T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE ANABİLİM DALI FELSEFE TARİHİ BİLİM DALI DESCARTES, HUME VE KANT ÖRNEKLERİ ÜZERİNDEN BİLGİNİN TESİSİNDE HAYAL GÜCÜNÜN İŞLEVİ: BİR ELEŞTİRİ DENEMESİ (DOKTORA TEZİ) Ayşe Gül ÇIVGIN BURSA – 2014 T. C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE ANABİLİM DALI FELSEFE TARİHİ BİLİM DALI DESCARTES, HUME VE KANT ÖRNEKLERİ ÜZERİNDEN BİLGİNİN TESİSİNDE HAYAL GÜCÜNÜN İŞLEVİ: BİR ELEŞTİRİ DENEMESİ (DOKTORA TEZİ) Ayşe Gül ÇIVGIN Danışmanlar Prof. Dr. Ahmet CEVİZCİ Yrd. Doç. Dr. Aliye KOVANLIKAYA BURSA – 2014 iii ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Ayşe Gül ÇIVGIN Üniversite : Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Felsefe Bilim Dalı : Felsefe Tarihi Tezin Niteliği : Doktora Tezi Sayfa Sayısı : viii + 338 Mezuniyet Tarihi : 03/03/2014 Tez Danışmanları : Prof. Dr. Ahmet CEVİZCİ, Yrd. Doç. Dr. Aliye KOVANLIKAYA DESCARTES, HUME VE KANT ÖRNEKLERİ ÜZERİNDEN BİLGİNİN TESİSİNDE HAYAL GÜCÜNÜN İŞLEVİ: BİR ELEŞTİRİ DENEMESİ Genel olarak bakıldığında modern felsefe bilginin mahiyeti, kaynağı ve sınırları hakkındaki problemler ekseninde şekillenmiştir. Bu dönemde bilgi, beşeri yetilerin (örneğin hissetme, hayal gücü, hafıza, düşünme yetilerinin) sistematik bir analizi ve tasnifi üzerinden kuşatılmak istenmiştir. Bu analiz ve sınıflama, görülmektedir ki, esasen, bilme kuvvetinin, yöneldiği nesne alanının araştırılması üzerinden teşrih edilmesi yoluyla gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla, yönelinen nesnelerin çeşitliliğine bağlı olarak, yönelen kuvvetin yerine getirdiği fonksiyonlar birbirinden tefrik edilmeye çalışılmıştır. Bu çalışma, modern felsefenin üç önemli filozofu olan Rene Descartes, David Hume ve Immanuel Kant’ın düşünce sistemlerinde bilginin tesisi açısından “hayal gücü”nün yeri ve işlevini konu edinmektedir. Descartes’ta hayal gücü, maddi cevherin çeşitlendirilerek bilinmesine imkân tanıyan bir kuvvettir. Hume’da aynı yeti, izlenimlerin idelere dönüştürülmesini ve ideler arasındaki farklı türdeki bağlantıların kurulmasını sağlamaktadır. Kant’ta ise hayal gücü, hissetme ve düşünme yetilerinin birbiriyle ilişkisini temin eden aracı bir meleke olarak işlev görmektedir. Şimdi, bu çerçevede, çalışmanın üç katmanlı bir hedefi bulunmaktadır. İlk olarak, hayal gücüne, adı geçen filozofların sistemlerinde neden gereksinim duyulduğu derinlemesine irdelenecektir. İkinci olarak, hayal gücüne yüklenen işlevlerin, filozofların kendi sistemleri içerisinde ilgili gereksinimi karşılayıp karşılamadığı tartışılacaktır. Son olarak, mukayeseli bir çözümleme yoluyla, Descartes, Hume ve Kant’ta bilginin tesisinde hayal gücünün yerine getirdiği faaliyetler, eleştirel bir düzlemde değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Anahtar Sözcükler: Modern Felsefe Epistemoloji Temsil Sentez Hayal gücü Hissetme yetisi Düşünme yetisi Hafıza iv ABSTRACT Name and Surname : Ayşe Gül ÇIVGIN University : Uludağ University Institution : Social Science Institution Field : Philosophy Branch : History of Philosophy Degree Awarded : PhD Page Number : viii + 338 Degree Date : 03/03/2014 Supervisors : Prof. Dr. Ahmet CEVİZCİ, Assist. Prof. Dr. Aliye KOVANLIKAYA A CRITICAL ENQUIRY INTO THE EPISTEMOLOGICAL FUNCTIONS OF IMAGINATION IN DESCARTES, HUME AND KANT In general, modern philosophy has been shaped by the problems about the content, source and limits of knowledge. During that period of the history of philosophy, knowledge was tried to be comprehended within the systematic analysis and classification of mental abilities of human beings like sensibility, imagination, memory and rational faculty. This kind of analysis and taxonomy was realised essentially through the investigation of intentional object-areas of faculty of cognition which allow at the same time a dissection of that faculty. In this manner, it is attempted to discriminate by those philosophers the different functions of faculty of cognition depending on the diversity of intentional objects. The subject matter of this study is the significance and function of the imagination in terms of formation of the knowledge in the systems of Rene Descartes, David Hume and Immanuel Kant, three prominent thinkers of modern philosophy. In Descartes, imagination is a power/faculty apprehending material substance via an act of called diversification. In Hume, the same faculty transforms impressions to the ideas and also establishes different relations among ideas. Lastly, in Kant, imagination appears as an intermediate power that connects sensibility and understanding. Now, in this context, the study has a threefold aim. Firstly, the necessity of function of imagination in the systems of Descartes, Hume and Kant will be considered in detail. Secondly, the assigned function of the imagination will be inquired in order to find out whether these functions meet the requirements of those philosophers’ relative systems or not. At last, activities of the imagination with regard to the formation of knowledge will be evaluated critically by a comparative analysis. Keywords: Modern Philosophy Epistemology Representation Synthesis Imagination Sensibility Faculty of reason Memory ÖNSÖZ En genel manada felsefe, bilgelik aşkı, hakikati bir ve bütün olarak yakalama arzusu olarak tanımlanabilir. Diotima’nın Sokrates’e sevginin sırlarını öğrettiği Platon’un Sempozyum adlı diyalogunda, Diotima, hakikatin peşinde olanları “bilgelik ile cehalet arasında bir çocuk” olarak nitelendirerek, ne tanrılarda ne de cahil insanlarda sophia sevgisinin bulunmadığını ifade eder. Zira tanrılar zaten sophia sahibi oldukları, cahiller ise kendilerinde hiçbir güzellik, iyilik ve akıl taşımadıkları için sophia’ya yönelme ihtiyacı duymazlar. Diotima, ne hakikate ne de cehalete tam olarak sahip olabilen filozofun doğasına ise eros’un hükmettiğini söyler. Bu bağlamda, filozofun hâli iki arada bir derede olmaktan, yani bilmek ile bilmemek arasında gidip gelmekten, derdine derman aramaktan oluşur. İşte bu nedenledir ki, bu çalışma boyunca bana bu hâli farklı bağlamlarda birçok kez hatırlatan değerli hocalarım, Prof. Dr. Ahmet CEVİZCİ, Yrd. Doç. Dr. Aliye KOVANLIKAYA, Prof. Dr. A. Kadir ÇÜÇEN, Prof. Dr. İsmail ÇETİN, Doç. Dr. Muhsin YILMAZ, Doç. Dr. Bülent GÖZKAN, Doç. Dr. Oğuz HAŞLAKOĞLU ve Doç. Dr. Ayhan ÇİTİL’e teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca, doktora tezinin yazılma sürecinde, kendileriyle birlikte çalışma ve yaşamı farklı yönleriyle paylaşabilme imkânı bulduğum değerli dostlarım, Ümit ÖZTÜRK ve Mehmet Fatih ELMAS’a en derin şükran ve saygılarımı sunarım. Yaşadığım tüm sorunlarda her zaman yanımda olan aileme, sevgili annem Sema ÇIVGIN ve babam İzzet ÇIVGIN’a destek ve sabırları için minnettarlığımı ifade etmek isterim. Sürç-i kalem ettiysek affola... AYŞE GÜL ÇIVGIN Bursa, 03/03/2014 İÇİNDEKİLER ÖZET ................................................................................................................................................... iii ABSTRACT .......................................................................................................................................... iv ÖNSÖZ ................................................................................................................................................. v İÇİNDEKİLER ....................................................................................................................................... vi GİRİŞ ................................................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM ................................................................................................................................ 10 DESCARTES ....................................................................................................................................... 10 1. DESCARTES’IN DÜŞÜNCE SİSTEMİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ ........................................................ 15 1.1. Descartes’a Göre “Bilgelik”, “Felsefe” ve “Metafizik”in Mahiyeti...................................... 16 1.2. Descartes’ın Düşünce Sisteminde Yöntem .......................................................................... 18 1.3. Descartes’da Bir Düşünme Fiili Olarak Şüphe Etmek .......................................................... 21 1.4. Cevherlerin Tesisi.................................................................................................................. 24 1.4.1. Ruhun Tesisi ................................................................................................................... 27 1.4.2. Tanrı’nın Tesisi ............................................................................................................... 34 1.4.3. Maddenin/Cismin Tesisi ................................................................................................ 43 1.5. Düşünme Ayrımları ............................................................................................................... 50 1.5.1. Gerçek Ayrım ................................................................................................................. 51 1.5.2. Modal Ayrım .................................................................................................................. 53 1.5.3. Kavramsal Ayrım ............................................................................................................ 55 2. DESCARTES’DA HAYAL GÜCÜ ...................................................................................................... 57 2.1. Descartes’da “Düşünme”in İki Tarzı .................................................................................... 59 2.2. Metafizik Bilgiye Erişim İmkânları Açısından Görü, Türetme ve Hayal gücü ...................... 63 vii 2.3. Hayal Gücü (Imaginatione) ve Fantazya (Phantasia) Ayrımı: Ampirik Bilginin Tesisi ........ 72 2.4. Hayal Gücünün Saf İşlevi ...................................................................................................... 79 İKİNCİ BÖLÜM .................................................................................................................................. 87 HUME ............................................................................................................................................... 87 1. HUME’UN DÜŞÜNCE SİSTEMİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ ............................................................... 91 1.1. Hume’a Göre “Felsefe” ve “Metafizik”in Mahiyeti ............................................................. 92 1.2. Zihin Dünyasının Temel Öğeleri ......................................................................................... 100 1.2.1. Algılar: İzlenimler ve İdeler ......................................................................................... 102 1.2.1.1. İzlenimler: İç His ve Dış His İzlenimleri ................................................................ 112 1.2.1.2. İdeler ..................................................................................................................... 114 1.2.2. İdelerin Bağlantı ya da Çağrışımları ............................................................................ 116 1.2.2.1. İlişkiler ................................................................................................................... 121 1.2.2.2. Mod/Kip ve Cevher .............................................................................................. 124 1.2.3. Soyut İdeler .................................................................................................................. 126 2. HUME’DA HAYAL GÜCÜ ............................................................................................................ 129 2.1. Bilgi ve Olasılık Ayrımı ........................................................................................................ 130 2.2. Hayal Gücünün İşlevleri veya Olasılığa Dair ...................................................................... 