T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI TÜRKİYE VE RUSYA EKSENİNDE AVRASYACILIK DOKTORA TEZİ Meşdi İSMAYILOV BURSA - 2011 T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI TÜRKİYE VE RUSYA EKSENİNDE AVRASYACILIK DOKTORA TEZİ Meşdi İSMAYILOV Danışman Prof. Dr. Süleyman Seyfi ÖĞÜN BURSA - 2011 iii ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Meşdi İSMAYILOV Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Kamu Yönetimi Bilim Dalı : Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı : ix + 264 Mezuniyet Tarihi : …. / …. / 20…….. Tez Danışman(lar)ı : Prof. Dr. Süleyman Seyfi ÖĞÜN TÜRKÇE TEZ BAŞLIĞI Türkiye ve Rusya Ekseninde Avrasyacılık En genel tanımlaması ile Avrasyacılık, Avrasya olarak görülen olguya (ki bundan ne kastedildiği farklılıklar göstermektedir) dair geliştirilen bir (Weltanschauung) dünyagörüştür. Avrasyacı dünyagörüş hem Rusya’daki hem de Türkiye’deki görüntüsü itibariyle Avrasya’ya dair büyük bir vizyon sunmaktadır. Bu çalışmadaki sorunsalımız, Avrasyacı metinlerde Avrasya’daki halkların ve devletlerin tutum, davranış ve duygularına yönelik geliştirilen değerlendirmelerde şekillenmektedir. Bu doğrultuda Rus Avrasyacılığına ilişkin olarak temel görüşümüz, Avrasya’nın mekânsal bütünlüğünün korunması adına imparatorluk oluşumunu organik bir yapı olarak görmesi ve etnik unsurları da bu bağlamda değerlendirmesidir. Çünkü Rus Avrasyacılığı imparatorluk olgusunun içsel çeşitliliğine vurgu yapmakta ve imparatorluğun bu özelliğini yüceltmektedir. Bu görüşe göre, emperyal bilinç farklı etnik unsurlara hoşgörülüdür ve beraber yaşamanın da uygun şartlarını oluşturmaktadır. Türkiye ekseninde ise temel görüşümüz, Avrasyacı düşüncenin bütün çeşitlemelerine rağmen ulus-devleti varoluş nedeni olarak gördüğüdür. Bu bağlamda Rus ve Türk Avrasyacılıkları savundukları nihai tezler açısından birbiriyle çelişmektedirler. Nitekim Rus ve Türk Avrasyacılıklarında sıkça vurgu yapılan Avrasya’da bütünleşme arayışları düşünsel anlamda birbirine anti-tez olmaktadır. Çalışmanın amacı Rus Avrasyacı düşünceyi Türk Avrasyacılığı ile bir diyalektik içerisinde analiz etmektir. Çünkü her iki düşünce akımı da hem tarihsel temelleri hem de Avrasyacı düşüncenin evrimi üzerinde etkili olan politik-kültürel olaylar bakımından benzerlikler göstermektedir. Bu doğrultuda, düşünce tarihi kapsamında ele alınacak olan Avrasyacı metinler, tarihsel arka planları göz önünde bulundurularak mukayeseli bir yöntemle çözümleneceklerdir. Kullanacağımız bir diğer yöntem ise içerdiği tematikler açısından Avrasyacı düşüncenin sosyal-siyasal teorinin kavramları üzerinden bir değerlendirmesini yapmaktır. Bu kapsamda çalışmanın bir diğer amacı da günlük siyasete eklemlenen Avrasyacı kavramların ne tür bir yorumlanmaya tabi tutulduğunun açıklığa kavuşturulmasıdır. Anahtar Sözcükler: Türkiye Rusya Avrasyacılık Milliyetçilik iv ABSTRACT Name and Surname : Meşdi İSMAYILOV University : Uludağ University Institution : Social Science Institution Field : public administration Branch : Degree Awarded : PhD Page Number : ix + 264 Degree Date : …. / …. / 20…….. Supervisor (s) : Prof. Dr. Süleyman Seyfi ÖĞÜN İNGİLİZCE TEZ BAŞLIĞI EURASIANISM IN TURKEY AND RUSSIA With its broadest definition, Eurasianism is a worldwide view that is developed in relation to the phenomenon of Eurasia and what is meant by the term of Eurasia is varied. Eurasianist Weltanschauung (worldview) conveys a significant vision pertaining to Eurasia both in Turkey and Russia. The issue in this present study is constructed by the evaluations that are developed in relation to the attitudes, behavior, and emotions of Eurasian peoples and states that are examined in the review of Eurasianist literature. In this respect, the main argument of this study is that Russian Eurasianists are required to take the imperialist entity as an organic phenomenon to protect the territorial unity of Eurasia and to evaluate ethnic issues with reference to the imperialist entity since Russian Eurasianism is both focused on the internal diversity of imperial phenomenon and appreciates this diversity. According to this view imperial consciousness has tolerance towards ethnic elements and provides the appropriate conditions for togetherness of various ethnic groups. The main idea of this study in terms of Turkish Eurasianism is that almost all of the Turkish Eurasianists assume the concept of nation-state as the reason of existence in spite of all various Eurasianist views in Turkey. Within this frame, Russian and Turkish Eurasianisms contradict with each other in terms of the ultimate theses that they support because even though they compromise with the phenomenon of integration in Eurasia, they are theoretically anti-thesis of each other. The purpose of this study is to analyze Russian and Turkish Eurasianism in a dialectic way since both of these movements have similarities in relation to their historical roots along with the political and cultural events which are influential on the Eurasianist concept. In this context, Eurasian literature, which is taken into consideration regarding to the history of political thought, is investigated with a comparative method. Another method used in this study is to make an evaluation of the themes of Eurasian thought through the concepts of social and political theory. Within this framework another aim of this study is to clarify how Eurasian concepts attached to political agenda are interpreted. Keywords: TURKEY RUSSIA EURASIANISM NATIONALISM v ÖNSÖZ: Bazı konular vardır ki onlara kayıtsız kalmak mümkün değildir. Avrasyacılık tam da bu tarz özelliğe sahip olan bir düşünce akımıdır. Avrasyacılık, yaşadığımız coğrafyaya, kendimizi ait gördüğümüz tarihimize, bağlı olduğumuz kültürel değerlere ve içinde bulunduğumuz günlük politik olaylara dair bizlere bir şeyler anlatmaktadır. Bu yönüyle Avrasyacılık sadece akademik çevreler için değil, geniş bir kitleye hitap eden önemli bir konudur. Konunun aktüelliği bizde onun doktora tezi olarak incelenmesi cesareti ve gerekli motivasyonu sağlamıştır. Dört yıllık bir araştırmanın sonucu olarak doğan bu çalışmanın şekillenmesinde bana gösterdiği eğiticilik ve yol göstericiliğinden dolayı değerli danışman Hocam Prof. Dr. Süleyman Seyfi ÖĞÜN’E ve bütün doktora eğitimim boyunca kendisinden çok şey öğrendiğim değerli Hocam Prof. Dr. Ali Yaşar SARIBAY’A büyük bir minnettarlık ve şükran hissi içerisindeyim. Bu çalışmanın yazım aşamasında her zaman yanımda olan ve desteğini esirgemeyen değerli büyüğüm Doç. Dr. Barış ÖZDAL’a da ayrıca teşekkür ederim. Ayrıca zor zamanlarda hep yanımda olan ve tezin yazılmasında bana maddi manevi-destek veren başta annem olmak üzere tüm aileme de sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Meşdi İSMAYILOV Bursa / Görükle 2011 vi İÇİNDEKİLER Sayfa TEZ ONAY SAYFASI..........................................................................................................ii ÖZET....................................................................................................................................iii ABSTRACT..........................................................................................................................iv ÖNSÖZ ..................................................................................................................................v İÇİNDEKİLER......................................................................................................................vi KISALTMALAR..................................................................................................................ix GİRİŞ .....................................................................................................................................1 BİRİNCİ BÖLÜM AVRASYACI DÜŞÜNCENİN TARİHSEL ARKAPLANI 1. AVRASYACILIĞIN RUSYA’DA ŞEKİLLENİŞİ……………………...…………4 1.1. Avrasyacılık ve Batıcılık…………………………………………...………5 1.2. Panslavizm ve Avrasyacılık……………………………………...……….13 1.2.1. Slavofil Düşünce…………………………………………………….18 1.2.1.1. Rus Avrasyacılığının Tarih Anlayışı……………………...…..19 1.2.2.2. Avrasya Anlayışı: Rusya – Avrasya Diyalektiği………….…..29 1.2.2. Etnik Milliyetçiliğin Eleştirisi: Panslavist Düşünce…………..……36 1.3. Avrasyacılığın Gözünde “Türk” Sorunu……………………………...…..46 1.3.1. Rus Kültüründe Turan Etkisi………………………………………..49 1.3.2. Pantürkçülüğe Karşı Avrasyacı Milliyetçilik…………………...…..57 2. AVRASYACILIĞIN OSMANLI’DAKİ KÖKLERİ……………………………...61 2.1. İsmail Gaspıralı’nın “Üç Dünya” Görüşü…………………………..……62 2.2. Yusuf Akçura’da Avrasyacı Görüşler………………………………...…..66 3. 1917 ve 1923 DEVRİMLERİ ve AVRASYACILIĞIN ETKİNLİK KAYBI…....70 vii Sayfa İKİNCİ BÖLÜM SSCB SONRASINDA RUSYA’DA NEO-AVRASYACI DÜŞÜNCENİN CANLANMASI 1. RUS NEO-AVRASYACI DÜŞÜNCEDEKİ SÜREKLİLİKLER…………...……91 1.1. Tarih Algısındaki Süreklilikler…………………………………………...96 1.1.1. Neo-Avrasyacı Tarih Yazılımı: Etnogenezis Kuramı……………….97 1.1.2. Avrasya’da Etnoslar Arası Etkileşimler ve ‘Süper-etnos’ Anlayışı….............................................................103 1.2. Kültürel Algılamadaki Süreklilikler………………………………..…..108 1.2.1. Postmodern Paradigma Olarak ‘Avrasya’…………………...…….111 1.2.2. Medeniyetler Jeopolitiği ve Avrasya……………………………....119 2. RUS NEO-AVRASYACI DÜŞÜNCEDEKİ KIRILMALAR…………………...128 2.1. Epistemolojik Dönüşümler……………………………………………..132 2.1.1. ‘Muhafazakâr devrim’, Gelenekçilik ve Modernite Eleştirisi……..133 2.1.2. Aryan Teosofisi ve Mistik Düşünce…………………………..…..141 2.2. Jeopolitik Algısındaki Dönüşümler…………………………………….145 2.2.1. Avrasyacılık – Atlantikçilik Karşıtlığı………………………...…..147 2.2.2. Genişlemeci Jeopolitik: Berlin – Tokyo – Moskova Ekseni………151 3. NEO-AVRASYACILIKTA “TÜRK” SORUNU………………………..…...….158 3.1. Türklüğün Tarihselleştirilmesi: Avrasya Etnogenezesinde Türkler……160 3.2. Oryantalist Bakış: ‘İç Doğu’ ve ‘Dış Doğu’ Kavramları………...…….166 3.3. Jeopolitik Algılamada Pantürkçü Tehdit: Türkiye ve Türk Dünyası…..170 viii Sayfa ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE’DE NEO-AVRASYACILIK 1. REEL EKONOMİ-POLİTİK DEĞİŞKEN OLARAK AVRASYACILIK………184 1.1. Jeopolitik ve Jeokültürel Değişkenler…………………………………..185 1.1.1. Avrupa Birliği Karşıtlığı…………………………………………...194 1.1.2. Türkiye ve Türk Dünyası………………………………..…………199 1.2. Jeo-ekonomik Değişkenler………………………………………...……208 1.2.1. Bütünleşme Ekseni: Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı ve Ekonomik İşbirliği Örgütü……………………………………..208 1.2.2. Karşı Kutup: Şanghay İşbirliği Örgütü ve Bağımsız Devletler Topluluğu………………………………...215 2. İDEOLOJİK DEĞİŞKEN: ULUSAL SOL VE AVRASYACILIK……………...221 2.1. İdeolojik Değişkenler………………………………………….………..222 2.1.1. “Avrasya Birlikteliği” Düşüncesi………………………………….222 2.1.2. “Sultan Galiyev” Sembolleştirmesi……………………………..…228 2.2. İdeolojik Bir Çatışma Alanı Olarak Avrasyacılık………………………235 SONUÇ: ……………………………………………………………….