2021 Cilt 47 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/27276
Browse
Browsing by Title
Now showing 1 - 20 of 22
- Results Per Page
- Sort Options
Item 9 yaşında bir çocukta servikal meningioma: Bir olgu sunumu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-05-07) Tunçbilekli, Yağmur; Kasap, Reyhan; Özşen, Mine; Yirmibeş, Selin; Tolunay, Şahsine; Taşkapılıoğlu, M. Özgür; Tıp Fakültesi; Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı; 0000-0003-1359-4445; 0000-0001-7620-2571; 0000-0002-5771-7649; 0000-0002-8211-6175; 0000-0002-9038-0515; 0000-0001-5472-9065Pediatrik spinal tümörler içerisinde spinal meningiomların görülme sıklığı %4,3 gibi oldukça düşük oran olmasına rağmen metastatik kitleleri taklit edebildiğinden ayırıcı tanıda mutlaka akılda tutulmalıdır. Bu olgu sunumunda, travma sonrası başlayan boyun ve sol omuza yayılan ağrı, sol kolunda güçsüzlük şikâyeti olan ve servikal meningiom saptanan 9 yaşında erkek hasta bildirilmiştir. Tedavide altın standart cerrahi rezeksiyondur.Item Canlı donör karaciğer naklinde safra yolu varyasyonlarının biliyer komplikasyonlara etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-06-14) Aktaş, HikmetCanlı donör karaciğer nakillerinde, donör safra yollarının bölünmesi donör hepatektominin en kritik aşamalardan biridir. Bu çalışmada, merkezimizde sağ lobektomi uygulanan canlı donörlerin safra yolu varyasyonlarının belirlenmesi ve bu varyasyonların postoperatif alıcı safra komplikasyonları ile ilişkisi araştırılmıştır. Ocak 2016 ile Ocak 2018 arasında yapılan canlı donör hepatektomi olgularının verileri retrospektif olarak incelendi. Araştırmaya sağ lobektomi uygulanan donörler (229 olgu) ve minimum 2 yıl takip süresi olan alıcıları dahil edildi. Re-trasnplantasyon yapılan ve primer biliyer patoloji nedeniyle karaciğer nakli uygulanan alıcılar çalışma dışı bırakıldı. Huang sınıflamasına göre en sık tespit edilen tip A1 (%45) idi. Donörler, greft safra ağzı tek, çift ve üç adet olanlar şeklinde sırasıyla grup A,B ve C olmak üzere üç gruba ayrılarak postoperatif komplikasyonlar karşılaştırıldı. Group A, B ve C sırasıyla 123 (%53,7) , 94 (%41) ve 12 (%5,2) olgudan oluştu. 36 hastada safra komplikasyonu (darlık, kaçak) tespit edildi (%15,7). Gruplar arasında yapılan karşılaştırmada safra komplikasyonu açısından anlamlı fark tespit edilmedi (p>0.05). Pre-perioperatif safra yolu değerlendirmesinin etkin yapılması ve uygun cerrahi stratejinin belirlenmesi durumunda greft safra ağzı sayısının alıcı safra komplikasyonları açısından kötü prognostik etkisi yoktur.Item Covid-19 enfeksiyonunun ARDS komplikasyonunda IL-10 ve IL-10 (-1082G/A) gen varyasyonunun potansiyel rollerinin incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-09-06) Alkanlı, Nevra; Ay, ArzuCOVID-19 yeni koronavirüs hastalığı olarak bilinmektedir ve COVID-19 enfeksiyonundan kaynaklanan komplikasyonlar yaş, cinsiyet ve komorbiditeler gibi çeşitli faktörlere bağlı olarak değişmektedir. Tüm yaş gruplarını etkileyebilen COVID-19 enfeksiyonu etkilenen popülasyonların bireysel özelliklerine bağlı olarak doğrulanmış vakaların bir kısmında ciddi rahatsızlık ve ölüm nedeni olarak ortaya çıkabilmektedir. Bu enfeksiyon özellikle yaşlı bireylerde ve hipertansiyon, diabetes mellitus, astım gibi komorbiditelere sahip kişilerde daha şiddetli seyretmektedir. Ancak COVID-19 enfeksiyonunun oldukça genç olan bireylerde de görülebileceği bildirilmiştir. Bu yüzden doku proteinlerinin ekspresyon düzeyleri gibi intrinsik faktörlerin yanısıra, genetik varyasyonlar gibi genetik faktörler de enfeksiyon patogenezine katkıda bulunabilmektedir. COVID-19 hastalarının yarısından fazlasında en sık görülen komplikasyonlardan biri yoğun bakım tedavisi gerektiren ARDS (Akut Solunum Sıkıntısı Sendromu) dir. COVID-19’da viral enfeksiyona yanıt olarak İnterlökin-10 (IL-10) gibi sitokinler salınmaktadır. COVID-19 enfeksiyonu sırasında gelişen sitokin fırtınası kontrolsüz inflamasyona neden olmaktadır. Böylece çoklu organ yetmezlikleri gelişebilmekte ve ARDS ile ilişkili sendromlar indüklenebilmektedir. Sitokin fırtınası COVID-19 hastalarında anlamlı derecede artmış IL10 düzeyleri ile ilişkilendirilmiştir. ARDS patogenezinde inflamasyon önemli bir belirteçtir. Proinflamatuar ve antiinflamatuar sitokinler arasındaki dengesizlik sonucunda ARDS gelişebilmektedir. IL-10 geninin promotör bölgelerindeki genetik varyasyonlar sonucunda IL-10 mRNA ve protein düzeylerinde değişiklikler ortaya çıkmaktadır. IL-10’un patolojik proinflamatuar işlevi engelleyerek COVID-19 enfeksiyonundaki mortalitenin azalmasına katkı sağlayabileceği düşünülmektedir. ARDS gelişen COVID-19 hastalarında