1983 Cilt 4 Sayı 1

Permanent URI for this collection

Browse

Recent Submissions

Now showing 1 - 16 of 16
  • ItemOpen Access
    Türk ticaret bankacılığında ölçek ekonomileri
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Ekren, Nazım; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Ülkemizde, banka faaliyetleri çeşitli yasalarda öngörülen ve ilgili kontrol makamların kararı ile konan kısıtlamalara tabi bulunmaktadır. Bankacılık sektörüne girişlerin ve pazar payını büyütme olanaklarının sınırlandırılmasına ve söz konum sektörde girdi ve çıktı fiyatlarının marjinal bankaların faaliyette bulunmalarına olanak sağlayacak düzeyde belirlenmesine yol açan bu tip müdahaleler, bazı bankaların büyümelerinin nedeni olmuştur. Büyüyen bankalar, faaliyet birimlerini genişleterek, hizmet türlerini değiştirerek, teknik yenilikleri uygulayarak yada dış çevrelerindeki değişikliklerden daha uygun şartlarda yararlanma imkanı elde ederek maliyetlerini düşürebilmekte veya üre tim verimliliğini yükseltebilmektedir. Böylece, değişik faktörlerin etkisiyle bankaların kaynak yapılan farklı biçimde şekillenmekte ve dolayısıyla farklı kaynak yapılan farklı maliyet yapılarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu şekilde bir maliyet avantajı sağlayan banka veya bankalar, ticaret bankacılığı sektöründe bir çok konuda belirleyicilik gücünü elinde tutabilmektedir. Çalışmamızın amacı, Türk ticaret bankacılığında ölçek ekonomilerinin varlığını veya yokluğunu, varsa bundan bütün bankaların mı yoksa birkaç bankanın mı yararlandığını ortaya koymaktır. Bu nedenle, ekonometrik inceleme önce tüm ticaret bankaları için daha sonrada çeşitli banka gruplan için yapılmıştır. İncelemenin kapsamı iki açıdan sınırlandırılmıştır. Bankalar açısından, İncelememizde, özel yasalarla kurulmuş bankalardan, ticaret bankacılığı ile ilgili faaliyetlerinin diğerlerine göre daha büyük bir ağırlığa sahip olduğu göz önünde tutularak, T.C. Ziraat Bankası, T. öğretmenler Bankası ve. Vakıflar Bankası ile tüm yabancı bankalar ve mahalli ve diğer ulusal bankaların ticaret bankası olduğu kabul edilmiştir. Diğer bir ifadeyle, T.C. Merkez Bankası, yatırım bankaları ve yukarıda belirtilen üçü hariç , özel yasalarla kurulmuş bankalar inceleme kapsamına alınmamıştır. İkincisi, zaman bakımından. İnceleme kapsamına alınan bankaların , T. Bankalar Birliği tarafından yayınlanan, 1970-80 yıllarına ait bilgileri kullanılmıştır. Çalışmamız iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, önce ölçek ekonomilerinin, mikroekonomik teori açısından, üretim ve maliyet üzerindeki etkileri tartışılmış daha sonra ise sorunun bankacılık sektörü açısından genel görünümü ortaya konulmuştur
  • ItemOpen Access
    Endüstrileşme ve planlama
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Öztürk, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Endüstrileşme bir zorunluluk olarak her düzeyde planlamayı getirmiştir. Endüstrileşme ve kentleşme süreci ile çok akından ilişkili olan planlama, toplum üzerinde faydalı ve akılcı sosyal bir kontrol aracı olmuştur da denilebilir. Planlama düşüncesi farklı çeşitli durumlara; ulusal, bölgesel, kentsel veya herhangi bir endüstride üretim sürecinin planlanması gibi uygulanmıştır. Endüstrileşme ile gelişen batı ekonomileri içinde bulunduğu sorunlar nedeni ile günden güne planlamaya doğru sürüklendiği söylenebilir. Şöyle ki, dün olduğu gibi bugün dahi, gelişmekte olan ülkeler değişen oranda, ekonomik, politik ve sosyal yönde birçok sorunlara sahiptirler . Endüstrileşmiş ülkelerin karşılaştıkları en önemli sorunun ise üretim bunalımından gelen enflasyon ve işsizlik olduğu söylenebilir. Endüstrileşmiş batı ekonomilerinde düzensiz piyasa mekanizması makro ekonomik kararlılığı sağlayıcı yönde işlemediği 1930'lu yıllardan beri görülmektedir. Biliyoruz ki, 1930 dünya buhranında, çoğu endüstrileşmiş batı ekonomilerinde endüstriyel üretim % 20-30 arasında azalma gösterdiği gibi milyonlarca kişi işsiz kalmıştır. Yine 197 4-75'lerde petrol krizinin yarattığı bunalım ile söz konusu ülkelerde endüstriyel üretimde dikkate değer bir azalış olurken yüzbinlerce kişi işsiz kalmıştır . Ayrıca 1982 yılının sonlarına doğru üretim, gelir ve dolayısı ile istihdamda konjoktürel bir devreye girilmiş , A.B.D., İngiltere, Batı Almanya, Hollanda da işsizlik oranı % 8 - % 13 oranında olmuştur. Türkiye'de ise bu oran aynı yıl için % 18, 19'dur.