…………….241 KAYNAKLAR............................................................................................................246 ÖZGEÇMİŞ................................................................................................................264 ix KISALTMALAR: Kısaltma Bibliyografik Bilgi AB Avrupa Birliği ABD Amerika Birleşik Devletleri BDT Bağımsız Devletler Topluluğu Bkz. Bakınız C. Cilt çev. Çeviren der. Derleyen ed. Editör EKİT-ECO Ekonomik İşbirliği Teşkilatı haz. Hazırlayan Ibid. Bir önceki eser KEİT Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı loc. cit. Yazarın Adı Geçen Eserinin Aynı Sayfası nu. Numara op. cit. Yazarın Adı Geçen Eseri p. Page passim Eserin bütününe atıf pp. Page to Page RF Rusya Federasyonu S. Sayı s. Sayfa ss. Sayfadan sayfaya SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ŞİÖ Şanghay İşbirliği Örgütü ty. Basım tarihi yok v.d. Ve diğerleri vb. Ve benzeri vd. Ve devamı Vol. Volume vs. Vesaire y.y. Basım yeri yok Yay. Yayınları 1 GİRİŞ: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin dağılmasından sonra üzerinde en çok tartışılan konulardan birisi “Avrasya” kavramı ve onun ideolojik formülasyonu olan “Avrasyacılık” olmuştur. Bu durumun en temel nedeni ise Avrasyacılığın yeni görünümü olan neo-Avrasyacılığın hem Rusya’da hem de Türkiye’de en önemli tartışma konularından ve fikir akımlarından biri olarak gündeme gelmesidir. Bugün her iki ülkede de “Avrasya” farklı çevrelerce geniş yelpazede ve değişik bağlamlarda kullanılan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Avrasyacılık ise esasen Rusya’ya ve Türkiye’ye özgün bir düşünce akımıdır. Bu akımın hem Rus hem de Türk düşünce tarihinde kökleri daha derinlerde bulunmaktadır. Ayrıca Avrasyacılığın her iki ülkede de diğer fikir akımları ile tarihsel bağlantıları da mevcuttur. Bu bağlamda, 1990’lardan itibaren yeniden güncellik kazanan, geçmişte etkili olan; bu etkiyi bugün de sürdüren Avrasyacı düşüncenin çeşitli boyutlarıyla ele alınması ve incelenmesi önem arz etmektedir. Konunun akademik incelenmesi için kanaatimizce üç hususa dikkat edilmesi doğru olacaktır. Her şeyden önce Avrasyacı düşünce, Avrasyacı olarak nitelendirilen entelektüellerin belli başlı temel yapıtlarında şekillenmektedir. Bu doğrultuda hem Rusya’daki hem de Türkiye’deki Avrasyacılığın benzerlik ve farklılıklarının metinsel karşılıklarının irdelenmesi elzemdir. Nitekim bu çalışmada ilk olarak gerek Rusya’daki gerekse Türkiye’deki Avrasyacılık bir bütünlük içerisinde ele alınmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda, düşünce tarihi kapsamında ele alınacak olan Avrasyacı metinler, tarihsel arka planları göz önünde bulundurularak mukayeseli bir yöntemle çözümleneceklerdir. Bunu yaparken elbette ki Avrasyacı düşüncenin tematik dünyasını, sosyal-siyasal teorinin kavramlarına başvurarak ele alacağız. Bu çerçevede, tezimizin ilk bölümünde Avrasyacılığın hem Rus hem de Türk düşüncesindeki metinsel kökleri ele alınacaktır. Bu da klasik Rus Avrasyacılığının, Batıcı ve yerlici hareketlerle (Slavofilizm ve Panslavizm) kıyaslanması, Avrasyacı tarih ve kültür felsefesi ele alınarak yapılacaktır. Klasik Rus Avrasyacılığı, Batı tarzı etnik milliyetçiliklere karşı bir reaksiyon olduğundan, bu tür milliyetçiliklere karşı geliştirilen tarih görüşünün incelenmesi, aynı zamanda bizi Avrasyacı doktrininin temel tezlerinden biri olan Rusya – Avrasya özdeşliğine götürecektir. Görüleceği gibi, Rus Avrasyacılığının 2 Türklük algısı da bu bağlamda işlevsellik kazanmaktadır. Avrasyacılığın bir düşünce olarak oluşmasında, Türk aydınlarının etkisi de bu bölümde irdelenecektir. Metinler değerlendirildikten sonra bunların günlük siyasete eklemlenmesi sürecinde ya da tarihsel bağlamların değişimine dayalı olarak ne tür bir yorumlamaların konusu olduğu tartışılacaktır. Bundan amaçlanan, Avrasyacı fikriyatta dönemsel gelişmelerin (süreklilik, kırılma ve dönüşümlerin) tespit olunmasıdır. Çalışmamızın ikinci ve üçüncü bölümleri de bu çerçevede şekillenecektir. Bu bağlamda ilk olarak Rusya’daki neo- Avrasyacı gelişmelerin ortaya çıkmasının arkasındaki etkenlere, gelişim aşamalarına, bu düşüncenin sistematiğini yansıtan ve düşünceyi bir bütünlük içerisinde anlamamızı sağlayan temel süreklilik ve dönüşümlere yer verilecektir. Ayrıca neo-Avrasyacı düşüncenin klasik tezlere getirdiği yeni anlam ve yorumların ışığında temel kavramsallaştırmaların mahiyeti ve bunların pratik açılımları analiz edilecektir. Modern Rus milliyetçiliği ile Avrasyacılık ideolojisi arasındaki etkileşim ve bağlantı neo-Avrasyacı düşüncenin “Türk” sorununa yaklaşımı üzerinden açıklığa kavuşturulacak; mukayeseli yönteme başvurularak klasik Avrasyacılıktan neo-Avrasyacılığa doğru uzanan çizgide kritik bir değişken olarak Türklüğün hangi temelde ele alındığı tartışılacaktır. Çalışmamızın üçüncü bölümünde ise Avrasyacı düşüncenin Türkiye’deki izdüşümleri ayrıntılı bir şekilde tartışılacaktır. Türk Avrasyacılığının tarihsel derinliklerinden gelen sürekliliklerinin jeopolitik, ekonomik, kültürel faktörlerce etkileşimi de göz önünde bulundurularak düşüncenin geçirdiği evrim ve farklı çevrelerce nasıl anlaşıldığı üzerinde durulacaktır. Buradaki analiz kapsamında özellikle, Rus Avrasyacılığının Türklük değişkenine bakışının Türk Avrasyacılarınca yorumlanması temel planda tutulacaktır. Tezimiz, üç bölümde ortaya çıkan hususların yoğunlaştırılmış değerlendirmesini içeren sonuç bölümü ile tamamlanmaktadır. 3 BİRİNCİ BÖLÜM AVRASYACI DÜŞÜNCENİN TARİHSEL ARKA PLANI “Avrasyacılar”1 olarak nitelendirilen düşünce çevresi, Ekim Devrimi’nin ardından yaşanan göç sonucunda Avrupa’nın değişik kentlerinde Batıya karşı sistematik bir düşünce okulunu kuran Rus entelektüelleridir. Avrasyacı hareketin kurucuları ve önemli şahsiyetleri şu şekilde sayılabilir:2 Prens Nikolay S. Trubetskoy, Roman O. Yakobson, Petr N. Savitski, Petr P. Suvçinski, George V. Vernadski, Erjen Hara-Davan, N.N. Alekseyev, V.N. İlyin ve L.P. Karsavin, Konstantin A. Çkeidze ve Georgi V. Florovski. Bu düşünürlerin Rus entelektüel ikliminde, Rus kimliği üzerine yaptıkları tartışmalarının en az iki yüzyıllık bir tarihi vardır. Zira tarihin derinliklerinde temellenen Rusya’nın Batıyla yüzleşmesi sorunu, özellikle entelektüel platformda, esasen 19. yüzyıl Slavofilleri ile Batıcıları arasında ateşli bir tartışma konusu olmuştur. Avrasyacılar bu tartışmalara hem yeni bir soluk getirmiş hem de yeni bir boyut kazandırmışlardır. Genel olarak ele alındığında, Avrasyacılığın Rus düşünce sistemindeki yeri hakkında farklı değerlendirmelerden söz edebiliriz. Örneğin, 20. yüzyılın en önemli Rus düşünürlerinden olan kültür felsefecisi Nikolay Berdyaev, Avrasyacılıkta Slavofil ve Panslavist düşüncelerin taklitçiliğini görmüş ve bunu eleştirmiştir.3 Diğer taraftan konuya oldukça hâkim bir uzman olan Rus kökenli Amerikan tarihçisi Nicholas Riasanovsky’e göre ise Avrasyacı doktrin tam manasıyla devrim öncesinin hiçbir geleneğine dayandırılamaz çünkü Avrasyacıların ileri sürdüğü düşünceler dönemin devrimci niteliği 1 “Avrasya” kavramı, Alman dilbilimci Aleksander Von Humboldt tarafından ortaya atılmıştır. Rusya’da ise ilk defa 1915’te, Rus jeolog V. Semyonov-Tian-Şanski tarafından “Rus Avrasya’sı” (Russkaya Evraziya) şeklinde Volga’dan Yenisey’e, kuzeyde Sibirya Arktiğine, güneyde ise Türkistan’a kadar olan coğrafyayı tanımlamak için kullanılmıştır. Kısa bir süre sonra ise bütün kıtayı içerecek şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Bkz, Vadim Tsymburskii, “Two Eurasias, Homonymy as a key to early Eurasianism”, Eurasia, People and Myths, ed., Sergey Panarin, Natalis, Moskova, 2003, içerisinde, pp. 26. 2 Avrasyacı hareketin kurucularının ilgi alanları şu şekilde belirtilebilir, Dilbilimciler, Prens Nikolay P. Trubetskoy ve Roman O. Yakobson. Coğrafyacı ve İktisatçı Petr N. Savitski. Müzik ve edebiyat eleştirmeni Petr P. Suvçinski. Tarihçiler George V. Vernadski ve Erjen Hara-Davan. Hukukçu N.N. Alekseyev. Din bilimciler V.N. İlyin ve L.P. Karsavin. Jeopolitikçi Konstantin A. Çkeidze. Avrasyacı harekete bir dönem bağlı kalan kültür tarihçisi ve din bilimci Georgi V. Florovski. 3 Nikolay Berdyaev, “Evraziiçi”, Put, No. 1, 1925, pp. 134–139. 4 ile tam uygunluk göstermiş ve Avrasyacılar bu doğrultuda (düşünsel alanda) hareket etmişlerdir.4 Avrasyacı entelektüeller ise kendilerini Devrim sonrasının yegâne orijinal Rus hareketi olarak görmüşlerdir.5 Bununla birlikte Avrasyacılık, 19. yüzyıl Rus muhafazakâr- milliyetçi akımlarından tamamen kopuk bir düşünce akımı da değildir. Çünkü Avrasyacı entelijensiyanın Slavofil düşünceye ve diğer Rus milliyetçi akımlarına seçici ve eklektik yaklaşımı, temelde bir sürekliliği yansıtmaktadır. İleride de ayrıntılı olarak ele alacağımız gibi Avrasya ideasının kökleri, 19. yüzyılın Homiyakov, Kiriyevski, Vladimir Solovyev, Dostoyevski, Leontyev ve Danilevski gibi önemli Rus düşünürlerinde aranmalıdır. Bu bağlamda vurgulanması gereken bir diğer husus ise Avrasyacılık düşüncesinin en önemli kaynakları arasında Türkçü aydınların görüşlerinin de bulunmasıdır. Özellikle İsmail Gaspıralı Bey, Rus Avrasyacılarından tahmini olarak yarım yüzyıl önce Avrasyacılığı tartışmış ve temellendirmeye çalışmıştır. Bu görüşlerin gelişmesine katkı sağlayan bir diğer önemli Türkçü aydın ise Yusuf Akçura olmuştur. Sonuç itibariyle, Avrasyacılık Rusya’nın tarihsel ve düşünsel birikimi üzerinde Rus milliyetçiliğine yeni bir yorum getirmektedir. Anthony D. Smith’in kavramlarına başvurarak diyebiliriz ki Avrasyacılıkta, etnik temele dayalı ulus inşa etme sürecinin yerine coğrafi temelde bir ulus ikame ettirmenin entelektüel çabaları görülmektedir6. Avrasyacı entelijensiya, etnik unsurlar üzerinde yeni bir “politik kültür” yaratmayı kendisine başlıca amaç edinmiştir. Bu yapılırken de Batının ulus-devlet modeli yerine Çarlık Rusya’sının emperyal devletçilik geleneği esas alınmıştır. 1. AVRASYACILIĞIN RUSYA’DA ŞEKİLLENİŞİ Tematik özellikleri bakımından Avrasyacı düşünce 19. yüzyıl Rus düşünce hayatını şekillendiren Batılılaşma ve yerlicilik hareketleriyle doğrudan bir bağlamsal ilişkiselliğe 4 Riasanovsky, Avrasyacılığın devrimci niteliğine vurgu yaparken esasen Avrasyacıların “Avrupalılarca sömürülen halklar ve Ruslar bir birlik teşkil ediyorlar. Rusya’nın geleceği Avrupa tarzı devletin canlanmasında aranmamalıdır. Rusya Avrupa’ya karşı tüm dünyanın başkaldırışının önderi olabilir.” görüşlerini temel almaktadır. Bkz, Nicholas Riasanovsky, “The Emergence of Eurasianism…”, op. cit., pp. 39–72. 5 Bu konuda bkz, Leonid Lyuks, “Zametki o “Revolyuçionno-Tradiçionalistskoy” Kulturnoy Modeli ‘Evraziyçev’”, Voprosi Filosofii, No. 7, 2003, pp. 23–34. 6 Anthony D. Smith’in bu kavramları tanımlaması için bkz, Anthony D. Smith, Milli Kimlik, çev. Bahadır Sina Şener, İletişim Yay., İstanbul, 1994, ss. 133-134. 5 sahiptir. Rusya’da Batılılaşma hareketleri önemli ölçüde Petro dönemi reformları ile gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Toplumda yukarıdan aşağıya doğru gerçekleştirilen Batılılaşma ve reform hareketleri zamanla düşünce alanında tepkisel nitelikteki iki ana akımın oluşmasına da sebebiyet vermiştir. Batıcılar olarak nitelendirilenler, Rusya’nın yeterince ve hızlı bir şekilde Batılılaştırılmamasını eleştirmişlerdir. Yine aynı platformda Rusya’nın Batılılaştırılmasına bir tepki olarak yerliciliği savunan Slavofil ve Panslavist düşünürler de Batıcıların karşısında yer almışlardır. Hem Batıcı hem de yerlici hareketler homojen bir yapıya sahip olmamakla beraber, temel mesele olan Rus kimliğinin temellendirilmesinde Batıyı odak noktası olarak ele almışlardır. Batıyı eksen alarak yürütülen tartışmalar, Avrasyacı düşüncenin de temel özelliği niteliğindedir. Ancak ne var ki Avrasyacı dünyagörüşü savunanlar, Batıcılar ve yerliciler arasına sıkışmış Rusya’nın tarihsel misyonu ve Rus kimliği üzerine olan tartışmalara “üçüncü yol” olarak gördükleri yeni bir yorumu da getirmeye çalışmışlardır. Bu bağlamda, biz Avrasyacılığı, Rus düşüncesine şekil vermiş olan bu iki ana akımla mukayeseli olarak tartışacağız. 1.1. Avrasyacılık ve Batıcılık Sergey Horujy’e göre, Rusya’da felsefi düşüncenin sistemli bir şekilde oluşması tedrici bir şekilde 17. ve özellikle de 18. yüzyıllarda yaygınlaşan Batı kültürü bağlamında mümkün olmuştur.7 Bilindiği gibi özellikle Büyük Petro olarak bilinen Çar I. Petro (1672– 1725) politik alanda gerçekleştirdiği reformlarla Rusya’da Batı kültürünün yerleşmesinin yolunu da açmıştır. Nitekim I. Petro ileride Batılılaşmak üzerine yürütülecek tartışmaların temel figürü ve bizatihi Batılılaşmanın sembolü olarak görülmüştür. Andrzej Walicki, Rusya’da Batıya ve Batılı değerlere doğrudan veya dolaylı ilk belirgin vurguyu, despotizme karşı cumhuriyetçiliği savunan Aleksandr Radişçev’de tespit ettiğini belirtmektedir.8 Fakat “Batı” sorununun tartışılması ilk defa kapsamlı bir şekilde Pyotr Çaadayev’in 1828-1830 yıllarda kaleme aldığı Felsefi Mektuplar’ından ilkinin 1836’da Teleskop dergisinde yayımlanması ile başlamıştır. Çaadayev’in burada genel 7 Sergey Horujy, Slavophiles, Westernizers and the Birth of Russian Philosophical Humanism, A History of Russian Philosophy 1830-1930, Faith, Reason and the Defense of Human Dignity, ed., Gary M.Hamburg, Randall A. Poole, Cambridge University Press, Cambridge, 2010, içerisinde, p. 30. 