2023 Cilt 22 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/38699
Browse
Browsing by Type "Article"
Now showing 1 - 15 of 15
- Results Per Page
- Sort Options
Publication Bilinç problemine sentezci bir yaklaşım: Nörofenomenoloji(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-09-26) Doğan, MehtapZihin felsefesinin çetin problemlerinden olan bilince yönelik olarak bilincin öznel karakterinin bilimsel olarak açıklanamaz olduğunu kabul eden düalist ve idealist yaklaşımlar ile bilincin fiziksel olana indirgenebilir olduğunu savunan fizikalizm arasında orta yolu işaret eden nadir bir bakış açısı nörofenomenolojidir. Nörofenomenoloji, deneyime yönelik öznel bildirimleri, nörobilimsel yöntemleri kullanarak analiz etmeyi hedeflerken; öznel-nesnel karşıtlığını bedenlenmiş eylem görüşüyle aşmaya çalışan enaktif (varlık-oluşturucu) yaklaşımı temele almaktadır. Felsefi fenomenolojide köklerini bulabileceğimiz bedenlenmiş biliş yaklaşımından hareketle, deneyim ve dış dünya arasındaki süreklilik ilişkisini betimleyen nörofenomenolojik yaklaşım, çeşitli meditasyon teknikleri ile deneyimlerini dışsal etkilerden arındırabilen deneklerden elde edilen nöral görüntüleme verilerini kullanarak öznel deneyimin doğasını soruşturmayı yöntem olarak benimsemektedir. Nörofenomenolojinin amacı fenomenolojik deneyim üzerine sistematik ve kurallara dayalı araştırmalar yoluyla daha zengin birinci şahıs verileri elde etmek ve bu birinci şahıs verilerini nöral süreçler hakkında yeni üçüncü şahıs verilerini ortaya çıkarmak için kullanmaktır. Bu çalışmada, ilk olarak nörofenomenolojinin felsefi temelleri üzerine bir inceleme yapılmakta, ardından nörofenomenolojik yaklaşımın hedefleri ve sunduğu yöntem önerisi değerlendirilmekte ve son olarak, bu yaklaşımın bilinç problemine yönelik geçerli bir çözüm önerisi olarak ele alınıp alınamayacağı tartışılmaktadır.Publication Bilincin bilimsel olarak incelenmesine yönelik metodolojiler olarak heterofenomenoloji ve nörofenomenolojinin eleştirel bir incelemesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-09-27) Demirci, ÖzgürBilincin öznel doğası, bilincin bilimsel olarak araştırılmasında önemli bir zorluk teşkil etmektedir. Bu sorunun üstesinden gelmek için çeşitli metodolojiler geliştirilmiştir. Bu bağlamda, heterofenomenoloji ve nörofenomenoloji, bilincin öznel doğasını araştırmak için dikkate değer yöntemler sunan iki rakip metodoloji olarak ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmada, söz konusu metodolojileri eleştirel bir bakış açısıyla incelemekte ve bu incelemeye dayanarak nörofenomenolojinin bilincin öznel doğasını araştırmak için yetkin bir metodoloji olduğunu savunmaktadır. Buna karşılık, heterofenomenoloji, içerdiği tutarsızlıklar nedeniyle bilincin öznel doğasını incelemek için uygun bir metodoloji olmadığı ve yetersiz kaldığı iddia edilmektedir.Publication Brentano’da Wahrheit kavramı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-09-30) Ünlü, HikmetFelsefenin temel kavramlarını irdelediği çalışmalarına hep Aristoteles’in konu hakkındaki düşüncelerini aktararak başlayan Brentano Wahrheit kavramını incelediği eserlerine de hep Aristoteles’in ἀλήθεια kavramını tartışarak başlamıştır. Öte yandan, Brentano’nun Aristoteles’in ἀλήθεια kavramı üzerine yorumları zaman içinde değişip farklı bir kimliğe bürünmüş, erken dönem ve geç dönem Brentano Aristoteles’in Metafizik IX.10’daki sözlerini bambaşka bakış açılarıyla yorumlamıştır. Hem erken dönem hem de geç dönem Brentano’nun Metafizik IX.10 üzerine yorumlarında benzer hatalara düşüldüğünü göstermeyi hedefleyen bu çalışmada Brentano’nun hiçbir zaman Aristoteles’in söz konusu pasajlardaki temel derdini anlayamadığı, Aristoteles