُدوَن َكْيد ا َفالَّ ذيَن ,”?Yoksa gayb kendilerin yanında da, onlar mı yazıyorlar“ َفُهْم َيْكُتُبونَ أَْم يُ َ ن وا ُهُم اْلَم كيُدو ُِ Yoksa bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o küfredenlerin kendileri“ َكَف tuzağa düşeceklerdir.”, َُكون ِ ما ُيْش َّ ََ َّلَّل لَّل ُسْبَحاَن ا َّ ُِ ا Yoksa onların Allah’tan başka“ أَْم َلُهْم إَل ه َغْي bir ilâhı mı var? Allah onların ortak koştukları şeyden uzaktır.” Sûre Rasulullah’a kâfirleri sapıklıklarına terk etmesini, peygamberliğini tebliğ ederek sabırlı olmasını, gece-gündüz tesbih edip hamdetmesini, Allah’ın kendisini koruyacağını ve zalimlere hem dünyada hem ahirette azap geleceğini haber vererek 215 : َعُقونَ َْ ُي ُيََلُقوا َيْوَمُهُم الَّ ذي في ه َّتى Artık çarpılacakları günlerine kovuşuncaya kadar“ َفَذْرُهْم َح onları (kendi hallerine) bırak.”, ن َ و ُِ ََ ُين ْيئ ا َوََل ُهْم َْ ْنُهْم َكْيُدُهْم ََ ن ُيْغ O gün hiçbir“ َيْوَم ََل tedbirlerin kendilerine zerre kadar faydası olmayacak ve hiçbir şekilde yardımda görmeyecekler”, َُهْم ََل َيْعَلُمون َّن أَْكَث َذاب ا ُدوَن َذ لَك َوَل ك ََ َِ ذيَن َظَلُموا َّل ل َّن Şüphesiz o zulmedenlere“ َو إ 212 el-Mevdûdî, a.g.e., V, 526. 213 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 53. 214 el-Mevdûdî, a.g.e., V, 526. 215 ez-Zuhaylî, a.g.e., 53-54. 40 ondan başka da azap vardır. Fakat çokları bilmez.”, ُي نَنا َوَس بْح بَحْم د َْ ِْ لُحْك م َر ب َك َف إنََّك بأَ َواْص ب ُ م َو مَن ,”.Rabb’inin hükümlerine sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin“ َر بَك حيَن َتُقو َّلْي ل َفَس بْحُه َو إْدَباَر النُُّجو م Kalktığın zaman Rabb’ini hamd ile tesbîh et. Gecenin bir“ ال kısmında ve yıldızların batışından sonra da O’nu tesbîh et.” Cümleleri ile sona ererek Resûlüllah’a (a.s) gece ve gündüz zikir ve tesbihte bulunması emredilerek, yakında hakkın üstün geleceğine işârette bulunmuştur.216 Nahhâs Tûr Sûresinin 48. âyeti olan لُحْك م َر ب َك ِْ (Rabbinin hükmüne sabret) َواْص ب âyetininTevbe Sûresinin 29. âyeti olan ِ َّ لَّل َوََل باْلَيْو م اْْل خ ُيْؤ منُوَن با َّل ذيَن ََل Kendilerine) َقا تُلوا ا kitap verilenlerden oldukları halde Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kimselerle savaşın!) âyetiyle nesh olunduğunu söylemiştir.217 Kurtubî, bu âyeti “Rabbinin hükmüne sabret” denilmesini, Rabbinin sana yüklemiş olduğu risalet vazifeleri hususunda Rabb’inin hükmüne sabret, diye açıkladığı gibi, Allah’ın kavminden gelen sıkıntılarla mübtela kıldığı hususlarda O’nun belasına (sınamalarına) karşı sabret, diye de açıklamıştır. Sonra bunun kılıç (cihadı emreden) âyetiyle nesh olunduğunu zikretmiştir.218 VII- TÛR SÛRESİ’NİN FAZİLETİ Şüphesiz ki Kur’ân’ı Kerîm’in içerdiği sûreler kapsamlı ve mühimdir. Bu sûrelerin okunması, anlaşılması ve fazîletinin bilinmesi de önemlidir. Söz konusu olan Tûr Sûresi, bu açıdan hakkında pek bilgi verilmeyen sûrelerdendir. Buhârî ve diğer muhaddislerin Ümmü Seleme’den rivayet ettiklerine göre o, Rasullulah’ın Ka’be’nin önünde namaz kılarken bu sureyi okuduğunu işitmiştir. Cübeyr b. Mut’ım’den şöyle dediği rivayet edilmiştir. Esirler konusunda konuşmak için Rasulullah’a geldim, onu sabah namazında buldum; Tûr Sûresi’ni okuyordu. “Rabbin azabı hiç şüphesiz inecektir. Onu def edecek yoktur”, âyetine gelince azabın 216 Yıldırım, Celâl, a.g.e., XI, 5832. 217 en-Nahhâs, Ebû Ca’fer Ahmed b. Muhammed b. İsmâ’îl, en-Nâsih ve’l-Mensûh, fî Kitâbillâhi ‘Azze ve Celle, 1. b., Muessesetu’r-Risâle, Beyrût, 1412-1991, III, 20. 218 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 78. 41 inivereceğinden korktum, müslüman oldum. “Yoksa onlar bir şeysiz mi yaratıldırlar? Yahut yaratıcıları kendileri midir? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır onlar iyi bilmiyorlar” ayetine gelince neredeyse kalbim duracaktı.219 Buhâri’nin Ümmü Seleme’den rivayet ettiğine göre: “Rasulullah (s.a.v.) evin bir köşesinde namaz kılarken, “Tûra ve satır satır dizilmiş kitaba kasem olsun” sûresi’ni okuduğunu ve bunu kendisinden işittiğini zikretmiştir.”220 Başka bir hadiste ise Cübeyr b. Mut’im’den Rasulullah’ın akşam namazında Tûr Sûresini okuduğu rivayet edilmiştir.221 Rasulullah (s.a.v.)’tan: “Kim Tûr sûresini okursa, onu azabımdan emin etmek ve ona cennette nimet vermek Allah’ın üzerine vacip olur” şeklinde bir hadis nakledilmiştir. Bu hadîsin, Zemahşerî ve Beydâvî gibi müfessirlerin eserlerinde de yer aldığı görülmüştür.222 Fakat İslam âlimleri tarafından bu hadîsin mevzu’ olduğu kabul edilmiştir.223 Fîrûzâbâdî’nin kitabında da “Kim her gün Tûr Sûresi’ni okusa Allah ona on iki bin hasene yazar ve okuduğu her bir âyet onu on iki bin derece yükseltir” diye geçen hadis de zayıf hadislerden birisi olarak geçmektedir.224 219 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 54. 220 ez-Zuhaylî, Vehbe, Tefsirü’l-Veciz, çev: Hacı İnan, Dua Y., İstanbul 2013, IV, 197. 221 es-Seâlibî, a.g.e., III, 248. 222 Bkz. ez-Zemahşerî, a.g.e., IV, 27; el-Beydâvî, a.g.e., II, 437. 223 Zemahşerî ve Beyzâvî tefsirindeki hadisleri tahric eden İbn Hacer el-Askalânî ve Abdurraûf el- Minâvî gibi âlimler, bu değerlendirmede bulunmuşlardır. Bkz. Celil Kiraz, “Envâru’t-Tenzîl Eleştirileri ve Tahlili”, İslam İlim ve Düşünce Geleneğinde Kâdî Beyzâvî içinde, s. 697-699, İSAM Yay., İstanbul, 2017. 224 el-Fîrûzâbâdî, a.g.e., I, 442. 42 İKİNCİ BÖLÜM TÛR SÛRESİ’NİN TEFSİRİ 43 I- SÛREDEKİ BAZI KELİMELERİN İZAHI A- 1-28. ÂYETLERDEKİ BAZI KELİMELERİN İZAHI Sûrenin tefsîr kısmına geçmeden önce, tefsîri etkileceği ve ona yol göstereceği, belki de bir takım ufuklar açabileceği yahut yanlış manaları önleyebileceği cihetiyle, sûrede herkes tarafından ikl bakışta anlaşılamayacak bir takım kelime ve ıstılahların öncelikle ele alınıp izah edilmesinin faydalı olacağını düşünmekteyiz. Rakk) Kelimesi) رق .1 er-Rakk) kelimesi üzerine yazı yazılan şey anlamına gelmektedir.225 Rağıb) الِق el-İsfahânî ise bu kelimeyi kağıda benzer, deri veya ince deri, parşömen, tirşe olarak açıklamıştır.226 الِق (er-Rakk) kelimesinin çoğulu ise, رقوق (rukûk) olarak gelmektedir.227 Bu kelimenin aynı zamanda büyük kaplumbağa anlamına geldiği de söylenmiştir.228 Muberred’den ise üzerinde yazı yazılmak maksadıyla incetilmiş bir deri olduğu rivayeti vardır.229 Başka bir görüşe göre ise kağıd gibi, yaprak gibi üzerine yazı yazılan her şeye denilir.230 Bu kelimede “ra” harfini kesreli olarak okuduğumuz zaman ise kölelere mâlik, sahip olma anlamına gelmektedir.231 Mâverdî, bu kelimeyi üstün olarak okumuş ve “doğu ile batı arasındaki uzaklık” diye açıklamıştır.232 Böylece bu kelime yemin için bir isim olmuştur. Nitekim bu manada Kur’ân-ı Kerim’de şu âyette geçmektedir: 225 İbrahîm, Muhammed İsmâîl, Mu’cemu’l-Elfâzı ve’l-A’lâmi’l-Kur’âniyye, Dâru’l-Fikri’l-Arabî, y.y., t.y., s.208. 226 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., 291. 227 es-Semîn el-Halebî, ‘Umdetü’l-Huffâz fî Tefsîri Eşrafi’l-Elfâz, ‘Alemu’l-Kutub, Beyrût, 1414/1993, II, 119. 228 Bkz: İbn Manzûr, a.g.e., X, 123. 229 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 59. 230 Soyalan, Mehmet Yaşar, Elmalılı Tefsirinde Kur’ânî Terimler ve Deyimler, Ağaç Y., İstanbul, 2003, s. 265;Ayrıca bkz: el-Cevherî, Tantâvî, el-Cevâhir fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dâru’l-Fikr, y.y, t.y., XII, 206. 231 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., 291; es-Semîn el-Halebî, a.g.e., II, 119; İbn Manzûr, a.g.e., X, 123. 232 el-Mâverdî, a.g.e., V, 377. 44 ٍ ر َّمنُشو ٍ ق ”Yayılmış deri üzerine“ ف َر 233 yazılmış olan Kur’ân’a yemin edilmektedir. el-Mescûr) Kelimesi) المسجور .2 .kelimesi ateşi canlandırmak veya tutuşturup alevlendirmek manasındadır السجِ Şöyle kullanılır: (سجِت التنور) Tandırı tutuşturup alevlendirdim veya kızdırdım.234 ,Mescûr) kelimesi ise tutuşturulmuş ateş manasındadır.235 Kabarıp taşan) المسجور doldurulmuş gibi manalara geldiğide de söylenmiştir.236 Nitekim bu manada Kurân-ı Kerîm’de şu âyetlerde geçmektedir: ِ اْلَمْسُجو ر .Kaynatılmış denize”237 Allah Teala yemin etmektedir“ َواْلَبْح ْت َِ ”Denizler kaynatıldığı zaman“ َوإَذا ال بَحاُر ُس ج 238 yani “ateş halinde tutuşturulup alevlendirildiği zaman” anlamında olduğu söylenmiştir. Böyle bir duruma gelmesi ise ancak içinde ateşin tutuşturulup alevlendirilmesi sebebiyle olabileceği söylenmiştir.239 Temûru) Kelimesi) تمور .3 el-Mevr) kelimesi süratli biçimde akmak demektir.240 Fiil olarak “süratli) المور bir biçimde aktı” anlamında “ مار يمور” şeklinde kullanılır. Bu fiilin mastarı “مور” (mevr) şeklinde gelir.241 المور (el-Mevr) kelimesi yol anlamına da gelmektedir. Şâir Tarafe’nin şu mısrasında geçtiği gibi: فوق مور معبد “İyice döşenmiş bir yolun üzerindedir.”242 Dil bilginleri bir şey sallandığında ve gidip geldiğinde مار الشئ تمور مورا “O şey hareket etti, 233 et-Tûr, 52/3. 234 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 329. 235 es-Semîn el-Halebî, a.g.e., II, 199. 236 Özkazancıgil, Hasan Hüseyin, Kur’ân Kelimeleri Sözlüğü, Birleşik Y., Ankara 1990, s.213. 237 et-Tûr, 52/6. 238 et-Tekvîr, 81/6. 239 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 329. 240 es-Semîn el-Halebî, a.g.e., IV, 144. 241 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 725. 242 İbn Manzûr, a.g.e., V, 186; es-Semîn el-Halebî, a.g.e., IV, 144. 45 gitti, geldi” demektedirler. Tıpkı uzun boylu hurma ağacının eğilip bükülmesi gibi bu kelime de buna benzer bir mana ifade eder.243 Mevdûdî de bu kelimeyi dolaşmak, heyacanlanmak, coşmak, salınarak yürümek, gezinmek ve tekrar tekrar ileri geri hareket etmek için kullanıldığını söylemiştir.244 ed-Dahhâk ise التمور (et-Temûru) kelimesine birbirinin içine dalga dagla giren manasını vermiştir.245 المور (el-Mevr) “toz çıkaran rüzgar” manasına da gelmektedir. Ayrıca bunun düzenin bozulup hareket şeklinin değişmesi olduğu da söylenmiştir.246 Yüce Allah şöyle buyurmuştur: َّسَماء َمْور ا ”.O gün gök sallanıp çalkalanır“ َيْوَم َتُموُر ال 247 Havd) Kelimesi) خوض .4 el-Havdu): Suya girmek,248 dalmak, girişmek ve suyun içinde ya da) الخوض içinden yürüyerek veya binekle geçmek manasına gelir.249 Mecazi olarak da فى الكَلم .denilir خائض Çene çaldı, batıl batıl konuştu” denilir.250 Onu yapan kimseye “ يخوض Bunun çoğulu ise “خائضون” ya da “خائضين” şeklinde gelmektedir. Kur’ân’da geçen lafızlar iki âyet hariç hepsi mecazi manada olup; lüzumsuz konuşmak, lakırdı etmek, çene çalmak manasına gelmektedir.251 Müsteâr olarak işlerle, meselelerle ilgili kullanılır. Kur’ân’da zikredildiği yerlerin çoğunda içine girilmesi, dalınması veya girişilmesi yerilen işlerle, hususlarla ilgili zikredilmiştir.252 243 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 63. 244 el-Mevdûdî, a.g.e., V, 532-533. 245 ed-Dahhâk, a.g.e., II, 798. 246 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 63. 247 et-Tûr, 52/9. Ayrıca bkz: el-Mülk, 67/16. 248 es-Semîn el-Halebî, a.g.e., I, 621. 249 İbn Manzûr, a.g.e., VII, 147. 250 İbrâhîm, a.g.e., 164. 251 Çanga, a.g.e., s. 177. 252 er-Ragıb el-İsfahânî, a.g.e.,s. 228-229. 46 Tûr sûresinde şöyle geçmektedir: َالَّ ذيَن ُهْم ف َخْوٍض َيْلَعُبون “Ki onlar daldıkları bâtıl içinde oyalanıp duranlardır.”253 Yuda'ûne) Kelimesi) يدَون .5 ed-Da’u) Şiddetli bir biçimde defetmek,254 itmek, kakmak veya kovmak) الدع anlamına gelmektedir.255 Temelde “tökezleyen birine (kalk doğrul anlamında) دع دع” (da’da’) demesinden gelir.256 es-Sâbûnî de bu kelimeyi zorla ve horlayarak atmak anlamını vermiştir.257 Yüce Allah şöyle buyurmuştur: َ ا وَن إَلى َنا ر َجَهنََّم َد َُّ O gün cehennem ateşine itilip atılırlar.”258“ َيْوَم يَُد Fâkihîn) Kelimesi) فاكهين .6 Hoşnud, memnun, şımarık, mizahçı, güldürücü fıkralar anlatan manasına gelen .fakihîn) olarak gelmektedir) فكهين fakihûn) ve) فكهون el-fekihu) kelimesinin cemi) الفكه İsm-i fail olarak ise فاكهون (fâkihûn) şeklinde gelmektedir.259 O zaman anlamı da neş’eli zevkü sefada olan, gülen ve nimet içinde olan manalarına gelmektedir.260 فاكهون (fâkihûn) ve فاكهين (fâkihîn) kelimeleri ise فاكه (fâkihun)’un çoğuludur.261 Kur’an’da Yasîn Sûresi’nde َُغٍل َفا كُهون ُْ َّن ة اْلَيْوَم ف َّن أَْصَحاَب اْلَج O gün cennetlikler, gerçekten“ إ 253 et-Tûr, 52/12. Ayrıca bkz: el-Müddessir, 74/45; el-Me’âric, 70/42; ez-Zuhrûf, 43/83; el-En’âm, 6/68; el-En’âm, 6/91; en-Nîsâ, 4/140 254 Özkazancıgil, a.g.e., s. 213. 255 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., 244. 256 es-Semîn el-Halebî, a.g.e., II, 8. 257 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1227. 258 et-Tûr, 52/13. Ayrıca bkz: el-Mâ’ûn, 107/2. 259 Çanga, a.g.e.,s. 372. 260 ed-Dâmağânî, el-Huseyin b.Muhammed, Kâmûsu’l-Kur’ân ev Islâhu’l-Vücûh ve’n-Nezâir fi’l- Kur’âni’l-Kerîm, Dâru’l-‘İlm Li’l-Melâyîn, Lübnân, 1985, 363. 261 Çanga, a.g.e., s. 372. 47 nimetler içinde safa sürerler.”262 Yani âhirette Allah’ın verdiği nimetlerden dolayı mesrûrdurlar.263 Bi-Hûrin ‘În) İfadesi) بحور َين .7 Arapça’da “Hûr” kelimesi “حوراء” (havrâ) ve “احور” (ehveru) sözcüklerinin çoğuludur.264 Hûrî, cennette yaşadığına inanılan güzel kızlara verilen isimdir. Yunus Emre “Aydan arıdır yüzleri, Misk amberdir sözleri, cennette huri kızları, gezer Allah diye diye” ifade etmiştir. “Hûrî” çok güzel (genç kadın ) seklinde tanımlanmıştır.265 İbn Manzûr’a göre: “Hûr”, “havra” kelimesinin çoğuludur. “Havra”, “beyaz” manasına gelen “hvr” kökünden türemiş olup “genç, güzel, alımlı, beyaz, gözleri siyah kadın” demektir.266 Kur’ân’da Hûri kelimesi beş yerde farklı şekillerde geçmektedir. Şimdi Kur’an’daki kullanımına topluca bakacağız. Tûr, Duhân bir de Vâkı’a sûrelerinde حور .hûrun ‘În) şeklinde zikredilmiş ve hûrilerle evlendirme bağlamında ele alınmıştır) َين ينٍ َ َّوْجَناُهم بُحوٍر ُفوَفٍة َوَز َْ َّم ٍر ُِ َلى ُس ََ ئيَن َّت ك ُم “Yaptıklarınıza karşılık sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak âfiyetle yeyin, için (denilir). Ayrıca biz onları, ceylan gözlü hûrilerle evlendirmişizdir.”267 Bir yerde de sadece “’în” kelimesi kullanılmış ve aynı yerde hûri’lerin “gözlerini sadece kocalarına dikme, iri gözlü olma, saklı yumurta gibi bembeyaz olma” özellikleri de zikredilmiştir.268 262 Yâsîn, 36/55. Diğer örnek âyetler için bkz: ed-Duhân, 44/27, et-Tûr, 52/18, el-Mutaffifîn, 83/31. 263 es-Semîn el-Halebî, a.g.e., III, 293. 264 er-Ragib el-İsfahânî, a.g.e.,s. 192. 265 Akalın, Şükrü Halûk dğr., Türkçe Sözlük, 11.b., Türk Dil Kurumu Y., Ankara 2011, s. 1116. 266 İbn Manzûr, a.g.e., IV, 219. 267 et-Tûr, 52/20. Ayrıca bkz: es-Saffât, 37/48,49, ed-Duhân, 44/54, er-Rahmân, 55/72,74, el-Vâkı’a, 56/22, 23. 268 Bkz: er-Rahmân, 55/72, 74. 48 Rahîn) Kelimesi) رهين .8 er-Rahnu) borcun güvencesi, teminatı olarak ortaya konan şey anlamına) الِهن gelmetedir. “رهان” sözcüğü de buna benzer anlamdadır. Fakat özellikle “bahiste veya iddiada ortaya konan şeyle” ilgili olarak kullanılır. Her ikiside temelde mastardır.269 Fiil olarak (ondan aldığım şeyin yerine ya da borcun bir güvencesi, teminat olarak şunu rehin koydum) anlamında “رهنت الِهن” (rahentu’r-Rahne) şeklinde ve (şöyle biriyle şöyle bir şey için bahse giriştim iddiaya tutuştum) anlamında“راهنت الِهن” (râhentu’r- Rahne) şeklinde kullanılır.270 Bu ikincisinin mastarı “ رهان” (rihân) şeklinde gelir. Rehin olarak konan, verilen şeye “رهين” (rahîn) ve “ مِهون” (merhûn) denilir. “رهن” (rahn) kelimesinin çoğulu “ رهان” (rihân), “رهن” (ruhn) veya “رهون” (ruhûn) şekillerinde gelir.271 İncelediğimiz Sûrede Yüce Allah Kur’ân’da şöyle buyurmuştur: ٍئ بَما َكَسَب َر هي ن ِ ُّل اْم ”.Herkes kazandıklarına karşı bir rehindir“ ُك 272 Ke’sen) Kelimesi) كأ سأ .9 (el-Ke’s) İçindeki içecekle birlikte, (içecek) kabı, (dolu kadeh, bardak) الكأس anlamına gelmektedir.273 İçinde herhangi bir içecek bulunmadığında ise buna “قدح” (kadeh) denilir.274 Ke’s’ten maksat cahiliyede içi içki dolu olan kadeh’tir. Bazen içindeki içkiye de denilir.275 Bu ikisinden her biri de (yani içecek ile kadeh, bardakta) tek başına الكأس (el-Ke’s) olarak adlandırılmıştır. Bir kadeh içtim anlamında ِْبت كأسا (şeribtu ke’sen) şeklinde kullanılır.276 Ke’s’in içindeki cennet içkisidir. İçkinin 269 es-Semîn el-Halebî, a.g.e., II, 134. 270 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., 297-298. 271 İbn Manzûr, a.g.e., XIII, 188. 272 et-Tûr, 52/21. Ayrıca bkz: el-Bakara, 2/283, el-Müddessir, 74/38. 273 er- Rağıb el-İsfahânî, a.g.e.,s. 667. 274 İbn Manzûr, a.g.e., VI, s.189. 275 Mehmet Yaşar Soyalan, a.g.e., s. 191-192. 276 es-Semîn el-Halebî, a.g.e., III, 426; er- Rağıb el-İsfahânî, a.g.e.,s. 667-668 49 mahiyetini ise Allah’tan başka hiç kimse bilmez.277 İbn Abbas ve Ahfeş’ten yapılan rivayete göre Kur’ân’da geçen bütün Ke’s lafızları şarap manasında olup, cennet ehlinin içeceği şerap kastedilmektedir.278 Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle geçmektedir: َّم عينٍ َلْي هم بَكْأٍس من ََ ”.Onlara pınardan (doldurulmuş) kadehler dolaştırılır“ يَُطاُف 279 Leğvun) Kelimesi) لغو .10 Boş konuşmak, ilişmek, sataşmak, dil uzatmak anlamına gelen “ لغ” (leğiye) fiilinin mastarı olarak gelmiştir.280 لغو (leğvun) kelimesi hesaba katılmayan yani düşünmeden, raviyyette bulunmadan ve tefekkür etmeden söylenen sözü ifade eder.281 Bu bakımdan serçe ve benzeri kuşların sesi demek olan “اللغا” (el-leğâ) gibi olur.282 Muhammed İsmâ’îl İbrâhîm bu kelimeye hata anlamı verirken,283 Mukâtil ise batıl anlamını vermiştir.284 Mücâhid lağv kelimesinin eza ve sövme manasına geldiğini, Dahhâk ise bunun şirk anlamında olduğunu söylemiştir.285 Ebû Ubeyde bunun, tıpkı leğan) kalıplarında) ”لغا“ (leğvun) ”لغو“ âbun) gibi‘) ”َاب“ aybun) ve‘) ”َيب“ kullanıldığını söylemiştir.286 Kur’ân’ı Kerîm’de şöyle geçmektedir: ََّل َلْغ و فيَها َوََل َتْأ ثي م وَن فيَها َكْأس ا َُ Orada karşılıklı kadeh tokuştururlar, ama burada“ َيَتَناَز (içki yüzünden) ne saçmalama vardır ne de günaha girme.”287 Mahmud Çanga burada 277 İbrâhîm, Muhammed İsmâ’îl, a.g.e., 444. 278 Çanga, Mahmud, a.g.e., s. 415. 279 es-Saffât, 37/45. Diğer örnekler için bkz: et-Tûr, 52/23, el-Vâki’a, 56/18, el-İnsân, 76/5, 17, en- Nebe, 78/34. 280 Çanga, a.g.e., s. 459. 281 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 682. 282 İbn Manzûr, a.g.e., XV, 251. 283 İbrâhîm, a.g.e., 476. 284 Mukâtil b. Süleymân, Kur’ân Terimleri Sözlüğü (el-Eşbâh ve’n-Nezâir fi’l-Kur’ânı’l-Kerim) çev: M.Beşir Eryarsoy, İşaret Y., İstanbul, 2004, 221. 285 Soyalan, a.g.e., s.204. 286 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 682. 287 et-Tûr, 52/23. Bkz: el-Vâkı’a, 56/25. 50 geçen لغو (leğvun) kelimesi “çirlinlik” yani o içkiyi kullanmada çirkinlik, kabahat ve boşluğun eseri gibi nâhoş şeylerin olmadığını diyerek açıklamıştır.288 leğvun) kelimesi hesaba katılmayan sözleri ifade etmek için de kullanılır.289) لغو Üzerinde kalbin, kesin bir kararın bulunmadığı yemine “اللغو ف اَليمان” (el-Leğvu fi’l- Eymân) denilir. Bunlar bir türlü âdet olarak sözü bağlamak için söylenen, örnek olarak kişinin بل والَّل (belâ vallahi) والَّل (vallahi) yeminlerdir.290 Ğâşiye sûresi’nde ise şöyle geçmektedir: ََّل َتْسَمُع فيَها ََل غَي ة “Orada boş bir söz işitmezler.”291 Burada لغوا (leğven) demek istenmektedir. Böylece burada ism-i fâil, tıpkı “كاذبة” (kâzibe) gibi sıfat haline getirilmiştir. Bir de Rağıb el-İsfahânî, “Diyette hesaba katılmayan, dikkate alınmayan (küçük yavru) develere لغو (leğvun) denildiğini söylemiştir.292 Ğılmân) Kelimesi) غلمان .11 ğulâm) kelimesinin) ”غَلم“ ğilmetun) kelimesi) ”غلمة“ ğılmân) ve) ”غلمان“ çoğuludur.293 İbn Manzûr ise bir de “اغلمة” (eğlimetun) kelimesi “غَلم” (ğulâm) kelimesinin çoğulu olarak geldiğini rivayet etmiş, ğulâm kelimesini ise lügatte doğumdan gençlik çağına kadarki süre içindeki çocuk diye açıklamıştır.294 Ergenliğin ilk dönemlerinde olan, taze, bıyıkları yeni çıkmış genç manasında da kullanılır.295 Dâmeğânî ise cennette hizmet gören erkekler manasında açıklamıştır.296 Türkçe lügatlerde bu kelimeye yukarıdaki anlamlarının yanında, sonraları kazandığı bazı yeni anlamların katıldığını da görüyoruz: Erkek çocuk, tüyü, bıyığı çıkmamış delikanlı, 288 Çanga, a.g.e., s. 460. Ayrıca bkz: el-Mu’minûn, 23/3; el-Furkân, 25/72; en-Nebe, 78/35. 289 es-Semîn el-Halebî, a.g.e., IV, 34. 290 İbn Manzûr, a.g.e., XV, 250-251. Ayrıca bkz: el-Bakara, 2/225. 291 el-Ğâşiye, 88/11. 292 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 682. 293 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 547. Ayrıca bkz: es-Semîn el-Halebî, a.g.e., III, 206. 294 İbn Manzûr, a.g.e., XII, 440. 295 Çanga Mahmud, a.g.e., s. 353. 296 ed-Dâmeğânî, a.g.e., s. 344. 51 genç,297 genç hizmetkar, saray hizmeti gören genç, yeniçeri ocağına yeni girenler; efendisine bağlı köle,298 azat edilmiş köle ve esir manalarında geçmiştir.299 Kur’ân’da ise ğulâm kelimesinin sadece çocuk manasında kullanıldığı anlaşılıyor. Bazı ayetlerde ğulâm kelimesinin henüz dünyaya gelmedikleri halde doğacakları müjdelenmiş erkek çocuk veya yeni doğmuş oğlan bebek, küçük oğlan çocuğu manalarında kullanıldığını görmekteyiz. Yüce Allah’ın Hz. Zekeriyya’yı bir erkek çocukla müjdelemiş,300 Hz. Zekeriyya ise şöyle cevap vermiştir: َش اءُ َي َم ا َع ُل ْف َي هَّللُ ِل َك ا َك َذ َق اَل ِق ٌر َع ا َِت ي ْم َرأ ُ ر َوا َب ِك ْل ِن َي ا َغ َل َب ْ د َق ُغ ََلٌم َو ِل ي ُك وُن َي ِ ب أَنه ى َق اَل َر “Zekeriyya, Rabbim! dedi. Bana ihtiyarlık gelip çatmışken üstelik karımda kısır olduğu halde nasıl çocuğum (ğulâm) olur!? Allah Teâlâ buyurdu ki, işte böyle, Allah dilediğini yapar.”301 Kur’ân-ı Kerîm’de ُنو ن َّمْك ُل ؤ ََّنُهْم لُْؤ َلْي هْم غْلَما ن لَُّهْم َكأ ََ Cennetliklerin“ َوَيطُوُف çevrelerinde de kendilerine mahsus, sedefleri içinde saklı inci gibi ğılman (ğulamlar) hizmet için dolaşır”302 âyetinde geçen “غلمان” (ğılmân) kelimesi ğulam’ın çağulu olup, çoğul şekliyle sadece bu ayette kullanılmıştır. Muşfikîne) Kelimesi) مشفقين .12 eşfeka) fiil olarak sakınmak, çekinmek manasına gelmektedir. İsm-i fâil) ”اْفق“ olarak ise korkanlar veya çekinenler manasında “مشفقين”(muşfikîn) ya da “مشفقون” (muşfikûn) şeklinde gelmektedir.303 Mastar olarak ise korkuyla karışık ihtimâm veya ilgi manasında “اَلْفاق” (el-İşfâk) şeklinde gelmektedir. Bir de “الشفق” (eş-Şefak) şeklinde kullanılmıştır ki, güneşin batışı esnasında, gündüzün ışığının gecenin 297 Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Doğuş Matbaası, Ankara, 1970, s. 350. 298 Terzi, Mustafa Zeki, “Gulâm”, DlA, XIV, 178 299 Doğan, Mehmed, Büyük Türkçe Sözlük, 11.b., Yeni Şafak, y.y.,t.y., s. 431. 300 Al-i ‘İmrân, 3/39. 301 Al-i ‘İmrân, 3/40. Ayrıca bkz: Meryem, 19/7-8, 19-20; el-Hicr, 15/53; es-Saffât, 37/101; Yûsuf, 12/19; el-Kehf, 18/74, 80, 82. 302 et-Tûr, 52/34. 303 Çanga, a.g.e., s. 266-267. 52 siyahlığıyla birbirine karışması anlamındadır.304 “مشفقين” (muşfikîne) kelimesi “sonuçtan korkanlar” anlamında da kullanılmıştır.305 Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle geçmektedir: َ ن َّنا َقْبُل ف أَْه لَنا ُمْش ف قي َّنا ُك ُلوا إ ,Diyecekler ki: “Evet biz bundan önce ehlimiz (ailemiz“ َقا obamız) içinde korkular içindeydik.”306 es-Semûm) Kelimesi) السموم .13 es-Summ) şeklinde okunup, İğne burun ve kulak deliği) ”السم“ (es-Semm) ”السم“ gibi, her türlü dar delik anlamına gelmektedir.307 Çoğulu “السموم” (es-Sumûm) şeklinde gelir.308 “Öldürücü zehir” anlamındaki “السم القاتل ” (es-Summu’l-Kâtil), ifadesinde geçen “سم” (Summ), sözcüğü فاَل (fâil) anlamında bir mastardır. Çünkü zehir ince etkisiyle bedenin iç kısımlarına girip nüfuz eder ve insanı öldürür. السموم (es-Semûm) kelimesi de zehrin yaptığı etkiye benzer bir etki yapan sıcak rüzgar anlamındadır.309 Sâbûnî ise السموم (es-semûm) kelimesini ter deliklerine nüfuz eden sıcak rüzgâr olarak açıklamıştır.310 Mâverdî السموم (es-Semûm) kelimesini cehennem âteşi ve aynı zaman da cehennem isimlerinden bir isim olduğunu söylemiştir.311 Zeccâc ise bunu Cehennem olarak açıklamıştır.312 İbn Mulekkin ise السموم (es-Semûm) sıcaklık olduğunu 304 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 386-387; es-Semîn el-Halebî, a.g.e., II, 321. 305 Özkazancıgil, a.g.e., s. 214. 306 et-Tûr, 52/26. Ayrıca bkz: eş-Şûrâ, 42/18, 22; el-Kehf, 18/49; el-Mu’minûn, 23/57, el-Mücâdele, 58/13; el-Ahzâb, 33/72, el-İnşikâk, 84/16. 307 es-Semîn el-Halebî, a.g.e., II, 256. 308 İbn Manzûr, a.g.e., XII, 303. 309 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., 352. 310 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1227. 311 el-Mâverdî, Ebu’l-Hasen ‘Ali b. Muhammed Habîb, en-Nuketu ve’l-‘uyûn Tefsîru’l-Mâverdî, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrût, 1412/19922, V, 383. 312 ez-Zeccâc, a.g.e., V, 64. 53 açıklanmıştır.313 Kurtubî de çok sıcak bir rüzgar anlamında السموم (es-Semûm) kelimesinin müennes olarak da kullanılabileceğini söylemiştir.314 Yüce Allah şöyle buyurmuştur: َّسُمو م َذاَب ال ََ َلْيَنا َوَوَقاَنا ََ َّلَّلُ َّن ا َفَم “Allah bize lütfetti de bizi vücudun içine işleyen azaptan korudu.”315 Kâhin) Kelimesi) كاهن .14 Dilciler genelde Kâhin’i “gelecekten haber veren kişi” olarak tanımlarken316 Rağıb el-İsfahânî gelecekle ilgili olarak haber verene “َِاف” (arrâf) geçmişte meydana gelip gizli kalan haberleri ortaya çıkarana “كاهن” (kâhin) denildiğini belirtmiştir. Bir kimse bu işi yapmaya kalktığında fiil olarak “كهن فَلن” (kehune fulânun) denilir. Bu fiilin de mastarı “كهانة” (kehâne) şeklinde gelmektedir.317 “كهانة” (kehâne) sezgi veya bir türlü ilhamlarla yahut bazı işaretlerin yorumuyla ileride meydana gelecek olayları önceden görme ya da haber verme, gizli veya esrarengiz bilgiyi ortaya çıkarma işi yahut sanatıdır.318 Cahiliyye devrinde Araplar arasında kâhinlik yayılmış, onlardan bazı zatlar bu işi san’at haline getirmişlerdi. Kafirler Rasûlullah’a iftira sûretinde onu kâhinlikle tasvif etmişler ve Kur’ân kâhinin sözüdür demişlerdi. Allah Teâlâ, Rasûlünü bu gibi hususlardan tebriye ve tezkiye etmiş ve kafirlerin haksız olduklarını ortaya koymuştur.319 Kur’ân’da Kâhin kelimesi iki yerde geçmiştir. Bunlardan birincisinde Peygamber’in kâhin ve cinlerin etkisinde kalmadığını göstermek için Allah Teâlâ şu ayeti indirmiştir: ٍُنون ِْ ك َفَما أَنَت ب نْعَم ت َر ب َك بَكا هٍن َوََل َمْج O halde anlatıp öğüt vermeye“ َفَذ 313 İbn Mulekkin, Tefsîru Ğarîbi’l-Kur’ân, ‘Âlemu’l-Kutub, Beyrût, 1407/1987, s. 412 314 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 70. 315 et-Tûr, 52/27. Ayrıca bkz: el-Hicr, 15/27, el-Vâkıa, 56/42. 316 İbn Manzûr, a.g.e., XIII, 363; es-Semîn el-Halebî, a.g.e., III, 507. 317 Ragıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 665. 318 Harman, Ömer Faruk, “Kâhin”, DİA, XXIV, 71. 319 Çanga, a.g.e., s. 440. 54 devam et; çünkü sen, Rabbinin nimeti hakkı için, ne kahinsin ne de mecnun!”320 İkinci âyette ise Kur’ân’ın her hangi bir kâhinin sözü olmadığını bildirerek şöyle buyurmuştur: ونَ ُِ َّك ليَل َما َتَذ Bir kahin sözü de değildir. Siz pek az düşünüyorsunuz!”321“ َوََل بَقْو ل َكا هٍن َق Dolayısıyla her iki âyette de Rasûl-i Ekrem kâhinlikten tenzih edilmektedir. B- 29-49. ÂYETLERDEKİ BAZI KELİMELERİN İZAHI Raybe’l-Menûn) İfadesi) ريب المنون .1 Rayb) sözcüğü bir şeyle ilgili belirli bir hususta vehme düşüp, daha) ”ريب“ sonra bu vehme düşülen hususun üstünden perdenin kalkması demektir.322 Raybe’l-Menûn) sözüne gelince ise ansızın gelip, ne vakit meydana) ريب المنون geleceği yakinen bilinemeyen ölüm hadisesidir.323 Burada “ölümün” “ريب” (şüphe) sözcüğüyle adlandırılmasının nedeni, (söz sahibinin) onun meydana gelişiyle ilgili bir şüphe içinde olması değildir; bilakis meydana geleceği zamanla ilgili bir şüphe içinde olmasıdır. Çünkü insan “ölümle” ilgili gerçekleşmesi yönünden değil, vakti yönünden her zaman bir “ريب” (şüphe) içindedir.324 es-Süddî, “Rayb” kelimesi Kur’ân’da şüphe ve tereddüt manasında olduğunu söylemiştir. Yalnız et-Tûr sûresi’ndeki bir yer müstesnâdır. Orada geçen “Raybe’l- Menûn” ibaresi, zamanın olayları ve musibetleri demektir.325 el-Menûn kesmek manasına gelen “men” kökünden olup “ölüm” manasındadır. Ömürleri kestiği için bu ismi almıştır.326 İbn Abbas’ın açıklamasına göre de “ölüm” 320 et-Tûr, 52/29. 321 el-Hakka, 69/42. 322 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., 298. Ayrıca bkz: el-Bakara, 2/2. 323 İbrâhîm, a.g.e., 215. 324 es-Semîn el-Halebî, a.g.e., II, 147. 325 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 72. 326 es-Sâbûnî, a.g.e., 1231. 55 manasındadır.327 ريب المنون (Raybe’l-Menûn) ifadesinin dehrin helak edici felaketleri anlamına geldiği de söylenmiştir.328 Kur’ân’da şöyle zikredilmiştir: ُنو ن َّبُص ب ه َرْيَب اْلَم َِ نََّت َ ِ ا َْ أَْم َيُقولُوَن Yoksa onlar, “ O bir şairdir; onun, zamanın felaketlerine uğramasını bekliyoruz” mu diyorlar?329 Ahlâm) Kelimesi) احَلم .2 ,el-Hilm) öfkenin harekete geçmesi, kabarması durumunda nefsi ve tabiatı) الحلم seciyeyi zapt etmek, tutmak veya bunlara hâkim olmak demektir.330 Çoğulu ise “احَلم” şeklinde gelir.331 İbn Manzûr الحلم (el-Hilm) kelimesinin akıl manasına geldiğini söylemiştir. Cemisi ise “احَلم” (ahlâm) ve “حلوم” (hulûm) şeklinde gelmektedir.332 Bu kelimenin rahmeti, merhameti, yumuşak başlılığı, hoşgörüyü, affı çağrıştıran manaları içeren bir kelime olduğu da söylenmiştir.333 Yüce Allah şöle buyurur: ُهْم أَْحََلُمُهم بَهَذا أَْم ُهْم َقْو م َطاُغونَ ُِ أَْم َتْأُم “Yoksa onlara bunu (bu çelişkiyi) akılları mı emrediyor, ya da onlar azgın bir topluluk mudurlar?”334 Burada geçen “احَلم” (ahlâm) sözcüğünü “akıl” anlamında olduğu söylenmiştir.335 Sâbûnî de “احَلم” (ahlâm) kelimesini “akıl” manasına gelen “حلم” 327 İbn Abbas, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Kerîm, Muessesetu’l-Kutubi’l-Sekâfiyye, Beyrût, 1411/1991, s. 469. 328 Özkazancıgil, a.g., s. 214. 329 et-Tûr, 52/30. 330 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., 183. 331 es-Semîn el-Halebî, a.g.e., I, 516. 332 İbn Manzûr, a.g.e., XII, 146. 333 Soyalan, a.g.e., s.153. 334 et-Tûr, 52/32. 56 (Hulm) kelimesinin çoğulu olduğunu söylemiştir.336 “حلم” (Hilm) sözcüğü hakikatte “akıl” anlamına gelmez. Ama akıllılığın nedenlerinden biri olmasından dolayı onu akıl anlamında tefsîr etmişlerdir.337 احَلم (Ahlâm) kelimesi rüyâlar anlamında da kullanılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle geçmektedir: َ ن ُلوْا أَْضَغاُث أَْحَلٍَم َوَما َنْحُن بَتْأ وي ل اْلَْحَل َم بَعا ل مي Karmakarışık rüyalar, biz böyle“ َقا rüyaların yorumunu bilenler değiliz dediler.”338 el-Musaytırûn) Kelimesi) المَيطِون .3 el-Musaytır) bir şeyi kontrol) ”المَيطِ“ el-Museytir) kelimesi ile) ”المسيطِ“ altında tutmak, onun durumlarını yakından tetkik edip amelini yazmak maksadı ile o şeye egemen olan, musallat olan demek olup, kökü de “ِسط” (setr) kelimesinden gelmektedir. Çünkü kitap satır satır yazılır.339 Bu durumda olan birisinin yaptığı işe museytır) “egemen, musallat olan” denilir. Yahud da “bizim üzerimize egemen) ”مسيطِ“ oldun, musallat oldun” manasında “سيطِت َلينا” (seytarte ‘aleynâ) ifadesi kullanılır.340 ” مسيطِ“ el-museytırûn) kelimesi, “bir şeye hakim olan” manasına gelen) ”المسيطِون“ (museytır) kelimesinin çoğuludur.341 Kur’ân-ı Kerim’de şöyle geçmektedir: 335 İbnu’l-Cevzî, Cemâlu’d-Dîn Ebu’l-Ferac ‘Abdu’r-Rahman b. ‘Alî b. Muhammed, Tezkiratu’l-Erîb Fî Tefsîri’l-Ğarîb-Ğarîbu’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dâru’l-Mektebete’l-‘İlmiyye, Beyrût, 1425/2004, s. 373. Ayrıca bkz: er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., 184-185. 336 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1231. 337 es-Semîn el-Halebî, a.g.e., I, 448. 338 Yusûf, 12/44. Bkz: el-Enbiyâ, 21/5. 339 İbn Manzûr, IV, 364. 340 ez-Zeccâc, a.g.e., V, 66. 341 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1231. 57 ٍِ ْي ط ََ َلْي هم بُم ََ ”!Onların üzerinde bir zorba değilsin“ لَّْسَت 342 Bu âyette geçen ”musaytır) “sen onların üzerinde bir koruyucu, muhâfız değilsin) ”مَيطِ“ anlamındadır.343 Sullem) Kelimesi) سلم .4 sullem) kelimesi yüksek yerlere vâsıl olmada, ulaşmada veya erişmede) سلم vasıta edinilen344 ve kendisinde selâmet üzere olmanın umulduğu bir araç olarak açıklanmıştır.345 Bu kelimenin açıklamasında Ragıb el-İsfahânî “سبب” (sebeb) sözcüğünü kullanmıştır.346 “السبب” (es-Sebeb): kendisiyle hurma ağacına çıkılan veya tırmanılan ip anlamına gelmektedir. Çoğul olarak da “اَلسباب” (el-Esbâb) şeklinde gelmektedir.347 سلم (sullem) kelimesini Mahmud Çanga ise merdiven olarak açıklamıştır.348 Özellikle develer için ağaçtan yapılan bir çeşit özengiye bu ismin verildiği de söylenmiştir.349 Bu kelime Kur’ân’da şöyle geçmektedir: ٍ ن ُ مْسَت مُعُهْم بُسْلَطاٍن ُم بي َّل م َيْسَت مُعوَن في ه َفْليْأ ت Yoksa onlara mahsus bir merdiven“ أَْم َلُهْم ُس var da (çıkıp) ondan dinliyorlar mı? Öyleyse dinleyenleri, açıklayıcı bir delil getirsin.”350 Meğram) Kelimesi) مغِم .5 ,el-ğurm) İşlediği bir suçtan ya da ettiği bir hıyânetten dolayı değil de) الغِم başka bir nedenle bir kimsenin malının başına gelen zarar demektir.351 Gerek kefalet ve yardımlaşma, açık ve gizli sözleşme, yahut kefalet ve zorunlu bir iltizam ile verilen 342 el-Ğâşiye, 88/22. Ayrıca bkz: et-Tûr, 52/37. 343 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., 339. 344 İbn Manzûr, a.g.e., XII, 299. 345 es-Semîn el-Halebî, a.g.e., II, 249. 346 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 352. 347 bkz: Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 323. 348 Çanga, a.g.e., s. 251. 349 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 75. 350 et-Tûr, 52/38. Bkz: el-En’âm, 6/35. 351 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 540. 58 herhangi bir zarar-ziyana denilir.352 مغِم (Meğram) kelimesinin, karşılanması gereken zarar ziyan, tazmin sorumluluğu anlamına geldiğide söylenmiştir.353 Tütkçe’de bu ifade “ziyan vermek” veya “cereme vermek” diye karşılanır.354 Ceremenin aslı cerimedir. İşlenen bir suç sebebiyle alınan vergi veya para cezası demektir. Ancak sonradan bu isim, haksızca alınan her şeyi ifade eder olmuştur.355 Fiil olarak ise ödenmesi gereken bir şeyi, (bir diyeti) kendisi için mecburi hale geldikten sonra ödedi anlamında “غِم كذا” şeklinde kullanılır.356 Bu fiilin mastarı “غِم” veya “مغِم” şeklinde kullanılır. 357 المغِم (el- meğram) kelimesi ise borç anlamına gelmektedir.358 Bu kelimenin ism-i Fâili الغارم (el- ğârim) şeklinde olup, borçlu, borç isteyen anlamına gelir. Çoğulu ise غارمون، غِمين şeklinde gelmektedir.359 Bir de bu kelimeden “غِاما ت” (garâmât) kelimesi vardır ki, kişinin kendisine borç olmayan bir şeyi üstlenmesine denilir.360 Kur’ân-i Kerîm’de ise şu şekilde geçmektedir: ُّمْثَقُلونَ ٍم َِ َّمْغ من Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu“ أَْم َتْسأَلُُهْم أَْجِا َفُهم yüzden onlar ağır bir borç altında eziliyorlar mı?”361 Kisfen) Kelimesi) كسفا .6 .el-kisfetu) bulut, pamuk ve benzeri, seyrek ve değişebilen cisimlerdendir) الكسفة Çoğulu (kisefun) şeklinde gelir.362 كسف Kur’ân’da şöyle geçmektedir: 352 Soyalan, a.g.e., s. 208. 353 Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, Ensar Neşriyat, İstanbul 2015. s. 333. 354 Soyalan, a.g.e., s. 208. 355 Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., VII, 4564. 356 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e.,s. 540. 357 İbn Manzûr, a.g.e., XII, 436. 358 Özkazancıgil, a.g., s. 214. 359 Çanga, a.g.e., s. 348. 360 Hicazî, Muhammed Mahmud, Furkan Tefsiri, çev: Mehmet Keskin, İlim Y., İstanbul, t.y., VI, 61. 361 et-Tûr, 52/40. Ayrıca bkz: et-Tevbe, 9/60, 98, el-Vâkı’a, 56/66, el-Kalem, 68/46. 362 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., 649. 