  • ItemOpen Access
    Gelir belirlenmesinin basit matematiği
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Samuelson, Paul A.; Ertaş, Sacit; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Konjonktür dalgalanmaları ile ilgilenen ileri düzeydeki öğrenciler, çok çeşitli tipteki "gelir çoğaltanlarını ( çarpanları)" hesaplamada profesyonel hale gelmelerini büyük ölçüde Profesör Hansen'in ve yardımcılarının katkılarına borçludur. Gerçekte konu son zamanlarda bir kara sanat haline gelmiştir. Kara, çünkü konuyla ilgili olmayanlar için bu teknik kavram, muhakkak ki muzır olmuş bile mistik görünmektedir; sanat, çünkü bununla çok yakından ilgili olanlar dahi belirli bir çoğaltan formülünün gerektirdiği tüm karmaşık terimleri hatırlamada oldukça büyük güçlüklerle karşılaşmaktadırlar. Gelir belirlenmesi ile ilgili aşırı ölçüdeki basitleştirici varsayımları düşürdüğümüzde ve iktisadi politika veya gerçek hayata ilişkin çok çeşitli soruları yanıt aramaya başladığımızda, bu karmaşıklığın gerçekten konu içinde saklı bulunduğu görülecektir. Fakat sorun sadece bu kadarla da kalmamaktadır. Hoca veya öğrenci ısından bakıldığında , konudaki' güçlüğün büyük bir bölümü çoğaltan ifadelerinin ortaya çıkmasına neden olan denge şartları üzerine konsantre olmak yerine "çoğaltanları" çıkarma işi ile uğraşmaktan kaynaklanmaktadır. Mantıki olarak geliri belirleyen ilişkiler, denge gelirinin değişme şeklini tasvir etmeden daha önce gelmektedir. Keza bunları hatırlamak ve çok dar ve katı varsayımlar yapmaksızın ele almak daha kolaydır. Ayrıca, bunlar belirli herhangi bir problem için uygun çoğaltanın kolay bir şekilde çıkarılmasına olanak sağlamaktadır. Buradaki tartışma salt açıklama niteliği taşımakta ve ileri düzeydeki literatür de tamamen konu dışı bırakılan problemleri ele almaktadır. Analiz çok basit bir matematiksel dil kullanarak (1) "tasarruf ve yatırım"ın geliri belirlediği en basit Keynesgil modeli, (2) devlet harcamalarının ve vergilerin bu tabloya nasıl girdiğini, ( 3) uluslararası ticaretin rolünü, ve ( 4) şirketlerin ve bunların tasarruflarının nasıl ele alınabileceğini göstermeye çalışmaktadır.
  • ItemOpen Access
    Ekonometrik modeller
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Ertaş, Sacit; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Saınuelson, Koopmans ve Stone (1954) ekonometriyi "gerçek ekonomik fenomenlerin, uygun karar alma metotları ile aralarında bağıntı kurularak, birlikte geliştirilen teori ve gözlemlere dayalı nicel analizi" olarak tanımlamaktadır. Bu tanımın da açıkça işaret ettiği gibi herhangi bir ekonometrik çalışmada üç temel öğe - teori, gerçekler ve istatistiki karar alma (sonuç çıkarma}- bulunmaktadır. Bu temel öğelere dayanan ekonometrik yaklaşım Şekil 1'de özetlenmektedir Herhangi bir ekonometrik çalışmanın temel öğelerinden biri olan teorinin kullanılabilir bir kalıp içinde geliştirilmesi gerekmektedir. Ekonometrinin amaçlan açısından en kullanılabilir kalıp, şekil de gösterildiği gibi, model ve özellikle ekonometrik model olmaktadır. Model -incelenmekte olan iktisadi fenomen için geçerli teoriyi özetlemektedir.
