2013 Cilt 39 Sayı 3
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18442
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 13 of 13
- Results Per Page
- Sort Options
Item Myom tedavisinde uterin arter embolizasyonu: Erken dönem sonuçlarımız(Uludağ Üniversitesi, 2013) Doğan, Nurullah; Karataş, Serdar; Erdemir, Murat; Kurt, Ömer; Baykan, DavudBu çalışmanın amacı ünitemizde yapılmış olan UME işlemlerinin etkinliğini değerlendirmektir. Myomlar, doğurganlık çağındaki kadınların %20-40 etkileyen, en yaygın jinekolojik hastalıktır. Semptomatik myomları oluşturduğu şikayetler, kanama (düzensiz ve/veya fazla adet kanaması), ağrı, kitle etkisine bağlı bulgular ve infertilite başlıklarında 4 gruba ayrılabilir. Geleneksel olarak semptomatik myomlar myomektomi veya histerektomi ile tedavi edilir. Literatürde UME nin myomların tedavisinde etkili ve güvenli bir alternatif olduğunu belirtilmektedir. UME myomu besleyen uç arterin embolizan materyel kullanılarak tıkandığı perkutan transkatater embolizasyon işlemidir. UME, besleyici damarın kan akımını keserek myomun küçülmesini sağlar. Histerektomi önerilen veya myomektomi sırasında histerektomi gerekebileceği ön görülen ve doğum beklentisi olan hastalarda UME nin tercih edilmesi gereken tedavi yöntemi olduğunu düşünüyoruz.Item Rituksimab ile başarılı şekilde tedavi edilen immun trombositopenili kronik lenfositik lösemi: Olgu sunumu(Uludağ Üniversitesi, 2013-09-17) Irmak, Gönül; Özkocaman, Vildan; Özkalemkaş, Fahir; Ersal, Tuba; Ali, Rıdvan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Kronik lenfositik lösemi (KLL) klinik seyri sırasında otoimmun hastalıklarla komplike olabilmektedir. İmmun trombositopeni (İT) KLL seyrinde %2 oranında görülür. Bununla birlikte varlığı kötü prognoz ile ilişkilidir. İT ile birlikte olan KLL'nin standart bir tedavisi yoktur. Kırksekiz yaşında erkek olguya Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji B.D.'da evre I KLL tanısı konuldu. İlk tanıda trombosit 4.810/mmᵌ idi. Birinci basamak tedavi olarak 1 mg/kg/gün dozunda steroid verildi. Yanıt alınamadı. İki gün yüksek doz İVİG (1 g/kg/gün) tedavisi uygulandı. Yine yanıt alınamadı. Sitotoksik tedavi olarak 1 kür R-CHOP kemoterapisi uygulandı. Tedavinin 3. haftasından sonra trombositler 25.000/mm³'nin altında seyretti. Bir miktar yanıtlı gördüğümüz hastamıza 1 hafta ara ile 375 mg/m²/gün dozunda toplam 4 hafta rituksimab tedavisi uygulandı. Tedavi sonunda trombosit sayısı maksimum 95.000/mmᵌ'e ulaşırken 4. doz sonrası trombosit değeri 52.900/mm³ idi. Kısmi yanıtlı kabul edildi. Biz olgumuzda rituksimab tedavisinin etkili ve iyi tolere edilen bir alternatif olduğunu düşünmek teyizItem D-dimer ve tanısal önemi(Uludağ Üniversitesi, 2013-10-22) Karagöz, İsminur Saka; Serdar, Zehra; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı.D-dimer çapraz bağlı fibrinin en küçük yıkım ürünüdür. Koagulasyon ve fibrinolizin global bir aktivasyonunu yansıtır ve bu nedenle trombo tik aktivitenin indirekt bir belirtecidir. D-dimer; venöz tromboembolizm (VTE) tanısı, ilk trombotik olay (arteryal ve venöz) ve tekrarlayan VTE riski artmış bireylerin tesbiti, gebelik ve yaygın damar içi pıhtılaşma (DIC) takibi gibi bir dizi trombozla ilişkili klinik tablonun tanı ve takibinde en değerli laboratuvar testi olarak kabul edilebilir. D-dimer ölçümünün klinik yararı üzerine kurulmuş senaryoların en önemlisi, VTE dışlanmasıdır. Derin ven trombozu (DVT) ve