8 Radişçev, İngiltere ve ABD’ni, vatandaşları için en geniş vatandaşlık ve politik hak ve özgürlükleri tanıdıkları için övmekteydi. Bkz, Andrzej Walicki, Rus Siyasi Düşünce Tarihi 1760-1900, Aydınlanma’dan Marksizme, çev. Alâeddin Şenel, V Yayınları, Ankara, 1987. 6 hatları ile çizdiği tarih görüşünün temelinde, bir çeşit din felsefesi bulunmaktadır. Somut olarak Çaadayev, Hıristiyan dinini beşeri gelişmenin kaynağı, Batı Kilisesi’ni de beşeri birliğin cisimleşmiş şekli olarak görmektedir. Düşüncesine göre Bizans’ın temsil ettiği Ortodoksluk aslında “dinsel ayrılıkçılığı” ifade etmektedir. Buna göre de Rusya’nın Hıristiyanlığı Bizans’tan tevarüs etmiş olması, kendisi adına bir şansızlıktır.9 Bu bağlamda aşağıda aktardığımız cümleden de anlaşıldığı üzere Çaadayev’in Rusya’ya bakışı oldukça eleştirel ve kötümserdir. 10 “Rusya, ne bir Doğu ne de bir Batı ülkesidir; tarihsel sürekliliği olmayan ve ‘moral kişilik’ten yoksun bir ülkedir.” Rus Batıcılarının diğer bir önemli ismi Vissarion Belinski, Batı ekseninde Rusya’nın füturistik vizyonunu çizmiştir. Belinski, Slavofillerin ülküleştirdikleri geçmişe, Ortodoksluğa ve otarşiye karşı çıkarken Rusya’nın geleceğini Batıda görmüştür. Fakat Belinski’nin Çaadayev’den farklılaştığı temel nokta Avrupa’nın muhafazakâr ve yerleşik monarşilerine taraftarlık yapmamasıdır. Belinski, ulusun entelektüel ve politik gelişimi açısından orta sınıfın yapıcı önemini vurgulamıştır. Fertlerin bireysel bağımsızlığı ve hakları, eğitim, bilime olan inanç, parlak geleceğe dair beklenti, sosyal reform ve kadın özgürlüğü gibi konular onun sürekli olarak yazılarında işlediği konulardır. Bu bağlamda bireysel hak ve özgürlüklere değer vermeyen bir Rusya’yı Avrupa’ya büyük bir tehdit olarak görmektedir. Belinski’ye göre, kader ve mistik unsurlara vurgu yapan “Eski Rusya”ya karşılık, yasalara ve bireysel haklara saygı duyulacak “Yeni Rusya” desteklenmelidir. Nihayetinde Belinski, Büyük Petro’nun başlattığı yolun devam ettirilmesi gerektiğini savunmuştur.11 Çaadayev ve Belinski’nin düşüncelerinde ortaya çıkan farklılıkların da gösterdiği üzere Batıcılar kendi aralarında oldukça farklı düşünceleri savunmaktadır. Shlapentokh’a göre Rusya’nın geleceğini demokraside görmeleri Batıcıların felsefi görüşlerinin temelidir. 12 Allensworth ise ilerlemeye olan inançlarının, bütün Batıcılar için kesin söylenebilecek 9 Gary M. Hamburg, Randall A. Poole, A History of Russian Philosophy 1830-1930, Faith, Reason and the Defense of Human Dignity, Cambridge University Press, Cambridge, 2010, p. 10. 10 Walicki, op. cit., p. 78. 11 Hans Kohn, The Mind of Modern Russia, Historical and Political Thought of Russia’s Great Age, Harper & Brothers, New York, 1962, pp. 116-118. 12 Dmitry V. Shlapentokh, Russia Between East and West, Scholarly Debates on Eurasianism, Leiden, Brill, 2007, p. 3. 7 tek ortak görüş olduğunu ifade etmektedir.13 Bu bağlamda tüm Batıcılar için entelektüel anlamda ilham kaynağı Hegel’dir. Hegel’e göre, tarihin temel aktörleri uluslardır ve tarihin seyri “doğudan batıya yani Avrupa’ya doğru” gelişmekte olup, “Avrupa mutlak olarak tarihin sonu”dur.14 Bu nedenle de Batılaştırıcılar gelişme modeli olarak yüzlerini Avrupa’ya doğru yöneltmişlerdir. Zamanla Batıcıların düşüncelerinde radikaller olarak bilinen bir akım daha oluşmuştur. Seton-Watson’un da gösterdiği gibi radikalleri iki temel grupta sınıflandırmak mümkündür. Birinci grubun önde gelen ismi “Rus sosyalizminin” de yaratıcısı olan Aleksandr Herzen olmuştur. Diğer gruplar ise Marksist çevreler de dâhil olmak üzere popülizmi savunan çeşitli entelektüellerden oluşmuştur.15 Herzen’in sosyalizmi, kapitalizm öncesinin sosyal ve ekonomik ilişkilerini yüceltmiş ve bu bağlamda “demokrasi ve devrime olan rağbetini “kapitalizmin romantik ve özellikle de muhafazakâr eleştirisi” ile birleştirmiştir.16 1840’lı yıllarda kendisinin Avrupa’ya muhaceret etmiş olması ise düşüncelerinde köklü değişikliklerin yaşanmasına sebep olmuştur. Liberal Batıcıları özellikle bu dönemde eleştirirken bir taraftan da Slavofillerden ödünç aldığı bazı kavramlarla Rus sosyalizmini temellendirmeye çalışmıştır. Örneğin, köy komününün Rus sosyalist toplumunun temeli olması düşüncesi, Slavofillerin köy komününü Rus toplumunun merkezi kurumu olarak gördükleri görüşün, yankılanmasıdır.17 Toparlayacak olursak Batıcılar, Rusya’yı bir Avrupa ülkesi olarak görmektedirler, çünkü tarihsel gelişmenin Batı modelinin evrensel kabul görme özelliğine sahip olduğuna inanmaktadırlar. Diğer bir ifade ile bu bakış açısı, beşer tarihinin evrenselliğine işaret etmektedir. Batıcılara göre, bütün uluslar ya bu yolu takip etmişlerdir ya da etmeleri gerekmektedir. Bu doğrultuda Rusya da Batı tarzı Avrupa çizgisinde bir gelişme 13 Wayne Allensworth, The Russian Question, Nationalism, Modernisation and the Post-Communist Russia, Lanham, Rowman & Littlefield, 1998, p. 48. 14 Zikreden Allensworth, op. cit., p. 49. 15 Hugh Seton-Watson, The Russian Empire, 1801-1917, Oxford University Press, Oxford, 2004, pp. 256- 266. 16 Allensworth, op. cit., p. 49. 17 Seton-Watson, op. cit., p. 259. 8 izlemelidir. Bu manada Çaadayev’in tarih görüşünde sunduğu evrensellik dinsel boyutu ve monarşi tutkusu dışlanarak genel bir kabul görmektedir. Yukarıda söylenenler ışığında Avrasyacılar, Batıcıların görüşlerini genel olarak Avrupamerkezcilik olarak nitelendirilebilecek bir bakış açısına sahip oldukları için reddetmişlerdir. Bir dünyagörüş olarak Avrupamerkezcilik, Rus Batıcılarının çok daha öncesinde, daha doğrusu erken Ortaçağ dönemlerinden itibaren üzerinde yaşayan topluluğun zihniyetinde Avrupa’nın bir mekân olarak algılanmasıyla kendini hissettirmeye başlamıştır. İlk zamanlar Avrupa’daki topluluk kendisini daha genel bir tanımlama olan Hıristiyanlık âlemi şeklinde düşünmekteydi. Modern Avrupamerkezcilik ise 1492 tarihinden sonra (Amerika kıtasının Kristof Kolomb tarafından keşfi), özellikle 16. yüzyıldan itibaren Avrupalıların diğer kıtalarda karşılaştıkları ötekilerle mukayesede, kesinlikle kendilerinin üstün oldukları inancının yaygınlaşmaya başlamasıyla oluşmuştur. Bu durum, iki temel özelliği yansıtmaktadır: Avrupa’nın sömürgecilikteki başarılarıyla teyit olunan üstünlük hissi ve bu üstünlüğün sağladığı büyük kazançlar.18 Avrupamerkezci görüşün temelinde, Batı’nın hem geçmişte hem de günümüzde ilerlemeci dünya tarihinin merkezi olduğu fikri yatmaktadır.19 Bu görüşe göre, Avrupa tarihi ilerlemeci zaman çizgisinde gösterilirken, Doğu durağan ve gerilemenin devirsel sürecinde tahayyül edilmektedir.20 Bu bağlamda, “merkezde’ olan Avrupa her zaman ilerlemeci ve her zaman üstündür. Avrupalı olmayan, ‘periferi’ ise her zaman gelişmemiştir. Sosyal gelişmede periferiyi marjinalleştiren Avrupa tarihçileri dünya ve Avrupa tarihini ‘tünel tarih’ terimi ile açıklamaya çalışmışlardır. Bu görüşe göre tarihçinin herhangi bir olgu veya süreci açıklarken sadece Avrupa dâhilindeki uygun olgu ve süreçlere başvurması yeterli olacaktı.21 Bu görüşe katılan Avrupalı bilim adamlarının gözünde Doğu sadece zamanda değil mekân boyutunda da mevcuttur. Nitekim Hobson’un 18 James Morris Blaut, The Colonizer's Model of the World, Geographical Diffusionism and Eurocentric History, Guilford Press, New York, 2000, p. 4. 19 John M. Hobson, The Eastern Origins of Western Civilisation, University Press, Cambridge, 2004, p. 2 20 Hobson, op. cit., p. 9. 21 Blaut, op. cit., p. 6. 9 da ifade ettiği üzere Avrupamerkezciliğin ortaya koyduğu “Despotik Doğu” kuramı22 ‘dinamik Batı’nın, ‘durağan Doğu’ya karşı ebedi karşıtlığı imajına dayanmaktadır. Yukarıda anlatılanlar doğrultusunda Avrasyacılığın en çok tartıştığı hususlardan biri de Avrupa kültürel sömürgeciliğini eleştirmesidir. Trubetskoy, Savitski ve Suvçinski gibi yazarlar; Batıcıların dünya tarihini genel Avrupamerkezci yorumlayışları çerçevesinde Rus tarihini yanlış izah ettikleri kanaatindedirler. Bu bağlamda Avrasyacılar epistemolojileri açısından çok önemli olan iki konuda romantik bir ikilem içerisindedirler. Yani bir tarafta Avrupa’ya, dolayısıyla moderniteye karşı kültürel farklılığı korumaya gayret etmekteyken, diğer tarafta ulusun bütünlüğünde ifadesini bulan belirli bir ortak kültüre vurgu yapmaktadırlar.23 Avrasyacı düşüncenin en önemli çizgisi Nikolay Trubetskoy’un “Avrupa ve İnsanlık” eserinde görülmektedir.24 Eserde Trubetskoy, Romen-Cermen Avrupa kültürünü reddetmektedir. Burada ‘kültürel üretim’, ‘gelişim’ ve ‘ilerleme’ gibi Rus Batıcılarının sık sık vurguladıkları kavramlar kesin bir dille eleştirilmektedir. Trubetskoy’a göre, dünyanın gelişimi üzerinde egemen olan evrensel tarihsel yasanın kabul edilmesi, tam da ilerlemenin en tepesine kendi varsayımsal konumunu yerleştiren ve gelişmenin aşamalarında da bunu güvenceye alan Avrupa uygarlığının evrensel tarihe dair geliştirilen idealleri ve bunun yanlış dayanaklarını kabul etmek anlamına gelmektedir: 25 “Evrim merdiveni”, “gelişim aşamaları” gibi tüm kavramlar derin egosantrik mahiyettedir. Bu kavramların temeli, insanlığın gelişmesini evrensel ilerleme adlandırdıkları yol olması ve bu yolun da kesin düz çizgisel olduğu düşünceleridir. Güya insanlık bu çizgi boyunca ilerlemektedir, ancak belirli halklar bu çizgi üzerinde farklı noktalarda durmaktadır… Bazılarının çok uzaklara gittiği bu çizgide birileri ise oldukları yerde kalmaktadır… Oysa beşeri evrimin bütünü, insanlığın artık ayak bastığı her hangi bir özel noktada dahi her bir halkın nevi şahsına münhasır kalmasıdır… Çağdaş insanlık bütün tamlığı ile bir çeşit açılmış 22 Batılı ve Batılı olmayan toplumların uygun olarak rasyonel ve irrasyonel kurumlara sahip olmalarına göre yapılan ayrıma dayanan Avrupamerkezci kuram için bkz, Hobson, op. cit., pp. 15–16. 23 Bu düşünceler zaman zaman Konstantin Leontyev gibi Rus düşünürlerinin mirasından türetilmiştir. Leontyev, Orta çağ Avrupa’sında görülen kültürel farklılıkları veyahut Osmanlı ve Romanovlar gibi emperyal devletlerin kültürlerini birörnekleştiren modern Avrupa’nın dar kafalı burjuva ve mekanik uygarlığına karşı çıkmıştır. Bkz, Frederick Charles Copleston, Philosophy in Russia, Search Press, Notre Dame, 1986. pp. 188–190. 24 Trubetskoy, “Evropa i Çeloveçestvo…”, op. cit., p. 17. 25 Ibid. 10 ve parçalarına ayrılmış film karelerini anımsatıyor ve değişik halkların kültürleri birbirinden ortak evrimin değişik aşamalarında olması ile ayırt ediliyor.” Aktardığımız bölümden de anlaşıldığı üzere Trubetskoy, Avrupalıların “egosantrik” psikolojileri dolayısıyla kendi konumlarını gelişim yolunun en üstüne yerleştirdiğini iddia eder. Bu durum, Avrupa’nın, gelişmenin hem başlangıcı hem de sonu olmasını ifade etmektedir.26 Oysa Avrupalıların da uzak geçmişlerinde vahşiliklerini gösteren tarihsel gerçeklikler vardır. Ne yazık ki bunlar herhangi bir eleştirinin konusu değildir. ‘Vahşi Avrupalılar’ gerçeğinin de gösterdiği üzere, gelişimin evrensel prensipleri geçerli değildir. Ayrıca “vahşi kültür” kavramı herhangi bir anlamlı içerikten mahrumdur. Bugünkü Avrupalı bilim adamları onu hem kendi uzak geçmişleri hem de Eskimo ve Afrika gibi kültürlere uygulamaktadırlar ki, bu kültürler arasında ortak bir noktanın olmadığı gün gibi açıktır. Bu bağlamda, onların “vahşi” olarak nitelendirilmesi yanlıştır. Sadece bu kültürler Avrupa uygarlığından farklıdırlar. Avrupalı bilim adamlarının “vahşi” kültürlerin “durağan” olduğuna dair görüşleri onları bir görme bozukluğunun kurbanı yapmaktadır. Tarihin herhangi bir verili anında Avrupa uygarlığından farklı bir kültür, gerçekte neyse odur. Bu nedenle de ortak özellikler arayan Avrupalı bilimcinin “vahşi” kültürde herhangi bir dinamizm arayışı sonuçsuz kalacaktır. Avrupalılar için mevcutluk göstermeyen bu kültürlerin tarihi, onların kendi üyeleri için anlamlı olaylarla dolu bir dinamik süreçtir.27 Avrupalı olmayan halklar kendilerinin geriliği hissine kapılarak, kendi tam olamayışlarına göre, aşağılık kompleksine kapılmaktadırlar. ‘Gerilik’, bu halkları Avrupalılaşma yoluna iten bir “meşum yasadır”.28 Trubetskoy’u en çok rahatsız eden şeylerden biri de bu husustur: “Avrupalı olmayan halkların Avrupalılaşma çabaları”. Bir halkın tamamen farklı bir kültürde asimile olmasını sorgulayan Trubetskoy, “asimilasyon sadece antropolojik birleşmede olanaklıdır” sonucuna ulaşır.29 Yabancı bir kültürün kısman asimile ettiği durumlar ise kültürel yabancılaşmaya ve kısırlığa eşdeğerdir. Bu yüzden de 26 “Nesnel olacakları yerde Avrupalılar kendilerini ve kültürlerini beşeri gelişimin tacı yaptılar.” Bkz, Ibid., p. 20. 