2012 Cilt 38 Sayı 1

Permanent URI for this collection

Browse

Recent Submissions

Now showing 1 - 10 of 10
  • ItemOpen Access
    ADAMTS ailesi ve anti-anjiogenetik ADAMTS1
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-12-21) Sunay, Fatma Bahar; Türkoğlu, Sümeyye Aydoğan; Koçkar, Feray
    ADAMTS’ler (A Disintegrin and Metalloproteinase with Thrombospondin motifs) hem memelilerde hem de omurgasızlarda bulunan bir ekstrasellular proteaz ailesidir. ADAMTS ailesinin üyeleri, ADAM (A Disintegrin And Metalloproteinase) ailesi üyelerinden, çok sayıda kopyası bulunan thrombospondin 1 benzeri tekrarlar ile ayrılır. ADAMTS proteazlar agrekan, versikan ve brevikanı parçalama, prokollejenin ve von willebrand faktör işlenmesinde görev alır. Bağ doku organizasyonu, koagülasyon, inflamasyon, artrit, anjiyogenez ve hücre göçü gibi pek çok önemli role sahip olduğu gösterilmiştir. ADAMTS’ler modular organizasyon, protein sekansı, gen sekansı ve substrat tercihinin korunmuşluğu ile gruplandırılırlar. ADAMTS1 ilk kez 1997 yılında kaşeksik kolon kanseri modelinde yüksek oranda ifade edilen bir gen olarak gösterilmiştir. Hem agrekanaz hemde anti-anjiyogenetik aktivitesi bulunan ADAMTS1’in çoğu patofizyolojik koşulda regülasyonunun bozulduğu bilinmektedir. Çok sayıdaki araştırmacı pek çok kanser tipinde ADAMTS1 ifade edilmesindeki düzenlenmenin bozulduğunu göstermiştir. Bu makalede ADAMTS ailesi ve ailenin ilk üyesi olan ADAMTS1’in kanserdeki rolünün nasıl aydınlatıldığı ve transkrispiyonel regülasyonu hakkında son bilgiler sunulacaktır.
  • ItemOpen Access
    Arteria obturatoria’nın nadir çıkışlı ve unilateral varyasyonu: bir kadavra çalışması
    (Uludağ Üniversitesi, 2012-02-14) Kaçar, Dündar; Bulut, Çağatay; Olgu bildirimi
    Arteria obturatoria, arteria iliaca interna’nın ön veya iç yüzünden ayrılır. Pelvis’in yan duvarında öne ve aşağı doğru uzanarak canalis obturatorius’a girer. Formalin ile fikse edilmiş beyaz, erişkin bir kadın kadavrada pelvis bölgesi iç yüzünün diseksiyonu sırasında sol taraf arteria iliaca interna’nın dalları arasında arteria obturatoria’nın bulunmadığını tespit ettik. Canalis obturatorius bölgesi dikkatlice incelendiğinde yukarı kısımdan aşağı, kanala doğru giden ve digital kumpas ölçüm değeri 3.79 mm çaplı bir arter gözlemledik. Bu tespit ettiğimiz damarın ligamentum inguinale hizasının hemen üst kısmında arteria iliaca externa’ya ait olan 14.24 mm uzunluğunda, 4.17 mm çapında bir kütükten ayrılan arteria obturatoria olduğunu belirledik. Bu arteria obturatoria’nın nadir görülen bir varyasyonudur. Klinik açıdan bu tip varyasyonlar bu sahanın tanısal amaçlı anjiografik uygulamaları ve tedavi edici cerrahi operasyonlarında hayati önem taşır. Ayrıca bu tip varyasyonların bilinmesi ilgili sahanın operasyonlarında beklenmedik cerrahi komplikasyonları da en aza indirmesi açısından da önemlidir.
  • ItemOpen Access
    Sella tursika yerleşimli matür teratom olgusu
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-12-21) Özgün, Gonca; Tolunay, Şahsine; Aytaç, Berna; Yılmazlar, Selçuk; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nöroşirürji Anabilim Dalı.
    28 yaşında, boy kısalığı, gelişme geriliği olan ve görme problemleri ile başvuran kadın hastada, sella tursikayı tümüyle dolduran ve parasellar bölgeye uzanım gösteren kitle lezyonu saptandı. Sağ orbitozigomatik kraniotomi ile rezeksiyonu yapılan lezyonun histopatolojik tanısı matür teratom olarak raporlandı. Teratomlar, sella tursikada görülmesi beklenmeyen tümörlendendir. Sella tursika lokalizasyonunda matür teratom oldukça nadir görülür.
