Sağlık Bilimleri Doktora Tezleri / PhD Dissertations

Permanent URI for this collection

Browse

Recent Submissions

Now showing 1 - 20 of 510
  • ItemOpen Access
    Saanen keçilerde farklı senkronizasyon yöntemlerinin başlıca verim özellikleri üzerine etkisi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-02-12) Tezcanlı, Öznur; Üstüner, Hakan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Zootekni Anabilim Dalı.; 0000-0002-4402-2434
    Araştırmanın amacı; Saanen ırkı keçilerde farklı senkronizasyon yöntemlerinin döl verimi, süt verimi, oğlaklarda büyüme, somatik hücre sayısı ve yaşama gücüne etkisinin belirlenmesi ve oğlaklarda melatonin uygulamasının büyüme performansına olan etkisinin belirlenmesidir. Araştırma materyali, Bursa Uludağ Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde bulunan 58 baş keçi ve oğlaklardan oluşmaktadır. Keçiler, Kontrol grubu (n= 16), Melatonin Grubu (n=22) ve CIDR grubu(n=20) şeklinde 3 gruba ayrılmıştır. Süt verimi için bir laktasyon boyunca 20 gün aralıklarla sağım yapılarak süt örnekleri alınmış ve süt verim parametreleri belirlemiştir. Keçilerde doğum kayıtları tutularak; östrus oranı, gebelik oranı, doğum oranı, tek doğum oranı, ikiz doğum oranı, üçüz doğum oranı, abort oranı, oğlak verimi ve bir batındaki oğlak verimi parametreleri hesaplanmıştır. Oğlaklar melatonin hormonunun büyümeye etkisinin tespiti için 3 gruba ayrılmıştır. Kontrol Grubu oğlaklara herhangi bir uygulama yapılmamıştır (n=11) (K=Kontrol). G30 grubu oğlaklara 30. Günde melatonin uygulaması yapılmıştır (n=12) (G30). G60 grubu oğlaklara 60. Günde melatonin uygulaması yapılmıştır (n=12) (G60). Araştırma sonucunda genel olarak keçilerde östrus oranı %94,8, gebelik oranı %86,2; abort %2; doğum %84,5; tek doğum oranı %28,6; ikiz doğum oranı %63,3; oğlak verimi %151,7ve bir doğuma düşen yavru sayısı 1,79 olarak tespit edilmiştir. Oğlaklarının genel ağırlık ortalaması sırasıyla doğum ağırlığı 3,29 kg, 30. gün ağırlığı 8,02 kg, 60. Gün ağırlığı 12,68 kg, 90. gün ağırlığı 18,41 kg, 120. gün ağırlığı 21,26 kg olarak belirlenmiştir. Yaşama gücü ise; 60. günde %100, 120. günde %97,1 olarak belirlenmiştir. Sonuç olarak, senkronizasyon yöntem farklılıklarının Saanen keçilerde verim performansına etkisi anlamlı bulunmamış olup, sezon ve ekonomik veriler dikkate alınarak tercih yapılmalıdır.
  • ItemOpen Access
    Farklı oranlarda royal jelly (arı sütü) içeren sulandırıcılarla dondurulan köpek spermasının in vitro olarak değerlendirilmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-01-18) Bekil, Emine; Sağırkaya, Hakan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Dölerme ve Suni Tohumlama Anabilim Dalı.; 0000-0003-0251-987X
    Takdim edilen bu çalışmada, İngiliz Bulldog ırkı köpek spermasında kriyoprezarvasyon aşamasında gerçekleşen hücre hasarına karşı korumak ve oksidatif stresin önüne geçmek adına antimikrobiyal, antioksidan ve fertilite üzerine olumlu etkileri olan Royal Jelly (RJ)’nin tesirlerinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmamızda spermatolojik değerlendirme ışığında 10 farklı İngiliz Bulldog ırkı köpekten değişen zamanlarda 5 sefer sperma alınmıştır. Alınan taze spermatozoitlere plazma membran bütünlük testi yapılmış ve motilite değerleri incelemeye alınmıştır. Sonrasında ise biri kontrol olan %1, %2, %4, %8 RJ içeren 5 grup tris bazlı yumurta sarılı sulandırıcı yardımıyla dondurulmuştur. Ardından en az 24 saat bekletildikten sonra çözdürülen spermatozoitlerin motilite, plazma membran bütünlüğü, DNA bütünlüğü ve akrozom bütünlüğü incelenmiştir. İngiliz Bulldog ırkı köpek spermatozoalarıyla dondurulduktan sonra ideal koşullarda yapılan çözdürme sonucunda RJ’nin %1, %2, %4 ve %8 oranlarında sulandırıcıya ilave edilmesi değerlendirildiğinde; spermanın uygun koşullarda çözdürülmesi sonucu motilite oranı %8 RJ ilave edilen grup hariç diğer gruplarda istatistiksel anlamda değerli neticeler tespit edilmiştir, plazma membran bütünlüğü incelendiğinde ise %1 ila %2 RJ ilave edilen sulandırıcılarda istatistiksel anlamda kıymetli bir fark gözlemlenmiştir ancak %4 ila %8 RJ eklenen gruplarda fark görülmemiştir, akrozom bütünlüğü değerlendirildiğinde ise %8 RJ ilave edilen grup dışındaki gruplarda istatistiksel farklılık belirgin şekilde tespit edilmiştir. Ayrıca DNA bütünlüğü araştırıldığında, gruplar arasında istatistiksel manada bir değişiklik gözlemlenmemiştir. Yapılan çalışmamızda da çözdürülen spermatozoitlerde, %1, %2, %4 konsantrasyonlarında eklenen RJ’nin %8’e göre spermatozoanın akrozom yapısını koruyarak motilitesini daha etkili şekilde iyileştirdiği ve %1 ila %2 RJ oranlarının %4 ila %8 RJ’ e kıyasla spermatozoanın membran yapısını daha yüksek ölçüde koruduğu neticesine ulaşılabilir.
  • ItemOpen Access
    Melatonin ilave edilmiş sulandırıcılarla dondurulan arı (apis mellifera) spermasının in vitro olarak değerlendirilmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-01-18) Akkaşoğlu, Mustafa; Alçay, Selim; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Dölerme ve Suni Tohumlama Anabilim Dalı.; 0000-0002-8410-6579
    Ülkemiz bal üretimi istatistikleri üzerinden, dünyada ikinci sırada bulunmaktadır, ancak koloni başına bal verimi açısından diğer ülkelerin gerisinde kalmaktadır. Arı ırklarının dayanıklılığı bu konuda önemlidir. Gezginci arıcılıkda yanıklı ırkların kaybına neden olmaktadır ve kontrolsüz çiftleşme sonucu ırkların saflığı bozulmaktadır. Bu nedenle, kaliteli ve üstün genetiğe sahip arılardan sperma alınmalı ekonomik ve sürdürülebilir arıcılık için saklanmalıdır. Arı spermaları üzerinde dondurma ve çözdürme işlemleri fiziksel, fonksiyonel ve biyokimyasal özelliklerine olumsuz etkileri olmaktadır. Dondurma işlemleri sırasında ortaya çıkan lipid peroksidasyon spermanın motilite ve fertilizasyon yeteneğini düşürmektedir. Yapılan çalışmada melatonin ilavesinin arı spermasının dondurulması üzerindeki etkilerini değerlendirmesi amaçlandı. Melatonin ilavesinin antioksidan özellikleri nedeniyle sperm membranlarını koruma potansiyeli olduğu ve dondurma çözdürme işlemleri sonrasında spermatolojik parametrelerde olumlu etkiler sağlayabileceğini gördük. Çalışmamızda pooling yapılan taze arı sperma örneklerinin dondurulması işlemi sonrasında sperm kalitesindeki değişiklikleri ve melatonin ilavesinin bu değişikliklere olan etkileri incelendi. Yeni alınmış sperma örneklerinde motilite, plazma membranı fonksiyonel bütünlüğü, akrozom bütünlüğü ve DNA sağlamlık oranları belirlendi. Dondurma işleminin, özellikle motilite, plazma membran ve akrozomal bütünlük üzerinde olumsuz etkiler olduğu tespit edildi (P<0,05). Çalışmada, sulandırıcılara melatonin ilavesinin eritme sonrası spermatolojik parametrelerde olumlu etkilere neden olduğu görüldü. Özellikle Mel0,5 ve Mel1gruplarında kontrol ve diğer gruplara göre daha yüksek motilite değerleri elde edildi(P<0,05), en yüksek motilite Mel0,5 grubunda bulundu. Melatonin ilavesinin plazma membran ve akrozomal bütünlük üzerinde de koruyucu etkileri belirlendi (P<0,05).Sonuçlar, melatoninin arı spermasının dondurma-çözdürme işlemleri sonrasında sperm kalitesini artırıcı potansiyele sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bulgular, arı üretiminde kriyoprezervasyon tekniklerinin geliştirilmesi ve genetik materyalin korunması için melatoninin kullanımının potansiyel bir strateji olabileceğini göstermektedir.