136 2.2.1. Neden-Etki İdesi ........................................................................................................... 137 2.2.2. Hayal Gücünün Neden-Etkiyle İlgili Akıl Yürütmenin Öğeleri ile İlişkisi .................... 142 2.2.2.1. His ve Hafıza İzlenimleri ....................................................................................... 144 2.2.2.2. İzlenimden İdeye Çıkarsama ................................................................................ 147 2.2.2.3. Çıkarsanan İdenin Doğası ile Nitelikleri ve İdeye Beslenen İnanç ...................... 153 2.2.3. İnancın Nedenleri ve İnsan Üzerindeki Etkileri........................................................... 157 2.2.4. İnanç, Rastlantı ve Olasılık Bağlantısı ......................................................................... 164 2.2.5. Zorunlu Bağlantı İdesi ve Hume’un Neden-Etki Tanımları ......................................... 169 2.3. Geleneksel Metafiziğin Sacayaklarına Dair Humecu Bir Sorgulama ................................. 179 2.3.1 Cisim .............................................................................................................................. 179 2.3.2. Zihin ............................................................................................................................. 184 2.3.3. Tanrı ............................................................................................................................. 188 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ........................................................................................................................... 192 KANT............................................................................................................................................... 192 1. KANT’IN DÜŞÜNCE SİSTEMİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ ............................................................... 198 1.1. Kant’a Göre “Felsefe” ve “Metafizik”in Mahiyeti ............................................................. 204 viii 1.2. Kant’ın Kopernik Devrimi ................................................................................................... 211 1.3. Kant’ın Transandantal Felsefesi ......................................................................................... 215 1.3.1. A priori Bilgi Üzerine .................................................................................................... 215 1.3.2. Sentetik ve Analitik Yargılar Ayrımı ............................................................................ 218 1.3.2. Sentetik A priori Yargılar Üzerine ............................................................................... 222 2. KANT’DA HAYAL GÜCÜ .............................................................................................................. 228 2.1. Transandantal Estetik: Hissetme Yetisi.............................................................................. 231 2.1.1. Uzay ile Zamanın Metafiziksel ve Transandantal Bakımdan Serimlenmeleri ........... 235 2.1.2. Uzayın ile Zamanın Ampirik Realitesi ve Transandantal İdealitesi ............................ 240 2.2. Transandantal Mantık: Düşünme Yetisi ............................................................................ 244 2.2.1. Kategorilerin Metafiziksel Dedüksiyonu: Yargı Biçimleri ........................................... 249 2.2.2. Kategorilerin Transandantal Dedüksiyonu ................................................................. 255 2.3. Transandantal Felsefede Hayal Gücü................................................................................. 258 2.3.1. Hayal Gücünün Ampirik Terkip Faaliyeti .................................................................... 261 2.3.1.1. Edinme Terkibi ...................................................................................................... 262 2.3.1.2. Yeniden Üretme Terkibi ....................................................................................... 264 2.3.1.3. Kavramda Tanıma Terkibi .................................................................................... 266 2.3.2. Hayal Gücünün Transandantal Terkip Faaliyeti .......................................................... 269 2.3.2.1. Saf Aklın Eleştirisi’nin İlk Basımı (1781) ............................................................... 273 2.3.2.2. Saf Aklın Eleştirisi’nin İkinci Basımı (1787) .......................................................... 279 2.3.3. Hayal Gücünün Şematizm Faaliyeti ............................................................................ 289 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ...................................................................................................................... 296 DESCARTES, HUME VE KANT’TA HAYAL GÜCÜNÜN İŞLEVLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI ............ 296 1. DESCARTES, HUME VE KANT’IN DÜŞÜNCE SİSTEMLERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR BAKIŞ ....... 298 2. HAYAL GÜCÜNÜN AMPİRİK İŞLEVİ BAKIMINDAN DESCARTES, HUME VE KANT..................... 305 3. HAYAL GÜCÜNÜN SAF VE/VEYA TRANSANDANTAL İŞLEVİ BAKIMINDAN DESCARTES, HUME VE KANT............................................................................................................................................... 315 SONUÇ ............................................................................................................................................ 321 KAYNAKLAR ................................................................................................................................... 329 ÖZGEÇMİŞ ...................................................................................................................................... 338 GİRİŞ Günümüzde, felsefenin Antik Yunan’da başladığı ve bu başlangıcın da daha önceki kadim kültürlerde gerçekleşmemiş bir bilgelik anlayışıyla birlikte ortaya çıktığı iddiası, “tartışılmaz bir doğruluk, neredeyse felsefe yapmaya başlarken kabul edilmesi gereken bir ilke”1 konumundadır. Felsefeyle ilgili standart giriş metinlerine bakıldığında, söz konusu iddianın genel olarak, “felsefe” sözcüğünün etimolojik irdelenmesinden de hareketle, her ne kadar Hint, Mısır, Çin gibi kaynaklardan etkilenilmiş de olunsa, “Yunan Mucizesi”nin görünüşün ardındaki gerçekliğin araştırılmaya başlanmasıyla ortaya çıktığı inancına dayandırıldığı söylenebilir. Kısaca ifade etmek gerekirse, felsefenin Antik Yunan’a özgü bir başarı olarak ortaya çıkışı, mitostan koparak rasyonel açıklamaya geçiş, görünüş-gerçeklik ayrımı, sistematiklik ve çıkar gözetmezlik gibi temel motifler ekseninde, pratik kaygılardan uzaklaşılarak tümüyle teorik bir düşünüm üzerinden varlık ya da gerçekliğe duyulan saf bir merak ve arzu duygusuyla anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Şimdi, en yaygın anlamıyla “felsefe”nin, hem başlangıcı itibarıyla hem de varlığın ya da gerçekliğin doğasını, kökenini, yapısını ve ilkelerini bütüncül bir biçimde araştırma ve yorumlama çabası olması göz önünde tutulduğunda, uzunca bir dönem boyunca “metafizik” bir uğraş şeklinde gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Nitekim Antik Yunan felsefesinin Doğa Felsefesi ya da Presokratik felsefe olarak sınıflandırılan ilk döneminden itibaren filozoflar, görünüş-gerçeklik ayrımı yaparak, görünüşlerin ya da fenomenlerin gerisinde, keyfî ve gelişigüzel değil de, temel ve düzenli bir yapının olduğu anlayışını benimsemişler, bu bağlamda görünüşlerin arkasındaki gerçekliğin birliğini ya da ilkesini 1 Zeynep Direk, Başkalık Deneyimi:Kıta Avrupası Felsefesi Üzerine Denemeler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2005, s. 11. 2 araştırmışlardır.2 Söz konusu birliğin (arkhenin), ilk filozof olduğu kabul edilen Miletos’lu Thales “hydor (su)”, Anaksimandros “apeiron (sınırsız)”, Anaksimenes “aer (hava)”, Pythagoras, “arithmos (sayı)” olduğunu ileri sürmüştür. Benzer bir sorgulama ekseninde, süreklilik ve kalıcılık ile değişme arasındaki problematik durumu çözmeye çalışan Herekleitos sürekli akış anlayışını “pyr (ateş)” ile ifade ederken, Parmenides gerçekliğin nihaî doğasının oluş ve bozuluşa tabi olmayan, sürekli, değişmez, tam, mükemmel ve bir olan “to on (varlık)” olduğunu ileri sürmüştür. Kendilerinden önceki düşünürlerin varlığın temeline tek bir ilke koyan yaklaşımlarından farklı olarak, Empedokles “hava, toprak, ateş ve su”yu, Anaksagoras “sonsuz sayıda tohum ya da homeomerie”yi, Demokritos ise “atomos”u (atom) arkhe olarak kabul etmiştir. Platon ise biri akledilir idealar dünyasına diğeri hissedilebilir fenomenler ya da görünüşler dünyasına karşılık gelen ayrımı ile iki dünyalı metafizik anlayışına kapı aralamıştır.3 Aristoteles’in eserleri içerisinde, adını “fizikten sonra gelen eser” olarak bir “rastlantı” sonucu bulan “metafizik (meta ta physica)”, var olanın var olmak bakımından (on he on) ele alınması, var olan her şeyin ilk ilke ve nedenlerinin sorgulanması anlamında kullanılmış,4 bununla birlikte o, dilden ve mantıktan hareketle cevheri (ousia), bir şeye isnat edilemeyen, fakat kalan her şeyin kendisine isnat edildiği şey olarak tanımlamıştır. “Varlık nedir?” sorusunu “varlığın özü nedir?” sorusuna dönüştüren ve bu soruyu da her şeyin yaratıcısı olan “Tanrı”yla açıklamaya çalışan Ortaçağ felsefesinde ise metafizik, “Tanrı’ya dair bilim” anlamına gelen teolojiden ayrılmaz hale gelmiştir.5 Bu dönem boyunca, Tanrı dışındaki her şey belli bir sıra ve düzen içinde Tanrı’ya göre konumlandırılmıştır. Plotinos, metafizik anlayışının temeline “Bir”i (to hen) koymuş ve onu aşkın, hiçbir nitelik yüklenemeyen neden olarak tanımlamıştır.6 Augustinus, Tanrı’nın tek hakikat olduğunu ve imanın hakikati bulmada en güvenilir yol oluğunu ileri sürerken, benzer bir biçimde Boethius da, varlık hiyerarşisi üzerinden Tanrı’nın bütün var olanların 2 Ahmet Cevizci, İlkçağ Felsefesi Tarihi, Asa Kitabevi, Bursa, 2006, s. 31. 3 Cevizci, İlkçağ Felsefesi Tarihi, a.g.e., s. 296. 4 Fritz Heinemann, “Metafizik”, Günümüzde Felsefe Disiplinleri, çev. Doğan Özlem, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 2001, s. 137. 5 Kadir Çüçen & Hatice Nur Erkızan, “Ortaçağ Felsefesi Tarihi”, Felsefe Tarihi I-Antik Çağ ve Orta Çağ Felsefesi Tarihi, Sentez, Ankara, 2013, s. 221. 6 Betül Çotuksöken & Saffet Babür, Ortaçağda Felsefe, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1993, s. 38. 