2018 Cilt 16 Sayı 1

Permanent URI for this collection

Browse

Recent Submissions

Now showing 1 - 16 of 16
  • ItemOpen Access
    Neonatal ağır hiperparatiroidizm: Bir olgu sunumu
    (Uludağ Üniversitesi, 2018) Yalınbaş, Esin; Kırel, Birgül; Tokar, Baran; İpar, Necla; Tekin, Neslihan
    GİRİŞ: Neonatal ağır hiperparatiroidizm (NSHPT), kalsiyum algılayan reseptör (CaSR) geninde meydana gelen homozigot- inaktive edici mutasyonların neden olduğu, nadir görülen bir hastalıktır. Bu bebeklerde doğumdan hemen sonra ağır hiperkalsemi, hiperparatiroidizm, yaşamı tehdit edici kemik hastalığı, respiratuar distress sendromu ve gelişme geriliği gözlenir. Eğer neonatal dönemde acil olarak total paratiroidektomi yapılmaz ise ölümcül olabilir veya yaşayanlarda ağır nöro-gelişimsel sekel bırakır. OLGU SUNUMU: Üç günlükken NSHPT tanısı konulan, klasik hiperkalsemi tedavisi ve pamidronat infüzyonlarına cevap vermediği için yaşamın üçüncü ayında subtotal paratiroidektomi yapılan NSHPT’li bir olgu sunulmuştur. Hastamızın serum kalsiyum ve parathormon düzeyleri cerrahiden hemen sonra normal düzeylere indi. Ancak bir yaşında iken yapılan kontrolünde orta derecede hiperkalsemi ile beraber normal düzeyinin üst sınırında PTH düzeyleri saptandı. Bu yazıda NSHPT’li bir süt çocuğunun takip ve tedavisinde edindiğimiz tecrübe anlatılmıştır.
  • ItemOpen Access
    Çocukluk yaş grubunda kolon striktürü ile prezente olan crohn hastalığı: Nadir bir olgu
    (Uludağ Üniversitesi, 2018) Baştürk, Ahmet; Artan, Reha; Yılmaz, Aygen; Oztek, Alp
    Crohn Hastalığı (CH) tüm gastrointestinal sistemi transmural ve segmental olarak tutabilen multisistemik bir hastalık olup tutulum yerine göre çok çeşitli semptomlar ile hastalar başvurabilmektedir. On beş yaşında şiddetli karın ağrısı ile başvuran hastada yapılan incelemelerde sağ kolonda darlık gözlenmiş olup CH ile uyumlu saptandı. İzleminde cilde fistülize olan, karın içinde abse gelişen hastanın tedavisinde kortikosteroid, azathiopurin, mesalazin, metotreksat, infliksimab ve antibiyotik tedavisi ile düzelme sağlandı. İzlemde şikayetleri gerileyen hastanın kontrollerinde karın içi abseleri ve kolon darlığı geriledi. Crohn Hastalığında, daha çok erişkin dönemde geç dönem komplikasyonu olarak karşılaştığımız bağırsak striktürü ile prezente olan CH saptadığımız çocuk hastayı sunmak istedik.
  • ItemOpen Access
    Çok düşük doğum ağırlıklı bebekte nazal gliom: Olgu sunumu
    (Uludağ Üniversitesi, 2018) Kale, Yusuf; Isik, Dilek Ulubas; Ozcan, Beyza; Celik, Istemi Han; Bas, Ahmet Yagmur; Demirel, Nihal
    Nöroglial heterotopiler nadir görülen konjenital kitlelerdir. Nazal heterotopiler nazal glial heterotopi veya nazal gliom olarak adlandırılır. Ayırıcı tanıda hemanjiom, dermoid / epidermoid kistler, ensefalosel ve tümörler bulunmaktadır. Cerrahi eksizyon tedavi seçeneğidir. Burada literatürde ilk kez tanımlanan çok düşük doğum ağırlıklı bebekte nazal gliom sunulmuştur.
