T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI TÜRK İSLAM EDEBİYATI BİLİM DALI İSMAİL HAKKÎ BURSEVÎ’NİN FEVÂİD MECMÛASI ÜZERİNE BİR İNCELEME (TRANSKRİPSİYONLU METİN) YÜKSEK LİSANS TEZİ Tubanur KAYA BURSA - 2019 T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI TÜRK İSLAM EDEBİYATI BİLİM DALI İSMAİL HAKKÎ BURSEVÎ’NİN FEVÂİD MECMÛASI ÜZERİNE BİR İNCELEME (TRANSKRİPSİYONLU METİN) YÜKSEK LİSANS TEZİ Tubanur KAYA Danışmanı Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ BURSA - 2019 ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Tubanur KAYA Üniversite : Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü : SBE Anabilim Dalı : İslam Tarihi ve Sanatları Bilim Dalı : Türk İslam Edebiyatı Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : xiv +342 Mezuniyet Tarihi : Tez Danışmanı : Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ İSMAİL HAKKÎ BURSEVÎ’NİN FEVÂİD MECMÛASI’NA DAİR BİR İNCELEME (TRANSKRİPSİYONLU METİN) Çalışmada Bursa İnebey Yazma Eserler Kütüphanesi Genel nr. 87’de kayıtlı İsmail Hakkî Bursevî’ye ait 1131 tarihinde ikmâl edilmiş müellif nüshası mecmûa, Fevâid Mecmûası adıyla, çeviriyazıyla günümüz alfabesine aktarılmıştır. Eserin değerlendirilebilmesi için devrin şartları, müellifin hayatı, edebî yönü ve eserleri yapılan pek çok çalışmada genişçe ele alındığından bu çalışmada ana hatlarıyla sunulmuştur. Farklı nesir örnekleri yanında nazım şekilleri ve türleri bakımından oldukça zengin bir muhtevaya sahip Fevâid Mecmûası’nın dış ve iç yapısı incelenmiş, eser fevaid ve güfte mecmûası olarak ele alınmıştır. Mecmûaların tasnifine dair bazı görüşler araştırılmış, mecmûaların edebiyat ve kültür tarihine olan katkılarından bahsedilmiştir. Mecmûadaki pek çok metnin yanında tarih manzumeleri, dinî hayata dair yer, zaman ve kişilerle ilgili şiirler, devrin sosyo- kültürel hayatı ve müellifin bakış açısı hakkînda somut ipuçları ve Bursevî’nin tasavvufi görüşlerine dair malumatlar vermektedir. Yine mecmûada Bursevî’nin varidatları yer almakla birlikte mûsikî makâmları fihristi de bulunması dolayısıyla bestelenmeye müsait güfteleri hâizdir. Eser manzum-mensur karışık yapıda bulunmaktadır ve eserin mensur ksmı başka bir yüksek lisans tezine konu olmuştur. Dolayısıyla çalışma itibariyle yarım kalan bir eseri tamamlamaya çalışmak, ilk hedeflerimiz arasındadır. Hepsinden ziyade, her bir edebî eserin incelenmesinin edebiyat tarihimizde mühim bir boşluğu dolduracağı muhakkaktır. Anahtar Kelimeler: İsmail Hakkî Bursevî, Mecmû‘a, Osmanlı şiiri, Vâridât, Mûsikî     v ABSTRACT Name and Surname : Tubanur KAYA University : Bursa Uludag University Institution : Social Science Institution Field : Islamic History and Arts Branch : Turkish Islamic Literature Degree Awarded : Master Page Number : xiv +342 Degree Date : Supervisor : Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ AN EXAMINATION OF ISMAIL HAKKI BURSEVI'S FEVAID MECMUA WORK (TRANSCRIBED TEXT) In this study, the editorial copy of İsmail Hakkı Bursevi, registered in Bursa Inebey Manuscript Library General Number 87, which was completed in 1131, was translated into current language under the name of Fevaid Mecmuası (Fevaid Journal). Since the conditions of the period, the author's life, literary aspect, and his works have been discussed extensively in many studies conducted before, these mentioned topics outlined in this study. Besides the different prose examples, the external and internal structure of the Fevaid Mecmua, which has a very rich content in terms of verse forms and genres, was examined and considered as fevaid (benefits) and lyrics. Some views about the classification of magazines were investigated and their contributions to the history of literature and culture were mentioned. Again, the magazine contains Bursevi's revenues and lyrics, which are suitable to be composed due to the presence of the musical mode index. In addition to many texts in the journal, history poems give concrete clues about a place, time and people concerning with religious life besides the socio-cultural life of the period and the author's point of view and refer information about Bursevi's mystical views. The work has a mixed structure consisting of verse and prose and the prose part of the work has been the subject of another master thesis. Therefore, trying to complete an unfinished piece of work is among our first goals. Above all, the study of each literary work will certainly fill an important gap in our history of literature. Key Words: Ismail Hakkı Bursevi, Journal (Mecmua), Ottoman Poetry, Revenues, Music vi ÖN SÖZ İsmail Hakkî Bursevî, mutasavvıf, mûsikîşinas, muhaddis, müfessir bir şairdir. Hayatı incelendiğinde, ilim ve irfan yolunda adanmış bir ömür temaşa edilmektedir. Dolayısıyla, bu ilmin zekatı olarak da külliyatlı eserler telif etmek kendisine nasip olmuştur. Bu teze konu olan Fevâid Mecmûası, Bursevî’nin kıymetli eserlerinden biridir. Fevâid Mecmûası’nı tez konusu olarak seçmemizde, Osmanlı Türkçesi üzerine çalışmak istememiz, tasavvufî hususları ve Bursevî’yi tanımak; en mühimi de elyazması bir eseri okuyup, onunla hemhâl olmak istememiz etkili olmuştur. Mecmûalar, henüz tamamıyla gün yüzüne çıkmamış, çalışılmayı bekleyen gizli hazineler gibidir. Evvelemirde önemsiz gibi görülmesine karşın, ziyadesiyle ehemmiyetli malumatları ihtiva etmesi dolayısıyla son yıllarda mecmûa araştırmalar üzerine yapılan çalışmalar artarak devam etmektedir. Bu çalışma, İsmail Hakkî Bursevî’nin Bursa İnebey Yazma Eserler Kütüphanesinde 87 numarada kayıtlı olan müellif hattının manzum kısımlarının transkripsiyonlu metin ve muhteva incelemelerini içermektedir. Eserin mensur kısmı daha önceden Taner Çetin tarafından Dr. Murat Yurtsever danışmanlığında yüksek lisans tezi olarak çalışılmış olduğundan, manzum kısımlar ele alınmış, muhteva analizinde de manzumeler incelenmiştir. Eserin müellif nüshasını İnebey Yazma Eserler Kütüphanesi’nden temin ettikten sonra, müstensih nüshasının bulunup bulunmadığına, eksik yahut kopuk sayfalarının olup olmadığına dair araştırmalar yaptık. Bu doğrultuda, Doç Dr. Ali Namlı ile irtibata geçerek eserin bir müellif nüshasının Millet Kütüphânesi’nde bulunduğunu, ve müellif nüshasında 3a ile 19b arasındaki varakların kopuk olduğunu öğrendik. Böylece Millet Kütüphanesi’yle irtibata geçmek suretiyle eserin müstensih nüshasını dijital ortamda temin ettik. Nüsha tavsifleri için de hem müellif nüshasını, hem de müstensih nüshasını bizzat yerinde görüp, kütüphane görevlilerinin nezaretinde inceledik. Tez, giriş bölümü hariç üç ana bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde kısaca Bursevî’nin hayatı ve edebi şahsiyetine değinilmiştir. Birinci bölümde, mecmûa geleneği ve Bursevî’nin Fevaid Mecmûası, mecmûaların tasnifleri, Fevâid Mecmûası’nın şekil ve muhteva özellikleri ile bu mecmûada bulunan mûsikî makâmları incelenmiştir. İkinci bölümde, eserin dini ve tasavvufi muhtevası incelenerek, konuların daha net anlaşılması adına açıklamalar beyitlerle örneklendirilmştir. Burada öncelikle dini ve tasavvufi olarak ele alınacak, incelenecek mefhumlar belirlenmiş, metin içerisinde bu kavramların geçtiği beyitler derlenmek suretiyle içlerinden bazı beyitler, mefhumun daha net bir şekilde anlaşılabilmesi için açıklanmıştır. Bu beyitler kullanılırken, son bölümde manzumelere verilen numaralar esas alınmış, beytin yanında parantez içinde manzume numarası ile beyit numarası verilmiştir. Çalışmanın son bölümü ise, metin neşrinde izlenen yöntem, metin yazınında kullanılan transkripsiyon alfabesi, nüsha tavsifleri ve Fevâid Mecmûası’nın transkripsiyon alfabesiyle latinize edildiği bölümü hâvidir. Ekler kısmında da bazı uzun arapça manzumelerin tercümesi, Fevâid Mecmûası’nın nüshalarından örnekler ve bu mecmuada bulunan mûasikı makamlarına, nazım tür ve şekillerine dair bir tablo yer almaktadır. Bu tablo, hakkında mecmuaların tasnifine dair olan kısımda bilgi verilen MESTAP düzeninden mülhem bir sistemle hazırlanmıştır. Bu çalışmada amaç, evvelemirde mensur kısımları çalışılmak suretiyle, çalışması yarım kalmış nadide bir eserin kalan kısmının çalışmasını tamamlamak, muhtevasında vii Bursevî’nin dini ve tasavvufi görüşlerine, hissiyatına dair mühim bilgiler barındıran bu eserden önce kendimizin sonra da edebiyat ve tasavvuf ortamının istifadesine sunmaya çalışmaktır. Bu süreçte bana her türlü yardım ve desteği sağlayıp, benden engin tecrübelerini ve ilmini esirgemeyen, tezimin düzenli olarak takibini yaparak, her sualime sabır ve sebatle karşılık veren danışman hocam saygı değer Prof. Dr. Bilal Kemikli’ye, metnin okunması ve yazıya geçirilmesi sürecinde yardım talebimi geri çevirmeyip, bilgi, görüş ve tecrübelerini bana aktararak yardımcı olan, her kelimeyle âdeta tek tek muhatap olan sayın Dr. Murat Yurtsever’e, gece-gündüz, iftar-ramazan, yaz-kış demeden her an benim yanımda olan, beni gayrete getiren ve teşvik eden, kendisine çok şey borçlu olduğum ve kendisinden çok şey öğrendiğim; çok kıymetli hocam Humeyra Mermer’e, ne zaman kapılarını çalsam, beni geri çevirmeyip her daim bana yardımcı olan kıymetli hocalarım Ali İhsan Akçay ve Olcay Kocatürk’e, Fevâid Mecmûası’nın müstensih nüshasını bulmamda bana yardımcı olan Doç. Dr. Ali Namlı’ya, Arapça kısımların yazımı ile tercümesinde benden yardımlarını esirgemeyen dostum Seher Bulut Köse’ye ve hocam Fatih Mehmet Albayrak’a teşekkürlerimi ve hürmetlerimi sunmaktan şeref duyarım. Her zaman yanımda ve dahi arkamda olduklarından şüphe etmediğim, daimi destekçilerim, maddi ve manevi her türlü desteği bana sağlayan peder ve valideme müteşekkirim. Tubanur KAYA Bursa-2019 viii KISALTMALAR A.D.Ş.S. : Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü a.g.e. : Adı geçen eser a.s : Aleyhisselam a.s.m : Sallallâhu Aleyhi ve Sellem B. : Bursa İnebey Kütüphanesi Nüshası BEYBEK : Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi Bkz. : Bakınız C. : Cilt Çev. : Çeviren / Çevirenler DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi H. : Hicri Haz. : Hazırlayan / Hazırlayanlar Hz. : Hazret/i M. : Millet Kütüphanesi Nüshası Nr. : Numara SBE : Sosyal Bilimler Enstitüsü s. : Sayfa ss. : Sayfa aralığı Vd. : Ve diğerleri Vr. : Varak Yy. : Yüzyıl S. : Sayı B.N. : Bursevî’nin Notu T.T.S: : Tasavvuf Terimleri Sözlüğü ix İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI ................................................................................................... İİ YÜKSEK LİSANS İNTİHAL YAZILIM RAPORU ................................................ İİİ YEMİN METNİ ............................................................................................................İV ÖZET............................................................................................................................... V ABSTRACT ...................................................................................................................Vİ ÖN SÖZ ........................................................................................................................ Vİİ KISALTMALAR ..........................................................................................................İX İÇİNDEKİLER .............................................................................................................. X GİRİŞ İSMAİL HAKKÎ BURSEVÎ’NİN HAYATI, EDEBÎ VE TASAVVUFÎ ŞAHSİYETİ 1. HAYATI .................................................................................................................... 1 2. EDEBÎ ŞAHSİYETİ .................................................................................................. 5 BİRİNCİ BÖLÜM EDEBİYATIMIZDA MECMÛA GELENEĞİ VE BURSEVÎ’NİN FEVÂİD MECMÛASI 1. MECMÛA ................................................................................................................. 7 2. BURSEVÎ’NİN FEVÂİD MECMÛASI .................................................................. 12 2.1. TEŞKİL ÖZELLİKLERİ ................................................................................. 13 2.1.1. Tertip Şekli ................................................................................................ 14 2.1.2. Nazım Şekilleri ve Türleri ......................................................................... 14 2.1.3. Vezin ......................................................................................................... 14 2.1.4. Kafiye ........................................................................................................ 15 2.1.4.1. Yarım Kafiye ...................................................................................... 15 2.1.4.2. Tam Kafiye......................................................................................... 15 2.1.4.3. Zengin Kafiye .................................................................................... 16 2.1.4.4. Cinaslı Kafiye .................................................................................... 17 2.1.5. Redif .......................................................................................................... 18 x 2.1.5.1. Ek Redif ............................................................................................. 18 2.1.5.2. Kelime Redif ...................................................................................... 18 2.1.5.3. Kelime Grubu Hâlinde Redif ............................................................. 19 2.2. MUHTEVA ÖZELLİKLERİ ........................................................................... 19 2.2.1. Vâridât ....................................................................................................... 19 2.2.2. Fevâid Mecmûası’nda Bulunan Mûsikî Makâmları .................................. 21 İKİNCİ BÖLÜM FEVÂİD MECMÛASI’NDA DİN VE TASAVVUF 1. DİN .......................................................................................................................... 25 1.1. İTİKAD ................................................................................................................ 25 1.1.1. Allah .......................................................................................................... 25 1.1.2. Melekler .................................................................................................... 27 1.1.2.1. Cibrîl (a.s) .......................................................................................... 28 1.1.3. Kitaplar ...................................................................................................... 29 1.1.4. Peygamberler ............................................................................................ 30 1.1.4.1. Hz. Muhammed (a.s) .......................................................................... 31 1.1.4.2. Hz. Âdem(a.s) .................................................................................... 34 1.1.4.3. Hz. Şit, Nuh ve İdris (a.s) ................................................................... 35 1.1.4.4. Hz. İbrahim(a.s) ................................................................................. 36 1.1.4.5. Hz. İsmâil (a.s) ................................................................................... 37 1.1.4.6. Hz. Yâkub(a.s) ve Hz. Yûsuf(a.s) ...................................................... 38 1.1.4.7. Hz. Mûsa(a.s) ve Hz. Hızr(a.s) ........................................................... 38 1.1.4.8. Hz. Yûnus (a.s) ................................................................................... 40 1.1.4.9. Hz. Süleymân (a.s) ............................................................................. 41 1.1.4.10. Hz. Lokman (a.s) .............................................................................. 42 1.1.4.11. Hz. Îsa (a.s) ...................................................................................... 42 1.1.5. Âhiret ........................................................................................................ 43 1.1.5.1. Kıyâmet-Mahşer ................................................................................. 43 1.1.5.2. Berzah ................................................................................................ 44 1.1.5.3. Cennet ................................................................................................ 45 1.2. İBÂDET ........................................................................................................... 46 1.2.1.Kelime-i Şehâdet ........................................................................................ 47 1.2.2.Namaz ........................................................................................................ 48 1.2.3. Oruç ........................................................................................................... 49 1.2.4. Hac ve İlgili Mefhumlar ............................................................................ 50 1.3. DİĞER DÎNÎ MEFHUMLAR ......................................................................... 50 1.3.1. Îman .......................................................................................................... 51 1.3.2. Küfr ........................................................................................................... 51 1.3.3. Mîrâc ......................................................................................................... 52 1.3.4. Hayat ve Ölüm .......................................................................................... 53 xi 1.3.5. Cinler ......................................................................................................... 53 1.3.6. Şefâat ......................................................................................................... 54 1.3.7. İlim ............................................................................................................ 54 1.4. DÎNÎ VE TÂRİHÎ ŞAHSİYETLER ................................................................ 60 1.4.1. İmam-ı A’zam ........................................................................................... 60 1.4.2. Ebû Ali (İbn Sînâ) ..................................................................................... 61 1.4.3. Leylâ ve Mecnun ....................................................................................... 61 1.4.4. Yezdiyar-Ehrimen-Yezdan ....................................................................... 62 1.4.5 Bukrat- Sukrat- Felatun .............................................................................. 62 1.4.6. Calinus ...................................................................................................... 63 2. TASAVVUF ............................................................................................................ 63 2.1.TASAVVUF İLE ALAKALI MEFHUMLAR ................................................. 68 2.1.1. Aşk ............................................................................................................ 68 2.1.2. Âyine ......................................................................................................... 71 2.1.3. Câm ........................................................................................................... 73 2.1.4. Cân-Cism .................................................................................................. 74 2.1.5. Derûn ......................................................................................................... 75 2.1.6. Cem-Fark .................................................................................................. 76 2.1.7. Cemâl-Celâl .............................................................................................. 77 2.1.8. Dünya ........................................................................................................ 79 2.1.9. Eşk ............................................................................................................. 81 2.1.10. Fakr ......................................................................................................... 82 2.1.11. Fenâ-Bekâ ............................................................................................... 83 2.1.12. Fenâfillâh ................................................................................................ 85 2.1.12.1. Şem-Pervâne .................................................................................... 86 2.1.12.2. Semender-Ateş ................................................................................. 87 2.1.13. Feyz ......................................................................................................... 88 2.1.14. Firak-Vuslat ............................................................................................ 90 2.1.15. Gönül ....................................................................................................... 91 2.1.16. Hâl ........................................................................................................... 93 2.1.17. Hikmet ..................................................................................................... 94 2.1.18. Himmet .................................................................................................... 95 2.1.19. İnsan-ı Kâmil ........................................................................................... 95 2.1.20. Masiva ..................................................................................................... 96 2.1.21. Melamet .................................................................................................. 97 2.1.22. Tecelli ...................................................................................................... 98 2.1.23. Tevhîd ..................................................................................................... 99 2.1.24. Vahdet-Kesret ....................................................................................... 100 2.1.25. Vahdet-i Vücûd ..................................................................................... 100 xii ÜÇÜNCÜ BÖLÜM FEVÂİD MECMÛASI (TRANSKRİPSİYONLU METİN) 1. METİN NEŞRİNDE İZLENEN YÖNTEM .......................................................... 103 2. NÜSHA TAVSİFLERİ ......................................................................................... 105 3. TRANSKRİPSİYONLU METİN .......................................................................... 107 SONUÇ ......................................................................................................................... 319 KAYNAKÇA ............................................................................................................... 320 EKLER ......................................................................................................................... 323 xiii GİRİŞ İSMAİL HAKKÎ BURSEVÎ’NİN HAYATI, EDEBÎ VE TASAVVUFÎ ŞAHSİYETİ 1. HAYATI İsmail Hakkî’nın hayatı ve eserlerine dair teferruatlı çalışmalar kaleme alındığından1, burada bu hususlara genel hatlarıyla değinilecektir. Bursevî’nin hayatına dair en güvenilir malumatlar, şüphesiz ki yine kendine ait eserlerde yer almaktadır. Bilhassa Tamâmü’l-Feyz ve Silsilenâme-i Celvetiyye gibi hayatına dair epeyce yer ayırdığı eserlerle birlikte, varidat, mektûbât, makâlât türü eserleri de bu konuda detaylı bilgileri hâvidir. İsmail Hakkî Bursevî, 1063/1653 senesinde Bulgaristan sınırlarında yer alan Aydos’ta dünyaya gelmiştir. Bursevî’nin ifade ettiğine göre, soyu peygamber sülalesine dayanmaktadır. Babası Mustafa Efendi aslen İstanbullu olup, 1652 senesinde çıkan büyük bir yangın sebebiyle mal ve mülkünü kaybetmiş, akrabalarının bulunduğu Aydos’a taşınmıştır. Bursevî’nin Rumeli’de başlayıp İstanbul’da devam eden on altı senelik tahsil hayatı, Celvetiyye tekkeleri ve şeyhlerinin ders halkalarında geçmiştir. Eğitiminin ilk beş senesini Aydos’ta Şeyh Ahmed Efendi’nin yanında geçirmiş; sonraki yedi senede ise Edirne’de Şeyh Abdülbâkî Efendi’nin rahle-i tedrîsinden geçmiştir. Bu süreçte hafızlığını tamamlayıp, tekke ortamında tasavvufî ve şer’î ilimlere dair düzenli bir eğitime tâbi tutulmuştur. İstanbulda şeyhi Atpazârî Osman Efendi’nin yanında geçen 3 senede de tahsil ve sülûkünü tamamlayarak 1674’te icazet almış ve irşad faaliyetlerine başlamıştır.2 Bursevî’nin feyz ve ilminden istifade ettiği hocalarının arasında ismi en çok zikredilen, bu üçüdür. Fakat, Osman Fazlî diğerlerne nisbeten Hakkî üzerinde daha çok tesire sahiptir, zîrâ kendisi Bursevî’nin hem şeyhi hem de hocasıdır. O’nun Celvetiyye tarikatına intisabı sülûku Fazlî’ye biatı ile başlamış, şeyhinin tavsiyesiyle halvete girmiş, İstanbul’da ikamet ettiği 3 sene süresince de hat, mûsikî ve tecvidden dersler almıştır. 1 Bkz.: Ali Namlı, İsmail Hakkı Bursevî: Hayatı, Eserleri, Tarikat Anlayışı, İstanbul: İnsan Yayınları, 2001; Mehmed Ali Aynî, İsmail Hakkı Bursevî, Haz. İsmail Dervişoğlu, İstanbul: Büyüyen Ay Yayınları, 2013. 2 Murat Yurtsever, İsmail Hakkı Bursevî: Divan, Bursa: Arasta Yayınları, 2000, s. 4. 1 Rumeli’de başlayarak Bursa’da devam eden ve vefatına dek süren irşad faaliyetleri, elli senelik bir dönemi kapsamaktadır. Bu süreçte Bursevî müellif, mürşid, muallim ve vaiz olmak üzere dört ayrı hizmette birden yer almıştır. İrşad için ilk olarak Üsküp’te görevlendirilmiş, burada altı sene ikamet etmiştir. İkinci olarak Köprülü’ye geçerek buarda on dört ay kalmıştır. Üçüncü gittiği yer ise Usturumca’dır ve burada üç yıl kalmıştır. 1685’te şeyhi Osman Fazlî’nin Bursa’daki halifesi Sun’ullah Efendi vefat etmiş, bunun üzerine Hakkî onun yerine halife tayin edilmiştir. Bursevî’nin Bursa’da kaldığı zamanlar, hayatının en verimli, velûd ve bereketli yıllarıdır. Divanını Bursa’da yazmış, Rûhu’l-Beyân tefsirini de burada tamamlamıştır. Ulucami’de vaazlar vermiş, tasavvufî sohbetlerle irşad faaliyetlerine devam etmiş ve kalan vakitlerinde de eserlerini kaleme almıştır. 1690 senesinde Magosa’ya sürgün edilen şeyhi Osman Fazlî’yi ziyaret emiş ve buradan dönüşünden sonra vefat eden Fazlî’nin işaret etmesiyle, Celvetiyye tarikatının 32. şeyhi olmuştur.3 Bursevî, vatan savunmasında da görev almıştır. 1696’da Osmanlı ordusuna manevi destekte bulunmak gayesiyle II. ve III. Avusturya seferlerine katılmıştır. Divan’ında bu seferlerin neden ve sonuçlarına, halkın ve sarayın üzerindeki tesirlerine yer yer temas etmiş, bilhassa I. Avusturya seferindeki mağlubiyet ve topluma verdiği elemden bahsetmiştir. Keza, Hakkî’nin eserlerinde hem devlet erkânına hem zamanın âlimlerine hem de ehil olmayan, taklitçi şeyhlere dair bolca nasihat ve tarizler yer almaktadır. Zîrâ Bursevî, hoşuna gitmeyen ve haksız gördüğü şeyleri tenkit etmekten çekinmez, geri durmazdı.4 İsmail Hakkî, 1700 ve 1710 senelerinde Suriye ve Mısır üzerinden olmak üzere iki kere Hacc’a gitmiş, bu seyahatler sırasında Kâhire ve Şam’da bir süre kalıp, devrin uleması ile tanışarak istişare ve müzakerede bulunmuştur. Bursevî Şam’ı pek sevmiş, tekrar oraya gidip bir süre daha orada kalmayı çok arzu etmiştir. Ancak bu hasret ve iştiyakla geldiği Şam’dan istediğini bulamayarak ayrılmış ve ayrılırken de Ne Dımeşúu’ş-ŞÀm’ı gözler ne Burusa çeşm-i dil Sÿ-yı İstanbul’da úalmışdur nigÀhı muùùaãıl5 3 Yurtsever, a.g.e., ss. 5-7. 4 Mehmed Ali Aynî, İsmail Hakkı Bursevî, İstanbul: Büyüyen Ay Yayyınları, 2013, s 31. 5 İsmail Hakkı Bursevî, Mecmûatü’l-Fevâid ve’l-Vâridât, BEYBEK Genel nr. 87, vr.144b/1. 2 diyerek, Bursa’ya dönüş yapmadan evvel bir süre de İstanbul’da ikamet etmek isteyerek 3 sene de Üsküdar’da kaldıktan sonra tekrar Bursa’ya dönmüştür. Ve 1723 senesinde Bursa’da Hakk’a yürümüştür. Kabri Bursa’nın Tuzpazarı semtinde, medresesi, câmii ve çilehanesiyle birlikte İsmail Hakkî Tekkesi ismi verilen küliyededir.6 İsmail Hakkî Bursevî’nin hayatı ve eserlerine dair yapılan akademik çalışmalardan bazıları şunlardır: Yüksek Lisans Tezleri7: Abdullah Önder, Te'vili Açısından Taberi, Zemahşeri, Râzî Ve Bursevi'nin Tefsirlerinde Huruf-u Mukatta'a, Erciyes Üniversitesi SBE, 2016. Fatih Tüzek, İsmâil Hakkı Bursevî'nin Vâridât Adlı Eserinin Transkripsyon Ve İncelenmesi, Marmara Üniversitesi SBE, 2011. Hasan Yersiz, İsmail Hakkı Bursevi'nin 'Şerhu Tefsiri'l-Cüz'i'l-Ahîr Mine'l- Kur'ân' Adlı Eserinin Tahkîki, Uludağ Üniversitesi SBE, 2017. Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi SBE, 2018. Muhammey Ali, İsmail Hakkı Bursevi'nin Muhammediyye Şerhi (II. Cilt) Ferahu'r-Ruh, İstanbul Üniversitesi SBE, 2001. Mustafa Çonoğlu, Mecmû'a-i Hakkî (İnceleme-Metin), Bursa Uludağ Üniversitesi SBE, 2019. Mustafa Efe, Ruhu'l-Mesnevi, İsmail Hakkı Bursevi, (ikinci cilt 1b-99b arası) İnceleme-Metin, Bursa Uludağ Üniversitesi SBE, 2002. Muzaffer İnneci, Bursevi ve Ruhu'l-Beyan Adlı Eserinde Hak Kavramı, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi SBE, 2018. Nuran Döner, Tasavvuf Kültüründe Varidat Geleneği Ve Bürsevi'nin Kitab-ı Kebir'i, Bursa Uludağ Üniversitesi SBE, 2000. Selim Çakıroğlu, İsmail Hakkı Bursevi'nin Tuhfe-i Recebiyye Eserinin Tahkik Ve Değerlendirmesi, Marmara Üniversitesi SBE, 2006. Şeyda Öztürk, İsmail Hakkı Bursevi'nin İki Tuhfesi: Tuhfe-i Vesimiyye, Tuhfe-i Aliyye, Marmara Üniversitesi SBE, 1999. Yusuf Bilal Kara, Mi'racın Tasavvufî Boyutu: İsmail Hakkı Bursevî Örneği, Bursa Uludağ Üniversitesi SBE, 2015. 6 Yurtsever, a.g.e., s. 9. 7 Detaylı bilgi için bkz: https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezSorguSonucYeni.jsp. 3 Doktora Tezleri8: Ali Namlı, İsmail Hakkı Bursevi, Hayatı, Eserleri Ve Tarikat Anlayışı, Marmara Üniversitesi SBE, 2001. İsmail Güleç, İsmail Hakkı Bursevi'nin Ruhu'l-Mesnevi'sinin İncelenmesi, İstanbul Üniversitesi SBE, 2003. Kezban Paksoy, Bursevî İsmâil Hakkî Şerh-i Pend-Nâme-yi Attâr (I-II. Ciltler): İnceleme-Metin-Sözlük, Erciyes Üniversitesi SBE, 2012. M. Murat Yurtsever, İsmail Hakkı Divanı: İnceleme-Metin, Bursa Uludağ Üniversitesi SBE, 1990. Nevin Gümüş, İsmail Hakkı Bursevi'nin Kitabül-Envar'ı ve Şerh (Hayatı- İnceleme-Tenkidli Metin), Erciyes Üniversitesi SBE, 1998. Şermin Kalafat, Câmi'ü'l-Hisâb (Giriş-İnceleme-Metin-Dizin), Bursa Uludağ Üniversitesi SBE, 2015. Tuba Onat Çakıroğlu, İsmail Hakkı Bursevi'nin 'Şerh-i Pend-i Attar'ı (Attar'ın Pendnamesi'nin Açıklaması) Adlı Eseri Üzerine Bir İnceleme Ve Attar'ın Pendnamesi İle Karşılaştırılması, Hacettepe Üniversitesi SBE, 2012. Makaleler9: Necmi Sarı, “Kendi Dilinden İsmâîl Hakkî Bursevî’nin Hayatı ve Şahsiyeti”, Karadeniz Teknik Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (KTUİFD) Cilt 2, sayı 1 , Ocak 2015, ss.137 – 157. Faruk Duran, “İsmail Hakkî Bursevî’nin “Es’ile-i Şeyh Mısrî’ye Ecvibe-i İsmâil Hakkî” İsimli Eseri”, İSTEM, sayı 33, Ocak 2019, ss. 267-289. Nevin Gümüş, “Türk Tarih Ve Edebiyatına Dair Değerlendirilmemiş Kaynaklardan Bir Mecmua Örneği: Tuhfe-i İsmâiliye”, Türklük Bilimi Araştırmaları, sayı 18, Ocak 2005, ss. 129 – 162 İbrahim Halil Tuğluk, “İsmail Hakkı Bursevî’nin Risâle-i Şem‘iyye Adlı Risâlesi”, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı 22, Ocak 2016, ss. 69-97. 8 Detaylı bilgi için bkz: https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezSorguSonucYeni.jsp. 9 Detaylı bilgi için bkz: https://dergipark.org.tr/search?q=bursevi§ion=articles 4 Songül Aydın Yağcıoğlu, “Yûnus Emre’nin Bir Şiiri ve İsmâîl Hakkı Bursevî’nin Şerhi”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, cilt 55, sayı 55, Ocak 2016, ss.77-90 2. EDEBÎ ŞAHSİYETİ Bursevî, döneminin en fazla eser kaleme alan müelliflerindendir. Yalnızca tek bir konuya yahut alana dönük eserler telif etmemiş, tasavvuf, edebiyat, hadis, tefsir, akaid, fıkıh, mûsikî gibi muhtelif pek çok alanda daimi olarak eserler kaleme almıştır. Kendisi farklı zamanlarda eserlerinin sayısı ile alakalı bazı malumatlar vermiştir. Bir eserinde o zamana kadar otuz eserinin olduğunu söylemiş, başka bir eserinde kırk kadar eser yazdığından bahsetmiştir. Silsilenâme-i Celvetiyye, Mecmûa-i Hakkî, Tuhfe-i Atâiyye gibi eserlerinde 45 kadar eserinden bahsetse de, bunlar sadece yazımı o zamana kadar tamamlanmış olan eserlerdir. Hüseyin Vassaf, Bursevî’nin ilmî hayatından ve eserlerinden bahsederken “ èÂlem-i İslâm’da yetişen bir müellifin-i kirâmın ileri gelenlerinden olduğuna, yüzü mütecâviz yazdığı âsâr-ı kıymetdâr şâhid-i èâdildir”10 der. 1721 tarihli bir eserinde bir yerde doksan dokuz, başka bir yerde de yüzü aşkın eserinin olduğunu ifade etmektedir ki, dağınık halde bulunan mecmûalar ve eserler bir araya toplandığında, zikrettiği sayı eserlerinin ancak yarısını oluşturmaktadır.11 Bursevî, bu kadar fazla eser yazmasının sebepleri arasında yıldızının Utarid olmasını zikretmiş ve Tuhfe-i Atâiyye’de “Bu fakirin yıldız-ı mezkûru Utarid’dir. Onun için Hakk Teâlâ beni kitâbetle mübtelâ etmiştir ki, bu âna değin yazdığım eserler kaleme gelmez” demiştir.12 Kezâ, Fevâid Mecmûas’nda da yazma davasından vazgeçmemesini, âdeta yazabildiği kadar yazmasını kendisine nasihat etmiştir: ÓaúúıyÀ terk-i edebdür eyleme daèvÀyı úo Dildeki óÀlüñ müsÀèid olduàı miúdÀr yaz13 10 Hüseyin Vassaf, Kemal-nâme-i İsmâil Hakkî, Haz. Murat Yurtsever, Bursa: Arasta Yayınları, s. 26. 11 Ali Namlı, İsmail Hakkı Bursevî: Hayatı, Eserleri Tarikat Anlayışı, İstanbul: İnsan Yayınları, 2001, s. 161. 12 Aynî, a.g.e, ss. 113-114. 13 İsmail Hakkı Bursevî, Mecmûatü’l-Fevâid ve’l-Vâridât, BEYBEK Genel nr. 87, vr. 106a/6. 5 Eserlerini esasında Türkçe ve Arapça olarak kaleme alan Bursevî, ara sıra Farsçaya da yer vermiş, bazen de Arapça-Türkçe karışık yazmıştır. Yaşadığı devrin diline göre oldukça sade ve anlaşılır bir dil kullanmıştır. Küçüklüğünden beri sağlam bir Arapça ve Farsça eğitimi alan müellifin, dolayısıyla bu dillerde yazdığı eserler de ziyadesiyle fasihtir. Nesirleri gibi şiirlerinde de dili ve üslubu dönemine göre daha sadedir. Şiirlerinde muhteva olarak taevhid, marifet, gönül, münacaat, Hz. Muhammed (a.s)’a dair olan aşkı, sevgisi, vahdet-i vücûd anlayışı gibi konular yer almaktadır. 6 EDEBİYATIMIZDA MECMÛA GELENEĞİ VE BURSEVÎ’NİN FEVÂİD MECMÛASI BİRİNCİ BÖLÜM 1. MECMÛA Mecmûa, lügatte “toplanıp biriktirilmiş, bir araya getirilmiş, tertip ve tanzim edilmiş şeylerin hepsi, seçilmiş yazılardan meydana getirilen yazma kitap”14, aynı veya farklı türden seçilmiş çeşitli hacimlerdeki metinlerin ve risâlelerin bir araya getirilmesiyle oluşturulan eserlerin ortak adı” gibi anlamları hâvidir. Mecmûalar, bir yahut daha fazla müellife ait muhtelif şekil ve boyutlardaki dinî, lâdinî, mensur ya da manzum metinlerden müteşekkil derleme kitaplardır. “Başlangıçta pek çok cihetle benzerlik teşkil ettiği cönk gibi âyetler, latifeler, fetvalar, hadisler, ilâhiler, fallar, burçlar, dualar, şiirler, hutbeler şarkılar, mektuplar, lugaz ve muammalarla ilâç tariflerinin ve faydalı bilgilerin (fevâid), notların, tarihî belge ve kayıtların (tevârih) derlendiği bir not defteri halinde ortaya çıkmış, zamanla gelişip düzenli bir tertip ve şekle kavuşarak türlerine göre bazı farklılıklar gösteren bir kitap veya telif çeşidi özelliği kazanmıştır.” İslâmi kültürde mecmûa türünün zuhur edişi, adı konulmamakla birlikte, Hz. Muhammed’in (a.s) hadislerin yazılmasına müsaade etmesiyle başlamıştır. Bunun üzerine sahabe Peygamber’den (a.s) işittikleri mâlumatları mecmûa tertibini esas alarak kend ihtiyaç ve fikirlerine binâen bir araya toplamış, böylelikle literatürde cüz, kitap, sahife gibi isimlerle zikredilen ilk mecmûalar meydana gelmiştir. Mecmûaların türlerine göre bazı düzen ve şekillere sahip olarak Türklerin, Arapların ve Farsların nezdinde revaç bulup değişme ve gelişme göstermesi, muhtelif ilmî sahalarda müstakil olarak bir telif türü vasfı kazanması, ilk örneklerin meydana çıkışından yaklaşık birkaç yüzyıl sonra gerçekleşmiştir. Osmanlı döneminde ise, XV. yy. itibariyle rağbet görmeye başladığı, XVI. yy. sonrasında da hacim ve çeşitliliklerinin artarak devam ettiği görülmektedir. Mecmûaların kağıt kalitesi, ebatları, rengi, cilt tipi, 14 Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, 33. b, Ankara: Aydın Kitabevi, 2017, s. 689. 7 yazı tarzı, süslemeleri, şekli gibi özellikleri ve maddi vasıfları dolayısıyla birbirlerinden ayrıldıkları, bazılarının bir karalama defteri hüviyetinde düzensiz bir şekilde kaleme alındığı, bazılarının ise ziyadesiyle özenli ve tertipli bir sanat eseri olma özelliğini hâiz olduğu görülür.15 Dolayısıyla mecmûalar, boyutları, farklı cinsten kağıtları bir araya toplaması, muhtelif sayfa düzenlerine ve yazı şekillerine yer vermesiyle Osmanlı yazı kültürünün bir bütünlük çerçevesinde görülmesini sağlamaktadır. Mecmûa olarak isimlendirilmiş eserlerin muhtevasında bulunan metinlerin ziyadesiyle çeşitli ve zengin olduğu âşikardır. Köprülü, mecmûaları “medfun ve meçhul birer hazinedir” şeklinde tarif eder. 16 Mecmûaların muhtevasına bakıldığında, pek çok farklı tür ve şekilden müteşekkil olduğu görüleceği gibi, münferid bir tür ve biçime has olanlarının da mevcut olduğu görülür. Bunların bazılarına misal olarak, şiir mecmûaları, tarih mecmûaları, fevâid mecmûaları, hadis mecmûaları, güfte ve müzik mecmûaları, mektup mecmûaları gösterilebilir. Kezâ, edebiyatımızın tür ve nazım şekillerini ihtiva eden hususi mecmûalar da bulunmaktadır. Bunlar da na’t mecmûaları, kaside mecmûaları, gazel mecmûaları, terkîb-i bend ve tercî-i bend mecmûaları şeklinde örneklendirilebilir.17 Agah Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi isimli eserinde mecmûaları şu şekilde tasnif etmektedir: a) Nazîre mecmûaları b) Meraklılar tarafından toplanmış, birer antoloji niteliğinde seçme şiirlerden müteşekkil mecmûalar c) Muhtelif konulardaki risalelerin bir araya getirilmesiyle meydana gelen mecmûalar d) Tanınmış kişiler tarafından hazırlanmış, pek çok faydalı bilgi, fıkra ve mektupları hâvî mecmûalar.18 15Bkz.: Mustafa Uzun, “Mecmûa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2003, C. 28, ss. 265-268. 16 Selim S. Kuru, “Mecmûaların İçine, Edebiyatın Dışına Doğru”, Eski Türk Edebiyatı Çalışmaları VII- Mecmûa: Osmanlı Edebiyatının Kırkambarı, İstanbul: Turkuaz Yayınları, 2012, s. 22. 17Kamil Ali Gıynaş, “Şiir Mecmûaları Hakkında Yapılan Çalışmalar Bibliyografyası”, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, S. 25 (2011), ss. 245-260. 18 Agah Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, 2.b., Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1984, ss. 166- 167. Bu eserde, yapılan tasnif doğrultusunda edebiyatta önem arz eden bazı mecmûa türleri de açıklanmıştır. 8 Mecmûaların tek bir dille yazıldığı vâkî olmakla beraber, Arapça, Türkçe ve Farsçanın bir arada kullanıldığı mecmûalar da mevcuttur. Kimi eserler yalnızca manzum veya mensur iken, kimileri de manzum-mensur karışık olarak kaleme alınmıştır. Mecmûa türü, edebiyatımızda oldukça mühim bir yere sahiptir. Mecmûaların edebiyatımızdaki ehemmiyetini ilk vurgulayanlardan biri Ali Cânib Yöntem’dir. Ali Cânib, araştırmacıların mecmûalar vesilesiyle daha doğru ve tarafsız kararlar verdiğini, eserlerin ilk ve en eski nüshasına ulaşılmasına olanak sağlaması açısından mecmûaların önem arz ettiğini belirtmektedir. Kezâ, bir müellif hakkında en sağlam ve doğru mâlumatların elde edilebilmesi için onun devrinde yazılan mecmûaların incelenmesi gerektiğini ifade eder.19 Dolayısıyla mecmûalar, yazıldığı dönemin sosyal, toplumsal, hatta kimi zaman da siyasi çehresine dair mâlumatları da muhtevasında barındırmakta, devrin şiir zevkine dair ipucu vermekte ve araştırmalarda başvurulacak kaynaklar arasında bulunmaktadır. Zîrâ, mecmûalarda belgeler, siyasi mektuplar, fermanlar, hükümler de yer bulmaktadır. Mecmûalar vasıtasıyla bu resmî belgelerin muntazam bir şekilde intikâli sağlanıyordu. Kimi zaman da divanı olmayan şairlerin şiirlerine ulaşmakta yahut varsa divanındakilerin haricindeki şiirleri derlemekte de mecmûalardan istifade edilmektedir.20 Mecmûaların tasnifine dair son zamanlarda Fatih Köksal tarafından yapılan bir çalışma olan MESTAP ile (Mecmûaların Sistematik Tasnifi Projesi), bu alana ilgili kişileri bünyesine alacak şekilde bir kadro oluşturulup, öncelikle şiir mecmuaları ve sonra da edebiyat ile alakalı tüm mecmuaların detaylı tasnif ve dökümünün ortaya konulması hedeflemektedir. Proje, Eski Türk Edebiyatı sahasında çalışan lisansüstü öğrencilerin tez çalışması çalışmaları ile yürütülecektir. Bu projeye göre mecmualar şu şekilde çalışılacaktır: “a. Önce bir komisyon marifetiyle kataloglar taranarak mecmua-i eş’ârların, cönklerin ve diğer mecmûaların yer ve numaraları tespit edilecektir. 19 Gıynaş, a.g.m, ss. 245-260. 20 Snjezana Buvoz, “Osmanlı’da Karışık İçerikli Mecmûalar: Bir Başka Arşiv”, Mecmûa: Osmanlı Edebiyatının Kırkambarı, İstanbul: Turkuaz Yayınları, 2012, s. 41. 9 b. Tespit edilen mecmua ve cönkler tek tek görülerek alanla ilgili olmayanlar, kataloglara sehven mecmûa olarak girilenler veya başka sebeplerle uygun görülmeyen nüshalar ayıklanarak proje dışına çıkarılacaktır. c. Tespit işlemi tamamlandıktan sonra bir format belirlenerek bütün öğrencilere o format üzerinde çalışma yaptırılacaktır. d. Kesin olarak sayısı bilinmemekle birlikte çalışılmaya değer azamî 4 bin civarında mecmûa olduğu görülmektedir. Bir başka öngörü ise, bu projeye en kötü ihtimalle otuz üniversitenin katılcağı ve her üniversiteden yılda takriben beş öğrencinin mecmûa çalışacağıdır. Mecmûaların hacmi de gözetilerek bir öğrenciye ortalama iki-üç bin civarında manzumenin tasnif ve dökümü tekâbül edecek şekilde verilecektir. Bu da bir öğrenciye yaklaşık dört-sekiz arası mecmûa verilmesi anlamına gelir ki, bu durumda yılda yaklaşık 180 tez çalışmasıyla bin civarında mecmûanın dökümü tamamlanacaktır. Normal şartlarda proje dört yılda, birtakım beklenmeyen olumsuzlukların ortaya çıkabileceği düşünülürse, kötümser bir yaklaşımla projenin ilk aşaması beş yılda tamamlanacaktır. İkinci aşamada, benzer şekilde cönkler ele alınacaktır. Cönkler çalışılırken, Türk Halk Edebiyatı uzmanlarının da projeye katılmasında yarar olacaktır. Önerilen modeldeki tasnif, yararlanma ve taramanın daha kolay ve pratik yapılması ve farklı uygulamalara yol açılmaması için bir tablo halinde yapılmaktadır. Tablodan önce taranan mecmûanın (yazma nüshanın) nüsha tavsifi yapılacaktır. Tablo, iki ana bölümden oluşacaktır. İlk tabloda şair mahlaslarının alfabetik sırası (Latin alfabesine göre) esas alınmıştır. Tablonun ilk satırında mecmuanın, bulunduğu kütüphanede kayıtlı adı (mecmûèa- i eşèâr, mecmûèatü’l-eşèâr, şiir mecmuası, cönk vs.) ile yer ve numarası (Millî Kütüphane Yz. A 4226 gibi) yer alacaktır. Diğer satırlarda, -her satır bir şiire ayrılmak üzere- şu bilgilerin bulunduğu yedi sütun bulunacaktır: 1. sütunda: Sayfa/yaprak numarası 2. sütunda: Şairin mahlası 3. sütunda: Matlaè beyti (Musammat ise ilk bend) 10 4. sütunda: Nazım şekli/ birimi 5. sütunda: Nazım türü 6. sütunda :Vezni 7. sütunda: Açıklamalar”21 Mecmûaların, edebiyat ve kültür tarihine olan katkılarını şu şekilde sıralamak mümkündür: 1. Mevcut kaynaklarda ismi zikredilmeyen yahut unutulmuş şairlerin şiirlerini mecmûalarda bulmak mümkün olabilmektedir. 