59 ُكو م َّم ُلوا َسَحا ب َّسَما ء َسا قط ا َيُقو ِْ كْسف ا مَن ال ْوا َِ Onlar gökten bir parçayı düşerken“ َو إن َي görseler birbiri üstüne yığılmış bir bulut” diyecekler.363 Kesefe) fiilinin bir de kesmek manasına geldiğini söyleyenler) ”كسف“ olmuştur.364 Ebû Zeyd şöyle demiştir: “elbiseyi parça parça kestim anlamında “كسفت الثوب” (keseftu es-Sevbe) denildiğini söylemştir.365 İbn Manzûr da “Devenin urkubunu (kuyruk) kestim” anlamında “ كسفت َِقوب keseftu ‘urkûbe’l-İbil) denmiştir.366) ”اَلبل et-Taberî “كسفا” (kisefen) kelimesini sükunla “كسفا” (kisfen) şeklinde de geldiğini rivayet etmiştir.367 ”سدرة“ kisfetun) sözünün çoğuludur. Bu bakımdam) ”كسفة“ kesifun) ise) ”كسف“ (sidratun) ve “سدر” (siderun) sözcüklerine benzer.368 Merkûm) Kelimesi) مِكوم .7 (merkûm) ”مِكوم“ rakame) üst üste katlamak, kümelemek manasındadır.369) ركم kelimesi ise ism-i mef’ul olup, “Üst üste yığılmış veya toplanmış bulutlar” anlamındadır.370 er-Rukâm) kelimesi ise, bir parçası diğer parçasının üzerine atılmış371 veya) الِكام konunmuş şey anlamına gelmektedir.372 الِكام (er-Rukâm) kelimesinin küme, tabaka, yığın manası da vardır.373 363 et-Tûr, 52/44. Ayrıca bkz: el-İsrâ, 17/92, eş-Şu’arâ, 26/187, er-Rûm, 30/48. 364 İbn Manzûr, a.g.e., IX, 299. 365 es-Semîn el-Halebî, a.g.e., III, 464; er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., 649-650. 366 İbn Manzûr, a.g.e., IX, 300. 367 et-Taberî, a.g.e., XV, 161. 368 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., 649-650; es-Semîn el-Halebî, a.g.e., III, 465. 369 Çanga, a.g.e., s. 219. 370 İbrâhîm, a.g.e., s. 210. 371 es-Semîn el-Halebî, a.g.e., II, 123. 60 rukâm) sözcüğü ayrıca “kumu” ve “orduyu” nitelemek için de) ركام kullanılmıştır.374 er-Rukmetu) “Birikmiş, (üst üste yığılmış) balçık, çamur veya toprak) الِكمة anlamına gelmektedir.375 İçinde bir “ركمة” (rukmetun) yani üst üste yığılmış, birikmiş veya toplanmış bir iz olan, yolun ana kısmına veya ortasına مِتكم الطِيق (murtekemu’t- tarîk) denilir.376 Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle geçmektedir: ُكو م ِْ َّم ُلوا َسَحا ب قط ا َيُقو َّسَما ء َسا ْوا كْسف ا مَن ال َِ Gökten düşen bir kütle görseler üst“ َو إن َي üste yığılmış bulutlardır” derler.377 II- SÛRENİN TEFSÎRİ A- KENDİSİNE YEMÎN EDİLEN VARLIKLAR (1-6. ÂYETLER) 1. 1-6. Âyetler َّمنُشورٍ (3) َواْلَبْي ت اْلَمْعُمو ر (4) ٍ ق ٍ ر(2) ف َر ُطو َّمْس َوالطُّو ر (1) َو كَتاٍب ِ اْلَمْسُجو ر (6) ُفو ع (5) َواْلَبْح ِْ ف اْلَم َّسْق َوال 2. Âyetlerin Meâli 1. Andolsun o Tur’a, 2. Satır satır yazılmış bir Kitab’a, 3. Yayılmış ince deri üzerine, 4. Beyt-i Ma’mûr’a, 5. Yükseltilmiş tavana. 6. ve kızdırılıp kaynatılmış taşkın denize. 3. İçerdiği Konular ve Tefsiri Yüce Allah altı şey üzerine kasem (yemin) ederek Peygamberleri vasıtasıyla haber verdiği azabın mutlaka geleceğini ve onu engelleyebilecek hiçbir gücün 372 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., 295. 373 Çanga, a.g.e., s. 219. 374 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., 295. 375 İbn Manzûr, a.g.e., XII, 251. 376 er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e., 295. 377 et-Tûr, 52/44. Ayrıca bkz: el-Enfâl, 8/37, en-Nûr, 24/43. 61 bulunmadığını bildirmektedir. Üzerine yemîn edilenlerle nelerin kastedildiği ve bunların yemin konusu ile bağlantısı hakkında değişik açıklamalar yapılmıştır.378 Kur’ân’da Yüce Allah’ın, bir olay veya bir konuyu izah ederken bazı şeylere yemin ettiği görülebilmektedir. Bu ya açıklamak istenen şeyin ehemmiyetine, ya onun ahlâk ve fazilet üzerindeki olumlu tesirine, ya da aile ve toplumu daha iyiye, güzele ve düzene yönlendirmeye yöneliktir. Bir kelimenin, varlığın veya bir şeyin önemini belirtmek için ona yemin etmek, Arapça’nın üslûp tarzındandır. Dolayısıyla bu sûrede de, bu metot uygulanmıştır. 1. Tûr Müfessirlerin büyük çoğunluğu, 1. âyette geçen ve Nabât dilinde dağ anlamına gelen379 Tûr kelimesini (Kur’ân’daki kullanımları dikkate alarak) Hz. Mûsâ’ya peygamberlik görevinin tebliğ edildiği kutlu dağ (Sînâ dağı) anlamıyla açıklamışlardır. Yüce Allah bu dağın şerefini yüceltmek, değerini yükseltmek ve ondaki bazı âyetleri (mucize) hatırlatmak üzere ona yemin etmektedir.380 Bazı müfessirler ise bu kelimenin kök anlamlarından olan “uçma” manasıyla bağ kurarak “gayb âleminden duyular âlemine uçup gelenler (İlhamlar, bilgiler, melekler)” yorumu yapmışlardır.381 2. Satır Satır Yazılmış Kitap Eski ve orta çağlarda kutsal ve kıymetli kitapların korunması için ceylan derisine yazıldığı, yapılan ciddi araştırmalardan anlaşılmıştır. Nitekim Tevrat ve İncil’in ince deri üzerine yazılıp rulo halinde havra ve kiliselerde korunduğunu biliyoruz. Ayrıca Kur’ân-ı Ker’îm’in de gerek Ashâb-ı Kirâm, gerekse onlardan sonra bir iki asır içinde ceylan derisi üzerine itinayla yazılıp muhafaza edildiği de bir gerçektir.382 İkinci ve üçüncü âyetlerde bahsedilen “kitap”la ilgili olarak birçok yorum yapılmıştır. Bu kitabın satır satır yazılması, muntazam olarak yazılması anlamındadır. 378 Geniş bilgi için bkz: er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 193-194. Ayrıca bkz: İbn Kayyim el-Cevziyye, et- Tibyân fî Aksâmi’l-Kur’ân, Dâru İhyâi’l-‘Ulûm, Beyrut, 1409/1988, s. 19-21. 379 Mukâtil b. Süleymân, a.g.e., III, 272. 380 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 58. 381 el-Beydâvî, a.g.e., II, 433. 382 Yıldırım, a.g.e., XI, 5835. 62 Zîrâ satır satır yazılan harflerin tertibidir.383 Zemahşerî ise bu Allah Teâlâ’nın Mûsâ’ya yazdığı ve yazarken de kalemin çıkardığı sesi duyduğu kitap olduğunu söylemiştir.384 Bir başka görüşe göre ise bu Kur’ân-ı Kerîm’dir.385 Çünkü Tevrât, Sînâ’daki bir dağda vahyedildiği gibi, Kur’ân da Mekke’deki Nûr dağında vahyedilmeğe başlamıştır.386 Hz. Muhammed (s.a.s.)’den önce indirilmiş ilahi kitaplar,387 yaratılmışlarla ilgili bütün bilgilerin kayıtlı bulunduğu Levh-i Mahfûz388 ve meleklerin göreviyle ilgili olarak Levh-i Mahfûz’dan istinsâh edilmiş kısımlar olduğu da rivayet edilmiştir.389 el-Ferrâ da haşr günü insanların dünyada yapıp ettiklerini ayrıntılı olarak görecekleri amel defteri olduğunu belirtmiş ve kimisi kitabını sağ taraftan alacak, kimisi de sol taraftan alacaktır diye rivayet etmiştir.390 Bunun benzeri bir âyet de şöyledir: ُج َلُه َيْوَم اْل قَياَم ة كَتاب ا َيْلَقاُه َمنُشور ا ِ Kıyâmet günü de ona yayılmış bir halde karşısında“ َونُْخ bulacağı bir kitap çıkarırız.”391 Yine bir başka âyet de ise şöyle buyrulmuştur: ُحُف َُّ َو إَذا ال َِ ْت ش Defterler açıldığı zaman.”392 Taberî ise bunun sahifeler olduğunu açıklamıştır.393“ نُ Burada “kitap” kelimesiyle Kur’ân-ı Kerîm’in kastedildiği yorumu yapanlar, sûrenin indiği sıralarda Kur’ân’ın bu şekilde yazılmaya başlandığını söylemişler veya tamamı açısından ileride yazılacağına işaret bulunduğunu belirtmişlerdir.394 Kuşeyrî ise kitap ile ilgili şu yorumları yapmıştır: 383 Ebu’s-Su’ûd, a.g.e., VIII, 146. 384 ez-Zemahşerî, a.g.e., IV, 22. Ayrıca bkz: el-Beğavî, Ebû Muhammed el-Huseyin b. Mes’ûd el-Ferrâ, Meâlimü’t-Tenzîl, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1413/1992, IV, 236; el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 59. 385 İbn ‘Acîbe el-Haseni, el-Bahru’l-Medîd fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd, Çev: Dilaver Selvi (Kur’ân’ın Tefsiri ve Tasavvufî İşaretleri) Semerkand Yay., İstanbul, 2014, IX, 408. 386 Ateş, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1989. IX, 76. 387 İbn ‘Atiyye, Ebû Muhammed ‘Abdu’l-Hakk b. Ğâlib, el-Muharraru’l-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l- ‘Azîz, y.y., 1411/1991, XV, 230. 388 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 57. 389 er- Râzî, a.g.e., XXVIII, 239. 390 el-Ferrâ, a.g.e., III, 91. Ayrıca bkz: es-Sa’lebî, Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrâhîm, el-Keşf ve’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut, 1425/2004, V, 573, Hicazî, a.g.e., VI, 55. 391 el-İsrâ, 17/13. 392 et-Tekvîr, 81/10. 393 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 15. 394 Hayreddin Karaman ve dğr, a.g.e., V, 143. Ayrıca bkz: er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 240. 63 Birincisi, Bu kitap, Allah’ın kullarına merhamet etmeyi üzerine aldığına dair yazdığıdır. İkincisi, “Rahmetim, gazabımın önüne geçmiştir” sözüdür.395 en-Nesefî “satır satır yazılmış kitap”ın Kur’ân olduğunu ve diğer kitaplara karşı üstün olduğunun gösterilmesi için nekra olarak geldiğini rivayet etmiştir.396 Elmalılı Hamdi Yazır ise, Tûr’dan sonra bu kitabı mestûr’un Tevrat olması tebâdür ederse de, َّمْسطُور َّمْسطُور marife olarak değil nekre olarak واَل كَتاب ال buyurulması, bunun َو كَتاب henüz tanınmadık başka bir kitap olduğunu gösterir demiştir.397 3. Beyt-i Ma’mûr Dördüncü âyette geçen “el-Beytu’l-Ma’mûr” tamlaması hakkında birçok yorum vardır: Beyt-i Ma’mûr’un göktekiler için, yerdekilere nisbetle Kâbe-i Muazzama gibi olduğu söylenmiştir.398 Buhârî’de bulunan uzun bir İsrâ hadisinde, “Sonra bana Beyt-i Ma’mûr arzolundu. Ben, “Ey Cebrâîl! Bu nedir?” dedim. O, “Bu, Beyt-i Ma’mûr’dur” dedi. “Ona her gün yetmiş bin melek girer. Bir defa oradan çıktılar mı, bir daha oraya dönmezler. Bu onların (ilk ve) son girişidir.”399 diye rivayet edilmiştir. Beyt-i Ma’mûr, dünya semasında Ka’be’nin tam hizasında, eni ve boyu aynı olan bir yer olup, bunun yüksekliği, yer ile gök arası kadardır.400 Taberî mechul bir zât yoluyla Enes’ten, Hz.’Alî’den ve Katâde’den rivayet edildiğine göre Beyt-i Me’mûr, gökte tam Ka’be’nin karşısında bulunan bir mescidin adıdır.401 Bir diğer yoruma göre bu Ka’be’nin ismidir. Bu yorumda ma’mûr kelimesinin, “gelen gideni çok olan, ziyaretçileriyle şenlenen ve bakımlı yer” manaları esas alınmıştır.402 Hasan-ı Basrî’den rivayet edildiğine göre ise Ka’be’nin kendisidir. Yüce Allah burayı her yıl 600.000 kişi ile imar eder. Eğer insanlar bu kadar sayı 395 el-Kuşeyrî, Letâifu’l-İşârât, el-Hey’etu’l-Mısriyyetu’l-‘Âmme li’l-Kitâb, y.y., 1973/1483, III, 471. 396 en-Nesefî, a.g.e., IV, 189. 397 Elmalılı, a.g.e., VII, 4551. 398 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1227. 399 el-Buhârî, Bed’ul’-Halk; 5, (hadis no:2998); Ahmed Davutoğlu, Sahîh-i Müslim, Ahmet Sait Matbaası, İstanbul, 1974, II, 99. 400 Mukâtil b. Süleyman, a.g.e., III, 282. 401 et-Taberî, a.g.e., XXII, 16. 402 ez-Zemahşerî, a.g.e., IV, 22. 64 tamamlamayacak olurlarsa, Allah bu sayıyı meleklerle tamamlayacağını söylemiştir.403 Yüce Allah’ın yerüzünde kullar için koyduğu ilk ev odur, diye de rivayet olunmuştur.404 Âyette kast edilen Beyt’in Ka’be veya Tûr’la ilgili olarak Mescid-i Aksâ olması tercihe şayandır. Nitekim Ümm-i Seleme (r.anhâ), “Hac sırasında hasta olduğumu Rasûlüllâh’a arzettim. Rasûlüllah bana “İnsanların arkasından deveye binerek tavâf et” buyurdu. Öylece tavâf ettim. Rasûlüllah’da Beyt’in yanında namaz kılıyor, “Ve’t-Tûr ve Kitâbin Mestûr…” sûresini okuyordu hadisini rivayet etmiştir.405 Hz. Peygamber’in Ka’be’nin yanında bu sûreyi okuması Beyt ile Kâbe’nin kastedildiğine işaret olabilir. Beytu’l-Ma’mur ile mü’minin kalbi de kastedilmiş olabilir ki kalp, kişinin Allah’ı tanıması ve O’na tam bir teslimiyet göstermesiyle ma’mûr olur. Ma’mûrluğu da marifet ve ihlas iledir, diye bir yorum da vardır.406 4. Yükseltilmiş Tavan Yüce Allah, dünya üstündeki kutsal yerlere işaret edip bunların önemini vurguladıktan sonra “Beyt” ile çağrışımlı olarak tavan gibi dünya’yı kaplayan göğe, o yüksek semaya ve güneşler, aylar, sabit ve hareketli yıldızlar ve sayılarını Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği nice âlemler gibi göğün ihtiva ettiklerine yemin ederek, gökteki kudretine işaret buyurmaktadır.407 Aynı zamanda belli bir plana göre düzenlenip korunduğu belirtilmekle ve kurulu düzenin mükemmelliğine işaret edilmektedir.408 Evin tabanı ve tavanı vardır. Bu Beyt-i Ma’mûr’un tabanı Ka’be, tavanı da göktür. Onun için Beyt ile çağrışımlı olarak “es-Sakfu’l-Marfu” yani yükseltmiş tavana yemin edilmektedir. Yükseltilmiş tavan, Dünyayı bir tavan gibi koruyan göktür.409 Mukâtil b. Süleyman bir açıklama yaparak şöyle demiştir: “Allah gökleri 500 yıllık bir mesafe kadar yerden yükseltmiştir.”410 Şu âyet de bu manayı desteklemektedir: َّس َماء َسْقف ا َوَجَعْلَنا ال ُضونَ ِ ْن آَيا تَها ُمْع ََ َّمْحُفوظ ا َوُهْم “Gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise O’nun 403 Elmalılı, a.g.e., VII, 4551. 404 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 60. 405 el-Buhârî, Kitâbu’t-Tefsîr, bap no 10. 4033. 406 el-Beydâvî, II, 433; Bkz: el-Kuşeyrî, III, 472; Abdurrahman Küçük, “Beytu’l-Ma’mûr”, DİA, VI, 94-95. 407 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 57. 408 Yıldırım, a.g.e., XI, 5836. 409 Ateş, a.g.e., IX, 77. 410 Mukâtil b. Süleyman, a.g.e., III, 282. 65 ayetlerinden yüz çeviriyorlar.”411 Hz. Alî, Mücâhid ve Süddî de bu görüştedirler. 412 Yüce Allah ona tavan adı vermektedir. Çünkü yere nisbetle sema, eve nisbetle tavan gibidir. İbn Abbas’a göre sözü edilen bu tavan arştır. O’da cennetin tavanı olduğunu açıklamıştır.413 Bu konudaki bir rivayete dayanarak bazı müfessirler, bununla arşın kastedildiği yorumunu yapmışlardır.414 Rabî’ b. Enes de burada Arşın kastedildiğini söylemiş ve “Arş bütün yaratıkların tavanıdır” diye bir açıklama yapmıştır.415 5. Kaynatılmış Deniz Göğe yemin edildikten sonra, gökle çağrışımlı olarak denize, fakat denizin normal durumuna değil, olağanüstü bir durumuna yemin edilmektedir. Altıncı âyette geçen “el-Bahru’l-Mescûr” ifadesi “Arşın altında bulunan deniz” anlamına gelmektedir.416 Rebi’ b. Enes bu ifadeyi açıklamak için, “Arşın altındaki sudur ki, yeniden diriltilecekleri günde kabirlerinden cesedleri diriltecek olan yağmur buradan iner” demiştir.417 “el-Bahru’l-Mescûr”un serbest bırakılmış deniz demek olduğu da söylenmiştir.418 Cumhûr ise bunun dünyada görmekte olduğumuz deniz olduğunu söylemişlerdir.419 “Mescûr” kelimesi farklı manalara gelmektedir: Birincisi: Mücâhid, Kızdırılmış, alevlenmiş manasında olduğunu açıklamıştır.420 Kur’ân-ı Kerim’de geçen ْت َِ Denizler kaynatıldığı zaman” âyeti de bunu“ َوإذَ ا أْل بَحارُس ج desteklemiştir.421 Kıyamet gününde denizlerin suları kaynatılıp ateş kesilecek veya suları savrulup denizler boşaltılacaktır anlamına geldiği de söylenmiştir.422 Mu’min 411 el-Enbiyâ, 21/32. 412 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 18. 413 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 61. 414 eş-Şevkânî, a.g.e., V, 94; Elmalılı, VII, 4551-4552. 415 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 405. 416 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 20. 417 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 405 418 Ateş, a.g.e., IX, 77. 419 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 405. 420 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 61. 421 et-Tekvîr, 81/6. 422 Ateş, a.g.e., IX, 77. 66 sûresinde ise bu kelime edilgen haliyle “yakılma” manasına kullanılmıştır. َّم ف مي م ثُ ف اْلَح ونَ ُِ َّنا ر يُْسَج ”.Kaynar suda; sonra ateşte yakılacaklar“ ال 423 İkincisi: Boş anlamına geldiği de söylenmiştir.424 İbn Abbas’tan gelen rivayete göre de o, bu âyeti “boş deniz” şeklinde yorumlamış; bir ümmetin yağmur duasına çıktığını, döndükleri zaman ise havuzun boşluğunu (boş oluşunu) kastederek إن الحوض Hakikaten havuz boştur” dediklerini rivayet etmiştir.425“ مسجور Üçüncüsü: Dolgun, taşkın manasındadır.426 Katâde de “mescûr” kelimesine dolan anlamı vermiştir.427 Taberî ise bu anlamı tercihle onun bugün yakılmamakta ve dolu olduğunu söylemiştir.428 Beydâvî ise, dolu anlamı vererek onun okyanus olduğunu açıklamıştır.429 Mevdûdî ise dolu ve dalgalı manasını vermiştir.430 Dördüncüsü: Tutulmuş, hapsedilmiş manasındadır.431 Denizlerin, dünyanın düzenini bozacak şekilde taşmalar yapmasının engellemesine işaret edilmiştir.432 İbn Abbas’tan rivayetle Ali b. Ebû Talha ve Suddî de aynı görüştedirler. Ahmed b. Hanbel’in Hz. Ömer’den rivayet ettiği bir hadis de bu anlamı kanıtlar: “Hiç bir gece yoktur ki deniz, üç kez yere bakar da dünyanın üstüne boşalıp yaratıkları boğmak ister; fakat Allah ona engel olur.433 Bunun “akıtılmış olan” anlamına geldiği de söylenmiştir. Yüce Allah’ın ْت َِ اَذا أْل بَحاُرُف ج Denizler akıtıldığı“ َو zaman”434 sözü de bunu desteklemektedir. Beşincisi: Karışık, manasına gelmektedir.435 423 el-Mu’min, 40/72. 424 İbn Atıyye, a.g.e., XV, 233. 425 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 405. 426 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 19. 427 İbn Atıyye, a.g.e., XV, 233. 428 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 20. 429 el-Beydâvî, a.g.e., II, 433. 430 el-Mevdûdî, a.g.e., V, 528. 431 İbn Atıyye, a.g.e., XV, 233. 432 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 18-19. 433 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 405. 434 el-İnfitâr, 82/3. 435 el-Mâverdî, a.g.e., V, 379. 67 Altıncısı: Tûrdan söz edilmesi, Firavun’un boğulduğu denizin de olduğu söylenebilir.436 Burada semada arşın altında bulunan bir denize437 veya cehenneme yemin edilmiştir.438 Taberî burada geçen (mescûr) kelimesinin “yakma” ve “dolma” manasında olduğunu söylemiştir. Bu manalardan birincisi dünyadaki denizlere uymadığı için “dolu deniz” manası verilmesinin doğru olacağını belirtmiştir.439 Buna “البحِ المسجور” (el-Bahru’l-Mescûr) adı verilmesinin sebebi, suyunun içilmemesi ve onunla ekin sulanmamasıdır. Kıyamet günündeki denizler de böyledir. İbn Ebû Hâtim bunu Alâ b. Bedr’den nakletmiştir. Saîd b. Cübeyr’den rivâyete göre o, bu âyeti salıverilmiş denize andolsun şeklinde tefsir etmiştir.440 B- ALLAH’IN AZABININ KAFİRLERE MUTLAKA GELMESİ (7-10. ÂYETLER) 1. 7-10. Âyetlerin Metni ُِ اْل جَباُل َسْيِ ا (10) َّسَماء َمْور ا (9) َوَتسي ٍ ع (8) َيْوَم َتُموُر ال ف َذاَب َر ب َك َلَوا ق ع (7) َما َلُه من َدا ََ َّن إ 2. Âyetlerin Meâli 7. Rabbinin azabı elbette gerçekleşecektir. 8. Onu önleyecek biri yoktur! 9. O gün gök bir çalkanışla çalkalanır. 10. Dağlar da bir yürüyüş yürür. 3. İçerdiği Konular ve Tefsiri Bu iki âyetin gerek ses tonu, gerekse sonlarının telaffuzu kesin ve kat’iyet ifade etmekte ve insana söz konusu edilen hususun muhakkak geleceğini ve onu engelleyecek ve ondan koruyacak hiçbir gücün bulunmadığını anlatmaktadır. Bu ifade tonları, insan hissine hiçbir engele çarpmadan aktığı zaman insanı derinden sarsar ve lime lime eder.441 436 İbn ‘Aşûr, a.g.e., XXVII, 39-40; Elmalılı, a.g.e., VII, 4552. 437 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 20 438 İbn ‘Atıyye, a.g.e., V, 187 439 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 18-19 440 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 405. 441 Seyyid Kutub, Fî zilâli’l-Kur’ân, Hizmet Yay., İstanbul, t.y., XIV, 93. 68 Yedinci âyette geçen “Rabb’inin azabı elbette vaki olacaktır” buyruğu, bundan önce geçen kasemlerin cevabı olarak gelmiştir.442 Katâde, bu âyette de kasem olduğunu söylemiştir.443 İbnu’l-Cevzî, müşriklere azabın hak olduğuna dair Yüce Allah’ın bir yemini olduğunu söylemiştir.444 Rabb’inin azabından murat ahirettir. Çünkü burada hitap olunanlar, iman edenler değil, onu inkar edenlerdir. İnkar edenler içinde ahiretin gelişi elbetteki bir azaptır. Bu yüzden, ona kıyamet veya ahiret ya da ceza günü denmesi yerine, “Rabb’inin azabı” denmiştir.445 İbn Kesîr “İşte bu hakkında yemin edilen şeydir. Yani mutlaka bu azab kafirlere gelip çatacak ve onların tepelerine inecektir” şeklinde açıklayarak, Hafız Ebû Bekr b. Ebi’d-Dünya’nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bir gece Hz. Ömer Medine’de bekçilik yapmak üzere dışarı çıkmıştı. Müslümanlardan bir adamın evinin yanından geçti. Onun namaza durmuş olduğu bir zamana denk geldi. Bunun için Hz. Ömer de durup onun kırâatini dinlemeye başladı. O da: “And olsun Tûr’a” buyruğunu “Rabb’inin azabı elbette vakî’ olacaktır, onu önleyebilecek yoktur” buyruğuna kadar geldi. (Ömer) dedi ki: Kâbe’nin Rabb’ine yemin olsun ki bu gerçek bir yemindir. Sonra eşeğinden inip bir duvara yaslandı. Bir süre daha bekledikten sonra evine geri döndü. Hasta olduğu için bir ay boyunca insanlar onun ziyaretine gidip gelmişler ve hastalığın da ne olduğunu bilmemişlerdir.446 Bu rivayet söz konusu âyetlerin Hz. Ömeri ne kadar etkilediğini göstermektedir. Ebû Hayyân buradakı ilk “vav” yemin için gelmiş, sonrakiler ise atıf için olduğunu söylemiştir. Azab’ın Rabb kelimesine izafet edilmesinde bir incelik vardır. Âyetin sonunda yer alan “واقع” (Vâki’) “vuku’ bulucudur” kelimesi, “كائن” (Kâin) “olucudur” kelimesinden daha vurguludur. Sanki o azabın yüksek bir yerde hazırlanmış olduğunu, kimin başına inecekse hemen onun üzerine düşeceğini bildirmiştir.447 Bu âyette müminin yüreğini etkileyecek hadiseler zikredilmektedir. Şöyle ki, Cubeyr b. Mut’im’in şöyle dediği rivayet olunmuştur: “Bedir savaşındaki esirler 442 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 62. 443 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 20. 444 İbnul-Cevzî, a.g.e., VIII, 48. 445 el-Mevdûdî, a.g.e., V, 528-529. 446 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 406. 447 Ebû Hayyân, a.g.e., VIII, 47. 69 hakkında Rasûlüllâh’la konuşmak için Medine’ye geldim. Onu sabah namazında Tûr sûresi’ni okurken buldum. Sesi mescidden çıkıyordu. “Şüphesiz Rabb’inin azabı meydana gelecektir” anlamındaki âyete varınca, onu duyduğumda sanki kalbim eridi. Bu olay gönlüme İslâm’ın ilk girişidir. Azabın inivermesinden korkarak müslüman oldum. Bana azap inmeden, oturduğum yerden kalkmayacağımı zannediyordum.448 Bu olayın bir benzeri de Erkâm’ın evine varıp da Hz. Peygamber’i “Tâhâ” sûresi’ni okurken dinlediğinde Hz. Ömer’in başına gelmiştir. Kalbi yumuşadı ve müslüman oldu. Kabule hazır kalpler en küçük şeylerden müteessir olurlar. Nasihatçi, Kur’ân veya Allah Rasûlü olursa tesiri daha fazla olur; ama kalp katı olunca Ebû Cehil’e faydası olmadığı gibi, ona öğüt de fayda vermez.449 Sekizinci âyette geçen “Onu önleyecek biri yoktur!” ifadesi kimse onu engelleyemez, anlamındadır.450 İbn Kesîr de, Allah onlara bu azabı getirmek istediğinde, onu bertaraf edecek hiçbir kimse yoktur, şeklinde açıklamıştır.451 Kuşeyrî ise âyeti, Allah bir kulu reddettiği zaman, reddine dair hükmü kesinleştirir, şeklinde açıklamıştır.452 Dokuzuncu âyette geçen “O gün gök bir çalkanışla çalkalanır” ifadesini İbn Abbas ve Katâde, hareket ettikçe eder, diye açıklamış ve başka bir görüşe göre ise, onun çatlayıp yarılmasıdır, demiştir.453 Mücâhid de o özel bir şekilde dönmesi;454 Nesefî, değirmen gibi hareketli bir şekilde dönmesi;455 Dahhâk ise, Allah’ın emri ile dönmesi, harekete gelmesi ve dalga dalga bir birinin içine girmesidir, diye açıklamıştır.456 İbnu’l- Cevzî bu âyeti sarsıldıkça sarsılır şeklinde açıklamış; Ebû Ubeyde ise salınır diye yorumlamıştır.457 Onuncu âyette geçen “Dağlar da bir yürüyüş yürür,” ifadesini İbn Kesîr, dağlar saçılıp savrulan toz zerrecikleri haline döner, saçılıp savrularak yok olur, diye 448 el-Beğavî, Ebû Muhammed el-Hüseyin b. Mes’ûd el-Ferrâ, Tefsîru’l-Beğavî, el-Musemmâ Ma’âlimu’t-Tenzîl, b.3., Dâru’l-Ma’rife, Beyrût 1413/1992, IV, 237; İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâi İsmâîl, Muhtasaru Tefsîri İbn Kesîr, Dâru’l-Kur’ân’il-Kerîm, Beyrut, 1402/1971, III, 389. 449 el-Bursevî, İsmâ’il Hakkı, Tefsîru Rûhu’l-Beyân, el-Mektebetu’l-İslâmiyye, İstanbul 1926, IX, 188. 450 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 20. 451 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 406. 452 el-Kuşeyrî, a.g.e., III, 472. 453 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 21. 454 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 406. 455 en-Nesefî, a.g.e., IV, 190. 456 ez-Zâveytî, Muhammed Şukrî Ahmed, Tefsîru’d-Dahhâk, Dâru’s-Selâm, Kâhire 1419/1999, II, 798. 457 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., VIII, 48. 70 açıklamıştır.458 Yani, dağlar ufalanıp yeryüzünden savrulur ve yayılmış toz haline gelir.459 Bir görüşe göre, dağlar yerinden yer ile dümdüz oluncaya kadar,460 ya da bugün bulutların dünyada yürüdükleri gibi yürüyeceklerdir, denilmiştir.461 Nesefî de dağlar havada bulutlar gibi yürür. Çünkü onlar saçılmış toz toprak haline gelmiştir, şeklinde açıklamıştır.462 İşte Allah’ın azabının vaki’ olacağı o gün, gök dehşetten bir sallanıp dönecek, dağlar bir yürüyecek ki yer dümdüz olacak; ne dağ kalacak, ne vadi, ne de tümsek, yüksek dağlar o sarsıntı ile paramparça olup kaldırılacaktır diye de açıklanmıştır.463 Göğün sarsılmasındaki ve dağların yürümesindeki hikmetin, uyarmak ve tekrar dünyaya dönüşün olmayacağını bildirmek için olduğu söylenmiştir.464 C- CEHENNEME GİDECEK OLAN KİŞİLER (11-16. ÂYETLER) 1. 11-16. Âyetlerin Metni َّل ت َ ا (13) َه ذ ه النَّاُر ا َّنَم َد وَن إَلى َنا ر َجَه َُّ َ ن (12) َيْوَم يَُد َ ن (11) الَّ ذيَن ُهْم ف َخْوٍض َيْلَعُبو َفَوْي ل َيْوَم ئذٍ لْلُمَك ذ بي َلْيُكمْ إنََّما تُْجَزْونَ ََ وا َسَواء َ ُِ َْ ب وا أَْو ََل َت ُِ َ ن (15) اْصَلْوَها َفاْص ب و ُِ ِ َهَذاأَْم أَْنُتْم َلَ تُْب َ ن (14) أََفسْح ُبو ُكنُتم بَها تَُك ذ َ ن(16) َما ُكنُتم َتْعَمُلو 2. Âyetlerin Meâli 11. Vay haline artık o gün o yalanlayanların. 12. Ki, onlar daldıkları bir batakta oynayıp duruyorlar. 13. O gün onlar cehenneme itilirler. 14. İşte bu sizin o yalan deyip durduğunuz ateştir. 15. Bu da mı sihir, yoksa siz görmüyor musunuz? 16. Yaslanın ona bakalım, ister sabredin, ister etmeyin, artık hepsi sizin için birdir; sadece yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz. 458 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 406. 459 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1228. Bu âyete bkz: Tâhâ, 20/105. 460 Mukâtil b. Süleymân, III, 283 461 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 63. Ayrıca bkz: en-Neml, 27/88. 462 en-Nesefî, a.g.e., IV, 190. 463 Ateş, a.g.e., IX, 78. 464 el-Beydâvî ve’n-Nesefî ve’l-Hâzin ve İbn ‘Abbâs, Kitâbu Mecmû’a mine’t-Tefâsîr, Dâr İhyâi’t- Turâsi’l-‘Arabî, Beyrût, 1320/1902, VI, 90. 71 3. İçerdiği Konular ve Tefsiri Cenâb-ı Hakk, âyetlerde, inkar edenlerin o günü hiç düşünmeden yaşadıkları dünya hayatının, kalıcı olmadığını ve boş bir uğraştan ibaret olduğunu belirtmektedir. Daha sonra âyetlerin devamında, karşılaşacakları ağır cezadan bahsedilmiştir. Bu ceza üzerinde çok tefekkür edilmesi istenmektedir. On birinci âyette geçen “Artık o gün yalanlayanın vay haline” buyruğundaki ”veyl), helak olacak olan kimseye söylenen bir ifadedir. Bu kelimenin başına “fe) ”ويل“ harfinin gelmesinin sebebi, ifadede bir çeşit ceza bulunduğundan ötürü olduğunu söylenmiştir.465 Bu âyette geçen “veyl” kelimesinin, cehennemdeki bir vadinin adı olduğu466 ve bu vadinin cehennemliklerin irinleri ile dolu olduğu rivayet edilmiştir.467 Râzî ise “veyl” kelimesinin şiddet ifade ettiğini ve yalanlayanlara ait olduğunu söylemiştir.468 Bu kelimenin çetin azap manasına geldiğini, bu âyette geçen “yalanlayanlar” kelimesini ise, sadece Allah’ı, Rasûlünü ve kıyamet gününü yalanlayanlara mahsus olduğunu açıklamışlardır.469 Zuhaylî ise “فويل” kelimesinin baş tarafında olan “fe” harfinin mana bağlantısını sağlamak için geldiğini ve orada mü’minlerin güven içinde olduğunu bildirdiğini söylemektedir. 470 İbn Kesîr ise, o gün Allah’ın onlara vereceği azabı, ibretli ceza ve intikamları sebebiyle “vay onların haline” denildiğini belirtmektedir.471 On ikinci âyette geçen “Ki, onlar daldıkları bir batakta oynayıp duruyorlar.” Cümlesinde Hz. Muhammed (s.a.v.)’den konuşurken onu yalanlıyorlar ve onunla alay etmekle konuşmaya daldıkça dalıyorlar ve O’nun zikrini unutuyorlar, manasına geldiği söylenmiştir.472 465 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 64; bkz: Taberî, a.g.e., XXVII, 22. 466 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 55. 467 el-Cezâirî, a.g.e., IV, 332. 468 er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 345. 469 el-Bursevî, a.g.e., IX, 189; es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1228. 470 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 57 471 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 406. 472 İbnu’l-Cevzi, a.g.e., VIII, 49. 72 Taberî, fitne ve fesada dalmış, gaflet içinde oyalanıp dururlar, demiş;473 İbn Kesîr ise, onlar dünyada batıla dalmakta, dinlerini alaya ve eğlenceye almaktadırlar, şeklinde açıklamıştır.474 Sâbûnî de dünyada batıla dalmakta, kendilerinden istenenden gafil olanlardır, şeklinde açıklamıştır.475 On üçüncü âyette geçen “O gün onlar cehenneme itilirler.” İfadesini Mücâhid, Şa’bî, Muhammed b. Ka’b, Dahhâk, Süddî ve Sevrî o gün, cehennem ateşine atılırlar;476 İbn Abbas da boyunlarından çekilir, ta cehenneme atılırlar, şeklinde açıklamıştır.477 Tefsirlerde cehennem gözetçileri onların ellerini boyunlarına bağlayarak, alınlarını da ayakları ile bir araya getirip yüz üstü cehenneme doğru iterler. Onları cehenneme iterken boyunlarından da şiddetle dürterek götürürler. Bu hal böylece cehennem ateşine varıncaya kadar devam edeceği bildirilmiştir.478 İbn Kayyim, yaka paça tutulup şiddetle ateşe itilirler şeklinde;479 Taberî ise, itilerek atılırlar, diye bir anlam vermiştir.480 On dördüncü âyette geçen “İşte bu sizin o yalan deyip durduğunuz ateştir” ifadesi, Cehenneme yaklaştıklarında cehennem bekçilerinin onlara “bu, dünyada yalanlayıp alay ettiğiniz cehennem ateşidir,” şeklinde seslenmesi olarak açıklanmıştır.481 Yani Zebaniler başlarına kakmak ve onları azarlamak üzere onlara böyle diyecek ve oraya atacaklardır.482 On beşinci âyette geçen “Bu da mı sihir, yoksa siz görmüyor musunuz?” ifadesinde, peygamberlerin anlattıkları hakikatler üzerinde tefekkür etmek ve kabul etmek lazımdır. Bu gerçekleri bir yalan, gösterdikleri mucizeleri de bir sihir olarak adlandıranlar acı gerçekle karşılaştıklarında, onlara “Bu da mı sihir? Dünyada iken gerçeklere karşı kör davrandığınız gibi, âhirette de gözünüz görmüyor mu?” şeklinde 473 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 22. 474 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 406. 475 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1228. Ayrıca bkz: Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., VII, 4552. 476 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 406. 477 İbnu’l-Cevzi, a.g.e., VIII, 49. 478 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 64. Ayrıca bkz: Mukâtil b. Süleyman, a.g.e., III, 283; el-Beydâvî, a.g.e., II, 434; el-Bursevî, a.g.e., XXVII, 30; Ebu’s-Su’ûd, a.g.e., VIII, 147; Ebû Hayyân, a.g.e., VIII, 145. 479 İbn Kayyim, a.g.e., IV, 256. 480 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 22. 481 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1228. 482 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 406. 73 aşağılayıcı bir hitap edileceği haber verilmiştir.483 Taberî ise onları kınayıp tahrik etmek için kendilerine böyle denildiğini ve âyetin manasının da “Görüp tattığınız bu azap, büyü cinsinden midir, yoksa bugün tıpkı dünyada kör olup iyilik ve imanı görmediğiniz gibi kör müsünüz?! şeklinde olduğunu söylemiştir.484 Burada sorulan sorunun azarlamak ve yaptıklarını başa kakmak anlamında olduğu da bildirilmiştir.485 On altıncı âyette geçen “Yaslanın ona bakalım, ister sabredin, ister etmeyin, artık hepsi sizin için birdir; sadece yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.” İfadesini Taberî, şu ateşin sıcaklığını tadın ki dünyada bunu yalanlamaktaydınız ve Rabb’inize karşı âsî olmanızdan ötürü cezalandırılıyorsunuz, diye açıklamıştır.486 Bu ifadeyle ilgili İbn Kesîr, oraya bütün yönleriyle kendinizi kuşatacağı bir şekilde girin. Oranın azabına, ibretli cezalarına sabredip etmemeniz arasında hiçbir fark yoktur. Sizler oradan kaçamaz ve oradan kurtulamazsınız. Allah hiç kimseye zulmetmez, aksine herkese amelinin karşılığını (mükafat ya da cezasını) verir, şeklinde bir açıklama yapmıştır.487 Nesefî ise her iki durumun eşit olma durumunu şu sözlerle açıklamaktadır: “Çünkü sabır, ancak nihayette sağlayacağı fayda için sabırsızlığa karşı bir üstünlük ifade eder. Zira bu durumda sabredene hayırlı bir karşılık verilir. Amellerin bir karşılığı olan azaba sabretmenin ise, âkıbette herhangi bir faydası yoktur.”488 Beydâvî de, cezanın mutlaka gerçekleşmesi lazım gelince, sabrın olmasının veya olmamasının bir olduğunu söylemiştir.489 Kurtubî de buna yakın bir mana vermekle beraber, sabretseniz de etmeseniz de sizin için aynı olduğunu ve hiçbir şeyin size fayda verebilmeyeceğini söylemiştir.490 Allah Teâlâ bu insanlara bu şekilde azab etmek suretiyle zulmetmemiştir. Çünkü, onların dünyada işledikleri ameller, ahirette azaba dönüşmüştür. Bu yüzden bu azabdan bir kaçış yolu bulamamışlardır. Tıpkı dünyada iradeleri, batıl inançları ve 483 ez-Zemahşerî, a.g.e., IV, 23. 484 et-Taberî, XXVII, 23. 485 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 64. Ayrıca bkz: Ebu’s-Su’ûd a.g.e., VIII, 147, es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1228, el-Hicr, 15/15. 486 et-Taberî, XXVII, 23. 487 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 406. 488 en-Nesefî, a.g.e., IV, 190. 489 el-Beydâvî, a.g.e.,II, 434. 490 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 64; ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 59. 74 çirkin amelleri onların ayrılmaz bir parçası olduğu gibi, ahirette de bu azab onların ayrılmaz bir parçası olacaktır. Fasit iradeleri, batıl inançları ve bu ikisinden kaynaklanan amelleri ne kadar onlarla birlikte ise, göreceği azab da o derecede onlarla birlikte olacaktır.491 Daha sonra Allah Teala, faydalı ilme, salih amele ve sahih itikada sahip takva sahiplerinden bahsetti. Onların Cennetteki meskenlerinden ve meskenlerdeki durumlarından söz etti. Onların içinde bulunduğu hal, rahatlıktan ibarettir. Allah Teâlâ onların gönüllerinin hoş, içlerinin rahat olduğundan bahsetmiştir. D- CENNETE GİDECEK OLAN MUTTAKİLERİN ÖDÜLLERİ (17-28. ÂYETLER) 1. 17-28. Âyetlerin Metni بُوا َه نيئ ا بَما َِ ْْ حي م (18) ُكُلوا َوا َذاَب اْلَج ََ ُّبُهْم َّت قيَن ف َجنَّاٍت َوَن عيمٍ (17) َفا ك هيَن بَما آَتاُهْم َربُُّهْم َوَوَقاُهْم َر َّن اْلُم إ َّيُتُهْم ب إيَمانٍ َّتَبَعْتُهمْ ُذ ر ينٍ (20) َوالَّ ذيَن آَمنُوا َوا َ َّوْجَناُهم بُحوٍر ُفوَفٍة َوَز َْ َّم ٍر ُِ َلى ُس ََ ئيَن َّت ك ُكنُتْم َتْعَمُلونَ (19) ُم َّما ئٍ بَما َكَس َب َر هي ن (21) َوأَْمَدْدَناُهم بَفا كَهٍة َوَلْحٍم م ِ ُّل اْم َْ ْ ٍء ُك َم ل هم مْن ََ َّيَتُهْم َوَما أََلْتَناُهم مْن اَْلَحْقَنا ب هْم ُذ ر ُنو ن (24) َّمْك َّلُهْم َكأَنَُّهْم لُْؤلُ ؤ َلْي هْم غْلَما ن ََ ُطوُف ََّل َلْغ و فيَها َوََل َتْأ ثي م (23) َوَي وَن فيَها َكْأس ا َُ َ ن (22) َيَتَناَز َيْشَتُهو َّسُمو م َذاَب ال ََ َلْيَنا َوَوَقاَنا ََ َّلَّلُ َّن ا َّنا َقْبُل ف أَْه لَنا ُمْش ف قين (26) َفَم ُلوا إنَّا ُك َلى َبْعٍض َيَتَساء ُلونَ (25) َقا ََ َوأَْقَبَل َبْعُضُهْم َِّ حيمُ (28) ُِّ ال َّنُه ُهَو اْلَب وُه إ َُ من َقْبُل َنْد َّنا (27) إنَّا ُك 2. Âyetlerin Meâli 17. Fakat (günahlardan) korunanlar cennetlerde, nimet içindedirler. 18. Rablerinin kendilerine verdiği ile sefa sürmektedirler. Rableri onları, cehennem azabından korumuştur. 19. Yaptıklarınıza karşılık yiyin, için, afiyetler olsun. 20. Sıra sıra dizilmiş çok güzel koltuklara yaslanarak; kendilerine güzel, iri gözlü hurileri de eş etmişizdir. 21. İman edip zürriyetleri de iman ile arkalarından gelmiş olanlar, işte Biz, onların nesillerini de kendilerine katmışızdır. Bununla beraber kendi amellerinden hiçbir şey de eksiltmemişizdir. Herkes kazancına bağlıdır. 22. Bir de onlara bir meyve ve 491 İbn Kayyim, a.g.e., IV, 256-257. 75 içlerinin çekeceği bir et yetiştirmekteyiz. 23. Orada kadeh teati ederler ki, onda ne bir saçmalama vardır, ne de bir günaha sokma! 24. Kendilerine ait hizmetçiler, sanki sedef içinde saklı inciler gibi onların etrafında pırıl pırıl dönerler. 25. Birbirlerine dönmüş soruyorlar; 26. Diyecekler ki: Evet biz bundan önce ehlimiz (ailemiz) içinde korkular içindeydik, 27. Allah bize lutfetti ve bizleri o semum (kavurucu) azabından korudu. 28. Evet biz bundan önce O’na dua ediyor, korumasını istiyorduk. Gerçekten O, öyle iyiliği bol, öyle merhameti çok olandır. 