IL-10 geninin promotör bölgesinde tanımlanan IL-10 (-1082G/A) gen varyasyonu genotip dağılımlarına göre IL-10 ekspresyon düzeylerinin belirlenmesi, ARDS’nin patolojik mekanizmalarının daha iyi anlaşılabilmesi ve ARDS’ye yönelik terapötik stratejilerin geliştirilebilmesi bakımından oldukça önemlidir. Bu derlemede COVID-19 enfeksiyonunda gelişen ARDS komplikasyonunda IL-10 ve IL-10 (-1082G/A) gen varyasyonlarının rolünün incelenmesi amaçlanmıştır.Item COVID-19 pandemisinde elektif cerrahi uygulanacak hastaların preoperatif anksiyete düzeylerinin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-08-17) Balkaya, Ayşe Neslihan; Karaca, Ümran; Yılmaz, Canan; Ata, FilizCOVID-19 önlemleri alınarak elektif cerrahilerin yeniden başlatıldığı pandemi sürecinde elektif cerrahi uygulanacak hastaların preoperatif anksiyete düzeylerinin ve anksiyete seviyelerini etkileyen faktörlerin değerlendirilmesi amaçlandı. 18-75 yaş grubu elektif cerrahi uygulanacak 450 hasta dahil edildi. Yazılı onamları alınan hastalar preoperatif dönemde değerlendirildi. Demografik verileri, eğitim durumu, medikal geçmişi, anestezi ve cerrahi deneyimleri sorgulandı. COVID-19 hakkında soruların olduğu anket formu ile yirmişer maddelik durumluk ve sürekli kaygı ölçeklerinden oluşan Spielberger Durumluk-Sürekli Anksiyete Ölçeği (STAI) hastalar tarafından dolduruldu. Durumluk (STAII) ve sürekli (STAI-II) kaygı ölçeklerinde büyük puan yüksek anksiyete seviyesini, küçük puan ise düşük anksiyete seviyesini belirtir. 49.26±15.51 yaş ortalaması olan hastaların ortalama anksiyete düzeyi STAI-I’de 41.46±8.43, STAI-II’de 37.79±9.73 olarak bulundu. Opere edilen kliniklere göre hastaların STAI-I puanları orta düzeyde anksiyete, STAI-II puanları ise hafif düzeyde anksiyete ile uyumluydu. Hastaların yaşı ile STAI-I arasında negatif yönde korelasyon görüldü (r=-0.52, p=0.136), STAI-II’de ise yaş ile pozitif korelasyon saptandı (r=0.22, p=0.321). Cinsiyet, eğitim durumu, geçirilmiş ameliyat öyküsü ve anestezi deneyimi açısından değerlendirildiğinde preoperatif STAI-I ve II puanlarında farklılık saptanmadı. COVID-19 pandemisi hakkında yeterli bilgi sahibi olmadığını düşünen hastaların (%17,6) STAI-I ve STAI-II puanları anlamlı yüksekti (p= 0.000, p= 0.001). Ailesinde geçirilmiş COVID-19 enfeksiyonu bulunan hastaların STAI-I ve II puanları ile diğer hastaların puanları benzerdi (p=0.76, p=0.91). Hastane yatışında COVID-19 ile enfekte olma tedirginliği bulunan hastaların (287 hasta, %63.8) STAI-I puanı hastanede COVID-19’a yakalanmaktan korkmayanlara (163 hasta, %36.2) göre yüksek bulundu (p=0.05). Postoperatif dönemde hastane yatışı sırasında COVID-19 ile enfekte olan hasta olmadı. Elektif cerrahi geçirecek hastalarda COVID-19 pandemisinde preoperatif anksiyete düzeyleri artmıştır. Preoperatif dönemde hastalara COVID-19 ile ilgili rutin bilgilendirme yapılmasının ve alınacak önlemlerden bahsedilmesinin anksiyete düzeyini azaltmada faydalı olacağı düşüncesindeyiz.Item COVID-19 tanı testleri, tedavisindeki aşılar ve ilaçlar; güncel durum(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-08-03) Salmanoğlu, Derya Selcen; Çalışkan, Emine Esin; Sofu, Meliz; Uyanıkgil, Yiğit; Uyanıkgil, Emel Öykü ÇetinCOVID-19 (Koronavirüs Hastalığı 19) olarak adlandırılan SARS-CoV-2 (Şiddetli akut solunum yolu sendromu koronavirüs-2) virüsünün neden olduğu enfeksiyon başlangıçta Aralık 2019’da Çin'de tespit edilmiştir ve daha sonra dünyaya hızla yayılmıştır. 13 Ocak 2020 tarihinde Tayland Halk Sağlığı Bakanlığı Çin'in Wuhan şehrinde yaşayan 8 Ocak 2020 tarihinde Tayland’a giden 61 yaşında Çinli bir kadında ilk importe olguyu bildirmiştir. Daha sonra 11 Mart'ta Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) bu salgını küresel bir pandemi ilan etmiştir. Hastalığın yayılmasını önlemek ve pandemiyi kontrol etmek için ilaçların etkinliği araştırılmakta olup çok sayıda COVID-19 aşı adayı ve ilaç adayı geliştirilmektedir. ABD- Gıda ve İlaç İdaresi (FDA), Aralık 2020'de sırasıyla Pfizer ve Moderna tarafından geliştirilen iki mRNA aşısı için acil kullanım onayı yayınlamıştır. Şu anda geliştirilmekte olan diğer COVID-19 aşıları mRNA, DNA, viral vektör, subünite, inaktive edilmiş ve canlı zayıflatılmış aşıları kapsayan çeşitli platformlara dayanmaktadır. Bu derlemede COVID-19 tanı ve/veya tedavisinde kullanılan testler, aşılar ve ilaçların rolünü incelenmektedir.Item Deneysel olarak travmatik beyin hasarı oluşturulan ratlarda serum pNF-H düzeyinin beyin hasarını göstermede etkinliği(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-06-15) Çıkrıklar, Halil İbrahim; Durak, Vahide Aslıhan; Alkan, Tülin; Aydin, Birnur; Sığırlı, Deniz; Salcı, Hakan; Armağan, Erol; Tıp