T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI TASAVVUF BİLİM DALI KEHF SURESİNİN TASAVVUFİ YORUMU (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Gamze YÜCEL BURSA 2022 T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI TASAVVUF BİLİM DALI KEHF SURESİNİN TASAVVUFİ YORUMU (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Gamze YÜCEL Danışman: Prof. Dr. Abdurrezzak TEK BURSA 2022 TEZ ONAY SAYFASI T. C. BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, 701923023 numaralı Gamze Yücel’in hazırladığı “Kehf Suresinin Tasavvufi Yorumu” konulu Yüksek Lisans Tezi Çalışması ile ilgili tez savunma sınavı, 14.01.2022 günü 14.30-15.30 saatleri arasında yapılmış, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin başarılı olduğuna oy birliği ile karar verilmiştir. Üye Tez Danışmanı ve Sınav Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Abdurrezzak TEK Bursa Uludağ Üniversitesi Üye Prof. Dr. Celil KİRAZ Bursa Uludağ Üniversitesi Üye Dr. Öğr. Üyesi Mehmet TABAKOĞLU Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tarih 14.01.2022 SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ YÜKSEK LİSANS/DOKTORA İNTİHAL YAZILIM RAPORU BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI BAŞKANLIĞI’NA Tarih: 26/11/2021 Tez Başlığı/Konusu: “Kehf Suresinin Tasavvufi Yorumu” Yukarıda başlığı gösterilen tez çalışmamın a) Kapak sayfası, b) Giriş, c) Ana bölümler ve d) Sonuç kısımlarından oluşan toplam 179 sayfalık kısmına ilişkin, 22/11/2021 tarihinde şahsım tarafından Turnitin adlı intihal tespit programından (Turnitin)* aşağıda belirtilen filtrelemeler uygulanarak alınmış olan özgünlük raporuna göre, tezimin benzerlik oranı %0’dır. Uygulanan filtrelemeler: 1- Kaynakça hariç 2- Alıntılar hariç/dahil 3- 5 kelimeden daha az örtüşme içeren metin kısımları hariç Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez Çalışması Özgünlük Raporu Alınması ve Kullanılması Uygulama Esasları’nı inceledim ve bu Uygulama Esasları’nda belirtilen azami benzerlik oranlarına göre tez çalışmamın herhangi bir intihal içermediğini; aksinin tespit edileceği muhtemel durumda doğabilecek her türlü hukuki sorumluluğu kabul ettiğimi ve yukarıda vermiş olduğum bilgilerin doğru olduğunu beyan ederim. Gereğini saygılarımla arz ederim. 26/11/2021 Adı Soyadı: Gamze YÜCEL Öğrenci No: 701923023 Anabilim Dalı: Temel İslam Bilimleri Programı: Tasavvuf Statüsü: Yüksek Lisans Prof. Dr. Abdurrezzak TEK YEMİN METNİ Yüksek Lisans tezi olarak sunduğum “Kehf Suresinin Tasavvufi Yorumu” başlıklı çalışmamın bilimsel araştırma, yazma ve etik kurallarına uygun olarak tarafımdan yazıldığına ve tezde yapılan bütün alıntıların kaynaklarının usulüne uygun olarak gösterildiğine, tezimde intihal ürünü cümle veya paragraflar bulunmadığına şerefim üzerine yemin ederim. 14/01/2022 Adı Soyadı: Gamze YÜCEL Öğrenci No: 701923023 Anabilim Dalı: Temel İslam Bilimleri Programı: Tasavvuf Statüsü: Yüksek Lisans v ÖZET Yazar Adı ve Soyadı : Gamze YÜCEL Üniversite : Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Temel İslâm Bilimleri Bilim Dalı : Tasavvuf Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Sayfa Sayısı : xi+167 Mezuniyet Tarihi : … /…./ 2022 Tez Danışmanı : Prof. Dr. Abdurrezzak TEK Kehf Suresinin Tasavvufi Yorumu Kur’ân-ı Kerîm’in 18. Suresi olan Kehf suresi, Mekke döneminde nâzil olmuştur ve 110 ayettir. Sure, Yüce Allah’ın varlığı ve birliği, Hz. Peygamber’e öğütler, iman edenler ile mükâfatları ve inkâr edenler ile başlarına gelecekler, Ashâb-ı Kehf, Hz. Musa-Hızır ve Zülkarneyn kıssaları gibi konuları ihtiva etmektedir. Bu çalışmada Kehf suresinin tasavvufi yorumu ele alınmış, ayetler sûfilerin penceresinden gösterilmeye çalışılmıştır. Kehf suresi hakkında genel bilgiler verilmiş, belirlenen tasavvufi tefsirler arasındaki benzer ve farklı yorumlara değinilerek genel bir tablo sunulmaya çalışılmıştır. Aynı zamanda Kehf suresi ile ilişkilendirilen tasavvuf kavramlarına ve bu kavramların ayetlerle bağlantılarına temas edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Tasavvufi Tefsir, Kehf suresi, Ashâb-ı Kehf, Musa, Hızır, Zülkarneyn vi ABSTRACT Name and Surname : Gamze YÜCEL University : Uludag University Institution : Social Science Institution Field : Basic Islamic Sciences Brach : Sufism Degree Awarded : Master Page Number : xi+167 Degree Date : … /…./ 2022 Supervisior : Prof. Dr. Abdurrezzak TEK Sufi commentaries on Sura al-Kahf The 18th Surah of the Qur’an called Al-Kahf was revealed in Makkah and contains 110 ayats. The Surah contains topics such as the parables of Zulqarnain and Moses-Khidr, Ashab-i Kahf, what is going to befall deniers, and the believers and their rewards, and the advice for the Prophet Muhammad, and existence and oneness of Allah, the Almighty. In this study, the Sufi tafsir of the Surah Al-Kahf was addressed and verses were tried to be shown from the perspective of Sufis. General information about the Surah Al-Kahf was provided and a general table was tried to be presented by referring to similar and different comments among the Sufi interpretations specified. Concurrently, the mystical concepts associated with the Surah Al-Kahf and the connections of these concepts with the ayats were mentioned. Keywords: Sufi Tafsir, Surah Kahf, Ashab-i Kahf, Moses, Khidr, Zulqarnain vii ÖN SÖZ Hamd, göklerin, yerin ve bütün alemlerin Rabbi olan Allah’a, salat ve selam peygamberler sultanı Hz. Muhammed’e (s.a.v), âline ve ashabına olsun. Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın bizlere en büyük nimetidir. İlahî kitabın her harfinin altında pek çok mana gizlidir. Bu sebeple sûfîler asırlar boyu onu anlama ve anlatma çabası içerisinde olmuşlardır. Mutasavvıf müfessirler de bulundukları makamlara göre kalplerine doğan ilham ve işaretlerle Kur’ân-ı Kerîm’i anlamaya ve anlatmaya çalışmışlardır. Kur’ân-ı Kerîm içerisinde yer alan kıssalar ibret ve öğüt verici olması sebebiyle önem arz etmektedir. Bu kıssaların yer aldığı surelerden birisi Kehf suresidir. Surede yer alan Ashâb-ı Kehf, Hz. Musa, Hızır ve Zülkarneyn kıssaları ve bunları tamamlayıcı ayetler, sureyi muhteva açısından zengin ve çeşitli bir hale getirmiştir. Anlatılan kıssalarla adeta zaman yolculuğuna çıkmamızı, düşünüp ibret almamızı sağlayan Kehf suresi, sûfîlerin zengin yorumları ve veciz ifadeleriyle bambaşka bir hal almaktadır. Akademik çalışmalarda Kehf suresi ve içerisinde yer alan kıssalar çeşitli şekillerde incelenmiş ve çalışılmış olsa da bu çalışmanın, Kehf suresini pek çok sûfînin gözünden görme imkânı sağlayacağı kanaatindeyiz. Ni’metullah b. Mahmûd’un Kehf suresinin hâtimesinde ifade ettiği gibi, “Rabbimiz, sevip beğendiği ve razı olduğu her şeyde bizleri başarılı kılsın.” Beni böyle faydalı bir çalışmaya sevk eden ve çalışmam süresince desteğini benden esirgemeyen danışman hocam Prof. Dr. Abdurrezzak Tek’e, manevi desteklerini her zaman hissettiğim aileme ve çeşitli vesilelerle yardımı dokunan herkese teşekkür ederim. Gamze Yücel Bursa, 2022 viii İÇİNDEKİLER TEZ ONAY SAYFASI .................................................................................................... ii YÜKSEK LİSANS/DOKTORA İNTİHAL YAZILIM RAPORU ............................ iii YEMİN METNİ ............................................................................................................. iv ÖZET ................................................................................................................................ v ABSTRACT .................................................................................................................... vi ÖN SÖZ .......................................................................................................................... vii İÇİNDEKİLER ............................................................................................................ viii KISALTMALAR ........................................................................................................... xi GİRİŞ ............................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM KEHF SURESİNE GENEL BAKIŞ A. KEHF SURESİ VE MUHTEVASI .......................................................................... 4 B. TASAVVUFİ TEFSİRLER VE KEHF SURESİ ..................................................... 6 İKİNCİ BÖLÜM KEHF SURESİ’NİN TASAVVUFİ YORUMU A. RUHLARIN ŞİFASI BESMELE ........................................................................... 13 B. İÇİNDE EĞRİLİK BULUNMAYAN KİTAP ....................................................... 14 C. İLAHİ UYARI VE MÜJDE ................................................................................... 16 D. HZ. PEYGAMBER’İ TESELLİ ............................................................................ 19 E. ASHÂB-I KEHF KISSASI .................................................................................... 22 1. Rablerine İnanmış Gençler .................................................................................. 25 2. Ashâb-ı Kehf’in Mağaraya Sığınması ................................................................. 30 3. Uykuya Dalmaları ............................................................................................... 32 4. Mağaradaki Halleri.............................................................................................. 34 ix 5. Uyandırılmaları ................................................................................................... 41 6. İnsanların Ashâb-ı Kehf’ten Haberdar Olması ................................................... 44 F. “İNŞALLAH” DEMENİN ÖNEMİ ....................................................................... 48 G. RABBİMİZİN KİTABI KUR'ÂN-I KERÎM ......................................................... 52 H. SABRIN EMREDİLMESİ ..................................................................................... 53 I. ZALİMLERE HAZIRLANAN ATEŞ..................................................................... 55 İ. İMAN EDİP İYİ İŞLER YAPANLARIN MÜKÂFATI ......................................... 56 J. KÂFİRLE MÜMİNİN FARKI ................................................................................ 58 K. DÜNYA HAYATININ GEÇİCİLİĞİ .................................................................... 67 L. SALİH AMELLERİN DEĞERİ ............................................................................. 68 M. KULLARIN ALLAH'IN HUZURUNA ÇIKARILMASI ..................................... 70 N. İBLİS’İN ALLAH'IN EMRİNİ DİNLEMEMESİ ................................................. 74 O. ALLAH'TAN BAŞKA DOST EDİNENLERİN CEZASI ..................................... 77 Ö. ALLAH MERHAMET SAHİBİDİR ..................................................................... 79 P. HZ. MUSA VE HIZIR KISSASI ........................................................................... 85 1. Hz. Musa'nın Hızır ile Buluşması ....................................................................... 88 2. Hz. Musa'nın İlim Talebi .................................................................................... 96 3. Hz. Musa ile Hızır'ın Yolculuğu ....................................................................... 103 4. Yaşanan Olaylar ve Bunların Anlamları ........................................................... 110 R. ZÜLKARNEYN KISSASI ................................................................................... 119 S. ZÜLKARNEYN’İN SEDDİ İNŞASI ................................................................... 125 Ş. ÇABALARI BOŞA GİDENLER ......................................................................... 132 T. RABBİNE KAVUŞMAYI UMANLAR .............................................................. 137 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KEHF SURESİ BAĞLAMINDA TASAVVUFİ KAVRAMLAR A. İMAN ................................................................................................................... 140 B. TEVEKKÜL ......................................................................................................... 141 C. SABIR .................................................................................................................. 143 D. ŞÜKÜR ................................................................................................................ 145 E. FÜTÜVVET ......................................................................................................... 146 F. ZİKİR .................................................................................................................... 147 x G. HALVET .............................................................................................................. 148 H. LEDÜN İLMİ ....................................................................................................... 149 I. MUHABBET ......................................................................................................... 150 İ. VELAYET VE KERAMET .................................................................................. 