  • ItemOpen Access
    Köpeklerde nano-ozon solüsyonunun in vitro nükleer oosit maturasyonu üzerine etkisi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-12-01) Bari, Özge; Özalp, Rabia Gözde; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Doğum ve Jinekoloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-7017-5485
    Köpek oositlerinin in vitro maturasyon (IVM) oranları diğer türlere göre oldukça düşüktür. IVM’deki önemli problem, reaktif oksijen türlerinin (ROS) oluşumu olup, bunun önlenmesinde en basit yaklaşım, medyumların antioksidan madde ile hazırlanmasıdır. Bu çalışmada, hem oksidan hem de antioksidan özelliğe sahip nano-ozon solüsyonu kullanıldı. Nano-ozon solüsyonunun köpek oositlerinde nükleer morfolojiye etkisi, kültür medyumunun oksidan/antioksidan durumu ve maturasyon ilişkili genlerin (Siklin bağımlı kinaz 1 (CDK1) ve Siklin B1)ekspresyon seviyeleri değerlendirildi. Ek olarak, antioksidan kapasitenin değerlendirilmesi için demir iyonu indirgeyici antioksidan güç (FRAP) testi kullanıldı. Kumulus-oosit kompleksi (COCs) 130 köpekten toplandı. COCs farklı konsantrasyonlarda nano-ozon solüsyonu eklenen maturasyon medyumunda inkübe edildi (0, 0,5, 1, 2, ve 5 µg/ml). Kültür medyumları toplanarak Malondialdehit (MDA), Glutatyon (GSH), Süperoksit-dismutaz (SOD) ve FRAP ölçümü için saklandı. Parteno genetik aktivite sonrasında, nükleer morfolojiler mikroskop altında germinal vezikül (GV), germinal vezikül parçalanması (GVBD), metafaz I (MI), metafaz II (MII), ve dejenere (DEG) oosit olarak değerlendirildi. Aktivasyon sonrası toplanan oositlerde, CDK1 ve Siklin B1 gen ekspresyonları Real-Time PCR ile değerlendirildi. Nükleer morfoloji oranları gruplar arasında farklı bulundu (p<0,05). Mayotik süreci tamamlayan oosit oranı (MI+MII) en yüksek Grup B ve C’de bulunurken, MII aşamasına ulaşan en yüksek oosit sayısı Grup C’de gözlendi. MDA ve SOD konsantrasyonları arasında fark bulunamadı (p>0,05) ancak GSH ve FRAP düzeyleri istatistiksel olarak farklı bulundu (p<0,05). Bunun ötesinde CDK1 ve Siklin B1 gen ekspresyonları gruplar arasında farklı bulundu (p<0,05). En yüksek oran Grup B ve C’de belirlendi. Sonuçlarımız nano-ozon’un IVM’de oksidatif stres parametrelerini hafifleterek MII aşamasına gelişimi indüklemiş ve maturasyon-ilişkili genekspresyonunu artırmıştır. En uygun doz olarak 0,5 µg/ml, 1 µg/ml nano-ozon katkısının IVM’de kullanılması önerilebilir.
  • ItemOpen Access
    Clostridioides difficile'nin pastörize süt, yoğurt ve kefirdeki davranışı ve nisinin etkisi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-01-08) Dal, Ayşe Gül; Çıbık, Recep; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Besin Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı.; 0000-0002-0607-2182
    Çoklu ilaç direncine sahip olan ve nozokomiyal bir patojen olarak bilinen Clostridioides difficile tedavisi zor enfeksiyonlara yol açmaktadır. Son yıllarda toplum ilişkili vakalardaki artış, etkenin zoonoz özelliğine ve gıdalar yolu ile bulaşma şekline dikkatleri çekmiştir. Çalışmamızda klasik kültürel yöntemleri kullanarak etkenin sporlarının pastörize inek sütünde, yoğurtta ve kefirde canlılığı ve davranışı depolama süresince izlenmiştir. İnoküle edilen sporların süt ürünlerinden geri kazanımında kayıpların yüksek olduğu ve etkenin % 90'dan fazlasının kullanılan besiyerinde yeniden çimlendirilemediği saptanmıştır. Sporların uygulanan pastörizasyon işlemlerinden etkilenmediği, ayrıca depolama süresi boyunca pastörize süt, yoğurt ve kefir örneklerinde anlamlı bir yıkımlanmaya maruz kalmaksızın canlılığını sürdürdüğü belirlenmiştir. Bazı gram pozitif bakteriler ile sporlar üzerine inhibe etkisi olduğu bilinen bir bakteriyosin olan nisinin etkisini belirlemek amacıyla, farklı dozlardaki (7,5-12,5-25-50 ppm) Nisin A pastörizasyon sonrası süte ilave edilmiş ve depolama süresince sporlar üzerine etkisi incelenmiştir. Farklı Nisin A inokülasyon düzeylerinde etkenin tamamen yıkımlanamadığı, en yüksek yıkımlanmanın 25 ve 50 ppm nisin eklenen gruplarda sırasıyla 1,80 log ve 1,83 log olarak gerçekleştiği saptanmıştır. 50 ppm uygulanan gruptaki yıkımlanma ilk analiz gününde kontrol grubuna göre yaklaşık 1 log seviyesinde ölçülmüştür. Sonuç olarak, etkenin sporlarının süt ürünlerinden geri kazanımının düşük olduğunu, buna neden olan koşulların incelenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Ayrıca ısıya ve depolama koşullarına dirençli olan sporların, gıdalar vasıtasıyla insanlara bulaşmada önemli ve etkin rol oynayabileceğini işaret etmektedir. Diğer sporlu basillus ve klostridialardan farklı olarak üzerinde nispeten daha az çalışma ve bilgi bulunan C. difficile hakkında kapsamlı ve multidisipliner çalışmaların yapılması halk sağlığı açısından bir gereklilik olarak görülmektedir.
