2020 Cilt 19 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13336
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 16 of 16
- Results Per Page
- Sort Options
Item Georg Simmel ve kültürün trajedisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-25) Hoşgör, KubilayBu çalışmada Georg Simmel’ın (1958-1918) kültür kavrayışını ele alıyorum. Simmel kültürün modern toplumda trajik bir kadere teslim olduğunu ileri sürer. Bu teslimiyetin arkasında toplumsal işbölümü mantığının genelliği yatar. Bu genellik uyarınca işbölümüne açık olmayan herhangi bir kültür formu bulmak zordur. Bununla birlikte Simmel’a göre, özne bir tek sanatta trajik kaderine teslim olmaz. Çünkü sanat, işbölümüne açık değildir. Umutsuz kötümserliğine rağmen Simmel, sanatı öznel tinin kurtuluşu için bir sığınak olarak görmeye devam eder. Oysa iki dünya savaşının ardından sanata şimdi bir kez daha bakıldığında, öznel tinin evrenselliğinin gerçekleşme alanı olarak, onun özneyi trajik kaderinden korumaya imkân sağlayıp sağlayamayacağını yeniden sormak gerekir. Bugün gerçekten hala bir kültür formu olarak sanattan söz edilebilir mi? Bu çalışmada aşağıdaki önermeleri vurguluyorum: 1. Kültürün tanımını nesnel olana bakarak yapmak, esere biçim veren canlı enerjiyi görmeyi engeller. 2. Georg Simmel kültürün trajik bir kadere sahip olduğunu ileri sürer. 3. Trajedi insanın zihninin bütün üretimlerini kuşatır. 4. Yalnızca sanatın alanında bir kurtuluşun olup olmadığı tartışılabilir. 5. Çünkü gerçek sanat, trajediye yol açan (genetik) gelişimimiz karşısında bir tür öze dönüştür. 6.Sanatın gerçekliğinin temel nitelikleri: Görünün alanında bulunuşu, otantik bir bakış geliştirebilişi ve kültürün diğer formlarına kıyasla, bireyin incelmişliği kaygısını üzerinden atışı.Item “Homo Homini Lupus” sözü üzerine(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-25) Özmakas, UtkuThomas Hobbes’un siyaset felsefesi ele alınırken en çok gönderme yapılan ifadelerden birinin “homo homini lupus”, yani “insan insanın kurdudur” sözü olduğu söylenebilir. Geleneksel yorum, düşünürün bu sözü, doğa durumundaki insanın halet-i ruhiyesini ve insanın doğasını betimlemek için kullandığını ileri sürmüştür. Ne var ki, bağlamından kopartılmış bu yorum pek çok açıdan yanlıştır. Bu yanlışın düzeltilebilmesi için öncelikle Hobbes’un düşüncesinde “metafor” kavramının yerinin ve öneminin tespit edilmesi gerekir. Böylelikle metaforun felsefi ve politik anlamı gözler önüne serilebilecektir. Bu makalenin esas amacı, Hobbes’un meşhur ifadesini yerli yerine oturtmak ve böylelikle doğru bilinen bir yanlışı düzeltmeye çalışmaktır. Buna bağlı olarak ikinci amacı da, kurt metaforunun kullanımının felsefi bir polemik içerdiğine dair ipuçlarına işaret etmektir.Item “İrade” ve “kelam” sıfatları üzerine(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-25) Kavlak, AhmetDinler arasındaki başlıca farklılığın tanrı tanımlarındaki farklılıktan ibaret olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü dinlerin tanrı tanımları dışındaki tüm inanç esasları temele aldıkları tanrı tanımının genişletilmesinden ibarettir. Bir dini tanımak o dinin tanrı tanımını doğru bilmek demektir. Tanrı tanımı ise inancın kaynağı olan tanrıya hangi sıfatlara sahip olarak inanılması emredildiğini bilmekten ibarettir. Sıfatların tanımı ise mutlak olarak tanrı tanımı demektir. Nihayetinde putperest inançlar ve politeist inançların bir bölümü müstesna, tüm dinlerde tanrı görünmez bir varlık olduğu için, tanrı zaten sadece sıfatlarıyla bilinen bir varlık durumundadır. Dolayısıyla tanrının sıfatlarının netleşmesi dinin doğru anlaşılması için