  • ItemOpen Access
    Çocuklarda akut koroner sendromu taklit eden myoperikardit
    (Uludağ Üniversitesi, 2018) Dervişoğlu, Pınar; Kösecik, Mustafa; Karacan, Mehmet
    Akut miyoperikardit perimyokardiyumun inflamasyonuyla seyreden tabloyu tanımlar. Bu tabloda perikardit genellikle, aynı etyolojik ajanları paylaşmaları nedeniyle, kardiyak troponin değerlerinde artışla kendini gösteren çeşitli derecelerde miyokard tutulumu ile birliktedir. Etyolojide enfeksiyöz, idyopatik ve immün nedenler sorumlu tutulur. En sık nedeni viral enfeksiyonlardır. Hastaların kliniğini myokard tutulumunun derecesi belirler. Burada özellikle yatarken artan göğüs ağrısı yakınması ile başvuran, elektrokardiyografisinde yaygın ST segment elevasyonu ve kardiyak enzim yüksekliği saptanan on altı yaşında bir myoperikardit olgusu sunuldu.
  • ItemOpen Access
    Lösemi mi, hematogon mu? (Olgu sunumu)
    (Uludağ Üniversitesi, 2018) Turhan, Ayşe Bozkurt; Uygun, Başak; Bör, Özcan
    Hematogonlar kemik iliğinin rejenerasyonu sırasında görülebilen B lenfosit kökenli immatür hücrelerdir. Bunlar bazofilik, dar sitoplazmalı, nükleus stoplazma oranı büyük, homojen kromatine sahip, bazen nükleolus içeren ancak granül ihtiva etmeyen hücrelerdir. Morfolojik olarak akut lenfoblastik lösemi veya lenfoblastik lenfomada görülen blastlara benzemelerinden dolayı, sayılarının arttığı durumlarda tanısal problemlere neden olurlar. İnfantlarda nedeni bilinmeyen viral enfeksiyonlar, yüksek doz kemoterapi sonrasında kemik iliğinde artmış oranda görüldükleri bildirilmiştir. Uzamış sarılık nedeni ile hastanemize başvuran ve lenfositoz nedeni ile izleme alınan üç aylık erkek hasta, klinik ve hematolojik değerleri lösemiyi çağrıştırsa da, yenidoğanlarda ve infantlarda lösemi tanısı konurken hematogonların dışlanmasının gerekliliğini vurgulamak amacı ile tartışılmıştır.
  • ItemOpen Access
    Stevens Johnson sendromu tanısı alan bir çocuk olgu
    (Uludağ Üniversitesi, 2018) Köksal, Burcu Tahire; Özbek, Özlem Yılmaz; Özmen, Esra; Tepeoğlu, Merih
    Stevens-Johnson sendromu (SJS) nadir görülen fakat hayatı tehdit edebilen mukokutanöz tutulumun olduğu T hücre aracılı bir aşırı duyarlılık reaksiyonudur. Olguların çoğu ilaçlarla tetiklenmektedir. Enfeksiyonlar, aşılar, kimyasallar, sistemik ve malign hastalıklar da etiyolojide rol alabilir. Hastalık genellikle ateş, halsizlik, başağrısı, miyalji, artralji ve üst solunum yolu enfeksiyonu gibi prodromal semptomlarla başlar. Stevens-Johnson sendromu için özel bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Hastalık tanısının hızla konması, sebep olan ilacın erken dönemde kesilmesi ve destek tedavisi tedavinin temelini oluşturmaktadır. Sistemik steroid, intravenöz immünglobulin (IVIG) ve siklosporin gibi ilaçlar da tedavi amacıyla kullanılmaktadır. Stevens-Johnson sendromu farkındalığını arttırmak, erken tanı ve destek tedavinin önemini vurgulamak amacıyla SJS tanısı alan bir olgu sunulmuştur.