  • ItemOpen Access
    Göğüs fizyoterapisi ve aerobik egzersiz eğitimi programı uygulanan kistik fibrozisli çocukların tedavi öncesi ve sonrası hemodinamik yanıtlarının karşılaştırılması
    (Uludağ Üniversitesi, 2012-01-31) Elbasan, Bülent; Türkmen, Ayşe Nur Tunalı; Arıkan, Hülya; Düzgün, İrem; Özçelik, Hayriye Uğur
    Bu çalışma göğüs fizyoterapisi ve aerobik egzersiz eğitimi uygulanan kistik fibrozisli çocukların hemodinamik yanıtlarını değerlendirmek amacıyla planlandı. Çalışmaya toplam 16 olgu dâhil edildi ve olgular, yaşları 5-14 yıl arasında değişen, kistik fibrosis teşhisi konmuş ve Shwachman klinik skorları ve Crispin ve Norman radyolojik skorlarına göre orta ve hafif şiddetteki hastalardı. Olgulara 6 hafta süre ile haftada 3 gün olmak kaydı ile aktif solunum teknikleri döngüsü ve koşu bandında egzersiz eğitimi uygulandı. Tedavi öncesi ve tedavi sonrası, solunum fonksiyon testleri, oksijen saturasyon değerleri, göğüs çevre ölçümleri, kardiyovasküler enduransları, kalp hızı ve kan basıncı değerleri değerlendirildi. Tedavi sonunda yapılan değerlendirmelerde solunum fonksiyon testi parametrelerinden % VC ve % FEF 25-75’te artışlar görülürken % FEV 1, %FVC ve % PEF değerlerinde düşüşler görüldü (p<0.05). Oksijen saturasyon değerlerinde tedavi sonrası artış görüldü (p<0.05). Kalp hızı, kan basıcı ve hız-basınç çarpım değerlerinde düşüşler görüldü. Olguların göğüs çevre ölçümlerinde anlamlı artışlar görüldü (p<0.05). Kistik fibrozisli olgularda tutulan sistemlere yönelik uygulanan tıbbi yaklaşım ve medikasyonların yanı sıra, solunum egzersiz teknikleri ile birlikte uygulanan aerobik eğitimin, aerobik performansı arttırdığı, hemodinamik yanıtları ve solunum parametrelerini geliştirdiği görüşüne varıldı.
  • ItemOpen Access
    Prolaktinomalı olgularda medikal ve cerrahi tedavinin retrospektif karşılaştırılması
    (Uludağ Üniversitesi, 2012-01-05) Gül, Özen Öz; Cander, Soner; Ertürk, Erdinç; Ünal, Oğuz Kaan; Esen, İrfan; İmamoğlu, Şazi; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji Bilim Dalı.
    Prolaktinomalı hastaların tedavisi sıklıkla sadece medikal olmakla birlikte cerrahi tedavi veya nadiren radyoterapi de seçilmiş olgularda uygulanabilen tedavi şekillerindendir. Bölgesel bir referans merkezi olan kliniğimize başvuran prolaktinoma olgularının tedavi sonuçlarını retrospektif olarak değerlendirmeyi amaçladık. Değerlendirmeye alınan 170 olguya uygulanan tedavi şekilleri, başarı oranları ve uzun dönem sonuçları irdelendi. Olguların %37,6 sına cerrahi tedavi uygulanmış idi. Mikroadenomlu hastalarda operasyon oranı %8,8, makroadenomlarda ise bu oran %87,9 idi. Sadece medikal tedavi ile prolaktin seviyeleri %95,3 oranında kontrol altına alınırken, cerrahi tedavi sonrası bu oran %28,6 idi. Mikroadenomlu hastalarda cerrahi ile başarı oranı %66,7, makroadenomlularda ise bu oran %21,6 idi. Cerrahi tedavi sonrası kontrol altına alınamayan olgularda uygulanan medikal tedavi sonrası tedaviye yanıt oranı %95,6 idi. Prolaktinoma serimizin literatürde yayınlanan prolaktinoma serilerinden temel farklılıkları operasyon yüzdesinin yüksekliği ve operasyon ile elde edilen başarılı sonuç oranının düşüklüğüdür. Serimizde özellikle makroadenomu olan prolaktinomalı hastaların cerrahi tedavi yaklaşımı ile tedavi edildikleri saptandı. Bu bulgularla prolaktinomalı hastaların tedavisine bu konuda çalışan farklı branşlardaki uzmanların koordineli çalışmaları ile ortak karar vermeleri gerektiği ve günlük pratikte bu hastalarla karşılaşma olasılığı olan tüm hekimlerin prolaktinoma tedavi yaklaşımları konusundaki bilgilerinin güncellenmesi gerektiği sonucuna varıldı.
