1999 Cilt 1 Sayı 1

Permanent URI for this collection

Browse

Recent Submissions

Now showing 1 - 8 of 8
  • ItemOpen Access
    Two traditions of modern epistemology
    (Uludağ Üniversitesi, 1999) Çüçen, A. Kadir; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.
    Felsefe, varlık, gerçeklik ve doğru bilgiyi araştırır; fakat Descartes'la başlayan modern felsefenin temel ilgi alanı varlık ve gerçeklikten çok, doğru bilgi olmuştur. Bu anlayış, doğru bilginin imkanını, kaynağını, kapsamını ve ölçütlerini sorgulayarak, doğru bilginin temelindeki en kesin ve apaçık olan ilkenin ortaya çıkartılmasını kendine amaç edinmiştir. Bu çalışma, modern epistemolojinin iki geleneğini ele alarak, bunları bazı yönlerden eleştirmeyi amaçlamıştır. Birinci geleneği oluşturan Descartesçi epistemolojiye göre, doğru bilgiye ulaşmak için, en kesin ve apaçık olanı doğrudan bir kavrayışla ortaya koymak gerekir. Bilginin temelindeki ilk ilkeyi araştıran kartezyen bilgi kuramına ternelci bilgi kuramı denilmektedir. Temeldeki ilk ilke en açık ve seçik bir kavrayışla ortaya konulduktan sonra, diğer bilgiler, ilk ilkenin kesinliğinden yola çıkarak elde edilir. Temelci bilgi kuramı Descartes sonrası modern kıta felsefesini de etkileyerek, Spinoza, Leibniz, Kant ve Husserl gibi birçok felsesefeci tarafından da savunulmuştur. Modern epistemolojinin ikinci geleneği ise, temelci geleneğe karşı çıkan Hegel tarafından öne sürülen anti-temelci bilgi kuramdır. Hegel'e göre, doğru bilgi en temeldeki ilkeden kalkarak elde edilemez, çünkü en temeldekini doğrulayacak veya yanlışlayacak bir başka ilkenin olması gerekir. Bu nedenle, bilgi bir tür durağan konumda değil, tam aksine bilgi kullanımdaki devingen süreçtir; çünkü bilgi, Mutlak Tin'in kendisini gerçekleştirme devinimindeki süreçte ortaya çıkar. Böylece doğru bilgi temelci yaklaşımla ancak kendisinin bir kısmını ortaya koyar. Doğru bilginin tümelliği, Mutlak'ın kendisini fark etme sürecini veren bir sistemde anlaşılabilir. Modern epistemolojinin iki geleneği de çeşitli yönlerle açıklandıktan sonra, çalışmamız bu iki geleneği birçok açıdan eleştiriye tabi tutmaktadır.
  • ItemOpen Access
    Eksi̇lti̇ ya da sıfır tekrar
    (Uludağ Üniversitesi, 1999) Üstünova, Kerime; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
    İletişimde zamandan tasarruf, dilin tekrardan hoşlanmayışı, en az çaba ilkesi gibi nedenler, anlatım kısalığına yol açan etkenlerdendir. Konuşanın, dinleyenin bir takım şeyleri bildiğini, konuşmayı dikkatle dinlediğini sanması ve duyduklarını doğru yorumlayabileceğini düşünmesi, konuşmalarda kimi birimlerin atlanmasına, düşürülmesine, yarım bırakılmasına yol açmaktadır. Bütün bunlara rağmen anlatırnın gerçekleştiğini, iletişimin sağlandığını söyleyebiliriz. Ancak anlam bütünlüğünü bozmadan, cümlenin bazı öğelerinin düşürülmesi ile oluşan eksiltili yapıtarla iletişim sağlanmaya çalışılmaktadır. Eksiltilerin bir kısmının da, tıpkı tekrarlar gibi daha çarpıcı, daha etkili anlatımlara ulaşmak için yapıldığını görmezden gelemeyiz.
  • ItemOpen Access
    Yeterli̇k fi̇i̇li̇ni̇n Yalova ağzındaki̇ durumu
    (Uludağ Üniversitesi, 1999) Şahin, Hatice; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
    Dilbilgisi içerisinde birleşik fiiller sınıfına soktuğumuz ve dilin anlatım çeşitliliğinde önemli bir rol oynayan tasviri fiiller, Türkiye Türkçesinde -A ve -I zarf-fiil eklerini almış bir fiile getirilerek yapılmış şekillerdir. "Bu fiiller zarf-fiil halindeki fiilin anlattığı oluş ve kılışın meydana geliş tarzını açıklarlar. "1. Bu açıklama, tasvir etme özellikleriyle de tasviri ya da betimlemeli fiiller adını alırlar. Bu tip birleşik fiil tabanlarında zarf-fiil durumundaki birinci fiilin anlamı esastır.