Fakültesi; Cerrahi Ana Bilim Dalı; 0000-0002-8073-6207; 0000-0003-0836-7862; 0000-0001-6466-5042; 0000-0002-8193-474X; 0000-0002-4006-3263; 0000-0001-6548-8754Çalışmamızın amacı deneysel olarak hafif travmatik beyin hasarı oluşturulan sıçanlardan alınan serum örneklerinde pNF-H düzeyinin hasarı göstermede etkin olup olmadığını araştırmaktır. Marmarou modelinin modifiye edilerek kullanıldığı deneysel çalışmamızda farklı yüksekliklerden farklı ağırlıklarda bilyeler serbest düşme yöntemiyle bırakılarak sırayla 0.05, 0.1, 0.2 ve 0.4 Newton şiddetinde travma oluşturulması hedeflendi. Travmanın indüksiyonundan 2 saat sonra sıçanların kalbinden alınan kanlarda pNF-H düzeyi araştırıldı. Sonuç olarak deneysel olarak hafif travmatik beyin hasarı oluşturduğumuz ratlarda 2.saatte alınan kanlarda pNF-H düzeylerindeki değişiklikler istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Bu sonuçlar hafif travmatik beyin hasarından sonraki 2.saatte kanda çalışılan pNF-H’ın tanısal olarak etkin olmadığını göstermektedir.Item Ebeveynleri COVID-19 geçiren çocuk ve ergenlerde psikolojik sağlamlık, depresyon, anksiyete ve travma sonrası stres bozukluğu belirtileri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-08-31) Eroğlu, Mehtap; Yakşi, NeşeAralık 2019'da, Çin'de Yeni Koronavirüs (SARS-CoV-2) olarak bilinen bir koronavirüs tespit edilmiş ve dünya çapında bir salgın haline gelmiştir. COVID-19’dan korunmanın temel yolu, izolasyon ve sosyal uzaklaşma stratejileri olmuştur. Bu çalışmada, COVID-19 nedeni ile izole edilen ebeveynlerin çocuklarını depresyon, anksiyete ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) belirtileri açısından değerlendirdik. Çalışmaya anne ve/veya babası son 3 ay içinde COVID-19 enfeksiyonu geçirmiş 52 çocuk dahil edilmiştir. Çocukların yaşları 7 yaş ile 17 yaş arasındadır ve 27’si kızdır. Tüm çocuklara, Çocuklar için Depresyon Ölçeği, Çocuklar için Travma Sonrası Stres Tepki Ölçeği, Çocukluk Anksiyete Tarama Ölçeği, Psikolojik Sağlamlık Ölçeği uygulanmıştır. Çocukların %19.2’sinde depresif semptomların olduğu, depresyon semptomların kronik hastalığı olanlarda %40, tanı almış psikiyatrik hastalığı olanlarda %50 olduğu tespit edilmiştir. Çocuklarda, değişen düzeylerde TSSB belirtileri saptanmıştır. Annesi izole edilenlerde, ağır TSSB belirtileri oranı %35.1; babası izole edilenlerde %6.7’dir. Her iki ebeveyni de COVID-19 enfeksiyonu geçiren çocuklarda anksiyete puanı en yüksek bulunurken, bunu sırasıyla sadece annesi geçiren çocuklar ve sadece babası geçirenler izlemiştir. Bilim adamlarının koronavirüsü iyi anladıkları, ülkemizde Sağlık Bakanlığı’nın süreci iyi yönettiği, koronavirüsün yayılmasını kısıtlamak için kendi alacağı ve ülkemizde alınacak koruyucu önlemlerin fark oluşturacağı fikrine katılmayan çocuklarda depresyon semptom sıklığı daha yüksek bulunmuştur. Ayrıca, bilim adamlarının koronavirüsü iyi anladıkları fikrine katılmayan ve ülkemizde uygulanan kuralların günlük yaşamlarına çok fazla müdahalede bulunduğunu düşünen çocuklarda, ağır TSSB belirti sıklığının daha yüksek olduğu gösterilmiştir. COVID-19 salgını ile günlük yaşamları kısıtlanmış olan çocukların; bilişsel, duygusal, fiziksel ve psikolojik gelişimlerinin henüz tamamlanmamış olduğu dikkate alındığında, bu süreçte yaşayabilecekleri sorunlara karşı uyumlarını arttırmak, psikolojik dayanıklılıklarını güçlendirmek için ruhsal destek sunulmalı ve etkin stratejiler izlenmelidir.Item Erianinin HT29 kolorektal kanser hücrelerinin proliferasyonu ve koloni oluşumu üzerine etkilerinin araştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-07-02) Koçoğlu, Sema Serter; Elmas, Levent; Seçme, MücahitKolorektal kanser, dünyada kanser ilişkili ölümlerin en yaygın dördüncü sebebidir. Erianin antioksidan ve anti-tümör etkilere sahip Dendrobium ekstraktından elde edilen yeni bir dibenzil bileşiğidir. Bu çalışmada, erianinin HT29 kolorektal kanser hücreleri üzerine olan terapötik etkileri araştırılmıştır. Erianinin HT29 hücre canlılığı üzerine etkileri XTT test ile koloni oluşumu üzerine etkileri ise koloni formasyonu ile değerlendirilmiştir. Erianinin HT29 hücrelerinde IC50 değeri 48. saatte 59.05 µM olarak belirlenmiştir. HT29 hücre dizisinde erianin uygulanan grupta koloni sayısı 67±33 iken kontrol grubunda 350±89 olarak hesaplanmıştır. Erianin, HT29 kolorektal kanser hücrelerinde koloni oluşumunu ise anlamlı derecede azaltmıştır. Yapılan çalışmaların sonuçları, erianinin kolorektal kanser tedavisinde doğal elde edilen bir bileşik olarak güvenli, kolay ulaşılabilir ve umut veren terapötik bir ilaç olabileceğini destekler niteliktedir. Gelecekte