3 üstünde, mutlak varlık olduğunu temellendirmeye çalışmıştır. Bu gelişmelere paralel olarak Ortaçağ felsefesi, doruk noktasına ise, özellikle Aristoteles felsefesini Hıristiyan dogmalarıyla uzlaştıran St. Thomas’la ulaşmıştır. Modern döneme gelindiğinde ise felsefede köklü bir değişim yaşanmış, ilk ve Ortaçağ filozoflarının öncelikle varlık ya da gerçekliğin mahiyetini ortaya koyup, sonra bu gerçekliğin bilgisine nasıl ve hangi yollarla ulaşılabileceğini açıklamaya çalışan yaklaşımlarından farklı olarak, bu çağdaki filozoflarla birlikte, başlangıç olarak bilginin mahiyeti belirlenip, sonra buna uygun bir varlık anlayışı oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda, görünenin arkasında ne olduğunun ya da tek bir ilkenin/arkhenin mi, yoksa birden fazla ilkenin/arkhenin mi bulunduğunun nasıl bilinebildiği veya görünenin zemini hakkında bir araştırma yapmayı bilme yetilerinin nasıl mümkün kıldığı türünden sorular, modern filozofların Thales’ten itibaren tüm metafizikçilere yöneltebileceği en temel sorulardır. Şüphesiz, Bacon’dan Descartes’a, Locke’tan Hume’a, Berkeley’den Kant’a kadar tüm modern filozoflar, insanın herhangi bir konu ya da alanda soruşturma yapmaya başlamasından önce neyi, nasıl ve ne kadar bilebileceğinin tespit edilmesi gerektiğini, kendi düşünce sistemlerinin dayanaklarına binaen açıklamayı gaye edinmişlerdir. Bu bağlamda, Bacon’un Bilginin İlerlemesi, Descartes’ın Aklın İdaresi İçin Kurallar, Locke’un İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme, Hume’un İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma, Berkeley’in İnsan Bilgisinin İlkeleri Üzerine Bir Deneme, Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi adlı temel eserlerinin isimleri bile, sözü edilen filozofların neden modern filozoflar olarak adlandırıldıklarının ve düşünce sistemleriyle aslen ne amaçladıklarının anlaşılmasına ışık tutmaya yetmektedir. Söz konusu amaç doğrultusunda modern felsefe, bilginin kaynağı ve sınırlarının belirlenmesine yönelik olarak, üç temel anlayış zemininde şekillenmiştir. Öncülüğünü Descartes, Spinoza ve Leibniz’in yaptığı rasyonalist filozoflar, bilginin kaynağı ve sınırının belirlenmesini esas itibarıyla düşünme kuvvetinin saf etkinliği üzerinden idrak ederken, yani içsel bir köken olarak “düşünme”yi temel ele alırken, başta Locke, Berkeley ve Hume olmak üzere ampirist filozoflar bilginin kaynak ve sınırının dışsal bir kökenden edinilen “his(ler)” zemininde belirlenebileceğini savunmuşlardır. Modern felsefede kendi başına bağımsız bir anlayış olarak ortaya çıkan ve temsilcisini Kant’ta bulan eleştirel felsefede ise 4 bilginin kaynak ve sınırı, rasyonalizm ile ampirizmin sentezi üzerinden çizilmeye çalışılmıştır. Açıkça görüleceği üzere, modern felsefede bilginin kaynağına atfedilen işlevler ve bir bilgi kaynağı olarak aklın mı, yoksa hislerin mi temel teşkil ettiği hususunda birbirleriyle taban tabana zıt görüşler ileri sürülmüştür. Genel bir düzlemde bakıldığında, rasyonalist filozoflar hissi düşünmeye indirgemeye çalışırken, ampirist filozoflar tam tersine düşünmeyi hisse indirgeyerek ele alma eğiliminde olmuşlardır. Rasyonalist ve ampirist filozoflara karşılık eleştirel felsefede ise Kant, hissi ve düşüncesel belirlenimlerin birbirlerine indirgenmeye çalışılmasına karşı çıkmış, bilginin tesisini hislerle edinilen ile düşünme etkinliğinin terkibini mümkün kılan bir işlem üzerinden açıklamaya çalışmıştır. Wood’un da açık bir biçimde ifade ettiği üzere, Descartes, hislere itimat etmemeyi, bilgi edinmek için aklımızın gerektiği gibi kullanılmasına dayanmamızı tavsiye etmiştir. Daha önemlisi, hisleri bir düşünce türü olarak görmüştür. His, berraklığa ve seçikliğe sahip olmaması nedeniyle aşağı görülen bir bilgi kaynağıdır. Leibniz ise, hissin “bulanık” düşünce olduğunu öne sürerek, benzer bir fikri daha kısa ve öz bir biçimde ifade etmiştir: His, tabiatı bakımından muhtevası belirsiz olan düşüncedir. Benzer şekilde Spinoza da hissin aşağı bir bilgi derecesi olduğunu kabul etmiş, zihnin hissetme bakımından kendi faaliyet ve işlemlerine nispeten geçirimsiz kaldığını düşünmüştür. Öte yandan, Locke, tüm idealarımızın kaynağını hislerde veya hislerin bize verdiğiyle uğraşırken zihnin gerçekleştirdiği işlemler üzerinde yaptığımız refleksiyonda bulmuştur. Hobbes daha radikal davranarak, düşünceleri his tablarından geriye kalan belirsiz izler olarak değerlendirmiştir. Hume, düşünceleri (veya “ideaları”), “tabların” daha silik kopyaları olarak ele almıştır; en yaygın ve en aşikâr olan tablar hislerdir. Kant hem hisleri bir düşünce türü olarak tasnif etmeyi, hem de düşünceyi histen yola çıkarak açıklamayı reddeder. His ve düşüncelerin farklı bilme işlevleri gerçekleştirdiklerini, sahici bir bilginin ancak bağlı oldukları yetilerin işbirliğinin neticesi olarak, his ve düşüncelerin eksiksiz bir şekilde bir araya gelmesiyle ortaya çıktığını düşünür.7 Şu hâlde, gerek rasyonalist filozofların hisleri düşünmeye gerekse ampirist filozofların düşünmeyi hislere indirgeyerek ele almaya çalışmaları, ilk bakışta açık bir biçimde görülmese de, bilginin tesisi açısından temel bir problem ihtiva etmektedir. Bu problem, her iki gelenekte de ortak olup, iki farklı temsil türünün, yani hissi ve akli temsillerin birbirine nasıl indirgenebileceği problemidir. Vurgulanarak belirtilirse, Leibniz’de hissi temsiller akıl adı verilen düşünme yetisinin fiillerine, Hume’da ise akli 7 Allen W. Wood, Kant, çev. Aliye Kovanlıkaya, Dost Kitabevi, Ankara, 2009, s. 54. 5 temsiller hissetme adı verilen yetinin işlevlerine indirgenmektedir. Fakat her iki filozofta da, söz konusu indirgemenin ne tür bir işlem üzerinden yerine getirilebileceği hususu karanlıkta kalmıştır. Zira bu türden bir işlem için, aslen kendisi ne hissi ne de akli olan, ancak bir yönüyle hissetme yetisiyle diğer yönüyle de düşünme yetisiyle ilişki kurulmasını mümkün kılan bir organon’a ihtiyaç duyulmaktadır. Dahası söz konusu indirgeme problemi, modern felsefenin sonraki dönemlerinde adeta bir temsil krizine dönüşerek, Wood’un da işaret ettiği üzere, özel olarak Kant ekseninde, indirgemenin mümkün olup olmadığı bir yana, indirgemeye konu olan temsillerin birbirlerinden kökensel olarak bağımsız kaynaklardan türetilmesi gerektiği anlayışını ortaya çıkarmıştır. Ancak bu yaklaşımda, farklı temsillerin birbirleriyle ilişkisine dair kriz daha da derinleştirmiştir: artık problem, iki tür temsilin birbirine nasıl indirgenebileceği değil, kaynakları bakımından farklı yetilerin işlevleriyle birlikte ortaya çıkan temsillerin birbirleriyle nasıl bağlantılandırılıp ilişkilendirilebileceği meselesine dönüşmüştür. Bu çalışma, modern felsefe bağlamında sözü edilen temsil probleminin, ruhun veya zihnin temel bir yetisi veya kuvveti olan “hayal gücü” üzerinden çözümlenebileceği savı üzerine bina edilmiştir. Felsefe tarihi açısından bakıldığında bu kavram, ilk olarak Aristoteles’in De Anima (Ruh Üzerine) adlı metninde kullanılmış olup, Aristoteles, “phantasia” adını verdiği ruhsal kuvveti, “yardımcı bir yeti” olarak sınıflandırmış,8 böylelikle de “akıl (nous)” ve “hissetme (aisthesis)” yetilerinden ayırmıştır. Etimolojik olarak bakıldığında, bu terimin, herhangi bir şeyin “tezahür”ünü, “temsil”ini, “suret”ini ve hislerden edinilen “tasavvur”unu oluşturduğu görülmektedir.9 Bununla birlikte söz konusu “phantasia” terimi, süreç içerisinde, hem “akli” hem de “hissi” temsillerin üretilmesini sağlayan yetiyi nitelendirmek maksadıyla da kullanılmıştır.10 Aristoteles’in “phantasia” kavramı, kendisinden sonra özellikle Roma felsefesinde benzer anlamlarda kullanılmış; bu sözcük bir yandan aynen korunarak felsefe tartışmalarına dâhil olurken, bir yandan da 8 Aristotle, On The Soul (De Anima), Greek text and English translation, trans. by W. S. Hett, Loeb Classical Library, Harward, 1957, 412a12–14. 9 Henry George Liddell & Robert Scott, “A Greek-English Lexicon”, revised and augmented throughout by. Sir Henry Stuart Jones with the assistance of Roderick McKenzie, Oxford, Clarendon Press, 1940. 10 Victor Caston, "Intentionality in Ancient Philosophy", The Stanford Encyclopedia of Philosophy, Fall 2008 Edition, ed. by Edward N. Zalta, URL = , 23.12.2013. 6 sözcüğe Latincede “imaginatio” karşılığı önerilmiştir.11 İlgili terimler son olarak Wollf ve Baumgarten ile doruk noktasına ulaşan klâsik Alman metafiziğinde kullanılmış olup, süreç içerisinde terime, “içte(n) biçimlendirme gücü” anlamına gelen “Einbildungskraft” olarak yeni bir Almanca karşılık bulunmuştur.12 Şimdi, Türkçe bağlamında etimolojik olarak bakıldığında, “hayal gücü” kavramındaki “hayal”in, Osmanlıca “heyûlâ” sözcüğünden, bu sözcüğün de Arapçadaki “hayūlā”dan gelmekte olduğu görülmekte, “hayūlā” ise aslen Yunancadaki “hûle” sözcüğüne dayanmaktadır. Yunancadaki “hûle” sözcüğü kök anlamı itibariyle “malzeme” anlamına gelmekte olup, yine etimolojik bağlantılar cihetinden değerlendirildiğinde “hayal gücü”, “malzeme” üzerinde tasarrufta veya işlemde bulunan kuvvet/meleke manasına gelmektedir. Bununla birlikte, Gardet’in de belirttiği üzere, felsefe geleneği içerisinde “malzeme”, yalnızca “cisim” veya “madde” anlamında değil, aynı zamanda “ruhsal veya akli madde/malzeme”, yani “al-hayūlā al-rūhāniyya” anlamında da kullanılmıştır.13 Bilindiği üzere Türkçede bu sözcük, “muhayyile”, “tahayyül kuvveti”, “mütehayyile” ve özellikle son zamanlarda da “imgelem” terimleriyle karşılanmaktadır. Bu kısa ama açıklayıcı saptamalar ışığında, hayal gücünün felsefe tarihi boyunca bir yandan hissi bir yandan da akli temsillerle bağlantısı olan bir yeti olarak kabul edildiğini söylemek mümkündür. O hâlde, bu merkezde olmak kaydıyla çalışmanın problemi yeniden formüle edildiğinde, tezin amacı, yukarıda sözü edilen temsil krizinin hayal gücü üzerinden nasıl aşılabileceğini veya aşılıp aşılamayacağını, modern felsefenin üç ayrı geleneğini temsil eden üç simge ismi, yani Descartes, Hume ve Kant üzerinden değerlendirme üzerine kuruludur. Bir başka deyişle bu çalışma, modern felsefenin kurucusu ve rasyonalizmin en önde gelen temsilcilerinden biri olarak kabul edilen Descartes’ın, yine ampirist felsefe anlayışının başta gelen filozoflarından Hume’un ve 11 Maurizio Ferraris, İmgelem, çev. Fırat Genç, Dost Kitabevi, Ankara, 2008, s. 12. 12 Bknz. Rudolf A. Makkreel, Imagination and Interpretation in Kant: The Hermeneutical Import of the Critique of Judgment, The University of Chicago Press, Chicago and London, 1990, First chapter. 13 Bknz, L. Gardet ,"Hayūlā", Encyclopaedia of Islam, Second Edition, edited by P. Bearman, Th. Bianquis, C.E. Bosworth, E. van Donzel, W.P. Heinrichs Brill Online, http://www.paulyonline.brill.nl/entries/encyclopaedia-of-islam-2/hayula-SIM_2840> (first appeared online: 2012. First Print Edition: isbn: 9789004161214, 1960-2007. Ayrıca bknz. Alfred Ivry, “Arabic and Islamic Psychology and Philosophy of Mind”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy, Summer 2012 Edition, ed. by Edward N. Zalta, URL = , 23.12.2013. 7 gerek rasyonalizmin gerek ampirizmin sentezini yaparak eleştirel felsefe anlayışını düşünce tarihine kazandıran Kant’ın sitemleri içerisinde bir derinleşme yoluyla, her üç filozofun bilginin tesisinde hayal gücüne neden ihtiyaç duyduklarını ve hayal gücünün de bu ihtiyacı giderip gideremediğini hususunu kendisine problem edinmektedir. Bu çerçevede çalışma, Descartes, Hume ve Kant’ın epistemeye dair görüşlerinin tartışılması üzerinden, hayal gücünün her üç filozofun sisteminde gördüğü fonksiyonları analiz etmekle sınırlandırılmıştır. Şimdi, sözü edilen analizin gerçekleştirilebilmesi için ilk olarak Descartes’ın düşünce sisteminin temel dayanaklarının açığa çıkartılarak ayrıntılarıyla ele alınması gerekmektedir. Bunun için Descartes’ın bilgelik, felsefe ve metafiziğin mahiyetine ilişkin görüşlerinin birbirleriyle ilişkisinde bütünlüklü bir biçimde değerlendirilmesi, buna binaen insanın kesin ve şüphesiz bir biçimde neleri bilebileceğini sorgulamak suretiyle, tüm diğer bilgilerin kendisinden türetilebileceği ilk ilkeye ulaşma amacının ve bu amaca ulaşmak için izlediği yöntem düşüncesinin de tespit edilmesi gerekir. Çünkü söz konusu tespitlerin yapılması, Descartes’ın düşünce siteminde hayal gücüne neden ihtiyaç duyduğunun ve hayal gücünün bu ihtiyacı giderip gideremediğinin açığa çıkartılabilmesi için belirleyici olacaktır. Bu sayede felsefi sisteminin bütününü fıtri idelere dayalı olarak tesis etmeye çalışan Descartes’ın bilgi anlayışının ve bu anlayış içerisinde hayal gücünün yeri ve işlevlerinin açıklanabilmesi mümkün hale gelecektir. İkinci olarak, Descartes’ın rasyonalist anlayışının karşı cephesinde yer alan ve ampirist bir çizgide ilerleyen Hume’da hayal gücünün işlevlerinin irdelenmesi kaçınılmaz gibi görünmektedir. Bu irdelemenin yapılabilmesi ise öncelikle Hume’un felsefe ve metafiziğin mahiyetine dair görüşlerinin tespit edilmesine, bu tespitler doğrultusunda, bilgi edinmeyi muğlâk sorunların yarattığı spekülasyonlar ve ihtilaflardan kurtarmak olarak belirlediği amacının anlaşılmasına bağlıdır. Zira söz konusu amacın anlaşılması, Hume’un bilginin tesisinde neden “ideler”i “izlenimler”in soluk ya da cansız kopyaları olarak açıklamaya çalıştığının ve düşünce sisteminin bütününü bu anlayış ekseninde şekillendirdiğinin kavranabilmesine imkân verecektir. Bu sayede felsefe tarihinde nedensellik eleştirisiyle anılan Hume’un söz konusu eleştirisinin, yani etkinin bir nedenin sonucu olmasının zorunlu olmayıp yalnızca “benzerlik”, “sürekli birliktelik” gibi kimi 8 çağrışım ilkelerine dayandığını ileri sürmesinin, düşünce