2. Şairlerin bilinmeyen veya divanlarında mevcut olmayan şiirleri mecmûalarda bulunabilmektedir. 3. Şairlerin divanlarında bulunan şiirlerinin farklı hallerini, fazla veya eksik olan beyitlerini, farklı nüshalarını mecmûalar vasıtasıyla görmek mümkündür. 4. Mecmûalarda, var olduğu bilinmekle beraber nüsha tespiti sağlanamamış eserlerle de karşılaşılabilmektedir. Bilhassa mevlid, şehrengîz, mi’râciye, yüz hadis, bazı mektup risaleleri gibi çok uzun olmayan türler, bu mecmûalar arasında bulunmaktadır. 5. Mecmûalarda, kimi zaman müelliflerin biyografileri ile alakalı mühim bilgilerle karşılaşılabilmektedir. Mesela vefat tarihi net olarak bilinmeyen bir şairin vefatına dair kaleme alınmış ve tarih düşürülmüş bir manzume vasıtasıyla bu tarih netleşebilmektedir. Yahut derkenarlara düşülen notlar, başlıklar da şaire dair malumatlar verebilmektedir. 6. Bazı şiir mecmûalarında, şairin kendi şiirleri haricinde teberrüken başka şairlerden alıp eserine dahil ettiği manzumeler de bulunmaktadır. Derleyeninin de şair olduğu bir mecmûa, edebiyat araştırmalarına büyük katkı sağlamaktadır. 7. Mecmuların bazıları, kendileri de şair olan yahut şiir sever kimseler tarafından derlenmektedir. Derleyeni belli olan mecmûalara bakarak, o kişinin şiir zevki incelenebilmektedir. Keza, o dönemde hangi aruz kalıplarının, nazım şekil ve 21 Detaylı bilgi için bkz: Kuru, Mecmûaların İçine, Edebiyatın Dışına Doğru”, Eski Türk Edebiyatı Çalışmaları VII-Mecmûa: Osmanlı Edebiyatının Kırkambarı, ss. 411-431. 11 türlerinin yaygın olarak benimsenip kullanıldığı da mecmûa incelemeleriyle ortaya konabilmektedir. 8. Mecmûalar incelendiğinde, çoğu mecmûanın muhtevasında edebiyat harici konuların, çeşitli evrad ve zikirlerin, ilaç tariflerinin, müstakil matla ve müfredlerin, tasavvufi hal ve ıstılahların, ilme, tarihe ve topluma dair notların bulunduğu görülmektedir. Dolayısıyla yalnız edebiyat araştırmalarını değil; tasavvuf, halkbilim, sosyoloji, dinler tarihi, kültür tarihi, psikoloji gibi pek çok muhtelif bilim dalını da yakından ilgilendirmektedir. Bu mecmûalar irdelenerek Türk milletinin tarihi ve kültürel anlayışlarına dair malumatlar edinilebilmektedir.22 2. BURSEVÎ’NİN FEVÂİD MECMÛASI Tezimizde konu olarak, şekil ve muhteva yönünden incelediğimiz bu mecmûa, Bursa İnebey Kütüphanesi Genel No: 87’de kayıtlı olup, müellif nüshasıdır. Bursevî, esere bir isim vermediğinden ötürü, Bursa’daki kütüphane kaydında isminin Mecmûa-i Makâmât-ı Mûsîkî ve’l-Fevâid ve’l-Vâridât şeklinde geçmesi, bizde bu ismin kütüphaneciler tarafından verildiği intibâını oluşturmuştur. Evvelemirde, bu eserin ismi Sakıp Yıldız tarafından yanlışlıkla Vâridât-ı Kübrâ23 olarak zikredildiği ve kütüphane kayıtlarına da bu şekilde geçtiğinden, bazı karışıklıklara sebebiyet vermiştir. Eserin mensur kısmı Taner Çetin tarafından yüksek lisans tezi olarak Vâridât-ı Kübrâ ismiyle çalışılmıştır.24 Esere müellif tarafından isim verilmemekle birlikte, Ali Namlı’nın ifade ettiğine göre muhtevası dikkate alınarak, kütüphaneciler tarafından kütüphane kayıtlarına (Mecmûa-i Makâmât-ı Mûsîkî ve’l-Fevâid ve’l-Vâridât isminden önce) Mecmûatü’l- Fevâid ve’l-Vâridât ismiyle geçirilmiştir.25 Biz de eserin muhtevasını göz önünde bulundurarak, ağırlıklı olarak varidat ve de bunlara ilaveten muhtelif bilgiler ile notlar barındırması dolayısıyla, Mecmûatü’l-Fevâid ve’l-Vâridât ismini almayı uygun gördük ve çalışmamızda isim olarak Fevâid Mecmûası şeklinde zikrettik. 22 M. Fatih Köksal, “Şiir Mecmûalarının Önemi ve Mecmûaların Sistematik Tasnifi Projesi (MESTAP)”, Mecmûa: Osmanlı Edebiyatının Kırkambarı, İstanbul: Turkuaz Yayınları, 2012, ss. 417-421. 23 Bu eser, Vâridât-ı Hakkıyye ismiyle BEYBEK genel nr. 86’da kayıtlıdır. 24 Bkz.: Taner Çetin, Vâridât-ı Kübrâ, (Yüksek Lisans Tezi), Bursa: Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1999. 25 Namlı, a.g.e., ss. 191-192. 12 Fevâid Mecmûası, Bursevî’nin H. 1130 senesi sonları ile H. 1131 senesi başları arasındaki vâridâtları ile şiirlerini ihtiva etmektedir. Eserde kırk adet mûsikî makâmı ile alakalı fasl bulunmaktadır. Bu makâmların bulundukları varakların numaralarını gösteren bir fihrist de eserin baş kısmında (1b-2a) bulunmaktadır. Buna dayanarak, Fevâid Mecmûası’nın bir güfte mecmûası özelliğini de taşıdığını söylemek yanlış olmayacaktır. Kezâ, muhtevasına bakıldığında, aynı zamanda bir şiir mecmûası olduğu görülmektedir. Zîrâ şiir mecmûalarında yalnızca şiir bulunmayıp, çeşitli dualar, ilaç terkipleri, tarihler, bazı notlar, seyahat güzergahları, ebced hesapları vb gibi bilgiler de yer almaktadır. Bu tarz mecmûalar kütüphane kayıtlarına mecmûa-i eş’âr ve fevâid ismiyle geçebilmektedir. Bursevî’nin bu mecmûası da mezkur konuları ihtivâ etmektedir. Fevâid mecmûaları, müellifin fikriyatınca ehemmiyetli ve faydalı gördüğü bilgileri, notları, muhtelif şiirleri hâvidir. Dolayısıyla Bursevî’nin bu eseri, en genel hatlarıyla fevâid mecmûası, özelde de güfte mecmûası özelliğini taşımaktadır. Bursevî, Mecmûa’da kendi manzumeleri haricinde teberrüken Hüdâyi, Fazlî, Yunus Emre gibi başka şairlerin de şiirlerine yer vermiştir.26 Eserin tespit edebildiğimiz bir diğer nüshası Millet Kütüphanesi Ali Emiri Koleksiyonu 1182/18 numarada kayıtlıdır (AEŞry-1182/18). Müellif nüshasında, içinde hakâiku’l-hurûf isimli kısmın da bulunduğu 3a ile 19b arasındaki varaklar eksik olup, mezkur kısımlardaki eksik manzumeler müstensih nüshasından tamamlanmıştır. Müstensih nüshası on sekiz ayrı mecmûadan müteşekkildir ve bu nüshada Fevâid Mecmûası 71b-154b varakları arasında yer almaktadır. 2.1. TEŞKİL ÖZELLİKLERİ Bu kısımda öncelikle Fevâid Mecmûası’nın dış görünüşü Tertip Şekli alt başlığında ele alınarak genel itibariyle mecmûa düzeninden bahsedilecek; ardından Nazım Şekilleri ve Türleri alt başlığında Fevâid Mecmûası’nda kullanılan nazım şekilleri ve türleri üzerinde durulacaktır. Daha sonra ise şiirsellik bakımından mecmûada bulunan vezin, kafiye, redif gibi ahenk unsurlarından bahsedilecektir. 26 Bkz.: Manzume no: 18, 24, 70, 146, 200. 13 2.1.1. Tertip Şekli Fevâid Mecmûası, manzum-mensur karışık bir eserdir. İçinde bulunan ilâhi, gazel, müfred gibi muhtelif nazım şekilleri belli bir düzene göre sıralanmayıp, karışık bir şekilde kaleme alınmıştır. Bursevî’nin mutasavvıf bir şair olması ve bu mecmûanın varidatları hâiz olması dolayısıyla, mensur olarak yazılan varidatların kimi zaman daha sade bir dille yazılmış manzumeler tarafından açıklandığı görülmektedir. Bunun haricinde müstakil manzumeler, tarih manzumeleri, müfredler, kıt’alar da belli bir düzen olmaksızın mecmûada dağınık bir şekilde yer almaktadır. 2.1.2. Nazım Şekilleri ve Türleri Mutasavvıf bir şairi saz ve divan şairlerinden farklı kılan en belirgin husus; onun hem divan şiirinin hem de halk şiirinin nazım şekillerini kullanmış olmasıdır. Bunlar içerisinde beyit düzeniyle kaleme alınan divan şiirine has şekiller olduğu gibi, dörtlüklerle yazılmış saz şiirine ait şekiller de mevcuttur.27 Keza Fevâid Mecmûası’nda aruzla yazılmış dörtlüklere de rastlanmaktadır. Bursevî, Mecmûa’28da tespit edebildiğimiz kadarıyla tevhid, münâcaat, na’t, şefaatnâme gibi nazım türlerini kullanmıştır. 29 2.1.3. Vezin Şiirde en önemli ahenk unsurlarından biri, vezindir. Divan şiirinin dış unsurlarından olan aruz vezni ile halk şiirinde kullanılan hece veznini tekke şairleri başarılı bir şekilde kullanmışlardır. Bazı mutasavvıf şairler yalnızca aruz veznini kullanmayı tercih ederken, bazıları da hece ile yazmayı tercih ettikleri görülmektedir. Bursevî, her iki vezni de kullanan bir şairdir. Mecmûa incelendiğinde, buradaki manzumelerde aruzun Hezec, Recez, Remel, Münserih, Muzaâriè ve Hafif bahirlerinin kalıplarının kullanıldığı görülmektedir. Bunların içinde en çok remel bahrinin “Fâèilâtün Fâèilâtün Fâèilâtün Fâèilün” kalıbı ile hezec bahrinin “Mefâèîlün Mefâèîlün Faèûlün” kalıbı kullanılmıştır. Bu iki kalıp, şiirlerimizde en sık kullanılan kalıplardandır. Bazı manzumelerde ise birden fazla vezin 27 Bilal Kemikli, Sun’ullâh-ı Gaybî Dîvânı, İstanbul: H Yayınları, 2017, s. 76. 28 Bu aşamadan itibaren Fevâid Mecmûası bu isimle zikredilecektir. 29 Nazım şekil ve türlerine dair tablo, ekler kısmında bulunmaktadır. Bkz.: Ekler/ Ek-4. 14 kullanılmıştır (ör. 179a). Bir tane manzumede de vezin bulunmamaktadır (147b). Manzumelerin kimisinde aruz kusuru bulunmakla beraber, bu hataların bazıları metin tamiri usûşü ile düzeltilmeye çalışılıp, farklılıklar dipnotta belirtilmiştir. 2.1.4. Kafiye Edebiyatımızda şiirlerin en mühim ahenk vasıtalarından biri de kafiyedir. Şâirler, şiirlerde akıcılık, ritm ve ahenk sağlamak niyetiyle vezin ve kafiyeye ehemmiyet göstermişlerdir. Tekke şairleri hemen hemen kafiyenin her çeşidini kullanmışlardır. Bursevî ise Mecmûa’da yarım, tam, zengin ve cinaslı kafiyeyi kullanmıştır. Burada, Bursevî’nin kullandığı kafiye çeşitleri ele alınacaktır. 2.1.4.1. Yarım Kafiye Yarım kafiye, kafiyeli kelimelerdeki tek bir sessizin benzerliğine dayanan kafiyedir. Hÿ’yı bilen niçe muùavvel yazar Nüktelüdür muòtaãar-ı õikr-i hÿ Fetó-i ilÀhí aña ÀsÀn olur Kim bula Óaúúí ôafer-i õikr-i hÿ (82/4) Bezm-i èışķ u şevúe gel tÀ içesin ùolu úadeó Şol ḳadeó kim zÀéil olur úaùresinden ṣad teraó (40/1) Bu fenÀ bÀàına úondum Bir iki günde uãandum ÁşiyÀn-ı úudse döndüm El-vedÀè olsun sizlere (84/2) 2.1.4.2. Tam Kafiye Tam kafiye, en az iki sesin benzerliği ile oluşan kafiyedir. Bursevî, şiirlerinde bir sessiz ve bir sesliden oluşan tam kafiyelere yer vermektedir: 15 Maùlaè-ı ḫurşíd-i ġaybem sÀyedür èÀlem baña Secde eyler anuñçün sÀyeler her dem bana (37/1) Ey nesím-i raómetüñle açılur dillerde gül SÀàar-ı lebríz-i feyøüñle sürer demler gönül (85/1) Tecellí bÀàına girmek dilerseñ Óaúíúat güllerüñ dirmek dilerseñ CemÀli óaøreti görmek dilersen Uyan ey gözlerüm vaút-i seóerde (86/2) 2.1.4.3. Zengin Kafiye Bu kafiye, kafiyeli kelimeler içindeki en az üç sesin benzerliği ile oluşmaktadır. Bursevî, şiirlerinde zengin kafiyeye genişçe yer vermektedir: Ey Rasÿl-i ṣÀhibü’l-ÀyÀt u ehl-i muècize Ḳudret-i taṣdíḳ baḫş iden derÿn-ı èÀcize (51/1) èÁúil iseñ eyleme maèmÿr bu vírÀneyi N’idesin çünkim òarÀb-ÀbÀddur bu òÀneyi (90/1) Hÿ özge muèammÀdur MiftÀó-ı müsemmÀdur 16 Müstecmiè-i esmÀdur YÀ hÿ diyelüm èÀşıú (96/3) Her ne ṣafÀ kim gelür rÿy-i vefÀdan gelür Dil ki mükedder olur sÿ-yi cefÀdan gelür (49/1) Bir uzun sesli ile bir sesliden müteşekkil zengin kafiyeler de sıkça kullanılmıştır: Ey cebín-i maṭlaè-ı nÿr-ı mübín V’ey dehÀn-ı menbaè-ı feyż-i muèín (52/1) Çünki Óaḳ õÀt u ṣıfÀtı ile oldı feyø-pÀş Küllü sırrın cÀveõe’l-iåneyn sırrı oldı fÀş (53/1) äaórÀda Mecnÿnam revÀn DeryÀda Zünnÿnam hemÀn ÓÀlüm iden böyle yaman èIşú-ı ilÀhídür beni (117/4) Naḳş-ı tevóídi bulan mühr-i SüleymÀn istemez Belki fí nefsi’l-emr nefs-i dil ü cÀn istemez (43/1) 2.1.4.4. Cinaslı Kafiye Kafiyeli kelimelerde söylenişleri aynı olup anlamca farklı kelimelerin oluşturduğu benzerlikle meydana gelen kafiye çeşididir. Genellikle eş sesli kelimelerle cinas yapılmaktadır: 17 Dem-be-dem gözler seni gözler seni CÀn u dil dÀim seni özler seni Şol celÀlüñ niçe bir gizler seni Úıl tecellí yÀ İlÀhe’l-èÀlemín (27/2) Òoş-bÿy alur gülbün diken gülşende úalmaz bir diken DünyÀ òayÀl-i òºÀb iken bir şemè-i bídÀra döner (162/4) 2.1.5. Redif Bursevî, şiirde önemli bir ahenk vasıtası olan rediflerin pek çok çeşidini Mecmûa’da kullanmıştır: 2.1.5.1. Ek Redif Øaèíf görme SüleymÀn isen de ger mÿrı Ki bir úavínüñ olupdur o mÿr meémÿrı (11/1) Úuãÿr itme ùalebde gicelerde Òuãÿãan kim ola vaút-i seóerde Gerekdür dilde àayret himmet erde Tecellí iste MevlÀ’dan tecelli (15/3) 2.1.5.2. Kelime Redif Ne gelsün òalú-ı èÀlemden ki híç imdÀda gelmezler Meded hÀy öldüm AllÀh dir isen feryÀda gelmezler (163/1) Cümle eşyÀ õikr idüp dir her nefes her Àn hÿ 18 äıdú ile AllÀhu Rabbí ez-dil ü ez-cÀn hÿ (165/1) 2.1.5.3. Kelime Grubu Hâlinde Redif èÁşıḳ olan dÀéimÀ ol yÀri eyler Àrzÿ Hem-çü bülbül àonce-i gül-zÀrı eyler Àrzÿ (45/1) Niçe bir nÀr-ı elemde yanayın yÀ Rab meded CÀm-ı feyøüñ ãun baña tÀ úanayın yÀ Rab meded (164/1) 2.2. MUHTEVA ÖZELLİKLERİ Mutasavvıf bir şair olan İsmail Hakkî Bursevî’nin şiirlerinde öne çıkan muhteva, tasavvufî ve dinî konulara ağırlık veren bir hususiyet taşımaktadır. Bu sebeple muhteva, çalışmamızda başlı başına bir bölüm olarak Fevâid Mecmûası’nda Din ve Tasavvuf başlığı altında incelenmiştir. Ancak, muhtevanın büyük bir kısmını teşkil eden vâridât türüne ve Mecmûa’da bulunan mûsikî makâmlarına burada kısaca değinilecektir. 2.2.1. Vâridât Vârid, kulun bir kastı, dahli olmadan ansızın kalbine gelen mânâlardır. Vârid kimi zaman Allah’tan kimi zaman da ilimden yani şeriatten gelir. Vârid-i Hak Allah’tan gelen, vârid-i ilim ise şeriatten gelen vâriddir. Kalbe gelen mânânın amel edilip edilemeyeceği, bu vâridin nefsî mi yoksa melekî mi olduğuna karar verdikten sonra anlaşılır. Melekî vâridler, geride kişiyi Hakk’a yönelten, iyiye sevkeden, kalpte neşe ve sevinç uyandıran vâridlerdir ki bunlar vârid-i sürûr, vârid-i basttır. Nefsî ve şeytânî vâridler ise, kalpte kasvet, bulanıklık, sıkıntı bırakır ve kulu yanlışa, hataya davet eder. Bu da vârid-i hüzn, vârid-i kabzdır.30 Kâşânî, vâridi kulun bir dahli olmadan kalbine gelen manalar, düşünceler, feyz, ferahlık veya hüzün olarak tanımlar.31 30Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 2. b., İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2016, s.374. 31 Abdürrezzak Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, Haz. Ekrem Demirli, 4. b., İstanbul: İz Yayıncılık, 2015, s. 547. 19 Serrâc, Lüma’da vârid için “tecelliden sonra kalbe gelen ve kalbi kaplayan haldir. Tecellide insan fiilinin etkisi varsa da, vâridde yoktur çünkü tecelli vâridin başlangıcıdır” der.32 Hücvirî’ye göre vârid, “manâların kalbe hulûl etmesi ve girmesidir.”33 Kalbe vâridât geldiği zaman, nefs bunu anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır. Şayet ilâhi bir ihsana muhatap olursa, taşkınlık gösterir ve onun bu hâli alması ilâhi feyz ve lütufları kavrayacak idrake sahip olmamasından ileri gelir.34 İbn Atâullah İskenderî, Hikem-i Atâiyye’de vâridât ve ilhamla alakalı olarak şu şekilde malumat verir: Allah’ın kula feyz ve ilham vermesi, bunlarla Allah’a ulaşması içindir. Allah kula vârid ve ilham gönderir ki, bu vesileyle kişi nefsindenden, yabancılıktan sıyrılsın ve halkın kölesi olmaktan kurtulup, bunların tahakkümünden âzâd olsun, hür olsun, müşâhede âlemine seyrangâhlık etsin.35 Vâridâtı ifade etmek için hikmet, ilham, feth, keşf, mârifet, havâtır, müşâhede, mükâşefe, levâih, levâmî, bevâdih, tulûât, sünûhat gibi kavramlar da kullanılmaktadır. Bursevî de Mecmûa’da sünuh ifadesini kullanarak, varidata dair açıklamada bulunmakta, ruhun kapısının ancak Cenab-ı Hakk’ın lütfuyla açıldığını ve böylece mânâların derûna akıp geldiğini, bu ilmi herkesin idrak edemeyeceğini, ilâhî bir veçhesinin olduğunu ve doğrudan şerh edilmekle açıklanamayacağını ifade etmektedir: Dest-i luṭf ile açılsa der-i rÿḥ Çoḳ meèÀní ider derÿna sünÿḥ Gÿşiş-i sÀlik ile açılmaz Ḥaḳ’dan olur yine olursa fütÿḥ 32 Ebû Nasr Serrâc Tûsî, el-Lümaè, Haz. Hasan Kâmil Yılmaz, İstanbul: Altınoluk Yayınları, 1996, s. 335. 33 Hücvirî, Keşfü’l-Mahcûb, Haz. Süleyman Uludağ, 2. b., İstanbul: Dergah Yayınları, 2010, s. 442. 34 Nuran Döner, “İsmail Hakkı Bursevî’nin Kitâb-I Kebîr’i Ve Bursevî’de Vâridât Kültürü”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, S. 15 (2005), ss. 311-334. 35 İbn Ataullah İskenderî, Tasavvufî Hikmetler: Hikem-i Atâiyye, Haz. Mustafa Kara, 5. b., İstanbul: Dergah Yayınları, 2017, s. 28. 20 Metndür èilm-i ilÀhí-i muàlaú İdemez óall o metni degme şurÿó (56/1-3) Mecmûa’da Bursevî, kendisine muhtelif zaman ve mekânlarda gelen vâridleri îzâh etmiştir. Vâridler daha ziyade verade, ve gîle kelimeleri ile başlamaktadır. Bunun yanında hûtıbtü, raeytü, lâha, vekaa, temessele v.b. ifadelerle de başlayan vâridleri de mevcuttur. Bu vâridler, seher vaktinde, teheccüd vaktinde, tıraş olurken, abdest alırken, uykudan kalktığında yahut yatağında yatarken, dost meclisindeyken Bursevî’ye gelebilmektedir. Genellikle de bir âyet, hadis, kelâm-ı kibar, manzume, beyit ya da mısraya dair olmaktadır. Üzerinde çalıştığımız manzum vâridatlar ise, sunuhat kabilindendir. Vecd hâlinde dile geldiği için, coşkuludur. Mûsikîsi bu coşkunun içinde sır olmuştur. Bu bakımdan, manzumelerde bazı vezin kusurları olsa da, esas ahengi yok edecek nitelikte değildir. Bursevî, vâridât mefhumunu muhtevasında bulunduran ve bu hususta en fazla eseri olan müelliflerden biridir, vâridât türünde yaklaşık 22 tane eseri bulunmaktadır. 36 Çalışmamıza konu olan Fevâid Mecmûası da Bursevî’nin vâridâtlarını ihtivâ etmektedir. 2.2.2. Fevâid Mecmûası’nda Bulunan Mûsikî Makâmları Bursevî, muhtelif pek çok ilme dair fikri ve eseri mevcut olan bir mutasavvıftır. Bunlara ilaveten, mûsikî ile de alakadar olmuş, kimi zaman güfte mecmûası olma özelliklerini hâiz eserler kaleme almıştır. Mehmed Ali Aynî, Bursevî’nin terennümâta yani mûsikîye de çalıştığını, Aziz Mahmud Hüdâyî’nin pek çok ilâhisinin Bursevî tarafından bestelendiğini ifade etmiştir.37 Mecmûa’da kırk adet mûsikî makâmının ismi zikredilmektedir.38 Burada öncelikle makâm, makâmı oluşturan unsurlar, seyr, karar sesi, güçlü perdesi, inici-çıkıcı seyir gibi temel mûsikî nazariyat bilgisine dair terimlerden kısaca bahsedilecek, Mecmûa’daki makâmlar kategorize edilecektir. Makâm, lügatte durak, ayakta durmak, durum, yükselmek, rütbe gibi anlamlara gelmektedir. Mûsikî terimi olarak pek çok tanımı yapılmış olsa da, kavramı daha iyi 36 Namlı, a.g.e.., s.218. 37 Aynî, a.g.e., s. 40. 38 Bu makamlar ve içlerinde ihtiva ettikleri manzumelere dair tablo ekler kısmında bulunmaktadır. Bkz: Ekler/ Ek-4. 21 anlayabilmek için incelemeye makâmı oluşturan unsurlardan başlamak daha yerinde olacaktır. 1. Dörtlü ve beşliler: Muhtelif aralıkta ve aralıklarının dizilişi ile seslerin birbirine uzaklıkları farklı, tam olarak dört ya da beş sesten oluşan kalıplardır: “Çârgâh dörtlüsü, rast dörtlüsü, çârgâh beşlisi, rast beşlisi, hüseynî beşlisi gibi.” 2. Dizi: Bir beşli ile bir dörtlünün yahut bir dörtlü ile bir beşlinin ard arda gelişiyle oluşan, sekiz sesten müteşekkil kalıplardır. 3. Seyir: Dizide makâm oluşturmak amacıyla belirli kâidelere bağlı olarak gezinmeye denir. 3 türlüdür: Çıkıcı, inici ve inici-çıkıcı. Çıkıcı seyir; “durak perdesinden, durağın altındaki seslerden ya da durak civarından başlayan ve tiz perdelere doğru çıkıcılık gösteren seyir”dir. İnici seyir; “tiz durak veya civarından başlayıp pest seslere doğru inicilik gösteren seyir”dir. İnici-çıkıcı seyir; “güçlü civarından başlayıp inici ve çıkıcı olarak genişleyen seyir”dir. Makâm seyirleri icrada ve bestede ziyadesiyle ehemmiyet arz etmekte ve çoğunlukla “zemin, meyan, karar” isimlerinde olan üç ana bölümde teşekkül eder. Makâmların farklılaşmasında seyirlerin çeşitleri önemli bir etken olup, dizileri aynı olan “uşşak-bayâtî-ısfahan, nevâ-tâhir, hüseynî-muhayyer” gibi makâmlar seyirlerinin vasıfları dolayısıyla farklı isimler alırlar ve kimlikleri de farklıdır. 4. Donanım. “Dizilerdeki farklı aralıklarda yer alan, o makâma has olup kulakla ayırt edilebilecek çok küçük ses değişikliklerine sahip koma seslerinin gösterilmesine yarayan ve diyez, bemol adlarını alan değiştirme / ârıza işaretleri ve bunların eserin nota yazımında gösterilmesidir. Portede anahtardan hemen sonra konulan bu işaretlerden önce bemoller, sonra diyezler belirli bir sıraya göre ve ait oldukları nota çizgisi ve aralığının tam ortasından geçecek şekilde yazılır.” 5. Durak: Makâm dizisinde o makâma özel olarak kullanılmaya müsait olan en pest sestir. 6. Güçlü: “Makâmda en fazla duyurulan, süre olarak en uzun kalışların yapıldığı, basit makâmlarda dörtlü ve beşlilerin birleştiği, birleşik makâmlarda kimi zaman üçüncü derecenin de olduğu bir perdedir. Bazı makâmların özelliklerine göre birinci ve ikinci derecede güçlü perdelerinin olduğu da görülmektedir. Güçlü perdeleri, aynı zamanda makâmların birinci derecede asma karar perdeleridir. Hüseynî makâmının güçlüsü olan Hüseynî perdesindeki ısrarlı kalışlar, makâmın özelliğini ortaya çıkarmakta önemli bir rol 22 oynamaktadır. Makâmdaki kısa bir seyirden sonra kalışların yapılacağı ve önemle gösterileceği ilk perdedir.”39 7. Karar: “Mûsikî literatüründe âdeta noktalama işaretlerinin yerini tutan ve bir müzik cümlesinin sona ereceğini / erdiğini hissettiren karakteristik sesler ve perdelerdir.” Müzik sisteminde çeşitli kararlar bulunmaktadır. Makâmın en mühim perdesi olup, müziğin bittiğini belirten ses, tam karardır. Müziğin biteceğini hissettirmekle birlikte birkaç söz daha söyleneceğini, biraz daha devam edeceğini ifade eden perde, yarım karar/ muvakkat karardır. Karardan daha zayıf bitiş sesi veren ve makâmlara göre değişiklik gösteren birden fazla karar sesi de, asma karardır. Makâmın teşkilinde güçlü perdesi ve durak perdesiyle beraber, karar perdeleri de ehemmiyet göstermektedir. Makâmların yıllar içindeki şekillenmesinde bu mefhumların belirli bazı kurallarla bir araya gelmesi etkilidir. Bu tarifler doğrultusunda makâm şu şekilde tanımlanabilir: “Basit makâmlarda bir dörtlü ile bir beşlinin sıralı yahut sırasız olarak, birleşik makâmlarda ise birden fazla dörtlü, beşli ve dizinin kulağa en hoş gelecek şekilde birbirine eklenmesiyle oluşan dizi veya dizilerde o makâmın esas perdelerini teşkil eden durak, güçlü, asma karar ve kararlarla bunların üzerinde bulunan çeşniler belirtilerek belli bir seyir çeşidine uygun nağmeler meydana getirecek şekilde gezinmektir.” 40 Makâmlar, nazariyatta basit, birleşik ve şed (göçürülmüş) olmak üzere 3’e ayrılmaktadır. 41 Basit makâm: “Bir tam dörtlü ve bir tam beşliden meydana gelen, sekiz sesli bir diziyle özellikleri ifade edilebilen makâmlardır. Bu makâmlarda güçlü, dörtlü ve beşlinin birleştiği yerde bulunur. on ü adet basit makâm bulunmaktadır. Bunlar: Çargah, Bûselik, Rast, Uşşâk, Hicaz, Uzzâl, Hümâyun, Zirgüleli Hicaz, Nevâ, Hüseynî, Karcığar, Basit Sûznak ve Kürdî makâmlarıdır. Mecmûa’da bulunan basit makâmlar ise şunlardır: Çargah, Rast, Uşşâk, Hicaz, Uzzâl, Nevâ, Hüseynî. Bu on üç makâm dışında, yapıları itibariyle basit makâmlara benzeye dört adet makâm daha bulunmaktadır. Bu makâmlar; Bayâtî, Muhayyer, Tâhir ve Şehnaz Bûseliktir.”42 Mecmûa’da bu türde Bayâtî ve Muhayyer makâmları bulunmaktadır. 39 Gülçin Yahya Kaçar, “Türk Mûsikisinde Makâm”, İstem, S.11 (2008) s.145-158. 40 İsmail Hakkı Özkan, “Makâm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C. 27, 2003, ss. 410-412. 41 Detaylı bilgi için bkz.: M. Fatih Salgar, Türk Müziğinde Makâmlar, Usuller ve Seyir Örnekleri, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2017. 42 Özkan, “Makâm”, DİA, ss. 410-412. 23 Birleşik (mürekkeb) makâm: Yapısında çeşitli makâm dizileri bulunduran, bazıları hariç genellikle sekiz sesli bir diziyle ifade edilemeyen çok çeşnili ve çok dizili yapılardır.” Mecmûa’da mevcut olan mürekkeb makamlar şunlardır: Ferahfezâ, Irâk, Evc, Segâh, Bestenigâr, Ferahnâk, Nikriz, Acem, Sabâ, Nişabur, Isfahan, Şehnaz, Dügâh. Şed (göçürülmüş) makam: Bir makamın, kalıbı bozulmamak suretiyle asıl yerinden başka bir yere götürülmesi, taşınmasına, şed yapmak yani göçürmek denmektedir. Dolayısıyla, bir basit veya mürekkeb makâmın kendi durağından başka bir perdeye göçürülmesiyle elde edilen makamlar da, şed makamlardır. Bu makamlardan bazıları şunlardır: Mâhûr, Kürdîli Hicazkâr, Nihâvend, Zîrgûleli Sûznâk, Evcârâ, Acem Aşîrân, Sultânî Yegâh, Hicazkâr, Sûz-i Dil, Şedd-i Arabân (Şedarabân).43 Mecmûa’da ise Mâhûr, Nihâvend, Acem Aşîrân makamları bulunmaktadır. 43 M. Fatih Salgar, Türk Müziğinde Makâmlar, Usuller ve Seyir Örnekleri, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2017, ss. 111-155. 24 İKİNCİ BÖLÜM FEVÂİD MECMÛASI’NDA DİN VE TASAVVUF 1. DİN 1.1. İTİKAD 1.1.1. Allah İsmail Hakkî Bursevî, vahdet-i vücûd anlayışını benimsemiş, bu fikre mensup bir mutasavvıftır. Bursevî’ye göre, asıl var olan, bütünüyle mevcûd olan Allah’tır. Her şey Allah’tan tecelli eder. Yaratılanların her biri, Allah’tan bir iz taşır. Tüm kainatta, âlemlerde aslında her şey O’dur, mutlak var olan yalnızca Allah’tır: On sekiz biñ èÀlem içre dÀr hÿ deyyÀr hÿ Yerdeki seyyÀr hÿ vü gökdeki ṭayyÀr hÿ ŞÀh-ı èÀlem-gír hÿ vü şol vezír ü mír hÿ Bende vü ÀzÀd hÿ vü yÀr u hem aġyÀr hÿ (54/1-2) Bursevî, Allah ile yarattıklarının bir olduğunu yani yaratılanların Allah’ın nurundan bir nur olduğunu ifade eder, dolayısıyla hepsini bir görür ve bu hakikati âlemde herkesin bilmesini, anlamasını ister: ḤaḳkıyÀ bu Óaḳk u ḥalḳuñ ikisi bir nÿrdur Fehm ideydi sırrını bu ḥalḳ-ı èÀlem kÀş kÀş (53/5) Allah’ın isimlerinin sureti, âlemde tecelli etmiştir. Her bir yaratılanda Allah’ın isimleri, zâtı ve sıfatları gizlidir. Onlara hikmet nazarıyla bakıp tefekkür eden kişi, âlemde gizlenen bu esmâyı temâşa eder: 25 äÿret-i esmÀda seyr eyler tecellí èÀlemin Gizleyüp gözden müsemmÀ vechin ol Rabb-i àaní (94/2) Bursevî, kişinin kalp gözünün açılması ve Allah’a yaklaşması, O’nun tecellilerini ve hikmetlerini görebilmesi için gaflet uykusundan uyanıp bilhassa seher vaktinde uyanık olup bu vakitte esen tecelli rüzgarlarından (74b/1) bîgâne olmamasını öğütler: İsteyen óaøret-i Óaú’dan dídÀr La-cerem her seóer olur bídÀr Gözi açıúlara görinür yÀr Ey göñül òºÀb-ı àafleti úoyalum (5/3) Mecmûa’da muhteva bakımından tevhîd ve münacaat türünde manzumeler de mevcuttur. Bursevî’ye göre, hakikate ulaşmada yol, Allah’ın varlığına ve birliğine inanıp, bu birliği tasdik etmektir. Kişinin kullukta iyi bir makâma gelebilmesi, Allah katındaki itibarının yüce olması ancak tevhîd yolundan geçer: Nedür óaúíúate rÀh LÀ ilÀhe illallah Sebeb-i èizzet ü cÀh LÀ ilÀhe illallah (67/1) Tüm âlemde, kainatın işleyişinde ve bu düzenin aksamadan, bir karışıklık olmadan devam etmesinde yüce yaratıcının bir ve tek olması temel faktördür. Bursevî’ye göre, yaratılanların ruh ve bedenlerinin tek bir elden yaratıldığı, âleme bakıldığında görülmekte, Allah bu vahdet delillerini yarattıklarında göstermektedir: 26 Yerüñ gögüñ èimÀdı Cism ü cÀnuñ nihÀdı Tañrınuñ güzel adı LÀ ilÀhe illallah (67/4) Allah Rahîm’dir, kullarına çokça merhametlidir. Günahları, hataları bağışlayandır. Ve Allah Kerîm’dir, hazinesi çok geniştir, cömerttir. Bursevî, merhamet sahibi, lutf ve ihsanı sonsuz olan, Kerîm Allah’tan tevbe ve istiğfarla, günahlarından pişmanlık duyarak affını ummaktadır: Kerím AllÀh’um Raóím AllÀh’um èAfv it günÀhum EstaàfirullÀh Óaúúí günÀhkÀr áufrÀnuñ umar Dir leyl ü nehÀr EstaàfirullÀh (101/5-6) 1.1.2. Melekler 27 Melekler, halleri diğer yaratılanlardan farklı olarak nurdan yaratılmış varlıklardır.44 Kur’ân-ı Kerîm’de meleklerin vasıfları zikredilmiştir. Meleklere inanmaki iman esasları içinde yer almaktadır.45 Melekler, Allah’ın elçileridir46. Onlar, insanlardan önce yaratılmış, Allah ile muhatap olup, konuşurlar. Allah’ı hamd ile yüceltip, bütün noksanlıklardan tenzih ederler.47 Melekler, Allah’tan başka hiçbir ilahın bulunmadığına şehâdet ederler.48 Allah’a kulluk etmekten yorulmadan, gece ve gündüz, durmadan Allah’ı tesbih ederler.49 Allah’ın emriyle insanları korurlar.50 Melekler dişi yahut erkek değildir, onların bir cinsiyeti yoktur.51 Melekler Allah’ın emirlerine asla başkaldırmazlar, dâima O’na itaat ederler.52 Cebrâil(a.s), Mikâil(a.s), İsrâfil(a.s) ve Azrâil(a.s) isimlerinde dört büyük melek bulunmaktadır, bu meleklerin her birinin özel görevleri vardır. Bursevî, Mecmûa’da tesbit edebildiğimiz kadarıyla ismen yalnızca Cebrâil (a.s)’den bahsetmektedir. O’nu anlatırken Cibrîl, Cibrîl-i Emîn, Rûhu’l-Kuds, Tâèir-i Kudsî isimlerini zikretmiştir. Aşağıda, Cebrâil (a.s) ile alakalı bazı beyitler ele alınacaktır. 1.1.2.1. Cibrîl (a.s) Cibrîl (a.s), dört büyük melekten biri olup, ilâhî vahyi getiren melektir. Kur’ân-ı Kerîm’i Allah’ın emriyle, Müslümanları doğru yola iletmek, onları müjdelemek üzere Hz. Muhammed(a.s)’in kalbine indirmiştir.53 Cebrâil’in isminin Kur’ân-ı Kerîm’de bazı ayetlerde Rûhu’l-Kuds, Rûh, Rûhu’l-Emîn olarak geçtiği görülmektedir. Edebî metinlerde Cebrâil’in Allah’ın vahiylerini doğru ve eksiksiz bir biçimde Hz. Peygamber’e (a.s) getirmesi dolayısıyla Cibrîl-i Emîn, Rûhu’l-Emîn gibi isimlerle de anılmaktadır. Hz. Muhammed’e Miraç’tan dönüşte, Sidre-i Müntehâ’da (yedinci semâda) Cebrâil (a.s) görünmüştür. 44 Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, s. 705. 45 El-Bakara, 2/177, 285. 46 El-Hûd, 11/81-el-Meryem, 19/19. 47 El-Bakara, 2/29. 48 El-Âl-i İmrân, 3/18. 49 El-Enbiyâ, 21/20. 50 Er-Ra’d, 13/11. 51 Es-Saffât, 37/150. 52 Et-Tahrîm, 66/6. 53 En-Nahl, 16/102; eş-Şuarâ, 26/193. 28 Bursevî, Cebrâil ’in güvenilirliğinden bahsetmiş, Allah’tan aynı hasleti kendisine de nasip etmesini istemiştir: Çü virdüñ úalbüme tevfíú-i ilhÀm EmÀnetde çü Cibríl-i Emín it (112/4) Cebrâil (a.s), vahiy meleğidir, Allah’ın ilâhi vahyini O’nun emriyle Peygamber’e (a.s) indirmiştir. Bu vahye muhatap olup, Hz. Peygamber’in ümmetinden olmak, Müslümanların şânıdır. : VÀriå-i peyàamber olmaúdur çü şÀnı ümmetüñ Her nefes Rÿóu’l- Úuds vaḥy-i ÒudÀ eyler bana (30/4) İsmail Hakkî, Cebrâil’in makâmının Sidre olduğundan bahseder. Bu makâm, madde âleminde bilgisi bilinebilecek son makâmdır. Artık bu makâmın ötesindeki bilgi, gayb âlemine dairdir, yalnızca Allah katında malumdur. Bursevî, geçici dünya hayatındaki mutsuzluğunu, içine düştüğü durumu ifade edebilmek için Cebrâil’e (a.s) atfen Taèîr-i Kudsî ifadesini kullanmış, mânâ âleminde, bu derece yüksekteyken dünya âleminde oluşundan yakınmaktadır: Sidre iken cilvegÀhum ùÀéir-i úudsí gibi èÁlem-i nÀsÿt oldı ÀşiyÀnum Àò Àò (167/4) Bir nefesden nefs-i èÍsí buldı çün feyô-i óayÀt Mürdeyem Rÿóu’l-Úuds’den nefòa-i cÀn it naãíb (181/2) 1.1.3. Kitaplar Mecmûa’da, dört büyük semâvî kitap olarak bilinen Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân-ı Kerîm’den, yalnızca Kur’ân-ı Kerîm üzerinde durulmaktadır. Tekvîr Sûresi’nde Kur’ân’ın Allah katından Cebrâil (a.s) vasıtasıyla getirilen Allah kelâmı olduğundan bahsedilir.54 Kur’ân, bütün âlemlere, bilhassa hak yolda olup buna göre hareket etmek 54 Et-Tekvîr, 81/19-20. 29 isteyenlere bir nasihat, rehber ve uyarıdır.55 Son Peygamber Hz. Muhammed’e (a.s), bütün insanlık nâmına gönderilmiştir. Kur’ân’ın metni veciz ve eşsizdir, onun eşi ve benzeri yoktur. Onun azameti ve yüceliği, Haşr Sûresinde tasvir edilmiş, şayet Kur’ân’ın hükümlerinin bir dağa indirilmesi söz konusu olsa, o dağın bunu taşıyamayıp parçalanacağı, insanların da bu misallerden ders çıkarmaları gerektiği vurgulanmaktadır.56 Bursevî, Kur’ân’ın karşılığı olarak bir yerde Mushaf ve yine bir yerde de Ümmü’l-Kitâb kavramını kullanmıştır. Bursevî, Allah’tan azîz Kur’an’ın azameti hürmetine bağışlanmayı istemekte, Allah’ın merhametini ummaktadır: Naôm-ı ÚuréÀn-ı èaôímüñ óürmeti MaènÀ-i òulú-ı Kerímüñ óürmeti Dürr-i nÀ-yÀb-ı yetímüñ óürmeti Meróamet úıl meróamet ey pÀdişÀh (16/5) Kişinin imânının tam ve hakkîyla, sağlam bir şekilde bulunması ancak Kur’ân’a uyarak, ondaki emir ve hakikatlere kulak vererek mümkündür. Zîrâ Kur’an’sız bir îman, ziyan olacaktır: Eşkle yüzüñ yuya gör İmÀm-ı èışḳa uya gör Sırr-ı ÚuréÀn’ı ùuya gör Virme ímÀnuña ziyÀn (32/3) 1.1.4. Peygamberler 55 Et-Tekvîr, 81/27-28. 56 El-Haşr, 59/21. 30 Peygamber kelimesi, Farsça kökenli olup, “haber getiren, haberci” manasındadır. Kur’ân-ı Kerîm’de peygamber kelimesini ifade etmek için “rasûl, nebî, Mürsel kavramları da kullanılmıştır.57 Peygamberler, Allah’ın emir ve yasaklarını, hükümlerini insanlara haber veren elçilerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de bütün peygamberlerin kendilerine uyulması, dolayısıyla model alınmaları için gönderildiği belirtilir.58 Bursevî’nin Mecmûa’da zikrettiği Peygamberler; Hz. Muhammed (sav), Hz. Âdem, Hz. İbrâhim, Hz. İsmâil, Hz. Yâkûb, Hz. Yûsuf, Hz. Mûsâ, Hz. Îsâ, Hz. Lokmân, Hz. Hızır, Hz. Yûnus, Hz. Süleymân, Hz. Şît, Hz. İdrîs, Hz. Nûh’dur. Aşağıda, ismi geçen Peygamberlerle alakalı bazı beyitler ele alınıp açıklanacaktır. 1.1.4.1. Hz. Muhammed (a.s) Hz. Muhammed, Allah tarafından gönderilen son peygamberdir,59 Hâtemü’l- Enbiyâdır. O, bütün insanlara ilâhi mesajları iletmek, ikaz edici ve müjdeleyici olmak suretiyle gönderilmiştir.60 Diğer peygamberler yalnız kendi kavimlerine gönderilmişken, Hz. Muhammed, tüm insanlara ve âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.61 Hz. Muhammed, yaşantısıyla, ahlakıyla insanlara örneklik teşkil etmiştir.62 O’nun sünneti ve hayatı bilinmeden, Kur’ân-ı Kerîm’in hakkıyla anlaşılması söz konusu değildir. Kulların Allah tarafından sevilmesi, günahlarının bağışlanması, Allah’a olan bağlılıklarını gösterebilmeleri, Hz. Muhammed’e ve sünnetlerine uyarak, onun prensiplerini şiâr edinerek mümkün olabilir.63 Edebiyatımızda Hz. Muhammed (a.s), yaşantısı, ahlâkı, şemâili, hadisleri, mucizeleri, İslâm’ı anlatma ve yaşama mücadelesi ile ilham alınan temel kaynaklardan biri olmuştur. Pek çok şâir Hz. Muhammed’i konu edinerek na’tlar kaleme almıştır.64 Bursevî Mecmûa’da Hz. Muhammed’i Mustafa, Ahmed, Rasûlallâh, Habîbullâh, Şâh-ı Dîn, Nebî, Dost gibi ifadelerle zikretmiştir. 57 Yusuf Şevki Yavuz, “Peygamber”, DİA, 2007, C. 34, ss. 257-262. 58 En-Nisa, 4/64. 59 El-Ahzâb, 33/40. 60 Es-Sebe, 34/28. 61 El-Enbiyâ, 21/107. 62 El-Ahzâb, 33/21. 63 Âl-i İmrân, 3/31. 64 Bilal Kemikli, Sunèullâh-ı Gaybî Dîvânı, 1. b., İstanbul: H Yayınları, 2017, s. 110. 31 Nübüvvetten önce de ahlâken en güzel olan, O’ydu. Müşrikler dahi mallarını kendisine emaneten bırakacak kadar O’na güvenirlerdi. Sadakatli ve dürüsttü. Halk, tüm bu güzel hasletlerin kendisinde toplanması sebebiyle O’na Muhammedü’l-Emîn sıfâtını lâyık görmüştür. Emîn, sözlükte “güvenilir, ihanet etmeyen, vefâkar, başkalarından korkusu olmayan” manalarına gelmektedir.65 Kur’ân-ı Kerîm’de Allahu Teèâlâ Hz. Muhammed’i (a.s) âlemlere rahmet olarak gönderdiğini ifade etmiştir.66 Bursevî, doğrudan âyetin metninin bir kısmını alarak lafzen iktibas yapmış, Hz. Peygamber’in (a.s) vaadinde sadık oluşundan, güvenilirliğinden ve âlemlere rahmet olarak gönderilişinden bahsetmektedir: Vaãf-ı Aómed’de didiler ãÀdıúu’l-vaèdi’l-emín مصطفى ماجاء اّال رحمة للعالمين67 (166/1) Hz. Muhammed (a.s), resul olması dolayısıyla birtakım sırlara mazhar olmuştur.68 Bunların başında şüphesiz ki Kur’ân-ı Kerîm gelmektedir. Kur’ân’da herkesin idrak edemeyeceği müteşabih ayetler mevcuttur. Bu âyetlerin açık mânaları ise Hz. Muhammed’e (a.s) izhâr olmuştur. Kezâ, bu derûnî mana ve sırların anlaşılması ve dahi uygulanması, gönül ehli zâtların, velîlerin nasibidir. Bu sırlar Hz. Peygamber’e verilmiş, onların sureti ise bu zâtların yüzünde suret bulmuştur: Her sırrı ki vaøè eyledi AllÀh nebíde Gösterdi anuñ ãÿretini rÿy-ı velide (119/2) Hz. Muhammed (a.s), Allah’ın nazargâhıdır. Allah’ın isimlerinin tecellilerini üzerinde en güzel taşıyan, Hz. Muhammed’dir. Bursevî, Hz. Muhammed’den şefaat istemekte, O’nun gönülleri feyzle dolduran, kalpleri ferahlatan bakışıyla, şefaatiyle 65 Hüseyin Algül, “Emîn”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, C. 11, s. 111. 66 El-Enbiyâ, 21/107. 67 Mustafa ancak âlemlere rahmet olarak gönderildi. 68 Et-Tahrîm, 66/3. 32 Allah’ın azabının, Celâli’nin merhamet ve affına yani Cemâli’ne tebdil edeceğini ifade etmektedir: Ey naôar-gÀh-ı ÒudÀ-yı õü’l-cemÀl Úıl naôar bu bende-i bí-çÀreye Áb-ı rÿyuñla CemÀl olur CelÀl Úıl şefÀèat işbu yüzi úaraya (232/1) Hz. Muhammed (a.s), yaşantı ve kulluk cihetiyle en üstün olandır, yaratılmışların en hayırlısıdır. Ve kendisine Allah tarafından hüküm koyma yetkisi verilmiş, O’na itaat etmenin gerekliliği Kur’an’da belirtilmiştir. Sünnetine uymak, O’nun düsturları doğrultsunda bir hayat sürmek, kişiyi doğru yola sevk edecektir. Bursevî, Hz. Muhammed’in (a.s) yolunun hizmetkârı olduğunu ifade eder: Şerè-i pÀküñ Óaúú’a ùoàrı rÀhdur Sünnetüñ ùutmaú ne èÀlí cÀhdur Şeyò Óaúúí òÀdim-i dergÀhdur YÀ RasÿlallÀh yÀ òayra’l-verÀ (182/4) Bursevî, Mecmûa’da pek çok kez rüyasında Hz. Muhammed’i (a.s) gördüğünü ifade etmiştir. O’nun nur cemâlini gördüünden beri pervâne misâl ateşlerde yanmakta, aşkıyla âdetâ kendinden geçmektedir: Görelden pertev-i nÿr-ı cemÀlüñ Yanar pervÀneyem ol nÀra úarşu (87/3) Hz. Muhammed (a.s), âlemlerin kendisiyle şeref bulduğu, iftihar ettiği, Fahr-i âlemdir. Kâinat, O’nun nur yüzüyle parlamakta, aşkının ateşiyle yanmaktadır. Bursevî, Hz. Muhammed’e (a.s) hasrettir, dertlidir. Bu derdinden gönül bülbülü feryâd etmektedir. O’nun şefaatine nâil olmayı arzulamakta, günah ve hatalarının bu kurtuluşa engel olmamasını temenni etmektedir: 33 Ravøaña her dem olup óasret-nigÀh èAndelíb-i dil ider derd ile Àh Olmasun cürm ü günÀhum sedd-i rÀh El-emÀn ey Faòr-i èÁlem el-emÀn (152/3) Mihr-i rÿyuñla münevverdür zemín Şemè-i èışúuñla yanar çarò-ı berín Úıl naôar Óaúúí úula ey şÀh-ı dín El-emÀn ey Faòr-i èÁlem el-emÀn (152/5) 1.1.4.2. Hz. Âdem(a.s) Hz. Âdem, insanlığın ilk atası ve ilk peygamberdir. Kendisi Kur’ân-ı Kerîm’de ifade edildiği şekliyle âlemler üzerine seçkin kılınmış, soyundan peygamberler gelmiştir.69 Allah, ona eşyanın ilmini vermiş, onu yüce kılmıştır. Allah’ın emriyle melekler Hz. Âdem’e secde etmişlerdir.70 İlk insan olan Hz. Âdem’in âyet-i kerimelerde topraktan yaratıldığı ifade edilmektedir.71 Kendisine eş olarak yaratılan Hz. Havva ile Allah’ın emri üzerine cennete yerleşmiş, oradaki nimetlerden istifade etmişlerdir. Ancak Allah orada bulunan bir ağacı kendilerine yasaklamış, o ağaca yaklaşmamalarını emretmiş, aksi takdirde ziyana uğrayacaklarını ifade etmiştir. Fakat onlar, şeytanın aldatmacasıyla nefislerine uyarak ağacın meyvesinden yemişler ve neticede cennetten yeryüzüne, dünyaya gönderilmişlerdir.72 Bursevî, manzumelerinde Hz. Âdem’in çamurdan yaratılması, cennetten dünyaya indirilişi ve meleklerin O’na secde edişi hususlarından bahsetmiştir. Bununla birlikte âdem ifadesiyle insanı, insanlığı, âdemoğlunu da kasdetmektedir. 69 Âl-i İmrân, 3/33-34. 70 el-Bakara 2/34; el-A‘râf 7/11; el-Hicr 15/29-31; el-İsrâ 17/61; el-Kehf 18/50; et-Tâhâ 20/116; es-Sâd 38/72-74. 71 Âl-i İmrân, 3/59; el-Hicr, 15/26; es-Sâd, 38/71. 72 El-Bakara, 2/35-36. 34 İnsanın asıl yurdu cennettir, asıl hayat ahiret hayatıdır. İçinde yaşadığı dünya bir misafirhane olup, onu tatmin etmemekte, istediği huzuru dünyada bulamamaktadır. Dünyada iken saraylarda da otursa gurbettedir, insana yaraşan, asıl mekânı olan cennettir: N’ider Àdem olan dünyÀ serÀyında oturmaúdan Aña cennet gibi ÀrÀm içün pÀkíze cÀ olmaz (75/3) … Didiler bí-òaberler bÀà-ı cennet kÿyuña beñzer Òaber virdi baña andan gelen Àdem yalandur bu (196) Bursevî, Hz. Âdem’in çamurdan yaratıldığına değinmektedir. Evet, insan bir su ve topraktan yaratılmıştır lâkin Allah’ın ihsanı, bereketi o insanın suretiyle devamlı olmakta, vücud bulmaktadır: Feyø-i ilÀhí ãÿret-i Àdemle devr ider Yabana atma Óaúúí ãaúın Àb ile gili (95/5) İnsan, mahluklar içerisinde en üstünü, şerefli olanıdır. Allah’ın esması insanın üzerinde tecelli etmektedir. O, Allah’ın süslü, güzel suretidir. Öyle ki, melekler kendisine secde etmiştir: Çü Àdem ãÿret-i zíbÀ-yı Óaúdur TecelliyÀta her yüzden eóaúdur (118/1) … Mükerremdür ki mescÿd-i melekdür Faøíletde şerefde müttefaúdur (118/5) 1.1.4.3. Hz. Şit, Nuh ve İdris (a.s) 35 Mecmûa’da bu Peygamberlerin hepsinin ismi tek bir beyitte geçmektedir. Bursevî, İdris ve Şit Peygamberlerin kendilerine mushaf gönderilmesi sebebiyle nebî olduğuna telmihte bulunur. Oysa Hz. Nuh’a ise Mushaf gönderilmemiştir ve kendisi nebî değil, rasuldur. Nuh Peygamber’in kavminde tufandan sonra sağ kalanlarla insanlık âdeta yeniden doğmuştur, yani Hz. Nuh insanlığın ikinci babası olarak kabul edilir. Bursevî, tahminimizce bu olaya atıfta bulunarak, Hz. Nuh’un nebî olmasa da, bu cihetle Hz. Şit ve Hz. İdris’ten önde olduğunu ifade etmektedir: Şít u İdrís oldı gerçi nebí Anları geçdi risÀlet ile Nÿḥ (56/6) 1.1.4.4. Hz. İbrahim(a.s) Hz. İbrahim, Kur’ân’da en çok bahsedilen peygamberlerdendir Âlimlerin âyetlerden yola çıkarak ifade ettiklerine göre, beş tane ülü’l-azm peygamber bulunmaktadır. Hz. İbrahim de bu peygamberlerden biridir. 73 Hz. İbrâhim’in lakabı Halîlullah’tır, Allah O’nu kendisine dost edinmiştir.74 Hz. İbrâhim’in kavmi putperest bir kavimdir. Allah Teèâlâ, Hz.İbrahim’e Cebrâil (a.s) vasıtasıyla dinini öğretip, onu kavmine peygamber olarak göndermiştir. Hz. İbrahim, vazifesi dolayısıyla kavmini uyarıp, kimi zaman da konuşamayan, ne yarar ne de zarar yapamayacak olan putların âcizliğini halka anlatarak onları hak yola davet etmiştir. Ancak kavmi, Hz. İbrâhim’in davetine kulak vermeyip, şirkte ısrar etmeye devam etmişlerdir. Bunun üzerine Hz. İbrahim, puthâneye giderek oradaki putları kırmış, netice olarak da kral Nemrud’un emriyle ateşte yakılmak suretiyle cezalandırılmıştır.75 Ancak, Yüce Allah’ın emriyle ateş Hz. İbrâhim için yakıcılığın aksine serinlik ve selametlik olmuş,76 onu yakmamıştır. Bursevî, Hz. İbrâhim ’den Halîl olarak bahsetmiş, O’nun ateşe atılıp oradan yanmadan, sağ salim çıkması durumuna telmihte bulunmuştur. Hz. İbrâhim’in çektiği 73 Ömer Faruk Harman, “İbrâhim”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2000, C. 21, ss. 266-272. 74 En-Nisâ, 4/129. 75M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, 11. b., Ankara: TDV Yayınları, 2009, ss. 147-158. 76 El-Enbiyâ, 51/69. 36 eziyetleri, sıkıntıları hatırlatarak, O’nun dik duruşu ve inancından taviz vermeyip tevekkülle içinde bulunduğu duruma sabretmesi neticesinde, ateşin gül bahçesine dönüştüğünü zikrederek, sıkıntılara katlanıp, sabredilince ancak feraha erileceğinden bahseder: Yanmayınca kül olınca Àteş-i miónetde sen Şol Òalíl-ÀsÀ selÀmetde gülistÀn isteme (110/3) 1.1.4.5. Hz. İsmâil (a.s) Hz. İbrahim’in Hz. Hacer’den doğma oğludur. Hz. İsmâil, babası Hz. İbrahim’in (a.s) ihtiyarlık döneminde ve Allah’tan salih bir evlat isteyerek dua etmesi neticesinde dünyaya gelmiştir.77 Peygamber olmakla şereflendirilmiş, diğer peygamberler gibi Hz. İsmâil’a da vahiy gönderilmiştir.78 Hz. İbrahim, Hz. İsmail belli bir yaşa geldiğinde O’nu rüyasında boğazladığını görmüş, bu hadiseyi Hz. İsmâil’e anlattığında, Hz. İsmâil bunun Allah’ın emri olduğunu ve emre itaat etmesi gerektiğini babasına söylemiştir. Böylece her ikisi de Allah’ın emrine teslim olmuş, bu hususta tereddüt edip, geri durmamışlardır. Bunun üzerine Allah, Hz. İbrâhim’e bir kurbanlık fidye vererek onu mükafatlandırmış, Hz. İsmâil de kurban edilmekten kurtulmuştur. Allah’a kayıtsız şartsız itaat ederek, imtihanlarını kazanmışlardır.79 Daha sonra, Hz. İbrâhim ile birlikte Kâbe’yi inşâ etmişler80 ve burayı tertemiz tutmakla emrolunmuşlardır.81 Bursevî, Hz. İsmâil’den tek bir yerde bahsetmiş, O’nun kurban edilmesi hadisesine telmihte bulunarak, kulluk ve ibadetleri yerine getirme suretiyle kemâle erip, imtihanların geçileceğini, nihayetinde Allah’a ulaşılacağını ifade etmiştir: Naôar eyle bugün kÀmil insÀna İresin ol yüzden tÀ ki RaḥmÀn’a İsmaèíl-veş Àḫir yatup ḳurbÀna 77 El-İbrâhim, 14/39; es-Sâffât, 37/100-101. 