T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI TÜRK İSLAM EDEBİYATI BİLİM DALI ESÎRÎ MEHMED YUSUF VE ŞERH-İ MUHAMMEDİYE (İNCELEME-METİN) (DOKTORA TEZİ) NEHRİ AYDİNÇE BURSA – 2023 T.C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI TÜRK İSLAM EDEBİYATI BİLİM DALI ESÎRÎ MEHMED YUSUF VE ŞERH-İ MUHAMMEDİYE (İNCELEME-METİN) (DOKTORA TEZİ) Nehri AYDİNÇE ORCID: 0000-0002-5849-9874 Danışman: Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ BURSA – 2023 bil0 Yeni Damga TEZ ONAY SAYFASI T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı, Türk İslam Edebiyatı Bilim Dalı’nda 711122006 numaralı Nehri AYDİNÇE’nin hazırladığı “Esîrî Mehmed Yusuf ve Şerh-i Muhammediye (İnceleme-Metin)” başlıklı doktora tezi ile ilgili savunma sınavı, ...........................günü ............ -……..... saatleri arasında yapılmıştır. Alınan cevaplar sonunda adayın ............................... (başarılı/başarısız) olduğuna…………………………........ (oybirliği/oy çokluğu) ile karar verilmiştir. Üye (Tez Danışmanı ve Sınav Komisyonu Başkanı) Üye Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ Prof. Dr. Ali ÖZTÜRK Bursa UludağÜniversitesi Trakya Üniversitesi Üye Üye Doç. Dr. Sadettin EĞRİ Doç. Dr. Mehdin ÇİFTÇİ Bursa Uludağ Üniversitesi Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Üye Dr. Öğretim Üyesi Ali İhsan AKÇAY Bursa Uludağ Üniversitesi 13 / 02/ 2023 SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DOKTORA İNTİHAL YAZILIM RAPORU BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI DALI BAŞKANLIĞINA Turnitin Adı Soyadı: Öğrenci No: Anabilim Dalı: Programı: Statüsü: Danışman Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ YEMİN METNİ Doktora Tezi olarak sunduğum “Esîrî Mehmed Yusuf ve Şerh-i Muhammediye (İnceleme-Metin)” başlıklı çalışmanın bilimsel araştırma, yazma ve etik kuralların auygun olarak tarafımdan yazıldığına ve tezde yapılan bütün alıntıların kaynaklarının usulüne uygun olarak gösterildiğine, tezimde intihal ürünü cümle veya paragraflar bulunmadığına şerefim üzerine yemin ederim. Tarih ve İmza 20.01.2023 Adı Soyadı: Nehri AYDİNÇE Öğrenci No: 711122006 Anabilim Dalı: İslam Tarihi ve Sanatları Programı: Türk İslam Edebiyatı Statüsü: Doktora X vi ÖZET Yazar adı soyadı Nehri Aydinçe Üniversite Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim dalı İslam Tarihi ve Sanatları Bilim dalı Türk İslam Edebiyatı Tezin niteliği Doktora Mezuniyet tarihi ………/………/20…. Tez danışmanı Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ Tezin Türkçe Başlığı Esîrî Mehmed Yusuf ve Şerh-i Muhammediye (İnceleme-Metin) (özet metni) Hem sözlü hem yazılı kültürü en iyi yansıtan eserlerden biri de Yazıcıoğlu Mehmed’in 853/1449 yılında kaleme aldığı Muhammediye’dir. Muhammediye, dil yönünden sâde Türkçe ile yazılan bir eser olma hüviyetini taşımaktadır. Osmanlı kültür ve coğrafyasında Muhammediye müstesna bir yere sahiptir. Osmanlı İmparatorluğu’nun ulaştığı her coğrafyaya Muhammediye de ulaşmış, asırlarca insanların zihninde, kalbinde ve dilinde gerekli ihtimam gösterilerek muhafaza edilmiştir. Toplum nezdinde Muhammediye, Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât’ıyla birlikte en fazla rağbet gören eser olmuştur. Klasik Türk edebiyatının en ihtişamlı dönemi olan XVI. yüzyıl aynı zamanda Arapça ve Farsça’dan tercüme ve şerhlerin en yoğun yapıldığı dönemdir. Her ne kadar XVI. yüzyıl’da Türkçe gerçek anlamda ilmî ve edebî dil hâline gelse de tercüme ve şerh faaliyetleri artarak devam etmiştir. İşte Esîrî Mehmed Yusuf Efendi Türk edebiyatının ilk manzûm siyer olma özelliği taşıyan, aynı zamanda edebiyatımızın kurucu metinlerinden olan Muhammediye’yi yazılışından takribi yüz yıl sonra 948/1541-42 yılında şerh etme ihtiyacı duymuş ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in daha iyi anlaşılması için halkın anlayacağı tarzda eserini kaleme almıştır. Esîrî’de Hz. Peygamber sevgisi bu şekilde tezâhür etmiştir. Çünkü şâirler Hz. Peygamber (s.a.v)’i anlatan bir eser yazarak İslâm’a hizmet etmek bilinciyle hareket ederler. Bu çalışmada XVI. yüzyılın önemli şâir ve şârihlerinden Esîrî Mehmed Yusuf Efendi’nin hayâtı, eserleri, edebî şahsiyetinin yanında Şerh-i Muhammediye isimli eseri ortaya konmaya çalışılmıştır. Anahtar kelimeler: Esîrî Mehmed Yusuf, Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye, şerh, XVI. Yüzyıl. vii ABSTRACT Name & surname Nehri Aydinçe University Bursa Uludağ University Institute İnstitute of Social Sciences Field İslamic History and Arts Subfield Turkish İslamic Literature Degreeawarded PhD. Date of degreeawarded ………/………/20…. Supervisor Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ The Title of Thesis in English Esîrî Mehmed Yusuf and his work Sharh-i Muhammadiya (Analysis-Text) (abstract) One of the works that best reflects both oral and written culture is Yazıcıoğlu Mehmed's Muhammadiya, written in 853/1449. In terms of language, Muhammadiya is a work written in plain Turkish. Muhammadiya has an exceptional place in Ottoman culture and geography. Muhammadiye reached every geography that the Ottoman Empire reached and was preserved in the minds, hearts and tongues of people for centuries with due care. In the eyes of the society, Muhammadiya has been the most popular work along with Süleyman Çelebi’s Vesîletü’n-Necât. The XVI'th century, the most glorious period of classical Turkish literature, was also the period of the most intense translations and commentaries from Arabic and Persian. Although Turkish became a truly scholarly and literary language in the XVI'th century, translation and commentary activities continued to increase. Thus, Esîrî Mehmed Yusuf Efendi felt the need to annotate Muhammadiya, which is the first verse siyar in Turkish literature and one of the founding texts of our literature, in 948/1541-42, approximately one hundred years after its writing, and wrote his work in a style that the public could understand in order to better understand the Prophet (pbuh). This is how Esîrî’s love for the Prophet manifested itself. Because poets act with the consciousness of serving Islam by writing a work describing the Prophet (pbuh). In this study, the life, works and literary personality of Esîrî Mehmed Yusuf Efendi, one of the important poets and commentators of the XVI’th century, as well as his work named Sharh-i Muhammadiya are tri1ed to be revealed. Keywords: Esîrî Mehmed Yusuf, Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammadiya, sharh , XVI. Century. vii İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI ........................................................................................................ ii DOKTORA İNTİHAL YAZILIM RAPORU .................................................................. iii YEMİN METNİ .................................................................................................................. iv ÖZET .................................................................................................................................... v ABSTRACT ........................................................................................................................ vi İÇİNDEKİLER .................................................................................................................. vii ÖNSÖZ ................................................................................................................................ ix GİRİŞ .................................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM ESÎRÎ MEHMED YUSUF EFENDİ; HAYÂTI, ESERLERİ VE EDEBÎ KİŞİLİĞİ 1. ESÎRÎ MEHMED YUSUF EFENDİ’NİN HAYÂTI ................................................... 15 1.1. Esîrî Mahlaslı Şâirler ............................................................................................. 15 1.1.1. Esîrî-yi Lâhîcî ................................................................................................. 17 1.1.2. Dîvân Kâtibi Esîrî ........................................................................................... 17 1.1.3. Esîrî / Hazânî Eflâtun ..................................................................................... 21 1.1.4. Esîrî Mehmed Yusuf Efendi ........................................................................... 23 1.1.5. Şeyhülislâm Esîrî Mehmed Efendi ................................................................. 23 1.1.6. Tireli Esîrî ....................................................................................................... 25 1.1.7. Esîrî Hüseyin bin Mehmed ............................................................................. 27 1.1.9. Esîrî Macuncuzâde Mustafa Efendi ................................................................ 28 1.1.10. Mutasavvıf Esîrî ........................................................................................... 29 1.1.11. Hekimhanlı Esirî Mehmet ............................................................................ 29 1.1.12. Özbek Esirî ................................................................................................... 34 1.2. Şâir ve Şârih Esîrî Mehmed Yusuf Efendi ............................................................ 34 1.2.1. Eğitimi ............................................................................................................ 38 1.2.2. Dönemi ........................................................................................................... 39 1.2.3. Mahlası ve Esâret Hayâtı ................................................................................ 41 2. ESERLERİ ................................................................................................................... 44 2.1. Şerh-i Muhammediye ............................................................................................ 44 2.2. Mecâmiu’l Cevâhir ................................................................................................ 44 3. ESÎRÎ MEHMED YUSUF EFENDİ’YE ATFEDİLEN ESERLER ........................... 45 3.1. Bağdat Şehrâşûbu .................................................................................................. 45 3.2. Sergüzeştnâme ....................................................................................................... 50 4. ŞÂİRLİĞİ .................................................................................................................... 52 viii 4. 1. Şiirleri ................................................................................................................... 53 4.2. Nazîreleri ............................................................................................................... 58 5. EDEBÎ KİŞİLİĞİ ......................................................................................................... 70 İKİNCİ BÖLÜM YAZICIOĞLU MEHMED, MUHAMMEDİYE VE ŞERH-İ MUHAMMEDİYE 1. YAZICIOĞLU MEHMED .......................................................................................... 74 2. MUHAMMEDİYE ...................................................................................................... 76 2.1. Muhteva ................................................................................................................. 80 2.2. Nazîreleri ............................................................................................................... 83 2.3. Şerhleri .................................................................................................................. 84 2.3.1. Esîrî Mehmed Yusuf-Şerh-i Muhammediye .................................................. 84 2.3.2. İsmâil Hakkı Bursevî-Ferâhu’r-Rûh ............................................................... 85 2.4. Kültürel Etkileri..................................................................................................... 86 2.3. ŞERH-İ MUHAMMEDİYE ..................................................................................... 95 2.3.1. Türk Edebiyatında Şerh Geleneği ...................................................................... 95 2.3.2. Şerh-i Muhammediye’nin Şerh Geleneğindeki Yeri .......................................... 99 2.3.3. Şerh-i Muhammediye’de Muhteva................................................................... 