  • ItemOpen Access
    Yenidoğan sıçan beyninde hiperoksinin neden olduğu nöron ölümünde nesfatin-1 peptitinin koruyucu etkisinin araştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-01-11) Halk, Kıymet Zülal; Minbay, Fatma Zehra; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Tıp Fakültesi/Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-8226-221X
    Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde prematür yenidoğanlara, resüsitasyon pulmoner hipertansiyon ve solunum sıkıntısı gibi durumlarda tedavi amaçlı verilen suprafizyolojik dozlarda oksijen, retina ve akciğer gibi organların yanısıra beyine de hasar verir. Hiperoksinin apoptitoz, oksidatif stres, inflamasyon gibi nöronal sağkalımı etkileyen süreçlerde patolojik değişikliklere neden olduğu neonatal hayvan modellerinde gösterilmiştir. Son yıllarda yapılan çalışmalar hiperoksinin neden olduğu nöronal hasarı azaltmayı amaçlayan nöroprotektif ajan arayışları üzerine yoğunlaşmıştır. Anoreksijenik bir peptit olan nesfatin-1’in, anti-inflamatuar ve anti-apoptotik etkileri olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı, nesfatin-1 peptitinin gelişmekte olan sıçan beyninde hiperoksinin neden olduğu beyin hasarına etkisinin olup olmadığını ve bu etkisini hangi mekanizmalar üzerinden gerçekleştirdiğini göstermektir. Çalışmada Wistar albino cinsi 6 günlük sıçanlar kullanıldı. Normoksi+SF, hiperoksi+SF, hiperoksi+nesfatin-1, normoksi+nesfatin-1, grupları oluşturuldu. 2veya 5 gün sürelerle hiperoksiye maruz bırakılan yavrulara iki farklı dozda nesfatin-1intraperitoneal yolla verildi. Işık mikroskobik değerlendirmelerde etkin dozun20μg/kg/gün olduğu belirlendi. Takiben etkin doz verilen yavru sıçanların tüm beyin homojenatlarında, otofaji, apoptoz, inflamasyon ve oksidatif stres süreçlerine özgü proteinler ile nörotrotrofinlerin ekspresyonlarındaki değişiklikler değerlendirildi. Elde ettiğimiz bulgulara göre, nesfatin-1’in, hiperoksi nedeniyle azalan nöronsayısını anlamlı ölçüde artırdığı ve hipomiyelizasyonu düzelttiği gözlendi. İki günlük hiperoksi süresince uygulanan nesfatin-1’in, hiperoksinin nedeni ile artan beklin-1,ATG5 ve LC3A-B gibi otofaji belirteçlerinin düzeyleri ile BAX ve IL-18ekspresyonlarını anlamlı ölçüde azaltırken, 5 günlük hiperoksinin etkisi ile ekspresyonları azalan BDNF ve GDNF gibi nörotrofinler ile SOD ve GSH-Pxantioksidan enzim düzeylerini anlamlı olarak artırdığı tespit edildi. Sonuç olarak, nesfatin-1 peptitinin hiperoksinin neden olduğu beyin hasarını azalttığı, bozulan hücresel ve moleküler mekanizmalar üzerine koruyucu etkisi olduğu gösterilmiştir.
  • ItemOpen Access
    Poliamin biyosentezi ve glikoliz yolaklarının inhibisyonunun pankreatik adenokarsinoma tedavisindeki etkinliğinin değerlendirilmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-01-10) Bozkurt, Aybike Sarıoğlu; Güneş, Nazmiye; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Biyokimya Anabilim Dalı.; 0000-0002-8287-6617
    Pankreas kanserlerinde 5-yıllık sağ kalım oranı yaklaşık %6-8 dolaylarında olup yeni tedavi yaklaşımlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Pankreas kanserlerinin büyük çoğunluğunu oluşturan pankreatik duktal adenokarsinom (PDAK)'ların %90'ından fazlasında KRAS geninin aktive edici mutasyonlarına rastlanmaktadır. KRAS aktivasyonu PDAK hücrelerinin özgün metabolik bağımlılıklar geliştirmesine neden olur. Yapılan çalışmalar KRAS'ın glikoliz ve poliamin biyosentezi yolaklarının aktivitesini arttırdığını göstermektedir. Bu tez çalışmasında; KRAS mutasyonuna sahip olan ve metabolik olarak agresif oldukları bilinen PDAK hücre modellerinde glikolitik regülatör 6-fosforukto-2-kinaz/fruktoz-2,6-bisfosfataz-3 (PFKFB3) ve poliamin biyosentez yolağı hız sınırlayıcı enzimi ornitin dekarboksilaz (ODC1)'ın genetik ve farmakolojik yöntemler kullanılarak tekli ve kombine inhibisyonlarının hücrelerin in vitro metabolik, proliferatif ve onkojenik potansiyelleri üzerindeki etkisi araştırıldı. Çalışmada hücre modelleri olarak PANC1 ve MIA PaCa-2; genetik baskılama yöntemi olarak siRNA ve farmakolojik hedefleme olarak PFKFB3 için AZ PFKFB3 26 (AZP3-26) ve ODC1 için diflurometilornitin (DFMO) kullanıldı. qPCR, Western blot, F2,6BP ve metabolik analizler PDAK hücrelerinde PFKFB3 ve ODC1'nin birbirlerinin aktivitelerini düzenleyebildiğini gösterdi. PFKFB3 ve ODC1 aktivitelerinin siRNA ve özgün kimyasal inhibitörlerle birlikte baskılanması PDAK hücrelerinin proliferasyonunu tekli baskılamalara göre daha yüksek oranda azalttı. PFKFB3 ve ODC1 aktivitelerinin AZP3-26 ve DFMO ile inhibisyonu tekli kullanımlara göre her iki hücre hattının yumuşak agarda büyüme ve koloni oluşturma kapasitelerini önemli oranda düşürdü. Ayrıca PANC1 hücrelerinde, AZP3-26 ve DFMO'un birlikte kullanımı, tekli kullanımlara göre, hücrelerin Matrijel invazyon kapasitesini daha anlamlı olarak azalttı. Bu tez çalışması kapsamında elde edilen veriler; metabolik agresifliği ve plastisitesi ile öne çıkan PDAK tümörlerinde PFKFB3 ve ODC1 aktivitelerinin baskılanmasının in vitro olarak tekli inhibisyonlara göre daha kuvvetli anti-onkojenik etkiye sahip olabileceğini göstermektedir.
  • ItemOpen Access
    Malign melanom hastalarında tümör ile ilişkili antijenlerin belirlenmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-07-18) Karaçay, Mehmet; Oral, Haluk Barbaros; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Tıp Fakültesi/İmmünoloji Anabilim Dalı.; 0000-0002-5301-6626
    Adoptif hücre tedavileri (ACT) son yıllarda malign melanomlu hastalar için mevcut en iyi immünoterapi seçeneklerinden biridir. Tümörün baskılayıcı mikroçevresinden dolayı anti-tümör immün yanıtların yetersiz kalması, kansere bağlı ölümlerin artmasına neden olmaktadır. Verimli bir tedavi yaklaşımı için geniş bir hasta grubunun antijen özgüllüklerinin, önceden tanımlanmış olması oldukça önemlidir. Bu nedenle çalışmamızda malign melanomun farklı alt grup ve evrelerinde benzerlik ve ortaklık gösteren hücre içi antijenlerin tanımlanması amaçlanmıştır. Çalışmamızda kutanöz, üveal ve mukozal melanomlu hastaların doku örneklerinin hem in situ hem de invaziv alanlarında, literatürde daha önce melanom ile ilişkilendirilmiş MART-1, HMB-45, TYR, TRP-1, TRP-2, MAGE-A, MAGE-C1 ve NY-ESO-1 antijenlerinin ifade düzeyleri belirlenmiştir. Çalışmanın sonucunda, hasta kontrol gruplarına kıyasla, HMB-45, MAGE-A ve MAGE-C1 antijenlerinin, melanom dokularının in situ ve invaziv alanlarında ve tüm alt grup ve evrelerinde benzer şekilde, istatistiksel olarak anlamlı derece yüksek ifade edildikleri tespit edilmiştir. Ayrıca bu antijenlerin, hastalığın metastatik evrelerinde primer evrelerine kıyasla daha yüksek ifade edildikleri de gözlemlenmiştir. Belirlenen HMB-45, MAGE-A ve MAGE-C1 antijenlerinin tanınmasına yönelik gerçekleştirilecek immünoterapi yaklaşımları sayesinde efektif anti-tümör immün yanıtların artması, metastazların kontrol altına alınması ve melanoma bağlı ölümlerin azalmasına aracılık edebileceği düşünülmektedir.