27 Ibid., pp. 33–35. 28 Ibid., p. 24. 29 N. P. Trubetskoy, “The Legacy of Genghis Khan, Anatoly Liberman”, The Legacy of Genghis Khan and Other Essays on Russia's Identity, ed., Ann Arbor, Slavic Publications, Michigan, 1991, p. 36, 44. 11 başka bir ulusun kültürünü kabul eden ulusun yaratıcı olamayacağını iddia etmektedir. Çünkü onun kültürü durgunlaşmakta, yozlaşmakta ve yok olmaktadır. Trubetskoy’a göre, Romen-Cermen kültürü hiçbir şekilde diğer herhangi bir kültürden ne daha iyi ne de daha kötüdür. Başka bir ulusun kültürü ile rekabet etmek ise kesinlikle yanlıştır, çünkü bu yarışan ulusun yaratıcı potansiyeline engel teşkil edecektir. Belirttiğimiz görüşlerden de anlaşılacağı üzere Trubetskoy, Avrupalılaşma çabalarını kesinlikle küçümsemektedir. Avrupalılaşmanın en tahripkâr sonuçlarından birisi olarak gördüğü şey ise ulusal birliği yok etmesi yani halkların ulusal yapısını bozmasıdır. 30 “Avrupalılaşma toplumda yukarıdan aşağıya doğru tezahür ediyor ki, ilk olarak da üst kesimleri kapsıyor, bu nedenle de Avrupalılaşmış seçkinler ile Avrupalı olmayan halk arasında derin kültürel uçurum yaratmaktadır… Avrupalı olmayan bir halkın Avrupalılaşması kendisine olan saygısını kaybetmesine yol açar… Ulus kendi tarihini Avrupa’ya özgü bakış açısından değerlendirmeye başlamakta, bu yüzden de Avrupa kültürü ile çelişen her hangi özelliğini, kötülüğün ve geriliğin alameti olarak algılamaktadır.” Bu bağlamda önemle vurgulamak gerekmektedir ki yukarıda aktardığımız Trubetskoy’un Rusya’da yaşanan Batılılaşma çizgisi, Osmanlı’daki Avrupalılaşma hareketleri ile birebir benzerlik göstermektedir. Tarık Zafer Tunaya’nın belirttiği üzere, Osmanlı’da Batılılaşmak amacıyla yürütülen reform hareketi Rusya’da olduğuna benzer bir şekilde toplumda yukarıdan aşağıya doğru gerçekleştirilmiştir.31 Nitekim Avrasyacılar, Büyük Petro’nun reformları ile başlayan süreci Rusya’da baş gösteren kötülüklerin kaynağı olarak görmektedirler. Ayrıca bu kanı, Petro sonrası devam eden Batılılaşma hareketlerine karşı bir tepki olarak oluşan muhafazakâr aydınlarca da paylaşılmıştır. Trubetskoy’a göre, zamanla yönetici bürokrasi ile toplumun bazı muhalif eğilimli kesimleri arasında bölünme olduğu doğrudur. Fakat küçük Slavofil çevreler hariç, çatışmacı taraflardan hiçbiri Avrupalaşmaya şüpheyle bakacak düşünceleri ortaya çıkarmamıştır.32 Aksine muhalefet, iktidarı ülkeyi yeterince hızlı ve sürekli Avrupalaştırmamakla eleştiriyordu. Avrasyacılar Petro’ya yönelttikleri eleştirilerde 30 Ibid., p. 49 ve 51. 31 Oysa Tunaya’nın da ifade ettiği gibi Batıdaki ıslahat hareketleri halkın inisiyatifi ve katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Tunaya’ya göre Batının üstünlüğünün Rusya’da batıcılar, Osmanlı’da da Tanzimatçılar, daha sonra ise Genç Osmanlılarca kabul görmesi diğer bir ortak noktadır. Bu konuda bkz, Tarık Z. Tunaya, Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri, Yedigün, İstanbul, 1960, ss. 63-67. 32 N.P. Trubetskoy, “Mi i Drugie”, Evraziyskiy Vremennik, IV. Kitap, Berlin, 1925, içerisinde, pp. 67–81. 12 Slavofil düşünürlerden daha sert bir tutum sergilemektedirler. Çünkü Avrasyacılara göre, Petro, gerçekleştirdiği reformlarla Rusya’ya güç sağlayan temelleri tamamen ortadan kaldırmıştır. Örneğin, ilahiyatçı Georgi Florovski daha 1922 yılında Avrasyacı harekete bağlı olduğu dönemde I. Petro’nun halk için anlaşılmaz olan Avrupa başlangıcını kabul ettiğini yazmıştır. Florovski’ye göre gerçekleştirilen Ekim Devrimi’ni aslında Petro-sonrası Rusya’sının bir muhakemesi olarak görmemiz gerekmektedir.33 20. yüzyıl başlarında Oswald Spengler, Batıyı çöküş aşamasındaki bir uygarlık olarak adlandırmıştı. Ancak Trubetskoy onunla bu görüşü paylaşmamaktadır. Çünkü Trubetskoy’a göre, “Romen-Cermenlerin gaz, makine ve beton uygarlığı” her zaman pazarlar, ham maddeler ve ucuz işgücü için avlanan güçlü, korkutucu, saldırgan, yırtıcı bir güç olarak durmaktadır. Avrupa’nın evrensel insanlık tarihi kavramsallaştırmaları ise yaşlılığının işaretleri değil, sömürgeciliğinin kurnazca maskelenmesidir. Avrupalı olmayan entelijensiyanın görevi ise Avrupa’nın üstünlüğü ve onun gelişmenin önderi olması mitini yaygınlaştırmaktır. Entelijensiyanın propagandasını yaptığı “Avrupa kültürü”, Avrupa sömürgeciliğinin ideolojik aracı olup, Avrupa’nın tüm insanlık üzerindeki üstünlüğünün propagandası yapmakta ve onun hayat tarzı dünya halklarına dikte etmektedir. Trubetskoy’a göre, bu propagandanın başarısındaki saklı nedenler Avrupa’nın bilim ve kültüründe aranmalıdır. Çünkü her ikisine de hegemonya ve hiyerarşi derinden nüfuz etmiştir. Değişik bilim dallarında kodlaştırılmış hegemonya ve hiyerarşi unsurları Avrupa sömürgeci istismarını kolaylaştırma aracından başka bir anlam ifade etmemektedir: “Yargılayıcı değerlendirmeler ebediyen etnografya ve kültür tarihinden tasfiye olunmalıdır. Benzer şekilde tüm yargılayıcı değerlendirmeler her zaman egosantrizme dayandığından genel olarak tüm değer biçen disiplinler de tasfiye edilmelidir. Üst ve alt kültürler yoktur. Sadece benzer ve farklı olanlar vardır. Bizimkilere benzer olanların üst, farklı olanların ise alt olarak ilan edilmesi keyfi, bilim dışı, naive ve nihayet basitçe akıl karı değildir. Avrupa’nın yargılayıcı disiplinleri, özellikle etnografya, antropoloji ve kültür tarihi gerçek bilimsel disiplinler o zaman olacaklar ki bu derinlere nüfuz etmiş uydurmaların üstesinden gelecek ve bunun sonuçlarını tam da yöntem ve önermelerinden arıklayacaktır.”34 33 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz.; Georgiy Florovski, O Patriotizme Pravednom i Grexovnom, Na Putyax, II. Kitap, Gelikon, Berlin, 1922, içerisinde, pp. 230–293. 34 N. P. Trubetskoy, Russkaya Problema, Na Putyax, Gelikon, Berlin, 1922, içerisinde p. 314. 13 Trubetskoy’un Avrupa kozmopolitanizmi eleştirileri bize romantizmin her çeşit evrenselliğe karşı tutkulu protestolarını anımsatmaktadır.35 Alman romantizminin en önde gelen isimlerinden Herder’e göre, eğer milletlerarası bir barışın kalıcı olması isteniyorsa, evrensellik iddialarından vazgeçilmelidir. Savaşların baş sebebi farklı milletlerin insanlarını standart bir insanlık potasında eritmek isteğinden kaynaklanmaktadır. Oysa Herder’e göre, dünya ideal topluma doğru ancak çok merkezli “Volk” birimler halinde ilerleyerek ulaşabilir.36 Trubetskoy ise hümanizm ve kozmopolitanizm terimleri ile Avrupalıların “Avrupa halkları” ve “Avrupa Uygarlığı”nı ifade ettiklerini iddia etmektedir.37 Trubetskoy’a göre, Avrupa kozmopolitanizmini değerlendirirken, “insanlık”, “evrensel beşeri uygarlık” ve benzeri terimlerin alabildiğince yanlış kurgulandığı unutulmamalıdır çünkü bu terimler belirli etnografik kavramları maskelemektedir. Avrupa kültürü tüm insanlık için geçerli olan bir kültür değil, özgül bir etnik grubun tarihsel ürünüdür. Kozmopolitan evrenselciliği “pan-Romen-Cermen şovenizmi” şeklinde tanımlayan Trubetskoy daha sonra “Romen-Cermenler’in her zaman “naive” bir şekilde sadece kendilerinin beşeri varlıklar olduklarına inandıklarını ifade etmektedir. Trubetskoy’a göre, Romen-Cermenler kendilerini ‘insanlık’, kültürlerini ‘evrensel beşeri kültür’ ve kendi şovenizmlerini ise ‘kozmopolitanizm’ olarak adlandırmaktadırlar.”38 1.2. Panslavizm ve Avrasyacılık Batıcılık akımında olduğu gibi Slavofilizmin ve daha sonraları onun saldırgan milliyetçiliğe dönüşmüş şekli olan Panslavizm’in tarih görüşünün odak noktası Rusya ile Batı Avrupa ilişkileridir. Hem Slavofiller hem de Panslavcılar Rusya ile Batı Avrupa arasında bazı temel farklılıklar görmekte olup, bu farklılıklar ekonomikten ziyade kültürel niteliktedir. Panslavcılar, Slavofil düşünceden hareketle insanlığın geleceğini demokratik olmayan otoriter bir yapıda görmektedirler. Burada Slavofilizmin soyut ve bütünlükçü tarih vizyonu Panslavcıların temel bakış açısını oluşturmaktadır. Slavofil öğretide, Batı 35 Isaiah Berlin, Romantikliğin Kökleri, çev. Mete Tuncay, İstanbul, YKY, 2004, s. 86; Robin G. Collingwood, Tarih Tasarımı, çev. Kurtuluş Dinçer, Doğu Batı, Ankara, 2007, s. 26. 36 Süleyman S. Öğün, Mukayeseli Sosyal Teori ve Tarih Bağlamında Milliyetçilik, Alfa Yay., İstanbul- Bursa, 2000, s. 16. 37 Trubetskoy, “The Legacy of…”, op.cit., pp. 1-64. 38 Ibid., p. 7. 14 gelişimini moral olarak bozulmuş kaynaktan almaktadır. Homiyakov, Rusya Batı zıtlığında özellikle moral ölçütlere dayanarak Avrupa’nın tamamen olumsuz resmini çizmektedir. Ona göre Avrupa normları ve ilkeleri tamamen yapay ve biçimsel niteliklerdedir. Homiyakov’a göre örneğin, batılı hukuk anlayışı “negatif bağımsızlığa”, Rusya’daki karşılığı ise “pozitif bağımsızlığa” dayanmaktadır. Birincisi toplumda kendisini kavga ve ayrımlaşmada ifade ederken, ikincisi uyum ve işbirliğini öne çıkarmaktadır.39 Avrasyacılar, Slavofil ve Panslavcı düşünürlerin (özellikle de Danilevski’nin) Avrupa eleştirilerini paylaşmaktadırlar. Onlara benzer bir şekilde bütünlükçü bir felsefeyle Avrupa bireyciliğini ve dünya tarihinin Avrupamerkezci yorumunu reddetmektedirler. Çünkü Avrasyacılar için, “Batı”nın belirlediği evrensel değerlerin arkasında herkese yönelik geçerliliği olan Roman-Cermen kültürü olduğundan, hegemonyası kabul edilemez. Bu aynı zamanda liberal demokrasinin batılı şeklinin ve onun hukuk devletinin, parlamentarizminin ve bireye yönelik insan haklarının da reddiyesidir. Avrasyacılar, batılı değerlere yönelik karşı tezde kişi ve devletin organik birliğine, başka bir deyişle “senfonik kişilik” ve Rus Ortodoksluğunun cemaat ilkesi olan “sobornost”a dayanan güçlü otoriter bir devlet fikrini geliştirmektedirler.40 Avrasyacıların devlete bakışı, Slavofil düşünceden farklı durdukları temel noktalardan biridir. Slavofiller devlete zorunlu şer olarak bakmaktayken, Avrasyacılar güçlü devlete güven duymaktadırlar. Bu bakımdan onlar Herder ve Fichte’den ziyade Hegelyen bakışa yakındırlar ve tasarladıkları Avrasya ulusunu, tıpkı Hobbes gibi devlet dışında düşünemezler.41 39 Bu bağlamda Homiyakov, Batılı devlet anlayışını da eleştirmektedir. Batının bütün sosyal ve ahlaken durağanlığının nedenini Batılı devletin tamamen bürokratik bir mekanizma olarak merkezileşmesinde görür. Bu durum, ‘bölgesel çıkarların ve yerel hayatın’ gelişmesinin önünde en büyük engeli teşkil etmektedir. Bkz, Sergey Horujy, op. cit., p. 34. 40 Christian F. Wehrschutz, “Rus Fikriyatının Parçası Olarak Avrasyacılık”, Uygarlığın Yeni Yolu Avrasya, der., Murat Yılmaz, Erol Göka, Der. Yay., İstanbul, 1998. içerisinde, s. 27. 41 Etatizm tutkusu zaman zaman Bolşevizm’e benzetilmelerine neden olmuştur. Bu cenahtan kendilerine karşı gelen “Ortodoks Bolşevizm” eleştirilerini Bolşevizm’i Batı medeniyetinin en olumsuz sıfatı şeklinde betimleyerek geri çevirmektedirler. Trubetskoy’a göre Bolşevizm’in özü itibariyle anti-milli nitelikte olması ve buraya Komünizmin tanrısız, dolayısıyla yıkıcı, Avrasyacılığın ise dini, dolayısıyla yaratıcı akım olmasının eklenmesi onu Rus toplumuna yabancı kılmaktadır. Bkz, N.P. Trubetskoy, “Mi i Drugie”, Osnovi Evraziysvta, ed., Aleksandr Dugin Arktogeya-Çentr, Moskova, 2002, içerisinde, pp.188–192. 