erianinin kolorektal kanser hücreleri üzerindeki etki mekanizmasını aydınlatacak daha kapsamlı ve çok merkezli desteklenecek ileri düzeyde klinik çalışmalara ihtiyaç vardır.Item Gastrointestinal yerleşimli lipomalar: 19 olgunun retrospektif analizi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-08-26) Özşen, Mine; Yerci, Ömer; Uğraş, Nesrin; Işık, Özgen; Yılmazlar, Tuncay; Tıp Fakültesi; Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı; 0000-0002-5771-7649; 0000-0001-7118-5258; 0000-0003-0127-548X; 0000-0002-9541-5035; 0000-0003-1924-0795Bu tanımlayıcı çalışmada gastrointestinal sistem yerleşimli lipoma tanısı alan olguların sunulması ve bu tümörlerin klinikopatolojik özelliklerinin literatür bilgileri eşliğinde değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmamızda Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı arşivi taranarak gastrointestinal sistem yerleşimli lipoma tanısı alan 19 olgu retrospektif olarak incelendi. Olguların 11'i kadın (%57,9), 8'i erkekti (%42,1). Ortalama yaş değeri 62,3 yaş olarak saptandı (yaş dağılımı 36-78). 19 olgunun 14'ü kolon, 3'ü ince barsak, 1'i mide ve 1'i rektum yerleşimliydi. Angiolipoma tanısı alan inen kolon yerleşimli tek olgu dışında kalan tüm olgular klasik lipoma morfolojsindeydi. Genellikle insidental olarak saptanan lipomalar, obtrüksiyon, intusepsiyon ve kanama gibi ciddi gastrointestinal semptomlara yol açabilen, adenokarsinomalara eşlik edebilen ve malignitelerle ayırıcı tanısı yapılması gereken tümörlerdir. Tüm olgular operasyon öncesinde uygun radyolojik ve endoskopik yöntemlerle incelenmeli ve her olgu için en uygun tedavi seçeneği değerlendirilmelidir.Item Hipotalamusta iyonotropik glutamat reseptör ekspresyonu: İmmunohistokimyasal lokalizasyon çalışması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-08-19) Yurtseven, Duygu Gök; Topal, Gonca; Minbay, F. Zehra; Eyigör, Özhan; Tıp Fakültesi; Tıp Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0003-4969-3584; 0000-0003-0426-2684; 0000-0001-5757-8450; 0000-0003-3463-7483Merkezi sinir sisteminde (MSS) nöron fonksiyonlarının düzenlenmesinde çok çeşitli nörotransmitter madde rol oynar. Glutamat, hipotalamusta en önemli eksitatör amino asit nörotransmitterlerden biri olarak yer alır ve nöronlar üzerindeki düzenleyici işlevini iyonotropik ve metabotropik olarak iki alt ailede sınıflandırılan reseptörlerine bağlanarak gerçekleştirir. Glutamatın bazı nöroendokrin nöronlar üzerinde etkili olduğu yapılan elektrofizyolojik ve farmakolojik çalışmalarla belirlenmiştir. Çalışmamız kapsamında, glutamaterjik innervasyonun histomorfolojik olarak desteklendiği çalışmaların bulunmaması sebebiyle hipotalamik glutamat reseptör alt birimlerine odaklanılmıştır. İyonotropik glutamat reseptör alt birimlerinden AMPA (GluA1, GluA2, GluA3, GluA4), Kainik asit (GluK5, GluK1, GluK2, GluK3) ve NMDA’nın (GluN1, GluN2A) hipotalamustaki dağılımları immünohistokimya yöntemi kullanılarak araştırılmıştır. Dişi sıçanların beyin dokularından vibratom aracılığıyla alınan kesitler, hipotalamik nöronlardaki glutamat reseptör alt birimlerinin varlığı ve yoğunluğu açısından değerlendirilmiştir. Çalışmada, AMPA reseptörlerinden GluA1 ve GluA2’nin yaygın olarak hipotalamusta lokalize olduğu, GluA3 ve GluA4 immünoreaksiyonunun ise çok sınırlı olduğu; kainat reseptör alt birimlerinden GluK5’in çok yaygın olduğu ve GluK1/2/3 içeren nöronların daha az sayıda olduğu, NMDA reseptör alt birimlerinden GluN1’in ise hipotalamusta yoğun olarak bulunduğu saptanmıştır. Sonuç olarak, bu çalışma ile hipotalamik birçok nöronun iyon spesifik iGluR kanallarını farklı miktar ve yoğunlukta eksprese edebildiği, bunun da hedef nöronların glutamat tarafından farklı şekilde düzenlenmesine izin verebileceği gösterilmiştir.Item İstemli egzersizin sıçanlarda fruktozdan zengin beslenmeyle uyarılan böbrek fonksiyon bozukluğu ve oksidan durumu düzeltici etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-06-14) Kaya, Oktay; Erçetin, Deniz; Aydın, Muhammed Ali; Metin, Melike SapmazFruktoz tüketimindeki artışın oksidatif stresi artırarak böbrek fonksiyonlarını olumsuz etkilediği bilinmektedir. Egzersizin böbrek için koruyucu etkileri olduğu gösterilmiş olmasına karşın fruktozdan zengin beslenmeye bağlı değişimlerde istemli koşu egzersizinin etkileri bilinmemektedir. Çalışmamızda yüksek fruktozla beslenmenin böbrek fonksiyonu ve histolojisi üzerine meydana getirdiği olası etkiler ve oksidatif hasarda istemli fiziksel aktivitenin rolünü araştırdık. Deneyde kullanılan 21 adet erkek Sprague Dawley sıçan 3 gruba ayrıldı. Sekiz hafta süren deney boyunca Sedanter+su (kontrol) grubu içme suyu