  • ItemOpen Access
    Karar vermede duyarlılık analizleri
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Rappaport, Alfred; Esen, Serdar A.; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Çağdaş yönetici çok ender olarak belirsizlik koşullarından bağımsızdır . Günümüzün değişen toplumunda belirsizlik hemen herkesin kabul ettiği bir gerçek olmuştur. Bir karar vericiden beklenen, belirsizliğin yarattığı güçlüklere karşın , içinde bulunduğu organizasyonu amaçlarına ulaştırmaktır. Belirsizlikle ilgili sorunların çoğu " ... ise ... ne olur?" biçimindedir. örneğin; i) Eğer en büyük rakibimiz, yeni mamul "x" i bizden altı ay önce şartıyla pazarlarsa ne olur? ü ç ay önce pazarlarsa ne olur? Bir ay önce pazarlarsa ne olur? - ii) Planladığımız gelişime programını bir yıl ertelersek ne olur? Altı ay ertelersek ne olur? iii) Başka bir le meye yaptığımız birle e önerisine hükümet tarafın an izin verilmezse ne olur? Yukarıda örneklerini erdiğimiz " ... ise ... ne olur? " türü sorular duyarlılık analizlerine bir giriş olarak düşünülebilir. Matematiksel an amı a duyarlılık analizleri, parametre değerlerindeki muhtemel değişikliklerin veya hataların , modelin çıktılarını nasıl etkilediğini belirlemek amacıyla yapılan çalışmalardır. Uygulamada kullanılan daha ge iş anlamıyla ise, duyarlılık analizleri: Bir analizin sonuçlarında, analizde kullanılan parametre değerlerindeki değişiklikler ya da hatalar nedeniyle oluşacak farklılıkların belirlenmesi çalışmasıdır. Bu alışmanın asılma , duyarlılık analizlerinin yönetimde karar verme temelinin getirilmesine nasıl önemli katkı ar yapabileceğini göstermektir. Duyarlılık analizlerinin ilk evi , riskin daha iyi biçimde anlaşılmasını kolaylaştırmaktır.
  • ItemOpen Access
    Çalışma grubunun analizi
    (Uludağ Üniversitesi, 1985) Le Maitour, Louis - Marie; Sabuncuoğlu, Zeyyat; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Sosyal psikolojide, "küçük grup", "sınırlı grup" ya da " basit grup" kavramı "geniş grup" kavramının karşıtı olarak kullanılır. Bizi burada yakından ilgilendiren "küçük grup" kavramı, birbiriyle ilişkisi olan algılama olanağına sahip, bir grup üyesi, olarak aynı amacı taşıyan ve birbirini etkileyen birden çok bireyin oluşturduğu bir olgudur. Bu kavramın geleneksel tanımı şöyle yapılabilir: "Grup, birbirinden bağımsız ve ortak amaçlar taşıyan bireylerin bir araya gelmesidir". Uygulamada, küçük grup en çok on beş kişiyi kapsar, ancak bu sınır kesin değildir. Küçük grupların analizi, Moreno, Lewin ve Bavelas ın çalışmaları ile geliştirilmiştir. 1. Moreno, grup içinde kendiliğinden oluşan ve doğal ilişkileri konu alan sosyometri tekniğini geliştirmiştir. Tyrol'de, Birinci Dünya Savaşı sırasında göçmen kampının yönetimini yüklenen Moreno, bu kişiler üzerinde yaptığı gözlemlerden bu sonuca varmıştır: Bir biçimsel plan doğrultusunda bireyleri gruplara ayırmak yerine kendi tercihlerine göre gruplandırmaya gitmelerini sağlamak bu kişileri psikolojik bir rahatlığa sürüklemektedir. Birinci Dünya Savaşının bitiminde A.B.D. 'ne dönen Moreno, küçük gruplar üzerinde örneğin , okul ve ıslahevi gibi yerlerde böyle bir tekniğin uygulanabilirliğine dikkat çekmiştir. Daha sonra bu tekniği geliştirerek "sosyometrik test" şekline dönüştürmüştür. Sosyometrik test, grup üyelerine sistematik bir dizi soru yönelterek her bireyin diğer grup üyeleri haklarında sempati, antipati ve ilgisiz kalma gibi duygusal yaklaşımlarını araştırmayı amaçlar. Bu test uygulamasında soruların sınırları geniş tutulabilir. Bireyler bu sorulara bağlı kalmaksızın görüşlerini belirtebilirler.