78 En-Nisâ, 4/163. 79 Es-Sâffât, 37/102-110. 80 El-Bakara, 2/127. 81 El-Bakara, 2/125. 37 Ne èaceb cÀnına úıyan bulunmaz (29/3) 1.1.4.6. Hz. Yâkub(a.s) ve Hz. Yûsuf (a.s) Hz. Yâkub, Hz. Yûsuf’un babasıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de ismi Yâkub ve İsrâil82 olarak geçmektedir. Hz. Yâkub’a Allah tarafından vahiy gönderilmiş, peygamber olduğu bildirilmiştir.83 Dedesi İbrahim (a.s) ve babası İshak (a.s) gibi Hz. Yâkub da kuvvet ve basiret sahibidir, ihlaslı, seçilmiş, hayırlı kimselerdendir.84 Hz. Yâkub’un on iki tane oğlu dünyaya gelmiştir. Bunlardan Hz. Yûsuf ile Bünyamin aynı anneden doğmadır. Hz. Yâkub’un oğulları, İsrailoğulları diye anılmaktadır.85 Hz. Yûsuf ve Hz. Yâkub’a dair malumatlar Kur’ân-ı Kerîm’de Yûsuf Sûresi’nde detaylıca işlenmektedir. Edebiyatımızda Hz. Yûsuf (a.s) güzelliği, kardeşleri tarafından kuyuya atılması ve oradan kurtuluşu, Mısır’a sultan olması, Yâkub’un (a.s) üzüntüden hastalanıp gözlerini kaybedişi ve Yûsuf’un (a.s) gömleğini kokladığında gözlerinin açılması gibi hadiseler işlenmiştir. Bursevî, Yâkub’un (a.s) yavrusuna olan sevgisini ve onu yitirmenin üzüntüsüyle nasıl içinin yandığını, bu uğurda nasıl perişan olduğunu zikreder. Aynı şekilde, âşık olan kişinin her türlü ayrılığa, hasrete, üzüntüye katlanması gerektiğini, bu hasret neticesinde ciğerinin dağlanmasını göze alması gerektiğini, ancak bu şekilde vuslata erebileceğini söyler: Gezer Yaèḳÿb olan Yÿsuf içün aġlayı aġlayı Düşer èışḳ odına dÀéim ciger dÀġlayı dÀġlayı (44/1) … Çekmeyen beytü’l-óÀzende mióneti Yaèúÿb-veş èÁúibet ol Yÿsuf-ı KenèÀn’a vÀãıl olmadı (111/2) 1.1.4.7. Hz. Mûsa(a.s) ve Hz. Hızr(a.s) 82 Âl-i İmrân, 3/93; el-Meryem, 19/58. 83 El-Meryem, 19/49. 84 Es-Sâd, 38/45-47. 85 Köksal, a.g.e, s. 264. 38 Mûsa (a.s), kendisine kitap gönderilen peygamberlerdendir. Hem İslâm’a hem de Yahudilik ve Hıristiyanlığa göre büyük bir peygamber ve liderdir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde ismi en çok zikredilen peygamberdir.86 Hızr’ın (a.s) ise -sıhhatleri tartışmalı olarak- Âdem’in (a.s) yahut Ays b. İshak’ın (a.s)oğlu olduğu veya İbrâhim’e (a.s) iman edip Babil’den O’nunla birlikte hicret edenlerden birinin ya da Fars bir babanın oğlu olduğu, İsrail oğulları hükümdarlarından İbn Emus’un zamanında peygamber olarak gönderildiği, hâlâ sağ olup Hac mevsiminde Hz. İlyas (a.s) ile buluştuğu rivayet edilmektedir.87 Kur’ân’da Mûsa (a.s) ile Hızr (a.s) kıssasından bahsedilmektedir. Kur’an-ı Kerîm’de bahsolunan Hızr (a.s) kıssası, tasavvufî muhiti ziyadesiyle ilgilendirmiştir. Zîrâ, tasavvufta önem arz eden irşad ve ilm-i ledün kavramları bu kıssada âdeta resmedilmiştir.88 Kıssada Hızr ’a Allah katından bir rahmet verildiği ve Allah tarafından Hz. Mûsâ’nın dahi bilmediği bir ilim (ledün ilmi) öğretildiği zikr olunur.89 Tasavvufî yorumlara bakıldığında, Hızır’ın (a.s) Hz. Mûsâ’ya rehberlik ettiği, böylece mürid-mürşid müessesesinin temsil edildiği ifade edilmektedir.90 Bursevî Mecmûa’da Hızr ’a verilen ledünni ilimden bahseder. Hz. Mûsâ’nın verilen bu ilme hayran olduğunu, ledünni ilmin Hızr’ın bilgisi dahilinde olduğunu vurgular: Ledünní èilmidür bu bunda Mÿsí’ler olur óayrÀn Anı tÀèlím-i Òıør ile bilenler var ise gelsün (105/3) Mecmûa’da Hızr ile birlikte âb-ı hayvân kavramı zikredilmiştir. Âb-ı hayvan ise,” sonsuz hayat veren su, can suyu” mânalarına gelir. Tasavvufî ıstılahta “evliyanın sözü, içenin asla fâni olmadığı aşk ve mahabbet çeşmesi” anlamındadır. Bu sudan Hızr ve Hz. 86 Harman, “Mûsâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2006, C. 31, ss. 207-213. 87 Köksal, a.g.e., s. 108. 88 Uludağ, “Hızır”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, C. 17, ss. 409-411. 89 El-Kehf, 18/65. 90 Süleyman Uludağ, “Hızır”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, C. 17, ss. 409-411. 39 İlyas’ın içerek ölümsüzlüğe sahip olduğuna inanılmaktadır.91 Âb-ı hayvâna âb-ı hayat, mâéul-bekâ, âb-ı Hızr da denmektedir. Bursevî, aşk ve şevk olmadan can suyuna ulaşılamayacağını, ancak hakiki mânâda muhabbet neticesinde âb-ı hayvânın arzu edilebileceğini ifade eder: Baãmayınca bezm-i èışúa vü şevúa óaúúÀní úadem Òıør elinden úatrece var Àb-ı óayvÀn isteme (110/4) 1.1.4.8. Hz. Yûnus (a.s) Hz. Yûnus, Hz. İlyas’tan sonra İsrâiloğulları’na peygamber olarak gönderilmiştir.92 Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Yûnus’un kavminin putperest olduğu, ilâhi davete icabet etmemeleri neticesinde Hz. Yûnus’un kavmine kızarak onları bırakıp gitmesi ve Allah’ın O’nu bir ders mahiyetinde balığın karnında, karanlıklar içinde tuttuğunda hatasını anlayarak pişman olması, Allah’ı teşbih etmesi ve balığın karnından Allah tarafından çıkarılışı anlatılmaktadır.93 Hz. Yûnus Kur’ân’da Zünnûn (balık sahibi) ismiyle de zikredilmektedir.94 Bursevî de Mecmûa’da Hz. Yûnus’tan Zünnûn olarak bahsetmiş, Hz. Yûnus’un denize atılıp balığın karnında bulunmasına telmihte bulunarak, içinde bulunduğu aşk derdini ifade etmiştir: äaórÀda Mecnÿnam revÀn DeryÀda Zünnÿnam hemÀn ÓÀlüm iden böyle yaman èIşú-ı ilÀhídür beni (117/4) … MÀhí-i èışú Àdemi iltiúÀm itmek nedür èArø idüp baór-i àama Zünnÿn olmaúdur murÀd (120/3) 91 Uludağ, T.T.S., s. 20 92 Köksal, a.g.e., s. 147. 93 Es-Saffât, 37/139-148. 94 El-Enbiyâ, 21/87-88. 40 1.1.4.9. Hz. Süleymân (a.s) Hz. Süleymân, Davud’un (a.s) oğludur. Hz. Süleymân’a krallıkla beraber peygamberlik de verilmiştir yani hükümdar-peygamberdir. Kur’ân-ı Kerîm’de ifade edildiği üzere, Hz. Süleymân’a rüzgara emretme yetkisi verilmiş, böylece istediği yere o rüzgarla akıp gitmiştir.95 Cinler, kuşlar ve insanlardan müteşekkil askerleri mevcuttur. Kendisine kuş dili öğretilmiş, kuşlarla konuşmuştur.96 Allah’tan kendine has büyük bir hazine ve saltanat istemiş, Allah da bu duası karşılığında O’na istediklerini bahşetmiştir.97 Edebiyatımızda Hz. Süleyman, zenginliği, saltanatı, kuş dilini bilmesi, rüzgara hükmetmesi ve rüzgarla uzun mesafeleri kısa sürede katetmesi, mührü, sarayı, adaletli bir hükümdar olası, karıncayla konuşması gibi pek çok konuyla ele alınmıştır. Bursevî, ne kadar kudretli güçlü olunursa olunsun, kendinden daha âciz durumda olanı zayıf görmemek, küçümsememek gerektiğini Süleyman (a.s) ve karınca kıssasına telmihte bulunarak ifade etmiştir: Øaèíf görme SüleymÀn isen de ger mÿrı Ki bir úavínüñ olupdur o mÿr meémÿrı (11/1) Mecmûa’da Hz. Süleyman’ın kuşdiline vâkıf olup, onu anlaması hususuna telmihte bulunulmakla birlikte, kuşdilini anlamanın Hz. Süleymân’a has bir özellik olduğu vurgulanarak, aynı şekilde herkesçe anlaşılamayan, müphem mânâların, hallerin ancak kemâle ermekle, Süleymân olmakla idrak edileceği ifade edilmiştir: Manṭıḳu’ṭ-ṭayrı SüleymÀn olmayan fehm eylemez Remzi bilmez gerçi murġ u mÿr ider íhÀm-ı hÿ (33/3) Bursevî, Hz.Süleymân’ın uzun mesafeleri kısa sürede aşıp bir yerden başka bir yere rahatlıkla akıp gitmesine değinmiş, kendisinin de Süleyman’ın (a.s) tahta oturması gibi kürsüye geçtiğinde, bu şekilde meskeninin kimi zaman Şam kimi zaman Rum olduğunu söylemiştir: 95 es-Sâd, 38/36. 96 en-Neml, 27/17. 97 es-Sâd, 38/35-40. 41 Olalı Óaúúí òilÀfetle begüm kürsí-nişín Çün SüleymÀn gÀh Rÿm u meskeni gÀh ŞÀm olur (142/5) 1.1.4.10. Hz. Lokman (a.s) Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Lokmân’a hikmet verildiği ifade edilmiş,98 edebiyatımızda da Lokmân ve hikmet ifadeleri sıkça mütenasip olarak kullanılmıştır. Hz. Lokmân’ın Peygamber olup olmadığı hususu tartışmalı olmakla birlikte, hikmet sahibi, hakîm bir şahsiyet olduğu görüşünde ittifak edilmiştir. Hakîm olması, halk dilinde zamanla hekim kavramına evrilmiş, dolayısıyla eserlerde tabiplik yönüyle de sıkça zikredilmiştir.99 Bursevî, Rûhu’l-Mesnevî’de hakîm olan kişiyi şu şekilde ifade eder: “Hakîm, hikmet-i zevkiye sahibidir. Gerek ulûm-i resmiyeden behremend olsun, gerek ümmî olsun; pes bundan maadasına hakîm ıtlakı hakîkat değildir, hikmet-i bahsiye ehli ve emsâli gibi.”100 Kur’ân’da ifade edilmemesine karşılık, hadis kaynaklarında Hz. Lokmân’ın esmer tenli olduğuna dair rivayetler bulunmaktadır.101 Bursevî, Lokmân’dan (a.s) zenci olması ve hikmet sahibi olması hususlarıyla bahsetmiş, hikmetin tüm musibetlerin ilacı olduğunu ifade etmiştir: Nice zencí iken LoḳmÀn oldı rÿ-sefíd Àḫir Ki ḥikmet Àb-ı rÿy-ı ḫalḳ u dÀrÿ-yı devÀhídür (57/3) 1.1.4.11. Hz. Îsa (a.s) Hz. Îsa, kendisine kitap gönderilen peygamberlerdendir. Kur’ân-ı Kerîm’de Îsâ, Mesih, Meryem oğlu Îsa Mesih gibi ifadelerle zikredilmekte, Allah’ın kelimesi olduğu, Allah tarafından gönderilmiş bir ruh olduğu102, beşikte iken konuştuğu103, Hz. Muhammed’i (a.s) müjdelediği104, Allah’ın kulu ve rasûlü105 olduğu ifade edilmektedir. 98 El-Lokmân, 31/12. 99 Mustafa Uzun, “Lokman”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2003, C. 27, ss. 206-208. 100 Aynî, a.g.e., s. 127. 101 Köksal, a.g.e., , s. 230. 102 En-Nisâ, 4/171. 103 El-Meryem, 19/30-33. 104 Es-Saff, 61/6. 105 Âl-i İmrân, 3/61. 42 Edebiyatımızda Hz. Îsa babasız bir şekilde doğması, mucizeleri, ölüleri diriltmesi, körlerin gözünü açması, göğe yükseltilmesi ve gökten ineceği inanışı gibi hususlarda ele alınmıştır. Bursevî, Hz. Îsa’nın mehdi oluşu ve gökten ineceği hususuna telmihte bulunmuş, böylelikle yeryüzündeki ifsad ve bozulmanın önüne geçeceğini vurgulamıştır: Bir gün begüm devrÀn döner gökden yire èÍsí iner Mehdí úılıca el ãunar èÀlemde çoú putlar ãınar (162/1) Hz Îsa, Cebrâil’in (a.s) Hz. Meryem’e Allah’ın ruhundan üflemesiyle106 babasız bir şekilde doğmuş, can bulmuştur ve Allah’ın rûhudur, eseridir. Bursevî, Rûhu’l- Kuds’ün cân üflemesi hususuna telmihte bulunmuştur: Bir nefesden nefs-i èÍsí buldı çün feyô-i óayÀt Mürdeyem Rÿóu’l-Úuds’den nefòa-i cÀn it naãíb (181/2) 1.1.5. Âhiret Âhiret, kıyametin kopmasıyla başlayan öte dünya hayatı, ebedî hayat, hakiki dünya, ukbâdır. Îman esaslarından biri olan âhiret inancı, Mecmûa’da çeşitli yönleri ve kavramlarıyla ele alınmaktadır. Bu bölümde âhiret ve alakalı olduğu mefhumlar konu edilecektir. 1.1.5.1. Kıyâmet-Mahşer Mecmûa’da kıyâmet, rûz-ı ebed, rûz-ı hisâb, yevm-i kıyâme gibi ifadelerle ele alınan bu mefhum, dünya hayatının sona erip, âhiret hayatının başlamasını ifade etmektedir. Kıyâmet gününde herkes dünyada işlediği hayır ve şer fiillerin karşılığını görecek, işlediği kötülüklerin hesabını verecek ve onların kendisinden uzak olmasını dileyecektir.107 Allah’a imân edenler, Allah’ın rahmetiyle cennete vâsıl olacaklar; küfre sapanlar ise azâba gark olacaklardır. 106 El-Enbiyâ, 17/91; el-Hicr, 15/29. 107 Âl-i İmrân, 3/30. 43 Haşr, kıyâmet gününde yaratılanların Allah’ın huzurunda toplanmasıdır; rûz-ı mahşer de toplanma günüdür. Ebedî âleme geçiş sürecindeki bu aşama, Kur’ân-ı Kerîm’de kat’î bir hükümle bildirilmiştir, herkes bu hesaptan geçecektir: ÓaúúıyÀ rÿz-ı ebed óükm-i ezeldür görinen äanma levó-i úaderüñ naúş-ı metíni bozılur (83/5) … ÚıyÀmetler úopdı Óaúúí başuma Rÿz-ı óiãÀb oldı èışúuñ elinden (129/5) Bursevî, mahşer gününün dehşetinden emîn olmak maksadıyla Hz. Peygamber (a.s)’den şefaat istemekte, bundan mahrum olmamayı dilemektedir: YÀ RasÿlallÀh yÀ òayra’l-verÀ Giryeden çoúdur gözümde mÀcerÀ Óaúúí’i yarın şefÀèatle ara Girmesün maóşerde kimse araya (232/3) 1.1.5.2. Berzah Ölümden sonra kıyamete kadar geçen sürede ruhların içinde beklediği, dünya ile âhiret arasındaki âlemdir. Aynı zamanda, iki mertebe, iki âlem arasında bulunan ara âleme, mertebeye de berzah denmektedir. İnsan da yaratan ve yaratılan arasında bulunmakta, bir yönüyle madde âlemine, bir yönüyle de mânâ âlemine bağlanmaktadır.108 Bursevî’ye göre âşık olmadan, aşka bağlanmadan vuslata erilmez. Sâlih mü’min olmayan, dinden uzak olan kişi de nefsinin berzahında sıkışıp kalır: Menzil-i maúãÿda irmez peyrev-i èışú olmayan Berzaò-ı nefs içre úalur ùutmayan semt-i ãalÀó (60/4) 108 Uludağ, T.T.S, s. 73. 44 Bursevî, rûhun bedenden ayrılıp, berzah âlemine geçişine atıfta bulunur: Dem gelür dem kesilür rÿó-ı revÀnuñ üzilür èÁlem-i berzaòa şeh-bÀz-ı nigÀhuñ süzilür (83/1) 1.1.5.3. Cennet Dünyada iken imân edip sâlih amel işleyen kişilerin âhirette mükâfât olarak gönderilecekleri yerdir.109 Burada Allah o kullarından râzı, kullar da Allah’dan râzıdır.110 Kur’ân-ı Kerîm’de cennette sayısız nimetler olduğu ifade edilmekte, dünya hayatında tahayyül edilemeyecek güzellikleri hâiz olduğu anlatılmaktadır.111 Bursevî, aslolanın cennete gitmek olduğunu, bu dünya hayatının fânî ve geçici olduğunu ifade etmekte, insanın dünyada en güzel saraylarda yaşasa dahi hakiki saadeti bulamayacağını söylemiş, zîrâ ebedî güzellik, saflık ve mutluluğa ancak cennette vâsıl olunacağına dağinmiştir: N’ider Àdem olan dünyÀ serÀyında oturmaúdan Aña cennet gibi ÀrÀm içün pÀkíze cÀ olmaz (75/3) Gönül, güzele meyletmekte ve ebedî saadeti arzulamaktadır. Bu ise ancak cennette gerçek mânada idrak edilir. Kişi bir kere cennete, oradaki güzelliklere mazhar olduğu zaman, artık dünya hayatındaki fânî güzelliklere, nimetlere itibar etmez, artık dünyada nerede bulunduğunun bir önemi yoktur: Cennet-i dídÀra dÀòil olsa dünyÀda göñül Bir daòi ol ne burayı ne orayı n’eylesün (106/4) Kur’ân-ı Kerîm’de takva sahiplerinin içinde bulunduğu Me’vâ cennetlerinden bahsedilmektedir.112 Bursevî âşık-zâhid tiplerini mukayese ederken, âşığın mertebesinin 109 El-Bakara, 2/25 110 El-Mâide, 5/119. 111 Es-Secde, 32/17. 112 En-Necm, 53/15; es-Secde, 32/19. 45 zâhide göre çok daha yüksek olduğunu, zâhid cennete vâsıl olurken âşığın ru’yetullaha mazhar olacağını ifade etmiştir: ZÀhidüñ ÀrÀm-gÀhı Cennetü’l- MeévÀ ise èÁşıúuñ dídÀrÀ dek eyler teraúúí pÀyesi (107/4) Kul, iman edip salih amel işlemesi, mâsivâdan yüz çevirmesi ve dosdoğru bir Müslüman olması neticesinde cennetle mükâfatlandırılır. Bursevî, ebedî mekânın cennet olmasını, îfa edilen vazife ve amellere bağlamaktadır: Var ise yanuñda èamelüñden gül ü reyóÀn Úabre giricek meskenüñi cennet idersin (223/2) Cennet, Kur’ân’da Firdevs ismiyle de zikredilmektir. Firdevs; cennet bahçesi, bağ, bahçe anlamlarına gelmekte,113 edebiyatımızda bâğ-ı Firdevs, Firdevs-i âlâ, Firdevs- i berîn gibi ifadelerle kullanılmaktadır. Firdevs cenneti, envâi çeşit güzelliklerle donatılmış bir bahçe şeklinde tasvir edilmektedir. Bursevî, Allah’tan Firdevs cennetinin kapılarının kendisine açılmasını dilemekte, cennette Hz. Muhammed’in (a.s) ümmetiyle başında toplanacağı Kevser havuzunun suyundan, feyzinden istemektedir: Saña mihmÀn olayum aç bana Firdevs’e deri Kevåer-i feyøüñi ãun tÀ olam anuñla diri (126/2) 1.2. İBÂDET İbâdet, Kulun Allaha karşı duyduğu ta’zim ve sevginin neticesinde, O’nun rızası doğrultusunda yaşama çabası ve bu yolda yerine getirdiği davranışlar mânasına gelmektedir. Aynı zamanda Allah’ın hoşnut olacağı her türlü fiili yerine getirmek de bir tür ibadettir.114 Böylece hem gönüllerdeki îman kuvvet bulmakta hem de kulluk vazifesi yerine getirilmiş olmaktadır. İbâdet, üç amaç doğrultusunda yapılmaktadır. Bunlardan ilki, cennetle mükafatlandırılma ümidi ve cehenneme girme korkusuyla yerine getirilen 113 Bekir Topaloğlu, “Cennet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1993, C. 7, ss. 376-386. 114 Ferhat Koca, “İbadet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1999, C. 19, ss. 240-247. 46 ibâdettir. Diğeri, Allah’ın emirlerini yerine getirme çabasıyla yapılan ibâdet ve üçüncüsü ise Allah’a duyulan aşk, hürmet, bağlılık, celâl ve heybet ile yerine getirilen ibadettir ki, bu içlerinde en makbul olanıdır.115 Mecmûa’da ibâdet hususu amel, ihlas ile amel gibi kavramlarla işlenmektedir. Bursevî, ihlasla, samimiyetle ibâdet edip, amel işleyene Allah’ın çokça sevap vereceğini, âhirette onu mükâfatlandıracağını ifade etmektedir: Eyle iòlÀã ile èamel tÀ kim Vire ecr-i cezíl Rabbi şekÿr (76/2) Kulluk vazifesini yerine getirmek, herkesin yapması gereken bir sorumluluktur. Ve bu dünyada kim ne kadar ibâdet edip güzel amel işlerse, âhirette o derece mükâfatlandırılacak, yani ektiğini biçecektir: Herkese toòm-ı èamelden óiããesin virdi ÒudÀ Ol daòi ekdi vü maóãÿlin biçüp gitdi yine (128/4) Kelime-i Şehâdet, namaz, oruç, zekât, hac, İslâm’ın beş şartı olup, aynı zamanda yerine getirilmesi gereken belli başlı ibadetlerdendir. Bu bölümde Mecmûa’da zikredilen ibâdetler ele alınacaktır. 1.2.1.Kelime-i Şehâdet İslâm’ın beş temel esasından ilki olan kelime-i şehâdet, Allah’ın varlığına ve birliğine îman edip Hz. Muhammed’in (a.s) O’nun kulu ve elçisi olduğunu kalp ile tasdik ve dil ile ikrâr etmektir. Mecmûa’da tevhid ve vahdet konularının işlendiği yerlerde, nefy ve isbat unsuru olarak lâ ve illâ kelimeleri kullanılmaktadır. Nefy, sâlikin fiillerinin Allah’ın fiillerinde ifnâ olması hâlidir.116Kulun, alışkanlık olarak kendisinde bulundurduğu hükümleri terk etmesidir (mahv).117 Ve bu terk ettiklerinin yerine de ibâdetlerin hükmünü koyması ise, isbattır. Yani burada kelime-i tevhidin lâ ilâhe kısmı nefy, illallah kısmı ise 115 Uludağ, T.T.S., s. 179. 116 Uludağ, T.T.S, s. 234. 117 Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s. 492. 47 isbât olmaktadır. 118 Lâ karanlıkla, illâ ise nur ile bağlantılıdır. Zîrâ, lâ karanlığı kaldırır, illâ ise o karanlığı nur ile doldurur. Kul, Allah’ın varlığı ve birliğine şehadet ettiğinde, can bulur, kalbi, ruhu temizlenir, kederlerden emîn olur. Hakikat sırrına erer, mârifete mazhar olur: BÀà-ı dilde tÀze gül CÀm-ı revÀn içre mül PÀk olur dise göñül LÀ ilÀhe illallah (67/3) … Úomaz dil içre keder Áyineyi pÀk ider Nedür óakíúate der LÀ ilÀhe illÀ hÿ (68/2) 1.2.2.Namaz İslâm’ın şartlarından biri olan namaz ibâdeti, hicretten bir buçuk sene önce, Miraç gecesinde farz kılınmıştır. Namaz, çok ehemmiyetli bir ibadettir, İslam dininin temeli, direği olarak kabul edilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de namazın kişiyi kötülüklerden alıkoyduğu ifade edilip, dosdoğru kılınması emredilmiştir.119 Bursevî, namazı Allah’a yakınlık vesilesi olarak görmüş, Allah’ın kulunu huzuruna daveti olarak nitelendirmiş ve vuslata ermeyi dileyenin namaza icâbet etmesini söylemiştir: Óaúú’a úurbet diler iseñ Gel namÀza gel namÀza YÀra vuãlat diler iseñ 118 Kemikli, Sun’ullâh-ı Gaybî Dîvânı, s. 127. 119 El-Ankebût, 29/45. 48 Gel namÀza gel namÀza (20/1) … DergÀhına Rabb-i àaní Daèvet eyledi çün seni Sürüp mescide bedeni Gel namÀza gel namÀza (20/3) Namaz, bir ibâdet olmakla birlikte, Hakk’a yalvarmanın bir vesilesidir. Bursevî namazını edâ edip, Allah’ın huzuruna çıktıktan sonra, niyâzını da dile getirir: Görüp ol yÀri nÀz içre Ùurur Óaúúí niyÀz içre Olup úÀéim namÀz içre èİbÀdet ehli dervíşem (97/5) Bursevî’ye göre, namazı terk edenin varlığı can vermiştir, ölmüştür. Ve namazdan kaçıp uzaklaşan, Allah’tan da uzaklaşmış olur: Vücÿda terk-i ãalÀt ile yol bulur bu ölüm Úaçan teveccüh-i Óaú’da ôuhÿr ider òaleli (154/3) 1.2.3. Oruç Oruç, niyet edip imsak vaktinin girmesinden itibaren, güneş batana dek geçen sürede yememek, içmemek ve cinsel münasebette bulunmamak suretiyle yerine getirilen farz ibâdettir. Oruç, yalnızca fizîken aç kalmakla sınırlı olmayıp, nefsin de açlıkla terbiye edilmesine, nimetlerin tefekkür edilip, onları şükrünün edâ edilmesine de vesile olmaktadır. Dolayısıyla beden aç kalırken, ruh doymaktadır. Mecmûa’da oruç yalnızca bir yerde sâim ifadesiyle geçmektedir. Dervişler, her dâim ibâdet ve taatle meşgul olmakta, gecelerini uyanık olup namaz kılarak, gündüzlerini de oruç tutarak geçirmektedirler: 49 Yanup yaḳılurlar dÀéim Gice ḳÀéim gündüz ṣÀéim Gösterürler çoḳ èalÀéim Rÿmili’nüñ dervişleri (58/4) 1.2.4. Hac ve İlgili Mefhumlar İslâm’ın beş şartından biri de, Hac ibâdetini yerine getirmektir. Hac, Müslümanın belli kâidelere uymak suretiyle, Zilhicce ayında Kâbeye giderek, onu ziyaret etmesidir. Gücü yeten herkesin Kâbeye gidip Hac farizasını yerine getirmesi Allah tarafından emredilmiştir.120 Tasavvufî ıstılahta ise, Hakk’a vâsıl olmak için yapılan rûhi ve mânevi seyahattir. Sûfilere göre haccın esasları rûhi gerçeklerin birer sembolüdür. Gönlü Kâbe ile özdeşleştirmişler, gönlün tamirinin hac ile mümkün olduğunu ifade etmişlerdir.121 Kâbe Beytullah’tır, Allah’ın evidir. Aynı zamanda tüm Müslümanların kıblesidir, yöneldiği yerdir. Mü’minler tek bir yöne, Allah’a, Hû’ya yönelir, oraya aşkla gidenler şerefli olmakla müjdelenirler: Kaèbenün levóinde úalem-i BÀrí HÀ-i hüviyyetle çok oldı cÀrí VÀv-ı velÀyetle èÀşıú-ı zÀrí Mübeşşer olduàı òaberi geldi (98/3) Allah’ın beytine gönülden gitmek isteyen, bu yolun âşığı olan kişi, hacıdır. Her ne kadar meşakkatli ve yorucu olursa olsun, Allah’a kavuşma azmi, aşkı ve şevkiyle gayret edip muhakkak Kâbe’yi bulacak, ona ulaşacaktır: Kaèbe her úanda ise óÀcí olan bulur anı Vaãf-ı MevlÀ’yı işiden èÀzim-i dergÀh olur (155/3) 1.3. DİĞER DÎNÎ MEFHUMLAR 120 Âl-i İmrân, 3/97. 121 Uludağ, T.T.S, s. 150. 50 1.3.1. Îman Îman, bir şeye şüphede bulunmadan, doğruluğuna içten, kat’î olarak inanmak ve onu tasdik etmektir. Dînî literatürde ise, Allah’a ve Hz. Muhammed’e (a.s) Allah tarafından bildirilen hükümlerin hak olduğuna, kesinliğine samimi bir şekilde inanmak ve doğruluğunu tasdik etmektir.122 Bursevî, îmanın sağlam bir şekilde kalması, sarsılmaması için kişinin samimi bir şekilde, hatalarının farkında olup gözyaşı dökerek bu hâlini diri tutması, aşkla Allah’a bağlanması ve Allah kelâmına, Kur’ân’ın sırlarına kulak vermesi gerektiğini söylemektedir: Eşkle yüzüñ yuya gör İmÀm-ı èışḳa uya gör Sırr-ı ÚuréÀn’ı ùuya gör Virme ímÀnuña ziyÀn (32/3) Îman, kayıtsız şartsız inanma ve bağlanmadır. Dolayısıyla îmanlı kişi tevâzu sahibi olmalı, acziyetini bilmelidir. Kibre ve riyâya kapılan kişinin îmanından şüphe edilir. Îman elden giderse, kişi ibâdetlerini huşû ile yerine getiremez ve neticede Hakk’a vâsıl olmaktan mahrum kalır: Kibr ü kín erbÀbınuñ ímÀnı yoúdur ÓaúúıyÀ Her kimüñ ímÀnı yok iósÀna vÀãıl olmadı (111/5) 1.3.2. Küfr Küfr, îmanın zıddı olarak kullanılmaktadır. Kelime mânası inkâr etmek, örtmek olan küfr, tasavvufta tefrika ve kesret âlemini ifade etmektedir. Hakiki îman, kulun fenâfillâh mertebesine erişmesi, kesretin vahdete tahavvül etmesidir.123 Mecmûa’da küfrün fâili olarak kâfir ifadesi zikredilmektedir. Zâhid, aşkı anlama hususunda yeterli kâbiliyete sahip değildir, zîrâ aşk gönül işidir; oysa zâhid zâhirde takılıp 122 Lütfi Şentürk, Seyfettin Yazıcı, İslam İlmihali, 5.b., İstanbul: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2013, s. 38. 123 Uludağ, T.T.S., s. 224. 51 kalmıştır, aşk pek de ehemmiyet vermez. Tıpkı kâfirin îmana istidadı olmadığı ve îmanla şereflenmeyi istemediği gibi, zâhidin de aşkın künhüne vâkıf olup, onu anlaması beklenmemelidir: ZÀhid-i bí-ḳÀbiliyyet èışḳ u şevḳi n’eylesün Çünki istièdÀd yoúdur kÀfir ímÀn istemez (43/3) Şairimiz küfrü ifade etmek için inkar kavramını da zikretmektedir. Kul, Allah’a îmanı neticesinde yaratılmışlara ve âleme bakarak hayrete düşmekte, her defasında îmanı ziyadeleşmektedir. Oysa kâfir için bu harikulâde âlem inanması için yeterli olmamakta, yaratılmışlar üzerinde Allah’ın sanatını görüp, O’na ulaşmayı reddetmektedir: Kimi gördüm dir kimi óayretdedür Kimi inkÀr eyleyüp dir úanı hÿ (138/6) 1.3.3. Mîrâc Hz. Muhammed’in (a.s) Cebrâil (a.s) eşliğinde arşa çıkarak Allah ile görüşmesi mucizesidir. Rasûl-i Ekrem, Recep ayının yirmi yedinci gecesinde Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya, gelmiştir; bu seyahat, İsrâ hadisesidir. Buradan da Allah katına, Sidre- i Müntehâ’ya yükselmiştir; bu yolculuk da Mîrâc adını almıştır. Edebiyatımızda Mîrac hadisesini konu alan, hususi bir tür olarak da ortaya konan mièrâciyeler kaleme alınmıştır. Bu türün haricinde, bazı beyitlerde isrâ ve mîrâc kavramları zikredilmektedir. Tasavvuf dilinde mîrâc, ruhun yükselmesi ve mânevi seyahat şeklinde ifade edilmektedir. Buna nüzul-suûd yani iniş-çıkış denir. Hz. Âdem dünyaya indirilirken, Hz. Muhammed (s.a.v) arşa çıkarılmıştır.124 Bu hadiseleri Bursevî, insanın kendi iç dünyasındaki mièrâcını yaşaması şeklinde ele almaktadır. Mecmûa’da, Mîrâc hadisesinde zikredilen Burak isimli bineğe telmihte bulunarak, tıpkı Peygamber Efendimiz’in Burak ile Allah katına çıktığı gibi, Bursevî de mâna âlemine yükselmeyi temenni etmektedir: SüvÀr eyle BurÀúı èışk u şevúa İdelüm èÀlem-i mÀènÀya mièrÀc (74/4) 124 Uludağ, T.T.S, ss. 249-250. 52 1.3.4. Hayat ve Ölüm Diri, canlı olma, yaşama, canlılık mânalarına gelen hayat, doğum ile yaşamın sona ermesi arasında geçen süredir. Aynı zamanda Allah’ın sübûti sıfatlarından biridir. Hakiki anlamda hayat sahibi olma, kudreti ezeli ve ebedî olan Allah’a mahsustur. O’nun hayatı hiçbir şeye bağlı ve muhtaç olmadan, kendinden ve sonsuzdur. Yaratılanların diri ve canlı kalabilmesi, hayat sahibi olabilmesi bu hakiki hayata bağlıdır. Ölüm ise hayatın zıddıdır, dünya hayatının nihayete ermesidir. Tasavvufî düşüncede efdal olan, ölmeden önce ölmektir, yani kalpte Allah dışındaki bütün istekleri yok etmek, fenâ bulmaktır. Cismâni ölümden önce nefsini, nefsinin arzularını irâdi bir şekilde öldürerek, Allah’a vâsıl olmaktır. Böylece ebedî ruh canlanmış olur. Hak yolunda olmak, nefsini terbiye edip, ölmeden önce ölmek hayli meşakkatlidir. Kişi önce benliğini bir tarafa bırakmalı, fenâ makâmına ulaşmalıdır. Bu da uzunca bir seyr ü sülûk terbiyesi neticesinde mümkündür, istidat, sadakat, sabır gerektirir, güç bir iştir: ÓaúúıyÀ ehl-i fenÀ buldı beúÀ-i cÀvidÀn RÀh-ı Óaú’da ölmeden öñdin türÀb olmaú ne güç (228/5) Aşk, sâlikin sülûkundaki en önemli unsurdur. Zîrâ aşk ile kişi fenâ bulur, varlığı Allah’ta bu aşk ve muhabbet neticesinde birlenir. Aşkın neticesi şirkin ortadan kalkması, kalbin feyz ile dolmasıdır: Şirk-i vücÿdı úaldırur EvãÀf-ı nefsi öldürür Feyø ile úalbi ùoldurur Mevc ursa ger èummÀn-ı èışú (137/3) 1.3.5. Cinler Cinler, tıpkı melekler gibi duyularla ifade edilemeyen metafizik varlıklardır. Ancak meleklerden farklı olarak ateşten yaratılmışlardır ve insanlar gibi Allah’ın emir ve yasaklarına uymakla yükümlüdürler, Allah’a kulluk etmekle vazifelidirler. İnsanlarda olduğu gibi cinlerde de mü’min ve kâfir tâifesi bulunmaktadır. Hz. Muhammed (a.s) 53 İslâmiyet’i cinlere de tebliğ etmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de cinler cin, cân, cinne ifadeleriyle zikredilmiştir125 ve Cîn isminde de sûre mevcuttur. Bursevî, beyitlerde ins ve cânı yani insan ve cinleri birlikte zikreder: Gördi çün bu ṣÿret-i teşbíhi ṭutdı ins ü cÀn ḲudsiyÀn idüb naẓar maènÀya didi ḥÀş ḥÀş (53/4) … Ger melekdür ger felekdür ger olupdur ins ü cÀn Cümle-i maḥdÿd u maèdÿd endek ü bisyÀr hÿ (54/6) 1.3.6. Şefâat Kelime mânası aracı olmak, yardım etmek olan şefaatin terim anlamı, âhirette mü’min kulların affı ve bağışlanması için peygamberlerin ve kendisine bu hususta izin verilen kimselerin Allah’a niyazda bulunmalarıdır. Bursevî günahkar olduğunu, şayet günah, şefaat sebebi ise, en çok kendisinin buna ihtiyacı olduğunu ifade ederek Peygamberimiz’den şefaat dilemektedir: ŞefÀèat bulmaàa senden sebeb cürm-i günÀh ise Úamudan Óaúúí-yi mücrim eóaúdur yÀ RasÿlallÀh (116/6) Hz. Muhammed (a.s), Allah’ın en sevgili kulu ve rasûlüdür, nazargâhıdır. Şâirimiz, O’nun şefaati vesilesiyle Allah’ın merhametinin celb olunacağını ifade eder: Ey naôar-gÀh-ı ÒudÀ-yı õü’l-cemÀl Úıl naôar bu bende-i bí-çÀreye Áb-ı rÿyuñla CemÀl olur CelÀl Úıl şefÀèat işbu yüzi úaraya (232/1) 1.3.7. İlim 125 Ahmet Saim Kılavuz, “Cin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C. 8, 1993, ss. 8-10. 54 İlim, sözlükte “bilme, biliş, bir şeyin doğrusunu bilme, okuyarak öğrenilen bilgi;126 bir şeyin hakikat ve mahiyetini kavrayıp idrak etmek”127 manalarına gelmektedir. Yani burada konu yalnızca bilgiyi bilmek değil; onu anlamak, idrak etmek, ona dair olan incelikleri bilmek, bilinen şeye dair gizli ve açık kesin bilgiye sahip olmaktır. İlim, cehâletin yani bilgisizliğin zıddını ifade ederken de kullanılır. Tasavvufta ilim boyutuna gelindiğinde, ilme ziyadesiyle ehemmiyet verilmiş, sufinin cahil olamayacağı, şeyh olabilmesi için öncelikle ilimleri öğrenmiş olması gerektiği vurgulanır. Bursevî, bir şeyhin ya da sufinin halkı irşad edip onlara bir şeyler anlatabilmesi ve halkın kendisinden istifade edebilmesi için bu şeyhte bulunması gereken vasıflardan birinin de ilim olması gerektiğini zikreder. Eserlerine ve tarikat prensibine bakıldığında da Bursevî’nin âlim bir şeyh olduğu görülür. Tefsir, hadis, kelam, fıkıh, edebiyat gibi muhtelif pek çok ilme dâir eserler neşretmiş velûd bir müelliftir. Tarîki olan Celcetiyye de ilmiyle ön plana çıkan bir tarikattır. Bazı mutasavvıfların ilimleri incelerken, tasnif ettiği görülür. Bu tasnifler; aklî ilimler- naklî ilimler, ilm-i zâhir-ilm-i bâtın, ilm-i rüsum, ilm-i ledün, vehbî ilimler-keşfî ilimler, maddî ilimler- mânevî ilimler, yakîn ilmi…. şeklinde sıralanabilir. Sühreverdî de ilme’l- yakîn, ayne’l-yakîn ve hakka’l-yakînden bahseder. Bunlar, kişinin imanının mertebeleridir. Her mertebeye özel bir ilim mevcuttur ve bu ilimler kalple alakalıdır. Kalple alakalı ilimleri genel ve özel olmak üzere iki ciheti vardır. Genel olanı ilme’l- yakîndir ve hem zahir ulemaya hem de batın ulemaya ayândır. Özel olan ise yalnızca bâtın ulemasına hastır, zâhir ehli bu ilimden mahrumdur. Özel vasıflı iman bütün makamları ihtiva ederken, genel olanı dar kapsamlıdır. Yakîn mertebesinde müşahede neticesinde elde edilen ilim, ayne’l-yakîndir. Bu makamın da üstünde bir makam vardır ki o da hakka’l-yakîndir. Hakka’l-yakîn ilim, hakiki manada ahiret âleminde elde edilebilir. Bu mertebedeki ilimler en yüksek müşahede makamlarından elde edilir ve vicdânîdir. Dolayısıyla en kıymetli ilimdir. Zâhir ulema ilme’l-yakîn mertebesinde 126 Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, s.492. 127 Yusuf Şevki Yavuz, “İlim”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2000), 22: 108-109. 55 kalmış, ilimlerin künhüne vâkıf olamamıştır. Oysa sufiler, hakka’l-yakîn mertebesine erişmişlerdir. Bu mertebedeki ilim ancak yaşanarak bilinebilir, anlaşılabilir. 128 Bursevî, ilme’l-yakîni şeriat mertebesi, ayne’l-yakîni marifet mertebesi ve hakka’l-yakîni de kakikat mertebesi olarak nitelendirir. Zâhir ulemanın irşâdı ancak ilme’l-yakîn mertebesindedir yani hükümlerle alakalıdır.129 En yaygın ayrım ise zâhir ilimleri-bâtın ilimleri şeklinde yapılan ayrımdır. Bursevî de ilimleri bu şekilde ele almış, özellikle şeyhin ilm-i bâtına vakıf olması gerektiğini ifade etmiştir. Zira batın ilmi, şeyhin alimliğinin sağlamlığına ve ilimde mertebe katettiğine bir işarettir. Yalnızca ilmin zahirine vakıf olan mürşid, hakikatleri anlama ve aktarmada yetersiz kalır. Ancak bakıldığında velîler içerisinde ümmî olanların da bulunduğu görülür. İşte burada Bursevî, “Allah sana bilmediğini öğretmiştir”130 ayetini esas alarak, bu zâtlara ilmin Allah tarafından öğretildiğini ve Allah’ın cahille dost olmayacağını, olursa da ilmi ona öğreteceğini ifade eder.131 Şer’î hükümlerin herkes tarafından anlaşılan, açık, görülebilen, dış uzuvları ilgilendiren namaz, alışveriş, zekat, miras, oruç, hac gibi ahkam konularını içeren yönü ilm-i zâhir; manaları zâhir gibi açık olmayan, yalnızca belli kişiler tarafından idrak edilebilen iman, marifet, ihlas, kanaat, şükür gibi kalbe yönelik hükümlerin ilmine ise ilm-i bâtın adı verilir.132 İlm-i zâhire kesbî ilim/ilm-i rüsum; ilm-i bâtına vehbî ilim de denilir. Bu ilme rüsum ilmi de denmesinin sebebi, başlarda zühd anlayışıyla zuhur eden tasavvuf, bazı kesimler tarafından dış görünüş ve şekilcilikle bir tutulmuş, ilmin künhüne vukûfiyet göz ardı edilmiştir. İşte sufiler, zahire bu denli ehemmiyet veren rüsum ehlini eleştirmişler, gerçek aşk ve hakikate bu şekilcilikle, salt bilgiyle, aşk olmadan ulaşılamayacağını savunmuşlardır.133 Bu hususta Yunus Emre, dervişliğin kılık kıyafetle mümkün olamayacağını şu beytiyle ifade eder: “Dervişlik olaydı tâc ile hırka 128 Sühreverdî, Avârifü’l-meârif, s.70. 129 Namlı, İsmâil Hakkı Bursevî: Hayatı, Eserleri, Tarikat Anlayışı, s. 276. 130 En-Nisâ, 4/113. 131 Namlı, a.g.e., ss. 274-275. 132 Serrâc, el-Lüma’, s. 526. 133 Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, 13. Baskı, (İstanbul: İFAV Yayınları, 2017), 22. 56 Biz dahi alırdık otuza kırka” Gaybî de aslolanın mârifet olduğunu134 ifade ederek; “Tâc marifet tâcıdır Sanma gayrı tâc ola Taklid ile tok olan Hakîkatte ac ola” der. Zahir ve batın ilimleri bir bütündür, bunları birbirinden ayrı düşünmek yanlış olur. Sufiler, zahiri manaya çok önem verirler, ayetlerin zahir manalarıyla da amel ederler. Ancak bir de bu hükümlerin mahiyetini kavrayabilmek için gereken batınî manadan bahsederler. Her iki ilmin de kendine ait bir yorumu, anlayışı, hakikati ve naslardan sahih olduklarına dair delilleri mevcuttur.135 Allahu Teâlâ Lokman Sûresi’nde meâlen “Görmediniz mi? Allah, göklerdeki ve yerdekileri emrinize verdi. Size açık (zâhir) ve gizli (bâtın) nimetlerini bol bol ihsan etti.”136 buyurmaktadır. Sufiler burada batın yani gizli nimetleri yorumlarken ilm-i bâtını da bu nimetlerden saymışlardır. Zira batın ilmi herkese nasip olmamakla birlikte, kula riyazet, nefs mücahedesi, sabır, tefekkür, tevekkül, salih amel, takva neticesinde Allah tarafından verilir. Yani esasen Allah’ın kula bir ikramıdır. Gazâli de, bu batın ilminin Allah’ın bir sırrı olduğunu ve bu sırrın Hak dostlarına ayân olacağını ifade eder.137 Bir diğer âyet-i kerimede meâlen “ Orada kullarımızdan bir kul (olan Hızır’ı) buldular ki biz ona katımızdan bir rahmet (vahiy) ve ona tarafımızdan bir ilim(ledün) öğretmiştik.”138 buyrulur. Hz. Musa’ya peygamber olması dolayısıyla verilen ve insanlara irşad etmesi istenilen ilimler muamelatla, ahlakla alakalı bilgi ve hükümlerdir. Oysa 134 Bilal Kemikli, Sun’ullâh-ı Gaybî Dîvânı,İstanbul: H Yayınları, 2017, s. 187. 135 Serrâc, el-Lüma’, s. 549. 136 El-Lokman, 31/20. 137 Ferzende İdiz, “Tasavvufta İlm-i Zâhir-İlm-i Bâtın Anlayışı”, Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi 25 (2006), s. 238. 138 El-Kehf, 18-65. 57 Hızır’a verilen bilgi ise, hakikatleri ve hadiselerin sırrını, onların ardındaki hikmeti idrak edebilme bilgisidir.139 İlm-i zahir, kulun çabası, çalışıp-öğrenmesi neticesinde elde edilebilen aklî bilgiler iken, ilm-i bâtın buna ilaveten mücahede, amel, riyazet, taati de esas alır. Sûfiler nezdinde ilm-i batın ilm-i zahirden daha ehemmiyetlidir. Zira batın, zahiri kapsamakta, onun içermediği malumatları da barındırmaktadır, ona hükmeder. Zâhiri ameller bâtının bir neticesidir.140 Bu bâtın ilminin sözle ifade edilmesi mümkün olmamaktadır. İlm-i bâtın, sahih, sağlam bir iman ve halle gerçekleşir. Kalbin temiz olması, niyetin hâlis olması gerekir. Ve bu ilim, Allah’ın bir ihsanı ve ikramıdır, lütfudur.141 Zâhir ehli, kimi zaman bâtın uleması tarafından yüzeysel olmaları ve amel ve fiillerin zâhirine odaklanıp hikmetini göz ardı etmeleri bakımından eleştirilmiştir. Edebiyatımız incelendiğinde de, şairlerin bu zahid-sufi, tekke-medrese çatışmasını eserlerinde işlediği görülür. ZÀhid, hoca, molla, vâiz gibi ifadelerle de tavsif edilir. Bu tip, çevresine hep kınayıcı, küçümser şekilde bakıp eleştirir. Şekilcidir, kişinin dış görünüşü ve kabuğuna değer verir.142 Bursevî ise, ilimleri zâhir ve bâtın olmak üzere inceler. Kimi zaman zâhir ilmi için ilm-i rüsum; ilm-i bâtın için de ilm-i ledün ifadesini kullandığı da vâkîdir. Mecmûa’da143 bu ilimleri Câmi modeli üzerinde namaz örnekliğinde anlatmıştır. Bu şekilde, câminin iki minaresi, kubbesi, müezzin mahfili ve minber bulunmaktadır. Bu iki minareden biri zahir minaresi diğeri de bâtın minaresidir. Nasıl ki imam bütün cemaati namaza davet eder ve cemaat de bu davete namazı kılarak, rükünlerini yerine getirerek icabet eder. Namazın fiziki olarak kılınması, şer’î olarak emrin yerine getirilmesi bu ibadetin zâhiridir ve namaz kılan herkese malumdur. Ve bu kaideleri tüm cemaat yerine getirmelidir. Namaz dâvetini imam cemaatin tümüne yaptığı gibi, buna dâir malumat da yani namazın zâhiri bilgisi de 139 Serrâc, el-Lüma’, s. 551. 140 İbn Haldun, Şifâu’s-sâil, ss. 82-83. 141 Sühreverdî, Avârifü’l-meârif, s. 27. 142 Mine Mengi, Divan Şiiri Yazıları, 2. b., Ankara: Akçağ Yayınları, 2010, s. 265. 143 Bursevî, Mecmûatü’l-fevâid ve’l- vâridât, vr. 135a. 58 herkesçe bilinir. Oysa namazın rükünleri hâricinde bir de hikmet boyutu, ruhu, ihsan ciheti mevcuttur. Zîra, namaz Allah’ın huzurunda olmak, sanki O’nu görüyormuşçasına bu mertebeyi hissedip, böylece huzurda olmaktan huşû duymaktır. Dolayısıyla namaz, şeklî gerekliliklerini yerine getirmekle birlikte, bu şuur üzere düşünülüp edep ve ehemmiyet gösterilmesi gereken bir ibadet olur. Ancak bu derinlik, herkesin anlayabileceği bir hâl değildir. Namazın ardındaki hakikati ve marifeti ancak bâtın ehli idrâk edebilir. Namazı herkes kılar, şer’î hükmün zâhir kısmını herkes yerine getirir ancak mahiyetine dair bilgiyi herkes edinemez. İşte bu namazın hakikati de fıkhın bâtınî cihetini teşkil eder. Dolayısıyla bâtın ehli zaten zâhir ehlinin kıldığı namazı kılmaktadır, üstüne bir de namazdaki aşkı, derinliği, nefis terbiyesini, kötülüklerden alıkoyma yönünü de idrak eder yani namazı yaşar. Burada namaz için anlatılan düsturlar, tüm ibadet ve taatler için, eşyayı yorumlama, kâinatı okuma, ondan ibret almak için de geçerlidir. Namaz yalnızca şeklî olarak kılındığında, emir kısmı yerine getirilmiş olur, ancak mânâ kısmı eksik kalır. Kezâ, ilmin sadece zahiri olanı tahsil edilip bâtınına ehemmiyet verilmediğinde, tıpkı namazın idrakinin eksik kalması gibi, kâinatı anlamlandırması eksik kalır, kemâle ulaşması güçleşir. Bu ilimlerin ayân olması, kişinin hakikat mertebesine ermesi ise, nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesi ile mümkündür; seyr ü sülûk, şeriatin zâhirine eksiksiz riayet ve masivadan alakayı kesme neticesinde kemal mertebeye ulaşılıp, hakiki manada ilim olan bâtın ilmine vâkıf olunur. Hem zahir ilmin hem de bâtın ilmin temelinde iman vardır. Îman olmadan zâhiri ilmi elde etmenin de bir anlamı yoktur. Bu tasnif incelendiğinde, Bursevî bâtın ehlinin fehminin zâhir ulemadan ayrıcalıklı olduğunu ifade ettiği görülür. Yani bâtın ulemanın elde ettiği ilim, ulaştığı mertebe zâhir ehli tarafından idrak edilememektedir. Bâtın ulemasının diğerlerinin ulaşamadığı bir ilmi mevcuttur ve bu ilme ancak bâtın ulemasının hallerini yaşayarak anlayanlar ulaşabilirler. Bursevî, bâtınsız salt zâhirî ilmi tuzsuz sofraya benzeterek, irfanın ilimden önemli olduğunu, gönül bilgisinin akıl bilgisinden önde olduğunu ve gönülsüz aklın eksik kalacağını ifade eder: èİlm òºÀn-ı bí-nemekdür olmaz ise anda feyø Ey müderris n’idesin úÀli ki anda óÀl yoú (93/2) 59 Zâhir ulema, okudukları ilm-i resmî yani zahiri ilimleri iyi bir hocadan tahsil ederler, hatta alim derecesine yükselirler ancak Kur’ân’ı hakkîyla anlayıp idrak edebilmek için bu ilim yetersizdir. Dolayısıyla hakiki manada âlim de sayılmazlar. Zîrâ Kur’an yalnızca zahire, dışa dönük manaları ihtiva etmez, kalple anlaşılan, aklın yetersiz kaldığı hükümlere de sahiptir. İşte burada ilm-i zâhiri tamamlayan ilim, tasavvuftur, ilm- i bâtındır: Oúurlar èilm-i resmí dersini üstÀõdan dÀéim Bilürler gerçi her fenni velí ÚuréÀn’ı bilmezler (115/3) Esas olan, ilm-i ilâhidir, marifetullahtır. Yalnızca ilmin zahiriyle elde edilen bilgi kişiyi ihyâ etmeye yetmeyecektir: Yüri èilm-i ilÀhí dersin sen öğren bunda zírÀ kim SevÀd-ı lafô yarın ehl-i resmüñ yüzin aú itmez (204/2) 1.4. DÎNÎ VE TÂRİHÎ ŞAHSİYETLER 1.4.1. İmam-ı A’zam İmam A’zam Ebû Hanîfe, dört büyük Sünni mezhepten biri olan Hanefî mezhebinin kurucu imamıdır. Fıkıh, kelam, akâid sahasındaki ictihatlarıyla ehl-i sünnet akidesinin şekillenmesine katkıda bulunan, zemin hazırlayan âlimlerdendir. Bursevî, bir yerde İmam A’zam’a ismini zikrederek taltifte bulunmuş, medhiye kabilinde bir manzume kaleme almıştır. Bu manzumeden Bursevî’nin Hanefî mezhebine mensup olduğu sonucuna da varılabilir: Ben İmÀm-ı Aèôam’em ḫalḳ iútidÀ eyler baña144 Her müeõõin maḥfil üstünde duèÀ eyler bana (30/1) 144 Ali Namlı bu manzumeyi Bursevî’nin kendi kutbiyetini ifade etmek maksatlı yazdığını ifade etmiştir (bkz. Namlı, İsmail Hakkı Bursevî, s. 101). Biz de bu şekilde bir varsayımda bulunup, yorumlamayı uygun gördük. 60 Bendedür sırr-ı Muḥammed ṣalli yÀ Rabbi èaleyh èÁãıyÀn èafv-ı günÀh içün recÀ eyler bana (30/2) Ḳurb-ı sulùÀn Àdemi sulùÀn ider bu èÀleme N’ola dirsem ḫalḳ-ı èÀlem ilticÀ eyler baña (30/3) 1.4.2. Ebû Ali (İbn Sînâ) Felsefe, matematik, tıp, mûsıkî, astronomi, kimya, fizik gibi pek çok muhtelif alanda söz sahibi olan, eserleri ve ilmiyle nam kazanmış âlim şahsiyettir. İslam Meşşâi geleneğini sistemleştiren büyük filozoftur, tıp sahasında da meşhur bir hekim olarak yalnızca İslam dünyasını değil, aynı zamanda Avrupa tıbbını da etkilemiştir. Mecmûa’da Ebû Ali ismi ile zikredilen İbn Sînâ, âlim olması yönüyle ele alınmış, ârifin hakikati idrak etmesi neticesinde şayet karşısında bir müderris olarak ilmiyle maèruf İbn Sînâ dahi olsa yine de onun ilmiyle yetinmez, zira asıl ilim hakikattir, hikmettir, ve hikmet zâhiri ilimden daha üstündür: Bu vechi baóå-i óaúíúatde fehm iden èÀrif Dimez müderrise olsa Ebÿ èAlí de belí (154/4) 1.4.3. Leylâ ve Mecnun Edebiyatımızda Leylâ ve Mecnun hikayesi, hem mazmun ve mecazlar itibariyle hem de başlı başına mesnevi konusu olarak ziyadesiyle revaç bulmuştur. Mecnun, Leylâ’ya olan aşkından ötürü aklını yitirmesi sebebiyle bu ismi almış, âşığın sembolü olmuştur. Kezâ Leylâ da mâşuğu simgelemiş, Leyla ve Mecnun hikayesi âşık ve mâşukla bütünleşmiştir. Mecnun Leylâ’ya olan aşkıyla çöllere düşmüş, her yerde onu aramış ve vuslata ermeyi dilemiş, nihayet mecâzi aşkı hakiki aşka, Allah aşkına tahavvül ederek fenâ bulmuştur. Bursevî, Mecnun’un aşk derdiyle çöllere düşmesine telmihte bulunmuş, sâlikin tıpkı Mecnun’un Leylâ’yı divane bir şekilde aradığı gibi Allah’ı aradığını, sonunun Mecnun gibi olduğunu ifade etmiştir: 61 Şu kim èışḳ-ı ilÀhí ile oldı èÀúıbet Mecnÿn Gezer ṣaḥrÀları dÀéim arar LeylÀ’yı LeylÀ’yı (44/5) Mecnun’un Leylâ’ya aşkı öyle derin ve kuvvetlidir ki; şairimiz bu aşka imrenir, aşk belasıyla Mecnun gibi, Allah’a da böyle deruni bir şekilde âşık olmayı diler, sevgiliye meftun olmayı temenni eder: İbtilÀ-yı ışúdan Mecnÿn olmaúdur murÀd Özge bir LeylÀ’ya hem meftÿn olmaúdur murÀd (120/1) Gönül ehli sâlik, aşkın zincirine bağ olmayı dahi lütuf görmüş, Mecnun’un Leylâ’nın derdiyle çöllere düşmesini tahfif etmiştir: Yiter ehl-i dile zencír-i èışúa bend olup ùurmaú áam-ı LeylÀ ile Mecnÿn olup ãaórÀyı n’eylerler (186/4) 1.4.4. Yezdiyar-Ehrimen-Yezdan Her biri birer mitolojik tanrı olan bu isimlerden Ehrimen, mecûsilerce kötülüğü yaratan, kötülük tanrısıdır. Zerdüşt inancına göre iki çeşit tanrı mevcuttur yani düalist tanrı anlayışı benimsenmiştir. Buna göre bir iyilik ve aydınlık tanrısı ve onun zıddı olarak bir de kötülük ve karanlık tanrısı bulunmaktadır. İşte Yezdan da Ehrimen’in karşısında bulunan iyilik tanrısıdır. Bu tanrılar sürekli birbirleriyle savaş içinde olup, kimi zaman Ehrimen kimi zaman da Yezdan galip gelmektedir. Dolayısıyla nihai düzen bir türlü sağlanamamaktadır, ancak inanışa göre en sonunda yenilen, Ehrimen olacaktır.145 Bursevî, bu düalist tanrı inancına karşılık tevhid anlayışını savunarak, iyiliği ve kötülüğü, hayrı ve şerri, nihayetinde her şeyi tek bir yaratıcının, Allah’ın yarattığı ve yönettiğini, Ehrimen ve Yezdan’a telmihte bulunarak ifade etmiştir: YezdiyÀr u Ehrimen hÿ maôhar-ı YezdÀn hÿ Ḳuṭb-ı èÀlem hÿ vü aḳṭÀb u ḳamu aḫyÀr hÿ (55/1) 1.4.5 Bukrat- Sukrat- Felatun 145 Mustafa Sinanoğlu, “Hürmüz”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), C. 18, 1998, ss. 495-496. 