  • ItemOpen Access
    Prematürelerde postnatal sitomegalovirüs enfeksiyonu
    (Uludağ Üniversitesi, 2018) Özalkaya, Elif; Öz, Özlem; Akdağ, Arzu; Topçuoğlu, Sevilay; Çakır, Deniz
    GİRİŞ: Prematürelerde postnatal CMV (sitomegalovirüs) enfeksiyonu en sık enfekte anne sütü alımı ile kazanılmaktadır. Diğer bulaş yolları perinatal dönemde genital sekresyonlar ve kan transfüzyonudur. Tanı postnatal 3. haftadan sonra idrar, kan ve sekresyonlarda PCR ya da kültür ile virüsün izole edilmesine dayanmaktadır. Term olgularda enfeksiyon çoğunlukla asemptomatiktir. Prematürelerde CMV ilişkili klinik bulgu ve sepsise neden olabilir. Prematüre olgularda CMV ilişkili sepsis az sayıda bildirilmiştir. OLGU SUNUMU: Olgularımızın her ikisi de 1000 gr altında prematüre idi. C/S ile doğmuşlardı. Premature formulası ile beslenmişler, lökosit filtresi kullanılarak çoklu eritrosit süspansiyonu transfüzyonu almışlardı. İzlemlerinin 2. ayında birinci olguda beslenme intoleransı ve splenomegali, ikinci olguda oksijen ihtiyacında artma ve invaziv ventilasyon ihtiyacı gelişti. Laboratuvar bulgularında her iki olguda karaciğer fonksiyon testlerinde yükselme, kolestaz, trombositopeni ve akut faz yüksekliği saptandı. Kan CMV IgM ve CMV DNA PCR pozitif bulundu. Gansiklovir başlandı. Birinci olgunun 2, ikinci olgunun altı hafta sonunda klinik ve laboratuvar bulguları düzeldi. İzlemlerinde nörolojik sekel ya da işitme kaybı gelişmedi. TARTIŞMA: Prematürelerde, 3. haftadan sonra gelişen sepsis nedeni olarak postnatal CMV enfeksiyonu akılda tutulmalıdır.
  • ItemOpen Access
    Terra firma forme hastalığı: Vaka sunumu
    (Uludağ Üniversitesi, 2018) Unal, Mehmet; Unal, Gülbahar Ürün
    Terra firma forme hastalığı (TFFH) etyolojisi bilinmeyen ve nadir görülen bir keratinizasyon bozukluğudur. TFFH; klinik olarak gri-kahve renkli, kadifemsi pigmente yama veya plaklarla karakterizedir. Bu yazıda polikliniğimize karın bölgesinde 3-4 aydır olduğu ifade edilen kirli-kahve renkli asemptomatik lezyonlarla başvuran 9 yaşında bir kız olguyu sunduk. Lezyonun sabun,şampuan ve suyla temizlenmesine rağmen geçmediği ifade edildi. Bu şekilde kirli kahve renkli bir lezyon görüldüğünde lezyonun TFFH olup olmadığı ortaya konulmalı ve eğer TFFH ise gereksiz invaziv tanısal ve tedavi amaçlı girişimlerden uzak durulmalıdır. Tedavisi oldukça kolay olan TFFH'ın bu açıdan hem dermatologlar ve hem de sık görüldüğü çocukluk yaş grubundaki hastaların başvurduğu pediatri doktorları tarafından bilinmesi önem arz etmektedir.