152 J. MAHV ................................................................................................................... 153 K. MARİFETULLAH ............................................................................................... 154 L. FENÂ .................................................................................................................... 155 M. TEVHİD .............................................................................................................. 156 SONUÇ ......................................................................................................................... 158 KAYNAKÇA ............................................................................................................... 160 xi KISALTMALAR a.g.e. : Adı geçen eser a.g.m. : Adı geçen metin as. : Aleyhisselâm b. : Baskı b. : Beyit bkz. : Bakınız c. : Cilt çev. : Çeviren DİA : Diyanet İslâm Ansiklopedisi ed. : Editör haz. : Hazırlayan iht : İhtisar İSAM : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi md. : Maddesi nşr. : Neşir ö. : Ölüm tarihi r.a. : Radıyallâhu anh S. : Sayı s. : Sayfa ss. : Sayfa sayısı s.a.v : Sallâllâhu aleyhi ve sellem sd. : Sadeleştiren şrh. : Şerh thk. : Tahkik trc. : Tercüme tsh. : Tashih t.y. : Basım tarihi yok vd. : Ve diğerleri y.y. : Yayımcı yok 1 GİRİŞ Tasavvufi tefsir, sülûk erbabına açılan, zâhir mana ile de bağdaştırılması mümkün olan birtakım gizli manalara ve işaretlere göre Kur’ân-ı Kerîm’i tefsir etmek anlamına gelir.1 Sûfîler, manevî mücâhede ve müşâhede sonucu elde ettikleri ledün ilmiyle, Kur’ân ayetleri içerisinde saklı olan bâtınî manayı, gizli ilimleri, işaretleri ve edepleri tespit etmeye çalışmışlardır.2 Sûfîler nazarında Kur’ân’ın zâhir ehli için bir zâhirî manası, bâtın ehli için de bir bâtınî manası vardır. Öyle ki bâtın ehlinin yapmış olduğu bu tefsiri gerçek manasıyla ancak bâtın ehli olan arifler anlayabilir. Bununla birlikte Kur’ân’ın bâtınî manası da ancak zâhirî manayı kabul ettikten sonra geçerlidir. İbn Acîbe (ö. 1224/1809), zâhirî mananın kabul edilmesinden sonra ehil olan kimse için Kur’ân’da ince bir ifade ve gizli bir işaretle bâtın ilmine işaret edildiğinden bahsetmektedir. Bâtınî ilim, aklın kavrayış gücünün ötesinde olup onlar, tevatür ve nakil yoluyla idrak edilemez. Bu sebeple sûfîler, anlayışı ince işaretleri anlama ve gizli sırlardan zevk alma derecesine ulaşmamış kimselerin bunları hemen inkâr etmemesini ve bu tür ilimleri sahiplerine teslim etmesini söylemişlerdir.3 Kur’ân-ı Kerîm, insanların hidayeti için indirilmiş son ilahi kitaptır. Hidayet ise kulun yüce Rabbinin yoluna girmesi ve rızasına ulaşmasıdır. İnsan, cismanî alemle ruhanî alemin özelliklerinden yaratılmıştır ve bedeni ile cismanî alemden, ruhu ile de ruhanî alemdendir. Nasıl ki bu yönlerden birini alıp diğerini bırakmak noksanlığa sebep olursa aynı şekilde Kur’ân’ın zâhirî yönünü alıp bâtınî yönünü bırakmak da noksanlığa sebep olur. Onun her iki yönünün bilinmesiyle hakikat ortaya çıkar. Şu hâlde Kur’ân-ı Kerîm’in zâhirinden kopmayan ve onunla amel etmekten ayrılmayan sûfîlerin ayetler ve hadis-i şerifler üzerinde yapmış oldukları tefsirleri ve ince yorumları, Kur’ân-ı Kerîm’in mana 1 Süleyman Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, 2.b., İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 1998, s. 19. 2 Dilaver Selvi, Beyzâvî Tefsirinde Tasavvuf, 2.b., İstanbul: Nizamiye Akademi, 2019, s. 45. 3 Selvi, a.g.e., s. 48. Ebu’l-Abbâs Ahmed b. Muhammed İbn Acîbe, el-Bahrü’l-medîd fî tefsîri’l- Kur’âni’l-Mecîd, thk. Ahmed Abdullah el-Kureşî Ruslân, Kahire, 1999, C. 1, s. 49. 2 hazinesinden sunulmuş birer inci kabul etmek gerekir.4 Biz de çalışmamızda Kur’ân-ı Kerîm’in 18. Suresi olan ve içerisinde pek çok kıssayı barındıran Kehf suresinin tasavvufi yorumunu ele aldık. Kehf suresi, içinde yer alan kıssalar bakımından zengin bir muhtevaya sahiptir. Bu çalışma ile maksadımız Kehf suresi ile ilgili genel bir tablo oluşturup, ayetleri sûfîlerin penceresinden görmeye çalışmaktır. Bu amacımızı gerçekleştirmek için kullandığımız yöntem ise kaynak tarama yöntemidir. Araştırmamız tasavvufi tefsirler başta olmak üzere, tasavvufi klasik eserler, konu ile ilgili makale, tez ve kitaplar incelenerek oluşturulmuştur. Çalışmamız üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Kehf suresi hakkında genel bir bilgi verilmiş, sonrasında ilk dönem temsilcilerinden itibaren tasavvufi tefsirlere değinilmiştir. Bu tefsirlerin özelliklerinden kısaca bahsedildikten sonra ilgili tefsirlerin Kehf suresi ile ilgili bölümlerinden birer yorum örneği zikredilmiştir. İkinci bölüm içerisinde sıkça alıntı yapılacak olan tefsirlerden örnekler vermek yerine onların özelliklerini ifade etmekle yetinilmiştir. İkinci bölümde kaynak olarak belirlediğimiz yedi tasavvufi eserin ayet ile ilgili yorumlarına yer verilmiştir. Bu yedi eser sırasıyla Ebû Abdurrahman es-Sülemî’nin (ö. 412/1021) Hakâiku’t-tefsîr, Kuşeyrî’nin (ö. 465/1072) Letâifu’l-işârât, Necmeddin Dâye’nin (ö. 654/1256) Bahrü’l-hakâik/ et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye, Abdürrezzak Kâşânî’nin (ö. 736/1335) Te’vilâtü’l-Kur’ân/ Te’vîlât-ı Kâşânî, Ni’metullah b. Mahmûd’un (ö. 920/1514) el-Fevâtihu’l-İlâhiyye, İsmâil Hakkı Bursevî’nin (ö. 1137/1725) Rûhu’l-beyân ve İbn Acîbe’nin (ö. 1224/1809) Bahrü’l-medîd isimli eserleridir. Bu kaynakların dışında İbn Kesîr’in (ö. 774/1373) Tefsîrü’l-Kur’âni’l-azîm, Fahreddin Râzî’nin (ö. 606/1210) Mefâtîhu’l-gayb, Elmalılı Muhammed Hamdi’nin (ö. 1942) Hak Dini Kur’an Dili, Seyyid Kutub’un (ö. 1966) Fî Zılâli’l-Kur’ân isimli eserlerinden de yer yer istifade edilmiştir. Mevlânâ’nın (ö. 672/1273) Mesnevî, İbn Atâullah el-İskenderî’nin (ö. 709/1309) el-Hikemü’l-Atâiyye, Sa’dî Şirâzî’nin (ö. 691/1292) Bostan, Ahmed Yesevî’nin (ö. 562/1166) Dîvân-ı Hikmet isimli eserlerinden de alıntılar yapılmıştır. Aynı zamanda bölüm içerisindeki bilgiler tasavvufun klasik eserleri, sure içerisinde yer alan kıssalarla ilgili makale ve tezler ile desteklenmiştir. 4 Selvi, Beyzâvî Tefsirinde Tasavvuf, s. 51-54. 3 Ayetler içeriklerine uygun bölüm başlıklarıyla zikredilmiş, ayetlerin mealleri Diyanet İşleri Başkanlığı mealinden alınmıştır. 