100 2.3.4. Şerh-i Muhammediye’nin Dil ve Üslup Özellikleri ......................................... 112 2.3.5. Şerh-i Muhammediye’nin Kaynakları .............................................................. 116 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ŞERH-İ MUHAMMEDİYE (İNCELEME-METİN) 1. NÜSHA TAVSİFLERİ .............................................................................................. 123 2. METİN ....................................................................................................................... 130 SONUÇ ............................................................................................................................. 637 KAYNAKÇA .................................................................................................................... 640 EKLER ............................................................................................................................. 648 ÖZGEÇMİŞ ..................................................................................................................... 658 x ÖNSÖZ Edebiyatımızda kitabın tamamını ya da bir bölümünü aynı dilde veya başka bir dilde açıklamak için şerh kavramı kullanılmaktadır. Literatürümüzde bir metni açıklamak, ayrıntılı bilgi vermek ve okuyucuyu o metni anlamasında yardımcı olmak amacıyla şerhler kaleme alınmıştır. Klasik Türk edebiyatının en ihtişamlı dönemi olan XVI. yüzyıl aynı zamanda Arapça ve Farsça’dan tercüme ve şerhlerin en yoğun yapıldığı dönemdir. Her ne kadar XVI. yüzyıl’da Türkçe gerçek anlamda ilmî ve edebî dil hâline gelse de tercüme ve şerh faaliyetlerinde bir kesinti olmamış aksine artarak devam etmiştir. İşte Esîrî Mehmed Yusuf Efendi Türk edebiyatının ilk manzûm siyer olma özelliğini taşıyan, aynı zamanda edebiyatımızın kurucu metinlerinden olan Muhammediye’yi bu dönemde şerh etme ihtiyacı duymuş ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in daha iyi tanınması ve örnek alınması için halkın anlayacağı tarzda eserini kaleme almıştır. Esîrî’de Hz. Peygamber sevgisi bu şekilde tezâhür etmiştir. Çünkü şâirler bilir ki Hz. Peygamber (s.a.v)’i öğrenmek, anlamak ve örnek almak İslâm’ı anlamak ve yaşamaktır. Yine şâirler Hz. Peygamber (s.a.v)’i anlatan bir eser yazmak Hz. Peygamber (s.a.v)’in şefâatine kavuşmaktır fehvasınca hareket ederler. Hem sözlü hem yazılı kültürü en iyi yansıtan eserlerden biri hiç şüphesiz Yazıcıoğlu Mehmed’in 853/1449 yılında kaleme aldığı Muhammediye’dir. Muhammediye dil yönünden sâde Türkçe ile yazılan bir eser olma hüviyetini taşımaktadır. Eser, bu özelliği sâyesinde halk arasında meşhur olarak farklı vesîlelerle sıkça okunmasına sebep olmuştur. Osmanlı kültür ve coğrafyasında Muhammediye müstesna bir yere sahiptir. Osmanlı İmparatorluğu’nun ulaştığı her coğrafyaya Muhammediye de ulaşmış, asırlarca insanların zihninde, kalbinde ve dilinde gerekli ihtimam gösterilerek muhafaza edilmiştir. Toplum nezdinde Muhammediye, Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât’ıyla birlikte en fazla rağbet gören eser olmuştur. Muhammediye, Türk edebiyatında gazel ve kasîdeden sonra en yaygın nazım şekli olan mesnevî nazım şekli ile kaleme alınmıştır. Mesnevide dönemin dil özelliklerinden dolayı bol Arapça ve Farsça terkipler kullanılmıştır. Ancak bu eserin anlaşılmasını engelleyici veya zorlaştırıcı derecede olmamıştır. Yazıcıoğlu Mehmed’in edebî dile ve Dîvân edebiyatına vukûfiyeti sâyesinde bu terkipler esere güzel bir üslûpla yerleştirilmiştir. Bursalı kabul ettiğimiz XVI. yüzyıl şâir ve şârihi Esîrî Mehmed Yusuf Efendi’nin memleketinden çıkarak Osmanlı coğrafyasını ve Avrupa’yı gezmek için yola çıktığı hayât yolculuğu Eğriboz adasının Kızılhisâr şehrinde sona ermiştir. Memleketimize bir nebze olsun vefâ göstermek ve hizmet etmek gâyesi ve niyetiyle bugün Yunanistan topraklarında xi medfun olan bu şâir ve şârih ile gönül bağı kurarak onu çalışmaya, gün yüzüne çıkarmaya iten sebeplerin başında gelmektedir. Yazıcıoğlu Mehmed’in Muhammediye’si dinî edebiyatımızın öncü eserlerinden olup aynı zamanda Osmanlı toplumuna yön veren mesnevîlerinden biridir. Eser hakkında şerh ve nazîreler yazılmış, Osmanlı edebî ve kültür coğrafyasında toplumun İslâm tarihi ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in hayâtı hakkında malumat edindikleri müstesna kaynaklardan biri olmuştur. Aynı şekilde Muhammediye mevlid gibi mûsikişinaslarca belli makâmlarla okunmuş ve eseri makâmla okuyanlara Muhammediyehân denilmiştir. İsmâil Hakkı Bursevî (v. 1725) Muhammediye’yi Ferahu’r-Rûh adıyla 1105/1694 yılında şerh etmiştir. Bu eser hacimli bir eserdir. Tezimize konu olan Esîrî Mehmed Yusuf Efendi’nin Şerh-i Muhammediye adlı eseri ise Bursevî’nin Ferâhu'r-Rûh isimli eserden takriben bir buçuk asır önce 948/1541-42 yılında kaleme alınmıştır. Bu tezde bizi en çok cezbeden konu bu olmuştur. Genellikle Muhammediye denince akla en önemli şerhi sayılan Ferâhu’r-Rûh gelmektedir. Fakat biz bu çalışmada Bursevî’den önce de Muhammediye’yi daha anlaşılır kılma çabasına giren ve Türk edebiyatı ve literatüründe pek bilinmeyen bir şâir ve şârih Esîrî Mehmed Yusuf Efendi ve eserini tanıtmayı hedefledik. Hattâ sadece bu eseriyle yetinmeyip onun kısıtlı kaynaklarda geçen “dîvân şâiridir” ibâresini haklı çıkaracak hayât hikâyesini, şiirlerini, nazîrelerini ortaya koymaya çalıştık. Eldeki veriler en iyi şekilde değerlendirilip en doğru bilgilerle şâiri ve eserini gün yüzüne çıkarmaya ve Türk edebiyatına tanıtmaya gayret ettik. Bunu yaparken tezkire, katalog, kitap, tez ve Türk edebiyatı kaynaklarından faydalandık, bütün bu kaynaklardan hareketle çalışmayı monografik yöntem ile ortaya koymaya çalıştık. “Esîri Mehmed Yusuf Efendi ve Şerh-i Muhammediye: İnceleme-Metin” başlığıyla hazırlanan bu çalışma giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. “Giriş” kısmında araştırmanın önemi, amacı, zorlukları, yöntemi ve kaynakları ele alınmıştır. Birinci bölümde yer alan Esîri Mehmed Yusuf Efendi konusu iki alt başlıkta incelenmiştir. İlk başlıkta Esîrî mahlaslı şâirler ele alınmış olup, tespit edebildiğimiz kadarıyla Türk edebiyatı’nda bu mahlası taşıyan on iki şâir incelenmiş ve haklarında gerekli malumat verilerek tanıtılmış ve eserlerinden örnekler verilmiştir. Daha önce mahlasdaş şâirler hakkında farklı çalışmalar yapılmıştır lâkin bu denli geniş bir çerçevede incelenmemiştir. Biz bu çalışmada literatür ve kültürümüzde yer alan Esîrî mahlaslı âlim, şâir, şeyhülislâm, mutasavvıf vb. vasfını taşıyan herkesi bir çatı altında toplamaya gayret ettik. Böylece Esîrî mahlasıyla meşhur olan herkesi tek başlık altında literatüre kazandırmaya çalıştık ve xii herkesin istifâdesine sunduk. İkinci alt başlıkta ise sözünü ettiğimiz Esîrî mahlaslı on iki şahıstan çalışmamızın ana karakteri olan Esîrî Mehmed Yusuf Efendi’nin hayâtı, eğitimi, dönemi, mahlası ve esâret hayâtı, eserleri ve edebî kişiliğini elde edebildiğimiz bilgiler ışığında ortaya koymaya çalıştık. İkinci bölümde ise Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye ve Şerh-i Muhammediye konuları işlenmiştir. Sırasıyla Yazıcıoğlu’nun hayâtı ve şahsiyeti, Türk edebiyatının kurucu metinlerinden ve halk arasında önemli bir başucu kitabı olarak kabul edilen ve müellife haklı bir şöhret kazandıran Muhammediye adlı eserden bahsedilmiş ve eserle ilgili detaylı bilgiler verilmiştir. Sâdece müellif ve eserle yetinilmeyip muhtevası, kültürel etkileri ayrıca hakkında yazılan nazîre, şerh vb. gibi başlıklarla konu desteklenmiş ve mevzu geniş bir yelpazede incelenmiştir. Muhammediye’ye yazılan ilk şerh özelliğini taşıyan aynı zamanda çalışmamızın konusunu teşkil eden Şerh-i Muhammediye isimli eserin şerh geleneğindeki yeri, muhteva, dil ve üslup özellikleri gibi başlıklarla ele alınarak değerlendirilmiş ve ortaya konmuştur. Bunlar yapılırken bir taraftan da Türk dilinin gelişiminden bahsedilerek, Türkçe’nin tarihsel gelişimini, yayılışını, hangi dönemlerde ne tür eserlerin yazıldığını ve hangi evrelerden geçerek edebî dil hâline geldiğini anlatarak tarihsel süreç özetle gözler önüne serilmiştir. Üçüncü bölümde, çalışmanın ana konusu olan “Şerh-i Muhammediye: İnceleme-Metin” başlığıyla Esîrî Mehmed Yusuf Efendi’nin kaleme aldığı şerhi incelenmiştir. Bu bölüm nüsha tavsifleri ve metin kısımlarından oluşmaktadır. Nüsha tavsifleri üst başlığında yapılan katalog taramaları ile eserin ortaya çıkan yurtiçi ve yurtdışındaki nüshaları tanıtılmış ve metin yazımı için seçilen nüsha belirtilmiştir. Yine aynı başlık altında nüshaların değerlendirilmesi ve metnin oluşturulmasında esas alınan teknik özellikler isimli iki alt başlık eklenmiştir. Nüshaların değerlendirilmesi kısmında nüshaların ferağ kayıtları ile alakalı malumat eklenerek nüshaların detayları verilmiştir. Yazma nüshaların istinsah târihi ve müstensihleri hakkında bilgiler değerlendirilmiş, ayrıca eserler tablo hâlinde okuyucuya sunulmuştur. Metnin oluşturulmasında esas alınan teknik özellikler alt başlığında ise metnin transkribesinde izlenen yol ve usûl, kullanılan alfabe vb. teknik konular açıklanmıştır. Metin başlığı altında ise seçilen nüshalardan hareketle nüshalar arası karşılaştırma yapılarak transkripsiyonlu bir şekilde metnin günümüz alfabesine aktarımı yapılmıştır. Transkribe edilen esas nüsha dışında dipnotta diğer nüshalardaki farklılıklar gösterilmiştir. xiii “Sonuç” kısmında Yazıcıoğlu Mehmed’in Muhammediye’sinin hem Türk edebiyatı hem de Türk toplumundaki yerini, Yazıcıoğlu’ndan bir asır sonra yaşamış Esîrî Mehmed Yusuf Efendi’yi ve onun ilim dünyâsına kazandırılma hedefiyle yola çıktığımız Şerh-i Muhammediye isimli eseri ile ilgili genel değerlendirme yapılarak çalışma neticelendirilmiştir. “Kaynakça”’nın ardında yer alan “Ekler” kısmında ise çalışmada geniş bir şekilde sözünü ettiğimiz Muhammediye, müellifi Yazıcıoğlu Mehmed’in kabri, bunun yanında şerhleri Şerh-i Muhammediye ve Ferâhu’r-Rûh isimli eserlerin yazma nüshalarından fotoğraflar ve Esîrî Mehmed Yusuf Efendi’nin yaşamını sürdürdüğü ve medfun olduğu coğrafyayı gösteren resimler ve haritalar verilerek çalışma zenginleştirilmiştir. Çalışmanın ortaya çıkmasında desteklerini gördüğüm başta sevgili ailem ve eşimin ailesine, her şartta ve koşulda bizlere rehber olan kıymetli danışman hocam ve yol atam Prof. Dr. Bilâl KEMİKLİ’ye, teşvik ve destekleri için tez izleme komitesi üyeleri değerli Prof. Dr. Mustafa KARA, Doç. Dr. Sadettin EĞRİ, Dr. Öğr. Üyesi Ali İhsan AKÇAY hocalarıma, yine tezin çeşitli aşamalarında yardımlarını esirgemeyen Doç. Dr. Sezai ENGİN, Dr. Öğr. Üyesi Kenan ÖZÇELİK, Dr. Öğr. Üyesi İshak TEKİN, Dr. Ömer Faruk BAYRAKÇI, Dr. Fatma HAZAR ve burada ismini anamadığım hocalarım ve dostlarıma teşekkürü bir borç bilirim. Son olarak da bana her dâim destek olan ve çalışma zemini hazırlayan, kıymetli vakitlerinden çaldığım biricik eşim, kızım ve oğluma cân-ı gönülden teşekkür ederim. Gayret bizden tevfîk Allah’tandır. Nehri AYDİNÇE 2023 Bern xiv KISALTMALAR a. mlf. : Aynı Müellif b. : bin/ibn bkz. : Bakınız çev. : Çeviren ed. : Editör h. : Hicri Hz. : Hazreti s.a.v : Sallallahu Aleyhi ve Sellem a. m. : Aleyhi’s-selâm İSAM : İslam Araştırmaları Merkezi m. : Miladi No. : Numara nşr. : Neşir v. : Vefâtı sad. : Sadeleştiren TDV : Türkiye Diyanet Vakfı vb. : ve benzeri vd. : ve diğerleri vs. : ve saire yy. : Yüzyıl 1 GİRİŞ Sözlükte “yarma, açma, açıklama”1 anlamlarına gelen şerh kelimesi edebiyatımızda kitabın tamamını ya da bir bölümünü aynı dilde veya başka bir dilde açıklamak anlamında kullanılmaktadır. Yazılan bir metni açıklamak, ayrıntılı bilgi vermek ve okuyucuyu o metni anlamasında yardımcı olmak için literatürümüzde fazlasıyla şerhler yazılmıştır. Böylece şerh, ilim geleneğimizde bir telif türü olarak yerini almıştır. Şerhlerin Arap edebiyatında Câhiliye dönemindeki şiirlerle başladığı kabul edilmektedir.2 Literatürümüzde edebî eserler değerlendirilirken bazen şerh faaliyeti tercüme, bazen de tercüme faaliyeti şerh kavramı ile ifâde edilmiştir. Birbiriyle ilişkili kavramlar birbirlerinin yerine kullanılır olmuştur. Bunun dışında geleneğimizde şerhi ihâtâ eden, şerhle aynı amacı güden hâşiye, hâmiş, telhîs, ta’lîkât gibi benzer kavramlar da kullanılmıştır. Bütün bu kavramların ortak noktası kelimeyi, mısrayı, beyti, cümleyi veya metni anlaşılır hâle getirmektir.3 Çalışmamızın konusu olan Muhammediye’ye4 geçmeden önce eserin manzûm bir siyer olmasından mütevellid önce siyer hakkında bilgi verilecektir. Siyer nedir, kaça ayrılır, diğer edebiyatlar ve Türk edebiyatındaki yeri nedir gibi sorulara cevap aranacaktır. “Siyer, sözlükte “davranış, hal, yol, adet, bir kimsenin ahlâkı, seciyesi ve hayât hikâyesi” gibi anlamlara gelen sîret kelimesinin çoğuludur. Sîret ve siyer Hz. Peygamber (s.a.v)’in hayâtı, onun hayâtını konu edinen bilim dalı ve bu dalda yazılan eserler için terim olarak kullanılmıştır. Siyer yalnızca Hz. Peygamber (s.a.v)’in hayâtı için kullanılan bir terim haline gelmiş, sîret ise başka şahsiyetlerin hayâtlarını anlatan Siretü’l-Hüseyn, Siretü ’Ömer b. ’Abdil’azîz, Sîretü Ahmed b. Hanbel gibi kitapların adlarında da yer almştır. Siyer terimi aynı zamanda savaş, esirler ve ganimetler başta olmak üzere devletler hukuku dallarına giren konulara isim olarak verildiği gibi bu alanda yazılan Evzâî’nin Kitabü Siyeri’l-Evza’î, Ebu Yûsuf’un Kitabü’r-Red ’ala Siyeri’l-Evza’î, Ebu İshak el-Fezârî’nin Kitabü’s-Siyer ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybanî’nin es-Siyerü’l-Kebîr’i vb. kitapların 1 Şemseddin Sâmi, “Şerh”, Kâmûs-ı Türkî, (İstanbul: Çağrı Yayınları, 1317) 773. 