Tıpta Uzmanlık / Specialization in Medicine

Permanent URI for this collection

Yasal Uyarı ⚠️ Araştırmacılar, tezlerin tamamı veya bir bölümünü yazarın izni olmadan ticari veya mali kazanç amaçlı kullanamaz, yayınlayamaz, dağıtamaz ve kopyalayamaz. BUU Akademik Açık Erişim Web Sayfasını kullanan araştırmacılar, tezlerden bilimsel etik ve atıf kuralları çerçevesinde yararlanırlar.

Browse

Recent Submissions

Now showing 1 - 20 of 2452
  • ItemEmbargo
    Alt ekstremite arteryel dolanım bozukluklarının vaskülatörle tedavisinin klinik ve reografik değerlendirilmesi
    (Bursa Üniversitesi, 1981) Kalaycıoğlu, Füsun; Bursa Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı
    Bu çalışma Kasım 1980 - Temmuz 1981 tarihleri arasında Göğüs-Kalb ve Damar Cerrahi Polikliniğinden Fizik Tedavi, Rehabilitasyon ve Hidroklimatoloji polikliniğine gönderilen, süregen çevresel arteryel hastalığı olan 20 hastada yapılmış; vaskülatörün etkisi klinik ve reografik olarak incelenmiştir. Hastalara vaskülatör 30 seans uygulanmış ve klinik olarak: Renk değişikliği, trofik bozukluk, istirahat ağrısı, yürüme mesafesi, nabazanların durumu ile reografik olarak direnç ve kanlanma miktarı parametre olarak alınmış ve tedaviden önceki ve tedaviuen sonraki değerler saptanarak istatistiksel olarak değerlendirilmiştir. Tedavi sonunda her iki grupta yürüme mesafesinde ve ameliyat geçirmiş olguların bulunduğu grupta kantitatif olarak kanlanmada istatistiksel anlam taşıyan düzelme olduğu saptanmıştır. Diğer parametrelerde de istatistiksel anlam taşımamakla birlikte, düzelme olduğu görülmüştür. Bu bulgulara göre, vaskülatör tedavisinden en fazla yararlanacak olgular ameliyat sonrası semptomları tekrarlayan kişilerdir. Bazı olgularda ise, diğer önlemlerle birlikte uygulandığında semptom ve bulgularda cerrahi girişime gerek kalmayacak kadar gerileme sağlayabileceği anlaşılmıştır.
  • ItemEmbargo
    Sıçanlarda hidratasyon durumunun renal konsantrasyon yeteneği üzerindeki etkisi
    (Bursa Üniversitesi, 1979) Peynircioğlu, Sezgin; Bursa Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı
    Renal konsantrasyon testi klinik ve deneysel araştırmalarda tubulus fonksiyonlarının ölçümünde kullanılan en güvenilir böbrek fonksiyon testlerinden birisi olarak kabul edilmektedir. Ancak, testten önce sıvı yüklenen organizmaların renal konsantrasyon yeteneğinde defekt oluşması nedeniyle hiperbidrate organizmalarla yapılan araştırmalarda bu güvenilir testen yararlanılamamaktadır. 105 adet erkek saçanda yürütülen araştırmaınızda, biperbidratasyon ve debidratasyon durumlarında renal konsantrasyon yeteneğinde oluşan değişiklikler ve bu değişiklikleri elimine edebilecek basitbir yöntem araştırılmıştır. Araştırmaınızda birer hafta süre ile hiperhidrate ya da debidrate edilen sıçanların renal konsantrasyon yeteneğinde kontrol verilerine göre % 24 oranında geriye dönüşümlü bir defekt oluştuğu (P < 0.001 ) ve bu defektin "testten önce 2 gün süreyle hayvanlara serbest çeşme suyu verilmesi 11 yöntemiyle elimine edilebileceği saptanmıştır. Sonuç olarak, sıçanların çeşitli hidratasyon durumlarıyla yürütülen araştırmalardaki bulguların değerlendirilmesinde renal konsantrasyon testinin, yukarıda uyguladığımız yöntemle, güvebilir bir şekilde kullanılabileceği kanısına varılmıştır.
  • ItemEmbargo
    Fare solunum sisteminde formaldehit etkisiyle oluşan histopatolojik değişiklikler
    (Bursa Üniversitesi, 1982) Varlıker, Haluk; Bursa Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı
    Uzun süre solunum havasına formaldehit buharı karışan farelerin burun mukozası, trakea ve akciğerlerinde meydana gelen histopatolojik bulguları araştırmak amacıyla bu çalışma yapılmıştır. Çalışma sırasında Bursa Üniversitesi Tıp Fakültesi deney hayvanları Araştırma merkezinde yetiştirilen, mus Muskulus Swiss Albino F 23 ferelerden 50 adet erkek 50 adet dişi toplam 100 fare kullanılmıştır ,Dört ay süreyle özel bir yöntemle solunum havasına formaldehit buharı verilen farelerin burun mukoza sarıda kronik rinitise uyan bulgular, trakea ve bronşlarında kronik trakea-bronşitis, ekciğerlerinde ise belirgin olarak amfizematöz alanlar, alveol duvarlarında kalınlaşma ve intersitisyel fibrozis tesbit edilmiştir. Dört ay formaldehit buharı aldıktan sonra iki ay normal yetiştirme koşullarında bekletilen farelerde bulguların geriledigi ve genellikle ortadan kalktığı görülmektedir.