sisteminin bütünüyle ve temel dayanaklarıyla olan ilişkisi de açığa çıkartılmış olacaktır. Şu hâlde, öncelikli olarak Hume’un sisteminin genel özelliklerinin ayrıntılı bir biçimde ele alınması, hayal gücünün bu sistem içindeki yeri ve işlevlerinin açıklanabilmesine bir dayanak teşkil edecektir. Üçüncü olarak, her bilginin tecrübeyle başladığı konusunda Hume ile buna karşılık bilginin tecrübeyle sınırlı olmadığı, tecrübeyi önceleyen a priori bilgilerin bulunduğu konusunda ise Descartes ile hemfikir olan Kant’ın düşünce sisteminde, hayal gücünün yeri ve işlevlerinin incelenmesi bir zorunluluk arz eder. Fakat söz konusu incelemenin yapılabilmesi için öncelikle Kant’ın “bilginin tecrübeyle başlamakla beraber tecrübeyle sınırlı olmaması” imkânını düşünce sisteminde nasıl oluşturarak temellendirdiğinin açıklanması gereği vardır. Bu ise bilginin nesnesinden ziyade, nesneyi a priori olarak bilmemizin nasıl mümkün olduğunun araştırılması anlamına gelen transandantal bilginin, Kant sistemi içindeki yeri ve öneminin anlaşılmasına büyük katkı sağlayacaktır. Dolayısıyla Kant’ın insan aklının bilmeye yönelik faaliyetinin neyi, nasıl ve ne ölçüde bilebileceğini tespit etmek ve bu sınırlar dışındaki kullanımlarının geçersizliğini göstermek, yani aklı kritik etmek olarak ifade edilebilecek amacının, felsefe ve metafiziğin mahiyetine ilişkin görüşleriyle ilgisinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Böylece Kant’ın eleştirel felsefesiyle, bir yandan kendi konumunu diğer metafizikçilerden nasıl ayırabildiği, diğer yandan da geleneksel metafiziğe yönelik karşı çıkışını hangi gerekçelere dayandırabildiği tespit edilebilecektir. Ayrıca söz konusu değerlendirme, onun insan aklının bir yazgısı olarak gördüğü metafiziği, bir bilim olarak temellendirmeye çalışmasının nedenlerini açığa çıkarmaya imkân tanıyacaktır. Görüleceği üzere, Kant’ın bilginin tesisinde hayal gücüne neden ve hangi bağlamda gereksinim duyduğunun incelenebilmesi, düşünce sisteminin temel dayanaklarının ve genel özelliklerinin ayrıntılarıyla sergilenmesine bağlı olmak durumundadır. Dördüncü ve son olarak ise, Descartes, Hume ve Kant’ın düşünce sistemlerinin genel özelliklerinin birbirleriyle mukayese edilmesi, böylece söz konusu filozofların düşünce sistemlerindeki hem ortak yönlerin hem de farklılıkların açığa çıkartılması bütünüyle faydalı bir teşebbüs olarak ortaya çıkmaktadır. Buna karşılık, benzer bir karşılaştırmanın ayrıca hayal gücünün işlevleri üzerinden ayrıca yapılması, çalışmanın 9 amacı olan modern felsefenin üç ayrı geleneğini temsil eden Descartes, Hume ve Kant üzerinden, bilginin tesisinde yaşanan temsil krizinin hayal gücü vasıtasıyla aşılıp aşılamadığı problemini nihayete erdirecektir. Çalışmanın kapsamıyla ilgili yapılan bu kısa belirlemelerin ardından, çalışmada kullanılan yöntem ve ilgili bir dizi konu hakkında da bazı tespitlerde bulunmak, öyle sanılmaktadır ki, yerinde olacaktır. İlk olarak, bu çalışma, modern felsefenin üç ayrı geleneğine mensup olan Descartes, Hume ve Kant ekseninde, bilginin tesisinde hayal gücünün işlevlerini irdeleme amacını taşıdığı için, felsefe tarihinin bütününü kapsayan bir çalışma değildir. Bu nedenle, gerek bilgi meselesinin felsefe tarihi sürecindeki seyri gerekse hayal gücünün felsefe tarihinin başlangıcından itibaren filozofların düşünce sistemlerindeki yeri ve işlevleri çalışmaya dâhil edilmemiştir. Dolayısıyla çalışmanın esasen belli bir problemin çözümü ya da çözümsüzlüğü ekseninde şekillendiğini söylemek mümkündür. İkinci olarak, bu çalışmada, Descartes, Hume ve Kant’ın kendi eserlerinin Türkçe ve İngilizce çevirilerinden yararlanılarak, aslen eserlerin çözümlenmesi üzerine tesis edilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda bir kez daha vurgulamak gerekirse, çalışmada, felsefe tarihinin başlangıcından itibaren hayal gücünün işlevlerinin bir dökümünü yapmaktan özenle kaçınılarak, filozofların kendi eserlerinden yararlanma yoluna gidilmiş, problem odaklı bir irdelemede bulunulmaya gayret edilmiştir. 10 BİRİNCİ BÖLÜM DESCARTES Antik çağın dogmatik idealizminden çok farklı olan ve kaynağını “bilgi kritiği”nden alan modern idealizm, “kendiliklerinde”, “oldukları hâlleriyle” kavrandığı zannedilen realitelerin meydana getirdiği dünyanın, aslında zihinde tasarlanan ideal bir dünyadan ibaret olduğu anlayışına dayanır.14 Bu bağlamda, Hume ve Kant’tan önce, bilme yolları hakkındaki ilk sistematik kritiği gerçekleştiren ve insanın kesin ve şüphesiz bir biçimde neleri nasıl bilebileceğiyle ilgilenen filozofların başında Descartes gelir. Gerçekten de, felsefe görüşleri ekseninde “ben”, “düşünme”, “yöntem”, “şüphe”, “cevher” gibi birçok kavramsal yapıyı ele alan ve bu yapıların sınırlarının yeniden çizilmesini sağlayan Descartes, bir bakıma Batı Felsefesi’nin “Descartes öncesi ve Descartes sonrası felsefe” denilerek bölümlenmesini mümkün kılmış bir filozoftur. Bu açıdan o, Cottingham’ın da vurguladığı üzere, modern felsefenin kurucusu olarak kabul edilmektedir.15 Descartes’ın felsefesini modern kılan, “skolâstik felsefeye Aristoteles’ten intikal etmiş ‘gayî/ereksel’ nedenleri, tabiatın açıklanmasından dışlayarak modern bilime “mekanik” veya “mekanistik” nedensellik paradigmasını armağan etmiş olmasıdır.”16 Hiç kuşkusuz, onun felsefe tarihinde kilometre taşlarından biri olarak değerlendirilmesinin arka planını, büyük ölçüde, felsefenin zeminini oluşturduğunu 14 Alfred Fouillee, Descartes, çev. Atakan Altınörs, Eflatun Yayınevi, Ankara, 2009, s. 55. 15 John Cottingham, “Introduction”, Descartes, ed. by. John Cottingham, Oxford University Press, 1998, p. 1. 16 Alfred Fouillee, Descartes, a.g.e., s. III. (Altınörs’ün ‘sunuş’ bölümünden alıntılanmıştır.) 11 iddia ettiği metafizikle ilgili görüşleri oluşturmaktadır. O, bu konudaki görüşleriyle, kendinden sonra gelen felsefe anlayışlarının şekillenmesinde kimi zaman bir başvuru kaynağı kimi zaman hesaplaşılması gereken, ancak hiçbir zaman vazgeçilmeyen bir filozof olarak felsefe tarihindeki yerini almıştır.17 Nitekim onun genelde metafizik özelde epistemolojiye ilişkin görüşleri ve bunların getirisiyle, çoğu zaman yaygın bir söylemle modern felsefenin ve dahası özellikle Locke’la beraber Aydınlanma düşüncesinin hazırlayıcısı olarak da anılması, düşüncelerinin felsefe tarihine olan etkisini açıkça gözler önüne sermektedir.18 Otoritelerin tartışılmaz olduğu bir dönemde –ki sadece dinde ve siyasette değil aynı zamanda felsefede de– “sağduyu dünyada en iyi pay edilmiş şeydir” sözleriyle, yargı/hüküm verme ve doğruyu yanlıştan ayırt edebilme kuvvetinin bütün insanlarda eşit olduğunu iddia eden Descartes, söz konusu düşüncesiyle her şeyi sorgulayarak, kendi aklını kendisi kullanma cesaretini gösteren “modern insan” anlayışının gündeme gelmesine katkısı bakımından dikkate değer bir öneme sahiptir. Ayrıca Descartes’ın temelde cogito olarak kişi/insan anlayışı, çağdaş düşünce için de bir sıçrama tahtası olmuş, özellikle insan davranışında insan bilincinin ve öznelliğin rolünü derinlikli bir biçimde kavrayan fenomenolojik incelemenin gelişmesine katkıda bulunmuştur.19 Descartes’da hakikat sorununun yöntem sorununa indirgenerek ele alınması, moderniteyi karakterize eden en temel göstergelerden biri olarak kabul edilir. Descartes’le birlikte, hakikatin olup olmadığı ya da ne olduğu sorusu bir yana bırakılarak, hakikate ulaşmak için nasıl bir yöntemin izlenmesi gerektiği düşüncesi, modern dönem filozofların gündemini belirler hale gelmiştir. Descartes’ın görüşleriyle sadece kendisinden sonraki felsefe anlayışları üzerinde değil, aynı zamanda teolojiden etiğe, tıptan geometriye kadar pek çok alanda derin etkiler bırakmış olduğuna hiç şüphe yoktur. Magee’nin de vurguladığı üzere, “bir 17 Gary Hatfield, Routledge Philosophy Guidebook to Descartes and the Meditations, Routledge, 2003, p. 32. 18 Ahmet Cevizci, On Yedinci Yüzyıl Felsefesi Tarihi, Asa Yayınları, Bursa, 2001, s. 9. 19 Edward L. Murray, Muhayyileye Dayalı Düşünmek, çev. Yusuf Kaplan, Açılım Kitap, İstanbul, 2008, s. 23. 12 noktanın konumunun, onun iki sabit çizgiye olan uzaklığıyla ölçülebileceğini” kanıtlayan Descartes, analitik geometri olarak bilinen matematik dalının kurucusu olmuştur. Dolayısıyla Magee’ye göre, “ne zaman bir grafiğe bakacak olsak, Descartes tarafından icat edilmiş bir şeye bakıyoruz demektir. Gerçekten de bir grafik üzerindeki bu iki tanıdık çizgi ‘Kartezyen Eksenler’ olarak, onun adıyla bilinmektedir.”20 Üstelik analitik geometrinin kurulması sayesinde, geometrideki şekillerin yerine cebir denklemlerinin kullanılması da mümkün hale gelmiştir.21 Kuşkusuz, onun bir filozof olduğu kadar bir matematikçi olarak da adlandırılması, felsefeye yönelik rasyonel tutumu ile matematik arasında kurmuş olduğu ayrılmaz bağdan kaynaklanmaktadır. Çünkü o, Aczel’in de vurguladığı üzere, kadim Yunan’dan miras kalan matematiksel kesinlik ve doğruluk ilkesini kendi felsefi sistemi için bir düstur kabul etmiş ender filozoflardan biridir.22 Matematik alanındaki çalışmalarının yanı sıra, anatomiyle de meşgul olan Descartes, bu alanda yaptığı incelemelerle tıbbın yönünü değiştirmiş, Hipokrat’tan Rönesans’a kadar geçerli olan organizmacı, vücuttaki-ruh yaklaşımlarından vazgeçilmesine büyük katkı sağlamıştır.23 Ayrıca o, bilhassa optikteki çalışmalarıyla bir fizikçi; hayvanlar üzerinde yaptığı teşrih/diseksiyon çalışmalarıyla, kan dolaşımını açıklamış bir fizyolog olarak da bilim tarihine adını yazmıştır.24 Bununla birlikte, en genel manada değerlendirildiğinde, Descartes’ın düşünce sisteminin temelini, metafiziğe dair görüşleri oluşturmaktadır. Metafizik, tüm bilgilerin zeminini teşkil eden ilke ya da ilkeleri barındıran, ilk felsefedir. İnsanın kesin ve şüphesiz bir şekilde neleri nasıl bilebileceğini sorgulamak suretiyle, diğer tüm bilgilerin kendisinden türetilebileceği ilke ya da ilkeleri açığa çıkartmayı amaçlayan Descartes, aradığı bu ilkeyi, “Düşünüyorum, o hâlde varım” düşüncesinde dile getirilen “ben 20 Bryan Magee, “Bernard Williams ile Descartes Üzerine Konuşma”, Büyük Filozoflar: Platon’dan Wittgenstein’a Batı Felsefesi, çev. Ahmet Cevizci, Paradigma Yayınevi, İstanbul, 2000, s. 69. 21 Hal Bellman, Büyük Çekişmeler, çev. Füsun Baytok, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, 2003, s. 47. 22 Amir D. Aczel, Descartes’ Secret Notebook: A True Tale of Mathematics, Mysticism, and the Quest to Understand the Universe, Broadway Books, New York, 2005, p 6. 23 Antonio R. Damasio, Descartes’ınYanılgısı, çev. Bahar Atlamaz, Varlık Bilim, İstanbul, 2006, s. 257. 24 Alfred Fouillee, Descartes, çev. Atakan Altınörs, Eflatun Yayınevi, Ankara, 2009, s. III. (Altınörs’ün sunuş metninden alıntılanmıştır.) 13 bilinci”nde bulmuştur. Kartezyen metafiziğin zeminini “ben bilinci” teşkil etmekte, aynı bilinç Tanrı’ya ve cisimlere yönelik bilgimizin de kaynağını teşkil etmektedir. Şimdi, Descartes’ın düşünce sistemine, diğer tüm bilgilerin kendisinden türetilebileceği ilk ilkeleri barındıran metafiziksel düzlemde ve bu ilkeler üzerine yükselen matematik, doğa bilimi ve diğer her tür ampirik bilimler düzleminde yaklaşmak mümkündür. Bunlardan ilki olan metafiziksel düzlemde, gerek düşünen benin, gerek Tanrı’nın, gerekse de uzamın idrakı söz konusu olduğunda, Descartes’a göre, anlama yetisinin yalnızca “görü” adı verilen faaliyetine ihtiyaç duyulur. Görülenecek olan muhteva, bizzat görüleyende bulunduğundan, görü tümüyle doğrudan, saf ve akli bir faaliyettir. Bununla birlikte, konuya metafiziksel düzlemde değil de, ikinci bir düzlemde, daha da açıkçası matematik ile doğa biliminin temellerinin kurulması ve ampirik bilgi düzleminde yaklaşıldığında ise düşünme kuvvetinin saf veçhesinin yeterli olmadığı açığa çıkmaktadır. Yani, metafizik bir zeminin üzerine yükselen matematik, doğa bilimi ve diğer her tür ampirik bilimin gerçekleştirilebilmesi için başta hayal gücü olmak üzere hafıza ve hissetme yetilerine de ihtiyaç duyulur. Ancak unutulmamalıdır ki, Descartes’a göre, her iki düzlemdeki şeyleri idrak etmemizi sağlayan, aslen bir ve aynı düşünme gücü ya da kuvvetidir. Bu kuvvet, idrak edilecek şeylere bağlı olarak farklı işlevler yerine getirir. Farklı işlevlerine göre de bu bir ve aynı kuvvet, saf anlama yetisi, hayal gücü, hafıza ve hissetme yetisi adını almaktadır. Söz konusu kuvvet, ruhun veya düşünen benin dışından gelmeyen ve aynı zamanda da iradeden kaynaklanmayan fıtri idelerin idrakine yönelik faaliyet gösterdiğinde diğer yetilerden herhangi bir yardım almamaktadır. Ancak bu kuvvet, kaynağında cisimsel şeyin veya cevherin bulunduğu kabul edilen etkilerin/izlerin veya hislerin idrak edilmesi söz konusu olduğunda, hissetme ve hayal gücünün faaliyetlerinden de faydalanmaktadır. Dahası, “düşünen ben” açısından sınırları belirsiz ve bir fıtri ide olması bakımından metafiziksel bilginin konusu olan “uzam”ın, hem matematik hem de fizik bilimlerinin konusunu oluşturabilecek şekilde ele alınabilmesi için, sadece saf anlama yetisinin işlemlerine değil, aynı zamanda ve özellikle hayal gücünün özel türden bir faaliyetine gereksinim duyulmaktadır. Bu nedenle, Descartes’ın sisteminin bütünü 14 göz önünde bulundurulduğunda, hayal gücünün onun epistemolojisinde gördüğü işlevlerin açığa çıkartılması gerekir. 