en önemli kuraldır. Hıristiyanlıktan baba-oğul inancı ve muhtevası, Yahudilikten Yahudilere “seçilmişlik” veren ve altı günde kainatı yaratıp yedinci gün dinlenen tanrı Yehova inancı ve muhtevası çıkarılırsa geriye Hıristiyanlık ve Yahudilik kalmaz. Tüm dinler gibi İslam dininin de diğer dinlerden en önemli farkı sıfatlar konusundadır. Bu nedenle sıfatların netleşmesi İslam dininin doğru anlaşılması için zaruridir. İslamiyet konusunda araştırma yapan herkes için ve bilhassa başta din felsefesi olmak üzere tüm felsefi düşünce metodolojisi içinde araştırma yapanlar için en önemli hakikat, sıfatlar konusu netleştirilmeden İslam dininin anlaşılamayacağı hakikatidir. Bu çalışmada İslam dinini anlamada en kritik iki sıfat olan “kelam” ve “irade” sıfatlarının tanımı ve etkisi üzerinde durulmuştur.Item Şiire ilişkin felsefi bir soruşturma II: İmge ve mecaz(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-25) Türker, HabipBu makale imge nedir sorusuyla yola çıkmıştır. Ancak bu sorunun temelde mecaz meselesiyle alakalı olduğu görülmüş, mecazın ne olduğu aydınlatılmadan imgeyle ilgili doğru bir görüşe varılamayacağı kanaati oluşmuştur. Bu yüzden makalenin ilk kısmında klasik kaynaklar eşliğinde mecazın ve onunla alakalı olarak kinayenin ne olduğunu soruşturuyoruz. Geleneksel mecaz tanımını, sorunlu yanlarına işaret ederek, tadil ediyor, imgenin dil içindeki işlevlerini göstererek, mecazdan ayrı bir dil unsuru olmadığını, geniş anlamda tüm mecaz türlerine atfedilebileceğini, bunun yanında bilinen herhangi bir mecaz türü içine girmeyen, bambaşka bir şekilde de olabileceğini, imgeyi somut nesne nitelikleri ve nesne durumları üzerinden tanımlama girişimlerinin yanıltıcı olduğunu, imgenin zorunlu olarak somut şeylerin nitelikleri ve özellikleri üzerinden kurulmadığını, aksine soyut anlamları havi lafızlar arasında da kurulabileceğini, dolayısıyla böyle bir yaklaşımı temel alan bir tanımın doğru olmayacağını savunuyoruz. Vardığımız imge tanımı şudur: İmge ister somut isterse soyut, ister bağdaşık ister zıtlaşık, ister ilgili isterse ilgisiz olsun tüm varlık hallerini ifade eden lafızlar arasında yeni anlam ilişkisi geliştirmektir. İmgenin, dolayısıyla mecazın temelde varlık halleri arasında kurulan ilişkiyle ortaya çıktığını; sonuçta imgenin dar kalıp ve biçimlerinden özgürleştirilmiş mecaz olduğunu; bununla birlikte, modern şiirde imgenin kurulumunun öznel karakter taşıdığını, geliştirilen tüm anlam ilgilerinin insan öznelliğinden kalktığını ya da öznelliğimizce güdülendiğini, bu yüzden modern imge karakteristiğinin Kartezyen olduğunu iddia ediyoruz.Item A critique of Aristotelian evaluation of Euripides’s medea(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-25) Bilgili, HanifeAristotle left a legacy of countless pages on many diverse topics such as biology, physics, metaphysics, politics and ethics. Of these many writings, one hasn't attracted the attention, at least not to the extent the others have, Poetics. Poetics deals mainly with poetry, but with tragedy in particular. In this work, Aristotle answers questions concerning this field, such as what makes a fine tragedy, what are the most important parts of a tragedy, what characteristics should a tragedy have, what makes a powerful plot, what magnitude should a fine tragedy be of, what qualities should a hero have, and what kind of a relation a good tragedy should establish with the audience. Aristotle refers to certain poets and their works as examples in answering these questions. One of these works, namely Medea was rewritten by the Greek poet Euripides in the 5th century BC. This study aims at giving an analysis of Euripides’s version of the famous tragedy of Medea, from an Aristotelian standpoint following the principles Aristotle sets in Poetics. In line with this objective I argue that Medea has been misunderstood or misjudged, especially about its supposed immoral plot and characters; and try to show how it in fact can be moral with an atypical conception of morality.Item EU-Turkey refugee deal: Buck-passing and bargaining on human lives at risk?