2 Sedat Şensoy, “Şerh”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yayınları, 2010), 38/557. 3 Mine Mengi, “Metin Şerhi, Tahlîli ve Tenkîdi Üzerine”, Dîvân Şiiri Yazıları, (Ankara: Akçağ Yayınları, 2000), 74. 4 Yazıcıoğlu kardeşler ve özellikle Muhammediye’yi doktora tez konusu olarak çalışan ve ilim dünyâsına kazandıran merhum Prof. Dr. Amil Çelebioğlu’nu hayırla ve rahmetle anıyoruz. Çalışmamızın genelinde merhum Çelebioğlu ve çalışmasına çokça yer verilmiştir. Prof. Dr. Amil Çelebioğlu’nun Muhammediye isimli çalışması ilk kez 1975 yılında Tercüman Gazetesi Yayınları tarafından 1001 Temel Eser Serisi ile 4 cilt, 1996 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 2 cilt, 2018 yılında Dergah Yayınları tarafından olmak üzere toplamda üç kez yayımlanmıştır. 2 isminde yer almış, ayrıca fıkıh kitaplarının bir bölümünün adı olmuştur. İslâm dünyâsında Hz. Peygamber (s.a.v)’in hayâtı ve şahsiyetine duyulan ilgi Kur’ân-ı Kerîm’in ve İslâm dininin ona atfettiği önem ve değerle paralellik arzeder. Bir müslümanın bu ilgisi, Allah’tan başka tanrı bulunmadığına ve Hz. Muhammed’in Allah’ın kulu ve rasulu olduğuna şehadet edip dine girmesiyle başlar.”5 “Rasûl-i Ekrem’in vefâtından sonra başta sahâbî çocukları olmak üzere tabiîn döneminde yetişen birçok şahsiyet siyer ve megazî sahasındaki çalışmalara büyük katkılarda bulunmuştur. Rasûlullah’ın merkezî bir şahsiyet olarak önemini bu dönemde de sürdürdüğünü torunu Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynelâbidîn’in şu ifâdeleri açıkça göstermektedir: “Biz nebînin megazîsini Kur’ân’dan bir sûreyi öğrendiğimiz gibi öğrenirdik.” 6 Siyer ve megâzî sahasındaki çalışmaların en verimli dönemi tabiîn döneminin son temsilcilerinin eserlerini yazdıkları II/VIII. yüzyılın ilk yarısına rastlar. Bu dönemin âlimleri kendilerinden önce sahîfe ve risalelerde toplananlarla ulaşabildikleri diğer rivâyetleri konularına göre tasnif edip kronolojik sıraya koyarak siyer ve megâzî kitaplarına son şeklini veren eserlerini telif etmişlerdir.”7 İbn İshak (v. 151/768)’ın Sîretü İbni İshak ve İbn Hişam (v. 218/833)’ın es-Sîretü’n-nebeviyye adlı eserleri bu alanda kaleme alınan ilk örnekler olarak verilebilir.8 “Siyer ve megâzî sahasındaki çalışmalar doğrudan doğruya siyer-megâzîye dair eserler, tabakat ve târih kitapları, Resûlullah’ın hayât ve şahsiyetine dair özel konuları kapsayan çalışmalar şeklinde üç gruba ayrılabilir.”9 Siyer ve megâzî alanındaki çalışmalar III/IX. yüzyılda başlayıp ilgisini azaltmadan hattâ artırarak günümüze kadar devam edegelen bir süreçtir.10 Yukarıda zikredilen bilgiler siyerin daha fazla târih yönüne bakan kısmıdır. Siyerin târih dışında özel olarak bir de edebiyat sahasını derinden etkilediği görülmektedir. Şâirler, yazarlar İslâm dininin ikinci kaynağı olan Hz. Peygamber (s.a.v)’e olan sevgilerini, ilgilerini eserlerinde işlemişlerdir. Dinimizin ve kültürümüzün olmazsa olmazı olan Hz. Peygamber (s.a.v)’in hayâtı, hadisleri, davranışları kısacası her şeyi müslümanlar için bir rehberdir ve bunun da bilinip öğrenilmesi ve yayılması için şâirler eserler kaleme 5 Mustafa Fayda,“Siyer ve Megâzî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yayınları, 2009), 37 / 319. 6 İbn Kesîr, 3, 242 7 Fayda, “Siyer ve Megâzî”, 37/321. 8 Alim Yıldız, “Hz. Muhammed (s.a.s) ile İlgili Edebî Türler”, Türk İslâm Edebiyatı El Kitabı, ed. Ali Yılmaz, (Ankara: Grafiker Yayınları 2012), 180, Fayda, “Siyer ve Megâzî”, 37/322. 9 Fayda, “Siyer ve Megâzî”, 37/322. 10 Fayda, “Siyer ve Megâzî”, 37/323. 3 almışlardır. Hz. Peygamber (s.a.v)’i konu edinen sadece Türk edebiyatı olmamıştır. Siyer konusu dinî-edebî bir tür olarak Arap edebiyatında başlamıştır. Daha sonra İran edebiyatında da çalışmaları görülen bu tür Türk edebiyatında da revaçta olmuş ve her dönemde eserler yazılmıştır. Türk edebiyatında sadece orijinal eserler kaleme alınmayıp diğer edebiyatlara ait eserler de tercüme edilerek Türk edebiyatına kazandırılmıştır. Ayrıca tercümelerin yanında yapılan zeyiller de bu alana olan ilgiyi açıkça ortaya koymaktadır. Edebiyatımızda genel anlamda Hz. Peygamber (s.a.v)’i övmek üzere yazılan şiirlere na’t denir.11 “Na’tların hemen her konuda yazılan mesnevilerde müstakil bir bölüm hâlinde ele alınması yanında siyer, mevlid, hicretnâme, mi’racnâme, vefat-ı Nebî, hilye, evsâfu’n-Nebî, esmâ-i Nebî, şefâatnâme gibi Hz. Peygamber (s.a.v)’le ilgili mesneviler de bütün olarak bir na’t karakteri taşımaktadır. Ancak bu mesneviler yazılış amaçları ve ağırlıklı konuları itibariyle müstakil na’t olarak değerlendirilmez. Fakat Yazıcıoğlu’nun eseri Hz. Peygamber (s.a.v)’in hayâtını anlatan bir sîre olmasına rağmen eserin adından ve “Kitab- ı Muhammediye Fî- Na’ti Seyyidi’i-Âlemîn Habibullahi’l-Âzîm…” başlığından anlaşıldığı gibi bütün tahkiyeli yönleri yanında baştan sona müstakil bir na’t görünümündedir.”12 Yazıcıoğlu Mehmed Bicân (v. 855/1451)’ın Muhammediye adlı eseri Arapça olarak yazdığı Megâribü’z-Zamân’ın kendisi tarafından yapılan manzûm bir çevirisidir. Eser Türk edebiyatında kaleme alınan ilk telif ve aynı zamanda ilk manzûm siyer olma özelliğine sahiptir.13 Sonuç olarak; klasik edebiyatımızda na’t konusunu işleyen müstakil bir mesnevi olan Muhammediye mesnevi-na’t türünün hacimli yegâne örneğidir denilebilir.14 Burada bir kaç örnek verip kültürümüze olan etkilerinden söz etmek yerinde olacaktır. Yazıcıoğlu’nun kaleme aldığı bu eser kendisine şöhreti getirmiştir. Muhammediye sadece Anadolu’da değil diğer Müslüman topraklarında da bir kudsiyet kazanmış, sevilmiş ve de okunmuştur. Eserin hem yurtiçinde hem de yurtdışında birçok yazma ve basma nüshalarının bulunması belki de etkinin en önemli göstergesi olarak zikredilebilir. Hattâ rivayetlere göre eskiden hemen hemen her evde bir Muhammediye nüshasının mevcut olması yine etkilerinden bir göstergedir. Ayrıca yakın zamana kadar köylerde, evlerde veya camilerde bu eserin okunması için özel olarak meclisler düzenlendiği bilinmektedir. Nasıl ki mevlidi besteli okuyan mevlidhânlar 11 Mehmet Kanar, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, (İstanbul: Say Yayınları, 2008) 757. 12 Emine Yeniterzi, Dîvan Şiirinde Na’t, (Ankara: TDV Yayınları, 1993), 46. 13 Yıldız, “Hz. Muhammed (s.a.s) ile İlgili Edebî Türler”, 181. 14 Yeniterzi, Dîvan Şiirinde Na’t, 46. 4 varsa bu eseri de besteli olarak okuyan muhammediyehânlar da mevcuttur. Bu ve buna benzer bilgilerle edebî ve kültürel olarak kurucu metinlerimizden olan Muhammediye’nin İslâm kültür ve coğrafyası, şâir, müellif ve müslümanları ne kadar derinden etkilediği ve etki sahasının ne kadar geniş olduğu çalışmanın ilerleyen bölümlerinde müstakil olarak örneklerle açıklanmaktadır. Üsküp ki Şar dağında devâmıydı Bursa’nın Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın diye devam eden şiirde özelde Üsküp’ü genelde Balkanlar’ın Osmanlı coğrafyasından kopuşunu üzüntüyle dile getiren Yahya Kemal Beyatlı (v. 1958) Balkanlar ile Anadolu’nun birbirini tamamlayan, birbirinin devâmı olan coğrafyalar olarak dile getirmektedir. Balkanlar’dan Osmanlı’ya ilmî, edebî, siyasî ve daha nice alanlarda yön veren şahsiyetler yetişmiştir. Özellikle edebiyat alanında bu oran azımsanmayacak derecede fazladır. Yahya Kemal Beyatlı’nın Muhammediye ile ilgili güzel hatıraları ve övgü dolu ifâdeleri vardır. Küçük yaşlardan itibaren Muhammediye, Yunus’un ilâhileri gibi toplumumuzda rağbet edilen eserleri dinleyerek büyüdüğünü ve bu manevi iklimde yetiştiğini dile getirmektedir. “Lâkin benim hem dinî hem millî terbiyem üzerimde daha şiddetli müessir olan, annemdir. Annem çok Müslüman bir kadındı. Muhammediye okur, bana Kur’ân öğretirdi. Yazıcızâde Mehmed Efendi’nin; Eğer Rûm’un revânında görürsem ben dilârâyı Revânınâ revân idem Semerkand’î Buhârâ’yı beytinin bulunduğu bu ilahiyi çok severdim. Annemin sesi ile birlikte bu ilahi bende hem hazin hem rûhânî duygular uyandırır, beni başka bir âleme, belki de ahirete ait bir yerler görür gibi olurdum. Annem, Yazıcızâde’yi, sabah namazlarını kıldıktan sonra okurdu. Çok yerlerini anlamadığım halde, annemin yüksek sesle ve makamla okuyuşundan dinlediğim Muhammediye’nin o mısraları bana bizim öz maceramız, evimizin, mahallemizin, Üsküb’ün ve müphem surette bütün milletimizin dünya ve ahiret macerası gibi gelirdi.”15 Böylece hem memleketi Üsküp’e olan özlemini dile getirir hem de Muhammediye’yi hatıralarında canlandırarak şâirdeki etkisini gün yüzüne çıkarmaktadır. Bu da bize Muhammediye’nin yakın târihe yani XX. yüzyılda hâlen Muhammediye’nin Balkanlar’da bir başucu kitabı olarak severek okunduğunu açıkça göstermektedir. Özellikle Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’ı kaybetmesiden sonra komunizm idâresindeki topraklarda Mevlid, 15 Banarlı, Yahya Kemal’in Hâtıraları, 24-25. 5 Muhammediye, Yunus Emre’nin ilâhileri vb. eserler dinin korunmasında öne çıkan eserler olmuştur. Edebiyat ve kültür târihimiz açısından önemli olan Muhammediye yazıldığı dönemden günümüze değin her fırsatta ve her toplumda okunagelen bir başyapıt olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v)’i tanıma, hayâtını öğrenme, örnek alma gibi hususları en güzel bir biçimde dile getiren bu eser Anadolu, Kafkaslar ve Balkanlar’da İslâm’ın yayılması ve korunmasında edebî tür, konu olarak benzeri ve çağdaşı Mevlid ile birlikte önemli bir rol üstlenmiştir. Çalışmamızın konusu XVI. yüzyıl şâiri Esîrî Mehmed Yusuf (v. 1591) sözünü ettiğimiz bu başyapıt eserinin öneminden haberdardır ve Eğriboz adasındaki müslüman halkın talebine kayıtsız kalamamış ve Muhammediye’yi şerh ederek oradaki halkın istifâdesine sunmuştur. Özellikle Balkanlar’da yeni müslüman olan kişilerin Muhammediye ile aşina olmalarını sağlamış, Hz. Peygamber (s.a.v)’in hayâtını, âyet ve hadisleri kısaca İslâm’ı öğrenme konusunda halka destek olmuştur. Böylece aklımıza şu soru gelmektedir; Beylikler döneminde yapılan Kur’ân tercümeleri ve dinî metinlere yönelik yapılan tercüme ve şerhler arttığı gibi Balkanlar’da Mevlid, Muhammediye vb. dinî metinler sâyesinde İslâm’ın gelişim ve yayılma etkisini oluşturan bir metin olarak değerlendirilebilir mi? Çünkü Esîrî Mehmed Yusuf Efendi’nin bilgi birikimi, Dîvân edebiyatına hâkimiyeti bize Muhammediye’yi okuduğunu, esere vâkıf olduğunu göstermektedir dolayısıyla Eğriboz adasına yerleştiğinde oradaki halkın da Muhammediye’yi okuduğu ve bu esere ilgi duyduğu anlaşılmaktadır. Aksi taktirde halk Esîrî’den eseri şerh etmesini istemezlerdi kanaatindeyiz. Bunun yanında Muhammediye’nin yazma nüshaları Anadolu’daki kütüphânelerde olduğu kadar Balkanlar’ın farklı noktalarında bulunması esere atfedilen değeri gözler önüne sermektedir. Üstelik bu durum sâdece Yazıcıoğlu’nun eseri için geçerli değildir. Şerh-i Muhammediye ve Ferâhu’r-Rûh gibi Muhammediye ile ilgili yapılan şerh çalışmalarını da kapsamaktadır. Bu şerhlerin yazma nüshaları Balkanlar’daki el yazma kütüphanelerinde sayıca fazladır. Hattâ Şerh-i Muhammediye’nin ilk müstensihi de Balkan kökenli Göllü Kesriyeli (Kastoria) Hüseyin b. Muhammed isimli bir şahsiyettir. Yazma nüshaların fazla olması o topraklarda Muhammediye başta olmak üzere Mevlid vb. İslâm’ı öğrenme adına dinî metinlerin okunduğunu hattâ başucu kitabı olarak değerlendirildiğini göstermektedir. Esîrî Mehmed Yusuf Efendi’nin Bursa’dan ayrılıp Osmanlı coğrafyasını ve Avrupa’yı gezme arzusuyla başlayan hayât hikâyesi Eğriboz adasının Kızılhisâr şehrinde nihâyet 6 bulmuştur. Muhammediye ile ilgili yapılan çalışmalar ve kaynaklarda bahsedilen fakat geniş çaplı incelenmeyen şâir ve şârih Esîrî Mehmed Yusuf Efendi ve eseri Şerh-i Muhammediye’yi literatüre kazandırma gayretiyle bu çalışmayı tercih ettik. Bunlara ek olarak Hz. Peygamber (s.a.v) ’in hayâtını ele alan bir eserin şerhi olması hasebiyle, konunun hem şerh hem de Hz. Peygamber (s.a.v) olması çalışmayı daha ilgili ve önemli hâli hâiz olması da bizi bu çalışmaya sevkeden etkenlerden olmuştur. Bütün bunlar dışında Eleazar Birnbaum (v. 2019) ise Esîrî ile ilgili yayımladığı İngilizce çalışmasında müellifin şerh metninin sebeb-i telif kısmında anlattığı halktan şâire gelen istek üzerine eserini kaleme aldığı olayını reddederek kendince şu açıklamayı yapmaktadır; özellikle doğulu şâirler çoğu zaman eserlerinde bu tür taleplere yer verirler, şâir zaten o eseri kaleme alacaktı fakat sebeb-i telif olarak esere böyle bir giriş yapmayı tercih eder yani şâirler kendilerinden eser yazmaları istenmiş gibi davranarak eser telif ederler diyerek bu tür açıklamaların kurgudan ibâret olduğunu ileri sürmektedir. 