  • ItemOpen Access
    Üridin ve üridin nükleotidlerinin nöroendokrin nöronlar üzerindeki aktive edici etkilerinin immünohistokimyasal olarak araştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-12-26) Akbulut, Nursel Hasanoğlu; Eyigör, Özhan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0001-5704-5793
    Tez çalışmasında intraserebroventriküler (i.s.v.) yolla uygulanan üridin ve üridin nükleotidleri olan üridin monofosfat (UMP), üridin difosfat (UDP), üridin trifosfat (UTP)'ın vazopressin, oksitosin ve nesfatin-1 nöronları üzerindeki aktive edici etkilerinin araştırılması ve bu etkide reseptör antagonistlerinin olası baskılayıcı rolünün değerlendirilmesi amaçlandı. Bu amaçla çalışmada 4-6 aylık Sprague Dawley cinsi erkek sıçanlar etken madde ve antagonist uygulamaları için 8 gruba ayrıldı (n=5/grup). Deney hayvanlarına salin (5 mikrolitre), üridin (1μmol), UMP (1μmol), UDP (1μmol), UTP (1μmol) i.s.v olarak uygulandı. Antagonist gruplarda UTP için P2Y₂ reseptör antagonist (AR-C118925XX-0,1μmol) UDP için hem P2Y₆ reseptör antagonisti (MRS2578-1μmol) ve hem P2Y₁₄ reseptör antagonisti (PPTN hidroklorür-1μmol) i.s.v. olarak etken maddelerin verilmesinden 15 dk önce uygulandı. Son enjeksiyonu takip eden 90. dakika sonunda perfüzyonla fikse edilen dokulardan alınan yüzen kesitlerde ikili indirekt immünoperoksidaz yöntemi kullanılarak vazopressin, oksitosin ve nesfatin-1 nöronlarında c-Fos işaretlemeleri yapıldı. Sonuçlar, ikili işaretlenen (aktive olan) nöron yüzdesi olarak değerlendirildi. Merkezi yolla uygulanan üridin, UMP ve UTP'nin kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, supraoptik (SON), paraventriküler (PVN) ve periventriküler (PeV) çekirdeklerde istatistiki olarak anlamlı sayıda nesfatin-1 nöronunu aktive ettiği belirlendi. Benzer olarak SON ve PVN'de oksitosin nöronlarındaki aktivasyon artışı üridin, UMP ve UTP uygulanmasında anlamlı bulundu. Üridin ve nükleotidlerinin vazopressin nöronlarında aktive edici etkisi incelendiğinde hem SON hem de PVN'de UMP ve UTP'nin vazopressin nöronlarını salin grubuna göre anlamlı olarak aktive ettiği belirlendi. Tüm nöron gruplarında en yüksek aktivasyon artışı gösteren UTP'nin etkisi, P2Y₂ reseptör antagonist ön uygulanmasıyla baskılandığı gösterildi. İkili immünofloresans boyama ile tüm nöron tipinde P2Y₂ varlığı belirlendi. Sonuç olarak UTP'nin vazopressin, oksitosin ve nesfatin-1 nöronlarında lokalize P2Y₂ reseptörüne bağlanarak nöronları aktive ediyor olabileceğini düşündürdü.
  • ItemOpen Access
    Bıldırcınlarda nar kabuğu ekstraktı ile prebiyotiğin birlikte kullanılmasının besi performansı ve bazı kan parametreleri üzerine etkileri
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-01-17) Kubad, Evrim; Biricik, Hakan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Hayvan Besleme Hastalıkları Anabilim Dalı.; 0000-0001-9900-608X
    Bu araştırmanın amacı; bıldırcın rasyonlarında prebiyotik (1 g/kg) ile nar kabuğu ekstraktının düşük (% 7,5 mg/kg) ve yüksek (% 17,5 mg/kg) dozlarının ayrı ayrı ve prebiyotik ile birlikte kullanımının; performans parametreleri (Canlı Ağırlık; CA, Canlı Ağırlık Artışı; CAA, Yem Tüketimi; YT, Yemden Yararlanma Oranı; YYO sıcak-soğuk karkas ağırlığı ve randımanları), et kalitesi (göğüs ve but etinin L*, a*, b*ve pH değerleri), kan serumundaki bazı antioksidan enzimlerin aktivitesi (Süperoksit Dismutaz; SOD ve Toplam Antioksidan Kapasitesi; TAK), karaciğer yağlanması ve hidropik dejenerasyon, ince bağırsak villus yüksekliği (VY), kript derinliği (KD), villus yüksekliği/kript derinliği (VY/KD), villus genişliği (VG) üzerindeki etkilerini saptamaktır. Toplam 240 adet kuluçkadan yeni çıkmış bıldırcın kullanılmıştır. Bıldırcınlar, CA’ları (7,68 ± 0,63) ve cinsiyetleri yönünden eşit şekilde altı gruba dağıtılmıştır. Rasyonlar; 0 (Kontrol), 1 mg/kg prebiyotik (Pr), 7,5 mg/kg nar kabuğu ekstraktı (NKE1), 7,5 mg/kg nar kabuğu ekstraktı + 1 g/kg prebiyotik (NKE1+Pr), 17,5 mg/kg nar kabuğu ekstraktı (NKE2) ve 17,5 mg nar kabuğu ekstraktı/kg + 1 g/kg prebiyotik (NKE2+Pr) katılmıştır. Bıldırcınlar, 7’şer gün aralıklarla tartılmıştır; en yüksek CA değeri; NKE1’de, en yüksek YT;, K’de, en iyi YYO, NKE2+Pr’de gözlenmiştir (p<0,05). But etinin a* ve b* değerleri, NKE2+Pr’de yüksek, en düşük göğüs eti pH değeri NKE1, en yüksek TAK değeri ise NKE2’de gözlenmiştir (p<0,05). Karaciğer yağlanması en az NKE1’de, VY en yüksek NKE2’de, KD en düşük NKE2+Pr’de, VY/KD ve VG değerleri ise en yüksek NKE2+Pr’de olduğu görülmüştür. Sonuç olarak bıldırcın rasyonlarına ilave edilen 17,5 mg/kg dozunda NKE’nin; performans parametreleri, et kalitesi, kan serumu TAK değeri, karaciğer-bağırsak histomorfolojisini olumlu yönde etkilemiştir.