pulmoner embolizm (PE) geleneksel olarak VTE şeklinde ifade edilen benzer klinik tablolardır. Gecikmiş veya yanlış tanılar, ölüm veya uzun dönem komplikasyonlarla sonuçlanabileceği için zamanında ve doğru tanı önemli dir. Bu nedenle, DVT veya PE şüphesi olan hastalar klinik olasılık ön testleri, D-dimer testi ve görüntülemeyi içeren bir tanısal strateji ile değerlendirilmelidir.Item Herlyn-Werner-Wunderlich sendromu ve sigmoid kolon volvulusunun ilişkisi: Olgu sunumu(Uludağ Üniversitesi, 2013-11-06) Cahalov, Mevlüt; Buldur, Serhat; Yoldaş, Tayfun; Çalışkan, CemilHerlyn-Werner-Wunderlich (HWW) sendromu uterus didelfis, kör hemivajen ve ipsilateral renal agenezi ile seyreden, oldukça nadir görülen konjenital bir hastalıktır. Sigmoid volvulus ise genellikle yaşlılarda sık görülmektedir. Adolesanlarda ve genç yaş popülasyonda nadir görü len bir hastalıktır. HWW sendromu ile sigmoid kolon volvulus arasında ilişki olduğuna dair literatürde bilgi yoktur. Konjenital anomolisi olan genç hastada sigmoid kolon volvulusunun saptanması iki patoloji arasında ilişki olabileceğini akla getirmektedir. Çalışmamızda; karın ağrısı, şişkinlik, mide bulantısı, gaz ve gaita çıkaramama şikayetleri ile acil servise başvuran hastaya ayakta direk batın grafisi ile sigmoid volvulus tanısı konulduğunu, acil şartlarda kolonoskopik dekompresyon yapıldığını ve elektif olarak anterior rezeksiyon operasyonu uygu landığını bildiriyoruzItem Kronik böbrek yetmezlikli bir hastada bilateral kuadriseps ve triseps tendon kopması ile akromioklavikular eklem seperasyonu(Uludağ Üniversitesi, 2013-11-11) Küçükalp, Abdullah; Durak, Kemal; Gürsel, Enis; Bilgen, Muhammed Sadık; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı.Biletaral kuadriseps tendon spontan rüptürü nadir görülen sıklıkla kronik hastalığı olan hastalarda ortaya çıkan klinik bir durumdur. Kronik böbrek yetmezliği ve buna bağlı hemodializ tedavisi gören hastalar da risk altındaki hastalardır. Kronik böbrek yetmezliği olan ve hemodializ tedavisi gören hastalarda amiloid birikimi ve üremik toksinlerin etkisi ile tendonlarda zayıflama gelişir. Bunun yanısıra bu hastalarda azalmış fosfor atılımına bağlı gelişen sekonder hiperparatiroidizm de kemik rezorpsiyonu yaparak kemik tendon yapışma yerlerinden kopmalara yol açabilir. Olgumuz 8 yıldır kronik böbrek yetmezliği için hemodializ tedavisi gören bir hastadır. Hastada spontan gelişen bilateral kuadriseps, sol triseps tendon kopması ve takip eden dönemde düşme sonrası gelişen sağ akromioklaviküler eklem seperasyonu oluşmuştur. Sonuç olarak KRY’ li hastaların çok basit travmalarla veya hafif zorlamalarla bile kas tendon yaralanmalarına açık hastalar olduğu bilinmeli, acil serviste veya poliklinikte değerlendirdiğimiz hastaların anamnezinde böbrek yetmezliği ve hemodializ tedavisi varsa bu hastaları daha dik katli muayene etmemiz ve şüphelendiğimiz olgularda tetkik istemekten çekinmememiz gerektiği kanaatindeyiz.Item Greft kaplı stent ile tedavi edilen safen ven grefti perforasyon olgusu(Uludağ Üniversitesi, 2013-11-20) Beşli, Feyzullah; Çalışkan, Serhat; Polat, Ufuk; Serdar, Osman Akın; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kardiyoloji Anabilim Dalı.Greft Kaplı Stent İle Tedavi Edilen Safen Ven Grefti Perforasyon Olgusu Koroner arter perforasyonu perkütan koroner girişimler sırasında gelişebilen nadir fakat hayatı tehdit edebilen bir komplikasyondur. Koroner perforasyonlar için Ellis sınıflandırması kullanılır. Ellis evre 3 koroner perforasyon gelişen hastalarda ölüm oranı %44’lere kadar varmaktadır. 