16 Lâkin bu izahın genellenerek yapılması ve bütün Müslüman müellifleri zan altında bırakması zannımızca yanılgıdan ibârettir. Çünkü müelliflerimizin çoğu zaman ilham ile, rüya ve işâret ile, padişah başta olmak üzere devlet erkânı yani yöneticiler ve halktan gelen talep üzerine vb. sebeplerle eserlerini kaleme aldıkları bilinmektedir. Tezimize konu olan Esîrî’nin Şerh-i Muhammediye’si de yaşadığı bölgedeki halktan kendisine gelen talep üzerine kaleme aldığı bir eser olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla XVI. yüzyılın önemli şâirlerinden Esîrî Mehmed Yusuf gibi bir şâirin bu duruma tevessül etmeyeceği, buna ihtiyâcı olmayacağı ve böyle basit bir kurguya mahal vermeyeceği kanaatindeyiz. Türkçenin ilim, sanat, edebiyat ve din dili hâline gelmesi İslâmlaşma sonrası yazılan ilk eserlerle birlikte başlar. Daha sonraları Arapça ve Farsça’dan başlayan tercüme faaliyetleri, Türkçenin din ve ilim dili hâline gelmesini hızlandırmıştır. Satırarası Kur’ân tercümeleriyle başlayan süreci hadis ve siyer tercümeleri takip etmiş, daha sonra Arap ve Fars edebiyatından dînî tasavvufî mesnevîlerin tercümeleriyle tamamlanmıştır. Şerh geleneği Kur’ân başta olmak üzere, dinî metinlerin doğru anlaşılması hedefiyle ortaya çıkmıştır. Ülkemizde şerh ve haşiye üzerine temel niteliği taşıyan bir çalışmaya imza atan İsmail Kara; Şerh ve haşiye literatürü vazgeçilmez bir alan olarak kabul edilmeden İslâm 16 Eleazar Birnbaum, “Esîrî’s [Tercüme-i] Muhammediye: a rar emanuscript”, Türk Dilleri Araştırmaları Dergisi, 2007, 17/105. 7 klasikleri gerçekten tanımlanabilir, İslâm ilim mirası doğru ve derinliğine okunabilir ve kendi ağırlığında anlaşılabilir mi?17 sorusuyla İslâmî ilimlerin hâlini sorgulamaktadır. Kara, şerh ve haşiye türünü “ilmin kaynaklarından biri olarak ‘metin’ ve ‘kitap’ üzerine yapılmış doğru ve yerinde anlamaya, ilmî muhafazaya, devamlılığı sağlamaya ve malumatı olabildiğince kaydetmeye dönük, fonksiyonel ve katılımcı yoğun çabalar” şeklinde tanımlamakta ve bir metni açmaya ve anlamaya yönelik her tür eseri şerh literatürü olarak değerlendirmektedir.18 Şerh ve haşiye türündeki eserler, sadece okurken başvurulan metnin problemlerini çözmekle kalmaz çünkü bu şerh ve haşiyenin en alt düzeydeki işlevidir, asıl görevi bizzat problemi, metni, dili ve okuyucusunu teşvik ederek bir üst kademeye çıkarmasıdır.19 Şerh ve haşiye literatürünün İslâmî ilimlere veya İslâmî kültür havzasına has bir telif türü olmadığı âşikârdır. Şerh ve haşiyelerin düşünüldüğü gibi basit bir şekilde sadece eldeki metni dil bakımından açmaya yönelik çalışmalar olmadığı aksine daha geniş bağlamda metnin o dönem şartlarına göre yorumlanmak üzere yazıldıkları bilinmektedir. Kâtip Çelebi Keşfü’z-Zünûn isimli eserinin girişinde şerhe olan ihtiyaç ve şerhte dikkat edilmesi gerekenler konusunda “Bir metin neden şerh edilir?” sorusuna cevap aramaktadır. Çelebi, müelliflerin metinleri anlaşılması için, şerhe ihtiyaç duyulmadan kaleme aldıklarını ifâde eder fakat bazen metinlerin anlaşılması için şerhe duyulan ihtiyâcı şu üç maddede dile getirmektedir: 1. Yazarın düşünce ve ifadedeki üstün ve özel kabiliyeti dolayısıyla ince manaları maksada delalet eden veciz/öz ve yoğun bir şekilde dile getirmesi, ama okuyucuların yazarla bu konuda aynı seviyede olmaması, 2. Zaten açık ve biliniyor olduğu düşüncesi ile veya bir başka ilim dalını ilgilendirdiği için bazı ön bilgilerin verilmemesi, 3. Lafzın birden fazla anlama yorulacak tarzda mecazlı ve kinayeli bir üslupla yazılmış olması.20 Bazı çalışmalarda Muhammediye’nin kapalı bir metin olduğu ve şerhe ihtiyaç duyulduğundan bahsedilmektedir. 21 Muhammediye özelinde bu durum doğru kabul 17 İsmail Kara, İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz Şerh ve Haşiye Meselesine Dair Birkaç Not, (İstanbul: Dergah Yayınları, 2011), 6,7. 18 Kara, İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz, 19. 19 Kara, İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz, 29. 20 Katip Çelebi’den naklen M. A. Yekta Saraç, “Şerhler”, Türk Edebiyatı Tarihi ed: Talat Sait Halman, (İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2006), 2/123; Sadık Yazar, “Anadolu Sahası Klasik Türk Edebiyatında Tercüme ve Şerh Geleneği”, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2011, 60. 8 edilebilir lâkin genel anlamda yazılan bütün şerhleri bu kategoride değerlendirmek mümkün değildir. Bir metnin şerh edilmesi için illa kapalı veya anlaşılması güç olma şartı yoktur, bazen açık ve net metinler de şerhe tâbi tutulmaktadır. Bazen hoca-talebe arasında bir metnin takip edilmesi, birlikte okunması da şerh olarak addedilebilir. Muhammediye’nin farklı dönemlerde farklı şârihler tarafından şerh edilmesi bize eserin toplum nezdindeki değerini göstermesi açısından önemli bir delildir. Prof. Dr. Bilal Kemikli hocamızın tabiriyle kültür ve edebiyat tarihimiz açısından bazı eserler kurucu metin olarak adlandırılmaktadır. Kitab-ı Dedem Korkud, Divân-ı Hikmet, Siyer-i Nebi, Mesnevi, Yunus Emre Dîvân’ı, Müzekki’n-Nüfus, Mevlid vb. eserler târih boyunca toplumu derinden etkilemiş ve her dönemde önemini ve güncelliğini korumayı başarmış eserlerimizdendir. İşte bunlardan biri de Yazıcıoğlu Mehmed’in Muhammediye isimli eseridir. Kurucu metinler zaman içerisinde zamanın ruhuna uygun bir şekilde güncellenmek isterler. Muhammediye’yi Yazıcıoğlu’ndan takriben bir asır sonra Esîrî Mehmed Yusuf Efendi şerh etmiştir. Bursalı şâir ve şârih Esîrî esâretinin sona ermesinin akabinde Eğriboz adasının Kızılhisar şehrine yerleşip orayı vatan tuttuktan sonra, oradaki halk ile kaynaştığını, şâir olarak değer gördüğünü, Muhammediye gibi dönemin sevilen ve okunan önemli edebî eseri kendisinden şerh edilmesini talep ettiklerini ifâde etmektedir. Esîrî de bu talebe kayıtsız kalmadığını ve eseri sâde, anlaşılır bir hâle getirip manzûm eseri mensur bir şekilde şerh ettiğini görmekteyiz. Sadık Yazar’ın “Anadolu Sahası Klasik Türk Edebiyatında Tercüme ve Şerh Geleneği” isimli doktora tezinde Esîrî Mehmed Yusuf’un Şerh-i Muhammediye’sini bir diliçi çeviri hareketi olarak değerlendirmektedir.22 Diliçi çeviri; “Aynı dilde yazılmış bir metnin o dilin güncel deyişi/kullanımı ile yeniden düzenlenmesidir” şeklinde tanımlanmaktadır.23 Türkçe tercüme ve şerh faaliyetlerinin bir kaynağını Türkçe metinler oluşturmaktadır. Dil içi çeviri çeviribilim araştırmalarının bir alt kolunu oluşturur ve Osmanlı devri Türkçesiyle yazılan bir eserin günümüz Türkçesine uyarlanarak oluşturulan bu tür dil içi çeviri, sadeleştirme veya tercüme olarak adlandırılmaktadır.24 21 Esîrî, Şerh-i Muhammediye, 1-2.; Yazar, “Anadolu Sahası Klasik Türk Edebiyatında Tercüme ve Şerh Geleneği”, 254. 22 Uzun, “Muhammediyye”, 30/584; Yazar, “Anadolu Sahası Klasik Türk Edebiyatında Tercüme ve Şerh Geleneği”, 251. 23 Boztaş, İsmail; Yener, Şirin Okyayuz, Açıklamalı Çeviri Terimleri Sözlüğü, (İstanbul: Siyasal Kitabevi, 2005), 44. 24 Yazar, “Anadolu Sahası Klasik Türk Edebiyatında Tercüme ve Şerh Geleneği”, 249. 9 Kanaatimizce diliçi çeviriler ana metni yazılışının üzerinden çok vakit geçmesi hâlinde ortaya çıkan bir durumdur. Fakat Esîrî’de böyle bir durum söz konusu değildir çünkü şâir ve şârih Esîrî bir asır bile geçmeden Yazıcıoğlu’nun manzum eserini mensur bir şekilde şerh etmiştir. Yukarıda da ifâde edildiği üzere Esîrî Muhammediye’yi çok rağbet gören, ilk manzum siyer olma özelliğini taşıyan, manzûm yazılmasının belli başlı zorlukları, kâfiye düzeni, şiir dili gibi sebeplerle kendisinin bir dîvân şâiri, dinî bilgilere ve edebî dile vâkıf bir şahsiyet olması hasebiyle yani anlamakta zorlanmadığı bu eseri kendisi ihtiyâcı olmadığı hâlde en önemli sebep olarak halktan gelen talep üzerine Şerh-i Muhammediye’yi açıklamak üzere kaleme aldığını ifâde etmiştir; “… Muhammediye dimekle ma’rûf ve meşhûr kitâb ki na’t-ı resûlde bir bahr-ı bî-girân ve deryâ-yı ‘ummândur ibtidâ-yı ‘âlemde inkirâz-ı Âdeme degin her ne ki geldi ve gelecekdür ve oldı ve olacakdır tahrîr olunup takrîz kılınmışdır ve beyân kılınup tasvîr kılınmışdır, nazîrin gözler görüp ve kulaklar işitmiş değildir elfâzı dürr-i semîn ü gevher ve ma’nâsı kand-ı şîrîn-i mükerrerdir feemmâ bahrı hurûf-ı hecâ üzre olmağın kâfiyeleri teng olunup bi’z-zarûre edâ-yı murâd içün gâmiz lügât ve muğlak ibârât getürilüp ol cihetden efhâm-ı avâma ifhâm ve meşâbih-i kulûba işmâm müşkil ü mün’iz belki mümteni’ ü müte’azzirdir. Nola eger hilâf-ı mersûm ve münâkiz-i ‘âdet ol nazmı nesr idüp rûşen ibâret ile ve meşhûr lügât ile edâ’-ı kelâm ve ta’bîr-i murâd u merâm eylesen nesir hikâyâtı gibi okunup dinlenüp tekellüfsüz bilinse ve anlansa havâssa ve avâmafâ’idesi ‘âmm olsa…”25 Kızılhisar halkından bir dostu Esîrî’nin yanına gelip Muhammediye’nin çok önemli bir eser olduğunu ve bir benzerinin yazılamayacağını belirttikten sonra eseri manzum olması ile birlikte eserde yer alan mazmunlar, vezin, kâfiye, kelime seçimi, şiir dilinin kendine mahsus özellikleri vb. sebepler dolayısıyla şâirden bu eserin daha anlaşılır hâle getirilmesi, şerh edilmesi istenmiştir. Şiir dili farklı bir dildir, farklı bir dil evrenine sâhiptir, şiir dilinin kendine mahsus özellikleri, mazmunları, vezni, kâfiyesi, kelime seçimi vb. sebeplerle halk bu eseri tam anlamayabilir. Esîrî’nin yaşadığı muhitteki Müslümanlar tarafından Muhammediye’nin okunduğu fakat tam anlamıyla manasını kavrayamadığından dolayı halk Esîrî’den Muhammediye’yi daha anlaşılır hâle getirmesini, şerh etmesini istemiştir. Bu da bize Esîrî’nin ilmî, edebî yönünün ağır bastığını, kendini iyi yetiştiren, yaşadığı dönemin edebî birikimine sâhip iyi bir âlim ve şâir olduğunu göstermektedir. Aksi taktirde ondan böyle bir eserin şerh edilmesi istenmesi mümkün değildi. 25 Esîrî, Şerh-i Muhammediye, 1-2. 