  • ItemOpen Access
    Buzağılarda (0-2 aylık) biberiye uçucu yağının yem katkı maddesi olarak kullanım olanakları
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-12-21) Bıyık, Firdevs; Biricik, Hakan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Anabilim Dalı.; 0000-0003-3451-8521
    Bu araştırmanın amacı; 0-2 aylık buzağılarda Rosmarinus officinalis esansiyel yağının büyüme performansı, rumen ve dışkı parametreleri ile kan metabolitleri üzerine olan etkisini belirlemektir. Araştırmada toplam 42 baş buzağı, cinsiyet ve doğum ağırlıkları gözetilerek bir kontrol ve 3 deneme grubu olmak üzere toplam 4 ana gruba ayrılmıştır. Buzağılar süt ikame yemi, buzağı başlangıç yemi ve yonca kuru otu ile beslenmişlerdir. Buzağılara süt ikame yemi içinde sırasıyla 0 (KG), 500 (DG1), 1000(DG2) ve 2000 (DG3) mg/gün biberiye esansiyel yağı verilmiştir. Buzağıların yem tüketimleri günlük olarak belirlenmiştir. Tüm buzağılar, 3., 28. ve 56. Günlerde tartılmışlardır. Ayrıca, 28 ile 56. günlerde buzağılardan kan numuneleri alınmıştır. Çalışmanın 56. gününde ise buzağılardan dışkı numunesi ve rumen içeriği alınmıştır. Çalışma sonunda toplam canlı ağırlık artışları KG’de 19,33 kg; DG1’de 25,55 kg; DG2’de25,27 kg; DG3’te ise 22,60 kg olarak bulunmuştur (P˂0,05). Biberiye esansiyel yağı katkısı kuru madde tüketimini, buzağı başlangıç yemi tüketimini ve yemden yararlanma oranını arttırmıştır (P˂0,05). Biberiye esansiyel yağı rumen pH’sı, dışkı pH’sı ve dış kıskorunu etkilememiştir. Rumen amonyak azotu en yüksek DG1’de, en düşük DG3’te ölçülmüştür (P˂0,05). Rumen total uçucu yağ asidi konsantrasyonu DG1’de, KG ve DG3’e göre daha yüksek bulunmuştur (P˂0,05). DG2 ve DG3’te 56. gün total kolesterol seviyesi en düşük ölçülmüştür (P˂0,05). Biberiye esansiyel yağı kan immunoglobulin G, ghrelin, BHBA, glikoz seviyelerini arttırmıştır (P˂0,05). Farklı dozlarda biberiye esansiyel yağı katkısının buzağılarda canlı ağırlık artışını, kuru madde ve yem tüketimini, yemden yararlanma oranını, rumen fermentasyonunu, IgG ve ghrelin seviyelerini olumlu bir şekilde etkileyebileceği sonucuna varılmıştır.
  • ItemOpen Access
    Hipotalamik nöroendokrin hücre aktivasyonunda glutamat agonistlerinin rolü
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-09-25) Kafa, İlker Mustafa; Eyigör, Özhan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Tıp Fakültesi/Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı.; 0000-0001-8309-0934
    Glutamat agonistlerinin hipotalamustaki belirli nöron grupları üzerine olan etkileri, çalışmanın ana amacını oluşturmuş ve bu çerçevede sıçan beyinlerinde, vazopresin, oreksin ve kisspeptinnöronlarının dağılımları ve glutamaterjik sistem ile olan reseptör ve aktivasyon düzeyindeki ilişkileri incelenmiştir. İlgili alanlarda, farklı glutamat agonistlerinin ve antagonislerinin adı geçen nörongruplarına olan etkileri immünohistokimyasal yaklaşımla araştırılmıştır. Çalışmanın ana iskeletinde, glutamatın NMDA ve non-NMDA reseptörlerine ait agonistlerinden AMPA ve kainik asitin (veantagonistlerinin) intraperitoneal olarak uygulanmasını takiben ilgili nöron popülasyonları c-Fosekspresyonu açısından değerlendirilmiştir. Oreksin nöronları açısından, bu nöron grubunun, glutamaterjik inervasyon aldığı, AMPA ve kainik asit reseptör alt birimlerini eksprese ettikleri ve non-NMDA agonistleri ile aktivasyon gösterip, uygun antagonist ile baskılanabildiği gösterilmiştir. Vazopresinerjik sistem açısından da vazopressin nöronları üzerinde glutamat agonistlerinin uyarıcı etkileri olduğu, glutamatın etkisini vazopressin nöronlarında reseptörleri aracılığı ile yaptığı bulunmuştur ve daha ileri çalışmalarımız için bu sonuçların ışık tutucu ve yol gösterici olduğu düşünülmüştür. Nispeten daha yeni bir alan olan kisspeptin nöronları konusunda elde ettiğimiz dağılım alanları ve glutamaterjik sistemle olan bağlantılarına yönelik sonuçlar, bu nöronların çalışma alanımızında ötesinde daha pek çok fonksiyonel bağlantısı ve görevi olduğunu da göstermektedir. Çalışmalarımız sonucunda da literatürdeki veriler ile uyumlu olarak kisspeptin nöronlarının glutamat agonistleri ile aktivasyon gösterip, uygun antagonist ile baskılanabildiği morfolojik düzeyde gösterilmiş ve diğer metodlar ile elde edilen sonuçlara katkı sağladığı düşünülmüştür.
  • ItemOpen Access
    Köpeklerin bilişsel fonksiyon bozukluğu tedavisinde orta zincirli trigliserit molekülleri içeren diyete çevresel modifikasyon tekniklerinin etkisinin araştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-10-03) Kurum, Hilal; Yalçın, Ebru; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; 0000-0003-1394-7984
    Çalışmanın amacı; köpeklerde bilişsel fonksiyon bozukluğunun (CCD)tedavisinde orta zincirli trigliserid (MCT) takviyeli diyete ek olarak çoklu çevresel modifikasyon tekniklerinin (MEMO) uygulanarak, bilişsel fonksiyon bozukluğu tanı skalasında sonuçların karşılaştırılmasına dayanmaktadır. Çalışma, 8 yaşın üzerindeki farklı yaş, ırk, cinsiyet ve vücut ağırlığındaki sorumluluğu hasta yakınlarındaki toplam 20 köpekten oluşmuştur. ‘’Köpeklerin bilişsel fonksiyon bozukluğu sendromu değerlendirme skalası’’ derecelendirme sistemine göre sınıflandırılmıştır. CCD davranış kriterleri (DISHAA) gösteren hastalar, ayırıcı tanı için klinik muayeneye alınmıştır. Ayrıntılı muayeneden geçen, yapılan analizlere (hemogram, serum biyokimyasal, akut faz proteinleri, kortizol) göre sağlıklı göstergeleri olan CCD’li hastalar 2 farklı tedavi grubuna ayrılmıştır. Grup I için hastalara tedavi olarak %6,5 MCT içerikli reçeteli diyet, grup II için ise; diyet ile birlikte MEMO için belirlenen koşullar uygulanmıştır. Tüm değerlendirmeler 30günlük tedavi sonunda tekrar yapılmıştır. Sonuç olarak; birinci grupta, 30 gün sonunda 6 DISHAA kategorisindendis oryantasyon dışındaki 5 kategorideki skorlar, ikinci grupta ise 6 DISHAA kategorisinin tamamı istatiksel açıdan anlamlı derecede düşük (p<0,05) gözlenmiştir. Tedavinin son gününde; sosyal ilişkiler ve etkileşim, aktivite, anksiyete skorları ikinci grupta, birinci gruba göre; toplam CCD skorlandırması ise tedavi sonunda, ikinci grupta birinci gruba göre istatiksel açıdan anlamlı derecede düşük olduğu gözlenmiştir. Serum kortizol değerleri ikinci grupta, birinci gruba göre 30. günde istatiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmuştur. Hemogram, serum biyokimyasal, akut faz proteinleri parametrelerinde istatiksel açıdan önemli bir fark gözlenmemiştir. MCT takviyeli diyetin 30 gün sonunda CCD ile ortaya çıkan davranış bulgularını geriletmede etkili olduğu görülmüştür. Modifikasyon tekniklerinin, multitedavi seçeneği olarak, özellikle stres ve sosyal ilişkiler düzeyinde etkili olduğu, hastalığın semptomlarını ve prognozunu yavaşlattığı görülmüştür.