  • ItemEmbargo
    Hipertiroidinin kan insülin ve keton cisimleri seviyelerinin günlük değişimleri üzerine olan etkilerinin araştırılması
    (Bursa Üniversitesi, 1978-03-01) İmamoğlu, Şazi; Bursa Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı
    S.T. İ. ve klinik bulgulara dayanarak hipertiroidi tanısı konulan sekiz vaka araştırıldı. Bu vakalarda kan total keton cisimleri ve kan insülin seviyeleri saat; 06, 12, 18 ve 24 de ölçüldü. Bulgular t testi uygulanarak karşılaştırıldı. Hipertiroidili vakalarda, kan total keton cisimleri ve kan insülin seviyelerinde günlük değişimlerin olduğu sonucuna varıldı. Hipertiroidide kan total keton cisimleri seviyesinin normallere nazaran anlamlı derecede yüksek olması tiroid hormonlarının (T₃, T₄) lipozisi arttırıcı etkilerine bağlanabileceği düşünüldü.
  • ItemEmbargo
    Hidroksinorprogesteron kapronatın mesane tonusu üzerine olan etkileri
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Şahin, Temel; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Üroloji Anabilim Dalı
    Ocak 1982-Aralık 1982 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Ana Bilim Dalına prostatizm yakınmaları nedeniyle başvuran olgulara ameliyat öncesi, sonrası ve altı haftalık hidroksinorprogesteron kapronat tedavisi sonunda sistometri uygulandı. Hidroksinorprogesteron kapronatın mesarne tonusu üzerine olan etkileri, kaynaklarla karşılaştırılarak irdelendi.
  • ItemEmbargo
    Kısa dalga ve mikrodalga diatermi ile subakut ve kronik maksiller sinüzit tedavisinin klinik ve radyolojik sonuçları
    (Bursa Üniversitesi, 1981) Kayhan, Önder; Bursa Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı
    Derin dokuların ısıtılması birçok hastalığın tedavisinde önemli bir yer tutar. Süregen nonspesifik erıfüksiyonlardan biri olan maksiller sinüzit de bu tip hastalıklardan biridir. Yaptıyımız kaynak taramasında şu anda kliniklerde çok yaygın olarak kullanılan, kısa dalga diatermi (KDD) ve mikro dalga diaterminin (MDD) maksiller sinuzit tedavisindeki yeri ve öneminin oldukça tartışmalı olduğunu, son yıllarda bu konuda yeni bir çalışma yapılmamış olduğunu gördük. Bunun yanı sıra bu iki tedavi ajanının birbirlerine olnn avantaj ve dezavantajlarının da uzun süredir bir klinik çalışma ile belirtilmemiş olduğunu da gördük. Her iki soruya bir cevap aramak amacıyla, Mayıs 1981 - Eylül 1981 tarihleri arasında Bursa Tıp Fakültesi, Fizik Tedavi, Rehabilitasyon ve Hidroklimatoloji polikliniğine başvurun 34 hastada saptanan 58 maksiller sinüsit olgusunu iki diatermi ajanına eşit miktarda bölerak tedaviye aldık. Tüm ek tedaviler kesilerek 10'ar seans 10 dk. süreyle derin ısı uygulaması yaptık. Çalışmadaki para- metrelarimiz; nasal-postnasal akıntı, tıkanıklıkı narı ve radyolojik görünüm idi. KDD ve MDD nin organizmadaki tormel ve nanterrnal etkileri, endikasyon ve kontrendikasyonları, uygulama prensipleri, iki ajanın bir diyerine olan üstünlükleri son görüşlerin ve klasik bilgilerin ışığı altında yeniden gözden geçirildi. Elde ettiğimiz sonuçlara göre: 1. Derin ısı uygulaması (diatermi) maksiller sinüzitleri yüksek başarıyla tedevi edilebilen bir yöntemdir, yan etkisi saptanmamıştır. 2. KDD ve MDD, maksiller sinüzit tedavisinde birbirlerine belirgin bir üstünlük göstermemekte, aynı oranlarda başarılı olmaktadırlar.
  • ItemEmbargo
    Mide duodenum ülser perforasyonlarında iskemi ve hiperasiditenin rolü
    (Bursa Üniversitesi, 1982) Birinç, Şerif; Bursa Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Genel Cerrahi Anabilim Dalı
    Bu araştırma 1 Ocak 1978-31 Aralık 1980 tarihleri arasında Bursa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kürsüsünde tetkik ve tedavi olan 112 olgunun ve 28 Mart 1979-11 Eylül 1980 tarihleri arasında Bursa Tıp Fakültesi Deney Hayvanları ve Araştırma Merkezinde 36 sıçan üzerinde yapılan deneysel çalışmanın sonuçlarının değerlendirmesini içermektedir. Çalışmalarımızda iskeminin ve hiperasiditenin peptik ülser perforasyonlarının meydana gelişinde önemli birer faktör olduğunu saptamaya çalıştık ve elde ettiğimiz bulgularla da literatür ışığı altında bu faktörlerin önemini vurgulamış olduk.