  • ItemOpen Access
    Kanserli çocuklarda beslenme durumunun değerlendirilmesi: Tek merkez deneyimi
    (Uludağ Üniversitesi, 2018) Dişçi, Esra; Yıldırım, Zühal Keskin; Büyükavcı, Mustafa; Karakelleoğlu, Cahit
    GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, kanserli çocukların tanı sırasındaki beslenme durumlarının kanser dışı tanılar ile hastanede yatan diğer çocuklarla karşılaştırılması, ayrıca kanserli çocukların izlemleri sırasında beslenme durumlarında ortaya çıkan değişikliklerin saptanması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 170 maligniteli çocuk ve kontrol grubu olarak da çoğunluğu akut enfeksiyon nedeniyle yatırılarak izlenen 107 çocuk dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, antropometrik ölçümleri ve biyokimyasal parametreleri retrospektif olarak dosyalar ve bilgisayar kayıtları üzerinden değerlendirildi. BULGULAR: Kanser ve kontrol grubundaki çocukların başvuru sırasındaki ortalama ağırlık, boy, vücut kitle indeksi (VKİ), boy Z-skor değerleri arasında belirgin fark gözlenmedi. Ayrıca her iki gruptaki akut malnütrisyon (Relatif ağırlık <%90) ve zayıflık (VKİ <%5) oranları da benzerdi. Ancak kontrol grubundaki çocukların ortalama serum albümin düzeyi, relatif ağırlık ve ağırlık Z-skor değerleri kanserli çocuklara göre anlamlı derecede daha düşüktü. Zayıf olan (ağırlık Z-skoru<-2) ve kronik malnütrisyonu olan (boy Z-skoru<-2) olguların oranı da kontrol grubunda daha yüksekti. Kanser grubunda tanı sırasındaki ortalama ağırlık Z-skor değerlerinin, 3 ve 6. aylarda belirgin azalma gösterdiği, ancak 12. ayda tekrar başlangıçtaki düzeylerine kavuştuğu gözlendi. Ağırlık Z-skorlarındaki düşüklük, hem başvuru sırasında hem de izlem boyunca solid tümör grubunda daha belirgindi. Özellikle abdominal cerrahi uygulanan solid tümörlü çocukların daha çok etkilendiği gözlendi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak kanserli çocuklardaki tanı sırasında gözlenen beslenme bozukluğu, akut enfeksiyon nedeniyle hastanede yatırılarak izlenen olgulardan daha fazla değildir. Ancak kanser hastalarında izlem sırasında geçici bir kilo kaybı gözlenmektedir.
  • ItemOpen Access
    Serebral palsili çocukların beslenme durumunun değerlendirilmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 2018) Kangalgil, Melda; Özçelik, Ayşe Özfer
    GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma Serebral Palsili (SP) çocukların beslenme durumunu ve bunu etkileyen etmenleri belirlemek amacıyla planlanmış ve yürütülmüştür. YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmanın örneklemini, Ankara ilinde yaşayan gelişigüzel örnekleme ile seçilen Serebral Palsi tanısı almış, 7-17 yaş aralığında ve oral beslenebilen 40 çocuk oluşturmuştur. Araştırma verileri anket formu ile çocukların ebeveynlerinden biri ile yüz yüze görüşülerek toplanmıştır. Çocukların besin tüketim durumunu belirlemek için 24 saati hatırlatma yöntemi ile bir günlük besin tüketimleri öğrenilmiştir. BULGULAR: Çocukların %60,0’ı erkek, %40,0’ı kız olup, ortalama yaş 12,3±3,3 yıldır. Çocukların %30,0’unun aşırı zayıf, %20,0’sinin zayıf, %12,5’inin kilolu ve %2,5’inin obez olduğu bulunurken; sadece %35,0’inin normal Beden Kütle İndeksi (BKİ)’nde olduğu saptanmıştır. Çocukların %52,5’inin yemek yeme ile ilgili problemleri olduğu belirlenmiştir. Yemek yerken en çok görülen problemler; yemeği ağzında bekletme (%73,5), yemek sırasında yiyecekleri dökme (%58,0) ve yemek sırasında öksürme veya tıkanma nöbetidir (%42,0). Sıklıkla rastlandığı belirtilen sorunlarda en yüksek oranı salya akması almıştır (%42,5). İki haftadan daha kısa süre içinde karşılaşıldığı belirtilen sorunlarda %22,5 ile iştahsızlık ve konstipasyon ikinci, yutma ve çiğneme güçlüğü, besinlere ilgisizlik %20,0 ile üçüncü sıradadır. Serebral Palsili çocukların %80,0’inin günlük diyetleri ile posayı, %72,5’inin kalsiyumu, %67,5’inin folatı yetersiz aldıkları belirlenmiştir. Genel olarak enerji alımları yetersiz bulunurken; protein alımlarının yeterli olduğu saptanmıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Beslenme sorunlarının belirlenmesi ve soruna özel çözümün belirlenmesi ile beslenme durumunun geliştirilmesi, SP’li çocuklar için daha iyi bir yaşam kalitesini beraberinde getirecektir.