3. İçerdiği Konular ve Tefsiri Kur’ân, ilahi metod gereği, önce insanlıktan yana çok yararlı olan şeyleri sıralamaktadır. Arkasından, kıyamet günündeki safhalardan bir kaçına dikkatleri çektikten sonra, inkarcı sapıkları, azgın zalimleri nasıl korkunç bir azabın beklediğini haber vermektedir. Sonra da kendini inkar ve haksızlık fırtınasından; cehalet ve azgınlık karanlığından kurtarıp, Allah sevgisi ve korkusu doğrultusunda hayatını ilahi buyrukların ışığı altında düzene sokan mü’minlerin erişeceği ve mutluluk verici nimetleri açıklamaktadır.492 On yedinci âyette geçen “Şüphesiz takva sahipleri cennetlerde ve nimet içindedirler.” İfadesi peygamberlerin bildirdiklerine iman edip, dünyada iken kendini kurtarmaya çalışan ve insanı cehenneme sürükleyen düşünce ve davranışlardan kaçan,493 farzlarını eda edip, masiyetlerinden uzak durarak Rablerinden sakınan kimselerin, ahirette bahçelerde ve nimetler içinde olacaklarını haber vermektedir.494 Mukâtil, şirkten sakınan takva sahiplerinin cennetler ve nimetler içinde olacağını söylemiştir.495 Başka bir görüşe göre de, Allah’a saygısızlıktan sakınanlar ve Rabb’lerinin kendilerine verdikleriyle mutluluk duyan kimselerin cennetlerde ve nimetler içinde olacakları bildirilmiştir.496 Dünyada muttaki olan kimseler, ahirette kafirlerin aksine yemyeşil bahçeler içinde olacakları ve kesilmeyen nimetlerden istifade edecekleri bildirilmiştir.497 Buna ibretli ceza, azap ve intikamın tam zıddı olarak da 492 Yıldırım, a.g.e., XI, 5858. 493 Mevdûdî, a.g.e., V, 533. 494 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 23. Ayrıca bkz: es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1229. 495 Mukâtil b. Süleyman, a.g.e., III, 283. 496 Altıntop, Halil İbrahim, Hidayet Rehberi Kur’ân: 114 Sûre’den Işıklar, Ek Kitap, İstanbul 2013. s. 232. 497 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 65. 76 mana verilmiştir.498 Beydâvî ise, muttakilerin istedikleri cennetlerde ve istedikleri nimetlerde olduğunu söylemiş;499 Zemahşerî de kendilerine has bahçelerdedirler, şeklinde açıklamıştır.500 On sekizinci âyette geçen “Rablerinin kendilerine verdiği zevk içerisindedirler. Rableri onları cehennemin azabından da korunmuştur.” İfadesini Taberî, Allah’ın kendilerine bahşetmesi sebebiyle yanlarında çok meyveler vardır. Cehennem azabını da onların üzerinden kaldırmıştır, şeklinde açıklamıştır.501 Diğerleri ise Allah’ın kendilerine ihsan ettiği nimet, huzur502 ve çeşitli ikramlar diye açıklamıştır.503 Bu ikramları da İbn Kesir şöyle açıklamıştır: lezzet, yiyecek, içecek, giyecek, mesken, binek ve daha başka türlü nimetlerinden faydalanır ve zevk alırlar.504 İbn Kesir ise, “Allah onları cehennem azabından kurtarmıştır.” İfadesiyle ilgili, bu gözün görmediği, kulağın duymadığı ve insanın da içinden geçirmediği sevinçlerin bulunduğu cennete girmeye ek olarak, ihsan edilmiş başlı başına bağımsız bir nimettir, açıklamasını yapmıştır.505 Allah Teâlâ, bu âyette müminlere iki nimeti bir arada lutfetmiştir. Birincisi, iç huzuru ve gönül rahatlığı; İkincisi ise yeme-içme ve evlenmek suretiyle beden rahatlığıdır. Yani Allah Teâlâ muttakileri Cehennem azabından ve hoşlanmadıkları hallerden korumuştur. Onlara yaptıklarının tam karşılığı olarak istediğini vermiştir. Çünkü onlar, O’nun hoşlanmadığı işleri terk etmişler, hoşlandığı işleri ise yapmışlardır. Sonunda ödülleri amellerine uygun olmuştur.506 On dokuzuncu âyette geçen “Yaptıklarınıza karşılık yeyin, için, afiyetler olsun.” İfadesi şöyle açılanmıştır: “Onlara şöyle denilecektir: Dünyada iken Allah için işlediğiniz amelleriniz dolayısıyla, Rabbinizin size bahşettiği yiyeceklerden ve 498 İbn Kesîr, a.g.e.,VII, 407; Sait Havva, a.g.e., XIV, 175. 499 el-Beydâvî, a.g.e., II, 434. 500 el-Keşşâf, a.g.e., IV, 23. 501 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 23; Ayrıca bkz: İbnu’l-Cevzî, a.g.e., VIII, 49. 502 Mukâtil b. Süleyman, a.g.e., III, 283. 503 en-Nesefî, a.g.e., IV, 190; es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1229. 504 İbn Kesîr, a.g.e.,VII, 407 505 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 407; Ayrıca bkz: er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 248; ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 64- 65. 506 İbn Kayyim, a.g.e., IV, 257. 77 içeceklerden âfiyetle yeyip için. Bunlardan herhangi bir rahatsızlık geleceğinden ve herhangi bir gaileye uğramaktan endişe etmeyin.”507 İbn Kesîr de aynı görüşü ileri sürmüş ve burada geçen “İşleye geldikleriniz sebebiyle afiyetle yeyin için” buyruğunun Hakka Sûresi’nde geçen ifadeyle aynı olduğunu söylemiştir.508 Hakka Sûresi’nde şöyle geçmektedir: بُوا َه نيئ ا بَما أَْسَلْفُتْم ف َِ ْْ ُكُلوا َوا ”.Geçmiş günlerde peşinen işledikleriniz sebebiyle afiyetle yeyin için“ اْْلَيَّا م اْلَخا لَي ة 509 “Afiyetle yenilen, içilen şey” ifadesini Beydâvî, Boğaza tıkanmayan ve her hangi kötü tarafı olmayan şey olarak açıklamıştır.510 Bu ifadenin “Siz ölmeyeceksiniz” manasına geldiği de rivayet edilmiştir. Bir nimetin kalıcığı yoksa veya insanla birlikte kalması söz konusu değilse, o nimetin rahatlık verici ve onda afiyetin olmadığı söylenmiştir.511 Mukâtil de bundan dolayı âyet “herhangi bir zorluğa katlanmanız, herhangi bir yükümlülüğünüz yoktur; helal olarak yeyin ve bundan dolayı hesaba çekilmeyeceksiniz” diyerek açıklamıştır.512 Nesefî ise, afiyetle yeyin için ya da afiyetli yiyecekler yeyin, içecekler için, diyerek açıklamıştır.513 İbnu’l-Cevzî de, yediğiniz içtiğiniz şeylerden dolayı hastalanmaktan emin olunuz demiş;514 Zeccac ise, bu son halinizden dolayı sizi tebrik ederiz, şeklinde bir mana vermiştir.515 Yirminci âyette geçen “Sıra sıra dizilmiş çok güzel koltuklara yaslanarak; kendilerine güzel, iri gözlü hurileri de eş etmişizdir.” İfadesiyle ilgili tek saf olacak şekilde bir birine bitişik olarak semaya doğru dizilirler. Kul bunlara oturmak istediği zaman bu tahtlar alçalır. Üzerine oturduğunda eski haline döner açıklaması yapılmıştır. İbn Abbas’tan gelen rivayete göre ise bunlar zebercet,516 altından tahtlardır ki, inci ve 507 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 24. 508 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 407 509 el-Hakka, 69/24. 510 el-Beydâvî, a.g.e., II, 434. 511 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 65. 512 Mukâtil b. Süleyman, a.g.e., III, 283. 513 en-Nesefî, a.g.e., IV, 191. 514 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., VIII, 49-59. 515 Ez-Zeccâc, a.g.e., V, 63. 516 Zümrüte benzeyen, zümrütten daha açık yeşil olan ve zümtüt kadar değeri olmayan bir süs taşıdır. (Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Lügat, Aydın kitabevi, Ankara 1970. s. 1411; Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, Yazar Yay., Ankara 2011. s. 1878.) 78 yakut ile süslenmiştir. Bir tahtın büyüklüğü ise, Mekke ile Eyle arası kadar olduğu rivayet edilmiştir. “Onlara iri gözlü hurileri de eş yaptık” ifadesi, Biz onları o hurilerle eşleştirdik, şeklinde açıklanmıştır.517 İbn Kesîr ise, bunlar üstleri cibinliklerle (çadırla) kapatılmış ve yüzleri birbirine dönmüş tahtlardır diye açıklamıştır.518 Yemeleri ve içmeleri esnasında bu halde (tahtları birbirine bitişik) olacağı da rivayet edilmiştir.519 َُّمَتَقا ب لين ٍر ُِ َلى ُس ََ “Tahtlar üzerinde karşılıklı oturdukları halde” buyruğu da buna benzemektedir.520 “Onlara iri gözlü hûriler eş yaptık” buyruğuna gelince: Biz onlara iri gözlü hurilerden salih arkadaşlar ve güzel eşler verdik, anlamındadır. Mücâhid: Onları iri gözlü hurilerle evlendirdik, nikahladık anlamında olduğunu, belirtmiştir.521 Allah Teâlâ hurileri beyaz tenli, güzel ve cazibeli olmakla tavsif etmiştir. Nitekim konuyla ilgili bir başka âyette ise şöyle buyurmuştur: ا ت حَسا ن َِ َّن َخْي في ه “O konutlarda iyi huylu, güzel kadınlar vardır.”522 Hurilerin beyazlığı tenlerinde, güzelliği yüzlerinde ve cazibeleri gözlerindedir. Allah Teâlâ Cennetliklerin kadınlarını en güzel sıfatlarla tavsif etmiştir.523 Taberî ise “sıra sıra dizilmiş tahtlara yaslanarak” yani kanepeler üzerine sıra sıra dizilmiş, kadife yastıklara yaslanarak, şu muttakileri, beyazı geniş, güzel ve iri gözlü kadınlarla evlendirdik. Gözlerin beyaz kısmı bembeyaz, siyah kısmı da simsiyahtır, şeklinde bir açıklama yapmıştır.524 Herkesin kendine ait divanı olduğuna, ortak kullanılmadığını söyleyen de olmuştur.525 Koltukların dizilişinden bahsetmek, muttakilere verilen nimetin kemale erdiğini gösterir. Çünkü hepsi yan yana ve karşı karşıyadır. Nitekim bu konuda Allah Teala bir başka âyette şöyle buyurmuştur: ََلْيَها ُمَتَقا ب لين ََ َّت ك ئيَن Karşı karşıya kurulmuşlar.”526“ ُم 517 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 65. 518 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 407 519 Sait Havva, a.g.e., XIV, 175. 520 es-Saffât 37/44. 521 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 407 522 er-Rahmân, 55/70. 523 Bkz: İbn Kayyim, a.g.e., IV, 259. 524 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 24; Ayrıca bkz: ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 65-66. 525 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 65-66. 526 el-Vâkıa 56/16. 79 İnsanın beraber olmaktan hoşlandığı ve kendisine yakın olmasını istediği dostlarıyla evinde ve bahçesinde birlikte vakit geçirmesi, aldığı en büyük zevklerden ve hissettiği en büyük mutluluktan biridir. Bu şekilde cennetlikler, sevdiklerinden uzak olmaz. Sevdikleri ile kendileri arasına başkaları girmez. Doğrusu onların koltukları sevdiklerinin koltukları ile yan yanadır.527 Yirmi birinci âyette geçen “İman edip zürriyetteri de iman ile arkalarından gelmiş olanlar, işte Biz, onların nesillerini de kendilerine katmışızdır. Bununla beraber kendilerine amellerinden hiçbir şey de eksiltmemişizdir. Herkes kazancına bağlıdır.” İfadeleri, çok önemli noktayı beyan ederek, İslam’ın iman, amel, affedilme, bağışlanma, mükafat ve ceza görme denkleminde belirlediği eşsiz ahengi ortaya koymuştur.528 Burada mümin olan kimselerin ahirette akrabalarıyla beraber olup olmayacakları konusuna değinilmiştir. Cennetteki güzellikleri düşünenler için aklından geçen önemli bir soruya cevap verilmiştir. Bu âyet ve bunun yanında başka âyetlerden anlaşıldığına göre cennete girmenin birinci şartı iman sahibi olmaktır.529 Zemahşerî’ye göre bu âyette iman kelimesinin nekre olarak gelmesi, yüksek bir derecesi ve özelliği olan bir iman olduğu içindir. Derecesi düşmüş zürriyetinin imanını kastetmesi de mümkündür.530 Ayrıca burada, Yüce Allah iman edenlere, ahirette mutlu olacaklarını, aynı yola tabi olan zürriyertleriyle birlikte yaşayacaklarını ve onların güzel amellerinden de bir eksiltme olmayacağı bildirmiştir.531 Âyette, cennette bir arada olacak akrabaların iman sahibi olmaları açıkca belirtilmiştir. Böyle kimselerin çeşitli sevinç ve neşe içerisinde bir hayat yaşayacağı zikredilir.532 Kurtubî, babasının gözü aydın olsun diye çocuk ameliyle babasının derecesine ulaşmasa da, Allah Teâlâ mü’minin zürriyetini cennette onun derecesine yükseltir.533 Taberi ve İbn Atıyye’nin tercih ettiği görüş de bu şekildedir. Yani iman konusunda babalarını izlemekte olan nesillerin amel açısından 527 İbn Kayyim, a.g.e., IV, 258. 528 Çelik, Ömer, Hakk’ın Dâveti Kur’ân-ı Kerîm Meâli ve Tefsîri, Erkam Yay., İstanbul, 1434/2013, IV, 658. 529 Hayreddin Karaman ve dğr, a.g.e., V, 146. 530 ez-Zemahşerî, a.g.e., IV, 24. 531 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 25-26. 532 ez-Zemahşerî, a.g.e., IV, 24. 533 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 66. 80 kusurlu olsalar da Rabb’inin bir ikramı olsun diye onların derecesine yükseltilecekleri anlaşılmıştır.534 Böyle buyurulduktan sonra ayetin sonunda herkesin, yaptığına bağlı olduğu, kişi ne yapmış ise onun karşılığını göreceği vurgulanmaktadır. İnsanın, yaptığının karşılığını görmesi, İlahi bir yasadır: ََّل َما َسَعى َّلْيَس ل ْْلنَسا ن إ َ وأَن “İnsan için çalışmasından başka bir şeyi yoktur”535 ayeti de bu İlahi yasayı anlatmaktadır.536 Âyetin son kısmında yer alan, “Herkes kendi yapıp ettiğinin hesabı karşılığında bir rehindir” cümlesi, verilen müjdenin yanlış anlaşılmaması ve istismar edilmemesi için bir uyarıdır. Ayrıca iman edip, iyi amelleri çok az olup günahları çok olsa da hiç kimse, dindar olan ve yardımlaşmayı seven yakınlarıyla cennete gireceğini zannetmemelidir.537 Beydavi ise, Allah katında ameli ile ipotektir; eğer salih amel etti ise onu bırakır, yoksa helak eder şeklinde yorumlamıştır.538 Ayrıca bu cümlede geçen kişinin sorumluğu, borç ilişkilerinde çok önemli yeri olan “rehin” sözcüğüyle açıklanmıştır.539 Yirmi ikinci âyette geçen “Bir de onlara bir meyve ve içlerinin çekeceği bir et yetiştirmekteyiz” ifadesi, Allah’ın muttakilere ihsan edeceği nimetlerden haber verilmektedir. Bu ifadeyi İbn Kesîr, biz onlara hoşlarına gidecek, canlarının çekeceği çeşitli meyveler ve etler de ihsan edeceğiz, diye açıklamıştır.540 Said Havva da yukarıda zikredilen görüşe benzer olarak, “hatta onlar bunu istemeseler dahi vereceğiz” şeklinde yorumlamıştır.541 Mukâtil, bu âyette cennet ehline verilen etin, kuş eti olduğunu söylemiştir.542 Taberî de âyeti, takvâ sahibi kimselere meyveleri ve iştahlarının çektiği cennet etlerini bol bol vermişizdir, şeklinde açıklamıştır.543 Beydâvî ise âyeti, ara ara gönüllerinin istediği nimet çeşitlerinden fazlasıyla verdik, diyerek izah etmiştir.544 534 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 24-26; İbn Atıyye, V, 239. 535 en-Necm, 53/39. 536 Ateş, a.g.e., IX, 80. 537 Hayreddin Karaman ve dğr, a.g.e., V, 146. 538 el-Beydâvî, II, 435. Bkz: İbn Kayyim, a.g.e., IV, 260-267. 539 Ateş, a.g.e., XVII, 511-512. Bkz: el-Bursevî, a.g.e., IX, 194-195, ez-Zemahşeri, IV, 24, el-A’raf 7/172. 540 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 409. 541 Havva Said, a.g.e., XIV, 176. Ayrıca bkz: en-Nesefî, a.g.e., IV, 191. 542 Mukâtil b. Süleymân, a.g.e., III, 284. Ayrıca bkz: Mevdûdî, a.g.e., V, 536, el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 68, el-Vâkı’a, 56/21. 543 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 28. Ayrıca bkz: er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 253. 81 Yirmi üçüncü âyette geçen “Orada kadeh teati ederler ki, onda ne bir saçmalama vardır, ne de bir günaha sokma.” İfadesi, cennette zevk alarak arkadaşlık ettiklerini ve birbirine şarap kaseleri alıp verdiklerini anlatmaktadır.545 Buradaki “alıp verirler” ifadesinde geçen fiil, bir işin karşılıklı olarak yapıldığını göstermektedir. Çekip almak, kapışmak gibi manalarına geldiği de söylenmiştir. Onların bu çekişmeleri, döğüşteki çekiştirme nevinden olmayıp, oyun ve eğlenceden ibaret olduğu bildirilmiştir.546 Yani onlar ve yakınları olan meclis arkadaşları birbirinden kadehleri kapışırlar ve kadehleri elden ele dolaştırırlar.547 Âlûsî ise, dünyada içki arkadaşlarının yaptıkları gibi, çok sevinçli olmalarından dolayı, o kaseleri oyun oynarcasına birbirine uzatıp aldıklarını bildirmiştir.548 Ahiretin içkisi dünya içkisinin pisliklerinden ve eziyet verici hallerinden tenzih edilmiş; bunların başı ve karnı ağrıtmayan, aklı baştan alıp götürmeyen bir özellikte olduğu belirtilmiştir.549 Râzî, “Âhirette verilecek içkinin, dünya içkisinin etkilediği gibi etkilemeyeceğini, bu yüzden de günaha sürüklemez,” demiştir.550 Ayrıca İbn Kesir, bu içkilerin onları faydasız, heyecan veren ve hayasızlık ihtiva eden boş, kötü sözler söylemeye itmeyeceğini ve görünüşünün güzel, tadının hoş ve etkisinin de iyi olduğunu açıklamıştır.551 Şu âyet de bunu desteklemiştir: ْنَها يُنَزُفونَ (47) ََ َّشا ر بينَ (46) َل َ َغْو ل فيَها َوََل ُهْم َّذٍة ل ل َ ء َل َبْيَضا “İçenlere lezzet veren beyaz kaynaktan doldurulmuş, kendisinde aklı karıştırıcı herhangi bir zarar da bulunmayan (içki dolaştırılır onlara) ve onlar bundan dolayı sarhoşta olmazlar.”552 Bir başka yerde de َْنَها َوََل يُن زُفون ََ وَن َُ َّد ََ ُي Ondan dolayı başları“ ََل da ağrımaz ve akılları da giderilmez.”553 Mücâhid bununla ilgili olarak, birbirlerine sövmezler ve birbirlerini günaha sokmazlar, demiştir. 554 544 el-Beydâvî, a.g.e., II, 435. 545 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1230. 546 er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 253-254. 547 en-Nesefî, a.g.e., IV, 191. 548 el-Âlûsî, a.g.e., XXVII, 34. 549 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1230; Ateş, Süleyman, a.g.e., IX, 81. 550 er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 254. 551 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 410. 552 es-Saffât, 37/46-47. 553 el-Vâkı’a, 56/19. Ayrıca bkz: el-Vâkı’a, 56/25. 554 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 29. 82 Yirmi dördüncü âyette geçen “Kendilerine ait hizmetçiler, sanki sedef içinde saklı inciler gibi onların etrafında pırıl pırıl dönerler.” İfadesine gelince bunlar cennetliklere şarap kâselerini sunup aralarında dolaştıran civanlardır. Onlar saflığı ve beyazlığı bakımından sedefinde saklı inciler gibidirler.555 Çünkü sedefinde inci taze, daha güzel ve daha arıdır. Bundan kasıt, saklanmış da olabilir. Çünkü kıymeti yüksek oldukça pahalı şeyler saklanır.556 Bunların meyvelerle, çeşitli ikramlarla, yiyecek ve içecek ile dolaştığı da söylenmiştir.557 Ayrıca bunlar daha önceden bu dünyadan hak dünyasına göçmüş olan çocuklardır şeklinde bir rivayet de edilmiştir.558 Bir başka görüşe göre ise bu hizmetçiler, müşriklerin çoçukları olduğu söylenmiştir. Onlar cennette olanların hizmetçileridir. Cennette ise, yorgunluk ve hizmete ihtiyaç yoktur. Ancak Allah (c.c), mü’minlerin rahatlık içinde olacaklarını ve nimetler içinde yüzeceklerini kastetmiştir.559 Bunların cennette yaratılmış gılman (genç delikanlılar) oldukları da söylenmiştir.560 Bu hizmetçiler, ellerin değmediği, gözlerin görmediği, kimsenin hatırından geçirmediği, sedefinde sarılıp sarmalanmış inci gibi güzeldirler.561 İbn Kesîr de, onların cennetteki hizmetkarların güzellikleri, parlaklıkları, temizlikleri ve elbiselerinin de güzellikleri itibariyle sedefi içinde sarmalanmış taze inci gibi olduğunu söylemiştir.562 Yirmi beşinci âyette geçen “Birbirlerine dönerek karşılıklı soru sorarlar” ifadesiyle ilgili İbn Abbas, kabirlerinden diriltilerek kaldırıldıklarında, birbirilerine soru sorarlar ya da cennette birbirilerine soru sorarlar demiştir.563 Cennetlikler sohbetten zevk almak ve nimetleri itiraf etmek için birbirine dönerek dünyadaki işler ve durumlar hakkında sorarlar.564 Yani cennette olanlar birbirlerine dönerek konuştukları 555 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 29. 556 Havva Said, a.g.e., XIV, 176. 557 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 69; et-Taberî, a.g.e., XXVII, 30. Ayrıca bkz: es-Saffat, 37/45, ez-Zuhruf, 43/71. 558 el-Mâverdî, a.g.e., V, 383; Ebu’s-Suûd, a.g.e., VIII, 149. 559 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 69. 560 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 29. 561 Mukâtil b. Süleyman, a.g.e., III, 284-285. 562 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 410. Bu mananı destekleyen âyete bkz: el-Vakı’a, 56/17-18. 563 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 70. 564 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1230 ; ayrıca bkz: İbn Kesîr, a.g.e., VII, 410 83 söylenmiştir. Bu konuşmada dünyada yaptıkları ameller ve hallerden;565 orada yaşamış oldukları yorgunluk, korkular, zorluk ve sıkıntılar hakkında olacağı rivayet edilmiştir.566 Kurtubî de bununla benzer olarak, akibetlerin ne olacağı ile ilgili korkularından söz ederek bunları birbirilerini hatırladıklarını ve bu korkularının gitmesiyle Allah Teâlâ’ya hamdedecekler diye açıklamıştır.567 Birisi başka birisine: Siz hangi sebeple bu üstün mevkiye ulaştınız? diye soru soracakları da söylenmiştir.568 Böylece onların hepsi, hem sâil (soran), hem de mes’ûl (kendisine sorulan) olacaklar.569 Yirmi altıncı âyette geçen “Diyecekler ki: Evet biz bundan önce ehlimiz içinde korkular içindeydik.” İfadesi, biz dünya hayatında ailemiz arasında bulunuyorken Rabbimizden korkar, onun azabından, cezasından çekinirdik, anlamındadır.570 Beydâvî ise âyeti, O’na isyan etmekten ya da akibetten korkardık, şeklinde açıklamıştır.571 Dünya hayatında ailelerimiz arasında iken, ince kalplerimiz vardı ve imanımızın alıkonulmasından veya hasenelerimizin geri çevrilip günahlarımız dolayısıyla sorguya çekilmekten çekinirdik, diye de açıklanmıştır.572 Bu âyetle 21. âyet arasında bağ kurularak açıklandığını söylenmiştir.573 Yirmi yedinci âyette geçen “Allah bize lutfetti ve bizleri o semum (kavurucu) azabından korudu.” İfadesi, Allah bize cenneti vermekle ve günahlarımızı bağışlamakla, bize lutfetti, diye açıklanmıştır.574 Bir başka açıklamaya göre ise, Allah Teâlâ bize rahmet ve tevfik ile lutfetti ve bizi gözeneklere işleyen sam yeli gibi ateş azabından esirgediğini belirtilmiştir.575 Bir başka görüşe göre de, bizi dünyada iken korktuğumuz şeylerden emin kıldığını ve ter deliklerine nüfuz eden çok sıcak olan cehennem azabından koruduğu şeklinde de anlaşılmıştır.576 565 el-Beydâvî, a.g.e., II, 435. 566 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 70. 567 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 70. 568 eş-Şevkânî, a.g.e., V, 98. 569 Ebu’s-Suûd, a.g.e., VIII, 149-150. 570 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 410. 571 el-Beydâvî, a.g.e., II, 435. 572 Havva Said, a.g.e., XIV, 177. 573 Bkz: İbn ‘Âşûr, a.g.e., XXVII, 56-58. 574 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 70. 575 el-Beydâvî, a.g.e., II, 435. 576 es-Sâbûnî, a.g.e, III, 1230. 84 Semûm, aslında derilerdeki gözeneklerden içeri giren sıcak rüzgardır. Bu niteliğe sahip olduğundan dolayı bu isim cehennem ateşine ad olarak verilmiştir.577 Fahreddin Râzî de şöyle demiştir: Bu âyet, cennetliklerin, dünyada iken başlarından geçenleri bileceklerine ve onları hatırlayacaklarına işaret etmiştir. Ayrıca inkar edenleri de dünyadaki nimetleri unutmayacağını göstermiştir. Bu hatırlatma sonunda, mü’min olan kimsenin zevki artacağı bildirilmiştir. Çünkü Rabbi onu darlıktan bolluğa, hapisten cennete çıkardığını görmüştür. İnkar edenin ise, acısı artacağı bildirilmiş ve kendisini dünya nimetlerinden cehenneme geçtiğini görmüştür.578 Yirmi sekizinci âyette geçen “Evet biz bundan önce O’na dua ediyor, korumasını istiyorduk. Gerçekten O, öyle iyiliği bol, öyle merhameti çok olandır.” İfadesine gelince; Kurtubî bu âyeti, dünya hayatında iken kusurlarımızı bağışlamakla bize lütuf etmesi için dua ediyorduk. O’na ibadet ediyorduk, anlamında tefsir etmiştir.579 Ebussuûd da “Şüphesiz biz, bundan önce dünyada Allah’a ibadet ediyorduk. Yahut bizi korumasını niyaz ediyorduk. Çünkü şüphesiz O, yegâne iyilik yapandır ve çok esirgeyendir; kendisine ibadet edildiği zaman, mükafat verir ve kendisinden bir şey niyaz edildiği zaman da onu verir” şeklinde anlam vermiştir.580 E- HZ. PEYGAMBER’İN KÂHİN, MECNÛN, ŞÂİR VE YALANCI OLMAKLA İTHAM EDİLMESİ (29-35. ÂYETLER) 1. 29-35. Âyetlerin Metni وا َف إ ن َُ بَّ َِ ه َرْيَب اْلَمنُو ن (30) ُقْل َت َّبُص ب َ َِ ِ نََّت ا َْ نْعَم ت َر ب َك بَكاهٍن َوََل َمْجنُون (29) أَْم َيُقولُوَن ِْ َفَما أَنَت ب ك َفَذ ُنونَ ََّل يُْؤ م َّوَلُه َبل ُلوَن َتَق ُهْم أَْحََلُمُهم بَهَذا أَْم ُهْم َقْو م َطاُغونَ (32) أَْم َيُقو ُِ َ ن (31) أَْم َتْأُم ي َ َِ ب مَن اْلُمَت َمَعُكم َ ن (35) ْ ٍء أَْم ُهُم اْلَخا لُقو َْ ِ ُتوا بَح ديٍث مْث ل ه إن َكانُوا َصا د قينَ (34) أَْم ُخ لُقوا مْن َغْي (33) َفْلَيْأ 577 İbn ‘Atıyye, a.g.e., XV, 243; Havva Said, a.g.e., XIV, 177. 578 er-Râzî, a.g.e., 254. 579 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 70. 580 Ebussuûd, a.g.e., VIII, 150. 85 2. Âyetlerin Meâli 29. (Resûlüm!) Sen öğüt ver. Rabbinin lütfuyla sen ne bir kâhinsin, ne de bir deli. 30. Yoksa onlar: (O,) bir şairdir; onun, zamanın felâketlerine uğramasını bekliyoruz mu diyorlar? 31. De ki: Bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim. 32. Onlara akılları mı bunu emreder, yoksa onlar, azgın bir topluluk mudur? 33. Yahut Onu kendisi uydurdu mu diyorlar? Hayır, onlar iman etmezler. 34. Eğer doğru iseler onun benzeri bir söz getirsinler. 35. Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? 3. İçerdiği Konular ve Tefsiri Yirmi dokuzuncu âyette geçen “Sen öğüt vermeye devam et; Rabbinin lütfu sayesinde sen asla ne bir kâhinsin, ne de bir mecnun” ifadesi onların Peygamber (s.a.s) hakkında söyledikleri sözleri reddeden bir buyruktur. Çünkü Ukbe b. Muayt, Hz. Peygamber için bir deli, Şeybe b. Râbia ise bir sihirbazdır demişlerdir. Diğerleri ise: O, bir kâhindir gibi ifadeler kullanmışlardır. Ancak Allah Teâlâ onların hepsinin yalancı olduklarını belirterek iddialarını reddetmiştir.581 Yüce Allah Rasûlüne risaletini kullarına tebliğ etmesini ve ona indirilenle onlara öğüt vermesini emir buyurmakta; sonra iftiracıların ve günahkarların ona yaptıkları iftiranın asılsız olduğunu bildirmektedir. Yani Allah’a and olsun ki sen Kureyş’in cahil kafirlerinin söyledikleri gibi kahin ve mecnûn değilsin.582 Sen ancak vahiyle konuşursun, Mekke kafirlerin sana dediği gibi değilsin, anlamındadır.583 Mekke kafirleri bu ifadeleri, o kendini ve otoritesini kurmak için bu sözleri uydurduğunu ve bunların Allah’ın indirdiği vahyin olduğunu diyerek bizi aldatıyor şeklinde de açıklama da yapmışlardır.584 Araplar’da kâhin ve mecnun olan kimselerin cinlerle insanlar arasında bir bağlantı kurduklarına dair inanç sistemi vardır. Bu yüzdende putperestler Resûlullah’a iftiralarda bulunuyorlardı. “Mecnun” kelimesini “deli veya akıl hastası,” şeklinde açıklandığı gibi, o günkü inanışlarda “cinlenmiş ve yahud da cinin hakimiyetine girmiş” 581 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 71. 582 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 411. 583 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., VIII, 53; Mukatil b. Süleyman, a.g.e., III, 285. 584 el-Mevdûdî, a.g.e., V, 539. 86 şeklinde açıklamak da mümkündür. “Kâhin” kelimesine baktığımız zaman ise bu mananın daha belirgin olduğunu görmekteyiz.585 Otuzuncu âyette geçen “Yoksa onlar: (O,) bir şairdir; onun, zamanın felâketlerine uğramasını bekliyoruz mu diyorlar?” ifadesine gelince Allah kullarına, bu buyruklar ile kendi ifadelerinde kullanılan üslub ile hitap etmiştir.586 Bazı âlimler, Allah’ın cevaplarını bildiği halde sırf onların suçlarını yüzlerine vurmak ve kınamak için sorduğunu söylemekte; bunu, bir adamın başka birisine, onun cehaletini bildiği halde “sen cahil misin?” demesine benzetmektedirler.587 Burada geçen “Raybe’l-Menûn” kelmesini “zamanın musibetleri veya “ölüm’ü ifade etmek için kullanılmıştır.588 Kureyşliler Hz. Peygamber’i görevini yapmaktan alıkoyamadılar. O’nu bu davadan vaz geçirmek için bir çok fikir yürüttüler. Onlardan bazıları, zamanın nice ünlü şairleri alıp götürdüklerini biliyorlardı. Bu işi de zamana bırakmanın daha uygun olduğunu söylemişlerdir.589 Ayrıca O’nun bir şair olduğunu düşünerek başına bir felaketin gelmesini ve helak olup gitmesini bekliyorlardı. Böylece kendilerinin kurtulacağını ve getirdiği dini de silinip yok olacağını düşünmüşlerdir.590 O’nun bizim ilahlarımızla ilgili olarak söylediği sözler bir şiirden ibarettir. O’na yardım eden ve O’nu destekleyen yoktur. Bizim İlahlarımızdan O’na, bir bela ve musibet gelecektir. O yüzden bunu bekleyelim diye de açıklanmıştır.591 Bir görüşe göre de “şüphesiz onun babası genç yaşta öldü” diyerek onun da tıpkı babasının öldüğü gibi öleceğini umut etmişlerdir.592 Ayrıca O’nu bağlamak ve hapsetmek; bu şekilde ölüp gideceği gibi ifadeler de kullanılmıştır.593 Bursevî de, onlar: Hz. Peygamber’in tebliğine karşılık bir ücret umduğunu zannettiler, demiştir. Çünkü 585 Bkz: İzutsu, Toshihiko, Kur’an’da Allah ve İhsan, çev: Ateş Süleyman, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1975, s.158-165; Ateş, a.g.e., XI, 180-188; İbn Manzûr, a.g.e., XIII, 362-363; Çiftçi Cemil, “Kâhin” Ş.İ.A., III, 286-287; Ayrıca bkz. A’raf 7/184, Hicr 15/6; İbn kesîr, a.g.e., VII, 411; ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 72-75. 586 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 71. 587 el-Bursevî, a.g.e., IX, 199-200. 588 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., VIII, 54; Ebu’s-Suûd, a.g.e., VIII, 150. 589 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 31-32. 590 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 75. 591 er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 255. 592 el-Kuşeyrî, a.g.e., III, 476. 593 Bkz: et-Taberî, a.g.e., XXVII, 31; ez-Zemahşerî, a.g.e., IV, 25. 87 onlar için Hz. Peygamber (s.a.s.) bir şair idi. Şair de genelde şiirine karşılık bir mal isterdi.594 Ama Allah Teâlâ Kur’ân’da onlardan hiçbir üçret istemediğini bildirmiştir.595 Otuz birinci âyette geçen “De ki: Bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” İfadesinde bir tehdit596 ve korkutmayla birlikte, bir de onlarla alay etme vardır.597 Yani benim ölmemi bekleyin598 veya helak olup gitmemi, sizinle beraber ben de bekleyenlerdenim, anlamındadır.599 Kurtubî, burada “Allah Bedir’de bunların ölmesini sağladı” diye bir yorum yapmıştır.600 Bir işin neticesini ve Allah Teâlâ’nın sizin hakkınızda verdiği hükmü bekliyorum, diye de açıklanmıştır.601 Yani dünyada da, ahirette de güzel âkıbetin ve ilahi yardımın kiminle olacağını siz de bileceksiniz.602 Otuz ikinci âyette geçen “Onlara akılları mı bunu emreder, yoksa onlar, azgın bir topluluk mudur?” ifadesinde müşriklerin çelişkiden ibaret olan söz ve tavırlarına dikkat çekilmiştir.603 Allah Resulunu bir taraftan mecnunlukla sonuçlarken, diğer taraftan ise O’na, yetenek ve zeka sahibleri olan şairlik ve kahinlikle nitelendirmeleri akıl ve mantığa sığmamaktadır.604 Yani kâhin olan kimse, zeki ve işlerde derin bir fikir sahibi olur. Deli ise, aklı kapalı, fikri karışık olur. Şâir de, hayal gücü kuvvetli, kelâmı ölçülü, düzgün kimsedir. O halde bu zıt vasıflar nasıl bir adamda toplanabilir?605 Taberî’ye göre de bu alaya alıp, küçümseme nevinden söylenen bir sözdür. Yani böyle yapmalarını akılları mı kendilerine emrediyor? Aklı olan bir kimse böylesine yalan ve iftira olan şeyleri efendimiz olan Rasûlullâh hakkında söylemez.606 Aksine onlar, inkarlıkta, azgınlıkta, kibir ve inatta haddi aşan bir kavim olduğu söylenmiştir.607 Vâhidî: “Kureyşin reislerine akıllı ve zeki olduğu söylenirdi. Ancak, akılları hakkı batıldan ayırmadığı için, Allah Teâlâ onların akıllarıyla alay ettiğini” 594 el-Bursevî, a.g.e., IX, 199-200. 595 Bkz: el-Furkân, 25/57. 596 İbn ‘Atıyye, a.g.e., XV, 245. 597 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1231. 598 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 31. 599 ez-Zemahşerî, a.g.e., IV, 25; en-Nesefî, a.g.e., IV, 192. 600 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 73. Ayrıca bkz: Mukâtil b. Süleymân, a.g.e., 285; er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 255-256. 601 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 75. 602 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 411. 603 el-Beydâvî, a.g.e., II, 436; Elmalılı Hamdi Yazır, VII, 4560. 604 ez-Zemahşerî, a.g.e., IV, 25. 605 Ebu’s-Su’ûd, a.g.e., VIII, 150. 606 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 32. 607 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 411; es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1231. 88 söylemiştir.608 Kurtubî, bu âyette geçen “Akıllar” kelimesini “zihinler” manasında olduğunu söylemiştir. Çünkü kafir olan kimseye akıl nimeti verilmemiştir. Eğer kafirde akıl nimeti olsaydı, o zaman mutlaka iman ederdi. 609 Otuz üçüncü âyette ise “Yahut Onu kendisi uydurdu mu diyorlar?” buyrulmaktadır. Bu ifade müşriklerin sözlerinin kötülüğünü belirtme konusunda daha üst bir üsluba yükseliştir. Bu da Hz. Peygamber’in (s.a.s.), Kur’ân’ı kendisinin yazdığını, sonra da onun Allah’a iftira ederek O’nun katından olduğunu söylediği iddiasıdır.610 Burada geçen “التقول” (et-Tekavvül) kelimesiyle ilgili Kurtubî, “Söz söylemek, uydurmak için kendisini zorlamak manasına gelir ve çoğunlukla da yalan hakkında kullanılır” demiştir.611 Ayrıca burada geçen “بل” kelimesi onlara karşi bir redtir. Yani iş onların zannettikleri gibi değildir demektir.612 İbn Kesîr de onları bu sözleri söylemeye iten onların küfürleri ve inkarlarıdır, demiştir.613 Ebusuûd tefsirinde şöyle denilmektedir: Küfürleri ve inatları sebebiyle bâtıllığı kimseye gizli olmayan bu saçma sapan şeyleri söylüyorlar. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.), Araplardan birisidir; buna rağmen Arap olan ve olmayan tüm insanlığın benzerini getirmekten aciz olduğu bir kitap getirmiştir. Bu sözlerin inada dayanması, onların kendilerinin de sözlerinin saçmalığını ve çelişkili olduğunu bildiklerine işarettir.614 Otuz dördüncü âyette geçen “Eğer doğru iseler onun benzeri bir söz getirsinler” cümlesi, Allah’ın Resulu Kur’ân’ı kendi kafasından uydurup ortaya koydu derken, doğru söylüyor iseler, şu Kur’ân’ın bir mislini getirsinler, anlamındadır. Zaten aslında onlar da, Muhammed (s.a.s.)’in dili ile konuşmaktadırlar.615 Nesefî ise âyeti “Kur’ân’ın 608 el-Vâhidî, Ebu’l-Hasan’Alî b. Ahmed, el-Vasît fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd, Dâru’l-Kutubi’l- ‘İlmiyye, Beyrût, 1415-1994, IV, 189; el-Hâzin, a.g.e., VI, 94. 609 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 73. 610 el-Bursevî, a.g.e., IX, 202. 611 el-Kurtubî, a.g.e.,XVII, 73. 612 en-Nesefî, a.g.e., IV, 192. 613 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 411. 614 Ebu’s-Su’ûd, a.g.e., VIII, 150; bkz: ez-Zemahşerî, a.g.e., IV, 25. 615 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 33. 89 bir benzerini uydursunlar da görelim” diye açıklamıştır.616 Kurtubî Cahderî’den bu âyeti izafet ile okuyarak, “Onun gibi birisinin sözünü getirsinler” şeklinde anlam vermiştir.617 Mevdûdî, ilk defa bu âyetle Kur’ân sadece Kureyş’e değil, hatta bütün dünya inkarcılarına meydan okuduğunu söylemiştir. Ancak bugüne kadar hiç kimse Kur’ân’a karşı bir eser ortaya koyamamıştır.618 Kur’ân, îcaz, fesahat ve belağat açışından nazma ya da manaya bağlıdır. Çünkü onun lafzı Arap lafızlarının aynısıdır. Nitekim Allah Teâlâ unsurların aynı olduğuna işaret ederek Arapça Kur’ân indirdiğini söylemiştir.619 Kur’ân lafız ve mana olarak her açıdan bir mucize olarak muhatapları aciz bırakmıştır.620 Otuz beşinci âyette geçen “Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?” ifadesinin başında bulunan “أم” (em) edatının “بل” (bel) manasında olmadığında ihtilaf yoktur. Râzî bu âyetin önünde bir istifhâmın var olduğunu kastetmiştir. Bu istifham ya (أ) hemze, yahutta (هل) hel olduğunu bildirmiştir. Bu yüzden Allah Teâlâ sanki, ء ٍ ْ َْ ِ ْ م ُخ لُقوا مْن َغْي Onlar başka“ أَ şeyden yaratılmadılar mı? demiş olduğunu söylemiştir.621 Bununla biz her şeyden önce kendi yaratılışımız hakkında düşünmeliyiz. Hayatımızı da buna göre oluşturmalıyız. Yani bir ustası olmadan bir şeyin yapılmış olması, bir yaratıcısı olmadan bir şeyin yaratılmış olması imkansızdır. Mesela bir adam, üzerinde bina olmayan ıssız bir yere gitse; sonra tekrar oraya uğrasa; bu defa orada evler, saraylar ve sapasağlam yapılmış binalar görse en ufak bir şüpheye kapılmadan bunları bir yapı ustasının yaptığını düşünür.622 616 en-Nesefî, a.g.e., IV, 192. 617 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 73-74. 618 el-Mevdûdî, a.g.e., V, 542-547. 619 Bkz: Yûsuf, 12/2; Tâhâ, 20/113. 620 el-Bursevî, a.g.e., IX, 202. Ayrıca bkz: er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 257-258; Seyyid Kutub, a.g.e., XIV, 104-105; Havva Said, a.g.e., XIV, 183-185; es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1231. 621 er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 259. 622 İbn Kayyim, a.g.e., IV, 268-269. 