  • ItemOpen Access
    Buzağı ishal olgularında Bovine Rotavirus (BRV) ve Bovine Coronavirus (BCoV) tespiti ve karakterizasyonu
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-08-28) Ateş, Özer; Yeşilbağ, Kadir; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Viroloji Anabilim Dalı.; 0000-0001-7676-9033
    Neonatal döneminde en önemli mortalite sebebi olan buzağı ishalleri birçok faktöre bağlı olarak gelişmekte ve büyük ekonomik kayıplara sebep olmaktadır. Türkiye’ de bugüne kadar yapılan epidemiyolojik çalışmalarda, BRV ve BCoV’ un yeni doğan buzağılarda önemli oranda ishal olgularına neden olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada Türkiye’ nin farklı illerinden toplanan dışkı örneklerinde BRV ve BCoV’un rolü tespit edilmek istenmiştir. Projede kapsamında toplanan ve ishal semptomu gösteren bir aylık ve daha küçük yaştaki toplam 213 dışkı örneğinden 69 adedi (%32,39) BRV yönünden ve 17 adedi (%7,98) BCoV yönünden pozitif bulundu (Tablo4.2). Örneklerinin 82 adedinde (% 38,5) araştırılan viruslardan en az birisi (BRV ve/veya BCoV) tespit edilirken, 65 (%30,52) adet dışkı örneğinde tek BRV, 13(%6,10) adet dışkı örneğinde tek BCoV ve 4 (%1,88) adet dışkı örneğinde BRV ve BCoV ikili enfeksiyonu saptandı. Hücre kültüründe virus izolasyon çalışması sonucuMA-104 hücre hatında 2 adet (RV-36, RV-38) saha izolatı başarılı bir şekilde izole edildi. BRV antijen ELISA kiti ile pozitif tespit edilen 69 adet dışkı örneğinin 54 adedi RT-PCR yöntemi ile BRV yönünden pozitif olarak saptandı. BCoV antijen ELISA kiti ile pozitif tespit edilen 17 adet dışkı örneğinin 14 adedi Nested-PCR yöntemi ile BCoV yönünden pozitif olarak tespit edildi. 69 adet dışkı örneğine uygulanan G genotiplendirme RT-PCR sonuçlarına göre, G6 genotipinin tespit edilmesi amaçlanan genotipler arasında daha yüksek olmasına karşın belirgin olarak baskın bir genotip olmadığı tespit edildi. Ayrıca RT-PCR uygulamaları sonucu tespit edilmesi hedeflenen P genotipleri arasında da baskın bir genotipin bulunmadığı, P[5] ve P[11] genotiplerinin birbirine yakın düzeylerde görüldüğü saptandı. Tespit edilen BRV genotip kombinasyonları sonucu baskın olan genotipin G10P[11] olduğu belirlendi. Çalışmada 69 adet dışkı örneğindeki BRV segmentlerinin poliakrilamid jel üzerinde 4/2/3/2 şeklinde sıralandığı gösterilmiştir. Bu sonuçlar, Ag ELISA ve PCR ile BRV yönünden pozitif tespit edilen örneklerin, SDS-PAGE testi ile bant profillerine göre grup A'da olduğunu göstermektedir. Türkiye’ nin farklı illerinden yapılmış örnekleme çalışması sonrası elde edilen veriler doğrultusunda neonatal buzağı ishallerine sebep olabilen önemli viral etkenlerden BRV ve BCoV’ un yaygınlığı tespit edilmiştir ve işletmelerde kayıplara neden olabileceği gösterilmiştir.
  • ItemOpen Access
    Repeat breeder (döl tutmayan) ineklerde plateletten zengin plazma (PRP) uygulamasının fertilite üzerine etkileri
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-07-12) Ortaç, Cihan Tolga; Gümen, Ahmet; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Doğum ve Jinekoloji Anabilim Dalı.; 0000-0001-8948-3835
    Bu çalışmada; platelet zengin plazma (PRP) kullanılarak repeat breeder ineklerde fertilitenin arttırılması hedeflendi. Bu amaçla çalışmaya, 3 ve üzeri tohumlandığı halde gebe kalmayan ve laktasyon sayısı 1-7 arasında değişen (primipar, n= 110; multipar, n= 250), toplam 360 adet Holştayn ırkı inek dahil edildi. İşletmenin reprodüktif yönetimine göre ineklere resenkronizasyon amaçlı zaman ayarlı suni tohumlama protokolü (Resynch-Ovsynch) uygulandı ve tohumlama anında inekler rastgele iki gruba (PRP ve Kontrol) ayrıldı. PRP grubundaki ineklere (n= 180), suni tohumlamadan 24 saat sonra otolog olarak hazırlanan PRP (15 ml) intrauterin yolla tek doz uygulandı. Kontrol grubundaki (n=180) ineklere suni tohumlama sonrası herhangi bir uygulama yapılmadı. Farklı nedenlere bağlı olarak gebelik muayenesi öncesinde PRP grubunda 27, Kontrol grubunda 30 inek çalışma dışı bırakıldı. Transrektalu ltrasonografi ile tohumlama sonrası 30. ve 60. günlerde gebelik muayenesi gerçekleştirildi. Gruplar arasında, sağılan gün, laktasyon ve tohumlama sayısı açısından istatistiksel bir fark bulunmadı. Gebelik oranları 30. günde; PRP grubunda%36,6 (56/153), Kontrol grubunda %34,7 (52/150) olarak saptandı. Gebelik oranları60. günde; PRP grubunda %33,3 (51/153), Kontrol grubunda %31,3 (47/150) olarak belirlendi. Embriyonik ölüm oranları, PRP grunda %8,9 (5/56), Kontrol grubunda%9,6 (5/52) olarak tespit edildi. Gruplar arasında 30. ve 60. gün gebelik oranları ile embriyonik ölüm oranları açısından istatistiksel bir fark bulunmadı. Çalışma sonucunda tohumlama sonrası tek doz intrauterin otolog PRP uygulamasının repeat breeder ineklerde döl verimi üzerine herhangi bir etkisi saptanamadı. Bununla birlikte, repeat breeder ineklerde fertilitenin arttırılması amacıyla intrauterin PRP kullanımında standardizasyonun sağlanması için uygulama zamanı, sıklığı ve miktarını değerlendirebilecek daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulduğu sonucuna varıldı.