15 Bilindiği gibi, komün hayatı ve Batı etkisi Slavofil kavramsallaştırmanın iki temel köşe taşını oluşturmaktadır.42 Slavofillere göre eski Rus toplumunda ne özel mülkiyete dayanan toplumu çözücü bencillik, ne de toplumun kesin tabakalara ayrılması ve bundan doğan düşmanlıklar bilinmektedir. Toplumu birlik içinde tutan bağ, “moral bağlar ve ortak inanç” olmuştur. Köy komünü olan obşçina ve yaşlılar kurulu olan mir temel toplumsal birimlerdir.43 Bu bağlamda Konstantin Aksakov’un Rusya – Batı karşıtlığında “içsel gerçek” – “dışsal gerçek” ayrımı, İvan Kiriyevski’nin “rasyonalizm eleştirisi”, Homiyakov’un “konsilcilik”i Avrasyacı düşüncenin değişmez postülası olarak kabul edilmektedir.44 Ayrıca Avrasyacılığın üzerinde çok durduğu “sobornost”luk ilkesi de hatırlanacağı üzere Slavofiller tarafından ülküleştirilmiştir. Slavofil ve Panslavist düşüncelerde ‘organik görüş’ olarak nitelendirilebilecek bir bakış açısıyla sosyal hayat canlı bir organizma olarak algılanmaktadır. Burada her türlü dış etkinin, toplumun sağlıklı bir şekilde varlığını sürdürmesine bir tehdit oluşturduğu ifade edilmektedir. Bu doğrultuda Petro öncesinin “eski” Rusya’sı ile Petro sonrasının “yeni” Rusya’sı arasında ayrım gözetilmektedir. “Eski’ Rusya organik hayata tekabül etmektedir ve burada toplumsal birlik sağlanmış durumdadır. “Yeni” (modern) Rusya ise organik olmayan bir hayata sahiptir ve buna göre de parçalanmış ve durağandır.45 Avrasyacılar Slavofillerin Batı etkisi bakımından “eski” ve “yeni” Rusya ayrımını kabul etseler de bu görüşü kültürel anlamda mutlaklaştırmamaktadırlar. Çünkü kültürel yaratıcılığın yapay ve sentezsel oluşu Slavofiller ve özellikle de Panslavcılar açısından olumsuz ve kabul edilemezdir. Onlara göre, kültürler arası etkileşimler verimli olamaz, ancak burada Bizans’tan tevarüs olunan Ortodoksluk hesaba katılmamaktadır. Onlar için Rus olmak demek temelinde Ortodoksluğun ruh verdiği Rus kültürüne sahip olmak demektir. Ancak Avrasyacılar, çalışmanın sonraki kısımlarında belirteceğimiz üzere Ortodokslukla beraber Rus kültürünün oluşmasında Slav ve Turan unsurlarının birleşmesine de vurgu yapmaktadırlar. 42 Horujy, op. cit., p. 35. 43 Walicki, op. cit., s. 98; Dmitry V. Shlapentokh, “Eurasianism, Past and Present”, Communist and Post- Communist Studies, Vol. 30, No. 2, 1997, p. 131. 44 Slavofillerin toplum felsefeleri için Bkz, Nemçev İ.A., Slavyanofilstvo v İstorii Rossiyskovo Konservatizma XVIII – Naçala XX vv., 1998. passim. 45 Horujy, op. cit., p. 35. 16 Bu tür kültür tanımlaması, Rus entelektüel tarihinde kesin bir kırılma noktası olmakta ve Avrasyacıları, tamamen ayrı bir konuma yerleştirmektedir. Oysa Büyük Petro döneminden itibaren Rusya, Batı ve Hıristiyan dünyasıyla tanımlanmıştır. Riasanovsky’nin vurguladığı üzere, “…hatta Batıya karşı çıkan Ruslar, örneğin resmi milliyetçiliğin taraftarları olan Slavofiller ve yahut aşırı muhafazakârlar, Batıya karşı kendi programlarını esasen kendi soydaşları ile girdikleri tartışmalarda formüle etmişlerdir”.46 Herzen bu durumu, “iki düşman kardeşin”, çekişme ve zıtlaşmalarında, Rus ulusal bilincinin oluşumunu hazırlayan karmaşık bir süreç olarak tanımlamıştır.47 Görüldüğü üzere Avrasyacılar, Slav milliyetçilerinin Avrupa’nın Rusya üzerindeki olumsuz etkisini yorumlayışlarına kısmen katılmakla beraber, Rus kimliğinin sadece Slav unsurlardan oluştuğu fikrini reddetmektedirler. Onlar için kültürel değerler daha önemlidir. Nitekim ‘Slavlık’ kavramını daha az anlamlı bulunmaktadır, çünkü Lehler ve Çekler de Slav sayılmalarına rağmen kültürel olarak farklı bir dünyaya, yani Batı kültürüne dâhildirler.48 Avrasyacıların anladığı anlamda Rusluk, Doğu-Slav ve Tatar-Moğol halklarının ve geleneklerinin karışımından oluşmaktadır. Çalışmamızın diğer başlıklarında da belirteceğimiz üzere, bu görüş Slavofil düşünceden farklı olarak Rus emperyalizminin çok uzun sürede oluşan geleneği ile de uyuşmaktadır. Alman romantik milliyetçiliği, özelliklede Herder, milleti ırksal ve biyolojik olmaktan ziyade kültürel bir varlık olarak tanımlamıştır. Burada “halk” (Volk) kavramının doğal ve somut sınırları ancak konuşulan ortak dildir. Dil birliği göstermeyen hiçbir topluluk, gerçek olamaz. Slavofillerin de ilham aldığı bu romantik Alman düşüncesi, Avrasyacı entelijensiyanın yorumunda yeni bir veçhe kazanmıştır. Avrasyacılar ise dil unsurunu ikinci planda görürlerken, daha ziyade coğrafyanın belirlediği ortak yaşam alanına dayanan tarihsel kader birliğini, toplulukların gerçek varlık nedeni kabul etmektedirler. Bu görüşe göre, Rusya’nın özgünlüğünü öncelikle ülkenin tabii coğrafi yapısı/konumu belirlemektedir. Tanıl Bora’nın da ifade ettiği gibi Avrasyacı tasarımın kalbinde, romantik Alman milliyetçiliğinin “kan ve toprak” şiarından farklı olarak “kandan 46 Nicholas V. Riasanovsky, “The Emergence of Eurasia”, California Slavic Studies, No. 4, 1967, p. 63. 47 Alexandre Koyré, 19. Yüzyıl Başlarında Rusya’da Batıcılık Ulusçuluk ve Felsefe, çev, İzzet Tanju, Belge Yay., Ankara, 1994, s. 11. 48 Wehrschutz, op. cit., p. 28. 17 önce toprak” ilkesi yatmaktadır. Toprağın, yani coğrafî alanın bütünlüğü, etnik ve millî kimliklerden daha belirleyici ve daha kutsaldır.49 Örneğin Savitski, Rusya’nın özgünlüğünden bahsederken “Avrupa–Asya” ayrımının yanlış olduğunu ifade etmiştir. 1925’de yazdığı bir makalesinde, Doğu Avrupa platosunun coğrafi olarak Batı Sibirya ve Türkistan’a, Batı Avrupa’dan daha yakın olduğunu belirtmiştir.50 Bu özgün coğrafya, tarihsel süreçte kendine özgün kültürü de oluşturmuştur. Trubetskoy, Avrasya coğrafyasını Rus kimliğinin ve ulusal karakterinin belirleyicisi olarak tasarımlamıştır. Ona göre, insanlar kendi varlıklarını folklorları (kültürleri) sayesinde – ki tamamen Rusların manevi varlıklarının tecessümüydü – anlamaktadırlar. Bu, kültürün en doğru kaynağıdır; çünkü mutluluk maddi kültürden değil, manevi hayatın tüm veçheleri ile uyumundan meydana gelmektedir. Bireyin kendisini ifadesinde ulusal kültür merkezi rol almaktadır. Birey de kendi varlığında ulusal kültürün parlak örneğini teşkil etmektedir. Bu sebeple, ortak coğrafyada ulusal karakterleri şekillenen halkların, kültürleri de benzer olacaktır. Evrensel insan (dünya) kültürü ise mümkün değildir. Çünkü “farklı ulusal karakterlerin ve psikolojik tiplerin çoğulluğunun göz önünde bulundurulmasıyla, “evrensel kültür”e vurgu yapılması ya manevi değerleri tamamen inkâr edilerek, sırf maddi ihtiyaçları tatmine yönelecek, ya da yalnız bir etnik grubun ulusal karakterini bir hayat şekli gibi tüm diğer insanlara kabule yöneltecektir.51 Trubetskoy’a göre bu, politik düzeyde küçük etnik gruplar için Avrupa-tarzı milliyetçiliğin reddidir, çünkü bu tarz bir milliyetçilik derin bir öz-bilinci değil, Avrupa modernliğinin taklidini yansıtacaktır. Aynı nedenden dolayı Trubetskoy, erken Slavofillerin orijinal düşüncelerinin başlangıçta kendisinin “öz-bilinçlenmede” “doğru” olarak tanımladığı milliyetçiliğe yakın olduğunu, fakat daha sonra (Panslavcı programlarla) Batı Avrupa milliyetçiliklerine daha çok benzemeye başlamakla “yanlış” milliyetçilik olarak yozlaştığını savunmaktadır. Avrasyacıların Panslavcılardan (Slavofillerden) farklı olduğu diğer bir nokta da Batı eleştirilerinde sergiledikleri radikal duruşlarıdır. Trubetskoy, Savitski, Suvçinski gibi Avrasyacılar Slavofilleri, Rusların sadece Avrupa’da değil, Asya’da da yaşadıkları 49 Tanıl Bora; “Rusya’da Radikal Sağ ve Avrasyacılık”, der., Murat Yılmaz, Erol Göka, Uygarlığın Yeni Yolu Avrasya, Belge Yay., İstanbul, 1998, içerisinde s. 114. 50 Savitskiy, op. cit., p. 27. 51 Trubetskoy, “Evropa i Çeloveçestvo…” , op. cit., p. 78. 18 gerçekliğini kabul etmemelerinden dolayı eleştirmişlerdir.52 Aleksey Homiyakov ve Dostoyevski’nin zaman zaman Batının kültürel değerlerinin hak ettiği saygı ve onun “kutsal taşları” hakkında söyledikleri, Avrasyacı söylemde düşünülemez ve kabul edilemezdir. Örneğin Homiyakov, Rusya’yı, Asya’nın (Tatar) Batıyı tehdidine karşı bir siperi olarak görürken53 Dostoyevski de, “Avrupa’da biz yersiz yurtsuz köleleriz, Asya’da ise hükmedeniz; Avrupa’da bizler Tatarlardık, Asya’da ise Avrupalıyız”54 sözleriyle Rusya’nın Asya’yı Avrupalılaştırması misyonundan bahsetmektedir. 1.2.1. Slavofil Düşünce Gördüğümüz gibi Avrasyacılık epistemolojik düzlemde Rusya–Batı Avrupa ilişkilerini temel alırken 19. yüzyıl Rus düşüncesinin ana akımları olan Batıcı ve yerlici hareketlerle aynı çizgide durmaktadır. Fakat onları bütün diğer görüşlerden ayıran temel fark Rus tarihine getirdikleri farklı yorumlarıdır. Slavofil tarihçiliği ile önemli benzerliklerin olmasına rağmen Avrasyacılar tarih görüşlerinde, Rusya üzerindeki 13.–15. yüzyıllardaki Tatar–Moğol hâkimiyetini baskıcı bir boyunduruk olarak görmezler. Daha çok Tatar hâkimiyetinin pozitif, yapıcı yönleri vurgulanmaktadır. Hatta Rusya’nın özerk gelişiminin ancak Tatar etkisiyle mümkün olduğunu, birliği sağlanmış Moskova Devleti’nin temelinin de bu süreçte atıldığı ifade etmektedirler.55 Bu konuda Savitski şunları yazmaktadır56: “‘Tatar hâkimiyeti’ olmasaydı Rus devleti de olmazdı. Rusya, Büyük Hanların takipçisidir. Cengiz Han’ın, Timur’un devamcısıdır. Asya’nın birleştiricisidir. Kendi içinde ‘yerleşiklik’ ve ‘bozkır unsurlarını’ birbirine bağlayan, çok derinlere giden bir geleneğin taşıyıcısıdır.” Avrasyacıların tarih görüşü ile ortaya koydukları farklı bir Rus kimliği kavramsallaştırması beraberinde farklı bir mekân algısını da getirmektedir. Buradaki farklılıktan kastedilen, Rusya’nın Batıya karşı özgünlüğünü belirleyen kültürel olgulara mekân faktörünün de eklemlenmesi ile jeopolitik yönelimlere temel hazırlanmasıdır. 52 Bkz, İskhod k Vostoku, Sofya, RBK, 1921, p. VII 53 Aleksey Homiyakov, İzbrannie Statyi i Pisma, Gorodeç-Izdat, Moskova, 2004, p.453. 54 Fyodr M. Dostoyevski, Dnevnik Pisatelya za 1877 god, 3. Cilt. Zaharov, Moskova,2005, p. 609. 55 Wehrschutz, op. cit., p. 29. 56 Pyotr Savitski, Kontinent Evrazii, Agraf, Moskova 1997, p. 29. 19 Böylece, Rusya’nın Avrasya ile diyalektik özdeşliği kurularak bunun Avrupa ile Asya arasında ayrı bir uygarlık olduğu düşüncesi ileri sürülmektedir.57 Nitekim aşağıdaki bölümlerde Avrasyacıları Slavofil düşünceden belirgin bir şekilde ayırt eden ve Avrasyacı dünyagörüşün temel postülalarını sunan tarih (zaman) ve coğrafya (mekân) algılamaları irdelenecektir. 1.2.1.1. Rus Avrasyacılığının Tarih Anlayışı Yukarıda belirttiğimiz üzere Avrasyacılık, Avrupamerkezciliği reddetmekle kalmayıp onun yerine kendi tarih felsefesini ikame etmektedir. Avrasyacı entelijensiyaya göre kültürel birlik, coğrafi bütünlük ve etnografik tamlık olarak Avrasya’ya dair bütüncül bakış yeniden gözden geçirilmeli ve ‘sistemli’ bir proje olarak işlenmelidir.58 Gerçekten de Rusya İmparatorluğunun Avrasya olarak yeniden dönüşümünün sağlanmasını amaç edinen herhangi bir düşünsel projede tarih çok önemli bir yere sahip olacaktır. Çünkü tarihçi bir okula dayanmaksızın hiçbir milliyetçilik başarılamaz ve bir tarih kurgusuna oturmayan hiçbir millet yoktur. Milliyetçiler, milli tarihlerini milletlerinin varlık sebepleri olarak görürler. Bu bağlamda, sosyal teori, milliyetçi tarih bakışına eleştirel yaklaşmaktadır. Bunun en uç örneği, tarihin öznel amaçlarla kurgulanmasını tarihsicilik olarak adlandıran Karl Popper’da görülmektedir.59 Ernest Gellner’de milliyetçi entelijensiyanın tarihçiliği “icat”, Benedict Anderson’da ise “hayal etme” şeklinde ifade olunmuştur. Anthony D. Smith ise milliyetçiliğin karakterinde ‘tarihsiciliğin’ olduğunu onaylamakla beraber, bir dereceye kadar ‘tarihsel’ olduğunu da ifade etmektedir.60 Kendisinin etno-sembolizm metodolojisine uygun olarak, ‘etno-tarih’ terimini kullanmaktadır. Smith’in etno-tarihten kastettiği, uzman tarihçilerin herhangi bir nesnel 57 Oysa Slavofil düşünce, Batı ile olan tüm anlaşmazlıklara rağmen Rusya’yı esasen Avrupa bağlamında görmektedir. Bu düşünceye göre Ruslar; Avrupalı, Slav, Ortodoks Hıristiyan bir ulustur ve yalnızca üstlendiği uygarlaştırma misyonu için Asya’ya doğru genişlemişlerdir. Rusların Asya’daki misyonları üzerine düşünceler için bkz, Robert D. Crews, For Prophet and Tsar, Islam and Empire in Russia and Central Asia, University Press, Harvard, 2006, pp. 241–292. 58 Avrasyacıların sistemli yaklaşımları için bakınız, Sergey Glebov, “A Life with Imperial Dreams, Petr Nikolaevich Savitsky, Eurasianism, and the Invention of “Structuralist” Geography”, Ab Imperio, 3-2005, pp. 299–329; 59 Öğün, op. cit., s. 25; Karl Popper, Tarihsiciliğin Sefaleti, Plato Film Yay., İstanbul, 2008; Andrew Vincent, “Popper and Nationalism”, Karl Popper, a century assessment, Popper's life and times metaphysics and epistemology, ed., Ian Jarvie, Ashgate Publishing, Farnham, 2006. içerisinde, pp. 157– 177. 