15 1. DESCARTES’IN DÜŞÜNCE SİSTEMİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ Descartes, bir yandan geçmişten gelen bilgeliğin veya Skolâstik görüşün, diğer yandan ise hem Francis Bacon gibi filozofların doğru yöntemin izlenmesi durumunda bilimsel bilgiye çok kısa süre de ulaşılabileceği inancının hem de bütün bilgi iddialarını şüpheyle karşılayan yoğun bir septisizmin hüküm sürdüğü bir dönemde, her şeye temelden ve yeniden başlayarak,“felsefe ağacını” ya da “bilgi ağacını” yeşertmek istemiştir.25 Nitekim her şeyin birbiriyle karşılıklı olarak sıkı bir biçimde ilişkili olduğunu, bu nedenle bir şeyi diğerinden yalıtarak ele almak yerine, her şeyi birbiriyle ilişkisinde ve bir bütün olarak ele almak gerektiğini düşünen Descartes26, bu düşüncesini, “felsefe ağacı” olarak bilinen ünlü bir benzetme üzerinden dile getirmiştir. Bu benzetmeye göre, felsefenin kökü metafiziktir. Burada, Tanrı ve sıfatlarına dair bilgiler, ruhun ölümsüzlüğü, açık ve seçik olarak idrak edilebilecek tüm şeyler hakkında bilgiler bulunur. Ağacın gövdesi, cisimsel şeylerin ve evrenin nasıl kurulduğuna ilişkin bilgilerin yer aldığı fiziktir. Ağacın dallarını ise hekimlik, teknik ve son olarak da ahlak teşkil eder.27 Ağaç benzetmesinden açıkça anlaşılacağı üzere, Descartes’ın düşünce sistemi, metafizik bilgi üzerine yükselir. Çünkü metafizik, diğer tüm bilgilere kaynak teşkil eden ilkelerin bulunduğu asli bir zemindir. Yapılan bu kısa belirlemeler ışığında, Descartes’ın düşünce sisteminin genel özelliklerinin bütünlüklü bir biçimde anlaşılabilmesi için onun kendi felsefe anlayışıyla neyi amaçladığının, bu amacı gerçekleştirmeye yönelik olarak 25 Ahmet Cevizci, On Yedinci Yüzyıl Felsefesi Tarihi, Asa Kitapevi, Bursa, 2001, s. 100. 26 Rene Descartes, Aklın İdaresi İçin Kurallar, çev. Mehmet Karasan, Mili Eğitim Basımevi, İstanbul, 1989, s. 5. Descartes’ın metinlerine yapacağımız atıflarda, çalışmamızda tutarlılığı sağlamak amacıyla kimi değişiklikler yapılacaktır. Söz konusu değişiklikler parantez içinde ya da kesme işaretiyle gösterilecektir. 27 Rene Descartes, Felsefenin İlkeleri, çev. Mehmet Karasan, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1997, ss. 16-17. 16 nasıl bir yöntem izlediğinin, bu felsefe anlayışını hangi dayanaklar üzerine inşa ettiğinin ve bütün bunların nihayetinde hangi sonuçlara ulaştığının ayrıntılarıyla ve sistematik bir biçimde ele alınması gerekir. 1.1. Descartes’a Göre “Bilgelik”, “Felsefe” ve “Metafizik”in Mahiyeti Descartes’ın gerek Aklın İdaresi İçin Kurallar gerek İlk Felsefe Hakkında Meditasyonlar gerekse de Felsefenin İlkeleri adlı eserlerindeki asli amacı, insanın kesin ve apaçık bir şekilde neleri, nasıl bilebileceğini sorgulamak suretiyle, tüm bilgilerin zeminini teşkil eden ilk ilkeyi ya da ilkeleri açığa çıkarmaktır. Onun amacının, “bilgelik”, “felsefe” ve “metafizik”in mahiyetine dair görüşleriyle doğrudan bir ilişkisi bulunduğu için, öncelikle söz konusu görüşlerinin birbiriyle ilişkisinde ve ayrıntılarıyla açıklanmasında fayda vardır. Descartes’a göre, “bilgelik”, yalnızca “basiretli/ölçülü/düşünceli olmayı” değil, fakat gerek “eylem” ve “beceri” alanlarında, gerekse de “sağlıkla” ilgili konularda, insanın bilebileceği bütün şeylerin tam bir bilgisidir.28 Bu bilginin böyle olabilmesi için de, onun ilk ilke ya da ilkelerden türetilmiş olması, yani bu ilkelerin diğer bütün bilgilerin zeminini teşkil etmesi gerekir. Bu nedenledir ki, bilgelik, bilme konusu olan şeyler arasındaki herhangi bir ayrımdan kaynaklanmaz. Çünkü bilme konusu olan şeyler ve onları ele alan tüm bilimler, aslen insanın bilme faaliyetinin ürünleri olmaları bakımından, bir ve aynı bilgeliğin parçalarından başka bir şey değildirler. Dolayısıyla bilimlerin hepsinin birden öğrenilmesi, birini diğerinden ayırmaktan çok daha kolay olduğundan, hakikatin ciddi bir biçimde araştırılmasında, tek bir bilimin tetkikinden yola çıkılmamalıdır.29 Ona göre, bilimleri, bilme konusu edindikleri şeylerdeki farklılıklarından yola çıkarak birbirlerinden ayırmak ve tamamen bağımsız olarak ele 28 Descartes, Felsefenin İlkeleri, a.g.e., ss. 5-6. 29 Rene Descartes, Aklın İdaresi İçin Kurallar, çev. Mehmet Karasan, Mili Eğitim Basımevi, İstanbul, 1989, s. 5. Descartes’ın bilimlerin birliğine ilişkin yapmış olduğu bu tespit, çağımızın bir çılgınlığa dönüşen aşırı uzmanlaşmaya asırlar öncesinden dikkat çekmesi bakımından düşündürücüdür. 17 almak, onların daima bir ve aynı kalan bilgelikten başka bir şey olmadıklarını görememekten kaynaklanır.30 Bu nedenle, bilimlerin her biri ve bilme konusu edilen her şey “evrensel bilgelikle”, yani bilinebilecek tüm şeylerin ilk ve temel bilgisiyle olan bağı göz önünde bulundurularak ele alınmalıdır. Tüm bilgilerin kendisinden türetilebileceği ilkenin ya da ilkelerin açığa çıkartılması ise felsefe etkinliği sayesinde mümkündür. Çünkü “bilgelik”, diğer tüm bilgilere zemin teşkil eden ilkeler üzerine tesis edilmiş her şeyin tam bir bilgisi, “felsefe” sözcüğü ise “bilgelik incelemesi”, yani bu ilk ve temel ilkelerin açığa çıkartılması, sorgulanması anlamına gelir. Descartes, “ilk ilke ya da ilkelerde” iki temel koşulun bulunması gerektiğini iddia eder: İlk koşul, ilk ilkelerin açık ve seçik olarak idrak edilmesi; ikinci koşul ise diğer bütün şeylerin bilgisinin bu ilkelere dayanmasıdır.31 Böylece iki koşuldan ilki, ilk ilkelerin bilgisinin kesinliğini, yani doğruluklarından hiçbir suretle şüphe edilememesini; ikincisi ise diğer bütün şeylerin bilgisinin bu ilkelerden türetilmesini ifade eder. Kısaca, her iki koşul da aslen, kesin ve şüphesiz olarak bilinen ve diğer tüm bilgilere zemin teşkil eden bir şeyin “ilke” olarak kabul edilmesi gerektiği düşüncesine dayanır. O hâlde, felsefeye düşen görev, bütün bilgilerin kendisinden türetilebileceği kesin ve şüphesiz ilkeleri açığa çıkarmak olduğuna göre, felsefenin bizzat insanın bilme faaliyetinin zeminine ya da ilkelerine yönelik bir araştırma faaliyeti olduğu söylenebilir. Descartes, Felsefenin İlkeleri adlı eserinin çok sık alıntılanan bir pasajında felsefeyi, kökleri metafizik, gövdesi fizik ve bu gövdeden çıkan dalları da tıp, mekanik ve etik (ahlak) olan bir ağaca benzetir.32 Nasıl ki, bir ağacın büyüyüp gelişmesine, dallanıp budaklanmasına kaynaklık eden ağacın kökleriyse, benzer bir biçimde bütün bilimlerin/bilgilerin gelişmesine kaynak teşkil eden de felsefe ağacının kökü olan, 30 Descartes, a.g.e., s. 9. Descartes, bilimlerin konularındaki farklılıklara göre birbirinden ayrılmasını beşeri bir durum olarak değerlendirir. Ancak söz konusu ayrımların yapılabilmesi için aslen onların bir ve bütün olduklarının gözden kaçırılmaması gerekir. 31 Descartes, Felsefenin İlkeleri, a.g.e., s. 6. 32 Descartes, a.g.e., s. 17. 18 metafiziktir. Bu bağlamda, metafizik, insanın bilme faaliyetinin ve bu faaliyetin yapı ve özelliklerini belirleyen ilk ilkelerin bulunduğu asli zemindir. Descartes’ın genellikle İlk Felsefe Hakkında Meditasyonlar olarak kısaca adlandırılan meşhur kitabının tam adı Tanrı’nın Varlığının ve İnsanın Ruhuyla Bedeni Arasındaki Gerçek Ayrımın Açık Bir Biçimde Kanıtlandığı İlk Felsefe Hakkında Meditasyonlar’dır. Bu başlıktan da anlaşılacağı üzere, Descartes’ın “ilk felsefe” olarak adlandırdığı, “metafizik”ten başka bir şey değildir. Metafizikte, Tanrı ve sıfatlarına dair bilgiler, ruhun ölümsüzlüğü, açık ve seçik olarak idrak edilebilecek tüm şeyler hakkında bilgiler bulunur. Bununla birlikte, Descartes, Mersenne’e yazmış olduğu 11 Kasım 1640 tarihli mektubunda, “ilk felsefe” deyiminin yalnızca Tanrı ya da ruh konusuyla sınırlı olmadığını, felsefe yapılarak keşfedilebilecek tüm şeylerin ilk bilgisini kapsadığını ifade eder.33 Ancak ona göre, “nasıl meyveler ağaçların kökünden veya gövdelerinden değil de, yalnız dallarının ucundan toplanırsa”, buna uygun olarak, “felsefenin asıl faydası da en son öğrenilen bölümden elde edilebilir.”34 Dolayısıyla “felsefe ağacının dallarının”, yani teorik bir zemin üzerinde yükselen ve pratiği ilgilendiren “tıp”, “mekanik”, “etik” (ahlak) gibi bilimlerin gelişmesi ve onlardan verim alınabilmesi için de tüm bilgilerin zeminini teşkil eden ilkelerinin açığa çıkartılması zorunludur. 1.2. Descartes’ın Düşünce Sisteminde Yöntem İnsanın düşünme kuvvetinin, kendisine neyi konu alırsa alsın, hep aynı kalması nedeniyle temel bir yapısı olması gerektiğini ve dolayısıyla bilgide esas önemli olanın doğru yöntemin izlenmesi olduğunu öne süren Descartes, bilginin yöntem bakımından birliğini savunur.35 Çünkü ona göre, tüm bilgilere ulaşmayı sağlayan akıl, bütün 33 Rene Descartes, The Philosophical Writings of Descartes, Volume III, translated by John Cottingham, Robert Stoothoff, Dugald Murdoch, Cambridge University Press,1991, pp. 157-8. 34 Descartes, Felsefenin İlkeleri, a.g.e., s. 17. 35 Ahmet Cevizci, On Yedinci Yüzyıl Felsefesi Tarihi, a.g.e., s. 103. 19 insanlarda mevcuttur; gerçekten de sağduyu ya da akıl dünyada en iyi pay edilmiş şeydir.36 Farklı görüşler, bazı insanların diğerlerinden daha akıllı olmasından değil, fakat incelenen meselenin değişik yollardan ele alınmasından kaynaklanır.37 Benzer bir biçimde Felsefenin İlkeleri adlı eserinde Descartes, “gerektiği gibi kullanıldığı takdirde, doğru düşünmeye, yani iyi hüküm vermeye ve hatta en yüksek bilimleri elde etmeye gücü yetmeyen hiçbir ruh yoktur” demektedir.38 Dolayısıyla insanın sadece akla sahip olması yetmez, fakat onu doğru şekilde kullanması için uygun bir yöntem edinmesi gerekir. Ayrıca Descartes, Aklın İdaresi İçin Kurallar adlı eserinin ilk kuralını, zihni, karşısına çıkan her türlü şey üzerine, hakiki/doğru ve sağlam yargılar verecek şekilde yönlendirmek/idare etmek olarak belirler.39 Bu bağlamda, ilk ilkelerden türetilecek diğer tüm bilgiler üzerine, kesin ve doğru yargı verebilmek için basit ve uygulanması kolay kurallardan oluşan bir yöntemin izlemesi zorunludur: Halbuki, hiç bir şey üzerine hakikati metotsuz aramaktansa hiç aramamak daha hayırlıdır: zira şüphesiz, böyle düzensiz araştırmalarla belirsiz düşünceler tabiat ışığını karartır, düşünceyi körletir ve böylece karanlıklar içinde yürümeye alışanların gözlerinin keskinliği o kadar azalır ki, sonunda güneş ışığına dayanamaz olurlar; tecrübe de bunu gösteriyor; çünkü vakitlerini asla kitaplarda bulunan ilmi öğrenmeye vermemiş olanların karşılaştıkları şeyler üzerinde, bütün ömürlerini okullarda geçirmiş olanlardan çok daha sağlam ve seçik bir hüküm sahibi oldukları çokça görülür.40 Söz konusu yöntem düşüncesi ekseninde Descartes, Metot Üzerine Konuşma’da, dört temel kural belirler. “Apaçıklık”, “Analiz”, “Sentez” ve “Sayma” adıyla 36 Rene Descartes, Aklını İyi Sevk etmek ve Bilimlerde Hakikati Araştırmak İçin Metot Üzerine Konuşma, çev. Atakan Altınörs, Paradigma, İstanbul, 2010, s. 3. 