62 Bu isimlerin her biri ilim ve bilgisiyle öne çıkan kimselerdir. Felatun Sukrat’ın talebesidir. Ve her ikisi de İslam felsefesi ve antik çağ felsefesini derinden etkileyen görüşleriyle ön plana çıkmış bilge kişilerdir. Bukrat ise modern tıbbın temsilcisi olarak görülmüş, akla ve tecrübeye dayalı bir tedavi anlayışını benimsemiştir. İslami eserlere bakıldığında Bukrat’ın en önemli tıp üstadları arasında isminin zikredildiği görülür. Bursevî bu isimlerden âlim ve hikmet sahibi birer şahsiyet olmaları dolyısıyla bahsetmiştir: Eger Buúrat u Suúrat u FelÀṭÿn-ı ilÀhídür èUmÿmen õevḳ-i óÀl ü èilm-i ḥikmetle mübÀhídür (57/1) 1.4.6. Calinus Calinus da tıpkı Bukrat gibi İslami tıbbı etkileyen Yunan bir doktordur. Aynı zamanda da filozoftur. İslam dünyasında bilhassa tıbba dair eserleri revaç bulmuştur. Bursevî, aşk hastalığına dûçar olanların bu derde derman aramadığını, bu hastalığının şifa bulmasını istemediğini ve bu derdin Calinus’un zahiri tıbbıyla dermanının bulunamayacağını ifade etmiştir: Maríø-i èışú olanlar istemezler derde dermÀnı ÓakímÀne yürürler ùıbb-ı Calinus’ı n’eylerler (187/2) 2. TASAVVUF Tasavvuf, sözlükte “yün giymek, saf olmak, ilk safta bulunmak, Suffa ashabı gibi yaşamak” manalarına gelmektedir.146 Lügavî çerçeve itibariyle “ilgi duymamak, değer vermemek” manasına gelen zühd, hadislerde geçse de, “yün elbise giymek” anlamına gelen tasavvuf kelimesi Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerde yer bulmamaktadır. 147 En yaygın izahat, bu kelimenin yün(sûf) giymek manasına gelmesi olup, ilk mutasavvıfların yalnızca yünden yapılma elbiseler giydikleri söylenmektedir. 148 Yün, sade ve gösterişsiz olması sebebiyle bir nevi dünyaya tamah etmeme imajı veriyor, âdeta dünyalığa karşı 146 Uludağ, T.T.S, s. 345. 147 Mustafa Kara, Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarikatlar, 2. b., İstanbul: Sır Yayınları, 2008, s. 15. 148 Jean-Louis Michon-Roger Gaetani, Aşk ve Hikmet Yolu Tasavvuf, trc. Nurullah Koltaş, İstanbul: İnsan Yayınları, 2014, s. 31. 63 tavır almayı ifade ediyordu.149 Nitekim, Hz. Muhammed’in (a.s) hayatına bakıldığında da sadeliğin her daim ön planda olduğu, mümkün mertebe dünyalık malın gösterişinden ve süsünden uzak bir yaşantı sürdüğü görülür. İşte sufiler de bu yolda ilerlemeyi şiar edindiklerinden, süssüz ve gösterişsiz olan yün elbise giymeyi tercih etmişlerdir.150 Buna göre sûfî, yün elbise giyen kişi demektir. Ancak, bu yalnızca lügat manası çerçevesinde bir isimlendirme olur. Oysa sûfî ve tasavvuf için daha detaylı değerlendirmeler de mevcuttur. Ebu Ali Ruzbarî (ö. 322/934), sûfî için dünyaya tamah etmeyen, nefsinin dünyevi isteklerini göz ardı edip onunla mücadele eden yönünü belirterek, “Safa üzere sof giyen(temiz olan), içini yamalı ve eski elbise ile örten, heva ve hevesine eziyet ve meşakkatin tadını tattıran, dünyayı arkasına atan, Muhammed Mustafa’nın yolunu tutan kişidir.” demiştir.151 Ebû Hasan Harakanî (ö. 425/1033)’ye göre ise, fenâfillah mertebesine ulaşmış olmak sûfî olmaktır: “Sûfî hırka ve seccadeye, şöhret ve kaideye sığınan değil, fena fillah olandır. Gündüz güneş gece ay aramayan kişidir.”152 Hücvirî (ö. 465/1072), nefsin tezkiyesi ve hakîkate ulaşmayı öne çıkararak “Nefsinden fâni olan ve Hakk ile bâki olan sûfidir. Sûfiler, tabiatların ve beşerî arzuların pençesinden yakasını kurtarmış ve hakikatlerin hakikatine vâsıl olmuştur. Bahis konusu dereceyi, mücahede ile talep eden, talep halinde kendini onların muameleleri üzerinde doğru bir şekilde bulunduran, mutasavvıftır.” der. Gazzâlî (ö. 505/1111),sufilerin yolu için nefsin kötülüklerinden arınma, kalbi temizleme ve tamamıyla kalbin Allah’ı anmakla meşgul olacağı bir yol olduğunu söyleyerek, “Onların ilimlerinin vardığı sonuç nefsin engellerini aşmak, kötü ahlakından ve çirkin vasıflarından arınmak ve böylece kalbin Allah’tan başka her şeyden boşaldığı ve Allah’ın zikriyle süslendiği bir mertebeye ulaşmaktır”153 demiştir. 149 Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, 11. b., İstanbul: Dergah Yayınları, 2013, s. 24, 150Ebû Hafs Şehâbeddin Ömer Sühreverdî, Avârifü’l- meârif, çev. Doç.Dr. Dilaver Selvi, İstanbul: Semerkand Yayınları, 2013, s. 93. 151Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, s.25. 152 Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, s. 25. 153 Hücvirî, Keşfü’l-Mahcûb, s. 98-99. 64 Sun’ullâh-ı Gaybî (ö. 1087/1676) sûfîliği, tasavvufun melâmi neşvesini öne çıkararak ‘incinmemek’ olarak ifade eder: Belâ bârân gibi gökden yağarsa Hakîkat sûfîlik incinmemekdür Ser-â-pâ bâr-ı gam sana ağarsa Hakîkat sûfilik incinmemekdir Nitekim Gaybî’ye göre Allah fâil-i mutlaktır. Belâlar, Rabb’in kuluna kendisini tanıttığı tecellilerinden bir kısımdır. Bu yüzden sûfî Celâlinden incinmemeli, celâlî tecellîleri lütuf olarak değerlendirmelidir: Hudâ’yı fâ’il-i mutlak bilürsen Celâlinden ya niçün incinürsen Şikâyetler edüp zârî kılursan Hakîkat sûfilik incinmemekdir Belâ âyîne-i vech-i Hudâ’dır Belâdan kim kaçar Hak’dan cüdâdır Belâ Hak’dan bize lütf u èatadır Hakîkat sûfilik incinmemekdir154 154 Bilal Kemikli, Sun’ullâh-ı Gaybî: Hayatı- Eserleri-Şiirleri, 1. b., Ankara: Akçağ Yayınları, 2000, ss. 124-126. 65 Bursevî, Gaybî’de olduğu gibi insân-ı kâmil olan sufinin dünya hüzünlerinden incinmediğini ifade eder. Nasıl ki uçsuz bucaksız denizin diken ve çöpten kirlenip, bozulmayacağı, etkilenmeyeceği gibi dünyanın gamı ve elemi de kâmil insanı incitmez: áam-ı dünyÀdan ey dil kÀmil-i insÀn incinmez Ki zírÀ òÀr u òasdan baór-i bí-pÀyÀn incinmez155 Gönül, dünyada her ne kadar elemlere, hüzünlere gark olsa da, Allah’a dayanır, bu dünyanın geçici olduğunu bilir, kınayanın kınamasına aldırış etmez. Gönlünü Allah aşkıyla teselli eder, kimseden incinmez: Ne deñli mübtelÀ-yı derd ü miónet olsa ehl-i dil Görür teésíri Óaú’dan kimseden bir Àn incinmez156 Bursevî, Mecmûa’da ise hâl ehli olan sufilerin dünyanın geçici ve ahiretteki nimetlere kıyasla ucuz ve değersiz nimetlerine aldırış etmediğini, Kur’an, sünnet ve marifetin mahiyetine erenlerin masivaya tamah etmediklerini, hakiki güzelliklerin ahiret yurdundaki nimetler olduğunu ve sufilerin buna göre yaşayanlar olduğunu vurgular: Şular kim mÀlik-i dínÀr durur dínÀrı almazlar Bulanlar dürr-i yektÀ mühre-i bÀzÀrı almazlar (80/1) Sûfiler, tasavvufun isim olarak değilse de, öz ve mânâ itibariyle Hz. Peygamber ve ashâbının hayat tarzında bulunduğunu, yani nefsi temizleyip kalbi arındırmanın, sahabenin yaşantısının yansıması olduğunu ileri sürerek tasavvufun sahabe ile bağlantısını kurmuş, dolayısıyla onun ehl-i sünnet çizgisi üzere olduğunu göstermek istemişlerdir.157 155 İsmâil Hakkı Bursevî, Dîvan, Haz. Murat Yurtsever, Bursa: Arasta Yayınları, 2000, s. 226. 156 Bursevî, Dîvan, s. 226. 157 Süleyman Gökbulut, “İlim Tasnîflerinde Tasavvufun Yeri”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi 19 (2007), ss. 258-259. 66 Bursevî de sufilerin yolunun hadis ve sünnet odaklı olduğunu, onlardan ayrı olmadığını şu beyitte ifade eder: Çü yoúdur bir dıraòtuñ mívesi bí-bÀrı n’eylerler Gül-i ãad-bergi terk idüb hezÀrÀn òÀrı almazlar (80/3) Burada gül-i sad-berg yani yüz yapraklı gülden kasıt, Hz. Muhammed’in (a.s) yüz hadisine yani sünnetine bir atıftır. Sünneti terk edenleri dikenli yollara girenler olarak ifade eder. Tasavvufun çeşitli tariflerine gelecek olursak; Tasavvuf, her an Allah ile berabermişçesine, onun görerek ibadet ediyormuş gibi edeple donanmaktır. Kalbi ve nefsi temizleyip, kötülükleri ruhtan ve bedenden uzaklaştırıp, iyi ve güzel hasletlerle donanmaktır. Ve böylece kemâle ermektir. 158 Cerîrî (ö. 321/933), ahlaki olarak iyileşmeyi merkeze alarak, “Tasavvuf, kötü olan her türlü huy ve hareketleri terk etmek, iyi ve güzel olan her türlü davranış biçimini kendine mâletmektir.” der.159 Serrâc (ö. 378/988) tasavvuf için; “Tasavvuf, Allah’ın dostlarının gönlüne kelâm- ı ilâhîsini anlamak, hitâb-ı ilâhisinden hüküm çıkarmak üzere açtığı keşf ve ilham ilmidir.” şeklinde bir yorumlama yapar.160 Kuşeyrî (ö. 465/1072)’ ye göre tasavvuf, üç mânâya gelmektedir. Bu düsturlarda, tasavvufla şeriatin uzlaştığı, ters düşmediği görülür. Tasavvufta mârifetin nûru takvanın nurunu söndürmemeli, nassların zahir yorumuyla çelişen bir bâtınî bilgi esas alınmamalıdır. Yani tasavvufî bilgi tamamen Kur’an ve sünnet kaynaklıdır. Ve kişinin kalbine doğan hakikatler, kerametler kişiyi Allah’ın emirlerinden alıkoymamalı, yasaklarını ihlale götürmemelidir. 161 Bir sûfiye tasavvufun ne olduğu sorulduğunda; “Tasavvuf, kalbin insanlara uymaktan kurtulması, tabiattaki kötü huylardan sıyrılıp beşerî vasıfların tesirini yok 158Hücvirî, Keşfü’l-Mahcûb, s.470. 159 Kara, Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarikatlar, s.16. 160 Serrâc, el-Lüma’, s.20. 161 Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s.135. 67 etmek, nefsânî arzulardan sakınmak, ruhanî vasıflara bürünmek, hakikat ilmine bağlanıp Rasûlullah a.s’ın yoluna uymaktır” demiştir.162 İbn Haldun (ö. 808/1406), Tasavvufun bâtınî ve zâhiri ameller yerine getirilirken Allah’a karşı gereken edebe riayet ederek ve kalbî ilimlere birinci dereceden ehemmiyet göstererek bunların gizli cihetlerini öğrenip idrak etmeye çalışarak, bu vesileyle kurtuluşa ve felâha mazhar olmak olduğunu ifade eder.163 Buraya kadar zikredilen tanımlara bakıldığında tasavvufun nefsin terbiyesi ve kalbin temizlenmesi neticesinde bir ahlaklanma çabası, masivadan sıyrılarak kalbin azami derecede Allahu Teala’nın zikri ile meşgul olup hem şeriatte hem de hakikatte hem de marifette en üst mertebede olan insân-ı kâmil mertebesine ulaşmak olduğu görülür. Kezâ insan-ı kâmil mertebesine ulaşan kişi de mârifetullah sırrına erebilecek olandır. Tasavvuf, sabır, edep, günahlardan sakınma gibi güzel vasıfları üzerinde bulundurma hâlidir. Bu bölümde, Mecmûa’daki tasavvufî mefhumlar beyitler örnekliğinde ele alınacaktır. 2.1.TASAVVUF İLE ALAKALI MEFHUMLAR 2.1.1. Aşk Aşk, lügatte “çok sevmek, bir şeye karşı yoğun muhabbet duymak” manasına gelmektedir. Tasavvufta ise, sevginin en üst mertebesi, insanı tamamen hükmü altına almasıdır. Varlığın asıl yaratılış sebebi, aşktır. Aşk, fâni bir unsura yönelik olabildiği gibi (mecâzî aşk), Allah’a dair de olabilmektedir (hakiki aşk). Aşk öyle derin bir sevgi ve güçlü bir hissiyattır ki, kişi sevdiğinde kendini kaybeder, artık tamamen ona dönüşür, artık âşık ortadan kalkar, geriye sadece mâşuk kalır(fenâ). Fuzûlî aşağıdaki dörtlükte, vâr olan her şeyin aşk ile, aşka dair olduğunu ifade etmiştir. bir dedikodudan ibaret olduğunu iddia etmiştir. Yalnızca ilim öğrenmekle âlî mertebelere ulaşmanın boş bir bekleyiş olduğunu, en yüksek ve güzel mertebelere ancak aşk erişileceğini söylemiştir. Esasen kendisi de medresede yetişmiş, ilimler tahsil etmiş bir âlimdir. Ancak, burada kastettiği boş dedikodulardan ibaret olan ilim, fayda 162 Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, ss. 46-47. 163 İbn Haldun, Şifâu’s-Sâil, trc. Süleyman Uludağ, 2. b., İstanbul: Dergah Yayınları, 1998, s. 100. 68 vermeyen, Allahu Teâlâ’ya ulaştırmayan, aşksız salt ilimdir. O’na göre ilim, aşkın ancak kıyısına erişebilir. Aşk ise denizin kendisidir, âşık o denize dalar, denizi yaşar, sözde değil özde hisseder. Oysa âşık olmayan, denize dalmayan, denizle alakalı ancak varsayımlarda bulunabilir, onu tanıyamaz, hakiki mânada bilgisine erişemez164: İlm kesbiyle pâye-i rif’at Arzû-yı muhâl imiş ancak Işk imiş her ne var âlemde İlm bir kîl ü kâl imiş ancak Bursevî’ye göre aşk, muhabbet mertebesinin en son aşamasıdır. Yani bir şeye ilgi duyulup, o şey tarafından cezbedilmenin evveli muhabbet ve âhiri ise aşktır. Bu yüzden, nûr-ı muhabbet ve nâr-ı aşk şeklinde tabir edilir. Nihayette nûr ve nâr, ikisi hakikattir.165 Bursevî, aşka bağlanmayan, bu yolda olmayan kimsenin Allah’a hakiki manada ulaşamayacağını, yarı yolda kalacağını ifade etmektedir: Menzil-i maúãÿda irmez peyrev-i èışú olmayan Berzaò-ı nefs içre úalur ùutmayan semt-i ãalÀó (60/4) Allah’a hakiki manada vâsıl olabilmenin yolu, O’nun aşk ateşiyle yanıp kül olmaktan geçer. Aşk ateşine girmeyen, Allah’tan hikmetinden dûr olur: Híç dil yÀ hÿ Óaú’dan almaz bÿ Girmeyince bu Áteş-i èışúa (71/2) İnsan olmanın asıl mahiyeti, insanın yaratılış sebebi aşktır. İnsan, Allah’a âşık olduğu müddetçe hakiki manada insan olur: 164 İhsan Fazlıoğlu, Fuzulî Ne Demek İstedi?, 5. b., İstanbul: Papersense Yayınları, 2016, s. 41. 165 Aynî, a.g.e., s. 163. 69 èIşúdur çün Àdem olmaúdan murÀd èIşú ile aú Haúú’a dÀéim cÿ gibi (72/2) Âşık dervişin, aşk derdinden yüzü sararıp solmakta, ağlamaktan artık gözleri kanlı yaşlar dökmektedir. Aşk ateşinden gönlü yanmakta, hararet içindedir: Yüzüm rengi ãolup döndi Gözüm úan yaşıyla yundı Ciger èışú u díne yandı ÓarÀret ehli dervíşem (97/3) Aşk, kişiyi terbiye eden, onun nefs-i emmaresini törpüleyen bir histir. Âşığın kalbi coşkuyla doludur, tıpkı dalgalı denizler gibi coşkundur. Kişi aşkla benliğinden sıyrılır, mâşukla bir olur: Şirk-i vücÿdı úaldırur EvãÀf-ı nefsi öldürür Feyø ile úalbi ùoldurur Mevc ursa ger èummÀn-ı èışú (137/3) Bursevî, Allah’ın aşkından yanıp yakılmaktadır, Allah’a âşıktır. Bu aşk ile âdeta bir bülbülün güle aşkından ötürü ettiği gibi figân etmekte, Allah’a ulaşıp vuslata erebilmek için, acıyla feryad etmektedir. Bülbül gibi nÀlÀn iden èIşú-ı ilÀhídür beni Pür-Àh u pür-efàÀn iden èIşú-ı ilÀhídür beni (117/1) … Varum ne var ise yaúan ÒÀnem òarÀb idüp yıúan 70 Bilmiş olun ey èÀşıúÀn èIşú-ı ilÀhídür beni (117/3) Bursevî’ye göre kişinin hakiki mânada Müslüman olabilmesi için, aşkı inkar etmemesi gerekir. Aşksız bir iman düşünülemez. Böyle bir inanma ve bağlanma ancak surette bir imandır, aşkı inkar edenin Müslümanlığından şüphe edilir: ZÀhidüñ ṣÿret-i İslÀm’ına baḳma zírÀ Münkir-i èışú ḥaḳíḳatde MüselmÀn olmaz (46/2) Allah’a ulaşmada yaratılanların nefesi adedince yol olsa da, bu yolların en hayırlısı temiz ve samimi bir aşktır, aşkla iman etmek, Allah aşkıyla dolmaktır: Gerçi enfÀs-ı òalÀéiú deñlü yol vardur saña èIşú-ı pÀk oldı óaúíúatde velí òayrü’s-sübül (85/3) İçinde aşk olmayan gönlün hâli, ışıksız, sönük bir muma benzer. Klabi diri tutan, aşktır. Ve bu aşka meftu olan kişinin gözü sevgiliden başka bir şey görmez, mâşukla beraber olduktan sonra, âşık için artık başka yer ve mekanın, sarayların bir hükmü yoktur: Dilde kim èışú olmaya ãan şemèsüz bir òÀredür èÁşıú olan yÀrdan òÀlí sarÀyı n’eylesün (106/3) 2.1.2. Âyine Farsça bir kelime olan âyine, aynanın karşılığıdır. Tasavvuf dilinde ise kâmil insanın kalbine delâlet etmektedir. Allah, yarattığı diğer varlıklara nazaran insanda, en mükemmel surette de insan-ı kâmilde tecelli etmektedir. Kâinat aynasının cilası da insandır, zira Allah’ın âlemde mükemmel derecede tecelli etmesi, âlem aynasının insan cilasıyla parlatılmış olmasındadır.166 Gönül aynası aşk ile parıldar, ve parlayan gönül Hakk’ın tecellilerini yansıtmakla mesrur olmaktadır: èIşú ile Àyíne-i dil gün gibi rÿşen olur 166 Uludağ, T.T.S, ss. 56-57. 71 ÒÀne-i cÀn ol tecellíden ziyÀde şen olur (218/1) Hakk’ın tecellileri resullerde, velî zâtlarda, nebîlerde çok daha belirgin ve mükemmel surettedir; ancak bu tecellilerin en mükemmeli, en üstünü ve parlak olanı, en güzeli Hz. Muhammed (a.s)’da zuhur etmektedir. Hatta bu âlem dahi O’nun güzelliğinin bir yansımasıdır. Allah’ın nurunun tecellileri en şaşalı biçimde Hz. Muhammed’de (a.s bulunur: CemÀlüñ maùlaè-ı òurşíd-i envÀr-ı tecellídür TamÀm Àyíne-i Rabbü’l-felaúdur yÀ RasÿlallÀh (116/3) … Bu èÀlem óüsnüñe bir özge miréÀt-i mücellÀdur Görinür çeşm-i Óaú-bínine òayÀlüñ yÀ RasÿlallÀh (17/2) … Görmege Àyínesinde pertev-i nÿr-ı Óaúú’ı ÒÀk-i-pÀy-i MuãùafÀ’dan tÿtiyÀ ister gönül (124/2) Gönül aynası, Allah’ın nazargâhıdır. Ve bu ayna mâsivaya, hevâ ve hevese daldıkça paslanır kirlenip kararır, nihâyetinde yansıttığı suret bulanıklaşır. Şâirimiz bu durumdan endişelidir, kalbinin kararmamasını arzu eder. İlâhi aşk ile, fenâ ile kalp aynası cilalanarak, bu bulanıklıktan arındırılmalıdır: èAceb belÀ-yı siyehdür taèalluúÀt-ı sivÀ Çü rÿy-ı Àyine anuñ ile ùutar dil pas (1/4) … Dil senüñ Àyíne-i envÀruñ olmuşken meded Olmasun hergiz küdÿrÀt-ı sivÀdan símsiyÀh (168/4) … 72 Vücÿduñ Àteş-i èışú-ı ilÀhíde eritdüñ mi èAceb Àyíneñi sen de küdÿretden arıtduñ mı (180/1) Hakk’a inanan, Hakk’ı gören göze tüm bu âlem bir aynadır. Cihandaki tüm yaratılmışlarda Allah’ın esmasının yansımasını, eserlerini görür, imanının ziyadeleşmesi için kâinat kitabını okuması kâfidir. Ancak inkar edenin gözleri bu inkar perdesiyle perdelenir, âlemdeki muazzam manaları ve düzeni idrakten âciz kalır, inkarcılığında devam eder: Çeşm-i Óaú-bíne cihÀn Àyine olur ÓaúúıyÀ Görmez anı kim arada perde-i inkÀr var (216/5) 2.1.3. Câm Farsça bir kelime olup kadeh, kâse anlamlarına gelen câm, tasavvufta içi marifetle dolu olan ârifin gönlüne tekâbül eder. Câm cisme yani bedene, içindeki mey ise cismi tasfiye etmeye delâlet eder. Bu meyden içen ârif, tevhide ulaşır, hakiki manada aşka vâsıl olur. Marifet kadehinden feyz almayan, kuru bir ile talip olan kişi, ilim denizinde yüzüp ilimle dolsa da yine de Allah’a ulaşamaz, bu vuslata nâil olamaz: İçmeyen sÀkí-i Óaú’dan feyø-i cÀm-ı maèrifet èİlm ile baór olsa da RaómÀn’a vÀãıl olmadı (111/4) Bursevî, Allah’ın lutfuna, feyzine mazhar olmayı dilemekte, böylelikle hüzün ateşinden artık âzâd olmayı temenni etmektedir: Niçe bir nÀr-ı elemde yanayın yÀ Rab meded CÀm-ı feyøüñ ãun baña tÀ úanayın yÀ Rab meded (164/1) … Şeyò Óaúúí cÀm-ı èışúuñdan cüvÀn olmaú diler Bezm-i luùfuñda aña feyô-i firÀvÀn it naãíb (181/5) 73 Muhabbet meclisinde aşk kadehinden nasiplenip feyz şarabından isteyen gönül, aşk ile dolmalı, aşk üzere yaşamalıdır: Ey göñül bezm-i maḥabbetde dilerseñ cÀm-ı hÿ èIşḳ ile baṣ ayaġı olmaġa feyż-ÀşÀm-ı hÿ (33/1) Âşığın gözleri hasretten akıttığı gözyaşıyla artık kan ağlamaya başlamış, tıpkı kadehteki gül rengi şarap gibi kıpkırmızı olmuştur: Çeşm-i èÀşıú girye-i óasretle èayn-ı cÀm olur CÀm kim anuñ derÿnı pür-mey-i gül-fÀm olur (142/1) 2.1.4. Cân-Cism Cân; ruh, nefs manalarına gelmektedir. Tasavvufî ıstılahta ise, Rahmani nefesi, Hakk’ın tecellilerini ifade etmektedir.167 Mevlevîlik ve Bektâşîlikte ise mürid ve dervişin karşılığı olarak kullanılır. Bursevî, bazı beyitlerde cânı cism ile birlikte kullanmıştır. Cism beden, cân ise ruhtur. Allah’tan ayrı, uzak oluşunun hüznünü, hasretini hem ruhunda hem de bedeninde hissetmekte, ayrılık ateşiyle yanmaktadır: CÀn u cismüm úaplayupdur iştiyÀḳ NÀr-ı hicrüñle olupdur iḥtirÀḳ Ey KerímÀ tÀ-be-key bu iftirÀḳ Merḥamet ḳıl merḥamet ḳıl yÀ Kerím (24/2) Allah’tan gelen malumatların, tecellilerin anlaşılması, duyulması ancak can kulağı ile mümkündür. Zîrâ maddî âlem ve ona dair olan uzuvlar, mana âlemine kâfi değildir, onu idrak edecek melekelere sahip değildir: Semè-i cÀnuñ cÀnib-i ġaybü’l-ġuyÿba ṭut seóer 167 Uludağ,T.T.S.,, s. 83. 74 TÀ ki vÀṣıl ola ey Óaúúí saña peyġÀm-ı hÿ (33/5) Bursevî, bazı beyitlerde de cânı dil, yani gönül ile beraber kullanır. Gönül, marifetin mahallidir, eşyanın hakikati gönülde keşf olunur. Aşka da kalp yani gönül gözüyle ve ruhla, can ile vâsıl olunur. Gönül ve can, sonsuz hayatı, ahiret yurdunu istemekte, gözler o âlemi temâşa etmeyi arzulamaktadır: CÀn u dil ümmíd ider feyż-i óayÀt-ı cÀvidÀn Her naẓarda dídeler dídÀrı eyler Àrzÿ (45/2) … CÀn u dilden diyelüm her bir nefes AllÀh hÿ èÁrife her bir nefesde oldı bes AllÀh hÿ (210/1) Mecmûa’da cismi ifade etmek için bazı beyitlerde ten kavramı kullanılmıştır. Gönül gam ateşinden yanıp kül olmaktadır. Aşk derdiyle gözyaşı dökmekten artık gözler kan ağlar olmuş, gözyaşının rengi âdeta şarap gibi kıpkızıldır; hem ruh hem de beden bu ayrılık ve acıdan harap olmuş, bîtap düşmüştür. Sâlik, Allah’ın lütfunu dilemekte, nazargâhı olmayı istemektedir: NÀr-ı àamda dil kebÀb oldı yeter Eşkimüz reng-i şarÀb oldı yeter Ten yıúıldı cÀn òarÀb oldı yeter Úıl naôar luùfuñla ey BÀr-ı ÒudÀ (81/2) 2.1.5. Derûn İç, bâtın anlamına gelen derûn, tasavvufta kişinin iç âlemini, gönül ve ruh âlemini ifade eder. Kişinin gönül âlemi riya ve gösterişten, masiva, nefsani arzular gibi dikenlerden, çöplerden temiz olduğu müddetçe, aşk ile gül bahçesine tebdil edecektir: ÒÀr u òÀşÀk riyÀ vü zühdden pÀú olsa 75 Her kimüñ Óaúúí derÿnı èışú ile gülşen olur (218/5) Gönül, üzüntüden bir türlü kurtulamamaktadır. Sâlikin ruhunun ayrılıktan muzdarip olmadığı bir an yoktur: Dilüm derd ü elemden bir èacebdür iftirÀú itmez Dem olmaz kim derÿnum şeró-i aóvÀl-i firÀú itmez (204/1) Gülün yaprakları Allah’ın cemâlinin te’siriyle kızarıp güzelleştikçe, bülbülün kalbi de Hakk’ın yüceliğinden, ululuğundan ve kendisinin âcizliğinden yanmaktadır: Úızarduúca gülüñ ruòsÀrı teéåír-i cemÀlinden Derÿn-ı èandelíbe od düşer Óaúú’uñ celÀlinden (175/1) 2.1.6. Cem-Fark Cem; toplama, bir araya getirme demektir. Tasavvufta ise, yalnızca Hakk’ı görme, her şeyde Allah’ın kudretini görme ve hissetme, yaratılanı değil yalnızca yaratanı seyretmek demektir. Bütün mevcudat, Allah sayesinde vardır, bu varlık Allah’tandır. Yani cem, kişinin kendi varlığı ve yaratılmışların varlığını kabul etmesiyle beraber, bunların mevcut oluşlarının Allah ile kâim olduğunun bilincinde olmaktır.168 Fark ise, “Halka Hak’sız işaret etmek, kulluğu müşahede etmek” anlamındadır. Fark kula dair olan ibadetler, haller iken; cem Allah’a nisbet edilen lütuf, kerem gibi mefhumlardır. Yani cem Hakk’ı görmek, yaratılanı Hak’tan görmek; fark ise yaratılanı, halkı görmektir. Cem de fark da kul için gereklidir, zîrâ fark olmayınca kulluk, cem olmayınca marifet eksik kalır. Cem Hak ile olan, fark ise Hak için olandır yani em hakikate, fark da şeriate delâlet eder.169 Bursevî, vahdet-i vücudu ifade ederken cem ve fark kavramlarını kullanır. Bu âlem ve halk, tek ve mutlak varlık sahibi olan Allah’a işaret eder. Sâlikin sevgilinin varlığında kaybolması, kendisiyle onu tek olarak görmesi ve birleştirmesi, cem makâmıdır: Ben sen ü sen bende derc olmaú maúÀm-ı cemèdür 168 Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 191. 169 Uludağ, T.T.S, s. 132. 76 İki gevherdür ki bir dürc anlara maòzen gelür (89/2) Kul, kalbiyle, suretiyle, diliyle duada, şükür ve niyazda bulunarak Allah’a yalvardığında, fark makâmındadır. Ancak sırrıyla nidâ edip bunu kalbiyle duyduğunda ise cem makâmını müşahede etmektedir. Şâirimiz de suretinden sıyrılıp, sırrıyla cem makâmına ermek istemektedir: Sırruñı cemè eyleyüp farú eyle Óaúúí ãÿretüñ Óüsni her yüzden temÀşÀ eylemek aósen gelür (89/5) Cem ve fark, her ikisi de vahdeti kesrette kesreti de vahdette görme hallerinden olması sebebiyle vuslata ermiş olanların ilk mertebesi sayılmaktadır. Kişi cem ile gül yaprağına benzerken yani vahdette kesreti görürken, farkla da sümbüle benzer, kesrette vahdeti temaşa eder: Cemè ile ol gÀh berg-i gül miåÀl Farúla geh sünbül-i Hindÿ gibi (72/4) 2.1.7. Cemâl-Celâl Tasavvufta Allah’ın sıfatları cemâlî ve celâli olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Hakk’ın gazabı ve kahrına dair olan isim ve sıfatları celâlî, rızası, rahmeti ve lütfuna dair olanları ise cemâlîdir. Nitekim “Allah’ın azabı çetindir, şiddetlidir”170 âyeti celâle, “Allah tevbeyi kabul eden, günahları bağışlayandır”171 âyeti ise cemâle delâlet etmektedir. Celal, Allah’ın mahiyetinin bilinmesi mümkün olamyacak şekilde ululuk perdesiyle gizlenmesidir. Zâtının hakikati kendinden başka kimsenin bilmemesi ve görememesidir. Gizlilik ve izzet, celal sıfatının özellikleri olması dolayısıyla, celalde Allah tarafından kahr, cebr, yücelik; kul tarafından ise Hakk’a yakın olmanın verdiği endişe hissi ve boyun eğme söz konusudur.172 Allah’a ait olan bu en yüksek derecede yücelik kimse tarafından idrak ve tahayyül edilemez. Celal, Hak’tan yine Hakk’a dönen bir mâna olduğu ve yalnızca O’nun mertebesine has olduğundan, kimse tarafından bilinememktedir.173 170 El-Bakara, 2/165. 171 Eş-Şûrâ, 42/25. 172 Kâşânî, Istılâhâtu’s-Sûfiyye, çev. Abdurrezzak Tek, Bursa: Emin Yayınları, 2014, s. 240. 173 Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s. 188. 77 Cemal ise, “Hakk’ın zatıyla (vech) zâtı için tecelli etmesi”dir.174 Tecelli gerçekleşirken, her şeyin yok olması ve etrafta Allah’ı görecek kimsenin kalmaması durumu ise cemâlin celâlidir. Bir de Allah’ın her şeyde zuhur etmesi hâli vardır ki, bu da Allah’ın kullara yaklaşmasında aracı bir haldir. Cemâl güzelliktir, Allah’ın isimlerinin güzelliği mânevi cemal; Hakk’ın esmasının bir yansıması olan âlemin güzelliği ise sûrî cemaldir. Celâlî sıfatlar kulun üzerinde bir endişe ve korku hâli bırakırken, cemâli sıfatlar ise samimyet, yakınlık gibi hisler bırakmaktadır. Celâlin neticesi üzülme, endişe, sıkılma, kabz hâli; cemâlin neticesinde ise rahatlama, ferahlama, ümitlenme ve bast hâli hâsıl olur.175 Bursevî, Allah’ın celâl sıfatıyla gizlenmesi hususunu zikrederek, O’na vâsıl olup Hakk’ı görmek istediğini, gönlünün Allah’ı özlediğini söyler ve Allah’tan tecellide bulunmasını ve kendisinin de cemâle erişmek istediğini ifade eder: Dem-be-dem gözler seni gözler seni CÀn u dil dÀim seni özler seni Şol celÀlüñ niçe bir gizler seni Úıl tecellí yÀ İlÀhe’l-èÀlemín (27/2) Şâirimiz Allah’ın cemâlinin güzelliğini ve psarlaklığını ay ışığına benzeterek ifade eder. Kezâ, celâli ve azabı da bir o kadar yakıcı ve şiddetlidir; bunu da güneşe benzetmiştir. Celali güneş gibi yakmaktadır. Ancak cemalsiz celal, celalsiz de cemal söz konusu değildir; kalbe ferahlık iki yoldan da gelir zira O’nun nârı da nuru da hoştur: Birisi bedr-i cemÀl ü birisi şems-i celÀl İki òaddüñden gelür ãadra kemÀl-i inşirÀó (60/2) Bursevî, Hz. Muhammed’e (a.s) yazdığı bir manzumesinde O’nun güzel yüzünün ışığının bir zerresinin bile yıldırım gibi parladığını, karanlık ve aydınlığın birbirinden ayrıldığını ifae eder. Hz. Peygamber’in (a.s) cemâlinin ziyâsıyla âşıkların kalbine nur bahşedilmiştir: 174 Kâşânî, Istılâhâtu’s-Sûfiyye, s. 241. 175 Uludağ, “Celâl”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1993, C.7, s. 240. 78 YÀ RasÿlallÀh cemÀlüñ pertevi Nÿr-ı baòş-ı díde-i èuşşÀúdur ŞÀd u şendür èışúuñ ile cÀn evi Dil senüñ dídÀruña müştÀúdur (133/1) Õerre-i mihr-i cemÀlüñ urdı berú Birbirinden nÿr [u] ôulmet buldı farú Feyøüñe dil-teşneler hep oldı àarú Leblerüñ baòşende-i eõvÀúdur (133/2) 2.1.8. Dünya Dünya, içinde yaşanılan yer, insanın ölümden önceki hayat manasındadır. Tasavvufî olarak ise kulu Allah’tan ayıran, uzaklaştıran, insanın gaflete düşmesine sebep olan her türlü şan, şöhret, menfaat, geçici heveslerin bulunduğu mekan olarak tasvir edilir. Dünya ve içindekiler gelip geçer, kimseye fayda vermez, âdeta zehirli bir bal hükmündedir. Nefsâni arzuların peşinden gidip, dünya hayatını merkezine alan kişi, zararlı çıkacaktır; zîrâ hakiki hayat, ukbâdır. Kur’ân-ı Kerîm’de dünya hayatının bir oyun ve oyalanma, aldatmadan ibaret olduğu, âhiret yurdunun Allah’ın emri doğrultusunda ve rızasını gözeterek yaşayanlar için daha hayırlı olduğu ifade edilmektedir.176 Bursevî Kitâbü’n-Netîce’de dünya için şu ifadeleri zikreder: “Ey Âdemoğlu; dünyayı toplarsın, sonra bırakırsın ve ardınca bakakalırsın. Zîrâ ol senden ayrılır, sen ondan ayrılamazsın ve ol dünyadan sana bir nesne fayda vermez. Dergâh-ı izzetten dilerim ki o ağır yükü üzerimizden kaldırıp fenâ ve bekâdan hissemend olanlar gibi rihlet ve âhirette mukarrebîn ile makâm-ı kurbiyet müyesser eyleye.”177 Bursevî, dünyanın bir rüya ve hayalden, uykudan ibaret olduğunu, aslî mekan değil, geçici bir durak olduğunu vurgular: Bir òayÀl-i òºÀb idi dünyÀ geçüp gitdi yine 176 El-En’âm, 6/32. 177 Aynî, a.g.e., ss. 184-185. 79 Bu müsÀfir-òÀneden herkes göçüp gitdi yine (128/1) … Mióneti dünyÀda virdi rÀóatı èuúbÀda ol Bunda àam-nÀk eyleyüp anda anı şÀd eyledi (127/3) Dünya, âyette de belirtildiği üzere bir oyalanma yeridir ve dünyadaki nimetler aldatıcıdır, kişiye yalancı baharı yaşatır. İçindeki güzelliklerle, geçici heveslerle kişiyi kandırarak âhireti unutturmaya, gaflete düşürmeye çalışır. Şâirimiz, dünyanın bu hilelerine aldanmamayı, dünyaya ve Allah’tan gayrısına yüz çevirmeyi, ibadet ve taatlerin zahiriyle yetinmeyip bâtınıyla da iştigal ederek bu gaflete set çekmeyi salık vermektedir: Aldanma dünyÀnuñ mekr ü Àline Ḳulaḳ ùutma ḫalḳuñ úíl u úÀline ZÀhid olan güler èÀşıḳ ḥÀline CÀhillerde zírÀ izèÀn bulunmaz (29/4) … DünyÀ yüzine baḳma aġyÀra dil bıraḳma Seyr-i sivÀyı neyler yÀruñ yüzin görenler (28/4) Dünya, kâmil insan için bir mâtem yeridir. Allah’tan uzak, fâni âlem ve içindekiler, dünyanın kargaşası ona cazip gelmemektedir: Óaúíúat erleri dünyÀ vü mÀ-fí-hÀyı n’eylerler Bu mÀtem-òÀnede beyhÿde hÿy u hÀyı n’eylerler (186/1) Bursevî, dünya için fenâ kavramını da kullanmaktadır. İnsan, elbette bu geçici dünyadaki ömrünü tamamlayacak, uykusundan uyanıp hakikatlerle yüzleşecektir. Ve ne yazık ki kişi dünyada gaflete düşmeye meyyaldir. Burada şâir gönüle gaflet uykusundan uyanmasını söylemektedir: Bu fenÀda kişi neye ùayanur 80 Bir gün olur ki uyòudan uyanur Óayf aña bÿy-ı àaflete boyanur Ey göñül òºÀb-ı àafleti úoyalum (5/4) … Bu èÀlem bir güzergÀh-ı fenÀdur kimse eglenmez Vaùan ümmíd idenler ya yol üstünde ne úalsunlar (174/2) Mecmûa’da dünyayı ifade ederken cihan kavramı da zikredilmiştir. Âşık, sevgiliye olan aşkını çok yüce ve derin bir şekilde yaşamaktadır. Dolayısıyla bu aşk, tüm dünyaya ve yaratılmışlara ayândır, aşkı saklamak mümkün değildir: èIşḳ u meşk olmaz nihÀn añı bilür ḫalḳ-ı cihÀn èÁşıḳ-ı bí-çÀreye mümkin midür iḫfÀ-yı èışḳ (26/2) Bu dünyada insan olan gamdan hâlî değildir, zira burası imtihan yeridir. Ve imtihan da insan için vardır. Üzüntüsüz, kedersiz bir âdem düşünülemez: CihÀnda Àdem olan bí-àam olmaz Anuñçün bí-àam olan Àdem olmaz (201) 2.1.9. Eşk Eşk, gözyaşı mânasına gelen Farsça bir kelimedir. Âşık, gözyaşının dinmesini üzüntüsünün mayası olarak görmektedir. Zîrâ gözyaşı kalbi temizler, aşkı diri tutar. Kanayan bir gönül ve ağlayan bir göz, âşığın sermayesidir: Eşk-i çeşm ü òÿn-ı dil dínÀr u dirhemdür baña Kim maèÀõallÀh faḳdı mÀye-i ġamdır bana (47/1) … Eşkle yüzüñ yuya gör İmÀm-ı èışḳa uya gör Sırr-ı ÚuréÀn’ı ùuya gör 81 Virme ímÀnuña ziyÀn (32/3) Gönül, dünyada olmaktan, sevgiliden uzakta bulunmaktan dolayı ateşler içinde yanmakta, gözler yaşla dolmakta, ciğer hasretle kavrulmaktadır: Díde pür-eşk ü ciger pür-òÿn dil Àteş miåÀl Gör neler úıldı bana Àòir cihÀnum Àò Àò (167/5) 2.1.10. Fakr Sözlük anlamı fakirlik, yoksulluk olan fakr, tasavvufi olarak dünyadan, hevâ ve hevesten, mâsivadan hiçbir şeye gönülde yer vermemek, kendini hiçbir şeye sahip olarak görmemek ve elinde bulunan nimetlerin tek ve asıl sahibinin Allah olduğunun bilincinde olmaktır. İnsan da, insana dair olan diğer şeyler de esasen Allah’a aittir. Tüm mevcûdat, Allah’a ve O’nun kudretine muhtaçtır lakin Allah hiçbir şeye muhtaç değildir.178 Fakr, suret ve mâna fakirliği şeklinde iki kısımda incelenebilir. Tasavvufta asıl kastedilen, mânen fakir olmaktır. Bu da beşer sıfatlarından sıyırılıp, sahip oldukları mal, makâm, şöhrete tamah etmeyip bu geçici nimetlere bağlanmamakla mümkündür. Fakr, sâlikin vâsıl olmak istediği en mühim makâmlardandır. Hz. Muhammed (a.s) ve O’nun düsturlarını harfiyen takip eden sahabe, mal-mülke, dünyadaki zenginliğe, şaşaaya ehemmiyet vermemiş, sadelikten yana olmuş; ancak bu suretle mânevi olarak yüksek makâmlara, müjdelere mazhar olmuşlardır. Fakirliğe mukâbil olarak Allah’ın vereceği ebedî nimetleri, ihsanları düşünen kişi, mâsivadan yüz çevirir, fâni nimetlerden vazgeçip fakrı gözetir, azla yetinir. Bursevî, tıpkı sahabeler gibi fakirliği benimseyenin, âhirette bey olacağını, yüksek makâm ve mertebede bulunacağını, nimetlere gark olacağını ifade eder: AãóÀb gibi faúrı úabÿl eyleyen Àdem äÿretde vü maènÀda yarın bÀy olısardur (222/2) Kişi, ölmeden önce ölmeli, dünya nimetlerine, mâsivaya yüz çevirmelidir. Aşk yolunda âcizlik, fakirlik, Hakk’a muhtaç olup bunun idrâkinde olmak, madden ve mânen yokluk ziyadeleştirilmelidir ki, hakiki zenginliğe ulaşılabilsin: 178 Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 182; Uludağ, T.T.S, s. 131. 82 Münkesir olmazdan evvel bu úafes İdelüm cÀn ile pervÀza heves Bu ùaríú-ı èışúda her bir nefes èAcz ü faúr u õilleti zÀd idelüm (171/3) Bazı mutasavvıflar fakrı yok olmak, kişinin kendini yok farzetmesi olarak ifade etmilerdir. Varlık yalnızca Allah’a mahsustur. Sühreverdî, Avârifül’l-Meârif’te üç çeşit yokluktan bahsetmektedir: “Birincisi avâmın fakrıdır ki, malı olmamaktır. İkincisi havâssın fakrıdır, bu da kendi sıfatlarından fâni olmaktır. Üçüncüsü havâssu’l-havâssın fakrıdır ki, kendi vücudundan fani olmaktır.”179 Hz. Muhammed (a.s) hadiste ifade edildiği üzere, fakirliği bir övünç olarak görmektedir.180 Bursevî de Hakk ile birlikte olabilmek için benlikten sıyrılmak gerektiğini ifade etmiş, Allah’ın bu fakr makâmında tecelli edeceğini söylemiştir: Óaúú ile var olmaú istersen seni yoà it seni Faúr içinde tÀ tecellí ide ol Rabb-i áaní (114/1) Kezâ, mezkûr hadisi iktibas yapmak suretiyle kullanarak, dünyanın şan ve şöhretine aldanmamak gerektiğini vurgulamıştır: ÓaúúıyÀ “el faúru faòrí”nüñ àınÀsın iste var Devlet-i dünyÀya baúma şöhret ü şÀn isteme (110/6) 2.1.11. Fenâ-Bekâ Sözlükte geçici olma, yokluk ve dâimi olma, sebat anlamlarına gelen bu mefhumlar, birbirinin zıddı olarak kullanılmaktadır. Tasavvufî olarak fenâ, zevâle ermek, tesirini kaybetmek, kulun kendi nefsâni sıfatlarından ve benliğinden sıyrılması, kendini kaybetmesi, bunlardan vazgeçmesi demektir. Öyle ki kul, içinde kendini kaybettiği zâtla meşgul olduğundan nefsâni arzularını unutup dünyadan yüz çevirir, benliği ortadan kalkar ve rızâ-i İlâhi üzere yaşar. Başka hiçbir şey düşünemez olur.181 179 Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 184. 180 Aclûnî, 2/87. 181Kelâbâzî. Taèarruf, Haz. Süleyman Uludağ. 5. b., İstanbul: Dergah Yayınları, 2016, s. 220. 83 Bekâ ise fenânın zıddıdır. Lâkin tasavvuf dilinde önce fenâ, sonra bekâ gelmektedir. Kişi öncelikle nefsâni hislerinden kurtularak fenaya ulaşır, böylece Hakk’a ait olanlarla bekâ bulur.182 Bir kişi İslâm’ın emirleri ve yasaklarına riayet ettiğinde, nefsâni istekler o kulda fenâ bulur. Nefsî arzuları fenâ bulan bir insanın Allah’a kulluk hususunda ihlâsı, samimiyeti, takvası bâki olmaktadır. Yani kötülüklerden ifnâ olan kul, güzelliklerle donanır, güzel hasletler onda bekâ bulur.183 Dolayısıyla bekâ makâmındaki kul, sadece Allah’ın rızasına mazhar olabilmek için ibadetlerini yerine getirmekte, hal, hareket ve yaşayışını tamamen bu doğrultuda sürdürmeye odaklanmaktadır. Kuşeyrî, Risâle’de fenâ ve bekâyı şu şekilde izah eder: “Cehlinden fâni olan, ilmi ile bâkî olur; şehvet ve arzudan fâni olan Allah’a dönüş hâli ile bâkî kalır; dünyaya rağbet etmekten fânı olan, zühd ile bâkî olur; hevâ ve hevesinden fâni olan, Allah Teâlâ’nın iradesi ile bâkî olur. Diğer bütün sıfatlar için de aynı şeyler zikredilebilir.”184 Bursevî, gönül bülbülünün fenâ bahçesinde feverân ettiğini ve bekânın gül bahçesine erişmek istediğini ifade eder. Şâir, hâlâ fenâ makâmında bulunuyor olmaktan mutsuzdur; gönül bekâya tebdil eylemek istemektedir: Niçe bir bÀà-ı fenÀda zÀr ide dil bülbüli Bir òazÀn irmez gülistÀn-ı beúÀ ister gönül (124/3) … Bu fenÀ bÀàına úondum Bir iki günde uãandum ÁşiyÀn-ı úudse döndüm El-vedÀè olsun sizlere (84/2) Fenâ yolu, mâşuka ulaşma amacıyla çıkılan bir yoldur; dolayısıyla derdi ve meşakkati bitmemekte, kula ızdırap vermektedir: Bu fenÀnuñ derdi çoúdur Her biri cÀna bir oúdur 182 Kelâbâzî, a.g.e., ss. 200-212. 183 Eraydın, a.g.e., s. 196. 184 Kuşeyrî, Kuşeyrî Risalesi, s. 162. 84 Bunda úalmaú çünki yoúdur El-vedÀè olsun sizlere (84/3) Bursevî, varlıktan yokluğa, fenâ yoluna revân olmayı kendisine nasihat etmekte, fenâ ehli olmayanın Hakk’a vâsıl olamayacağını söylemektedir: Kesil Óaúúí úıùÀr-ı bÿddan nÀ-bÿda hem-rÀh ol Óaúú’a irmez o kim ehl-i fenÀya iltióÀú itmez (204/5) Sâlik, bu dünyada bir yolcudur. Bu yolda tuttuğu istikamet ziyadesiyle önem taşır; zîrâ âhiretteki yeri bu yoldaki hâline göre belirlenecektir. Efdal olan, Hakk’a yönelmek, bu istikâmette fenâ ile ilerlemektir: İr u giç çü yolcısın Óaúú’a ùoàrı vir èaúın Düldül-i fenÀya bin MeydÀn-ı maóabbetde (157/4) Fenâ ehli, nihayetinde sonsuz bir bekâ bulacaktır. Ancak, bu fenâ yolu, çile çekmeden geçilmez. Güzelliklere mücadele etmeden ulaşılmaz. Bu yüzden, ölmeden önce ölmek, fenâ ehli olmak zordur: ÓaúúıyÀ ehl-i fenÀ buldı beúÀ-i cÀvidÀn RÀh-ı Óaú’da ölmeden öñdin türÀb olmaú ne güç (228/5) 2.1.12. Fenâfillâh Fenâfillâh, kulun nefsâni arzularından ve insâni vasıflarından sıyrılıp, Allah’ın zât ve sıfatlarında fâni olmasıdır. “Hakk’ı müşahede, istiğrak, zâhir ve bâtınını hissetmeme, enfüs ve âfâktan habersiz olma” demektir.185 Bekâya ulaşabilmek için, fenâ yolundan geçmek gerekmektedir. Bu yolda da gaye mâsivadan uzaklaşıp kurtularak, Allah rızasının 185 Necmüddin Kübra, Tasavvufî Hayat, çev. Mustafa Kara, 3.b., İstanbul: Dergah Yayınları, 2013, s. 43. 85 kazanmak için her şeyi terketmek, kendinden geçmektir. Fenâfillah makâmındaki kulu dünyalık hiçbir kazanç, fiil zikir ve ibadetten alıkoymaz.186 Usûl-i Aşere isimli eseri şerh eden Bursevî, dört çeşit ölümden bahseder ve bunları kırmızı ölüm, beyaz ölüm, yeşil ölüm ve siyah ölüm olmak üzere tasnif eder. Kırmızı ölüm, nefsin arzu ve isteklerini yerine getirmemektir. Beyaz ölüm, aç kalmak suretiyle karnı öldürmektir. Yeşil ölüm, değersiz parçaların bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş yamalı kıyafet giymektir. Ve siyah ölüm de “halkın eza ve cefasına tahammül etmek”tir ki, işte bu hal fenâfillâhtır. Yani bütün fiilleri mâşukun fiillerinde yok etmektir. Allah ‘ın haricindekilerin fiilleri yok olduğunda, âlemdeki tüm işler kulun aleyhine olsa da, kul bunu eziyet olarak görmez. Zîrâ hepsi Allah’tan’dır; nâr da nûr da O’ndan gelmektedir; kul bunlara her türlü razıdır.187 Kişi, feyze mazhar olabilmek için kalbi tasfiye etmeli, temizlemelidir. Kezâ, fenâfillâh yolunda olmalı, nefsini öldürüp, vücudundan soyutlanıp Allah’ta yok olmalıdır: Maôhar-ı feyø olmaàa óavø-ı dili pÀk eylegil Kendüñi rÀh-ı fenÀfillÀhda òÀk eylegil (64/1) … Dest-i èışk ile vücÿduñ cübbesin çÀk eylerüz Nefsimüz rÀh-ı fenÀfillÀhda òÀk eylerüz (123/1) 2.1.12.1. Şem-Pervâne Pervane, geceleri mumun (şemè) etrafında dönen küçük kelebektir. Mumun ışığının çevresinde döne döne nihayetinde mumun ateşine düşer, yanarak ölür. Tasavvufta mum mâşuka, pervane ise âşıka delâlet eder. Âşık yanacağını bile bile tıpkı pervane gibi, sevgilinin ateşine koşmakta, ona mübtelâ olmaktadır. Ve nihayetinde bu ateşte yanarak fâni olur. 186 En-Nûr, 24/37. 187 Necmüddin Kübra, a.g.e., s. 46. 86 Âşığın kalbi aşk ateşiyle yanmakta, onun bu hâlini kimse idrak edememektedir. Onun bu durumu, mumun parlak ışığında, ateşiyle yanan pervanenin hâline benzer: NÀr-ı èışú içre yanar dil kimse bilmez óÀlini Şemè-i rÿşen-vÀr kim iórÀú ider pervÀneyi (90/5) Pervane, Allah’ın kemâli, güzelliğinin ateşiyle yanmaktadır. Âşık da Allah’a dair sırları, O’nun eşsiz kuvvet ve kudretini keşfi neticesinde hayran olmakta, bu sırlarda kendini kaybetmektedir: YÀ ilÀhí şemè-i óüsnüñdür yaúan pervÀneyi Keşf-i sırrÿñdur bugün óayrÀn iden dívÀneyi (143/1) … Şemè-i èışúuñ itdi sÿzÀn èÀúıbet bÀl ü perüm Zinde úıl kim bir yanıú pervÀneyin yÀ Rab meded (164/2) Bursevî, Peygamber âşığı bir sûfidir. Hz. Muhammed’e (a.s) olan aşkı, muhabbeti ve hasret ateşiyle yanmakta, O’ndan şefaat ve kurtuluş dilemektedir: Niçe bir nÀr-ı àamuñda yanayın El-emÀn ey Faòr-i èÁlem el-emÀn Şemè-i èışúuñda yanar pervÀneyin El-emÀn ey faòr-i èÀlem el-emÀn (152/1) 2.1.12.2. Semender-Ateş Semender, kertenkeleye benzeyen bir tür sürüngendir. Ateşe girdiğinde, yağlı ve yapışkan bir madde salgılamasından ötürü bir müddet ateşin yakıcılığına direnebilmektedir. Bu hususiyeti dolayısıyla semenderin ateşte yanmadığı efsanesine inanılmaktadır.188 Bir başka rivayete göre ise, bu hayvan yalnızca ateşte hayatını idame 188 Agâh Sırrı Levend, Divan Edebiyatı: Kelimeler ve Remizler-Mazmunlar ve Mefhumlar, 2.b., İstanbul: Dergah Yayınları, 2015, s. 184. 87 ettirebilmekte ve ateşten çıktığı zaman ölmektedir. Semenderin bir kuş türü olduğunu ileri sürenler de mevcuttur.189 Semender ve ateş ikilisi, edebiyatımızda âşığı ve mâşuka olan aşkını ve fenâ mertebesini ifade edilirken kullanılmaktadır. Âşığın sevgiliye karşı olan muhabbetinin, aşkının, büyüklüğü, aşk ve hasret ateşine olan mukavemetiyle ölçülmektedir. Âşık adeta semender gibi ateşi vatanı bellemekte, bu ateşle bir olmaktadır. İstenen; bu ateşte dâimi olarak var olmak, küllerinden yeniden doğup tekrar tekrar âşık olmaktır. Bursevî, semenderin ateşte bulunduğu hususuna telmihte bulunup, gönül ateşinin sönmemesini temenni etmektedir. Gönlüne pervane gibi ateşlerde yanmayı, dünyaya ve nefsine aldırmamasını söylemektedir: Semender gibi Àteş úıl ùurÀàuñ Söyündürme derÿn içre çerÀàuñ Ne cÀn u ne cihÀn olsun ferÀàuñ Yan ey pervÀne dil yanmaú demidür (149/2) Bir diğer beyitte ise, semenderin yerinin ateş olması gibi, kendisinin de vatanının ateş olduğunu, aşk ateşiyle yandığını ve Allah’ta yok olma makâmını şem ile kazandığını ifade etmektedir: ḤaḳḳıyÀ Àteşde bulduñ çün semender lezzeti Yoḳluġı pervÀne gibi şemè ile úılduñ şikÀr (38/5) Bazı kimseler balık gibi suda kalmayı, serinlik ve esenliği tercih ederken, kimileri ise semender gibi ateşlerde olmayı, fenaya ermeyi arzulamaktadır: Kimi mÀhí-veş ider Àb-ı revÀn içün ḳarÀr Şol semender gibi kimi nÀrı eyler Àrzÿ (45/3) 2.1.13. Feyz 189 Sevim Birici, “Nedîm Dîvânı’nda Ateş Ve Ateşle İlgili Kelimelerin Kullanımı”, Journal of Turkish Language and Literature, C. II, S. 4 (2016), ss. 1-15. 