(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-25) Duarte, MelinaSince the early stages, the EU-Turkey Refugee Deal has generated several controversies concerning its legal and moral standing. In the first section of this paper, for important informative purposes, I will briefly discuss several points related to how the legality of the deal could be contested. In the second section, I will turn my attention to a more detailed examination of whether the deal could be considered immoral with regard to two morally condemned practices, namely: buck-passing, or evasion of responsibility, and bargaining on human lives at risk. In the final section, I will attempt to outline guiding principles for a hypothetical deal that would be more responsive to the principles underpinning the Refugee Convention than the morally condemnable principles in the actual deal based on those two grounds discussed here.Item Temsilin zemini: Benzerlik ve nedensellik(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-25) Gökel, NazımÇağdaş literatüre göre, felsefe tarihinde iki ayrı temsil kuramı mevcuttur: i) Benzerlikçi Temsil Kuramı ve (ii) Nedenselci Temsil Kuramı. İlk bölümde ve ikinci bölümde, çağdaş literatürde ele alınan şekliyle ikinci kuramın ilk kuramı nasıl altüst ettiğini aktarmaya çalışacağım. Üçüncü bölümde ise, literatürdeki yaygın kanının aksine Nedenselci Kuram’ın Benzerlikçi Kuram’a yönelttiği eleştirilerdeki zayıflıklara ve yer yer hatalara işaret edeceğim. Benim görüşüme göre, Benzerlikçi Kuram eksik olabilir, hatta bir çok açıdan hatalı yanları da olabilir; fakat Nedenselcilerin Benzerlikçilere yönelttiği eleştiri okları ayrıntılı bir şekilde ele alındığında aslında hiç bir okun hedefi vuramadığı görülecektir.Item Kartezyen anlam görüşünün eleştirisi olarak felsefi soruşturmalar’da dil ve anlam(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-25) Çil, Dilek Arlı; Demirci, ÖzgürBu çalışmanın amacı, Wittgenstein’ın Felsefi Soruşturmalar’da ortaya koyduğu dil ve anlam görüşünün, Kartezyen felsefenin öne sürdüğü dil ve anlam görüşünün eleştirisi olarak ele alınabileceğini ortaya koymaktır. Bu amaçla, öncelikle, Descartes’ın, kişinin kendi bilinç içeriklerine doğrudan erişimi olduğu varsayımından hareketle geliştirdiği ve özel bir dilin olanaklı olduğu düşüncesini içeren dil ve anlamla ilgili görüşlerine yer verilmiştir. Descartes’a göre anlam, dilin, kişiye özel zihin içerikleriyle ilişkilendirilmesi sonucunda oluşur. Bu görüş bizi, ortak bir anlamın olanaklı olmaması gibi bazı sorunlarla baş başa bırakır. Çalışmanın ikinci bölümünde, Wittgenstein’ın Kartezyen anlam görüşüne yönelik eleştirileri ortaya konulmuş; dil oyunları ve “özel dil argümanı”na dayanarak anlamın kişiye özel bir şekilde zihin içeriklerine gönderimde bulunarak değil, dil oyunları çerçevesinde, sosyal bir uzlaşıma dayanarak oluşturulduğu gösterilmiştir.Item Bursa’da kent ve siyaset ilişkisinin analizinde dinamik elit yaklaşımı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-25) Dayanıklı, Gül Gün; Günlü, RamazanKent ve siyaset ilişkisi, tarihsel bağımsız kentler olgusu bir yana bırakılırsa, sosyo-ekonomik