felsefesi bağlamında “basitlerin” ya da “bölünemeyenlerin” düşünülmesinin (ἡ τῶν ἀδιαιρέτων νόησις) bir nelik araştırması olduğunu göremediği savunulmuştur.Publication ‘Dasein'ın ‘das man’ olmaklığının gündelik halleri üzerine bir yaşam yorumu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-09-24) Çetin, Rahime20. yüzyılda yaşamış Alman filozof Martin Heidegger, kendi özgün diliyle ve düşüncesiyle oluşturduğu felsefi düşüncelerini açıklamaya çalıştığı en temel eseri denilebilecek Varlık ve Zaman’da (Sein und Zeit) varlık sorusunun günümüzde artık unutulduğu düşüncesinden hareketle varlığın anlamına ilişkin sorunun yeniden sorulması gerektiğine işaret ederek, öncelikle bu sorunun açığa çıkartılması girişiminde bulunmaktadır. Heidegger felsefesinde, varlığın anlamına ilişkin sorunun açığa çıkarılmasında en belirleyici ve en önemli nokta, Dasein’ın analiz edilmesi olsa gerek. Bu çalışmanın amacı, Dasein’ın temel ontolojik analizine bağlı olarak onun hergünkü varlığının varlık minvallerini karakterize eden; boş konuşma, merak ve belirsizlik fenomenlerini açıklamaya çalışmaktır. Buna bağlı olarak da bu fenomenlerin belirgin kıldığı Dasein’ın ‘düşüşü’ ve ‘fırlatılmışlığı’ denilen hergünkü varlığın temel bir türü ele alınacaktır.Publication Doğudan batıya yeni bir ışık: ortaçağ’da İspanya astronomisinin değişimi ve dönüşümü(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-09-30) Tağman, Süleyman ErtanOrtaçağ her ne kadar uzun bir süre bilimsel, kültürel ve felsefi anlamda karanlık bir dönem olarak adlandırılsa da, geçtiğimiz yüzyılda Duhem, Bernal, Gilson, Needham, Eco gibi düşünürlerin araştırmalarıyla, bu karanlığın bir nebze de olsa aydınlandığı söylenebilir. Bu çağın karanlık olarak adlandırılmasının iki temel nedeninden birincisi bu dönemde aydın[lığın] olmaması, ikinci neden ise gözlerin henüz bu karanlığa uyum sağlayamaması olabilir. Modern bilim paradigması ikinci nedenin temel müsebbibi gibi görünmektedir. Bu paradigmanın tüm bilim tarihini modern bilime doğru bir evrilme süreci olarak kabul etmesi ve akla dayalı olma, kuramlaştırma, nedensellik, sekülerlik, deneye ve gözleme dayalı olma gibi kriterleri temele alması Ortaçağ’a ilişkin yargının karanlık olarak adlandırılmasında etkin olmuştur. Bin yılı aşkın uzun bir zaman diliminde ve geniş bir coğrafyada yapılmış olan çalışmaların tamamının bu paradigmadan bağımsız şekilde değerlendirilme imkanı, Ortaçağ’a ilişkin yargının değişmesinde rol oynayabilir. Bunu yapma yollarından birisi de karanlık! Ortaçağ’ın merkezi olan Avrupa’daki tüm kültürlerin bu dönemde tamamıyla aynı süreci yaşayıp yaşamadığını belirlemeye çalışmaktır. Bu çalışmada İspanya’nın Ortaçağ’da bilim tarihine katkıları ve özellikle de astronomi alanındaki etkileri tartışılmıştır. Bunun için öncelikle İspanya’nın tarihsel süreci incelenmiş, astronomiye ilişkin genel tarihçe verilmiştir. Ardından Ortaçağ’da İspanya’nın genel karakteristiği özetlenmiş, modern bilim olarak adlandırdığımız sürece geçmeden önceki dönemlerde İspanya’da bilime özellikle de astronomiye olan ilginin nedenleri ortaya koyulmaya çalışılmış, ardından bilimsel devrime giden süreçte Müslüman ve Yahudi bilim insanlarının etkisinden bahsedilmiş ve İspanya’da modern bilime geçiş süreci incelenmiştir.Publication Ekosofinin fenomenolojik gelenekle ilişkisi üzerine(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-09-17) Çankaya, GayeDerin ekoloji kuramının ve pratiğinin kurucusu olan Norveçli filozof Arne Naess’e göre Husserl düşüncesinde kaynağını bulan felsefi fenomenoloji hem dolaysızca kavranan şeyin hem de kendini-kavrama eyleminin kendisinin betimlenmesiyle ilgilenir ve fenomenolojik bakış açıları doğanın dolaysız deneyiminin