60 Anthony D. Smith, Myths and Memories of the Nation, University Press, Oxford, 1999, p. 29. 20 veya sakin çözümlemelerinden ziyade, etnik üyelerin hatıraları ve kendi toplumsal geçmiş veya geçmişlerini anlamalarıdır. Bu tarz tarihsel söylemin üç boyutu vardır. Birincisi, bu çok taraflı ve tartışmalıdır. İkincisi, her zaman değişim konusudur ve nihayet küresel olarak eşitsizdir.61 Geçmiş de bugün olduğu kadar çatışma sahası olduğu için verili herhangi bir tarihte çoğu kez rekabet eden veya çatışan iki ya da daha fazla çeşitlemeyle karşılaşmaktadır. Etno-tarihlerin çok taraflı ve tartışmalı olması ise milli kimliklerin mütemadiyen yeniden yorumlanışı sürecine işaret etmektedir.62 Bu kapsamda, Rusya’da milli tarih anlatısı genel hatlarıyla 19. Yüzyılda, tarihçiler Karamzin ve Pogodin’inin başlattığı çizgide oluşturulmuştur. Bahsi geçen tarihçilerin ortak görüşüne göre Rusya, Rus unsuruyla tanımlanmaktadır. Yani, etnik kökeni itibarı ile Slav, kültürel olarak Avrupa’ya karşı mesafeli, Asya’ya ise tamamen yabancıdır. Avrasyacı tarih görüşünde ise belli başlı iki temel tez öne çıkmaktadır. İlk olarak, Avrasyacılar bugünkü Rusya’nın tarihsel kökleri arasında Kiev Rus’unu görmemektedirler. Analiz edeceğimiz üzere, tarihsel süreci Avrasya’nın organik bütünlüğü şeklinde algılarken Kiev Devleti’nin bu süreçte bir rol almadığı kanaatine sahiptirler. İkinci tez ise Rusya’nın kendine münhasır (sui generis) bir uygarlık olmasının Moğol dönemi ile ilişkilendirilmesidir. Bu görüşe göre Rusya bir çeşit Batı ve Doğu kültürlerinin birleşimi olup bu özgünlüğünü Cengiz Han döneminden itibaren Slav – Turan birleşiminden almıştır. Göründüğü gibi temel farklılıklar “Kiev” ve “Moğol” meselelerinde ortaya çıkmaktadır ki bu durum tam da Smith’in ifade ettiği milli kimliklerin yeniden yorumlanışı sürecine işaret etmektedir. Daha geniş bir ifade ile belirtirsek, resmi Rus ulusal tarih anlatısı çerçevesinde Rusya devletinin menşei, Varegler63 tarafından temeli atılan, Ortaçağ Kiev Rus’una dayandırılmaktadır. Bu anlatıda Rus toprakları üzerinde iki yüzyıldan fazla hüküm sürmüş olan Moğollar çelişkili bir role sahiptir. Bir taraftan onların esasen Avrupai Rus kültürü üzerinde hiçbir etkiye sahip olmadan (Batı Avrupa’ya kıyasla onun gelişmesini geciktirmesinden başka) kovulmaları, diğer taraftan ise vahşi dış güç olarak Rus devleti ve 61 Smith’in ‘eşitsizlik’ten kastı etno-tarihte dayanılan tarihsel kaynak ve belgelerin niceliğidir. Örneğin, Rus etnosunun tarihine dair yazılı belgeler yeteri kadarken, Türk etnosunun ilk çağları ile ilgili aynı şey söylenemez. 62 Ibid., pp. 16–17. 63 İskandinav kökenli etnoslar. 21 halkının birleşmesini sağladıkları dile getirilmiştir. Nikolay Mihayloviç Karamzin, “Moskova’nın büyüklüğünü Hanlardan aldığını” onaylamış, ancak aynı zamanda Rusya’da Aydınlanma’nın yaşanmamasından sorumlu olarak “barbar Asyalıları” görmüştür.64 20 ciltlik Rusya tarihinin yazarı olan Sergey Mihayloviç Solovyev ise, tuhaf bir şekilde Rus tarihinde en az iki yüzyıllık bir yeri olan Moğol etkisini görmezden gelmiştir.65 En nüfuzlu Rus tarihçilerinden biri olan Vasili Osipoviç Klyuçevskiy, Moğolları dönemin Avrupa’sı için en büyük tehdit olarak görmüştür. Klyuçevskiy’e göre, Rusya’nın tarihsel yazgısı Avrupa’yı Moğol saldırılarından korumaktan ibaret olmuş ve Avrupa’nın hiçbir zaman kabul etmediği bu hizmetin karşılığını Rusya onun gerisinde kalarak ödemiştir.66 Önde gelen Rus tarihçilerinden Aleksandr Evgenyeviç Presniyakov ise 1917 yılında Kiev Rus’unun hangi halka (Ruslara mı yoksa Ukraynalılara mı) ait olduğunu belirlemedeki zorluktan yakınmıştır.67 Avrasyacı entelijensiyanın tarihe bakışı yukarıda bazı cihetlerini verdiğimiz önde gelen Rus tarihçilerinin oluşturdukları bu çizgiden oldukça farklıdır. Çünkü, Avrasyacıların yaptıkları bir bakıma geriye yönsemeci (retrospektif) analizle tarihin romantik ve nostaljik bir biçimde milliyetçi çizgide dile getirilmesi ile gerçekten ihmal olunmuş bir tarihin bilimsel incelenmesinin bir araya getirilmesidir. Peki, o zaman Avrasyacı tarih felsefesinde çok önemli bir yere sahip olan “Cengiz Han” efsanesinin bilimsel dayanağı nedir? Kanaatimizce bunu anlamamız için coğrafya ve tarih arasında kurdukları bağlantıya bakmamız faydalı olacaktır. Örneğin Trubetskoy, Savitski’nin Avrasya coğrafyasına ilişkin varsayımlarına68 dayanarak Avrasya’nın ‘tarihsel şemasını’, 1923’te Savitski’ye gönderdiği bir mektupta tartışmaya açmıştır: 64 N. M. Karamzin, İstoria Gosudarstva Rossiiskogo, V. Cilt, 4. Baskı, Smardin, Sankt Petersburg, 1834, pp. 358 – 374. 65 P. M. Solovyev, İstoria Rossii s Drevneişikh Vremen, I. Cilt, İzdatelstvo Soçialno-Ekonomicheskoy Literaturi, Moskova, 1962, pp. 57 – 58. 66 V. O. Klyuçevskiy, Kurs Russkoy İstorii, II. Cilt, Moskova, Gosudarstvennoe Soçialno-Ekonomicheskoe İzdatelstvo, 1906, özellikle II Bölüm, pp. 44–45, 148. 67 A. E. Presniyakov, “Mesto ‘Kievskogo perioda’ v obshchey sisteme ‘Russkoy istorii”, A. E. Presniyakov, Lekçii po Russkoy İstorii, I. Cilt (Kievskiy Rus), Moskova, Gosudarstvennoe Soçialno-Ekonomicheskoe İzdatelstvo, 1938, içerisinde pp. 1–11. 68 Savitski coğrafi kavramsallaştırmasını Trubetskoy’un 1921’de yayımlanan “Avrupa ve İnsanlık” kitabını değerlendirirken açıklamıştır. P.N. Savitskiy, “Po Povodu broşiury N. P. Trubetskogo Evropa i Çelovechestvo”, Russkaya Misl, No. 1–2, 1921, pp. 119 – 138. 22 “Aşağıdaki antropolojik-coğrafi şemayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Avrasya kıtasının ana ekseni nispeten ormanla kaplanmış topraklarla tamamen ormansız olan ovalar (ve yahut stepler) sisteminden ibarettir. Bu sistem, kesintisiz bir halka şeklinde doğudan batıya doğru uzamakta ve kuzeyde büyük orman kuşakları ile güneydeki dağ silsileleri sistemi ile çevrelenmektedir. Ne ormanlar ne de dağlar Verkehrstrasse69 olarak gereksinimleri karşılayamazdı; Avrasya’nın doğusundan batısına tüm iletişim sadece stepler sistemi ile güvene alınabilirdi. Buna göre de doğudan batıya doğru burada sadece tekbir Verkehrstrasse olmuştur. Avrasya kıtasının tamamı enlemsel doğrultuda kuzeyden güneye doğru iletişimi emniyete alan birkaç nehir sistemi ile ayrılmıştır ki bu doğrultuda birkaç Verkehrstrasse bulunmaktadır. Bundan dolayı sonuç: stepler sistemini kontrol eden tüm kıta üzerinde de kontrolü sağlamış olur. Nehir sistemlerinden sadece birini kontrol eden kıtanın sadece sınırlı bir bölümüne sahip olur ve her zaman da zapt edilmek ve stepin yönetimi altına düşmek tehdidini taşımaktadır. İlk olarak, nehirlere dayanan devletler sadece Avrasya’da mevcut olmuştur: Kiev-Novgorod devleti (“Yunanlılardan Vareglere giden yol”), Bulgar, Hazar, Uygur ve diğerleri. Hepsi de stepte hâkim olanlar tarafından zapt edilerek yok edilmiştir. Fakat stepte hâkim olanların kendileri de organize olamamış ve birleşememişler; step sisteminin sadece bir kısmında kontrol sağlamışlar. Cengiz Han tüm step sistemi üzerinde kontrolü sağlıyor ve nehirlere dayalı devletler derhal birer birer düşüyor: Avrasya’nın birleşmesi tamamlanmıştır. Yine de, Cengiz Han’ın temel hatası (ve tüm diğer büyük Turan fatihlerinin) Avrasya’nın doğal sınırlarının dışına çıkması ve bir defasında çok fazlasını fethetmesidir. Avrasyalı olmayan (ya da sadece Asyalı olan) Çin, Hindistan, Pers ve aynı zamanda Avrupa ülkeleri çok kısa zamanda Moğolların birleştirici devletlerini terk etmişler. Ve bir kez daha bu devletin dâhilinde nehir ayrılıkçılığı baş göstermiştir (Kazan, Astarhan, Batı Sibirya, Türkistan Hanlıkları vs.). Rusya bu birleşmeyi yeniden sağlamıştır ancak bu defa dayanıklı bir biçimde, stepler sistemi ona [Rusya’ya] kendisinin iletişimdeki öneminin yanı sıra tarımsal bölge olarak yeni bir ekonomik anlam vermiştir. Bu doğru mudur?” 70 Trubetskoy’un Kiev ile Moskova arasında ortak hiçbir şeyin bulunmadığına dair görüşü, bu tarihsel şemaya dayanmaktadır. Trubetskoy’a göre, Kiev Rus’unun sahip olduğu topraklar bir bütün olarak Rusya’nın sahip olduklarından farklıdır: “Kiev Rus’u adı altında bilinen devlet ya da daha ziyade az çok bağımsız prenslikler grubu hiçbir şekilde bugün anavatanımız olarak gördüğümüz Rus devletine uygun düşmemektedir.” Kiev Rus’u, Dinyeper nehri havzasındadır ve bu haliyle yenilgiye mahkûmdu. Çünkü aşağı Volga boyunda Hazarlar gibi daha güçlü ve ekonomik olarak da dayanıklı komşularla çevrelenmişti. Kiev Rus’u kendi topraklarını genişletmeye muktedir değildi ve stepten gelecek saldırılara da açık durumdaydı. Kiev’deki enerjilerin tek çıkış yolu iç çekişmelerdi. Nitekim Moğollar yaklaştıkları zaman kanıtlanmış oldu. Diğer taraftan Kiev devleti sosyal- ekonomik ve kültürel olarak da sonraki Moskova devletinden çok farklı olmuştur. Çünkü 69 Türkçesi, Anayol. 70 N. P. Trubetskoy’un P. N. Savitski’ye mektubu. 30 Aralık 1923. BNF. DdM. Katalog dışıdır. 23 “ziyadesiyle Batılı idi ve aynı zamanda Batının kenar eyaleti konumundaki 20. yüzyıl modern Rusya’sı ile de benzerlik teşkil ediyordu”.71 Trubetskoy anavatanı olarak gördüğü devletin tarihsel izlerini, Moğol imparatorluğu ve Altın Ordu devletinde sürmüş ve bu oluşumların Rus devletinin kurucu unsurları gibi görülmesi gerektiğini önermiştir. Onun işaret ettiği gibi, “tarih atlasına göz atmak bile bugünkü SSCB’nin Büyük Cengiz Han’ın temelini attığı Moğol İmparatorluğu’nun bir parçası olduğunu gösterecektir”.72 Bilindiği gibi Moğol imparatorluğu SSCB’ye dâhil olmayan daha geniş coğrafyayı, örneğin Çin’i de içermekteydi. Fakat daha önce de gördüğümüz gibi, Trubetskoy, Moğol hanı tarafından bu gibi yerlerin fethedilmesinin bir hata olduğu düşüncesindedir. Çünkü Moğol İmparatorluğu’nun çekirdeğini step ve nehirlerin coğrafi sistemi oluşturmaktaydı ve bu sistem Avrasya’yı kaplamıştı. Bu bölge Eski Dünya’nın anakarasında ayrı bir kıtaydı. Halkı ise daha doğuda Buryat-Moğol ırkından, Volga (İdil) havzasında Fin ve Türk kavimlerinden, batıda Slavlardan oluşmaktaydı. Trubetskoy’un bu geçişi betimlemek için kullandığı en dikkat çekici metaforu “gökkuşağı”dır. Etnografik gökkuşağının bütünlüğü coğrafi sistemin etkenlerince belirlenmişti ve Trubetskoy’un gösterdiği gibi “tam da doğası itibariyle, Avrasya tarihsel olarak tek devlet oluşumunda birleşmeye mahkûmdur”.73 Avrasya tarihinde Cengiz Han’ın önemi Avrasya’nın birleştirilmesi zorunluluğunun farkında olmasında yatmaktadır. O zamandan itibaren Avrasya coğrafi, etnografik ve ekonomik olarak bütünleşmiş bir sistem olup, onun politik birliği tarihsel kaçınılmazlık olmuştur.74 Bu nedenle, Trubetskoy için Cengiz Han çok büyük tarihsel öneme sahiptir. Çünkü onun eylemleri Avrasya kıtasını tek devlet şeklinde doğal sisteminin gerçekleştirilmesine yardımcı olmuştur.75 71 Trubetskoy, “The Legacy of…”, op. cit., p. 161. 72 Ibid., p. 163. 73 Ibid., pp. 164 – 165. 74 Ibid., p. 167 75 Rus düşünce tarihinde Cengiz Han sembolü Avrasyacılardan önce de dile getirilmiştir. Örneğin, Prens Esper Ukhtomsky 1891’de Çar II. Nikolay’a Panslavist teoriyi yeni bir biçimde sunmaktaydı, “Biz başka Ruslarız, biz daima Asya’nın bir parçasıyız, bizim coğrafi durumumuz, doğunun az gelişmiş ülkelerini korumak vazifesini bize vermiştir. İçinde bulunduğumuz büyük zamanı Ruslar iyi tanımalıdır. Onlar Cengiz Han ve Timurlenk’ten tevarüs ettikleri büyüklüğü idrak etmek mecburiyetindedirler”. Bkz, Hans Kohn, Panislavizm ve Rus Milliyetçiliği, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay., Ankara, 1991, s. 185. 