  • ItemOpen Access
    Panorama romanında aydın meselesi
    (Uludağ Üniversitesi, 1999) Sınar, Alev; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
    Panorama is a novel that tells the story of Turkish Republic until 1950. In this novel Yakup Kadri Karaosmanoğlu, one of the pioneering authors of new Turkey, talks about the phases of Turkish revolution; wornes and contrasts in Turkish political, social and cultural life, and dangers to which Turkish revolution is exposed. The writer talks about politicians, religious fanatics, opportunists, immorals, disappointed people and those who believe that they suffer from the system. In this study we have tried to show 1923 and 1950 how Turkish intellectuals had been reflected into this panorama. A variety of professional intellectuals such as politicians, teachers, journalists and doctors have different thoughts on Turkish revolutions, public life, bureaucracy, Atatürk's death, Second World War and transition to multi-party system in Turkey. Y. Kadri develops his novel within a dua/istic plot. He, thus, reflects opposite thoughts in the high social class and tragedy of the intel/ectual both before and after 1938; intellectuals act in a confused manner having different ideas in their minds. Most of intellectuals lost their enthusiasm about the revolutionary spirit that they had shared during the War of Independence, as time passed on, especially between the years 1923 and 1950. But now they are concerned only with their own interests. Halil Ramiz, who speaks on behalf of the writer, is a real inte/leetual in that he has a mature personality and can defend his own ideas quite strongly. Panorama , while trying to establish firmly the principles of Turkish Revolution via intellectuals, comes out as an impressive example pointing to disappointments in practice, and the danger of religious extremism which, even today, persists in Turkey. In sum, Panorama presents social and political processes from the very beginning of Turkish Revolution to 1950's, and the changes in the regards and thoughts of intellectuals in that arduous period.
  • ItemOpen Access
    Honour and shame in the Middle East
    (Uludağ Üniversitesi, 1999) Şimşek, Sefa; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Sosyoloji Bölümü.
    Bu yazının temel konusu, Türkiye'nin de içinde yer aldığı Akdeniz ve Orta Doğu kültür kuşağında bireyler arası mahrem ilişkilere damgasını vuran ahlaki ve davranışsal bir çifte standarttır. Ataerkil sembollerin tartışmasız bir ağırlığa sahip olduğu bu kültür çevresinde ortalama erkek tipinin kadınlara bakışını karakterize eden birbiriyle çelişik iki uç noktaya rastlanır. Toplumsal normlara tam olarak uyan ortalama bir erkek, bir yandan kendi yakını ve akrabası olan kadınları başka erkeklerin ilgisine karşı aşırıya kaçan bir kıskançlık duygusuyla korumaya çalışırken, diğer yandan, fırsat bulabildiği ölçüde yabancı kadınları baştan çıkarmaya uğraşır. Günlük yaşamın akışı içerisinde özümsenmiş olan bu ahlaki ve davranışsal çelişkinin kökenleri araştırılmıştır. Bu makalede, erkeğin mahrem alanda üstlendiği rollerin ve cinsellikle ilgili olarak edindiği değer yargılarının toplamına şeref yasası (code of honour) adı verilmiş; kadının sergilemekle yükümlü olduğu uyum, saygı, vakar ve utanç davranışları ise iffet yasası (code of modesty) kavramıyla ifade edilmiştir. Şeref ve iffet yasaları arasındaki güçlü bağlaşıklığın nedenleri tarihsel bir spektrum izlenerek açıklanmaya çalışılmıştır. Kadınla erkek arasındaki doğal işbölümü, klt geçim kaynaklarının paylaşımı çerçevesinde sürüp giden kabileler arası savaş ve rekabet durumu, Orta Doğu bölgesinin pek çok kültürün geçiş ve hareketlilik alanı olması gibi etmenler üzerinde durularak, hem söz konusu ahlaki ve davranışsal çifte standart hem de kadınla erkeğin mahremiyet rolleri arasındaki farklılık ve (bu farklılığa rağmen oluşan) bağlaşıklık üzerinde analitik bir çözümleme denemesi yapılmıştır.
  • ItemOpen Access
    Future world and social engineering
    (Uludağ Üniversitesi, 1999) Berkay, A. Fügen; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Sosyoloji Bölümü.