88 Sözlükte taşmak, bolluk, bereket, bir haberin fâş olması gibi anlamlara gelen feyz, mecaz anlam olarak da lutufkarlığı ifade etmek için kulluanılmıştır. Tasavvufî ıstılahta ise feyz, bütün yaratılmışların Hak’tan tecelli etmesi anlamında kullanılır. Bir diğer mânası ise, kulun herhangi bir çaba ve gayreti olmadan kalbine Allah tarafından birtakım mâlumatların verilmesidir190. Feyz kaynaklı bu ilimler, velîler aracılığıyla sürekli olarak insanlara aktarılmaktadır. Ancak bu ilimleri zâhir ulemâ, zâhidler, âbidler değil; gönül ehli, müşahede ve mükaşefe ehli idrak edebilmektedir. İbnü’l-Arabî, Allah’ın dâimi olarak lütuf ve bağışta bulunduğunu, her türlü nimet ve güzelliğin O’ndan taşarak geldiğini ve işte bu taşmanın feyz olduğunu ifade etmektedir. Yani feyz, sürekli olarak tecelli etmektedir.191 Allah, lütfu, cömertliği ve bağışlaması en yüce olandır. Bursevî, Allah’ın bu sonsuz ihsan hazinesinden temenni etmekte, kendisinin bu cömertlik karşısındaki küçüklük ve âcizliğini su damlasına benzeterek ifade etmektedir: Ey pÀdişÀh-ı õü’l-kerem luùf eyle bu bí-çÀreye Cÿduñ yanında úatreyem feyø eyle bu ÀvÀreye (59/1) Kişinin sonsuz cömertlik sahibi Allah’ın feyzine, tecellisine mazhar olabilmesi için sureti terkedip gönle meyletmesi gerekmekte, dünyanın cazibesini ve içindekilere tamah etmeyi bir kenara bırakmalı, bunlardan vazgeçmelidir: Yu vücÿduñ resmini mahv it èalÀéiú naúşını Özge bir feyø-i cezíl-i óaøret-i õi’l-cÿda ir (63/3) Sâlik, aşk âleminden haber, bir kapıdan feyz almaya başladığı zaman, bir gönül çocuğu olur ve süt arar yani şeyhinin feyzini, Rabb’in cemâlini arar. Bu feyz, tıpkı çocuğun sütü besleyip büyüttüğü gibi kulun gönşünü besler, diri tutar, ona can verir: Şír-cÿdur èÀlem-i feyże gelelden ṭıfl-ı dil Raḥm-i mÀderde gibi ol bir daḫi ḳan istemez (43/6) … 190 Uludağ, T.T.S, s. 137. 191 Selçuk Eraydın, “Feyiz”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, C. 12, ss. 513-514. 89 Úanàı dilde kim ola èışú u maóabbet mÀyesi Feyø-i Óaú olur anuñçün ùıfl-ı şírín dÀyesi (107/1) 2.1.14. Firak-Vuslat Firak, tasavvufta “vahdet makâmından uzak kalmak, sevgiliden ayrı olmak, sâlikin asıl vatanı olan gayb ve ruhlar âleminden ayrılıp bu âleme gelmesi” gibi anlamları taşımaktadır. Vuslat ise Hakk’a kavuşmak, Hak’la birlikte olmak, bu âlemden âlem-i ervâha ulaşmaktır.192 Firak, gurbettir, hüzünlüdür. Âşık, vatanından uzak kalmanın verdiği hasret ateşiyle yanmakta, sevgiliye vâsıl olmaktan başka bir isteği bulunmamaktadır: Alevlenüp nÀr-ı firÀú Yandı gitdi cÀn-ı müştÀú Bir gün yaúın olup ıraú Õevú-i vaãlı sürmeyem mi (31/2) … Ġurbet ehlinüñ vaṭandan ġayrı yoḳdur maùlabı Ehl-i fürḳat vuṣlat-ı dildÀrı eyler Àrzÿ (45/4) Şâir, ayrılık derdinden kurtulup vuslata mazhar olmak istemektedir. Ayrılık ateşiyle kalbi yanmakta, artık bu hasretin nihayete ermesi için Allah’a yalvarmakta, O’ndan merhamet dilemektedir: İlÀhí rÀh-ı vaãla úulları irşÀd iden sensin áam-ı fürúatden ÀzÀd eyleyüb dil-şÀd iden sensin (69/1) … Niçe bir fürḳatle yansun cÀn u dil 192 Uludağ, T.T.S, s. 138. 90 Merḥamet ḳıl merḥamet ḳıl yÀ Kerím Kevåer-i vaãluñla ḳansun cÀn u dil Merḥamet ḳıl merḥamet ḳıl yÀ Kerím (24/1) Bu fâni dünya âlemi, vuslata erme, memnun olma mekanı değildir. Bu âlem, firak yeridir, burada hasret ve hüzün vardır. Ve sâlik bunun farkında olup, artık gurbette olmaktan hasta düşmekte, üzüntüyü derinden hissetmektedir: Hey ne mümkin Àlem-i fürúatde vuãlat èÀşıúa Hicr elinden úaldı Àòir òaste cÀnum Àò Àò (167/3) 2.1.15. Gönül Gönül, kalple eş manadadır. Tasavvufi ıstılah olarak ise, “sırlar hazinesi, Allah’ın nazargâhı, ilâhi kemalin ve cemalin en güzel tecelli ettiği yer”dir.193 Bursevî gönül için kalb ve dil ifadelerini de kullanmaktadır. Bir yerde de yürek kelimesiyle zikretmiştir. “Kalp; insanın hakikatini teşkil eden, bedendeki cismani kalp ile de ilintili olan, ruhani, Rabbani bir latife, ilâhi bir cevherdir.”194 Hakikati, marifetullahı anlayabilmek için akılla birlikte gönül gözüne de ihtiyaç duyulur. Tasavvuf tatbiki bir ilimdir, yani uygulamaya dayanır. Kişinin bu hali yaşayan sûfîyi anlayabilmesi için yine aynı hal içre bulunması gerektir. Nasıl ki selef yalnızca bilgiye bağlı kalıp yorumlama yapmamış yahut kelam alimleri akılla birlikte istidlali kaynak olarak esas almışlarsa, sûfîler de akla kalbi ilave etmek suretiyle aşkı devreye sokmuşlardır.195 Burada, “fetvayı kalbinden iste, kalbine danış”196 hadis-i şerifi de kalbin bu hususta söz sahibi oluşunu gösterir. Kezâ Hac Sûresi’nde “Hiç yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki bu sayede düşünen kalpleri yahut duyacak kulakları olsun? Gerçek şu ki gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerde olan kalpler/basiretler kör olur”197buyrulmuştur. Burada, kişinin asıl görmesi gereken gözünün kalp gözü olduğundan, hakikati kavrayıp idrak etmede gönül gözünün ehemmiyetinden bahsedilir. Ve bakıldığında kâfirlerin bedeblerindeki gözlerinde bir 193 Uludağ, T.T.S, s. 107. 194 Serrâc, el-Lümaè, 557. 195 Salih Cenap Baydar- Bilal Kemikli, Prof. Dr. Bilal Kemikli İle Tasavvuf Üzerine, 19 Şubat 2016 tarihli söyleşi. 36:08-39:19. 196 Süyûtî, Câmi’u’s-Sağîr, 1:40. 197 El-Hâc, 22/46. 91 körlük yoktur ancak gönül gözleri kördür. Bu yüzden de hakikat ne kadar ayân beyân olursa olsun, onu anlayıp idrâk edemezler. Gönül ehli olanlar, sırra eren sâliklerdir. Onlar suretle, zahirle değil, manayla meşguldürler. Sûrete takılıp da onun ıssız mahallinde dolaşmazlar: Ne yüzi ãÿreti ola bu vaóşet-ÀbÀduñ İder mi ehl-i dil olan anuñla istínÀs (1/3) Kalp, hata ve günahlarla kirlenmekte, gönül aynası pas tutmaktadır. Fânî, geçici, Allah’tan gayrı her türlü dünyevî meşguliyet, gönlü karartmaktadır: èAceb belÀ-yı siyehdür taèalluúÀt-ı sivÀ Çü rÿy-ı Àyine anuñ ile ùutar dil pas (1/4) Aşk ateşinin mahalli gönüldür. Bursevî, Hz. Peygamber(a.s)’ın aşk ateşinin kalbinde yanmasıyla, tıpkı pervâne gibi bu ateşten yanmakta, kül olmaktadır: Şemè-i èışúuñ yansa bir dilde eger Hem-çü pervÀne yanar olunca kül (19/5) Mâsiva ile paslanan, kirlenen gönül, ancak Allah’a iltica etmekle arınır, tasfiye olur. Bu da zikirle, nefis terbiyesiyle mümkündür: BÀà-ı dilde tÀze gül CÀm-ı revÀn içre mül PÀk olur dise göñül LÀ ilÀhe illallah (67/3) Bursevî, gönül meclisinde gam şarabını içtiğinden beridir bu âlemde perişan olduğunu, aşk derdiyle harâb olduğunu söylemektedir: Nÿş idelden şol göñül bezminde ṣahbÀ-yı ġamuñ Bu ḫarÀb-ÀbÀd olanèÀlemde vírÀn olmuşuz (25/2) 92 Kul, Allah’ın lütfuna mazhar olmayı, Hak nurunun tesiriyle gönlünde hakikatin bilinmesini istemektedir. Bu âlemde gurbettedir ve bu yalnızlıkta kendine tanıdık bir sima, bir ârif aramaktadır: Her nefesde bir tecellí-yi ÒudÀ ister göñül Kendine bu àurbet içre ÀşinÀ ister gönül (124/1) Gönül, aşk derdiyle bülbül gibi feryat etmektedir. Aşkın mahalli gönüldür ve aşk ateşi de gönülde yanar. Şâir, aşk ateşiyle gönlünün nasıl yanıp feryat ettiğinin görülmesini, nasıl müşkil durumda olduğunun bilinmesini istemektedir: Göñülde tÀb-ı èışúı görmesinler nÀrı görsünler Niçe efàÀn ider dil èandelíb-i zÀrı görsünler (173/1) Âlem, Cenâb-ı Hakk’ın esmasının tecelligâhıdır. İnsanda da esmanın tecelli ettiği mahal, kalptir. Gönül, beden hamurunun mayasıdır ve aşk ateşiyle pişerek kendisine ve içinde bulunduğu cisme değer katmaktadır. Ve âlem hamurunun mayası da gönüldür: On sekiz biñ èÀlem oldı çünki esmÀya òamír Ol òamíre fi’l-óaúíúa mÀye geldüñ ey gönül (144/3) 2.1.16. Hâl Hâl sözlükte “şimdiki zaman, durum, keyfiyet” anlamlarına gelmektedir. Tasavvuf ehline göre ise hâl, kulun bir dahli ve gayreti olmadan kalbinde doğan heyecan, mutluluk, ferahlık gibi durumlardır. Buna göre hâl, Allah’ın bir lütfudur. Hâl sahibi, halden hâle geçer. Bu kişilere “ehl-i hâl” denmektedir. Hâl devamlılık arz ederse, “makâm” olur. Tasavvuftaki bir diğer mânası da “dervişlerin dervişlerin cezbesi ve coşkunluğu”dur.198 Bursevî, âşıkların hâlini, içinde bulundukları durumu kimsenin bilmeyeceğini, ancak aşkın da gizli kalmayacağını, saklanamayacağını ifade eder: Kimse bilmez óÀlini èÀşıúlaruñ Gerçi kim mümkin degül iòfÀ-yı èışú (153/3) 198 İskender Pala, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü, 18.b., İstanbul: Kapı Yayınları, 2009, ss. 183-184. 93 Şairimiz, hevâ rüzgarına kapılmış olmaktan ötürü pişmandır, üzgündür, perişan bir durumdadır. İçinde bulunduğu bu hâlden ancak en merhametli olan Allah’ın yardımıyla kurtulabileceğini söyler: Serdi-i bÀd-ı hevÀ ile períşÀn óÀlimüz Saña úaldı işimüz ey raómet ıssı pÀdişÀh (168/2) Ömür geçip gitmiş, artık bu dünyadan yavaş yavaş gitme vakti gelmiştir. Bu sebeple Bursevî, hâlini düzeltmediğinden, ıslah etmediğinden yakınmaktadır. Üzüntüden artık dermanı kalmamış, artık ilim tahsil edebilmenin de imkansız olduğunu ve bundan duyduğu üzüntüyü ifade etmiştir: Aàlaram kim itmedüm ıãlÀó-ı óÀl İñlerem kim úalmadı tende mecÀl Çünki noúãÀn buldı èömr-i nÀzenín Oldı taóãíl-i kemÀl itmek muóÀl (209/1) 2.1.17. Hikmet Hikmet, eşyanın ardındaki hakikati, özelliklerini, yaratılış sebeplerini, tesirlerini bilmek, bunların idrakinde olmak ve buna göre amel etmek, söz ve davranışta isabet, hakka uygun düşen söz gibi anlamlara gelmektedir. 199 Şairler, mahlas beytlerinde bazen kendilerini övmektedirler. Bursevî de mahlas beytinin birinde kendisinin hikmet tahtının şâhı olduğunu, âlimlerin de kendisinin askerleri olduğunu söylemiştir. Bugün Óaúúí serír-i ḥikmet üzre şÀh-vÀr oldı Aña ehl-i èulÿmèÀlemde bir ÀlÀy sipÀhidür (57/6) Âşık, hikmetin gül bahçesinde sürûr içindedir, çok sevinçli ve huzurludur, zîrâ hikmetin kıymetinden haberdardır. Oysa zahid, bu hikmetlerden anlamaz, gül 199 Pala, A.D.Ş.S., S. 208; Uludağ, T.T.S, s. 169. 94 bahçesindeki güllerin kokusunu alamaz. Ve bu eksikliği ona söylendiğinde de, içi sıkılır, huzursuz olur: Gülşen-i óikmetde èÀşıú bülbül-ÀsÀ bÀ-neşÀù ZÀhid andan bÿy almaz söyleseñ dil-teng olur (219/2) 2.1.18. Himmet Lügat anlamı “gayret etme, çabalama, çalışma” olan himmet, tasavvufî ıstılahta ise bir kemâl hâlini, bir maksadı elde etmek için gönlü bu yola yönlendirmek demektir. Himmet, mânevî yardım şeklinde de düşünülmektedir. Yani, kişinin istediği bir şeye, bir hâle erişebilmesi için birinden mânevi destek ve yardım beklemesidir. Dolayısıyla, âşıklar maşuktan, müridler mürşidden, sevgiliden himmet beklerler. Bursevî, mâsiva sevdasının cübbesini parçalayıp, bu suretten sıyrılıp, himmet eliyle yürünmesini nasihat etmektedir: Var ise àayret dilüñde dest-i himmetle yüri Cübbe-i sevdÀ-yı àayrı çün úabÀ çÀk eylegil (64/2) Riyâ ve gösteriş, kişiyi Allah’tan uzaklaştıran fiillerdir. Oysa aşk yolu, samimiyettir, kişiyi Allah’a kavuşturur. Sâlik, riyadan, amellerin yalnızca dış görünüşüne takılıp kalmaktan vaz geçmeli, aşk erlerinden himmet beklemelidir: èAúluñ var ise zühd ü riyÀyı bıraàursın èIşú erlerinüñ pÀyesine himmet idersin (223/3) 2.1.19. İnsan-ı Kâmil İnsan-ı kâmil, Allah’ın bütün isim ve sıfatlarına mazhar olan, varlığın esas mertebeşerini tamamıyla kendinde toplayan insandır. “Allah’ın zât, sıfat ve isimlerinin aynasıdır. Kâmil insan, âlemin ruhu, âlem de onun suretidir.” Allah, kâmil insanı sırrına mazhar etmiştir. Hakikatin sırrına, marifetullaha vâkıf olmuş, sırlar ona ayân olmuştur: Óaú maôhar itdi sırrına insÀn-ı kÀmili 95 Sırrı görindi ãÿret-i ôÀhirde óÀãılı (95/1) Kâmil insan, kendisinden himmet beklenilen kişidir, himmeti istenir. Bursevî, dünya âleminden vazgeçtiğini, ona yüz çevirdiğini ve kâmil bir insana intisâb edip, ondan el aldığını ifade eder. Burada el, kurtarıcılığı da simgelemektedir. Böylece insan-ı kâmilin himmeti ve dünyaya tamah etmemekle felâha ermeyi arzu etmektedir: Elüm çekdüm bu èÀlemden FerÀàat ehli dervíşem El aldum kÀmil Àdemden İrÀdet ehli dervíşem (97/1) Allah’ın isimleri, sırrı kâmil insanın kalbinde tecelli etmektedir. Allah’ın sıfatlarını üzerinde en güzel taşıyan insan, odur. Allah’ın sırrı göklere sığmazken, kâmil insanın gönlüne sığmıştır: Şol zemin-i ÀsmÀna sıàmadı sırr-ı ÒudÀ Oldı bil insÀn-ı kÀmil úalbine mihmÀn hÿ (165/2) Kemâle ermiş insan olmak, tüm her şeyini, cânın ve cismini Allah’ vermekle olur. Böylece benlikten sıyrılıp fenâ mertebesine erişilecek ve mutlak sırrın idrakine varılacaktır: Vire gör varıñı Óaúú’a KemÀl-i Àdemí budur İre gör sırr-ı muùlaúa KemÀl-i Àdemí budur (183/1) 2.1.20. Masiva Allah’tan başka, Allah haricindeki her şeydir. Masivadan geçemk, kişinin kendini Allah’ vermesi, Allah’ta yok olup fenaya ermesidir. Tasavvuf ehline göre, kalpte Allah’tan başka hiçbir şey bulunmamalıdır. Gönlünde başka bir sevda mevcut olan kişi, 96 masivadan kurtulmamış demektir. Hakiki derviş olmak ise, masivayı terk etmekle olmaktadır.200 Masivadan kurtulan kişi, Allah’a hakiki mânada kul olmuş olur. Hatta derecesi öyle yükselir ki, esasen kul iken Allah katında üst mertebelere sahip, itibarlı bir sultan mevkiine çıkar: MÀsivÀdan óürr olan bí-şübhe èabdullÀh olur Úul iken sulùÀn gibi bir özge èÀlí-cÀh olur (155/1) Âşığın gayesi, Hakk’a ulaşmak, vuslata ermektir. Bu isteğine erdiği vakit, artık gözüne masivadan hiçbir şey hoş gelmez. Allah’ın aşkı ona ziyadesiyle yetmektedir, bu aşka mübtelâ olduktan sonra, başka sevdalara da tamah etmez Ve masivaya köle olmak, ondan vazgeçememek kalbe bir yüktür, gönlü harâb etmektir. Bu halden ise yine Allah’ın necâtıyla kurtuluş mümkündür: Óaúú’a vÀãıl olan èÀşıú mÀsivÀyı n’eylesün èIşú-ı Óaú kÀfí iken àayrı hevÀyı n’eylesün (106/1) … Zebÿn-ı mÀsivÀ olmaú ne miónetdür dil ü cÀna Çü yoúdur àayrıdan çÀre yine imdÀd iden sensin (69/2) Bursevî, masivayı kasterek sivâ ifadesini de kullanmaktadır. Sivâ öyle sinsidir ki, kişiyi aldatmak için türlü türlü suretlere bürünür, tıpkı bir cadının sihri, büyüsü gibi kişiye musallat olmaktadır: Dürlü dürlü görinür naúş-ı sivÀ èÁyn-ı siór-i bÀùıl-ı cÀdÿ gibi (72/5) 2.1.21. Melamet Melâmet, kınayanın kınamasına aldırmaksızın, doğru yolda yürümektir. Hak yola davet edenleri halk tarafından her daim kınanmışlardır. Peygamberler, velîler hep 200 Pala, A.D.Ş.S, S. 298. 97 böyledir. Dolayısıyla Hak yolda yürümeye niyetli olanların kınanmayı, eleştirilmeyi her zaman göze almaları gerekmektedir. Dervişler, âşıklar aşkları uğrunda her türlü kınanmayı göze almışlardır. İlâhi feyzin şarabından içen âşıklar, namus şişesini kırarlar, yani melâmet üzere olup, kınayanın kınamasına aldırmazlar, âşıklık halleriyle halktan çekinmezler: Şular kim neşve-yÀb-ı sÀġÀr -ı feyø-i ilÀhídür Ḳırarlar şíşe-yi nÀmÿsı aṣlÀ èÀra baḳmazlar (48/2) Halk, her daim konuşmakta, onların dilinden, dedikodusundan kurtulmak mümkün olmamaktadır. Bursevî, ister hakkında iyi konuşsunlar isterse onu kınasınlar, konuşanları, kınayanları umursamadığını, yoluna devam ettiğini ifade eder: Olmadı òalúuñ dilinden çünki bir kimse òalÀã Ya selÀmet ya melÀmet ikisi birdür bana (212/3) 2.1.22. Tecelli Arapça bir kelime olan tecelli, “Âşikar olmak, açığa çıkmak, görünmek” gibi anlamlara gelmektedir. Tasavvufî olarak ise, gaybdan gelen ve kalpte açığa çıkan nurlar, bilinmeyenin kalpte bilinir hale gelmesi anlamlarını hâvidir. Her ilâhi isim, türlü şekillerde ve yerlerde tecelli etmektedir. Tecellide, her dâim gaybdan şuhûda, bilinmezlikten bilinirliğe, küdûretten netşiğe, belirsizlikten belirliliğe geçiş söz konusudur. Allah’ın isimleri ve sıfatları âlemde, insankarın kalplerinde, yaratılmışlar üzerinde tecelli etmektedir. Vahdet-i vücûd anlayışına göre iki türlü tecelliden söz edilir. Bunlardan ilki genel tecellidir, bu tecelliden herkes ve her şey tam olarak nasibini almakta, kendi kemâlini bulmaktadır. Diğeri ise, Rahmâni tecellidir ki, bununla arifler mü’minler, sıddıklar rıza ve marifet gibi nimetlere mazhar olurlar. Tecelli, Hakk’ın zuhur etmesidir ve bu tecellileri yaratan da Allah’tır. Dolayısıyla tecellilere ve ihsana mazhar olabilmek için, bunu Allah’tan istemek gerekir: Ôuhÿr-ı Óaúú’a bÀèiådür tecellí Tecellí iste MevlÀ’dan tecellí 98 Tecellí içredür iósÀn-ı küllí Tecellí iste MevlÀ’dan tecellí (15/1) Hakk’ın tecelli etmesi, karanlıklardan aydınlığa, kasvetten feraha ulaşmaktır. Vücudun esaretinden, zulmetinden ve gurbetten ancak Allah’ın tecellisiyle kurtulmak mümkündür: Tecellí idicek ol Rabb-i FettÀó Açıldı ol nefesde bÀb-ı ervÀó Odur bu ôulmet-i cism içre miãbÀó Tecellí iste MevlÀ’dan tecellí (15/2) Allah âlemlere tecelli ettiğinde, tüm yaratılanlar, her şey bunu tasdik eder, Allah’ın varlığı ve birliğine şahitlik edip, bunu ikrar ederler: ḤaḳkıyÀ Óaḳ çün tecellí eyledi èÀlemlere Şeş ciḥetde her ne var ise didi ey yÀr hÿ (55/5) 2.1.23. Tevhîd Allah’ın tek olduğuna eşinin ve benzerinin bulunmadığına inanmak, tevhiddir. Kul, âlemlerin bu kadar muntazam ve aksamayan bir düzen içinde olmasının, ancak tek ve mükemmel bir yaratıcı tarafından mümkün kılınabileceğini düşünüp, âlemi ve içindekileri temaşa ederek tevhîd inancına vâsıl olabilir. Tevhîd hakkında kelam ve tasavvuf âlimleri201 pek çok görüş ileri sürmüşlerdir. Bu görüşlerin temel noktası ise, Allah’ın eşsiz ve benzersiz oluşu, kesret ile vahdet ayrımının sağlam bir şekilde yapılıp, kesretten uzak durulması gerektiği, tevhîd ilmiyle öğrenilenlerin hayata geçirilmesi, kulun âciz olduğunun idrâkinde olması gibi konular yer almaktadır. Tevhîd, esasen kişinin âlemi temaşa etmesiyle ulaşabileceği bir mefhumdur. Ancak, kişi masivaya dalıp, Allah’tan uzaklaştıkça, tevhide dair dellilleri farkedemez olur, fehmi körleşir. Dolayısıyla tevhid herkese âşikar olamamaktadır. 201 Mutasavvııfların tevhide dair görüşleri için bkz: Kuşeyrî, Kuşeyrî Risalesi, s. 83-92, 386-391. 99 Açılmaz herkese esrÀr-ı tevóíd Görünmez her göze envÀr-ı tevóíd İçe gör vaódet-i ôÀtiyye cÀmın Egerçi çoúdur eùvÀr-ı tevóíd (136/1) 2.1.24. Vahdet-Kesret Vahdet, kelime anlamı itibariyle teklik, kesret ise çokluk demektir. Tasavvufî ıstılahta ise, “ Bir olan Hakk’ın isim ve sıfatları ile tecelli edip çokluk halinde görünmesine “kesret”, bu çokluğun hakiki bir varlığı olmadığını kavrayıp var olarak yalnızca Cenâb-ı Hakk’ı görmeye ise “vahdet” denir.202 Aslolan, vahdettir, zîrâ hakiki anlamda varlığa sahip olan, sadece Allah’tır. Kesret ise bâtıldır, Allah dışındaki hiçbir şeyin varlık sahibi olduğundan bahsedilemez: Úabÿl itmez vücÿd-ı keåreti ol Ki vaódet óaúú u keåret oldı bÀùıl (77/2) Bursevî, vahdet güneşine mazhar olduktan sonra, yaratılmışlara, kesrete dair bir ilgisi kalmaz ve vahdete dair de hiçbir şüphesi olmaz: Şems-i vaódet ideli çeşm-i dile Óaúúí ôuhÿr Keåret-i òalúa baúup hergiz gümÀn olmaz bana (224/5) 2.1.25. Vahdet-i Vücûd Vahdet-i vücûd, tasavvuf ehline göre vücudun bir ve tek olması demektir. “Tasavvuf erbabına göre vücûd birdir. O da vâcibü’l-vücûd olan Allah Teâlâ’nın vücûdu ve zatıdır. Buna mutlak vücûd, vücûd-ı sırf isimleri de verilir. Bu vücûd şekil, suret, hat, kayıt, parçalanma ve noksanlaşmadan münezzeh olmakla beraber, bizim akıl ve hissimize nisbetle birçok suretlerde görünür. İşte mükevvenat bu suretlerden ibarettir. Vücûd-ı sırf asla değişmediği halde, bu suretler her an değişirler. Mutlak vücûd bâkî olduğu halde, bunlar fâni ve zâildir. Yani Allah Teâlâ’nın sıfatlaına mükevvenat ayna olmuştur. hakk’ın vücudunun zahiri halk, bâtını Cenâb-ı Hak’tır. Vücûd Cenâb-ı Hakk’a nisbet edildiğinde 202 Uludağ, T.T.S., s. 212. 100 vâcib ve kadîm, mecazen halka nisbet edildiğinde mümkün ve hâdistir. Fakat hakikatte bütün kainat ve her zerre, Hakk’ın sıfatlarının mazharıdır. Sıfat da zât ile görülebilir.”203 “Vahdet-i vücûd, tahkik erbâbı sufilerin irfan meslekleridir. Onlar bu mertebeye yükselmenin. gerçek tevhide ulaşmak için gerekli şart olduğu kanaatindedirler. Âriflere göre zât-ı vahdet hakkında herkesin nazarı, istidadından ileri gidemez. Avâm bakar, her şeyi kabuktan ibaret görür. Havas bakar kabuk ile özü birlikte görür. Âşık bu iki mertebeden yükselip sadece özür görür. Sadece kabuk görenler hayvanlık derecesinde kalır; kabuk ile özü gören insanlık mertebesine yükselir; yalnız özü gören, Rabbânî olur.”204 Bursevî, vahdet-i vücûd anlayışında olan bir mutassıvvıftır. Ona göre, bir şeyin çok fazla tezahür ve görüntüsü olsa da, nihayetinde hepsi tek olup, varlığı bire bağlanacak, birlenecek ve tek vücûd olacaktır. O vücûd da Allah’ın’dır: Áyine bisyÀr velí rÿy bir Bir görinür anda úamu rÿ-be-rÿ (78/4) Âşık, varlık sahibi olarak yalnızca Allah’ı görmektedir ve vücûd sadece Hakk’a aittir. Onu bu düşünceye sevk eden de, içinde bulunduğu aşk hâlidir. Aşk, kişinin vücudunu ve benliğini ortadan kaldırır, meydanda Allah’a ortak bir vücûd bırakmaz, nefs de aşkla kaybolur: Şirk-i vücÿdı úaldırur EvãÀf-ı nefsi öldürür Feyø ile úalbi ùoldurur Mevc ursa ger èummÀn-ı èışú (137/3) Beden gözüyle bakan kişi, dünyada yüzlerce suret görecektir, zîrâ yaratılanlar biribirinden farklı ve çok sayıdadır. Ancak hakikatte hepsi birdir, Allah’tandır. Eşyanın ve halkın zahirine değil de bâtınına hikmet ve aşk gözüyle, tevhidi idrak ederek 203 Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatler, s. 243; Muhammed Salih Yeşil, Vahdet-i Vücûd ve Mevcûd, İstanbul: Revak Kitabevi, 2013, s. 30. 204 Ferit Kam, Vahdet-i Vücûd, Haz. Ethem Cebecioğlu, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1994, ss. 52-53. 101 bakıldığında, bunların ayrılıkları, ikilik-çokluk ortadan kalkar, yalnızca Allah’ın vücudu temaşa edilir: Çeşm-i ôÀhirden baúan dünyÀda yüz biñ yüz görür Fi’l-óaúíúa ãad hezÀr Àyínede yüz oldı bir (145/2) … İkilik perdesin òarú eyledüñ mi dest-i himmetle MaúÀm-ı èayna irdüñ mi şühÿduñ ol bir itdüñ mi (180/4) … BÀùın-ı eşyÀyı muhíù oldı Óaú ÔÀhiri gerçi denilür o vü bu (78/3) 102 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM FEVÂİD MECMÛASI (TRANSKRİPSİYONLU METİN) 1. METİN NEŞRİNDE İZLENEN YÖNTEM 1. Metnin kurulmasında B nüshası205 esas alınmıştır.. Müstensih nüshası olan Millet Kütüphanesi’ndeki nüsha da “M” harfi kullanılarak belirtilmiştir. B nüshasında eksik olan 3a ile 19b arasındaki manzumeler, M nüshasından alınarak metne dâhil edilmiştir. Ve bu kısımlar metinde “M 72b” şeklinde dipnotta gösterilmiştir. 2. Arap harfli eski alfabede bulunup, bugünkü alfabede bulunmayan işaretler için, aşağıdaki transkripsiyon sistemi kullanılmıştır: Arapça ve Farsça’daki med harfleri şu şekilde gösterilmiştir: 205 Bursa İnebey Genel nr. 87. Bu nüsha metinde “B” harfi ile gösterilmiştir 103 Í, í : ى ß, ÿ : و Á, À :آ Farsça’daki vâv-ı ma’dûleler “º” işareti ile yazılmıştır: òºÀb, óºÀce.. gibi. Farsça terkiplerde muzaf ve izâfet kesresi ile maklub izâfet neticesinde oluşan birleşik isim ve sıfatlar, aralarına tire (-) konulmak suretiyle yazılmıştır: dil-teşne, rÿy-ı reng… gibi. 3. İle bağlacı ile belirli geçmiş zaman eki –idi ekinin yazımında vezin esas alınmıştır. 4. Arapça ve Farsça kalıplaşmış ifadeler, iktibaslar, başlıklar yahut ayet ve hadisler orijinal harflerle metne alınıp, bunların Türkçe karşılıkları dipnotlarda verilmiştir. 5. –dır, -dir, -dur, -dür eklerinin yazımında metin imlası esas alınmıştır. 6. M nüshasının sayfa numaralandırılmasında eserin üzerindeki sayfa numaraları kullanılmıştır. –uñ,-üñ, -ıñ, -iñ eklerinin diktesinde metin imlâsı esas alınmıştır. Ör: Muntaôim ol berg-i ḫoş-bÿy-ı gül-i ḫandÀn-veş Kendiñi ṣaḳın períşÀn itme sünbüller gibi (2b/ 2) … Gülşen-i dehrüñ vefÀsın görmedi bir murġ-ı dil Nice maġrÿr olasın sen aña bülbüller gibi (2b/4) 7.Özel isimlerin, lafzatullâhın, besmele ve kalıplaşmış ifadelerin imlasında metinde kullanılan imlâ kuralları uygulanmamıştır. Ör: Hamdülillâh ( 21 b) 8. Metindeki vezin ve mânâ eksikliklerini tamamlamak üzere eklenen hece ve kelimeler [ ] içerisine alınmıştır. Okunamayan yerler de […] şeklinde gösterilmiştir. 9. Manzumeler numaralandırılmış, bulundukları varakların numaraları da dipnotta belirtilmiştir. 10. –ıb, -ib,-ub, -üb ekleri, günümüz imlâsı esas alınarak –ıp, -ip, -up, üp şeklinde yazılmıştır. 104 11. idegör, talıbilmezsin şeklindeki birleşik ifadeler, günümüz imlâsına yakın olarak ide gör, talı bilmezsin şeklinde ayrı yazılmıştır. 2. NÜSHA TAVSİFLERİ Fevâid Mecmûası’nın müellif nüshasıyla birlikte 2 nüshası tespit edilebilmiştir. Bu nüshalar ve tavsifleri şu şekildedir: 1. Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi (BEYBEK), no: Gen. 87. İstinsah tarihi: H. 1130-1131. Müellif nüshası. Dış ölçüleri: 200mm x138mm, İç ölçüleri: 180mm x 120 mm., 184 vr, nesih, sırtı meşin mukavva, ağırlığı nazım kısmı teşkil etmekte. Kağıdı su yolu filigranlı, nohudi. Eserin 1b ve 2a sayfalarında musiki makamlarını ve bulundukları varakları gösteren tablo şeklinde bir fihrist bulunmakta.206 207 MÀhÿr 14 Penc-gÀh 10 RehÀví 6 Rast 2b Bÿselik 28b Nühüft-nevÀ 24b NevÀ 21b NişÀbÿr 17 Beste-nigÀr 43b SegÀh 39b èAcem-kürdí 35b IãfahÀn 31b MÀye-segÀh 58b èArø-bÀr -54b Sünbüle 50b Nikríz 46b BayÀtí 70b NihÀvend 67b ÓiãÀr 64b Zír-efkend 61b 208 Óüseyní 85b Kÿçek 82b äabÀ 78b DÿgÀh 74b Baba ÙÀhir 102b Muòayyer Óüseyní 98b Muòayyer 94b èUşşÀúb èIrÀú 118b Evc èIrÀú 113b Evc 110b ÇÀrgÀh 106b ŞehnÀz 134b èUzzÀl 130b ÓicÀz 126b MuòÀlif èIrÀú 122b èAcem 149b Ferah-nÀk 148b èAcem èAşirÀnb Óüseyní èAşirÀn 138b 206 Fihrist olup, içindekiler kısmına dair olduğu için nüsha tavsifinde verilmesi uygun görülmüş, metin içinde tabloya tekrardan yer verilmemiştir. 207 B1b. 208 B2a. 105 2. İstanbul Millet Kütüphanesi Ali Emiri Koleksiyonu, nr. AEŞry-1182/18. İstinsah tarihi: H. 1269 Müstensih: Belli değil. Dış ölçüleri: 210mm x 153mm, iç ölçüleri: 155mm x 97mm. Cilt mukavva üzeri lacivert bez kaplı, yaldızlı zencirek ve köşebend ve cetvelleri mevcut, sırtında yaldızlı desenler var. Kağıdı nohudi renkte, ince aharlı âbâdâi kağıt. Filigran-suyolu bulunmamakta. Cetvelli, bu cetveller kırmızı renkte ve başlıklar, bölümler kırmızı mürekkeple belirtilmiş. 19 satır, manzumeler 2 sütun. 18 ayrı mecmûadan müteşekkil ve eserin başında bir fihriste bulunmakta. 106 3. TRANSKRİPSİYONLU METİN 1209 Lİ MUÓARRİRİH MefÀèilün/ FeèilÀtün/ MefÀèilün/ Feèilün 1 BinÀ-yı èışú-ı ilÀhíye derd u àamdur esÀs Bu dÀr içinde velí bilmez anı ekåer-i nÀs 2 Muèaõõeb olsa da nÀr-ı belÀ ile èÀşıú Şuèÿrı olmayıcaú àayra eylemez iósÀs 3 Ne yüzi ãÿreti ola bu vaóşet-ÀbÀduñ İder mi ehl-i dil olan anuñla istínÀs 4 èAceb belÀ-yı siyehdür taèalluúÀt-ı sivÀ Çü rÿy-ı Àyine anuñ ile ùutar dil pÀs 5 NigÀh-ı èÀlem-i àayb it hemíşe ey Óaúúí Ki beste olısar Àòir der-i úuvÀ vü óavÀs 2 VELEHÜ 209 B1a. 107 (5+6) (6+5) Zihí sÀúí-i feyø-i bezm-i ezel äunÀr cÀm-ı dilden şarÀb-ı èasel MeõÀú almasa maèrifetden gönül Ùutar cism ü cÀnın òumÀr-ı kesel 3 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün MefÀèílün/ MefÀèílün Bu […] maèrifet didikleri àoncede bÿdur Ki zírÀ künhi añlanmaz hele ben bildügüm budur 108 4210 FAäL-I DER-MAÚÁM-I RAST VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèlün 1 Faṣl-ı güldür sen de ey bülbül açıl güller gibi Bezm-i bÀġ içre ḫurÿş it cÀmda müller gibi 2 Muntaôim ol berg-i ḫoş-bÿy-ı gül-i ḫandÀn-veş Kendiñi ṣaḳın períşÀn itme sünbüller gibi 3 Noḳta-i kilk-i ezel dÀġ oldı cÀn-ı lÀleye Virdi zínet-çehre-i maóbÿba fülfüller gibi 4 Gülşen-i dehrüñ vefÀsın görmedi bir murġ-ı dil Nice maġrÿr olasın sen aña bülbüller gibi 5 ḤaúúıyÀ evrÀḳ-ı dehre reng virdi sözlerüñ TÀ ḳıyÀmet açılur úatmer ḳaranfüller gibi 210 B2b. 109 5211 FeèilÀtün/ MefÀèilün/ Feèilün FeèilÀtün/ FeèilÀtün/ Feèilün (FÀèilÀtün) (Faèlün) 1 Nergis-i bÀà gibi èÀlemde Ey göñül òºÀb-ı àafleti úoyalum Açalum gözlerimüz her demde Ey göñül òºÀb-ı àafleti úoyalum 2 èÁúıbet gözlerüñ yumulsa gerek ÇÀh-ı úabre düşeceksin giderek İdelüm imdi Àhı göge direk Ey göñül òºÀb-ı àafleti úoyalum 3 İsteyen óaøret-i Óaú’dan dídÀr La-cerem her seóer olur bídÀr Gözi açıúlara görinür yÀr Ey göñül òºÀb-ı àafleti úoyalum 4 Bu fenÀda kişi neye ùayanur Bir gün olur ki uyòudan uyanur Óayf aña bÿy-ı àaflete boyanur Ey göñül òºÀb-ı àafleti úoyalum 211 M72b. 110 5 Kendiñi bÀb-ı Óaúú’a úul eyle Meclis-i şÀhÀ tÀ düòÿl eyle Pend-i Óaúúí’i gel úabÿl eyle Ey göñül òºÀb-ı àafleti úoyalum 6212 MefÀèílün/ MefÀèílün/ Faèÿlün 1 MurÀd-ı bülbül-i şÿríde budur Gül-i sad-bergden yek şemme bÿdur Dil-i èÀşıúda n’eyler dürlü sevdÀ İki èÀlemde çün maúãÿdı hÿdur 2 Ùoludur úalb-i èalem mÀsivÀdan Ve illÀ cÀm-ı feyø-i Óaú ùoludur Eger fevúa’l-èulÀya irdüñ ise Úıl naôar èarş-ı aèôam taótı ãudur 3 Yüri ıùlÀúa ir maènÀ ilinde Bu taúyídi dime işte o şudur Açıldı úalb-i Óaúúí bÀr-gÀha Bugün Óaú ehline özge úapudur 212 M73a. 111 7213 FAäL-I DER-MAÚÁM-I REHÁVÍ Mefèÿlü/ Mefaèílü/ MefÀèílü/ Faèÿlün 1 Aldı diline baór-i felek şems ile mÀhı GÿyÀ şeb u rÿz yüzer anda dü mÀhí 2 Çoúdan şeb-i envÀr-ı tecellí nigerÀnem Aàrıdı gözüm görmek içün nÿr-ı siyÀhı 3 Ser-levóa mecmÿèa-i iósÀn u keremdür Maóv eylemek aåÀr-ı períşÀn-ı günÀhı 4 Olmazsa muùayyeb dil-i pür-sÿzı gedÀnuñ Çün èÿd yaúa nÀr-ı elem òÀùır-ı şÀhí 5 Óaúúí’ya içür şerbet-i cÀn-baòş-ı viãÀlüñ Leb-teşne úoma óÀlet-i nezè içre ilÀhí 8 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün Meşreb-i ãÀfí-nihÀdı Àb-ı kevåerden leõíõ 213 M80a. 112 Ùaèm-ı şírín-dili levzíne-i terden leõíõ BÀdemi óalvÀda yoúdur úarma òaùùı óÀleti Lafô-ı pÀkíze edÀsı şehd ü şekkerden leõíõ214 9 MefÀèilün/ FeèilÀtün/ MefÀèilün/ Feèilün O tír çünki tırÀş ide òÀmenüñ serini İder bir Àyíne-rÿ üstüòÀn-ı mÀhíde úaùt Şu deñlü tíz ùutar çün müşaèbid-i devrÀn Ki kelle-i úaleme dir maúaù orada saúaù 10 MefÀèilün/ FeèilÀtün/ MefÀèilün/ Feèilün 1 Açıldı gülşen-i envÀr ãan bahÀr oldı Seçildi sünbül ile yÀsemen nehÀr oldı 2 Açıldı díde-i nergis tecellí-i Óaú’dan Úızardı çehre-i gül-nÀr èayn-ı nÀr oldı 3 Úızardı àuããa-i hicrÀnla dil-i lÀle 214 Der Óaúú-ı úalem rÀst 113 Aàardı berg-i semen çehre-i nigÀr oldı 4 Kimine àulàul-i bülbül kimine şemme-i gül Bu òalú-ı èÀlem içün Àrzÿ hezÀr oldı 5 Derÿn-ı ãÿfi-i ãÀfí gibi ãular ùaşdı Bu [mÀ]cerÀyı görüp Óaúúí bí-úarÀr oldı 11215 MefÀèilün/ FeèilÀtün/ MefÀèilün/ Feèilün 1 Øaèíf görme SüleymÀn isen de ger mÿrı Ki bir úavínüñ olupdur o mÿr meémÿrı 2 ÒarÀb olan dile eyle naôar bu dünyÀda Sipihr-i ber-şede üzre úo beyt-i mahmÿrı 3 Vücÿd-ı fÀníye besdür çü òırúa-i peşmín N’ider mücerred olanlar úabÀ-yı semmÿrı 4 Bir iki úaùre ucundan düşürme ammÀ çÀha seni Olursañ Àb-ı ãafÀ-cÿy gözle yaàmurı 215 M 80b. 114 5 Bu bezm içinde mey-i nÀb-ı èışúa èışú olsun Olursa Óaúúí göñül olsun anuñ maòmÿrı 12 MefÀèilün/ FeèilÀtün/ MefÀèilün/ Feèilün 1 BelÀ-yı èışúa beni şöhre-i cihÀn itdi Ki yaòşí óÀlimi Àòir ne pek yamÀn itdi 2 FeøÀ-i õillete düşmez HümÀ gibi Àòir Yerini hem-çü melek her kim ÀsumÀn itdi 3 İrişdi menzile tír-i murÀdı Àòir-kÀr Şu kim reh-i ùaleb içre úadin kemÀn itdi 4 Ne òÿní àamzesi vardur o fitne-cÿyuñ baú Ùoúundı çeşmüme Àl ile gör ne úan itdi 5 Ne gÿne Àyinedür kimse görmedi yÀri Egerçi Haúúí’ya vechi nedür èıyÀn itdi 115 13 Mefèÿlü/ MefÀèílü/ Mefaèílü/ Faèÿlün 1 Ey bÀd-ı ãabÀ ùoàrı çemenden mi gelürsin Ya müjde ile cÀna Yemen’den mi gelürsin 2 Óayli yüzüñ aú alnuñ açıú çehre-güşÀsın Bu vech ile sen sÿy-ı semenden mi gelürsin 3 Ey nefòa-i reşk-Àver-i gül àonce-i cennet Bilsem seni bir àonce-dehenden mi gelürsin 4 áarú eyledüñ èuşşÀú meşÀmın yine miske Yoòsa bÿ ile semt-i Òuten’den mi gelürsin 5 Naôm eyleyüp ey Óaúúí yine dürr-i meèÀní Ehl-i dile deryÀ-yı èAden’den mi gelürsin 14 يك حديثم يادكارست از پدر كای پسر چون حاجتی افتد ترا هّمت از صاحب دلی کن التماس 116 پس بصاحب دولتی برااتجی216 15 MefÀèílün/ MefÀèílün/ FÀèÿlün 1 Ôuhÿr-ı Óaúú’a bÀèiådür tecellí Tecellí iste MevlÀ’dan tecellí Tecellí içredür iósÀn-ı küllí Tecellí iste MevlÀ’dan tecellí 2 Tecellí idicek ol Rabb-i FettÀó Açıldı ol nefesde bÀb-ı ervÀó Odur bu ôulmet-i cism içre miãbÀó Tecellí iste MevlÀ’dan tecelli 3 Úuãÿr itme ùalebde gicelerde Òuãÿãan kim ola vaút-i seóerde Gerekdür dilde àayret himmet erde Tecellí iste MevlÀ’dan tecelli 216 Babamdan bana şu söz yadigâr kalmıştır: "Ey oğul, bir ihtiyacın hâsıl olduğunda Onu gönül ehlinden niyaz et Ve himmet sahiplerine müracaat et" 117 4 ÓicÀb-ı mÀsivÀda úalma Óaúúí İde gör èÀlem-i keşfe terakkí Úıla gör bÀb-ı Óaúú’a úarèu daúúı Tecellí iste MevlÀ’dan tecelli 16 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Niçe bir derdüñ odına yanayum Meróamet úıl meróamet ey pÀdişÀh CÀm-ı luùfuñ ãun biricik úanayum Meróamet úıl meróamet ey pÀdişÀh 2217 Bu vücÿdum gülşeninden òÀrı al Úahruñ altında zebÿnem bÀrı al Niçe bir yanam dilümden nÀrı al Meróamet úıl meróamet ey pÀdişÀh 4 äÀà u solum sedd olupdur n’ideyüm Ben de bilmem Àh úande gideyüm Bir dem olsun bÀri rÀóat ideyüm Meróamet úıl meróamet ey pÀdişÀh 5 Naôm-ı ÚuréÀn-ı èAôímüñ óürmeti MaènÀ-i òulú-ı Kerímüñ óürmeti 217 M 81b. 118 Dürr-i nÀ-yÀb-ı yetímüñ óürmeti Meróamet úıl meróamet ey pÀdişÀh 6 Úanlu yaşum yerlere oldı revÀn Bitdi renginden şaúÀiú eràuvÀn Dir bu Óaúúí úul idüp Àh u fiàÀn Meróamet úıl meróamet ey pÀdişÀh 119 17 FAäL-I DER-MAÚÁM-I MÁHßR MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün 1 Görinsün pür-nÿr-ı cemÀlüñ yÀ RasÿlallÀh Bürinsün díde-i dilden celÀlüñ yÀ RasÿlallÀh 2 Bu èÀlem óüsnüñe bir özge miréÀt-i mücellÀdur Görinür çeşm-i Óaú-bínine òayÀlüñ yÀ RasÿlallÀh 3 Yüzüñdür keåret-i esmÀya bir mecmÿèa-i kübrÀ Ki remz-i vaódet eyler anda òÀlüñ yÀ RasÿlallÀh 4 äunılmışdur ezelden Óaúúí-i dil-teşneye feyøüñ Ebed içse n’ola õülÀlüñ yÀ RasÿlallÀh 18 Mefèÿlü/ MefÀèílün/ Mefèÿlü/ MefÀèílün SevdÀ-yı sivÀdan geç gel hÿ diyelüm yÀ hÿ Bir meşreb-i ãÀfí iç gel hÿ diyelüm yÀ hÿ Úo keşf ü kerÀmÀtı geç cümle maúÀmÀtı Úaãd it bula gör õÀtı gel hÿ diyelüm èÀşıú 120 SÀlik bula ümmídi õerre bula òurşídi Bulmaàa bu tevóídi gel hÿ diyelüm èÀşıú Sırrıña HüdÀyí yÀr esrÀruñ ide iôhÀr Ey derde olan tímÀr gel hÿ diyelüm yÀ hÿ 19218 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 YÀ RasÿlallÀh yÀ òayra’r-rusul YÀ ÓabíballÀh yÀ hÀdi’s-sübül 2 Sensiz eglenmek ne mümkin èÀşıúa Õikr ü fikrüñ itmesün n’itsün gönül 3 Ravøañ içre bülbül-i pür-zÀr olam Sen açıl Firdevs bÀàı gibi gül 4 Eylesüñ cüzéí cemÀlüñ Àşikar èIşú ile òayretde úalur èaúl-ı kül 218 M 82a. 121 5 Şemè-i èışúuñ yansa bir dilde eger Hem-çü pervÀne yanar olunca kül 6 Zülfüñ oldı sünbül-i òoş-bÿy-ı bÀà Rÿy-ı rengínüñ açılmış tÀze gül 7 Vaãfuñı sulùÀn-ı kevneyn itdiler ÁsitÀneñde bir ednÀ Óaúúí úul 20 (4+4) 1 Óaúú’a úurbet diler iseñ Gel namÀza gel namÀza YÀra vuãlat diler iseñ Gel namÀza gel namÀza 2 EõÀn oúunıcaú yerde Göklerden açılur perde 122 ÙÀlièuñ var ise serde Gel namÀza gel namÀza 3219 DergÀhına Rabb-i àaní Daèvet eyledi çün seni Sürüp mescide bedeni Gel namÀza gel namÀza 4 ÓaúúıyÀ òalúı úayırma Sırruñ aàyÀra ùuyurma Başuñ secdeden ayırma Gel namÀza gel namÀza 21 MefÀèílün/ MefÀèílün/ Faèÿlün 1 CihÀn içre eger ins ü eger cÀn Eger ehl-i külÀh ü ehl-i tícÀn 219 M 82b. 123 2 Dirildi her ne kim anı umar cÀn Eger incü vü ger úıymetlü mercÀn 3 Raòíã olma yüri ehl-i hüner ol Òazefle bir midür faàfÿrí fincÀn 22 MefÀèilün/ FeèilÀtün MefÀèilün Feèilün RecÀ budur ki sepíd ola rÿ-siyeh yarın Ki Àb-ı rÿyına afv ola ehl-i tebşírüñ SiyÀh gÿş geçer sÀyesinde òoş şírüñ ZamÀn olur ki òÿn rengine şírüñ 124 23 FAäL-I DER-MAÚÁM-I NİŞÁBßR FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Niçe bir èömr-i girÀn-mÀye telef olmaúdadur èAyş u èişret nefsüñe böyle èalef olmaúdadur 2 Çünki bu fÀní vücÿdı virdi bÀkíye selef MuúteøÀ-yı èaúl-ı kül òayr-ı òalef olmaúdadur 3 Günde biñ biri gelüp biri gider Óaú emrine Defter-i aèmÀl-i Àdem neşr ü leff olmaúdadur 4 Mühreden kemter olur úıymetde baèøı Àdemí Kimisi lÿlÿ-yı èirfÀna ãadef olmaúdadur 5 äan zer u sím oldı aókÀm u óaúÀiú ÓaúúíyÀ Ehle bezl ü nÀ-ehilden menè u keff olmaúdadur 125 24220 FAäL-I DER-MAÚÁM-I NEVÁ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Niçe bir fürḳatle yansun cÀn u dil Merḥamet ḳıl merḥamet ḳıl yÀ Kerím Kevåer-i vaãluñla ḳansun cÀn u dil Merḥamet ḳıl merḥamet ḳıl yÀ Kerím 2 CÀn u cismüm úaplayupdur iştiyÀḳ NÀr-ı hicrüñle olupdur iḥtirÀḳ Ey KerímÀ tÀ-be-key bu iftirÀḳ Merḥamet ḳıl merḥamet ḳıl yÀ Kerím 3 Faølí ḳula lüṭf u iḥsÀn it meded Vuṣlatuñla şÀd u ḫandÀn it meded Fürḳatüñ derdine dermÀn it meded Merḥamet ḳıl merḥamet ḳıl yÀ Kerím 220 B21b. 126 25 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Ya RasÿlallÀh yüzüñ nÿrına ḥayrÀn olmuşuz Düş olaldan èışḳuña ḫÀk ile yeksÀn olmuşuz 2 Nÿş idelden şol göñül bezminde ṣahbÀ-yı ġamuñ Bu ḫarÀb-ÀbÀd olanèÀlemde vírÀn olmuşuz 3 ÁsitÀnÿñ ùopraġında bulalı küḥl-i cilÀ ÓamdülillÀh nÀôır-ı dídÀr-ı RaḥmÀn olmuşuz 4 Açılur ezhÀr-ı envÀr-ı cemÀlüñ her nefes ḪÀr-zÀr-ı cism içinde òoş gülistÀn olmuşuz 5 Biz senüñ derdüñle tímÀr iderüz ḫaste dile ÓÀşe li’llÀh ġayrı bir cÿyÀ-yı dermÀn olmuşuz ḤaḳḳıyÀ ednÀsıyuz şol ümmet-i merḥÿmenüñ Lík ol şÀh èışḳuña òiõmetle sulṭÀn olmuşuz 127 26 NEVÁ FÀèilātün/ FÀèilātün/ FÀèilātün/ FÀèilün 1 Ṭıynet-i Àdemde ḳonmasa ezel sevdÀ-yı èışḳ Cenneti bir dÀneye ṣatmazdı ol dÀnÀ-yı èışḳ 2 èIşḳ u meşk olmaz nihÀn añı bilür ḫalḳ-ı cihÀn èÁşıḳ-ı bí-çÀreye mümkin midür iḫfÀ-yı èışḳ 3 ÙÀlib-i dídÀr olup ayılmaya tÀ ḥaşre dek Kimler nÿş ide ezel bezminde ger ṣahbÀ-yı èışḳ 4 Bülbülüñ ḥÀlin bilenler gÿş iderler nÀlesin Bir gül-i bí-ḥÀr içündür bunca hÿ-yi hÀ-yi èışḳ 5 Ey HüdÀyí óÀlet-i èışḳı ne bilsün her meges Ḳulle-i ÚÀf-ı ḥaḳíḳat- murġıdur èAnḳÀ-yı èışḳ 27221 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 CÀn ile müştÀú-ı dídÀr olmuşuz 221 B22a. 128 Úıl tecellí yÀ İlÀhe’l-èÀlemín Şevú ile her gice bídÀr olmuşuz Úıl tecellí yÀ İlÀhe’l-èÀlemín 2 Dem-be-dem gözler seni gözler seni CÀn u dil dÀéim seni özler seni Şol celÀlüñ niçe bir gizler seni Úıl tecellí yÀ İlÀhe’l-èÀlemín 3 EnbiyÀya keşf olan esrÀr içün EvliyÀya baòş olan envÀr içün èÁşıú-ı dídÀruñ oldı Óaúúí çün Úıl tecellí yÀ ilÀhe’l-èÀlemín 28222 VELEHÜ Müstefèilün/ Faèÿlün/ Müstefèilün/ Faèÿlün 1 İnsÀn olurlar elbet iósÀna el uranlar CÀnÀn bulurlar Àḫir bu yolda cÀn virenler 2 Heykel ḫarÀb olursa cÀnuñ bulur èimÀret 222 BH22b. 129 NÀdim olur ṣoñunda muḥkem binÀ ḳuranlar 3 Yıḳ ḳalèa-i vücÿduñ benlikde ḳalma zinhÀr Güçlü olur bu nefsüñ bil pençesin buranlar 4 DünyÀ yüzine baḳma aġyÀra dil bıraḳma Seyr-i sivÀyı neyler yÀruñ yüzin görenler 5 Ḥaḳḳí ḳula uyanuñ atlu olur yayası İrmez mi menzile híç himmet atın sürenler 29223 (6+5) 1 Ey göñül bülbüli seḥerde uyan Her vaḳitde gül-i ḫandÀn bulunmaz Gül yüzine baḳup bÿyına boyan Bir dem olur bu gülistÀn bulunmaz 2 Mürşid elin alan Tañrısın bulur Yola giren sÀlik Àḫir yol alur Nefsine uyanlar yollarda ḳalur Bir daḫi irşÀda insÀn bulunmaz 223B27b. 130 3 Naôar eyle bugün kÀmil insÀna İresin ol yüzden tÀ ki RaḥmÀn’a İsmaèíl-veş Àḫir yatup ḳurbÀna Ne èaceb cÀnına úıyan bulunmaz 4 Aldanma dünyÀnuñ mekr ü Àline Ḳulaḳ ùutma ḫalḳuñ úíl u úÀline ZÀhid olan güler èÀşıḳ ḥÀline CÀhillerde zírÀ izèÀn bulunmaz 5 ŞÀm içinde aḳar yidi dürlü ãu AbdÀluñ elinden var yüzüñi yu CÀm-ı feyøi Óaúúí içem ṭolu ṭolu Devir döner bir gün devrÀn bulunmaz 30224 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Ben İmÀm-ı Aèôam’em ḫalḳ iútidÀ eyler baña Her müeõõin maḥfil üstünde duèÀ eyler baña 2 Bendedür sırr-ı Muḥammed ṣalli yÀ Rabbi èaleyh èÁãıyÀn èafv-ı günÀh içün recÀ eyler baña 224 B28a. 131 3 Ḳurb-ı sulùÀn Àdemi sulùÀn ider bu èÀleme N’ola dirsem ḫalḳ-ı èÀlem ilticÀ eyler baña 4 VÀriå-i peyàamber olmaúdur çü şÀnı ümmetüñ Her nefes Rÿhu’l- Úuds vaḥy-i ÒudÀ eyler baña 5 Bir faúírem bÀb-ı Óaḳ’da benden ednÀ kimse yoḳ Cümle bu eylikleri Óaḳ ÓaúúıyÀ eyler bana 132 31225 FAäL-I DER MAÚÁM-I BßSELİK VELEHÜ (4+4) 1 YÀ Rab bÀġ-ı viãÀlüñe ZamÀn olup girmeyem mi CemÀliñüñ güllerinden Deste deste dirmeyem mi 2 Alevlenüp nÀr-ı firÀú Yandı gitdi cÀn-ı müştÀú Bir gün yaúın olup ıraú Õevú-i vaãlı sürmeyem mi 3 GÀh derd ü miónetlerde GÀh sefer u hicretlerde Ḳalup gidüp ġurbetlerde Vaùanuma irmeyem mi 4 Ḳalbüm ola çü Àyine Óasret Àteşi söyüne 225 B28b. 133 Açılup gözlerüm yine Dost yüzüni görmeyem mi 5 Ḥaúúí’yı al senden yaña Luṭf u iósÀn eyle aña Bir gün ecel gelüp baña Bu cÀnumı virmeyem mi 32226 VELEHÜ 4+4 1 Uyan behey ġÀfil uyan Dostuñ yüzi oldı èıyÀn ViṣÀlin bÿyına boyan Óüsnine baḳ èışḳına yan 2 Bir mürşidi bulup el al İtme bu yolda mekr ü Àl EvrÀúuñı var ãuya ãal èAmel ider èilm okuyan 226 B29a. 134 3 Eşkle yüzüñ yuya gör İmÀm-ı èışḳa uya gör Sırr-ı ÚuréÀn’ı ùuya gör Virme ímÀnuña ziyÀn 4 èAḳlı olan ider heves Òidmet iden bulur nefes Ḳırılur Àḫir bu ḳafes Bülbüle ḳalmaz èÀşiyÀn 5 Ey Óaḳḳí olmadan fÀní BÀḳí’ye bezl it bu cÀnı Bizden evvel gelen ḳanı Gitdiler èüryan ü biryÀn 33227 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Ey göñül bezm-i maḥabbetde dilerseñ cÀm-ı hÿ èIşḳ ile baṣ ayaġı olmaġa feyż-ÀşÀm-ı hÿ 227 B30a. 135 2 Bu hüviyyetdür ki sÀrídür cihÀna ser-te-ser Ṣanma ancaḳ söylenür èÀlem dilinde nÀm-ı hÿ 3 Manṭıḳu’ṭ-ṭayrı SüleymÀn olmayan fehm eylemez Remzi bilmez gerçi murġ u mÿr ider íhÀm-ı hÿ 4 Süfredür èÀlem anuñ ṣaónında esmÀ mÀéide Herkese ismin elinden irişür inèÀm-ı hÿ 5. Semè-i cÀnuñ cÀnib-i ġaybü’l-ġuyÿba ṭut seóer TÀ ki vÀṣıl ola ey Óaúúí saña peyġÀm-ı hÿ 136 34228 FAäL-I DER-MAḲÁM-I IṢFAHÁN MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün 1 Göñül èışḳuñ ile ḥayrÀn olupdur yÀ RasÿlallÀh CemÀlüñ Àrzÿsında ḳalupdur yÀ RasÿlallÀh 2 CemÀlüñ bir ḳamerdür èaks-i nÿr-ı şems-i vaḥdetden Ser-À-ser bedr olup devri ùolupdur yÀ Rasÿlallāh 3 Eger mÀh u münír-i mihr-i èÀlem-gír-i èÀlídür Ḳamusı nÿrı nÿruñdan alupdur yÀ RasÿlallÀh 4 Senüñ dürr-i vÀlÀña dest-res bulmaḳ içün Àḫir Niçe baór-i belÀya dil ùalıpdur yÀ RasÿlallÀh 5 Gerekmez seyr-i keåret bir daḫi Óaúúí’ya èÀlemde Ki sırr-ı vaḥdeti sende bulupdur yÀ RasÿlallÀh 228 B31b. 137 35 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Ķala mı böyle göñül derdine em bulmaya mı Ḳanlu yaşum silinüp yüz ü gözüm gülmeye mi 2 Dem olup esmeye mi bÀd-ı nesím-i maḳṣÿd Bülbül-i cÀna o bÀġuñ ḫaberi gelmeye mi 3 Çün neyistÀn-ı ezelden kesilüp düşdi ġaríb Ney gibi baġrını yüz yerde bu dil delmeye mi 4 Her kimüñ cÀnına kÀr itse hevÀ-yı èışḳuñ Berg-i nesrín gibi Àḫir ṣararup ṣolmaya mı 5 ḤaḳḳıyÀ bir gün ola yÀrelerüñ sínende Meróem-i luṭf-ı ilÀhí ile oàulmaya mı 36229 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 229 B32b. 138 1 Áh kim düşdüm yine bir ḥayret-i kübrÀya ben Daldum Àḫir derd ile bir ḳaèrı yoḳ deryÀya ben 2 Mevc-i baór-i bí-kerÀn aldı beni nÀ-gÀhdan Meyl iderdüm gerçi çün Àb aúmaġa ṣaḥrÀya ben 3 èÁlem-i èulví beni çekdi çevirdi kendine Bu sebebden èÀlem-i süflíde döndüm yaya ben 4 Her nefes ṣad Àh u her bir laóôa bin ḥayret gelür Gelmeseydüm kÀşkí bu èÀlem-i dünyÀya ben 5 Dÿr düşdüm meclis-i erbÀb-ı dilden ÓaḳḳıyÀ Yoḫsa çoḳ ṣÿret virirdüm lafẓ ile maènÀya ben 37230 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Maùlaè-ı ḫurşíd-i ġaybem sÀyedür èÀlem baña Secde eyler anuñçün sÀyeler her dem baña 230 B33a. 139 2 İçdigüm sÀġarlaruñ her ḳaṭresi deryÀ deñiz Bezm-i feyż içre n’ola reşk eyler ise Cem baña 3 Nice muømer ise kÀn içre güherler bí-naẓír Genc-i lafẓ içre yatur bin maèni-i mülhem baña 4 Ádem-i evvel benüm devrümde gelseydi eger Ser-fürÿ eylerdi Àḫir cümleden aḳdem baña 5 Dest-i Óaḳḳí perde-i ġaybı n’ola keşf eylese Saña nÀ-maḥrem olan esrÀr olur maḥrem baña 38231 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 DÀġ-ı sínem Àteş-i dilden èalevlenmiş yanar Penbe-i dÀġuñ nedür nefèi ki anda ola nÀr 2 Áh-ı bülbül olmasa Àteş-feşÀn-ı bÀġ eger Reng-i gül böyle úızarmaz idi hengÀm-ı bahÀr 231 B34b. 140 3 LÀlenüñ dÀġ-ı siyÀhı yaḳdı yandırdı anı Ser-güşÀde ùutdı derdinden ùaríú-i kÿh-sÀr 4 Yanmadıú dil var mı bu kÀnÿn-ı èışú içre èaceb İşte bülbül işte gül işte şaḳÀyıú ÀşikÀr 5 ḤaḳḳıyÀ Àteşde bulduñ çün semender lezzeti Yoḳluġı pervÀne gibi şemè ile úılduñ şikÀr 39232 VELEHÜ Feèilātün/ Feèilātün/ Feèilün (FÀèilÀtün) (Faèlün) 1 Ḳahr elinden kime şekvÀ idelüm Kerem ü lüṭfuña úalduḳ MevlÀ Var iken sen bize úanda gidelüm Kerem ü luṭfuña kalduḳ MevlÀ 2 KÀrımuz ṣubh u mesÀ oldı günÀh ḤÀlimüz bu günÀh úıldı tebÀh Úapuña yüz süregeldik AllÀh Kerem ü luṭfuña úalduḳ MevlÀ 232 B35a. 141 3 Ṣoldı bÀd-ı hevÀ ile gülimüz Ḳaldı ḫÀmÿş şöyle bülbülimüz èÁcizüz nesneye irmez elimüz Kerem ü luṭfuña úalduḳ MevlÀ 4 Bize bizden iki èÀlemde n’olur Derde dermÀn olursa senden olur Ḳapuñı terk iden Àḫir yañılur Kerem ü luṭfuña úalduḳ MevlÀ 5 Esmese her nefesde bÀd-ı bahÀr Ḳurıyup güller olur hem-çün òÀr Dir bu Óaḳḳí-i faúír-i nÀ-çÀr Kerem ü luṭfuña úaldıḳ MevlÀ 142 40233 FAäL-I DER-MAḲÁM-I ACEMKÜRDÍ VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Bezm-i èışķ u şevúe gel tÀ içesin ùolu úadeó Şol ḳadeó kim zÀéil olur úaùresinden ṣad teraḥ 2 Bu òayÀlÀta şühÿduñ var ise virme vücÿd Kim görinür dÿrdan úılsañ naẓar hem-çün şebaḥ 3 Manãıb-ı faúr u fenÀyı iste şÀh-ı èışúdan èArż-ı ḥÀlüñ üstine tÀ kim çeke ol şÀh ãaḥ 4 ḪˇÀr baḳma ḫÀra gül-çín olmaḳ ise ger murÀd Didiler zírÀ mióen taótında vardur çoḳ minaò 5 ÓaúúıyÀ “El-leyletü óublÀ” nedür bildüñ mi híç Kim şeb-i ġam Àḫiri elbet olur rÿz-ı ferÀó 233 B35b. 143 41234 VELEHÜ Fāèilātün/ Faèilātün/ Fāèilātün/ Faèilün 1 Án-ı óüsnüñden her Àn ey yÀr ḥayrÀnem ḳatı Gül cemÀlüñ èışúına nÀlÀn u giryÀnem úatı 2 Dürdí-i derdüñ beni benden alup ḳıldı ḫarÀb Bu ḫarÀb- ÀbÀdda vallÀhi vírÀnem ḳatı 3 Ḍarb-ı ḳahruñdan yıḳıldı yirlere burc-ı beden Luṭfuñ ile ḳıl èimÀret kim períşÀnem ḳatı 4 CÀh add eylerdi çÀhı görse ger Yÿsuf Nebí MübtelÀ-yı cevr-i bí-pÀyÀn-ı iḫvÀnem ḳatı 5 Hem-úafes olsun mı zÀġ-ı dehr ile híç èandelíb Bu sebebden ÓaúúıyÀ pür Àh u efġÀnem ḳatı 234 B36a. 144 42235 FeèilÀtün/ FeèilÀtün/ FeèilÀtün/ Feèilün (FÀèilÀtün) (Faèlün) 1 Söyinüp Àteş-i dil şÿèle-i envÀruñdan Dídeler rÿşen olur pertev-i dídÀruñdan 2 Nice bir Àh-ı seḥer-gÀh u fiġÀn u nÀle Bülbül-i cÀnumı güldür gül-i bí-ḫÀruñdan 3 Baġlanup úaldı küşÀd olmadı bend-i baḫtum ḪÀr-zÀr oldı göñül bÀġçesi ÀzÀruñdan 4 Ḳızarup ḳaldı ciger-pÀresi çün ḥabb-ı enÀr Ùutuşup yandı yürek yÀreleri nÀruñdan 5 Curèa-dÀn-ı dil-i Óaḳḳí nice bir úala tehí Anı yÀ Rabbi pür it zübde-i esrÀruñdan 235 B36b. 145 43236 VELEHÜ Fāèilātün/ Faèilātün/ Fāèilātün/ Faèilün 1 Naḳş-ı tevóídi bulan mühr-i SüleymÀn istemez Belki fí nefsi’l-emr nefs-i dil ü cÀn istemez 2 Yel götürse taḫtuñı ger itme bÀda iètimÀd Kim hevÀ-yi èışḳdan ġayrısın insÀn istemez 3 ZÀhid-i bí-ḳÀbiliyyet èışḳ u şevḳi n’eylesün Çünki istièdÀd yoķdur kÀfir ímÀn istemez 4 Anuñ içün Àh ider bülbül idince şemm-i gül BÀġda zírÀ firÀḳ-ı verd-i ḫandÀn istemez237 5 Ḫüsrev-i maèní olan itmez ciḥÀna ḳulluġı Ṣÿrete baḳmaz der ü dergÀh u dívÀn istemez 6 Şír-cÿdur èÀlem-i feyże gelelden ṭıfl-ı dil Raḥm-i mÀderde gibi ol bir daḫi ḳan istemez 236 B38b. 237 39a. 146 7 ḤaḳḳıyÀ ṭaşdı ḳalemden bunca feyż-i maèrifet Dil bu maènÀdan ciḥÀnda ġayrı èummÀn istemez 147 44238 FAäL-I DER-MAḲÁM-I SEGÁH MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün 1 Gezer Yaèḳÿb olan Yÿsuf içün aġlayı aġlayı Düşer èışḳ odına dÀéim ciger dÀġlayı dÀġlayı 2 Şu kim dídÀr-ı Óaḳḳ’a èÀşıḳ olmuşdur ḳarÀr itmez Gözi yaşı olup Ceyḥÿn aúar çaġlayı çaġlayı 3 FirÀr ider Óaḳḳ’a gÿş eyleyen “firrÿ ilÀllÀh”ı Ḳula lÀzım olan bulmaḳ durur MevlÀyı MevlÀyı 4 N’idersin èÀlem-i nÀsÿtı var himmet-bülend eyle Gözet lÀhÿt içinde maṭlab-ı aèlÀyı aèlÀyı 5 Şu kim èışḳ-ı ilÀhí ile oldı èÀúıbet Mecnÿn Gezer ṣaḥrÀları dÀéim arar LeylÀ’yı LeylÀ’yı 6 Yüri Óaḳḳí yüri deryÀ-yı èışḳ olduñsa düñyÀda Çıḳar dilden cihÀna lüélü-i lÀlÀyı lÀlÀyı 238 B39b. 148 45 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 èÁşıḳ olan dÀéimÀ ol yÀri eyler Àrzÿ Hem-çü bülbül àonce-i gül-zÀrı eyler Àrzÿ 2 CÀn u dil ümmíd ider feyż-i óayÀt-ı cÀvidÀn Her naẓarda dídeler dídÀrı eyler Àrzÿ 3 Kimi mÀhí-veş ider Àb-ı revÀn içün ḳarÀr Şol semender gibi kimi nÀrı eyler Àrzÿ 4 Ġurbet ehlinüñ vaṭandan ġayrı yoḳdur maùlabı Ehl-i fürḳat vuṣlat-ı dildÀrı eyler Àrzÿ 5 Árzÿdan münḳaṭıè olmazsa dil bulmaz felÀḥ Nice bir Óaḳḳí o yoġ u varı eyler Àrzÿ 46239 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 239 B42b. 149 1 Bülbül-i cÀna cihÀn bÀàı ÀşiyÀn olmaz240 ḪÀr-zÀr olsa zemín anda gülistÀn olmaz 2 ZÀhidüñ ṣÿret-i İslÀm’ına baḳma zírÀ Münkir-i èışú ḥaḳíḳatde MüselmÀn olmaz 3 LÀlenüñ dÀġına vü çehre-i sürḫ-i güle baú Var mıdur derd ile bir içi ùışı úan olmaz 4 Gÿy u cevgÀn elüñe girmiş iken bir iş ṭut Şeh-süvÀrum düşicek ḫÀke bu meydÀn olmaz 5 Zehre-i çÿn u çerÀ ehl-i dile çoúdur çoú ḤaḳḳıyÀ zühreye söz atılur imkÀn olmaz 47241 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Eşk-i çeşm ü òÿn-ı dil dínÀr u dirhemdür baña Kim maèÀõallÀh faḳdı mÀye-i ġamdır baña 240 Bülbül-i cÀna cihÀnda gül-i òandÀn olmaz. 