47 yaşında koroner by-pass öyküsü olan erkek hasta anstabil angina ile klinğimize yatırıldı. Safen ven greftine stent implantasyonu sırasında oluşan Ellis evre 3 perforasyon politetrafloroetilen kaplı stent ile başarılı bir şekilde tedavi edildi. Perkütan koroner girişimler esnasında koroner rüptür ile karşılaşılabileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle koroner perforasyon tedavisinin iyi bilinmesi ve kateter laboratuvarında gerekli donanımın tüm işlem sırasında hazır bulundurulması gerek mektedir.Item Çarpıntı ve/veya senkop şikayeti ile başvuran hastaların elektrofizyolojik çalışma ile değerlendirilmesi: 10 yıllık tecrübemiz(Uludağ Üniversitesi, 2013-12-09) Günay, Şeyda; Hamidi, Mehmet; Baran, İbrahim; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kardiyoloji Anabilim Dalı.Çarpıntı ve senkop, kardiyolojide en sık karşılaşılan şikayetlerden olup morbidite veya mortalite sebebi olan hastalıklarla ilişkili olabilir. Etiyolojik tanının konulması için non-invaziv metotlar mevcutsa da bunlar kesin tanı koymada yetersiz kaldığında elektrofizyolojik çalışma (EFÇ) gerekir. Bu çalışmamızda çarpıntı ve/veya senkop şikayeti ile UÜTF Kardiyoloji polikliniğine başvuran, non-invaziv tanı yöntemleri ile kesin tanı konulamayan hastalarda elektrofizyolojik çalışma yapılması ile elde edilen sonuçları ve bu sonuçların yaş ve cinsiyetle ilişkisini araştırdık. Retrospektif, tanımlayıcı nitelikteki bu çalışmada Uludağ Üniversitesi Kardiyoloji polikliniğine çarpıntı ve/veya senkop şikayeti ile başvuran, non-invaziv tanı yöntemleri ile kesin tanı konulamayarak EFÇ yapılan 1047 hasta (506 kadın, 541 erkek) incelendi. Hastalar yaşlara göre gruplandırıldı. EFÇ sonuçları cinsiyet ve yaş grupları açısından karşılaştırıldı. Erkek olgular tüm olguların % 48’ini,kadın olgular % 52’sini oluşturmaktaydı. Çalışmaya dahil edilen hastalar yaş ve cinsiyet ayırımı yapmaksızın değerlendirildiğinde en az saptanan ritim atriyal flatter (%3) olup sonuçların %40’ı normal saptandı. AVNRT kadınlarda (p<0.001) ve VT erkeklerde (p<0.001) daha fazlaydı. Çarpıntı ve/veya senkop şikayeti ile başvuran, gerekli sistemik değerlendirme yapılan ve non-invaziv tekniklerle tanı konamayan hastalarda EFÇ yapılmalıdır. Ancak EFÇ ile çarpıntının açıklanmasının her zaman mümkün olmayabileceği unutulmamalıdır.Item Dislipidemide güncel tanı ve tedavi yaklaşımları(Uludağ Üniversitesi, 2013-12-24) Ersoy, Canan Özyardımcı; Ersoy, Alparslan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Endokrinoloji ve Metabolizma.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Nefroloji Bilim Dalı.Ateroskleroza bağlı kardiyovasküler hastalıklar dünyada ölüm nedenleri arasında ilk sırada yer almaktadır. Tüm global ölümlerin %30’u kardiyovasküler hastalıklar ile ilişkilidir. Dislipidemi ateroskleroz için bilinen önemli risk faktörlerinden bir tanesidir. Literatürde farklı yaş gruplarında dislipidemi ateroskleroz ilişkisini ortaya koyan pek çok çalışma bulunmaktadır. Dislipidemi tanı ve tedavisinde hastaya yakla şımda lipoprotein düzeylerinin, koroner arter hastalığı ve eşdeğeri durumların, düşük dansiteli lipoprotein (LDL) kolesterol yüksekliği dışın daki major koroner arter hastalığı risk faktörlerinin belirlenmesi gereklidir. Hastanın risk kategorisine göre LDL kolesterol düzeyi hedef değerin