olgular ve ulusalküresel olgulardan bağımsız olarak ele alınamaz. Tarihsel bakımdan dünya sistemi, dünya-ekonomi olgusuyla şekillenmiş, kentler de dünya-ekonominin parçası olmuşlardır. Bu makalede kent ve siyaset ilişkisi kentsel elit sorunsalı çerçevesinde incelenmiştir. Kentsel elit sorunsalı yöntemsel olarak kentsel elit döngüsünü ve dinamik elit yaklaşımını varsaymakta, kentsel elit döngüsü ise sosyo-ekonomik ve siyasal-kültürel dinamiklerin bir ifadesi olarak ele alınmaktadır. Buna göre kentler, küresel-ulusal ve yerel ölçekteki dinamikler ile şekillenen sosyo-ekonomik ve siyasal-kültürel niteliğe sahip yapılardır. Kentler sosyo-ekonomik nitelikli değişmeler çerçevesinde bir kriz içine girmekte, krizin etkilerine karşı kentsel elitlerin örgütlü kamu muhalefeti ortaya çıkmakta ve direniş başarı ya da başarısızlıkla sonuçlanıp kentsel elit döngüsüne girmektedir. Bu kriz, kentlerin eski sosyo-ekonomik yapılarını, güç odaklarını ve örgütlü kamu ideolojisini bütünlük-parçalanmışlık diyalektiğine sokarak, dünya ekonomisinde ve finans-politiğinde oluşan değişmelere ve işlev ve etken değişikliklerine uyarlamaktadır. Makalede Bursa’da kentsel elit değişimi olgusu, ‘’çokuluslu’’ Cargill şirketinin müdahalesi temelinde ele alınmış, müdahaleye karşı oluşan kentsel kamusal muhalefet/direniş, muhalefetin çözülmesi ve ‘’yeni’’ kentsel kamu kavramlaştırması, kentsel elit döngüsünü açıklamada değerlendirilmiştir.Item Ali Sedat’ın port-royal mantıkçılarıyla hesaplaşması hangi mantıksal tutum zemininde gerçekleşti?(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-25) Özel, Aytekin; Bursa Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü.; 0000-0003-4876-087XOsmanlı’nın son dönem mantıkçılarından Ali Sedat Avrupalı/Batılı mantıkçılarla entelektüel bir hesaplaşmaya girişmiştir. Hesaplaştığı mantıkçılardan bir grubu Port-Royal Mantıkçılarıdır. Mantıksal tutum, bir mantıkçı veya mantıkçılar topluluğunun kendi dönemlerinde mantık biliminin ana konularına yönelik yaklaşımlarıdır. Bu yönüyle Port-Royal Mantıkçıları ile Sedat’ın mantıksal tutumları birbirinden farklıdır. Bu makalede Sedat’ın Port-Royal Mantıkçılarına yönelttiği eleştirilerin içeriğini kritik etmiyoruz. Aksine ortada iki farklı mantıksal tutum olduğunu ileri sürmek amacıyla onların tarihi ve entelektüel arka planlarını irdeliyoruz. Ali Sedat ile Port-Royal Mantıkçıları, biri İslam Dünyası’nda (Osmanlı’da) diğeri Avrupa’da iki farklı geleneklere sahip mantıkçılardır. Bu farklılık onların mantıksal tutumlarını önemli ölçüde etkilemiştir.Item İki ayrı perspektiften mitos-logos ilişkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-25) Berke, Zeynep; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.; 0000-0002-1389-597Xİnsanlık tarihindeki en etkili ve önemli kırılmalardan biri felsefenin Antik Yunan’daki başlangıcında gerçekleşmiştir. Binlerce yıl öteden bakıldığında Yunan filozoflarının iki dönemi birbirinden ayıran noktada durduğunu görmemek imkânsız gibidir. Pre-Sokratik filozoflar ile birlikte Yunan dünyasında başlayan “düşünsel devrim”in temel nedeni, gerçeği anlamaya ve açıklamaya yönelik yeni bir tavır alınmasıdır. Bu tavır geleneksel olarak kabul edilegelmiş olan mit ve din kaynaklı açıklamaların yerine rasyonel açıklamalar getirme çabası olarak özetlenebilir. Dolayısıyla ortaya çıkan yeniliği ve gerçekleşen değişimi anlamak için karşıtlığın iki tarafına da bakmak gerekmektedir. Bu nedenle mitos ve logos kavramları ile ne kastedildiğini, bu kavramların hangi açılardan farklılaştığını, nasıl bir evren tahayyülü ortaya koyduklarını ve aralarındaki etkileşimi incelemek Antik