13. ve 16. ayetler arası konu bütünlüğü açısından öne alınmış, diğer ayetlerin suredeki sırasına göre yorumlarına yer verilmiştir. Ayet ile ilgili yorumlar bölüm altında aktarılmış olup kaynak olarak zikredilen yedi eserin yorumlarının tamamına değinilmemiştir. Bu bölümde Kehf suresi ile ilgili genel bir çerçeve çizilmeye ve sûfîlerin ayetlere verdikleri manalara değinilmeye çalışılmıştır. Aynı şekilde kıssalarda yer alan bazı kavramların sembolik yorumları üzerinde fazla durmayıp ilgili mutasavvıfın görüşü zikredilmekle yetinilmiştir. Kıssaların anlaşılabilirliği açısından sınırlandırarak bazı rivayetlere ve tarihi bilgilere de temas edilmiştir. Hz. Peygamberin sözlerinden ve Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan, ayetlerle bağlantılı diğer ayetlerden de istifade edilmiştir. Üçüncü bölümde ise Kehf suresinde öne çıkan tasavvufi kavramlara temas edilmiştir. Bu kavramlar, Abdullah el-Ensârî el-Herevî’nin Menâzilü’s-sâirîn isimli eserindeki sırayla düzenlenmiştir. Kavramların önce sözlük sonra tasavvufa özgü terim anlamı verilmiş ve bu kavramlar sûfîlerin yorumları üzerinden tanımlanmıştır. İlgili kavramın Kehf suresiyle bağlantısına temas edilmiş olup ikinci bölümde ilgili ayet altında zikredilen yorumlara burada yer verilmemiştir. Bu bölümde klasik eserlerden de çokça istifade edilmiştir. Bu şekilde Kehf suresinin tasavvufi açıdan incelenmesi amaçlanmıştır. 4 BİRİNCİ BÖLÜM KEHF SURESİNE GENEL BAKIŞ A. KEHF SURESİ VE MUHTEVASI Kur’ân-ı Kerîm’in on sekizinci suresi olup yüz on ayetten oluşan Kehf suresi, ismini surenin içerisinde yer alan Ashâb-ı Kehf kıssasından almıştır. Ğâşiye suresinden sonra Nahl suresinden önce Mekke’de nâzil olduğu söylenen surenin, yirmi sekizinci ayet ile seksen üç ve yüz birinci ayetlerinin Medine’de nâzil olduğu rivayet edilmiştir.5 Ayetin iniş sebebi hakkında Süyûtî, (ö. 911/1505) Lübâbü’n-nükûl fî esbâbi’n- nüzûl isimli eserinde şu rivayeti aktarmaktadır: “Kureyş, Nadr b. Hâris ile Ukbe b. Ebû Muayt’ı Medine’deki Yahudi alimlerine gönderdi. Yahudi hahamlarına Hz. Peygamber’in (s.a.v) vasıflarını anlatıp sözlerinden bazılarını anlattılar. Yahudi bilginleri: ‘Ona şu üç şeyi sorun. Eğer bu soruların cevabını verirse bilin ki o Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Eğer cevap vermezse yalancı bir adamdır. Ona eski zamanlarda gelip geçmiş gençleri ve onların durumlarını sorun. Zira onların şaşılacak durumları vardı. Ona çok dolaşan ve yeryüzünün doğularına batılarına kadar ulaşıp dolaşan adamı ve onun haberini sorun. Bir de ona ruhun ne olduğunu sorun.’ dediler. Nadr ile Ukbe yola çıkıp Mekke’ye gelip Kureyş’e olanları haber verdiler. Resûlullah’a (s.a.v) bu soruları sordular. Peygamber Efendimiz inşallah demeden, ‘Yarın size cevap vereceğim.’ buyurdu. Resûl-i Ekrem (s.a.v) on beş gün bekledi. Cenâb-ı Hak bu süre içerisinde vahiy göndermedi. Bunun üzerine Mekkeliler kendi aralarında ileri geri konuşmaya başladılar. Allah Resûlü (s.a.v) vahyin kesilmesinden dolayı üzüldü ve Mekkelilerin bu konuşmaları kendisine ağır geldi. Nihayet Cebrail, Allah katından Kehf suresi ile çıkageldi.”6 5 Hayreddin Karaman vd., Kur’ân Yolu: Türkçe Meâl ve Tefsir, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 4.b., 2012, C. 3, s. 532. 6 Celâleddin es-Süyûtî, Esbâbü’n-nüzûl: Âyet-i Kerimelerin İniş Sebepleri, trc. Abdulcelil Alpkıray, 2.b., İstanbul: Semerkand Yayınları, 2015, s. 344-345. Muhammed b. Cerîr Taberî, Tefsîrü’t-Taberî: Câmiu’l-beyân an te’vîli âyi’l-Kur’ân, thk. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, 1.b., Kahire, 2001, C. 15, s. 143-144. Elmalılı Muhammed Hamdi, İbn İshak’tan alınmış olan bu rivayetin hadis kriterleri 5 Kehf suresinden önceki sure olan İsrâ suresinin sonunda Allah Teâlâ Hz. Peygamber’e (s.a.v), Allah’ı bütün noksanlıklardan tenzih ederek kendisine hamd etmesini emretmişti. Kehf suresinin başında ise bu hamdin en büyük nimet olan Kur’ân- ı Kerîm sebebiyle olduğu haber verilmiştir.7 Surenin birinci bölümü diyebileceğimiz ayetlerde Allah Teâlâ, salih amel işleyen müminleri müjdelemek ve inkâr edenleri uyarmak için kitabını indirdiğini belirttikten sonra O’na çocuk isnadında bulunanların sözlerinin büyük bir yalan olduğunu ifade etmektedir. Bununla birlikte yeryüzünün insanları denemek amacıyla süslü hale getirildiği bildirilerek Hz. Peygamber (s.a.v) teselli edilmiştir.8 Ashâb-ı Kehf kıssasının yer aldığı ikinci bölümdeki ayetlerde dünya hayatına karşılık imanı tercih eden ve bu imanı koruma adına mağaraya sığınan gençlerin kıssası konu edilmiştir.9 Bundan sonra dünya hayatı ve ahiret hayatının bir anlamda karşılaştırması yapılmış ve misaller üzerinden insanlara öğütler verilmiştir. Hz. Peygamber’e (s.a.v) sabrın tavsiye edilmesinden sonra iman edenler ile mükâfatları ve inkâr edenler ile başlarına gelecekler anlatılmıştır. Bu bölümde iki de misal verilmektedir. Misallerin birinde, inanan müminin imanıyla izzet bulup yeryüzünde değer atfedilen şeyleri küçümsemesi ile zenginliğiyle övünen kimsenin başına gelecekler anlatılmaktadır. Bir diğer misalde ise dünya hayatı gökten indirilen suya benzetilmiştir. Bu su ile bitkilerin yeşerdiği belirtildikten sonra rüzgârın savurduğu çer çöp haline geleceği, böylelikle Allah Teâlâ’nın her şeyin üzerinde bir kudret sahibi olduğu vurgulanmıştır.10 Bir sonraki bölümde Allah’ın meleklere Âdem’e (as.) secdeyi emretmesi ile İblisin emre uymaması, günahkârların başına gelecekler, Kur’ân-ı Kerîm’in her şeyi açıklayıcı olması ve insanlara peygamberlerin gönderilmesi gibi konulara yer verilmiştir.11 Surenin beşinci bölümünde Kur’ân-ı Kerîm’in “salih kul” diye nitelediği Hızır ile Musa (as.) arasındaki yolculuk ve ikisinin başlarından geçen olaylar Kur’ân’ın kendine has üslubuyla anlatılmıştır. Musa’nın (as.) ilim öğrenme amacıyla Hızır’ı araması, ondan izin istemesi ve sonrasında Hızır’ın yaptığında Musa’nın (as.) itiraz edeceği olaylar ile bunların açısından uygun olmadığını söylemiş ve bunları sebepleriyle açıklamıştır. Ona göre surenin esas iniş sebebi, “Allah çocuk edindi.” (Kehf, 18/4) denilmiş olmasıdır. Bkz. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, sd. İsmail Karaçam vd., İstanbul: Azim Dağıtım, 2012, C. 5, s. 375-379. 7 İbn Acîbe el-Hasenî, el-Bahrü’l-Medîd fi Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd: Kur’an’ın Tefsiri ve Tasavvufî İşaretleri, trc. Dilaver Selvi, 11.b., İstanbul: Semerkand Yayıncılık, 2020, C. 5, s. 321. 8 Kehf, 18/1-8. 9 Kehf, 18/9-26. 10 Kehf, 18/27-49. 11 Kehf, 18/50-59. 