  • ItemOpen Access
    Glomus tümörü : Parmak yerleşimli 23 olgunun incelenmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 2012-01-03) Şimşek, Muhammed Eren; Akın, Selçuk; Ersen, Burak; Özkan, Melekber Çavuş; Gökmen, Zeynep Gül; Aygören, Binevş Heja; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı.
    Kliniğimizde 2005–2011 yılları arasında cerrahi tedavi uygulanan, parmakta glomus tümörü yerleşimli 23 hasta (21 kadın, 2 erkek ) çalışmamıza dahil edilerek nüks ve komplikasyon açısından incelendi. Çıkarılan materyallerin tamamı immünohistolojik incelemeye gönderildi. Bu olgular retrospektif olarak incelendi. Çalışmamızda ortalama yaş 44,5 (18–71) olarak hesaplandı. Toplam 21 kadın, 2 erkek olmak üzere 23 hasta 27 ay (3–65 ay) ortalamasıyla takibe alındı. 7 hastada lezyon sağ elde(%30), 14 hastada sol elde (%70) olduğu görüldü. Toplam 4 olguda pulpadan tümör eksizyonu yapıldı. 18 hastaya tırnak çekilmesi sonrası tırnak yatağından yapılan insizyona tümör eksizyonu uygulandı. Sonrasında tırnak splint olarak yerleştirildi. Ayrıca 1 hastada interosseoz yerleşimli lezyon subungual yaklaşımla kürete edildi. 1 hastada glomüs tümörüne ek olarak 5. parmakta bulunan AV malformasyonu eksize edildi. Postoperatif dönemde sadece 1 olguda rekürrens görüldü (%4,3) ve cerrahi uygulandı. İkinci ameliyattan sonra klinik iyileşme sağlandı. Parmak uçlarında özellikle temas sonucu şiddetli ağrısı olan hastalarda glomus tümörü olasılığı akla gelmelidir.
  • ItemOpen Access
    Olfaktor oluk meningiomalarında klinik deneyimler
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-12-26) Yılmazlar, Selçuk; Aktaş, Ulaş; Kaplan, Tolga; Işık, Semra; Eser, Pınar; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nöroşirürji Anabilim Dalı.
    Tüm intrakranial meningiomaların yaklaşık %4-13 kadarı olfaktor oluk bölgesindedir. Olfaktor oluk meningiomaları ön kafa tabanında yerleşir ve etmoid kemik kribrifom çıkıntısı ve krista galliyle, arkada planum sfenoidale üzerine doğru uzanır. Bu makalede 2006-2010 yılları arasında opere edilen 24 olfaktor oluk meningiomalı hasta retrospektif olarak incelendi.18 kadın, 6 erkek hasta, yaşlarının ortalaması 55,7± 8,6 (min. 39, max 75) idi. En sık başvuru şikayeti bilişsel işlev bozukluğu olarak izlendi. Tüm hastalar opere edildi. 6 hasta supraorbital kraniotomi, 17 hasta bifrontal kraniotomi, 1 hastada pterional kraniotomi kullanıldı. Nüks oranı %8,4 (2 hasta) olarak saptandı. Hiçbir hastamızda postoperatif dönemde tedavi gerektiren BOS kaçağı izlenmedi. Ortalama takip süresi 36 ay idi. Olfaktor oluk menengiomalarının cerrahisi anterior serebral arter (ACA) ve optik sinire yakınlığı nedeniyle oldukça zor ve tehlikeli olabilir. Mikrocerrahi tekniklerinin gelişmesi ile eskiye nazaran daha kolay ve güvenli olarak tümör rezeksiyonu yapmak mümkün hale gelmiştir.
  • ItemOpen Access
    Benzalkonyum klorürün insan lenfositleri üzerindeki genotoksik etkisinin araştırılması
    (Uludağ Üniversitesi, 2012-01-31) Arıkan, Şener; Gülten, Tuna; Yakut, Tahsin; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Genetik Anabilim Dalı.