37 “Sağduyu dünyada en iyi pay edilmiş şeydir: zira her insan sağduyudan o kadar iyi pay almış olduğunu düşünür ki, başka her şeyden en zor memnun olanlarımızın bile kendilerinde bulunan sağduyudan daha fazlasını arzulaması, pek de alıştığımız bir durum değildir. Bu hususta herkesin yanılgı içinde bulunması, hakikate uzak düşer; bu, daha ziyade, özel olarak sağduyu ya da akıl diye adlandırılan iyi hüküm verme ve doğruyu yanlıştan ayırt etme kudretinin bütün insanlarda fıtrî eşitliğinin şahididir; böylece kanaatlerimizin farklılığı, bazılarımızın diğerlerinden daha akıllı olmasından değil, sadece düşüncelerimizi değişik yolardan sevk etmemizden ve aynı şeyleri göz önünde bulundurmamaktan ileri gelir. Zira iyi bir zekâya sahip olmak yetmez, asıl olan onu iyi kullanmaktır” Descartes, a.g.e., s. 3. 38 Descartes, Felsefenin İlkeleri, a.g.e., s. 15. 39 Descartes, Aklın İdaresi İçin Kurallar, a.g.e., s. 3. 40 Descartes, a.g.e., s. 15-16. 20 anılan bu kurallara göre, hakkında apaçık bilgiye sahip olunmayan hiçbir şey doğru diye kabul edilmeyecek, incelenen güçlüklerin üstesinden gelebilmek için sorunlar parçalara ayrılacak, en basit ve bilinmesi en kolay şeylerden başlanarak daha karmaşık olanlara sırayla geçilecek ve son olarak da genel kontroller yapılacaktır. Nitekim o, söz konusu kuralları şöyle ifade eder: İlki, doğru olduğunu apaçık bilmediğim hiçbir şeyi asla doğru kabul etmemek, yani acelecilikten ve peşin hükümlü olmaktan özenle kaçınmak ve akıllı ruhuma [esprit] kendini açıkça ve seçikçe sunan, şüpheye düşmeye hiç mahal bırakmayanlar dışında hiçbir şeyi hükümlerime dâhil etmemekti. İkincisi, inceleyeceğim meselelerden her birini, mümkün olduğu ve en iyi biçimde çözümlemek için gerektiği kadar çok parçalara ayırmak. Üçüncüsü, en yalın ve tanınması en kolay olan konulardan/objelerden başlayarak basamakları çıkar gibi en bileşik olanların bilgisine kadar yavaş yavaş tırmanmak için düşüncelerimi bir düzen dâhilinde sevk etmek ve dahi, birbiri ardından doğal biçimde sıralanmayan şeyler arasında bile düzenlilik farz etmek. Sonuncusu, hiçbir şeyi dışta bırakmadığımdan emin olana kadar her yerde eksiksiz sayımlar yapmak ve geneli gözden geçirmekti.41 Descartes, izledikleri yöntem ve konu alanları itibarıyla, zihnin kesin ve apaçık idrakine sahip olabileceği şeylere yönelen, bu bakımdan yukarıda ifade edilen dört kurala harfiyen riayet eden iki bilime, aritmetik ve geometriyi örnek gösterir. Özellikle geometricilerin kullandıkları uzun önermeler zinciri, insanın bilgisine ulaşabileceği her şeyin aynı biçimde birbirine bağlı olduğunu ve bir şeyin diğerinden türetildiği sırayı izlemek koşuluyla her şeyin bilgisine ulaşılabileceğini göstermesi;42 aritmetik ise doğru sırayı izlemek ve aranılan şeyin tüm koşullarının tam bir sayımını yapmayı öğretmesi 41 Descartes, Aklını İyi Sevk etmek ve Bilimlerde Hakikati Araştırmak İçin Metot Üzerine Konuşma, a.g.e., s. 19-20. 42 “Geometricilerin en zor ispatlarına varmak için kullanmaya alışkın oldukları tamamen yalın ve kolay bu uzun gerekçeler [raison] zinciri, insanların bilebildiği her şeyin de aynı şekilde birbirini takip ettiğini ve doğru olmayan bir şeyi öyle kabul etmekten kaçınmak ve birinin öbüründen tümdengelimle çıkarılması gereken sırayı her zaman gözetmek şartıyla, en sonunda bunlardan ulaşılamayacak kadar uzak ve keşfedilemeyecek kadar saklı bir şeyin olmayacağını tasavvur etmeme fırsat vermişti. Böylece nereden başlamak gerektiğini bulmakta güçlük çekmedim: zira, en basit ve bilinmesi en kolay olanlarıyla başlamam gerektiğini zaten biliyordum ve bilimlerde hakikati daha evvelce araştırmış olan kimseler içinde, bazı ispatlamalar, yani bazı kesin ve apaçık gerekçeler bulabilenlerin sadece matematikçiler olduğunu göz önünde tutarak, sadece onların incelediklerinin aynısından başlamakta en küçük bir tereddüt duymuyordum” Descartes, a.g.e., s. 20. 21 bakımından,43 Descartes’ın sözünü ettiği yöntemi bizzat uygulayan bilimlerdir. O hâlde, ilk ilkeler üzerine inşa edilecek diğer tüm bilgilerin, kesin ve şüphesiz bir bilgisine ulaşabilmek için bu dört temel kurala harfiyen riayet edilmesi gerekir. 1.3. Descartes’da Bir Düşünme Fiili Olarak Şüphe Etmek Daha önce de vurgulandığı üzere, Descartes’ın amacı, insanın kesin ve şüphesiz bir biçimde neleri nasıl bilebileceğini sorgulamak suretiyle, diğer tüm bilgilere zemin teşkil eden ilke ya da ilkeleri açığa çıkartmaktır. Bu amacın gerçekleştirilmesi için öncelikle yapılması gereken şey, bilindiği zannedilen her şeyden, tüm kanılardan “şüphe etmek”tir. Fakat o güne kadar muteber saydığım bütün kanaatlere gelince, ya sonradan yerlerine daha iyilerini koyayım diye ya da makullük/akla uygunluk seviyelerini ayarlayınca onları tekrar yerlerine koymak üzere bir defada kafamdan çıkarıp atmaya teşebbüs etmekten daha iyi bir şey yapamazdım. Bu yolla hayatımı, sadece eski temeller üstüne bir bina inşa etmekten ve yine sadece, gençliğimde doğru olup olmadığını incelemeden ikna oluverdiğim ilkelere dayanmaktan çok daha iyi sevk etmeyi başaracağıma sıkı sıkıya inandım.44 Descartes’a göre, hayat bir bütün olarak gözden geçirildiğinde pek çok yanlış kanının doğru kabul edildiği ve bu kanılara dayanılarak oluşturulan birçok güvenilmez ilkenin olduğu kolaylıkla görülebilir.45 Oysa amaç, üzerine bütün bir bilgi sisteminin inşa 43 “En nihayet, doğru sırayı takip etmeyi ve aranan şeyin bütün hallerinin tastamam sayımını yapmayı öğreten metot, aritmetik kurallarına kesinliğini veren her şeyi içerir” Descartes, a.g.e, s. 21. Bumin’in vurguladığı üzere, Descartes’a göre, geometri ve aritmetiğin ayrıcalığı, konularının varlığına ya da yokluğuna karşı kayıtsız olmaları, yani konularının soyut olmasıdır. Tülin Bumin, Tartışılan Modernlik: Descartes ve Spinoza, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1996, s. 40. 44 Descartes, Aklını İyi Sevk etmek ve Bilimlerde Hakikati Araştırmak İçin Metot Üzerine Konuşma, a.g.e., s. 15-16. 45 “Hayatımın ilk yıllarından itibaren birçok yanlış kanıyı doğru kabul etmiş olduğumun ve o zamandan beri bu derece güvenilmez ilkeler üzerine kurduğum her şeyin de ancak pek kuşkulu ve kesinlikten uzak olduğunun farkına bugün varıyor değilim; bunu anlayınca, bilimler alanında sağlam ve kalıcı bir şey ortaya koymak istiyorsam, hayatımda bir kez olsun daha önce inanmış olduğum bütün kanılardan kurtulmaya girişmemin ve her şeye yeniden ve temelden başlamamın gerekli olduğu yargısına vardım” Descartes, Tanrı’nın Varlığının ve İnsanın Ruhuyla Bedeni Arasındaki Gerçek Ayrımın Açık Biçimde Kanıtlandığı İlk Felsefe Hakkında Meditasyonlar: Pierre Gassendi’nin Meditasyonlar’a İtirazı ve Descartes’ın Bu İtirazlara Yanıtı, a.g.e., s. 15. “Adam olmazdan önce 22 edileceği, kesin ve şüphesiz bir temel ya da Arkhimedes noktası keşfetmektir. Kesin ve şüphesiz bir ilkeye ya da başlangıç noktasına ulaşmak için öncelikle yapılması gereken, bilindiği zannedilen her şeyden şüphe etmek, onlardan tümüyle kurtulmaktır. Epistemolojiye Descartes’le giren ve “temelcilik” olarak adlandırılan bu yeni yöntem ya da bilgi anlayışına göre bilgi sisteminin, temelleri sağlam olan bir binaya benzer şekilde sağlam temellere dayanması gerekir.46 Bu bağlamda, bilginin temelindeki ilk ilkeyi araştıran Kartezyen bilgi kuramına temelci bilgi kuramı denilmektedir.47 Çünkü Descartes, diğer her şeyin bilgisinin, ancak kesin, tartışmasız, şüphesiz, apaçık ilk ilkelerden oluşan temeller üzerine inşa edilebileceğini iddia eder. Nasıl ki sağlam olmayan, çürük temeller üzerine inşa edilmiş bir bina her an yıkılmaya meyilliyse, benzer bir biçimde sağlam olmayan temeller üzerine inşa edilmiş bir epistemik sistem de yıkılmaya mahkûmdur.48 Diğer bütün bilgiler, ilk ilkelerin açık ve seçik olarak idrak edilmesi temeli üzerine inşa edilebildiğinden, yanlış, şüpheli olan her türlü inanç ya da kanaatin, ilk ilkelerin apaçıklığını teşhis ve tespite engel olmaması gerekir. Bu yüzden, Descartes’a göre, bir binanın temeli atılmadan önce, temelin sağlam olması için nasıl zemin kazılarak zemini yumuşatan kum, çakıl gibi şeyler temizlenirse, benzer şekilde ilk ilkelerin bilgisinin kesin ve şüphesiz bir biçimde açığa çıkartılması için şüpheli olma ihtimali olan her şey atılmalıdır.49 çocuktuk ve henüz bütün aklımızı kullanmadığımız bu yaşta duyularımıza dokunan şeyler hakkında bazen iyi bazen kötü hüküm verdik; bunun için, böyle acele ile verilen birçok hüküm hakikatin bilgisine ulaşmamıza engel oluyor ve bu suretle bize şunu öğretiyor ki, kendilerinde en ufak bir şüphe bulaşığı bulacağımız şeylerden hayatımızda bir kez şüphe etmeye koyulmadıkça, onlardan kurtulabileceğimizi gösteren hiçbir belirti yoktur” Descartes, Felsefenin İlkeleri, a.g.e., s. 23-24. 46 Ahmet Cevizci, On Yedinci Yüzyıl Felsefesi Tarihi, Asa yayınları, Bursa, 2007, s. 108. 47 Kadir Çüçen, “Modern Epistemolojinin İki Geleneği”, Çağdaş Epistemolojiye Giriş, der. Nebi Mehdiyev, İnsan yayınları, İstanbul, 2011, s. 49. 48 Yalçın, Modern Felsefede Benlik, a.g.e., s. 18. 49 “(...) bütün amacım, sadece güvende olmaya ve kayayı ya da kili bulmak için kaygan zeminle kumdan uzak durmaya yöneliktir” Descartes, Aklını İyi Sevk etmek ve Bilimlerde Hakikati Araştırmak İçin Metot Üzerine Konuşma, a.g.e., s. 28. Ayrıca Descartes, “Yedinci Cevaplar”da, şüphe etme sürecini, bir sepette bulunan çürük elmaları ayıklamak için sepetin tamamen boşaltılarak içindekilerin gözler önüne serilmesine benzetmektedir Rene Descartes, The Philosophical Writings of Descartes, Volume II, translated by John Cottingham, Robert Stoothoff, Dugald Murdoch, Cambridge University Press, USA, 1984, p. 324. 23 İlk Felsefe Hakkında Meditasyonlar’da Descartes, tüm eski kanıların ya da inançların dayandığı temellere ilişkin bir sorgulamayı, bir düşünme fiili olan “şüphe etme” üzerinden gerçekleştirir. Şüphe edebilmek için zihinde kendisinden şüphe edilecek bir düşüncenin (idenin), yani bir idrakin bulunması gerekir. Zira zihinde bir düşüncenin olmaması, kendisinden şüphe edilebilecek herhangi bir şeyin bulunmadığı anlamına gelir. Zihin vasıtasıyla bu idrak düşünülerek, “bu idrak hakkında yanılıp yanılmama cihetinden hükümde bulunulur.”50 Bu bağlamda, bir bütün olarak Descartes’ın metafiziğinin, zihinde mevcut idraklerden şüphe edilip edilememesinin araştırılması neticesine dayanan analitik bir yapı üzerine inşa edildiği söylenebilir. Dolayısıyla hakikati arayan bir kişinin hayatında bir defa da olsa, mümkün olduğu ölçüde her şeyden şüphe etmesi, insan bilgisinin ilkelerinin açığa çıkartılması için izlenecek analitik yöntemin temelidir. Yaşamımıza çocuk olarak başladığımız ve aklımızı tümüyle kullanmadan önce hislerimizle algıladığımız şeylerle ilgili çeşitli yargılarda/hükümlerde bulunduğumuzdan, hakikatin bilgisine ulaşmamıza engel olan pek çok önyargıya sahip olduk. Bu önyargılardan kendimizi kurtarmamızın tek yolu, en küçük bir şüphe içeren her şeyden hayatımızda bir defa şüphe etmeye çaba sarf etmektir.51 Bu noktada önemle vurgulanması gereken şey, şüphe etmenin hakikatin bilgisine ulaşmak için yalnızca bir yöntem ya da araç olarak kullanıldığıdır. Kesin ve şüphesiz bir başlangıç noktasına ya da temele erişildiğinde, şüphe etme hiç kuşku yok ki son bulur. (…) tam dokuz yıl boyunca, oynanmakta olan komedyalarda bir aktör olmaktan ziyade seyirci kalarak dünyada oradan oraya dolaşmak dışında hiçbir şey yapmadım; bu esnada, şüpheye mahal verebilen ve bizi yanılgıya sevk eden her konu üzerinde özellikle refleksiyonda bulunarak, eskiden sızmış olabilecek bütün yanlışların kökünü aklımdan kazıyordum. Bunu sırf şüphelenmek için 50 Yalçın Koç, Anadolu Mayası Türk Kimliği Üzerine Bir İnceleme, Cedit Neşriat, Ankara, 2008, s. 38. 51 Rene Descartes, The Philosophical Writings of Descartes, Volume I, translated by John Cottingham, Robert Stoothoff, Dugald Murdoch, Cambridge University Press, USA, 1985, p. 193. 