  • ItemEmbargo
    Tripsin fermentinin seröz otitis media tedavisinde etkenliğinin araştırılması
    (Uludağ Üniversitesi, 1985) Müftüoğlu, Adnan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kulak Burun ve Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı
    Bu çalışma, orta kulakta pürülan vasıfta olmayan sıvı birikimine bağlı, iletim tipi işime kaybıyla seyreden se röz otitis medi a'lı 38 çocuk hasta üzerinde yapılmıştır. Çalışma orta kulak'ta, büyük moleküler yapıda mukopolisakkaridleri içeren viskozitesi yülksek sıvı kitlesi mevcudiyetinde proteolitik bir enzim olan Tripsin+Kemotripsin fementinin intra-timpanik enjeksiyonuyla, sıvının viskozitesini kimyasal yoldan azaltarak Tuha Eustachi'den boşaltılması esasına dayarıdırılmıştır. çalışmamıza alınan olgular preoperatif (bir gün önce), postoperatif 2. gün ve postoperatif 3 ay sonrakt işitme kaybı, timpanogram basınç değişmeleri, timpatogram tip değişmeleri karşılaştırılmış her üç grupta safhalar arasındaki farklar değerlendirildiğinde istatistiksel ve klinik olarak postoperatif 2. gün sonrasında ani bır iyileşme, postoperatif 3 ay sonraki safhada mukozanın dülzelmesi , timpan zarın toparlanması gözlenmiştir. Medikal tedavi ile cevap alınamayan ve müdehale endikasyonu doğan, seröz otitis media'lı hastalarda Tripsin+Kemotripsin fermentinin bu yöntemle kullanılabileceği ve yarar sağlayacağı görüşüne varılmıştır.
  • ItemEmbargo
    Aterosklerotik kalb hastalığının erken tanısında apekskardiogramın önemi
    (Bursa Üniversitesi, 1980) Hünük, Ahmet; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları
    Çalışmamız aterosklerotik kalb hastalığının erken tanısında, apekskardiografinin diastolik fazlarının değişikliklerini incelemek amacı ile yapılmıştır. Çalışmada, kontrol gurubu (kontrol gurubu 1.20 olgu ve kontrol gurubu 2.20 olgu) 40 olgu, aterosklerotik kalb hastalığı gurubu (Angina pektoris gurubu 20 olgu, Koroner yetmezlik gurubu 20 olgu) 40 olgu olarak toplam 80 olgu incelenmiştir. Olguların apekskerdiogramları alınarak diastolik fazları yansıtan YDF/HDF oranları ve A/H oranları hesaplanmıştır. Çalışmamızda, YDF/HDF oranlarında daha değişmez olmak üzere, A/H oranın da aterosklerotik kab hastalıkları her iki guruptaki olgularda , kontrol gurubunu oluşturan olgulara göre farklılıklar saptanmış ve bu bulgular istatistiki olarak çok anlamlı bulunmuştur. Apekskardiografinin kansız bir metod oluşu ve uygulama kolaylığı nedenleri ile, klinikte rutin olarak kullanılabilirliği üzerinde durularak, aterosklerotik kalb hastalıklarının erken tanısında çok önemli olduğu kanısına varılmıştır.
  • ItemEmbargo
    Sıçanlarda rifampisinin kan kimyasına etkisi ve hepatotoksisitesinin araştırılması
    (Bursa Üniversitesi, 1980) Halilçolar, Hüseyin; Bursa Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
    Bu çalışmamızda tüberküloz tedavisinde kullanılan majör tüberkülos tatiklerden İsoniazid ve Rifampisin'in kan kolesterol, total lipid düzeyine ve karaciğer fonksionları üzerine etkisi araştırıldı. Çalışmamızda 275-300 Gm. ağırlığında sıçanlar kullanıldı. Olgularımız dört gruba ayrıldı. 1.Gruba sadece Rifampisin 10 mg/kg. 2. Gruba sadece İsoniazid 50 mg/kg. 3. Gruba Rifampisin 10 mg/kg. ve 50 mg/kg. İsoniazid. 4. Gruba ise kontrol grubu olarak hiç bir ilaç verilmedi. Çalışmamızın sonunda Rifampisinin karaciğerde yağlı dejeneresans, İsoniazid'in ise direkt hücre nekrozu yaptığı saptandı. Rifampisin ile İsoniazid'in beraber kullanılmasının her iki ilacın ayrı ayrı kullanılmasında görülen hepatotoksisite riskini daha fazla arttırmadısını saptadık. İlaç alan her üç grupta da Serum Transaminaz düzeylerinin ortalama değerleri yüksek bulunmasına rağmen sonuçlar varyans analizi testine göre anlamlı bulunmadı (P > 0,05). Rifampisin ve İsoniazid1in kan lipid seviyesi ve kolesterol düzeyinde meydana getirdiği artışlar istatistiki yönden anlamlı bulunmadı (P > 0,05). Her iki ilaç ayrı ayrı veya beraber kullanıldığında kontrol grubu ile kıyaslandığında belirgin ağırlık artışları görüldü. Bu artışlar istatistiki yönden de anlamlı bulundu P < 0,001). Ancak; sebebi tarafımızdan izah edilemedi ve araştırmaya değer bulundu. Sonuç olarak her iki ilacı müşterek veya ayrı ayrı kulllandığımızda karaciğer toksisitesi yönünden olguların gözlem altında tutulması, ayrıca sadece transaminaz tetkiklerinin toksisitenin ortaya çıkarılması için yeterli yöntem olmadığının bilinmesi gerektiğini belirledik.