10 Bilal Kemikli hocamız şerhin önemine dâir şu tespitleri dile getirmektedir; “Şârihler bazen, önceki metinlerin arasında kaybolmuş, taklitçi, yeni bir şey üretmeyen ve yeniliğe kapalı kişiler gibi görülmektedir. Şârih, üzerinde durduğu metni önce anlama çabasında iken bunu eleştirel bakışla yapar. Her anlama çabası, özünde ele alınan metni güncellemeyi de beraberinde getirir. Şerhler anlama, eleştiri ve tecdit metinleridir. Bundan dolayı şerhleri, metne bağlı kalarak, yeni bir metin inşâ etme gayreti olarak görmek mümkündür.”26 Esîrî’den sonra Muhammediye üzerinde çalışma yapan ve eseri şerh eden diğer şâir İsmail Hakkı Bursevî’dir. Bursevî Ferahu’r-Rûh’un mukaddimesinde Muhammediye’nin etkileri, tesirleri ve sebeb-i teliften bahsederken Yazıcızâde’yi iki kez rüyasında gördüğünü ifâde ederek şunları ekler: “Makam sahibi, ediplerin üstadı İmam Ak Baba olarak anılan Şeyh Muhammed Hazretleri, mezkûr kitabı [Muhammediye’yi] saltanat şehri İstanbul’daki Sultan Selim Camii’nde okumak üzere tayin olunduğunda, dînen ve tîneten şehir bir hoş oldu! Âşıkların sinelerinin derinliklerinde bulunan kalpleri harekete geçti, huzur ehlinin gönülleri onun hayret verici devirleri ve yumuşak nağmeleriyle coşmaya başladı. Meclisin sonu, yemeğin sonunda yenilen meyve ve tatlı mesabesinde olsun ve kalbi hasta olanlar şifa bulsun diye hatim esnasında bu manzum eserin bazı bölümlerini okumak alışkanlık haline geldi. Sonra [Yazıcızade Hazretleri (ks)] bana işaret ederek bu kitapta bulunan bazı Arapça ve Farsça kelimeleri, yeryüzünün bu Rûm diyarında cârî olan lisân üzere tercüme etmemi; işaret elinin, ibarenin ağırlığında düğümlemiş olduğu manayı himmet parmaklarıyla çözmemi ve hurilerin boyunlarında asılı duran incilere benzemesi için her bahire münasip manzumeler yazmamı yemin alarak benden istedi.”27 Fatih M. Şeker’e göre İsmail Hakkı Bursevî; sûfî-mutasavvıf, kelâmcı ve de filozof yani Gazzâlî-i Sânî olarak adlandırılan entelektüel bir şahsiyettir. “Osmanlı dînî düşüncesini oluşturan bütün metinler ortadan kalkıp sadece Ferahu’r-Rûh kalsa, bu metin o âlemin düşünce yapısını yeniden inşâ etmek için yeterlidir. Örf ve âdetleri İslâm’ın yerleşmesi için harekete geçiren ve ledünnî hakikatin menkıbe ve efsânede gizli olduğunu gözden kaçırmayan Muhammediye etrafında vücûd bulan bir geleneğin en yetkin şârihi olan Bursevî’nin çeşitli eserlerinde İbn Sînâ, Gazzâlî, İbnü’l-Arabî, Râzî, Mevlânâ ve Yûnus için yazdıkları, Osmanlı İslâm tasavvurunun en derli toplu hülâsası olarak görülebilir. 26 Bilal Kemikli, “Şerh Şarih ve Ahmet Avni Konuk”. Eskiyeni / 16 (Şubat 2010): 69-70. 27 İsmail Hakkı Bursevî, Ferahu’r-Rûh Muhammediye Şerhi, nşr. Mustafa Utku, (Bursa: Uludağ Yayınları, 2000) 1/16. 11 Dînî düşünce sahasında Osmanlı asırlarının ortaya koyduğu dehanın en tipik sîmâs ıolan Bursevî kelâm, tasavvuf ve felsefe sahasında seleflerini okumaya ihtiyaç bırakmayacak derecede doludur.”28 Bu ifâdelerden Muhammediye’nin kültürel, ilmî, edebî ve toplum nezdindeki önemi anlaşılmaktadır. Muhammediye üzerinde ilk şerh çalışması yapan Esîrî Mehmed Yusuf ve ardından başka bir şerh yazan İsmâil Hakkı Bursevî dışında esere üç adet nazîre de yazılmıştır. Bunların detayları çalışmamızın ilerleyen bölümlerinde verilecektir. Muhammediye’nin; Yusuf isimli bir şâirin Muhammediye Nazîresi, Şeyh Kadı Mahmud bin Muhammed Tanrıvermiş’in Mahmudiye ve Abdürrahim Fedâî’nin Kasîde-i Nûniye isimli üç adet nazîresi bulunmaktadır. Bütün bu şerh ve nazîre çalışmalarının Muhammediye’nin sâdece kapalı bir metin olduğu veya şerhe muhtaç olduğu anlamına gelerek açıklanması mümkün değildir. Muhakkak ki Muhammediye’nin manzûm olması ve şiir dilinin getirdiği zorluklar etkilidir ama aynı zamanda eserin mesnevî yönü bir tarafa dinî yönünün yani Hz. Peygamber (s.a.v)’in hayâtının ele alınması, esere verilen değer, esere edipler ve toplumun yüklediği anlam ve önem, eserin her dönem sevilmesi, okunması ve bestelenmesi, eserin okunması adına vakıflar kurulması, tefeül yapılması vb. gibi sebepleri de değerlendirmek gerektiği unutulmamalıdır. İşte yukarıda verilen örnekler eser ile ilgili yapılan çalışmaları ve bir metnin hangi şartlar altında şerh edildiğini Muhammediye özelinde gösteren örneklerdir. Bu çalışma, üç aşamalı bir araştırmadan oluşturulmuş ve sınırları şöyle belirlenmiştir; Birinci aşamada Esîrî Mehmed Yusuf Efendi’nin hayâtını ortaya koymak ve buna ek olarak mahlasdaş şâirleri tanıtmak, ikinci aşamada Esîrî’nin eser kaleme almasına sebep olan Yazıcıoğlu Mehmed ve kaynak eseri Muhammediye’yi tanıtarak okuyucunun dikkatine sunmak, son olarak üçüncü aşamada ise şerh literatürü içerisinde yer alan Şerh-i Muhammediye’yi incelemek ve metnini ortaya koymak şeklinde özetlenebilir. Çalışmamıza konu olan Esîrî Mehmed Yusuf Efendi’nin Şerh-i Muhammediye adlı eseri 948/1541-42 yılında kaleme alınmıştır. Bu çalışmada Bursevî’den önce de Muhammediye’yi daha anlaşılır kılma çabasına giren ve Türk edebiyatı ve literatüründe pek bilinmeyen bir şâir ve şârih olan Esîrî Mehmed Yusuf Efendi ve eserini tanıtmayı hedefledik. Hattâ sadece bu eseriyle yetinmeyip onun kısıtlı kaynaklarda geçen hayât hikâyesini, şiirlerini, nazîrelerini ortaya koymaya çalıştık. Bunu yaparken tezkire, katalog, kitap, tez ve Türk edebiyatı kaynaklarından faydalandık, bütün bu kaynaklardan hareketle çalışmayı monografik yöntemle ortaya koymaya çalıştık. 28 Fatih M. Şeker, Osmanlı İslâm Tasavvuru, (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2015), 24-25. 12 “Esîri Mehmed Yusuf Efendi ve Şerh-i Muhammediye: (İnceleme-Metin)” başlığıyla hazırlanan bu çalışma giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. “Giriş” kısmında araştırmanın önemi, amacı, zorlukları, yöntemi ve kaynakları ele alınmıştır. Birinci bölümde Esîri Mehmed Yusuf Efendi üst başlığıyla Esîrî mahlaslı şâirler ve Esîrî Mehmed Yusuf Efendi’nin hayâtı, eğitimi, dönemi, mahlası ve esâret hayâtı, eserleri ve edebî kişiliği alt başlıklı iki konu incelenmiştir. İkinci bölümde ise Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye ve Şerh-i Muhammediye konuları işlenmiştir. Üçüncü bölümde çalışmanın ana konusu olan “Şerh-i Muhammediye: İnceleme-Metin” başlığıyla Esîrî Mehmed Yusuf Efendi’nin kaleme aldığı şerh eseri incelenmiştir. Bu bölüm nüsha tavsifleri ve metin isimli iki alt başlıktan oluşmaktadır. “Sonuç” kısmında Yazıcıoğlu Mehmed’in Muhammediye’sinin hem Türk edebiyatı hem de Türk toplumundaki yerini, Yazıcıoğlu’ndan bir asır sonra yaşamış Esîrî Mehmed Yusuf Efendi’yi ve onun Şerh-i Muhammediye isimli şerh eseri ile ilgili genel değerlendirme yapılarak çalışma neticelendirilmiştir. Kaynakça’nın ardında yer alan “Ekler” kısmında ise çalışmada geniş bir şekilde sözünü ettiğimiz Muhammediye ve müellifi Yazıcıoğlu Mehmed’in kabri, bunun yanında şerhleri olan Şerh-i Muhammediye ve Ferâhu’r-Rûh isimli eserlerin yazma nüshalarından bazı fotoğraflar ve Esîrî Mehmed Yusuf Efendi’nin yaşamını sürdürdüğü ve medfun olduğu Eğriboz adasını ve Kızılhisar şehrini gösteren resimler ve haritalar eklenerek çalışma zenginleştirilmiştir. Esîrî Mehmed Yusuf ve Şerh-i Muhammediye (İnceleme-Metin) başlıklı çalışmamızın öncelikli amacı XVI. yüzyılın önemli Dîvân şâirlerinden Esîrî’yi tanıtmaktır. Ardından şâirliğinin yanında şârihliği ile ön plana çıktığı Şerh-i Muhammediye isimli eserini ortaya koyarak gün yüzüne çıkarmaktır. Çünkü bu şerh ilk manzûm ve telif siyer olarak, mesnevî nazım şekliyle kaleme alınan Muhammediye özelinde yapılan ilk edebî çalışma özelliğini taşımaktadır. Yazıldığı günden günümüze kadar güncelliğini koruyan, her dönem rağbet gören, dinî ve edebî eser olarak hem şâirlerin hem de halkın nezdinde kıymeti hiç azalmayan böylesine müstesna bir eseri Esîrî Mehmed Yusuf Efendi bütün bu saydığımız özelliklerin bilincinde, halkın anlamasını kolaylaştıracak şekilde, okuyanları yormamak adına sözü uzatmadan, yaşadığı döneme uygun sâde ve yalın bir dil kullanarak şerh metnini ortaya koyan bir çalışma kaleme almıştır. Tezimizin ileriki bölümlerinde üzerinde durulacağı üzere Şerh-i Muhammediye’nin eserin açıklamasına yönelik yapılan şerhler diye tanımlanan gruba dâhil edilebileceği kanâati taşımaktayız. Bu tür şerhlerde genellikle manzûm eserler yer alarak, şerh edilen metinlerin içerisindeki edebî sanatlar, mazmunlar ve tasavvufî bilgileri ihtiva eden ve ilk bakışta 13 herkes tarafından anlaşılamayan metinlerin açıklanması yer almaktadır. Şerh-i Muhammediye gibi edebî eserlerin şerhleri yapılırken aksine okuyucuya metni anlama konusunda bilgi verilir ve edebî ölçütler pek dikkate alınmaz. Burada şârih metnin nasıl söylendiğiyle değil metnin ne söylediği ile ilgilenmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v)’i tanıtan, hayâtı hakkında bilgi veren bu eser, şâir ve şârih Esîrî tarafından muhatabına doğru bir şekilde aktarılmıştır. Aynı şekilde eğitim târihimiz açısından bakıldığında, siyer ve İslâm târihi alanlarında kronolojik bilgiler sunan Muhammediye içerdiği kaynaklar, işlediği konular sâyesinde Müslümanların bilgi birikimine önemli katkılar sunmuş, İslâm’ın ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in doğru bir şekilde öğrenilmesini sağlamıştır. Esîrî Mehmed Yusuf’a asıl şöhreti kazandıran Şerh-i Muhammediye isimli eseridir. Elimizdeki kısıtlı kaynaklar vesilesiyle hayât hikâyesini sunarak, şârihliğinin yanında şâirliğinin de değerli olduğu ve kaynaklarda yer alan Dîvân şâiridir ibâresini haklı çıkaracak şekilde şiirleri ve nazîreleri tezimizde ortaya konmuştur.. Bütün bunlar değerlendirildiğinde şerh literatürü ve XVI. yüzyıl Dîvân edebiyatı içerisinde yer alan bu şâir ve şârihi ortaya koyarak bir boşluğun doldurulmasına gayret edilmiştir. Tezimizin edebiyatımızın klasik dönem şâirlerimizden biri olan Esîri Mehmed Yusuf Efendi ve eserini ilim dünyâsına kazandırma hedefiyle hazırlandığını belirtmek isteriz. Çalışmanın edebiyat alanında çalışanlar başta olmak üzere bundan sonra şâir ve şârih ile alakalı yapılacak çalışma ve araştırmalara kaynaklık etmesini ümit ediyoruz. 14 BİRİNCİ BÖLÜM ESÎRÎ MEHMED YUSUF EFENDİ; HAYÂTI, ESERLERİ VE EDEBÎ KİŞİLİĞİ 15 1. ESÎRÎ MEHMED YUSUF EFENDİ’NİN HAYÂTI Çalışmamızın konusunu teşkil eden Esîrî Mehmed Yusuf Efendi XVI. yüzyılın önemli Dîvân şâirlerindenir. Şâirliğinin yanında Muhammediye’ye yazılan ilk şerh olma özelliği taşıyan Şerh-i Muhammediye isimli eseri sâyesinde şârihliğiyle ön plana çıkmıştır. XVI. yüzyılın başlarında Bursa’da doğan şâir ve şârih Esîrî, medrese eğitimini tamamladıktan sonra çıktığı Avrupa seyâhati esnasında esir düşmüş ve esâretten kurtulmasının akabinde Esîrî mahlasını tahallus ederek eserlerinde bu mahlası kullanmış ve edebiyatımızda bu mahlasla anılmıştır. Esâret hayâtının sona ermesinden sonra tahminen 1530’lu yıllarda bugün Yunanistan sınırları içerisinde yer alan Eğriboz adasının Kızılhisar şehrine yerleşen şâir ömrünü burada sürdürmüş ve bir daha memleketine dönmemiştir. 1000/1591 târihinde Kızılhisar’da vefât etmiş ve oraya defnedilmiştir. Konuya giriş kâbilinden şâir ve şârihten özet olarak bu bilgileri vermek mümkündür. Çalışmanın ileriki safhalarında şâirle ilgili geniş malumat verilecek olup hayâtı, eserleri ve edebî kişiliği vb. konularda kendisi hakkında detaylı inceleme yapılacaktır. Kültür ve edebiyat târihimizde isim, mahlas, doğum ve vefât yeri gibi ortak özellikleri olan kişiler bulunmaktadır. Bu benzerlikler bazen şahısların karıştırılmasına neden olabilmektedir. Bu karışıklığı en aza indirmek adına Esîrî mahlaslı kişileri bir başlık altında toplayarak tanıtmaya gayret ettik. Böylece aynı mahlası taşıyan kişileri bir araya getirerek târihi süreç içerisinde yer alan şâir, âlim, mutasavvıf vb. kişileri bir arada sunmaya gayret ettik. 1.1. Esîrî Mahlaslı Şâirler Edebiyatımızda Dîvân şâirlerinin şiirlerinde kullandıkları takma ada mahlas denilir. Şâirler kendi şiirlerinin başka şiirlerle karışmaması için birer mahlas seçerler ve şiirlerini bu mahlaslarla kaleme alırlar.29 Dîvân edebiyatında mahlaslar bir nevi kimlik mesabesindedir. Dolayısıyla şâirler de bu mahlaslarıyla tanınmaktadırlar. Konumuzu teşkil eden Esîrî Mehmed Yusuf Efendi’den bahsetmeden önce edebiyat târihi ve literatürümüzde Esîrî mahlâsıyla anılan bütün şâirlere kısaca değinmek yerinde olacaktır. Altı yüzyıldan fazla bir geleneğe sâhip olan Klasik Türk edebiyatı içerisinde tespit edebildiğimiz kadarıyla bu mahlası taşıyan on iki şahsiyet bulunmaktadır. Hepsinin ortak yanı bir ara esir düşmüş olmaları, bu nedenle de Esîrî mahlasını kullanarak 29 İskender Pala, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü, (İstanbul: Kapı Yayınları, 2004), 294. 16 mahlasdaş şâirler olmalarıdır. Bu mahlasa sâhip kişiler ve yaşadıkları yüzyıla göre dağılımı şöyledir; Tablo 1 Esîrî Mahlaslı Şâirler No. İsmi / Mahlası Doğum Yeri Vefât Yeri Vefât Tarihi 1. Esîrî-yi Lâhîcî Lâhîcân Şîraz XVI. yy. 2. Dîvân Kâtibi Esîrî ? ? XVI. yy. 3. Esîrî/Hazânî Eflâtun ? İstanbul 977/1569 4. Esîrî Mehmed Yusuf Bursa Kızılhisar/Eğriboz 1000 / 1591 5. Şeyhülislâm Esîrî Mehmed Bursa Bursa 1092 / 1681 6. Tireli Esîrî Tire Tire XVII. yy. 7. Esîrî Hüseyin bin Mehmed ? ? XVII. yy. 8. Esîrî Macuncuzâde Mustafa XVII. yy. 9. Esîrî Hasan bin Şeyh Hüseyin Bursa İstanbul 1141/1729? 