üstünde ise tedavi amaçlı yaşam tarzı değişikliklerinin ve gerekli hallerde geciktirilmeden ilaç tedavisinin başlatılması önemlidir.Item Küçük hücreli akciğer kanserli bir hastada ektopik ACTH sendromu: Olgu sunumu(Uludağ Üniversitesi, 2014-01-03) Avcı, Nilüfer; Kurt, Ender; Kazak, Esra; Alkış, Nihan; Çubukçu, Erdem; Ölmez, Ömer Fatih; Deligönül, Adem; Evrensel, Türkkan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı.Ektopik adrenokortikotropik hormon(ACTH) salınımı, büyük çoğunluğu nöroendokrin hücre kaynaklı olmak üzere geniş bir tümör grubu ile ilişkilidir. En sık akciğerin küçük hücreli kanseri ile birliktelik gösterir. Sendrom şiddetli hiperkortizolemi ile ilişkili olsa da, klinik olarak klasik Cushing sendromunun bazı bulguları gözlenmeyebilir. Ancak depresyon ve anksiyete dahil olmak üzere bir çok nörokognitif fonksiyon bozukluğu görülebilir. Ayrıca bu hastalarda hücresel ve humoral immun sistemin baskılı olması hem doktor hemde hasta için önemlidir. Biz bu makalede, uygun profilaksiye rağmen kemoterapi sonrası nötropenik ateş ve pnömoni gelişen ektopik ACTH sendromlu küçük hücreli akciğer kanserli bir olguyu sunmayı amaçladık.Item Agregometrede plazma örneğinin alttan karıştırılması yerine üstten karıştırılmasının agregasyon üzerindeki beklenmedik etkileri(Uludağ Üniversitesi, 2014-01-21) Sebik, Oğuz; Çelebi, Gürbüz; Sağdilek, Engin; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyofizik Anabilim Dalı.Agregometreler, trombosit agregasyonunun “Altın Standart” olarak değerlendirildiği cihazlardır. Plazma örneğini alttan karıştıran standart manyetik sistem yerine, üstten karıştıran mekanik bir sistemle elde edilen agregasyon eğrilerinde gözlenen farklılıklar bu çalışmada değer lendirildi. Sağlıklı gönüllülerden alınan kan örnekleri sitratla (n=27) veya heparinle (n=26) antikoagüle edildi. Aynı anda, aynı uyarıcı ajanla, aynı plazmadan alınan iki örnek üzerinde, agregometrenin bir kanalında standart agregasyon ölçümü yapılırken diğer kanalında mekanik karıştırıcının üstten karıştırdığı agregasyon ölçümü yapıldı. Elde edilen agregasyon eğrilerinin eğimleri, maksimum değerleri ve lag zamanları ölçüldü. Plazma örneğininin mekanik karıştırıcı bir sistemle üstten karıştırılması, agregaların dibe çökmesini engelleyerek maksimum agregasyonun daha düşük olmasına, kollajen ile uyarılan agregasyonun lag zamanının kısalmasına ve epinefrin ile uyarılan agregasyon eğrilerinin monofazik olmalarına sebep oldu. ADP ve kollajen ile uyarılan agregasyon eğrilerinin eğimleri azaldı. Trombositlerin agregasyon fonksiyonunun ölçümünde kullanılan klasik bir yöntemde yapılan basit bir değişikliğin beklenmedik sonuçları, agregasyona ve agregometrelere farklı bir gözle bakmamızı gerektirmektedir.Item 0-6 yaş çocuklarda ev kazası geçirme sıklığı ve ilişkili faktörler(Uludağ Üniversitesi, 2014-01-21) Karatepe, Tekin Ulaş; Akış, Nalan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Halk Sağlığı Anabilim Dalı.Bu çalışma, Nilüfer Halk Sağlığı Eğitim ve Araştırma Bölgesinde yaşayan 0-6 yaş grubu çocuklarda yapılan kesitsel bir araştırmadır. Çalış mada çocukların son iki hafta içinde ev kazası geçirme sıklığı ve ilişkili risk faktörleri değerlendirilmiştir. Çocukların ev kazası geçirme sıklığı % 19,65 (n=104) bulunmuştur. Kaza geçirme sıklığı erkek çocuklarda kız çocuklara göre anlamlı olarak daha fazladır (sırasıyla % 25,67, % 13,80; p<0,05). En sık karşılaşılan kaza tipi düşmedir (%67,21) ve kazaların %82,22’si ev içinde meydana gelmiştir. Ev kazası geçiren çocukların annelerinin güvenlik tanılama ölçeğinden aldıkları ortalama puan 162,91 ± 20,34; geçirmeyenlerin ise 169,22±18,91’dir. Ev kazası geçirmeyen çocukların anneleri anlamlı olarak daha fazla puan almışlardır (p<0,05). Çocuklarda ev kazalarını azaltmak için anne babalara eğitim verilmesi uygun olacaktırItem Donuk omuz: Tanı-tedavi(Uludağ Üniversitesi, 2014-01-22) Şahin, Namıl; Atıcı, Teoman; Mocan, Mehmet Tunç; Kaleli, Hüseyin Tufan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı.Donuk omuz sık karşılaşılan ve ağrı, eklem kapsülünde fibrozis ve kontraktürle omuz ekleminin aktif ve pasif harekelerinde kayıp ile karak terize bir hastalıktır. Kapsüler kontraktürün histolojik ve makroskopik özellikleri aydınlatılmış fakat altta yatan patolojik süreç tam olarak anlaşılamamıştır. Predispozan bir faktör olmadan oluşabileceği gibi, diyabet başta olmak üzere sistemik hastalıklarla veya omuz çevresi hastalılarına sekonder olarak ta gelişebilir. Tanıda hikaye ve fizik muayene yeterlidir. Ağrının karakteristik özelliği ve omuz ekleminde dış rotasyon kısıtlılığının görülmesi ile tanı konur. Görüntüleme yöntemleri yetersiz kalmakla beraber son yıllarda MR görüntülerinde tanıyı doğrulayacak kriterler tanımlanmıştır. Hastaların çoğu aktif- pasif germe egzersizlerinden fayda görmekle beraber 6 ay süre ile konservatif tedaviye yanıt vermeyen hastalarda genel anestezi altında manüplasyon, artroskopik – açık gevşetme ameliyatları uygulanmaktadır.Item Tip 2 diyabetik ve prediyabetik hastalarda metforminin uzatılmış salınımlı formu ile normal formunun gastrointestinal yan etkiler açısından karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2014-01-31) Cander, Soner; Gül, Özen Öz; Topyıldız, Figen; Özkaya, Güven; Ersoy, Canan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Anabilim Dalı.Metformin tip 2 diyabetik ve prediyabetik hastalarda yaygın olarak kullanılan genellikle iyi tolere edilen bir oral antidiyabetiktir. En sık görülen yan etkileri gastrointestinal sistem yakınmalarıdır. Uzatılmış salınımlı formunun gastrointestinal sistem yan etkilerinin daha az olduğu öne sürülmektedir. Çalışmamızda metforminin uzatılmış salınımlı ve standart formunun tip 2 diyabetik ve prediyabetik hastalarda kullanımının gastointestinal tolerabilite, kilo ve glisemik kontrol üzerine etkilerini karşılaştırmayı amaçladık. Çalışmaya yeni tanı almış tip 2 diyabetik ve prediyabetik 73 hasta alındı. Hastalara rastgele randomizasyonla standart metformin (grup I) ve uzatılmış salınımlı metformin (grup II) başlandı. Tedavi başlangıcı ve bir ay sonra yapılan değerlendirmede gastrointestinal semptom derecelendirme ölçeği kullanıldı. Her iki gurupta gastrointestinal semptom skorları benzer bulundu. En az bir yeni yakınma oranı grup I’de %20.5 grup II’de %26.4 bulundu. Her iki grupta diyare ve grup II’de ayrıca hazımsızlık ile ilişkili semptomlarda hafif artış mevcuttu. Yan etki nedeniyle tedaviyi bırakan hasta olmadı. Grup I ve grup II’de prediyabetik hastalarda medyan 4.0(min-maks) ve 3.0(min-maks), diyabetik hastalarda ise her iki grupta med yan 2.5(min-maks) kg kilo kaybı gözlendi. Diyabetik hastalarda HbA1c değerlerinde grup I’de %1.1, grup II’de %1.0 medyan düşüş saptan dı. Bu sonuçlarla çalışmamızda her iki formun diyabet ve prediyabetiklerde etkin ve gastrointestinal yan etkiler açısından benzer olduğu görülmüştür.