  • ItemEmbargo
    Boyun diseksiyonlarından sonra oluşan omuz ağrısı ile servikal pleksusun hasarı arasındaki ilişki
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2005) Dilber, Muhammet; Tezel, İlker; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kulak Burun ve Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı
    Amaç: Çalışmamızın amacı boyun diseksiyonları sonrası ortaya çıkan omuz ağrısı ile servikal pleksus'un hasarı arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Gereç ve yöntem: Çalışmamız Aralık 2003 ile Ekim 2004 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalında Larenks kanseri tanısıyla total veya parsiyel larenjektomi + bilateral lateral (Zon 2-3-4) veya anterolateral (Zon 2-3-4-6) boyun diseksiyonu uygulanan 17 hastanın 34 boynu üzerinde prospektif olarak yapılmıştır. Bir taraf boyunda servikal pleksus korunurken diğer tarafta korunmayarak preoperatif, postoperatif 2. hafta, 1. ay, 3. ay ve 6. aylarda boyunda duyu algılamala düzeyleri ve omuz ağrısı değerlendirilmiştir. Boyunda duyu algılama düzeylerine bakılarak servikal pleksus'un hasarı ortaya konulmuştur. Omuz ağrısı değerlendirilerek her iki tarafta karşılaştırma yapılmıştır. Bulgular: Çalışma kapsamına alınan 17 hastanın 34 boynunda preoperatif duyu kaybına rastlanmadı. Hiçbir hastada preoperatif dönemde omuz hareketsiz haldeyken ya da hareketleri sırasında ağrı tespit edilmedi. Postoperatif 2. hafta, 1. ay, 3. ay ve 6. aylarda servikal pleksus'un korunduğu boyunlarda korunmayanlara göre, duyu algılama değerleri yüksekti. Servikal pleksus'un korunduğu ve korunmadığı boyun taraflarındaki omuz ağrıları karşılaştırıldı ve postoperatif 2. hafta, 1. ay, 3. ay ve 6. aylarda aralarında bir fark olmadığı tespit edildi. Sonuç: Servikal pleksus'un hasarlanmasının boyunda duyusal değişikliklere sebep olduğu görülmüştür. Seçici Boyun Diseksiyonu uygulanan hastalarda, servikal pleksus hasarının, omuz ağrıları üzerine etkisinin olmadığı tespit edilmiştir.
  • ItemEmbargo
    Pilonidal sinüs cerrahisinde limberg flep transpozisyonunda kapalı vakumlu dren'in etkinliği
    (Uludağ Üniversitesi, 2005) Samsa, M. Veysi; Zorluoğlu, Abdullah; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Genel Cerrahi Anabilim Dalı
    Pilonidal sinüs cerrahisinin ideal bir tedavi yöntemi olarak kabul edilen limberg flep transpozisyonu sonrası, yarada kan ve seroma birikimi, komplikasyonlara ve tedavi maliyetlerinin artmasına yol açabilir. Bu çalışma; limberg flep transpozisyonunda vakumlu dren kullanımının komplikasyonları önlemesindeki etkinliğini belirlemek ve olguların hastanede yatış süresi ile normal günlük aktiviteye dönüş zamanına olan etkilerini araştırmak amacıyla yapılmıştır. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi kliniğinde yapılan prospektif çalışma 44 hastada gerçekleştirilmiş, olgular kapalı vakumlu dren konulmayan (Grup I) ve kapalı vakumlu dren konulan (Grup II) gruptan birine randomize alınmıştır. Tüm olgular spinal anesteziyle, Jack-Knife pozisyonunda opere edilerek postoperatif 1. gün taburcu edilmiştir. 2-5-7 ve 10.günlerde poliklinik takipleri yapılan ve postoperatif komplikasyon gelişmeyen olgularda cilt sütürleri 10. günde alınmıştır. Drenlerin çekilme süresi flebin postsakral alana yapışmasını sağlamak amacıyla 9. güne kadar uzatılmıştır. Grup l'de; 5 olguda yara ayrılması, 3 olguda enfeksiyon, 1 olguda hematom saptanırken, Grup ll'de ise; 2 olguda yara ayrılması, 1 olguda da enfeksiyon gelişmiştir. Gruplar arasında yara ayrılması sıklığı istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p‹005). Enfeksiyon, hematom Grup l'de daha sık gözlenmesine karşın gruplar arasında istatistiksel farklılık saptanmamıştır (p›005). Grup l'de günlük aktiviteye dönüş süresi 9.23±4.32, Grup ll'de 5.18±2.30 gündür ve gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmıştır (p‹005). Sonuç olarak; modern tasarım ve minimal kontaminasyon riski sayesinde sosyal yaşamı etkilemeden rahatça taşınabilen ve hastalar tarafından kolaylıkla uyum sağlanan vakumlu drenlerin, limberg flep transpozisyonunda kullanılmasıyla hastanede yatış süresinin uzamadığı, olguların hızlı iyileşme ve azalan komplikasyonlar sayesinde günlük aktiviteye dönüşlerinin hızlandığı kanısındayız.