  • ItemOpen Access
    Pay senedi değerlemesi
    (Uludağ Üniversitesi, 1985) Ceylan, Ali; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Bilindiği gibi sermaye piyasasında en önemli iki araç pay senedi ve tahvildir. Yatırımcı açısından tahvil pay senedine göre daha az risk taşımaktadır. İşletme yıl sonunda kar elde etsin veya etmesin tahvil sahipleri faiz geliri alacaklardır. Oysa işletmenin kar elde etmemesi veya karını dağıtmaması durumlarında pay senedi sahipleri gelir elde edemeyeceklerdir. Başka bir deyişle , pay senedine yatırım yapanlar tahvile yatırım yapanlara göre daha fazla risk yüklenmektedirler. Bu nedenle istedikleri getiri de riskleriyle orantılı olarak yüksek olacaktır. Çünkü herhangi bir yatırımda risk arttığında getiride artar. Pay senedinin taşıdığı risk nedeniyle, tahvile göre değerlendirilmesi dikkatle yapılmalıdır. Ancak pay senetlerinin değerlendirilmesi oldukça karmaşıktır. Bu konuda birçok farklı görüş ileri görülmüştür. Pay senedi değerlemesinde birinci zorluk, gelirlerin - kar paylarının - tahmininde ortaya çıkar. Çünkü pay senetleri için kür payı tahvilinin faiz oranı gibi belirli değildir. Bu nedenle pay senedinin fiyatını saptamak oldukça zordur. Pay senedinin fiyatının tespit edilememesi yatırım yapılıp yapılmaması konusunda karar verilmesini etkileri öte yandan kar payının tahvil faiz oranı gibi sabit olmaması, artıp azalabilmesi, pay senedi derlemede standart anüite formüllerinin uygulanmasını engellemektedir. Pay senedine yatırım yapan kişiler, genellikle değerlendirme yöntemleri konuşup da bilgisizdirler. Pay senedine yatırım yapan ki , arkadaşının , bankasının, bankerinin, bir gazete veya dergi makalesinin etkisinde kalarak yatırım için girişimde bulunur. Sermaye piyasasının gelişmiş olduğu ülkelerde bu konuda çalışan danışmanların hizmetlerinden yararlanılmaktadır . Örneğin , A.B.D. de bu amaçla çıkarılmış Yatırım Danışmanları Yasası" vardır. İngiltere de Financial Times, 621 işletmenin pay senedi fiyatlarını sürekli olarak vermektedir. Sermaye piyasasının gelişmiş olduğu ülkelerde bile, pay senedi değerlemesinde farklı sonuçlar elde edilmektedir. Bunun nedeni kullanılan yöntemler değil, kullanılanabilen farklıdır. Öte yandan Türkiye'de sermaye piyasası gelişmekte olduğundan sermaye piyasasıyla ilgili hizmetler ve bilgiler çok yetersizdir. Bu çalışmanın amacı, pay senedi değerlemesinde rol oynayan etmenler üzerinde bilgiler vermektir.
  • ItemOpen Access
    Reklamcılığın gelişme potansiyeli ve sorunları
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Tokol, Tuncer; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Pazarlamanın temel ögesi olan reklama, malını veya hizmetini satmak isteyen her işletmenin mutlaka gereksinimi vardır . İşletmesini karlılığa götürmek isteyen bir yönetici için önemli olan reklam yapıp yapmamak değil , güç de olsa, ne tür reklamın ne miktar yapılması gerektiğine karar vermektir. işletmeler, çoğu kez, rekabet nedeniyle reklama başvururlar. Rekabet ortamı içinde reklamın karı arttırmada küçük de olsa bir şansa sahip olduğu söylenebilir. Ancak reklamdaki herhangi bir başarısızlığın satış veya kar kaybına neden olabileceği de unutulmamalıdır. Kan arttırma veya kaybı önleme gücü , büyük ölçüde, reklamın amaçlarını başarılı bir şekilde gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğine bağlıdır. Reklamdan beklenen amaç ; malın varlığı hakkında bilgi vermek, pazarın belirli bir bölümünde farkında olmayı yaratmak, malın kullanımı için kişileri eğitmek, malı deneme arzusu yaratmak ve nihayet mala karşı davranış geliştirmektir. Reklam yaratıcı teknikler kullanarak mala talep yaratmaya çalışan tek yönlü bir haberleşmedir. Teknik bir iştir. O nedenle işletmede reklam bağımsız olarak değil, reklam ajansları kanalıyla yürütülür. Reklam ajansları işletmelere sadece reklam kampanyasının planlanmasında değil , aynı zamanda tüm pazarlama programının hazırlanmasında danışmanlık hizmeti sağlar. Reklam ajanslarının temel görevi, işletme için hatırda kalıcı ve ikna edici etkili reklamlar yaratmaktır. Bu amaçla da reklam veren işletmelere aşağıdaki hizmetleri sunarlar İşletmenin mal veya hizmeti üzerinde çalışma, 2. Mal veya hizmetler için şimdiki ve gelecekteki pazarın yöre, olası satış miktarı, mevsim, ekonomik koşullar ve rekabet özelliğinin miktar olarak analizi, 3. Dağıtım ve satışa etki eden etkenlere ilişkin bilgi, 4. özellik, etki, fiziksel gereç, yayılma hızı ve maliyet gibi mevcut reklam araçları hakkında bilgi, 5. Reklam planının hazırlanması ve yürütülmesi, 6. İşletmenin satış örgütü ile işbirliğini gerçekleştirme. Bu makalede amacımız, reklamcılığın dünden bugüne geçirdiği aşamalara kısaca dinmek ve Türkiye'de reklamcılığın son 10 yılda gösterdiği gelişme potansiyelini ve sorunlarını ortaya koymaktır.