    Bu çalışmada, dezenfektan ve koruyucu özelliğinden dolayı çok yaygın olarak kullanılan benzalkonyum klorürün genotoksik etkisi in vitro mikronükleus testi ile araştırıldı. Çalışmada, herhangi bir genotoksik ajana maruz kalma öyküsü bulunmayan ve sigara kullanmayan sağlıklı erkek gönüllülerden hazırlanan tam kan lenfosit kültürleri kullanıldı. Kültürlere 6 farklı konsantrasyonda (0.04 mg/L, 0.11 mg/L, 0.33 mg/L, 1 mg/L, 3 mg/L ve 9 mg/L) benzalkonyum klorür ilave edilerek mikronükleus oluşumuna etkisi araştırıldı. Deneyler üç sağlıklı gönüllü ile ve her konsantrasyon için ikişer kültür hazırlanarak çalışıldı. Her kültürden 1000 binükleer hücre değerlendirilerek mikronükleus analizi yapıldı. Negatif kontrol kültürlerinden elde edilen sonuçlar ile yapılan karşılaştırma sonucunda, çalışılan konsantrasyonların hiçbirinde mikronükleus değerlerinde anlamlı artış gözlenmedi. Sonuç olarak uygulanan in vitro kültür koşullarında benzalkonyum klorürün anlamlı genotoksik etkisi tespit edilmedi.
  • ItemOpen Access
    Bir üniversite hastanesinde cerrahi profilaksi uygulamalarının değerlendirilmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-12-26) Aslan, Emel; Özvatan, Tülay Şener; Özer, Diğdem; Kazak, Esra; Yılmaz, Emel; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı.
    Antibiyotiklerin sık kullanıldığı alanlardan biri cerrahi profilaksidir. Fakat gereksiz ya da gereğinden uzun süreli antibiyotik kullanımı bu konudaki en sık karşılaşılan sorundur. Bu çalışmada; farklı klinikler tarafından yapılan operasyonlarda uygulanan profilaksilerde, Nisan 2010’da hastanemizde yayınlanan cerrahi profilaksi kılavuzu sonrası antibiyotik seçim ve kullanım süresi açısından değişme olup olmadığı değerlendirildi. Bu amaçla 01.01.2010 ile 31.12.2010 tarihleri arasında yapılan meme, koroner arter bypass (CABG), prostatektomi, TUR-P, TUR-M, kolesistektomi, herni, kolorektal cerrahi, spinal cerrahi ve ortopedik protez operasyonlarında uygulanan profilaksiler incelendi. Cerrahi profilakside kullanılan sefazolinin kılavuz öncesi (%81,3) ve sonrası (%80) en sık tercih edilen antibiyotik olduğu görüldü. Tüm antibiyotiklerin tek doz kullanımının kılavuz öncesi (%31,9), sonrasında (%29,3) anlamlı olarak değişmediği tespit edildi. Kılavuzun varlığı profilaksi süresinin 24 saatten uzun kullanılmasını etkilemediği gözlendi. Sonuç olarak, profilaksi uygulamalarında antibiyotik seçiminden çok, antibiyotik uygulama sürelerinde sorunun devam ettiği kararına varıldı.
  • ItemOpen Access
    Kök hücre nakli hastalarında tamamlayıcı ve alternatif tedavi kullanımı
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-12-16) Akkuş, Yeliz; Akdemir, Nuran; Göker, Hakan; Aksu, Salih; Sucak, Gülsan A.; Özet, Gülsüm; İlhan, Osman; Karacan, Yasemin; Tekinalp, Atakan; Özkocaman, Vildan; Ali, Rıdvan; Özkalemkaş, Fahir; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı.
    Bu çalışma kök hücre nakli yapılan hastaların nakil öncesi ya da nakil sonrası TAT uygulamalarının değerlendirilmesi amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Veriler Ankara’da bulunan 5 hastanede tedavi gören 153 hastadan toplanmıştır. Veri toplama formu sosyo-demografik özellikler ve geçen ve bir önceki yıllardaki ilik nakillerinde TAT kullanımına ilişkin bilgileri kapsamaktadır. Hastaların TAT rak %48.4’ünün şifalı bitkisel ürünleri, %28.1’inin dini aktiviteleri (dualar) kullandığı belirlenmiştir. Hastaların sıklıkla bitkisel ürün olarak ısırgan otunu (%69.0) ,hayvansal ürün olarak ise kaplumbağa kanını kullandığı saptandı. Hastalar çoğunlukla tedavi edici, gevşetici ve manevi güç olarak TAT kullandığını belirtmiştir. Hastaların %79.0’u doktorları ile TAT kullanımlarına ilişkin tartışmadıklarını/danışmadıklarını belirtmiştir. Bu çalışmanın bulgularının diğer çalışmalardakilerle benzer olduğu saptanmıştır.