90 İbn Abbas, kendilerini yaratan yok mu? Dünyaya yaratıcısız mı geldiler? Yoksa bir birilerini mi yarattılar? gibi sorular sorarak bir yaratıcının var olduğunu söylemiştir.623 Bu cümlenin “Annesiz babasız mı yaratıldılar” anlamında olduğu da söylenmiştir.624 Diğer bir görüşe göre ise onlar, bir ibadet ve uhrevî karşılık için değil de boşuna mı yaratıldılar. Yoksa kendilerini kendileri mi yarattılar da, Allah’a ibadet etmiyorlar? manasında olduğu söylenmiştir.625 Buhârî, bu âyetlerle ilgili olarak bir hadis nakletmiştir. Cübeyr b. Mut’im, Hz. Peygamber (s.a.v)’in Tûr sûresini okuduğunu dinlemiş ve otuz beş, otuz yedi âyetlere vardığında kalbim sanki fırlayacak gibi olduğunu söylemiştir.626 Otuz altıncı âyette geçen “Yoksa gökleri ve yeri mi yarattılar? Hayır, onlar iyice bilmiyorlar.” İfadesine gelince bunlar, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in peygamberliğini yalanlamak için olduğu söylenmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.s.) hakkında kafirlerin uydurdukları sözlerin ise hiçbir mantıkla ilgisinin olmadığını hissettirmiştir.627 Burada da, göklerin ve yerin çok büyük olması ve şerefli olduğu için, Allah Teâlâ başka yaratılmışların içinden özellikle bu ikisini zikretmiştir.628 İbn Kesîr de bunun onların Allah’a ortak koşmalarına bir red olduğunu; halbuki onların bir ve tek olarak yaratanın O olduğunu, O’nun ortağının bulunmadığını çok iyi bildiklerini söylemiştir.629 Sâbûnî, Yüce Allah’ın, birliğine ve öldükten sonra dirilmeye inanmadıkları için yaratanı inkar ediyorlar şeklinde bir açıklama yapmıştır.”630 Onların yakîn (inanç) sahibi olmayışları onları böyle bir yola itmektedir.631 Çünkü gerçekten yaratanın Allah Teâlâ’nın olduğuna inansalardı, O’na ibadet etmekten kaçmazlardı.632 623 İbn Abbas, a.g.e., VI, 95. 624 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 33; bkz: er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 259-260; İbnu’l-Cevzî, a.g.e., VIII, 55-56. 625 Ebu’s-Suûd, a.g.e., VIII, 151; el-Bursevî, a.g.e., IX, 202. 626 el-Buhârî, Tefsîr, 52; İbn Kesîr, a.g.e., VII, 412. 627 el-Mevdûdî, a.g.e., V, 548-549. 628 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1231. 629 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 412. 630 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1231-1232. Ayrıca bkz: el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 74. 631 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 412. 632 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 70. 91 Zamehşerî’nin tercih ettiği görüşe göre bu, “Onlar, kendilerinin yaratılmış olduklarını kesin bilmiyor ve inanmıyorlar” demektir. 633 Bu durum Lokman sûresi’nin 31. âyetinde ifade edildiği manasında olur ki, bu da “onlar Allah’ın yaratıcı olduğunu ama, kendilerini yaratmadığını söylüyorlar” demektir. Râzî bu âyette mef’ûlü zikretmemek, fiili tamamen nefyetme manasını ifade eder, bu durumda âyetin takdiri gökleri ve yeri onlar yaratmadılar. Onlar bu delillere de iyice inanmıyorlar. Hatta her türlü delil ve mucizeyi getirsen bile, asla inanmayacak, bilmeyecek şeklinde olduğunu söylemiştir.634 F- ŞİRK KOŞANLARA YÖNELTİLEN SORULAR (36-43. ÂYETLER) 1. 36-43. Âyetlerin Metni ُ ه َّل م َيْسَت مُعوَن في ه َفْاَيْأ ت ُمْسَت مُعُهْم بُسْلطاٍن ُم بيٍن (38) أَمْ َل َ ن (37) أْم َلُهْم ُس و ط ُِ ْي ََ ئُن َر بَك أَْم ُهُم اْلُم نَدُهْم َخَزا َ أَْم َ ن يُدو ِ ُي َ ن (41) أَْم نَدُهُم اْلَغْيُب َفُهْم َيْكُتُبو َ َ ن (40) أَْم ُّمْثَقُلو ٍم َِ َّمْغ من ْ َم َتْسأَلُُهْم أَْجِ ا َفُهم َ ن (39) أ اْلَبَناُت َوَلُكُم اْلَبنُو َ ن (43) ُكو ِ ما يُْش َّ ََ َّلَّل لَّل ُسْبَحاَن ا َّ ُِ ا كيُدونَ (42) أَْم َلُهْم إَل ه َغْي وا ُهُم اْلَم ُِ َكْيد ا َفالَّذيَن َكَف 2. Âyetlerin Meâli 37. Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yoksa onlar mı kainata hükmetmişler? 38. Yoksa onlara mahsus bir merdiven var da (çıkıp) ondan dinliyorlar mı? Öyleyse dinleyenleri, açıklayıcı bir delil getirsin. 39. Yoksa kızlar O’na, oğullar size öyle mi? 40. Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da cereme vermekten ezilmekteler mi? 41. Yoksa gayb onların yanında da onlar mı yazıyorlar? 42. Yoksa bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o küfredenlerin kendileri o tuzağa düşeceklerdir. 43. Yoksa onların Allah' tan başka bir ilahları mı var? Allah onların ortak koştuklarından münezzehtir. 633 ez-Zemahşerî, a.g.e., IV, 25-26; bkz: Ebu’s-Suûd, a.g.e., 151. 634 er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 261. 92 3. İçerdiği Konular ve Tefsiri Otuz yedinci âyette geçen “Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yoksa onlar mı kainata hükmetmişler? İfadesi Mekke’li kafirlerin “Abdullah oğlu Muhammed (s.a.s.) neden peygamber yapıldı?” diye yaptıkları itiraza bir cevap olduğu söylenmiştir. Ayrıca burada sapıklıktan kurtulmak için mutlaka birisinin Peygamber olarak gönderilmesi kastedilmiştir.635 Taberî bu âyeti Rabb’inin hazineleri kendilerinin yanında olmasından dolayı Allah Teâlâ’ya ihtiyaç duymadıklarını ve O’nun emrinden yüz çevirmeleri şeklinde açıklamıştır.636 Rabb’inin hazineleri hakkında farklı farklı görüşler ileri sürülmüştür. İbn Abbas (r.a.) Rabb’inin hazinelerini yağmur ve rızk olarak tefsir etmiş; İkrime ise Peygamberlik diye açıklamıştır.637 Mukâtil de, Rabb’inin risalet anahtarları onların elinde midir ki, onu dilediği yere koysunlar, diyerek açıklık getirmiştir.638 Başka bir görüşe göre de buna rahmet hazineleri,639 gayb hazineleri,640 mal, sıhhat, kuvvet,641 ilim ve hikmetinin hazineleri denilmiştir.642 Râzî ise yukarıdaki yorumlarla benzer olarak, bu insanın görmediği ve duymadığı çeşitli mahlukat hazineleri şeklinde izahlar yapmıştır.643 İbn Kesîr de “Mülkte onlar mı dilediği gibi tasarruf ediyor ve hazinelerin anahtarları da onların elinde mi bulunmaktadır? Yoksa egemen olanlar, yani yaratılmışları hesaba çekenler onlar mıdır? Hayır, durum böyle değildir. Aksine mutlak Mâlik, dilediği gibi tasarrufta bulunan ve dilediğini yapan Yüce Allah’tır” diyerek açıklamıştır.644 Atâ şöyle der: أم هم ألمسيطِون dan maksat, Rabb olan onlar mıdır ki, istediklerini yapsınlar?645 Yani her şeyde hakimiyet kendi ellerinde midir ki, ilahlık işlerini onlar tedbir etsinler ve işleri kendi irade ve dilediklerine göre düzenlesinler.646 635 el-Mevdûdî, a.g.e., V, 549. 636 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 33-34. 637 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 74-75. 638 Mukâtil b. Süleyman, a.g.e., III, 286. 639 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1232. 640 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 70. 641 İbn Atıyye, a.g.e., XV, 247-248. 642 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 33-34; Ebussuûd, a.g.e., VIII, 151. 643 er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 261. 644 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 412. 645 es-Suyûtî, a.g.e., VI, 120. 646 Ebussuûd, a.g.e., VIII, 151; el-Bursevî, a.g.e., IX, 203. 93 “Yoksa egemen olanlar onlar mıdır?” bu ifadeyle ilgili İbn Abbas farklı farklı yorumlar yapmıştır. Varlıkları hakkında otorite sahibi midirler ki, istediklerine boyun eğdirsinler? Yoksa her şeyin velayetini üzerine mi almışlar?, Batıl arkasınca gidenler diye de açıklamıştır. Dahhâk da aynı görüştedir.647 Elmalılı ise Allah’a galip gelerek hazinelerini ele geçirmişler de onun vergisini vermek istemiyorlar şeklinde izah etmiştir.648 Râzî de âyetteki “Yoksa onlar hakim ve galib kimseler mi?” ifadesi reddiyeyi tamamlayan bir ifadedir, demiştir. Çünkü Cenâb-ı Hakk böyle söyleyince, onların Allah’ın rahmetinin hazinelerinin bekçileri olmadıklarına dolayısıyla Allah’ın hazinelerini bilemeyeceklerine işaret edilmiştir.649 Said Havva da bu âyette kafirlerin Allah’a olan itirazları ve O’na muhtaç olmadıkları şeklindeki iddiaları ile pratikte ve teoride kendilerinin rabler oldukları şeklindeki iddiaları reddetmekte olduğunu söylemiştir.650 Burada geçen “em humu’l-museytırûn” ifadesine musallat manasını verilmiş; Ebû Ubeyde de tanrılar manasında olduğunu söylemiştir. Arap dilinde “مفيعل” (mufey’il) vezninde ancak beş isim Müheymin, müceymir, musaytır, mübeytır, mübeykır gelmiştir.651 Zeccâc da museytırûn kelimesini musallat tanrılar diyerek açıklamıştır. Bu kelime “sin” ile de “sad” ile de söylenir. Ancak kelimenin aslı “sin” harfiyledir. “sin” harfinden sonra “ta” harfi gelirse “sad” harfine çevrilmesi caizdir.652 Otuz sekizinci âyette geçen “Yoksa onlara mahsus bir merdiven var da (çıkıp) ondan dinliyorlar mı? Öyleyse dinleyenleri, açıklayıcı bir delil getirsin.” İfadesine gelince; geçen âyetlerde Cenâb-ı Hakk kafirlerin yalan ve inkarlarını dayandırdıkları için akla gelebilecek bütün ihtimalleri iptal edince, onlar için doğrudan Allah’tan duyma ve O’nu görmekten başka bir şey kalmamıştır. Oysa onun imkansızlığı diğerlerinden daha da açıktır. Bu yüzden Allah Teâlâ onlarla alay ederek “Dinledikleri bir merdivenleri mi var?” buyurduğunu belirtmiştir.653 647 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 75. 648 Elmalılı, Hamdi Yazır, a.g.e., VII, 4562. 649 er-Râzî, a.g.e., XXVII, 261. 650 Said Havva, a.g.e., XIV, 186. 651 Bkz: İbnu’l-Cevzî, a.g.e., VIII, 56-57. 652 ez-Zeccâc, a.g.e., V, 66. 653 el-Bursevî, a.g.e., IX, 203. 94 Râzî de bu âyetin ilgili delili tamamlayan bir ifade olduğunu söylemiştir. Çünkü hazinedar ve katip olmayanlar da, bazen ilgili işe bekçiden ve katipten duymak suretiyle muttali olurlar. İşte bu sebeple Hakk Teâlâ, “Siz ne bekçi ne katipsiniz ve ne de bunlarla bir araya geldiniz. Çünkü hazinelerimin bekçi ve katipleri meleklerdir. Siz onların yanına da çıkamazsınız” diyerek açıklamıştır.654 Bu buyrukta geçen “ َيْسَت مُعوَن في ه” (O merdivenin içinde mi dinliyorlar?) ifadesi iki şekilde açıklanmıştır: Birincisi: Zamehşeri’nin söylediğine göre bu ifade, “ي دينَ في ه َ O merdivenden) ”َص ا çıkarak) takdirindedir.655 İkincisi: Vâhidî’nin belirttiğine göre buradaki “ ف ” harf-i ceri, “ َل ََ ” (üzerinde) manasındadır. Nitekim …َّنْخ ل Sizi hurma dallarına asacağım)656) …َوَْلَُص لَبنَُّكْم ف ُجُذو ع ال âyetindeki “ ف ” edatı “ َل ََ ” manasındadır.657 Yoksa onların göklere uzanan bir merdiven658 ve asansörleri mi vardır ki,659 üzerine basarak semaya yükselip haberleri dinliyorlar? Şeklinde de açıklanmıştır.660 Burada geçen haberlerin emirler ve vahiyler olarak açıklanmıştır.661 Böylece onlar Muhammed’e (s.a.s.) vahiy yoluyla ulaştığı gibi,662 kendilerinin de gayb ilmine erişebildikleri,663 vasıtaların olduğunu mu iddia ediyorlar? Eğer izledikleri yol hak yol ise açık bir delil ortaya koysunlar.664 İbn Kesîr de onların böyle bir delil getirmeye imkanları olmadığını söylemiştir. Çünkü onlar hak adına bir şeye sahip değildirler. Onların lehine bir delil de bulunmamaktadır.665 Otuz dokuzuncu âyette “Yoksa kızlar O’na, oğullar size öyle mi?” ifadesi, Cenâb-ı Hakk’ın ortakları olmadığına ve o kafirlerin söyledikleri şeyin yanlış olduğuna 654 er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 261-262. 655 ez -Zemahşerî, a.g.e., IV, 26. 656 Tâhâ, 20/71. 657 el-Vâhîdî, a.g.e., IV, 189. 658 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1232; ez-Zuhaylî, a.g.e., a.g.e., XXVII, 70. 659 Beydâvî, a.g.e., II, 436. 660 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 34. 661 Elmalılı, a.g.e., VII, 4562-4563. 662 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 75. 663 Ebussuûd, a.g.e., VIII, 151. 664 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 76. 665 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 412-413. 95 işaret etmektedir.666 Bu ifade ile kendileri için istemedikleri şeyi Allah’a uygun gördüklerinden dolayı667 Allah Teâlâ da onları kınayarak beyinsizlikle nitelemiştir.668 Burada Yüce Allah onun kızlarının olduğunu ve melekleri kızlar olarak nitelendirmelerini, kendileri için de kızlar yerine erkekler tercih etmelerini kabul etmeyip, reddetmektedir.669 Taberî de, “Kızların Rabb’inize ait, oğlanların da size ait olması haksız bir taksimattır, demiştir.670 Ancak kendilerine gelince kız evladını hor görerek,671 oğlanlardan bir derece aşağı kabul ediyorlardı. Öyleki herhangi birisine kız çocuğu olduğu müjdesi verilecek olursa, öfkesinden ve kederinden yüzü simsiyah olurdu.672 İbn Kesîr de Allah’la birlikte onlara ibadet ettiklerinden dolayı Yüce Rabb’imiz bu ifadeyi buyurmuş; bunun ise oldukça ağır bir tehdit ve kesin bir korkutma olduğunu söylemiştir.673 Diğer bir görüşe göre ise, bu ifadeler içinde bulundukları durumdan vazgeçmeleri için bir uyarı teşkil etmekte, Rasûlüllâh’ın (s.a.s.) kendilerini davet ettiği takva ve ibadete yönelmeleri için bir çağrı ihtivâ etmektedir.674 Kırkıncı âyette geçen “Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da cereme vermekten ezilmekteler mi?” ifadesine gelince; İslamı tebliğ etmek için onlardan bir ücret mi istiyorsun?675 bundan ötürü kıvranıp duruyorlar ve onlara ağır ve meşakkatli gelmiştir diye açıklanmıştır.676 Başka bir görüşe göre ise, yoksa sen onları davet ettiğin ilâhi tevhid ve Rabbânî taat karşılığında onlardan bir bedel ve ücret istiyorsun da, kendilerine yüklediğin bu ücret ve bedelin ağırlığı altında borçlanıp senin davetine icabet etmeye muktedir olamıyorlar mı? şeklinde de izah yapılmıştır.677 Râzî de, “Sen onlardan ücret 666 er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 262. 667 el-Bursevî, a.g.e., IX, 203. 668 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 76. Ayrıca bkz: Ebussuûd, a.g.e., VIII, 151; el-Beydâvî, a.g.e., II, 436. 669 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 413. 670 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 34; bkz: en-Necm, 53/21-22; es-Saffât, 37/ 149-153. 671 Elmalılı, a.g.e., VII, 4563. 672 Seyid Kutub, a.g.e., XIV, 107. 673 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 413. 674 Said Havva, a.g.e., XIV, 187. 675 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1232. 676 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 413. 677 et-Taberî, a..g.e., XXVII, 34-35. 96 istemiyorsun, buna rağmen onlar sana uymuyorlar. Senden başkaları ise onlardan ücret talep ediyor ve onlar da bu talebe muhatap oluyorlar, buna rağmen yine de onlara tabi oluyolar. Bu ise sapıklığın zirvesidir” demiştir.678 Bursevî de onların hiçbir şekilde mazeretleri olmadığını ve tebliğe karşılık ücretin sadece Allah’tan olduğunu bildirmiştir.679 Kırk birinci âyette geçen “Yoksa gayb onların yanında da onlar mı yazıyorlar?” ifadesi, onların gayb hakkında bilgileri mi vardır ki, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in haber vermiş olduğu ahiret ile ilgili işlerin, haşir ve neşirin batıl olduğunu; bu yüzden onları kesin bilgiyle yazıyorlar, şeklinde izah edilmiştir.680 Bu ifadeyi Kurtubî, “Cennet ve cehennemi de ekleyerek batıl olduğunu öğrenmiş mi bulunuyorlar?” şeklinde açıklamıştır.681 Nesefî de biz öldükten sonra diriltilmeyeceğiz, diriltilsek dahi bize azap edilmeyecektir diye açıklamıştır.682 Yani buna bağlı olarak onlar âhiret için herhangi bir amelde bulunmazlar.683 Katâde de bu “Muhammed (s.av.)’in bir şair olduğuna ve zamanın musibetlerine çarpılacağını bekleriz” sözlerine bir red olduğunu söylemiştir. Yani Hz. Muhammed (s.a.s)’in ne zaman öleceğini bildikleri için mi böyle bir hükme varmışlardır? şeklinde yorumlanmıştır.684 İbn Abbas da şöyle demiştir: Yoksa, Levh-i Mahfuz onların yanında mı ki, onun içinde olan şeyleri yazarak insanlara haber versinler?685 Yoksa onların yanında gaybın bilgisi vardır da, bunu insanlara yazıyorlar ve diledikleri şeyleri onlara bildiriyorlar mı? şeklinde de açıklanmıştır.686 İbn Kesîr de işin böyle olmadığını söyleyerek, gök ve yerdekilerden hiç kimsenin gaybı bilemeyeceğini ifade etmiştir.687 Abdurrahman b. Nâsır es-Sa’dî ise, böylelikle onlar, Allah’ın Rasûlüne bildirmediği şeyleri bilmiş oluyorlar da o yüzden mi ona karşı çıkıp sahip bulundukları gayba dayanarak ona karşı inatla direniyorlar? Halbuki onların ümmî, cahil ve sapık bir 678 er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 261-262. 679 el-Bursevî, a.g.e., IX, 203-204. Ayrıca bkz: Yûnus, 10/72; Hûd, 11/29; eş-Şûrâ, 42/23. 680 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1232. 681 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 76. 682 en-Nesefî, a.g.e., IV, 193. 683 Said Havva, a.g.e., XIV, 187-188. 684 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1232; İbnu’l-Cevzî, a.g.e., VIII, 57-58. 685 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 76. 686 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 35. 687 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 413. 97 ümmet oldukları bilinen bir husustur. Rasûlüllah (s.a.s.) başkalarından çok daha büyük bir bilgiye sahiptir. Allah, ona hiçbir kimseyi muttali kılmadığı gaybî bilgilerden haber vermiş ve onu peygamber kılmıştır. İşte bütün bunlar, aklî ve naklî yollarla onlara verilmiş susturucu cevaplar olup, sözlerinin tutarsız olduğunu ortaya koymakta, iddialarının tutarsızlığını en güzel, en açık ve aynı zamanda itirazla karşılanma ihtimali en uzak yöntemlerle dile getirmiştir, açıklamasını yapmıştır.688 İbn Kuteybe bu âyette geçen “yazıyorlar” ifadesini “hükmediyorlar” şeklinde açıklamıştır.689 Bu âyet de bu manayı desteklemektedir: ... َْحَمة َِّ ه ال َلى نَْف س ََ ُّبُكْم ...َكَتَب َر Rabb’iniz kendi üzerine rahmeti yazdı.”690 Burada geçen “yazdı” kelimesinin “hükmetti” anlamında olduğu söylenmiştir.691 Kırk ikinci âyette geçen “Yoksa bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o küfredenlerin kendileri o tuzağa düşeceklerdir.” İfadesine gelince bu âyetin ilk cümlesinde, müşriklerin Hz. Peygamber’e suikast yapmak için hazırlık yaptıkları hakkında bilgi verilmiştir.692 Âyetin sonunda ise yaptığı tüm hazırlıkların boşa çıkması ve perişan olanların da kendileri olduğu hakkında haber verilmiştir.693 Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.)’i öldürmek için suikast yapanların Bedir savaşı’nda öldürüldüğü söylenmiştir.694 Böylece âyet, gaybı onların değil yalnız Allah’ın bildiğini ve Hz. Peygamberine haber verdiğini bildirmiştir.695 Tuzak, ister haddi zatında iyi olsun ister kötü, kurulduğu kişiye kötü gelen şeydir. Kimilerine göre bir çeşit hiyledir. Kimilerine göre de bir başkası için gizlice zarar vermeyi istemek diye tarif edilmektedir. Tuzak, kul açısından kötü hile, Allah açısından ise yaratıkların amellerine karşılık olması için hak tedbir olarak yorumlanmıştır.696 688 es-Sa’dî, Abdurrahman b. Nâsır, Tefsîru’s-Sa’dî, çev: Beşir Eryarsoy, Gurabâ Yay, İstanbul 1437/2016, V, 57. 689 er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 265-266. 690 el-En’âm, 6/12. 691 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 76. 692 el-Mevdûdî, a.g.e., V, 551. Bkz: Ahmed b. Hanbel, Müsned, el-Mektebu’l-İslâmî, Beyrut, t.y., I, 348. 693 Hayreddin Karaman ve dğr, a.g.e., V, 153. 694 ez-Zemahşerî, a.g.e., IV, 26. 695 Elmalılı, a.g.e., VII, 4564. 696 el-Bursevî, a.g.e., IX, 204. 98 Yoksa onlar Rasul ve din hakkında bu söyledikleriyle insanları aldatıp, Allah Rasulüne ve onun ashabına tuzak mı kurmak istiyorlar? Şüphesiz onların kurmak istedikleri tuzağın zararı, vebali kendilerine dönecektir. Çünkü asıl kendilerine tuzak kuranlar kafirlerin kendileridir.697 Nitekim âyetteki ...ََّل بأَْه له َّس ي ُئ إ ُِ حيُق اْلَمكْ ال ... َوََل َي “Halbuki kötü tuzak, ancak sahibini kuşatır.” ifadesi bu manayı desteklemiştir.698 Sâdî el-Müftî bu haberin, gaybdan haber vermek olduğunu, Sûre’nin Mekke’de nazil olduğunu, söz konusu tuzağın ise daha sonra yani hicret gecesi vukû bulduğunu söylemiştir.699 Kırk üçüncü âyette geçen “Yoksa onların Allah’tan başka bir ilahları mı var? Allah onların ortak koştuklarından münezzehtir.” İfadesinde müşriklerin Allah ile birlikte putlara ve ona eş koştukları varlıklara ibadet etmeleri oldukça ileri derecede tepki ile reddedilmiş; sonra Yüce Rabbimiz onların söylediklerinden, iftiralarından ve ortak koşmalarından kendi zatını tenzih etmiştir.700 Başka bir görüşe göre de onların, Allah’tan başka yaratıcı ve rızık veren ilahları mı vardır ki,701 kendilerine bir zarar dokunduğunda ortadan kalkması için ondan yardım istiyorlar?702 Nesefî azabından koruyacak,703 Mukâtil de Bizim onlara kurduğumuz tuzaklardan kendilerini koruyan başka bir tanrısı mı var? diyerek açıklamıştır.704 Seyid Kutup bu âyet ile her kuşku açıklık kazanmış, her delil çürütülmüş ve bütün kuvvetlerin apaçık gerçekler karşısında yıkıldığını söylemiştir.705 697 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 413. Bkz: el-Enfâl, 8/30. 698 el-Fâtır, 35/43. 699 el-Bursevî, a.g.e., IX, 204. 700 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 413; ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 82. 701 el-Kurtubî, XVII, 76. 702 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1233. 703 en-Nesefî, a.g.e., IV, 193; Ebussuûd, a.g.e., VIII, 152; el-Beydâvî, a.g.e., II, 437. 704 Mukâtil b. Süleymân, a.g.e., III, 287. 705 Seyid Kutup, a.g.e., XIV, 108. 99 G- MÜŞRİKLERİ TEHDİT (44-47. ÂYETLER) 1. 44-47. Âyetlerin Metni َعُقونَ (45) َْ ُي َّل ذي في ه ُيََلُقوا َيْوَمُهُم ا َّتى ُكو م ( 44) َفَذْرُهْم َح ِْ َّم ُلوا َسَحا ب قط ا َيُقو َّسَما ء َسا ْوا كْسف ا مَن ال َِ َو إن َي َ ن (47) ُهْم ََل َيْعَلُمو َِ َّن أَْكَث ك َذاب ا ُدوَن َذ لَك َوَل ََ َّل ذيَن َظَلُموا َّن ل ونَ (46) َو إ ُِ ََ ْيئ ا َوََل يُن َْ ْ م َكْيُدُهْم ْنُه ََ ن َيْوَم ََل يُْغ 2. Âyetlerin Meâli 44. Onlar gökten bir parçayı düşerken görseler “Birbiri üstüne yığılmış bir bulut” diyecekler. 45. O halde bırak onları, ta çarpılacakları günlerine (kavuşuncaya) kadar. 46. O gün hiç bir tedbirlerinin kendilerine zerre kadar faydası olmayacak ve hiç bir şekilde kurtarılmayacaklardır. 47. O zulmedenlere bundan başka da bir azap vardır. Fakat pek çokları bilmezler. 3. İçerdiği Konular ve Tefsiri Kırk dördüncü âyette geçen “Onlar gökten bir parçayı düşerken görseler “Birbiri üstüne yığılmış bir bulut” diyecekler.” İfadesinde Yüce Allah, burada görülüp hissedilen şeylere karşı bile müşriklerin inatlaştıklarını, gerçeği kabul etmeyi kibirlerine yedirmediklerini haber vermiştir. Yani kendisiyle azaplandırılacakları böyle bir şeyin üzerlerine indiğini görseler dahi onun doğruluğunu kabul etmezler, buna inanmazlar.706 Başka bir görüşe göre ise Şuarâ Suresi’nin 187. ve İsrâ Suresi’nin 92. âyetlerinde geçen sözlerine cevap vermek üzere indirdiği söylenmiştir.707 Yani âyetlerde bildirildiği gibi, gökten bir kütle düşürülmesini istemeleri ve bunları iki gözüyle görseler bile, onun varlığını kabul etmek istemeyeceklerdir. Ayrıca bunlar “bulut yığınıdır” deyip geçiştirmeye çalışacaklardır.708 Sâbûnî de, üzerlerine düştüğünü görseler, onun başlarına inmekte olan bir azab olduğunu inanmazlar da, birbiri üstüne yığılmış bulut kümeleri olduğunu sanırlar, diye açıklamıştır.709 Kırkbeşinci âyette geçen “O halde bırak onları, ta helak edilecekleri günlerine (kavuşuncaya) kadar.” İfadesiyle, onları beklemekte olan çok dehşetli bir günün olduğu 706 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 413. Ayrıca bkz: Yunus, 10/96, 97, el-Hicr, 15/14-15, et-Taberî, a.g.e., XXVII, 35-36. 707 Kurtubî, a.g.e., XVII, 77; Beydâvî, a.g.e., II, 437. 708 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 36. 709 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1233; en-Nesefî, a.g.e., IV, 193. 100 belirtilmiştir.710 Ayrıca onların hakikatler karşısında bu derece inat ve tekebbürle duruşları tasvir olunup, Rasulüllahın (s.a.v.) elini onlardan çekmesi bildirilmiştir.711 Onları yapmış oldukları kötü amellerinin karşılığı verilinceye kadar bırakılması, ve onlarla ilgilenmemesi” olarak açıklanmıştır.712 “Helak edilecekleri” diye terceme ettiğimiz kelimenin kökü olan “sâika” kelimesinin Muhtar’da, “bayıldı” anlamı verilmiştir.713 A’raf Sûresi’nin 143. âyetinde geçen “saika” kelimesinin “bayıldı” anlamında olduğu da görülmektedir.714 İbnu’l- Cevzî de, o kıyamet günüdür, diyenlere göredir ki onlar korkularından bayılırlar diyerek açıklamıştır.715 Zümer Sûresi’nin 68. âyetinde geçen “saika” kelimesi “öldü” anlamına gelmektedir.716 Üzerinde durduğumuz âyetteki “O gün” den maksadın ölecekleri gün olduğu717 veya öldürüldükleri Bedir günü olduğu da söylenmiştir.718 İbn Kesîr ise o günün kıyamet günü olduğunu bildirmiştir.719 Kırkaltıncı âyette geçen “O gün hiç bir tedbirlerinin kendilerine zerre kadar faydası olmayacak ve hiç bir şekilde kurtarılmayacaklardır.” İfadesinde Rasulullah (s.a.s.)’e dünyada kurdukları hile ve tuzakların, hiçbir fayda vermeyeceği söylenmiştir.720 Ayrıca başlarına inecek olan azaba da hiç kimse mani olamayacağı ve yardımda bulunmayacağı bildirilmiştir.721 Kırkyedinci âyette geçen “O zulmedenlere bundan başka da bir azap vardır. Fakat pek çokları bilmezler.” İfadesi inkar etmek ve isyan etmek, Peygamber’e (s.a.s.) tuzak kurarak putlara ibadet etmekle kendilerine zulmedenler için bu dünyada azabın var olduğunu bildirmiştir.722 Bundan dolayı Yüce Allah: “Fakat onların çoğu bilmezler” 710 Hayreddin Karaman ve dğr, a.g.e., V, 153. 711 Seyyid Kutup, a.g.e., XIV, 108-109. 712 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 86. 713 er-Râzî, Muhammed b. Ebî Bekr b. ‘Abdu’l-Kâdir, Muhtâru’s-Sıhâh, Dâru’l-Fikri’l-Ârabî, Kâhire, t.y., s.363. 714 Bkz: el-A’raf, 7/143. 715 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., 59. 716 Bkz: ez-Zümer, 39/68. 717 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 77. 718 el-Bursevî, a.g.e., IX, 205. 719 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 413. Ayrıca bkz: et-Taberî, a.g.e., XXVII, 36; el-Beydâvî, a.g.e.,II, 437; el- Kurtubî, a.g.e., XVII, 77; en-Nesefî, a.g.e., IV, 193; Elmalılı, a.g.e., VII, 4565; ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 86. 720 İbn Kesîr, a.g.e., 413. 721 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 36. 722 ez-Zuhaylî, XXVII, 87. Ayrıca bkz: es-Secde, 32/21. 101 buyurmaktadır. Yani biz dünya hayatında türlü musibetlerle onları sınar, onlara azap veririz. Belki dönerler, belki vazgeçerler diye, ama bunlarla kendilerinden ne istendiğini bir türlü kavramıyorlar, şeklinde açıklanmıştır.723 Bu azap, kafir olanlar için dünyada, ölümlerinden önce gördüğü bir azap olduğu söylenmiştir. İbn Abbas, o azap ya ölümdür ya da kabir azabıdır şeklinde açıklamıştır.724 Bir başka görüşe göre, “onların Bedir günü öldürülmeleri” olduğu söylenmiştir.725 Ayrıca onun hastalık, açlık, mal ve çocukların kaybı, rahatsızlık, belalar gibi dünya musibetleri olduğu da zikredilmiştir.726 Onların çokları ise başlarına gelecek olan Allah Teâlâ’nın azabını, bela ve musibetlerini bilmeyecekleri söylenmiştir.727 Diğer bir açıklamaya göre de sonlarının nereye varacağını bilmezler, şeklinde anlaşılmıştır.728 Bu azap kaldırılsa önce yaptıklarından daha kötüsünü yaparlar şeklinde açıklama da vardır.729 Burada geçen “çoğu” kelimesi, Araplara göre tamamı ifade etmektedir. Çünkü onlar, bir şeyin “hepsi”ni “çoğu” kelimesiyle ifade etmişlerdir.730 Bursevî de cehalet ve gafletlerden dolayı, durumun böyle olduğunu, bilmezler, diye açıklamıştır. Bu ifadede, onların bir kısmının bunu bildiğine, ama buna rağmen sırf inat için küfürde ısrar ettiklerine işaret olduğunu söylemiştir.731 Buradaki “dûne” (önce), kelimesinin “ğayra” (başka) anlamında olduğu da söylenmiştir.732 Bir başka görüşe göre ise, “bundan başka” diye tercüme ettiğimiz “dûne zâlike” ifadesi” “bundan sonra” anlamına da gelebilir ki, o zaman da Bedir’den sonra gelecek olan kabir azabı ve ondan sonraki çeşit çeşit âhiret azabı kastedilmiş olmaktadır.733 723 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 413. 724 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 77; Ebû Hayyân, a.g.e., VIII, 153. 725 Mukâtil b. Süleyman, a.g.e., III, 287. 726 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 78. 727 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 87. 728 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 78. 729 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 87. 730 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 87. 731 el-Bursevî, a.g.e., IX, 205. 732 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 78. 733 el-Bursevî, a.g.e., IX, 205-206. 102 H- HZ. PEYGAMBER’E YAPILAN TESELLİLER VE VERİLEN EMİRLER (48-49. ÂYETLER) 1. 48-49. Âyetlerin Metni َّلْي ل َفَس بْحُه َو إْدَباَر النُُّجو م )49( ُي نَنا َوَس بْح بَحْم د َر بَك حيَن َتُقومُ )48( َو مَن ال َْ َّنَك بأَ ِْ لُحْك م َر بَك َف إ َواْص ب 2. Âyetlerin Meâli 48. Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen bizim gözetimimiz altındasın, kalktığında Rabbini hamd ile tesbih et. 49. Gecenin bir kısmında da O'nu tesbih et, yıldızların batmaya yaklaştığı sırada! 3. İçerdiği Konular ve Tefsiri Kırksekizinci âyette “Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen bizim gözetimimiz altındasın, kalktığında Rabbini hamd ile tesbih et.” Burada geçen ifade de Rahmân’ın senin üzerine yüklediği tebliğ vazifelerini yaparken hükmüne sabret diye anlaşılmaktadır. Ayrıca kavminin sana yaptıkları sıkıntılarla karşılaştığında Allah’ın imtihanına karşı sabret, diye de açıklanmıştır.734 Başka bir rivayete göre, ey Pepgamber (s.a.s.), bu kavmin başına sana vaad edilen azabın gelinceye kadar sabret, anlamındadır.735 İbn Kesîr de, “onların eziyet ve işkencelerine sabret ve onlara aldırma” anlamında olduğunu söylemiştir.736 Bu âyette bela ve sıkıntıya uğrayanlara bir teselli vardır. Kim, başına gelen şeyin ancak kendisini ayakta tutan, koruyan, kendisini her an gören ve her sözünü işiten Rabb’inin hükmü olduğunu bilirse, başına gelen sıkıntı onu korkutmaz; tam tersine hayra özenti ve sevincini artırır. Çünkü o, başına gelen bu sıkıntının, derecesini yükseltmek, nefsin cevherini parlatmak ve onda kalan kötü huyları temizlemek için geldiğini bilir ve hakikatte o, bir ceza değil nimet olmaktadır.737 734 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 78. 735 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 87-88. 736 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 414. 737 İbn Acîbe el-Hasenî, a.g.e., IX, 433. 103 Âyete, “Sabır ve doğrulukta Rabbi’nin buyruğunu yerine yetirmeye çalış” şeklinde başka bir mana da verilmiştir.738 Kuşeyrî ise bu âyette, “Allah’ın ezelde hükmettiği şeye sabret; çünkü Allah’ın hükmüne sabretmek zordur. Ancak kişi, Allah’ın kendisinden haberdar olduğunu bildiği zaman bu, kendisine kolay ve hafif gelir” demiştir.739 Râzî ise burada şöyle bir açıklama yapmıştır: Nuh (a.s)’ın yaptığı “Ya Rabbî, yer üzerinde kafirlerden yurt tutan hiç kimse bırakma!”740 şeklindeki beddua ile Yunus (a.s)’ın yaptığı dua gibi, Hz. Peygamber (s.a.s)’i bedduaya sevkeden bir sebep olmuştur. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hakk “sabret” demiştir. Yani “lanetini tesbih ile değiştir” veya “Rabbini tenzihe sarılarak O’nu an” anlamındadır. Bu “Allah’ım onları helak et” diyeceğine, “Beni tesbih et” anlamındadır.741 Cenâb-ı Hakk’ın, “Rabbi’nin hükmüne sabret. O balığın yoldaşı olan (Yunus a.s) gibi olma”742 buyruğunun zıddı olarak gelmiştir. Fî Zilâli’l-Kur’ân’da Seyyid Kutub, Yüce Allah’ın: “Rabbinin hükmüne sabret!” buyruğunu açıklarken şunları söylemektedir: “Ne büyük bir ifade! Ne büyük tasvir, takdir ve değerlendirmedir. Bu, hiçbir zaman hiçbir insanın ulaşamadığı bir mertebedir. İşte bütün Kur’ân-ı Kerîm’de, hatta benzeri ifadeler arasında dahi benzeri bulunmayan bu eşsiz ifedelerin toplaştığı bir mertebedir.743 Âyette geçen “Çünkü sen bizim gözetimimiz altındasın” ifadesi ise, “zira sen bizim gözümüzün önündesin” anlamıyla beraber, “Allah Teâlâ seni insanlardan meydana gelecek her türlü şerlerden korur” şeklinde de açıklanmıştır.744 Yani biz senin neler ettiğini görüyoruz ve neler söylediğini işitiyoruz.745 Âyetin son kısmında yer alan “Kalktığında Rabbini hamd ile tesbih et.” âyetinde yer alan “kalktığın vakit”in tevili hususunda farklı görüşler vardır: 738 el-Mevdûdî, a.g.e., V, 553. 739 el-Kuşeyrî, a.g.e., III, 478-479. 740 Nûh, 71/26. 741 er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 274. 742 el-Kalem, 68/48. 743 Seyid Kutup, a.g.e., XIV, 109. 744 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 87-88. 745 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 78. Bkz: Tâhâ, 20/39; el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 78; el-Kuşeyrî, a.g.e., III, 479. 104 Birincisi: “Uykudan kalktığın zaman Allah için namaz kıl,” anlamındadır ki bunu İbn Abbas dile getirmiştir.746 İkincisi: Meclisinden kalktığın zaman: “Subhânallâhi ve bihamdih” yahut da “Subhânekellahumme ve bihamdik” anlamında olduğunu söylemişlerdir.747 Üçüncüsü: “Namaza kalktığın zaman: “Sübhânekellahumme vebihamdik veteberakesmük veteâlâ ceddük velâ İlâhe ğayruk” de” bunu da Dahhâk söylemiştir.748 Dördüncüsü: “Uykudan kalktığın zaman Allah’ı tesbih et, bunu da Kelbî dile getirmiştir.749 Beşincisi: “Öğle uykusundan kalktığın zaman öğle namazını kıl” manasında olduğu söylenmiştir. Bunu da Taberî rivayet etmiştir.750 Altıncısı: “Yatağından kalkıp da namaza girinceye kadar Allah’ı dilinle tesbih et” Bunu da İbn Sâib demiştir.751 Bazı müfessirlere göre ise “Hangi mekandan kalkarsan kalk Allah’ı zikret” anlamındadır.752 Bursevî bu ifadeyle benzer olarak “Sayılmayacak kadar çok olan O’nun nimetlerinden dolayı Rabbi’ni hamd ile tesbih edip, O’nu, O’na layık olmayan her şeyden tenzih et” şeklinde açıklamaktadır.753 Kırkdokuzuncu âyette geçen “Gecenin bir kısmında ve yıldızların batmaya yaklaştığı sıra O’nu tesbih et.” İfadesi gece uyandığın zaman ve gecenin sonunda yıldızlar yok olduğunda O’nu tesbih et, O’nu an ve O’na ibadet et, anlamındadır. Çünkü o an ibadet etmek nefse çok ağır geliyor. O an edilen ibadetin gösterişten çok uzak olduğu söylenmiştir.754 Beydâvî de, bunun içindir ki onu (geceyi/ leyl’i) tekbaşına ziketmiş ve onu fiilin başına geçirmiştir, demiştir.755 Mukâtil b. Süleyman ise âyetin manasının, gecenin bir kısmında akşam ve yatsı namazını kılarak, yıldızların 746 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., VIII, 60; es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1233. 747 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 78-79. Ayrıca bkz: et-Tirmizî, Ebû ‘Îsâ Muhammed b. ‘Îsâ b. Sevra, Sünenu’t-Tirmizî, el-Mektebetu’l-İslâmiyye, y.y., t.y., V, 494; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 494. 748 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 414. 749 el-Bursevî, a.g.e., 207; el-Mevdûdî, a.g.e., V, 554. 750 et-Taberî, a.g.e., XXVII, 38. 751 Elmalılı, a.g.e., VII, 4566. 752 el-Beydâvî, a.g.e., II, 437; en-Nesefî, a.g.e., IV, 194; Ebussuûd, a.g.e., VIII, 153. 753 el-Bursevî, a.g.e., IX, 207. 754 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXVII, 88; Ebussuûd, a.g.e., VIII, 153. 755 el-Beydâvî, a.g.e., II, 437. 105 kaybolması vaktinde ise tan yerinin ağarmasından sonra giren sabah namazından önce de iki rekat namaz kılarak O’nu tesbih et anlamında olduğunu söylemiştir.756 Bunun teheccüd namazı olduğu da rivayet edilmiştir.757 İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre, bundan kastın sabah namazının farzından önce kılınan iki rekat namaz olduğu ifade edilmiştir.758 Çünkü sabah namazından önce kılınan iki rekat namazın dünya ve içindekilerden daha hayırlı olduğu söylenmiştir.759 Râzî de, “yıldızların batmaya yaklaştığı an” ifadesinden maksat, sabah vakti olduğunu söylemiştir. Çünkü sabah vakti güneş, ışıklarıyla ortalığı aydınlatmaktadır. Yıldızların da kaybolduğu ve gizlendiği vakittir.760 Buna benzer bir âyet de İsrâ Sûresi’nde geçmektedir.761 756 Mukâtil b. Süleyman, a.g.e., III, 288. 757 el-Mevdûdî, a.g.e., V, 554. 758 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 416. Ayrıca bkz: et-Taberî, a.g.e., 39-40; es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1233; el- Kurtubî, a.g.e., XVII, 80; İbnu-l-Cevzî, a.g.e., VIII, 60-61. 759 Bkz: Ebu’l-Huseyn Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî en-Nîsâbûrî, Sahîhu Müslim, Dâru İhyâi’l- Kutubi’l-Arabiyye, y.y., 1955/1374, I, 501; Ahmed b. Hanbel, a.g.e., VI, 265; et-Tirmizî, Sünenu’t- Tirmizi, II, 275; İbn Kesîr, a.g.e., III, 395. 