  • ItemOpen Access
    Epilepsili çocuklarda psikopatoloji, yaşam kalitesi ve ebeveynlerinde psikopatoloji taraması
    (Uludağ Üniversitesi, 2018) Özmen, Sevgi; Demirci, Esra; Doğan, Hatice; Özsoy, Saliha Demirel; Per, Hüseyin; Öztop, Didem Behice
    GİRİŞ ve AMAÇ: Epilepsi en sık görülen kronik nörolojik bozukluklardan biridir. Epilepsili çocukların sağlıklı çocuklara ve diğer kronik hastalıkları olan çocuklara göre daha çok psikiyatrik hastalığa sahip olduğu bilinmektedir. Bu çalışma ile epilepsili çocuklardaki psikopatoloji, yaşam kalitesi algıları, ebeveynlerindeki psikopatolojiyi belirlemek amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 48 epilepsili çocuk ve 48 sağlıklı çocuk ve ailesi dahil edildi. Değerlendirmeler için Ankara Gelişim Tarama Envanteri (AGTE), Kısa 1-3 Yaş Sosyal ve Duygusal Değerlendirme Ölçeği (K-1/3SDD), Erken Çocukluk Envanteri–4: Ebeveyn Formu (EÇE-4: EF), Çocuklar için Yaşam Kalitesi Ölçeği (ÇİYKÖ), Ruhsal Belirti Tarama testi (SCL-90) kullanıldı. BULGULAR: 1-3 yaş grubundaki epilepsili çocukların sosyal ve duygusal değerlendirme ölçek puanları kontrol grubu ile benzer bulundu. 4-6 yaş çocukları için EÇE-4: EF ile yapılan değerlendirmede, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB), distimik bozukluk, yaygın anksiyete bozukluğu (YAB), travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) ve eliminasyon bozuklukları kontrollere kıyasla yüksek oranda tespit edildi. Epilepsili grubun annelerinde somatizasyon, depresyon, anksiyete, öfke-düşmanlık, fobik anksiyete ve ek skala puanları anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Epilepsili grubun yaşam kalitesi toplam puan ve alt ölçek puanları kontrol grubu ile benzer tespit edildi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada 1-3 yaş grubu epilepsili çocuklarda her hangi bir psikopatoloji saptanmazken, 4-6 yaş epilepsili çocuklarda psikopatoloji sıklığı artmıştır. Epilepsili çocukların annelerinde ruhsal belirti sıklığının arttığı tespit edilmiştir.
  • ItemOpen Access
    Üroloji polikliniğine başvuran prepubertal erkek çocuklarında mikropenis prevalansı ve başvuru sebepleri
    (Uludağ Üniversitesi, 2018) Sönmez, Mehmet Giray; Kara, Cengiz
    GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada bir yıl içerisinde herhangi bir sebeple üroloji polikliniğine başvuran prepubertal erkek çocuk hastalarda mikropenis prevelansının belirlenmesi ve hastaların başvuru sebeplerinin ortaya çıkartılması planlandı. YÖNTEM ve GEREÇLER: Aralık 2014-Aralık 2015 tarihleri arasında üroloji polikliniğine başvuran prepubertal erkek çocuk (<12 yaş) hastalar değerlendirmeye alındı. Cetvel yardımıyla penis gerilerek glansın ucundan simfisis pubisteki penis köküne kadar penis dorsumu boyunca uzunluk ölçümü yapıldı. Penis boyu doğru bir şekilde ölçüldükten sonra, bulunan değer kronolojik yaş için normal değerlerle karşılaştırıldı ve -2,5 SD altındaki değerler (Konvansiyonel ölçüm) mikropenis olarak kabul edildi. Prepubertal Türk çocuklarında penis ölçümü (TÇPÖ) çalışmasına göre penis boyu -2,5 SD altındaki değerler saptanan çocuklar da mikropenis açısından incelendi. BULGULAR: Bir yıl süre içerisinde üroloji polikliniğine başvuran toplam 227 erkek çocuk