10. Mutasavvıf Esîrî ? ? XVIII. yy. 11. Hekimhanlı Esirî Mehmet Hekimhan/Malatya Hekimhan/Malatya 1331-32/1913 12. Özbek Esirî Hocend Hocend 1916 Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere Esîrî-yi Lâhîcî, Dîvân Kâtibi Esîrî, Esîrî/Hazânî Eflâtun ve Esîrî Mehmed Yusuf-XVI. yüzyıl, Şeyhülislâm Esîrî Mehmed Efendi, Tireli Esîrî, Esîrî Hüseyin bin Mehmed ve Esîrî Macuncuzâde Mustafa Efendi -XVII. yüzyıl, Esîrî Hasan bin Şeyh Hüseyin Efendi ve Mutasavvıf Esîrî -XVIII. yüzyıl Hekimhanlı Esirî Mehmet ve Özbek Esirî-XX. yüzyıl olmak üzere toplamda dördü XVI. yüzyıl, dördü XVII. yüzyıl, ikisi XVIII. yüzyıl ve ikisi de XX. yüzyılda yaşamış mahlasdaş şahsiyetler olarak sıralanabilir. Esîrî mahlasını taşıyan şâirler hakkında daha önce ya tek şâir ya da bir kaç şâiri tanıtan çalışmalar yapılmıştır lâkin biz bu bölümde bütün bu mahlası taşıyanları derli toplu bir şekilde vererek tanıtmayı amaçladık. Bütün bu mahlasdaş şâir ve şahsiyetler kronolojik olarak aşağıda detaylı bir şekilde incelenip tanıtılmıştır. 17 1.1.1. Esîrî-yi Lâhîcî İran’ın Lâhîcân kasabasında doğmuştur. Şiirlerinde Esîrî mahlasını kullandığı için Esîrî-yi Lâhîcî olarak tanınan şâirin adı Şemsüddîn Muhammed b. Yahyâ b. Alî’dır. Lâhîcî’nin eserleri incelendiğinde tefsir, kelâm, hadis gibi dinî ilimler olmak üzere döneminin ilimlerine vâkıf olduğu dolayısıyla iyi bir eğitim gördüğü anlaşılmaktadır. Nurbahşiyye tarikatının kurucusu Muhammed Nurbahş’a yirmi yaşlarında intisap etmiş ve şeyhi ölünceye kadar (869/1464) onun hizmetinde bulunmuştur. Timurlular döneminde şeyhiyle birlikte Şîraz’a giden Lâhîcî bir ara Tebriz’e uğramıştır. Burada altı ay kaldıktan sonra hac için 882/1477 yılında Mekke’ye giden şâir, hac dönüşü bir süre Yemen’in Zebîd şehrinde kalmıştır. Şîraz’da şeyhi vefât edince onun yerine geçen Lâhîcî, Nûriyye Hankahı adıyla görkemli bir tekke yaptırarak irşâd faaliyetine başlamıştır. 912/1506 yılında Şîraz’daki hankahında vefât eden Esîrî-yi Lâhîcî oraya gömülmüştür. Eserleri; Mefâtîḥu’l-İʿcâz fî şerḥi Gülşen-i Râz, Esrârü’ş-Şühûd, Dîvân ve Münteḫab-ı Mes̱nevî-yi Mevlevî’dir.30 1.1.2. Dîvân Kâtibi Esîrî Sultan Bâyezid döneminde, VX. yüzyıl ile XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamış ve sebebi tam olarak bilinmese de Anadolu sahasında Esîrî mahlası ile karşımıza çıkan ilk şâirdir. Hayâtı hakkında tezkirelerde pek bilgi bulunmamaktadır. Bu zât aynı zamanda Yavuz Sultân Selim devrinde divân kâtipliği yapmıştır. 31 Esîrî Bâyezid zamanında Hicâz seyâhatine çıkmış, kendi ifâdesiyle Dîvân’ı başta olmak üzere; “Bir dîvân cem’ eylemiştim key ulu Ol gidelden yarı olmuşum deli” diğer eserlerini de eşkiyaya kaptırmış ve istinsah edilmediği için günümüze ulaşamamıştır; “Bunca yıllık ömrümün sermâyesi Ey dirîga gitti rûhum vâyesi”32 Dîvân, isimleri ve muhtevası bilinmeyen iki kitap ve günümüze ulaşabilen sergüzeştnâme türündeki tek eseri Hüsâm-nâme olmak üzere Esîrî toplam dört eser kaleme almıştır.33 30 Rıza Kurtuluş, “Lâhîcî Muhammed b. Yahyâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. (Ankara: TDV Yayınları, 2003), 27/53. 31 Günay Kut, “Esîrî, His Sergüzeşt And His Other Works”, Acâibu'l-Mahlûkat, hzl. Fatma Büyükkarcı Yılmaz, (İstanbul: Simurg Yayınları, 2010), 89; Ezel Elverdi vd., “Esîrî”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, (İstanbul: Dergâh Yayınları, 1979), 3/94; Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, (İstanbul: Bozkurt Matbaası, 1936), 3/1342; Ozan Kolbaş, Esîrî'nin Hüsâm-nâme Adlı Manzum Hac Seyahat-nâmesi (İnceleme-metin tenkidi-nesre çeviri-açıklamalar-sözlük-özel adlar dizini), (İstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 2021), Doktora Tezi, 81-87. 32 Ergun, Türk Şairleri, (İstanbul: Bozkurt Matbaası, 1936), 3/1343. 33 Kolbaş, Esîrî'nin Hüsâm-nâme Adlı Manzum Hac Seyahat-nâmesi, 83. 18 Hüsâm-nâme, mesnevi nazım şekliyle yazılmıştır. 34 Aruzun fâʿilâtün fâʿilâtün fâʿilün vezni kullanılmış, başı ve sonu eksik olan eser günümüzdeki hâliyle 4089 beyitten müteşekkildir.35 Hüsâm-nâme, Esîrî’nin hac yolculuğunu anlatan bir hac seyahatnâmesidir. Sergüzeştnâme’nin bir alt türü olarak nitelendirilen seyahatnâme formunda yazılmıştır. Eser, manzum türde yazılan eserler arasında en hacimli olmasının yanında Ahmed Fakih’in Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe adlı eserinden sonra Osmanlı döneminde yazılan ikinci hac seyahatnâmesi olarak kabul edilmektedir. Esîrî, Hüsâm-nâme’yi yazma sebebini eserinin içerisinde belirtmez. O, yalnızca gezip gördüğü yerleri tanıtmak, başından geçenleri kıssa ve hikâyelerle destekleyerek hâtıra niteliğinde bir edebî eser yazmıştır. Eserinde gezdiği yerlerle ilgili bilgi vermenin yanında bazı dinî konularda öğretici bir üslup kullanarak okuyucuya dersler vermek istemiştir. 36 Hayâtı hakkında çok bilgi bulunmayan şâirin XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde vefât ettiği tahmin edilmektedir.37 918/1512 târihinde telif edilen aynı zamanda edebiyatımızda ikinci nazîre mecmuası olma özelliğini taşıyan Câmiu'n-Nezâir’de şâirin kendi gazelleri ve nazîreleri olmak üzere toplamda 48 şiirine tesâdüf edilmektedir. Mecmuada yer alan şiirlerden sekiz tanesini S. N. Ergun de Türk Şairleri adlı eserine almıştır. 38 Bu şiirlerden bazı örnekler aşağıda gösterilmiştir; Ṣābıḳda Sulṭān Selīm Ḫān Ḥażretlerine Dīvān Kātibi Olan Esīrī Fermāyed mefʿūlü fāʿilātü mefāʿīlü fāʿilün Yā Rab görem mi ol ruḫ-ı cānānı bir daḫı Görmege cān virür yine cān anı bir daḫı Bir nāzenīne baġladı göñlin Esīrī kim Hergiz cihāna gelmeye aḳrānı bir daḫı39 34 Kolbaş, Esîrî'nin Hüsâm-nâme Adlı Manzum Hac Seyahat-nâmesi, 112. 35 Kolbaş, Esîrî'nin Hüsâm-nâme Adlı Manzum Hac Seyahat-nâmesi, 114. 36 Kolbaş, Esîrî'nin Hüsâm-nâme Adlı Manzum Hac Seyahat-nâmesi, 103. 37 Kolbaş, Esîrî'nin Hüsâm-nâme Adlı Manzum Hac Seyahat-nâmesi, 85. 38 Ergun, Türk Şairleri, (İstanbul: Bozkurt Matbaası, 1936), 3/1343. 39 Şiir Mecmuası, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, MC Yz K 0479, vr. 4a; Kolbaş, Esîrî'nin Hüsâm-nâme Adlı Manzum Hac Seyahat-nâmesi, 95. 19 Naẓīre-i Esīrī Rāst mefʿūlü mefāʿīlü mefāʿīlü feʿūlün Ey ġāfil ü bī-ḥāṣıl olan var gözüñ aç Şeyṭāna yaḳın olma vü Raḥmān yolına ḳaç Ḳaydı varacaḳ menzilüñüñ ḳanı Esīrī Ḥayfā ki ʿömür geçdi aġardı ṣaḳal u ṣaç Ḥaḳ yolına rehber olana oldı muvāfıḳ Dīn ʿışḳına terk eyledi cān Yūsuf-ı Ḥaccāc Naẓīre-i Esīrī Rāst mefāʿīlün mefāʿīlün feʿūlün Cemālüñ pertevi nūr-ı Ḫudādur Anı ehl-i naẓar görmek sezādur Ne ġam bīgāne oldıysa raḳībüñ Senüñle bu Esīrī āşinādur Naẓīre-i Esīrī Rāst mefʿūlü fāʿilātü mefāʿīlü fāʿilün İy dil cihānda gerçek olursañ İlāh ile Sen hemdem olasın yine ol pādişāh ile Demdür şehā ʿināyet iderseñ Esīrī’ye Cürm ile geldi raḥmet umar rū-siyāh ile Naẓīre-i Esīrī Rāst fāʿilātün fāʿilātün fāʿilātün fāʿilün Ey göñül eyle naẓar işbu cihānuñ ḥāline ʿĀḳil iseñ key ṣaḳın aldanma mekr ü aline 20 İy Esīrī pendi kendü nefsüñe vir ḫāmuş ol ʿĀrif ol ḫalḳ-ı cihānuñ uyma kīl ü ḳāline Naẓīre-i Esīrī der Baḥr-ı Ḳaṣr mefʿūlü mefāʿilün feʿūlün Derdüm bu ki irmedüm devāya Raḥm eyle bu ben bī-nevāya Şīrīn-süḫan oldı bu Esīrī Ṭūṭī gibi başladı åenāya Burada zikrettiğimiz XV. yüzyıl şâiri Dîvân kâtibi Esîrî hakkında en güncel ve derli toplu çalışmayı Ozan Kolbaş yapmıştır. Kolbaş şâirin hayâtını ve toplamda dört eser kaleme alan şâirden günümüze ulaşan tek eser olan Hüsâm-nâme’yi doktora tezi olarak hazırlamıştır. Bu tezde Eğridirli Hacı Kemal’in Câmiu'n-Nezâir isimli nazîre mecmuasından Esîrî’ye âit beş şiiri paylaşmıştır. Bu çalışmada Esîrî’nin şâirliğinden söz ederken Eğridirli Hacı Kemal’in 918/1512 yılında tamamladığı Câmiu’n-Nezâir isimli nazîre mecmuasından yola çıkarak şâire âit beş şiirini paylaşmıştır. Aslında bu mecmuada Esîri’ye âit hem zemin hem de nazîre olmak üzere 48 adet şiir bulunmaktadır. Târih aralığına bakıldığında Esîrî ile Eğridirli Hacı Kemal’in yaşadığı dönem, özellikle de eserin tamamlanma yılı birbirine uyum arz etmektedir, dolayısıyla burada Esîrî mahlasıyla kaleme alınan şiirlerin XV. yüzyıl şâiri Esîrî’ye âit olması kuvvetle muhtemeldir. Lâkin Kolbaş aynı zamanda Hüsâm- nâme eserinden hareketle şâirin Hicâz seyahâti esnasında eserlerinin alıkonulduğunu, istinsah edilmediğini ve şâirin de bu duruma epey üzüldüğünü aktarmaktadır.40 Bu bilgiler ışığında Câmiu’n-Nezâir mecmuâsında geçen şiirlerin gerçekten XV. yüzyıl şâiri Esîri’ye âidiyeti konusunda bize şüpheyle yaklaşmamız gerektiği kanaâtini uyandırmaktadır. Çünkü kendisi de bu şiirlerin Esîrî Mehmed Yusuf Bursevî’ye âit olabileceğini ihtimâlini göz önünde bulundurmuş lâkin nazîre mecmuâsının yazılış tarihi olan 918/1512 yılında Bursalı Esîrî’nin yeni doğmuş olması veya çok küçük yaşlarda olması da hesaba katılarak, ayrıca Hüsâm-nâme den yola çıkarak tarz olarak XV. yüzyıl şâiri Esîrî’ye âit olduğunu yorum olarak belirtmiştir.41 Yapılan değerlendirmelere binâen biz de bu görüşe katılmakla birlikte mecmuadaki şiirlerin XV. yüzyıl şâiri Esîrî’ye âit olduğu kanaâtindeyiz. 40 Kolbaş, Esîrî'nin Hüsâm-nâme Adlı Manzum Hac Seyahat-nâmesi, 87. 41 Kolbaş, Esîrî'nin Hüsâm-nâme Adlı Manzum Hac Seyahat-nâmesi, 95-97. 21 1.1.3. Esîrî / Hazânî Eflâtun Aynı mahlası taşıyan ve XVI. yüzyılda yaşayan üçüncü şâir Şirvan Türkmenlerinden olup Türkçe şiirlerinde Hazânî, Farsça şiirlerinde Esîrî mahlasını kullanan Abdüllatif Eflâtun’dur. Babası Şeyh Derviş Muhammed’dir. Şah İsmail’in şehzadelerinden Elkas Mirza (v. 1548), Şirvan valisi iken onun himâyesine giren sanatkârlardandır. Elkas Mirza, Şah İsmail’in diğer şehzadesi Şah Tahmasb’a karşı giriştiği iktidar mücadelesini kaybedip Osmanlı Devletine sığınınca Eflâtun da onunla birlikte İstanbul’a gelmiştir. Esîrî aynı zamanda Osmanlı nakış ve tezhip sanatına katkıda bulunmuştur. Fethullah Arif Çelebi’den sonra 3 Receb 971/Ocak 1562 tarihinde 20 akçe gündelikle Osmanlı sarayının şeh- nâmecisi olmuştur. Mecmualarda şiirlerine rastlanılan Eflatun’un dîvân tertip edip etmediği bilinmemekle birlikte şehnamecilik görevindeyken Esîrî mahlasıyla 971/1563 yılında İstanbul’da yaşanan sel felaketini anlattığı 466 beyitlik Hikâyet-i Âmeden-i Seyl be- İstanbul isimli Farsça mesnevisi bulunmaktadır. Şâir eserde geleneksel mesnevi formuna uygun biçimde altı bölüm halinde konuyu işlemiştir. Bölümleri başlıklandıran şâirin ilk bölümde Allah’a övgü ve Allah’ın gökyüzünden yağmur yağdırması işlenmiş, ikinci başlık ise Hz. Nuh tufanı ve Hz. Nuhun gemi yapması konu edilmiştir. Üçüncü başlık Kanûnî Sultan Süleymân’ın av esnasında yağmur sebebiyle İskender Çelebi’nin bahçesine sığınması, dördüncü başlıkta ise padişahın sel sonrasında Allah’a yakarışı dile getirilmiştir. Beşinci başlıkta hayvanların sel dolayısıyla telef olmaları işlenmiş ve son olarak altıncı başlıkta padişahın bu sel felaketinden sonra yapılmasını istediği imar faaliyetleri ve selden zarar gören halkın yaralarının sarılması için neler yapılabileceği konusu işlenmiştir. Elkas Mirza’nın kitabdârlığını yapan şâir 977/1569 yılında İstanbul’da vefât etmiştir.42 Türkçe herhangi bir eseri günümüze ulaşmayan Eflâtun’un Hazânî mahlasıyla söylediği üç gazeli ise Mecmû‘a-i Letâif’de yer almaktadır. Bu mecmuada yer alan gazeller şunlardır; 42 Bağdatlı Ahdî, Gülşen-i Şuarâ, hzl. Süleyman Solmaz, Denizli:T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü Kültür Yayınları, 2009, 96; Mustafa İsen, Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, (Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 1994), 194; Muhsin Macit, “Hazânî/Esîrî Eflatun”, 2016, (Erişim: 20.09.2020). 22 1. Benüm derdüm nedür hecrüñde gelseñ görseñ olmaz mı Bilüp ol derde vaãluñla müdÀvÀ itseñ olmaz mı Úadem-rencìde úılsañ ãoóbete bir dem ayaú baãsañ ÒazÀnì cÀmını cÀm-ı muãaffÀ itseñ olmaz mı43 2. äubóveş rÿşen olur külbemüzüñ aòşamı Bir şeb aòşamlar ise ol meh-i bedrüm ŞÀmì Derd-i èışúuña ÒazÀnì düşeli sulùÀnum Úalmadı dilde anuñõerre úadar ÀrÀmı44 3. Eflâtûn-ı Şirvânî-i Şeh-nâme-gû Tîre kıldı bana ger devr-i felek eyyâmı Rûşen itdi günümi subh-ı cemâl-i Şâmî Didüm ana ki Hazânî sana bir âşıkdur Neyleyem söyledi bir mahlas-ı dürd-âşâmı45 Esîrî/Hazânî’nin bu gazelleri dışında tezkirelerde yer alan bazı beyitleri de şunlardır; Leblerün sırr-ı ‘inâyetdür neden hun-hârdur Ayn-ı sıhhatdür gözün bilmen neden bîmârdur46 Bu fenâ deyrinde çün harf-i vefâ efsânedür Âleme aldanma kim dünyâ müsâfir-hânedür47 43 İncinur Atik Gürbüz, Mecmû‘a-i Letâif, (Ankara: Gazi Üniversitesi SBE, 2011), Doktora Tezi, 974-975. 