araçsal-olmayan, faydacı-olmayan içeriğinin bilincini geliştirmek için değerlidir. Naess, temelde bir içsellik alanı olarak düşünülen bir epistemolojik egonun ya da “kendinde-şey”lerin dünyasından apayrı bir yerde var olan bir öznenin olmadığını söyler. Fenomenolojik gelenek içinde bulduğu biçimde Naess özneyi her daim dünyada, dünya-içinde-olan olarak ele almayı tercih eder. Bu türden bir özne hem kendini hem de kendisi olmayana dair deneyimini zengin bir ilişkisel, yaşamsal doku içinde kavrar. Tam da bu nedenle fenomenoloji, yaşanan deneyimin, spontane deneyimin somut betimlemesine odaklanarak Naess’in asıl aradığı ontolojik temeli ortaya koymayı mümkün kılar. Spontane, öznel ve ilk bakışta çelişkili gibi görünebilecek zengin deneyimlerimizin önemsiz öznel bakış açıları olmaktan fazlası olduğunu, bilakis bu deneyimlerin dünyanın somut mahiyetine katıldığını, onu oluşturduğunu anlatmanın metodu fenomenolojidir Naess için. Bu makalede, derin ekoloji hareketinin fenomenolojik yöntemle kurduğu ilişkinin temel dayanaklarını ele alacağız ve “yaşanmış deneyim”in bütünlüğünü tüm derinliğiyle ve tüm taraflarıyla ortaya koyma iddiası ile deneyim dünyasını maddenin uzamsal niteliklerine indirgemekten ısrarla kaçınan Naess düşüncesinde fenomenolojik geleneğin etkisini tartışmaya açacağız.Publication Eşitlik aksiyomu: Jacques Rancière’in demokrasi tahayyülü(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-06-01) Tunç, M. TahaÇağdaş Fransız filozof Jacques Rancière, demokrasi kavramını eşitlik sorunu etrafında geliştirir. Bu yüzden hakiki bir demokrasi için eşitsizliği gündeme getirmek gerekir. Rancière eşitsizliği bir bölüşüm sorunu olarak değerlendirerek “duyulurun paylaşımı”na (partage du sensible) odaklanır. Filozoflar ve sosyal bilimciler duyulur olan ile düşünülür olan ayrımını bu eşitsiz bölüşüme dayandırarak kullanmıştır. Bu makale ise Rancière’in demokrasi kuramını değerlendirmek adına onun eşitlik aksiyomunu öne çıkarır ve eşitliğin sadece bir cemaatte mümkün olduğunu, genel, evrensel bir eşitlik olmadığını ileri sürer. Bu makale, her şeyden önce, Rancière’in düşüncesinin nasıl geliştiğini ve yapıtlarında neden eşitlik sorununa değindiğini sergilemektedir. Ardından da makale, Rancière’in temel argümanlarını serimleyip tartışmaktadır. Bu bakımdan Rancière’e göre demokrasi ancak bir eşitler cemaati bünyesinde mümkün olabilir ve genel bakımdan bir eşitlik bulunmaz. Rancière bu uyumsuzluğu anlaşmazlık (mésentente) olarak adlandırır. Her ne kadar, eşitlik aksiyomunu takiben, bütün zekâlar eşit olsa da irade bakımından farklılıklar bulunur. Sonuç olarak, Rancière bölgesel bir eşitliğin bulunduğu yerde kitlesel bir eşitlik olmadığını ileri sürer.Publication Felsefe tarihi araştırmalarında kullanılan dijital araçlar ve metotlar(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-06-07) Çelebi, FıratGünümüzdeki bilgi teknolojisi, beşerî bilimlere yönelik araştırmaların verimliliğini arttırırken, bu alandaki teknolojiler, belirli bir konuyu veya belgeyi otomatik olarak analiz etmek, diğer fikirlerle bağlantıları kolaylaştırmak ve tarih anlayışına farklı bir bakış açısı getirmek için kullanılabilmektedir. Bu anlamda yaşadığımız çağda dijitalleşme ve dijital verilerin kullanımı bilimsel yöntem üzerine büyük etkilerde bulunmakta ve araştırmacılar bilgi edinmek için geleneksel yöntemlere alternatif olarak dijital verilere odaklanmaktadır. Günümüzdeki felsefe tarihi araştırmaları tıpkı diğer sosyal bilimler alanlarında olduğu gibi söz konusu dijital tekniklerden yararlanmakta ve alana yeni bakış açıları getirmektedir. Yapılan bu çalışmada dijital beşerî bilimlerin, felsefe tarihi araştırmalarında kullanılabilecek yeni dijital metotların, tekniklerin