241 B43a. 150 2 Bir gül-i ãad-berg-i feyże virmege neşv u nemÀ Ḳatre-i eşküm seḥer vaḳtinde şebnemdür baña 3 Zaḫm kim peydÀ idüpdür tíà-ı èışḳ ile dilüm YÀrdan luṭf-ı süḫan ol zaḫma merhemdür baña 4 Ḳurṣa-i mÀhem ki çoḳ eksüklügüm vardur benüm Her kim eylerse kemÀl-i vaṣfumı kemdür baña 5 NÀs ile ülfetde çoḳ ÀfÀt vardur ḤaḳḳıyÀ Kÿşe-i èuzletde olmaḳ şimdi eslemdür banÀ 151 48242 FAäL-I DER-MAḲÁM-I BESTENİGÁR MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün 1 Baḳanlar vech-i yÀre çehre-yi aġyÀra baḳmazlar Görenler Yÿsuf’ı bu dÀrda deyyÀra baḳmazlar 2 Şular kim neşve-yÀb-ı sÀġÀr -ı feyø-i ilÀhídür Ḳırarlar şíşe-i nÀmÿsı aṣlÀ èÀra baḳmazlar 3 Ḥaḳíḳat erleri dünyÀ vü uḳbÀ ḳaydını ḳorlar Virürler Óaḳḳ’a cism ü cÀnı yoġ u vara baḳmazlar 4 MeşÀm-ı cÀna ḫoş-bÿ isteyenler bÀġ-ı vaódetde Bu keåret içre ÀzÀrı çekerler òÀra baḳmazlar 5 Bugün aèmÀ olanlar rüéyet-i ÀåÀr-ı MevlÀ’dan Yarın ey Óaḳkí açup gözlerin dídÀra baḳmazlar 49 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Her ne ṣafÀ kim gelür rÿy-ı vefÀdan gelür 242 B43b. 152 Dil ki mükedder olur sÿy-ı cefÀdan gelür 2 Ḥaḳ’dan olursa èaùÀ èafv olur elbet ḫaùÀ Münkeşif olmaḳ ġıtÀ dest-i ÒudÀ’dan gelür 3 èÁşıḳ olan ol güle Àteş urur göñüle Óabs-i ḳafes bülbüle ãít ü ṣadÀdan gelür 4 Varıñı hep yÀre vir ġayrıya olma esír Ṣÿrí ḥisÀb ey faḳír ḫalḳa ġınÀdan gelür 5 Eyledi õü’l-kibriyÀ nÀmuñı Óaḳ ÓaḳḳıyÀ İsm-i ilÀhí saña ṣavb-ı semÀdan gelür 50243 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ Mefaèílün 1 Melekler görseler kÀmil yüzin ḥayrÀn olur dirler TemÀşÀ eyleyüp bu ne ulı sulṭÀn olur dirler 2 HümÀdur kim düşerse sÀyesi bir èabd-i muḥtÀca Bu èÀlemde anı bí-şek şeh-i şÀhÀn olur dirler 243 B44b. 153 3 N’ola germ olsa èÀşıḳ tÀb-ı dilden yansa yaḳılsa Hemíşe mübtelÀ-yı tebde pek buḥrÀn olur dirler 4 Ṣaḳın feyż-i ilÀhí münḳaṭıè oldı dime èÀşıḳ Ṣu aḳduġı yire girü aḳar èummÀn olur dirler 5 Görenler dest-bürd-i Óaḳḳí’i meydÀn-ı fażl içre İlÀ yevmi’l ḳıyÀme ġÀlibü’l-aḳrÀn olur dirler 51244 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Ey Rasÿl-i ṣÀhibü’l-ÀyÀt u ehl-i muècize Ḳudret-i taṣdíḳ baḫş iden derÿn-ı èÀcize 2 Rütbe-i Rÿḥu’l-Kuds’den berter olduñ biñ ḳadem Feyż-i enfÀs-ı ÒudÀ’dan nefò-i rÿḥ it sen bize 3 Reşḥa-i feyż-i şefÀèatle dili tebríd ḳıl Şol nefes kim tÀb-ı ḳahr-ı Óaḳḳ ile yüzler ḳıza 244 B45a. 154 4 RÀh-ı şerèuñ ùoġrı yoldur menzil-i vaṣl-ı Óaú’a VÀy aña kim baṣmaya sen gitdügüñ ùoġrı ize 5 Eyle baór-i feyżden imdÀd bu Óaúúí ḳula TÀ ki naètuñ riştesine ḳıymetí dürler dize 52245 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Ey cebín-i maṭlaè-ı nÿr-ı mübín V’ey dehÀn-ı menbaè-ı feyż-i muèín 2 Görmedi ḫaddüñ gibi bir kimse gül İçmedi feyżüñ gibi mÀ-i maèín 3 ÁsitÀneñ bÿse-gÀh-ı ehl-i dil Mesned-i èÀlí-i erbÀb-ı yaúín 4 Ḫidmet-i cism-i laṭífüñ itmese Rÿḥ bulmaz idi Cibríl-i Emín 5 Maḳdemüñle şÀd-mÀn oldı felek 245 B45b. 155 Mevlidüñle güldi bu rÿy-ı zemín 6 Sırr u rÿḥ u cismüñi bir eyleyüb Ḫoş tecellí ḳıldı Rabbü’l-èÀlemín 7 èÁleme sırruñ sirÀyet eyledi Bu durur fażlü’l-mekÀn-ı bi’l-mekín 8 Ḳabrüñ üzre devr ider ḳandíl-i mÀh Ravżana ḫurşíd her gün ḳor cebín 9 Nice naẓm itsün bu Óaḳḳí naètuñı Her biri bir dürr-i yektÀ-yı åemín 53246 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Çünki Óaḳ õÀt u ṣıfÀtı ile oldı feyø-pÀş Küllü sırrın cÀveõe’l-iåneyn sırrı oldı fÀş 2 Cümle esmÀ çün tecellí emrine baṣdı ayaḳ Rÿḥ-ı pÀk-i MuãṭafÀ oldı ḳamu ervÀḥa baş 246 B46a. 156 3 Aùlas-ı çarḫ ayaġına pÀy-endÀz oldı çün Müjdeden didi melek ol demde ey dil şÀd-bÀş 4 Gördi çün bu ṣÿret-i teşbíhi ṭutdı ins ü cÀn ḲudsiyÀn idüp naẓar maènÀya didi ḥÀş ḥÀş 5 ḤaḳkıyÀ bu ḥaḳk u ḥalḳuñ ikisi bir nÿrdur Fehm ideydi sırrını bu ḥalḳ-ı èÀlem kÀş kÀş 157 54247 FAäL-I DER-MAÚÁM-I NİKRÍZ VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 On sekiz biñ èÀlem içre dÀr hÿ deyyÀr hÿ Yerdeki seyyÀr hÿ vü gökdeki ṭayyÀr hÿ 2 ŞÀh-ı èÀlem-gír hÿ vü şol vezír ü mír hÿ Bende vü ÀzÀd hÿ vü yÀr u hem aġyÀr hÿ 3 Şeyò u ṣÿfí vü kemer-bend-i fenÀ vü faúr hÿ ZÀhid-i sÀlÿs hÿ vü rind u hem èayyÀr hÿ 4 DÀḫil-i deyr ü keníse èabd-i miḥrÀb hÿ Mescid ü mey-ḫÀne vü ser-mest ü hem hüş-yÀr hÿ 5 Aṭlas u kÀlÀy-ı ḳıymetdÀr-ı her bÀzÀr hÿ Dirhem ü dínÀr hÿ vü elde şol mièyÀr hÿ 6 Ger melekdür ger felekdür ger olupdur ins ü cÀn Cümle-i maḥdÿd u maèdÿd endek ü bisyÀr hÿ 247 B46b. 158 55248 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 YezdiyÀr u Ehrimen hÿ maôhar-ı YezdÀn hÿ Ḳuṭb-ı èÀlem hÿ vü aḳṭÀb u ḳamu aḫyÀr hÿ 2 Bülbül ü gülàonce vü gülzÀr u ḫÀristÀn hÿ Murà u mÀr u mÿr u mÀhí dÀne vü meyyÀr hÿ 3 Zerre-i nÀ-çíz ü ḫurşíd-i cihÀn-ÀrÀy hÿ Ḳaṭre-i kem-ḳadr u baḥr-i zÀḫir-i teyyÀr hÿ 4 Ger àaríb u ger müsÀfir ger piyÀde ger süvÀr Ger èatíú u ger õelÿl u ṣaèb u ger ḳayyÀr hÿ 5 ḤaḳkıyÀ Óaḳ çün tecellí eyledi èÀlemlere Şeş ciḥetde her ne var ise didi ey yÀr hÿ 6 Kenz-i maòfíde ne deñlü var ise sır oldı fÀş Her birin bir yüzden anuñ gör nice yayar hÿ 248 B47a. 159 56249 VELEHÜ FeèilÀtün/ FeèilÀtün/ Feèilün 1 Dest-i luṭf ile açılsa der-i rÿḥ Çoḳ meèÀní ider derÿna sünÿḥ 2 Gÿşiş-i sÀlik ile açılmaz Ḥaḳ’dan olur yine olursa fütÿḥ 3 Metndür èilm-i ilÀhí-i muàlaú İdemez óall o metni degme şurÿó 4 SÀġ sözdür didügüñ belki senüñ Olur erbÀbı yanında mecrÿḥ 5 Bir midür yirde olan õerre ile Pertev-endÀz olan gökdeki yÿḥ 6 Şít u İdrís oldı gerçi nebí Anları geçdi risÀlet ile Nÿḥ 7 Bilür elbette neşve-yÀb-ı ġabÿḳ 249B48a. 160 Ki virür başḳa keyif-i cÀna ṣabÿḥ 8 Feyżden ġayrısına ey Óaúúí Tevbe olsun rüsÿma cümle naṣÿḥ 57250 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün 1 Eger Buúrat u Suúrat u FelÀṭÿn-ı ilÀhídür èUmÿmen õevḳ-i óÀl ü èilm-i ḥikmetle mübÀhídür 2 Belí mÀü’l-óayÀt-ı ḥikmet ile olmasa şüste Ḳalan rÿy-ı dilinde herkesüñ gerd-i günÀhıdur 3 Nice zencí iken LoḳmÀn oldı rÿ-sefíd Àḫir Ki ḥikmet āb-ı rÿ-yi ḫalḳ u dÀrÿ-yı devÀhídür 4 Eger ṭıbb olsa ḥikmet olmasa olmaz ḥaḳím Àdem Ki ḥikmet bí-nihÀyet vaṣf-ı ṭıbb ise tenÀhídür 5 Ḥakím-i Tirmidí ḥikmetle buldı şöhret ü şÀnı İlÀ yevmi’l-ḳıyÀme ḥikmet anuñ èizz u cÀhıdur 250 B48b. 161 6 Bugün Óaúúí serír-i ḥikmet üzre şÀh-vÀr oldı Aña ehl-i èulÿmèÀlemde bir ÀlÀy sipÀhidür 58251 VELEHÜ (4+4) 1 äorup ãoyıldılar bizi Rÿmili’nüñ dervíşleri Daèvet eylediler bizi Rÿmili’nüñ dervíşleri 2 Didiler gelüp yelerek ḲaṭÀrı ŞÀmdan Rÿm’a çek Hep severler bizi gerçek Rÿmili’nüñ dervíşleri 3 Sübóaları ellerinde Õikirleri dillerinde ṢÀdıklardur yollarında Rÿmili’nüñ dervíşleri 4 Yanup yaḳılurlar dÀéim 251 B49b. 162 Gice ḳÀéim gündüz ṣÀéim Gösterürler çoḳ èalÀéim Rÿmili’nüñ dervíşleri 5 ẒÀhirleri şeríèÀtde BÀṭınları ḥaḳíkatde èÁlídür õÀt u ṣıfatda Rÿmili’nüñ dervíşleri 6 Arayup mürşídi bulur Her biri MevlÀ’yı bilür Dervíş diseñ ancaḳ olur Rÿmili’nüñ dervíşleri 7 Eger yaḳın eger ıraḳ ViṣÀl olur cümle firÀḳ Ḥaḳkí’ya virdiler BurÀḳ Rÿmili’nün dervíşleri 163 59252 FAäL-I DER-MAÚÁM-I SÜNBÜLE Müstefèilün/ Müstefèilün/ Müstefèilün/ Müstefèilün 1 Ey pÀdişÀh-ı õü’l-kerem luùf eyle bu bí-çÀreye Cÿduñ yanında úatreyem feyø eyle bu ÀvÀreye 2 Açduñ èinÀyetden úapu didüñ bize “lÀ teknaùÿ” Senden ümíd eyler úamu híç kimse girmez araya 3 èÁciz menem úudret senüñ èÀãí menem raómet senüñ Òaste menem şerbet senüñ sen merhem ur bu yÀreye 4 YÀ Rab be-dermÀn-ı óabíb èışúuñ dile eyle ùabíb Dir Óaúúí ùaúvÀ úıl nasíb bu nefsimüz emmÀreye 60 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Pertev-i şems-i tecellídür murÀdum her ãabÀó Perde-i nÿr-ı siyÀh oldı ümídüm her revÀó 2 Birisi bedr-i cemÀl ü birisi şems-i celÀl 252 B50b. 164 İki òaddüñden gelür ãadra kemÀl-i inşirÀó 3 Açıvir mihmÀn-ı àayba rÿz u şeb bÀb-ı dilüm YÀ ilÀhí senden olur olur ise infitÀó 4 Menzil-i maúãÿda irmez peyrev-i èışú olmayan Berzaò-ı nefs içre úalur ùutmayan semt-i ãalÀó 5 èÁşıúa dergÀh birdür yÀr birdür ÓaúúıyÀ Úul olan ol pÀdişÀha bulısar Àòir felÀó 165 61253 FAäL-I DER-MAÚÁM-I èARAØBÁR Müstefèilün/ Müstefèilün 1 İrmezse elüm vuãlata VÀ fürúatÀ vÀ fürúatÀ Çıkmazsa yolum haørete VÀ óasretÀ vÀ óasretÀ 2 KenèÀn’da yoúdur àamla ten Dil Yÿsuf-ı Mıãr içre şen Ger óÀãıl olmazsa vaùan VÀ àurbetÀ vÀ àurbetÀ 3 Fürúat beni nÿn eyledi áurbet baña gör n’eyledi Áòir úaøÀ çün böyledi VÀ veyletÀ vÀ veyletÀ 4 YÀ Rab saña irgür beni Yolda úoma cÀn u teni Bulmazsa Óaúúí úul seni VÀ miónetÀ vÀ miónetÀ 253 B51b. 166 62 VELEHÜ Müstefèilün/ Müstefèilün 1 Nice durur aóvÀliñüz YÀrÀn òaber virüñ baña Ol dosta gitmek yalıñuz İòvÀn òaber virüñ baña 2 Óaú’dan irişince òaber Elbet muúarrerdür sefer Çün úÀfile gide seóer YÀrÀn òaber virüñ baña 3 Cemèiyyet-i óÀã olıcaú Õevú-i dil ü cÀn bulıcaú Bezm içre ãÀàar ùolıcaú YÀrÀn òaber virüñ baña 4 Taúrír idüp eùvÀruñuz Baòş eyleyüp envÀruñuz Keşf eyleyüp esrÀruñuz İòvÀn òaber virüñ baña 5 Çün didiler Rÿm’ı bıraú ŞÀm içre eyle oturaú 167 Óaúúí neden düşdi ıraú YÀrÀn òaber virüñ baña 168 63254 FAäL-I DER-MAÚÁM-I MÁYE SEGÁH VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 èÁzim-i dergÀó-ı Óaú ol menzil-i maúãÿda ir èÁbid-i AllÀh isen ger vuãlat-ı maèbÿda ir 2 Bu vücÿd-ı fÀniyi beõl it vücÿd-ı bÀúiye Bir ticÀret eyle kim sen anda èayn-ı sÿda ir 3 Yu vücÿduñ resmini mahv it èalÀéiú naúşını Özge bir feyø-i cezíl-i óaøret-i õi’l-cÿda ir 4 Çün bilürsen rÀh-ı Óaú’da berzaò-ı bisyÀr var BÀruñı taòfíf idüp ser-menzile Àsÿde ir 5 Yaãdanup òÀk-i fenÀ Óaúúí hevÀ-yı èışú ile Áb-ı feyø iç serdiyi ko şevú-i dilden oda ir 64255 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 254 B54b. 255 B55a. 169 1 Maôhar-ı feyø olmaàa óavø-ı dili pÀk eylegil Kendüñi rÀh-ı fenÀfillÀhda òÀk eylegil 2 Var ise àayret dilüñde dest-i himmetle yüri Cübbe-i sevdÀ-yı àayrı çün úabÀ çÀk eylegil 3 Çü bilürsin sÿri degmez mÀtemine èÀlemüñ Ger sürÿr istersen ey dil cÀnı àam-nÀk eylegil 4 èÁşıú-ı óaúúı melÀmet oldı çün kÀr-ı úadím Ger selÀmet-cÿ isen var kendüñi bí-bÀk eylegil 5 ÓaúúıyÀ úalb-i selím ehli bulur Óaú’dan selÀm Bil bu maènÀyı seni sen ãÀóib-i idrÀk eylegil 65256 نَهى هللا َعِن اْلُمْستقبََحاتِ فَما ِلْلُمْؤِمنِيَن بِاْلمالَِهى َولَِكْن َكاَن ِمْن اْمِر اال له تَرى فى النَّاِس ِمْن َساٍه والٍ ه257 256 B56b. 257Allah sakıncalı şeylerden nehyetmiştir Mü’minler, kendilerini oyalandıran şeyleri ne yapsınlar? Fakat İlâh’ın emirlerindendir ki İnsanlar arasında dalgın ve oyalananları görürsün 170 66258 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 Muzga-i ãuàrÀya sıàdı óÀlet-i kübrÀ-yı dil LÀle-i óamrÀya düşdi óabbe-i sevdÀ-yı dil 2 Cÿd-ı Óaú’dan mevc-òíz olduúça bÀd-ı òoş nefes Cünbişinden anda gevher-ríz olur deryÀ-yı dil 3 Tengdür èarş-ı berínüñ ãÿreti sırr-ı dile Óarf u lafôa nice güncÀyiş bulur maènÀ-yı dil 4 Dil SüleymÀn-ı cihÀn-ı mÀèrifetdür şübhesiz Maşrıú u maàrib arası ùolıdur ÀlÀy-ı dil 5 Õerresi ãad mÀhdan enver görinür ÓaúúıyÀ Böyle olsun olıcaú mihr-i cihÀn-ÀrÀ-yı dil 258 B57a. 171 67259 VELEHÜ ( 4+3) (3+4) 1 Nedür óaúíúate rÀh LÀ ilÀhe illallah Sebeb-i èizzet ü cÀh LÀ ilÀhe illallÀh 2 MÀsivÀyı çüridür Taèalluúı eridür SÀlikÀnı yüridür LÀ ilÀhe illallÀh 3 BÀà-ı dilde tÀze gül CÀm-ı revÀn içre mül PÀk olur dise göñül LÀ ilÀhe illallah 4 Yerüñ gögüñ èimÀdı Cism ü cÀnuñ nihÀdı Tañrınuñ güzel adı LÀ ilÀhe illallÀh 259 B58a. (Bu manzume ile B60b arasındaki manzumeler, Zirefkend makâmında kayıtlıdır. Ancak makâmın ismi müellif tarafından B57b’deki mensur kısmın üzerine yazıldığı için, makâmı burada başlık olarak zikretmiyoruz.) 172 5 Óakúí isteyen tecríd Geyer libÀs-ı tevóíd Diyenler olur feríd LÀ ilÀhe illallÀh 68260 VELEHÜ (4+3) (3+4) 1 CÀn u dilden diyelüm LÀ ilÀhe illÀ hÿ Şıdú ile söyleyelüm LÀ ilÀhe illÀ hÿ 2 Úomaz dil içre keder Áyineyi pÀk ider Nedür óakíúate der LÀ ilÀhe illÀ hÿ 3 Óaúú’a irgürür yolı Yabanda úomaz úulı Õikirler içre ulı LÀ ilÀhe illÀ hÿ 260 B59a. 173 4 BÀb-ı cennete miftÀó ÒÀne-i cÀna miãbÀó Di her aòşam u ãabÀó LÀ ilÀhe illÀ hÿ 5 Õikr-i úuùb-ı evliyÀ Vird-i pÀk-i aãfiyÀ Nedür dirseñ ÓaúúıyÀ LÀ ilÀhe illÀ hÿ 69261 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün 1 İlÀhí rÀh-ı vaãla úulları irşÀd iden sensin áam-ı fürúatden ÀzÀd eyleyüp dil-şÀd iden sensin 2 Zebÿn-ı mÀsivÀ olmaú ne miónetdür dil ü cÀna Çü yoúdur àayrıdan çÀre yine imdÀd iden sensin 3 Kiminüñ òÀùırın luùfuñla gül gibi şen eylersin Kimin berg-i òazen-veş kahr ile ber-bÀd iden sensin 261 B59b. 174 4 Şu kim yÀd ola senden nice yÀd ide seni hergiz Yine luùf u keremden bendegÀnı yÀd iden sensin 5 Geçürdi mÀh u sÀli miónet-i èışúda pír oldı İlÀhí raóm idüp Óakúí úulı ÀzÀd iden sensin 175 70262 FAäL-I DER-MAKÁM-I ÓİäÁR (3+2)(2+3) 1 Ùurmañ yanalum Áteşí èışúa Şuèle virelüm Áteşí èışúa 2 èIşú ehli ölmez Sırdur añlanmaz Yanmayan bilmez èÁteşí èışúa 3 Melekler èarşda Gelürler vecde Úılurlar secde Áteşí èışúa 4 Manãur ÓallÀc 262 B60b. 176 DÀr üzre mièrÀc Sen de gözün aç Áteşí èışúa 5 Seyyid Nesimí Terk itdi ismi äaldı bu cismi Áteşí èışúa 71 VELEHÜ (3+2)(2+3) 1 äaldum vücÿdı Áteş-i èışúa Úıldum sücÿdı Áteş-i èışúa 2 Híç dil yÀ hÿ Óaú’dan almaz bÿ Girmeyince bu Áteş-i èışúa 177 3 èIşú ile her dem Çek göñülden dem Mum olur Àdem Áteş-i èışúa 4 CÀnuñ uyansun Nergise dönsün Úo göñül yansun Áteş-i èışúa 5 Yanup yaúılur èAlevler virür èÁşıúlar girür Áteş-i èışúa 6 ÓaúúıyÀ yaruñ èIşú itdi kÀruñ Yaúagör varuñ Áteş-i èışúa 72263 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 263 B61a. 178 1 Olmaya èÀlemde õikr-i hÿ gibi PÀk ider cÀnı sivÀdan ãu gibi 2 èIşúdur çün Àdem olmaúdan murÀd èIşú ile aú Haúú’a dÀéim cÿ gibi 3 Bülbül-i dil her nefes tesbíó ider Óaøret-i Óaú’dan murÀdı bu gibi 4 Cemè ile ol gÀh berg-i gül miåÀl Farúla geh sünbül-i Hindÿ gibi 5 Dürlü dürlü görinür naúş-ı sivÀ èÁyn-ı siór-i bÀùıl-ı cÀdÿ gibi 6 Mümkini úo ÓaúúıyÀ vÀcibi gözet Fi’l-óaúíúa olmadı bu o gibi 73 VELEHÜ MefÀèílün/ Mefaèílün/ Faèÿlün Seóer sióre müşÀbihdür óakíúat Görinür iki ãÿret anda lÀ-büd 179 Úarışdursan berÀber Àbı şíre Görinür bir naôar ãu bir naôar süd 74264 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ FÀèÿlün 1 İlÀhí yüzüñi bu gözüme aç Yüzime nÿr-ı õÀtuñ pertevin ãaç 2 Úalupdur ôulmet-i tende bu cÀnum Tecellí şemèini sen eyle isrÀc 3 Çü nÿruñdur ezelden mürşid-i rÀh Bizi itme bu yolda àayra muótÀc 4 SüvÀr eyle BurÀúı èışk u şevúa İdelüm èÀlem-i mÀènÀya mièrÀc 5 Geyür dest-i keremden òılèat-i úurb Úo èizzetle vaúÀruñdan sere tÀc 6 Bu Óaúúí’nüñ úabÿl eyle ricÀsın Bulalum biz de saña ùogrı minhÀc 264 B62b. 180 75265 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün 1 áaríbem bu cihÀn içre àaríbe ÀşinÀ olmaz Ki bí-gÀne olandan ÀşinÀya híç vefÀ olmaz 2 áaríbe ÀşinÀ olan çıúar àurbet diyÀrından Bilür bí-gÀnelerden çeşmi zírÀ rÿşinÀ olmaz 3 N’ider Àdem olan dünyÀ serÀyında oturmaúdan Aña cennet gibi ÀrÀm içün pÀkíze cÀ olmaz 4 Seferlerde óaøarlarda ne àurbet ne vaùan bilme Taèalluú ehli çün ehl-i fenÀ ehl-i beúÀ olmaz 5 İki èÀlem óicÀbından òalÀã olduñsa ey Óaúúí Gözüñden pertev-i nÿr-ı ÒudÀ hergiz cüdÀ olmaz 265 B66a. (Bu manzume Nihâvend makâmında kayıtlıdır. Ancak makâmın ismi müellif tarafından B63b’deki boş sayfaya yazıldığı için, makâmı burada başlık olarak zikretmiyoruz.) 181 76266 FAäL-I DER-MAÚÁM-I BEYÁTÍ VELEHÜ FeèilÀtün/ MefÀèilün/ Feèilün 1 Õikr ile eyle óidmet-i meõkÿr Ola tÀ òidmet ü saèyüñ meşkÿr 2 Eyle iòlÀã ile èamel tÀ kim Vire ecr-i cezíl Rabbi şekÿr 3 Ne úadar àÀlib olsa sende òulÿã O úadar zÀyid olur Óaú’dan ücÿr 4 Bu òulÿãuñ miåÀlidür iksír Ùaró-ı dirhemden ider elf ôuhÿr 5 SeyyiéÀtüñ döner óasenÀta Úalb ider ãÿretin AllÀh áafÿr 6 Bir óaúíúatden olur niçe ãuver Nefòine göre ilÀ nefòi’s-ãÿr 266 B66b. 182 7 NÀôır ol vech-i vaódete Óaúúí Olasın Óaúú’a sen daòi manôÿr 77267 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ Faèÿlün 1 Şu dil kim sırr-ı Óaúú’a oldı úÀbil Gelür elbette bu òalúa muúÀbil 2 Úabÿl itmez vücÿd-ı keåreti ol Ki vaódet óaúú u keåret oldı bÀùıl 3 Ten ü cÀn u dili bir gördün ise ÓayÀl ü vehm senden oldı zÀéil 4 Bugün bu manùıúu’ù-ùayrı bilenler Olur Óaúúí ile bu dilde yek-dil 78 VELEHÜ (6+5) (5+6) 267 B67a. 183 1 Õikri nedür òalú-ı cihÀnuñ úamu LÀ ilÀhe illallÀhu vaódehu 1 Yoú durur èÀlemde nefes kim anuñ Olmaya hergiz nefesi õikr-i hÿ 3 BÀùın-ı eşyÀ-yı muhíù oldı Óaú ÔÀhiri gerçi denilür o vü bu 4 Áyine bisyÀr velí rÿy bir Bir görinür anda úamu rÿ-be-rÿ 5 Óaúúí bugün her kim ola mÿ-şikÀf Görmez anuñ çeşmi sivÀ úadr-i mÿ 79268 VELEHÜ Mefèÿlü/ FÀèilÀtü/ MefÀèílü/ FÀèilün 1 Devr ide ide Òalvetí girdÀba düşdiler Çıúdı kenÀra Celvetí sirdÀba düşdiler 2 èUşşÀú èuluvv-i himmet ile èarşa çıúdılar 268 B68b. 184 ZühhÀd-ı dÿn mescid ü miórÀba düşdiler 3 ErbÀb-ı nefs òÀne-i düşmende úaldılar AãóÀb-ı úalb menzil-i aóbÀba düşdiler 4 ŞÀhÀn-ı dehr uçdılar evc-i hevÀya dek Dervíşler de külòan-ı pür-tÀba düşdiler 5 ŞÀd-Àb-ı feyø olmaz ise ÓaúúıyÀ derÿn MuràÀn-ı cÀn u dil yüri şÿr-Àba düşdiler 80269 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün 1 Şular kim mÀlik-i dínÀr durur dínÀrı almazlar Bulanlar dürr-i yektÀ mühre-i bÀzÀrı almazlar 2 Ururlar èÀúıbet zerri meóakke imtióÀn içün Bilür ãarrÀf olanlar naúd-i kem mièyÀrı almazlar 3 Çü yoúdur bir dıraòtuñ mívesi bí-bÀrı n’eylerler Gül-i ãad-bergi terk idüb hezÀrÀn òÀrı almazlar 269 B69b. 185 4 ÓaúÀéiú ehline èilm-i rüsÿmı èarø idüb ùurma Yüri anlar úoyub óalvÀyı zehr-i mÀrı almazlar 5 SerÀy-ı sínede èuşşÀú olan mÀèşÿúı gözlerler Ki anlar cisme baúmazlar úurı dívÀrı almazlar 6 RevÀcın bulduàı demler gelür elbette ey Óaúúí Dime bu nÀfe-i òoş-şemme-i èaùùÀrı almazlar 81270 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 BÀr-ı miónetle büküldi úaddimüz Úıl naôar luùfuñla ey BÀr-ı ÒudÀ Oldı úahr-ı dil bu yolda seddimüz Úıl naôar luùfuñla ey BÀr-ı ÒudÀ 2 NÀr-ı àamda dil kebÀb oldı yeter Eşkimüz reng-i şarÀb oldı yeter Ten yıúıldı cÀn òarÀb oldı yeter Úıl naôar luùfuñla ey BÀr-ı ÒudÀ 270 B70a. 186 3 Senden olmazsa naôar bí-çÀreye Söyler Àòir dilde yÀre yÀreye Sen virürsen nÿr aà u úaraya Úıl naôar luùfuñla ey BÀr-ı ÒudÀ 4 Maórem -i esrÀr olan yÀruñ óaúı YÀruña şol keşf-i dídÀruñ óaúı Berú uran èÀlemde envÀruñ óaúı Úıl naôar luùfuñla ey BÀr-ı ÒudÀ 5 Úılma yÀ Rab yoluña èisyÀnı sedd Dergehüñden eyleme muhtÀcı redd Eyle Óaúkí úuluña her dem meded Úıl naôar luùfuñla ey BÀr-ı ÒudÀ 187 82271 FAäL-I DER-MAÚÁM-I DÜGÁH VELEHÜ (6+5) (5+6) 1 Her kime oldı naôar-ı õikr-i hÿ Oldı çü iksír-i zer-i õikr-i hÿ Cümle àaríbüñ vaùanıdur çü Óaú İde gör imdi sefer-i õikr-i hÿ 2 èÁlem-i èaynı ider elbet şühÿd Óer kime irdi óaber-i õikr-i hÿ Óalúa-i hÀyı göremez gözleri ZÀhid ider gör óazer-i õikr-i hÿ 3 Díde-i tevóíd ile eyle naôar TÀ ki biline èiber-i õikr-i hÿ Ùoldı bu tevhíd ile kevn ü mekÀn Çünki görindi eåer-i õikr-i hÿ 4 Hÿ’yı bilen niçe muùavvel yazar Nüktelüdür muòtaãar-ı õikr-i hÿ Fetó-i ilÀhí aña ÀsÀn olur 271 B70b. 188 Kim bula Óaúúí ôafer-i õikr-i hÿ 83272 VELEHÜ FeèilÀtün/ FeèilÀtün/ Feèiltün/ Feèilün (FÀèilÀtün) (Faèlün) 1 Dem gelür dem kesilür rÿó-ı revÀnuñ üzilür èÁlem-i berzaòa şeh-bÀz-ı nigÀhuñ süzilür 2 Efser-i şÀhı serüñden alup Àòir-i devrÀn Bedel-i taòt siyeh òÀkde úabrüñ úazılur 3 äarãar-ı bÀd-ı fenÀ-y-ile vücÿduñ yıúılup Faãl olup bendlerüñ arası bir bir çözilür 4 Çenberüñ bendi olan èacb-i zenebden Àòir Yine evvel gibi aèzÀ vü cevÀrió düzilür 5 ÓaúúıyÀ rÿz-ı ebed óükm-i ezeldür görinen äanma levó-i úaderüñ naúş-ı metíni bozılur 272 B71a. 189 84273 VELEHÜ (4+4) 1 Ey benüm óÀlüm ãoranlar El-vedÀè olsun sizlere Bunda úalup oturanlar El-vedÀè olsun sizlere 2 Bu fenÀ bÀàına úondum Bir iki günde uãandum ÁşiyÀn-ı úudse döndüm El-vedÀè olsun sizlere 3 Bu fenÀnuñ derdi çoúdur Her biri cÀna bir oúdur Bunda úalmaú çünki yoúdur El-vedÀè olsun sizlere 4 Bu àam ile kim alışur Bÿ yüki kim ola ùaşur Yolcular yolda yaraşur El-vedÀè olsun sizlere 5 Úudret-i Óaú oldı ôÀhir 273 B72b. 190 Emr-i MevlÀ oldı bÀhir Óaúúí’ya göç oldı Àòir El-vedÀè olsun sizlere 85274 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 Ey nesím-i raómetüñle açılur dillerde gül SÀàar-ı lebríz-i feyøüñle sürer demler göñül 2 Bir nefesde bülbüle úılduñ èaùÀ ÀvÀz-ı òoş Bir tecellíden úızardı reng-i gül mÀnend-i mül 3 Gerçi enfÀs-ı òalÀéiú deñlü yol vardur saña èIşú-ı pÀk oldı óaúíúatde velí òayrü’s-sübül 4 EvliyÀ miréÀt-ı pür-nÿr-ı cemÀlüñdür senüñ Maôhar-ı sırr-ı kemÀl-i õÀt-ı pÀküñdür rusül 5 Cennet-i feyøüñdür İsmÀèíl ÓÀúúí’nüñ dili Anuñ içün dÀéim ü bÀúí durur anda ükül 274 B73a. 191 86275 FAäL-I DER-MAÚÁM-I äABÁ (6+5) (5+6) 1 Seóerlerde eser bÀd-ı tecellí Uyan ey gözlerüm vaút-i seóerde Açılur àonce-i iósÀn-ı küllí Uyan ey gözlerüm vaút-i seóerde 2 Tecellí bÀàına girmek dilerseñ Óaúíúat güllerüñ dirmek dilerseñ CemÀli óaøreti görmek dilersen Uyan ey gözlerüm vaút-i seóerde 3 Yuyanlar çeşm-i nergisden bu òÀbı Seher vakti görürler mÀh-i tÀbı Gözüñ aç Óaúúí’den işit òiùÀbı Uyan ey gözlerüm vaút-i seóerde 87 275 74b. 192 VELEHÜ Mefaèílün/ MefÀèílün/ Faèÿlün 1 Menem bülbül gibi gülzÀra úarşu Ki zÀrem èışú ile ol yÀra úarşu 2 Eşiginde fiàÀn idüp direm dost İlÀhí baàlu úolum óünkÀra úarşu 3 Görelden pertev-i nÿr-ı cemÀlüñ Yanar pervÀneyem ol nÀra úarşu 4 Seóerlerde ùavÀf idüp óarímüñ Ki bídÀr olmuşam díldÀra úarşu 5 Menem Óaúúí sürüp dergÀhına yüz Oturdum Kaèbe-i envÀra úarşu 88276 VELEHÜ (4+4) 1 Bir dilberüñ meftÿnıyam 276 B75a. 193 Yÿsuf naôír olmaz aña Bir Leylí’nüñ Mecnÿnıyam Her dil òabír olmaz aña 2 Laèlinde òoş gül-úandi var Rÿyında òÀl-i Hindí var Bir zülfünün biñ bendi var Kimdür esír olmaz aña 3 Her kim görürse ol güli Bí-şübhe olur bülbüli Rÿyı küşÀdedür velí Herkes baãír olmaz aña 4 èÁşıú olan cÀnın ezer ŞeydÀ olup ùurmaz gezer Biñ yıl eger úılsa naôar Híç kimse sír olmaz aña 5 èÁlem eger olsa Óabeş Bir demde virür biñ güneş Ol bir àanídür Óaúúí-veş EdnÀ faúír olmaz aña 194 89277 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 èAbd èabd ü Óaú Óaú olduàı úatı rÿşen gelür Bu maúÀm-ı farúda ben ben daòi sen sen gelür 2 Ben sen ü sen bende derc olmaú maúÀm-ı cemèdür İki gevherdür ki bir dürc anlara maòzen gelür 3 İsm-i ôÀhir óükmini ùut kim selÀmet andadur ÓÀli úÀle uyduram dirseñ belÀ andan gelür 4 Bu ikilik birlige mÀniè degül zírÀ ki baú Bir óaúíúatden cihÀna niçe merd ü zen gelür 5 Sırruñı cemè eyleyüp farú eyle Óaúúí ãÿretüñ Óüsni her yüzden temÀşÀ eylemek aósen gelür 90278 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 èÁúil iseñ eyleme maèmÿr bu vírÀneyi 277 B77b. 278 78a. 195 N’idesin çünkim òarÀb-ÀbÀddur bu òÀneyi 2 Gel HümÀ-veş evc-i maèníde vaùan ùut ey göñül Ùaşra eyle òÀtıruñdan fikr-i Àb u dÀneyi 3 TÀ serüñden çıúmaya işbu hevÀ pírÀheni CÀn teèÀnuú eylemek mümkin midür cÀnÀneyi 4 Yÿf bu mey-òÀnenüñ ser-òoşlarına yÿf yÿf Bir görürler òÀlet-i maómÿr ile mestÀneyi 5 NÀr-ı èışú içre yanar dil kimse bilmez óÀlini Şemè-i rÿşen-vÀr kim iórÀú ider pervÀneyi 6 ÓaúkıyÀ ùalduñ Dımeşúu’ş-ŞÀm’da baór-i dile Virme nÀdÀna velíkin alduàuñ dürdÀneyi 196 91279 FAäL-I DER MAÚÁM-I KßÇEK VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 CÀm-ı àamm-ı èışk durur içdigüm Ben bilürem ben bilürem çekdigüm 2 Mest-i mey-i derd ü belÀ olmuşam İkide bir yolda budur düşdigüm 3 Toòm-ı emel mezraèa-i àaybda Her ne ise şimdi odur biçdigüm 4 Ne nev ü ne köhne ne yeñ ne yaúa Úalmadı söküldi úamu dikdigüm 5 İrdi çü aòşama nehÀr-ı èömr Óakkí budur hicret-i ŞÀm itdigüm 92 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün 279 B78b. 197 1 Bu günler böyle úalmaz belki gün aòşam olur dirler ZamÀn Àòir olınca cÀ-yı hicret ŞÀm olur dirler 2 Şu kim èaúl u hevÀ-yı nefse tÀbiè ola bu yolda Anı erbÀb-ı èışú Àòir úatı bed-nÀm olur dirler 3 Bugün şol teşnelikden pÀre pÀre leb olan yarın Girüp dÀru’n-nièmeye sel-sebíl-ÀşÀm olur dirler 4 Úalur nÀz ehli nÀúıs fi’l-óaúíúa Óaúú’a yol bulmaz NiyÀz erbÀbınuñ ammÀ sülÿki tÀm olur dirler 5 Görenler şeyò Óaúúí’nüñ bu yolda síret ü seyrin İrişür menzil-i maúãÿda ník-encÀm olur dirler 93280 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Çünki bÀlüñ var ya Óaúú’a n’içün iúbÀl yoú GÿyiyÀ zünbÿrsın kim òÀnesinde bal yoú 2 èİlm òºÀn-ı bí-nemekdür olmaz ise anda feyø 280 B79a. 198 Ey müderris n’idesin úÀli ki anda óÀl yoú 3 Naúd-i maàşÿşa naôar úılmaz çıúanlar úÀlden MÀyesiz dil kísedür ãankim içinde mÀl yoú 4 Şuèbeden ímÀn-ı dil olur dıraòt-ı müntehÀ Híç virsün mi şecer míve ki anda dal yok 5 Her ne deñlü var ise èÀşıúları seyr eyledüm Derd ile Óaúúí sararmışlardur anda al yoú 94281 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 äÿret-i óüsnüñ görüp bildüm ãanurdum ben seni Künhüñ üzre ey güzel mÀènen seni bilmek úanı 2 äÿret-i esmÀda seyr eyler tecellí èÀlemin Gizleyüp gözden müsemmÀ vechin ol Rabb-i àaní 3 Kendini kendi bilür ancaú didi erbÀb-ı dil Sen seni bil bilmek istersen óaúíúatde anı 281 B80b. 199 4 Hem bilür insÀn anı hem her nefes yüzin görür Hem yine dir Óaúú’a irşÀd eyle ey mürşid beni 5 Binde bir vaãfından èÀcizdür şühÿd-ı õÀt iden Óabbe-i dil ÓaúúıyÀ olsa óaúÀéiú òirmeni 95282 VELEHÜ Mefèÿlü/ FÀèilÀtü/ MefÀèílü/ FÀèilün 1 Óaú maôhar itdi sırrına insÀn-ı kÀmili Sırrı görindi ãÿret-i ôÀhirde óÀãılı 2 Áyíne içre kendi yüzidür ki èaks ider Söylerse ùÿùí kendine söyler yine dili 3 Seyr eyle işbu ôulmet-i heykelde nÿra baú GÿyÀ Óabeş’de ôÀhir olur semt-i Rÿmili 4 äaç u ãaúalda óikmet-i BÀrí ne olduàın Fehm eyler ol ki úırúa degin yara bir úılı 5 Feyø-i ilÀhí ãÿret-i Àdemle devr ider Yabana atma Óaúúí ãaúın Àb ile gili 282 B81a. 200 96283 FAäL-I DER-MAÚÁM-I ÓÜSEYNÍ (4+3) (3+4) 1 Gel cÀn ile göñülden YÀ hÿ diyelüm èÀşıú Bÿy almaàa bu gülden YÀ hÿ diyelüm èÀşıú 2 Õikri idelüm píşe Dilden gide endíşe Óaú’dan meded irişe YÀ hÿ diyelüm èÀşıú 3 Hÿ özge muèammÀdur MiftÀó-ı müsemmÀdur Müstecmiè-i esmÀdur YÀ hÿ diyelüm èÀşıú 4 èÁlem ùolıdur hÿ’dan Ádem olupdur hÿ’dan Yüzler ãolıdur hÿ’dan YÀ hÿ diyelüm èÀşıú 283 B81b. 201 5 äÿretde lisÀn ile MaènÀda cenÀn ile Her dürli zebÀn ile YÀ hÿ diyelüm èÀşıú 6 Óaúúí úulı gÿş idüp Bu şerbeti nÿş idüp DeryÀ gibi cÿş idüp YÀ hÿ diyelüm èÀşıú 97 VELEHÜ (4+4) (5+3) 1 Elüm çekdüm bu èÀlemden FerÀàat ehli dervíşem El aldum kÀmil Àdemden İrÀdet ehli dervíşem 2 Eger az ola vü ger çoú Naèím-i dehre meylüm yoú Geh aç oluram geh toú ÚanÀèat ehli dervíşem 3 Yüzüm rengi ãolup döndi Gözüm úan yaşıyla yundı 202 Ciger èışú u díne yandı ÓarÀret ehli dervíşem 4 Aùarlar ùaşı dervíşe Úırarlar taş ile şíşe MelÀmet itmem endíşe MelÀmet ehli dervíşem 5 Görüp ol yÀri nÀz içre Ùurur Óaúúí niyÀz içre Olup úÀéim namÀz içre èİbÀdet ehli dervíşem 98 (6+5) (5+6) 1 Vuãlat-ı ilÀhí erbÀb-ı dile Müyesser olduàı òaberi geldi Cümle esmÀ cÀna êarb-ı õikr ile Musaòòar olduàı òaberi geldi 2 Tevekkül eyleyüp Rabb-i aèlÀya èAzm eyledi göñül fetó-i maènÀya Vücÿd iúlíminde cümle aèdÀya Muôaffer olduàı òaberi geldi 203 3 Kaèbenün levóinde úalem-i BÀrí HÀ-i hüviyyetle çok oldı cÀrí VÀv-ı velÀyetle èÀşıú-ı zÀrí Mübeşşer olduàı òaberi geldi 4 ÓaúúıyÀ Óaú ola dÀéim muèínüñ KemÀle irişe rütbe-i dínüñ CÀnib-i ezelde óaúúa’l-yaúínüñ Muúadder olduàı òaberi geldi 99284 1285 الحمد لمن ارسل لنا رسوال بالعلم و بالحكم خلوقا و حمو الً 2 قد اشرقت االرض بانوار هداه يمشون بها ثّمه فروعاً َواُصو الً َّب عهود لرمت عهدة االنسان 3 ياُر 284 B82a. 285 1 İnsanlara bir elçi gönderene hamd olsun İlimle ve hilimle bezenmiş bir elçi 2 Yeryüzü onun hidayet nurlarıyla aydınlandı Orada fürû ve usulleriyle yürüyorlar o nurların sayesinde 3 İnsanoğlunu nice bağlayan ahitler vardır, insan nice söz verdi ama tutmadı Lâkin o çok zalim ve çok cahil oldu 204 لكن هو قد كان ظلوماً و جهو الً 4286 من كان له الّشرع الى هللا دليال ً قد صادف في اْلغاية زلفى ووُصو الً 5 اغفر لعُبيد لك قد سّمى حقّي (ارحمه) بجناتك يارب دخوال 100 1287 قد اشرق دنيانا من نور محيّانا هللا تجلّى في مرأة ُسويدانا 2 العشق لنا َراٌح و الّشوق لنا َروحٌ والفيض لنا ُروٌح من حضرت موالنا 3 الّزاهد اليدري للعشق من الصدرِ اذ ليس من الّصدر في اّول ما كانا 286 4 Kimin Allah’a giden yolda rehberi şeriat ise, Hedefine giden yolda bir yakınlık bulur ve vuslata kavuşur elbet 5 Hakkî diye ad verilen senin şu kulcağızını bağışla Ey Rabbim onu cennetlerine dahil eyle 287 1 Dünyamız aydınlandı bizi diriltenin nuruyla Tecellî etti Allah kalbimizin / süveydamızın aynasında 2 Aşk bize şaraptır ve şevk bizim için rahatlamadır Feyz ise bizim için bir ruhtur Mevlâ’mızın Hazreti’nden 3 Zâhid bilmez kalplerde olan aşkı Çünkü aşk ilk meydana geldiğinde kalpten değildir 205 4 الّطالب حيران و العاشق سكران في الباطن نيران ال تشبه نيرانا 5 قد جاء لك العرفان قد ضاء لك البرهان يَا حقّي فالمنّان حمدٌ يَفي اْالحسانا 101288 (2+3) (3+2) 1 YÀ Rab èÀãíyem EstaàfirullÀh èAhdini nÀsíyem289 EstaàfirullÀh 2 Nefsüme uydum CÀnuma úıydum ÒaùÀmı duydum EstaàfirullÀh 3 Áteşe yaúma 4 Tâlip şaşkındır âşık ise sarhoş Bâtında ise hiçbir ateşe benzemeyen ateşler yanıyor 5 Geldi sana irfan Elbette aydınlandı senin için burhan Ey Hakkî Mennân olanadır, İhsanı tamamlayan hamd Allah’adır 288 B82b. 289 B.N. : Bir maèÀåíyem. 206 Õencíre ùaúma Cürmüme baúma EstaàfirullÀh 4 Düşüp sücÿda Yalvar õü’l-cÿda Õenb-i vücÿda EstaàfirullÀh 5 Kerím AllÀh’um Raóím AllÀh’um èAfv it günÀhum EstaàfirullÀh 6 Óaúúí günÀhkÀr áufrÀnuñ umar Dir leyl ü nehÀr EstaàfirullÀh 102 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Rÿmili’ne mÀlik oldum anda sulùÀn olmuşam Bendedür iúlím-i sÀdis gör ne õí-şÀn olmuşam 207 2 Mündericdür sÀdis içinde aúÀlím-i diger Rÿm’da peydÀ cióÀt-ı sitde pinhÀn olmuşam 3 èArøuma èarø-ı èArab ilóÀú olındı ŞÀm’da Cümle-i ebdÀl içinde àÀlib-i aúrÀn olmuşam 4 Çünki yüz geçdi daòi on beş günüm oldı tamÀm Çenberinde nüh ùıbÀúuñ mÀh-i devrÀn olmuşam 5 Hep bilürler èarş u kürsí ehl-i rütbem ne’ydügin Gerçi kim ferş-i basít üzre SüleymÀn olmuşam 6 Maşrıú u maàribden aldum ÓaúúıyÀ Àòir òarÀc Òarcuma daòlüm yeter genc-i firÀvÀn olmuşam 103290 VELEHÜ (2+3) (3+2) 1 Çoúdur günÀhum EstaàfirullÀh Óaúdur penÀhum EstaàfirullÀh 2 Dilümde hevÀ 290 B83a. 208 CÀnumda sivÀ İtdügüm daèvÀ EstaàfirullÀh 3 Áyinem jengÀr Sínem pür-efkÀr äuçum ÀşikÀr EstaàfirullÀh 4 Bilmem n’eyleyem Úanlar aàlayam DÀéim söyleyem EstaàfirullÀh 5 Yolı yanıldum ÇÀresiz úaldum áaflete ùaldum EstaàfirullÀh 6 Kendümi gördüm GünÀha girdüm ÓaúúıyÀ virdüm EstaàfirullÀh 209 104291 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Derd-i èışú ile dil ü cÀn imtizÀc itmek gerek İmtizÀc itmezse ol derde èilÀc itmek gerek 2 èÁlem-i mÀèníde sulùÀn olmaú isterseñ eger İbn-i Edhem gibi terk-i taòt u tÀc itmek gerek 3 Ôulmet-i emmÀreden var ise dilde ger eåer Nÿr-ı Óaú’dan anda íúÀd-ı sirÀc itmek gerek 4 Ger dilerseñ àaybdan cÀna nüzÿl-i mÀéide Mièdeyi teng eyleyüp şol nefsi ac itmek gerek 5 Her seóer dívÀn-ı Óaú’da óÀøır olup ÓaúúıyÀ Ol áaní MevlÀ’ya èarø-ı iótiyÀc itmek gerek 105292 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün 1 Mey-i èışú ile ey dil mest olanlar var ise gelsün 291 B84b. 292 B85a. 210 Bugün feyø-i ilÀhíden ùolanlar var ise gelsün 2 Güherdür sırr-ı MevlÀ kim ùaleb-kÀrı úatı çoúdur Anı kÀn-ı derÿn içre bulanlar var ise gelsün 3 Ledünní èilmidür bu bunda Mÿsí’ler olur óayrÀn Anı tÀèlím-i Óıør ile bilenler var ise gelsün 4 FenÀfillÀh mevúÿf oldı dilden çÀr tekbíre Bugün meyyit namÀzını úılanlar var ise gelsün 5 Çıúarduñ ÓaúúıyÀ dürr-i maèÀrif úulzüm-i dilden Bu bÀzÀr içre ger anı alanlar var ise gelsün 211 106293 FAäL-I DER-MAÚÁM-I èUŞŞÁÚ VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Óaúú’a vÀãıl olan èÀşıú mÀsivÀyı n’eylesün èIşú-ı Óaú kÀfí iken àayrı hevÀyı n’eylesün 2 ÓÀl-i dildür èÀrife maúãÿd olan bu úÀlden Óaú òiùÀbın gÿş iden ãít u ãadÀyı n’eylesün 3 Dilde kim èışú olmaya ãan şemèsüz bir òÀredür èÁşıú olan yÀrdan òÀlí sarÀyı n’eylesün 4 Cennet-i dídÀra dÀòil olsa dünyÀda göñül Bir daòi ol ne burayı ne orayı n’eylesün 5 Menzil-i èışúa bu Óaúúí úul atıldı oú gibi N’itsün AllÀh’um çekilmez işbu yayı n’eylesün 107294 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 293 B86b. 294B87a. 212 1 Úanàı dilde kim ola èışú u maóabbet mÀyesi Feyø-i Óaú olur anuñçün ùıfl-ı şírín dÀyesi 2 Reşk-i mihr-i èÀlem oldı õerre-i nÀ-çíz dil Olalı ol mÀh-i tÀbuñ yeryüzinde sÀyesi 3 Mihr ü meh ÀfÀúuñ oldı nice zíbÀ zíneti CÀn u dildür bu sarÀy-ı enfüsüñ pírÀyesi 4 ZÀhidüñ ÀrÀm-gÀhı Cennetü’l- MeévÀ ise èÁşıúuñ dídÀrÀ dek eyler teraúúí pÀyesi 5 Levó-i maófÿôuñ çıúardı ãÿretin evrÀúa hep Bu úalemden eyledi taórír Óaúúí ayesi 108295 VELEHÜ Mefèÿlü/ MefÀèílü/ MefÀèílü/ Faèÿlün 1 Zevú olsa úaçan cÀn u göñül içre keşíde ÓelvÀ gibi her maènÀ olur aña çeşíde 2 Laføı ne úadar gird ola çün noúùa belíàuñ Fehm ehli bilür olmasa da anda keşíde 295 B88b. 213 3 Bir rÀh-ı òaùar-nÀkdür egerçi reh-i èÀşıú AmmÀ ki øarÿrí degül irşÀd reşíde 4 Bu meclis-i èışú içre ney u nÿş gerekdür èÁşık nice eglensün eger olmazsa neşíde 5 Bir gÿş gerekdür ki şemÀèa ola úÀbil TÀ bu süòan-ı Óaúú’ı bu Óaúúí’den işide 109296 VELEHÜ Mefèÿlü/ MefÀèílü/ MefÀèílü/ Faèÿlün 1 Çün küól-i cilÀ díde-i èuşşÀúa çekildi Ôulmet oradan úıldı sefer ùaşra çekildi 2 Áòir şecer-i rÿó çıúup úopdu yirinden Varup yed-i úudret ile Firdevs’e dikildi 3 Maùbÿè denilse çü melek nÿrdan Àdem Ádem dime ol tíre dile Àb ile gil di 4 Ùutuşmadı her kim bu hevÀ düşmeni le VÀy aña ki meydÀn-ı cihÀd içre yeñildi 296 B89a. 214 5 Dehrüñe bugün ùutmaya irşÀduñı Óaúúí Ùaóúíú budur yolunı bí-çÀre yanıldı 215 110297 FAäL-I DER-MAÚÁM-I MUÒAYYER FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 Geçmeyince úayd-ı cÀndan cÀna cÀnÀn isteme Düşmeyince derd-i èışúa derde dermÀn isteme 2 Sen bu yolda varını bezl itmeyince ey faúír Var tecellíden göñül taòtına sulùÀn isteme 3 Yanmayınca kül olınca Àteş-i miónetde sen Şol Òalíl-ÀsÀ selÀmetde gülistÀn isteme 4 Baãmayınca bezm-i èışúa vü şevúa óaúúÀní úadem Òıør elinden úatrece var Àb-ı óayvÀn isteme 5 Aúıdup gözyaşların deryÀ-yı èummÀn itmeden Lüélü-i èirfÀn içün bÀrÀn-ı NísÀn isteme 6 ÓaúúıyÀ “el faúru faòrí”nüñ àınÀsın iste var Devlet-i dünyÀya baúma şöhret ü şÀn isteme 111 297 B90b. 216 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 ÙÀlib-i derd olmayan dermÀna vÀãıl olmadı Ùopraàa yüz sürmeyen èummÀna vÀãıl olmadı 2 Çekmeyen beytü’l-óÀzende mióneti Yaèúÿb-veş èÁúibet ol Yÿsuf-ı KenèÀn’a vÀãıl olmadı 3 CÀn u ten úaydındadur şunlar ki ey èÀşıú bugün Sırr-ı pÀk-i óaøret-i cÀnÀna vÀãıl olmadı 4 İçmeyen sÀkí-i Óaú’dan feyø-i cÀm-ı maèrifet èİlm ile baór olsa da RaómÀn’a vÀãıl olmadı 5 Kibr ü kín erbÀbınuñ ímÀnı yoúdur ÓaúúıyÀ Her kimüñ ímÀnı yok iósÀna vÀãıl olmadı 112298 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ Faèÿlün 1 İlÀhí èışkuña cÀnum rehín it 298 B91a. 217 Dilüm feyø-i firÀvÀna úarín it 2 Geçür èilme’l-yaúínüñ perdesinden NigÀhum çeşme-i èayne’l-yaúín it 3 Derÿnum maórem-i sırr-ı óaúíúat Birÿnum òÀdim-i şerè-i metín it 4 Çü virdüñ úalbüme tevfíú-i ilhÀm EmÀnetde çü Cibríl-i Emín it 5 İlÀhí Óaúúí’yi itdükde daèvet Yerin faøluñ ile Firdevs-i berín it 113 VELEHÜ FÀèilÀtün/ MefÀèilün/ Feèilün FeèilÀtün/ FeèilÀtün/ Feèilün (FÀèilÀtün) (Faèlün) 1 Áh kim úurb-ı vaùandan dÿram ÁşinÀdan baèíd ü mehcÿram 2 Oldı cÀnum úatı òarÀb- ÀbÀd 218 ÔÀhiren gerçi böyle maèmÿram 3 Münkesir bir zücÀcedür bu dilüm Úıymetüm yoú egerçi faàfÿram 4 Pírlikde ne söylesem óaúdur Nev-civÀnem sözümde maèõÿram 5 Beni şeyòu’l-fuúarÀé eyledi Óaú Emr-i irşÀda bugün meémÿram 6 èİlm ü èirfÀnuma ùayandı cihÀn Mesned-i nÀ-güzír-i cumhÿram 7 NÀmuma Óaú dimiş durur Óaúúí İns ü cin ü melekde meşhÿram 114299 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 Óaúú ile var olmaú istersen seni yoà it seni Faúr içinde tÀ tecellí ide ol Rabb-i áaní 299 B92b. 219 2 Úurb-ı dergÀha dimişler úÀbe úavseyn èÀlemi èAyn-ı ev ednÀyı gözle olma himmetle dení 3 Çün vücÿd-ı mümkinüñ feyøi hüve’l-Óaú’dan gelür YÀ ene’l-Óaú söyleyüp n’eylersin ortada beni 4 Sen seni bilmezden evvel bilmek olmaz Rabbiñi Baú ne sırr üzre úurubdur ÒÀliú’un cÀn u teni 5 Keåret içre vaódete irmek güç olmaz èÀrife Sen seni görme eger bulduñsa çeşm-i rÿşeni 6 İki adımdur didiler vaãl-ı yÀra sÀlikÀn Öyle adımlar atar èÀlemde Àdemler úanı 7 Gitdi bülbül bÀà-ı èÀlemden yerin ùutdı zaàan ÒÀr-zÀr oldı óaúíúatde bu maènÀ gülşeni 8 Çün meyinden irişür bÿy-ı ilÀhí ÓaúúıyÀ Óaú’dan istersen nefes devr eyle ol pírÀmeni 115300 300 B93a. 220 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün 1 Olanlar úÀl ehli óÀl-i dervíşÀnı bilmezler Ki zírÀ ehl-i ôÀhir bÀùın-ı insÀnı bilmezler 2 Gezerler şarú u àarbı èÀlem-i ÀåÀra baúmazlar Yüzerler çün semek ammÀ nedür èummÀnı bilmezler 3 Oúurlar èilm-i resmí dersini üstÀõdan dÀéîm Bilürler gerçi her fenni velí ÚuréÀn’ı bilmezler 4 Vücÿd-ı Óaúú’ı derk itmek dilerler èaúl-ı úÀãırla Dil-i erbÀb-ı èışúa keşf olan bürhÀnı bilmezler 5 Bilenler úadr-i èirfÀnı yine èÀrifdür ey Óaúúí Ki mühre ehli dünyÀda nedür mercÀnı bilmezler 221 116301 FAäL-I MUÒAYYER ÓÜSEYNÍ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün 1 Ruòuñ pertev-fürÿz-ı nÿr-ı Óaú’dur yÀ RasÿlallÀh Tecellíden úamer-veş iki şaúdur yÀ RasÿlallÀh 2 Vücÿduñ muãóaf-ı esrÀr-ı Óaúú’ı cümle cÀmièdür Óaúíúat biñ bir isme mÀ-ãadaúdur yÀ RasÿlallÀh 3 CemÀlüñ maùlaè-ı òurşíd-i envÀr-ı tecellídür TamÀm Àyíne-i Rabbü’l-felaúdur yÀ RasÿlallÀh 4 Senüñ levó-i cebínüñden oúurlar èilm-i esmÀyı Saña Óaú’dan “fe evóÀ” óoş sebaúdur yÀ RasÿlallÀh 5 KelÀmuñ metn-i cÀmièdür ki anda münderic esrÀr Senüñ her óarfüñ el-óaú ãad varaúdur yÀ RasÿlallÀh 6 ŞefÀèat bulmaàa senden sebeb cürm-i günÀh ise Úamudan Óaúúí-yi mücrim eóaúdur yÀ RasÿlallÀh 301 B94b. 222 117 VELEHÜ Müstefèilün/ Müstefilün 1 Bülbül gibi nÀlÀn iden èIşú-ı ilÀhídür beni Pür-Àh u pür-efàÀn iden èIşú-ı ilÀhídür beni 2 Baàrı úızıl úan eyleyen Bu çeşmi giryÀn eyleyen èUryÀn u biryÀn eyleyen èIşú-ı ilÀhídür beni 3 Varum ne var ise yaúan ÒÀnem òarÀb idüp yıúan Bilmiş olun ey èÀşıúÀn èIşú-ı ilÀhídür beni 4 äaórÀda Mecnÿnam revÀn DeryÀda Zünnÿn’Àm hemÀn ÓÀlüm iden böyle yaman èIşú-ı ilÀhídür beni 5 Gerçi ki Óaúúí’dür adım NÀm u nişÀnı hep yudum 223 İden bugün didim didim èIşú-ı ilÀhídür beni 118302 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ Faèÿlün 1 Çü Àdem ãÿret-i zíbÀ-yı Óaúdur TecelliyÀta her yüzden eóaúdur 2 Anuñ evãÀfını taóríre eflÀk Elinde ãunè-ı Óaúú’uñ nüh ùabaúdur 3 Çü üç yüz altmış èÀlemüñ úÀbilidür Úamu esrÀr aña Óaú’dan sebaúdur 4 Egerçi cÀndan bir tíre tendür Derÿnílik mÀnend-i şafaúdur 5 Mükerremdür ki mescÿd-i melekdür Faøíletde şerefde müttefaúdur 6 Bu Óaúúí yazsa biñ cild-i mufaããal Anuñ óaúúında yine bir varaúdur 302 B95a. 224 119303 VELEHÜ Mefèÿlü/ MefÀèílü/ MefÀèílü/ Faèÿlün 1 Her kim ki sirişti ola kÀbil ezelíde Maúbÿl olur kendi de èilm ü èamelíde 2 Her sırrı ki vaøè eyledi AllÀh nebíde Gösterdi anuñ ãÿretini rÿy-ı velíde 3 Her merd bugün rütbe-i merdÀna irişmez äıàmaz racülün ùuèmesi óulúÿm-ı velíde 4 Ehl-i kereme şír-i ÒudÀ dirseñ èaceb mi Kim ser-zededür ãÿret-i zíbÀ-yı èalíde 5 Her emri ki ilúÀ ide Óaú Óaúúí dilinden ZinhÀr anı eyleme red belki belí de 120304 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 İbtilÀ-yı ışúdan Mecnÿn olmaúdur murÀd 303 B95b. 304 B96a. 225 Özge bir LeylÀ’ya hem meftÿn olmaúdur murÀd 2 Her zamÀn bir Yÿsufuñ yüzinden èarø itmek cemÀl Óaøret-i Yaèúÿb-veş maózÿn olmaúdur murÀd 3 MÀhí-i èışú Àdemi iltiúÀm itmek nedür èArø idüp baór-i àama Zünnÿn olmaúdur murÀd 4 Çarò-ı şekl-i ÀsiyÀb olmaz nedür fikr it daúíú Óabbe-veş taótında anuñ avın olmaúdur murÀd 5 ÓaúúıyÀ òalú eylemekden ins ü cannı ol ÒudÀ RÀm-ı emr-i òÀlıú-ı bí-çÿn olmaúdur murÀd 121305 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 Gülmedüm bu gülşen-i dehr içre ben bir anda Aàladum úaldum çü bülbül vÀdí-i hicrÀnda 2 Her ne semte döndüm ise döndi miónet ol yaña Görmedüm rÿy-ı ãafÀ Àyine-i devrÀnda 305 B96b. 226 3 Úandur cÀm-ı felekden içdigüm ãubó u mesÀ Úanlu yaşum rengi yoúdur lÀle vü mercÀnda 4 Şeyò-i vaútem gerçi kim bu òÀn-úÀh-ı dehrde Bulmadum ãıdú-ı irÀdet degme dervíşÀnda 5 Òÿn-ı dil òÿn-ı ciger oldı òamírüm mÀyesi ÓaúúıyÀ iki elüm dirsem èaceb mi úanda 122306 VELEHÜ FeèilÀtün/ MefÀèilün/ Feèilün (FÀèilÀtün) (Faèlün) FeèilÀtün/ FeèilÀtün/ Feèilün (FÀèilÀtün) (FÀèlün) 1 Geldi irişdi mevsim-i nev-rÿz Gitdi rÀh-ı èademe berd-i èacÿz 2 ÒÀkden ser-zede olup sebze Raómden ãanki itdi ùıfl-ı bürÿz 3 Gül ü bülbül úavuşdı birbirine áamze-i nergis itdi òayli rümÿz 306 B97a. 227 4 Oldı çün cevher-i øiyÀ-güster Berú-i nÿr ile bustÀn efrÿz 5 Òancer-i zenbaú oldı düşmen-i zen áalebe úıldı ùÀliè-i fírÿz 6 èÍş içün çıúdı lÀle ùaàlara Úıldı anda èaãÀsını merkÿz 7 Başladı açmaàa femin àonce GÿyiyÀ ùıfl-ı şír-òÀr henüz 8 ÒÀrlar gülbün-i güle binmiş İrmege bÀàa çalarlar mehmÿz 9 Rengi ùursun şakÀéiúuñ şöyle Nedür ol dÀà-ı siyÀh-ı dil-sÿz 10 Kimisi feyø-yÀb-ı çeşme vü cÿ Kimisi berr u yabÀnda bírÿz307 11 ÓaúúıyÀ úo hev-Àyı nev-rÿzı Áòir irmez mi ÒazírÀn u Temmÿz 307 Bírÿz: bÀ- ùÀliè ( B.N) 228 123308 FAäL-I DER-MAÚÁM-I BABA ÙÁHİR FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Dest-i èışk ile vücÿduñ cübbesin çÀk eylerüz Nefsimüz rÀh-ı fenÀfillÀhda òÀk eylerüz 2 Çeşm ü cÀnı ideli pür- küól-i envÀr-ı şühÿd Ùarfetü’l- èayn içre seyr-i eflÀk olmuşuz 3 Bulmaàa óicr-i şühÿd içre biz istifrÀú-ı tÀm äu gibi ãÀfí úılup Àyínemüz pÀk eylerüz 4 Biz sürÿr-ı dÀéim içre èıyd-ı ekber itimişüz Cismimüz nem-nÀk egerçi úalbi àam-nÀk eylerüz 5 ÓaúúıyÀ biz maôhar-ı Óaúúuz eõelden tÀ ebed Urmazuz líkin ene’l-Óaú’dan dem imsÀú eylerüz 124 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 Her nefesde bir tecellí-yi ÒudÀ ister göñül Kendine bu àurbet içre ÀşinÀ ister göñül 308 B98b. 229 2 Görmege Àyínesinde pertev-i nÿr-ı Óaúú’ı ÒÀk-i-pÀy-i MuãùafÀ’dan tÿtiyÀ ister göñül 3 Niçe bir bÀà-ı fenÀda zÀr ide dil bülbüli Bir òazÀn irmez gülistÀn-ı beúÀ ister göñül 4 Bir şeb-i mièrÀc içün biñ şemè uyandur cÀnıña Şemè-i Óaú’dan şeş cihÀtında øiyÀ ister göñül 5 Devlet-i dünyÀ vü èuúbÀ çünki tecríd içredür Ne úabÀya meyl ider ne òod èabÀ ister göñül 6 ÒaúúıyÀ maórem bulunmaz rÀz-ı èışúa bu zamÀn Òalú-ı èÀlemden anuñçün iòtifÀ ister göñül 125309 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 Ya vaùandur ya ki àurbet ikiden òÀlí degül Ya iúÀmet ya ki hicret ikiden òÀlí degül 2 KÀr kim mevúÿf ola iõne velí cebr olmaya Ya ãabırdur ya irÀdet ikiden òÀlí degül 309B99a. 230 3 Nÿr u nÀruñ arasında úaldı Àòir cÀn u dil Yana ya bula selÀmet ikiden òÀlí degül 4 İki firúa oldı èÀlem kÀmilüñ óaúúında baú Ya maóabbet ya èadÀvet ikiden òÀlí degül 5 Bezm-i vaódetdür bu dünyÀ kÀsedür anda felek Zehrdür içi ya şerbet ikiden òÀlí degül 6 Ya virirsün ya alırsun başı bu meydÀnda Ya hezímet ya ki nuãret ikiden òÀlí degül 7 Ya úalırsun ŞÀm’da ya Rÿm’a eylersün sefer ÓaúúıyÀ nÿr veyÀ ôulmet ikiden òÀlí degül 126310 VELEHÜ FeèilÀtün/ FeèilÀtün/ FeèilÀtün/ Feèilün (FÀèilÀtün) (Faèlün) 1 YÀ ilÀhí beni ol dem ki ider isen daèvet CÀnumı rÀh-ı viãÀlüñde süvÀr-ı èamel it Gerdenümde úoma bir kimseye aãlÀ minnet Luùf u iósÀnuña bu merd-i àaríbi maóal it 310 B101b. 231 2 Saña mihmÀn olayum aç bana Firdevs’e deri Kevåer-i feyøüñi ãun tÀ olam anuñla diri Çünki meydÀn-ı fenÀda úomuşam cÀn u seri Beni al benden efendüm seni nième’l-bedel it 3 Geçürüp cümle berÀziò eleminden cÀnum ŞÀd-mÀn eyle úuluñ vaãluñ ile ãulùÀnum Virme yÀ Rabbi benüm òaãm eline dÀmÀnum Her ne meémÿl ise taãdíú-i recÀ vü emel it 4 Eyle Óaúúí’ya naôar rÿşen idüp iki gözin Güldür AllÀh’um efendüm dem-i Àòirde yüzin Nice dünyÀda anuñ şerè-i rasÿl itdüñ izin Áòiretde eåerin ãoóbet-i faòrü’l-milel it 127311 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 MüstedÀm ol ey göñül derdüñ beni yÀd eyledi ÒÀùırum ãordı yine vírÀnum ÀbÀd eyledi 2 Derd-i Óaú’dan àayrı bir dermÀn yoúdur èÀşıúa TÀ ezelden Óaú anı bu derde muètÀd eyledi 311 B102a. 232 3 Mióneti dünyÀda virdi rÀóatı èuúbÀda ol Bunda àam-nÀk eyleyüp anda anı şÀd eyledi 4 Úahr u luùfın bir gören irdi rıøÀsına anuñ Zí-saèÀdet her ki kendin Óaúú’a münúÀd eyledi 5 ÓaúúıyÀ Óaú’dan nişÀn alduñsa ir ser-menzile Óaú seni çünkim ùaríú-ı Óaúú’a irşÀd eyledi 128312 VELEHÜ ÇÁRGÁH313 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 Bir òayÀl-i òºÀb idi dünyÀ geçüp gitdi yine Bu müsÀfir-òÀneden herkes göçüp gitdi yine 2 CÀm-ı èışúı içmeğe gelmişdi bezm-i èÀleme Ùoldı çün peymÀnesi içüp gitdi yine 3 ÁşiyÀn ùutmış idi bÀà-ı ten içre mürà-ı cÀn Bir iki gün diñlenüp anda uçup gitdi yine 312 B104b. 313 Bu manzume dahil olmak üzere, B106b’ye kadar olan manzumeler, Çârgâh makâmında kayıtlıdır. Makâmın ismi müellif tarafından fasl olarak 102b’deki mensur kısmın başına yazıldığı ve bu sayfada yalnızca Çârgâh şeklinde zikredildiğinden, biz de başlık olarak bu şekilde yazdık. 