  • ItemOpen Access
    Osmanlı Devletinde dış borçlar sorunu
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Arslanoğlu, Mehmet; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Osmanlı Devleti'nin ilk dış borçlanması, Kırım Savaşı sürerken mali güçlükIerin doruğa çıktığı 1854 yılında gerçekleşmişti. Ne var ki, Osmanlı Devleti'nde dış borçlanma düşüncesinin filizlenmesi daha eski tarihlere· ve yine Kırım He ilgili bir nedene dayanmaktadır. 1783 yılında Rusya'nın Kırım'ı ele geçirmesinin bir Osmanlı Rus savaşını gündeme getirmesi mali olanaksızlıklar içindeki Osmanlı Devleti'ni kısa dönemli yeni kaynaklar aramaya yöneltmişti.1784 yılının Eylül ayında bu amaçla üst düzeye yapılan bir toplantıda, defter emini Hasan Efendi ile Süleyman Feyzi Efendi'nin sundukları raporlarda, Osmanlı devletinde ilk kez yabancı bir ülkeden borçlanma önerisi ortaya atıldı. Defter emini Hasan Efendi, borç alınabilecek ülkeler olarak, Fransa, İspanya ve Felemenk'i öneriyordu. Süleyman Feyzi Efendi ise raporunda, bu ülkenin müslüman olmasının gerektiğini vurgulayarak Fas'tan borçlanılabileceğini belirtiyordu. Nitekim Süleyman Feyzi Efendi'nin önerisi doğrultusunda, Fas'tan borç alabilmek için bazı girişimlerde bulunulmuştur. Daha sonraları, 1787-1792 savaşları döneminde de dış borç alma girişimleri olmuştur. Fas'tan borç alma umudu sürerken, öte yandan bir başka müslüman ülke olan Cezayir'den de 1788 yılında bir milyon kuruş borç istenmiştir. Ne var ki bu girişimlerden başarılı bir sonuç elde edilememiştir Fas ve Cezayir'den borç alma girişimlerinden başarı sağlanamayınca, 1789 yılında bu kez Felemenk ve İspanya'dan borç alma yolları aranmıştı.
  • ItemOpen Access
    Cumhuriyet idaresinin dervraldığı ekonominin genel durumu
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Acar, Yalçın; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Modern Türkiye'nin tarihi Cumhuriyetin ilanı ile başlar . Yeni Türk Devleti çok zor koşullar altında kurulmuştur. Birinci Dünya Savaşı 1918 yılında sona erdiği halde, Türkiye, 24 Temmuz 1923'de imzalanan Lozan Antlaşmasına kadar beş yıl daha Bağımsızlık Savaşına devam etmek zorunda kalmıştır. Eğer, Birinci Dünya Savaşı (1914-18) öncesindeki Trablus (1911-12) ve Balkan (1912-13) savaşları da dikkate alınırsa, 1911 den 1923'e kadar peşpeşe gelen bu savaşların tahribatını tahmin etmek zor değildir. Osmanlı döneminden devralınan borçların tasviyesi için kurulan Düyunu Umumiye, demir ve denizyollarına el atmış yabancı şirketler, ithal mallarını koruyan bir gümrük rejimi ve yıllarca süren savaşların meydana getirdiği tahribat Cumhuriyet İdaresinin devraldığı ekonominin ilk anda göze çarpan özellikleridir. 1923'den günümüze yarım yüzyıldan fazla zaman geçmiştir. Bugün ulaştığımız yeri iyi değerlendirebilmek için nereden başladığımızı bilmekte yarar vardı . Aksi halde katedilen mesafeyi ölçmek mümkün değildir. Bu itibarla, aşağıdaki bölümlerde, mevcut bilgiler dahilinde, Cumhuriyetin kurulduğu yıllardaki ekonomimizin durumu gözden geçirilmeye çalışılacaktır.