44 Gürbüz, Mecmû‘a-i Letâif, 1015. 45 Gürbüz, Mecmû‘a-i Letâif, 1100. 46 Ahdî, Gülşen-i Şuarâ, haz. Süleyman Solmaz, 96. 47 Ahdî, Gülşen-i Şuarâ, haz. Süleyman Solmaz, 96. 23 Ol perî-peyker ki kaddi serv ü beli incedür Leblerini sorma benden kim açılmış goncedür48 Yine tezkirede geçen bazı Farsça beyitler şunlardır; Çünân za’îf şod ez hicr cism-i lâgar mâ Ki sâye râ ne-tevân dîd der berâber-i mâ49 Ân şûh eger cefâ ne nümâyed zi rahm nîst Ber men nekerde hîç cefâyî nemânde est50 Ey şem’-i şeb-efrûz merev ez berem imşeb Cân mî reved ez ten be-nîşîn ber-serem imşeb51 fâèilâtün fâèilâtün fâèilâtün fâèilün Bu fenâ deyrinde çün harf-i bekâ efsânedir èÂleme aldanma kim dünyâ müsâfir-hânedir52 1.1.4. Esîrî Mehmed Yusuf Efendi Dördüncü şâir çalışmamızın konusu olan XVI. yüzyıl şâiri Esîrî Mehmed Yusuf Efendi (v. 1000/1591)’dir. Aşağıda şâirimizle ilgili detaylı bilgi verileceği için burada tekrardan kendisinden bahsedilmemiştir. 1.1.5. Şeyhülislâm Esîrî Mehmed Efendi Beşinci isim Bursalı Şeyhülislâm Esîrî Mehmed Efendi (v. 1092/1681)’dir. Pravadili Bıçakçızâde Abdülhalim Efendi’nin oğludur. Babasının sonradan gelip yerleştiği Bursa’da doğmuş olması hasebiyle Bursalı Efendi veya Bursevî olarak tanınmıştır. Muîdzâde ve Şeyh Hâfızzâde’den ders okuduktan sonra İstanbul’a giden Mehmed Efendi bir süre Ayasofya civarında Şeyh Erdebîlî Zâviyesi’nde kaldıktan sonra Şeyhülislâm Zekeriyyâzâde Yahyâ Efendi’ye intisap ederek ondan mülâzım olur. Bir süre onun fetva 48 Ahdî, Gülşen-i Şuarâ, haz. Süleyman Solmaz, 96. 49 Ahdî, Gülşen-i Şuarâ, haz. Süleyman Solmaz, 95. 50 Ahdî, Gülşen-i Şuarâ, haz. Süleyman Solmaz, 96. 51 Ahdî, Gülşen-i Şuarâ, haz. Süleyman Solmaz, 96. 52 Harun Gündüz, Mehmet Nail Tuman ve Tuhfe-i Naili'si (İnceleme-metin-indeks), (Balıkesir: Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009), Yüksek Lisans Tezi, 144. 24 eminliğini yaparak 40 akçe yevmiye ile tedris hayatına başlamıştır. 1040/1631 yılının Ramazan ayında Mısır’a gönderildi, oradan İstanbul’a döndükten sonra 1634-1644 yılları arasında Beşiktaş Sinan Paşa, Zekeriyyâ Efendi, Pîrî Paşa, Mustafa Ağa, Sahn-ı Semân, İstanbul Çorlu, Gevherhan Sultan, Kalenderhâne, İstanbul Vâlide Sultan medreselerinde müderrislikte bulunmuştur. 1644 yılının Temmuz ayında Mekke kadılığına tayin edilmesiyle müderrislikten ayrılmıştır. Dârüssaâde ağalığından mâzul olup Mısır’a gitmek üzere gemi ile yola çıkan Şeyhülislâm Esîrî Mehmed Efendi Rodos adası açıklarında gemi korsanlarının saldırısına uğrar ve Sünbül Ağa ile Maltalılara esir düşer. Dört yıllık esâret hayâtından sonra kurtularak İstanbul’a dönmüştür. Bu sebeple kaynaklara “Esîrî” lakabıyla da geçmiştir. Mehmed Efendi 1649-1650 yıllarında Mısır, 1652-1653’te Edirne kadılığında bulundu. Şeyhülislâm Ebûsaid Mehmed Efendi’den şikâyet maksadıyla yazılan imzasız bir arzuhal IV. Mehmed’e takdim edilir, hükümdar bu arzuhali yazanların cezalandırılmasını ister. Yapılan araştırmada bu arzuhâli Memekzâde Mustafa Efendi ile Esîrî Mehmed Efendi’nin yazdığı kanaatine varılır ve her ikisi sürgüne gönderilir. Bir müddet Bozcaada’da sürgünde kaldıktan sonra affedilir ve Mayıs 1655’te İstanbul’a dönen Şeyhülislâm Esîrî Uzuncaova-Hasköy arpalığına gider. Ardından 1066/1656 yılının Şevval ayında (Temmuz-Ağustos) İstanbul kadısı olur; bu görevden azledilince kendisine Kuşadası ve Bayındır kazaları arpalık olarak verilmiştir. 1068/1658 Şâbanında (Mayıs) ise Anadolu kazaskerliğine tayin edilen Esîrî 1069/1659 yılında şeyhülislâmlık makâmına getirilmiştir. Bu görevi sırasında kendisine Gelibolu kazası ayrıca arpalık olarak tahsis edilmişti. 1671 yılında hacca gitmesine izin verilen Esîrî dönüşünde 1672-1674 yılları arasında Kudüs kadılığında bulunmuş, bu görevden ayrıldıktan sonra Bursa’da yaşamaya devam eder ve kendisine Birgi ve Mudanya, 1677’de de Gemlik kazası arpalık olarak verilmiştir. 22 Safer 1092-13 Mart 1681 târihinde Bursa’da vefât eden Esîrî Mehmed Efendi’nin kabri Bursa’da Pirinç Han’ın arkasında yaptırmış olduğu mescid yanındaki türbededir. Esîrî Mehmed Efendi’nin Câmiʿu’d-deʿâvî ve’l-beyyinât adlı eseri ile fetvalarını ihtivâ eden Hulâsateyn fi’l-fetâvâ adında bir fetva mecmuası bulunmaktadır.53 Şeyhülislâm Esîrî’nin şâir ve şârih Esîrî ile isim, mahlas, doğum yeri gibi ortak özellikleri bulunmaktadır. Bu benzerlikler bazen şahısların karıştırılmasına neden olabilmektedir. 53 Mehmet İpşirli, “Esîrî Mehmed Efendi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. (İstanbul: TDV Yayınları, 1995), 11/390-391; Mehmed Süreyya, Sicilli Osmanî, haz. Nuri Akbayar, (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1996), 3/ 995. 25 1.1.6. Tireli Esîrî Diğer bir mahlasdaş şahıs ise XVII. yüzyıl şâirlerinden Esîrî Hüseyin bin Mehmed’dir. Doğum târihi kesin olarak bilinmeyen şâirin XVI. yüzyılın sonlarında doğduğu tahmin edilmektedir. Şâir hakkında ilk bilgi veren kişi Agah Sırrı Levend, Dîvân’ında geçen “Tire kanda kandadur kâfir ili” mısrasına dayanarak şâirden Tireli Esîrî şeklinde bahsetmiştir ve kaynaklara Hüseyin bin Mehmed Tireli Esîrî şeklinde geçmiştir. Levend’den sonra bir çalışma yapan Günay Kut da bu görüşü desteklemiş ve yine aynı bilgilere dayanarak şâirden Tireli Esîrî diye söz etmiştir. Aynı zamanda Kut, Esîrî mahlaslı birkaç şâiri tanıttıktan sonra Tireli Esîrî’den bahsetmiş ve yine şâire âit olan Sergüzeşt adlı eseri de çalışmasında yayımlamıştır.54 Hüseyin bin Mehmed’in külliyâtı Sergüzeşt-nâme, Gazavât-nâme, Pend-nâme ve Dîvân’ı içermektedir.55 Esîrî’nin hayâtına dair Sergüzeşt-nâme’sinden edindiğimiz bilgilere göre şair, Malta korsanları tarafından Sicilya Adasına götürülüp hapsedilmiş, Misine’de zindanda tutulmuş, esirlikten kurtulması için 500 flori fidye istenmiş, parası olmadığı için kaçmayı denemiş, bu başarısız kaçma girişiminin ardından yakalanarak bir süre ayaklarından asılmış ve tekrar hapishaneye gönderilmiştir. 1041/1631-32’de serbest kalarak memleketine dönen şâirin, bundan söz ettiği beyitleri ve kurtuluşuna düştüğü târih (b.1468-1470) şöyledir: Halâs olduk bugün kâfir elinden Yeni gelmiş gibi olduk cihâna Müyesser oldıèâlemde selâmet Kadem basdık bi-hamdi’llâh vatana Halâs içün Esîrî didi târîh Nakil itdük çü ger eski mekâna (1041)56 Deniz Müzesi Komutanlığı Yazma Eserler Kataloğu’nu yayına hazırlayan Günay Kut, Esîrî’nin eserine dâir tanımlayıcı bilgiler vermektedir. Kut, yazmadaki bazı mühürlerden 54 Agâh Sırrı Levend, Gazavât-nâmeler ve Mihaloğlu Ali Bey’in Gazavât-nâmesi, (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2000), 107; Kut, “Esîrî, His Sergüzeşt And His Other Works”, 97-99. 55 Kut, “Esîrî, His Sergüzeşt And His Other Works”, 89. 56 Hüseyin bin Mehmed (Esîrî), Dîvân-ı Firâk-ı Esîrî [Sergüzeşt-nâme-Gazavât-nâme-Pend-nâme-Dîvân], haz: Fatma Sabiha Kutlar - Oğuz-Ayşe Yıldız-Tuba Işınsu Durmuş, (Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, 2018), 5. 26 yola çıkarak şâirin adının Hüseyin bin Mehmed olabileceği ve nüshanın fiziki durumundan dolayı yedi yıllık esâreti sırasında kaleme alınmasının düşük bir ihtimâl olduğunu belirtmektedir. Düzenli bir sıra takip etmemekle birlikte külliyâtı meydana getiren eserlerin yazmadaki dağılımışu şekildedir: 1b-36a arası Esîrî’nin Malta korsanları tarafından kaçırılması ve serbest kalışının anlatıldığı bölüm; 36b’de üç gazel; 37a-53a arası Fatih Sultan Mehmed, Kanuni Sultan Süleyman ve II. Osman’ın gazâlarının anlatıldığı bölüm; 53b-58b arasında müseddes, kaside, münâcât, mevize, mesnevî, kıt’a-i kebire tarzında çeşitli konularda yazılmışşiirler; 58b-85b arasında elif harfinden he’ye kadar gazeller, 86a-88a arasında kasideler; 88a’da lâmelif kafiyesi ile başlayan gazeller, 92a’da ye kafiyesi ile sona ermesine rağmen 92b’de “dirîg” redifli mahlassız bir gazel; 93a-94a arasında bir müseddes ve bir kaside ile hâtimetü’l-kitâb; 94a-95b arasında Esîrî’nin esareti sırasında Misina’da çektiği sıkıntıları anlatan mesnevî tarzında bir bölüm; 95b-96a arasında Turgut Paşa’nın gazâsı, 96b-98b arasında bazı ayetlerin, hadislerin, Hazret-i Ali ve hakîmlerin sözlerinin iki beyit hâlinde izahları; 98b’de ruba’iyyât başlığı ile başlayan kıtalar, 98b-99b’de hicivler, 100a’da “illeri” redifli ye kafiyesinden bir gazel ve Esîrî’nin bir duâsı; 100b-101b arasında Pend-nâme, 102a-103b arasında Esîrî’nin Allah’a, peygambere ve dört halifeye övgüsü ve esâretten kurtulmak için Allah’a yakarışı; 104a’da müsemmen; 104b-105b arasında Tunus gazilerinin Malta’yı aldıklarıyla ilgili bir bölüm; 106a’da bir muhammes; 106a-107a arasında “Malta Kalası” başlıklı Sultan Süleyman’ın gazasından bahis; 107b’de esâretini dile getiren ve şâirin kendisini kurtarması için Allah’a duâ ettiği 20 beyitlik bir manzume; 27 108a-110a arasında “Ser-encâm-ı Hüseyn-i Bî-Kâm” başlıklı bir manzume; 110b-111b arasında “Münâcât-ı Esîrî” başlığıyla başka bir manzume; 112a-113a arasında “Ser-güzeşt-i Esîrî” başlıklı mesnevî tarzında bir manzume; 113b’de esaret dönemiyle ilgili bir müseddes; 114a’da İlyas Paşa’nın medhinde yazılmış bir müseddes; 114b’de kış mevsimi ile ilgili olanlardan biri derkenarda olmak üzere şitâ (kış), nevrûz-ı sultânî (baharın gelişi) ve ilkbaharla ilgili beşer beyitlik gazel tarzında manzumeler; 115a’da recep, şaban ve ramazan ayları hakkında üç manzume; 115b-117b arasında gayrı mürettep (düzenli olmayan) gazeller; 118a-119a arasında iki kaside ayrıca 119a derkenarda bir murabba; 119b-120b arasında başlığı “Risâle-i Pend-nâme-i Gedûsî” olan bir Pend-nâme; 120b-124a arasında ise Esîrî’nin mesnevî tarzında Pend-nâmesi yer almaktadır.57 1.1.7. Esîrî Hüseyin bin Mehmed Bir önceki başlıkta bahsedilen Tireli Esîrî ile bu başlıkta bahsettiğimiz Esîrî Hüseyin bin Mehmed’in hayât hikâyesi aynı olduğundan burada tekrar edilmemiştir lakin şâirin külliyâtını içeren Dîvân-ı Firâk-ı Esîrî adlı çalışmaya göre Tireli Esîrî dışında farklı bir Esîrî’den daha söz edilmektedir. Her ne kadar Agâh Sırrı Levend ve Günay Kut’a göre bu eser Tireli Esîrî’ye ait gösterilse de aslında bu şâir Tireli değildir çünkü Dîvân-ı Firâk-ı Esîrî eserin 80b varağında yer alan; “Tire kanda kandadur kâfir ili”58 mısraındaki Tire ibâresi yanlış okunmuş olup Tireli Esîri değil, Esîrî Hüseyin bin Mehmed adında farklı bir şâirdir. Hattâ bu ifâde Dîvân’da 80b, 82a, 98b, 103b varaklarında olmak üzere dört defa geçmektedir. Şâir hakkında ilk bilgi veren kişi Agâh Sırrı Levend yukarıdaki mısraya dayanarak şâirden Tireli Esîrî şeklinde bahsetmiştir. Tire kelimesinin yanlış okunması konusunda aynı hatanın Günay Kut tarafından da tekrar edildiği ve Levend’den aldığı bilgiler ışığında Kut tarafından da Tireli olarak bahsedildiği görülmektedir. Tire kelimesi iki noktalı yazılırken kelimenin Dîvân-ı Firâk-ı Esîrî eserinde iki nokta ile değil üç nokta ile yazılmıştır dolayısıyla te değil peltek olan se harfidir ve Sire şeklinde okunması gerekir. 59 Fatma Sabiha Kutlar Oğuz-Ayşe Yıldız-Tuba Işınsu Durmuş’un hazırladıkları Hüseyin bin Mehmed (Esîrî)-Dîvân-ı Firâk-ı Esîrî [Sergüzeşt- 57 Kut, “Esîrî, His Sergüzeşt And His Other Works”, 99; Mehmed (Esîrî), Dîvân-ı Firâk-ı Esîrî [Sergüzeşt- nâme-Gazavât-nâme-Pend-nâme-Dîvân], 13. 58 Kut, “Esîrî, His Sergüzeşt And His Other Works”, 99. 59 Mehmed (Esîrî), Dîvân-ı Firâk-ı Esîrî [Sergüzeşt-nâme-Gazavât-nâme-Pend-nâme-Dîvân], 4. 28 nâme-Gazavât-nâme-Pend-nâme-Dîvân] adlı çalışmada Günay Kut ve Agâh Sırrı Levend’in çalışmalarından faydalanmışlar lakin şâirin hayâtı hakkındaki bilgilere şüpheyle yaklaşıp, özellikle de yukarıda söz ettiğimiz Tire kelimesinin yanlış okunuşu konusundaki görüşleriyle bu şahsın Tireli Esîri değil Esîrî Hüseyin bin Mehmed isimli farklı bir şahsiyet olduğu yönünde kanaat belirtmişlerdir. Bu benzerlikler dikkate alındığında bilgileri karıştırılmış iki farklı kişi mi yoksa tek kişiden mi söz ettiğimiz net ortaya çıkmamaktadır çünkü bu konuda çalışma yapanların kendince haklı tarafları vardır, dolayısıyla bunu ayırt etmek çok zor görünmektedir. Çalışmamızda bu kişileri iki farklı başlık altında vermeyi uygun bulduk. 1.1.8. Esîrî Hasan bin Şeyh Hüseyin Efendi Esîrî mahlasını taşıyan dokuzuncu şahıs tarihçi Esîrî Hasan bin Şeyh Hüseyin Efendi’dir. Bursalı olan bu şahsın asıl adı Hasan, babasının adı Şeyh Hüseyin’dir. III. Ahmed döneminde Dergâh-ı Âli Cebecileri kahyalığı yapmış olan Hasan Efendi aynı zamanda yeniçeri mensuplarındandır. 