233 4 Herkese toòm-ı èamelden óiããesin virdi ÒudÀ Ol daòi ekdi vü maóãÿlin biçüp gitdi yine 5 İrdi çün “firrÿ ilallÀh” emri gÿşa ÓaúúıyÀ Ehl-i Óaú hep cÀnib-i Óaúú’a úaçup gitdi yine 129314 (6+5) 1 Göñül òarÀb oldı èışúuñ elinden Ciger kebÀb oldı èışúuñ elinden 2 Yıúıldı varlıàum yire ber-À-ber Beden türÀb oldı èışúuñ elinden 3 ÒayÀl oldı dünyÀ göñül gözine Maóø-ı serÀb oldı èışúuñ elinden 4 Úızıl úanlar ile boyandı yaşum èAyn-ı şarÀb oldı èışúuñ elinden 5 ÚıyÀmetler úopdı Óaúúí başuma Rÿz-ı óiãÀb oldı èışúuñ elinden 314 B105a. 234 130315 VELEHÜ FeèilÀtün/ MefÀèilün/ Feèilün (FÀèilÀtün) ( Faèlün) FeèilÀtün/ FeèilÀtün/ Feèilün (FÀèilÀtün) (Faèlün) Bulaşuúdur dil-i mülóid-ÀsÀ Rÿy-ı nÀ-pÀk-i kÀàıd-ı neşşÀf Müteòalòıl olur eczÀ-i dili Eline alsa anı bir keşşÀf 131 FeèilÀtün/ MefÀèilün/ Feèilün (FÀèilÀtün) ( Faèlün) Böyle kÀàıdla böyle olsa midÀd N’eylesün ehl-i òaù olan üstÀd Olmasa Àdeme muvÀfıú yÀr DÀd ol yÀrüñ elinden feryÀd 132316 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 315 B105b. 316 B106a. 235 1 Baña ne ŞÀm u ne şarú u ne Burusa ne ÓicÀz èIşúumuñ meydÀnına vallÀhi bu ãaórÀdur az 2 Defterüm èarøında bu èarø [u] semÀvÀt oldı teng Bir õirÀè olmaz zemínüñ sÀóası tÿl ü dırÀz 3 áamze-i óarfüm niçe siór-i óelÀle remz ider äavt-ı kilkümden düşer ehl-i derÿna söz ü sÀz 4 Böyle müstaàní iken nÀzı götürmez meşrebüm DÀéimÀ óÀk-i tevÀøuè-sÿdadur rÿy-ı niyÀz 5 Úışr-ı bí-lübdür èale’t-taóúíú baóå-i úíl u úÀl Görinür Àyínesinde ãÿret-i õişt-i mecÀz 6 ÓaúúıyÀ terk-i edebdür eyleme daèvÀyı úo Dildeki óÀlüñ müsÀèid olduàı miúdÀr yaz 236 133317 FAäL-I DER-MAÚÁM-I EVC FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 YÀ RasÿlallÀh cemÀlüñ pertevi Nÿr-ı baòş-ı díde-i èuşşÀúdur ŞÀd u şendür èışúuñ ile cÀn evi Dil senüñ dídÀruña müştÀúdur 2 Õerre-i mihr-i cemÀlüñ urdı berú Birbirinden nÿr [u] ôulmet buldı farú Feyøüñe dil-teşneler hep oldı àarú Leblerüñ baòşende-i eõvÀúdur 3 Gül ruòuñ açılsa olsa ÀşikÀr Bülbül-i dilden kesilmez Àh u zÀr Óaúúí úul olsun úapuñda ber-úarÀr Bir àaríb enfüs [ü] ÀfÀúdur 134 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 Çün ùoàup ùutdı cihÀn yüzüni óüsnüñ güneşi Kim ola sevmeye bu vech ile sen mÀh-veşi 317 B106b. 237 2 Parmaàından aúıdup Àb-ı revÀn-baòş-ı revÀn Niçe yüz biñ kişíden refè idisersin èataşı 3 Sen emíre úul olan her ne úadar müdbir isek Bende-i muúbil olur miål-i BilÀl-i Óabeşí 3 Ve’ê-êuhÀ verdüñe ve’l-leyl oúuram sünbülüñe Rÿşení virdi budur küllü àadÀtin ve èaşiyy 135 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 YÀ RasÿlallÀh götür şírín cemÀlüñden niúÀb ÁsitÀnuñ bekleyen èÀşıúlara úıl fetó-i bÀb 2 Şerbet-i nuùúuñ devÀ-yı èillet-i hicrÀndur èÁşıú-ı dil-teşneye àayrı gerekmez bir şarÀb 3 Bezm-i hÀã óaørete úıl bunda daèvet cÀnımuz Baúma noúãÀna eger olduúsa küstÀó-ı cenÀb 4 Mevlid-i pÀküñ gice gündüz senüñ şeró eylerüz Ùoàalı bu úalbe èilm-i nÀfiè-i Ümmü’l-KitÀb 5 YÀ ÓabíballÀh cenÀb-ı pÀküñe lÀyıú budur Devlet-i vaãluñla úıl Óaúúí faúíri kÀm-yÀb 238 136318 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/Faèÿlün 1 Açılmaz herkese esrÀr-ı tevóíd Görünmez her göze envÀr-ı tevóíd İçe gör vaódet-i ôÀtiyye cÀmın Egerçi çoúdur eùvÀr-ı tevóíd 2 Neler geldi ser-i Manãÿr’a seyr it İdüp bí-gÀneye eôhÀr-ı tevóíd ŞevÀhidden tecellí bulsa bir dil Nice idebilür inkÀr-ı tevhíd 3 Ezelden yÀr olan şerr-i belÀya Bugün nice olur aàyÀr-ı tevóíd Gül-i vaódet açıldı cÀn u dilde Şeneldi ÓaúúıyÀ gülzÀr-ı tevhíd 137 (4+4) (5+3) 1 YÀ Rabbi yÀ õe’l-kibriyÀ Eyle bize iósÀn-ı èışú Nefy itmege kibr u riyÀ 318 B107a. 239 İrgür dile fermÀn-ı èışú 2 èIşú Àteşe benzer hemÀn CÀnı yaúup virmez emÀn Nÿrı úomaz dilde gümÀn Olur úamu tÀlÀn-ı èışú 3 Şirk-i vücÿdı úaldırur EvãÀf-ı nefsi öldürür Feyø ile úalbi ùoldurur Mevc ursa ger èummÀn-ı èışú 4 èIşúa düşen ùopraú olur Gözden yaşı mihrÀú olur äoñ demde yüzi aú olur Derde bulur dermÀn-ı èışú 5 Úul olmaàa ol şÀh içün Yol bulmaàa dergÀh içün èÁşıú olup AllÀh içün Yaúsun seni nírÀn-ı èıãk 6 Ey Óaúúí úul èışú ile gel NÀy eyleyüp baàrıñı del Yek dem aña olmaz bedel Efêal durur bir Àn-ı èıãú 240 138319 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 Ey göñüller derdinüñ dermÀnı hÿ Ey úamu èÀlemlerüñ sulùÀnı hÿ 2 Künhüñi kimse taãavvur idemez Ehl-i taãdíúuñ úaví bürhÀnı hÿ 3 MüntehÀ-yı maùlab-ı erbÀb-ı dil Ehl-i èilmüñ mebdeé-i èirfÀnı hÿ 4 Hÿ durur sırr-ı seriyy-i kÀéinÀt Çeşm-i cÀnuñ ãÿret-i seyrÀnı hÿ 5 Kimseye açılmadı bÀb-ı vüãÿl Kendine cezb itmeyince anı hÿ 6 Kimi gördüm dir kimi óayretdedür Kimi inkÀr eyleyüp dir úanı hÿ 7 Ger ãorarsañ ÓaúúıyÀ èÀrifleri Díni hÿdur anlaruñ ímÀnı hÿ 319 B107b. 241 139320 VELEHÜ ZEBÁN-I MAèŞßÚDAN ÓİKÁYEDÜR Mefèÿlü/ MefÀèílü/ MefÀèílü/ Faèÿlün 1 Her lafô-ı şeker-pÀre çıúa çün dehenümden Şírín-dehenÀn aòõ ide lezzet süòanumdan 2 Sükker eriyüp lerõe düşer dillere Àòir Şírín lebümden daòi pÀlÿde tenümden 3 Reh-yÀb-ı ser-i kÿy olup Àòir sere çıúmaz Bÿy almaz ise úÀkül èanber-şikenümden 4 ÒºÀb içre yatan àamzemi itmeñ hele bí-dÀr Hey hey ãaúınuñ fitne-i Àòir zemenümden 5 Óaúúí n’ola dendÀnımı vaãf eylese zírÀ LÀyıú mı degül aàzına dürr-i èAdenümden 140321 VELEHÜ FeèilÀtün/ MefÀèilün/ Feèilün 320 B108a. 321 B110a. 242 FeèilÀtün/ FeèilÀtün/ Feèilün (FÀèilÀtün) (Faèlün) Seyldür mübtedí bulunmaúdan Baórdur müntehí ki ãÀfídür Evvelüñ Àòirüñ tefekkür úıl èÖmrinüñ çünki intiãÀfıdur 141 VELEHÜ FeèilÀtün/ MefÀèilün/ Feèilün FeèilÀtün/ FeèilÀtün/ Feèilün (FÀèilÀtün) (Faèlün) Bÿy-ı òoş virmek içün èanber ü èÿd Áteş içre èaceb yanup yaúılur Hízem anı görince bezm içre Yerini külòan-ı óammÀm úılur 243 142322 FAäL-I DER-MAÚÁM-I EVC-èIRÁÚ VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 Çeşm-i èÀşıú girye-i óasretle èayn-ı cÀm olur CÀm kim anuñ derÿnı pür-mey-i gül-fÀm olur 2 Sen seri vir èışúla Manãÿr-veş meydÀnda äonra yÀd olursın èÀşıúlar içinde nÀm olur 3 Gel bıraú döşüñden ey zÀhid riyÀ seccÀdesin Şübhe-i ãad dÀneñ elde saña Àòir dÀm olur 4 Bu tecellí böyle úalmaz perde-pÿş olur güneş Gördügüñ bugün irişür Àòire aòşam olur 5 Olalı Óaúúí òilÀfetle begüm kürsí-nişín Çün SüleymÀn gÀh Rÿm u meskeni gÀh ŞÀm olur 143323 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 322 B110b. 323 B111a. 244 1 YÀ ilÀhí şemè-i óüsnüñdür yaúan pervÀneyi Keşf-i sırrÿñdur bugün óayrÀn iden dívÀneyi 2 BÀde-i feyøüñ içürdüñ bezm-i òÀãuñda dile Şöyle kim farú eylemez hüşyÀrla mestÀneyi 3 Òirmen-i cÿduñ óaríminde döner bu mürà-ı dil Cemè ider andan tamÀm olınca èömri dÀneyi 4 Bir tecellíden yanar úandíl-i cÀnum ãubóa dek N’ola ger teşríf iderseñ gicede àam-òÀneyi 5 ÓaúúıyÀ ùıfl-i dile şír ister iseñ her nefes Feyø-i aúdesden bulursın bulur iseñ anayı 144324 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 ÓamdülillÀh èÀlem-i dünyÀya geldüñ ey göñül äÿret içre ãoóbet-i maènÀya geldüñ ey göñül 2 ÔÀhir olmazdı eger sen gelmeseñ dünyÀya Óaú Óaúú’ı iôhÀr u seni iòfÀya geldüñ ey göñül 324 B111b. 245 3 On sekiz biñ èÀlem oldı çünki esmÀya òamír Ol òamíre fi’l-óaúíúa mÀye geldüñ ey göñül 4 Şír-i feyøi senden aòõ eyler ser-À-ser kÀéinÀt KÀéinÀt eùfÀline sen dÀye geldüñ ey göñül 5 Bu seferden çünki èavdet eyledüñ Óaúúí gibi BÀr-gÀh-ı óaøret-i MevlÀ’ya geldüñ ey göñül 145325 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 èIşú eliyle şíşe-i èÀr olmayınca münkesir Díde-i cÀna ne vech ile görinür vech-i sır 2 Çeşm-i ôÀhirden baúan dünyÀda yüz biñ yüz görür Fi’l-óaúíúa ãad hezÀr Àyínede yüz oldı bir 3 Maôhar-ı Óaú’dan ene’l-Óaú ãÀdır olsa ne èaceb Kim anı èÀrif dilinden Óaøret-i AllÀh dir 4 äÿreti õilletde görseñ òºor baúma èÀrife Úalbi olmuşdur naôar-gÀh-ı èAzíz-i Muútedir 325 B112a. 246 5 ÓaúúıyÀ Óaú sÀye-i nÿrun çü ãaldı üstüñe Bulmadı ol kevkebi çarò-ı felekde cevzehir 247 146326 FAäL-I DER-MAÚÁM-I èIRÁÚ Mefèÿlü/ MefÀèílün/ Mefèÿlü/ MefÀèílün 1 Bir dürr-i yetímem kim görmedi beni èummÀn Bir úaùreyem illÀ kim èummÀna benem èummÀn 2 Gel mevc-i èacÀyib gör úatrede gizlièummÀn Õí-baór-i nihÀyetsüz úaùrede olur pinhÀn 3 Bu èÀlem-i keåretde sen Yÿsuf ben YÀèúÿb Ol èÀlem-i vaódetde ne Yÿsuf [u] ne KenèÀn 4 Dem urmazdı Manãÿr tevhíd-i ene’l-Óaú’dan èIşú dÀrına dost úılmış idi key anı èuryÀn 5 Bunda dimedi Mecnÿn Leylí adına mevzÿn GÀh Leylí idüm anda gÀh Mecnÿn-ı ser-gerdÀñ 6 Bu cismüm belÀsıdur adum Yÿnus olduàı Aãlum sorar olursa sulùÀna benem sulùÀn 147 326 B114b. 248 VELEHÜ (2+3) (3+2) 1 Gerçi ki òÀkem Bir dürr-i pÀkem Òoş tÀb-nÀ-kem AãdÀf içinde 2 Cennete irdüm Firdevs’e girdüm Úalbe yer virdüm AèrÀf içinde 3 Verd-i aómerem èßd ü èanberem Misk-i eõferem Şol nÀf içinde 4 Óaú durur aãlum Òıøırdur neslüm Gelmedi miålüm EslÀf içinde 5 EsmÀdur zÀdum èAnúÀdur adım Olınur yÀdım 249 TÀ ÚÀf içinde 6 Aãlü’l-uãÿlem äÀóib-i vüãÿlem Ál-i Rasÿlem EşrÀf içinde 7 SÀkin-i ŞÀm’em Pür iótişÀmem Ehl-i meşÀmem EvãÀf içinde 8 Beyte úonaram Zemzem ãunaram Óaúúí dönerem MeùÀf içinde 148327 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün Aãl u ferèuñ bilmek isterseñ eger ey mübtedí Ger faúír u ger àaníye mübtedÀdur müntehÀ èAks-i nÿr-ı ÀftÀb olduysa seyyÀrÀt-ı heft áayrı maùlaèdan degüldür semt-i maàribde sühÀ 327 B115a. 250 149328 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ Faèÿlün 1 Yanar nÀr-ı ÒudÀ’dan şemè-i rÿşen Yan ey pervÀne-dil yanmaú demidür Bu òÀne böyle olmaz bir daòi şen Yan ey pervÀne dil yanmaú demidür 2 Semender gibi Àteş úıl ùurÀàuñ Söyündürme derÿn içre çerÀàuñ Ne cÀn u ne cihÀn olsun ferÀàuñ Yan ey pervÀne dil yanmaú demidür 3 Olur cÀn úaydı insÀnuñ kemendi Seri sevdÀsı cismüñ pÀy-bendi Ùutup Óaúúí’den Àteş-pÀre pendi Yan ey pervÀne dil yanmaú demidür 150329 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün 328 B117a. 329 B117b. 251 áazÀ itmek nedür nefs ile evãÀfını úırmaúdur DiyÀr-ı yÀri pÀk idüp yerinden àayrı ırmaúdur Bu deñlü merd iken dil şöyle aàlar nefs elinden kim Aúan òÿn-ı ciger belki disem cÀéizdür ırmaúdur 151 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün Anaùol òıùùasından geç úadem baã Rÿm’a èÀrif ol Ki Rÿm’uñ sırrı çoúdur bilmedüñse sırra vÀúıf ol 152330 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 Niçe bir nÀr-ı àamuñda yanayın El-emÀn ey Faòr-i èÁlem el-emÀn Şemè-i èışúuñda yanar pervÀneyin El-emÀn ey faòr-i èÀlem el-emÀn 2 Bir tecellí itsen ey yüzi ãulu 330 B118a. 252 Çeşmüm olsa ruòlaruñla rÿ-be-rÿ Niçe bir bu iştiyÀú u Àrzÿ El-emÀn ey faòr-i èÀlem el-emÀn 3 Ravøaña her dem olup óasret-nigÀh èAndelíb-i dil ider derd ile Àh Olmasun cürm ü günÀhum sedd-i rÀh El-emÀn ey Faòr-i èÁlem el-emÀn 4 Bÿy-ı bürdeñ alsa bir ehl-i nemed äoyınup ne cÀn úalur ne òod cesed áarú-ı òÿn-Àb oldı çeşmüm el-meded El-emÀn ey Faòr-i èÁlem el-emÀn 5 Mihr-i rÿyuñla münevverdür zemín Şemè-i èışúuñla yanar çarò-ı berín Úıl naôar Óaúúí úula ey şÀh-ı dín El-emÀn ey Faòr-i èÁlem el-emÀn 253 153331 FAäL-I DER-MAÚÁM-I MUÒÁLİF-èIRÁÚ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 Düşdi cÀna èÀúıbet sevdÀ-yı èışú Eyledi şeydÀ beni LeylÀ-yı èışú 2 Mest olup ayılmaya tÀ óaşre dek YÀr elinden nÿş iden ãahbÀ-yı èışú 3 Kimse bilmez óÀlini èÀşıúlaruñ Gerçi kim mümkin degül iòfÀ-yı èışú 4 Şol elif úÀmetleri dÀl eyledi Deldi baàruñ ehl-i derdüñ nÀy-i èışú 5 Gül yanÀàun ãoldurur èÀşıúlaruñ äÿreti tebdíl ider maènÀ-yı èışú 6 Gözlerüm yaşı úo aúsun ÓaúúıyÀ Böyle olur lüélü-i lÀlÀ-yı èışú 331 B118b. 254 154332 VELEHÜ MefÀèilün/ FeèilÀtün/ MefÀèilün/ Feèilün 1 Çü aúdı óavø-ı dile feyø-i aúdes-i ezelí Ter itdi tÀzeledi rÿy-i riyÀø-ı emeli 2 Bu feyø olmasa Óaú’dan derÿn-ı insÀna CihÀnda ùoymadan èömrine irişür eceli 3 Vücÿda terk-i ãalÀt ile yol bulur bu ölüm Úaçan teveccüh-i Óaú’da ôuhÿr ider òaleli 4 Bu vechi baóå-i óaúíúatde fehm iden èÀrif Dimez müderrise olsa Ebÿ èAlí de belí 5 Bu deñlü úÀmeti kÿtÀh iken bu Óaúúí’nüñ èAceb degül mi ki irdi firÀz-ı èarşa eli 332 B119a. 255 155333 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 MÀsivÀdan óürr olan bí-şübhe èabdullÀh olur Úul iken sulùÀn gibi bir özge èÀlí-cÀh olur 2 áÀfilüñ biñ úulaàı olsa yine ãaàır durur Bir úulaúdan diñlese èÀrif yine ÀgÀh olur 3 Kaèbe her úanda ise óÀcí olan bulur anı Vaãf-ı MevlÀ’yı işiden èÀzim-i dergÀh olur 4 Fi’l-óaúíúa bülbül ü gül bir nefesden açılur Ya neden õikri kiminüñ hÿ kiminüñ Àh olur 5 ÓaúúıyÀ cismüñ felekdür kim cihÀnı seyr ider Nÿr-ı èaúl u pertev-i keşfüñ mihr ü mÀh olur 156334 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 Áh kim yandum ùutuşdum Àteş-i hicrÀn ile 333 B121a. 334 B121b. 256 äanki bir maómÿma döndüm dildeki buórÀn ile 2 èAyn-i vaãl içre iken bülbül neden aàlar yine Reng-i gül gibi boyanup şöyle yatur úan ile 3 Çünki gül oldum yanup böyle nedendür yanduàum Yanmaú olur mı şu cÀna kim ola cÀnÀn ile 4 Şevúımüñ óükmi midür yaòud ki óüsnünden gelür Ol güzel zírÀ görinür her nefes bir Àn ile 5 Fi’l-óaúíúa ÓaúúıyÀ õevú-i dil yanmaúda yaúılmaúdadur335 Áteş ü Àb ü hevÀ vü òÀk olur insÀn ile 157336 VELEHÜ (4+3) (3+4) 1 Gelüñ gelüñ ùuralum MeydÀn-ı maóabbetde CevgÀn u gÿy uralum MeydÀn-ı maóabbetde 2 FÀní olup ey püser 335 Óaúúıyâ mahlası Bursevî tarafından sonradan mısraın üzerine ilave edildiğinden, vezni bozmasına rağmen metne dâhil edilmiştir. 336 B122a 257 Úalmaya bizden eåer áalùÀn olur nice ser MeydÀn-ı maóabbetde 3 Bu èarãaya gelinür Hep imtióÀn olınur Er olanlar bilinür MeydÀn-ı maóabbetde 4 İr u giç çü yolcısın Óaúú’a ùoàrı vir èaúın Düldül-i fenÀya bin MeydÀn-ı maóabbetde 5 ÓaúúıyÀ baú erlere Neler gelür serlere Nefsüñi ur yerlere MeydÀn-ı maóabbetde 258 158337 FAäL-I MAÚÁM-I ÓİCÁZ (4+3) (3+4) 1 èIşú odına mı yanduñ N’olduñ göñül n’olduñ Her yüzi o mı ãanduñ N’olduñ 2 Cismüñle òarÀb olduñ CÀnuñla kebÀb olduñ Çeşmüñle pür-Àb oldun N’olduñ 3 äad-pÀredür Àyíneñ Pür-yÀredür síneñ Söyle bana nen var nen N’olduñ 4 Síl gibi bulanursın Çarò gibi ùolanursın GÀh ôulmet gÀh nÿrsın N’olduñ 5 Óaúúí’ye beyÀn eyle 337 B122b. 259 Her óÀli èıyÀn eyle Derdüñ ne ise söyle N’olduñ 159 (5+5) 1 Esdi bÀd-ı hÿ Nev-bahÀr oldı Ùoldı èÀlem bÿ Müşk-bÀr oldı 2 Mevsim-i güldür Faãl-ı sünbüldür Şol ki bülbüldür Bí-úarÀr oldı 3 Gördi envÀrı Úoúdı ezhÀrı Bübülüñ kÀrı Áh u zÀr oldı 4 AllÀhü vÀóid Nÿra şÀhid ÓaúúıyÀ cÀóid Şerm-sÀr oldı 260 160 VELEHÜ (2+3) (3+2) 1 Bu billerde ben O illerde sen áurbetle vaùan Gözümde úaldı 2 Görürdüm seni Añlardum beni Ol demler úanı Gözümde úaldı 3 Düşdi ŞÀm’a yol Úaldı İstanbul Rÿm u Anaùol Gözümde úaldı 4 Úanı ol güller Öten bülbüller TÀze sünbüller Gözümde úaldı 5 Döşenüp postlar Gelürdi dostlar 261 Ayıúlar mestler Gözümde úaldı 6 Óaúúí gözün aç Óaú’dan yana úaç Dime taòt u tÀc Gözümde úaldı 161338 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün 1 Gel ey dil gÿş-ı cÀnuñ aç ki sen bídÀra beñzersin ÚarÀruñ yoú ãu gibi èÀşıú-ı dídÀra beñzersin 2 Dönersin her yaña pergÀr-veş bir yirde ùurmazsın Egerçi Celvetísin çarò-veş devvÀra beñzersin 3 Nedür sende bu istiànÀ ki hergiz lÀéubÀlísin Tenezzül eylemezsin kimseye òünkÀra beñzersin 4 Gül-i sír-Àb-ı maènÀ bÿyın almışsın ezelden tÀ Bu bÀà içre anuñçün èandelíb-i zÀra benzersin 338 B123b. 262 5 Sözüñ müşg ü èabír u èanber-i sÀrÀdur ey Óaúúí Sözüm yoúdur saña vallÀhi sen èaùùÀra benzersin 162339 VELEHÜ Müstefèilün/ Müstefèilün/ Müstefèilün/ Müstefèilün 1 Bir gün begüm devrÀn döner gökden yire èÍsí iner Mehdí úılıca el ãunar èÀlemde çoú putlar ãınar 2 Zanbaú çıúup òançer çeker nergislerüñ çeşmin açar ZÀà u zaàanlar hep uçar yerlerine bülbül úonar 3 Nev-rÿz olur Àòir zamÀn köhne cihÀn olur civÀn Úuvvet bulur cism ü cÀn reşk ider aña şír-i ner 4 Òoş-bÿy alur gülbün diken gülşende úalmaz bir diken DünyÀ òayÀl-i òºÀb iken bir şemè-i bídÀra döner 5 Óaúúí bu esrÀrı bilen fikr eyleyüp óiããe alan èİrfÀnda kÀmil olan óaúúÀ odur ehl-i hüner 163340 339 B124a. 340 B125b. 263 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün 1 Ne gelsün òalú-ı èÀlemden ki híç imdÀda gelmezler Meded hÀy öldüm AllÀh dir isen feryÀda gelmezler 2 ÚaøÀ-i nÀ-gehÀníden gelürler yıúmaàa òÀùır èİmÀret úılmaàa úalb-ı òarÀb-ÀbÀda gelmezler 3 Ne deñlü daèvet itsen meclis-i vaèôa oturmazlar Úamu güm-kerde- rÀh iken yine irşÀda gelmezler 4 Giderler rÀh-ı cehle àÀyetin endíşe úılmazlar Óaúíúat èilmini ögrenmege üstÀda gelmezler 5 Ùutar ehl-i Siùanbul cÀm ü çıúmaz úahveden ŞÀmí Dime Óaúúí ki tenhÀ mescide Bursa’da gelmezler 164341 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 Niçe bir nÀr-ı elemde yanayın yÀ Rab meded 341 B126a. 264 CÀm-ı feyøüñ ãun baña tÀ úanayın yÀ Rab meded 2 Şemè-i èışúuñ itdi sÿzÀn èÀúıbet bÀl ü perüm Zinde úıl kim bir yanıú pervÀneyin yÀ Rab meded 3 Şerbet-i vaãluñdadur ehl-i cünÿn-ı èışúa hÿş Niçe bir dívÀneyin uãlanayın yÀ Rab meded 4 Dest-i luùfuñla èimÀret eylegil cÀn u dilüm äadme-i úahruñ ile vírÀneyin yÀ Rab meded 5 Dir bu Óaúúí bí-vücÿd itdi beni seyl-i fenÀ ÁsiyÀb-ı èışúa düşmüş dÀneyin yÀ Rab meded 165342 VELEHÜ343 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 Cümle eşyÀ õikr idüp dir her nefes her Àn hÿ äıdú ile AllÀhu Rabbí ez-dil ü ez-cÀn hÿ 2 Şol zemin-i ÀsmÀna sıàmadı sırr-ı ÒudÀ Oldı bil insÀn-ı kÀmil úalbine mihmÀn hÿ 342 B127b. 343 Bu manzume dahil olmak üzere, B130b’ye kadar olan manzumeler Uzzâl makâmında kayıtlıdır. Makâmın ismi müellif tarafından B126b’deki mensur kısmın üst kısmında yazdığından dolayı, buraya başlık olarak almadık. 265 3 Bu vücÿd iúlíminüñ tedbírin eyler dem-be-dem On sekiz biñ èÀleme oldı èaceb sulùÀn hÿ 4 Nefò-i rÿó itdükde zinde oldı çün cism-i cÀn Kendini ol cÀn yüzinden eyledi cÀnÀn hÿ 5 Dín-i èÀşıúdan süéÀl eylersen ey Óaúúí eger Anda àayrı dín olmaz dín hÿ ìmÀn hÿ 166344 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 Vaãf-ı Aómed’de didiler ãÀdıúu’l-vaèdi’l-emín مصطفى ماجاء اّال رحمة للعالمين345 2 Meşreb-i pÀk-i zülÀli feyødür ãÀfí anuñ Lafô-ı şíríni olupdur çÀşníde sükkerín 3 Pertev-i rÿóı ile oldı münevver ÀsmÀn Cisminüñ ÀåÀrı ile ùoldı eùrÀf-ı zemín 344 B128a. 345 Mustafa ancak âlemlere rahmet olarak gönderildi. 266 167346 FAäL-I DER-MAÚÁM-I ŞEHNÁZ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 äad ãadÀ-yı Àh ile geçdi zamÀnum Àò Àò Gül yirine oldı òÀristÀn mekÀnum Àò Àò 2 Çün degüldür bülbüle Àòir bu gülşen cÀvidÀn Nev- bahÀr gitdi vü geldi òazÀnum Àò Àò 3 Hey ne mümkin Àlem-i fürúatde vuãlat èÀşıúa Hicr elinden úaldı Àòir òaste cÀnum Àò Àò 4 Sidre iken cilvegÀhum ùÀéir-i úudsí gibi èÁlem-i nÀsÿt oldı ÀşiyÀnum Àò Àò 5 Díde pür-eşk ü ciger pür-òÿn dil Àteş miåÀl Gör neler úıldı bana Àòir cihÀnum Àò Àò 6 Ben ki İsmaèíl Óaúúíyam bu miónet-òÀnede Tíà-ı derdiyle n’ola uvatsa úanum Àò Àò 346 B130b. 267 168 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèiltün/ FÀèilün 1 YÀ ilÀhí olmuşuz àarú-Àb-ı deryÀ-yı günÀh N’ola gözyaşın revÀn idüp idersüñ her gün Àh 2 Serdi-i bÀd-ı hevÀ ile períşÀn óÀlimüz Saña úaldı işimüz ey raómet ıssı pÀdişÀh 3 ÒºÀb-ı àafletden geçer nergis gibi evúÀtımuz CÀn gözin dídÀruñ ile eylegil pür intibÀh 4 Dil senüñ Àyíne-i envÀruñ olmuşken meded Olmasun hergiz küdÿrÀt-ı sivÀdan símsiyÀh 5 Ne bilsün n’itsün kebÿter gibi dil ÀvÀresi Yaúdı cÀnın bu hevÀda nÀr-ı àam bí-iştibÀh 6 Óaúúí-i bí- çÀrenüñ döndür yüzin senden yaña Çünki sensin úıblegÀh-ı dil sanadur ùoàrı rÀh 169 VELEHÜ (7+7) 1 CÀn gözlerin açmadın dídÀrı Àrzÿlarsın 268 Ten ôulmetin geçmedin envÀrı Àrzÿlarsın 2 Dürli dürli cefÀya sen cürèa-dÀn olmadın Bu bezm-i èışú içinde esrÀrı Àrzÿlarsın 3 Tír-i belÀya cÀn u dil hedef úılmadın Bu yolda sen menzil-i ebrÀrı Àrzÿlarsın 4 Mürşid elin ùutmadın zehirleri yutmadın AàyÀrı terk itmedin ol yÀri Àrzÿlarsın 5 Bülbül gibi fiàÀn it gül èışkıyla seóerde Óaúúí çünki sen de gülzÀrı Àrzÿlarsın 170347 BİÑ YÜZ OTUZ BİR SENESİNDE ÓÁKİM-İ DIMEŞKU’Ş-ŞÁM OLAN EVLİYÁ-ZÁDE EFENDİ’NÜÑ ØABÙI TÁRÍÓİDÜR. ٍّق َشا َمنَا َّرَف اْلقاِضي بَح ش ِئباً َعْن َصاِدِق اْلَوعِد االَمينِ نَا قاَل اْسمعيُل َحقّي في اْلقُدوم ِباْلُهدى قَْد جآَء َخْيُر اْلَحاِكمينَ 348 347 B131a. 348 Kadı Şam’ımızı gerçekten şereflendirdi Sözünde duran emin kişi(s.a.v)’in nâibi olarak İsmail Hakkı onun gelişi sırasında dedi ki: Hâkimlerin en hayırlısı geldi hidayetle 269 171349 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèlün 1 Ey maóabbet bÀàınuñ bülbülleri Bir nefesden cümle feryÀd idelüm Ravøa-i úuds içre olan gülleri Mevsimidür èışú ile yÀd idelüm 2 Feyø-i èışú ile úadeh-veş ùolalum Dilde bir keyfiyyet-i òoş bulalum Niçe bir úayd-ı sivÀda olalum Kendimiz çün serv-i ÀzÀd idelüm 3 Münkesir olmazdan evvel bu úafes İdelüm cÀn ile pervÀza heves Bu ùaríú-ı èışúda her bir nefes èAcz ü faúr u õilleti zÀd idelüm 4 Her murÀdı virmege õü’l-kibriyÀ Olalum dilden müríd-i evliyÀ İrgürüp vaãla firÀúı ÓaúúıyÀ CÀn-ı àam-nÀki şen ü şÀdÀn idelüm 349 B132b. 270 172350 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Geldi èışúuñ nev-bahÀrı irişüp Gel senüñle oúuyalum dÀstÀn Bülbül ü gül birbiriyle görişüp Biri birine úavuşdı dostÀn 2 Eyledi imdÀd ol BÀrí yine Aúdı feyø-i èışúuñ enhÀrı yine Oldı óikmet kevåeri cÀrí yine TÀzelendi cÀn u dil çün bÿstÀn 3 Çün tecellí úıldı cÀna yaradan Aldı dil kendini aà u karadan èÁrif iseñ sürme òÀrı aradan ÒÀr ile óÀãıl olur gül gülsitÀn 4 Cümle èÀlem bir yire gelse eger äanma bülbül zÀà-ı dehre baş eger Farúı yok mı bíd ile servüñ meğer Bir midür ehl-i çep ile rÀstÀn 5 İrişür bülbül güle vaút-i seóer 350 B133a. 271 Kim seóerde bÀd-ı vaãl-ı yÀr eser Bende-i muòliã iseñ Óaúúí úo ser İşte şeyò u şÀh işte ÀstÀn 173351 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ Mefaèílün 1 Göñülde tÀb-ı èışúı görmesinler nÀrı görsünler Niçe efàÀn ider dil èandelíb-i zÀrı görsünler 2 Ne deñlü olsa bí-tÀb-ı maóabbet òºÀba varmaz dil O óÀli bilmezler rÿz u şeb-i bímÀrı görsünler 3 DehÀnın àonce açmaz nergis-i şehlÀ gözin úapmaz Ne óÀle vardı óayretden hele gül-zÀrı görsünler 4 MetÀè-ı èışú yoúluúdur virüp yoàı alup varı RevÀcın bulduàı demdür bu òoş bÀzÀrı görsünler 5 Ne İsmÀèíl Óaúúídür ne ŞÀmídür ne şarúídür Olupdur sırrı bí-perde biricik bÀrí görsünler 351 B133b. 272 174352 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ Mefaèílün 1 äoyunsunlar sivÀdan ehl-i dil deryÀya ùalsunlar Girüp bu baór-i èilm içre dürr-i maènÀyı alsunlar 2 Bu èÀlem bir güzergÀh-ı fenÀdur kimse eglenmez Vaùan ümmíd idenler ya yol üstünde ne úalsunlar 3 KenÀr-ı fürúate lenger bıraúmaú híç olsun mı HevÀ-yı èışú ile baór-i viãÀle cÀnı ãalsunlar 4 On iki burcı ben on iki aúça yirine ãaydum Eger bezl eylemezsem defterümden úaydı çalsunlar 5 AhÀlí-i diyÀr-ı Rÿm’a Óaúúí óaú aàır geldi Bir iki gün otur ŞÀm içre anlar rÀóat olsunlar 352 B134a. 273 175353 FAäL-I DER-MAÚÁM-I ÓÜSEYNÍ AŞİRÁN MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ Mefaèílün 1 Úızarduúca gülüñ ruòsÀrı teéåír-i cemÀlinden Derÿn-ı èandelíbe od düşer Óaúú’uñ celÀlinden 2 Tenÿr-ı fürúat içre ôÀhiren yanmaúdadur èÀlem Velí herkes óaúíúatde içer Àb-ı viãÀlinden 3 Yazup ÀyÀt-ı óüsn-i pÀkini levó-i cihÀn üzre İdüp bir noúùanuñ şeróin gösterdi kemÀlinden 4 Bu sırrı bilmek isterse bugün bir kimse ey Óaúúí Oúur èışúuñ kitÀbını geçer vehm ü òayÀlinden 176 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Áf-tÀb-ı vaódetüñ bir õerresidür cÀnımuz Cilve-gerdür dÀéimÀ ol õerrede cÀnÀnımuz 2 èIşú-ı Óaú deryÀsına àÀyet nihÀyet yoà iken 353 B134b. 274 Ey èaceb bir úaùreye sıàdı bizüm èummÀnımuz 3 Bir tecellí şemèine pervÀnedür bu kÀéinÀt Ol zamÀndandur bizim de raúãımuz devrÀnımuz 4 KÀrımuz gelmez pesendíde bugün münkirlere ÓamdülillÀh hep óaúíúatdür cemíè-i şÀnımuz 5 Reyb ü şekk itme begüm èaúl-ı maèÀşa uymazuz SÀlik-i Óaúú’a açıúdur ÓaúúıyÀ meydÀnımuz 177354 Lİ MUÓARRİRİH FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèlün 1 Úurbet-i Óaú ehl-i Óaúú’a hem-civÀr olmaúdadur Her ùaraf yanınca anuñ sÀye-vÀr olmaúdadur 2 Nÿr-ı zÀt ile bulur úuvvet yine nÿr-ı ãıfÀt Biri biri ile dÀéim üstüvÀr olmaúdadur 3 Ey reh-i Óaú’da piyÀde zÀd-ı himmet al velí Vuãlat-ı Óaú düldül-i èışúa süvÀr olmaúdadur 354 B135b. 275 4 Ùurma bu fÀní vücÿdı bezl-i bÀúí idegör MaùlÀb-ı aèlÀ bu yoúluú içre var olmaúdadur 5 Úalbdür erbÀb-ı èışúa ÓaúúıyÀ dÀr-ı necÀt ZÀhidüñ nefsi aña dÀrü’l-bevÀr olmaúdadur 178355 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèlün 1 äÿfí ãÀfí olmadan cÀm-ı mey-i vuãlat diler Bezm-i òÀã-ı vÀódet içre Óaúú ile óalvet diler 2 Nefsi ıãlÀó itmeden özge kerÀmet yoú durur Ejderi öldürmege herkes dile úuvvet diler 3 Menzil-i vaãl-ı Óaúú’uñ şerè-i muùahhardur yolı Vay ol ehl-i sülÿke gayrı bir síret diler 4 Ger piyÀde olsa da Àòir süvÀr-ı èışú olur Çün erenlerden bu yolda kendine himmet diler 5 Óaúúí úul irdi Dımeşúu’ş-ŞÀm’da maúãÿdına 355 B136a. 276 Bezm-i ŞÀm’a Rÿm’da şimden geri hicret diler 179356 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ Faèÿlün 1 Gel ey èÀrif naôar úıl vech-i yÀra Göñül zírÀ ki doymaz intiôÀra 2 Yeter àarú-Àb-ı deryÀ-yı fenÀ ol Demidür ger çıúarsañ bir kenÀra 3 Muúayyed olma luùf u úahr ile var äaúın baúma òazÀn u nev- bahÀra 4 Gül-i maènÀ açılsun dilde dirseñ Taóammül eylegil ÀzÀr-ı òÀra 5 äafÀ-yı dildedür feyô-i ilÀhí Küdÿret var mıdur baú cÿy-bÀra 6 Yarın Firdevs-i aèlÀdur maúÀmuñ Bugün Óaúúí n’ola düşdüñse nÀra 356 B136b. 277 180357 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ Mefaèílün 1 Vücÿduñ Àteş-i èışú-ı ilÀhíde eritdüñ mi èAceb Àyíneñi sen de küdÿretden arıtduñ mı 2 TicÀret eyledüñ mi işbu bÀzÀr-ı maóabbetde VeyÀóud yoú yire sermÀye-i èömrüñ çürütdüñ mi 3 ÚıtÀr-ı ehl-i èışú idüp güõer tÀ menzil-i vaãla Sen ÀyÀ yolda mı úalduñ u yÀ esbüñ yürütdüñ mi 4 İkilik perdesin òarú eyledüñ mi dest-i himmetle MaúÀm-ı èayna irdüñ mi şühÿduñ ol bir itdüñ mi 5 Bu cismi ÓaúúıyÀ beõl eyledüñ mi yolına cÀnuñ Bu cÀnuñdan da el yuyup anı èayn-ı sır itdüñ mi 181358 VELEHÜ359 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 357 B138a. 358 B139b. 359 Bu manzume de dahil olmak üzere, B142b’ye kadar olan manzumeler Acemaşîran makâmında kayıtlıdır. Makâmın ismi müellif tarafından başlık olarak B138b’de yazıldığından, burada belirtilmemiştir. 278 1 Bÿy-ı èışúuñdan dile yÀ Rabbi reyóÀn it naãíb Bülbül-i cÀna gül-i òandÀn-ı èirfÀn it naãíb 2 Bir nefesden nefs-i èÍsí buldı çün feyô-i óayÀt Mürdeyem Rÿóu’l-Úuds’den nefòa-i cÀn it naãíb 3 Òayliden sÀóil-nişín-i baór-i ümmídem yiter Bir tehi-destem baña da dürr ü mercÀn it naãíb 4 Süfre dildür mÀéide envÀè-ı esmÀdur aña Nièmet-i elvÀndan bu cÀna da òºÀn it naãíb 5 Şeyò Óaúúí cÀm-ı èışúuñdan cüvÀn olmaú diler Bezm-i luùfuñda aña feyô-i firÀvÀn it naãíb 182360 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Çoú åenÀ vü çoú selÀm olsun saña YÀ RasÿlallÀh yÀ òayra’l-verÀ Úurb-ı ev ednÀ maúÀm olsun saña YÀ RasÿlallÀh yÀ òayre’l-verÀ 2 Bulalı cismüñ tecellíden cilÀ 360 B140b. 279 Birdür èÀlemde saña bedr ü dücÀ YÀ semÀ olmuş mekÀnuñ yÀ åerÀ YÀ NebiyyallÀh ya òayre’-l verÀ 3 Feyøüñe nisbetle deryÀdur úalíl Nergisüñ yanında zerríndür èalíl èAndelíb-i ravøañ oldı Cibríl YÀ RasÿlallÀh yÀ òayra’l-verÀ 4 Şerè-i pÀküñ Óaúú’a ùoàrı rÀhdur Sünnetüñ ùutmaú ne èÀlí cÀhdur Şeyò Óaúúí òÀdim-i dergÀhdur YÀ RasÿlallÀh yÀ òayra’l-verÀ 183361 VELEHÜ (5+3) (3+5) 1 Vire gör varıñı Óaúú’a KemÀl-i Àdemí budur İre gör sırr-ı muùlaúa KemÀl-i Àdemí budur 2 Fetó eyleyüp melekÿtı Keşf eyleyüp ceberÿtı 361 B142a. 280 Øabù eyleye gör lÀhÿtı KemÀl-i Àdemí budur 3 Çünki fÀní ola vücÿd İder àÀyetine sücÿd İde gör tekmíl-i şühÿd KemÀl-i Àdemí budur 4 ÒÀne-i cismüñ yıúa gör CÀnuñ èışú ile yaúa gör TÀ èarş üstine çıúa gör KemÀl-i Àdemí budur 5 Úoyup ÓaúúıyÀ noúãÀnı Bul kemÀlÀt-ı insÀnı Oúı nüsòa-i RaómÀn’ı KemÀl-i Àdemí budur 281 184362 FAäL-I DER-MAÚÁM-I èACEM FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèlün 1 Şol göñül kim èÀlem-i èışúa bugün sulùÀn olur Cümle èÀlem òalúı aña bende-i fermÀn olur 2 Eyleyenler èÀlem-i úudsi dem-À-dem cilve-gÀh Gözlerine iki èÀlem anlaruñ zindÀn olur 3 Óaú cemÀlin rüéyet oldı işbu gözlerde àaraz èÁşıúı gör kim naôar-gÀhı anuñ RaómÀn olur 4 Úanàı dilde yansa èışú-ı maóabbet Àteşi Cennet-i dídÀrı görmez lÀyıú-ı nírÀn olur 5 TÀc u taòtuñ bir úurı adı var ancaú ÓaúúıyÀ PÀdişÀh oldur gedÀ-yı devlet-i èirfÀn olur 185363 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèlün 1 Ne Dımeşúu’ş-ŞÀm’ı gözler ne Burusa çeşm-i dil 362 B142b. 363 B144b. 282 Sÿy-i İstanbul’da úalmışdur nigÀhı muùùaãıl 2 Böyle olsun olıcaú dünyÀda bir şehr-i èaôím ÒÀki pÀk ü Àbı ãÀfí vü hevÀsı muètedil 3 Úalb-i èÀşıú gibi ammÀ kim söyünmez Àteşi ÇÀre yoúdur àamdan gerekse yan yaúıl 4 äu sepeydi úalb-i Àteş-bÀr-ı dervíşe eger Gül gibi rÿyı úızarup hìç olur mıydı òacil 5 ÓaúúıyÀ óaúúından ol şehrüñ tuvÀngerdür gelen Anda ÀrÀm itmege úÀdir mi dervíş-i muúil 186364 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ Mefaèílün 1 Óaúíúat erleri dünyÀ vü mÀ-fí-hÀyı n’eylerler Bu mÀtem-òÀnede beyhÿde hÿy u hÀyı n’eylerler 2 Çıúar òÿn-Àb ile baór-i bilÀdın ãad dür ü mercÀn Döküp ya Àb-ı rÿyı minnet-i deryÀyı n’eylerler 3 Bulanlar sínede dÀàı geçerler lÀle úaydından 364 B145a. 283 Görenler òÀl-i yÀri èanber-i sÀrÀyı n’eylerler 4 Yiter ehl-i dile zencír-i èışúa bend olup ùurmaú áam-ı LeylÀ ile Mecnÿn olup ãaórÀyı n’eylerler 5 ÇerÀà-efrÿz olanlar ÓaúúıyÀ nÿr-ı ilÀhíden CihÀnda şeb-çerÀà-ı òÀnümÀn-ÀrÀyı n’eylerler 187365 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ Mefaèílün 1 Şular kim èışúa düşdi èÀrı vü nÀmÿsı n’eylerler Úomazlar bezm-i èışúa zÀhid-i sÀlÿsı n’eylerler 2 Maríø-i èışú olanlar istemezler derde dermÀnı ÓakímÀne yürürler ùıbb-ı Calinus’ı n’eylerler 3 Seri eflÀke irse ser-fürÿ itmezler aàyÀra Düşerler pÀy-i yÀre àayrı bir pÀ-bÿsı n’eylerler 4 Yumarlar gözlerin dünyÀya vü èuúbÀya baúmazlar Naôardan ùaró idüp maèúÿlı vü maósÿsı n’eylerler 365 B145b. 284 5 Saèíd olanlar ey Óaúúí bihişt içre bulurlar óÿr Taèalluú gösterüp dehre zen-i menòÿsı n’eylerler 188366 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün 1 Ey kerem-rev meróamet ıssı ÒudÀ Eylegil irşÀd-ı ùaríú-i hüdÀ 2 Kÿh-i dile niçe bir èaks eyleye Sÿy-i sivÀdan úurı ãít ü åadÀ 3 Úulle-i àaybuñdan irişdür bizüm Gÿş-ı dil ü cÀnımuza òoş nidÀ 4 Öyle nidÀ kim aña şÀyestedür Olmaàa bu cÀn-ı èazízüm fedÀ 5 Senüñle úamu èÀleme sulùÀnsun Úullarınuñ kemteri Óaúúí gedÀ 366 B146b. 285 189367 Ey èÀşıú-ı fürúat-zede çeşmüñ ola rÿşen YÀruñ òaberi itdi dili şÀd u şen Mektÿb-ı şerífi ile mesrÿr olduñ Bir sÀde selÀmına anuñ úÀéil iken 190 MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ Mefaèílün İdüp èazm-i sefer-i cÀnÀn esír-i miónet oldum ben áaríb oldum vaùanda ÀşinÀ-yı fürúat oldum ben ÚanÀèat eylemezken seyr-i dídÀrı ile evvel Degül mektÿb şimdi bir selÀma óasret oldum ben 191 Mefèÿlü/ MefÀèílü/ MefÀèílü/ Faèÿlün DÀdÀr-ı cihÀn eylemesin èÀlemi sensiz Her úanda isen pÀdişÀhum dünyÀda var ol 192 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèlün èÁdet-i úurbuñ olan baède nite ãabr eyleye 367 B147b. 286 İnúıùÀèa úÀéil olmaz óubbuña muètÀd olan 193 MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün Ziòí ben şimdi bildüm rÿz-gÀruñ neydügin ey dil Bilinmezmiş ãafÀ-yı vaãl-ı yÀr ile geçen demler 194368 FeèilÀtün/ FeèilÀtün/ FeèilÀtün/ Feèilün (FÀèilÀtün) (Faèlün) ŞehÀ òayr itmek istersen yerine Yerine düşmese òayrí yerine Düşen dÀne biter bitmez degüldür Yerine biñ biter düşse yerine 195 FeèilÀtün/ FeèilÀtün/ FeèilÀtün/ Feèilün (FÀèilÀtün) (Faèlün) Úaldum ayaúda diyü àam yeme dünyÀdur bu Bulınur manãıb u cÀh elde hüner ãaà olsun 368 B148a 287 196 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ Mefaèílün Didiler bí-òaberler bÀà-ı cennet kÿyuña beñzer Òaber virdi baña andan gelen Àdem yalandur bu 197 Lİ VÁÓİDİ MİNE’Ş-ŞUèARÁé MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ Mefaèílün Seri pÀ úılmayınca baór-i èışúa ùalı bilmezsin Nefes ùutmaz isen dürr-i murÀdı alı bilmezsin 198 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün Áteş-i àamda beni yÀr imtióÀn itdi yine Yaúdı cÀnum baàrumı miónetle úan itdi yine Luùf u úahrı cevher-i õÀtumda pinhÀñ itdi hep Her dü sırrın cÀn u cismümden èıyÀn itdi yine 199369 ِني تجدني َواِْن تطلب سَوآئى لَْم تَجْدني 1 اَنا اَلَمْطلُوُب فاَْطلُْب 369 B149a. (Bu manzumenin çok uzun olması ve tercümesinin dipnota sığmamasından dolayı, tercüme ekler kısmında verilmiştir.) 288 2 اَنا اَْلَمْقُصودُ ال تَْقصد سوائى كثير الخير فاَْطلُْبنِي تجدني ُّب الّذي يخشى عذابي جميع اْلخلق فاَْطلُْبنِي تجدني 3 اَنا اَلَر ِني تجدني 4 اَنا الُملك المهيمُن َجّل قدري َعِظيُم اْلُملِك فاَْطلُْب ِني تجدني 5 اَنا الَمقُصودُ ال تَْعبُد سوائى انا الجبّار فاَْطلُْب ِني تجدني 6 انا ِلْلعَبد اَرحم من اخيه و من ابويه فاَْطلُْب ِني تجدني 7 تجْدني في سواد الّليل عبدى قريباً منك فاَْطلُْب 8 تجدني في سُجوِدَك حين تدعوا َو ِحيَن تَقُوُم فاَْطلُْبنِي تجدني ِّل الَخْلِق فاَْطلُْبنِي تجدني 9 تجدُني َراِحماً بَّراً َعطروفاً بُك 10 تَجدني َواِحداً صمداً َعظيماً كثير البّر فاَْطلُْبنِي تجدني 11 تجدني مستَغيثاً و ُمغيثاً اَنَا القّهار فاَْطلُْبنِي تجدني 12 تَجدني واسعاً بالخلق عبدى انا المذكور فاَْطلُْبنِي تجدني ِني تجدني 13 اِِذ ألَمْظلُوُم نادى كظيماً قل لبّيك فاَْطلُْب ِني تجدني 14370 اِذ الُمضطّر قال اال تراني نظرت اليه فاَْطلُْب 15 اذا عبدي عصاني لَم يَِجدنى سريع االخذ فاَْطلُْبنِي تجدني ِني تجدني 16 ومن مثلى و اين يكون مثلى فليس يكون فاَْطلُْب ِني تجدني 17 هلّم الّى ال تقصد سَوآئى انا المنّان فاَْطلُْب 18 و ان هو تاب تبت عبدي انا التّواب فاَْطلُْبنِي تجدني ِني تجدني 19 اتذكر ليلة نَادَيَت سراً اَلم اَسَمْعك فاَْطلُْب ِني تجدني 20 فال ينجيك يا عبدي سوآئى من الميزان فاَْطلُْب 21 َولَيَس يحلّك ألفردوس غيري انا الّرزاق فاَْطلُْبنِي تجدني ِني تجدني 22 ا هل في الخلق من يعطي جزيالً سوائى ليس فاَْطلُْب 23 اتعرف غافرا للذّنب غيري انا الغفّار فاَْطلُْبنِي تجدني 24 ساغفر للِعباد وال ابَالي غداة الحشر فاَْطلُْبنِي تجدني 25 و ارحم من عبادي من عصاني بجهل منه فاَْطلُْبنِي تجدني 26 و اكرم من يتوب الّى َخوفاً لى االكرام فاَْطلُْبنِي تجدني 370 B149b. 289 ِني تجدني 27371 و اكرم من اريد بال حساب انا الوّهاب فاَْطلُْب ِني تجدني 28 ِلَى اّال الء و النّعماء َعْبدي ِلَى الخيرات فاَْطلُْب ِني تجدني 29 لى الدّنيا ومن فيها جميعاً لى الملكوت فاَْطلُْب ِني تجدني 30 تعّزز بي َولَْم ترقّط مثلي َولَْسَت تراه فاَْطلُْب 31 اتعرف من له اسم كاسمي انا الّرحمن فاَْطلُْبنِي تجدني 32 اتعرف من يغيث الخلق غيرى من النّيران فاَْطلُْبِني تجدني ِني تجدني 33 اتعرف منقذاً غيري سريعاً من الهلكات فاَْطلُْب 34 اَتَْعِرُف من يَقُل للّشئ َغيِرى يكن فيكوُن فاَْطلُْبنِي تجدني 35 اَتَعِرُف َساِتراً للغيِب َغيرى انا الستّار فاَْطلُْبنِي تجدني 36 انا هللا الّذي الَشئ مثْلى انَا الديّان فاَْطلُْبنِي تجدني 37 اَنا َمِلِك الُملوِك و كّل ملك لى الميَراُث فاَْطلُْبنِي تجدني 38 انا آفتى الدّهور و قبَل قبٍل َوبَعد البَعد فاَْطلُْبنِي تجدني 39 اَنااَلوّهاُب ياعبدى سريعاً وفى العهد فاَْطلُْبنِي تجدني 40 انَا ألفرد المدبّر فوق عرشى بالَ تكييف فاَْطلُْبنِي تجدني 41 َو انّى ِمْنَك قُرباً بُعداً َكقاب قَوَسين فاَْطلُْبنِي تجدني 200372 TERCÍè-İ BEND-İ ÚIYÁSÍ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 èÒºÀbdan açdum gözüm ùurdum yirümden bir seóer èAyn-i èibretle bu fÀní èÀleme úıldum naôar Óabbeye muótÀc palÀs içre her ehl-i hüner Her ne deñlü var ise nÀdÀn elinde sím ü zer 371 B150a. 372 B150b. 290 ZÀàlar gül-zÀrda ùÿùí úafesde Àh ider Ehl-i dil ayaúda vü nÀdÀnlar olmış tÀc u ser Ôulmeti Àb-ı óayÀta eylemiş devrÀn maúarr Gencler vírÀnede cümle bióÀr içre güher Her kime kim dost olsañ ol saña düşmen çıúar Giryesine èÀşıúuñ maèşÿú eyler òandeler Bülbül aàlar gül güler èÀlem temÀşÀdur gider 2 Seyre çıúdum kim nice olmış göreydüm gülsitÀn Dehr elinden úıpúızıl úana boyanmış eràuvÀn Servler èÀlemden el çekmiş bunı söyler hemÀn Kimse ÀzÀd olınmaz àamdan ki fÀnìdür cihÀn Muràlar bu meskenüñ virüp fenÀsından nişÀn ÒÀrdan òÀr üzre yapmışlar fenÀyı ÀşiyÀn Ditreşür eşcÀr bir gün irişür diyü òazÀn Gül güler bir iki gün èömrine olmış şÀd-mÀn Kÿşe-ber-kÿşe ùurup bülbüller eyler fiàÀn Bu ne óÀletdür didüm çıúdı didi bir bÀà-bÀn Bülbül aàlar gül güler èÀlem temÀşÀdur gider 3 Bu cihÀnuñ bir èaceb bezmine irdüm ben gedÀ NÀylar virür òaber ervÀódan idüp ãadÀ Çeng iki bükülmiş oldı bir nigÀra mübtelÀ Eyleyüp èuryÀn òÿblara iderler çün cefÀ Gÿş-ı ùanbÿrı burup ùaèlím iderler bir hevÀ ÇÀr-pÀre dilbere çıú çıú deyu eyler nidÀ 291 Ehl-i bezmüñ èaúlını almış o bezm-i bí-beúÀ Kimisi aàlar kimi gülüp sürer õevú u ãafÀ Bu ne èÀlemdür didig’içün cevÀb içün baña Bir güzel sÀúí ùurup tekrÀr iderdi dÀéimÀ Bülbül aàlar gül güler èÀlem temÀşÀdur gider 4373 Ey ÚıyÀsí şehr-i İstanbul’da ben leyl ü nehÀr Eyledüm taóãíl-i èilm [ü] maèrifet çoú rÿz-gÀr Bir niçe yıllar kelÀmum dürlerin idüp niåÀr Úanda kim insÀn ola ben anda buldum iştihÀr N’ideyüm ammÀ ki baòtum olmadı iúbÀle yÀr ÙÀlib olsam ger bir evc-i òÀke olur tÀr-ü-mÀr DÀéimÀ bu óÀle aàlayup idüp Àh ile zÀr áayret-i aúrÀn ile àam cÀnuma itmişdi kÀr NÀ-gehÀn bir úÿşeden bir pír oldı ÀşikÀr Didi budur belki resm-i rÿzgÀr-ı rÿzgÀr Bülbül aàlar gül güler èÀlem temÀşÀdur gider 201 MÜFRED MefÀèilün/ MefÀèílün/ FÀèÿlün CihÀnda Àdem olan bí-àam olmaz Anuñçün bí-àam olan Àdem olmaz 373 B151a. 292 202 MÜFRED MefÀèílün/ MefÀèílün/ FÀèÿlün Mürekkeb kim ola cÀrí vü berrÀk Úarası kÀtibüñ yüzin ider aú 203374 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Mülket-i èOåmÀn içinde òÀnı bilmezsin nedür Gerçi èOåmÀnísin ol èOåmÀn’ı bilmezsin nedür 2 èAyn-ı èOåmÀní gerekdür saña mehdí olmaàa Yoà ise vechüñde Ànuñ anı bilmezsin nedür 3 ŞÀm içinde maàribe göçdi vucÿd-ı ÀfitÀb Rÿm’da şol ôulmet-i ekvÀnı bilmezsin nedür 4 KÀfirüñ küfrinde inãÀf ola sende olmaya MuúteøÀ-yı devlet-i ímÀnı bilmezsin nedür 5 Díde-i Óaúú ile baúmazsañ bu Óaúúí-bendeye ŞÀh iseñ de bende vü sulùÀnı bilmezsin nedür 374 B151b. 293 204 MefÀèilün/ MefÀèílün/ MefÀèilün/ MefÀèílün 1 Dilüm derd ü elemden bir èacebdür iftirÀú itmez Dem olmaz kim derÿnum şeró-i aóvÀl-i firÀú itmez 2 Yüri èilm-i ilÀhí dersin sen öğren bunda zírÀ kim SevÀd-ı lafô yarın ehl-i resmüñ yüzin aú itmez 3 Gerekdür cünbiş-i dil tÀ ki sÀlik úaùè-ı rÀh ide Nedendür seyr-i ilallÀha kişi èışúı BurÀú itmez 4 ÙaèÀmuñ àam şarÀbuñ eşk-i óasret úıl bu yollarda Óayıflar ol kese kim ôÀhir ü bÀùın yaraú itmez 5 Kesil Óaúúí úıùÀr-ı bÿddan nÀ-bÿda hem-rÀh ol Óaúú’a irmez o kim ehl-i fenÀya iltióÀú itmez 205375 TÁRÍÒ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün İrdi hejdeh sÀle çün èömri BahÀüddín’imüñ Çekdi levó-i rÿyına òaùù-ı siyehden şekl-i hÀ 375 B152a. 294 Remz idüp óarf-i mücevherle didüm tÀríòini Úodı Àb-ı èÀrıøına nÿrdan sünbül bahÀ 206 TÁRÍÒ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 HÀle-dÀr oldı meh-i rÿy-ı BahÀüddín’üñ Eyleye óaøret-i ÒallÀú-i cihÀñ pír-i kemÀl 2 Naàme-sencÀn-ı hüner Şehrí didi tÀríòin Ríş-nevÀ oldı dilÀ sünbül-i gülzÀr-ı CemÀl (1126) 207376 1 ايا قارى زاده هنيئًا لكم مدام الّصفاِء على المدامِ ٍّب كريم، 2 فقد حّل ميعاد ر 376 Tercümesi ekler kısmında verilmiştir. 