  • ItemOpen Access
    Bir catering işletmesinde üretilen İzmir köftelerin üretim aşamalarında sürecin mikrobiyolojik açıdan değerlendirilmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-07-11) Çınar, Başak Süngüç; Soyutemiz, Gül Ece; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Besin Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı.; 0000-0002-7071-9040
    Bu çalışma İzmir köfte üretim sürecinde, tüketici sağlığını etkileyebilecek mikrobiyolojik riskleri ve bu risklerin ortaya çıktığı aşamaları belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Bu amaçla Bursa’da faaliyet gösteren bir catering işletmesine altı farklı ziyaret yapılmıştır. Parça et, kıyma, hazırlanmış köfte (çiğ), pişmiş köfte, sevkiyat öncesi İzmir köfte yemeği, tüketim noktasında benmaride bulunan İzmir köfte yemeği, kıyma makinesi, kıymanın toplandığı tezgah ve köfte yapan personelin eli olmak üzere toplam 54 örnek alınmıştır. Tüm örnekler koliform bakteri, Escherichiacoli, aerobik koloni, stafilokok-mikrokok, koagülaz pozitif stafilokok yönünden sadece gıda örnekleri ise Bacillus cereus, Salmonella spp., Clostridium perfringens, Listeria monocytogenes, Escherichia coli O157 ve stafilokokal enterotoksin yönünden incelenmiştir. İzmir köfte üretim aşamalarından alınan numunelerde aerobik koloni sayısı ortalama parça ette 4,89 log10 kob/g, kıymada 5,37 log10 kob/g, hazırlanmış köftede (çiğ) 5,73 log10 kob/g, pişmiş köftede 2,67 log10 kob/g, kıyma makinasında6,82 log10 kob/cm2, kıymanın toplandığı tezgahta 3,77 log10 kob/cm2, köfte yapan personel elinde 4,51 log10 kob/cm2 tespit edilmiştir. Çalışmamız sonucunda gıdalara uygulanan ısıl işlemin oldukça etkili olduğu görülmüştür. Aerobik koloni sayısı ortalama sevkiyat öncesi pişmiş İzmir köfte yemeğinde 0,86 log10 kob/g, tüketim noktasında benmaride bulunan İzmir köfte yemeğinde ise 1,11 log10 kob/g olduğutespit edilmiştir. Alınan gıda örneklerinin hiçbirinde patojen mikroorganizma bulunamamıştır. Sadece üçüncü ziyarette parça ette B. cereus etkeni tespit edilmiş bunun da sayısının yasal limitlerin altında olduğu görülmüştür. Catering işletmelerinde gıda kaynaklı oluşacak hastalıkların önlenmesi için ham madde kalitesine, yemeklerin yeterli süre ve sıcaklıkta pişirilmesine, çapraz kontaminasyonun önüne geçilmesine, yemeklerin dağıtım ve tüketim zamanına kadar bekletildiği koşulların uygunluğuna dikkat edilmesi önemlidir.
  • ItemOpen Access
    Sıçanlarda doksorubisine bağlı kardiyotoksisite üzerine vinkristin ve zeytin yaprağı ekstratının (tyrosol) serum biyokimyasal ve histopatolojik etkilerinin karşılaştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-07-25) Ateş, Özge; Topal, Ayşe; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Cerrahi Anabilim Dalı.; 0000-0003-0953-7923
    Gerçekleştirdiğimiz çalışmada sıçanlarda doksorubisine bağlı kardiyotoksisite üzerine vinkristin ve zeytin yaprağı ekstratının (tyrosol) sıçanlara ait serum biyokimyasal, histopatolojik parametreler üzerindeki etkilerinin araştırılması amaçlandı. Çalışmada 49 adet Sprague Dawley sıçanı kullanıldı. Sıçanlar kontrol (K), doksorubisin (D), vinkristin (V), tyrosol (zeytin yaprağı ekstratı) (T), doksorubisin+vinkristin (D+V), doksorubisin+tyrosol (zeytin yaprağı ekstratı)(D+T), doksorubisin+vinkristin+tyrosol (zeytin yaprağı ekstratı)(D+V+T) grupları olmak üzere her çalışma grubunda 7 denek olacak şekilde rastgele 7 grup oluşturuldu. Tüm sıçanlara gün aşırı 6 doz olmak üzere intraperitoneal ilaç uygulaması yapıldı. Çalışmanın son gününde, sıçanlar derin anesteziye alındı. İntrakardiyak olarak kalpten serum biyokimyasal incelemeler için kan numuneleri toplandı. Histopatolojik incelemeler için kalp, karaciğer ve akciğerden, gen analizi için kalpten dokular toplandı. İlaç uygulamaları süresince sadece D+V+T grubunda 2 adet sıçanda ölüm gözlenmiştir. Deneysel süreçte sıçanların haftalık ağırlık ölçümleri yapıldı. Ağırlık ölçümlerinde doksorubisin uygulanan sıçan gruplarında vücut ağırlıklarında azalma olduğu gözlendi. Biyokimyasal parametreler incelendiğinde, cTnI, ALT, LDH, CKMB verileri incelendiğinde gruplardan elde edilen sonuçlarda istatiksel olarak anlamlı farklılıklar olduğu gözlendi (P<0,05). Mikroskobik değerlendirme için alınan kalp dokularında miyokard tabakasında ödem-şişme-kanama, disorganizasyon, vakuolizasyon, nekroz ve yangı lezyonları tespit edildi veskorlandı. Histopatolojik bulgular incelendiğinde sadece yangı değerinde gruplar arasında farklılıklar olmadığı saptandı. Gruplara ait TNNT2 geninin mRNA ekspresyon düzeyindeki değişimleri incelendiğinde, kontrol grubuna göre doksorubisinin gen ekspresyonunu baskıladığı, ancak T (tyrosol) grubunun mRNA ekspresyon seviyelerini arttırdığı görüldü. Elde edilen sonuçlar değerlendirildiğinde, sıçanlarda doksorubisine bağlı kardiyotoksisite üzerine zeytin yaprağı ekstratı(tyrosol), serum biyokimyasal olarak kardiyoprotektif etki sağlamazken, histopatolojik olarak ve TNNT2 geninin mRNA ekspresyon düzeyindeki değişimleri incelendiğinde kardiyoprotektif etki sağladığı belirlenmiştir. Koruyucu etkilerin oluşması için ilaçların uygulandığı günlerde değişiklik yapılması ve deney süresinin uzatılması gibi değişikliklerle ileri çalışmalara gereksinim vardır.
  • ItemOpen Access
    Enzootik pnömonili buzağılarda TNF alfa, CRP ve SAA düzeylerinin klinik bulgularla korelasyonu, prognoz ve tedavi üzerindeki etkinliğinin değerlendirilmesi
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-07-05) Ertunç, Seviye; Şentürk, Sezgin; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; 0000-0003-0212-4560
    Enzootik pnömoni, dünyada ve ülkemizde buzağıları etkileyen en önemlihastalıklardan biridir. Bu çalışmada aynı işletmede bulunan; aynı bakım ve beslemeşartlarında sahip, 2-6 aylık yaşta, ‘Enzootik Pnömonili Buzağılarda TNF alfa, CRP veSAA Düzeylerinin Klinik Bulgularla Korelasyonu, Prognoz ve Tedavi ÜzerindekiEtkinliğinin Değerlendirilmesi’ amaçlanmıştır.Çalışmada toplam 30 adet Holstein ırkı buzağı kullanıldı ve Wisconsin BuzağıSolunum Skorlandırma Tablosuna göre 3 gruba (kontrol, hafif/orta, şiddetli) ayrıldı. 0.gün tüm grupların solunum skorlandırması ve genel muayenesi yapılarak kan,transtrakeal aspirat ve derin nazal swap örnekleri toplandı. Hemogram, bakteriyolojikekim, virolojik antijen, TNF–α, CRP ve SAA (serum ve transtrakeal aspirat) bakıldı.7. günde ise sadece hasta grupların solunum skorlandırması, genel muayenesi yapıldıve TNF–α, CRP, SAA (serum ve transtrakeal aspirat) bakıldı. Hafif/orta ve şiddetligruba 0. gün marbofloksasin (8 mg/kg, sc; 72 saat arayla 2 doz) ve meloksikam (0,5mg/kg, sc; tek doz) uygulandı.Çalışmada şiddetli grubun solunum ve muayene bulgularının hafif/orta vekontrol grubuna göre arttığı görüldü. Derin nazal swap ve transtrakeal aspiratta çeşitlibakteriyolojik etkenlere ve viral etkene rastlandı. Tam kan sayımında hasta gruplardalökosit, monosit, nötrofil, eritrosit ve trombosit sayısının yüksek olduğu görüldü. 0. ve7. gün kandan bakılan TNF–α, CRP ve SAA’da ve transtrakeal aspirattan bakılanTNF–α ve CRP’de grup içi ve gruplar arası istatiksel bir fark saptanmadı. Bunun yanısıra 0. günde şiddetli grubun transtrakeal aspiratındaki SAA’da artış gözlendi(p<0,05). 7. günde ise şiddetli ve hafif/orta grubun SAA’sında istatiksel fark mevcuttu(p<0,05). Şiddetli grubun SAA’sının 0. ve 7. günü arasındaki fark anlamlı bulundu(p<0,05).Sonuç olarak, enzootik pnömonili buzağılarda sadece transtrakeal örnektenbakılan SAA ile klinik bulgular arasında korelasyon olduğu, prognoz ve tedaviüzerinde etkili olduğu görüldü.