  • ItemEmbargo
    Tonsillektomi sonrası ağrının azaltılmasında topikal ve sistemik ilaçların etkinliklerinin değerlendirilmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 2005) İnci, Nusret; Basut, Oğuz İbrahim; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kulak Burun ve Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı
    Tonsillektomi sonrası ortaya çıkan boğaz ağrısı, postoperatif morbiditeyi belirleyen en önemli yakınmalardan biridir. Boğaz ağrısı sonucunda yetersiz oral alım, dehidratasyon, aktivite kısıtlanması, otalji, enfeksiyon ve ateş sık görülür. Tonsillektomi sonrasındaki dönemde ağrı kontrolü, iyileşme süresini kısaltarak işgücü kaybını azaltmasıyla maliyeti düşürmektedir. Bu çalışmanın ana amacı; tonsillektomi sonrası, ağrı kontrolü açısından değişik ajanların etkinliğinin karşılaştırılmasıdır. Bu amaçla topikal klindamisin, topikal deksametazon, sistemik amoksisilin + klavulonik asit ve sistemik sefprozil'in ağrı şiddeti üzerindeki etkinliği araştırılmıştır. Kronik rekürren tonsilit tanısıyla tonsillektomi yapılan 78 hastanın "Visual Analog Skala" ve 'Fasiyal Skala yardımıyla postoperatif ağrı şiddeti skorları ölçülmüştür. Çalışmamızın sonucunda, tonsillektomi sonrası uygulanan ajanların ağrı şiddetini azaltmada birbirlerine karşı üstünlüğünün olmadığı tespit edilmiştir.
  • ItemEmbargo
    Tedavi seçeneği tartışmalı retina dekolmanlarında cerrahi yöntemlerin karşılaştırılması
    (Uludağ Üniversitesi, 2005) Aygül , Feray; Avcı, Remzi; Kaderli, Berkant; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göz Hastalıkları Anabilim Dalı
    Amaç: Tedavi seçeneğinin tartışmalı olduğu retina dekolmanlarında, skleral çökertme cerrahisi ile pars plana vitrektominin, anatomik ve görsel sonuçlar açısından karşılaştırılması. Gereç ve Yöntem: Eylül 2002 ile Haziran 2004 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı'na başvuran ve retina dekolmanı tanısı konulan 60 hastanın (44 erkek, 16 kadın) 60 gözü çalışma kapsamına alındı. Bu gözlerin 32'i psödofakik, 28'i fakik idi. Hiçbir hastada RD dışında görsel sonucu etkileyebilecek patoloji yoktu. Ameliyat öncesi muayenede hastaların düzeltilmiş görme keskinliği (GK), ön segment muayenesi, göz içi basıncı, proliferatif vitreoretinopati (PVR) varlığı, Goldman üç aynalı lensi kullanılarak yırtık varlığı ve yerleşimi değerlendirildi. Tedavi amacıyla 30 göze skleral çökertme cerrahisi (16 göze lokal çökertme, 14 göze lokal çökertme ve skleral çevreleme), 30 göze pars plana vitrektomi, endolaser fotokoagülasyon ve göz içi tamponad (19 göze silikon, 11 göze gaz) uygulandı. Ameliyat sonrası hastalar 1.gün, 1.hafta, 8. hafta, 6.ay ve 1.yılda değerlendirildi. Muayenede düzeltilmiş GK, göz içi basınçları, lensin opasite durumu, fundus muayenesi, PVR gelişimi incelendi. Her iki tedavi yöntemi görsel ve anatomik başarı yönünden karşılaştırıldı. Bulgular: Skleral çökertme uygulanan 18 gözde birinci girişimde, 6 gözde de ikinci girişimde retinal yatışma sağlanırken, 3 göze ikinci cerrahi sonucunda da retinal yatışma sağlanamadı. 3 hasta da ikinci cerrahiyi kabul etmedi. Vitrektomi uygulanan 26 gözde birinci girişimde, 1 gözdede ikinci girişimde retinal yatışma sağlanırken, 3 olgu makulayı tutmayan, alt retinada sınırlı retina dekolmanı nedeniyle takibe alındı. Skleral cerrahi ile başarı sağlanan 18 olgunun 16'sında 1 sıra ve üzeri görme artışı elde edilirken, 2 olguda aynı düzeyde kaldı. 10 olguda görme 0.4 ve üzeri olarak tespit edildi. Vitrektomi uygulanan grupta 26 başarılı olgunun 22'sinde 1 sıra ve üzeri görme artışı saptanırken, 3 olguda değişiklik olmadı ve 1 olguda da görmede azalma tespit edildi. 15 olguda görme 0.4 ve üzeri düzeyde bulundu. Sonuç: Tedavi seçeneği tartışmalı RD'lı olgularda, vitrektominin anatomik başarı ve erken görsel düzelme açısından, skleral çökertme yöntemine göre daha üstün bir teknik olduğu saptanmıştır.