760 er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 275. Ayrıca bkz: ez-Zuhaylî, XXVII, 88; el-İsra, 17/79; Ahmed b. Hanbel, a.g.e., I, 162 761 Bkz: el-İsra, 17/79; Ahmed b. Hanbel, a.g.e., I, 162. 106 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KUR’ÂN’DA GENEL OLARAK CEHENNEMLİKLER İLE CENNETLİKLER VE HZ. PEYGAMBER’E YÖNELTİLEN İTHAMLARA CEVAPLAR 107 I- KUR’ÂN’DA GENEL OLARAK CEHENNEMLİKLER İLE CENNETLİKLER A- CEHENNEMLİKLER 1. Cehennem’in Sözlük ve Terim Manaları a. Cehennem’in Sözlük Manası Cehennem’in, ölümden sonraki ebedi azap yeri,762 ahirette kulların gideceği çok sıcak azap yeri ve Allah’ın tutuşturulmuş ateşinin ismi olduğu bildirilmiştir.763 Ateşin isimlerinden olup onunla Allah Teâlâ, azabı hak edenleri cezalandırır anlamında olduğu da söylenmiştir.764 Cehennem kelimesi “derin kuyu” anlamında olduğu söylenmiştir.765 Ayrıca alimler bu kelimenin Arapça asıllı olduğunu ve “hayırsız, uğursuz” manalarına geldiğini zikretmişlerdir.766 Ancak dil alimleri ise bu konuda çok tereddüt etmişlerdir.767 Arapça olduğunu iddia edenler, cehennemin Arapça “cehnam” kelimesinden alındığını cehnam’ın da “cehm”den türediğini anlatmışlardır. Cehm, kelimesi galiz, kirli ve hoş görülmeyen manasındadır.768 Cehnam ise, dibi görünmeyen derin kuyu demektir.769 Arap şiirinde de “cihinnam” kelimesi, derin kuyu anlamında kullanılmıştır.770 Aynı zamanda bu kelime suçlu insanların girecekleri, çeşitli işkencelerin bulunduğu ateş dolu ceza evi olduğu, bir başka görüşe göre de bunun, Farsça cehnâm’dan Arapçalaştığı söylenmiştir.771 b. Cehennem’in Terim Manası Cehennem, âhirette kafir, müşrik ve münafik olanların devamlı olarak kalacakları yerdir. Ancak günahkar müminlerin ise, günahları ölçüsünde cezalandırılacakları azap yeri olarak açıklanmıştır.772 Ayrıca inkarcıların ve 762 Komisyon, el-Müncid fi’l-Lügati ve’l-A’lâm, Darü’l-Meşrik, Beyrut, 1973, s. 108. 763 Râgıb, a.g.e., s.143. 764 İbrâhîm Mustafâ ve dğr., a.g.e., I, s.145. Ayrıca bkz: İbrâhîm Muhammed İsmâîl, a.g.e., s. 109-110. 765 Şimşek, Mehmet Sait, “Cehennem” Ş.İ.A., I, 280. 766 Harman, Ömer Faruk, “Cehennem” D.İ.A., VII, 225. 767 Bkz: İbn Manzûr, a.g.e., XII, 112. 768 Elmalılı, a.g.e., II, 732. 769 Soyalan, a.g.e., s. 85. 770 İbn Manzûr, a.g.e., XII, 112. Ayrıca bkz: İbrâhîm Mustafâ ve dğr., a.g.e., I, 145. 771 Ateş, a.g.e., IV, 320. 772 Kılavuz, A. Saim, Anahatlarıyla İslâm Akâidi ve Kelâma Giriş, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2004, s. 361. 108 günahkarların ahirette cezalandırılacakları azap mekanı olarak ifade edilmiştir.773 Bir başka görüşe göre de Cehennem kötülerin ve kötülüklerin bulunduğu ve buluşacağı yerdir. Dünyada haksızlık yapanların, zulüm ve işkencede bulunanların, başkalarının malları ve namusları peşinde olanların orada bir araya gelecekleri bildirilmiştir. Hiç ölmeyecekmiş havası içinde yaşayanlar, Allah’ın bir gün hesaba çekeceğini hesap etmeyenler orada buluşacak, orası inanmayanların, münafıkların, zalimlerin ve Allah’ı yok sayanların son buluşma yeri olacaktır, şeklinde de tarif edilmiştir.774 Cehennem kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de 77 âyette yer almaktadır.775 Ancak burada sözlük anlamından çok, kafirlerin, münafıkların, zalimlerin ve gerçeğe boyun eğmeyenlerin azap görecekleri yer olarak tasvir edilir. Söz konusu âyetlerin birçoğunda Cehennem, değişik kavram ve terkiplerle ifade edilmiştir. Ancak bu kelime veya terkipler bütünüyle Cehennem’in adı olmayıp amellerine göre Cehennemliklere azap edilecek tabakaları veya azap çeşitlerini göstermiştir. İslam literatüründe genel anlamda cehennem’i, azap türlerini veya onun bölümlerinden birini ifade etmek üzere çeşitli kelimeler kullanılmıştır.776 Muhtemelen cehennem’in yedi kapısı olduğunu beyan eden âyet777 sebebiyle bunlardan yedisi özellikle önem kazanmıştır.778 Bu yedi ismin, yedi kapıya ve dehşetli oturma yerinin yedi tabakasına işaret olduğu bildirilmiştir.779 2. Cehennem’in İsimleri a. Cehennem Cehennem tabakalarına ait yedili tasnif sistemi vardır. Azabı en hafif olanı ise en üst tabakasıdır. Alimlere göre burası, günahkar müminlerin azap yeri olacaktır. Onların azabı bittikten sonra ise boş kalacağı söylenmiştir. Bu durumda cehennem, genel olarak 773 Harman, a.g.e., VII, 225. 774 Karadaş, Cağfer, İslam Düşüncesinde Âhiret, Emin Yay., Bursa 2008, s. 58. 775 Abdulbâkî, a.g.e., s. 184-185. 776 Topaloğlu, “Cehennem” D.İ.A., VII, s. 227. 777 Muhakkak cehennem, onların hepsine vâdolunan yerdir. Cehennem’in yedi kapısı vardır. Onlardan her kapı için birer gurup ayrılmıştır. (el-Hicr, 15/43-44). Bazı rivayetlere göre bu tabakalardan ilki olan Hâviye günahkâr müminler için, ikincisi Sakar yahudiler için, üçüncüsü Sa’îr hıristiyanlar için, dördüncüsü Cahîm Sâbie için, beşincisi Lezâ ateşperestler için, altıncısı Hutame putperestler için ve pek çok adlarla anılan yedincisi münafıklar içindir. (el-Kurtubî, a.g.e., X, 30). 778 Topaloğlu, a.g.e., VII, 227. 779 Salih, Subhi, Ölümden Sonra Diriliş, Kayıhan Yay., İstanbul 1981, s. 61. 109 âhiretteki azap yerinin bütününün, özel olarak da en üst tabakasının adı olmaktadır.780 Günahkar Müslümanlar için ayrılmış olan en üst tabakanın, bir gün tamamen boş kalacağı ve oradaki azabın daha az şiddetli olduğu bildirilmiştir.781 Cehennem kelimesi Kur’ân’da şöyle geçmektedir: َّزُة با ْْلْث م َفَحْسُبُه َجَهنَُّم َوَل بْئَس اْل مَهادُ َلَّل أََخَذْتُه اْل ع َّ َو إَذا قيَل َلُه اتَّ ق ا “Böylesine (münafığa) ‘Allah’tan kork!’ denilince benlik ve gurur kendisini günaha sevkeder. (Ceza ve azap olarak) ona cehennem yeter. O ne kötü yerdir!”782 Cehennem kelimesinin Kur’an’da geçtiği âyetlerin 51 Mekkî, 26’sı ise Medenîdir.783 Cehennem kelimesinin geçtiği âyetlerin altısında, kafirlerin ve mütekebbirlerin âhirette varacağı mekan anlamında “mesvâ” sözcüğüyle784 10 âyette de yine mekan anlamında “me’va” kelimesiyle birlikte geçmektedir.785 Bu sözcüklerin dışında Cehennem kelimesi, “نار” (nâr) ve “َذاب” (azâb) sözcükleriyle, cehennem ateşi anlamında 9 âyette “نار جهنم” (nâru cehennem)786 ve cehennem azabı anlamında 4 âyette “َذاب جهنم” (azâbu cehennem) şeklinde geçmiştir.787 Yine cehennem azabı olarak da 8 âyette “َذاب النار” (azâbu’n-nâr);788 cehennem ashabı anlamında ise 5 âyette “اصحاب النار” (ashâbu’n-nâr);789 bir âyette en büyük ateş anlamında “نار الكبِى” (nâru’l-kübra)790; kızgın ateş anlamında ise “نار حاميه” (nârun hâmiyeh) şeklinde tamlama halinde geçtiği de görülmektedir.791 780 Topaloğlu, a.g.e., VII, s. 227. Ayrıca bkz: Hakkı, İbrahim Erzurum’lu, Marifetname, Merve Yay., İstanbul, 1981, I, 44-54. 781 Salih, a.g.e., s. 61. 782 el-Bakara 2/206. Ayrıca bkz: el-A’râf 7/41; İbrâhîm 14/16; el-Kehf 18/29. 783 Topaloğlu, a.g.e., VII, s. 227. 784 Bkz: en-Nahl 16/29; el-Ankebût 29/68; ez-Zümer 39/32, 60, 72; Mü’min 40/76. 785 Bkz: Âl-i İmrân 3/162, 197; en-Nisâ 4/97,121; el-Enfâl 8/16; et-Tevbe 9/73, 95; er-Ra’d 13/18; el- İsrâ 17/97; et-Tahrîm 66/9. 786 et-Tevbe 9/35, 63, 68, 81, 109; Fâtır35/36, et-Tûr 52/13; el-Cin 72/23, el-Beyyine 98/6. 787 el-Furkân 25/65; ez-Zuhruf 43/74; el-Mülk 67/6; el-Burûc 85/10. 788 el-Bakara 2/126, 201; Âl-i İmrân 3/16, 191; el-Enfâl 8/14; es-Secde 23/20; es-Sebe’ 34/42; el-Haşr 59/3. 789 el-Bakara 2/39, 91; Âl-i imrân 3/116; el-Mâide 5/29; el-A’râf /36 790 el-A’lâ 87/12. 791 el-Gâşiye 88/4; el-Kâria 101/11. 110 b. Lezâ “Lezâ” (لظى) sözü “leziye” ( لظ) fiilinden türemiş bir isimdir. “Şiddetli ateş”,792 “dumansız ateş”793 ve “halis ateş” manalarına gelmektedir.794 “Lezâ” sözcüğünü Taberî “Cehennem’in adlarından biri” olarak açıklamıştır.795 Kurtubî de kelimeyi Cehennem’in bir ismi olarak ifade etmekle birlikte, “lezâ”nın günahkarların cezalandırılacağı Cehennem’in ikinci tabakası olduğunu belirtmiştir.796 “Lezâ” sözcüğü, Kur’ân’da bir yerde zikredilmektedir: َّشَو ى (16) ََ ة لل َّزا ََّل إنََّها َلَظ ى (15) َن َك “Hayır! Kuşkusuz o (Cehennem) lezâ (kor halinde saf bir ateş) tir. Derileri kavurur, soyar.”797 Âyetin öncesinde günahkârların âhirette derileri kavurup soyan ve şiddetli kor cehennemin ateşinden kendilerini kurtarmak için evlatlarını, eşini, kardeşini ve yaşamında kendisini koruyup gözeten tüm ailesini ve yeryüzünde kim varsa herkesi fidye olarak vermek isteyeceği belirtilmiştir.798 Ancak 15. âyette bunun asla mümkün olamayacağı vurgulanmaktadır.799 c. Hutame “Hutame” (حطمة( sözü, “hatame” )حطم( fiilinden türemiştir. Mübalağa ifade eden bir sıfat isimdir. Sözlükte, “Çok şiddetli ateş” anlamına gelir.800 Ayrıca “kırıp parçalamak, un ufak etmek ve ufalayıp tahrip etmek” manalarına da gelmektedir.801 İfade edilen bu anlamlarından dolayı “hutame” kelimesi Cehennem’in adı olmuştur.802 Kur’ân’da sadece bir sûrede 2 âyette peş peşe zikredilmektedir: 792 İbn Manzûr, a.g.e., XV, 248. 793 İbrahim Mustafa ve dğr, a.g.e., 827. 794 Râgıb, a.g.e., 680. 795 et-Taberî, a.g.e., XXIX, 75. 796 el-Kurtubî, XVIII, 287 797 el-Meâric 70/15, 16 798 el-Meâric 70/10-14. 799 Bkz: el-Meâric 70/10-14, 15. 800 İbn Manzûr, XII, 138. 801 er-Râğıb, a.g.e., s. 176. 802 Topaloğlu, a.g.e., VII, 227. 111 َّ لَّل اْلُموَقَدةُ (6) ُ ة (5) َناُر ا َّن ف اْلُحَطَم ة (4) َوَما أَْدَراَك َما اْلُحَطَم ََّل َلُيْنَبَذ َك “Hayır, andolsun ki o, hutame’ye atılacaktır. Hutame’nin ne olduğunu bilir misin? Yandıkça gönüllere (yüreklere) işleyen, Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir.”803 “Hutame” kelimesinin sözlük anlamıyla âyetlerde geçen anlamı arasındaki uygunluktan hareketle onun, Cehennem’in bir bölümünün adı olabileceği gibi, tamamının da adı olabileceği ifade edilmiştir.804 Cehennem’in adlarından olan hutame’nin Cehennem’in kaçıncı tabakası olduğunda ise ihtilaf edilmiştir.805 d. Sa’îr “Sa’îr” )ِسعي( sözcüğü, “tutuşturmak, karıştırmak suretiyle alevlendirmek” manasına gelen “se’ara” )ِسع( fiilinden türemiş sıfat isimdir.806 “Sa’îr” sözü, Kur’an’da biri fiil şeklinde807 olmak üzere 17 âyette yer almıştır.808 Bu kelime, Kur’an’da genellikle Cehennem’in bir adı olarak kullanılmış; Bazen de “sa’îr” sözcüğünün “tutuşturulmuş alevli, çılgın bir ateş” anlamında geçtiği de görülmektedir.809 Kur’ân’da şöyle zikredilmiştir: ا ِ عي َّد َلُهْم َس ََ يَن َوأَ ِ َلَّل َلَعَن اْلَكا ف َّ َّن ا إ “Allah kafirlere lanet etmiş ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır.”810 Taberî, bu âyeti “Allah kafirleri her hayırdan uzaklaştırmış ve âhirette içine atılmaları için tutuşmakta olan bir ateş hazırlamıştır” şeklinde açıklamıştır.811 803 el-Hümeze 104/4-6. 804 Topaloğlu, a.g.e., VII, 227. 805 Bkz: el-Kurtubî, XX, 184; Elmalılı, a.g.e., IX, 6092. 806 ez-Zebîdî, a.g.e., III, 267. Ayrıca bkz: İbn Manzûr, a.g.e., IV, 365; er-Râğıb, a.g.e., 340-341. 807 et-Tekvîr 81/12. 808 Abdulbâkî, a.g.e., s. 351. 809 Topaloğlu, a.g.e., VII, 227. 810 el-Ahzâb 33/64; Ayrıca bkz: el- Mülk, 67/10-11; Lokmân 31/21; el-Hac 22/4; en-Nisâ 4/10. 811 et-Taberî, a.g.e., XXII, 49. 112 e. Sakar “Sakar” )ِسق( kelimesi “sekara”)ِسق( fiilinden türemiştir.812 Sözlükte, ise “yakıcı, kavurucu, güneş gibi kızartıcı manalarını ifade etmiştir. Ayrıca bunaltıcı, çok şiddetli, elem ve eza veren” anlamlarına da gelmektedir.813 Kur’ân’da 4 âyette geçmiş ve şöyle zikredilmiştir: (29) ِ َّواَح ة لْلَبَش ُِ (27) ََل تُْب ق َوََل َتَذرُ (28) َل َِ (26) َوَما أَْدَراَك َما َسَق َسأُْص لي ه َسَق “Ben onu “sakar”a (Cehennem’e) sokacağım. Sakarın ne olduğunu sen nereden bileceksin? O geride bir şey koymaz, bırakmaz. Durmadan insanın derisini kavurur.”814 Ayetlerde geçen “Sakar”ın, yaktığı her şeyi -kemik, et, deri ve kan- kasıp kavurup yok edip bitirdiği, yok olan bedenin yeniden yaratıldığı ve “sakar”ın yine aynı şekilde yakıp yok etmek suretiyle azap etmeye devam ettiği yorumu yapılmıştır.815 f. Cahîm “Cahîm” (جحيم) kelimesi, “Kor halinde çok kızgın ateş veya çok şiddetli olan manalarına gelmektedir. Çukurda yanan büyük ateş, ateşi çok şiddetli olan mekan” olarak da açıklanmıştır.816 Ateşin sesli ve şiddetli bir şekilde yanmasından dolayı da “cahîm” denildiği belirtilmiştir.817 Kur’ân’da bu kelime, 26 yerde geçmektedir.818 Cahîm kelimesi, Cehennem isimden sonra en çok tekrar edilen isim olmuş, 3 yerde belirsiz isim veya sıfat “جحيم” (cahîm), diğer yerlerde ise belirli isim olarak “الجحيم” (el-cehîm) şeklinde 812 İbn Manzûr, a.g.e., IV, 372. 813 ez-Zebîdî, a.g.e.,III, 373. Ayrıca bkz: İbn Manzûr, a.g.e., IV, 372; İbrahim Mustafa ve dğr, a.g.e., 435. 814 el-Müddessir 74/26-29. Ayrıca bkz: el-Kamer 54/48. 815 et-Taberî, a.g.e., XXIX, 158. Geniş bilgi için bkz: el-Kurtubî, a.g.e., XIX, 77; Elmalılı, a.g.e., VIII, 5458. 816 ez-Zebîdî, a.g.e., VIII, 221-222. Ayrıca bkz: İbn Manzûr, XII. 84; el-Cevherî, İsmâ’îl b. Hammad, es-Sıhâh, Dâru’l-İlmi Li’l-Melâyîn, Beyrut, 1399/1979, V, 1883; Soyalan, a.g.e., s. 84. 817 er-Râğıb, a.g.e., 121. 818 Abdulbâkî, a.g.e., 164-165. 113 kullanılmıştır.819 Kelimenin geçtiği âyetlerin sadece birinde Hz. İbrahim’in atıldığı ateşi ifade etmiştir.820 Diğer âyetlerin tamamında ise Cehennem anlamında kullanılmıştır.821 Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle geçmiştir: ُبوْا بآَيا تَنا أُْوَل ئَك أَْصَحاُب اْلَج حي م َّذ وْا َوَك ُِ ذيَن َكَف َوالَّ “İnkâr edip, ayetlerimizi yalanlayanlar ise işte onlar cahîm (cehennem) halkıdır.”822 g. Hâviye “Hâviye” (هاوية) kelimesi, “yüksek bir yerden çukur bir yere doğru düşmek” manasına gelen, “hüviy” kelimesinden türetilmiştir.823 Bu kelimeye “hâviye”, “uçurum ve derin çukur” manasıda verilmiştir.824 Hâviye’nin “ateşin yandığı mekan” manasına geldiği de söylenilmiştir.825 Ayrıca da “harareti yüksek ateş” diye tefsir edilmiştir.826 “Hâviye” sözcüğü Kur’ân’da bir âyette geçmektedir: ُُّمُه َها وَي ة (9) َّفْت َمَوا زينُهُ (8) َفأ ََّما َمْن َخ َوأ “Kimin tartıları hafif gelirse, onun anası (gideceği yer) hâviye (uçurum)dur.”827 Burada zikredilen hâviye kelimesi, “çok derin bir cehennemi, çukur ve uçurum” olarak açıklanmıştır.828 Elmalılı da bu sebeple Cehennem’in ismi olduğunu söylemiştir.829 819 Kılavuz, Ahmet Saim, “Cahîm” D.İ.A., VII, 19-20. 820 Bkz: es-Saffât 37/97. 821 Kılavuz, a.g.e., VII, 19. 822 el-Mâide 5/86; Ayrıca bkz: el-Vâkıa 56/92-94; en-Nâziât 79/34–39; el-Mâide 5/10; el-Hac 22/51; el- Hadîd, 57/19; el-Hâkka, 69/31-34; el-Mâide, 5/10. 823 İbn Manzûr, a.g.e., XV, 373; er-Râgıb, a.g.e., 797. 824 Topaloğlu, a.g.e., VII, 227. 825 er-Râgıb, a.g.e., 797. 826 Topaloğlu, a.g.e., VII, 227; Salih, a.g.e., s. 61. 827 el-Kâria 101/8-9. 828 Salih, a.g.e., s. 61. 829 Elmalılı, a.g.e., IX, 6036. 114 3. Cehennemlikler’in Genel Özellikleri a. Allah’ı İnkar Edenler Allah’ı inkar edenler cehenneme gireceklerin başında yer almaktadır.830 Çünkü Allah’ı inkar eden kimsenin yapacağı hiçbir şey onu Allah’ın azabından kurtaracak değildir. Kur’ân’da şöyle zikredilmiştir: ينَ ِ َّدْت لْ لَكا ف َ َّتُقوا النَّاَر الَّ ت َوُقوُدَها النَّاُس َواْل حَجاَرُة أُ َف إْن َلمْ َتْفَعُلوا َوَلْن َتْفَعُلوا َفا “Eğer yapamazsınız ki, asla yapamayacaksınız. O halde inkârcılar için hazırlanan yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakının o ateş kafirler için hazırlanmıştır.”831 Kur’ân’ın meydan okuduğu ve bu meydan okuyuşa cevap vermekten aciz kaldıkları halde hâlâ inatla iman etmeyen kafirler, elbette cehenneme gireceklerdir. Onlar her ne kadar insan suretinde iseler de, aslında birer taş gibi oldukları söylenmiştir.”832 b. Âyetleri Yalanlayanlar Allah Teâlâ âyet-i kerimelerinde âyetleri yalanlayanların cehennemlik olduğunu şöyle zikretmiştir: َّنا ر ُهْم فيَها َخا لدُ ونَ َّذبُوا بآَيا تَنا أُوَل ئَك أَْصَحاُب ال وا َوَك ُِ ذيَن َكَف َوالَّ “İnkâr eden ve ayetlerimizi yalanlayanlar ise, işte onlar cehennemlik olanlardır. Onlar orada ebedi kalacaklardır.”833 Mukâtil b. Süleymân, âyetleri yalanlamayı; kitabı ve peygamberi yalanlamak, Allah’ın gönderdiği peygamberin ve kitabın gösterdiğinin hilafına hareket etmektir, şeklinde açıklamıştır.834 830 Bkz: el-Bakara, 2/257; Âli İmran, 3/10; el-Kehf, 18/102 831 el-Bakara, 2/24. 832 Kutup, a.g.e., I, 99. Ayrıca bkz: el-Bakara, 2/98, 175; en-Nisa, 4/37, 137; et-Tevbe, 9/17; el- ‘Ankebût, 29/23; el-İsra, 17/39. 833 el-Bakara, 2/39; Ayrıca bkz: et-Teğâbûn, 64/10; el-Mâide, 5/10. 834 Mukâtil b. Süleymân, a.g.e., I, 43. 115 c. Allah’ın Emrine Uymayanlar Allah Teâlâ âyet-i kerimelerinde Allah’ın emrine uymayanların cehennemlik olduğunu şöyle bildirmiştir: َّما ف اْلَْر ض َج ميع ا َو مْثَلُه َمَعُه َلَْفَتَدْوْا ب ه أُْوَلـ ئَك ََّن لَ ُهم َّل ذيَن َلْم َيْسَت جيُبوْا َلهُ َلْو أ َِ ب هُم اْلُحْسَنى َوا ذيَن اْسَتَجابُوْا ل َّل ل َلُهْم ُسوُء اْل حَسا ب َوَمْأَواُهْم َجَهنَُّم َو بْئَس اْل مَهاُد “Rablerinin çağrısına gelenlere en güzel mükafat vardır. Çağrıya uymayanlar ise, yeryüzünde olanların tümü bir o kadarı kendilerinin olsa başlarına gelecekleri önlemek için onları feda ederlerdi. İşte hesabın kötüsü onlarındır. Varacakları yer de cehennemdir. Ne kötü bir yatma yeridir”835 Râzî, “Allah’a kulluk ve Allah’ı sevme ile meşgul eden herşeyin cennete götüreceğini; Allah’ın dışındaki şeylerle meşgul eden her şey ise zararlı, değersiz ve eziyet verici bir hal olup, cehenneme götüreceğini” bildirmiştir.836 d. Kendilerinin İlahlığını İddia Edenler Allah Teâlâ âyet-i kerimelerinde kendilerinin ilahlığını iddia edenlerin cehennemlik olduğunu şöyle haber vermiştir: َّظا ل مينَ َوَمن َيُقْل مْنُهْم إ ن إَل ه من ُدو ن ه َفَذ لَك َنْج زي ه َجَهنََّم َكَذ لَك َنْج زي ال “Onlardan her kim, “Ben O’ndan başka bir tanrıyım” derse, işte onu cehennemle cezalandırırız. Biz zalimlere böyle ceza veririz”837 Fî Zilâli’l-Kur’ân sahibi bu âyeti: “Melekler, Allah’a yakın olmalarına ve istisnasız Allah’ın emrini yerine getirerek tertemiz bulunmalarına rağmen yine de Allah’tan korkar ve katiyen tanrılık iddiasında bulunmazlar. Farzı muhal böyle bir şeyi ileri sürecek olsalar, onların cezası cehennem olacaktır. İşte böyle bir iddiayı ileri sürerek, herkesin hakkına tecavüz eden ve mevcudattaki bütün gerçekleri ayaklar altına alan zalimlerin cezası da cehennemdir. Burada müşriklerin iddiası çok korkunç, çirkin ve iğrenç bir iddia olarak ortaya çıkıyor ki, hiçbir akıl sahibi böyle bir iddiada bulunamaz” şeklinde açıklamıştır.838 835 er-Ra’d, 13/18. 836 er-Râzî, a.g.e., XIX, 37-38. 837 el-Enbiyâ, 21/29. 838 Kutup, a.g.e., X, 123. Ayrıca bkz: et-Taberî, a.g.e., XVI, 17. 116 e. Münafıklık Yapanlar Allah Teâlâ âyet-i kerimelerinde münafıklık yapanların cehennemlik olduğunu şöyle bildirmiştir: ا ي َ ِ مَن النَّا ر َوَلْن َت جَد َلُهْم َن َّدْر ك اْْل َْسَف ل َّن اْلُمَنا ف قيَن ف ال إ “Doğrusu münafıklar, cehennemin en alt katındadırlar. Onlara asla bir yardımcı da bulamazsın.”839 Râzî, “onların cehennemin en aşağı tabakada yer alacağını bildirmiş, çünkü küfür açısından kafir gibi olduklarını ve üstelik küfürlerine bir küfür çeşidi daha katmışlardır. Bu küfür çeşidi de İslam ile alay etmeleridir. Bir de onlar kendilerini Müslüman gösterdikleri için Müslümanların sırlarına muttali olmuşlar ve bunları kafirlere haber vermişlerdir. Bu da onların azaplarının şiddetli olmasına bir sebep olduğunu” bildirmiştir.840 Taberî de, Cehennemin en alt tabakasını: “Üzerinde kapatılan kapıları bulunan hem altlarından hem de üstlerinden ateş yanan evlerdir” diyerek açıklamıştır.841 f. Şeytana Uyanlar Allah Teâlâ Kur’ân’da şeytanın ve ona uyanların cehennemlik olduğunu şöyle bildirmiştir: َ ن َّمن َت بَعَك مْنُهْم أَْجَم عي َّنَم منَك َو م َّن َجَه َََل َْلَْم “Mutlaka seninle ve sana tabi olanların tümüyle cehennemi dolduracağım.”842 Kurtubî, “Bizzat seni, senin soyundan gelenleri ve onların arasından Âdemoğullarından da sana uyanların hepsi cehenneme gireceklerdir” şeklinde tefsir etmiştir.843 Mukâtil de “İblis ve onun zürriyetinden olan şeytanlar ve dinin üzere sana uyan kafir ademoğulları” diyerek açıklamıştır.844 İblis, kendisi Allah’a isyan etmiş ve O’na secde etmekten kaçınmıştı. Eğer insanlar da Allah’ın emrine karşı çıkarak, O’na 839 en-Nisa, 4/145; ayrıca bkz: en-Nisa, 4/138; et-Tevbe, 9/73; et-Tahrim, 66/9. 840 er-Râzî, a.g.e., XI, 87. Ayrıca bkz: İbn Kesîr, a.g.e., II, 392-394. 841 et-Taberî, a.g.e., V, 338. 842 Sâd, 38/85. 843 el-Kurtubî, a.g.e., XV, 230. 844 Mukâtil b. Süleymân, a.g.e., III, 125. 117 tabi olmuyorsa şeytanın yaptığını yapmış olarak onunla birlikte cehenneme gireceklerdir.845 g. Kibirlenenler Allah Teâlâ Kur’ân’da kibirlenenlerin cehennemlik olduğunu şöyle haber vermiştir: َ ن ْنَها أُوَل ئَك أَْصَحاُب النَّا ر ُهْم فيَها َخا لُدو ََ وا ُِ ُبوا بآَياتَنا َواْسَتْكَب َّذ َوالَّذيَن َك “Âyetlerimizi yalanlayıp, büyüklenerek onlardan yüz çevirenler, işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır”846 Hak Dini Kur’ân Dili sahibi, âyetle ilgili olarak “Büyüklenenler hayır ve şerri, hak ile batılı, geçmişin sonuçlarını, zamanın ve geleceğin gereksinimlerini açıktan açığa gösteren delilleri ve işaretleri yalan çıkarmaya çalışan ve kendilerini daha büyük ve yüksek sayıp, Allah’ın âyetlerini nazarı itibara almaya tenezzül etmeyenler, ceza olarak cehenneme gireceklerdir.” demiştir.847 Seyyid Kutub da bu âyetin açıklamasında arz üzerinde halife olarak yerleştirilen insanoğlunun ahde vefa göstererek vazifesini yapmak zorunda olduğunu; aksi halde cehennemle cezalandırılacağını söylemiştir.848 h. Haksız Yere Cana Kıyanlar Allah Teâlâ âyet-i kerimelerin birinde haksız yere cana kıyan kimsenin cehennemlik olduğunu bildirmiştir: ََ ظي ما َذا با ََ َّد َ لُه ََ َلْي ه َوَلَعَنُه َوأَ ََ ُلَّل َّ َّنُم َخا ل دا فيَها َوَغ ضَب ا َوَمْن َيْقُتْل ُمْؤ م نا ُمَتَع م دا َفَجَزاُؤُه َجَه “Kim bir mü’mini kasten öldürürse onun cezası içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve ona büyük bir azap hazırlamıştır”849 845 el-Mevdûdî, a.g.e., V, 90. 846 el-A’râf, 7/36. Ayrıca bkz: Lokman, 31/17-18. 847 Elmalılı, a.g.e., III, 2161. 848 Kutup, a.g.e., VI, 78. 849 en-Nisâ, 4/93. Ayrıca bkz: el-Furkân, 23/68-69. 118 Râzî âyetteki “cehennem’dir” ifadesinin gelecek manasına geldiğini bir vaid ve tehdit ifade ettiğini söylemiştir.850 Seyyid Kutub da “cinayetin, Allah’ın kurmuş olduğu sağlam ve güzel halkayı parçalamak; Cemiyeti, dini ayakta tutan aziz bağları koparmak ve büyük bir zulüm olduğu söylenmiştir.”851 i. Savaştan Kaçanlar Allah Teâlâ Kur’ân’da savaştan kaçanların cehennemlik olduğunu şöyle haber vermiştir: ُِ ي َ َّ لَّل َوَمْأَواُه َجَهنَُّم َو بْئَس اْلَم ِ فا ل قَتاٍل أَْو ُمَتَح ي زا إَلى فَئٍة َفَقْد َباَء بَغَضٍب مَن ا ََّل ُمَتَح ُه إ ئٍذ ُدبُ َِ ل هْم َيْوَم ُيَو َوَمْن “Tekrar savaşmak için yer değiştirmek veya bir birliğe katılmak dışında, o gün onlara sırt çeviren kimse Allah’ın gazabına uğramış olur, onun yeri cehennemdir. Orası ne kötü bir varış yeridir.”852 Âyetle ilgili olarak Mevdûdî, “Kur’ân askeri stratejinin gerektirdiği düzenli bir gerileme hareketini yasaklamamıştır. Ancak Kur’ân’da yasaklanan şey geri çekilmedir. Yenilgi anında ölümden kurtulmak için dağınık bir şekilde kaçışarak ordunun geri çekilmesidir. Bu tür geri çekilme büyük bir günahtır. Çünkü kişinin amacı kendini kurtarma olup, bu da cehennemde büyük cezayı gerektirir. Çünkü bir askerin kaçması askeri birliğin dağılmasına, bu da tüm ordunun dağılıp kaçmasına neden olabilmektedir. Ordunun kaçması ise tüm ülkenin helak olmasına yol açabilir”demiştir.853 4. Cehennemliklere Yapılacak Azap Şekilleri a. Yataklarının Ateşten Olması Kur’an’da cehennemliklere yapılacak azap şekillerinin başında ateş gelmektedir. Pek çok defa cehennemle birlikte zikredilmektedir. Bu nedenle cehennem denilince ilk akla gelen şey ateştir.854 Kur’an’da cehennemdekilere yapılacak azap şekli olarak zikredilen “ateş”, cehennemin korkunçluğunu ve dehşetini anlatması bağlamında kızgın 850 er-Râzî, a.g.e., X, 238. 851 Kutup, a.g.e., III, 394. 852 el-Enfal, 8/16. 853 el-Mevdûdî, a.g.e., II, 159. 854 Şibay, Halim Sabit, “Cehennem” İ.A., III, 45. 119 saîr)857 kor halinde) ”سعيِ“ hutame),856 çılgın, alevli) ”حطمة“ hâmiye),855 şiddetli) ”حامية“ saf dumansız “لظى” (lezâ)858 vasıflarıyla nitelendirilmiştir.859 Allah Teâlâ bu durumu Kur’ân’da şöyle bildirilmiştir: ُ د َّنُم َوَ ل بْئَس اْل مَها َّزُة با ْْلْث م َفَحْسُبُه َجَه َلَّل أََخَذْتُه اْل ع َّ َو إَذا قيَل َلُه اتَّ ق ا Ona: “Allah’tan kork!” denildiği zaman da gururu kendisini daha çok günaha iter. Artık ona cehennem yeter. Orası ne kötü yataktır.860 b. Elbiselerinin Ateşten Olması Cehennemde ateşle cezalandırma biçimlerinden bir diğeri de, cehenneme atılacak suçlulara orada ateşten ve katrandan giysilerin giydirilmesidir.861 Kur’ân’da şöyle geçmektedir: َّنارٍ وا ُق طَعْت لَ ُهْم ثَيا ب من ُِ ذيَن َكَف َّل ُموا ف َر ب هْم َفا ََ َما ن اْخَت َْ َهَذا ن َخ “Şu Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraftır. Kafir olanlar için ateşten bir elbise biçilmiştir…”862 Kurtubî, bu âyette geçen “onlar için ateşten bir elbise biçilmiştir” cümlesini, “biçilmiş elbiseleri üzerlerine giydiklerinde nasıl her taraflarını kuşatırsa, ateş de onları öylece kuşatmış olacaktır” şeklinde açıklamıştır.863 c. Boyunlarında Halkalarla Sürünmeleri Cehennemliklere yapılacak azap şekillerinin bir başkası ise, boynunda halkalarla kaynar suda ve ateşte sürünmeleri olacaktır.864 Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle haber verilmiştir: 855 el-Kâria 101/11. 856 el-Hümeze 104/5. 857 en-Nisâ 4/10; Lokmân 31/21; el-Ahzab 33/64. 858 el-Meâric 70/15. 859 Ayrıca bkz: en-Nisâ 4/56; el-İsrâ, 17/97; el-Mü’minûn, 23/104; el-Furkân, 25/12; el-Mülk, 67/6–11; el-Meâric 70/15-16; el-Müddessir, 74/27-29; el-Murselât, 77/32-33. 860 el-Bakara, 2/206. Ayrıca bkz: Âli İmran, 3/12; el-‘Araf, 7/41. 861 Salih, a.g.e., s. 21. 862 el-Hac, 22/19. 863 el-Kurtubî, a.g.e., XII, 26-27. 864 Salih, a.g.e., s. 21. 120 ونَ ُِ ف النَّا ر يُْسَج َّم ُث مي م َ ن ف اْلَح ُيْسَحُبو َّسََل سُل َنا ق هْم َوال َْ إ ذ اْْلَْغََلُل ف أَ “Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde, kaynar suya sürüklenecekler, sonra da ateşte yakılacaklar.”865 Mevdûdî, bu âyeti “susadıkları zaman su isteyeceklerdir. Melekler de onları zincirlere bağlı oldukları halde, sürükleyerek çeşmelere götüreceklerdir. Öyle çeşmelerki, orada yalnız kaynar sular akmaktadır. Kaynar suları içtikten sonra ise tekrar ateşe atılacaklar” şeklinde açıklamıştır.866 d. İrin İçirilmesi Günahkarlara cehennemde uygulanacak azap türlerinden biri de irin içirilmesidir.867 Kur’ân’da şu şekilde zikredilmiştir: َّساق ا ََّل َح ميم ا َوَغ اب ا إ َِ َْ د ا َوََل ِْ فيَها َب ََّل َيُذوُقوَن “(Azgınlar) cehennemde bir serinlik ya da susuzluk gideren bir içecek tatmazlar. Ancak (dünyada yaptıklarına) uygun karşılık olarak kaynar su ve irin tadarlar.”868 Râzî âyeti, “Onca hararete rağmen, orada ne serin bir rüzgar ne de rahatlık tadarlar. Bilakis onlar, gözlerinden, derilerinden akan irin, cerahat, ter ve pis, nemli ve yapışkan şeylerden tadarlar” şeklinde yorumlamıştır.869 e. Zakkum Yemeleri Kur’an’da cehennemliklere yapılacak azap şekillerinin diğeri de zakkum yemeleridir.870 “Zakkûm” kelimesi, bir şeyi hoş karşılanmayacak şekilde aşırı olarak yemek veya içmek anlamında “زقم” (zekame) kökünden türetilmiş bir isimdir.871 865 el-Mü’min, 40/71-72. Ayrıca bkz: el-En’âm 6/70; Yûnus 10/3; er-Ra’d, 13/5; İbrâhîm, 14/49; el- Kehf 18/29;el-Hac 22/19, 20; es-Sebe, 34/33; ed-Duhân, 44/47–50; Muhammed, 47/15; er-Rahmân, 55/41; el-Vâkıa 56/42,56, 93; el-Hakka, 69/30;el-İnsân, 76/4; el-Gâşiye 88/5. 866 el-Mevdûdî, a.g.e., V, 167. 867 Salih, a.g.e., s. 21. 868 en-Nebe, 78/24-26. Ayrıca bkz: İbrahim, 14/16, 17; Sâd 38/57, 58. 869 er-Râzî, a.g.e., XXXI, 15-16. 870 Salih, a.g.e., s. 21-22. 871 İbn Manzûr, a.g.e., XII, 268. 121 Zakkûm kelimesinin hurma vb. yiyecek anlamları olduğu da ileri sürülmüştür.872 Zakkûm, kelimesini “cehennemde iğrenç olan bir yiyecek”873 veya “cehennem ehlinin yiyeceğine verilen bir isim” olarak da açıklanmaktadır.874 Kur’ân’da “zakkum” kelimesi üç yerde geçmektedir: َب اْل هي م ِْ ُْ ُبوَن مي م (54) َفَشا ر َلْي ه مَن الْ َح ََ ُبوَن َ ن (53) َفَشا ر ٍ م (52) َفَما لُؤوَن مْنَها اْلُبطُو ُّقو ٍِ من َز َج َْ َْل كُلوَن من (55) َهَذا نُُزلُُهْم َيْوَم ال دي ن (56) “Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz. Karınlarınızı ondan dolduracaksınız. Üstüne de kaynar sudan içeceksiniz. Susamış develerin suya saldırısı gibi içeceksiniz. İşte ceza gününde onlara sunulan ziyafet budur.”875 Cehennemin bir sembolü olan zakkum ağacının, cehennemde özel olarak yetişen; ebedi olarak ateşle sulanan, ateşin ortasında büyüyen ve çoğalan ve kesinlikle azalmayan bir “ateş ağacı” olduğu söylenmiştir.876 Diğer cehennem yiyecekleri olan “darî’” ve “ğislîn”in de cehennemde zakkum gibi bir tür ateş ağacı olduğu yorumu da yapılmıştır.877 Zakkumun dışında cehennemliklere yiyecek olarak dikenli bir bitkinin de işkence edilmek üzere verileceğini Kur’ân haber vermiştir.878 f. Sıcak Rüzgar Cehennemliklere yapılacak azap şekillerinden biri de cehennemliklerin üzerine sıcak ve kavurucu rüzgarın esmesidir.879 Kur’ân’da cehennemliklere sıcak rüzgârla azap edileceği 2 âyette bildirilmiştir: َّسُمو م َذاَب ال ََ َلْيَنا َوَوَقاَنا ََ َّلَّلُ َّن ا َفَم 872 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., V, 54-55 873 Râgib, a.g.e., s. 312. 874 İbn Manzûr, a.g.e., XII, 268. 875 el-Vâkıa, 56/52-56. Diğer âyetler için bkz: es-Sâffât 37/62-67; ed-Duhân, 44/43-46. 876 Salih, a.g.e., s. 68. 877 Salih, a.g.e., s. 66, 68. 878 Bkz: el-Gâşiye 88/5-7. 879 Yavuz, Yusuf Şevki, “Azap”, D.İ.A., IV, 303. 122 “(Cennetlikler), Allah bize lütfetti de bizi semûm azabından korudu, (derler)”880 Cehennemdeki sıcak rüzgarın, “estiği zaman temas ettiği her şeyi zehir gibi etkileyip dokularına işleyen, yakıp kavuran samyeli” olduğu ifade edilmiştir.881 g. Kapkara Bir Duman Cehennem’in azap ve işkence şekillerinden diğeri de dumandır.882 Kur’ân-ı Kerim cehennemliklere işkence olan dumanı ve bu dumanın özelliklerini şöyle açıklamaktadır: يمٍ (44) ِ ََّل َبا رٍد َوََل َك ٍل من َيْحُمومٍ (43) َو ظ “Serin ve hoş olmayan kapkara bir dumandan gölge altındadırlar”883 h. Demir Topuzlarla Dövülmek Cehennem’de uygulanacak azap şekillerinden biri de ehlinin demir topuzlarla dövülmeleridir.884 Bu durum Kur’ân’da yalnız bir yerde zikredilmektedir. َّمَقا مُع مْن َح ديدٍ َوَلُهم “ Onlar (cehennemlikler) için demirden topuzlar vardır”885 Âyette geçen “mekâmi’” (مقامع) kelimesi “kendisiyle dövülen, vurulan şey” olarak açıklanmıştır.886 Kurtubî, Cehennem görevlilerinin demirden topuzlarının olduğunu ve suçluları bunlarla dövdüklerini zikretmiştir.887 Taberî ise, cehennem görevlilerinin demirden topuzlarla cehennemden çıkmak, kaçmak isteyen suçluların başlarına vurduklarını ifade etmektedir.888 880 et-Tûr 52/27. Diğer âyet için bkz: el-Vâkıa,56/42. 881 Topaloğlu, VII, 227. 882 Salih, a.g.e., s. 21 883 el-Vâkıa, 56/43,44. Ayrıca bkz: el-Murselât, 77/29-31. 884 Yavuz, a.g.e., IV, 303. 885 el-Hac, 22/21. 886 er-Râgıb, a.g.e., s. 623. 887 el-Kurtubî, a.g.e., VIII, 28. 888 et-Taberî, a.g.e., XVII, 134, 135. 123 i. Zincirlere Vurulmak Cehennemde işkence ve azap çeşitlerinden biri de cehennemliklerin bir cisme bağlanıp ateşe atılarak cezalandırılması veya suçluların zincirlere vurularak cehenneme atılmak suretiyle azap edilmeleridir.889 Kur’ân’da bu durum şöyle anlatılmıştır: ُّمَق نيَن ف اْلَْصَفا د َِّ ئٍذ ميَن َيْوَم ِ ى اْلُمْج َِ َوَت “Ve o gün suçluları, birbirlerine yaklaştırılarak zincirlere vurulmuş olduğunu görürsün”890 Taberî, suçluların elleri ve ayaklarının birbirlerine yaklaştırılarak zincirlerle boyunlarına bağlanacağını bildirmiştir.891 j. Ölümün Olmaması Cehennemlikler azabın bitmesi için ölümü isterler. Fakat cehennemde azap devamlıdır.892 Kur’ân’da bu durum şöyle zikredilmiştir: ْنُهْم َوُهْم في ه ُمْب لُسونَ (75) َوَما َظلَ ْمَناُهْم َوَل كن َكانُوا ُهمُ ََ ُِ َّت لُدونَ (74) ََل يَُف َّنَم َخا َذا ب َجَه ََ ِ ميَن ف َّن اْلُمْج إ َ ن (77) ُثو َّما ك َلْيَنا َربُّ َك َقاَل إنَُّكم ََ َ ن (76) َوَناَدْوا َيا َما لُك لَيْق ض َّظا ل مي ال “Şüphesiz suçlular cehennem azabında devamlı kalacaklardır. Azapları hafifletilmeyecektir. Onlar azap içinde ümitsizdirler. Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar, kendileri zalim idiler.” (Görevli meleğe şöyle seslenirler:) “Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin.” O da, “Siz hep böyle kalacaksınız” der.893 Subhi Salih âyeti, “Cehennemin ateşten bir dünya olduğunu söylemiştir. Ayrıca oradaki yiyecek ve içecekler, tüketim maddelerin hepsi ateşten ibarettir. Elbiselerin, gömleklerin, kolyelerin, bileziklerin, ayakkabıların ateşten veya katrandan ibaret olduğunu rivayet etmiştir. Cehennem bekçileri, cehennemdekileri ateşten dağlar 889 Salih, a.g.e., s. 21. 890 İbrâhîm, 14/49. Ayrıca bkz: er-Ra’d, 13/5; el-Furkân, 25/13; es-Sebe, 34/33; el-Mü’min 40/70-72; er-Rahmân, 55/41; el-Hâkka, 69/30-34; el-İnsân, 76/4; el-Hümeze, 104/8, 9. 891 et-Taberî, a.g.e., XIII, 254. 892 Salih, a.g.e., s. 21, 70-71. 893 ez-Zuhruf, 43/74-77. 124 etrafında dolaşmaya zorladıklarını, ateşten pençe ve gözleri olan dazlak ejderhaların ısırdığı vadilere fırlattıklarını söylemiştir. Ayrıca onları ateşten kuyulara hapsederek; ateşten ağaçlara asarlar” şeklinde açıklama yapmıştır.894 Suçluların cehennemde açıklamaya çalıştığımız bu azap şekillerinden kurtulabilmeleri için ellerinden gelse “dünya dolusu altın” verecekleri, fakat bu tür tekliflerin reddedileceği Kur’ân’da ifade edilmiştir.895 5. Cehennem’in Ebediliği Cehennem’in ebediliği Kur’ân’da “huld”, “ebed” ve “ahkâb” kelimeleriyle açıklanmıştır.896 “Huld”, kelimesi, bir şeyin devam etmesi, uzun süre kalması, varlığını değiştirmeden koruması manalarına gelmektedir.897 Râgıb el-İsfahânî ise buna paralel olarak, geç bozulan, uzun süre kalabilen dağ, taş ve diğer şeyler “havâlid” ve “hulûd” sözcükleri ile ifade edildiğini söylemiştir.898 Ayrıca insanın değişmeyen saç, diş ve diğer organları “huld” veya “muhalled” kelimeleriyle açıklandığını ve yaşlı olduğu halde genç görünen kimse için de “muhalled” kelimesi kullanıldığı söylenmiştir.899 Bu kelime çeşitli türevleriyle birlikte 33 âyette geçmektedir.900 Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle zikredilmiştir: َذا ب ُم هي ن ََ َّد ُحُدوَدُه يُْد خْلُه َنا را َخا ل دا فيَها َوَلُه َلَّل َوَرُسوَلُه َوَيَتَع َّ َوَمْن َيْع ص ا “Kim Allah’a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.”901 “Huld” kelimesi, sonsuzluğu kuvvetlendirmek için, Kur’ân’da “ebed” sözcüğüyle birlikte de kullanılmıştır.902 894 Salih, a.g.e., s. 69-70. 895 Bkz: Âl-i İmran, 3/91; el-Mâide, 5/46; Yunus, 10/54; er-Ra’d, 13/18; ez-Zümer, 39/47; el-Hadîd, 57/15; el-Meâric, 70/11. 896 Topaloğlu, Bekir, “Cehennem” D.İ.A., VII, 231-233. 897 Topaloğlu, Bekir, “Huld” D.İ.A., XVIII, 324. Ayrıca bkz: ez-Zemahşerî, Ebü’l-Kâsım Cârullah Mahmud b. Ömer b. Muhammed, Esâsü’l-Belâğa, Dâru Sâdır, Beyrût, 1965/1385, 171-172;İbn Manzûr, a.g.e., III, 164. 898 er-Râgıb, a.g.e., 220-221. 899 İbn Manzûr, a.g.e., III, 164. 900 Topaloğlu, a.g.e., XVIII, 324. Ayrıca bkz: Abdulbâkî, a.g.e., s. 236-238. 901 en-Nisâ, 4/14. Ayrıca bkz: el-Bakara, 2/39; en-Nisâ, 4/93; es-secde, 32/14. 902 Bkz: en-Nisâ, 4/168-169; el-Ahzâp, 33/65; el-Cinn, 72/23. 125 “Ebed” kelimesi “dehr” kelimesiyle eş anlamlı olarak “mutlak zaman” manasında açıklanmıştır.903 Ayrıca bu kelimenin geleceği bildirmek için olumlu veya olumsuz manalarda kullanıldığını da görmekteyiz.904 Ancak “ebed” kelimesiyle “zaman” kelimesi arasında bir fark vardır. Ebed kelimesinin süreklilik manası taşıdığı, zamanın ise parçalanabilir olduğu söylenmiştir.905 Bu kelime Kur’ân’da 28 yerde geçmektedir.906 Cehennem’in ebediliğini ifade eden diğer bir kelime de “ahkâb” kelimesidir. Bu kelime, “zaman, seksen yıl veya müddeti bilinmeyen bir zaman dilimi, manasında kullanılmıştır.907 İbn Manzûr “ahkâb” kelimesini, ard arda gelen günler, seneler ve asırlardan oluşan çok uzun bir zaman dilimini ifade ettiğini söylemiştir.908 Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle zikredilmiştir: ََل ب ثيَن فيَها أَْحَقاب ا “(Azgınlar) orada çağlar boyu kalırlar.”909 Taberî, âyette geçen “ahkâb” kelimesinin Araplardan bazıları tarafından “bitmeyen bir zaman” olarak yorumlandığını söylemiştir.910 Kurtubî ise, bu kelimeyi açıklarken bazı rivayetler ve rakamlar zikrederek “ard arda gelen ahiret günleri, sonsuz ahiret” olarak açıklamış ve müşriklerin cehennemde ebedî olarak kalacaklarını bildirmiştir.911 Cehennem hayatının ebediliği hakkında İslam alimleri arasında farklı farklı görüşler ileri sürülmüş; Kıble ehli Cehennem’in helak olmayacağını, son bulmayacağını ve Cehennemlikler de temelli olarak azap göreceklerini söylemiştir.912 903 Topaloğlu, Bekir – Çelebi, İlyas, Kelâm Terimleri Sözlüğü, İsâm Yay., İstanbul, 2010, s. 73. 