6 arkasındaki sırlar konu edilmiştir. Sûfîler Hz. Musa ile Hızır kıssasını genişçe yorumlamışlar, kıssadan hareketle öğrenci-öğretmen, mürid-mürşid ilişkilerine değinmişlerdir. Ayrıca altmış beşinci ayetten yola çıkarak “ledün ilmi” kavramını etraflıca açıklamışlardır.12 Hz. Musa ve Hızır kıssasına müteakip Zülkarneyn kıssasından bahsedilmiştir. Zülkarneyn’in ihtiyaç duyduğu her şeyin bir sebep olarak kendisine verilmesine, onun bu imkânla yeryüzünün çeşitli yerlerine ulaşmasına, Ye’cüc ve Me’cüc’ün kendilerine çeşitli kötülükler yaptığını ifade eden halk için set yapmasına değinilmiştir.13 Son bölümde ise Allah’ı ve ahireti inkâr edenlerin, yaptıklarının boşa gideceği, iman edip salih amel işleyenlerin ise karşılık olarak sürekli kalacakları Firdevs cennetlerine yerleştirilmeleri anlatılmaktır. Esasen sure başladığı şekilde son bulmakta, önce müminlere müjde verilmekte ve kâfirler uyarılmakta sonra da Allah her türlü ortaklıktan tenzih edilmektedir.14 B. TASAVVUFİ TEFSİRLER VE KEHF SURESİ İslam kültürünün temelinde Kur’ân-ı Kerîm vardır. İslam düşünce, kültür ve medeniyetinin önemli bir kısmını meydana getiren tasavvufi düşüncenin de esasları Kur’ân-ı Kerîm’den alınmıştır. Kehf suresinde ifade edildiği üzere Allah tarafından insana lütfedilen ledünnî bir ilim vardır. İşin iç yüzünü gösteren ve Hızır’a (as.) verilmiş olan bu ilme sûfiler, riyazet ve ibadetler sonunda ulaşılabileceğini söylemişlerdir. Onlar bir yandan Kur’ân’ı okurken bir yandan da tefekkür edip ayetlerin mana ve sırları üzerinde düşünmüşler ve zamanla Kur’ân’ı, bulundukları makam ve hallere göre tefsir etmeye başlamışlardır.15 Tasavvufi tefsirin kurucularından kabul edilen Hasan Basrî’nin (ö. 110/728) Tefsîrü’l-Hasan el-Basrî16 isimli eseri, tasavvufi tefsirlerden biridir. Hasan Basrî 12 Kehf, 18/60-82. 13 Kehf, 18/83-101. 14 Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’ân, trc. Emin Saraç vd., İstanbul: Çelik Yayınevi, C. 9, s. 393-398. Üzüm, a.g.m., s. 188-189. Peygamberimiz (s.a.v) Kehf suresi ile ilgili şöyle buyurmuştur: “Kim Kehf suresinin başından on ayet ezberlerse, deccâlden korunmuş olur.” Müslim, “Müsâfirîn”, 257. Aynı şekilde İbn Acîbe, Kehf suresinin fazileti ile ilgili olan hadis-i şerifleri zikrettikten sonra şöyle der: “Tecrübeyle sabittir ki kim, gece yatarken Kehf suresinin son ayetini okur ve gecenin herhangi bir saatinde kalkmaya niyet ederse, Allah Teâlâ onu kudretiyle o saatte uyandırır.” İbn Acîbe, Bahrü’l-Medîd, C. 5, s. 474. 15 Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, 10.b, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2012, s. 37-46. Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, s. 19. 16 Bu eser Muhammed Abdürrahîm tarafından, Hasan-ı Basrî’nin çeşitli kaynaklarda nakledilen tefsirle ilgili görüşlerini bir araya getirerek, Tefsîrü’l-Hasan el-Basrî adıyla neşredilmiştir. Bkz. Süleyman Uludağ, “Hasan-ı Basrî”, DİA, İstanbul: İSAM, 1997, C. 16, s. 292. 7 tefsirinde zâhirî mananın yanında ayetlerin ruhunda bıraktığı ize ve zevke göre manalar çıkarmıştır.17 Bununla birlikte tefsirinde Kehf suresi geniş bir şekilde ele alınmamış, ayetlerden iktibas edilen bölüm başlıkları altında ayetler kısa ve öz bir şekilde açıklanmıştır. Aynı şekilde surede her ayet değil belli başlı ayetlerin tefsirine yer verilmiştir. Örnek vermek gerekirse “وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ مَوْبِقًا” ayetini18 Hasan Basrî, “Kıyamet gününde aralarına düşmanlık koyacağız.”19 şeklinde yorumlamıştır. Bu şekilde ayetler metnin tamamına göre değil de kelimeler yahut belirli ifadeler üzerinden tefsir edilmiştir. Öte yandan Sehl et-Tüsterî’nin (ö. 283/896) Tefsîrü’l-Kur’âni’l-azîm20 isimli eserinde Kur’ân-ı Kerîm baştan sona tefsir edilmemiş, belli başlı ayetler üzerinde durulmuştur. Ayetlerin bütünü değil sadece tasavvufla ilgili kelimeleri tefsir edilmiştir.21 Tefsir içerisinde Kehf suresi ile ilgili bölüm de oldukça azdır. Örneğin “ قُلْ لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا ayetinin22 tefsirinde Tüsterî şunları söyler: “Kula Kur’ân-ı Kerîm’i ”لِكَلِمَاتِ رَب ِي لَنَفِدَ الْبَحْرُ anlama konusunda ondan her harf için bin mana verilse bile Allah’ın ondaki ilminin nihayetine ulaşamaz. Zira Allah’ın kelamı kadimdir ve kelam Allah’ın sıfatıdır. Allah için bir nihayet söz konusu olmadığı gibi kelamı konusunda da bir nihayet söz konusu değildir. Kullar, Allah Teâlâ’nın veli kullarının kalplerine açtığı anlayış nispetinde O’nun kelamını anlayabilirler.”23 Sülemî’nin (ö. 412/1021) Hakâiku’t-tefsîr isimli eseri, tasavvufi tefsirler içerisinde önemli bir yere sahiptir. Sülemî’nin bu tefsirinde kendi görüşleri eserin çok az bir kısmını oluşturur. Esasen tefsirde ayetlerin taşıdığı hikmetler ön plandadır. Sülemî burada sûfilerin sözlerine yer vermiş, ayetlerin zâhirî manalarına temas etmiştir. 24 Kehf 17 Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, s. 41-42. 18 Kehf, 18/52. 19 Hasan el-Basrî, Tefsîrü’l-Hasan el-Basrî, nşr. Muhammed Abdürrahîm, Kahire: Dâru’l-Hadis, 1991, C. 2, s. 102. 20 Sehl et-Tüsterî’nin elimizde mevcut olan tefsiri, Süleyman Ateş’in verdiği bilgilere göre bizzat kendisi tarafından yazılmamıştır. Tüsterî’nin sözleri Ebû Yûsuf Ahmed b. Muhammed es-Sizcî tarafından şifahi olarak nakledilmiş, daha sonra Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed el-Beledî tarafından yazıya geçirilmiştir. Beledî, kendi görüşlerini belirtirken “قال ابو بكر” ifadesiyle bunları Tüsterî’nin sözlerinden ayırmıştır. Bkz. Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, s. 66. Ayrıca bkz. Mustafa Öztürk, “Sehl et-Tüsterî”, DİA, İstanbul: İSAM, 2009, C. 36, s. 322. 21 Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, s. 66. 22 Kehf, 18/109. 23 Sehl b. Abdullah et-Tüsterî, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-azîm, thk. Taha Abdurrauf Sa’d, Sa’d Hasan Muhammed Ali, 1.b., Kahire: Dâru’l-harem, 2004, s. 191. 24 Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, s. 92-93. 8 suresinin tefsirine de ilk ayetle başlanmış fakat bütün ayetlerin yorumlarına yer verilmemiştir. Sülemî, “وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًا” ayetinin25 tefsirinde Ebû Hafs’ın (ö. 260/874) şu sözlerini nakleder: “Kur’ân-ı Kerîm’de kalbime en ağır gelen ayet bu ayettir. İnsanlar yaptıkları muhalefetlere baksalar onda helak vardır. Muvafakatlere baktıklarındaysa onda riya, sum’a, şehvetler türünden pek çok şey bulurlar. Uyanık olanlar muhalefetlerden daha çok muvafakatlerden korkar. Zira muhalefetler af ve şefaat karşısındadırlar. Muvafakatlerdeki sû-i edep ise bundan daha zor ve daha tehlikelidir.”26 Velûd bir yazar olan Kuşeyrî (465/1072), Letâifu’l-işârât isimli eserinde hocası Sülemî’den oldukça istifade etmiştir. Tefsirinde yer verdiği görüşler aslında Sülemî’de yer alan görüşlerdir. Fakat Letâifu’l-işârât’ta bu görüşlerin kaynakları zikredilmez. Şu hâlde Kuşeyrî’nin bu tefsirini kendi düşüncesiyle harmanlayarak yazdığı söylenebilir. Letâifu’l-işârât’ta Zülkarneyn kıssasının başlangıcı olan