  • ItemEmbargo
    Uludağ Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırması Merkezi acil servisine başvuran hastaların demografik özellikleri
    (Uludağ Üniversitesi, 2008) Aydın, Tayfun; Aydın, Şule Akköse; Uludağ Üniversite/Tıp Fakültesi/Acil Tıp Anabilim Dalı
    Uludağ Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi (UÜ-SUAM) Erişkin Acil Servisi' ne başvuran hastaların demografik ve klinik özelliklerini saptamak, acil servis çalışmalarını değerlendirmek ve aksaklıkların belirlenmesine yönelik olarak yaptığımız bu çalışmaya toplam 3000 hasta dahil edilmiştir. Çalışma 25.05.2008 ve 25.06.2008 tarihleri arasında yapılmıştır. Çalışmaya alınan hastalar erişkinler ve çocuk travmalardır. Hasta bilgilerini kaydetmek için bir veri toplama formu hazırlanmış; veri girişi acil servis hemşireleri ve acil tıp araştırma görevlileri tarafından yapılmıştır. Toplanan veriler Statistical Package of Social Science (SPSS) 13.0 programında değerlendirilmiştir. Çalışmaya alınan hastaların %51,53'ünün (n:1546) erkek, %48,47'sinin (n:1454) kadın olduğu belirlenmiştir. Erkek hastaların yaş ortalaması 41,0 ± 21,138; kadın hastaların yaş ortalaması ise 43,0 ± 20,478 olarak saptanmıştır. Hastaların %70'i (n:2099) acil servise özel araçla %10,1' i (n:302) ise ambulansla gelmiştir. Başvuruların en yoğun olduğu saatler 12:00-16:00 arası olarak tespit edilmiştir. Hastaların, acil servise kayıtlarının yapılmasından çıkışlarına kadar geçen süre ortalama 143,07 dakika olarak saptanmıştır. Başvuran hastaların %39,1' inden (n:1174) konsültasyon istenmiş olup en sık konsültasyon sırasıyla iç hastalıkları, kardiyoloji ve ortopedi bölümlerinden istenmiştir. Çalışmaya alınan hastaların %12,2 'si (n:367) hastaneye yatırılmış ve %4,5' i (n:134) ise sevk edilmiştir. Hastaların en sık yatırıldığı bölümlerin İç Hastalıkları, Plastik Cerrahi ve Kardiyoloji olduğu görülmüştür. Hastaların %12.6' sına (n:380) ileri radyolojik tetkik istenmiştir. En sık istenilen ileri radyolojik tetkik ise bilgisayarlı beyin tomografisi (BBT)' dir. Çalışmaya alınan hastaların %19,6'sının (n:585) triaj 1 olarak değerlendirilen çok acil gruptaki hastalar olduğu tespit edilmiştir. Tüm hastaların %76,4' nün (n:2291) hekim tarafından ilk 5 dakika içerisinde görülüp değerlendirildiği belirlenmiştir. Acil servisten hastane kliniklerine yatırılan 367 hastanın %19.9'unun (n: 73) acil serviste 240 dakikadan fazla kaldığı belirlenmiştir. Tüm verilerin ışığında giderilmesi gereken eksikler olsa da UÜ-SUAM Hastanesi Acil Servisi'nin iyi bir üçüncü basamak hastane acil servisi olduğu sonucuna varılmıştır. Acil servisteki hizmet kalitesinin arttırılmasına yönelik olarak yatış bekleyen hastaların uzun süre beklemesinin önlenmesi ve acil serviste ultrasonografi kullanılması gibi bazı önerilerde bulunulmuştur.