hasta değerlendirildi. Konvansiyonel ölçüme göre toplam 6 hastada (%2,6) mikropenis saptandı, bu çocukların 3 tanesinin penis boyu kısalığı, 2’sinin sünnet isteği, 1 tanesinin de retraktil testis nedeniyle başvurduğu saptandı. Prepubertal Türk Çocuklarında Penis Ölçümü (TÇPÖ) çalışmasına göre 13 hastada (%5,7) mikropenis saptandı. Konvansiyonel ölçüme göre mikropenis saptanan 6 hastanın penis boyu değerlerinin TÇPÖ çalışmasına göre mikropenis ile uyumlu olduğu tespit edildi. Diğer 7 hastanın başvuru sebepleri; 3 hastada penis boyu kısalığı, 2 hastada sünnet isteği, 1 hastada retraktil testis, 1 hastada üriner enfeksiyon olarak belirlendi. Penis boyu kısalığı ile başvuran hastaların %78,5’inde (11/14) penis boyunu etkileyebilecek patoloji olduğu saptandı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada prepubertal erkek çocuklarında saptanan mikropenis oranı yüksek bulunmuştur. Bu sonuç yenidoğan döneminde yapılmış önceki çalışmalara kıyasla oldukça farklıdır. Bu nedenle olası sebepleri ve tanı sonrası tedavi sürecini içeren geniş serili çalışmaların yapılmasının bu konuda daha faydalı olabileceğini düşünüyoruz.
  • ItemOpen Access
    Immünoglobülin A vasküliti (Henoch-Schönlein Purpura) tanısı olan çocuk hastalarda artmış Ailevi Akdeniz ateşi sıklığı
    (Uludağ Üniversitesi, 2018) Sönmez, Hafize Emine; Batu, Ezgi Deniz; Bilginer, Yelda
    GİRİŞ ve AMAÇ: İmmunoglobülin A vasküliti çocukluk çağının en sık vaskülitidir. Trombositopenik olmayan purpura, karın ağrısı, gastrointestinal kanama, artrit veya artralji ve nefrit ile karakterizedir. Ailevi Akdeniz ateşi (AAA) ise en sık görülen otoinflamatuvar hastalık olup, tekrarlayan ateş ve serozit atakları hastalığın temel özellikleridir. Çalışmamızda kliniğimizde IgAV/HSP tanısı ile takipli olan olguların genel özelliklerini, MEFV mutasyon sıklığını tespit etmeyi, AAA+IgAV/HSP olan olgularla sadece IgAV/HSP olan olguların klinik, laboratuvar ve tedavi özelliklerini karşılaştırmayı amaçladık. GEREÇ ve YÖNTEMLER: Çalışmaya 2014-2016 yılları arasında IgAV/HSP tanısı almış olan 159 olgudan MEFV analizi yapılmış olan 114 olgu dâhil edildi. IgAV/HSP tanısı ile takipli olguların geriye dönük olarak MEFV mutasyon sonuçları, demografik, klinik özellikleri ve tanı anındaki laboratuvar bulguları kaydedildi. Ayrıca IgAV/HSP+AAA tanısı olan hastalar ile sadece IgAV/HSP olan hastalar karşılaştırıldı. BULGULAR: 88 olguda MEFV mutasyonu tespit edilmedi. 26 (%22,9) olgunun ise 9’u M694V/- (%7,9), 6’sı M694V/M694V (%5,3), 3’ü M680I/- (%2,6),3’ü V726A/- (%2,6), 2’si E148Q/- (%1,8), biri M694V/M680I (%0,9), A744S/- (%0,9), biri ise R761H/- (%0,9) idi. 9 olguda (%7,9) AAA tanısı mevcuttu. IgAV/HSP+AAA hastalarında medyan CRP değerinin ve nonsteroidal anti-inflamatuvar ilaç (NSAİİ) ve kolşisin tedavisi alma oranının daha yüksek olduğu saptandı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda IgAV/HSP+AAA olan olgularda, IgAV/HSP sürecinde hastaların CRP değerlerinin daha yüksek ve NSAİİ ihtiyacının daha sık olabileceğini gözlemledik. IgAV/HSP tanısı ile takipli olan olgularda MEFV mutasyon varlığının gösterilmesi erken tanı ve etkin inflamasyon kontrolü ile olası komplikasyonların önüne geçilmesine yardımcı olabilir.