295 ِ م ُحلوالً بذى الِقعدة الحرا 3 بتقواُكُم جآء فتوى دمشق، فكاَن االمور على النّطامِ 4 وهذا قميص لكم سابٌغ، بذاك بهاء ذوى العمام 5 غدا النّاس وهللا فى منّة، لهم عجز شكٍر الى الحمام 6 لقد اّرخ الّشيخ حقّى له، بما فيه رمٌز الى المقام 7 خذوا عنه تاريخه انّه قل هللا يفتيُكُم بِالّشامِ ١١٣٠ 208377 MÜFRED FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 377 B154b. 296 Ehl-i diller úapusından híç ıraà olma saúın Kim ıraà olsa olur ol úapudan Óaúú’a yaúın 209378 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Aàlaram kim itmedüm ıãlÀó-ı óÀl İñlerem kim úalmadı tende mecÀl Çünki noúãÀn buldı èömr-i nÀzenín Oldı taóãíl-i kemÀl itmek muóÀl 2 Áh kim gitdi bahÀr irdi òazÀn èAndelíb itdi yerinden intiúÀl Eşk-i rengíni bitürdi başúa gül DÀne dÀne tÀze tÀze al al 3 Baóå-i úíl ü úÀli úaldır aradan Çün dimezler saña Àòir bunda úal ÓÀøır ol Óaúúí kefen óÀøırla kim Bunda úalur òırúa vü Keşmírí şÀl 378 B155a. 297 210379 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 CÀn u dilden diyelüm her bir nefes AllÀh hÿ èÁrife her bir nefesde oldı bes AllÀh hÿ 2 Eydelüm bülbül gibi her sünbül ü gül göricek TÀ òarÀb olınca bizden bu úafes AllÀh hÿ 3 Feyô-i Óaú õikr-i ilÀhí meşrebinden irişür Bil dimekden aúdı Ceyhÿn u Aras AllÀh hÿ 4 Yerde gökde òalú-ı èÀlem õikr u tesbíó içredür Sen de dÀéim dimege eyle heves AllÀh hÿ 5 ÓaúúıyÀ bÀy u gedÀ fikrin derÿnuñdan çıúar ÔÀhir ü bÀùın yiter feryÀd-res AllÀh hÿ 211380 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Vuãlata irmez elüm fürúatde úaldum ben àaríb 379 B157b. 380 B158a. 298 ÁşinÀdan dÿr olup àurbetde úaldum ben àaríb 2 Tíà-ı berú-efşÀn-ı àamından óírelendi gözlerüm Rÿz gitdi irdi şeb-i ôulmetde úaldum ben àaríb 3 Õerre-vÀrem mihr-i èÀlem-tÀba úarşu fi’l-meåel Bí- vücÿdam bir úurı şöhretde úaldum ben àaríb 4 äadme-i àam lerze-dÀr itdi beni çün zelzele IøùırÀb-ı dil ile miónetde úaldum ben àaríb 5 Bu neşímen-gÀhda yoúdur baña cÀy-ı úarÀr ÓaúúıyÀ derd u àam-ı hicretde úaldum ben àaríb 212381 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Ey göñül èizzetle õillet ikisi birdür baña Ya köle ya tÀc-ı devlet ikisi birdür baña 2 Ya gül ü ya òÀr ola ya yÀr u ya aàyÀr ola Ya maóabbet ya èadÀvet ikisi birdür baña 3 Olmadı òalúuñ dilinden çünki bir kimse òalÀã 381 B163a. 299 Ya selÀmet ya melÀmet ikisi birdür baña 4 Çekmedi ben çekdigüm miónetleri híç bir eóad Şimdi ya miónet ya rÀóat ikisi birdür baña 5 Úanàı gün aòşÀma irmez èÀlem-i dünyÀda baú Ya øiyÀ ola ya ôulmet ikisi birdür baña 6 Göz göre miréÀt-ı èÀlemde çü yoú rÿy-ı ãafÀ Ya ãafÀ vü ya küdÿret ikisi birdür baña 7 Alışur terkíb-i zehr-i mÀr ile tiryÀúlar Ya elemdür ya ki leõõet ikisi birdür baña 8 Naúd-i èömri virmeden àayrı nedür èÀlemde sÿd Ya óasÀret ya ticÀret ikisi birdür baña 9 Bu kemÀl ile çü noúãÀnum arar òalú-ı cihÀn Ya faøílet ya cehÀlet ikisi birdür baña 10 Ya Dımeşku’ş-ŞÀm ya Burusa ÓaúúıyÀ Ya úıyÀmet ya ki hicret ikisi birdür bana 213382 VELEHÜ 382 B164a. 300 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Ey göñül aàyÀrı terk it yÀri gör Çeşm-i cÀnuñ bir nefes uyarı gör 2 Güldür maúãÿd olan òÀrı bıraú Her varaúda lafô-ı maènídÀrı gör 3 Şol ãadefde dürr-i meknÿnı gözet Gevher içün semt-i kÀna varı gör 4 äoóbet-i sulùÀnı gözler úul olan DÀrı úo dÀr içre şol deyyÀrı gör 5 YÀri görmek olmaz ise ÀşikÀr BÀri anı remz iden ÀåÀrı gör 6 BÀb-ı Óaú’da fetó olınca müşkilüñ ÓaúúıyÀ Óaúú’a yüri yalvarı gör 214383 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Ey göñül gel çeşm-i cÀnuñ yum bu aà u úaradan 383 B165b. 301 TÀ saña rÿşen ola aà u úarayı yaradan 2 äÀà u sÀlim ola mı híç bulmayan úalb-i selím Merhem-i àam bulmayan dil úurtılur mu yÀreden 3 Bilmedüñ kimdür vücÿduñ taòtına sulùÀn olan Anı isterseñ seni úo óÀãılı çıú aradan 4 Gerçi kim nÿr-ı ilÀhí ôulmet-i kevn içredür Feyø-i rÿó olmaz aña kim pür durur emmÀreden 5 ÓaúúıyÀ nÿr-ı tecellí iste MevlÀ’dan yüri TÀ maúÀmuñ ber-ter ola sebèa-i seyyÀreden 215384 VELEHÜ MefÀèílün/ MefÀèílün/ MefÀèílün/ Mefaèílün 1 DiyÀr-ı yÀri bilmezdüm bilenlerden òaber ãordum Úaríb imiş úatı bu yol gelenlerden òaber ãordum 2 Ùaríú-i Kaèbe-i vaãlı iki adım durur dirler Óarímde işbu beş vaúti úılanlardan òaber ãordum 3 Meger Óaúú ile Óaúú olmaú imiş maúãÿdı èuşşÀúuñ 384 B167b. 302 İrüp ol menzile anda úalanlardan òaber ãordum 4 Yanımda óÀøır imiş øÀyiè oldı didügüm gevher Ararken sÿ- be —sÿ anı bunlardan òaber ãordum 5 Yoà imiş úaèrı ey Óaúúí meger deryÀ-yı maènÀnuñ Bu naôm-ı dürr ü mercÀna ùalanlardan òaber ãordum 216385 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 BÀrekallÀh ãÿretüñ levóinde çoú esrÀr var Dídeye miréÀt-i rÿyuñda niçe envÀr var 2 ÒÀne-i aàyÀra girdükde der ü dívÀrı úo Úıl naôar Óaúú ile anda yÀrdan deyyÀr var 3 Bu vücÿduñ èÀleminde yoú yoú ey dil èÀrif ol Belki anda úÀéim olmış dÀéimÀ bir var var 4 Óaú seni miréÀt idüp gösterdi úudretden şüéÿn Úurdı bir bÀzÀrı kim anda dem-À-dem kÀr var 5 Çeşm-i Óaú-bíne cihÀn Àyine olur ÓaúúıyÀ 385 B168a. 303 Görmez anı kim arada perde-i inkÀr var 217386 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 YÀ ilÀhí èışúuñ itdüm vaãluña sermÀye ben Naúd-i èömrüm virdüm işbu kÀr içün yaàmÀya ben 2 Biñ bir ismüñ bu yedi biñ yılda vird itdüm dile Bülbül-i èışúam ki geldüm gülşen-i dünyÀya ben 3 Dürre-i beyøÀ iken sÀóil-nişín-i farú olup Döndüm işbu kÀnda yÀúÿte-i óamrÀya ben 4 ŞÀh-bÀl-i ŞÀh-bÀz-ı himmetüm bÀz eyledüm Bu vücÿdum ÚÀf’ı içre tÀ irem èAnúÀ’ya ben 5 Baór-i úudret ÓaúúıyÀ her cÀnibüm aldı benüm Düşdüm Àòir gide gide óayret-i kübrÀya ben 218387 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 386 B169b. 387 B170b. 304 1 èIşú ile Àyíne-i dil gün gibi rÿşen olur ÒÀne-i cÀn ol tecellíden ziyÀde şen olur 2 Òancer-i èışú olmasa yÀre açılmaz sínede èIşú ile beyt-i dilüñ her cÀnibi revzen olur 3 Kişt-zÀr-ı maóva ãaç işbu vücÿduñ dÀnesin Kim saña bir dÀne ãoñra niçe biñ òırmen olur 4 Dervíşüñ devletlü başı var durur maèníde kim äad hezÀr esrÀr-ı Óaúú’a bÀùını maózen olur 5 ÒÀr u òÀşÀk riyÀ vü zühdden pÀú olsa Her kimüñ Óaúúí derÿnı èışú ile gülşen olur 219388 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 èÁşıúuñ hÀl-i tecellide ruòı gül-reng olur Feyø-i nişve-baòşı ãÿret bulsa ger mül-reng olur 2 Gülşen-i óikmetde èÀşıú bülbül-ÀsÀ bÀ-neşÀù ZÀhid andan bÿy almaz söyleseñ dil-teng olur 388 B171a. 305 3 İsm-i aèôÀm úalb-i dervíşe tecellí ide çün ŞÀh-ı èÀlem-gír-veş ol mÀlik-i evreng olur 4 Gevher-i óikmet nedür nÀdÀn bilmez úadrini Mühre ile belki yanında anuñ hem-seng olur 5 Çün vücÿd-ı mümkinüñ miúdÀrı yoúdur ÓaúúıyÀ Ya vücÿd-ı vÀcibe vezn ile niçe deng olur 220389 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Feyø kim óÀãıl ola cÀn u dile ilhÀmdan äÿfí-i ãÀfí mürevvaú mey içer ol cÀmdan 2 Degme dil bilmez cihÀnda feyø-i Óaú keyfiyyetin Ùatmayınca bir vaúitde ol mey-i gül-fÀmdan 3 Şöhret ü şÀn èÀşıúa elbette sedd-i rÀh olur KÀma irmez işbu yolda geçmeyince nÀmdan 4 Var ãabÀóa úalma kim rüsvÀy olursın èÀúıbet Kendiñi setr it libÀs-ı èışú ile aòşamdan 389 B172b. 306 5 ÓaúúıyÀ çün rÿó-ı óatmü’l-evliyÀ ŞÀm içredür Geçmek olmaz bu cihÀnda cÀna nefs-i ŞÀm’dan 221390 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Óabbe-i dil ùaró idüp òÀk-i fenÀya óÀãıl ol Kendiñi yoà eyleyüp yoúluúda vara vÀãıl ol 2 Nefs-i emmÀre hevÀsın bÀd-ı èışúa vir yüri Feyø-i rÿó isterseñ Àòir evvelÀ ehl-i dil ol 3 Luùfa óaml eyle ne úahr eylerse SulùÀn-ı cihÀn Müdbir olma işbu dergÀh içre èabd-i muúbil ol 4 ZÀhid-i òod-bíne baúma óod-be-óod eyle naôar Zühdi tebdíl eyle èışúa kÀr budur èÀúil ol 5 Cevher-i eşyÀda Óaúúí sırr-ı esmÀyı gözet Ádem-i pür-maèrifet insÀn içinde kÀmil ol 390 B173a. 307 222391 Lİ MUÓARRİRİH Mefèÿlü/ MefÀèílü/ MefÀèílü/ FÀèÿlün 1 Her kim ki gere gögsini çün yay olısardur Úaddi bükilüp Àh ile ãan nÀy olısardur 2 AãóÀb gibi faúrı úabÿl eyleyen Àdem äÿretde vü maènÀda yarın bÀy olısardur 3 Álÿde-i òÀk olmada õillet görinürse Bir gün gele kim õerre daòi ay olısardur 4 DünyÀ evi her-çend ki ola çaròa ber-À-ber ErbÀbına òÀk altı yarın cÀy olısardur 5 Óaúúí bu sülÿk içre saña olmaya hem-rÀh Kimdür ki reh-i dÿrda hem-pÀy olısardur 223392 VELEHÜ Mefèÿlü/ Mefaèílü/ Mefaíilü/ Faèÿlün 1 Ásÿdeleri èışúa niçe daèvet idersin 391 B175b. 392 B176a. 308 RÀóatda iken anları pür-miónet idersin 2 Var ise yanuñda èamelüñden gül ü reyóÀn Úabre giricek meskenüñi cennet idersin 3 èAúluñ var ise zühd ü riyÀyı bıraàursın èIşú erlerinüñ pÀyesine himmet idersin 4 Òodbín olan Àdemde görünmez eåer-i nÿr Görmek ise maúãÿd o yüzi àayret idersin 5 Bu tekye-i èÀlemde irişdüñ ise píre Óaúúí dem-i vaãl-ı Óaú’a dek òidmet idersin 224393 Lİ MUÓARRİRİH FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèlün 1 Bülbülem zÀàÀn-ı èÀlem hem-zebÀn olmaz baña Ùÿùiyem her bir mıãır şekker-sitÀn olmaz baña 2 Rÿm’dan ŞÀm’a egerçi eyledüm seyr ü sefer BÀà-ı Firdevs olsa èÀlem ÀşiyÀn olmaz baña 393 B178b. 309 3 Gülşen-i dilde hezÀr ism-i ilÀhí oúuram Güft ü gÿy-ı murà-ı bí-dil dÀstÀn olmaz baña 4 Ben àıdÀyı feyø-i MevlÀ ile buldum perveriş Her àıdÀ úuvvet- fezÀ-yı cism ü cÀn olmaz baña 5 Şems-i vaódet ideli çeşm-i dile Óaúúí ôuhÿr Keåret-i òalúa baúup hergiz gümÀn olmaz bana 225 VELEHÜ FeèilÀtün/ MefÀèilün/ Feèilün FeèilÀtün/ FeèilÀtün/ Feèilün (FÀèilÀtün) (Faèlün) 1 Berf bÀrÀn olup cibÀl üzre Artdı günden güne şeyb ile vaúÀr 2 Úır u ya faóme döndi miónetden Dilimüz olalı dilÀ úış úar 3 Áteş-i èışúı bulmayan Óaúúí Serdlikden óaùab-ı kÿh yaúar 310 226394 FeèilÀtün/ MefÀèilün/ Feèilün FeèilÀtün/ FeèilÀtün/ Feèilün (FÀèilÀtün) (Faèlün) 1 Furãat elde dime kim mÀniè çoú Her murÀda vüãÿle imkÀn yoú 2 Ac olur óalúuñ ekåeri şimdi Ya bir olur içinde ya iki ùoú 3 Ne bahÀrı ola zemistÀnuñ Ger sen anda serüñe çigdem ãoú 227 VELEHÜ FeèilÀtün/ MefÀèilün/ Feèilün FeèilÀtün/ FeèilÀtün/ Feèilün (FÀèilÀtün) (Faèlün) 1 TÀ ezelden egerçi òalú-ı cihÀn ŞÀm cennet-meşÀmdur didiler 394 B179a. 311 2 Düşdiler nÀra velíkin ebedí Neleri içdiler neler yediler 228395 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèlün 1 BÀde-i èışú-ı ÒudÀ’dan neşve-yÀb olmaú ne güç Bezm-i ünse dÀòil olup fetó-i bÀb olmaú ne güç 2 Dest-i luùf-ı Óaú èimÀret eylemişken Àdemi äadme-i úahrı ile Àòir òarÀb olmaú ne güç 3 Hicr elinden cÀm-ı díde pür-şarÀb-ı eràuvÀn Áteş-i derd ile cÀn u dil kebÀb olmaú ne güç 4 Cennet-i raómet müyesser olsa èıyd eyler göñül Bir nefes nÀr-ı àaøab içre èaõÀb olmaú ne güç 5 ÓaúúıyÀ ehl-i fenÀ buldı beúÀ-i cÀvidÀn RÀh-ı Óaú’da ölmeden öñdin türÀb olmaú ne güç 395 B180b. 312 229396 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèlün 1 Çün dem-i Àòirde gelürsen bana Gelmeñ için de baña gül ey melek 2 BÀà-ı cihÀnda niçe bir òÀr òÀr Bir güle baú yüzüme geçsün dilek 3 CÀnumı dünyÀda úoma al götür CÀy-gehin eylegil evc-i felek 230 VELEHÜ Müfteèilün/ Müfteèilün/ FÀèilün 1 Bülbül isen giryeyi kÀr it saña Aàlama óÀlüñ bu cihÀnda baña 2 BÀà-ı İrem ãanma bu dünyÀ evin İtme úıyÀs ey kişi òÀrı aña 3 Úaldı göñül künc-i belÀ içre hÀy Raómet aña kim anı bir dem aña 396 B181a. 313 4 Müfteèilün müfteèilün fÀèilün Vezn ile mevzÿna naôar úılsaña 231397 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 YÀ ilÀhí cÀm-ı èışúuñla dilüm mestÀne úıl Cisme bir luùfuñ olursa biñ kerem de cÀna úıl 2 Pertev-i şems-i tecellí sÿ-be-sÿ èaús eylesün Ser-te-ser bu cism ü cÀn dívÀrını vírÀne úıl 3 ÓamdülillÀh kim àamuñ deryÀsına düşdüm bugün Eşk-i çeşmüm èışú u şevú ile çün dürdÀne úıl 4 Ger beni benden alursa keyf-i ãaóbÀ-yı àamuñ N’eylerem èaúl-ı maèÀşı tÀ-ebed dívÀne úıl 5 Óer ne sırruñ ãÿreti var ise ey dÀnÀ-yı rÀz Ùoàmaàa her bir yüzi Óaúúí derÿnın ana úıl 397 B181b. 314 232398 VELEHÜ FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün 1 Ey naôar-gÀh-ı ÒudÀ-yı õü’l-cemÀl Úıl naôar bu bende-i bí-çÀreye Áb-ı rÿyuñla CemÀl olur CelÀl Úıl şefÀèat işbu yüzi úaraya 2 Áãíyem telvíndür óÀl-i dilüm Tíà-ı hicr ile dilüm oldı dilim Úalmışam àurbetde dÿr oldı ilüm Òasteyem merhem irişdür yÀreye 3 YÀ RasÿlallÀh yÀ òayra’l-verÀ Giryeden çoúdur gözümde mÀcerÀ Óaúúí’i yarın şefÀèatle ara Girmesün maóşerde kimse araya 233399 VELEHÜ FÀèilÀtün/ MefÀèilün/ Feèilün Mefèÿlü/ MefÀèílün/ Faèÿlün 398 B182a. 399 B182b. 315 1 CÀndur çün sefíne dil ãandal BÀb oldı dehÀn zebÀn mandal 2 SürmedÀn ü küól devÀt ü mídÀd Dest-i kÀtipde òÀme çün mindel 3 Gülşen olur sürÿr ile bu dil Naàmeler dilde sürÿd-i èandel 4 Gevher ister iseñ gözet cÀnı Teşne-i dil ile var maèden del 234400 VELEHÜ FÀèilÀtün/ MefÀèilün/ Feèilün 1 ÒÀmeden ùaşdı feyø ile deryÀ Anı deryÀ dimez mi dil der ya 2 Düşmen-i èilme ider celb-i memÀt Olur aóbÀba bÀèiå-i maóyÀ 3 Bikr-i maènÀya olur nÀ-maórem Her kimüñ olmasa çeşminde óayÀ 400 B183a. 316 4 Noúùayı bildüñ ise Óaúúí dime Bu raúamlar neden oldı ÀyÀ 235401 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèlÀtün/ FÀèilün Ùıfl-ı dil úaddüñ görüp èışúa elifden başladı رّب يّسرال تعّسر رّب تّمم بالخير402 236403 MÜFRED MefÀèílün/ MefÀèílün/ FÀèÿlün Ne sendendür ne bendendür cüdÀluk Felekdendür bu işte kethüdÀluk 237 MÜFRED Bir dürzí şuòınuñ biraz esbÀbın elledüm 401 B183b. 402 Allah’ım! (İşlerimi) kolaylaştır, zorlaştırma, Rabb’im (işlerimi) hayırla tamamla 403 B184b. 317 Bir çarpı çekdi àamze-i mest tiñledüm 238 FÀèilÀtün/ FÀèilÀtün/ FÀèilün Üç otuzla bir otuz bir ad olur Bu muèammÀyı bilen üstÀd olur 318 SONUÇ El yazması eserler, bir devrin, bir milletin hazinesi, kültürü, âdeta hafızasıdır. Bu yazmalar vesilesiyle müellifin hayatı, fikriyatı, tecrübeleri ve bilumum yazıları incelenmekte, biricik olmaları da kıymetlerini kat-be-kat arttırmaktadır. Mecmûalar da, tıpkı yazmalar gibi nadir eserlerden olup, keşfedilmeyi beklemektedir. Bu tezde, hem İsmail Hakkî Bursevî gibi velûd bir müellifi, hem O’na ait el mecmûa türünde bir el yazması eseri çalışıyor olmanın, bize çok şey kattığını ifade etmeliyim. Çalışmamızda, mecmûa türünü, mecmûaların tasniflerini, edebiyat ve kültür tarihine olan katkılarını ele almaya çalıştık. Ve bu süreçte, mecmûalara dair çalışmaların hız kazandığını ancak, bu çalışmaların geliştirilerek devam etmesi gerektiği hususunu farketmiş olduk. Kezâ, mecmûa ve yazma eser üzerine çalışmanın birtakım zorluklarıyla da karşılaştık; bazı sayfaların kopuk olması, nazım şekillerinin karışıklığı, diğer nüshaları arayış.. vb. gibi. Ancak, gerek çeviriyazımda gerekse muhteva analizinde yalnızca manzum kısımları ele almamıza karşın; mecmûaların konu ve çeşitlilik bakımından ne kadar zengin olduğuna da şahit olduk. Zîrâ bu mecmûa, Bursevî’nin hissiyatı, fikriyatı, özlemleri, ilâhi aşkı gibi pek çok konuyu içinde saklamaktadır. Aynı zamanda muhtevasında mûsikî makâmlarını da bulundurduğundan, bestelenmeye olanak sağlayacak manzumuleri de hâvi olması, hakikaten hem mûsikî hem de edebiyat ve tasavvuf camiası cihetiyle büyük zenginliktir. Biz bu çalışmamızı, hem Osmanlı Türkçesi ile hemhâl olmak, hem de ilim, irfan ve gönül ehli, Hak dostu âlim Şeyh Hakkî’yi tanımak, mecmûalarla tanış olmak, Bursevî’nin raflarda saklı kalmış nâdide vâridât ve manzumelerini gün yüzüne çıkarmak gibi gayelerle ortaya koymayı hedefledik. Muhakkak ki eksik ve kusurumuz çoktur, mahzun oluruz lakin yine de ilim âlemine bir nebze de olsa katkıda bulunabilir isek, bu bizi ziyadesiyle mesrur edecektir. 319 KAYNAKÇA Aynur, Hatice, vd., Eski Türk Edebiyatı Çalışmaları VII-Mecmûa: Osmanlı Edebiyatının Kırkambarı, İstanbul: Turkuaz Yayınları, 2012. Aynî, Mehmed Ali, İsmail Hakkî Bursevî, İstanbul: Büyüyen Ay Yayınları, 2013. Birici, Sevim “Nedîm Dîvânı’nda Ateş ve Ateşle İlgili Kelimelerin Kullanımı”, Journal of Turkish Language and Literature, C. II, S. 4 (2016), ss. 1-15. Bursevî, İsmâil Hakkî. Dîvan, Haz. Murat Yurtsever, Bursa: Arasta Yayınları 2000. Bursevî, İsmail Hakkî, Mecmûatü’l-fevâid ve’l- vâridât, Genel, 87: 1a-184b. Bursa İnebey Yazma Eser Kütüphanesi. Çantay, Hasan Basri, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, 6. b., İstanbul: Ahmed Said Matbaası, 1969. Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat. 33.b., Ankara: Aydın Kitabevi, 2017. Döner Nuran, “İsmail Hakkı Bursevî’nin Kitâb-I Kebîr’i Ve Bursevî’de Vâridât Kültürü”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, S. 15 (2005), ss. 311-334. Eraydın, Selçuk. Tasavvuf ve Tarikatlar. 13. b.,İstanbul: İFAV Yayınları, 2017. Fazlıoğlu, İhsan. Fuzulî Ne Demek İstedi?. 5. b., İstanbul: Papersense Yayınları, 2016. Feyizli, Hasan Tahsin, Feyzü’l-Kur’ân, 2. b., İstanbul: Server Yayınları, 2016. Gıynaş, Kamil Ali, “Şiir Mecmûaları Hakkında Yapılan Çalışmalar Bibliyografyası”, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, S. 25 (2011), ss. 245-260. Gökbulut, Süleyman, “İlim Tasnîflerinde Tasavvufun Yeri”. Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi 19 (2007), ss. 258-259. Gözütok, Şakir, “Tasavvufi Eğitimde Bilginin Elde Edilmesi”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırmalar Dergisi, 2001, s.94. Hücvirî, Keşfü’l-mahcûb, çev. Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergah Yayınları, 2010. İbn Haldun, Şifâu’s-Sâil, çev. Süleyman Uludağ, 2. b., İstanbul: Dergah Yayınları, 1998. İdiz, Ferzende, “Tasavvufta İlm-i Zâhir-İlm-i Bâtın Anlayışı”, Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, S.25, 2006, s.238. İmam Gazzâlî, el-Münkız mine’d-dalâl, çev. Abdurrezzak Tek, Bursa: Emin Yayınları, 2013. İskenderî, İbn Ataullah, Tasavvufî Hikmetler: Hikem-i Atâiyye, Haz. Mustafa Kara, 5. b., İstanbul: Dergah Yayınları, 2017, s. 28. Kam Ferit, Vahdet-i Vücûd, Haz. Ethem Cebecioğlu, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1994. Kara, Mustafa, Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarikatlar, 2. b., İstanbul: Sır Yayınları, 2008. Kara, Mustafa, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, 11. b., İstanbul: Dergah Yayınları, 2013. 320 Karaman, Hayreddin - Çağrıcı, Mustafa - Dönmez, İbrahim Kâfi - Gümüş, Sadrettin. Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, C.5, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2007. Kartal, Abdullah, “Tasavvufun Bir İlim Olarak İnşâ Süreci”. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 24, 2015, ss. 153-154. Kâşânî, Abdürrezzak, Tasavvuf Sözlüğü, çev. Ekrem Demirli, 4. b., İstanbul: İz Yayınları, 2015. Kelâbâzî. Ta’arruf, çev. Süleyman Uludağ, 5. b., İstanbul: Dergah Yayınları, 2016. Kemikli, Bilal, Sun’ullâh-ı Gaybî Dîvânı, İstanbul: H Yayınları, 2017. Kemikli, Bilal, Sun’ullâh-ı Gaybî: Hayatı- Eserleri-Şiirleri, Ankara: Akçağ Yayınları, 2000. Kuşeyrî, Abdülkerim. Kuşeyrî Risâlesi. çev. Süleyman Uludağ. 9. b., İstanbul: Dergah Yayınları, 2017. Kübra, Necmüddin ,Tasavvufî Hayat, Haz. Mustafa Kara, 3.b., İstanbul: Dergah Yayınları, 2013. Levend, Agah Sırrı, Türk Edebiyatı Tarihi, 2.b., Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1984, ss. 166-167. Levend, Agâh Sırrı, Divan Edebiyatı: Kelimeler ve Remizler-Mazmunlar ve Mefhumlar, 2.b., İstanbul: Dergah Yayınları, 2015. Mâruf Akade-mim. Mâruf Akademik Gelişim Programı (M-AGEP) 15. Konferans - Prof. Dr. Abdurrezzak TEK. Erişim: 10 Haziran 2019. https://www.youtube.com/watch?v=3QQXYoUnak4&t=1508s. Mengi, Mine, Divan Şiiri Yazıları, 2. b., Ankara: Akçağ Yayınları, 2010. Michon, Jean-Louis – Gaetani, Roger, Aşk ve Hikmet Yolu Tasavvuf, çev. Nurullah Koltaş, İstanbul: İnsan Yayınları, 2014. Namlı, Ali, İsmâil Hakkî Bursevî: Hayatı, Eserleri, Tarikat Anlayışı, İstanbul: İnsan Yayınları, 2001. Salgar, M. Fatih, Türk Müziğinde Makâmlar, Usuller ve Seyir Örnekleri, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2017. Serrâc Tûsî, Ebû Nasr, el-Lüma’, çev. Hasan Kamil Yılmaz, İstanbul: Altınoluk Yayınları, 1996. Sucu, Nurgül, “Zâhid-Sûfî Tipinin Kimliği, Divan Edebiyatındaki Yeri ve Sosyal Hayattaki Örnekleri”, İstem, S.10, 2007, ss. 227-253. Sühreverdî, Ebû Hafs Şehâbeddin Ömer, Avârifü’l- Meârif, çev. Doç.Dr. Dilaver Selvi, İstanbul: Semerkand Yayınları, 2013. Şentürk Lütfi, Yazıcı Seyfettin, İslam İlmihali, 5.b., İstanbul: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2013, s. 38. Uludağ, Süleyman, Başlangıçtan Günümüze Tasavvufta Usûl Meselesi, Tartışmalı İlmî İhtisas Toplantısı Tebliğleri-09, Ed. Prof. Dr. Mustafa Tahralı, İstanbul, 20- 21 Mart 2004, s.1048. Uludağ, Süleyman. Tasavvuf Terimleri Sözlüğü. 2. b., İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2016. Vassaf, Hüseyin, Kemal-nâme-i İsmâil Hakkî, Haz. Murat Yurtsever, Bursa: Arasta Yayınları, 2000. Yılmaz, Hasan Kâmil. Tasavvufta Usûl Mes’elesi, Tartışmalı İlmî İhtisas Toplantısı Tebliğleri-09, Ed. Prof. Dr. Mustafa Tahralı, İstanbul, 20-21 Mart 2004, s. 1099. 321 Baydar, Salih Cenap. “Prof. Dr. Bilal Kemikli İle Tasavvuf Üzerine”. Erişim: 24 Mayıs 2019. https://youtu.be/bdLLLSEJPW8. 03.08- 07-36. Yeşil, Muhammed Salih, Vahdet-i Vücûd ve Mevcûd, İstanbul: Revak Kitabevi, 2013. 322 EKLER Ek-1: 199 Numaralı Manzumenin Tercümesi 1. Matlub benim (talep edilen) benim,beni talep et ki beni bulasın Benden başkasını talep edersen beni bulamazsın 2. Maksud benim (yönelinen) benim benden başkasına yönelme Hayrı çok olanı, beni talep et ki bulasın 3. Benim o Rab ki azabımdan korkar Bütün yaratılmışlar, o halde beni talep et ki bulasın 4. Benim hükümran olan melik, kudretim yücedir Mülkü görkemli olan, o halde beni talep et ki bulasın 5. Maksud benim, benden başkasına tapma Cebbar benim o halde beni talep et ki bulasın 6. Ben kula kardeşinden daha merhametliyim Ve ana babasından, o halde beni talep et ki bulasın 7.Gecenin karanlığında ey kulum bulursun beni Sana yakın, o halde beni talep et ki bulasın 8. Secdelerinde dua ederken bulursun beni Ve kalktığında, o halde beni talep et ki bulasın 9. Merhametli, iyiliksever ve şefkatli bulursun beni Bütün yaratılmışlara karşı, o halde beni talep et ki bulasın 10. Vâhid, Samed ve Azîm olarak bulursun beni Ve iyiliği çok olan, o halde beni talep et ki bulasın 11. Yardım isteyen ve yardım eden olarak bulursun/görürsün beni Benim Kahhâr olan, o halde beni talep et ki bulasın 323 12. Bütün yaratılmışları kuşatmış olarak görürsün beni ey kulum Zikredilen benim, o halde beni talep et ki bulasın 13. Mazlum öfkeyle dolu olarak haykırdığında Derim yettim! Ohalde beni talep et ki bulasın 14. Dara düşen “Beni görmüyor musun?” dediğinde Bakarım ona, o halde beni talep et ki bulasın 15. Kulum bana isyan ettiğinde görmez beni Hızla cezalandıran olarak, o halde beni talep et ki bulasın 16. Benim gibisi var mı? Nerede var benim gibisi? Asla olamaz, o halde beni talep et ki bulasın 17. Gel bana benden başkasına yönelme Benim Mennân, o halde beni talep et ki bulasın 18. O tevbe ederse kulumun tevbesini kabul ederim Benim Tevvâb, o halde beni talep et ki bulasın 19. Hatırlıyor musun gizliden nida ettiğin geceyi Duymadım mı seni? O halde beni talep et ki bulasın 20. Benden başkası seni kurtaramaz ey kulum Mîzanda, o halde beni talep et ki bulasın 21. Benden başkası seni Firdevs’e sokamaz Benim Rezzâk, o halde beni talep et ki bulasın 22. Yaratılmışlar içerisinde var mı bolca veren Benden başka, y o halde beni talep et ki bulasınok! 23. Günahları benden başka bağışlayan birini tanıyor musun? Benim Gaffâr, o halde beni talep et ki bulasın 24. Hiç aldırmadan bağışlayacağım bütün kulları Haşr günü sabahı, o halde beni talep et ki bulasın 324 25. Merhamet edeceğim kullarımdan bana isyan edenlere Câhilce, o halde beni talep et ki bulasın 26. Benden korkarak bana tevbe edenleri onurlandıracağım Hem de nasıl! O halde beni talep et ki bulasın 27. Dilediğimi de hesapsız olarak onurlandıracağım Benim Vehhâb, o halde beni talep et ki bulasın 28. Bütün nimetler ve lütuflar benimdir ey kulum Bütün hayırlar benimdir, o halde beni talep et ki bulasın 29. Bütün dünya ve içindekilerin hepsi benimdir Melekût benimdir, o halde beni talep et ki bulasın 30. Benimle izzet bul asla benim gibisini görmedin Görecek de değilsin. O halde beni talep et ki bulasın 31. Benim ismim gibi ismi olan birini tanıyor musun? Benim Rahman, o halde beni talep et ki bulasın 32. Benden başka tanıyor musun yaratılmışları kurtaran Ateşlerden, o halde beni talep et ki bulasın 33. Benden başka tanıyor musun hızla kurtaran Ölümlerden, o halde beni talep et ki bulasın 34. Benden başka tanıyor musun bir şey için diyen: “Olsun!” Ve böylece o şeyin olduğu, o halde beni talep et ki bulasın 35. Benden başka tanıyor musun kusurları örten birini? Benim Settâr, o halde beni talep et ki bulasın 36. Benim gibi bir şeyin olmadığı bir Allah’ım ben Benim Deyyân, o halde beni talep et ki bulasın 37. Ben meliklerin melikiyim ve bütün mülk Bana kalacaktır, o halde beni talep et ki bulasın 325 38. Benim âfetim zamandır ve öncenin öncesidir Ve sonranın sonrasıdır, o halde beni talep et ki bulasın 39. Benim Vehhâb ey kulum hızla çokça veren Ve ahdine de vefâ gösteren, o halde beni talep et ki bulasın 40. Benim yegane arşımın üzerinden bütün işleri idare eden Keyfiyet olmaksızın, o halde beni talep et ki bulasın 41. Elbette ben önce sana yakın sonra da uzağım Tıpkı yayın iki ucu arası kadar, o halde beni talep et ki bulasın. Ek-2: 207 Numaralı Manzumenin Tercümesi 1. Ey bu kitabın içindekileri okuyanlar Gözünüz aydın; (bu kitap) saf ve hoş şeyleri getirir. 2. Zilkade ayına girişle birlikte Kerem sahibi Allah’ın karşılaşma miâdı girmiştir, zamanı gelmiştir. 3. Sizin takvanızla Şam fetvası geldi. Bunun üzerine işler bir nizam bir sistem üzerine oldu. 4. Bu da sizin için bereketi bol / kuşatıcı bir gömlektir, onda sarıklıların şânı vardır. 5. İlerde, insanlar Allah’ın minnetinde olacaklardır. Onlar bir acz ve şükür hâlinde olurlar. 6. Şeyh Hakkı bunu aşağıdaki tarihe göre yazmıştır. Bu tarih, (içinde) makâmına işaret edecek bir şeyler barındırmaktadır. 7. Bu yazdıklarımdan tarihinin şu olduğunu bilin. De ki; “Allah sizi Şam’da fetvâlandırsın” 326 Ek-3: Fevâid Mecmûası’nın Müellif nüshasından örnek sayfalar 327 328 329 330 Müstensih nüshasından örnek sayfalar 331 332 333 Ek-4: Mecmûadaki Musiki Makamları, Nazım Tür ve Şekillerine Dair Tablo makam manzume ilk mısra nazım şekli nazım türü B M sıra no - 1 BinÀ-yı èışú-ı ilÀhíye derd u àamdur esÀs Gazel 1a 71b - 2 Zihí sÀúí-i feyø-i bezm-i ezel Kıt’a 1a 71b - 3 Bu […] maèrifet didikleri àoncede bÿdur Müfred 1a 71b Rast 4 Faṣl-ı güldür sen de ey bülbül açıl güller gibi Gazel 2b 72b Rast 5 Nergis-i bÀà gibi èÀlemde İlahi - 72b Rast 6 MurÀd-ı bülbül-i şÿríde budur İlahi - 73a Rehâvî 7 Aldı diline baór-i felek şems ile mÀhı Gazel - 80a Rehâvî 8 Meşreb-i ãÀfí-nihÀdı Àb-ı kevåerden leõíõ Rubai - 80a Rehâvî 9 O tír çünki tırÀş ide òÀmenüñ serini Kıt’a - 80a Rehâvî 10 Açıldı gülşen-i envÀr ãan bahÀr oldı Gazel - 80a Rehâvî 11 Øaèíf görme SüleymÀn isen de ger mÿrı Gazel - 80b Rehâvî 12 BelÀ-yı èışúa beni şöhre-i cihÀn itdi Gazel - 80b Rehâvî 13 Ey bÀd-ı ãabÀ ùoàrı çemenden mi gelürsin Gazel - 80b Rehâvî 14 يك حديثم يادكارست از پدر - 80b Rehâvî 15 Ôuhÿr-ı Óaúú’a bÀèiådür tecellí İlahi - 80b Rehavi 16 Niçe bir derdüñ odına yanayum İlahi - 80b-81a Rehâvî 17 Görinsün pür-nÿr-ı cemÀlüñ yÀ RasÿlallÀh Gazel Na’t - 81a Mâhur 18 SevdÀ-yı sivÀdan geç gel hÿ diyelüm yÀ hÿ Musarra Gazel - 81a Mâhur 19 YÀ RasÿlallÀh yÀ òayra’r-rusul Gazel Na’t - 82a Mâhur 20 Óaúú’a úurbet diler iseñ İlahi - 82a-82b Mâhur 21 CihÀn içre eger ins ü eger cÀn Gazel - 82b Mâhur 22 RecÀ budur ki sepíd ola rÿ-siyeh yarın Kıt’a - 82b Nişabur 23 Niçe bir èömr-i girÀn-mÀye telef olmaúdadur Gazel - 82b Neva 24 Niçe bir fürḳatle yansun cÀn u dil İlahi Münacaat 21b 85a Neva 25 Ya RasÿlallÀh yüzüñ nÿrına ḥayrÀn olmuşuz Gazel Na’t 21b 85a-85b 334 Neva 26 Ṭıynet-i Àdemde ḳonmasa ezel sevdÀ-yı èışḳ Gazel 21b 85a Neva 27 CÀn ile müştÀú-ı dídÀr olmuşuz İlahi Münacaat 22a 85b Neva 28 İnsÀn olurlar elbet iósÀna el uranlar Gazel 22b 85b-86a Neva 29 Ey göñül bülbüli seḥerde uyan İlahi 27b 87b-88a Neva 30 Ben İmÀm-ı Aèôam’em ḫalḳ iútidÀ eyler baña Gazel 28b 88a Buselik 31 YÀ Rab bÀġ-ı viãÀlüñe İlahi Münacaat 28b 88a Buselik 32 Uyan behey ġÀfil uyan İlahi 29a 88b Buselik 33 Ey göñül bezm-i maḥabbetde dilerseñ cÀm-ı hÿ Gazel 30a 88b-89a Isfahan 34 Göñül èışḳuñ ile ḥayrÀn olupdur yÀ RasÿlallÀh Gazel Naét 31b 89b Isfahan 35 Ķala mı böyle göñül derdine em bulmaya mı Gazel 31b 89b Isfahan 36 Áh kim düşdüm yine bir ḥayret-i kübrÀya ben Gazel 32b 90a Isfahan 37 Maùlaè-ı ḫurşíd-i ġaybem sÀyedür èÀlem baña Gazel 33a 90a Isfahan 38 DÀġ-ı sínem Àteş-i dilden èalevlenmiş yanar Gazel 34b 90b Isfahan 39 Ḳahr elinden kime şekvÀ idelüm İlahi Münacaat 35a 91a Acemkürdî 40 Bezm-i èışķ u şevúe gel tÀ içesin ùolu úadeó Gazel 35b 91a Acemkürdî 41 Án-ı óüsnüñden her Àn ey yÀr ḥayrÀnem ḳatı Gazel 36a 91a-91b Acemkürdî 42 Söyinüp Àteş-i dil şÿèle-i envÀruñdan Gazel 36b 91b Acemkürdî 43 Naḳş-ı tevóídi bulan mühr-i SüleymÀn istemez Gazel 38b-39a 92a-92b Segah 44 Gezer Yaèḳÿb olan Yÿsuf içün aġlayı aġlayı Gazel 39b 92b Segah 45 èÁşıḳ olan dÀéimÀ ol yÀri eyler Àrzÿ Gazel 39b 92b Segah 46 Bülbül-i cÀna cihÀn bÀàı ÀşiyÀn olmaz Gazel 42b 94a Segah 47 Eşk-i çeşm ü òÿn-ı dil dínÀr u dirhemdür baña Gazel 43a 94a Bestenigar 48 Baḳanlar vech-i yÀre çehre-yi aġyÀra baḳmazlar Gazel 43b 94b Bestenigar 49 Her ne ṣafÀ kim gelür rÿy-ı vefÀdan gelür Musarra gazel 43b 94b Bestenigar 50 Melekler görseler kÀmil yüzin ḥayrÀn olur dirler Gazel 44b 95a Bestenigar 51 Ey Rasÿl-i ṣÀhibü’l-ÀyÀt u ehl-i muècize Gazel Na’t 45a 95a Bestenigar 52 Ey cebín-i maṭlaè-ı nÿr-ı mübín Gazel Na’t 45b 95a-95b Bestenigar 53 Çünki Óaḳ õÀt u ṣıfÀtı ile oldı feyø-pÀş Gazel 46a 95b Nikriz 54 On sekiz biñ èÀlem içre dÀr hÿ deyyÀr hÿ Gazel 46b 95b Nikriz 55 YezdiyÀr u Ehrimen hÿ maôhar-ı YezdÀn hÿ Gazel 47a 95b 335 Nikriz 56 Dest-i luṭf ile açılsa der-i rÿḥ Gazel 48a 96a Nikriz 57 Eger Buúrat u Suúrat u FelÀṭÿn-ı ilÀhídür Gazel 48b 96a-96b Nikriz 58 äorup ãoyıldılar bizi İlahi 49b 96b Sünbüle 59 Ey pÀdişÀh-ı õü’l-kerem luùf eyle bu bí-çÀreye Musaara Gazel Münacaat 50b 97a Sünbüle 60 Pertev-i şems-i tecellídür murÀdum her ãabÀó Gazel 50b 97a Arazbâr 61 İrmezse elüm vuãlata İlahi 51b 97b Arazbâr 62 Nice durur aóvÀlüñüz İlahi 51b 97b-98a Mâye segâh 63 èÁzim-i dergÀó-ı Óaú ol menzil-i maúãÿda ir Gazel 54b 99a Mâye segâh 64 Maôhar-ı feyø olmaàa óavø-ı dili pÀk eylegil Gazel 55a 99a Mâye segâh 65 ت ِ نهى هللا َعِن اْلُمْستقبََحا 56b 100a Mâye segâh 66 Muzga-i ãuàrÀya sıàdı óÀlet-i kübrÀ-yı dil Gazel 57a 100a Zirefkend 67 Nedür óaúíúate rÀh İlahi Tevhid 58a 100b Zirefkend 68 CÀn u dilden diyelüm İlahi Tevhid 59a 101a Zirefkend 69 İlÀhí rÀh-ı vaãla úulları irşÀd iden sensin Gazel Münacaat 59b 101a Hisar 70 Ùurmañ yanalum İlahi 60b 101b Hisar 71 äaldum vücÿdı İlahi 60b 101b Hisar 72 Olmaya èÀlemde õikr-i hÿ gibi Gazel 61a 101b Hisar 73 Seóer sióre müşÀbihdür óakíúat Kıt’a 61a 101b Hisar 74 İlÀhí yüzüñi bu gözüme aç Gazel Münacaat 62b 102a-102b Nihâvend 75 áaríbem bu cihÀn içre àaríbe ÀşinÀ olmaz Gazel 66a 103a Beyâtî 76 Õikr ile eyle óidmet-i meõkÿr Gazel 66b 103b Beyâtî 77 Şu dil kim sırr-ı Óaúú’a oldı úÀbil Gazel 67a 103b Beyatî 78 Õikri nedür òalú-ı cihÀnuñ úamu Gazel 67a 103b Beyâtî 79 Devr ide ide Òalvetí girdÀba düşdiler Gazel 68b 104a Beyâtî 80 Şular kim mÀlik-i dínÀr durur dínÀrı almazlar Gazel 69b 104b Beyâtî 81 BÀr-ı miónetle büküldi úaddimüz İlahi Münacaat 70a 104b-105a Dügah 82 Her kime oldı naôar-ı õikr-i hÿ İlahi 70b 105a Dügah 83 Dem gelür dem kesilür rÿó-ı revÀnuñ üzilür Gazel 71a 105a Dügah 84 Ey benüm óÀlüm ãoranlar İlahi 72b 106a-106b Dügah 85 Ey nesím-i raómetüñle açılur dillerde gül Gazel 73a 106b 336 Sabâ 86 Seóerlerde eser bÀd-ı tecellí İlahi 74b 107a Sabâ 87 Menem bülbül gibi gülzÀra úarşu Gazel 74b 107a Sabâ 88 Bir dilberüñ meftÿnıyam İlahi 75a 107a Sabâ 89 èAbd èabd ü Óaú Óaú olduàı úatı rÿşen gelür Gazel 77b 108a Sabâ 90 èÁúil iseñ eyleme maèmÿr bu vírÀneyi Gazel 78a 108a-108b Kûçek 91 CÀm-ı àamm-ı èışk durur içdigüm Gazel 78b 108b Kûçek 92 Bu günler böyle úalmaz belki gün aòşam olur dirler Gazel 78b 108b Kûçek 93 Çünki bÀlüñ var ya Óaúú’a n’içün iúbÀl yoú Gazel 79a 108b Kûçek 94 äÿret-i óüsnüñ görüp bildüm ãanurdum ben seni Gazel 80b 109b Kûçek 95 Óaú maôhar itdi sırrına insÀn-ı kÀmili Gazel 81a 109b Hüseynî 96 Gel cÀn ile göñülden İlahi 81b 109b-110a Hüseynî 97 Elüm çekdüm bu èÀlemden İlahi 81b 110a Hüseynî 98 Vuãlat-ı ilÀhí erbÀb-ı dile İlahi 81b 110a Hüseynî 99 الحمد لمن ارسل لنا رسوال Gazel 82a 110a Hüseynî 100 قد اشرق دنيانا من نور محيّانا Gazel 82a 110a-110b HüseynÎ 101 YÀ Rab èÀãíyem İlahi 82b 110b Hüseynî 102 Rÿmili’ne mÀlik oldum anda sulùÀn olmuşam Gazel 82b 110b Hüseynî 103 Çoúdur günÀhum İlahi 83a 110b-111a Hüseynî 104 Derd-i èışú ile dil ü cÀn imtizÀc itmek gerek Gazel 84b 111b Hüseynî 105 Mey-i èışú ile ey dil mest olanlar var ise gelsün Gazel 85a 111b Uşşâk 106 Óaúú’a vÀãıl olan èÀşıú mÀsivÀyı n’eylesün Gazel 86b 112a-112b Uşşâk 107 Úanàı dilde kim ola èışú u maóabbet mÀyesi Gazel 87a 112b Uşşâk 108 Zevú olsa úaçan cÀn u göñül içre keşíde Gazel 88b 113a Uşşâk 109 Çün küól-i cilÀ díde-i èuşşÀúa çekildi Gazel 89a 113a Muhayyer 110 Geçmeyince úayd-ı cÀndan cÀna cÀnÀn isteme Gazel 90b 113b-114a Muhayyer 111 ÙÀlib-i derd olmayan dermÀna vÀãıl olmadı Gazel 90b 114a Muhayyer 112 İlÀhí èışkuña cÀnum rehín it Gazel Münacaat 91a 114a Muhayyer 113 Áh kim úurb-ı vaùandan dÿram Gazel 91a 114a Muhayyer 114 Óaúú ile var olmaú istersen seni yoà it seni Gazel 92b 114b-115a Muhayyer 115 Olanlar úÀl ehli óÀl-i dervíşÀnı bilmezler Gazel 93a 115a 337 Muhayyer 116 Ruòuñ pertev-fürÿz-ı nÿr-ı Óaú’dur yÀ RasÿlallÀh Gazel Na’t 94b 115b Hüseynî Muhayyer 117 Bülbül gibi nÀlÀn iden İlahi 94b 115b-116a Hüseynî Muhayyer 118 Çü Àdem ãÿret-i zíbÀ-yı Óaúdur Gazel 95a 116a Hüseynî Muhayyer 119 Her kim ki sirişti ola kÀbil ezelíde Gazel 95b 116a Hüseynî Muhayyer 120 İbtilÀ-yı ışúdan Mecnÿn olmaúdur murÀd Gazel 96a 116a Hüseynî Muhayyer 121 Gülmedüm bu gülşen-i dehr içre ben bir anda Gazel 96b 116b Hüseynî Muhayyer 122 Geldi irişdi mevsim-i nev-rÿz Gazel 97a 116b Hüseynî Baba Tahir 123 Dest-i èışk ile vücÿduñ cübbesin çÀk eylerüz Gazel 98b 117a Baba Tahir 124 Her nefesde bir tecellí-yi ÒudÀ ister göñül Gazel 98b 117a-117b Baba Tahir 125 Ya vaùandur ya ki àurbet ikiden òÀlí degül Gazel 99a 117b Baba Tahir 126 YÀ ilÀhí beni ol dem ki ider isen daèvet İlahi Münacaat 101b 118b-119a Baba Tahir 127 MüstedÀm ol ey göñül derdüñ beni yÀd eyledi Gazel 102a 119a Çârgâh 128 Bir òayÀl-i òºÀb idi dünyÀ geçüp gitdi yine Gazel 104b 119b Çârgâh 129 Göñül òarÀb oldı èışúuñ elinden Gazel 105a 119b-120a Çârgâh 130 Bulaşuúdur dil-i mülóid-ÀsÀ Kıt’a 105b 121a Çârgâh 131 Böyle kÀàıdla böyle olsa midÀd Rubai 105b 121a Çârgâh 132 Baña ne ŞÀm u ne şarú u ne Burusa ne ÓicÀz Gazel 106a 121a Evc 133 YÀ RasÿlallÀh cemÀlüñ pertevi İlahi Na’t 106b 121a Evc 134 Çün ùoàup ùutdı cihÀn yüzüni óüsnüñ güneşi Gazel 106b 121a-121b Evc 135 YÀ RasÿlallÀh götür şírín cemÀlüñden niúÀb Gazel Na’t 106b 121b Evc 136 Açılmaz herkese esrÀr-ı tevóíd İlahi Tevhid 107a 121b Evc 137 YÀ Rabbi yÀ õe’l-kibriyÀ İlahi 107a 121b-122a Evc 138 Ey göñüller derdinüñ dermÀnı hÿ Gazel 107b 122a 338 Evc 139 Her lafô-ı şeker-pÀre çıúa çün dehenümden Gazel 108a 122a Evc 140 Seyldür mübtedí bulunmaúdan Kıt’a 110a 122b Evc 141 Bÿy-ı òoş virmek içün èanber ü èÿd Kıt’a 110a 122b Evc-Irâk 142 Çeşm-i èÀşıú girye-i óasretle èayn-ı cÀm olur Gazel 110b 123a Evc-Irâk 143 YÀ ilÀhí şemè-i óüsnüñdür yaúan pervÀneyi Gazel 111a 123a Evc-Irâk 144 ÓamdülillÀh èÀlem-i dünyÀya geldüñ ey göñül Gazel 111b 123a Evc-Irâk 145 èIşú eliyle şíşe-i èÀr olmayınca münkesir Gazel 112a 123b Irâk 146 Bir dürr-i yetímem kim görmedi beni èummÀn Gazel 114b 124b Irâk 147 Gerçi ki òÀkem İlahi 114b 124b Irâk 148 Aãl u ferèuñ bilmek isterseñ eger ey mübtedí Kıt’a 115a 124b Irâk 149 Yanar nÀr-ı ÒudÀ’dan şemè-i rÿşen İlahi 117a 126a Irâk 150 áazÀ itmek nedür nefs ile evãÀfını úırmaúdur Rubai 117b 126a Irâk 151 Anaùol òıùùasından geç úadem baã Rÿm’a èÀrif ol Matla’ 117b 126a Irâk 152 Niçe bir nÀr-ı àamuñda yanayın İlahi Na’t 118a 126b Muhâlif Irâk 153 Düşdi cÀna èÀúıbet sevdÀ-yı èışú Gazel 118b 126b Muhâlif Irâk 154 Çü aúdı óavø-ı dile feyø-i aúdes-i ezelí Gazel 119a 127a Muhâlif Irâk 155 MÀsivÀdan óürr olan bí-şübhe èabdullÀh olur Gazel 121a 127b-128a Muhâlif Irâk 156 Áh kim yandum ùutuşdum Àteş-i hicrÀn ile Gazel 121b 128a Muhâlif Irâk 157 Gelüñ gelüñ ùuralum İlahi 122a 128a Hicaz 158 èIşú odına mı yanduñ İlahi 122b 128a-128b Hicaz 159 Esdi bÀd-ı hÿ İlahi 122b 128b Hicaz 160 Bu billerde ben İlahi 122b 128b Hicaz 161 Gel ey dil gÿş-ı cÀnuñ aç ki sen bídÀra beñzersin Gazel 123b 129a Hicaz 162 Bir gün begüm devrÀn döner gökden yire èÍsí iner Musarra gazel 124a 129a Hicaz 163 Ne gelsün òalú-ı èÀlemden ki híç imdÀda gelmezler Gazel 125b 129b Hicaz 164 Niçe bir nÀr-ı elemde yanayın yÀ Rab meded Gazel Münacaat 126a 129b-130a Uzzal 165 Cümle eşyÀ õikr idüp dir her nefes her Àn hÿ Gazel 127b 130b Uzzal 166 Vaãf-ı Aómed’de didiler ãÀdıúu’l-vaèdi’l-emín Gazel Na’t 128a 130b Şehnaz 167 äad ãadÀ-yı Àh ile geçdi zamÀnum Àò Àò Gazel 130b 131b Şehnaz 168 YÀ ilÀhí olmuşuz àarú-Àb-ı deryÀ-yı günÀh Gazel Münacaat 130b 131b 339 Şehnaz 169 CÀn gözlerin açmadın dídÀrı Àrzÿlarsın Gazel 130b 131b-132a Şahnaz 170 ٍّق َشا َمنَا َّرَف اْلقاِضي بَح ش Kıt’a Tarih 131a 72a Şehnaz 171 Ey maóabbet bÀàınuñ bülbülleri İlahi 132b 132b Şehnaz 172 Geldi èışúuñ nev-bahÀrı irişüp İlahi 133a 132b Şehnaz 173 Göñülde tÀb-ı èışúı görmesinler nÀrı görsünler Gazel 133b 132b Şehnaz 174 äoyunsunlar sivÀdan ehl-i dil deryÀya ùalsunlar Gazel 134a 133a Hüseynî Aşirân 175 Úızarduúca gülüñ ruòsÀrı teéåír-i cemÀlinden Gazel 134b 133a Hüseynî Aşirân 176 Áf-tÀb-ı vaódetüñ bir õerresidür cÀnımuz Gazel 134b 133a Hüseynî Aşîran 177 Úurbet-i Óaú ehl-i Óaúú’a hem-civÀr olmaúdadur Gazel 135b 133b Hüseynî Aşîran 178 äÿfí ãÀfí olmadan cÀm-ı mey-i vuãlat diler Gazel 136a 133b Hüseynî Aşîran 179 Gel ey èÀrif naôar úıl vech-i yÀra Gazel 136b 133b-134a Hüseynî Aşîran 180 Vücÿduñ Àteş-i èışú-ı ilÀhíde eritdüñ mi Gazel 138a 134b Acemaşîran 181 Bÿy-ı èışúuñdan dile yÀ Rabbi reyóÀn it naãíb Gazel Münacaat 139b 135a Acemaşîran 182 Çoú åenÀ vü çoú selÀm olsun saña İlahi Na’t 140b 135b Acemaşîran 183 Vire gör varıñı Óaúú’a İlahi 142a 136a Acem 184 Şol göñül kim èÀlem-i èışúa bugün sulùÀn olur Gazel 142b 136a Acem 185 Ne Dımeşúu’ş-ŞÀm’ı gözler ne Burusa çeşm-i dil Gazel 144b 136b-137a Acem 186 Óaúíúat erleri dünyÀ vü mÀ-fí-hÀyı n’eylerler Gazel 145a 137a Acem 187 Şular kim èışúa düşdi èÀrı vü nÀmÿsı n’eylerler Gazel 145b 137a Acem 188 Ey kerem-rev meróamet ıssı ÒudÀ Gazel Münacaat 146b 137b Acem 189 Ey èÀşıú-ı fürúat-zede çeşmüñ ola rÿşen Rubai 147b 138a Acem 190 İdüp èazm-i sefer-i cÀnÀn esír-i miónet oldum ben Rubai 147b 138a Acem 191 DÀdÀr-ı cihÀn eylemesin èÀlemi sensiz Müfred 147b 138a Acem 192 èÁdeti úurbuñ olan baède nite ãabr eyleye Müfred 147b 138a Acem 193 Ziòí ben şimdi bildüm rÿz-gÀruñ neydügin ey dil Müfred 147b - Acem 194 ŞehÀ òayr itmek istersen yerine Rubai 148a 138a Acem 195 Úaldum ayaúda diyü àam yeme dünyÀdur bu Müfred 148a 138a Acem 196 Didiler bí-òaberler bÀà-ı cennet kÿyuña beñzer Müfred 148a 138a Acem 197 Seri pÀ úılmayınca baór-i èışúa ùalı bilmezsin Matla’ 148a 138a Acem 198 Áteş-i àamda beni yÀr imtióÀn itdi yine Rubai 148a 138a 340 Acem 199 Münacaat 149a-149b- 138b-140a 150a اَنا اَلَمْطلُوُب فاَْطلُْبنِي تجدني َواِْن تطلب سَوآئى لَْم تَجْدني Acem 200 èÒºÀbdan açdum gözüm ùurdum yirümden bir seóer Terci-i bend 150b-151a 140a-140b Acem 201 CihÀnda Àdem olan bí-àam olmaz Matlaè 151a 140b Acem 202 Mürekkeb kim ola cÀrí vü berrÀk Matla’ 151a 140b Acem 203 Mülket-i èOåmÀn içinde òÀnı bilmezsin nedür Gazel 151b 140b-141a Acem 204 Dilüm derd ü elemden bir èacebdür iftirÀú itmez Gazel 151b 141a Acem 205 İrdi hejdeh sÀle çün èömri BahÀüddín’imüñ Kıt’a Tarih 152a 81a Acem 206 HÀle-dÀr oldı meh-i rÿy-ı BahÀüddín’üñ Kıt’a Tarih 152a 81a Acem ايا قارى زاده هنيئًا لكم 207 Gazel 152a 141a Acem 208 Ehl-i diller úapusından híç ıraà olma saúın Matla’ 154b 143a Acem 209 Aàlaram kim itmedüm ıãlÀó-ı óÀl İlahi 155a 143a Acem 210 CÀn u dilden diyelüm her bir nefes AllÀh hÿ Gazel 157b 144a Acem 211 Vuãlata irmez elüm fürúatde úaldum ben àaríb Gazel 158a 144a Acem 212 Ey göñül èizzetle õillet ikisi birdür baña Gazel 163a 146a-146b Acem 213 Ey göñül aàyÀrı terk it yÀri gör Gazel 164a 146b Acem 214 Ey göñül gel çeşm-i cÀnuñ yum bu aà u úaradan Gazel 165b 148a Acem 215 DiyÀr-ı yÀri bilmezdüm bilenlerden òaber ãordum Gazel 167b 148b Acem 216 BÀrekallÀh ãÿretüñ levóinde çoú esrÀr var Gazel 168a 148b Acem 217 YÀ ilÀhí èışúuñ itdüm vaãluña sermÀye ben Gazel 169b 149a-149b Acem 218 èIşú ile Àyíne-i dil gün gibi rÿşen olur Gazel 170b 149b Acem 219 èÁşıúuñ hÀl-i tecellide ruòı gül-reng olur Gazel 171a 149b-150a Acem 220 Feyø kim óÀãıl ola cÀn u dile ilhÀmdan Gazel 172b 150a-150b Acem 221 Óabbe-i dil ùaró idüp òÀk-i fenÀya óÀãıl ol Gazel 173a 150b Acem 222 Her kim ki gere gögsini çün yay olısardur Gazel 175b 151a-151b Acem 223 Ásÿdeleri èışúa niçe daèvet idersin Gazel 176a 151b Acem 224 Bülbülem zÀàÀn-ı èÀlem hem-zebÀn olmaz baña Gazel 178b 152b Acem 225 Berf bÀrÀn olup cibÀl üzre Gazel 178b 152b Acem 226 Furãat elde dime kim mÀniè çoú Gazel 179a 152b Acem 227 TÀ ezelden egerçi òalú-ı cihÀn Kıt’a 179a - 341 Acem 228 BÀde-i èışú-ı ÒudÀ’dan neşve-yÀb olmaú ne güç Gazel 180b 153a Acem 229 Çün dem-i Àòirde gelürsen bana Gazel 181a 153a Acem 230 Bülbül isen giryeyi kÀr it saña Gazel 181a 153b Acem 231 YÀ ilÀhí cÀm-ı èışúuñla dilüm mestÀne úıl Gazel Münacaat 181b 153b Acem 232 Ey naôar-gÀh-ı ÒudÀ-yı õü’l-cemÀl Gazel Münacaat 182a 153b Acem 233 CÀndur çün sefíne dil ãandal Gazel 182b 153b Acem 234 ÒÀmeden ùaşdı feyø ile deryÀ Gazel 183a 153b Acem 235 Ùıfl-ı dil úaddüñ görüp èışúa elifden başladı Müfred 183b 154a Acem 236 Ne sendendür ne bendendür cüdÀluk Matla’ 184b 154b Acem 237 Bir dürzí şuòınuñ biraz esbÀbın elledüm Matla’ 184b 154b Acem 238 Üç otuzla bir otuz bir ad olur Matla’ 184b - 342