  • ItemEmbargo
    Polikistik over sendromunda metforminin klinik, metabolik ve endokrin etkileri
    (Uludağ Üniversitesi, 2002) Atakan, Türkan; Uncu, Gürkan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı
    Polikistik over sendromu (PCOS) hiperandrojenizm ve anovulasyonla karakterize heterojen bir klinik durumdur. Etiyolojisi halen bilinmemekle birlikte insulin direnci, kompanzatuar hiperinsulinemi ve hiperandrojenizm arasındaki ilişki sendromun patogenezine yeni bir bakış kazandırmıştır, insulin direncinin hiperandrojenizmden sorumlu olduğu düşünülmektedir. PCOS'da hiperandrojenizm ile hiperinsulinemi arasındaki teorik bağ sendromun tedavisinde metformin gibi insulin duyarlaştırıcı ilaçların kullanımının temelini oluşturur. Çalışmamızda PCOS'lu hastalarda metforminin klinik, endokrin ve metabolik etkilerini araştırdık. Çalışmaya 32 hasta alındı. 2 hasta şiddetli yan etkiler nedeniyle, 4 hasta kendi isteğiyle çalışmadan ayrıldı. 1 hasta gebe kaldı. Çalışmayı tamamlayan 25 hasta 1700 mg/gün dozunda metformin 6 ay boyunca aldı. Tedavi öncesi, 3.ay ve 6.ay sonrası hastaların menstrual hikayeleri, endokrin ve metabolik profilleri belirlendi. Sonuçta; metformin tedavisi boyunca %76 hastanın menstrual bozukluklarında ve Ferriman Gallwey skorunda çarpıcı düzelme oldu. Serum insulin düzeyinde belirgin azalma (açlık insulin p< 0.001) saptandı. Beraberinde serum total testesteronunda belirgin düşme izlendi (p< 0.05). Bu değişiklikler başlangıç açlık glukoz/insulin oranı >4.5 olan hasta grubunda da benzerdi. Sonuç olarak insulin duyarlaştırıcı ilaç olan metformin PCOS'nda klinik, metabolik ve endokrin bozukluklarını düzeltmede insulin direncinden bağımsız olarak kullanılabilir.
  • ItemEmbargo
    İkili iskelet boyamalarında mikrodalga ışınımının kullanılması
    (Uludağ Üniversitesi, 2000) Sunay, F. Bahar; Noyan, Semiha; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı
    İkili iskelet boyamaları, kimyasal maddelerin, iskelet sistemi üzerindeki olası teratojenik etkilerinin araştırılmasında kullanılan yöntemlerdir. Bu incelemelerde uygun istatistiksel değerlendirmenin yapılabilmesi için, çok sayıda deneğin kullanılması zorunludur. Bu nedenle seçilen metodun güvenilir ve kalıcı sonuçlar veren bir yöntem olmasının yanında, kısa sürede tamamlanması da son derece önemlidir. Sık kullanılan ikili iskelet boyamalarından biri Inouye'un metodudur. Bu çalışmanın amacı, Inouye'un metodunda 48-72 saat olan boyama aşamasını mikrodalga ışınımından yararlanarak kısaltmaktır. Çalışmada 32 adet bir günlük Swiss albino cinsi fareler kullanıldı. Grup I'deki denekler (n=12) Inouye'un metodunda tanımladığı şekilde, konvansiyonel etüvde 37°C'de 72 saat süreyle boyandı. Grup II'deki denekler (n=12) mikrodalga fırında, 40.47±4.8°C'de 8 saat süreyle boyandı. Grup III'deki denekler (n=12) ise 48°C'de 8 saat süreyle boyandı. Her üç grupta yer alan denekler boyanmanın kalitesi ve herhangi bir malformasyonu belirlemede yeterliliği açısından incelendiğinde, Grup I ve Grup II arasında istatistikselolarak anlamlı bir fark olmadığı, ancak Grup lII'ün diğer iki grup ile karşılaştırıldığında anlamlı olarak daha kötü boyandığı izlendi. Inouye'un metodunda 72 saat süren boyama aşaması ise, boyama işlemi mikrodalga fırında gerçekleştirildiğinde 8 saatte tamamlandı. ikili iskelet boyamalarında işlemin süresini kısaitmada mikrodalga ışınımından yararlanılabileceği sonucuna varıldı.
  • ItemEmbargo
    Mesane yıkama sıvısı sitolojisinin mesane tümörlerinin tanısında yeri ve önemi
    (Bursa Üniversitesi, 1982) Haktanır, Tevfik; Bursa Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Üroloji Anabilim Dalı
    Kasım 1980 ile Ekim 1981 tarihleri arasında mesane tümörü ön tanısı ile yatırılan hastalarla kontrole gelen toplam 44 hastaya bitolojik tetkikler; radyolojik, endoskopik ve histopatolojik tetkiklerle birlikte uygulandı. Mesane yıkama sıvısı örnekleri ile yapılan sitolojik tetkiklerin tanıda daha etkin ve bu tür sitolojik tetkikin mesane tümörlerinin tanısında diğer tetkikler kadar başarılı olduğu görüldü.