  • ItemOpen Access
    Tavşanlarda uzun süreli derin sedasyon için propofolün farklı sürelerde uygulanmasının fiziki ve biyokimyasal değerler üzerine etkilerinin karşılaştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-05-30) Uçkan, Elyesa Melih; Topal, Ayşe; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Cerrahi Anabilim Dalı.; 0000-0002-9587-9032
    Gerçekleştirdiğimiz çalışmada propofolün tavşanlarda farklı sürelerde infüzyon şeklinde derin sedasyon oluşturmak için kullanımının tavşanlara ait fizyolojik, biyokimyasal ve moleküler parametreler üzerindeki etkilerinin araştırılması amaçlandı. Çalışmada 24 adet Yeni Zelanda Tavşanı kullanıldı. Tavşanlar kontrol ve 6- 12-24 saat infüzyon grupları olmak üzere rastgele 4 gruba ayrıldı. Çalışmada kullanılan tüm tavşanlara infüzyon uygulaması başlatılmadan önce sedasyon ksilazin HCl, indüksiyon ise ketamin HCl uygulaması yapılarak sağlandı. Hayvanlara uygulanan ketamin anestezisinin 20. dakikasından itibaren propofol infüzyonu başlatıldı. Tüm gruplarda propofol ilk bir saat 40-50 mg/kg/sa dozunda uygulandı ve daha sonrasında infüzyon süresi uzadıkça kademeli olarak azaltıldı. Kontrol grubu indüksiyon sonrasında, diğer gruplarda infüzyon süreleri sona erdikten sonra ötenazi edildi ve doku örnekleri alındı. Kan örnekleri ise hem infüzyon işlemi başlatılmadan önce hem de infüzyon uygulaması sona erdirildikten sonra alındı. Tavşanlara uygulanan infüzyon süresince kalp atım sayısı, solunum sayısı, endtidal karbondioksit düzeyi, oksijen satürasyonu düzeyi ve vücut sıcaklıkları monitör aracılığıyla takip edildi. Oksijen satürasyonu dışındaki tüm parametrelerde infüzyon süresi uzadıkça değişiklikler olduğu saptandı. Biyokimyasal parametreler incelendiğinde sadece kreatin değerinde gruplar arasında farklılıklar olmadığı saptandı. Moleküler parametreler incelendiğinde ise sadece katalaz düzeyinde gruplar arasında farklılıklar olmadığı diğer parametrelerde hem doku türüne hem de infüzyon süresine göre değişiklikler olduğu saptandı. Tavşanlarda 6-12-24 saat süresince derin sedasyon amacıyla gerçekleştirilen propofol infüzyonu süresince hiçbir tavşanda bradikardi, aritmi, desaturasyon (<%90) gibi patolojilere rastlanmadı. Sadece 4 adet tavşanda oluşan apne kaynaklı olarak mekanik ventilasyon uygulamasına ihtiyaç duyuldu. Elde edilen sonuçlar değerlendirildiğinde propofolün uzun süreli infüzyon uygulamasının 24 saate kadar olan süreçte güvenli olarak tavşanlarda uygulanabileceği görüldü.
  • ItemOpen Access
    Kalça displazili köpeklerde farklı juvenil pubik simfizyodezis tekniklerinin klinik, laboratuvar, radyolojik ve histolojik bulgularının karşılaştırılması
    (Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-05-29) Şen, Mehmet Metin; Salcı, Hakan; Bursa Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Veteriner Fakültesi/Cerrahi Anabilim Dalı.; 0000-0001-5962-0202
    Köpeklerde farklı yöntemlerle yapılan Juvenile Pubik Simfizyodezis’in (JPS) karşılaştırmalı araştırılması amaçlanmıştır. Belçika Malinois ırkı, 16-20 haftalık, 18 adet sağlıklı dişi köpek yavrusu kullanıldı. Klinik ve ortopedik muayenede topallıktan şüphelenilen ve radyolojik muayenede distraksiyon indeksi (DI) ≥ 0,4 olan köpekler çalışmada kullanıldı. Üç grupta planlanan çalışmada: grup I’de (GRI, n=6) diyot lazer, Grup II’de (GRII, n=6) kriyocerrahi ve Grup III’te (GRIII, n=6) elektrokoter ile JPS gerçekleştirildi. Pre- ve postoperatif klinik, ortopedik ve radyolojik muayeneler yapıldı. IL-1β ve MMP-3 analizleri gerçekleştirildi. Verilere istatistiksel analiz yapıldı. Postoperatif Ortolani testinde; sadece GRIII’te 1 köpekte bilateral eklem laksitesi vardı. Barlow testinde; GRII ve GRIII’te 1’er köpekte bilateral eklem laksitesi görüldü. Postoperatif GRI’de 1 ve GRII’de 2 köpekte DI değeri 0,4 ve diğerlerinde 0,4’ün altında, GRIII’de 4 köpekte 0,4’ün altındaydı. Postoperatif Norberg Açısı (NA) değeri GRI’de tüm, GRII’de sağ 5 ve sol 4, GRIII’te sağ 4 ve sol 5 köpekte 105°’nin üzerindeydi. Federation Cynologique Internationale (FCI) skorlandırmasında preoperatif 14 köpekte “C” 4 köpekte “B” iken, postoperatif 12 köpekte “A” 6 köpekte “B” sınıfı olarak saptandı. Preoperatif sağ kalça eklemi Barlow testi bulguları için gruplar arasında farklılık vardı (p=0,025). DI ve sağ ile sol kalça eklemlerinin NA değerleri için tüm gruplarda ölçüm zamanları yönünden fark anlamlıydı (p<0,05). IL-1β için grup içi karşılaştırılmada sadece GRI’de (p=0,001); MMP-3 için GRI ve GRIII’te anlamlı fark görüldü (p=0,000). Histolojik olarak operasyon bölgesinde tüm gruplarda kıkırdak ve bağ dokusu oluşumu saptandı. GRII’de bağ doku ve kollajen iplikler yoğundu. Sonuç olarak, yavru köpeklerde yapılan JPS’nin kalça displazisinin ilerleyici klinik, ortopedik ve radyolojik bulgularını önlediği; IL-1β, MMP-3 düzeyleri ile histolojik bulgular temelinde JPS için yöntem olarak kriyocerrahinin daha olumlu bulgular sunduğu görülmektedir.