alırken sedanter+fruktozlu su (F) ve aktivite+fruktozlu su (A+F) grupları %20 fruktoz içeren içme suyu aldılar. A+F grubu 8 hafta boyunca dönen tekerlek bulunan kafes yardımıyla istemli fiziksel aktivite yaptı. Deney sonunda alınan kan örneklerinde üre ve kreatinin seviyeleri, böbrek dokularında malondialdehit ve glutatyon düzeyleri incelendi. Ayrıca böbrek dokusunun histopatolojik incelemesi yapıldı. Böbrek fonksiyonlarının göstergesi olan serum kreatinin seviyesi F grubunda kontrol grubuna göre yüksek bulundu (p=0,012). Malondialdehit (MDA) seviyesi F grubunda kontrol grubuna göre yüksek iken A+F grubunda kontrol grubuyla benzerdi (sırasıyla p=0,024 ve p>0,99). Glutatyon (GSH) seviyesi F ve A+F gruplarında kontrol grubuna göre yüksekti (sırasıyla p=0,015 ve p=0,001). GSH seviyesi A+F grubunda F grubuna göre anlamlı düzeyde yüksekti (p=0,014). Kontrol grubuna kıyasla F grubunun böbrek kesitlerinde glomerüler çap, glomeruloskleroz oranı ve kollajen yoğunluğunda artış görüldü. A+F grubunda kontrol grubuna benzer histolojik görünüm saptandı. Bu çalışma ile yüksek fruktozla beslenmeye bağlı böbrek yapısı ve fonksiyonlarında meydana gelen olumsuz etkilerin ve oksidatif hasarın istemli fiziksel aktivite ile önlenebileceği ortaya konmuştur.Item Klofarabin bazlı tedavi alan relaps veya refrakter akut lösemi tanılı hastaların retrospektif değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-06-15) Yalçın, Cumali; Özkalemkaş, Fahir; Özkocaman, Vildan; Ersal, Tuba; Pınar, İbrahim Ethem; Orhan, Bedrettin; Candar, Ömer; Ali, Rıdvan; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Hematoloji Bilim Dalı; 0000-0002-5129-2977; 0000-0001-9710-134X; 0000-0003-0014-7398; 0000-0001-5419-3221; 0000-0001-9907-1498; 0000-0003-3970-2344Relaps veya refrakter akut lösemide klofarabin bazlı kurtarma tedavilerinin genel yanıt oranları %17-48 arasında değişmektedir. Çalışmamızda relaps veya refrakter akut lösemi tanılı hastalarda klofarabin bazlı kurtarma tedavisi sonrası yanıt oranları, enfeksiyon ile ilişkili komplikasyonları ve yan etkileri değerlendirildi. Ocak 2015 ile Aralık 2020 tarihleri arasında kliniğimizde klofarabin bazlı kurtarma tedavisi alan 12 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların %58 (n=7)’i erkek olup ortalama yaş 36,6±16,4 olarak saptandı. Hastaların %75 (n=9)’i akut lenfoblastik lösemi, %25 (n=3)’i akut myeloid lösemi tanısı ile takip edilmekteydi. Klofarabin öncesi almış oldukları kemoterapi rejim sayısı medyan 3 idi. Hastaların %66 (n=8)’sı son aldığı tedaviye refrakter, %33 (n=4)’ü erken nüks ile başvurdu. Hastalar klofarabin 22,5 mg/m2 + sitozin arabinozid 1000 mg/m2 dozunda intravenöz 1-5. gün olacak şekilde tedavi aldılar. Tedavi esnasında tüm hastalar febril nötropeni ile komplike oldu, hastaların %58 (n=7)’inde sepsis gelişti. Ciddi (grade 3-4) non- hematolojik yan etkiler arasında hepatotoksisite %33, diyare %25, bulantı-kusma %16, mukozit %16 civarındaydı. Klofarabine bağlı nörotoksisite izlenmedi. Hastaların birinde tam yanıt (%8) elde edildi. Hastaların %33 (n=4)’ü tedaviye yanıtsızdı. İlk 30 gün içindeki mortalite oranı %50 (n=6) idi. Mortal seyreden hastaların bir tanesinde erken ölüm (<2 hafta) oldu. Refrakter veya erken nüks akut lösemi hastaları için esas amaç kurtarma tedavisi sonrası allojenik kemik iliği nakline ilerlemektir. Her ne kadar kemik iliği nakli ile kür sağlanabilse de 4 yıllık sağ kalım %25-30’u geçmemektedir. Dolayısıyla relaps veya refrakter akut lösemi hastalarında günümüzde halen güçlü ve etkili bir kurtarma tedavi rejimine ihtiyaç duyulmaktadır.Item Kronik olarak intraserebroventriküler enjekte edilen histamin ve antagonistlerinin hipotalamo-hipofizer-aks üzerindeki etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-06-22) Altınbaş, Burçin; Bayram, Gökçen Güvenç; Yalçın, Murat; Veteriner Fakültesi; Fizyoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-5600-8162Merkezi sinir sistemi içerisinde nörotransmitter ve nöromodülatör etkiye sahip histamin, davranış durumunun, biyolojik ritmin, vücut ağırlığının, enerji metabolizmasının, termoregülasyonun, sıvı dengesinin, stresin ve üremenin düzenlenmesinde anahtar role sahiptir. Histaminin merkezi akut enjeksiyonlarının hipotalamo-hipofizer-gonadal (HPG) aks içerisinde etkili olduğunu ve histaminin merkezi H1 ve H2 reseptörlerinin bu etkiye aracılık ettiğini gösterdik. Fakat çalışmalarda, histaminin ve histamin reseptör antagonistlerinin uzun süreli merkezi tedavilerinin HPG aks içerisindeki etkilerine dair açıklayıcı bir bilgi bulunmamaktadır. Çalışmada, kronik olarak intraserebroventriküler (i.s.v.) enjekte edilen histamin ve antagonistlerinin