  • ItemEmbargo
    Relaps veya refrakter akut lösemi hastalarında EMA ve FLAG-İda tedavi protokollerinin karşılaştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2006) Ozan, Ülkü; Özkalemkaş, Fahir; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı
    Günümüzde remisyon oranları yüksek tedavi yaklaşımlarına rağmen, akut lösemi olgularının %15-25'inde primer refrakterlik ve remisyona girenlerin de %40'ında 2 yıl içinde relaps saptanmaktadır. Bu hastalarda uygulanan kurtarma rejimlerinden EMA ve FLAG-lda'nın, %50-80 oranında başarı şansına sahip olduğunu bildiren çok sayıda çalışma vardır ancak iki tedavi protokolünü karşılaştıran randomize bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada, 1998-2005 yıllarında kliniğimizde tedavi gören relaps/refrakter akut lösemi olgularından, EMA (n:20) ve FLAG-İda (n:28) alanları retrospektif olarak karşılaştırdık. Risk profilleri açısından eşdeğer olan bu iki grup arasında aplazik dönem ve destek tedavileri bakımından istatistiksel olarak fark saptanmadı. Hastanede yatış süresi EMA alan grupta daha uzun bulundu (p=0.036). Nötropenik dönemdeki enfeksiyonlar ve diğer non-hematolojik komplikasyonlar açısından her iki protokolün aynı derecede riskli olduğu gözlendi. EMA grubunda %50, FLAG-İda grubunda %57 oranında komplet remisyon elde edildi ve bu veriler literatür ile uyumlu bulundu. İki protokol arasında, toplam yaşam süreleri bakımından fark olmamasına rağmen (sırasıyla median 14 ve 15 ay), hastalıksız sağkalım süresi EMA grubunda anlamlı olarak yüksek saptandı (median 11,5 aya karşılık 3 ay, p= 0.032). EMA grubundan 4 hastaya hematopoetik kök hücre transplantasyonu yapılırken, FLAG-İda grubunda hiçbir hasta bu şansı yakalayamadı (p=0.025). Bu verilere dayanılarak, relaps/refrakter olgularda kür elde etmenin tek yolu olan kök hücre transplantasyonu aşamasında daha uzun süre hastalıksız yaşam sağlayan EMA protokolünün FLAG-İda'ya göre avantajlı olduğu sonucuna varıldı.
  • ItemEmbargo
    Medulla spinalis yarı-kesilerinin sıçanlarda unilateral adrenalektomi sonrası görülen kompansatuar adrenal büymeye olan etkisi
    (Uludağ Üniversitesi, 1999) Kurt, M. Ayberk; İkiz, İhsaniye; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Anatomi Anabilim Dalı
    Bu çalışmada, unilateral adrenalektomi uygulanan sıçanlarda görülen kompansatuar ad renal büyüme ve medulla spinalis yarı-kesilerinin bu büyümeye olan etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Unilateral sol adrenalektomi sonrasında, cerrahi girişimi takiben 72. saatte, sağ adrenal bezde anlamlı bir ağırlık artışı ile kendisini gösteren kompansatuar büyüme cevabı saptanmıştır. Çıkarılan sol adrenal bezin kontralateralinde, T₁- T₂ medulla spinalis segmentleri arasında yapılan yarı-kesiler, bu büyürneyi anlamlı düzeyde inhibe ederken, ipsilateral yarıkesilerin bu büyürneyi etkilemediği gözlenmiştir. Adrenal bezlerin morfometrik olarak incelenmesi, yalnız unilateral adrenalektomi ve unilateral adrenalektomi öncesi sol medulla spinalis yarı-kesisi uygulanan deney gruplarında benzer oranlarda gerçekleşen kompansatuar adrenal büyümenin, zona glomerulosa ve zona fasciculata+zona reticularis tabakalarındaki mutlak hacim ve parankimal hücre sayısı artışına bağlı olduğunu göstermiştir. Medulla tabakasının mutlak hacmi ve parenkimal hücre sayısı ise her iki grupta da etkilenmemiştir. Ayın morfometrik parametreler sağ medulla spinalis yarı-kesisi ve unilateral sol adrenalektomi uygulanan gruba ait sağ adrenal bezlerde incelendiğinde; zona glomerulosa ve zona fasciculata+zona reticularis tabakalarında anlamlı bir mutlak hacim artışı gözlenirken, bu hacim artışına eşlik eden anlamlı bir parankimal hücre sayısı artışı saptanmamıştır. Bir arada değerlendirildiğinde, bu sonuçlar, medulla spinalis içerisinde unilateral adrenalektomi sonrası görülen ad renal büyümeye aracılık eden afferent ve efferent nöral yolların varlığı yönünde önemli deliller ortaya konmasını sağlamıştır. Mevcut sonuçlar çıkarılan bezin kontralateralinde medulla spinalis içerisinde seyrettiği varsayılan efferent liflerin kesilmesinin, hücre proliferasyonunu önleyerek, kompansatuar adrenal büyürneyi kısmen inhibe ettiğini göstermektedir. Bu deney grubunda anlamlı bir hücre proliferasyonu olmaksızın gerçekleşen adrenal kortikal hacim artışının tabiatını anlamak için ise daha ileri çalışmalar gerekmektedir.