Yunan felsefesinin ruhuna ilişkin daha derin bir kavrayışa ulaşmamıza yardımcı olacaktır.Item Von der analytischen philosophie zu der phänomenologie: Von internamen zu den intersinnen(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-25) Tarhan, Diler EzgiDas Ziel dieses Artikels ist es, was in den Philosophien von Frege und Husserl über die Beziehungen der Bedeutung der Justiz mit dem Inhalt der Justiz, den Inhalt mit der Bedeutung, die Bedeutung mit dem Objekt und das Objekt mit den Namen, gesagt wird, über die korrelative Bindung zwischen dem, was wir nennen, und dem, was wir meinen, zu diskutieren. Zu diesem Zweck wird die Husserl-Phänomenologie, mit der Bedeutung der von Frege gegründeten analytischen Tradition, beginnend mit den Dingen, die in die Sprache mit irgendeinem Name vertretet wird, seiner Meinung über Inhalt geprüft und den Unterschied der phänomenologischen Bedeutung mit der analytischen Bedeutunguntersucht. Nebenan werden auch die Nebenbedeutungen diskutiert, die mit diesem Problem in beiden Traditionen verbunden sind, und diese Diskussion, die über Husserl und Frege geführt wird, wird mit den Ansichten beider Philosophen über Konzepte wie Design, Objekt, Konzept, Denken und Phänomen erweitert.Item Jürgen Habermas’ın kamusal alan kavrayışı: Rasyonel politik irade oluşumu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-25) Torun, Tayfun; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Felsefe Bölümü.; 0000-0001-7169-5944Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, felsefe, sosyoloji, tarih, iletişim gibi farklı disiplinlerin verilerini sentezleyerek demokrasilerin örgütlenme ya da meşruiyet ilkesi olarak kamusal alanın jeneolojisini yapan olağanüstü kapsamlı, paradigmatik bir eserdir. Bu eserin önemi, her şeyden önce, Eleştirel Teori’nin normatif bir temelde yeniden yapılandırılmasına imkan veren “tahakkümden bağımsız iletişim” düşüncesinin ele alındığı ilk yer olmasıdır. Habermas’ın felsefesinde kamusal alan, bireylerin özel alanlarından çıkarak eşit yurttaşlar olarak tartışmaya katılabildikleri, toplumsal, kültürel ve politik her türlü mesele üzerine söz söyleyebildikleri, özgür tartışmanın alanı olarak tanımlanır. Ona göre, burjuva toplumuna özgü tarihsel bir kategori olarak ortaya çıkan ve gelişen bu alan, rasyonel tartışma yoluyla yurttaşlar arasında mevcut problemlerin çözümü için rasyonel bir uzlaşmanın tesis edilebilmesini mümkün kılması anlamında demokrasilerin kurucu/normatif unsurlarından birini oluşturur. Bu anlamda, kamusal alan, yurttaşların kendi kaderlerini özgür tartışma yoluyla belirleyebildikleri, rasyonel politik irade oluşumu alanı olarak kavranır. Eserin son bölümünde, 19. Yüzyıldan itibaren bu yapıların çözülme eğiliminde olduğunu, kamusal alanın bireylerin tahakküm altına alınmasına götüren yapısal bir dönüşüme uğradığını ileri sürse de, Habermas’ın felsefesinin evriminde (farklı teorik çerçeveler içerisinde de olsa) rasyonel politik irade oluşumunun mekanı olarak kamusal alanın ideal bir şekilde nasıl tesis edileceği daima merkezi bir tema olarak kalır. Bu makalede, ilk olarak Kamusallığın Yapısal Dönüşümü’nde hem tarihsel hem de normatif bir kategori olarak kamusal alanın ele alınış biçimi tartışılmaktadır. İkinci olarak Habermas’ın, kamusal alanın yapısal dönüşümüne ilişkin yorumunun açmış olduğu temel tartışmalar ele alınmaktadır.Item Hazcı yararcılık ve J. Bentham’ın politika felsefesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-25) Macit, M. HanifiYararcı geleneğin en önemli düşünürlerinden biri olan Jeremy Bentham geliştirdiği etik teorisini hem siyaset ve hukuk hem