seksen üçüncü ve doksanıncı ayetler hariç, Kehf suresinin ayetlerinin tamamının yorumuna yer verilmiştir. Tefsirinde ayetlerin manasını özet olarak verdikten sonra çeşitli anlamları üzerinde duran Kuşeyrî, şiirlerden de yararlanmış ve bunları ilgili bölümlerde kullanmıştır. Aynı şekilde besmeleyi her sure başında tekrar eden bir ayet olarak kabul etmiş ve her surede besmeleye, sureye uygun ve diğer yerlerde tekrarı olmayan bir anlam vermiştir. Bu ise Kuşeyrî’ye özgü bir yöndür ve daha sonra bu usul Nahcivânî’de de etkisini göstermiştir.27 Kıraate, hadise ve tasavvufa vakıf olan İbn Berrecân (ö. 536/1142), Tefsîrü’l- Kur’âni’l-azîm28 isimli eserinde güçlü dil tahlillerine, ayetlerin Mekkî ve Medenî oluşlarına, sebeb-i nüzullere temas etmiştir. “Faslün” isimli bölümlerde ayetlerin zâhirî ve bâtınî yorumları üzerinde durulmuştur. İbn Berrecân, tefsirinde isim ve sıfatlar üzerinde çokça durmuş, harfler hakkında da geniş açıklamalara yer vermiştir. Hadislerle tefsire önem vermiş, ilgili ayetlerin zâhirine ve bâtınî anlamına uygun düşen hadisleri 25 Kehf, 18/49. 26 Ebû Abdurrahmân Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî, Hakâiku’t-Tefsîr, thk. Seyyid Umrân, 1.b., Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2001, s. 411-412. 27 Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, s. 99-101. 28 Süleyman Ateş, bu eserin katalog fişlerinde “el-İrşâd fî tefsîri’l-Kurʾân” adıyla kaydedildiğini söylemektedir. Bkz. Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, s. 131. İslam Ansiklopedisi’nde ise Brockelmann tarafından “Tenbîhü’l-efhâm ilâ tedebbüri’l-kitâb ve taʿarrufi’l-âyât ve’n-nebeʾi’l-ʿazîm” ismiyle kaydedildiği fakat Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan yedi nüshasında da “Tefsîrü’l-Kur’âni’l- ʿazîm” ismiyle geçtiği belirtilmektedir. Bkz. Osman Karadeniz, “İbn Berrecân”, DİA, İstanbul: İSAM, 1999, C. 19, s. 371. 9 zikretmiştir. Bununla birlikte ayetlerin tefsirinde başka ayetlerden de yararlanmıştır.29 Örneğin İbn Berrecân, “قِيمِ كَانُوا مِنْ آيَاتِنَا عَجَبًا ayetinin30 tefsirinde ”أمَْ حَسِبْتَ أنََّ أصَْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّ “rakîm” kelimesinin manası konusunda ihtilafın çok olduğunu belirttikten sonra bu kavramın anlamıyla ilgili yorumlara değinmiştir. Bir yoruma göre rakîm, içerisinde amellerin yazılı olduğu şeydir. İbn Berrecân, bu yorumu zikrettikten sonra şu ayetleri misal gösterir: “Hayır (sandıkları gibi değil!) iyilerin yazısı ‘İlliyyûn’dadır. ‘İlliyyûn’un ne olduğunu sen ne bileceksin. O yazılmış bir kitaptır. Ona, Allah'a yakın olanlar şâhit olur.”31 Daha sonra aynı suredeki şu ayeti nakleder: “Hayır, günahkârların yazısı, muhakkak ‘Siccîn’dedir. ‘Siccîn’in ne olduğunu sen ne bileceksin. O, yazılmış bir kitaptır.”32 Rûzbihân Baklî (ö. 606/1209), Arâisü’l-beyân isimli tefsirin müellifidir. Tefsirinde ilk dönem sûfîlerin izinden gittiğini belirten Baklî’ye göre Kur’ân-ı Kerîm’in zâhir ve bâtın anlamları sonsuzdur ve hiç kimse onun nihayetine ulaşamaz. Kur’ân harflerinden her biri bir sır denizidir, nur ırmağıdır. Kur’ân, kıdemi anlatmaktadır. Allah’ın zatının sonu olmadığı gibi sıfatlarının da sonu yoktur. Burada Kehf suresinin yüz dokuzuncu ayetini misal olarak zikretmiştir: “De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave etsek (denizlere deniz katsak); Rabbimin sözleri tükenmeden önce denizler tükenirdi.” Baklî, kalbine doğan mana ve işaretleri veciz ve güzel sözlerle dile getirdiğini, şeyhlerinin beğendiği ibare ve manaları naklettiğini, bu şekilde kısa ve faydalı bir tefsir yazdığını ifade etmektedir. Baklî’nin tefsirinin Sülemî ve Kuşeyrî’nin tefsirinin bir nevi terkibi niteliğinde olduğu söylenmişse de Baklî’nin tefsiri hem içerik olarak farklı hem de ayetlerin yorumunda bâtınî anlam ön plandadır. 33 Necmeddîn Dâye’nin (ö. 654/1256), et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye adıyla bilinen eserinin asıl adı Bahrü’l-hakâʾik ve’l-meʿânî fî tefsîri’(l-Kurʾân ve’)s-sebʿi’l-mesânî’ dir. 29 Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, s. 130-131. Karadeniz, a.g.m., s. 371. 30 Kehf, 18/9. 31 Mutaffifîn, 83/18-21. 32 Mutaffifîn, 83/7-9. Abdüsselâm b. Abdirrahmân b. Muhammed İbn Berrecân, Tefsîrü İbn Berrecân: Tenbîhü’l-efhâm ilâ tedebbüri’l-kitâbi’l-hakîm ve ta’arrufi’l-âyât ve’n-nebe’i’l-azîm, thk. Ahmed Ferîd el-Mezîdî, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1971, C. 3, s. 439. 33 Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, s. 137-138. M. Nazif Şahinoğlu, “Arâisü’l-beyân”, DİA, İSAM, 1991, C. 3, s. 265. Ebû Muhammed Sadrüddîn Rûzbihân b. Ebî Nasr el-Baklî, Arâisü’l Beyân fî hakâikı’l-Kur’ân, thk. Ahmed Ferîd el-Mezîdî, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2008, C. 1, s. 11-14. 10 Eser çeşitli sebeplerle hocası Necmeddîn Kübrâ’ya nispet edilmiştir. Çalışmamızda kullandığımız eserin baskısında da bu durum mevcuttur. Dâye, eserde Zâriyât suresi on sekizinci ayete kadar gelebilmiş, geri kalan kısımları Alâüddevle Simnânî (ö. 736/1336) tarafından tamamlanmıştır. Eserde önce ayetlerin zâhirî manaları açıklanmış, daha sonra tasavvufi manalarına yer verilmiştir. Bununla birlikte eserde dil bakımından edebi bir üslup kullanılmıştır. Eserinin mukaddimesinde bu manaları ve hakikatleri kırk yılın sonunda Kur’ân denizinden çıkardığını da belirten Dâye, eserinde Kehf suresinin tamamına yer vermiştir. Özellikle Musa ve Hızır (as.) kıssalarında oldukça yoğun tasavvufi yorumlar göze çarpmaktadır. Dâye, Sa’lebî’nin (ö. 427/1035) el-Keşf ve’l- beyân isimli eserini kaynak olarak kullandığını da ifade etmiştir.34 Bir başka tasavvufi tefsir müellifi Abdürrezzak Kâşânî’dir. (ö. 736/1335) Onun tefsiri büyük ölçüde İbnü’l-Arabî’nin geliştirmiş olduğu kavram ve terimlere dayanmaktadır. Bu anlamda Sülemî, Kuşeyrî yahut Tüsterî’den farklı bir çizgide olduğu söylenebilir. Bu eseri Teʾvîlâtü’l-Kurʾân, Teʾvîlât-ı Kâşâniyye ve Teʾvîlü’l-âyât olarak da tanınmış ve yanlışlıkla İbnü’l-Arabî’ye nispet edilmiştir.35 Kehf suresinin tefsirinde ayetlerin tamamının değil bazı ayetlerin tasavvufi yorumu yapılmıştır. Tefsirinin mukaddimesinde Kur’ân-ı Kerîm’i ilk zamanlar zorlanarak okuduğundan bahseden Kâşânî, daha sonra Kur’ân okumanın zevkine vardığını ve kalbine manaların gelmeye başladığını söylemiştir. Yine zâhir ve ahkam ile ilgili ayetlerin tefsirini yapmadığına dikkat çekmiş, eserine tefsir değil te’vil gözüyle baktığını özellikle belirtmiştir.36 Kur’ân-ı Kerîm’in başından sonuna kadar her ayeti tasavvufi açıdan tefsir eden Ni’metullah b. Mahmûd en-Nahcivânî (ö. 920/1514) el-Fevâtihu’l-İlâhiyye isimli eserinde her ayeti kelime kelime tefsir etmiş, tefsir etmediği ayet bırakmamıştır. Tefsirine uzunca bir mukaddimeyle başlamış, burada vahdet-i vücut açısından Mutlak Varlık’ı ve O’nun kâinat şeklinde görünüşünü, kâinatın O’nun isim ve sıfatlarından ibaret olduğunu, 34 Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, s. 145-146. Hamid Algar, “Bahrü’l-hakâʾik ve’l-meʿânî”, DİA, İstanbul: İSAM, 1991, C. 4, s. 515. Ayrıca bkz. Halil Baltacı, Necmüddîn Râzî Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri, (Doktora Tezi), İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019. 