904 Bkz: İbn Manzûr, a.g.e., III, 66. 905 Kılavuz, Ahmet Saim, “Ebed”, D.İ.A., X, 72. 906 Abdulbâkî, a.g.e., s. 1. 907 er-Râgıb, a.g.e., s. 180. 908 İbn Manzûr, a.g.e., I, 326. 909 en-Nebe, 78/23. 910 et-Taberî, a.g.e., XXX, 11-12. Ayrıca bkz: Hayreddin Karaman ve dğr, a.g.e., V, 537. 911 el-Kurtubî, a.g.e., XIX,178-179. Ayrıca bkz: el-Beğavî, a.g.e., I V, 438; Ebussuûd, a.g.e., IX, 91. 912 Pezdevî, Ebû Yusr Muhammed, Ehli Sünnet Akâidi, Çev: Gölcük Şerafeddin, Kayıhan Yay., İstanbul, 1980, s. 239. Ayrıca bkz: İbn Kayyim, a.g.e., s. 484-528; İbn Ebi’l-İzz, Ali b. Ali b. Muhammed ed-Dimeşkî, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahaviyye, Muessesetu’r-Risâle, Beyrût, 1415/1995, II, 624-630; İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed et-Tâhirî, el-Fasl Fi’l-Milel ve’l-Ehvâ ve’Nihal, Dâru’l-Ma’rife, Beyrût, 1975-1395, IV, 83-86; Topaloğlu Bekir, a.g.e., VII, 231-233; Yavuz, Yusuf Şevki, “Azap” D.İ.A., I, 305-309; Topaloğlu Bekir, “Ahiret” D.İ.A., I, 547; Salih, a.g.e., s. 73-82; 126 Cehm b. Safvan ve onun etkisinde kaldığına inanılan Ebu’l-Huzeyl el-Allâf ise onun yok olacağını söylemişlerdir.913 Bu konuyla alakalı olarak ileri sürülen görüşler temelde dört şıkta toplanmıştır: a. Mümin olsun kafir olsun cehenneme giren kişi hiçbir zaman oradan çıkamayıp sonsuz olarak azap görecektir. b. Cehennemlik olanlar ebediyen orada kalırlar, fakat bir müddet azap gördükten sonra bir çeşit bağışıklık kazanarak acı duymayacak hale gelirler. c. Mümin olanlar cehennemden çıktıktan sonra kafirlerin azabı uzun süre devam ederse de ebedî değildir, bir gün sona erecektir. d. Müminlerin cehennemden çıkacağı, kâfirlerin azabı ise sonsuza kadar süreceği söylenmiştir.914 Kiraz Celil, Şerif Murtazâ’nın Emâlî’sinde Kur’ân Müşkilleri ve Müteşâbihleri, Emin Yay., Bursa, 2010, s. 65-72; Demirci Muhsin, Kur’ân’ın Temel Konuları, M. Ü. İlahiyat Vakfı Yay., İstanbul, 2000, s. 347-352; Bigiyev, Musa, Rahmet-i İlâhiyye Burhanları, Vakit Matbaası, Orenburg, 1911, s. 36; Ateş, a.g.e., IV, 333-339; Kılavuz, a.g.e., s. 226-228; Uludağ Süleyman, Akaid ve Kelam, Marifet Yay., İstanbul, 1981, 279-280; Ethem Ruhi, Çağımızda Îtikaî İslâm Mezhepleri, Selçuk Yay., İstanbul, 1991, s. 67; Topaloğlu Bekir, Yavuz Y. Şevki, Çelebi İlyas, İslam’da İnanç Esasları, Çamlica Yay., İstanbul, 2002, s. 306-312; Karaalp Cahit, Bir Tefsir Problemi olarak Cehennemin Ebediliği Sorunu, basılmamış yüksek lisans tezi, danışman: Prof. Dr. M. Said Şimşek, Selçuk Ü. Sosyal Bilimler Enistitüsü, Konya, 2007, s. 41-139; Toprak İbrahim, Cennet ve Cehennem Ebediliği, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Toprak Süleyman, Selçuk Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 2010, s. 39-97; Temizkan Ahmet, Kur’ân’da geçen Huld Kavramının Semantik Tahlili Bağlamında Cennet ve Cehennem’in Ebediliği Meselesi, basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. M. Kemal Atik, Kahramanmaraş Sütçü İmam Ü. Sosyal Bilimler Ensitüsü, Kahramanmaraş 2009, s. 37-79; 913 el-Eş’ari, Ebu’l-Hasan Alî b.İsmaîl b. İshak, Makâlatu’l-İslamiyyin ve’İhtilâfu’l-Musallîn, ed-Devlet Matbaası, İstanbul, 1929, I, 147-150; ; İbn Ebi’l-İzz, a.g.e., II, 614-631; eş-Şehristânî, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdi’l-Kerîm b. Ebî Bekr Ahmed, el-Milel ve’n-Nihal, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1975- 1395, I, 49-53, 86-88; Abdu’l-Kâhir b. Tâhir b. Muhammed, el-Fark Beyne’l-Firak, Mektebetu Dâr’i-Turâs, Kâhire, t. y., s. 121-123; Aydınlı, Osman, İslam Düşüncesinde Aklileşme Süreci Mütezilenin Oluşumu ve Ebu’l-Huzeyl Allaf, Ankara Okulu Yay., Ankara, 2001, 197-202; Gölcük, Serafeddin, “Cehm b. Safvan” D.İ.A., VII, 233-234; Gölcük, Serafeddin, “Cehmiyye” D.İ.A.., VII, 234-236; Yurdagür, Metin, “Ebü’l-Hüzeyil el-Allâf” D.İ.A., X, 330-337; Yurdagür, Metin, “Bekâ”, DİA, V/359. 914 Topaloğlu, a.g.e., VII, 231. Ayrıca bkz:İbn Ebi’l-İzz, a.g.e., II, 624-625; İbn Kayyim, a.g.e., s. 488- 528. 127 B- CENNETLİKLER 1. Cennet’in Sözlük ve Terim Manaları a. Cennet’in Sözlük Manası Cennet sözü, “Örtmek ve gizlemek” manasına gelmektedir. Bu kelime “جن يجن” (cenne yecünnü) fiilinden türemiş, bir şeyin örtülmesi manasındadır. Çoğulu ise “جنات” “cennât” şeklinde gelmektedir.915 Yine cennet, ağaçları ve hurmalıkları çok olduğu için, ahirette nimet yurdu olduğu da söylenmiştir.916 Bu kelimenin yeşillikleri çok olan bahçe, sık dallarıyla ve yaprakları ile yeri gölgelendiren bağlık yer anlamına gelmektedir.917 Bu açıklamalardan anlaşıldığına göre cennetin en güzel sözlük manası, “içinde çeşitli ağaçlar bulunduran bahçe” şeklindedir.918 b. Cennet’in Terim Manası Cennetin; Müminlerin öldükten veya kıyametin kopmasından sonra, içinde mutlu bir şekilde sonsuzadek yaşayacakları bir yer olduğu söylenmiştir. Bu bütün dini inanışlarda böyledir.919 Başka bir görüşe göre cennet; İman ederek dünya ve ahiretle ilgili işlerini, kulluk vazifelerini çok güzel bir şekilde yapan ve Peygamberlerin davetine tabi olan temiz ve müttaki kişiler için hazırlanmış, huzur ve saadet yurdu olarak tarif edilmiştir.920 Bu şekilde tarif edilmesinin sebebi ise, yeryüzünde bulunan bağlara ve bahçelere benzemesidir.921 Kur’ân’da ise şöyle tarif edilmiştir: “Cennet, ister kendisi isterse içindeki nimetleri bizim idrakimiz dışında kalan,922 hem Firdevs, Adn ve Naîm gibi cennetleri, hem de bu cennetlerin kendi içlerindeki derece ve bölümleriyle muazzam bir yapı arzeden ve Allah Teâlâ’nın mü’min-müttaki kulları için hazırladığı;923 içinde insanın 915 İbn Manzûr, a.g.e., XIII, 100. 916 İbrahim Mustafa ve dğr, a.g.e., I, 141. 917 Pusmaz, Durak, “Cennet” Ş.İ.A, I, 300. Ayrıca bkz: Topaloğlu, Yavuz, Çelebi, a.g.e., s. 313-314. 918 Kara, Ömer, Kur’ân’da Metafizik Bir Âlem: Cennet, Rağbet Yay., İstanbul, 2002, s. 63. 919 Şahin, M. Süreyya, “Cennet” D.İ.A, VII, 374. 920 Pusmaz, a.g.e., s. 300. Ayrıca bkz: Yaşar Ahmed, Kıyamet ve Alâmetleri, Cennetlik ve Cehennemlikler, Güven Basımevi, İstanbul 1950, s. 25. 921 Râgıb, a.g.e., s. 138-139. Ayrıca bkz: Şibay, Halim Sabit, “Cennet” İ.A., III, 102-104. 922 es-Secde, 32/17. 923 et-Tevbe, 9/89, 100; Al-i İmran, 3/131. 128 istediği her şeye ulaşacağı bir yerdir.924 Kur’an-ı Kerim’de müfret, tesniye ve cem şekilleriyle925 147 defa geçen cennet kelimesi 25 yerde dünyadaki bağ-bahçe, 6 yerde Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın yerleştiği mekân, 1 yerde de Hz. Peygamber’in yanında Cebrail (a.s)’ı gördüğü Sidretü’l-Münteha’nın civarında bulunan Me’vâ Cenneti926 diğer 115 yerde de âhiret cenneti anlamında kullanılmıştır.927 2. Cennet’in İsimleri a. Cennet Bu isim Kur’an’da ve hadislerde en çok kullanılan bir isim olup ebedi saadet yurdunu ifade etmektedir. Cennetin içindeki bütün mekan ve imkanları kapsayacak şekilde muhtevası geniş olan bir terimdir. İslâm literatüründe ebedi saadet ile ilgili vaadler, özendirici anlatım ve tasvirler genellikle cennet ismi etrafında yoğunlaşmıştır. Ayrıca dil ve edebiyat alanında da daha çok bu kelimeye yer verilmiştir. Diğer isimler müfret olarak kullanılmıştır. Ancak cennet ismi ise, bir çok âyette çoğul şekliyle “جنات” (cennât) olarak yer almıştır. Bu da saadet yurdunun belli bir bölgesinin değil, tamamının adı olduğunu göstermektedir.928 İbn Kayyim, “cennet” kelimesinin, âhiret yurdunun genel ismi olduğunu açıklamış ve o yurtta farkı farklı nimetler, lezzetler, güzellikler ve sevinçlerin var olduğunu bildirmiştir.929 Ku’ân-ı Kerîm’de şöyle zikredilmiştir: َ ن َّت قي َوأُْز لَف ت اْلَجنَُّة لْلُم “(O gün) cennet, takvâ sahiplerine yaklaştırılır”930 b. Adn Adn, kelimesi “ikamet etme, ikamet edilen mekan anlamındadır.931 Ayrıca bir şeyin merkezi veya bir cevher manasına geldiği de söylenmiştir.932 Râgıb el-İsfahânî de 924 en-Nahl, 16/31; el-Furkan, 25/16; ez-Zümer, 39/34. 925 Abdulbâkî, a.g.e., s. 180, 181, 182. 926 en-Necm, 53/13-15. 927 Topaloğlu, Bekir, “Cennet” D.İ.A., VII, 376. 928 Topaloğlu, a.g.e., VII, 376. Ayrıca bkz: Hakkı, İbrahim Erzurum’lu, a.g.e., I, 32-44. 929 el-Cevzîyye, İbn Kayyîm Muhammed b. Ebî Bekr, Hâdî el-Ervâh ilâ Bilâdi’l-Efrâh, Dâru İbn Kesîr, Beyrût, 1419/1998, s. 138. 930 eş-Şu’arâ, 26/90. Ayrıca bkz: Abdulbâkî, a.g.e., 180-182. 129 bu kelimeyi “istikrâr ve sebât etme” anlamında açıklamıştır.933 Kelime, Kur’ân’da 11 defa tekrarlanmıştır. Tekrarlandığı her âyet de “cennâtü adn” (adn cennetleri) şeklinde bir terkip oluşturmuştur.934 İkamet cennetleri manasına Kur’ân-ı Kerim’de söyle kullanılmıştır: ِ ي من َتْح تَها ْدٍن َتْج ََ َّناُت نَد َر ب هْم َج َ َّي ة (7) َجَزاُؤُهْم ِ ُِ اْلَب ئَك ُهْم َخْي ا لَحا ت أُْوَل ََّ ََ مُلوا ال َّل ذيَن آَمُنوا َو َّن ا إ ُ ه (8) َّب ْنُه َذ لَك لَمْن َخ شَ َر ََ ْنُهْم َوَرُضوا ََ َّلَّلُ َّر ضَ ا اْْلَْنَهاُر َخا ل ديَن فيَها أََبد ا “Şüphesiz iman edip salih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı da onlardır. Onların Rableri katındaki mükafatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan (O’na saygı gösterenler) içindir.”935 Adn kelimesinin, cennetin bir bölümün adı olduğu söylenmiştir. Çoğul şekliyle kullanışı, cennetin tamamını ifade eden bir isim olduğunu göstermiştir.936 Ayrıca bütün cennetler adn cennetleridir, diye bir görüş de vardır.937 c. Naîm Naîm kelimesi “refah, huzur, mutlu hayat” manasına gelen nimet kelimesinden daha kapsamlı bir muhtevaya sahiptir.938 İnsana mutluluk veren bütün güzellikleri ifade etmektedir. Na’îm kelimesi, 13 âyetin dördünde tekil, diğerlerinde çoğul olarak (Cennâtü’n-na’îm) ve ya (cennetün-na’îm) şekliyle geçmektedir.939 Bu yüzden cennâtü’n-naîm, “mutluluklarla dolu cennetler” manasına geldiği söylenmiştir.940 Naim kelimesi bir âyette cehennemin isimlerinden olan “cahîm” kelimesinin mukabili olarak kullanılmıştır.941 931 ez-Zebîdî, a.g.e., IX, 274. 932 Y. Şevki Yavuz, “Cennet” D.İ.A., I, 391. 933 er-Râgıb, a.g.e., 488. 934 Abdulbâkî, a.g.e., 570 935 el-Beyyine, 98/7-8. Ayrıca bkz: et-Tevbe, 9/72; en-Nahl, 16/3; Meryem, 19/61. 936 Topaloğlu, a.g.e., VII, 377. 937 İbn Kayyim, a.g.e., s. 142-143. 938 Günaydın, Fatma Candan, “Nimet” D.İ.A., XXXIII, 129-130. 939 Abdulbâkî, a.g.e., s. 708. 940 Topaloğlu, a.g.e., VII, 376. 941 Bkz: el-İnfitar, 82/13. 130 Kur’ân’da İbrahim (a.s.)’ın duasında şöyle geçmiştir: َّن ة النَّ عي م (85) ين (84) َواْجَعْل ن من َوَرَث ة َج ِ َواْجَعل ل لَساَن صْدٍق ف اْْل خ “Bana, sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak nasip eyle! Beni, Naîm cennetinin vârislerinden kıl.”942 d. Firdevs Cennetlerin en üstünü ve en faziletlisi olarak anlatılan Firdevs,943 özellikle içinde üzüm olan, bağ ve bahçe manasına gelir.944 Kelimenin aslı Süryanice, Yunanca, Rumca945 veya Habeşçe olduğu hakkında farklı farklı görüşler ileri sürülmüştür.946 Firdevs kelimesi, “Her türlü süse, güzelliğe sahip olan ve nimetlerin tamamını kendisinde bulunduran bostan ve bahçe” olarak ifade edilmiştir.947 Bir âyette cennât kelimesi ile948 başka bir âyette ise “âhiret cenneti” manasında, tek başına kullanıldığını görmekteyiz.949 Ayrıca Firdevs, cennetin tamamını ifade eden bir isim olabileceği söylenmiştir.950 Kur’ân’da şöyle zikredilmiştir: َدْو س نُُزَل ِْ َّناُت اْلف ت َكانَ ْت َلُهْم َج ا لَحا ََّ ََ مُلوا ال َّل ذيَن آَمنُوا َو َّن ا إ “İman edip salih amel işleyenlere gelince, onlar için makam olarak Firdevs cennetleri vardır.”951 e. Dâru’s-Selâm Dâru’s-Selâm kelimesi, “selam” ile ev, yurt manasına gelen “dâr” kelimesinden oluşmuştur. Hoşa gitmeyen şeylerden korunmuş manasındadır. Bu şeyler, ister maddi olsun isterse de manevi olsun, her türlü afetleri içine almaktadır.952 Kur’ân’da iki âyette cennetin adı olarak zikredilmiştir: 942 eş-Şuarâ, 26/84-85. Ayrıca bkz: el-Maide, 5/65; Yunus, 10/9; Lokman, 31/8; el-Mutaffifin, 83/22. 943 İbn Kayyim, a.g.e., s. 144. 944 et-Taberî, a.g.e., XVI, 36. Ayrıca bkz: İbn Manzûr, a.g.e., VI, 163. 945 Bkz: Salih, a.g.e., s. 37; Özervarlı, M. Said, “Firdevs”, D.İ.A., XI, 123. 946 er-Râzî, a.g.e., XXIII, 82. 947 ez-Zebîdî, a.g.e., VIII, 392; İbrahim Mustafa ve dğr, a.g.e., 680. 948 el-Kehf, 18/107-108. 949 el-Mu’minûn, 23/10-11. 950 Bkz: Topaloğlu, a.g.e., VII, 377. Bkz: İbn Kayyim, a.g.e., s. 144-145. 951 el-Kehf, 18/107. 952 Topaloğlu, a.g.e., VII, 376. 131 َ ن ُّي ُهْم بَما َكانُوا َيْعَمُلو ْنَد َر ب هْم َوُهَو َو ل َ َّسََل م َلُهْم َداُر ال “Rableri katında onlara esenlik yurdu (cennet) vardır, ve yapmakta oldukları (güzel) işler sebebiyle Allah onların dostudur.”953 Cennetin esenlik yurdu olduğu şüphesizdir. Allah’ın mümin olan kullarının ölümden sonraki hayatları çok geniş bir şekilde “selam” kavramı içinde birçok âyette anlatılmıştır.954 Ayrıca selametlik yalnız cennette bulunur. Çünkü ebediliğin, şeref ve üstünlüğün, arızasız bir sıhhatin sadece orada mevcut olduğu söylenmiştir.955 f. Dâru’l-Mukâme Dâru’l-mukâme, ebedi ikamet edilecek yurt manasındadır.956 Meâni’l-Kur’ân adlı eserin sahibi olan Ferrâ, bu kelimeye ikâmetgâh manasında “oturulacak yer” anlamını vermiştir.957 Elmalılı, Dâru’l-Mukâme’yi “kalınacak yurt” olarak açıklamıştır.958 Kur’ân’da “Dâru’l-Mukâme” terkibi yalnız bir yerde geçmektedir: ُّسَنا فيَها لُ ُغو ب ََ ب َوََل َيَم ُّسَنا فيَها َن َّلَنا َداَر اْلُمَقاَم ة من َفْض ل ه ََل َيَم َّل ذي أََح ا “O (Rabb) ki bizi lütfuyla sonsuzluğa kadar kalınacak yurda (Daru’l- Mukâme’ye) yerleştirdi. Artık orada bize ne bir yorgunluk hissi dokunacak ne de bir bıkkınlık gelecektir.”959 Mukâtil, “cennetlikler orada ebedi olarak ikamet edeceklerdir. Asla ölmeyecekler ve oradan da hiçbir zaman ayrılmayacaklar” şeklinde açıklamıştır.960 İbn Kayyim, “el-mukâme” kelimesinin aynen ikamet gibi olduğunu; çünkü ikamet ve mukâmenin aynı manada olduğunu söylemiştir.961 953 el-En’âm, 6/127. Ayrıca bkz: Yunus, 10/25. 954 Bkz: er- Ra’d,13 /23-24; İbrahim, 14/23; Yasin, 36/57-58; Meryem, 19/62. Ayrıca bkz: Abdulbâkî, a.g.e., s. 356; Topaloğlu, a.g.e., VII, 377; İbn Kayyim, a.g.e., s. 140-141. 955 er-Râgıb, a.g.e., 350. 956 el-Âlûsi, a.g.e., XXII, 199. Ayrıca bkz: Taberî, a.g.e., XXII, 139-140; er-Râzî, a.g.e., XXVI, 27; Topaloğlu, a.g.e., VII, 377. 957 el-Ferrâ, a.g.e, II, 370. Ayrıca bkz: er-Râgıb, a.g.e., 630-631; el-Keşşâf, III, 310; İbn Kayyim, a.g.e., s. 142. 958 Elmalılı, a.g.e., VI, 3994. 959 el-Fâtır, 35/35. 960 Mukâtil b. Süleymân, a.g.e., III, 78. 961 İbn Kayyim, a.g.e., s. 142. Ayrıca bkz: et-Taberî, a.g.e., XXII, 139-140. 132 g. Hüsnâ Kur’ân’da adı geçen cennetin isimlerinden biri de “el-Hüsnâ”dır. Hüsnâ kelimesi, daha güzel, daha iyi, anlamlarına gelmektedir.962 Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle zikredilmiştir: ُ هْم فيَها َخا لُدونَ َّن ة َّل ة أُوَل ئَك أَْصَحاُب اْلَج ِ َوََل ذ َهُق ُوُجوَهُهْم َقَت ِْ ذيَن أَْحَسنُوا اْلُحْسَنى َو زَياَدة َوََل َي َّل ل “Güzel davranışlara cennet (el-Hüsnâ) ve daha fazlası (ziyade) vardır.”963 Bu âyette geçen “el-Hüsna” kelimesiyle ilgili bir çok ihtilaflar zikredildikten sonra bu kelimenin “cennet” manasına geldiği söylenmiştir.964 Kur’ân’da adı geçen cennetin isimlerinden biri de bol su kaynaklarına sahip olan yeşil bahçe manasındaki “Ravza” kelimesidir. Bu kelime eş-Şura Suresi’nde, cennet kelimesine muzaf olarak gelmiştir.965 Başka bir âyette ise yine cennet kelimesinin yerine tek başına olarak kullanılmıştır.966 Bunlardan başka Kur’ân-ı Kerim’de “Dâru’l- Ahire”967, “Ukbe’d-Dâr”968, “Âkibetu’d-Dâr”969 ve bir yerde “Hüsn-i Meab”970 terkipler, cenneti ifade eden isimler olarak kullanılmıştır.971 Ayrıca Ğurfe kelimesi Kur’ân’da cennetin yerine yalnız kullandığı gibi, cennet kelimesiyle birleşerek onun kısımları manasında kullanılmıştır.972 Bunun haricinde ecir,973 rahmet,974 rızık,975 kelimeleri geçtiği âyetlerde cennet manasında kullanıldığı söylenmiştir.976 Cennetü’l- Huld,977 Cennetü’l-Me’vâ,978 Makâm-ı Emîn,979 İlliyyîn,980 Mak’adü Sıdk,981 gibi 962 İbn Manzûr, a.g.e., XIII, 115. 963 Yunus, 10/26. Ayrıca bkz: en-Nisâ, 4/95; er-Ra’d, 13/18; en-Necm, 53/31; el-Hadîd, 57/10. 964 et-Taberî, a.g.e., XI, 104-109. Ayrıca bkz: el-Vâhidi, I, 465; İbn Kesîr, a.g.e., IV, 199; el-Âlûsî, a.g.e., XI, 137; Ebû Hayyân, a.g.e., VI, 43; Elmalılı, a.g.e., IV, 1704. 965 eş-Şura, 42/22. 966 er-Rûm, 30/15. 967 el-Bakara, 2/94; el-Enâm, 6/32; el-A’râf, 7/169; Yusuf, 12/109; el-Kasas, 28/77-83; el-Ahzab, 33/29; en-Nahl, 16/30. 968 er-Ra’d, 13/22, 24, 42. 969 el-En’am, 6/135; el-Kasas, 28/37. 970 Sâd, 38/49. 971 Kara, a.g.e., s. 120. 972 Bkz: el-Furkân 25/75; el-Ankebût 29/58; es-Sebe 34/27; ez-Zümer 39/20. 973 Bkz: Âl-i İmrân 3/172, 179; el-Mâide 5/9; Hûd 11/11; Fâtır 35/7. 974 Bkz: el-Enbiyâ 21/75, 86; en-Neml 27/19; el-Feth, 48/25; el-İnsân, 76/31. 975 Bkz: el-Enfâl 8/4, 74; el-Hac 22/50; es-Sebe 34/4. 976 Bkz: Kara, a.g.e., 122-126. 977 Hûd, 11/108. 978 en-Necm, 53/15. 979 ed-Duhân, 44/51-52. 133 isimlerin müstakil bir isim olarak kabul edilmesi isabetli görülmemiştir. Çünkü bu isimler cenneti niteleyen tamamlayıcı kavramlar olarak açıklanmıştır.982 3. Cennetlikler’in Özellikleri Cennetliklerin özellikleri genel olarak şu şekilde özetleyebiliriz: a. Allah’a ve Rasûlüne İman Etmeleri َّ لَّل َّ لَّل َوُرُس ل ه َذ لَك َفْضُل ا َّل ذيَن آَمنُوا با َّدْت ل َ َّسَماء َواْْلَْر ض أُ ِْ ض ال ُضَها َكَع ِْ ََ َّر بُكْم َوَجنٍَّة من ٍة َِ ف َسا بُقوا إَلى َمْغ َّلَّلُ ُذواْلَفْض ل اْلَع ظي م ُ ء َوا ُيْؤ تي ه َمن َيَشا “Rabbinizden bir mağfirete; Allah’a ve peygamberlerine inananlar için hazırlanmış olup genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşuşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.”983 Seyyid Kutup, “Cennete girmeye sebep olan iman, öyle bir imandır ki, kendileriyle Rableri arasında ilişki kurar, doğru yolu görmelerini sağlar. Hassaslaşan vicdanlarından ve müttakiliklerinden gelen ilhamın da yardımıyla, onları şerden uzaklaştırır, hayra sevkeder” şeklinde açıklamıştır.984 b. Allah ve Resûlüne İtaat Etmeleri َّتْق ه َفأُْوَل ئَك ُهمُ اْلَفا ئُزونَ َلَّل َوَي َّ َلَّل َوَرُسوَلُه َوَيْخَش ا َّ ُي ط ع ا َوَمن “Her kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder, Allah’a saygı duyar ve O’ndan sakınırsa, işte asıl bunlar mutluluğa erenlerdir.”985 Bu âyette Allah’a itaatin ne demek olduğu anlatılmıştır. Allah ve O’nun göndermiş olduğu elçilerinden her birine itaat etmek, diğerine itaat sayıldığı için ikisi bir arada zikredilmiştir. Eğer Allah Teâlâ sadece “kim Allah’a itaat ederse” demiş olsaydı, bazı kimselerin de biz Allah’ı görmedik ve sözünü duymadık derlerdi. Ayrıca O’na nasıl itaat edebiliriz diyebilecekleri söylenmiştir. Bu sebeple Allah kendine itaatin 980 el-Mutaffifîn, 83/18. 981 el-Kamer, 54/54-55. 982 Topaloğlu, a.g.e., VII, 377. Ayrıca bkz: Şibay, a.g.e., III, 102; İbn, Kayyim, a.g.e., s. 138-147. 983 el-Hadîd, 57/21. Ayrıca bkz: el-Bakara, 2/83; el-A’râf, 7/42; Yûnus, 10/9; el-Kehf, 18/107; el-Hac, 22/14; el-Ankebût, 29/58; es-Secde, 32/19; Muhammed, 47/12; el-Hadîd, 57/25; es-Saff, 61/11-12; et-Teğâbün, 64/9; et-Talak, 64/11; el-Burûc, 85/11. 984 Kutup, a.g.e., VII, 525. 985 en-Nûr, 24/52. Ayrıca bkz: Hud, 11 / 23; el-Fetih, 48/17; el-Ahzâb, 33/71. 134 Resulüne itaatle mümkün olduğunu ve kendisinin söz ve emirlerinin Resulünden işitileceğini belirtmiştir” şeklinde bir açıklama yapılmıştır.986 c. Salih Amel İşlemeleri Cennete girebilmek için, imanın salih amellerle desteklenmesi lazımdır. ٍة رْزق ا َقالُوا َِ َّلَما ُر زُقوْا مْنَها من َثَم تَها اْلَْنَهاُر ُك ي من َتْح ِ َّناٍت َتْج ََّن َلُهْم َج ا لَحا ت أ ََّ ََ مُلوْا ال ُنوْا َو َّل ذين آَم ِ ا َوَب ش َ ن َِ ة َوُهْم فيَها َخا لُدو َّه ُّمَط فيَها أَْزَوا ج ُُتوْا ب ه ُمَتَشا به ا َوَلُهْم َهـَذا الَّ ذي ُر زْقَنا من َقْبُل َوأ Allah Teâlâ, “İman edip ve salih amel işleyenlere, içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele! O cennetlerdeki bir meyveden kendilerine rızık olarak yedirildikçe: Bundan önce dünyada bize verilenlerdendir bu, derler. Bu rızıklar onlara (bazı yönlerden dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için cennette tertemiz eşler de vardır. Ve onlar orada ebedî kalıcılardır.987 Bu âyetin açıklamasında, cennete iman ve salih amellerle kavuşulur denilmiştir. Bir başka yoruma göre cennet, iman ile elde edilir, fakat cennetteki dereceler salih amellerle hak kazanılır da denilmiştir.988 d. İyiliği Emredip Kötülükten Nehyetmeleri َ ن ِ َوأُوَل ئَك ُهُم اْلُمْف لُحو ََ ن اْلُمْنَك و ف َوَيْنَهْوَن ُِ وَن باْلَمْع ُِ ِ َوَيْأُم وَن إَلى اْلَخْي َُ َُّم ة َيْد مْنُكْم أ َوْلَتُكْن “Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten meneden bir topluluk bulunsun işte kurtuluşa erenler bunlardır.”989 Burada müslümanların içinde iyilikleri emreden kötülüklerden de sakındıran toplumun olmasından bahsetmiştir. Müfessirler de böyle bir camaatin olmasının farz-ı kifâye olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca, bu göreve sahip olan kişiler için de, görevi en iyi bir şekilde yerine getirilmesi bakımından bazı şartların olduğunu anlatmışlardır.990 986 er-Râzî, a.g.e., XXVIII, 95. 987 el-Bakara, 2/25; Tevbe, 9 / 112. Ayrıca bkz: el-Ankebût, 29/58; Lokman, 31/8-9; es-Secde, 32/19; el-Fatır, 35/7; eş-Şurâ, 42/26; Muhammed, 47/12; et-Talak, 65/11; el-Beyyine, 98/8. 988 el-Kurtubî, a.g.e., I, 238-239. 989 Âli İmran, 3/104. 990 Bkz: Hayrettin Karaman ve dğr, a.g.e., I, 645-649. Geniş bilgi için bkz: er-Râzî, a.g.e., VIII, 176- 179. 135 e. Tevbekâr Olmaları ِ َواْلَحا ف ظُوَن ََ ن اْلُمْنَك و ف َوالنَّاُهوَن ُِ وَن باْلَمْع ُِ م َّسا جُدوَن اْْل ا كُعوَن ال َِّ ئُحوَن ال َّسا َّتا ئُبوَن اْلَعا بُدوَن اْلَحا مُدوَن ال ال ِ اْلُمْؤ م نينَ َّ لَّل َوَب ش لُحُدو د ا “Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rüku edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın sınırlarını koruyan müminleri müjdele!”991 Mevdûdî, bu âyette yer alan “tevbe edenler” ifadesinin, tekrar tekrar Allah’a dönen kimseler anlamına geldiğini ve bu halin, mü’minin başta gelen özelliği olduğunu söylemiştir.992 f. Sabretmeleri َّي ة َوَسََلم ا ح َّقْوَن فيَها َت وا َويَُل ُِ َفَة بَما َصَب ِْ ْ وَن اْلُغ ئَك يُْجَز İşte“ أُْوَل onlara, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamı verilecek ve orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır.”993 Nesefî, bu âyette geçen “sabretme” ifadesini “ibadet etmeye, şehvetten kaçmaya, kafirlerin ezalarına karşı dayanmaya ve onlara karşı mücadele etmeye sabır” şeklinde tefsir etmiştir.994 g. Allah Yolunda Cihad Etmeleri َ ن ُ كنُتْم َتْعَلُمو ِ لَُّكْم إن لُكْم َخْي َّ لَّل بأَْمَوا لُكْم َوأَنُف سُكْم َذ َّ لَّل َوَرُسو ل ه َوتَُجا هُدوَن ف َس بي ل ا ُنوَن با تُْؤ م “Allah’a ve Resûlüne inanır, mallarınızla canınızla Allah yolunda cihad ederseniz, bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.”995 Cennetliklerin özeliklerinden biri de iman ile cihadı bütünleştirmesidir. İmanıyla cihad edebilen kimse, cihadın hayırlı olduğunu zaten anlamıştır. Çünkü cihad için körü körüne hareket etmezler. Bilgi sahibi olunma zorunluluğu vardır. Ayrıca inanarak ve ümit ederek yapılan itaatin ve bir de cihad ederek şehit olmak, esaret ve zillette 991 et-Tevbe, 9/112. Ayrıca bkz: Meryem, 19/60; Kâf, 50/31-32. 992 el-Mevdûdî, a.g.e., II, 279-280. 993 el-Furkan, 25/75. Bkz: el-İnsân, 76/12. 994 en-Nesefî, a.g.e., III, 177. 995 es-Saf, 61 /11. 136 kalmaktan daha hayırlı olduğu söylenmiştir. İşte bu hayırlı olan amel kişiyi cennete götürür.996 4. Cennet Nimetleri a. Yiyecekler ve İçecekler Cennet yiyeceklerini meyveler, ekmek ve etler oluşturmaktadır.997 Hadislerde ise beyaz un, balık ciğeri ve boğa eti olarak karşımıza çıkmaktadır.998 Etin cennet yiyeceklerinden olması Kur’ân’da iki yerde zikredilmiştir: َّما َيْشَتُهونَ َوأَْمَدْدَناُهم بَفا كَهٍة َوَلْحٍم م “Ve onlara canlarının istediği meyveden ve etten bol-bol vermişizdir.”999 Cennetin içeceklerini genel olarak su, süt, bal, içki şeklinde sıralayabiliriz.1000 aa. Su Allah Teâlâ dünyada canlı olan her şeyi sudan yaratmıştır.1001 Bu nedenle su, canlı varlıkların tümünün ihtiyaç duyduğu bir şeydir. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle anlatılmıştır: ِ آ سنٍ … َّماء َغْي … أَْنَها ر من “…İçinde bozulmayan sudan ırmaklar…”1002 Ayette geçen أنهار “enhâr” kelimesi, suyun taşarak coşkulu bir biçimde akması manasına gelen ِنه “nehr” kelimesinin çoğuludur.1003 996 Elmalılı, a.g.e., VII, 4942-4943. Ayrıca bkz: Kutup, a.g.e., XIV, 457-458; Derveze, a.g.e., VIII, 572- 573; el-Bakara, 2 / 154. 997 Kara, a.g.e., s. 184. 998 Bkz: Müslim, Fiten, 19; et-Tirmizî, Tefsîr, 74/3; Müslim, Hayz, 8; el-Buhârî, Rikâk, 44, 51; Tefsîr, 2/6. 999 et-Tûr, 52/22. Ayrıca bkz: el-Vâkı’a, 56/21. 1000 el-Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Fereh el-Ensârî, et-Tezkira Fî Ehvâli’l-Mevtâ ve Umûri’l-Âhira, el-Mektebetu’l-Medbûlî, Kâhira, 1406/1986, II, 597-599. 1001 el-Enbiyâ, 21/30. 1002 Muhammed, 47/15. Ayrıca bkz: el-Vâkı’a, 56/31; İbn Kayyim, a.g.e., s. 267-276. 1003 er-Râgıb, a.g.e., s. 773. 137 ab. Süt Sütte Cennet içeceklerinden biridir. Allah Teâlâ cennette süt ırmaklarının olduğunu şöyle bildirmiştir: ِْ َطْعُمهُ … َّي َّلْم َيَتَغ من لََّبٍن … َوأَْنَها ر “…Tadı değişmeyen sütten ırmaklar…”1004 Dünyada içtiğimiz süt ile cennet içeceği olan süt birbirinden çok farklı olduğu söylenmiştir. Çünkü dünyadaki süt bir müddet sonra bozulmaya ve tadı değişmeye mahkumdur. Ancak Allah’ın cennette nehirler halinde yarattığı sütün üzerinden ne kadar zaman geçse de yaratıldığı andaki özelliğini daima koruduğu, tadı asla değişmeyeceği ve bozulmayacağı söylenmiştir.1005 İbn Kesîr de cennetteki sütün özelliğinden bahsederken onun beyaz, lezzetli ve kıvamlı olduğunu ve dünyadaki süte benzemediğini zikretmiştir.1006 ac. Bal Cennet içeceklerinden biri de baldır. Kur’ân’da şöyle belirtilmektedir: ًّفى… ََ ُّم َسٍل ََ … َوأَْنَها ر مْن “…Süzme baldan ırmaklar…”1007 Burada Allah Teâlâ cennette olan bal ırmaklarının akma özelliğini anlatmıştır. Ayrıca balın ne kadar saf, katıksız ve süzme olduğu vurgulanmıştır.1008 Bundan ziyade olarak da âhiretteki balın kokusu, rengi ve tadının çok hoş olduğu da söylenmiştir.1009 ad. İçki İçki, Kur’ân’da “şarap”1010 ya da “tertemiz bir şarap” ifadesiyle karşılanmaktadır.1011 Şarap Cennet içeceklerinden biridir. Ancak dünyadaki şaraba benzemediği söylenmiştir. Çünkü Cennet şarabını içen kimse, zevk ve lezzet aldığını, 1004 Muhammed, 47/15. 1005 et-Taberî, a.g.e., XXVI, 49. 1006 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 295. 1007 Muhammed, 47/15. 1008 Kara, a.g.e., s. 176, 177. 1009 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 295-296. 1010 Sad, 38/51. 1011 el-İnsân, 76/21. 138 baş ağrısı ve sersemletme yapmadığı zikredilmiştir.1012 Ayrıca onu içen kimse sarhoş olmayacak şeklinde açıklamada vardır.1013 Başka bir âyette şöyle zikredilmiştir: َّشا ر بينَ … َّذٍة ل ل ٍِ َّل … َوأَْنَها ر مْن َخْم “…İçenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar …”1014 Dünyada içilen içkiler ise bunun aksinedir. İçen insanı sersemletip sarhoş etmektedir. Aklı ve şuuru zaafa uğratmaktadır. Bu yüzden de haram kılınmıştır. Cennetteki içkinin ise insana zarar verecek her türlü kusur ve olumsuzluklardan arınmış olduğu belirtilmiştir.1015 b. Ağaçlar, Meyveler Kur’ân, cennette bağ ve bahçelerin olacağını,1016 söyleyerek orada meyveli- meyvesiz tüm ağaçların bulunduğunu1017 ve cennetliklerin arzuladıkları,1018 beğendikleri tüm meyvelerin1019 orada kendilerini beklediğini ifade etmiştir.1020 Kur’ân, cennette her türlü meyvenin bolca ve iki çift bulunduğunun1021 altını çizmekle beraber muz, kiraz, hurma, nar, üzüm, ağaçlarını özellikle ismen zikretmiştir.1022 Ayrıca cennet meyvelerinin alınıp koparılmasının her durumda (otururken, yatarken, ayakta iken) kolay olduğunu,1023 bitmenin, tükenmenin ve yasağın söz konusu olmadığını ve bunların sonsuz olduğunu vurgulamıştır.1024 1012 el-Vâkı’a, 56/19. 1013 es-Sâffât, 37/46, 47. 1014 Muhammed, 47/15. 1015 Ebu’s-Suûd, a.g.e., VIII, 95. Ayrıca bkz: el-Kurtubî, a.g.e., XVI, 237; el-Âlûsî, a.g.e., XXVI, 48; İbn Kesîr, a.g.e., VII, 295; İbn Kayyim, a.g.e., s. 255-264. 1016 en-Nebe, 78/32. 1017 er-Rahmân 55/48. 1018 el-Mürselât, 77/42. 1019 el-Vâki’a, 56/20. Ayrıca bkz: Yâsîn, 36/57; es-Saffât, 37/42; ez-Zuhruf, 43/73; Muhammed, 47/15 1020 Ayrıca bkz: Kara, a.g.e., s. 165-174. 1021 er-Rahmân 55/52. 1022 er-Rahmân 55/68. Ayrıca bkz: el-Vâki’a, 56/28-29, 32-33. 1023 el-İnsân, 76/14; el-Hâkka, 69/23; 1024 Kara, a.g.e., s. 166. Ayrıca bkz: Sâd, 38/51; ed-Duhân, 44/55; et-Tûr, 52/22; er-Ra’d, 13/55; el- Kurtubî, a.g.e., XVII, 207; İbn Kayyim, a.g.e., s. 235-252. 139 c. Nehirler ve Pınarlar “Irmak, dere, akarsu” manalarına gelen “ِنه” (nehr) kelimesi Kur’an’da 1 yerde ٍِ neher) şeklinde,1025 tekil ve cins isim olarak geçmektedir.1026 47 yerde ise çoğul) َنَه olarak “أنهار” (enhâr) şeklinde geçmektedir.1027 Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle zikredilmiştir: ُ م ي مْن َتْح تَها اْْلَْنَهاُر َخا ل ديَن فيَها َذ لَك اْلَفْوُز اْلَع ظي ِ َّناٍت َتْج َّلَّلُ َلهُ ْم َج َّد ا ََ أَ “Allah, onlara içinde ebedi kalacakları ve altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kazanç budur.”1028 Ayrıca Kur’an’da “َين” (ayn) kelimesiyle “pınarlar” ifade edilmiştir.1029 Bu kelimenin “göz, korumak, gözetmek ve kaynak” gibi manalara geldiği de söylenmiştir.1030 Bu kelime tekil, ikil ve çoğul olarak kullanılmıştır.1031 ُيونٍ َُ َّناٍت َو َّت قيَن ف َج َّن اْلُم إ “Ebette takva sahipleri, cennetlerde ve pınarlar içinde olacaklardır.”1032 Bunlardan başka zencefil karışımı olan ve mukarrebûnun (Allah’a yaklaştırılanlar) içtiği “Selsebîl” ve “Tesnîm” adında pınarlar vardır.1033 1025 Bkz: el-Kamer, 54/54. 1026 Kara, a.g.e., s. 176. 1027 el-Bakara, 2/25; Al-i İmran, 3/15, 136, 195, 198; en-Nisâ, 4/13, 57, 122; el-Mâide, 5/12, 85, 119; el- Arâf, 7/43; et-Tevbe, 9/72, 89, 100; Yunus, 10/9; er-Rad, 13/35; İbrahim, 14/23; en-Nahl, 16/31; el- Kehf, 18/31; Tâhâ, 20/76; el-Hac, 22/14, 23; el-Furkan, 25/10; el-Ankebut, 29/58; Muhammed, 47/12; el-Feth, 48/5, 17; el-Hadîd 57/12; el-Mücadele 58/22; es-Saf 61/12; et-Tegabun 64/9; et- Talak 65/11; et-Tahrîm, 66/8, el-Burûc, 85/11; el-Beyyine, 98/8. Diğer örnekler için bkz: Abdulbâkî, a.g.e., s. 719-720. 1028 et-Tevbe, 9/89. 1029 er-Râgıb, a.g.e., s. 529-530 1030 er-Râgıb, a.g.e., s. 529-530 1031 Bkz: el-Hicr, 15/45; es-Sâffât, 37/45-47; ed-Duhân, 44/52; ez-Zâriyât, 51/15; er-Rahmân, 55/50, 66; el-Vâkı’a, 56/17-18, 31; el-İnsân, 76/5-6, 17-18; el-Murselât, 77/41; el-Mutaffifin, 83/25, 26, 27; el- Gâşiye, 88/12. 1032 el-Hicr, 15/45. Ayrıca bkz: İbn Kayyim, a.g.e., s. 255-266. 1033 Kara, a.g.e., s. 138-184. Ayrıca bkz: İbn Kayyim, a.g.e., s. 264-265. 140 Kurtubî, Tesnîm kelimesini cennette bir pınar olup, Allah’a yakın olanların ondan içtiklerini; Ashâbu’l-Yemîn’in bardaklarına katıldığında içkilerin daha da güzel olduğunu söylemiştir.1034 d. Evler, Odalar, Çadırlar, Köşkler, Saraylar da. Evler Arap dilinde “بيت” (beyt) gecelemek manasına gelen “بات” (bâte) fiilinden türemiş; gecenin kendisinde geçirildiği, insanların ikamet ettiği meskenler, yerler manasına gelmektedir.1035 Kur’ân’da bir yerde cennette ev bulunduğuna işaret edilmektedir: ْونَ ََ ِْ ف من نَدَك َبْيت ا ف اْلَجنَّ ة َوَن ج ن َ ْوَن إْذ َقاَلْت َر ب اْب ن ل ََ ِْ ف أََة َِ ذيَن آَمنُوا اْم َّل َّلَّلُ َمَثَل ل َب ا َِ َوَض َم ل ه َوَن ج ن مَن اْلَقْو م الظَّا ل مينَ ََ َو “Allah, inananlara da Firavun’un karısını örnek gösterdi. O şöyle demişti: Rabbim! Bana yanında cennetin içinde bir ev yap, beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden kurtar. Ve beni şu zalim toplumdan kurtar.”1036 Kur’an’da geçen cennet evleri, mesken kelimesiyle de ifade edilmiştir. Bu kelime “iskan etmek, oturmak, ikamet etmek” manasına gelen “سكن” (sekene) fiilinden mekan mastarıdır. Çoğulu ise “مساكن” (mesâkin) şeklinde gelmiştir.1037 Râgıb el-İsfahânî bu kelimeyi “bir şeyin hareket etmesinden sonra bir yerde sabit kalması” anlamında açıklamıştır.1038 Bu kelime Kur’ân’da “مساكن طيبة” (güzel meskenler) anlamında iki yerde geçmektedir: ٍ ن ْد ََ َّنا ت ي مْن َتْح تَها اْْلَْنَهاُر َخا ل ديَن فيَها َوَمَسا كَن َط ي َب ة ف َج ِ َّناٍت َتْج َّلَّلُ اْلُمْؤ م نيَن َواْلُمْؤ مَنا ت َج َد ا ََ َو ُ م ُِ َذ لَك ُهَو اْلَفْوُز اْلَع ظي لَّل أَْكَب َّ َو رْضَوا ن مَن ا 1034 el-Kurtubî, a.g.e., XIX, 266. Ayrıca bkz: er-Râzî, a.g.e., XXXI, 100-101. 1035 İbn Manzûr, a.g.e., II, 14. 1036 et-Tahrîm, 66/11. 1037 İbn Manzûr, a.g.e., XIII, 212. 1038 er-Râgıb, a.g.e., s. 346. 141 “Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vâdetti. Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur.”1039 db. Odalar Cennette yerleşim merkezlerden bir başkası odalardır. Bu odalar Kur’an’da geçen “غِفة-غِف” (ğurfe-ğuraf) kelimeleriyle anlatılmıştır.1040 Ğurfe “غِفة” kelimesi, arapçada “ev, oda, konak, saray, köşk gibi bir çok manaya gelmekte; Çoğulu ise, “غِف” (ğuraf) ya da “غِفات” (ğurufât) şeklinde gelmiştir.1041 Ragıb el-İsfahânî ise, “yüksek yapı” manasına geldiğini söylemiştir.1042 Kur’ân’da bu kelime müfred cemi şekilleriyle 5 yerde geçmektedir.1043 َّ حي ة َوَسََلم ا فيَها َت َّقْوَن ُيَل وا َو ُِ َفَة بَما َصَب ِْ ئَك يُْجَزْوَن اْلُغ أُْوَل “İşte onlara, sabretmelerine karşılık odalarda mükafatlandırılacaklar, orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır.”1044 dc. Çadırlar hayme) Arapçada “çadır, çardak, ağaç dallarından yapılan ev, pamuk) ”خيمة“ veya yünden yapılan mesken gibi manalara gelmektedir. Çoğulu ise “خيام” (hıyâm)’dır.1045 Elmalılı bunun, “oturmak için Arapların yapmış olduğu evler olduğunu söylemiştir. Ayrıca bu evlerin “kıldan yuvarlak kubbe tarzında bazen da dik dörtgen” şeklinde olduğunu bildirmiştir.1046 İbn Kayyim de bu çadırların, bahçelerde ve nehirlerin sahillerinde olduğunu söylemiştir.1047 1039 et-Tevbe, 9/72. Ayrıca bkz: es-Saff, 61/12. 1040 İbn Kayyim, a.g.e., s. 203. 1041 İbn Manzûr, a.g.e., IX, 264-465. 1042 er-Râgıb, a.g.e., s. 539. 1043 Kara, a.g.e., s. 196. 1044 el-Furkân, 25/75. Diğer örnekler için bkz: el-Ankebût, 29/58; es-Sebe, 34/37; ez-Zümer, 39/20. Ayrıca bkz: Abdulbâkî, a.g.e., s. 497. 1045 İbn Manzûr, a.g.e., XII, 193. 1046 Elmalılı, a.g.e., VII, 4692-4693. 1047 İbn Kayyim, a.g.e., s. 303. 142 Kur’ân’da şöyle zikredilmiştir: وَرا ت ف اْل خَيا م َُ َّمْق ُحو ر “Çadırlara kapanmış huriler.”1048 dd. Köşkler ve Saraylar kasr), kelimesi “saray ve köşk” manasına gelmekle olup çoğulu ise) ”قَِ“ kusûr)dur.1049) ”قَور“ Kur’ân’da bir yerde geçmektedir: ور ا َُ َّلَك ُق ي من َتْح تَها اْْلَْنَهاُر َوَيْجَعل ِ َّناٍت َتْج اء َجَعَل َلَك َخْيِا من َذ لَك َج َْ َّل ذي إن َتَباَرَك ا “Dilerse sana bunlardan daha iyisini, altlarından ırmaklar akan cennetleri verecek ve sana saraylar ihsan edecek olan Allah'ın şanı yücedir.”1050 Âyetin öncesinde inkarcıların, Rasûlullah’ın nübuvvetine iman etmek için onun bazı dünya malına sahip olması gerektiğini söyleyerek onun Peygamberliğini tasdik etmedikleri ve bu sözleri neticesinde sapıttıkları anlatılmıştır.1051 Allah Teâlâ, yukarıda zikrettiğim âyette istediklerinde daha iyisinin verileceğini ve saraylar yapılacağını belirtmiştir. Bu sarayların keyfiyetine dair Kur’ân’da bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak hadislerde ise onların keyfiyetiyle ilgili olarak açıklamalar vardır.1052 de. Divanlar, Tahtlar, Koltuklar Arapça’da “ِسِي” (serîr) kelimesi, “taht, divan, koltuk, sedir, yataklık, karyola” gibi manalarına gelmektedir.1053 Çoğulu ise “سِر” (sürur) şeklinde gelmiştir.1054 Bu kelime Kur’ân’da çoğul olarak 5 yerde zikredilmiştir.1055 1048 er-Rahmân, 55/72. Ayrıca bkz: İbn Kayyim, a.g.e., s. 302-304; Topaloğlu, a.g.e., VII, 379. 