hipotalamo-hipofizer-gonadal (HPG) aksta rol oynayan, gonadotropin salgılatıcı hormonun (GnRH), folikül stimüle edici hormonun (FSH), lüteinleştirici hormonun (LH) ve testosteron hormonunun plazma seviyelerine etkileri araştırılmıştır. Çalışma Sprague-Dawley ırkı sıçanlarda gerçekleştirilmiştir. Histamin (100 nmol), histaminerjik H1 reseptör antagonisti klorfeniramin (100 nmol), histaminerjik H2 reseptör antagonisti ranitidin (100 nmol) veya histaminerjik H3/H4 reseptör antagonisti tiyoperamid (100 nmol) i.s.v. olarak 7 gün boyunca enjekte edilmiştir. Histamin ve antagonistlerinin kronik enjeksiyonu GnRH’nın plazma seviyelerinde anlamlı bir fark oluşturmamıştır. Kronik histamin veya klorfeniramin tedavisi sonucu plazma FSH seviyelerinde artış (p<0,05) ve LH ve testosteron (p<0,05) seviyelerinde ise bir düşüş gözlenmiştir. Kronik ranitidin veya tiyoperamid tedavisi ise plazma FSH düzeylerinde bir etki oluşturmamış fakat LH ve testosteron seviyelerinde artışlara neden olmuştur (p<0,05). Sonuç olarak elde edilen veriler, histamin ve merkezi H1 reseptör antagonistinin uzun süreli tedavisinin, LH ve testosteron seviyeleri üzerinde inhibe edici etkilere sahip olduğunu göstermektedir. Bunun yanında, merkezi H2 ve H3/H4 reseptör antagonistleri ile yapılan kronik tedavinin üremenin düzenlenmesine katkı sağlayabileceği görülmektedir.Item MikroRNA-106a’nın yüksek ekspresyonu kolorektal kanserlerde mikrosatellit instablite durumu ile ilişkilidir(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-07-09) Uğraş, Nesrin; Kanat, Özkan; Aksoy, Seçil Ak; Tunca, Berrin; Yılmazlar, Tuncay; Öztürk, Ersin; Aksoy, Fuat; Işık, Özgen; Yerci, Ömer; Mutlu, Melis; Tekin, Çağla; Tıp Fakültesi; Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı; 0000-0002-3760-9755; 0000-0002-1619-6680; 0000-0003-1924-0795; 0000-0001-8593-5101; 0000-0001-5808-9384; 0000-0002-9541-5035; 0000-0001-7118-5258; 0000-0002-6633-3428; 0000-0002-2568-3667Mikrosatellit instabilite (MSI), DNA tamir genlerindeki hatalardan kaynaklanan ve kolorektal kanserin (KRK) oluşmasına neden olan genetik bir durumdur. Sporadik KRK’larda MSI görülme sıklığı, prognoza olan etkisi literatürde çelişkilidir. Bununla birlikte MSI’ya sahip KRK’larda standart kemoterapi yetersiz kaldığı için yeni tedavi seçeneklerine ihtiyaç duyulmaktadır. micoRNA’lar (miRNA) kanserleşme sürecinde görev alan ve tanıda, prognozda ve tedavide belirteç olarak kullanılan küçük RNA molekülleridir. Mevcut çalışmada, Türk popülasyonuna ait sporadik gelişen KRK’larda MSI’nın görülme sıklığının tanımlanması ve bu tümörlerde miRNA’ların ekspresyon farklılıklarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmada, sporadik KRK tanısı almış 63 hasta değerlendirildi. Hastalara ait arşiv tümör ve normal dokularından DNA ve RNA izolasyonları yapıldı. DNA örneklerinden fragment analizine dayalı MSI testi gerçekleştirildi. qRT-PCR kullanılarak 38 farklı miRNA’nın ekspresyon profili incelendi. 63 hastada MSI görülme oranı %23.8 olarak belirlendi. MSI ve mikrosatellit stabil (MSS) tümörler karşılaştırıldığında, MSI tümörlerde, miR-124 ve miR-106a’nın yüksek ve miR-145’in ise düşük ekspresyon gösterdiği belirlendi (p<0.05). Bununla birlikte miR-106a’nın yüksek ekspresyonunun cerrahi sonrası nüks gelişimi ile ilişkili olduğu saptandı (p=0.002). Elde edilen bulgular ışığında miR-106a’nın özellikle MSI genotipine sahip KRK tümörlerde hedeflenmesi ile KRK hastalarında yeni tedavi protokollerinin oluşturularak nüks oluşumunun engellenebileceğini öngörülmüştür.Item Semptomatik kalça ağrısının nadir görülen bir nedeni: Sinoviyal pit: Olgu bazlı derleme(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-08-19) Ertem, Uğur; İrdesel, Jale; Tıp Fakültesi; Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı; 0000-0003-2142-2264; 0000-0002-1456-9121Sinoviyal pitler; genellikle 1 cm'den küçük çaplı, çevresi ince bir skleroz tabaka ile çevrili radyolüsent yuvarlak lezyonlar şeklinde gözlenirler ve sıklıkla femur boynunun proksimal üst kısmında yerleşirler. Çoğunlukla asemptomatik seyrederler ama bazen kalça ağrısına neden olabilirler. Bu olgu bazlı derlemede, kliniğe non-travmatik sağ kalça ağrısı ile başvuran 57 yaşındaki bir kadın hasta üzerinden konu irdelenecektir. Çeşitli analjezik ilaçlardan fayda görmeyen hastada yapılan sağ kalça manyetik rezonans görüntülemede (MRG) sinoviyal pit saptanmış ve konservatif tedavi ile ağrısı kontrol altına alınmıştır. Bu derlemede çok yaygın bir bulgu olan kalça ağrısının nispeten çok akla gelmeyen nedenlerinden biri olan sinoviyal pit ve radyolojik olarak ayırıcı tanısında göz önünde bulundurulacak hastalıklar vurgulanmıştır.Item