ve araçların ve Türkiye’de yapılabilecek araştırmalara yeni bir ufuk açması için yapılmış olan belli başlı dijital felsefe tarihi projelerinin tanıtılması amaçlanmaktadır.Publication Filozof, Sezar ve İsa: Nietzsche’de egemen olarak geleceğin filozofu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-09-18) Işık, SeverNietzsche’nin olgunluk dönemi eserlerinde geleceğin filozofları kavramı önemli bir yere sahiptir. Üstün insan tipinin en yetkin formu olan geleceğin filozofu onun politik düşüncesiyle yakın ilişki içindedir. Nietzsche’ye göre geleceğin filozofu geleceğin politikası olan büyük politikayı icra edecek olan soylu ve seçkin insandır. Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu bu politika geleceğin filozofunun yaratıcı ve sağlıklı güç istencine tabi olacaktır. Bu filozof insanlığın şimdiye kadar tanıdığı bir çeşit felsefe işçisi olan filozoftan farklı olarak egemen/hükümran bir kişi olacaktır. Tanrı’nın ölümü sonrası onun yerini alacak olan bu egemen tüm değerleri yeniden değerlendirecek ve politik yaşamı sağlıklı bir temelde yeniden kuracaktır. Böylelikle/böylece Tanrının ölümün sebep olduğu politik nihilizm krizinin aşılmasını sağlayacaktır. İnsanların kendisine yöneleceği, peşinden koşacağı amaçları belirleyen bu filozof en büyük yasa yapıcısı ve aynı zamanda en büyük büyük değer yaratıcısıdır. Hakikat onun güç istencinin yansımasından ibarettir. Bu buyurucu egemen filozof, dünyevi ve dinsel gücü kendisinde birleştiren bir kişiliktir. Nietzsche, Sezar ile İsa’nın gücünü kendinde birleştiren/toplayan bu egemen filozof tipini “İsa Ruhlu Sezar” olarak adlandırır. Sanatçı olan bu filozof, Platon’un filozof-kralı gibi hakikati keşfeden değil, yaratan bir egemendir. Toplum ve büyük politika ise onun en büyük sanat eseridir. Politikayı ve estetiği birleştiren bu sanatçı-filozof Nietzsche için siyasal yaşamın temel ilkesidir.Publication Platon’un sofist diyaloğu üzerine bir inceleme(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-07-30) Çiçek, Mehmet; Elmas, Mehmet FatihToplum içinde gördükleri itibara karşı neredeyse tüm diyaloğlarında Sofistlere ve sofistik söz söyleme tarzına karşı eleştirilerini sıralayan Platon, onları hiçbir eserinde Sofist diyaloğundaki kadar sistemli bir şekilde eleştirmemiştir. Bu diyaloğun ayrıymış gibi görünen ancak birbirini tamamlayan iki ana savı vardır. Birincisi, büyük saygı duyduğu Parmenides’in düşüncelerinde -“baba katli” gibi bir yakıştırmayı göze alacak kadar- derinleşmek; ikincisi ise sofistlerin tümüne müşterek beyan yapısının doğruluk ve yanlışlık ile olan ilişkisini hakikat bağlamında incelemek. Buna göre Platon için Parmenides’in yaklaşımı yapısı gereği sadece "(var-)dır" hattını kabul ettiğinden, "(var-)değil-dir" istikametine kapı açmaz. Bu durum ise ancak "değil-dir"e nispeti bakımından incelenebilecek beyanların esasında nasıl incelenebileceği sorununu doğurur. Çünkü bir sofiste ne zaman "değil-dir" ile karşılık verilirse verilsin, sofist "değil-dir"in daima "(var-)değil-dir" ile "birlik"ine adım atar ve bu durum da onun beyanının Parmenides’in "(var-)dır" ve "(var-)değil-dir" ayrımı üzerinden kavranışını beraberinde getirir. Parmenides’in dediği gibi, eğer logosun izin verdiği yegâne ifade "(var-)dır" ise, bu durumda sofistlerin beyanlarının "ne"ye dair olduğu hakkında logos düzleminde konuşulamaz. Platon, Parmenides’in kavramsal çerçevesini tanzim ederek, sofistlerin yanlışa, taklide, hatta varolmayana (ancak bir bakıma da varolana) dair konuştuklarını açığa çıkarmak ister. Bu nedenle, Sofist diyaloğunda Platon, ilk olarak varolmayanın ne bakımdan var olduğunu ortaya koyarak, “yanlış” denilen (logosu veya anlamı olan ancak doğru olmayan) beyanların, mümkün