24 Cengiz Han’ın bıraktığı mirasın en önemli etkilerinden birisi de (daha sonra Moskova devletinin gelişiminde de iz bırakan) Richard Hellie’nin “hizmet devleti” olarak adlandırdığı prensiptir.76 Cengiz Han imparatorluğunda herkes etnik, dini ya da sosyal orijininden bağımsız olarak devlete sağladığı hizmet temelinde değerlendirilmiştir. Bu düşünce Çar Rusya’sında iyice olgunlaşmış ve Avrasyacı tarih tezinde yeniden yorumlanmış ve ‘ideokrasi’ kavramıyla ifade olunmuştur. Avrasyacıların ideokrasi ile kastettikleri kültür, bilim, din ve politika alanlarına özgü aşkın güçlü bir geleneğin egemenliğidir. Trubetskoy’a göre, Cengiz Han için bu tarz bir düşünce, kendisinin ve ülkesinin tabi olduğu, mutlak ve insanüstü bir yasadır. Cengiz Han, kendi arkadaşlarını bu büyük prensipleri anlayan ve onları kendi hayatından dahi üstün tutanlar arasından seçmiştir. Ayrıca, Cengiz Han yerleşik toplulukların temsilcilerini maddi çıkarların yozlaştırdığı insanlar olarak küçümsemiş, maddiyata daha az bağlılığı olan göçebeleri tercih etmiştir. Benzer bir şekilde Cengiz Han, dünyevi refahın çok az önem ifade ettiği dindar insanları da yüksek insanlar olarak değerlendirmiştir. İşte bu sebeplerden dolayı yöneticinin iktidarı bazı yönetici sınıfa, zümreye, ulusa ya da resmi dine değil, fakat özgün bir psikolojik niteliğe sahip olan insanlara dayanmalıdır yani Cengiz Han’ın devlet ideolojisine uygun olmalıdır.77 Trubetskoy’a göre zaman içinde Tatar “ideokrasi”si Rusya’ya giden yolu açmıştır. Moğol düşünceleri Ruslaştırılmış ve Moğol devletçilik düşüncesinin Ortodoks Rusya’ya dönüştürülmüş bir biçimi ortaya çıkmıştır. Ruslar bunu orijinal olarak özümseyemezlerdi çünkü ideokrasinin görkeminden etkilenmişlerdi. Bu sebeple Ruslar devletçilik düşüncesini, Ortodoks Bizans kültürünün terimlerine aktararak özümsediler.78 Trubetskoy’a göre, Rus tarihindeki dönüm noktası, ne Moğol-Tatar “boyunduruğunun kaldırılması” ne de Rusya’nın Altın Orda’dan ayrılmasıdır. Dönüm noktası; Moskova’nın gücünün daha önce Altın Orda’nın kontrolü altında olan bölgelerin büyük bir bölümüne yayılması yani Tatar Han’ının Moskova Çarı ile yer değiştirmesidir. Bu gelişme politik güç merkezinin ve ideokratik geleneğin Moskova’ya aktarılması 76 Richard Hellie, “The Structure of Modern Russian History, Toward a Dynamic Model”, Russian History, No. 4, 1977, pp. 1–22. 77 Trubetskoy, “The Legacy of…”, op. cit., p. 174. 78 Ibid., p. 180. 25 anlamına da gelmektedir.79 Böylece, Avrasyacılar için hayati önemi haiz bağlantı sağlanmış olmaktaydı. Üstelik burada gerekirci (determinist) bir yorum da söz konusudur. Avrasyacılar, Cengiz Han’ın kurduğu devletin halefleri arasında sadece Rusya’nın Altın Orda’nın gücüne ve Hanların mirasına erişebileceğini söylemektedirler. Çünkü Rus ulusal ve kültürel uyanışı, Moğolların göçebe hayat tarzlarını ve tüm erdemlerini yozlaştıran ideolojik gerileme sürecine karşıydı. Moğollar ise İslam’ı kabul etmişlerdi, ancak ‘Halife’nin otoritesi altındaki evrensel Müslüman topluluğu’ tasavvuru Moğol devletçilik düşüncesine yabancıydı. Rus dinselliğinin saf gücü ise Moskova’nın Altın Orda’nın devamcılarını tanımasını ve saygı duymasını sağlamıştır.80 Trubetskoy’un Moğol etkisi ile Rusya’da yaşanan dinsel ve ulusal dönüşümde gördüğü, bir çeşit ideal ve neredeyse ütopik devlet şeklinin ortaya çıkmasıdır. Bu devlette herkes aynı kültürü ve dünya görüşünü paylaşmaktadır. Bu devlette sınıflar arasındaki farklılıklar zenginlik ölçütüne göre ayırt edilmektedir. Yeni dünyagörüşünün merkezi unsuru Ortodoks dinidir. İnanç alanı ile günlük hayat alanı arasındaki sınırlar ortadan kalkmıştır: Ruslar “günlük hayatta günah çıkarmaktadırlar”; çünkü günlük hayat Ortodoks dünya görüşü ile önceden belirlenmiştir. Trubetskoy bu toplumun ayırt edici özelliğini “hayatın ve sanatın mekanizasyonu, insanların birbirinden yabancılaşması ve ulusal farklılıkların ve geleneklerin korkunç bir şekilde kaybolduğu toplum tipine doğrudan karşıt” olmasında görmektedir.81 Bu aynı zamanda onun gelecekte Rus devleti ve toplumunda Komünizmin yerini Avrasyacılığın alacağı, “ideokrasi” olarak tanımladığı vizyondan ilham alan toplum tipidir. Trubetskoy’un amacı, Avrasya’nın tarihini uzman bir tarihçinin kendisinin “tarihsel şeması” doğrultusunda incelemesi olmuştur. Çekincesi, görüşlerinin Aleksandr Kizevetter gibi Rus düşünce tarihine son derece hâkim olan hasımlarınca reddedileceğiydi. Bu 79 Ibid., p. 183. 80 Ibid., pp. 188–189. 81 Ibid., p.190. 26 konudaki görüşlerini 1924 ilkbaharında Suvçinski’ye gönderdiği mektubunda aşağıdaki gibi dile getirmektedir:82 “Orman ve step felsefesi adı altında” Petr Nikolayeviç [Savitski] “Avrasya kıtasının” tarihine ilişkin bazı kuramsal görüşleri ifade etmektedir. Ben ise bunları şematik bir şekilde izah ettim… Tarihsel yapımın merkezi konusu Moskova Çarlığı ile Moğol monarşisinin bağlantısının özel bir yorumudur. Ben düşüncemi aşağıdaki şekilde formüle ettim: gerçekte Tatar boyunduruğunun yıkılması değil, tatarşina’nın [Tatar dünyasının] Ruslaştırılması ve Ortodoksluğa dönüştürülmesi vardı. Bu, Hanların merkezinin Moskova’ya taşınması, Moğol Han’ının yerine Ortodoks Rus Çarı’nın geçmesi ve göçebe ülkesinin, yani stepin ekilebilir sahaya dönüştürülmesi olgusuna dayanıyor. Ben uzmanlaşmış tarihsel araştırmaların sonuçları ile çelişmeyecek fakat aynı zamanda gerekli içerikle olguları aşılayacak formülü bulamadım. Sonuç ise amatörlük ve kararsızlık, Kizevetter gibiler herhangi bir zorluk çekmeden tek bir dokunuşla onu yıkabilirler. Buna göre de, kanaatimce bu maceraya atılmamam lazım… Bu incelemelerin detaylandırılmasının uzman bir tarihçi tarafından yapılması gerekiyor”. Trubetskoy’un mektubunda bir daha kısaca ana şemasını tekrarladığı tarih tezi, yakın arkadaşı Pyotr Savitski’nin etkisi ile Avrasyacı harekete katılan tarihçi George Vernadski tarafından işlenmiştir. George Vernadski, Rus doğa bilimlerinin en önemli dehalarından biri olan Vladimir Vernadski’nin oğlu olup, Moskova Üniversitesi’nde V. Klyuçevskiy, A. Kizevetter ve R. Vipper’den iyi bir tarih eğitimi almıştır. Vernadski’nin Avrasya tarihine ilişkin görüşleri bize milliyetçi tarihçiliğin erekselci (teleolojik) ve gerekirci (deterministik) yapısının tipik örneklerini sunmaktadır. Onun tarihçiliği gerekircidir; çünkü Avrasya’nın kendi doğal sınırları dâhilinde temsil ettiği coğrafi bölgenin, doğal tarihsel süreçte Rus halkı ile meskûnlaşmasını alınyazısı olarak kabul eden bir varsayımdan hareketle geliştirilmiştir.83 Savitski’nin coğrafi çözümlemelerine dayanarak Vernadski, Avrasya’yı 4 büyük ova – Ak Deniz, Kafkasya, Batı Sibirya ve Türkistan – sistemi olarak belirlemektedir. Bu sistemlerden her biri tundra, orman, step ve çöl kuşaklarının yatay sistemi olarak birbirini izlemektedir. Kuşakların coğrafi dağılımı Avrasya’da stepin önemini şartlandırmış ve göçebe devletlerini gerekli kılmıştır. Avrasya stepinde tarımı geliştiren Rus halkının gelişi ile orman temelli tarımcılık, step göçebeliği üzerinde galebe çalmış ve 19. yüzyılın sonuna doğru Avrasya’yı 82 N.P. Trubetskoy’dan P.P Suvçinski’ye, 7 Nisan, 1924. N.P. Trubetskoy’s Letters and Notes, der, Roman Jakobson, The Hague, Mouton, 1975, içerisinde, p. 130. 83 G. V. Vernadski, Naçertanie Russkoy İstorii, I. Bölüm, Prag, Evraziiskoe Knigoizdatelstvo, 1927, p. 6; Türkçedeki kaynak için bkz, George Vernadsky, Ruslar ve Moğollar, Selenge Yay., İstanbul, 2007. 27 birleştirmiştir. Vernadski, Rusların Avrasya’yı 19. yüzyılın sonuna doğru nihai olarak birleştirdiklerinden emindir. Buna uygun olarak da Rusya tarihinin Avrasya tarihinin bir bölümünü teşkil ettiğini ifade etmektedir. 19. yüzyılın son çeyreğinde ise Rusya tarihi ile Avrasya tarihi örtüşmüşlerdir bu sebeple bu dönemden itibaren Rusya ve Avrasya tarihi arasında temel bir farklılığın olmadığı düşünülebilir.84 Avrasyacıların genel tarih görüşleri doğrultusunda Vernadski’nin tarihçiliği amaçsaldır. Burada tarihin sürekli olarak zihinde tasarlanmış (hayali) bir coğrafi oluşum ile birleştirilmesi çabası vardır. Savitski’nin “tarihsel ritimler” kavramsallaştırmasına uygun olarak belirli bir hedefi olan devirsel bir tarih anlayışı söz konusudur. Çünkü tüm Avrasya tarihinin genel görüntüsü, ormanla step arasındaki mücadelenin seyri olarak tüm coğrafyaya sahip tek devletin yerini devletler sisteminin aldığı ve tersinin tekrarlandığı dört temel döneme ayrılmıştır. Ayrıca Rus tarihinde ilk defa olarak Vernadski’de, Slavlardan önce Güney Rusya’da meskûn olan İran dilli halkların tarihinin betimlenmesi girişimi ile karşılaşılmaktadır. Onun “ritmik” Avrasya tarihi dönemleştirmesi aşağıdaki gibidir: Birinci dönem a) Tek devlet (İskitler) b) Devletler sistemi (Sarmatlar, Gotlar); İkinci dönem a) Tek devlet (Hunların imparatorluğu) b) Devletler sistemi (Avarlar, Hazarlar, Volga Bulgarları, Ruslar, Kıpçaklar); Üçüncü dönem a) Tek devlet (Moğol İmparatorluğu) b) Devletler sistemi – Moğol imparatorluğunun çözülüşünün ilk aşaması (Altın Orda, Pers, Çin) c) Devletler sistemi – Moğol imparatorluğunun çöküşünün ikinci aşaması (Letonya, Rus, Kazan Hanlığı, Kırgız, Özbek ve Oyrat-Moğol devletleri); Dördüncü dönem a) Tek devlet – (Rusya İmparatorluğu – Sovyet Cumhuriyetleri Birliği).85 Son aşamayı izah ederken Vernadski büyük ölçüde Rus Mesihçiliğinden etkilenmiştir. SSCB’nin ulaştığı Avrasya birliği sürecinin mantıksal gidişatının yeni bir 84 Vernadski, “Naçertanie Russkoy İstorii …”, op. cit., p. 6. 85 Ibid., p. 16. 28 çözülmeye dönüşmeyeceği kanaatindedir.86 Ancak yine de dikkatlidir: “[SSCB’nin ulaştığı Avrasya birliğinin] dağılmasının önlenmesi için devlet yapısı esnek olmalıdır… Rus yahut Avrasyacı devletçiliğin, federalizmin bazı özel biçimlerini, birlik ve çoğulluğun birleştirici şekillerini izlemesi zorunludur.”87 Vernadski’nin tarihçiliği bir taraftan Rus ulusal kimliğinin Avrupa-dışı kökenine ilişkin Avrasyacı arzuyu yansıtmakta, diğer taraftan ise Avrasyacılığın anti-Avrupa dayanak noktası ile uyum gösteren Batıya karşı Moğolların Moskova prensliklerine verdikleri desteği vurgulamaktadır. Ona göre, Moğol istilası zamanı Rus prensliklerinin önünde iki seçenek vardı. İlk seçenek Galiç Prensi Daniil Romanoviç’in Moğollara karşı Latin Hıristiyan güçlerle oluşturmaya çalıştığı ittifak arayışlarıdır. İkinci seçenek ise; Novgorod ve Vladimir Prensi Aleksandr Yaroslaviç Nevski’nin Rus prensliklerini Kuzey- Batı istikametinde Töton Şövalyelerinden ve İsveçlilerin baskılarından korumak için Moğol önderliğini kabul edişi olmuştur.88 Vernadski’ye göre, Galiç Prensi Daniil, Moğollara karşı destek alacağı beklentisi içerisinde kral tacını Roma Papa’sından kabul ederken yanlış tercihte bulunmuştur. Batıdan onun prensliğine hiçbir destekte bulunulmamış ve Moğollara karşı onun beyhude direncinin yegâne sonucu topraklarının Macar, Polonyalı ve Letonyalıların eline geçmesi olmuştur. Onun eylemleri Rus halkının kadim birliğinin yüzyıllarca kırılmasına sebebiyet vermiştir. Diğer tarafta, Aleksandr Nevski’nin kendi gururunu dizginleyen akıllıca kararı ve Moğollara itaati sadece Ortodoksluğu korumakla kalmamış – ki Moğollar değişik inançlara karşı hoşgörülüydüler – aynı zamanda Cermenlere ve İsveçlilere karşı da Moğol desteğini sağlama almıştır.89 Vernadski’nin bir diğer temel tezi de Moskova’nın Moğol İmparatorluğu’nun üstesinden Ortodoks dinin yol gösterici rolü sayesinde gelebildiğiydi. Bu bağlamda Bizans Hıristiyanlığı’nın etkisini tartışmış, Moğol ve Bizans etkilerini tek bir formülde 86 Ibid. 87 Vernadski, op. cit., p. 17. 88 G. V. Vernadski, “Dva Podviga sv. Aleksandra Nevskogo”, Evraziiskiy Vremennik, IV. Kitap, Izdanie Evraziyçev, Prag, 1925, içerisinde pp. 318 – 337. 89 “Aleksandr [Nevsky] Moğolları, Rusya’nın özgünlüğünü Latin Batıdan koruyacak ve pekiştirecek dost kültürel güç olarak gördü”. Bkz, Vernadski, op. cit., p. 327. 