Sol üst lob evre I akciğer kanserli hastalar için sol üst lobektomi aşırı tedavi mi? Propensity skor analizi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-08-26) Melek, Hüseyin; Sevinç, Tolga Evrim; Sığırlı, Deniz; Bayram, Ahmet Sami; Gebitekin, Cengiz; Tıp Fakültesi; Biyoistatistik Ana Bilim Dalı; 0000-0003-1822-8153; 0000-0002-0150-0782; 0000-0002-4006-3263; 0000-0003-0684-0900; 0000-0001-8718-9499Sol üst lobda yer alan küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) için sol üst lobektomi ve segmentektomi sonuçlarını karşılaştırmayı amaçladık. Kliniğimizde 1999-2016 yılları arasında sol üst lob yerleşimli KHDAK nedeniyle segmentektomi veya lobektomi uygulanan hastaların verilerini retrospektif olarak inceledik. Segmentektomi; lobektomi için uygun evre I hastalar ve sınırlı kardiyopulmoner rezervi nedeniyle lobektomi için uygun olmayan hastalarda uygulandı. Toplamda 127 hasta optimal veri eşleştirme algoritması kullanılarak propensity skoru analizine dahil edildi. 1: 2 eşleştirme algoritmasından sonra 90 hasta iki gruba ayrıldı; grup 1 segmentektomi (n=30) ve grup 2 lobektomi (n=60). Morbidite, mortalite, uzun dönem sağkalım oranları ve prognostik faktörler analiz edildi. Histopatolojik incelemede 57 hasta evre I [grup 1 (n = 18), grup 2 (n = 39)], 33 hasta evre II-IV [grup 1 (n = 12), grup 2 (n = 21 )] tespit edildi. Morbidite oranı % 37.78 (37/90) [grup 1: n = 11 (% 36.67), grup 2: n = 23 (% 38.33), p = 1.000] ve mortalite oranı % 1.11 [grup 1: n = 1 (% 3.33), grup 2: n = 0 (% 0), p = 0.333] idi. Evre I hastalarda ortalama Kaplan-Meier sağkalım süresi grup 1 için 146.09 (% 95 CI: 111.70-180.49) ve grup 2 için 106.99 (% 95 CI: 77.68-136.30) idi (p = 0.185) olarak sonuçlandı. Bu çalışmada sol üst lobda segmentektomi veya lobektomi uygulanan erken evre KHDAK'li hastalar için benzer sonuçlar elde edildi. Özellikle lingulektomi veya trisegmentektomi, evre I KHDAK için lobektomiye kıyasla standart bir prosedür olarak önerilmektedir.Item T-47D meme kanseri hücreleri üzerinde kurkuminin doz bağımlı etkisinin incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-08-17) Aykanat, Nuriye Ezgi Bektur; Kaçar, SedatZingiberaceae familyasına ait zerdeçaldan elde edilen bir polifenol olan kurkumin, anti-inflamatuar, anti-tümör, anti-oksidatif ve antimikrobiyal etkiler dahil olmak üzere birçok etkiye sahiptir. Kurkuminin farklı kanser hücreleri üzerindeki etkileri hakkında birçok çalışma bulunmaktadır. Bu çalışma, kurkuminin T-47D meme kanseri hücre canlılığı üzerindeki anti-kanser etkisini araştırmayı amaçlamaktadır. T-47D meme kanseri hücrelerine farklı dozlarda uygulanan kurkuminin etkisi MTT yöntemi ve inverted mikroskop ile araştırılmıştır. Kurkuminin T-47D hücrelerinde IC50 dozu 24 saat sonunda 65,8 µM, 48 saat sonunda 46,4 µM ve 72 saat sonunda ise 26,6 µM olarak belirlenmiştir. Morfolojik değerlendirmede ise kurkumin uygulanmış hücreler yuvarlak ve flask yüzeyinden ayrılmış kitleler halinde gözlenmektedir. Sonuçlarımız, kurkuminin T-47D hücre proliferasyonunu önemli ölçüde azalttığını göstermektedir. Kurkumin, tek başına veya diğer moleküllerle kombinasyon halinde meme kanseri tedavisi için bir aday olabilir. Gelecekte, kurkuminin meme kanseri hücreleri üzerindeki etki mekanizmasını aydınlatmak için daha kapsamlı ve çok merkezli destekli ileri klinik çalışmalara ihtiyaç vardır.Item Tavuk embriyosu koryoallantoik membranında görülen anjiyogenez sürecinde C-tipi natriüretik peptid-3 ve natriüretik peptid reseptör-B mRNA ifadelerinin analizi: Tanımlayıcı bir çalışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-05-04) Efe, Ekin; Dağdeviren, Attila; Kaymaz, Fevziye Figen; Tufan, Ahmet ÇevikTavuk koryoallantoik membran (CAM) modeli, anjiyogenez çalışmalarında gelişimsel süreçleri takip etmek için yaygın olarak kullanılan bir modeldir. Bu çalışmada, CAM kullanılarak, embriyonik gelişimin 7. ve 20. günleri (E7 ve E20) arasında görülen anjiyogenez süreci ışık ve transmisyon elektron mikroskop analizleri ile takip edilmiştir. Ayrıca, aynı günlerde alınan CAM örnekleri kullanılarak, anjiyogenez meka nizmalarında görevli [Vasküler Endotelyal Büyüme Faktörü (VEGF)-A ve Fibroblast Büyüme Faktörü (FGF)-2] ve reseptörlerinin [Vasküler Endotelyal Büyüme Faktörü Reseptörü (VEGFR)-2 ve Fibroblast Büyüme Faktörü (FGFR)-2] yanı sıra, insan C-tipi natriüretik peptid (CNP) homoloğu olan tavuk CNP-3 ve reseptörü natriüretik peptid reseptörü (NPR)-B'nin mRNA ifade düzeylerinin zamana bağımlı değişimi analiz edilmiştir. Işık mikroskobu ve elektron mikroskobu analizleri, endotel tüp benzeri vasküler yapıları yoğun olarak E7-E8 günlerinde ve koryonik