1683 yılında Avusturya seferine katılan Hasan Efendi bu savaşta esir düşmüş bu sebeple de Esîrî mahlasını almıştır. Esirliğinden sonra defterdâr oldu ve 1118/1706 yılında Bağdad’a ardından Kıbrıs’a gitmiştir. 1142/1721 yılında geri dönen Esîrî Cebeci kahyası olmuştur. Eserleri; 1. Miyârü’d-Düvel ve Misbâru’l-Milel adında 2 ciltlik târih eseri bulunmaktadır 1729 yılında tamamladığı ve seksen cüzden oluşan bu eser genelde Osmanlı târihi ve özelde on yedinci yüzyılı geniş ve çok ayrıntılı ele almıştır. 2. Münşeât-ı Esîrî adında Esîrî Hasan Efendi’nin resmî ve hususî mektuplarından oluşan eseridir. Eser 1155/1742 yılında telif edilmiştir. Tam vefât târihi bilinmeyen Esîrî Hasan Efendi’nin bazı kaynaklarda 1140/1728 yılında İstanbul’da vefât ettiği aktarılsa da eserlerinin yazım târihlerinden hareketle XVIII. yüzyılın ikinci yarısında vefât ettiği tahmin edilmektedir.60 1.1.9. Esîrî Macuncuzâde Mustafa Efendi Esîrî mahlaslı dokuzuncu şâir Macuncuzâde Mustafa Efendi’dir. Macuncuzâde Mustafa’nın 1007/1598-99 yılında yazdığı Sergüzeşt-i Esîrî-i Malta hem manzûm hem mensur olarak yazılmış bir eserdir. Macuncuzâde Mustafa 1597 yılında Kıbrıs’ın Baf 60 Atilla Özkırımlı, Türk Dili Edebiyatı Ansiklopedisi, (İstanbul: Cem Yayınevi, 1990), 2/ 461; Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, (İstanbul: Matbaa-ı Amire, h. 1333), 3/ 18; Elverdi vd., “Esîrî”, 3/94; Hasan Gültekin, “Esiri Hasan Şeyh Hüseyin” Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2014 (Erişim 20 Eylül 2020). 29 kadılığına atanır. Üç haftalık deniz yolculuğundan sonra, Kıbrıs yakınlarında Malta korsan gemisiyle karşılaşıp tutsak edilerek Malta’ya götürülür ve Macuncuzâde’nin iki yıl sürecek zorlu Malta esâreti böylece başlar. Korsanlar Baf kadısı olan Macuncuzâde’ye beş yüz altın fidye isterler. İki yıl boyunca Malta zindanlarının olumsuz koşullarında hayâtta kalma mücadelesi veren şâir sonunda devlet büyüklerinin destekleriyle esâretten kurtulur. Sergüzeşt-i Esîrî-i Malta adlı eser; kasîde, gazel, mesnevi, rubaî, müseddes, terci-i bent, beyit gibi farklı nazım şekillerinden oluşur. Şâir, mensur kısımlarda olayların ayrıntılarını anlatırken, manzûm kısımlarda yaşadıklarını ve duygularını şiir yoluyla aktarır. Aynı zamanda XVI. yüzyıl toplum hayâtına dâir bilgiler veren şâir, memleket hasretiyle çektiği sıkıntıları ve esâret hayâtını detaylarıyla anlatır. Bunun yanında esâretten kurtarmaları için devlet büyüklerine yazdığı medhiyelere de eserinde yer vermiştir.61 1.1.10. Mutasavvıf Esîrî Yine aynı mahlası taşıyan onuncu kişi XVIII. yüzyılda yaşamış mutasavvıf şâir Esîrî’dir. Hayâtı hakkında elimizde pek bilgi olmayan şâir, kendisiyle aynı yüzyılda yaşamış mutasavvıf Üsküdarlı Nasuhî’nin müridi Nisârî’nin mecmuasında bahsedilmektedir. Şâirin bilinen tek ilâhisi Nisârî’nin el yazması şiir mecmuasında kayıtlı olup S.N. Ergun tarafından neşredilmiştir.62 İlâhi’nin son kıtası şöyledir; Âşıkın Hak’tır nasîri Oldum dervişler hakîri Lutf-ı Hakk’ın dil Esîrî Gâh Halvetî gâh Celvetî Gâh Kâdirî derler bana 1.1.11. Hekimhanlı Esirî Mehmet Konumuzla alakalı on birinci şâir Hekimhanlı Esirî Mehmet’tir. Asıl adı Mehmet olan âşık, 1259/1843 yılında Malatya’nın Hekimhan ilçesinin Güvenç köyünde doğmuştur. Babası ve dedesi de âşık geleneğinden gelir. Babası Kasım Ağa dedesi ise XVIII. yüzyılda yörenin en meşhur âşıklarından Baboğ Dede’dir. Esirî Mehmet’in çocukluğu ve gençliği köyde geçmiştir. Okuma yazma öğrenmiş çobanlık yapmış ve dedesi gibi saz çalıp deyişlerini söylemiştir. Yirmili yaşlarında köyünü terk edip Hacı Bektaş’a giden âşık burada uzun süre kalarak Feyzullah Efendi’den manevi himmet almıştır. Hacı Bektaş dergâhı dönemin 61 Haluk Gökalp, Eski Türk Edebiyatında Manzum Sergüzeşt-nâmeler, (İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2009), 17. 62 Elverdi vd., “Esîrî”, 3/94; Ergun, Türk Şairleri, (İstanbul: Bozkurt Matbaası, 1936), 3/1343. 30 eğitim kurumu olarak hizmet vermektedir. Mehmet Esirî de bu dergâhta kendini dinî, tasavvufî, manevi ve ilmî açıdan geliştirmiş ve ömrü boyunca bu dergâhla ilgisini kesmemiştir. Yazılan bir mektupta nakledilen bilgilere göre Esirî’nin uzun boylu, kumral, ince uzun sakallı ve uzun bıyıklı bir zât olduğundan bahsedilmektedir. İlk başlarda Âşık Mehmet diye kendinden söz ettirirken daha sonraları Feyzullah Çelebi’nin "Söyle Esîrî’m sakla sırrımı" demesiyle eserlerinde Esirî mahlasını kullanmaya başlamıştır. Eserleri iki büyük cönkte toplanan âşıkın dokuz yüzden fazla şiir ve nefesi bulunduğuna dair bilgiler mevcut ise de Esirî Mehmet hakkında derli toplu çalışma yapan adaşı Mehmet Yardımcı şâirin 306 şiirini yayımlamıştır. Güvenç köyünde evlenen Esirî, yaşı ilerlemesine rağmen köyünü terk edip ailesiyle yine Hekimhan’a bağlı Çulhalı köyüne yerleşir ve kalan ömrünü burada geçirir. 1331-32/1913 yılında, 70 yaşında iken Çulhalı köyünde vefât etmiş ve bu köye defnedilmiştir.63 Esirî’nin şiirlerine bakıldığında hem hece hem de aruz olçüsünü kullandığı görülmektedir. Hece ölçüsünü kusursuz kullanan şâir aynı başarıyı aruzda gösterememiştir. Hece ölçüsü ile yazdığı nefeslerini Bektaşi şâirler sıkça söylemiştir. Aruz vezninde ise dîvân, gazel ve müsemmen biçimlerini kullanmıştır.64 Şiirlerinde sâde ve samimi bir dil kullanan şâirin, aşk, gurbet, din, tasavvuf, öğüt, yakınma, yergi ve ölüm temalarını işlediği görülür. Bu şiirleri dışında birçok türkü de yazmıştır.65 Şiirlerinden örnekler; 1 Gel olma tabi vesvese Her bir işin güman olur Lânet et uyma hennasa Uyan feyli yaman olur Esirî der gani üstad Görüp inkâr eden mürted Döner devran olur ispat Azrail de nihan olur66 63 Mehmet Yardımcı, Hekimhanlı Esirî, (Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 2000), 15-18. 64 Yardımcı, Hekimhanlı Esirî, 18. 65 Yardımcı, Hekimhanlı Esirî, 20-31. 66 Yardımcı, Hekimhanlı Esirî, 38. Bu şiir semai nazım şekline örnektir. Örnek olarak alınan şiirlerin ilk ve son dörtlükleri veya beyitleri verilmiştir. 31 2 İblis inkâr etti Hakkı Yediği şamardan başka Behey taharetsiz fakı Kimin var ömürden başka Nadanın kahrını çekmez Hoyrata dadamık dökmez Esirîye yar gerekmez Gözleri humardan başka67 3 Allah Allah ne temaşa günleri Çeşm-i rüşanıma seyran görünür Gam kasavet gömleğini asalı Öter bülbüllerin gülşen görünür Esirî Mevlâdan kese virdini Bildireler makamını yurdunu Kimse bilmez yürekteki derdini Tabipler tabibi Lokman görünür68 4 Afitab hüsnünde nedir bu nikap Sensiz niçe olur seyranım dostum Mübarek dilinden söyle bir cevap Bir çift kelâmına hayranım dostum Esirî saz elinde ay ü zâr eden Âşık olmaz dost cevrine ar eden 67 Yardımcı, Hekimhanlı Esirî, 41. Bu şiir sekizli hece ölçüsüyle söylenen nefes nazım şekline örnektir. 68 Yardımcı, Hekimhanlı Esirî, 184. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2000. Bu şiir onbirli hece ölçüsüyle söylenen nefes nazım şekline örnektir. 32 İnsi cinsi âlemi yoktan var eden Sana verdim ahdim peymanım dostum69 5 Âşık oldum bir güzelin yüzüne Sevdası gönlümü harap eyledi Gönül vermem gerçeklerin yadına Âşıklar imanda zarar eyledi Âşık olan maşuk şarabın içti Kırklar meclisinden serinden geçti Her birinin başına bir sevda düştü Esirî de âh u figân eyledi70 6 Veliler nebiler hatmi Muhammet’tir Muhammet Hakikat mürşidi kutbi Muhammet’tir Muhammet Askerî sancağın alam Mehdi’dir mürüvvet kılan Esirî’yi aşka salan Muhammet’tir Muhammet71 7 Kaldır nikâbını göster cemalin Hasan ile Hüseyin’in aşkına Ayrılmıyor bu gönlümden hayalin Hasan ile Hüseyin’in aşkına 69 Yardımcı, Hekimhanlı Esirî, 212. Bu şiir koşma nazım şekline örnektir. 70 Yardımcı, Hekimhanlı Esirî, 255. Bu şiir türkü nazım şekline örnektir. 71 Yardımcı, Hekimhanlı Esirî, 288-289. Bu şiir onbirli hece ölçüsüyle söylenen destan nazım şekline örnektir. 33 Esirî der budur penahım benim Hikmetler sahibi ilâhım benim Bağışlaya çoktur günahım benim Hasan ile Hüseyin’in aşkına72 8 Dost cemâlin gören aşık bülbül veş efgan olur Gözü yaşlı bağrı taşlı sinesi bünyan olur Der Esirî şahi ihsan eylese uşşakına Aferin ol nevcivan kul iken sultan olur73 9 Hâk-i pâye yüz sürelden gamdan azadım bugün Kühû dağlar delmeye aşk ile Ferhad’ım bugün Râh-i Hakka ser verip coş eyler cesedim bugün Hamdülillah kim imâret buldu bünyâdım bugün Uyanıp subh u seherde ahı feryâdım bugün Babına geldim medet rahm eyle üstâdım bugün Hacı Bektaş-ı Veli’nin kemterine kemterim Lâ feta illâ Ali’dir hem dilimde ezberim Bağı bani ömrüme değdi muhalif rüzigâr Dehri fanidir bu devran asla olmaz bî-karâr Rahmetinden bizi mahrum eyleme perverdigâr Dünya ukba sevmişem seni melek talatlı yar Rahi aşka ser verip oldum bugün haki gubâr Ey Esirî kıble-i enver göründü âşikâr Hacı Bektaş-ı Veli’nin kemterine kemterim Lâ feta illâ Ali’dir hem dilimde ezberim74 72 Yardımcı, Hekimhanlı Esirî, 290-291. Bu şiir onbir heceli duvaz nazım şekline örnektir. 73 Yardımcı, Hekimhanlı Esirî, 311. Bu şiir aruzun gazel nazım şekline örnektir. 74 Yardımcı, Hekimhanlı Esirî, 317-318. Bu şiir aruzun mütekerrir müsemmen nazım şekline örnektir. 34 1.1.12. Özbek Esirî Esîrî mahlasını taşıyan son şâir de Özbek Esirî’dir. Asıl adı Taşhoca Esiriy olan Özbekistanlı şâir 1864 yılında Hocend şehrinde doğmuştur. Hokand medresesinde eğitim almıştır. Özebekçe ve Tacikçe eserler veren şâir, eğitiminden sonra memleketine dönmüş ve vefâtına kadar taşçılıkla uğraşmıştır. Eşâr-ı Müntehâb adında bir eseri vardır. 1916 yılında Hocend’de vefât etmiştir.75 1.2. Şâir ve Şârih Esîrî Mehmed Yusuf Efendi Çalışmamıza konu olan Esîrî Mehmed Yusuf Efendi’nin hayâtı hakkında çok detaylı bilgiler bulunmamaktadır. Elimizdeki yegâne eseri Şerh-i Muhammediye, tezkireler, ansiklopediler vb. kaynaklarda yer alan kısıtlı bilgilere ışığında hayât hikâyesi ortaya konmaya çalışılacaktır. Esîrî Efendi’nin doğumu hakkında elimizde kesin bir tarih bulunmamaktadır. 1533 yılında Tatavlalı Mahremî76 ile karşılaştığı bilinen şâirin77 XVI. yüzyılın başlarında doğduğu tahmin edilmekte ve bu yüzyıl içerisinde yaşadığı bilinmektedir. Tatavlalı Mahremî 1533 yılında ailesiyle esir düşer, fidye parasını bulmak için İstanbul’a giderken gemi Eğriboz adasına uğrar ve orada arkadaşı Esîrî Mehmed Yusuf Efendi ile karşılaşır. Esîrî’den yakın dostları Kâtibî mahlaslı Seydi Ali Çelebi (Reis) ve Nigârî mahlaslı Nakkaş Haydar’ın Barbaros Hayreddin Paşa’nın donanmasıyla Tunus’a gittiklerini öğrenir ardından rüzgarın ters yöne esmesiyle bu gemi tekrar Eğriboz’a döner ve Mahremî de dostlarıyla buluşarak hep beraber İstanbul’a giderler. Esîrî Mehmed Yusuf Efendi’nin 1533’te Mahremî ile Eğriboz adasında buluşması78 bize Esîrî’nin o yıla kadar eğitimini tamamladığını ve esirlik hayâtının sona erip Eğriboz adasının Kızılhisâr şehrine yerleşerek hayâtını idâme ettirdiğini göstermektedir. Buradan hareketle XVI. Esîrî’nin Mahremî ile 20-30’lu yaşlarda karşılaştığını varsayarsak, yukarıda sözünü ettiğimiz XVI. yüzyılın başlarında doğduğu bilgisine ulaşmak mümkündür. Şâir hakkında bilgi veren kaynaklara baktığımızda iki farklı bilgiye rastlamaktayız. Bazı araştırmacılar doğum yerini Anadolu olarak kaydederken 79 bazı araştırmacılar ise onun Bursalı olduğunu ifâde 75 “Esîrî”, Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, (Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 2003) 3/439. 76 Tatavlalı Mahremî hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Köprülü, Edebiyat Araştırmaları, 1/255-257. Hatice Aynur, “Mahremî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. (İstanbul: TDV Yayınları, 2003), 27/ 390. 77 Özkırımlı, Türk Dili Edebiyatı Ansiklopedisi, 2/461. 78Âşık Çelebi, Meşa’irü’ş-Şu’ara, haz. Filiz Kılıç, (İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, 2010),; 1/342.Aynur, “Mahremî”, 27/ 391. 79 Âşık Çelebi, Meşa’irü’ş-Şu’ara, 1/342; Tahir, Osmanlı Müellifleri, 2/24; Süreyya, Sicilli Osmanî, 2/497. 35 etmişlerdir.80 Tezkire türünün son örneklerinden kabul edilen Türk Şâirleri adlı eserinde Sadeddin Nüzhet Ergun kendisinden önce bilgi veren kaynakları inceleyerek Esîrî Mehmed Yusuf Efendi’nin hayâtı hakkındaki bilgileri derli toplu değerlendirip tasrih ederek şâirin Bursalı olduğunu açık açık ifâde etmiştir.81 Ergun dışında da bazı kaynaklar şâiri Esîrî Bursalı veya Bursevî şeklinde kaydetmişlerdir.82