24 şüphelenen ve daima çözümsüzlüğe tutkun septikleri taklit için yapıyor da değildim.52 Bundan dolayı şüphe etmeye takılıp kalarak bir sonuca ulaşmamanın ya da kesin ve doğru hiçbir şey bulunmadığını kabul ederek, varsayımsal ilkelerden diğer şeylerin bilgisini çıkarsamaya çalışmanın Descartes’ın sözünü ettiği şüphe etme yöntemiyle bir alakası bulunmaz. O, bu yüzden, özellikle doğru yargı vermek konusunda aceleci davrananların ve düşüncelerini belirli bir sistem dâhilinde ele almayanlar ile başkalarının görüşlerini takip edenlerin şüphe etme kararı almaya uygun olmadıklarını belirterek, kendi şüphe etme amacını bunlardan dikkatle ayırır.53 Kısaca, Descartes’ın bilindiği zannedilen her şeyden şüphe edilmesi gerektiğini ileri sürmesi, aslen bütün bilgilerimizin zeminini teşkil eden ilkeleri açığa çıkartma amacının bir parçasıdır. 1.4. Cevherlerin Tesisi Descartes’ın, metafizikle ilgili görüşlerini birlikli ve bütünlüklü olarak ele aldığı temel metni, 1641’de yayımlanan, İlk Felsefe Üzerine Meditasyonlar’dır. “İlk felsefe”, “metafizik”in bir diğer adı olup, insan bilgisinin ilkelerinin incelenmesi anlamına gelir. Meditasyonlar’ın ilk baskısındaki alt başlık, “Tanrı’nın Varlığının ve Ruhun Ölümsüzlüğünün İspatlandığı” ibaresini taşımakla birlikte, 1642 tarihli ikinci baskının alt başlığı, “Tanrı’nın Varlığının ve İnsan Ruhu ile Bedeni arasındaki Ayrımın İspatlandığı” şeklinde değiştirilmiştir. Descartes, “Aziz Paris İlahiyat Fakültesinin Dekan ve Öğretmenlerine” başlıklı mektubunda, metni “Tanrı ve Ruh Üzerine” bir çalışma olarak takdim ederek, Tanrı’nın mevcut olduğunu, ruhun/zihnin cisimden/bedenden ayrı 52 Descartes, Aklını İyi Sevk etmek ve Bilimlerde Hakikati Araştırmak İçin Metot Üzerine Konuşma, a.g.e., s. 28. 53 “Yalnız, önceleri muteber kabul ettiğim görüşlerin hepsini terk etme kararı, her kişinin takip etmesi gereken bir örnek değildir; ve dünya da aşağı yukarı, buna hiç mi hiç elverişli olmayan iki zihniyet türüne sahip insandan müteşekkildir. Şöyle ki, kendilerini olduklarından daha becerikli zannederek hükümlerinde acele etmekten kendilerini alamayan ve bütün düşüncelerini bir düzen içinde sevk etmek için yeterince sabırlı olmayan bir zihniyet taşıyanlar vardır” Descartes, a.g.e., s. 17. 25 olduğunu felsefi argümanlarla kanıtlayacağını iddia etmiştir.54 Bu nedenle, metin görünüşte, teolojik konularla ilgili bir çalışma olarak düşünülebilir, fakat daha derinden bakıldığında, Descartes’ın amacının teolojik olmaktan son derece uzak olduğu görülecektir.55 Descartes, yakın dostu Mersenne’e yazdığı 28 Ocak 1641 tarihli bir mektupta, gizli kalması koşuluyla, söz konusu çalışmanın kendi fiziğinin tüm ilkelerini içerdiğini ifade etmekte ve metin için “size benim ‘fizik’imin tüm ilkelerini içeren küçük bir ‘metafizik’ inceleme gönderiyorum” demektedir: Aramızda kalması koşuluyla, size şunu söylemek isterim ki, bu altı Meditasyon, benim Fizik’imin tüm temellerini içermektedir. Fakat rica ederim, bunu belirtecek şekilde söz etmeyin; zira Aristoteles’in destekleyicileri, muhtemelen bunları onaylamakta çok zorluk çekeceklerdir. Ayrıca, bunları okuyacak kimsenin, benim ilkelerimin Aristoteles’inkileri yıktığını görmeden önce, farkında olmaksızın benim ilkelerime aşinalık kazanacağını ve hakikati fark edeceklerini umut ediyorum.56 Dolayısıyla Hatfield’a göre, Descartes’ın “Tanrı” ve “ruh” üzerine söylemi, devrimci bir yeni fizik veya doğa felsefesinin metafiziksel temelleriyle iç içe geçmiştir. Amacı, insanı evrenin merkezine yerleştiren doğal dünya hakkındaki önceki görüşü yerinden etmek ve onu doğa üzerine yeni ve radikal bir görüşle değiştirmektir ki, bu da doğanın büyük ve gayri-insani bir makine olarak tasarlanmasını gündeme getirir. Fakat Descartes, söz konusu devrimci görüşlerinin ilk bakışta göze çarpmasını istemediğinden, metnin hiçbir kısmında “fiziğin ilkeleri” veya “doğal dünya teorisi” gibi bir başlık kullanmamıştır.57 54 Descartes, Tanrı’nın Varlığının ve İnsanın Ruhuyla Bedeni Arasındaki Gerçek Ayrımın Açık Biçimde Kanıtlandığı İlk Felsefe Hakkında Meditasyonlar: Pierre Gassendi’nin Meditasyonlar’a İtirazı ve Descartes’ın Bu İtirazlara Yanıtı, a.g.e., s. 5. 55 Gary Hatfield, Routledge Philosophy Guidebook to Descartes and the Meditations, Routledge, London, 2003, s. 2. 56 Rene Descartes, The Philosophical Writtings of Descartes, Volume III, translated by John Cottingham, Robert Stoothoff, Dugald Murdoch, Cambridge University Press, USA, 1991, p. 173. 57 Hatfield, a.g.e., p. 4. Bununla birlikte, Descartes’ın metafiziğinin anlaşılması açısından Meditasyonlar metni üzerine odaklanıldığında, Hatfield’ın belirttiğine göre üç tür okuma tarzıyla karşılaşmak mümkündür. Bunlardan ilki “epistemolojik okuma” olarak adlandırılabilir. Kimi yorumcular Meditasyonlar’ı esas olarak epistemolojiyi ya da bilgi teorisini merkeze alan bir eser olarak değerlendirmektedir. Buna göre, Descartes’ın başta gelen ilgisini, bilginin imkânı ve sınırını belirlemek oluşturmakta, bu nedenle de herhangi bir şey hakkında kesinliğin elde edilip edilemeyeceğini görmek amaçlanmaktadır. İkinci okuma türü, “metafiziksel okuma”dır. Metafiziksel 26 Bununla birlikte, Descartes’ın metafiziğinin temeli olan “ruh”, “Tanrı” ve “madde”ye dair görüşlerinin, “cevher” anlayışıyla ilgisinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Gerçekten de, Markie’nin ifade ettiği üzere, “cevher”, Descartes metafiziğinin asli bir kavramıdır; tıpkı “kesinliğin” onun epistemolojisinin asli bir kavramı olması gibi.58 Cevher, Descartes’a göre, mevcut olması için kendisinden başka bir şeye ihtiyaç duymadığı düşünülen şeydir.59 Bu şekilde düşünülebilecek tek şey, Tanrı’dır. Bir başka ifadeyle, sadece Tanrı cevherdir. Buna karşılık, o, metafiziğinin temelini, esas itibarıyla Tanrı’dan değil de, cogito’dan veya “ben bilinci”nden hareketle kurmaya girişmiştir. Dolayısıyla onun cogito’yla öncülüğünü yaptığı, düşünenin düşünerek kendi düşündüğünün ve mevcut olduğunun bilgisine doğrudan ve kesin olarak ulaşabileceğine dayanan bu yaklaşımı, ontolojiden ziyade bilgi teorisini merkeze almaktadır. Bilme düzleminden bakıldığında, “ruh”, “Tanrı” ve “uzam” biçimindeki sıralama, ontolojik düzlemde “Tanrı” ve onun yarattıkları olan “ruh” ile “uzam” biçiminde karşımıza çıkmaktadır. okuma, Descartes’ın Meditasyonları’nın metafiziksel sonuçları üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu sonuçlar, ruh, Tanrı’nın özü ve varoluşu, zihin-beden ilişkisi ve hissi algının doğası ile ilgili iddiaları içermektedir. Bu bakış açısına göre, Descartes, metafiziksel konularda ulaştığı sonuçların kesin ve sarsılmaz olup olmadığını görmek için bilginin kaynağı ve sınırlarını problem edinmektedir. Bu bağlamda, şüphe yöntemi temel bir önem arz etmekten ziyade, sadece kesinliğe ulaşmak için yardımcı bir süreci ifade etmektedir. Bir üçüncü okuma tipi, “bilişsel ve metafizik okuma” olarak adlandırılır. Bu okuma tarzı, Descartes’ın bilgi teorisini, yani onun bilişsel yetilerle ilgili analizini, onun metafiziksel araştırmaları ile birleştirerek anlamaya çalışmaktadır. Bu tür okumaya göre, Descartes, okuyucularından kendi zihinlerinde gizli kalmış olan bilişsel kaynaklar hakkında bir farkındalık geliştirmelerini isteyerek, okuyucuların kendilerinin ilk ilkeleri görebilmelerini temin etme niyetindedir. Bu nedenle, Meditasyonlar, başta hissetme, hayal gücü, hafıza ve irade olmak üzere farklı bilişsel yetilerden veya zihinsel güçlerden söz etmekte, ancak özellikle hislerin ve anlama yetisinin bilgi edinmedeki rolüne eğilerek, onun hislerden bağımsız olarak işlev görebilmesine dikkat çekmektedir. Böylece, Descartes’a göre, meditasyon yapan, refleksiyonda bulunan kişi anlama yetisiyle açık ve seçik idrak fiillerine ulaştığında, metafiziksel problemleri kendiliğinden çözümleyecektir. Bu okumaya göre, Descartes, bilişsel yetilerde bir yenilik yapmakta ve bu şekilde de yeni bir metafizik oluşturmaya çalışmaktadır Hatfield, a.g.e., pp. 62-4. 58 Peter Markie, “Descartes’s Concepts of Substance”, Reason, Will and Sensation Studies in Descartes’s Metaphysichs, Edited by John Cottinghom, Clarendon Press, Oxford, 1994, p. 63. 59 Descartes, Felsefenin İlkeleri, a.g.e., s. 59. 27 1.4.1. Ruhun Tesisi Descartes’ın, gerek İlk Felsefe Hakkında Meditasyonlar gerekse Felsefenin İlkeleri’nde amacı, tüm bilgimizin kendisinden türetilebileceği ilkelerin neler olduğunu tespit etmektir. Bunun için öncelikle yapılması gereken şey, bilindiği zannedilen her şeyden şüphe etmektir. Hakikati arayan bir kişinin hayatında bir defa, daha önce inandığı bütün kanılarından şüphe etmesi ve onlardan tümüyle kurtulması, her şeye yeniden ve temelden başlaması için izlemesi gereken en temel yoldur. Descartes, daha önce de belirtildiği gibi, sözü edilen amaca erişmek için şüphe yöntemini kullanmış, bu yöntemi de her birinde daha derinleştirdiği üç aşamada gerçekleştirme yoluna gitmiştir. Bu bağlamda, onun hisler vasıtasıyla bilindiği zannedilen her şeyden şüphe edilebileceğine yönelik ilk argümanı, hislerin zaman zaman aldatması ya da yanıltması üzerine kuruludur.60 Buna göre, bir nesne uzaktan bakıldığında başka, yakından bakıldığında başka görülür. Bir yiyecek, hasta olduğumuz, üşüdüğümüz ya da ateşimiz olduğu zaman, sağlıklı olduğumuz zamana göre başka bir tat verir. Descartes, hislerimizin bizi zaman zaman yanıltabildikleri olgusundan yola çıkmak suretiyle, hislere dayanarak bildiğimizi sandığımız şeyler konusunda hiçbir zaman tam anlamıyla emin olamayacağımız sonucuna ulaşır. Hislerimiz bizi zaman zaman yanıltabiliyorsa, onların her zaman bizi yanıltması da mümkündür. Bununla birlikte, Descartes’a göre, bir binanın temelinin yıkılması, nasıl tüm binanın çökmesine neden oluyorsa, bildiğimizi sandığımız şeylerle ilgili şüphe edilebilecek “tek bir neden” bulmamız da, onların dayandığı temel ilkelerin yıkılmasına yol açacak, böylece her şeyden tek tek şüphe etmemize gerek kalmayacaktır: Şimdiye dek en doğru ve güvenilir olarak ne öğrendimse duyulardan/hislerden ve duyular/hisler yoluyla öğrenmiş ama zaman zaman bu duyuların aldatıcı 60 Descartes, Tanrı’nın Varlığının ve İnsanın Ruhuyla Bedeni Arasındaki Gerçek Ayrımın Açık Biçimde Kanıtlandığı İlk Felsefe Hakkında Meditasyonlar: Pierre Gassendi’nin Meditasyonlar’a İtirazı ve Descartes’ın Bu İtirazlara Yanıtı, a.g.e., 16. 28 olduğunu da yaşayarak görmüşümdür; oysa bizi bir kez bile olsun yanıltmış olan şeylere asla güvenmemek sakınganlık gereğidir.61 Şüphe etmeyi daha da derinleştiren Descartes, “delilik argümanı” olarak bilinen bir argümandan yararlanarak, hisler aracılığıyla bilindiği zannedilen, yine de kendilerinden şüphe edilemeyecek şeylerin bulunup bulunmadığını araştırır.62 Mesela, hiç kimse, ellerinin ve ayaklarının ya da bedeninin olduğundan şüphe etmeyi aklından bile geçirmediği gibi, herkes büyük bir kesinlik ve güven duygusuyla bu tür şeylerin doğru olduğuna inanır.63 Bununla birlikte, Descartes, bu kesinlik duygusunun bile şüpheli olabileceğini, zira yoksul olduğu hâlde kral olduğuna ya da çıplak olduğu hâlde çok şık kıyafetler giydiğine inanan ve bu inançlarından da emin olan akıl hastası insanların nasıl yanılmakta oldukları hâlde kendilerinden ve başka şeylerden emin oluyorlarsa, benzer bir şekilde hisler vasıtasıyla edinilen bilgiler hakkında tam bir kesinlik duygusunda olan başka insanların da aynı yanılgı içinde olabileceklerini vurgular: Ancak, duyular (hisler) bizi pek zayıf algılanabilir ya da pek uzak şeyler hakkında ara sıra yanıltsalar bile, yine duyular (hisler) aracılığıyla bildiğimiz hâlde usumuzu zorlamadan kuşkulanamayacağımız birçok başka şey de yok mu? Örneğin, şimdi burada, hırkamı giymiş olarak ateşin karşısında oturmakta ve elimde şu kâğıdı tutmakta oluşum ve bu türden başka şeyler. Bu ellerin ve bu vücudun bana ait olduğunu nasıl yadsıyabilirim, kendimi kimi şaşkınların yerine koymaksızın? Zihinleri ödsuyunun kara buharlarıyla o denli kararmıştır ki bunların, yoksul oldukları hâlde kral olduklarını, çıplak oldukları hâlde yaldızlı erguvan kaftanlar giydiklerini ya da aslında birer testi olduklarını veya vücutlarının camdan olduğunu sayıklarlar. Ama bunlar delidir yahu! Ben de kendime bunları örnek alırsam daha az saçmalamış olmam her hâlde!.64 Descartes, hislerin her zaman yanıltıcı ve aldatıcı olabileceklerini, bu kez uykuda rüya görme temelinde yeniden ele alarak, “rüya argümanı”nı ileri sürer. Buna göre, akıl hastası olan insanların uyanıkken gördükleri ve emin olduklarından daha gerçek dışı şeyler rüyadayken görülebildiği gibi, hisler yoluyla edinildiği zannedilen her şey rüyada 61 Descartes, a.g.e., s. 16. 