  • ItemOpen Access
    İnguinal herni keselerinden elde edilen doku örneklerinin kültüründen düz kas hücreleri türetilmiştir
    (Uludağ Üniversitesi, 2018) Narcı, Adnan; Korkmaz, Mevlit; Biltekin, Burcu; Bilir, Ayhan; Tanyel, Feridun Cahit; Yakut, Tahsin; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Genetik Anabilim Dalı.
    GİRİŞ ve AMAÇ: Processus vaginalisin (PV) kapanmasının, testisin inişini sağlamak için geçici olarak bulunan düz kas hücrelerinin, devamlılığına bağlı olduğu ileri sürülmüştür. Bu amaçla, inguinal herni keseleri, PV kapanması ve düz kas hücre varlığı arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi için kültüre edildi. Bu çalışma, sadece inguinal herni keselerinde düz kas hücresi varlığını gösteren ek bilgiler vermekle kalmayıp, aynı zamanda inguinal herninin cerrahi dışı tedavisi için yapılacak çalışmalar için yeni fikirler sunmaktadır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Herni keseleri, yaşları 2 ay ile 5 yaş arasında değişen 11 çocuktan inguinal herni ameliyatı sırasında elde edildi. Örnekler uygun şekilde hazırlandı ve kültüre edildi. Hücrelerin morfolojik özellikleri ışık mikroskobu ile değerlendirildi. Hücrelerin hayatiyetleri, tripan blue exclusion metodu ile değerlendirildi. Gelişen hücreler, imminohistokimyasal olarak aktin ve miyozin ile boyandı. BULGULAR: Işık mikroskobu incelemesi ile bu hücrelerin iğ şekilli olduğu ve santral yerleşimli yuvarlak çekirdeklerinin bulunduğu görülmüştür. Tüm flask üreyen hücrelerle dolduğunda, kontakt inhibisyon olmadığından, üst üste çoğalan hücreler tipik tepe-vadi görünümü oluşturmuştur. Hücrelerin canlılığı %95’ in üzerinde bulunmuştur. Gelişen hücrelerin % 80 inin düz kas aktin ve düz kas myosin antikorları ile boyandığı saptanmıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Herni kesesi dokulardan gelişen hücrelerin büyük çoğunluğunu, düz kas hücreleri oluşturmuştur. Bu bulgu, PV’in inhibisyonu ile düz kas hücresi varlığı arasındaki ilişkiyi desteklemektedir. Bu bilgi inguinal herninin cerrahi dışı tedavisi üzerinde yapılacak çalışmalar için kullanılabilecektir.