35 Süleyman Uludağ, “Abdürrezzak Kâşânî”, DİA, İstanbul: İSAM, 2002, C. 25, s. 5-6. 36 Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, s. 205-206. Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Tefsir-i Kebir Te’vîlât, trc. Vahdettin İnce, İstanbul: Kitsan Yayınları, t.y., C. 1, s. 23-26. Kaynak olarak kullandığımız eser Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye nispet edilmişse de Süleyman Ateş’in verdiği bilgilerden bu tefsirin Abdürrezzâk Kâşânî’ye ait olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple eser çalışmamızda Teʾvîlâtü’l-Kurʾân adıyla Kâşânî’ye nispet edilecektir. Bkz. Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, s. 204-205. 11 çeşitli şekillerde görünen her şeyin iç yüzünde Hak bulunduğunu, Hakk’ın bu perdelere girerek göründüğü, insanın da Rahman suretinin aynası olduğunu, peygamberliğin ve veliliğin manasını açıklamıştır. Aynı şekilde eserini hiçbir kitaba bakmadan yazdığını söyleyen Nahcivânî, her sureye bir giriş ile başlayıp bir hatime ile bitirmiştir. Her surenin giriş ve hatimesi de birbirinden farklıdır. Surelerde yer alan besmeleler de farklı manalarla açıklanmıştır. Bu açıdan Kuşeyrî’ye benzemektedir. Tefsirinde aynı zamanda dipnotlar kullanması ve bu şekilde izahlar getirmesi onun özgün yönlerinden sayılmıştır.37 Eserde ayetler kısa kelime ve cümlelerle tefsir edilmiş, birkaç cümle birbirine bağlanarak kâfiye oluşturulmuştur. Kur’ân kelimeleri ile tefsirini birbirine katarak yorumlaması da tefsirin zevk alınarak okunmasını sağlamıştır. İbnü’l-Arabî’nin görüşlerini benimseyen Nahcivânî, eserinde vahdet-i vücut anlayışını işlemeye de gayret etmiştir.38 Kehf suresinin bütün ayetleri de eserde tek tek açıklanmış ve yorumlarına yer verilmiştir. Örneğin “وَلََ يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَب ِهِ أحََدًا” ayetinin39 tefsirinde o, şunları söylemektedir: “Yani ameline ve kulluğuna riya, sum’a, ucb ve nahve karıştırmasın. Peygamber (s.a.v): ‘Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir.’ buyurunca dediler ki: ‘Küçük şirk nedir ey Allah’ın Resûlü?’ Peygamberimiz şöyle cevap verdi: ‘Riya.’ Allah Teâlâ buyurmuştur ki: ‘Ben, ortak koşanların ortak koştukları şeylerden uzağım. Her kim bir amel işler de bu ameline benden başkasını ortak ederse bilsin ki o kimseden beriyim. O ameli kimin için yaptıysa onun olsun.’ İşin özü insan, çokluğu ve ikiliği ortadan kaldırarak ibadet etmelidir. Arif olan kimse yaptığı işten bir karşılık beklemez. Allah buyurdu diye ve Allah’ın rızasını kazanmak için yapar. Aklına Allah Teâlâ’dan başka bir şey de getirmez.”40 Rûhu’l-beyân isimli tefsirin müellifi İsmâil Hakkı Bursevî (ö. 1137/1725), eserinde bilginlerin ve mutasavvıfların sözlerini toplamıştır. et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye, Tefsîru’l-kebîr, Te’vîlât, Ebüssuûd Tefsîri kaynakları arasında zikredilmiştir. Özellikle ayetlerin işaretlerinde Necmeddin Dâye’nin yorumlarını, bazen isim zikrederek bazen de isim belirtmeden sıkça kullanmıştır. Rûhu’l-beyân, zâhir ve bâtın manayı içerisinde 37 Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, s. 225-226. Ni’metullah b. Mahmud en-Nahcivânî, el-Fevâtihu’l-ilâhiyye ve’l- mefâtihul-gaybiyye, 1.b., 1325/1907, C. I-II, s. 2-17. 38 Yaşar Kurt, Ni’metüllah Nahcivânî ve Tasavvufî Tefsîri, (Doktora Tezi), Samsun: On Dokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998, s. 80. 39 Kehf, 18/110. 40 Nahcivânî, el-Fevâtihu’l-ilâhiyye, C. I-II, s. 493. 12 toplayan bir mev’ize kitabı niteliğindedir. Bursevî, tefsirinde nakillerinden sonra “fakir der ki” ifadesiyle kendi görüşlerini de ayrıca belirtmiştir. Rûhu’l-beyân’da ayetler genişçe tefsir edilmiş, bazen tefsirle ilgisi bulunmayan hikayelere, ibretli olaylara, sûfîyane şiirlere yer verilmiştir. Aslı olmayan hikayelerin anlatıldığı da olmuştur. Hikayelerin asıl amacı gerçekliği değil bu yolla ders vermektir. Mesnevî de bu şekilde işlenmiş bir eserdir. Bu sebeple Bursevî, yer verdiği hikayelerle öğüt vermeyi, ruhta tesir bırakmayı amaçlamıştır. Bursevî, aynı zamanda İbnü’l-Arabî’nin görüşlerini de benimsemiştir.41 Bahrü’l-medîd fî tefsîri’l-Kur’âni’l-mecîd isimli tefsirin müellifi olan İbn Acîbe (ö. 1224/1809), tefsirinde Kur’ân-ı Kerîm’in zâhirî manasıyla bâtınî manasını birleştirmiştir. Eserinin zâhirî tefsir kısmını Beydâvî ve Ebüssuûd tefsirlerinden yapılan alıntılar oluşturmaktadır. Yine eserinde, şeyhi Abdurrahmân-ı Fâsî’nin Celaleyn Tefsiri üzerine yaptığı haşiyesinden, İbn Cüzey’in, Sa’lebî’nin ve Kuşeyrî’nin tefsirlerinden istifade etmiştir. Kehf suresinin tamamının tefsir edildiği eserde ayetlerin iniş sebeplerine değinilmiş ve hadisler bazen kaynaklarıyla bazen de kaynak belirtilmeden zikredilmiştir. İşaret başlığı altında ayetlerin tasavvufi manaları üzerinde durulmuştur. Bu manalar, İbn Acîbe’nin kendi tecrübe ve müşâhedelerinin yanında, önemli işârî tefsirlerden ve klasik tasavvuf eserlerinden nakledilmiştir.42 41 Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, s. 243-244. 42 Dilaver Selvi, “Ahmed İbn Acîbe El-Hasenî’nin Hayatı, Eserleri ve Tefsirdeki Metodu”, Marife Dini Araştırmalar Dergisi, 2010, S. 3, s. 269-271. 