  • ItemOpen Access
    Otokontrol vergi güvenlik müessesesi olarak "Hayat standardı esası"
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Palamut, Mehmet E.; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Vergicilik yönünden içinde yaşadığımız çağın temel özelliği, bugün vergileme işlemlerinin hemen hemen tamamına yakın bir kısmının , mükelleflerin verdiği bilgilere dayandırılıp tarh edilmesidir. Çünkü vergi, ödeme gücü bulunanlardan, onların bu "güç"leriyle orantılı, karşılıksız, zorunlu ve nihai şekilde alınan bir kamu gelir kaynağıdır . Bir kamu kaynağı olması hasebiyledir ki, ödeme gücü bulunanların vergi ödemeleri, hem bir yükümlülük ve hem de bir yurttaşlık ödevidir. Bu konuda, Anayasamızın "Vergi ödevi" başlığını taşıyan hükmü aynen şöyledir: "Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür." "Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı , maliye politikasının sosyal amacıdır " .' Yukarıdaki madde hükmünde de açıkça görüldüğü gibi, yalnızca "kamu giderlerini karşılamak üzere" alınmayıp, kendisine sosyal muhtevalı birtakım "amaç"ların da gerçekleştirilmesi fonksiyonları verilen verginin, "adaletli ve dengeli dağılımı" esastır . Hiç kuşkusuz, Anayasanın öngördüğü bu esasın işlerliği ise, herkesin "mali gücüne göre" üstlenmesi icabeden "yükümlülük " ten geçer. Hal böyleyken , bir kişinin mali gücünü belirleyen elemanları (gelir, servet ve harcama) en iyi bilen , o güce sahip olan kişinin yine bizzat kendisidir. Söz konusu gücün, idare tarafından gerçeğe yakın bir şekilde bilinmesine ve tespitine, çok kere, imkan yoktur. Mesela, mükellef B'nin 1982 takvim yılında ne kadar gelir elde ettiğini ve aynı malik olduğu servetin serbest piyasa fiyatı ile hangi değere baliğ olacağını , yine ancak B bilir. Onun için, vergi ödeme güçlerini bu güce sahip yükümlüler tarafından düzenlenecek ve idareye bildirilecek bir beyannameyle yakalanmaya çalışılması esastır . Burada belirtmenizde yarar var ki , her ne kadar idarenin B'nin mali gücünü tam olarak yakalama konusunda ehliyet ve yetkisi bulunmaktaysa da, bu, vergi ilkesi ve tekniği açısından pek tutarlı olmayıp; üstelik, tercih edilecek bir yol da değildir . Zira, bazı objektif kıstaslardan hareketle tarh edilecek verginin mükellefin beyanına dayandırılması usulünün, bir taraftan verginin tasarruf ilkesini harekete geçirerek devletin gelirlerinde bir artışa sebep olma, diğer taraftan da, idare ile mükellefler arasındaki anlaşmazlık ve uzlaşmazlıkları ortadan tamamen kaldırma gibi olumlu yönleri vardır.