  • ItemOpen Access
    Pulmoner hipertansiyonlu hastalarımızın klinik, epidemiyolojik ve hemodinamik verilerinin değerlendirilmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 2018) Gürses, Dolunay; Gül, Özlem
    GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma, pulmoner arteriyel hipertansiyon (PAH) tanılı hastalarımızın epidemiyolojik özelliklerinin, yaşam kalitelerinin, tedavi yöntemlerinin ve etkinliğinin belirlenmesi amacıyla yapıldı. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2008-Aralık 2016 tarihleri arasında Çocuk Kardiyoloji bölümünde PAH nedeniyle izlenen 15 hasta (11 kız, 4 erkek) retrospektif olarak değerlendirildi. BULGULAR: Hastaların %73’ü kız, %27’si erkekti. İlk başvuru sırasındaki ortalama yaşları 10,7±5 (3-20) yıldı. Hastaların sadece birinde (%7) primer PAH, iki olguda (%13) kronik akciğer hastalığına sekonder PAH mevcuttu. On iki hastada (%80) doğumsal kalp hastalığına sekonder PAH saptandı. Bu hastalardan 10 tanesi Eisenmenger sendromuyken, iki hastada kapatılmış sol-sağ şantlı kalp hastalığı mevcuttu. Eisenmenger sendromu olan 10 hastanın altısında (%60) VSD, ikisinde (%20) atriyoventriküler septal defekt mevcuttu. En sık görülen semptom çabuk yorulma (%83) idi. Hastaların tamamına telekardiyografi, elektrokardiyogram (EKG) ve ekokardiyografi yapılmış olup, %87’sine altı dakika yürüme testi ve anjiyografi yapılmıştı. Anjiyografi yapılan hastaların hepsine vazoreaktivite testi yapılmıştı ve hepsinde negatif saptanmıştı. Hastaların son kontrollerindeki tedavileri değerlendirildiğinde; %53,3’ünün monoterapi, %46,7’sinin kombine tedavi aldığı görüldü. En sık başlanan monoterapi bosentandı (%46,7). Dört hastamız izlemde kaybedilmişti. TARTIŞMA ve SONUÇ: Pulmoner arteriyel hipertansiyon birçok etiyolojik nedene bağlı oluşabilen kronik ilerleyici bir hastalıktır. Tedavi edilmezse; pulmoner vasküler rezistansta progresif artış sonucunda sağ ventrikül yetmezliği ve erken ölüme neden olur. PAH şüphesi olan hastaların deneyimli merkezlere yönlendirilmeleri, uygun tanı, takip ve tedavi seçeneklerinin kullanılmasını sağlayacaktır.
  • ItemOpen Access
    Geç pretermlerin erken dönem sorunları
    (Uludağ Üniversitesi, 2018) Çakır, Salih Çağrı; Dorum, Bayram Ali; Köksal, Nilgün; Özkan, Hilal; Coşkun, Muzaffer; Özcan, Nur; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Neonatoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.
    GİRİŞ ve AMAÇ: Prematüre doğumların 34 0/7 ve 36 6/7 gebelik haftası arasında olanları için “geç preterm” terimi kullanılmaktadır. Prematüre doğumların büyük bir kısmını “geç preterm” bebekler oluşturmaktadırlar. Antropometrik ölçümleri term bebeklere yakın olmasına rağmen artmış mortalite ve morbidite riskleri vardır. Bu çalışmada üçüncü basamak hastanedeki geç preterm doğumların erken dönem sorunlarını incelemeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada 3. basamak referans hastanesinde 01/01/2016-31/12/2016 tarihleri arasında doğan 210 geç preterm bebek, retrospektif olarak incelenmiştir. BULGULAR: Bir yıllık sürede gerçekleşen doğumların, %20,1’i geç preterm olarak saptandı ve tüm prematüre doğumların %65’i geç pretermlerden oluşmaktaydı. Geç preterm bebeklerin %58’inin yenidoğan yoğun bakım ünitesine yatışı gerekti. En sık yatış nedenlerinin geçici takipne (%31,1), konjenital anomali (%18,8) ve tedavi gerektiren sarılık (%16,3) olduğu görüldü. Düşük gestasyonel hafta ve sezaryan doğum varlığı, yatış gereken hastalarda istatistiksel olarak anlamlı oranda yüksek saptandı. Mortalite oranı %2,7 olup, konjenital anomali varlığında (%30,43’e %0,53, p<0,001) ve erkek cinsiyette (%87,5’e %12,5, p=0,033) bu oranının arttığı görüldü. TARTIŞMA ve SONUÇ: Geç preterm bebeklerin artmış mortalite ve morbidite risklerine rağmen, bu haftalardaki endikasyonsuz sezaryan doğumlar devam etmektedir. Anne yanında izleme alınan geç preterm bebekler solunum sorunları, beslenme sorunları, hiperbilirubinemi, hipoglisemi ve hipotermi açısından yakın takip edilmelidir.