mezenşim içinde bulunduğunu göstermiştir. E9-E20 günler sürecinde ise mezenşim içinde yer alan vasküler yapıların progresif gelişimi, stabilizasyonu ve kompleks dallanması gözlenmiştir. Bu vasküler gelişim sürecinde, VEGF-A ve FGF-2 mRNA ifadesi, CAM gelişiminin erken aşamalarında E7 ile E9 arasında ve E8'de pik yapacak şekilde gözlenmiştir. Bu moleküller, CAM gelişiminin geç döneminde, E16 civarında ikinci bir pik göstermiştir. CNP-3 mRNA ifadesi E16 ile E20 arasında VEGF-A ve FGF-2 mRNA ifadeleri ile eş zamanlı olarak tespit edilmiştir. VEGFR-2 mRNA ifadesi E7-E12 arasında gözlenirken, FGFR-2 mRNA ifadesi ilk pikini E7-E9 arasında ve ikinci pikini E16-20 arasında göstermiştir. NPR-B mRNA ifadesi ise en yüksek seviyesi E16’da olmak üzere E7-E20 arasında gözlenmiştir. Sonuç olarak elde edilen veriler, CNP-3'ün özellikle CAM gelişiminin geç döneminde (E16-E20 günleri sürecinde), NPR-B reseptörü aracılığıyla, ileri vasküler organizasyonda rol oynayabileceğini ortaya koymuştur.Item Türkiye’deki hemşirelerde merhametin araştırılması: Uluslararası araştırma sonuçları(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-08-17) Akman, Özlem; Öztürk, Candan; Papadopoulos, Irena; Arkan, Burcu; Sağlık Bilimleri Fakültesi; Psikiyatri Hemşireliği Ana Bilim Dalı; 0000-0002-7285-6196Bu çalışmada Türkiye’de hemşirelerin merhamet kavramını nasıl tanımladıkları, görüşleri ve deneyimlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Araştırma geniş çaplı uluslararası bir çalışmanın parçası olarak online anket şeklinde tasarlanıp uygulanmıştır. İngiltere’de Middlesex University’den etik kurul izinleri alındıktan sonra, 15 farklı ülkeden hemşirelerin katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Ana veri tabanı içinden Türkiye örneklemini oluşturan hemşirelerin (n=96) verileri bu çalışmada kullanılmıştır. Verilerin toplanmasında, Irena Papadopolos tarafından geliştirilen ve her ülke tarafından içerik geçerliliği yapılan anket kullanılmıştır. Bu çalışma ise, Türkiye’de çalışan hemşirelerin ankete verdikleri cevaplara odaklanarak yapılmıştır. Veriler, açık uçlu sorular içerik analizi kullanılarak, çoktan seçmeli sorular ise sayı ve yüzdelik olarak çözümlenmiştir. Türkiye’deki hemşirelerin hastalara, ailelerine ve topluma karşı merhametli bir bakım vermeyi önemsediklerini ortaya koymuştur. Aynı zamanda merhametin öğretilebileceği ancak yeterince öğretilmediği belirlenmiştir. Elde edilen nitel veriler; dokunmak, dinlemek ve anlamak, iletişim ve empati, acılarını hafifletmek, yakın ilişki kurmak olarak sınıflanmıştır. Türkiye’de hemşireler merhametli olmanın hastanın iyileşmesinde ve bakım kalitesinin artmasında önemli bir kavram olduğunu ve bunun davranışlara yansıtılarak gösterilmesi ve hastalara hissettirilmesi gerektiğini ifade ederek inançlarını belirtmişlerdir.Item Üç yüz yirmibeş laparoskopik adrenalektomi vakasının retrospektif analizi: Tek merkez deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-06-22) Çiçek, Mehmet Çağatay; Günseren, Kadir Ömür; Cander, Soner; Vuruşkan, Hakan; Yavaşcaoğlu, İsmet; Tıp Fakültesi; Üroloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-0471-5404; 0000-0001-8673-3093; 0000-0001-6303-7896; 0000-0002-3917-4847; 0000-0002-1788-1997Kliniğimizde çeşitli adrenal bez patolojileri nedeniyle laparoskopik adrenalektomi (LA) uygulanan hastaların intra-operatif ve post-operatif sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık. 2008 - 2020 yılları arasında LA uygulanan hastaların verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların yaş, cinsiyet gibi demografik özellikleri, adrenal kitlenin boyutu, operasyon süresi, kanama miktarı, preop ve postop hemoglobin değerleri, hastanede kalış süresi, intraoperatif ve postoperatif komplikasyonlar açısından değerlendirildi. Patoloji raporları incelenerek kaydedildi. Çalışmaya 196’sı (%60.3) kadın ve 129’u erkek olmak üzere toplam 325 hasta dahil edildi. Yüz elliyedi hastaya sağ ve 168 (%51.7) hastaya sol LA uygulandı. Ortalama yaş 51.6 ± 12.1 ve ortalama kitle boyutu 40.3 ± 20.2 mm idi. Ortalama operasyon süresi 97 ± 36.2 dk ve ortalama kanama miktarı 50.8 ± 44.1 ml idi. Ortalama hastanede kalış süresi 3.1 ± 2.2 gün idi. İntraoperatif dönemde bir hastada distal pankreas yaralanması, 2 hastada kanama ile toplam 3 hastada intra-operatif komplikasyon gelişti. Bir hastda açık cerrahiye geçildi. Postoperatif dönemde 7 hastada komplikasyon görüldü. Tüm postoperatif komplikasyonlar ek girişime gerek kalmadan konservatif izlem ile tedavi edildi. LA, adrenal kitlelerin cerrahi tedavisinde tecrübeli merkezlerde güvenle uygulanabilecek efektif ve minimal invazif bir tedavi yöntemdir.