olma imkânını temellendirmeye çalışmaktadır. Başka bir ifadeyle, Platon, kendisi açısından, Parmenides’in varolmayana dair düşüncelerini genişleterek hiçbir şekilde varolmayanın yanına, başka ideası ile aynı anlamda kullandığı varolmayanın ne anlamda var olduğunu kanıtlamaya çalışarak, yanlışın dayandığı varlık zeminini kurmaya çalışır. Böylece, eserde ayrı gibi görünen iki düşüncenin esasen birbirini tamamlayan yönü de açığa çıkar. Bu inceleme, Sofist diyaloğunda geliştirilen akıl yürütmelerde bir derinleşmeyle, Platon’un düşüncelerini bu konuda nasıl bir düzeye taşıdığını ortaya koymayı amaçlamaktadır.Publication The possibility of forgiveness: Aristotle versus Derrida(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-08-23) Çakmakkaya, Eda; Bravo, Işıl BayarThe aim of this paper is to deal with the possibility and its conditions of forgiveness in the theory of Derrida and Aristotle. Aristotle contends that forgiveness is/should be under specific circumtances; otherwise, it is owing to some defects emanating from the forgiver, contrary to Derrida’s assertion that a pure forgiveness is unconditional. The study will try to question which of the given designs in relation to forgiveness is more competent in terms of fairness and feasibility by considering whether it is progressive. It will be claimed as a result that Derrida's notion of unconditional forgiveness does not defend the forgiver's rights, causes alienation from justice, and has a detrimental effect rather than being progressive. Contrarily, it will be argued that Aristotle's idea of conditional forgiveness treats the forgiver and the forgiven fairly, operates on the premise of justice, and should be applied to social practices because of its progressive effect.Publication The search for value in the new Turkish cinema: Creating values or creating appropriate conditions for it(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-09-24) Ateş, CenkThis study problematizes New Turkish Cinema through the concept of “value” and takes Zeki Demirkubuz and Reha Erdem from the universe of independent directors as an example. The fact that both directors have common philosophical projections in their films makes this choice meaningful. The question sought to be answered in the study is how both directors responded in their films to the attempt to overcome the sense of worthlessness created by modernism on the individual. This study, which was designed on a qualitative pattern and used the parameters of philosophical analysis, was limited to the cinema of Zeki Demirkubuz and Reha Erdem, and it was assumed that the effort to create new value to overcome nihilism in New Turkish Cinema could not be mentioned apart from these two directors. The findings show that Zeki Demirkubuz and Reha Erdem’s films show new life possibilities to the audience, and they focus on the creation or constitution of a space of freedom for a new creation, not exploration in the search for value. In other words, it can be said that both directors, following the footsteps of Nietzsche, Camus and Sartre, give priority to ‘destruction’ rather than ‘construction’ in their films and that this destruction is functional in terms of showing the audience new life possibilities.Publication The beckettian narration of absurdity in waiting for godot(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-09-22) Hashemipour, SamanThis study questions whether the hollow of muddy people with a hollow and hope for a savior in the current state of the world is significant. The debate polls a thought-provoking result for the purview of no end in sight through a query of the drama play, Waiting for Godot by Samuel Beckett, which