29 birleştirmiştir. Vernadski’nin formülü şöyledir: “Moğollar Rusya’nın vücudunu oluştururken, Bizans onun ruhunu vermiştir…”90 Göründüğü üzere Vernadski’nin temel görüşleri Avrasyacı çizgide olup, Dünya İmparatorluğunun kurucusu olarak Moğolların rolünün Roma İmparatorluğunun rolüne eşit olduğu ve onların Avrasya’yı Batıdan koruyarak Rusya’nın Batıya karşı olan kültürel farklılığını güvence altına aldığına ve de Moğolların dinsel hoşgörüsü sebebiyle Ortodoks Rusya’nın kurtulması ve selametinde büyük rol oynadığına dayanmaktadır.91 Nitekim Vernadski bir tarafta Turan halklarının Rusya’nın oluşumu sürecine olumlu etkisine vurgu yapmaktayken, diğer tarafta Rusya tarihini Rus halkının tüm Avrasya coğrafyasına yayılması ve egemenlik kurması süreci şeklinde anlatmaktadır. Gerçekten, Vernadski’nin Rus devletinin oluşumu ve gelişimine ilişkin tezleri, Avrasyacı görüşler doğrultusunda genişlettiğine kuşku yoktur ancak onun anlatısı heterojen değildir ve merkeze Rus tarihini almaktadır. Çünkü Rus olmayanlar bu yaklaşımda ulusal anlatıya uygun düştükleri ölçüde ele alınmaktadırlar. Genel olarak bakıldığında Avrasyacıların tarih tezlerini çok detaylı bir şekilde çözümledikleri görülmektedir. Onların görüşlerinde dikkat çekici husus evrensel Avrupa kültürünün radikal eleştirisi ile Rus ulusal kimliğinin yeniden gözden geçirilmesi düşüncesinin eklektik bir birleşimidir. Gayeleri Avrasyacı düşünceleri jeopolitikte, etnografyada ve tarihte, politik ve ideolojik amaçlarla uzlaştırmaktır. Burada Rus tarihi ile Avrasya tarihi coğrafi ve etnografik bir bütünlük içerisinde uyumlulaştırılmaya çalışmaktadır. Bu kapsamda temel hareketlendirici saik ise Rusya’nın Romen-Cermen Avrupa uygarlığından farklı ve karşıt bir “Avrasya” devleti olarak betimleyen kuramsal temelin sağlanmasıdır. 1.2.1.2. Avrasya Anlayışı: Rusya – Avrasya Diyalektiği Moğol esareti kırıldıktan sonra Rusya devletinin temel saiklerinden biri beş yüzyıl boyunca tedrici bölgesel genişlemesi olmuştur. Bu durum her zaman gerek içeride gerekse dışarıda farklı algılamaları ve kavramaları de beraberinde getirmiştir. Ronald Hingley, Rus 90 Vernadski, “Naçertanie Russkoy İstorii…”, op. cit., p.36. 91 G. V. Vernadski, “Mongolskoe İgo v Russkoi İstorii”, Ezraziiskiy Vremennik, V. Kitap, Paris, 1927, pp. 153 – 164. 30 Düşüncesi adlı kitabında teritoryel alanın ülkenin gelişmesi ve ulusal psikoloji üzerindeki etkisine şöyle işaret etmektedir: “Coğrafi (mekânsal) ölçüleri yüzyıllar boyunca Rus düşüncesini etkilemiştir. Batı sınırları ile merkezi Sibirya’nın uzaktaki sıra dağları arasında dikkate değer doğal bariyerlerin ayırmadığı geniş düzlüklere sahip olması, ülkeyi uzunca bir dönem komşularıyla tutuştuğu kavgalardan alıkoyacak doğal sınırlardan da yoksun bırakmıştır. Aynı zamanda güney-doğuda ve doğudaki mekânlar Rus köylüsünde göçebe psikolojisinin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Coğrafi genişlik Rus karakterindeki anahtar olmakla beraber ülkenin gelişiminde de en önemli unsuru oluşturmuştur.” 92 Aktardığımız paragraftan da anlaşıldığı üzere, Rus düşünsel geleneğinde ülkenin mekânsal ölçüleri ve sınırları ile ilgili her zaman kutsal ve mistik fikirler olmuştur. Filozof İvan İlyin’e göre de Rusya, “kendi doğası ve ruhu olan bir organizmadır”. Diğer bir filozof Konstantin Leontyev’e göre ise Rusya, “tarih tarafından, kendisine rağmen büyümeğe mahkûmdur”. Bundan dolayı da geleneksel Rus düşüncesinde ülkenin coğrafi alanı “ulusal ruhun yeryüzü habitatı” olarak algılanmaktadır.93 Rusya’da bütün toprak, milliyetçi imgelem içinde, halkın ve Rusya tarihinin eşi haline gelmiştir. Huş ağacı, büyük nehir Volga, sınırsız ovalar, uzak bozkırlar, uzun ve şiddetli kış, tümü birden Rusların görünüşü ve kültürel ürünleri üzerinde izlerini bırakmıştır.94 Anthony Smith’in “hafızanın teritoryelleşmesi” olarak adlandırdığı bütün faktörler kuşaktan kuşağa geleneklerle aktarılan belirli özgün alana ilişkin hafızalar bütününü oluşturmuştur.95 Avrasyacı düşünce bu geleneğe tamamen bağlıdır ama aynı zamanda ona yeni bir veçhe de vermiştir. Çünkü Rus düşünündeki Rusya’nın teritoryel algılaması, Avrasya imgelemi içerisinde yeniden sunulmuştur. Denebilir ki Avrasyacılığın kalbinde olan ve bütün klasik Rus Avrasyacılarının da kabul ettiği düşünce, Rusya’nın Avrasya olduğu nosyonudur. Bu konuda Trubetskoy , “Cengiz Hanın Mirası” adlı eserinde şunları yazmaktadır: 92 Ronald Hingley, The Russian Mind, London, The Bodley Head, 1977, pp. 29–30. 93 Aktaran, Dmitry Trenin, The End of Eurasia, Russia on the Border Between Geopolitics and Globalization, Carnegie, Endowment, 2002, p. 29. 94 Bu konuda bkz, Anthony D. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, Dost Yay., Ankara, 2002, ss. 237–238. 95 Anthony D. Smith, Chosen Peoples, Sacred Sources of National Identity, University Pres, Oxford, 2003, p. 134. 31 “Rusya mekânı, ayrı bir anakaradır… Onu Avrupa ve Asya’dan farklı bir şekilde Avrasya adlandırabiliriz… Avrasya hem coğrafi hem de antropolojik olarak önemli bir bütünselliği ifade etmektedir. Doğası itibariyle, tarihsel olarak Avrasya’nın tek bir devlette mevcutluğu alınyazısıdır. Avrasya’nın politik birleşmesi başlangıcından itibaren tarihsel kaçınılmazlıktır ve Avrasya’nın coğrafi yapısı buna ulaşmanın yollarını göstermektedir”. 96 Avrasya’nın temel yapısına ilişkin Trubetskoy’un etnik – dilbilimsel yorumlarını Savitski, coğrafi ve iktisadi görüşleriyle tamamlamıştır. Savitski, Avrasya coğrafi kavramsallaştırmasını kendisinin de itiraf ettiği gibi entelektüel boşlukta değil önde gelen Rus doğa bilimcilerinden kimyacı D.I. Mendeleyev ve yerbilimciler V.V. Dokuçaev ile V.I. Vernadski’nin etkisi altında geliştirmiştir. Onu etkileyen diğer bir önemli kaynak ise Friedrich Ratzel’in antropo-coğrafi öğretisi ile Alman doğa felsefesi geleneğinden gelen “teritoryel bütünlük”e dair bütüncül (holistic) düşüncedir.97 Bilindiği üzere Ratzel’in kuramı Rus coğrafyacısı ve jeologu Vasili Dokuçaev tarafından zenginleştirilmiş ve yeniden şekillendirilmiştir. Onun toprak bilimi alanındaki incelemeleri jeolojik tabaka’nın oluşumuna dair bütünlükçü bir yorumu ifade etmektedir. Genel hatlarıyla belirtirsek Dokuçaev, coğrafi tabakanın oluşmasına ilişkin yorumunda kimyanın, jeolojinin, iklim incelemelerinin, botaniğin, zoolojinin ve antropolojinin sentezine yönelen “sistemli” kuramı oluşturmuştur. Bundan başka Dokuçaev, alanın (rölyef) oluşmasında iklim, toprak ve bitki örtüsünün karşılıklı bağımlılığını esas alan “doğal alanlar” kuramını da ileri sürmüştür.98 Bu kavramsallaştırma Savitski tarafından geliştirilmiş ve hayal ettiği oluşum – Avrasya’nın mekânsal bütünlüğüne uygulanmıştır. Savitski’ye göre Avrupa, Asya’dan ayrı bir fiziki-coğrafi kıta olarak görülemez, çünkü her ikisi de daha büyük kıtasal kitlenin parçalarını oluşturmaktadır. Bu yüzden Avrupa ve Asya arasında herhangi bir coğrafi ve ya doğal bölünme söz konusu değildir. Bu gerçeklikten yola çıkarak Savitski, ayrıca Lamanski ve Danilevski’ni takip ederek Rusya’nın iki ayrı parçaya ayrılmasının ötesinde, ne Asya ne de Avrupa’ya ait olan “birleşik coğrafi dünya”yı oluşturduğunu ileri sürmüştür. Avrasyacılara göre, kelimenin 96 Nikolay P. Trubetskoy, “Nasledie Chingiz-Hana. Vzglyad na Russkuyu İstoriyu ne s Zapada a s Vostoka”, İstoriya. Kultura. Yazık, ed., N.P. Trubetskoy, Progress, Moskova, 1995, içerisinde, pp. 211–266. 97 Ratzel’in siyasal coğrafyası için bkz, James M. Hunter, Perspective on Ratzel's Political Geography, Lanham, University Press of America, MD, 1983; Mark Bassin, “Imperialism and the Nation State in Friedrich Ratzel's Political Geography”, Progress in Human Geography, Vol. 11, No. 4, 1987, pp. 473– 495. 98 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., Vasili V. Dokuçaev, Uçenie o Zonakh Prirody, Geografgiz, Moskova, 1948. passim. 32 tam manasıyla onların ‘Avrasya’sını (Eurasia sensu stricto), A. Von Humboldt’un tüm kıtayı kapsayan eski ‘Avrasya’sından (Eurasia sensu latiore) ayrı tutmak lazımdır. ‘Eski Avrasya’, Avrupa ve Asya’nın toplamı – birleşimi anlamında kavranmıştır. Oysa Avrasyacılığın gözünde ‘Avrasya’, Avrupa ve Asya’dan farklı olarak ayrı bir ‘coğrafi dünya’dır.99 Bu bağlamda epistemolojik olarak “kara parçası” (çast sveta) ile “coğrafi dünya”100 (geografiçeskiy mir) arasında fark gözetmektedirler. ‘Kara parçası’ olarak gördükleri ‘Avrupa’ ve ‘Asya’nın toplamıdır. Bu devasa kara parçası ise ‘coğrafi dünyalara’ ayrılmaktadır: ‘Avrupa’, ‘Asya’ ve ‘Avrasya’. Ancak önemle belirtmek gerekir ki bu ‘coğrafi dünyalar’ sınır bölgelerinde etkileşimde olmalarına rağmen mahiyetçe birbirine benzememektedirler.101 Savitski’ye göre, Avrasya, fiziki-coğrafi etkenlerin yanı sıra bio-coğrafi olarak da bir bütünlük teşkil etmektedir. Burada dört enlemsel kuşağa işaret edilmektedir ki bunlar kuzeyden güneye tundra, ormanlar, step ve çöl şeklinde uzamaktadır. Her biri özgün iklim ve toprak şekillerine, bitki (flora) ve hayvan örüntüsüne (fauna) göre ayırt edilmektedir. Savitski, kendisinin bu dört kuşağın kuzey ve güney uçları arasında ‘simetri’ veya ‘coğrafi denge’ olarak adlandırdığı özgül bütünlük içerisinde birbirine kaynaştığını düşünmektedir. Böylece, Danilevski ve Lamanski’nin Rusya vizyonlarında ayrı bir coğrafi dünya olarak dışarıda tutulan Türkistan, bariz bir şekilde Rusya-Avrasya’nın temel, doğal ve tamamlayıcı öğesi olarak kabul edilmiştir.102 Belirttiğimiz görüşlerden de anlaşılacağı üzere 18. yüzyıldan itibaren emperyal Rusya’nın coğrafi ve kültürel olarak ikili yapıdaki algılanışı Ural Dağları’nın Rusya’yı batı ve doğu kısımlarına ve buna uygun olarak da Avrupa Rusya’sı ile Asya Rusya’sına ayırdığı görüşüne dayandırılmıştır. Avrasyacılara göre ise Ural dağları bu coğrafyayı ayırmamakta, aksine birleştirmektedir.103 Savitski’ye göre Avrasya’yı Avrupa’dan ayıran asıl hat onun “çernomorsko-baltiyskoe mejdumorye” (Karadeniz ve Baltık Denizleri 99 P. N. Savitski, Geografiçeskie Osobennosti Rossii, Prag, Evraziyskoe Knigoizdatelstvo, 1927, p. 8. 100 Avrasyacılar “coğrafi dünya” terimi ile bugünün “Saharaaltı Afrika”sı veya “Latin Amerika”sı gibi “mega-bölge”leri tasvir etmek istemişlerdir. 101 Trubetskoy, “Nasledie Chingiz-Hana…”, op. cit., pp. 224. 102 Savitski, “Geografiçeskiy Obzor Rossii – Evrazii”, op. cit., pp.53–57 103 Savitski, “Geografiçeskie i Geopolitiçeskoe Osnovi Evraziystva”, Osnovi Evraziystva, ed., Aleksandr G. Dugin, Arktogeya Çentr, Moskova, 2002, içerisinde, p. 302 33 arasında kalan bölge) olarak adlandırdığı bölgedir.104 Bu doğrultuda Karadeniz – Baltık hattının meşru coğrafi ayırıcı çizgi olduğuna dair bir dizi ayrıntılı tez önermiştir.105 Bununla beraber Avrasyacılar arasında hiçbir zaman Avrasya’nın sınırlarını kesin olarak tanımlamak konusunda ortak bir fikir mevcut olmamış; daha ziyade farklı düzeylerde görüşler birbiriyle örtüşmüştür. Aralarındaki genel mutabakat; Avrasya olarak gördükleri toprakların kabaca 1914 öncesi Rusya İmparatorluğu’nun sınırları ile uyuştuğudur. Ancak arada çok önemli istisnalar da söz konusudur. Özellikle Savitski’nin coğrafi şemasının dikkatli incelenmesi 1914 öncesi Rus İmparatorluğu’nun ve Sovyetler Birliği’nin bazı bölümlerinin Rusya – Avrasya’nın dışında bırakıldığını gösterecektir. Dışarıda bırakılmış en büyük bölge Rus Uzak Doğu’sudur ya da daha sahih bir ifadeyle Lena nehrinden doğuda kalan topraklardır.106 Diğer taraftan ise Rusya’nın politik sınırlarının dışında kalan bazı bölgeler, örneğin batı Çin’in büyük bir kısmı Avrasya’nın bir parçası olarak görülmüştür.107 Onlara göre, buradaki temel nokta Urallar’dan geçen anlamlı ayırt edilebilir kopuş veya bölünmenin bulunmamasıdır. Çünkü dilsel, kültürel, ekonomik olarak batıdan doğuya doğru süreklilikler mevcuttur. Klasik Avrasyacılara göre, “Rusya – Avrasya” bir imparatorluk ya da birlik değil, tersine organik, çoğunlukla iç bütünlüğe sahip “coğrafi dünya”dır. Avrasya’nın “coğrafi dünya” olarak “icadı” veyahut “hayal edilişindeki”108 asıl amaç, onun hem Avrupa’dan hem de Asya’dan kültürel bağımsızlığına vurgu yapılmasıdır. Çünkü Rusya sadece coğrafi olarak değil, aynı zamanda etnografik, tarihsel, sosyal ve ekonomik olarak da Avrasyalıdır. Nitekim Avrasyacı entelijensiya, Rusya’yı Batı ve Merkezi Avrupa’dan ayırırken, aynı zamanda Hindistan, Çin ve ya Japonya gibi “Asyalı” kültürleri dışarıda bırakmıştır. Diğer tarafta Panslavizmin “Slav dünyası” ile kurduğu 104 Savitski, “Russkie Sredi Narodov Evrazii”, Russkii uzel evraziizstva, Vostok v Russkoy mysli, Belovodye, Moskova, 1997, içerisinde, pp. 403-405; Ayrıca bkz, Mark Bassin, “Russia between Europe and Asia, The Ideological Construction of Geographical Spaces”, Slavic Review, No. 50 1991, pp. 5–8. 105 Savitski, Geografiçeskie Osobennosti Rossii,