  • ItemOpen Access
    Yönetim ve para politikasıyla ilgili ticari bankaların işlevlerini birleştirici bir model
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Alhadeff, David A.; Alhadeff, Charlotte P.; Parasız, M. İlker; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Banka sorunları geleneksel olarak hem bankanın iç yönetimi hem de para teorisi ve politikası başlıkları altında tartışılmaktadır. İlki , banka fonlarının tahsisi ve bankanın maliyet ve kazançlarıyla ilgilidir. İkincisi ise özellikle banka ödünçlerinin ve yatırım işlemlerinin para arzı üzerindeki etkileri üzerinde durmaktadır. Her iki yaklaşımda değişik kaynaklarda incelenmiştir ve yeniden tekrarına gerek yoktur. "Bu makaledeki amacımız , yukarıda adı geçen iki yaklaşımın sonuçlarını sistematik olarak birleştiren bir model ortaya koyarak bu alandaki boşluğu doldurmaktır. Bu iki yaklaşım bir yandan bankayla öncelikle bir işletme olarak ilgilenenler le, öte yandan banka işlemlerinin para arzını dolayısıyla toplam ekonomik faaliyetlerin seviyesini ve çeşidin etkilemesini ön plana alanın olaya bakış farklılıklarını yansıtmaktadır. Kişisel banka işlemlerinin sonuçları, bankanın kar ve zarar durumuyla özetlenmektedir. Banka işlemlerinin para arzı üzerindeki etkileri; bankanın bilançosunda özellikle likit karşılıklarla mevduatlar arasındaki ilişkiyle belirlenmektedir. Bu modelin amacı sistematik olarak ticari banka işlemlerinin durumunu, gelir ve bilanço durumunu aynı anda ele almaktır. Dolayısıyla, bu makalede sunulan model alternatif banka politikalarının (ödünç verme, yatırım, farklı krediler, vadeli mevduatının faiz oranlarının artırılması veya azaltılması, tüm maliyetlerini karşıla yamayan marjinal işletmelerin reddi, fazla rezerv tutmanın arzu edilirliği vb. gibi) incelenmesinde faydalı bir araçtır. Ek olarak, model kişisel bankanın karşılık taleplerinde bir değişme, içsel ve dışsal gelir ve gider akımları, merkez bankasının açık piyasa alemleri , cari. veya gelecekteki faiz değişmeleri gibi bir dizi dışsal faktörlerin etkilerini incelemekte de kullanıIabilir.
  • ItemOpen Access
    Paranın yansızlığı ve patinkin sistemi
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Parasız, M. İlker; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Ünlü neo-klasik dikotominin üç bileşiği vardır: Walras Kanunu, homojenlik postülası ve Say Kanunu. Aslında Say Kanunuyla homojenlik pastülası aynı konunun farklı biçimde ifadesinden· başka birşey değildir . O halde dikotomi aşıdaki şekiller altında incelenebilir. - Brüt Dikotmi: Walras Kanunu + Homojenlik Postülası - Değiştirilmiş Dikotomi: Walras Kanunu. Patinkin'in en büyük katkılarından birisi, Walrasgil dikotomiyi kabul ederken Say özdeşliğini ve homojenlik postillasını terketmesidir. Patinkin, öncelikle miktar kuramının Walras ve Cambridge tipi yorumunu ele almaktadır. Çünkü, ·bu yaklaşımlar para miktarıyla fiyatların belirlenmesine reel balansları katmaktadır. Genellikle, ekonomik birimlerin öngörülen muamelat hacminin (T), belli bir oranını (K), reel para balansları şeklinde tuttuğu kabul edilir. Diter bir ifadeyle, reel balans talebi KT'ye eşittir. P, mübadele edilen mallarla fiyatlarını gösterdiğinde, nominal balans talebi KPI'klinde ifade edilebilir. Bu para talebiyle, para arzı (M) eşitlenirse , ünlü Cambridge denklemi: M= KPI' elde edilir. Fisher'in yorumunda, K 'nın yerini bunun tersi olan paranın dolaşım hızı V almaktadır. Buradan, gene ünlü mübadele denklemine ulaşılmaktadır: MV = PT Bu denklemler, neo-klasiklerin miktar kuramını dayandırdıkları temelleri oluşturur. Patinkin'e göre bu kuramın en geliştirilmiş şekli aşıdaki üç teze indirgenebilir. - Para miktarındaki bir artış, para balansları seviyesiyle harcamalar arasındaki optimal ilişkiyi değiştirir. - Bu değişme harcama hacminde bir artış yaratır. Bir "reel balans" etkisi ortaya çıkar. - Harcamalardaki artış, fiyat seviyesi üzerinde para miktarıyla aynı oranda artacak şekilde bir baskı yaratır.