abstractly demonstrates a symbolic situation of humanity dramatically. Beckettian theater, deeply immersed in the constant silence of Beckett’s narration, is a shallowed experience beyond the stage. Following the pure consummation of Beckett, a twirl for a resumption is potentially tossing aside the sentimentalization of looking backward. Waiting for Godot comprises a message of solidarity of human beings by keeping a loof the conceptualization of a life that is no longer portrayed in the failed form of narration boundaries due to the lack of coherence, rupture, and discontinuity. Beckett, the messenger of universal degeneration, assigns ingenuity to expose human beings’ inhuman relations in a frivolous life. He equalizes societies with meaningful essentials and portrays the problems of anyone struggling to get a foothold today. Imaging the absurdity of existence, he demonstrates philosophical absurdity and questions a continuous perpetual certainty in the realm of drama.Publication Toplum sözleşmesi teorilerine Hegel’in eleştirisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-05-19) Türkbay, Rezzan AyhanBatı’nın tarihsel dinamiklerinin yol açtığı dönüşüm, devlet anlayışına da sirayet ederek modern devlete giden süreci başlatmıştır. On beşinci yüzyıldan itibaren etkisini iyice hissettiren modern devletin kökenini ve işleyişini açıklamada toplum sözleşmesi teorileri önemli bir yer edinmiştir. O dönemdeki başlıca temsilcileri arasında Hobbes, Locke ve Rousseau’nun yer aldığı toplum sözleşmecileri sivil/siyasal toplumu oluşturan metodolojik soyut birey ile devlet arasındaki bağı kurmak için otoritenin olmadığı bir doğa durumu kurgusuna başvurmuşlardır. Toplum sözleşmeci düşünürler, kendi içlerinde farklılaşsalar da kurgusal birey anlayışları ve doğa durumu, toplum sözleşmesine yönelik eleştirilerin önemli bir kısmını oluşturmuştur. Hegel’in toplum sözleşmesi geleneğine eleştirisi de büyük ölçüde bu yöndedir. Onun özgünlüğü, kendi tarih ve siyaset felsefesi ile bağlantılı bir şekilde toplum sözleşmesi teorilerinin birey ve toplum, doğa durumu ve devlet arasında oluşturduğu yapay ikiliklere bütünsel bir bakış açısı ile karşı koymasıdır. Hegel’in eleştirileri, birey, doğal hukuk, özgürlük, sivil toplum ve devlet kavramlarına bakış açısını ve sivil toplum/devlet ilişkisinde aldığı konumu değerlendirmeyi gerektirmektedir.Publication Totalitarianism and individualism unveiled: Hobbes and Orwell(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-09-24) ÖZEN BAYKENT, UFUKGeorge Orwell’s Nineteen Eighty-Four holds significant importance today partly because it remains relevant to contemporary society and partly because it warns the societies against totalitarianism. On the other hand, Thomas Hobbes holds a contrary view in terms of the political system he defends, a view shaped by the circumstances his country was in. The present study aims to examine the portrayal of totalitarianism in Orwell’s dystopian masterpiece, Nineteen Eighty-Four and to explore what Hobbes contrarily argues about the necessity of a powerful authority in the establishment and continuity of a harmonious society. The writings by Orwell and Hobbes, the implications the novel carries for fundamental questions about personal freedom, autonomy, and the stifling of individuality will be analyzed by addressing to the concept of totalitarianism that is related to the arguments proposed by Thomas Hobbes in Leviathan. A philosophical consideration of the novel and comparison of how Orwell and Hobbes reacted the idea of totalitarianism in two different ways in their own contexts will encourage us to examine our own political systems, media, and societal norms today