1049 İbn Manzûr, a.g.e., V, 95-96. Ayrıca bkz: İbn Kayyim, a.g.e., s. 203-208. 1050 el-Furkân, 25/10. 1051 el-Furkân, 25/4-9. 1052 Bkz: Kara, a.g.e., 198-201. 1053 Soyalan, a.g.e., s. 288. 1054 Çanga, a.g.e., s. 241. 1055 el-Hicr, 15/47; es-Sâffât, 37/44; et-Tûr, 52/20; el-Vâkıa, 56/15; el-Ğâşiye, 88/13. 143 ٍ ن ي َ َّوْجَناُهم بُحوٍر ُفوَفٍة َوَز َْ َّم ٍر ُِ َلى ُس ََ ئيَن َّت ك ُم “Sıra sıra dizilmiş çok güzel koltuklara yaslanarak; kendilerine güzel, iri gözlü hurileri de eş etmişizdir.”1056 df. Yataklar, Döşekler, Sergiler firâş) kelimesi, “yaymak, döşemek, sermek” gibi manalarına gelen) ”فِاش“ efrişe) şeklinde) ”افِْة“ fereşe) fiilinden türemiş bir isimdir. Çoğulu) ”فِش“ gelmiştir.1057 Kur’ân’da bu kelime “فِش” (furuş) şeklinde çoğul olarak 2 yerde kullanılmıştır.1058 ةٍ ََ ُفو ِْ َّم ٍش ُِ ”.(Yüksek döşekler (üstündedirler“ َوُف 1059 Burada geçen “merfû’a” kelimesi yatakların veya döşeklerin yüksek olduğunu anlatmıştır. Yükseklikten ya döşeklerin bir yere göre yüksekliği ya da içlerine (atlaslarına) nisbeten kalınlıkları kastedilmiştir.1060 dg. Yastıklar, Minderler Cennetin oda ve diğer mekanların dekorları olarak Kur’ân’da yastıklar ve minderler zikredilmiştir.1061 ٍ ن ٍ ي حَسا ِ ْبَق ََ ٍِ َو ٍف ُخْض َلى َرْف ََ َِ ئيَن ك َّت ُم “Yeşil yastıklara ve güzel işlemeli döşeklere kurulmuşlardır.”1062 Elmalılı, bu âyette geçen “rafraf” kelimesini iki kökten türediğini ve bu kelimenin “Perde ve döşeme yapılan yeşil kumaş; ince ve nazik ipek kumaş; döşeklerin, tahtların, karyolaların, yaygıların ve perdelerin sarkan etekleri, salkım söğüt gibi dalları yere sarkan latif ve nazik ağaçlar, çadırların etekleri manalarına geldiğini 1056 et-Tûr, 52/20. 1057 İbn Manzûr, a.g.e., VI, 326. 1058 Kara, a.g.e., s. 204. 1059 el-Vâkıa, 56/34. Ayrıca bkz: er-Rahmân, 55/54. 1060 Kara, a.g.e., s. 205. Ayrıca bkz: İbn Kayyim, a.g.e., s. 323-324. 1061 Kara, a.g.e., s. 206. 1062 er-Rahmân, 55/76. Ayrıca bkz: el-Ğâşiye, 88/15-16. 144 söylemiştir.”1063 İbn Kayyim de artan ve sarkan her şeyin “rafraf” olduğunu söylemiştir.1064 Ayrıca yatak çarşafına, yastık dayanılan koltuk, yüksek döşeklere, tahtlardan sarkan pahalı örtülere de “refref” denilir.1065 Ebû İshâk âyetteki “rafraf” kelimesinin “cennetin yeşil bahçeleri” manasına geldiğini söylemiş;1066 Taberî de tefsirinde bu kelimeye “yaygı ve yastık” şeklinde manalar vermiştir.1067 dh. Huriler Huriler, cennette dünya kadınlarından başka erkeklere ödül olarak vaat edilen bir kadın türüdür.1068 Bu kelime “genç, güzel, alımlı, beyaz, gözleri siyah kadın” anlamına gelmektedir.1069 İbn Kayyim, hurileri, “gözleri tüm güzellik ve çekicilik özelliklerine sahip olan kadın” diyerek açıklamıştır.1070 Kur’ân’da şöyle zikredilmiştir: ٍ ن ي َ َّوْجَناُهم بُحوٍر َكَذ لَك َوَز “Evet böyle (olacak); hem onları iri gözlü hurilerle evlendirmişizdir.”1071 İbn Kesîr, “Biz onlara iri gözlü hurilerden salih arkadaşlar ve güzel eşler verdik” anlamında açıklamış, Mücâhid ise “iri gözlü hurilerle evlendirdik, nikahladık” şeklinde tefsir etmiştir.1072 1063 Elmalılı, a.g.e., VII, 4694. 1064 İbn Kayyim, a.g.e., s. 299. 1065 Soyalan, a.g.e., s. 269. Ayrıca bkz: Kara, a.g.e., s. 206-210. 1066 İbn Kayyim, a.g.e., s. 298. 1067 et-Taberî, a.g.e., XXVI, 163-164. 1068 Kara, a.g.e., s. 221. Geniş bilgi için bkz: İbn Kayyim, a.g.e., s. 312-334. 1069 İbn Manzûr, a.g.e., IV, 217-218. 1070 İbn Kayyim, a.g.e., s. 315. Ayrıca İbn Kayyim, kadınlarda daha güzel olması açısından darlık, genişlik, beyazlık, siyahlık, kısalık, incelik vasıflarla ilgili olarak da ayrıntılara yer vermiştir. Bkz: Aynı eser s. 315-316. 1071 ed-Duhân, 44/54. Ayrıca bkz: es-Sâffât, 37/48-49; et-Tûr, 52/20; er-Rahmân, 55/72, 74; el-Vâkı’a, 56/22-23. 1072 İbn Kesîr, a.g.e., VII, 407. Ayrıca bkz: et-Taberî, a.g.e., XXV, 135137; el-Kurtubî, a.g.e., XVI, s. 152-155; İbn Kayyim, a.g.e., s. 314-317. 145 di. Hizmetçiler Cennet hizmetçileri “غلمان” (ğılmân) ve “ولدان” (vildân) kelimeleriyle ifade edilmiştir.1073 “Gılmân” kelimesi 1 yerde; “Vildan” kelimesi ise 2 yerde geçmektedir.1074 Kur’ân’da şöyle zikredilmiştir: ُنو ن َّمْك َلْي هْم غْلَما ن لَُّهْم َكأَنَُّهْم لُْؤلُ ؤ ََ ُطوُف َوَي “Kendilerine ait hizmetçiler, sanki sedef içinde saklı inciler gibi onların etrafında pırıl pırıl dönerler.”1075 Cennet hizmetçilerinin “saklı incilere benzetilmesini” Taberî, “beyazlık ve saflık, berraklık açısından incilere benzedikleri” şeklinde yorumlamıştır.1076 dj. Elbiseler, Zinetler Cennet nimetlerden birisi de cennetliklerin elbiseleridir. Ayrıca Kur’ân’da cennet ikliminden söz edilirken, ne sıcaktır ne de soğuktur şeklinde açıklanmıştır.1077 Kur’ân’da cennet elbiseleri şöyle zikredilmiştir: َ ن ُّمَتَقا ب لي ٍق َِ من ُسنُدٍس َو إْسَتْب َيْلَبُسوَن “İnce ve kalın ipekten elbiseler giyerek karşı karşıya otururlar.”1078 Müfessirler bu âyette geçen “سندس” (sündüs) sözcüğünü ince ipek şeklinde açıklamışlardır. Aynı zamanda yine bu ayette yer alan “إستبِق” (istebrak) kelimesini ise kalın ipek şeklinde yorumlamışlardır.1079 Bazı müfessirler de sık ve kalın dokunmuş anlamını vermişlerdir ki, bu kumaşların ipek ve atlastan olmaları ve renginin yeşil olarak zikredilmesinin hikmetleri 1073 Kara, a.g.e., s. 237. Ayrıca bkz: İbn Kayyim, a.g.e., 308-311. 1074 et-Tûr, 52/24; el-Vâkıa, 56/17; el-İnsân, 76/19. 1075 et-Tûr, 52/24. 1076 et-Taberî, a.g.e., XVII, 29. Ayrıca bkz: İbn Kesîr, a.g.e., VII, 410; el-Âlûsî, a.g.e., XXVII 34; el- Kurtubî, XVII, 69. 1077 Bkz: el-İnsân, 76/13. 1078 ed-Duhân, 44/53. Ayrıca bkz: el-Kehf, 18/31; el-Hac, 22/23; el-Fâtır, 35/33; el-İnsân, 76/21. 1079 et-Taberî, a.g.e., XXV, 135-136; er-Râzî, a.g.e., XXVII, 253; Elmalılı, a.g.e., VIII, 5508-5509. 146 üzerine de bazı yorumlar yapmışlardır.1080 Aynı zamanda, cennette ziynet eşyaları takılacağı da söylenmiştir. Bu eşyalar ise altın, gümüş bilezik bir de inci olarak açıklanmıştır.1081 Kur’ân’da şöyle zikredilmiştir: َّلْوَن فيَها مْن أََسا وَر من َذَهٍب … … يَُح “…orada altın bileziklerle bezenecekler…”1082 dk. Eğlenceler Cennetliklerin eğlenceleri Kur’ân’da “تحبِون” (tuhberûn) ya da “يحبِون” (yuhberûn) kelimeleriyle ifade edilmiştir.1083 Bu kelime “beğenilen, güzel, iyi veya hoş bulunan eser, iz veya alamet” anlamına gelmektedir.1084 Kur’ân’da şu şekilde geçmektedir: َ ن و ُِ ت َفُهْم ف َرْوَضٍة يُْحَب ا لَحا ََّ ََ مُلوا ال ُنوا َو َّل ذيَن آَم ََّما ا َفأ “İman eden ve salih emel işleyenlere gelince, onlar bir bahçede eğlendirilirler.”1085 Râgıb el-İsfahanî, bu âyete “Öyle sevindirilirler ki kendilerine bahşedilen nimetin eseri, üzerlerinde zuhur eder, ” şeklinde mana vermiştir.1086 Âyet de geçen “ِحب” (hibr) kelimesini İbn Kesîr, her türlü nimetlenme ve ağırlanma şeklinde tefsîr etmiş;1087 Taberî ise, bu kelimeyi müziğin kulağın nimeti olması sebebiyle “dinleme” şeklinde açıklamıştır.1088 Cennetteki eğlencelerin tüm organlara hitap etmesi ve eğlencenin nesneleri olan yeme, içme, şehvet, dinleme gibi unsurlar Kur’ân’da zikredilmiştir.1089 1080 Bkz: el-Kurtubî, a.g.e., X, 397; Âlûsî, a.g.e., XXV, 135. 1081 Kara, a.g.e., s. 241. 1082 el-Kehf, 18/31. Ayrıca bkz: el-Hac, 22/23; el-Fâtır, 35/33; el-İnsân, 76/21. 1083 Kara, a.g.e., s. 242. 1084 er-Râgıb, a.g.e., s. 152. 1085 er-Rûm, 30/15. Ayrıca bkz: ez-Zuhrûf, 43/70. 1086 er-Râgıb, a.g.e., s. 152. 1087 İbn Kesîr, a.g.e., VI, 313. 1088 et-Taberî, a.g.e., XXI, 27-28. Ayrıca bkz: İbn Kayyim, a.g.e., 357-362. 147 dl. Allah’ın Görülmesi Cennet nimetlerin en büyüklerden birisi de, cennetliklerin Allah’ı görmeleridir. O’nu görmenin lezzeti, mükafatların en yücesi olarak açıklanmıştır.1090 Kur’ân’da “ru’yetullâh” kelimesi geçmemektedir. Ancak, inkar edenlerin dünyada iken Allah’ı görmek istemeleri ve Peygamberlerden Allah’ı kendilerine gösterme taleplerinden bahsedilmiştir.1091 “Ru’yet” kelimesi, sözlükte “görmek”1092 manasındadır. Ancak burada “ru’yet” kelimesi, “Allah” lafzıyla birleşerek bir terkip oluşturmuştur. İslam literatüründe Allah’ın görülmesi, “ru’yetullah” kelimesiyle ifade edilmiştir. Bu konuyu, genel itibariyle kabul edenler olduğu gibi; bunun imkansız olduğunu savunanlar da olmuştur.1093 Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılmıştır: َِّ َمَكاَنهُ ِْ إَلى اْلَجَب ل َف إ ن اْستَ َق ك ن اْنظُ ا ن َوَل َِ ِْ إَلْيَك َقاَل َلْن َت ن أَْنظُ ُّبهُ َقاَل َر ب أ َر َّلَمُه َر َّما َجاَء ُموَسى ل ميَقا تَنا َوَك َوَل َ ن َّوُل اْلمْؤ م ن ي َّما أَفاق َقاَل ُسْبَحا َنَك تُْبُت إَلْيَك َوأَنا أ َِّ ُمو َسى َص ع قا َفَل ًّكا َوَخ لْلَجَب ل َجَعَلُه َد َّلى َربُُّه َّما َتَج ا ن َفَل َِ َت َفَسْو َف “Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de Rabbi onunla konuşunca “Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!” dedi. (Rabbi): “Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!” buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim.”1094 Âyet hakkında gelen yorumları aşağıdaki gibi özetleyebiliriz: Hz. Mûsâ (a.s)’nın Allah Teâlâ’dan O’nu görmeyi istemesi, yani Allah’ın görülmesi mümkün olabileceğine delalet etmiştir. Eğer bu imkan dahilinde olmayan bir 1089 Bkz: er-Rahmân, 55/54-57; el-Vâkıa, 56/34-37; el-İnsân, 76/13-21. 1090 İbn Teymiyye, Ahmed, İbn Teymiye Külliyatı, Tevhid Yay, İstanbul, 1986, I, 95. 1091 Bkz: el-Bakara, 2/55; en-Nisâ, 4/135; el-A’râf, 7/138; Tâhâ, 20/86-91; el-Mü’min, 40/36-37. 1092 İbn Manzûr, a.g.e., XIV, 291. Ayrıca bkz: er-Râgib, a.g.e., s. 303-304. 1093 Kara, a.g.e., s. 248. Geniş bilgi için bkz: Koçyiğit, Talât, Kur’ân ve Hadiste Ru’yet Meselesi, Ankara Üniversitesi Yay., Ankara, 1947, s. 7-98; Yeşilyurt, Temel, “Ru’yetullah” D.İ.A., XXXV, 311-314; Güzel, Abdurrahim, “Ru’yetullah” Ş.İ.A., V, 291-295; İbn Kayyim, a.g.e., s. 402-477; Pakiş, Ömer, Mu’tezile ve Yorum, Ahenk Yay., y.y., 2005, 44-79. 1094 el-A’râf, 7/143. Ayrıca bkz: el- En’âm, 6/103; Yunus, 10/26; Kaf, 50/35; el-Kıyame, 75/22-23; el- Mutaffifîn, 83/15. 148 istek olsaydı, o zaman Hz. Mûsâ (a.s) Allah Teâlâ’dan uygun olmayan bir şeyi istemiş bulunurdu. Böyle bir şeyi de bir peygamber hakkında düşünmek doğrulukta payı olmayan bir davranıştır.1095 Ayrıca Hz. Mûsâ (a.s)’ın bu isteğini Allah Teâlâ ne yadırgamış ne de onu ikaz etmiştir.1096 Ancak diğer peygamberlerde de istediklerinin yerine getirilip getirilmemesine dair örnekler vardır.1097 Bu konuyu etraflıca inceleyen Talat Koçyiğit, sonunda şu sözler ile konuyu bitirmiştir: “Bu açıklamalardan Allah Teâlâ’nın görülebilecek bir varlık olduğu anlaşılmıştır. O’nun görünür olmasıyla Hz. Mûsâ (a.s)’ın O’nu görememesi arasında bir farkın olduğunu söylemiştir. Esas olan ise O’nun görülebilir olmasıdır. Görme fiili gözlerle gerçekleşmiştir. Bu geçici dünyada ise gözün görebilir bir şeyi görememesi, o şeyin görünmez cinsten olduğundan dolayı değildir. Fakat gözün onu görme kudretinin noksanlığına delalet etmektedir. Göz aslında bir alettir; gözlük, dürbin gibi aletlerin keşfiyle göz dediğimiz aletin kudreti biraz daha artmış, önceden göremediği şeylerin bir çoğunu bunlar vasıtasıyla görebilmiştir. Bir takım şartlar neticesinde göz önceden göremediği bir takım şeyleri görebilmektedir. Dünyadan tamamamiyle farklı olan âhirette ise, insanın var olduğundan hiç şüphe etmediği Rabbi’ni görmesi de mümkündür. Allah Teâlâ mevcut olduğu için şu anda tasavvur etmekten çok aciziz. Ancak bizi aciz durumunda bırakan şartların ortadan kalkmasıyla O’nun görülmesi mümkün olacaktır.”1098 5. Cennette Bulunmayan Şeyler a. Üzüntü ve Korku Cenneti hak eden kullara artık üzüntü ve korku gibi şeyler olmayacağı bildirilmiştir.1099 Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle zikredilmiştir: 1095 Koçyiğit, a.g.e., s. 22. 1096 Bkz: İbn Kayyim, a.g.e., s. 402-405. 1097 Bkz: el-Bakara, 2/260; el-Mâide, 5/114-115; Hud, 11/45-47. 1098 Koçyiğit, a.g.e., s. 26-27. Ayrıca bkz: İbn Teymiyye, a.g.e., 93-95; el-Kurtubî, a.g.e., II, 653-657; Kara, a.g.e., s. 248-254; Subhi Salih, a.g.e., s. 104-113; Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâturîdî, Kitâbu’t-Tevhîd, el-Mektebetu’l-İslâmiyye, İstanbul, 1979, s. 77-85. 1099 Kara, a.g.e., s. 244. 149 َ ن َلْيُكُم اْلَيْوَم َوََل أَنُتْم َتْحَزنُو ََ َبا د ََل َخْو ف َ َيا “Ey Benim kullarım! Bugün size hiç korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz.”1100 Taberî âyeti, “Bugün Benim azabımdan korkmayacaksınız. Dünyadan ayrıldığınızdan ötürü de üzülmeyeceksiniz. Çünkü burada size takdim edilen şeyler, dünyada bıraktığınız şeylere nispetle sizin için daha hayırlıdır” şeklinde tefsir etmiştir.1101 b. Kin Cennette bulunmayan şeylerin birisi de kindir.1102 Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifade edilmiştir: َنا َما ف ُصُدو ر هم مْن غ ٍ ل … َْ َوَنَز “Onların içlerinde kin namına ne varsa hepsini söküp atmışızdır…1103 Taberî, bu âyette geçen “غل” (ğil) kelimesini “adâvet” olarak tefsir etmiş; Katâde ise “kin” olarak açıklamıştır.1104 c. Yorgunluk ve Usanç Dünyada iken insandan ayrılmayan iki özellik vardır ki, bu da usanmak ve yorulmaktır. Bu ikisi ise cennette olmayacaktır.1105 Kur’ân’da şöyle zikredilmiştir: ُّسَنا فيَها لُُغو ب ََ ب َوََل َيَم ُّسَنا فيَها نَ َّلَنا َداَر اْلُمَقاَم ة من َفْض ل ه ََل َيَم َّل ذي أََح ا “O (Rab) ki lütfuyla bizi asıl oturulacak yurda (cennete) yerleştirdi. Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak ne de orada bize bir usanç gelecektir.”1106 Bu âyet de geçen “nasap” kelimesi “vücut yorgunluğu”, “lüğûb” kelimesi ise “yorgunluktan kaynaklanan ruh yorgunluğu” şeklinde açıklanmıştır.1107 1100 ez-Zuhruf, 43/68. Ayrıca bkz: el-Bakara, 2/38, 62, 112, 262, 274, 277; Âl-i İmran, 3/170; el-Mâide, 5/69; el-En’âm, 6/48; el-‘Arâf, 7/35, 49; Yunus, 10/62; ez-Zümer, 39/61; el-Ahkâf, 46/13. 1101 et-Taberî, a.g.e., XXV, 95. 1102 Kara, a.g.e., s. 245. 1103 el-‘Arâf, 7/43. 1104 et-Taberî, a.g.e., VIII, 183. 1105 Kara, a.g.e., s. 246. 1106 el-Fâtır, 35/35. Ayrıca bkz: el-Hicr, 15/48. 150 d. Aşırı Sıcak ve Soğuk Cennette bulunmayan şeylerden bir diğeri de aşırı sıcaklık ve soğukluktur.1108 Kur’ân’da şöyle geçmektedir: يِ ا ِ ْمس ا َوََل َزْمَه َْ ْوَن فيَها َِ ئ ك ََل َي َلى اْْلََرا ََ فيَها َّت ك ئيَن Orada“ ُم koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; ne yakıcı sıcak görülür orada, ne de dondurucu soğuk.”1109 Sâbûnî, orada yakıcı bir sıcağın, dondurucu bir soğuğun olmadığını; Arş tarafından hafif hafif esen ve nefeslere canlılık veren bir rüzgarın var olduğunu söylemiştir.1110 e. Boş Söz, Günaha Sokan Laf, Yalan Cennette bulunmayan şeylerden biri de boş ve yalan konuşma, günaha sokan sözdür.1111 Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifade edilmiştir: َّذاب ا ََّل َيْسَمُعوَن فيَها َلْغوا َوََل ك “Onlar orada ne boş bir laf ne de bir yalan işitirler.”1112 İbn Kesîr, orada faydasız boş bir söz, günah ve yalanın olmadığını; Aksine orasının selam yurdu ve oradaki bütün sözler her türlü eksiklikten uzak olduğunu söylemiştir.1113 f. İçkinin Sersemletmesi, Sarhoş Etmesi, Başı Ağrıtması Cennette bulunmayan şeylerden birisi de dünya içkisinin özelliği olan sersemletme, baş ağrıtma, sarhoş etme gibi niteliklerin cennet içkilerinde bulunmamasıdır.1114 1107 es-Sâbûnî, a.g.e., II, 999. 1108 Kara, a.g.e., s. 246-247. 1109 el-İnsân, 76/13. 1110 es-Sâbûnî, a.g.e., III, 1436. 1111 Kara, a.g.e., s. 247. 1112 en-Nebe, 78/35. Ayrıca bkz: et-Tûr, 52/23; el-Vâkı’a, 56/25. 1113 İbn Kesîr, a.g.e., VIII, 332. 1114 Kara, a.g.e., s. 247. 151 Kur’ân’da şöyle zikredilmiştir: َ ن (47) ْنَها يُنَزُفو ََ َّشا ر بينَ (46) ََل فيَها َغْو ل َوََل ُهْم َّذٍة ل ل ٍ ن (45) َبْيَضاء َل َّم عي َلْي هم بَكْأٍس من ََ ُيَطاُف “Onlara pınardan (doldurulmuş) kadehler dolaştırılır. Berraktır, içenlere lezzet verir. O içkide ne sersemletme vardır ne de onunla sarhoş olurlar.”1115 İbn Abbas, burada geçen “غول” (ğavl) kelimesinden maksadın baş ağrısı olduğunu; Katâde ise, bu kelime baş ve karın ağrısı manasına geldiğini söylemiştir.1116 6. Cennet’in Ebediliği İnsanın içinde her zaman var olan bir duygu vardır ki, o da ebedilik duygusudur. Allah Teâlâ bizleri yaratırken bizim içimize ebedilik duygusunu yerleştirmiştir. Nitekim Hz. Âdem ilk insan ve ilk peygamber olmasına bakmayarak ebedilik duygusuna dayanarak ilk günahı işlemesine sebep olmuştur. Yani şeytan “kendisine ebedilik ağacını ve sonsuz saltanatı göstereceğini”1117 söyleyerek onu hataya düşürmüştür.1118 Cennetin ebedilik konusu “huld” ve “ebed” kelimeleriyle anlatılmıştır.1119 “Huld”, kelimesi, bir şeyin devam etmesi ve uzun süre kalması manalarına gelmektedir. Ayrıca varlığını değiştirmeden muhafaza etmek de huld manasını vermektedir. 1120 Râgıb el-İsfahânî ise buna paralel olarak, geç bozulan, uzun süre kalabilen dağ, taş ve diğer şeyler “havâlid” ve “hulûd” sözcükleri ile ifade edildiğini söylemiştir.1121 Bu kelime Kur’ân’da çeşitli türevleriyle birlikte 87 âyette geçmektedir.1122 Nesefî Kur’ân-ı Kerîm’de zikr edilen “huld” kelimesini, “devamlı bir sebat ve kesintisiz bir sonsuzluk” olarak tefsir etmiş;1123 Kurtubî ise “Huld” kelimesine “beka” olarak açıklamıştır.1124 Reşid Rıza da “Huld”’un Kur’ân’daki manasının “ebedi 1115 es-Sâffât, 37/45-47. Ayrıca bkz: el-Vâkı’a, 56/ 17-18. 1116 et-Taberî, a.g.e., XXIII, 53-54. 1117 Tâhâ, 20/120. 1118 Toprak İbrahim, Cennet ve Cehennem’in Ebediliği, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Toprak Süleyman, Selçuk Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 2010, s. 37. 1119 Bkz: Kara, a.g.e., s. 103-111. 1120 Topaloğlu, a.g.e., XVIII, 324. Ayrıca bkz: İbn Manzûr, a.g.e., III, 164. 1121 er-Râgıb, a.g.e., 220-221. 1122 Topaloğlu, a.g.e., XVIII, 324. Ayrıca bkz: Abdulbâkî, a.g.e., s. 236-238. 1123 en-Nesefî, a.g.e., I, 35. 1124 el-Kurtubî, a.g.e., I, 241. 152 devamlılık” olduğunu söylemiştir.1125 Ayrıca Süleyman Ateş, Cennette var olan nimetlerin bir gün sona erebileceği düşüncesini ortadan kaldırmak için Kur’ân’da cennetliklerinin “hâlid” olduklarını belirttiğini söylemiş ve Beyyine Sûresi’nin son âyetinde “hulûd” kelimesi, bir de tam sonsuzluk anlamını veren “ebeden” kelimesiyle tekid edilerek cennetliklerin orada ebedi kalacakları bildirildiğini söylemiştir.1126 “Ebed” kelimesi ise dehr kelimesiyle eş anlamlı olarak “mutlak zaman” manasına geldiği;1127 “Her zaman, hiç, daima, asla” gibi geleceği ifade etmek üzere olumlu veya olumsuz olarak da kullanılmıştır. Ancak “ebed” kelimesiyle “zaman” arasında farkın olduğunu ve zamanın parçalanabilir olmasına karşılık ebed kelimesinin süreklilik manasını taşıdığı söylenmiştir.1128 Bu kelime Kur’ân’da 28 yerde geçmektedir.1129 Cennet ve nimetlerinin ebediliği manasında 8 ayette zikredilmiştir.1130 Bir ayette ise, tek başına “cennette müminlerin sürekli kalacaklarını” söylenmiştir.1131 Bunlardan başka cennetlikleri anlatıldıktan sonra “onlar orada ebedi kalacaklardır” şeklinde 9 yerde1132 cennetliklerin “içinde ebedi kalacakları”nı vurgulayan ifade ise 20 yerde geçmiştir.1133 Kur’â-ı Kerîm’de cennetin ebediliği “cennetliklerin oradan çıkarılmayacağı,1134 ölümsüz olacakları,1135 cennet nimet ve hizmetlerinin eksilip tükenme özelliğinde olmayıp devamlı olduğu1136 ve cennetliklerin cennette ebedi olarak kalmalarının yer ve göğün ayakta durmasına bağlanması” şeklinde dolaylı ifadeyle de anlatılmıştır.1137 1125 Rıza, Muhammed Reşid-Abduh, Muhammed, Tefsîru’l-Menâr, Dâru’l-Menâr, Kahire, 1954, I, 234. 1126 Ateş, a.g.e., I, 121. 1127 Topaloğlu Bekir-Çelebi İlyas, a.g.e., s. 73. Ayrıca bkz: Akbaş, Abdurrahman, Kur’an’a Göre Ebedilik, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Muhsin Demirci, M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tefsir Bilim Dalı, İstanbul 2007, s. 12-76. 1128 Kılavuz Ahmet Saim, “Ebed”, D.İ.A., X, 72. 1129 Abdulbâkî, a.g.e., s. 1. 1130 Bkz: en-Nisâ, 4/57, 122; el-Mâide, 5/119; et-Tevbe, 9/22, 100; et-Teğâbun, 64/9; et-Talâk, 65/11; el- Beyyine 98/8. 1131 Bkz: el-Kehf, 18/3. 1132 Bkz: el-Bakara, 2/25, 82; Âl-iİmrân, 3/107; el-A’râf, 7/42; Yunus, 10/26; Hûd, 11/23; el-Enbiyâ, 21/102; el- Muminûn, 23/11; ez-Zuhruf, 43/74 1133 Âl-i İmrân, 3/15, 136, 198; en-Nisâ, 4/13; el-Mâide, 5/85; et-Tevbe, 9/72, 89; Hûd, 11/108; İbrahim, 14/23; el-Kehf, 18/108; Tâhâ, 20/76; el-Furkân, 25/16, 76; el-Ankebût, 29/58; Lokman, 31/9; ez- Zümer, 39/73; el-Ahkâf, 46/14; el-Fetih, 48/5; el-Hadîd, 57/12; el-Mücâdele, 58/22. 1134 el-Hicr, 15/48. 1135 ed-Duhân, 44/56. 1136 er-Ra’d, 13/35; Sâd, 38/54; el-Vâkı’a, 56/17, 32-33; el-İnsân, 76/19. 1137 Hûd, 11/108. 153 Taberî bu âyette geçen ( َّسَماَواُت َواْلَْرُض ifadesini, Araplar bir şeyi (َما َداَم ت ال ebedilikle vasıflandırdıkları zaman “bu yer ve gök durdukça devam eder” ifadesini kullandıklarını ve bunun da ebediliğini pekiştirmek için getirildiğini; Manasının da “orada ebediyen kalacaklardır.” şeklinde olduğunu söylemiştir.1138 İslam alimleri, Allah’ın sürekli yaratma sıfatına bağlı kalarak cennet ve onun nimetlerinin ebedi olduğunu kabul etmişlerdir. Ancak bazı Mu’tezililer ise bunun aksini düşünmüşlerdir.1139 Ayrıca cennette, Allah’ın seçtiği kullara nihayetsiz saadet vaat edileceğine göre kesintiye uğramayacağı söylenmiştir. Çünkü orada Allah’ın rızası ve O’nun cemalini müşahede edilmesi vardır. Bu gibi saadet vesileleri hiçbir zaman sona ermiyeceği şeklinde bir yorum da yapılmıştır.1140 II- HZ. PEYGAMBER’E YAPILAN İTHAMLARA VERİLEN CEVAPLAR A- MÜŞRİKLERİN PEYGAMBER OLMADAN ÖNCE HZ. MUHAMMED (S.A.V) HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ Hz. Muhammed (s.a.v) de diğer peygamberler gibi doğru, dürüst, namuslu, güvenilir, iffetli ve en temiz ahlaka sahip bir kimse idi.1141 Arapların içinden soylu bir ailede doğup büyüdüğü söylenmiştir.1142 1138 et-Taberî, a.g.e., XII, 117. Ayrıca bkz: ez-Zemahşerî, a.g.e., II, 293-294; İbn Kesîr, a.g.e., IV, 281- 282. 1139 Kılavuz, a.g.e., X, 72-73. Ayrıca bkz: Topaloğlu, a.g.e., VII, 374-386; Gölcük Şerafettin, a.g.e., VII, 234-236; Fığralı Ethem Ruhi, a.g.e., s. 67; Kılavuz A.Saim, a.g.e., 228-230; Pezdevî, a.g.e., s. 239; Kiraz Celil, a.g.e., s. 65-72; Ebû Hanîfe, İmâm-ı Â’zam, İmâm- Â’zam’ın Beş Eseri, Çev: Öz Mustafa, Kelem Yayıncılık, İstanbul, 1981, s. 76; Temizkan Ahmet, a.g.e., s. 37-41; Toprak İbrahim, a.g.e., s. 37-51; et-Taberî, a.g.e., XII, 117-122; Elmalılı, a.g.e., IV, 2824-2426; Ateş, a.g.e., I, 120-121; el-Âlûsî, a.g.e., I, 205; İbn Kayyim, a.g.e., 480-488; Topaloğlu, Yavuz, Çelebi, a.g.e., s. 313. 1140 Topaloğlu, a.g.e., VII, 385. 1141 Önkal Ahmet, “Muhammed” Ş.İ.A., IV, 244. 1142 Ateş, a.g.e., XIII, 430-432. Ayrıca bkz: Ali Şeriati, Muhammed’i Tanıyalım, çev: Ali Seyyidoğlu, Fecr Yay., Ankara 2000, s. 7-44; Gadban, Muhammed Munîr, Muhtasar Fıkhu’s-Sîre, çev: Mehmet Aydemir, Ravza Yay., İstanbul 2015, s. 11-12; en-Nebhânî, Yûsuf b. İsmâîl, el-Envâru’l- Muhammediyye mine’l-mevahibi’l-Leduniyye, Işık Kitabevi, İstanbul, 1977/1397, I, 17-18; Avcı, Casim, Muhammedü’l-Emîn Hz.Muhammed’in Peygamberlik Öncesi Hayatı, Hayykitap, İstanbul, 2008, s. 59; Balcı, İsrafil, Peygamberlik Öncesi Hz. Muhammed, Ankara Okulu Yay., Ankara, 2014. s. 95-110; Fayda, Mustafa, “Muhammed”, D.İ.A., XXX, 408-410. 154 Hz. Muhammed’in (s.a.v.) nübüvvetten önce ve sonra insanların güvenini kaybedecek yanlış davranışının olmadığı zikredilmiştir.1143 İbn Hişâm da, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) milleti arasında en mert, en iyi huylu, komşuluk haklarını gözetme bakımından en iyi ve en uysal, kötülüklerden ve insanları alçaltan huylardan en uzak duran bir kimse olduğunu söylemiştir. Ayrıca Allah Teâlâ, bütün bu iyi sıfatları, O’nda bir arada topladığı için milleti arasında “Emîn” (güvenilir-doğru) lakabıyla tanındığını zikretmiştir.1144 Bunun yanında bazı Kureyş’liler O’na kıymetli eşyalarını emanet olarak bıraktıklarına dair rivayetler de vardır.1145 Hz. Hatice’nin onunla evlenmesi ve Haceru’l-Esved’in yerine koyulmasında hakem kabul edilmesi yanı sıra; O’nun sözünde olduğu gibi ticaretinde de güvenilir bir kimse olduğu görülmüştür.1146 Kays b. es-Sâ’ib Mekke sakinlerden birisidir. O, Hz. Peygambere nübuvvet verilmeden önce O’nunla ticari ilişkiler kurduğunu anlatmış ve ondan mükemmel bir ortağa asla rastlamadığını nakletmiştir.1147 Peygamberimiz (s.a.v.) hayatı boyunca asla hiç bir puta tapmadan, putların şerefine kesilen kurban etinden yemeden, ruhi temizlik ve esenlik içinde büyüdüğü;1148 ayrıca Arapların cahiliyet içerisinde oldukları (içki, kumar, zina, faiz) gibi çirkin işlerinden nefret etmiş ve kötülüklerinden daima uzak durduğu söylenmiştir.1149 Hz. Muhammed (s.a.v.) insanların zararına olan işlerden uzak dururken, faydalı olan işlerde ise toplumla beraber olurdu. Ayrıca O, “Hılfu’l-Fudûl” cemiyetine katılmıştı. Çünkü bu cemiyet zulme ve haksızlığa uğrayanlara yardım için kurulmuştur. Peygamberlik verildikten sonra da bundan övgüyle bahsetmiştir.1150 İbn Hişâm, “Müşriklerin Hz. Peygamber’i eleştirdiklerini, O’nu alaya alarak bir takım iddialarda bulunduklarını anlatmış ve bu halin Mekke’de risâlet görevini 1143 İbn Sa’d, Muhammed b. Sa’d b. Menî el-Hâşimî el-Basrî, et-Tabakâtu’l-Kubrâ, Dâru Sâdır, Beyrût, t.y., I, 121, 156. 1144 İbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviyye, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrût, 1971/1391, I, 194. 1145 Algül, Hüseyin, “Emîn” D.İ.A., XI, 111. 1146 Bkz: Sarıçam, İbrahim, Hz Muhammed ve Evrensel Mesajı, TDV Yay., Ankara 2001, s. 47-51. 1147 Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, çev: Salih Tuğ, İrfan Yayıncılık, İstanbul, 1993/1414, I, 56. 1148 Algül, Hüseyin, İslam Tarihi, Gonca Yay., İstanbul, 1986, I, s. 163. 1149 Önkal Ahmet, a.g.e., IV,243. 1150 İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ el-Hâfiz, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Mektebetu’l-Me’ârif, Beyrût, 1966, II, 290- 293. 155 yüklendikten üç yıl sonra ن َ َِ بي َتَك اْْلَْق شي َِ ََ ذْر Yakın akrabanı uyar” âyetinin1151“ َوأَن nüzulüyle başlayan açık davet döneminde yoğunlaştığı” söylemiştir.1152 Taberî bu emirden sonra Peygamberin Haşimoğullarını ve AbdiMenaf oğullarını, çağırarak yemek yedirdiğini ve yemekten sonra tebliğ ettiğini söylemiştir.1153 Şüphesiz Hz. Peygamber’e yöneltilen eleştirilerin O’nu tanımamalarından dolayı olmadığı söylenmiştir. Çünkü Kur’ân’da şöyle zikredilmiştir: ونَ ُِ ك ُفوا َرُسوَلُهْم َفُهْم َلُه ُمن ِ أَْم َلْم َيْع “Yoksa Peygamberlerini henüz tanımadılar da bu yüzden mi onu inkar ediyorlar?”1154 Nesefî, bu âyeti Muhammed’i (s.a.v.) doğrulukla, güvenilirlikle, zekilikle, şerefli bir aileye mensubiyetle ve güzel ahlakla tanımadılar mı? Evet, O’nu bu sıfatlarla tanıdılar. Ama onlar O’nu taşkınlıklarından ve hasetlerinden dolayı inkar ediyorlar” şeklinde açıklamıştır.1155 B- MÜŞRİKLERİN PEYGAMBER OLDUKTAN SONRA HZ. MUHAMMED (S.A.V) HAKKINDAKİ İTHAMLARI VE BUNLARA VERİLEN CEVAPLAR 1. Mecnûn Müşriklerin Hz. Muhammed’e yönelttikleri ithamların birincisi, O’nu mecnûn saymalarıdır. Bu kelime Kur’ân’da 11 âyette geçmektedir.1156 “Mecnûn” kelimesi, “akıl hastası, deli” manalarına gelmektedir. Hatta o günkü inanışlara göre “cinlenmiş, cinin etkisi altına girmiş” şeklinde de anlamak mümkündür. Çünkü Araplarda cinlerin seçilmiş kişilerle irtibat kurduğuna dair bir düşünce sisteminin eskiden beri var olduğu söylenmiştir.1157 Ayrıca o kimseler “cin” ile “cunûn” (delilik) arasında bir ilişki 1151 eş-Şu’arâ, 26/214. 1152 İbn Hişâm, a.g.e., I, 280-281. 1153 et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Târîhu’t-Taberî, Dâr Suveydân, Beyrût, t.y., II, 319-324. 1154 el-Mu’minûn, 23/69. 1155 en-Nesefî, a.g.e., III, 124. Ayrıca bkz: Yunus, 10/16. 1156 Dönmez, İbrahim Kâfi, “Cünûn” D.İ.A., VIII, 125. Ayrıca bkz: Abdulbâkî, a.g.e., s. 180. 1157 Derveze İzzet, Kur’ân’a Göre Hz. Muhammed’in Hayatı, İstanbul, 1998, Ekin Yay., I, 279. 156 olduğuna inanmışlardır. Bu yüzden de insandaki deliliğin, cinlerin etkisiyle oluştuğunu kabul etmişlerdir.1158 Onlar bu ithamlara Hz. Peygamber (s.a.v)’e ilk nazil olan A’lak suresinin inmesinden sonra başlamışlardır. Mükâtil’den nakledildiğine göre O, Allah Teâlâ’nın indirdiği mukaddes kitabımız olan Kur’ân’ı ve O’nun göndermiş olduğu Hz. Peygamber (s.a.v) efendizi aşağılamak için O’na deli ithamında bulunduklarını söylemiştir. Bunu yapan ise Abdullah b. Ümeyye, Nadr b. Hâris, Nevfel b. Hüveylid, Velid b. Muğîre gibi kişiler olduğu açıklanmıştır.1159 Bu durum Ku’ân-ı Kerîm’de şöyle zikredilmiştir: ُنو ن َّنَك َلَمْج ُِ ذْك إ ه ال َلْي ََ َّل ذي نُ زَل ُلوْا َيا أَيَُّها ا َوَقا Dediler ki: “Ey kendisine Kur’ân indirilen (Muhammed s.a.v.)! Sen mutlaka bir mecnûnsun!”1160 Müşriklerin Hz. Muhammed’i (s.a.v.) mecnûn olarak itham etmeleri, onu aklı ve dengesi yerinde olmayan bir hasta olarak kabul ettikleri için değildir. Muhtemelen söylediği sözler, cinlerin etkisi altında kalarak ve onlar O’nun zihnini karıştırmasından ortaya çıktığını düşünmüşlerdir.1161 Bir başka rivayete göre ise O’nunla alay etmek maksadıyla bunu yaptıkları söylenmiştir.1162 er-Râzî, vahy geldiği zaman Hz. Peygamber (s.a.s)’de olağanüstü bir hal olduğu görülmüştür. Onlar da bunu bir cin çarpması olarak kabul etmişlerdir. Bu yüzden O‘nu delilikle suçlamışlardır. Yahud da Allah katından görevlendirilen gerçek bir elçi olan Hz. Peygamber (s.a.s)’i, akli yönden imkansız bulmalarından dolayı itham ettiklerini söylemiştir.1163 Yüce Allah Kalem Suresi’nde onların bu ithamlarına karşı Hz. Peygamber’i teselli ederek şöyle cevap vermiştir: 1158 Derveze, a.g.e., I, 344. 1159 Elmalılı, a.g.e., V, 3040-3041. 1160 el-Hicr, 15/6. Ayrıca bkz: el-Mu’minûn, 23/70; es-Sâffât, 37/36; ed-Duhân, 44/14; el-Kalem, 68/51. 1161 Derveze, a.g.e., I, 351. Ayrıca bkz: Ateş, a.g.e., V, 54. 1162 Hayreddin Karaman ve dğr, a.g.e., III, 334. 1163 er-Râzî, a.g.e., XIX, 158. 157 ٍ ن (2) َ ن (1) َما أَنَت ب نْعَم ة َر بَك بَمْجُنو و ُِ ن َواْلَقَل م َوَما َيْسطُ “Nûn. Kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına andolsun ki (Resûlüm), Sen Rabbinin nimeti sayesinde mecnûn değilsin.”1164 Şevkânî bu âyette Yüce Allah’ın, kaleme ve kalem ehlinin yazdığı satırlara yemin ettiğini söylemiştir. Ayrıca O’nun, itham edildiği gibi mecnûn olamadığını ve Allah’ın lütfuna nail olduğunu bildirmiştir. Allah’ın lütfunu ise, peygamberlik olarak açıklamıştır.1165 Ayrıca Yüce Allah yine Kalem Sûresi’nin devamında Hz. Muhammed (s.a.v.)’i müjdelemiş, ahlakını methederek kimlerin deli olduğu hususunda bilgi vermiştir.1166 2. Şair Mekke müşriklerinin Hz. Muhammed (s.a.v.)’e yönelttikleri ithamların ikincisi ise O’nun şair olduğu iddiasıdır. Şiir kelimesi “bir şeyin inceliklerini kavramak, sezmek, uyumlu bir şekilde ve ölçülü olarak söz söylemek” manalarına gelmektedir.1167 Şiiri şiir yapan temel unsurların his, hayal, ilham, lafız-mana ilişkisi, vezin-kafiye, kast ve niyet olduğu söylenmiştir.1168 Bu kelime Kur’ân’da 4 âyette geçmektedir.1169 İbn Abbas, “bir kelimenin anlamı hakkında tereddüde düşerseniz, Kureyş’in eski şiirlerine başvurunuz” söyleyerek Arap şiirinin önemli olduğuna dikkat çekmiştir.1170 Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.) risaletine kadar, o dönemde yaygın olan şiir, edebiyat ve hitabetle meşgul olmadığı da söylenmiştir. Halbuki, Arap toplumunda şairlerin ve hatiplerin hem siyasî, hem de edebî hayatta büyük ehemmiyetlerinin olduğu bildirilmiştir. 1171 Bu durum Kur’ân’da şöyle anlatılmıştır: 1164 el-Kalem, 68/1-2. Ayrıca bkz: el-A’râf, 7/184; eş-Şuara, 26/27; et-Tûr, 52/29; et-Tekvîr, 81/22.es- Sebe, 34/46. 1165 eş-Şevkânî, a.g.e., V, 308. Ayrıca bkz: Elmalılı, a.g.e., VIII, 5266-5267 1166 Bkz: el-Kalem, 68/3-7. 1167 İbn Manzûr, a.g.e., IV, 409-410. 1168 Durmuş İsmail, “Şiir” D.İ.A., XXXIX, 144. Geniş bilgi için bkz: Çetin, M. Nihad, “Arap” D.İA., III, 290-291. 1169 Abdulbâkî, a.g.e., 384. 1170 Alan, Hüseyin, Siyerin Gölgesinde Peygamber Öncesi Mekke ve Arabistan, Beyan Yay., İstanbul, 2012, s. 419. 1171 Apak, Âdem, Anahatlarıyla İslam Tarihi, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2006, I, 119. 158 ُنونٍ (36) َّمْج ٍِ َ َ ن (35) َوَيُقولُوَن أ َئنَّا َلَتا رُكوا آ لَه تَنا لَشا و ُِ َّلَّلُ َيْسَتْك ب ََّل ا قيَل َلُهْم ََل إَلَه إ إنَُّهْم َكاُنوا إَذا “Çünkü onlara: Allah’tan başka tanrı yoktur, denildiği zaman kibirle direnirlerdi. “Mecnûn bir şair için biz tanrılarımızı bırakacak mıyız?” derlerdi.”1172 Böylece, getirdiği mesajın da şairlerin insanüstü varlıklarla görüşerek aldıkları şiirler gibi olduğunu ortaya koyarak, Allah ile bağını koparmak istemişlerdir. Allah Teâlâ da Hz. Muhammed (s.a.v.)’in şair olmadığını bildirerek onların bu ithamlarını reddetmiştir. 1173 Ayrıca O’na şiirin öğretilmediğini ve söylediklerinin hepsi bir öğütten ibaret olduğu bildirilmiştir.1174 3. Kâhin Müşriklerin Hz. Muhammed (s.a.v.)’e yönelttikleri ithamların üçüncüsü ise O’na kâhin isnad etmeleridir. Müşrikler risâletin başlangıcında Hz. Muhammed (s.a.v.)’i karanlık güçler ve kötü ruhlarla ilişkisi olan bir kâhin olduğu iddiasıyla açıklamaya çalışmışlardır. Çünkü onlar Kur’ân’nın fesahatını ve belağatını görmüşlerdir.1175 Kehânet kelimesi, gizli olan bir şeyi veya esrarengiz bilgiyi ortaya çıkarma işi yahut sanatı olarak tarif edilmiştir. Kâhin ise, cinlerin kendilerine haber vermesiyle bir takım sırlar ve gelecek zamandaki olaylar hakkında bilgi veren kimse olarak tanımlanmıştır.1176 Elmalılı Hamdi Yazır da, geçmişe dair bilgi verene “Kâhin”, geleceğe dair bilgi verene ise “Arrâf” denildiğini söylemiştir.1177 Bu kelimenin, İslam’dan önce Mekke toplumunda çok meşhur olarak bilinen bir mefhum olduğu açıklanmıştır. Şairler gibi kâhinlerin de göğe çıkıp meleklerin konuşmalarını dinleyen cinlerinin bulunduğuna inandıkları açıklanmıştır.1178 Ayrıca kâhinlerin cin ve şeytanlarla irtibatlı oldukları kabul edilmiştir.1179 İzzet Derveze, Müşriklerin Hz. Peygamber’e kâhinliği nispet edişinin, kâhinlerle O’nun arasında bir benzerlik görmelerinden kaynaklandığını söylemiştir. Bu benzerliği 1172 es-Sâffât, 37/35-36. Ayrıca bkz: el-Enbiyâ, 21/5; Yunus, 52/30. 1173 Alan, Hüseyin, a.g.e., s. 429. Ayrıca bkz: Yasin, 36/69; el-Hâkka, 69/41. 1174 Bkz: Yasin, 36/69; el-Hâkka, 69/41. 1175 Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı Meal-Tefsir, Çev: Cahit Koytak, Ahmet Ertük, İşaret Yay., İstanbul 1999, II, 759. 1176 Harman Ömer Faruk, “Kâhin” D.İ.A., XXIV, 170. Ayrıca bkz: İbn Manzûr, a.g.e., XIII, 362-363. 1177 Elmalılı, a.g.e., VII, 4559. 1178 Çelebi İlyas, “Kâhin” D.İ.A., XXIV, 171. 1179 Çelebi, a.g.e., XXIV, 171. Ayrıca bkz: Özbek Yusuf, İslâm Açısından Sihir, İz Yayıncılık, İstanbul, 1994, s. 66-68. 159 de, Hz. Peygamber’in okuduğu özellikle ilk zamanlarda inen seci’li,1180 coşkulu Kur’ân âyetleri olarak açıklamıştır. Ayrıca onları böyle bir zanna götürmesinin sebebi Hz. Peygamber’in gelecekten haber vermesi olduğu söylenmiştir. Buna ziyade olarak ölümden sonra dirilmekten ve cehennemden bahsetmesi sebep olmuştur. Ayrıca Allah Teâlâ ile gökyüzü ve bir de melekler vasıtasıyla Kur’ân’ın indirilmiş olduğunu söylemesi, onları böyle bir zanna kapılmasına esas olarak gösterilmiştir.1181 Müşriklerin Hz. Peygamber’e nispet ettikleri kâhinlik ittihamı Kur’ân’da iki yerde zikredilmiştir.1182 Bunların birincisinde Yüce Allah onların ithamlarını reddederek Hz. Peygaber’in kâhin ve cinlerin etkisinde kalmadığını söylemiştir.1183 Allah Teâlâ Tûr Suresi’nde onların bu ithamlarına karşı Hz. Peygamber’i teselli ederek şöyle cevap vermiştir: ُنونٍ ِْ َفَما أَنَت ب نْعَم ت َر بَك بَكا هٍن َوََل َمْج َفَذ ك (Resûlüm!) Sen öğüt ver. Rabbinin lütfuyla sen ne bir kâhinsin, ne de bir mecnûn.1184 İkinci âyette ise Ku’ân’ın herhangi bir kahinin sözü olmadığı bildirmekle, Muhammed (s.a.v.)’i kahinlikten tenzih edilmiştir.1185 Mevdûdî bu âyeti açıklarken Müşriklerin, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e kâhinlik iddiasının laftan ibaret olduğunu ve hiçbir yakışık tarafının olmadığını söylemiştir.1186 4. Soyunun Kesik Olması Müşriklerin Hz. Muhammed (s.a.v.)’e yönelttikleri ithamların dördüncüsü ise onun soyunun kesik olduğunu düşünmeleridir. Ebter kelimesi “kesmek” manasına gelen “betr” kökünden türemiş sıfat-ı müşebbehedir. Sonu kesik, zürriyetsiz, uzantısı yok demektir.1187 Istılah olarak çok geniş manalarda kullanılmış; Araplarda bir kişinin erkek çocuğu olmadığında veya öldüğü zaman ona ebter kelimesini kullanmışlardır.1188 Dostu 1180 (Nesir içindeki kafiye) olarak açıklanmıştır. Bkz: Durmuş, İsmail, “Seci” D.