  • ItemOpen Access
    Uluslararası faktör hareketleri teoremleri ışıgında aet'de işçilerimizin serbest dolaşımı ve sanayi yapımızın geleceği
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) İyibozkurt, M. Erol; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    İkinci dünya savaşının etkileri Avrupa'da kaybolmaya başladığı 1950'li yılların sonlarında, birçok ülke atıl sermaye fazlalarını harekete geçirecek emek arıyordu. Bu durum özellikle Batı Almanya'da kendisini göstermekte idi. O günlerde Batı Almanya kalifiye emek ihtiyacının büyük bir kısmını Batı Almanya'dan karşılıyordu. 1961 yılına gelindiğinde Doğu Almanya batıya göçü kesin önlemlerle engellemeye yönelmiş ve Berlin duvarı yapılmıştı. öte yandan, Batı Almanya'nın emek arzının diğer bazı nedenlerle daralması bu yıllara rastlar. Okul terketme yaşının iki katma, askerlik hizmet süresinin de on ikiden on sekiz aya çıkarılması; sendikaların çalışma saatlerini azaltma, daha uzun tatil yapma, daha erken emekli olma isteklerinin kabulü bu yıllarda olmuştur. Böylece Batı Almanya'nın yabancı emek talebi artmış; İtalya, İspanya, Yugoslavya, Yunanistan, Portekiz ve Türkiye'den işçi akımı başlamıştı. ülkemizde zaten nüfus artışı yüksek, açık ve gizli işsizlik olduğundan işgücü fazlası mevcuttu. Batı Almanya'da ücretlerde ülkemize göre yüksekti. İşçilerimize bu nedenle Batı Almanya'ya gitmek çekici geliyordu. Diğer taraftan, Türkiye sanayilere örnek istiyordu; işgücü azalışı sanayileşmeyi teşvik edebilirdi. Ayrıca ülkenin döviz ihtiyacının bir bölümü de bu şekilde karşılanabilecekti. Belki giden işgücü bilgi, görgü· ve tecrübesini de artırarak, öğrendiği teknolojiyi de ülkeye getirebilirdi. Bu nedenle işçilerin gitme istekleri genelde teşvik edildi. Türk işçilerinin yurt dışına çıkışları işte bu koşullarda başladı. Gidenlerin % 80'i Batı Almanya'ya gitmişti.
  • ItemOpen Access
    Enflasyon dönemlerindekı paracı politikalarda ücretlerin fıyatlara göre endekslenmesi gereği
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) İyibozkurt, M. Erol; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Ülkemizdeki 24 Ocak 1980"e kadarki fiyat yükselmeleri incelendiğinde, fiyat yükselmelerindeki en önemli etkenin uygulanan structuralist (yapısalcı) politikalar olduğu görülür. Bu görüşe göre; enflasyon, yapısal dar boğazların sonucudur. Yapısal darboğazlar ise büyüme için gerekli ithalat, hammadde ve kıt sermayeden kaynaklanır. Ekonomik büyüme ancak enflasyonla birlikte gerçekleştirilebilir. Bu nedenle enflasyonu önlemek birinci amaç değildir; birinci amaç ekonomik gelişmeyi sağlamaktır. Açık bütçe politikası ve para arzının arttırılması ile enflasyon oluşur. Enflasyon sonucunda emek dışındaki faktör fiyatları (cebri tasarruflar yoluyla) reel olarak artar; reel ücret oranı düşer. Ekonomide sermaye birikimi artar. Ekonomik büyüme başlar ve toplam talebin artması ayrıca reel ücretin düşük tutulmasıyla da işsizliğin azalması beklenir. Fiyat hareketlerinin durması, yatırımları iten gücün ortadan kaldırılması ekonomik gelişmenin durması demektir.
  • ItemOpen Access
    Osmanlı toprak düzeni ve bu düzenin kökeni
    (Uludağ Üniversitesi, 1983) Dinler, Zeynel; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
    Anadolu Selçuklularının uç beyi durumunda ,olan Osmanoğullarının dünyanın sayılı imparatorluklarından biri haline gelmesinde, kuşkusuz uyguladıkları toprak düzenin büyük katkısı olmuştur. Bu çalışmada, zamanla bozularak Osmanlı İmparatorlu ile birlikte tarihe karışmasına karşın, günümüz Türkiye'sinin toprak insan ilişkilerinde iz bırakan bu toprak düzeninin kökeninin araştırılmasına ve özellikle Osmanlıların kuruluş ve gelişme dönemlerinde uygulanan şeklinin ortaya konulmasına çalışılmaktadır. H.A. Gibbons, 1916 yılında yayınlanan Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuruluşu adlı eserinde, Osman Gazi'nin dört yüz savaşçıya sahip çobanlıkla geçinen küçük bir kabilenin reisiyken, kısa zamanda büyük bir imparatorluk haline geldiğini belirtir. Gibbons'un Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşu hakkındaki tartışılır tezi, batılı yazarlarca fazla irdelenmeden kabul edilmekle birlikte, tarihçilerimi tarafından şiddetle eleştirilmiştir öte yandan, Osmanlı toplum ve toprak düzeni üzerinde çalışan yazarlarımızın görüşleri, üç grup altında toplanabilir.