iktisat öğretisinin temeli yapmıştır. İlkçağın hazcı felsefesini, geliştirdiği teori için temel alan düşünür, bu felsefeyi yaşadığı dönemin sosyal sorunlarına çözüm olabilecek kavramsal çerçeve üzerinden sunmayı da başarabilmiştir. Bentham, hazzı eylemlerin kaynağı ve acıyı kaçınılması gereken fiil olarak dile getirmiş, bu tutumu ahlak, siyaset, hukuk ve iktisat için de tek geçerli yol olarak sunmuştur. Bu çalışmada amaç, ifade edilen gerekçelendirmeyi genel hatları ile ve etik temelli politika felsefesi bağlamında ortaya koymaktır.Item Felsefi danışmanlık için yeni bir kavram: Bunalım(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-25) Altunbaşak, İlkerFelsefi danışmanlık, psikolojik danışmanlığa alternatif bir danışmanlık türü olduğu iddiasını taşır. Bu iddia felsefi danışmanlığa alternatifi olduğu psikolojik danışmanlıktan farkının ne olduğu konusunu açık kılma ödevi yükler. Felsefi danışmanlar, söz konusu farkın danışanın sıkıntı ve sorunlarının hangi boyutta ele alındığında yattığını ileri sürerler. Felsefi danışmanlara göre sıkıntı ve sorunların kaynağı her zaman bireyin duygu durumları değildir. Bir kısım sıkıntı ve sorunların nedeni, bireyin inançları, düşünce kalıpları, önyargıları, hayatı kavrayış şekli, kısaca, çerçeve bir kavram olarak, onun dünya-hayat görüşüdür. Buna bağlı olarak da felsefi danışmanlıkta sıkıntı ve sorunlar kavramsal boyutta ele alınır; bir başka deyişle, danışanın sıkıntı ve sorunlarının nedeni olabilecek muhtemel duygu durumlarından uzak durulur. Dolayısıyla literatürde geçen sıkıntı ve sorun kavramları psikolojik yükler taşımaz. Peki, felsefi danışmanlık için, sıkıntı ve sorun kavramlarının yanında yine psikolojik yüklerden uzak yeni bir kavram belirlenebilir mi? Çalışma soruya olumlu cevap verdiği ve literatüre bu konuda yeni bir kavram kazandıracağı iddiasını taşıyor. Batı dillerinde kullanılan ve Türkçeye “kriz” olarak geçen kelime anlamında bunalım, Nermi Uygur’un felsefi söyleminde yer aldığı haliyle felsefi danışmanlık için yeni bir çalışma alanı olabilir. Bu aynı zamanda kendini psikolojik danışmanlıktan ayırt etme ve kuramsal alt yapısını kurma çalışmalarında felsefi danışmanlığa önemli katkılar sağlayacaktır.Item Dövüş Kulübü ve Egemen-Şiddet: Georges Bataille ve Walter Benjamin’in görüşleri ışığında bir dövüş kulübü incelemesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-25) Aksoy, Mete UlaşDövüş Kulübü, insanları konfor ve eşyalaşma ile köleleştiren tüketim toplumuna karşı başkaldıran bir beyazyakalının hikayesidir. Bir direniş odağı olarak dövüş kulübünü ilginç kılan şey, burada sergilenen şiddetin karakteri ve mahiyetidir. Dövüş Kulübü’nün hikaye ettiği şiddet, ilk bakışta Georges Bataille ve Walter Benjamin’in tanımladığı şekliyle bir egemen-şiddet anlatısı olarak gözükmektedir. Ancak dövüş kulübündeki bu spontane, söylemsiz ve dolayımsız şiddet tanındıkça (recognition), egemen olma vasfını yitirerek, kanunkoyucu şiddete dönüşmeye başlamıştır. Dövüş Kulübü’nün dile getirdiği şiddetin doğasını inceleyen bu çalışma, Bataille ve Benjamin’in şiddet ve egemenlik üzerine olan görüşlerinden yola çıkarak, bir Dövüş Kulübü okuması sunmaktadır. Çalışmanın birinci bölümünde, Dövüş Kulübü’nün egemen-şiddet ve tanınma paradoksu bağlamında genel bir incelemesi sunulacaktır. İkinci bölümde, Benjamin ve Bataille’ın egemenlik ve şiddet üzerine olan görüşleri, Dövüş Kulübü ile ilgili olacak şekilde ortaya konacaktır. Üçüncü bölümde, Benjamin ve Bataille’ın ortaya koyduğu yaklaşımlar ve görüşler doğrultusunda, Dövüş Kulübü’nde sergilenen şiddetin, egemen-şiddet olup olmadığı meselesi ele alınacaktır.