İ.A., XXXVI, 273-275. 1181 Derveze, a.g.e., I, 278. 1182 Abdulbâkî, a.g.e., s. 622. 1183 Çelebi İlyas, a.g.e., XXIV, 171. 1184 et-Tûr, 52/29. 1185 Çelebi İlyas, a.g.e., XXIV, 171. Bkz: el-Hâkka, 69/42-43. 1186 el-Mevdûdî, a.g.e., V, 540. 1187 Ateş, a.g.e., V, 385. Ayrıca bkz: İbn Manzûr, a.g.e., IV, 37-39. 1188 Mevdûdî, a.g.e., VII, 272. 160 ve yardım edeni olmayan insana “ebter” denildiği gibi, hakir ve zelil anlamına geldiği de söylenmiştir.1189 Râgıb el-İsfahânî, bu kelime kuyruğu kesmeyle ilgili olup; Sonradan, “soyun kesilmesiyle” ilgili olarak kullanıldığını ve “öldüğünde kendisine halef olacak, kendisini takip edecek bir evladı, soyu olmayan kimseye “ِفَلن ابت” (fulânun ebter) denildiğini söylemiştir.1190 Hz. Peygamber (s.a.v.)’in arka arkaya erkek çocukları ölmüştür. Bu yüzden Mekke müşrikleri onunla alay etmeye başlamışlardır. Başta As. b. Vail olmakla O’na “soyu kesik” manasına gelen “ebter” demişlerdir.1191 Müşriklerin içinde O’na en çok bu sözü söyleyen kişinin As. b. Vail olduğu söylenmiştir.1192 Hz. Peygamber (s.a.v)’in oğulları Kâsım ile Abdullah vefat edince, As. b. Vâil “bırakın şu nesli kesilmişi! Artık ölümünden sonra adını anan bile bulunmayacak” demiştir.1193 Allah Teâlâ da bunun üzerine Rasûlüllâhı teselli ederek şöyle buyurmuştur: ُِ ا نَئَك ُهَو اْْلَْبَت َْ َّن إ “Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir.”1194 Bu âyet Peygamber’in çocuklarının ölmesi, O’nun değerinden hiç bir şey yitirmeyeceğini; O’na kin tutanların ise adı sanı kalmayacağını bildirmiştir.1195 Ayrıca burada müşriklerin davranışları kınanmıştır. Onların ne kadar çocukları, malı, mülkü ve güçlerinin olmasına bakmayarak, asıl soyu kesik olanların kendilerinin olduğu anlatılmıştır.1196 5. Yalancı Müşriklerin Hz. Muhammed (s.a.v.)’e yönelttikleri ithamların beşincisi ise O’nun yalancı olduğunu söylemeleridir. Yalan kelimesinin Arapça’da “doğruluğun 1189 Emiroğlu, a.g.e., XIV, 253. 1190 er-Râgıb, a.g.e., s. 46. 1191 Emiroğlu, a.g.e., XIV, 251-252. Ayrıca bkz: Kesikoğlu, Osman, Berki, Ali Himmet, Hazret-i Muhammed ve Hayâtı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara 1974, s. 65-67. 1192 Bkz: et-Taberî, a.g.e., XXX, 328-330. 1193 Fayda Mustafa, “As b. Vâil” D.İ.A., III, 449. 1194 el-Kevser, 108/3. 1195 ez-Zuhaylî, a.g.e., XXX, 431. 1196 Hayrettin Karaman ve dğr, a.g.e., V, 701. 161 karşıtı, bir konuda gerçeğe aykırı haber veya bilgi vermek, sözü vâkıaya uygun olmamak” diye açıklanmıştır.1197 Bu kelime Kur’ân-ı Kerîm’de 280 yerde geçmektedir.1198 Genellikle geçmiş peygamberlerin inkârcı kavimlerinin ve putperest Araplar’ın Allah’ın dini, peygamberi ve kitapları, kıyamet, âhiret, uhrevî yargılama ve adalet, cehennem ve azap, Allah’ın nimetleri, hakikat ve doğruluk gibi konulardaki yalanları anlatılmıştır.1199 Hz. Muhammed (s.a.v) toplum içinde “el-Emîn” unvanıyla tanınmış, doğruluğu ve dürüstlüğü ona bu unvanı kazandırmıştır. Fakat kendisine vahiy geldikten sonra O’na “yalancı” diyenler olmuş; O’na yalancı diyenler kendisini değil, İlâhî vahyi yalanladıkları söylenmiştir.1200 Rivayet olunur ki Ebû Cehil: “Bizim işimiz seni yalanlamak değil, sen bizim kanaatimizce doğrusun. Bizim işimiz ancak senin getirdiklerini yalanlamaktır” demiştir. Aynı şekilde Kureyş’ten Hâris b. Âmir Muhammed (s.a.v)’in, hiç zaman bize yalan söylemediğini, fakat biz O’na uyarsak yerimizden olacağımızı bildiğimiz için, iman etmiyoruz dediği rivayet edilmiştir.1201 Bu duruma Hz. Peygamber (s.a.v) efendimiz çok üzülmüştü. Allah Teâlâ O’nu teselli etmiştir.1202 Ayrıca Yüce Allah müşriklerin ondan önceki peygamberleri de yalanladığını Fâtır Sûresi’nde şöyle heber vermiştir: َجُع اْلُمورُ ِْ َّلَّل تُ لَك َو إَلى ا ُبوَك َفَقْد ُك ذَبْت ُرُس ل من َقْب َو إن يَُك ذ “Eğer seni yalanlıyorlarsa (üzülme); Senden önceki peygamberler de yalanlanmıştır. Bütün işler yalnızca Allah’a döndürülecektir.”1203 Âyette ifade edildği gibi ilk yalanlanan peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) olmamış, ondan önce de nice büyük peygamberleri de yalancılıkla itham olunmuşlardır.1204 1197 Çağırıcı Mustafa, “Yalan” D.İ.A., XLIII, 297. Ayrıca bkz: İbn Manzûr, a.g.e., I, 704-711. 1198 Çağırıcı, a.g.e., XLIII, 297. Ayrıca bkz: Abdulbâkî, a.g.e., s. 598-602. 1199 Çağırıcı, a.g.e., XLIII, 297-298. 1200 Doğrul, Ömer Rıza, Tanrı Buyruğu, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1955, I, 229. Ayrıca bkz: Hatip Abdülaziz, Kur’ân ve Peygamber Aleyhindeki İddialara Cevaplar, Nesil Matbaacılık, İstanbul, 1997, s. 39-40. 1201 Elmalılı, a.g.e., III, 1913-1914. 1202 Bkz: el-En’âm, 6/33. 1203 el-Fâtır, 35/4. 1204 Bkz: el-Mu’minûn, 23/38; eş-Şuarâ, 26/186; el-Mü’min, 40/23/24; el-Kamer, 54/25, 26. 162 6. Büyücü Mekke müşriklerin Hz. Muhammed (s.a.v.)’e yönelttikleri bir diğer itham ise O’nun büyücü olduğunu iddia etmeleridir. Sihir kelimesinin Türkçe mukâbili tam olarak karşılamasa da “büyü” kelimesiyle açıklanmıştır. Büyünün, eski Türk dilinde din adamı ve sihirbaz manasına gelen “bügi” ya da “bügü” kelimesinden türediği söylenmiştir.1205 Cahiliye devrinde büyü-sihir yaygın olmuştur. Ayrıca onların cincilikle, fal oklarıyla, yıldızlara bakmakla, düğüm atmakla veya üflemekle büyü yaptıkları söylenmiştir.1206 Sihir kelimesi, bir şeyin olduğu gibi değil başka tür göstermek demektir.1207 Bu kelime aldatmak, oyalamak, birinin ilgisini çekmek manasında mastar olarak kullanılmıştır. Yaptığı hilenin, sebebi gizli olan bir iş manasında da isim olarak kullanıldığı rivayet edilmiştir.1208 Râgıb el-İsfahânî sihir kelimesinin, el çabukluğu, göz boyama yollarıyla gerçekleştirilen hile ve aldatma işi olduğunu söylemiştir. Ayrıca şeytana yakın olup ondan yardım almak ve nesnelerin şeklini değiştirme manasında açıklamıştır.1209 Ku’ân-ı Kerîm’de sihir ve türevleri terim anlamıyla 60 yerde geçmektedir. Bunların kırktan fazlasının Hz. Mûsâ, Hz. Hârûn ve Hz. Muhammed (s.a.v)’le ilgili âyetlerde yer aldığı söylenmiştir.1210 Mekke müşrikleri bir keresinde Utbe b. Rebî’a’yı Hz. Peygamber (s.a.v.)’e göndererek, yaptığı şeyden vazgeçmesini istemişlerdir. Bunun için ne istiyorsan yapacağız demişlerdir. Ayrıca O’na mal, kadın, hükümdarlık ve şeref gibi şeyler teklif edilince Hz. Peygamber (s.a.v.) ona Fussilet Sûresi’ni okuyarak cevap vermiştir. Bunun üzerine Rebî’a hayretler içerisinde kalarak oradan ayrıldığı rivayet edilmiştir. Âyetlerin etkisinden dolayı yüzünün rengi bile değişmiştir. Oradan ayrılan Rebî’a, hayatta hiçbir zaman böyle bir şey duymadığını söylemiştir. Ayrıca O’nun söyledikleri şeylerin şiir, sihir, kehânet de değildir. O’nunla uğraşmayı bırakmanız lazım deyince, müşrikler Hz. 1205 Özbek, a.g.e., s. 17. 1206 Tanyu, Hikmet, “Büyü” D.İ.A., VI, 506. 1207 İbn Manzûr, a.g.e., IV, 348. 1208 Çelebi, İlyas, “Sihir” D.İ.A., XXXVII, 170. 1209 er-Râgıb, a.g.e., 331-332. Ayrıca bkz: el-Cessâs, a.g.e., I, 51-57. 1210 Çelebi, a.g.e., XXXVII, 170. Ayrıca bkz: Abdulbâkî, a.g.e., s. 346-347. 163 Peygamber’in büyücü olduğunu, diliyle onu da büyülediğini söyleyerek oradan ayrılmışlardır.1211 Allah Teâlâ İsrâ Suresi’nde onların bu ithamlarına karşı Hz. Peygamber’i teselli ederek şöyle cevap vermiştir: َّ مْسُحورا (47) َّت بُعوَن إ َلَّ َرُجَل َّظا لُموَن إن َت َلُم بَما َيْسَت مُعوَن ب ه إْذ َيْسَت مُعوَن إَلْيَك َو إْذ ُهْم َنْجَوى إْذ َيُقوُل ال َْ نَ ْحُن أَ ُّلوْا َفَلَ َيْسَت طيْعوَن َس بيَل (48) بُوْ ا َلَك اْلَْمَثاَل َ فَض َِ انظُِ َض “Biz, onların seni dinlerken ne maksatla dinlediklerini, kendi aralarında fısıldaşırlarken de o zalimlerin: “Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz!” dediklerini çok iyi biliriz. Baksana; Senin için ne türlü benzetmeler yaptılar! Bu yüzden, (öyle bir) saptılar ki, artık (doğru) yolu bulamayacaklardır.”1212 Arap müşrikleri vahiy tecrübesinden habersiz idiler. Kendilerine vahiy gelene kadar Hz. Peygamber (s.a.v)’in aklına ve ahlakına güveniyordı. Durum bu şekilde iken O’nu büyücülükle suçlamaları da bir şaşkınlık örneği olarak gösterilmiştir.1213 İzzet Derveze Müşriklerin Hz. Peygamber’e ettikleri şair, sihirbaz, yalancı, kâhin gibi ithamlara gelince; Onlar bazen bu sözlerle gerçek manalarını kastediklerini söylemiştir. Bazen ise bu sözlerle kuşku uyandırmayı, kin ve nefret duygularını kabartmayı ve inkarı amaçlıyorlardı şeklinde bir açıklama yapmıştır.1214 1211 İbn Hişâm, a.g.e., I, 313-314. Ayrıca bkz: Yûnus, 10/2; Sâd, 38/4; ez-Zâriyât, 51/52. 1212 el-İsrâ, 17/47. 1213 Hayrettin Karaman ve dğr, a.g.e., III, 81. 1214 Derveze, a.g.e., II, 80. 164 SONUÇ Yüce Allah’ın, insanları dünya ve âhiret mutluluğuna ulaştırmak için indirdiği Kur’ânı Kerim, aynı zamanda insanları tefekkür etmeye, aklını kullanmaya ve gönderilen mesajı anlamaya davet etmektedir. Bu yüzdendir ki insanlar Kur’ân indirildiğinden itibaren O’nu anlama ve açıklama yolunda çaba sarfetmişlerdir. Tefsir ilminin de esas amacı, Kur’ânı Kerim’i doğru bir şekilde anlayıp yanlış yorumlardan uzak durmaya vesile olmaktır. Bizim araştımamız da bir sûre tefsiri şeklinde yapılmıştır. Çalışmamızın Giriş kısmı araştırmanın önemi, konusu, amacı, yöntemi, kaynakları ve konulu tefsir ve sûre merkezli konulu tefsir hakkında kısa bilgiler içermektedir. Birinci bölümde; sûre hakkında genel bilgiler verilmiştir. Bunun maksadı ise Sûre tefsirine geçmeden önce onun hakkında genel olarak bir toplu bilgi sahibi olmayı sağlamaktır. Bu bilgiler şöyledir: İlk olarak Sûre’nin ismi, bu isim ile adlandırma sebebi, kelime ve harf sayısıdır. Ayrıca Kur’ân’da Tûr kelimesinin kullanımı ile ilgili bilgi verilmiştir. Bu bilgileri açıkladıktan sonra Tûr Sûresi’nin nüzûlü ile ilgili bilgi verilmiştir. Sûre’nin kıraât açısından incelenmesi, mütevatir kıraâtların okunuşu ile ilgili bilgi vermeye çalışılmıştır. Aynı zamanda sûrenin bütün âyetleri i’rab ve edebî sanatlar açısından tahlil edilmiştir. Kur’ânı Kerim’in sûreleri arasındaki münasebet önemli bir konu olduğu için, Tûr Sûresi’nin önceki ve kendisinden sonraki sûrelerle olan ilişkisi araştırılmıştır. Bundan sonra ise Tûr Sûresi’nin ihtiva ettiği konular hakkında bilgi vermeye çalışılmıştır. Bu bölümün sonunda ise Tûr Sûresi’nin faziletiyle ilgili bir rivayetin olduğu; bu rivayetin de zayıf olduğu ileri sürülmüştür. Tezimizin ikinci bölümünün esas konusu ise sûrenin tefsiridir. Bu bölümde, sûrenin tefsirine geçmeden önce sûrede mevcut olan bazı garip kelime ve ıstılahların izahı üzerinde çalışılmıştır. Bu kelime ve ıstılahların açıklanması hususunda bu ıstılahların geçtiği âyetler Kur’ânı Kerim’den bulunarak, âyetlerde geçen kavramlar lügat ve Kur’ân sözlüklerinden istifade edilerek açıklanmaya çalışılmıştır. Bu açıklanma iki şıkka ayrılmıştır. “A” şıkkında 1-28 âyetleri; “B” şıkkında ise 29-49 165 âyetlerinde geçen garip kelimeleri izahı üzerinde durulmuştur. Bu bilgiler verildikten sonra ilk olarak Tûr Sûresi’nde yemin edilen varlıklar açıklanmış, sonra ise âyet âyet, rivâyet ve dirâyet tefsirlerinden yararlanarak izah edilmeye çalışılmıştır. Çalışmamızın üçüncü bölümünün başlığı ise Kur’ân’da genel olarak Cehennemlikler ile Cennetlikler ve Hz. Peygamber’e yöneltilen ithamlara cevaplar şeklindedir. Kur’ân-ı Kerim incelediğinde görülür ki O, hep ahirete imanın gerekliliği üzerinde durmuştur. Bu dünyada iken yapılan amellerin mutlaka ahiret gününde hesabının sorulacağını ve bu hesap sonunda da insanların amellerine göre cennet veya cehenneme gideceğini bize sık sık hatırlatmıştır. Kur’ân cennet ile müjdelemek, cehennem ile korkutmak suretiyle insanların hayatını Allah’ın istediği şekilde yaşamalarını istemiştir. Kur’an-ı Kerim’de Cehennem anlatılırken üslûbu ve kelimeleri sert harflerden oluşmuştur. Cenneti anlatırken ise, üslubunun yumuşamaya doğru bir hal aldığını ve kelimelerin de aynı şekilde yumuşak olduğunu görmekteyiz. Burada ilk olarak Cehennem ve onun isimleri hakkında bilgi verilmiştir. Bu bilgileri açıkladıktan sonra Cehennemliklerin özellikleri ile ilgili açıklamalar yapılmıştır. Ateşle cezalandırılmanın yanında suçluların kaynar su ve irin içirilmesi, zincirlere vurulmak, zakkum yemeleri, sıcak rüzgâr ve kapkara bir duman, ateşten demir halkalarla kelepçelenmeleri, boynunda halkalarla sürünmeleri ve ölümün olmaması gibi azap çeşitleri incelemeye çalışılmıştır. Ayrıca burada Cehennemin ebedi olup olmamasıyla ilgili olarak da bilgi verilmiştir. Bu bilgilerden sonra Cennet ve onun isimleri, nimetleri incelemeye çalışılmıştır. Ayrıca Cennet lafzı üstünde durarak hangi manalara geldiğini ifade ettikten sonra, Cennete verilen isimlerden yedi tanesi hakkında bilgi verilmiştir. Sonra buraya kimlerin gideceğini yine âyetler ışığında açıklanmıştır. Cennet ehlinden olabilmek için Allah’a ve âhiret gününe iman edip Allah’ın rızasını kazanacak amelleri işlemek gerektiğini görülmüş ve bu ameller özetlenmiştir. Ayrıca Cennette bulunmayan şeyler hakkında bilgi verilmiştir. Nimet denilince de, ilk akla gelen meyve ve ağaçların dünyadakine görüntüde benzeyip tat bakımından daha güzel olduğu rivayetlerden anlaşılmıştır. Aynı şekilde dünyadaki yeme içme bir bakıma hayatta kalma mücadelesi için bir faaliyetken 166 Cennetteki amaç bir mücadele değil latif bir tat alma eylemidir. Bu nimetlerin içinde yiyecek ve içeçekler, ağaçlar ve meyveler, nehirler, evler, odalar, köşkler ve saraylar, divanlar ve koltuklar, yataklar, yastıklar, huriler ve hizmetçiler, elbiseler, zinetler ve eğlenceler gibi konular işlenmiştir. Ayrıca burada en büyük nimet olarak Allah’ın görülmesi konusu hakkında da bilgi vermeye çalışılmıştır. Cennetin şu an var olduğunu söyleyerek sonsuzluğu ile ilgili delilleri verip ebedî olacağı görüşü benimsenilmiştir. Bu bölümün sonunda Hz. Peygamber (s.a.v.)’e yapılan ithamlar ve onlara verilen cevaplar hakkında incelemeye çalışılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v) hakkındaki ithamları araştırılmıştır. Peygamber olmadan önce Hz. Peygamber (s.a.v) hakkında olumsuz bir söz ya da harekette bulunmadıkları gibi, her yönüyle takdir ettikleri ve son derece güvendikleri için kendisine Muhammedü’l-Emîn dediklerini görülmüştür. Peygamber olduktan sonra yapılan ithamlarda mecnûn, şair, kâhin, soyunun kesik olması, yalancı ve büyücü olarak ele alınmıştır. Sonuç olarak bu çalışmamızda, öncelikle Tûr Suresi hakkında genel bilgiler verilmiş; akabinde surenin ayetleri gruplandırılarak tefsiri yapılmıştır. Daha sonra da, surede işlenen Cehennemlikler, Cennetlikler ve Hz. Peygamber’e yöneltilen ithamlara cevaplar şeklindeki üç temel konuya, Kur’ân’ın geri kalan kısmında nasıl bakıldığı, genel olarak tespit edilmeye çalışılmıştır. Böylece hem bir surenin tefsiri, hem de o surede yer alan ana konuların Kur’ân genelindeki durumu incelenmiştir. 167 KAYNAKLAR ABDURRAHMAN Küçük, “Beytu’l-Ma’mûr”, DİA, VI, 94-95, İstanbul, 1992. Abdu’l-Kâhir b. Tâhir b. Muhammed el-Bağdâdî (v. 429/1037), el-Fark Beyne’l- Firak, Mektebetu Dâr’i-Turâs, Kâhire, t. y., DAVUTOĞLU, Ahmed, Sahîh-i Müslim, I-XI, Ahmet Sait Matbaası, İstanbul,1974. AHMED b. Hanbel (v. 241/855), el-Müsned, I-VI, el-Mektebu’l-İslâmî, Beyrut, t.y., AKALIN, Şükrü Halûk dğr., Türkçe Sözlük, 11.b., Türk Dil Kurumu Y., Ankara, 2011. AKBAŞ, Abdurrahman, Kur’an’a Göre Ebedilik, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Muhsin Demirci, M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tefsir Bilim Dalı, İstanbul, 2007. ALAN, Hüseyin, Siyerin Gölgesinde Peygamber Öncesi Mekke ve Arabistan, Beyan Yay., İstanbul, 2012. ALTINTOP, Halil İbrahim, Hidayet Rehberi Kur’ân: 114 Sûre’den IşIklar, Ek Kitap, İstanbul, 2013. ŞERİATİ, Ali, Muhammed’i Tanıyalım, çev: Ali Seyyidoğlu, Fecr Yay., Ankara, 2000. EL-ÂLÛSÎ, Ebu’l-Fadl Şihâbu’d-Dîn es-Seyyid Mahmûd (v. 1270/1854), Rûhu’l- Me’ânî fî Tefsîri’l-Kur’ân-ı’l-‘Azîm ve Seb’i’l-Mesânî, I-XXX, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, Beyrût, t.y., ALGÜL, Hüseyin, “Emîn” DİA., XI, 111, İstanbul, 1995. _______, İslam Tarihi, I-IV, Gonca Yay., İstanbul, 1986. 168 APAK, Âdem, Anahatlarıyla İslam Tarihi, I-IV, Ensar Neşriyatı, İstanbul, 2006. ARSLAN, Ali, Büyük Kur’ân Tefsiri, I-XVI, Aslan Y.,İstanbul, t.y., EL-‘AŞŞÂ, Semer, el-Bastu fi’l-Kırââti’l-‘Aşr, I-V, Mektebetü’s-Selâm, Dimeşk, 1424/2004. ATEŞ, Süleyman, Kur’ân Ansiklopedisi, I-XXX, Kur’ân Bilimleri Araştırma Vakfı, İstanbul, t.y., ______, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, I-XII, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1989. AVCI, Casim, Muhammedü’l-Emîn Hz.Muhammed’in Peygamberlik Öncesi Hayatı, Hayykitap, İstanbul, 2008. AYDINLI, Osman, İslam Düşüncesinde Akilleşme Süreci Mû’tezile’nin Oluşumu ve Ebu’l-Huzeyl Allaf, Ankara Okulu Yay., Ankara, 2001. BALCI, İsrafil, Peygamberlik Öncesi Hz. Muhammed, Ankara Okulu Yay., Ankara, 2014. EL-BENNÂ, Ahmed b. Muhammed (v. 1117/1705), İthâfu Fudalâi’l-Beşer bi’l- Kırââti’l-Arba’ate ‘Aşer, I-II, Mektebetu’l-Kulliyâti’l-Ezheriyye, Kâhire, 1407/1987. EL-BEĞAVÎ, Ebû Muhammed el-Huseyin b. Mes’ûd el-Ferrâ (v. 516/1122), Meâlimü’t-Tenzîl, I-IV, b.3., Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1413/1992. EL-BEYDÂVÎ ve’n-NESEFÎ ve’l-HÂZİN ve İBN‘ABBAS, Kitâbu Mecmû’a mine’t- Tefâsîr, I-VI, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, Beyrût, 1320/1902. BİGİYEV, Musa Carullah, (v. 1368/1949), Rahmet-i İlâhiyye Burhanları, Vakit Matbaası, Orenburg, 1911. EL-BURSEVÎ, İsmâ’il Hakkı (v. 1137/1724), Tefsîru Rûhu’l-Beyân, I-X, el- Mektebetu’l- İslâmiyye, İstanbul, 1926. EL-CÂBİRİ, Muhammed Âbid, Fehmu’l-Kur’ân, I-III, çev: Muhammed Coşkun, Mana Y., İstanbul, 2013. CERRAHOĞLU, İsmail, Tefsir Usûlü, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara, 1993. 169 EL-CEVHERÎ, Tantâvî (v. 1358/1940), el-Cevâhir fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Kerîm, I-XIII, Dâru’l-Fikr, y.y, t.y., EL-CEVHERÎ, İsmâ’îl b. Hammad ( v. 400/1010), es-Sıhâh, I-VI, 2.b., Dâru’l-İlmi Li’l-Melâyîn, Beyrut, 1399/1979. EL-CEZÂİRÎ, Ebubekir Câbir, Eyseru’t-Tefâsir, I-IV, 2.b., y.y., 1407/1987. ÇAĞRICI, Mustafa, “Hilim”, DİA, XVIII, 33-36, İstanbul, 1998. _______, “Yalan” DİA., XLIII, 297-300, İstanbul, 2013. ÇELİK, Ömer, Hakk’ın Dâveti Kur’ân-ı Kerîm Meâli ve Tefsîri, I-V, Erkam Yay., İstanbul, 1434/2013. ÇETİNER, Bedreddin, Fâtiha’dan Nâs’a Esbab-ı Nüzûl, I-II, Çağrı Y., İstanbul, 2002. ÇETİN, Abdurrahman, Kur’ân Okuma Esasları, 33. b., Emin Y., Bursa, 2015. _______, Kıraatların Tefsire Etkisi, Ensar Neşriyatı, İstanbul, 2012. ÇETİN, M. Nihad, “Arap” DİA., III, 276-309, İstanbul, 1991. ÇELEBİ, İlyas, “Kâhin” DİA., XXIV, 171-172, İstanbul, 2001. _______, “Sihir” DİA., XXXVII, 170-172, İstanbul, 2009. ÇİFTÇİ, Cemil, “Kâhin” ŞİA., III, 286-287, İstanbul, 1991. ED-DÂMEĞÂNÎ, el-Huseyin b. Muhammed ( v. 478/1085), Kâmûsu’l-Kur’ân 3.b., Dâru’l-‘İlm Li’l-Melâyîn, Lübnân, 1985. DERVEZE, İzzet, Kur’ân’a Göre Hz. Muhammed’in Hayatı, I-III, 3.b., Ekin Yay., İstanbul, 1998. DEMİRCİ, Muhsin, Kur’ân’ın Temel Konuları, M. Ü. İlahiyat Vakfı Yay., İstanbul, 2000. DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, 2.b., Doğuş Matbaası, Ankara, 1970. ED-DERVÎŞ, Muhyiddîn, İ’râbu’l-Kur’âni’l-Kerîm ve Beyânuh, I-XI, 3.b., Dâru İbn Kesîr, Beyrût, 1412/1992. DOĞAN, Mehmed, Büyük Türkçe Sözlük, 11.b., Yeni Şafak, y.y.,t.y., 170 DOĞRUL, Ömer Rıza, Tanrı Buyruğu, I-II, 3.b., Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1955, I, 229. DÖNMEZ, İbrahim Kâfi, “Cünûn” DİA., VIII, 125-129, İstanbul, 1993. DUMAN, Zeki, Beyânu’l-Hak, I-II, 2.b., Fecr Yay., Ankara, 2008, II, 479. DURMUŞ, İsmail, “Şiir” DİA., XXXIX, 144-154, İstanbul, 2010. ________, “Seci” DİA., XXXVI, 273-275, İstanbul, 2009. EBÛ HANÎFE, İmâm-ı Â’zam, İmâm-ı Â’zam’ın Beş Eseri, Çev: Mustafa Öz, İFAV, Yay., İstanbul, 1981. EBÛ HAYYÂN, Muhammed b. Yûsuf b. ‘Alî b. Yûsuf b. Hayyân el-Endelûsî, el- Ğırnâtî (v.754/1353), Tefsîru’l-Bahri’l-Muhît, I-VIII, 2.b., Dâru’l-Fikr, Beyrût, 1403/1983. EL-EŞ’ARİ, Ebu’l-Hasan Alî b.İsmaîl b. İshak (v. 324/936), Makâlatu’l-İslamiyyin ve’İhtilâfu’l-Musallîn, I-II, ed-Devlet Matbaası, İstanbul, 1929. ELMALILI, M. Hamdi Yazır (v. 1361/1942), Hak Dini Kur’ân Dili, I-IX, Eser- Kitabevi, İstanbul, t.y., ERDOĞAN, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2015. EBU’S-SU’ÛD, Muhammed b. Muhammed el-‘Amari (v. 928/1574), Tefsiru Ebi’s- Su’ûd, I-IX, Dâru’l-Mushaf, Beyrût, t.y. ESED, Muhammed (v. 1412/1992), Kur’ân Mesajı Meal-Tefsir, I-III, Çev: Cahit Koytak, Ahmet Ertük, İşaret Yay., İstanbul 1999. ETHEM, Ruhi, Çağımızda Îtikadî İslâm Mezhepleri, Selçuk Yay., İstanbul, 1991. FAYDA, Mustafa, “Muhammed”, DİA., XXX, 408-423, İstanbul, 2005. ________, “As b. Vâil” DİA., III, 449, İstanbul, 1991. EL-FÎRÛZÂBÂDÎ, Mecdu’d-Dîn Muhammed b. Ya’kûb (v. 817/1414), Basâiru zevi’t-Temyîz fî Latâifi’l- Kitâbi’l-‘Azîz, I-VI, el- Mektebetu’l-‘İlmiyye, Beyrût, t.y., 171 GADBAN, Muhammed Munîr, Muhtasar Fıkhu’s-Sîre, 4.b., çev: Mehmet Aydemir, Ravza Yay., İstanbul, 2015. GÖLCÜK, Serafeddin, “Cehm b. Safvan” DİA., VII, 233-234, İstanbul, 1993. _______, “Cehmiyye” DİA., VII, 234-236, İstanbul, 1993. _______, İ’râbu’l-Kur’ân, I-V, 1.b., Dâru’d-Dıyâ, Küveyt, 1427/2005. GÜNAYDIN, Fatma Candan, “Nimet” DİA., XXXIII, 129-130, İstanbul, 2007. GÜZEL, Abdurrahim, “Ru’yetullah” ŞİA., V, 291-295, İstanbul, 1992. HAYRETTİN KARAMAN, MUSTAFA ÇAĞRICI, İBRAHİM KÂFİ DÖNMEZ, SADRETTİN GÜMÜŞ, Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsîr, I-V, 4.b., Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara 2012. HİCAZÎ, Muhammed Mahmud, Furkan Tefsiri, I-VI, çev: Mehmet Keskin, İlim Yay., İstanbul, 1989. HAMİDULLAH, Muhammed, İslam Peygamberi, I-II, 5.b., çev: Salih Tuğ, İrfan Yayıncılık, İstanbul, 1993/1414. HARMAN, Ömer Faruk, “Cehennem” DİA., VII, 225-226, İstanbul, 1993. _______, “Kâhin” D.İ.A., XXIV, 170-171, İstanbul, 2001. HATİP, Abdülaziz, Kur’ân ve Peygamber Aleyhindeki İddialara Cevaplar, Nesil Matbaacılık, İstanbul, 1997. IZUTSU, Toshihiko (v. 1413/1993), Kur’an’da Allah ve İnsan, çev: Süleyman Ateş, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1975. İBN ‘ACÎBE el-Haseni (v. 1224/1809), el-Bahru’l-Medîd fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd, I-X, 4.b., Çev: Selvi Dilaver (Kur’ân’ın Tefsiri ve Tasavvufî İşaretleri) Semerkand Yay., İstanbul, 2014. İBN ‘ATİYYE, Ebû Muhammed ‘Abdu’l-Hakk b. Ğâlib (v. 546/1151), el- Muharraru’l-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-‘Azîz, I-XV, y.y., 1411/1991. İBNUL-CEVZÎ, Cemâlu’d-Dîn Ebu’l-Ferac Cemâlü’d-Dîn Abdurrahman b. ‘Alî b. Muhammed (v. 597/1201), Za’du’l- Mesîr fî ‘İlmit’Tefsîr, I-IX, 4.b., el- Mektebul-İslâmî, Beyrût, 1987/1407. 172 _______, Tezkiratu’l-Erîb Fî Tefsîri’l-Ğarîb-Ğarîbu’l-Kur’âni’l-Kerîm, 1.b., Dâru’l- Mektebete’l-‘İlmiyye, Beyrût, 1425/2004. İBNUL-CEZERÎ, Şamsu’d-Dîn Muhammed b. Muhammed b. Muhemmed b. ‘Ali İbn Yûsuf (v. 833/1430), Tahbîru’t-Teysîr fi’l-Kırââti’l-‘Aır, 1.b., Dâru’l- Furkân li’n-Neşri ve’t-Tevzi’, y.y., 1421/2000. _______, en-Neşr fi’l-Kırââti’l-‘Aşr, I-II, 2.b., Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut, 1423/2002. İBN EBİ’l-İZZ, Ali b. Ali b. Muhammed ed-Dimeşkî (v. 792/1390), Şerhu’l-Akîdeti’t- Tahaviyye, I-II, 11.b., Muessesetu’r-Risâle, Beyrût, 1415/1995. İBN ĞALBÛN, Ebu’l-Hasen Tâhir b. ‘Abdu’l-Mun’ım (v. 399/1008), Kitâbu’t- Tezkira fi’l-Kırâât, I-II, 2.b., ez-Zehrâu li’l-İ’lâmi’l-‘Arabî, Kahire, 1411/1991. İBN HAZM, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed et-Zâhirî (v. 456/1064), el-Fasl Fi’l-Milel ve’l-Ehvâ ve’Nihal, I-V, 3.b., Dâru’l-Ma’rife, Beyrût, 1975-1395. İBN HİŞÂM, (v. 833/1490), es-Sîretu’n-Nebeviyye, I-IV, 3.b., Dâru İhyâi’t-Turâsi’l- Arabî, Beyrût, 1971/1391. İBN MANZÛR, Ebu’l-Fadl Cemâlü’d-Dîn Muhammed b. Mükerrem el-İfrîkî el-Mısrî (v. 711/1311), Lisânu’l-Arab, I- XV, 1.b., Dâru Sâdir, Beyrut, 1410/1990. İBN MULAKKİN, (v. 803/1401), Tefsîru Ğarîbi’l-Kur’ân, ‘Âlemu’l-Kutub, Beyrût, 1407/1987. İBN KAYYİM, el-Cevziyye (v. 751/1351), Ebû Abdillah Şemsuddîn Muhammed Ebî Bekr, et-Tibyân fî Aksâmi’l-Kur’ân, 1.b., Dâru İhyâi’l-‘Ulûm, Beyrut, 1409/1988. _______, Bedâi’ut-Tefsîr, I-V, 1.b., Dâru İbni’l-Cevziyye, el-Memleketu’l- ‘Arabiyyetu’s-Su’ûdiyye 1414/1993. _______, Hâdî el-Ervâh ilâ Bilâdi’l-Efrâh, 3.b., Dâru İbn Kesîr, Beyrût, 1419/1998, 138. 173 İBN KESÎR, İmâmüddîn Ebu’l-Fidâ İsmâîl, b. Ömer (v. 774/1372), Tefsîru’l- Kur’âni’l-‘Azîm, I-VIII, Dâru Kahramân li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, İstanbul, 1985. _______, Muhtasaru Tefsîri İbn Kesîr, Dâru’l-Kur’ân’il-Kerîm, I-III, Beyrut, 1402/1971. _______, el-Bidâye ve’n-Nihâye, I-XIV, 1.b., Mektebetu’l-Me’ârif, Beyrût, 1966. İBRAHÎM, Muhammed İsmâîl, Mu’cemu’l-Elfâzı ve’l-A’lâmi’l-Kur’âniyye, Dâru’l- Fikri’l-Arabî, y.y., t.y., İBN SA’D, Muhammed b. Sa’d b. Menî el-Hâşimî el-Basrî (v. 230/845), et- Tabakâtu’l-Kubrâ, I-VII, Dâru Sâdır, Beyrût, t.y., İBN TEYMİYYE, Ebü’l-Abbas Takıyyüddin Ahmed, b. Abdülhalim (v. 661/728), İbn Teymiye Külliyatı, I-III, Çev: İ. Hakkı Sezer, Tevhid Yay., İstanbul, 1986. EL-KÂDÎ, ‘Abdu’l-Fettâh, Esbâbu’n-Nuzûl ‘ani’s-Sahâbeti ve’l-Müfessirîn, Dâru’l- Mushaf, y.y., t.y., KARA, Ömer, Kur’ân’da Metafizik Bir Âlem: Cennet, Rağbet Yay., İstanbul, 2002. KARAALP, Cahit, Bir Tefsir Problemi olarak Cehennemin Ebediliği Sorunu, basılmamış yüksek lisans tezi, danışman: Prof. Dr. M. Said Şimşek, Selçuk Ü. Sosyal Bilimler Enistitüsü, Konya, 2007. KARADAŞ, Cağfer, İslam Düşüncesinde Âhiret, Emin Yay., Bursa, 2008. EL-KÂSİMÎ, Muhammed Cemâlü’d-Dîn (v.1332/1914), Tefsîru’l-Kasimî el- Musemmâ Mehâsinu’t-Tevîl, I-XVI, 1.b., ‘Îsa’l-Bâbî el-Halebî ve Şurakâh, y.y., 1914/1332. KESİKOĞLU, Osman, Berki Ali Himmet, Hazret-i Muhammed ve Hayâtı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara, 1974. KILAVUZ, Ahmet Saim, Anahatlarıyla İslâm Akâidi ve Kelâma Giriş, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2004. _______, “Ebed”, D.İ.A., X, 72-73, İstanbul, 1994. 174 KİRAZ, Celil, Şerif Murtazâ’nın Emâlî’sinde Kur’ân Müşkilleri ve Müteşâbihleri, Emin Yay., Bursa, 2010. _______, “Envâru’t-Tenzîl Eleştirileri ve Tahlili”, İslam İlim ve Düşünce Geleneğinde Kâdî Beyzâvî içinde, s. 659-705, İSAM Yay., İstanbul, 2017. KOÇYİĞİT, Talât, Kur’ân ve Hadiste Ru’yet Meselesi, Ankara Üniversitesi Yay., Ankara, 1947. KOMİSYON, el-Müncid fi’l-Lügati ve’l-A’lâm, Darü’l-Meşrik, Beyrut, 1973. EL- KURTUBÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Farah el-Ensârî (v.671/1272), el-Câmi’u li-Ahkâmi’l-Kur’ân, I-XX, 3.b., Dâru’l-Kitâbi’l- ‘Arabi li’t-Tibâ’ati ve’n-Neşr, Kahire, 1387/1967. _______, et-Tezkira Fî Ehvâli’l-Mevtâ ve Umûri’l-Âhira, I-II, 1.b., el-Mektebetu’l- Medbûlî, Kâhira, 1406/1986. EL-KUŞEYRÎ, Ebu’l-Kasım Zeynü’l-İslam Abdulkerim b. Hevazin (v. 465/1072), Letâifu’l-İşârât, I-III, 2.b., el-Hey’etu’l-Mısriyyetu’l-‘Âmme li’l-Kitâb, y.y., 1981/1401. EL-MÂTURÎDÎ, (v. 332/944) Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd, Kitâbu’t-Tevhîd, el-Mektebetu’l-İslâmiyye, İstanbul, 1979. EL-MÂVERDÎ, Ebu’l-Hasen ‘Ali b. Muhammed Habîb (v. 450/1058), en-Nuketu ve’l-‘uyûn Tefsîru’l-Mâverdî, I-V, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrût, 1412/1992. MEHMET, Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, Yazar Yay., Ankara 2011. MEKKÎ, b. Tâlib el-Kaysî (v. 437/1046), Müşkilu İ’râbi’l-Kurân, I-II, Dâru’l-Me’mûn li’t-Turâs, Dimeşk, t.y., EL-MEVDÛDÎ, Ebu’l A’lâ (v. 1399/1979), Tefhimu’l-Kur’ân, I-VII, çev: Muhammed Han Kayani, Yusuf Karaca, Nazife Şişman, İsmail Bosnalı, Ali Ünal, Hamdi Aktaş, 2.b., İnsan Yay., İstanbul, 1996. MUKÂTİL, b. Süleymân b. Beşîr (v. 150/767), Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, I-III, 1.b., Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrût, 1424/2003. 175 _______, el-Eşbâh ve’n-Nezâir fi’l-Kur’âni’l-Kerim, çev: M. Beşir Eryarsoy, İşaret Yay., İstanbul, 2004. MÜSLİM, Ebu’l-Huseyn Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyri en-Nîsâbûrî (v. 261/875), Sahîhu Müslim, I-V, 1.b., Dâru’l-İhyâi’l-Kutubi’l-Arabiyye, Lübnan, 1955/1374. EN-NAHHÂS, Ebû Ca’fer Ahmed b. Muhammed b. İsmâ’îl ( v. 338/949), İ’râbu’l- Kur’ân, I-V, ‘Âlemu’l-Kutub, 2.b., Beyrût, 1409/1988. _______, en-Nâsih ve’l-Mensûh, fî Kitâbi’l-Lâhi ‘Azze ve Celle, I-III, 1. b., Muessesetu’r-Risâle, Beyrût, 1412-1991. EN-NEBHÂNÎ, Ebü’l-Mehâsin Yûsuf b. İsmâîl (v. 1351/1932), el-Envâru’l- Muhammediyye mine’l-mevahibi’l-Ledunniyye, I, Işık Kitabevi, İstanbul, 1977/1397. EN-NEŞŞÂR, Ebû Hafs Sırâcûd’-Dîn ‘Umar İbn Zeynu’d-Dîn Kâsım İbn Muhammed İbn ‘Alî (v. 938/1532), el-Budûru’z-Zâhira fi’l-Kırââti’l-‘Aşri’l- Mütevâtira, I-II, 1.b., ‘Âlemi’l-Kutûb, Beyrût, 1421/2000. ÖNKAL, Ahmet, “Muhammed” ŞİA., IV, 242-251, İstanbul, 1991. ÖZBEK, Yusuf, İslâm Açısından Sihir, İz Yayıncılık, İstanbul, 1994. ÖZERVARLI, M. Said, “Firdevs”, DİA., XIII, 123-124, İstanbul, 1996. ÖZKAZANCIGİL, Hasan Hüseyin, Kur’ân Kelimeleri Sözlüğü, Birleşik Yay., Ankara 1990. PAKİŞ, Ömer, Mu’tezile ve Yorum, Ahenk Yay., y.y., 2005. PEZDEVÎ, Ebû Yusr Muhammed (v. 492/1099), Ehli Sünnet Akâidi, Çev: Gölcük Şerafeddin, Kayıhan Yay., İstanbul, 1980. PUSMAZ, Durak, “Cennet” ŞİA, I, 300-302, İstanbul, 1990. ER-RADÎ, Şerîf (v. 406/1015), Kur’ân Mecazları, Kuramer, İstanbul, 2016. ER-RAĞIB, el-İsfahânî, el-Hüseyin b. Muhammed (v. 502/1108), el-Mufredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, el-Mektebetu’l-Anclu’l-Mısriyye, y.y., 176 ER-RÂZÎ, Muhammed b. Ebî Bekr b. ‘Abdu’l-Kâdir, Muhtâru’s-Sıhâh, Dâru’l-Fikr el-Arabî, Kâhire, t.y., ER-RÂZÎ, Fahruddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyin b. ‘Alî el-Kureyşî et-Teymî el- Bekrî (v. 606/1209), Mefâtihu’l-Ğayb, I-XXXII, 1.b., el-Behiyyetu’l- Mısriyye, y.y., 357/1938. RIZA, Muhammed Reşîd (1353/1935), Abduh Muhammed (v. 1323/1905), Tefsîru’l- Menâr, I-XII, 4.b., Dâru’l-Menâr, Kahire, 1954. ES-SA’DÎ, Abdurrahman b. Nâsır (v. 1386/1966), Tefsîru’s-Sa’dî, I-V, çev: Beşir Eryarsoy, Gurabâ Yay, İstanbul, 1437/2016. ES-SÂBÛNÎ, Muhammed Alî, Safvetü’t-Tefâsîr, I-III, Dâru’l-Kur’âni’l-Kerîm, Beyrut, 1402/1981. SALİH, Subhi, Ölümden Sonra Diriliş, 2.b., Kayıhan Yay., İstanbul, 1981. ES-SA’LEBÎ, Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrâhîm (v. 427/1036), el-Keşf ve’l- Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, I-VI, 1.b., Dâru’l- Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut, 1425/2004. SARIÇAM, İbrahim, Hz Muhammed ve Evrensel Mesajı, TDV Yay., Ankara, 2001. ES-SE’ÂLİBÎ, Abdu’r-Rahmân (v. 875/1470), el-Cevâhiru’l-Hisân fî Tefsîri’l-Kur’ân, I-III, 1.b., Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut, 1416/1996. ES-SEM’ÂNÎ, Ebu’l-Muzaffer Mansûr b. Abdu’l-Cebbâr (v. 489/1096), Tefsîru’l- Ku’rân, I-VI, 1.b., Dâru’l-Vatan, Riyâd, 1997/1418. ES-SEMERKENDÎ, Ebu’l-Leys (v. 375/985), Tefsîru’l-Kur’ân, I-VI, Özgü Y, İstanbul, 2008. ES-SEMÎN el-Halebî, Ahmed b. Yûsuf b. ‘Abdu’d-Dâim (v. 756/1355), ‘Umdetu’l- Huffâz fî Tefsîri eşrafi’l-Elfâzi: Mu’cemun Lügavi Li-Elfâzi’l-Kur’âni’l- Kerîm, I-IV, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrût, 1996/1417. SEYYİD KUTUP, (v. 1387/1967), Fî zilâli’l-Kur’ân, I-XVI, 2.b., Hizmet Y., İstanbul, 1972. SOYALAN Mehmet Yaşar, Elmalılı Tefsirinde Kur’ânî Terimler ve Deyimler, Ağaç Yay., İstanbul, 2003. 177 ES-SUYUTÎ, Celâlu’d-Dîn ‘Abdu’r-Rahmân Ebû Bekr, (v. 911/1505) Esbâbü’n- Nüzûl, Dâru’l-Menâr Li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, Kahire, t.y., ŞAHİN, M. Süreyya - TOPALOĞLU, Bekir, “Cennet”, DİA, VII, 374-386, İstanbul, 1993. EŞ-ŞEVKÂNÎ, Muhammed b. Alî b. Muhammed (v. 1250/1834), Fethu’l-Kadîr el- Câmi’u beyne Fenni’r-Rivâyeti ve’d-Dirâyeti min ilmi’t-Tefsîr, I-V, 2.b., Şirketu Mektebe ve Matba’ati Mustafâ el-Bâbî el-Halebî ve Evleduhû bi Mısr, y.y., 1924/1383. EŞ-ŞEHRİSTÂNÎ, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdi’l-Kerîm b. Ebî Bekr Ahmed (v.548/1153), el-Milel ve’n-Nihal, I-II, 2.b., Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1975- 1395. ŞİBAY, Halim Sabit, “Cennet” İA., III, 102-104, İstanbul, 1977. ŞİMŞEK, Sait, Hayat Kaynağı Kur’ân Tefsiri, I-V, Beyân Yay., İstanbul, 2012. _______, “Cehennem” ŞİA., I, 280-282, İstanbul, 1990. ET-TABERÎ, Ebû Ca’fer b. Cerîr Muhammed b. Cerîr b. Yezid (v. 310/923), Câmiu’l- Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, I-XXX, 3.b., Mustafâ el-Bâbî el-Halebî, Kahire, 1968/1377. _______, Târîhu’t-Taberî, I-V, Dâru Suveydân, Beyrût, t.y., TANYU, Hikmet, “Büyü” DİA., VI, 501-506, İstanbul, 1992. TEMİZKAN, Ahmet, Kur’ân’da Geçen Huld Kavramının Semantik Tahlili Bağlamında Cennet ve Cehennem’in Ebediliği Meselesi, basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. M. Kemal Atik, Kahramanmaraş Sütçü İmam Ü. Sosyal Bilimler Ensitüsü, Kahramanmaraş, 2009. TERZİ, Mustafa Zeki, “Gulâm”, DİA., XIV, 178-180, İstanbul, 1996. ET-TİRMİZÎ, Ebû ‘Îsâ Muhammed b. ‘Îsâ b. Sevra (v. 297/909), Sünenu’t-Tirmizî, I- V, el-Mektebetu’l-İslâmiyye, y.y., t.y., TOPALOĞLU, Bekir, “Ahiret” DİA., I, 543-548, İstanbul, 1988. 178 _______, “Cehennem” DİA., VII, 227-233, İstanbul, 1993. _______, “Cennet” DİA., VII, 376-386, İstanbul, 1993. _______, “Huld” DİA., XVIII, 324, İstanbul, 1998. _______, “Tûr” DİA., XLI, 404-405, İstanbul, 2012. TOPALOĞLU, Bekir – ÇELEBİ, İlyas, Kelâm Terimleri Sözlüğü, İsâm Yay., İstanbul, 2010. TOPALOĞLU, Bekir, Yavuz, Y. Şevki, Çelebi, İlyas, İslam’da İnanç Esasları, 3.b., Çamlica Yay., İstanbul, 2002. TOPRAK, İbrahim, Cennet ve Cehennemin Ebediliği, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Toprak Süleyman, Selçuk Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 2010. ULUDAĞ, Süleyman, Akaid ve Kelam, Marifet Yay., İstanbul, 1981. EL-VÂHİDÎ, Ebu’l-Hasan’Alî b. Ahmed b. Muhammed b. Alî (v. 468/1075), el-Vasît fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd, I-XXV, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrût, 1415-1994. YAŞNAR, Ahmed, Kıyamet ve Alâmetleri, Cennetlik ve Cehennemlikler, Güven Basımevi, İstanbul 1950. YAVUZ, Yusuf Şevki, “Azap” DİA., I, 302-309, İstanbul, 1988. YEŞİLYURT, Temel, “Ru’yetullah” DİA., XXXV, 311-314, İstanbul, 2008. YILDIRIM, Suat, “Ber”, DİA, V, 468, İstanbul, 1992. YILDIRIM, Celal, İlim Işığında Asrın Kur’ân Tefsiri, I-XIII, Anadolu Yay., İstanbul, 1989. YILMAZ, Hakkı, Nüzul Sırasına Göre Tebyînu’l-Kur’ân, I-XI, İşaret Yay., İstanbul, 2009. YURDAGÜR, Metin, “Bekâ”, DİA, V, 359-360, İstanbul, 1992. _______, “Ebü’l-Hüzeyil el-Allâf” DİA., X, 330-332, İstanbul, 1994. 179 YÜKSEK Nevzat, Konularına Göre Kur’ân-ı Kerim Fihristi, Bayrak Yay., İstanbul, 1997. EZ-ZÂVEYTÎ, Muhammed Şukrî Ahmed (v. 105/723), Tefsîru’d-Dahhâk, I-II, 1.b., Dâru’s-Selâm, Kâhire, 1419/1999. EZ-ZEBÎDÎ, Muhammed Murtaza (v. 1205/1791), Tâcu’l-‘Arûs, I-X, Dâru Sâdır, Beyrût, 1306/1888. EZ-ZECCÂC, Ebû İshâk İbrâhîm b. es-Serî (v. 311/923), Meâni’l-Kur’ân ve İ’râbuh, I-V, 1.b., Âlemul-Kütüb, Beyrut, 1408/1988. EZ-ZEMAHŞERÎ, Ebu’l-Kâsım Cârullâh Mahmûd b. Ömer el-Havârizmî (v. 538/1143), el-Keşşâf ‘an Hakâiki Ğavâmizi’t-Tenzîl ve ‘Uyûni’l-Akâvîl fî Vucûhi’t-Te’vîl, I-IV, Dâru’l-Ma’rife, Beyrût, t.y. _______, Esâsü’l-Belâğa, Dâru Sâdır, Beyrût, 1965/1385. Ez-ZUHAYLÎ, Vehbe (v. 1932/2015), et-Tefsîru’l-Munîr Fi’l-Akîde ve’ş-Şerîa ve’l- Menhec, I-XXXII, 1.b., Dâru’l-Fikri’l-Mu’âsır, Beyrût, 1411/1991. _______, Tefsirü’l-Veciz, I-IV, çev: Hacı İnan, Dua Y., İstanbul, 2013. 180