    Bu çalışmada, sosyolojinin geçmişte tarih ve toplum felsefesi gibi öteki sosyal bilim dallarıyla olan birlikteliği vurgulandıktan sonra, özerk bilim olma yolunda günümüze dek yaşadığı değişimlerle süreçlere de kısaca değinilmektedir. Ayrıca, sosyolojinin bugünkü durumu ve dünyanın tüm karmaşık sorunlarıyla Yirmibirinci yüzyıla doğru ilerleyişi arasındaki gerçek ve potansiyel ilişkiler değerlendirilerek bu bilimsel disiplinin geleceği hakkında bazı öngörülerde bulunulmuştur. Bundan böyle sosyolojinin, dünyamızın giderek daha da ağırlaşan sorunlarından uzak bir şekilde salt bilim ve araştırma merakının giderilmesi amacıyla yürütülen çalışmalar bütünü olarak algılanmasının olanağı kalmamıştır. Sosyoloji, giderek zorlayıcı ve dayalıcı olmayan, ama yol gösteren bir toplum mühendisliği kimliğine bürünmek durumunda olacaktır. Bu nedenle, sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasal alanlarda uygulanacak yeni politikalarda sosyolojik yaklaşımların ve sosyologların daha etkili bir şekilde yer alması gerekir. Bu yaklaşım çerçevesinde sosyolojik araştırma alanlarını ve konuların Inkeles sınıflaması bağlamında yeniden tanımlarsak, onları şu kategorik başlıklar altında toplayabiliriz: A. sosyolojik analiz; B. toplumsal yaşamın temel unsurları; C. temel toplumsal kurumlar: D. temel toplumsal süreçler. Sosyolojik alanların belirlenmesi kadar, ne için ve kimin için sosyoloji yapılacağının da iyi belirlenmesi gerekir. Tüm bunların ötesinde, modern devletin ve çağdaş toplumun sorunları üzerinde yoğunlaşması gereken sosyoloji biliminin yeni sosyolog adaylarına en iyi şekilde nasıl öğretilebileceğinin somut olarak saptanması gerekir.
  • ItemOpen Access
    Locke ve Hume'da bi̇lgi̇ni̇n kaynağı problemi
    (Uludağ Üniversitesi, 1999) Eren, Işık; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.
    The philosophers John Locke and David Hume who lived in 18th century, investigated the structure of knowledge by focusing on human understanding, instead of the problem concerning the source of knowledge which had been inquired by the philosophers of 18th century. The main problem for those philosophers, i.e. , J.Locke and D. Hume, was "ide"; what is "ide", what are the structure and source of "ide". They inquired into this problem by taking into account the limits of human mind. According to John Locke, "ideas" which make up human reason are not innate. Human reason acquires "ideas" by sens and reflection. "ldeas" have two bases with regard to their sources. According to Hume, all reasoning concerning matter of fact seem to be founded on the relation of Cause and Effect. But, knowledge of this relation arises entirely from experience, when we find, that any particular objects are constantly conjoined with each other. Causes and Effects are discoverable, not by reason. but by experience. To recapitulate the reasoning: Every idea is copied from same preceding impression or sentiment; and where we cannot find any impression, we may be certain that there is no idea.
  • ItemOpen Access
    History and self-reflection: Muhammad Salih' s Shaybani-nama: (A sixteenth century Central Asian source in Chaghatay)
    (Uludağ Üniversitesi, 1999) Kılıç, Nurten; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Tarih Bölümü.
    Bu çalışma yöntem ve içerik açısından bir metin analizidir. Muhammed Salih tarafindan Çağatayca olarak yazılan Şeybani-name adındaki bu metin, 16. yüzyılın başlarında Orta Asya 'da Timurlu idaresine son vererek Maveraünnehir-Özbek Hanlığı 'nı kuran Çinggis soyundan Şeybani Han 'ın nazım şeklinde yazılmış biyografisi niteliğindedir. Muhammed Salih göçer kökenli, kahile bağı bulunan, kendisi ve ailesi Şeybani-Özbek öncesi Timurlulara hizmet etmiş ve daha sonra Şeybani Han 'a katılmış Çağatay kimliği güçlü iki dilli bir yazardır. Bu dönemin sosyal, politik ve kültürel tarihini analiz etmek açısından önemli olan bu eser, yazarın kişiliği, kökeni, yaşam biçimi ve politik tercihi tarafindan biçimlenen farklı bir perspektif sunmaktadır. Bu çalışmada yazarın dönemin politik ortamı içindeki konumu ve kökeni ile eserinde olayları sunuş tarzı ve yaklaşımı özellikle kendisini nasıl yansıttığı analiz edilmiştir. Böyle bir analiz dönemin politik kültür ve kimlik meselelerine Farsça konuşan ve genellikle yerleşik kökenli tarihçiler tarafından yazılan eserlerin sunmuş olduğu eserlerden farklı bir boyut kazandırmaktadır.