62 Descartes, a.g.e., s. 16. 63 Descartes, a.g.e., s. 16. 64 Descartes, a.g.e., s. 16. 29 görülenlere her bakımdan benzerlik taşır.65 Rüyada da, tıpkı uyanıkken olduğu gibi, belli şeyler görülür, işitilir ya da hissedilir ve bu hislerden de kesinlikle emin olunur. O hâlde, uyanıklığı uyurken görülen rüyadan ayırt edecek bir ölçüt olmadığına göre, uyanıkken hisler vasıtasıyla bildiğimizi zannettiğimiz şeylerin gerçekte uyku hâlinde yaşananların bir parçası olup olmadığına nasıl karar verilebilir? Yani, hisler zaman zaman yanıltıcı olabildiklerine ve uyanık olduğumuz durumda hissettiklerimizin benzerlerini rüyada da hissedebildiğimize göre, her zaman yanılabilmemiz ve her zaman rüyada olabilmemiz de mümkündür. Yine de bir insan olduğumu, dolayısıyla uykularımda ve rüyalarımda o şaşkınların uyanıkken gördükleri kadar, hatta daha saçma ve gerçek dışı şeyler görme alışkanlığım bulunduğunu da göz önüne almak durumundayım. Kim bilir kaç kez rüyamda da burada olduğumu, giyinik olduğumu, ateşin karşısında olduğumu görmüşümdür, gerçekte çırçıplak yatağımda yatarken!. Ama şu an şu kâğıda uyuyan gözlerle bakmıyorum, salladığım şu baş uykuda değil, şu eli de bir amaçla ve bilerek isteyerek uzatıyor ve sıkıyorum; uykuda olanlar hiç de bütün bunlar kadar açık ve seçik gibi görünmüyor. Fakat inceden inceye düşününce, uyurken de sık sık bu tür yanılsamalarla aldatıldığımı hatırlıyor ve bu düşünce üzerinde biraz durunca uyanıklığı uykudan ayırt etmeyi sağlayacak kesin belirti bulunmadığını o derece açıklıkla görüyorum ki şaşıp kalıyorum ve şaşkınlığım neredeyse beni uyanıkken uyumakta olduğuma inandıracak raddeye varıyor.66 Descartes, hisler yoluyla öğrendiğimizi zannettiklerimize ek olarak, matematiksel olarak bildiğimizi sandığımız şeylerin de şüpheli olup olmadıklarını sorgulamak suretiyle şüphe etmeyi bir katman daha derinleştirir.67 Çünkü ister uykuda ister uyanık olunsun, ister gerçek ister hayali olsun, ikiyle üçün toplamının her zaman beş sayısını verdiği, her karenin dörtkenarı bulunduğu ilk bakışta şüpheden uzak ve kesin gibi görünür. Üstelik dünyada gerçekten var olup olmadıklarını dikkate almaksızın bu tür basit ve evrensel şeyleri konu alan aritmetik ve geometri gibi bilimler, her türlü şüpheden uzak, kesin doğruları ele alan bilimler gibi değerlendirilir. 65 Descartes, a.g.e., s. 17. 66 Descartes, a.g.e., ss. 16-7. 67 Husian Sarkar, Descartes’s Cogito Saved from the Great Shipwreck, Cambridge University Press, New York, 2003, p. 52-3. 30 (…) aritmetik ve geometri ve onlar gibi –dünyada gerçekten var olup olmadıklarını pek dert etmeksizin‒ pek yalın ve genel şeylerle uğraşan öteki bilimlerin kesin ve kuşku götürmez bir şeyler içerdikleri sonucuna varacak olursak, belki de yanlış bir şey yapmış olmayız; zira ister uykuda ister uyanık olalım, ikiyle üçün toplamı her zaman beş sayısını verecek ve karenin de hiçbir zaman dörtten çok kenarı olmayacaktır. Bu denli açık seçik ve göz önünde olan hakikatlerin yanlış ve kesinlikten uzak olabileceğinden kuşkulanmak da olanaklı görünmemektedir. 68 Ancak, Descartes’a göre, aritmetik ve geometri gibi bilimlerle elde ettiğimizi sandığımız bilgilerden bile şüphe edilebilir. Çünkü en basit hesaplarda, en basit geometri meselelerinde yanılmak mümkün olduğu gibi, kimi zaman hatalı akıl yürütmelerde bulunmak da söz konusudur. Yani, açık ve seçik olarak idrak ettiğimizi düşündüğümüz kimi şeyler bile şüpheden uzak değildir.69 Üstelik bu tür bilgilerimizin doğruluğunu güvence altına alabilecek bir Tanrı’nın var olduğundan da şüphe etmek mümkündür. Zira Tanrı’nın varlığına inanmayan pek çok kişi olduğu gibi, Tanrı kadar bilgili ve güçlü, fakat bilgisini ve gücünü bizi yanıltmak için kullanan kötü bir cinin olduğunu da düşünmek mümkündür. Eğer ikiyle üçün toplamının beş sayısı olduğunu ya da karenin dörtkenarı olması gerektiğini düşündüren kötü bir cin ise, bu durumda, bizi matematiksel olarak bildiğimizi sandığımız şeylerde yanıltmadığından nasıl emin olabiliriz? Dolayısıyla açık ve seçik olarak idrak ettiğimizi sandığımız şeyler bile şüpheden uzak değildir: Demek ki, (…) güçlü olduğu ölçüde hilekâr ve aldatıcı bir kötü cinin beni yanıltmak için elinden geleni yaptığını varsayacağım. Gök, yer, hava, renkler, biçimler, sesler ve diğer bütün dış nesnelerin, bu cinin benim inanırlığıma tuzak kurmak için yararlandığı yanılsamalar ve hayaller olduğunu düşüneceğim; kendimi de elleri, gözleri, eti, kanı ve hiçbir duyusu olmayan ama yanılıp bütün bunlara sahip olduğunu zanneden bir yaratık olarak görecek ve bu fikre inat ve ısrarla bağlı kalacağım. 70 Kısaca ifade etmek gerekirse, Descartes, hisler vasıtasıyla edindiğimiz kendi dışımızdaki dünyaya dair tüm temsillerimizden, açık ve seçik olarak idrak ettiğimizi düşündüğümüz her şeyden, yani daha önce bildiğimizi sandığımız her şeyden şüphe 68 Descartes, a.g.e., s. 18. 69 Descartes, a.g.e., s. 18. 70 Descartes, a.g.e., s. 20. 31 edebileceğimiz neticesine ulaşır. Şu hâlde, sözü edilen şeylerden hiçbiri, tüm bilgilerimizin kendisinden türetilebileceği bir başlangıç noktası ya da temel işlevine sahip değildir. Şimdi, tam da her şeyden şüphe edildiği durumda, şüphe bir dönüm noktasına ve bir sona erişir. Williams’ın da ifade ettiği gibi, şüphenin sona erdiği nokta, düşünme faaliyetinin içinde gerçekleşen bir refleksiyondur.71 Şüphe etme sürecinde şüphe edenin şüphe edemeyeceği tek şey, kendisinin şüphe etmekte olduğu, yani kendisinden şüphe edemeyeceği gerçeğidir. Şüphe etmek ise “düşünme(k)” demektir. Dolayısıyla herhangi bir şeyden şüphe edebiliyorsam, bu düşündüğüm anlamına gelir. Descartes’ın ünlü deyişiyle: “Düşünüyorum, o hâlde varım (Cogito, ergo sum)”. Descartes, şüphe etmek neticesinde, şüphesiz ve kesin olarak ulaştığı bu düşünceyi farklı eserlerinde benzer bir biçimde ifade etmektedir: Metot Üzerine Konuşma’da söz konusu düşünce; (…) böylece her şeyin yanlış olduğunu düşünmek istediğim sırada, öyle düşünen ‘ben’imin, mecburen herhangi bir şey olması gerektiğini fark ettim. Ve şu hakikat dikkatimi çekti: Düşünüyorum, o hâlde varım öylesine sağlam ve güvenilirdi ki Septiklerin en abartılı faraziyelerinin tümü bile onu sarsmaya yetmiyordu; bu hakikati gönül rahatlığıyla, aradığım felsefenin ilk ilkesi olarak alabileceğime hükmettim.72 Felsefenin İlkeleri’nde söz konusu düşünce; Kendilerinden en ufak bir şekilde şüphe edebildiğimiz her şeyi bu suretle ret ve hatta yanlış farz ederken, ne Tanrı ne gök ve ne de yerin varolmadığını ve bir bedenimizin de bulunmadığını kolayca kabul ediyoruz; fakat aynı tarzda bütün bu şeylerin hakikatinden şüphe ederken var olmadığımızı farz edemeyiz; zira düşünen şeyin, düşünürken gerçekten var olmadığını kavramak bize o kadar aykırı görünüyor ki, en garip faraziyelere rağmen şu, düşünüyorum o hâlde varım neticesinin doğru olduğuna ve bunun, fikirlerini bir sıra altında sevk ve 71 Bryan Magee, Büyük Filozoflar: Platon’dan Wittgenstein’a Batı Felsefesi, çev. Ahmet Cevizci, Paradigma, İstanbul, 2000, s. 75. 72 Descartes, Aklını İyi Sevk etmek Ve Bilimlerde Hakikati Araştırmak İçin Metot Üzerine Konuşma, a.g.e., s. 32. 32 idare eden bir kimseye görünen ilk doğru netice olduğuna inanmaktan kendimizi alamıyoruz.73 İlk Felsefe Hakkında Meditasyonlar’da ise söz konusu düşünce; Demek ki, o beni aldatıyorsa var olduğuma kuşku yoktur. Değil mi ama beni istediği kadar aldatsın, bir şey düşündüğüm sürece bir var olmamaklığım sonucunu elde edemeyecektir. Öyle ki, konu iyice düşünülüp her nokta özenle incelenince, benim, varım önermesini her dile getirişimde veya her tasarlayışımda bunun zorunlu olarak doğru olduğu sonucuna varmak ve bu sonucu değişmez saymak gerekiyor.74 Arkhimedes’ın yerküreyi yerinden oynatıp başka bir yere taşımak için sağlam bir nokta araması düşüncesinde olduğu gibi, Descartes da kesin, sarsılmaz, şüphesiz bir başlangıç noktası olarak aradığı ilkeyi “Düşünüyorum, o hâlde varım”da, yani “ben bilinci”nde bulmuştur. Bir başka ifadeyle, “ben bilinci”, tüm bilginin kendisinden türetilebileceği ya da kendisine dayandırılabileceği asli bir kaynak ya da zemindir. Bu ilkeye, yani ben bilincine ise bizzat bende fıtratım gereği bulunan ben idesinin dolaysız bir biçimde idrak edilmesi suretiyle ulaşılır.75 Dolayısıyla “ben bilinci”, benin, sadece düşünen bir şey olduğunu ve yalnızca kendisinin doğrudan bilincinde olabileceğini, yani düşünenin yalnızca bir zihin/ruh olduğunu ifade etmektedir.76 Sadece düşünerek 73 Descartes, Felsefenin İlkeleri, a.g.e., s. 28-9. 74 Descartes, Tanrı’nın Varlığının ve İnsanın Ruhuyla Bedeni Arasındaki Gerçek Ayrımın Açık Biçimde Kanıtlandığı İlk Felsefe Hakkında Meditasyonlar: Pierre Gassendi’nin Meditasyonlar’a İtirazı ve Descartes’ın Bu İtirazlara Yanıtı, a.g.e., s. 22. 75 Descartes’a göre, kendimin, düşündüğüm, varolduğumun idrakına varırken, idrakına vardığım bu şey, bende fıtratım gereği olan “ben idesi”dir. Ancak bu idenin idrakına ya da bilincine nasıl ulaşıldığının anlaşılabilmesi için, Descartes’ın Aklın İdaresi İçin Kurallar adlı eserini dikkate almak gerekmektedir. Çünkü o, bu eserde anlama yetimizin, kesin ve şüphesiz olarak şeylerin bilgisine ulaşmamızı sağlayan iki ediminden/fiilinden, yani “görü” ve “türetmeden” bahsetmektedir. Buna göre, ben bilincine, doğrudan ve basit bir idrak faaliyeti olan “görü” sayesinde ulaşılır. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bknz. “Metafizik Bilgiye Erişim İmkânları Açısından Görü, Türetme ve Hayal gücü” başlıklı kısım. 76 Descartes, Pierre Gassendi’nin Meditasyonlar adlı esere yapmış olduğu itirazlara verdiği cevapta, “Örneğin şu çıkarım, Geziniyorum, demek ki varım, bu eylemin içindeki bilgisinin bir düşünce olduğunun kastedilmesi dışında, doğru değildir; sonuç da, –bazen rüyalarımızda gezindiğimizi gördüğümüz gibi yanılgı da olabilen– bedenin hareketlerinden dolayı değil, ancak bu bilgiden dolayı kesin olur; öyle ki, gezindiğimi düşünmekte oluşumdan elbette ruhumun var olduğu sonucunu çıkarabilirim ama gezinmekte olan bedenimin varoluşunu değil. Bütün diğer eylemler için de durum aynıdır”. Descartes, Tanrı’nın Varlığının ve İnsanın Ruhuyla Bedeni Arasındaki Gerçek Ayrımın Açık Biçimde Kanıtlandığı İlk Felsefe Hakkında Meditasyonlar: Pierre Gassendi’nin Meditasyonlar’a İtirazı ve Descartes’ın Bu İtirazlara Yanıtı, a.g.e., s. 155. 33 düşündüğümün, ben olduğumun bilincine ulaşabildiğime göre, düşünen bir şey olarak benim olmam için bir maddeye ya da bedene ihtiyacım yoktur. Görüldüğü üzere, Kartezyen düalizm olarak anılan, ruh ile beden/cisim arasındaki ayrımın temelinde, ruhun mevcut olduğunu düşünmek için cismi düşünmeye gerek olmaması düşüncesi bulunur. Bir başka ifadeyle, ruhun mevcut olduğunu düşünmek için maddeyi, maddenin mevcut olduğunu düşünmek için ruhu düşünmeye ihtiyaç olmadığından, Descartes sisteminde ruh ile madde birbirinden ayrı ve bağımsız cevherlerdir.77 O, Felsefenin İlkeleri’nde, ruhun maddeden ayrı olarak idrak edilebileceğini ve ondan daha kesin ve aynı zamanda daha apaçık olduğunu ve madde olmasa dahi ruhun olduğu gibi olacağını, “yokluğun hiçbir özellik ve niteliğe sahip olmayacağını” ve “nerede bir özellik ve nitelik bulunursa, orada zorunlu olarak cevherin bu özellik ya da niteliklere sahip olduğunu ve ayrıca bir cevherde keşfedilen ne kadar özellik varsa, o cevherin o kadar açık ve seçik bilgisine sahip olunacağını” bildiren doğal ışıkla temellendirme yoluna gider.78 Buna göre, bir cevherin mevcut olması onun bilinebilmesi için yeterli olmadığından, cevher ancak özellikleri ya da nitelikleri sayesinde bilinebilir. Çünkü yokluğun veya hiçliğin herhangi bir özelliği ya da niteliği bulunmaz. Bir özelliğin ya da niteliğin, özelliği ya da niteliği olduğu bir şey, yani cevher olmak zorundadır. Dolayısıyla asli özelliği “düşünme(k)” olan cevher, “ruh”tur. Bir başka deyişle, ruh, bütün özü ya da doğası sırf düşünme(k) olan ve mevcut olduğunu düşünmek için başka herhangi bir şey