13 İKİNCİ BÖLÜM KEHF SURESİ’NİN TASAVVUFİ YORUMU A. RUHLARIN ŞİFASI BESMELE حْمٰنِ اللِ بِسْمِ حِيمِ الرَّ الرَّ Rahman ve Rahîm olan Allah´ın adıyla “Her şey yüce Allah’tan başlar, Allah’ta biter. Her şeyden evvel var olan, her şeyi var eden O’dur. Her şey sonuçta O’na döner, O’nun hükmüne tâbi olur. Yerde ve gökte her ne varsa O’nun mülkü ve kuludur. Hepsi O’nun emrine amadedir. Her yerde O’nun adı bilinir, mührü tanınır, hükmü uygulanır. Bismillah her hayrın anahtarıdır. Yüce Allah’ın adıyla başlamayan her hayırlı iş, bereketsiz ve sonuçsuz kalır.”43 Sûfîler Kur’ân’ın anahtarı olarak kabul ettikleri besmeleyi, sadece sureleri birbirinden ayıran bir ayet olarak görmeyip aynı zamanda içinde barındırdığı derunî anlamları da ortaya çıkarmaya çalışmış ve ona tasavvufi çerçevede çeşitli manalar yüklemişlerdir. Bu yorumlara göre her şeyden evvel besmele başlı başına bir bereketlenme kaynağı olması yönüyle kalpleri süsleyen ve onların yalnızca Allah’a yönelmelerini sağlayan ilahî bir nur, ruhanî bir esinti ve rahmanî bir nefestir. Mahlûkat varlığını bu nur sebebiyle sürdürmekle birlikte marifet ehlinin gönülleri de yine bu nefesle dirilir.44 Zira kalpler yalnızca Allah’ın adını duymakla mutlu olur, sırlar Hakk’ın varlığıyla aydınlanır, ruhlar O’nun cemâlini görmekle coşar. Bu nedenle sûfîlerin nazarında besmele, ariflerin azığı ve ruhlarının şifasıdır. Her türlü sıkıntı, elem ve mihnet besmele ile son bulur. Kul ile Rabbi arasındaki perdelerin kalkması, ayrılıkların son 43 İbn Acîbe el-Hasenî, Bahrü’l-Medîd fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd: Kur’an’ın Tefsiri ve Tasavvufî İşaretleri, trc. Dilaver Selvi, 1.b., İstanbul: Semerkand Yayıncılık, 2011, C. 1, s. 186. 44 İsmail Hakkı Bursevî, Muhtasar Rûhu’l-Beyân Tefsîri, iht. Muhammed Ali Sâbûnî, çev. Abdullah Öz vd., 8.b., İstanbul: Damla Yayınevi, 2012, C. 1, s. 34-35. Tüsterî, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-azîm, s. 85. Sülemî, Hakâiku’t-Tefsîr, s. 25. 14 bulması besmele ile gerçekleşir çünkü besmele ilahî vuslatın vesilesidir.45 Besmeledeki bu tür derunî manalar ilk sûfî müelliflerden itibaren tasavvufi eserlerde özellikle işârî tefsirlerde gösterilmeye çalışılmıştır. Bunların ilk örneklerinden biri Sülemî ve Kuşeyrî’nin tefsirlerinde yer alır. Nitekim Kuşeyrî besmeledeki her bir harfin ayrı bir anlamının olduğunu vurguladıktan sonra özellikle besmelenin ilk harflerinin işârî yorumu üzerinde ayrıntılı olarak durmuştur. Buna göre “bâ-sin ve mim” harflerinden oluşan “bismi” kelimesindeki “bâ” harfi işârî olarak Allah’ın velilerine olan iyiliğini (birr), “sin” harfi seçkin kullarına yönelik sırrını ve “mim” harfi de dostlarına olan minnetini hatırlatmaktadır. Böylece velileri Allah’ın kendilerine bahşettiği bu iyilikle kendi sırlarını tanıma, üzerlerindeki ilahî minnetle Hakk’ın emirlerini koruma ve yine O’nunla ilahî kudret ve yüceliğini tanıma imkânı bulurlar. Bir başka açıdan ise besmeledeki “bâ” harfi ilahî güzelliğe (behâ), “sin” Allah Teâlâ’nın yüceliğine (senâ) ve “mim” de O’nun mülküne delalet etmektedir.46 B. İÇİNDE EĞRİLİK BULUNMAYAN KİTAP ِ الَّذِي أنَْزَلَ عَلَىٰ عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَلْ لَهُ عِوَجًا﴿ ﴾الْحَمْدُ لِلَّ “Hamd, kuluna Kitab'ı (Kur'ân'ı) indiren ve onda hiçbir eğrilik yapmayan Allah'a mahsustur.”47 Sûfîlerin çeşitli anlamlar üzerinden tarif ettikleri hamd, şükretme ve mahmûd (övülmüş) olana kendisine layık olduğu gibi senâ etmek anlamındadır.48 Ayette ifade edilen hamd, şükür anlamında kabul edildiğinde bu, Kur’ân-ı Kerîm’in indirilmesinin Allah Teâlâ’nın en büyük nimetlerinden olduğunu gösterir. Sûfîlere göre dostun kitabı dost nezdinde en büyük mevkide ve en şerefli yerdedir. Övgü anlamında kabul edildiğindeyse Allah’a övgüde bulunmak demektir. Zira emir, nehiy ve dilediğine hükmetme gücüne sahip olan ve bu kitaptaki hükümleri kulları için düzenleyen gerçek mülk sahibi O’dur.49 Allah Teâlâ sayılan bütün bu manaların tümüne layıktır. Kâinatta 45 Abdulkerîm el-Kuşeyrî, Letâifu’l-İşârât: Kuşeyrî Tefsiri, trc. Mehmet Yalar, 1.b., İstanbul: İlk Harf Yayınları, 2013, C. 3, s. 363. 46 Kuşeyrî, Letâifu’l-İşârât, C. 1, s. 22. 47 Kehf, 18/1. 48 İbn Fûrek, el-İbâne an turuki’l-kâsıdîn: Tasavvuf Istılahları, çev. Ahmet Yıldırım, Abdülgaffar Aslan, 1.b., İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2014, s. 68. 49 Kuşeyrî, Letâifu’l-işârât, C. 3, s. 363-364. 15 görüp göremediğimiz bütün varlıklar O’nun sonsuz nimetlerinden bir nimettir. O’ndan başka ise gerçek anlamda nimet veren yoktur.50 Kur’ân-ı Kerîm’in indirilmesinin hem Peygamber hem de bizler için bir nimet olduğuna dikkat çeken Fahreddin Râzî’ye (ö. 606/1210) göre kitabın bizler için nimet olması, onun teklif ve hükümleri, vaad ve vaidi, sevap ve ikabı ihtiva etmesi sebebiyledir. Kul ancak kudreti ve anlayışı nispetinde ondan istifade eder. Bu nedenle peygamberin ve dahi bütün ümmetin ondan ötürü Allah’a hamdetmeleri gerekmiştir. Yine bu sebeple Hak Teâlâ, bizlere nasıl hamdedileceğini öğreterek, “O dosdoğru kitabı, kulu (Muhammed) üzerine indiren Allah’a hamdolsun.” buyurmuştur.51 Allah, Hz. Peygamber’i (s.a.v) başka herhangi bir isimle değil de kulu diye adlandırmıştır. Bu ise Kuşeyrî’nin belirttiği gibi Allah’ın onun üzerindeki en büyük nimetlerindendir. Çünkü ona göre Allah ancak has kullarından kılmış olduklarını kulu diye adlandırır.52 Öte yandan İbn Acîbe’ye göre ayette Hz. Peygamber’den Allah’a nispet edilerek kulu diye bahsedilmesi, onun ibadet mertebelerinde ve kulluğun kemalinde en son noktaya ulaşması sebebiyledir. Allah Resûlü nefsinin arzularından geçerek Allah’ın haklarını en güzel şekilde yerine getirmiştir. Bunları yaparken de Rabbine kullukta ihlası elde etmiştir.53 İnsan, sanki ahiret alemine ve Allah’ın celâlinin huzuruna varmak için gayb aleminden yola çıkmış gibidir. Bu dünya ise Râzî’nin ifadesiyle kıyamete giden yol üzerinde yapılmış hanlar gibidir. Yolcular burada konaklarında yolculukları esnasında kendilerine lazım olan şeyleri hazır ederler. Sonra buradan ahiret alemine göçüp giderler. Şu hâlde dünyadayken ahirete, maddeden manaya, halktan hakka, şehevî ve bedenî arzulardan samedî nurlar ile aydınlanmaya çağıran her şey bu kitaptadır. Bu kitap eğrilikten, bozukluktan, batıl şeylerden uzak bir kitaptır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “… onda hiçbir eğrilik yapmayan Allah'a mahsustur.”54 50 İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, çev. Zekeriya Tüfekçioğlu vd., 1.b., İstanbul: Erkam Yayınları, 2015, C. 11, s. 308. Bkz. İsmail Hakkı Bursevî, Tefsîru Rûhi’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân, Lübnan: Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî, ty., C. 5, s. 214. 51 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, trc. Suat Yıldırım vd., 1.b., Ankara: Akçağ Yayınları, 1993, C. 15, s. 95. 52 Kuşeyrî, Letâifu’l-işârât, C. 3, s. 363-364. 53 İbn Acîbe, Bahrü’l-Medîd, C. 5, s. 323. Kuşeyrî, Letâifu’l-işârât, C. 3, s. 363-364. 54 Kehf, 18/1. Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, C. 15, s. 96. 16 C. İLAHİ UYARI VE MÜJDE الِحَاتِ أنََّ لَهُمْ ﴿ رَ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّ مًا لِيُنْذِرَ بَأْسًا شَدِيدًا مِنْ لَدُنْهُ وَيبَُش ِ مَاكِثِينَ فِيهِ ﴾۲﴿ أجَْرًا حَسَنًاقَي ِ ُ وَلَدًا ﴾۳﴿أبََدًا ﴾وَيُنْذِرَ الَّذِينَ قَالُوا اتَّخَذَ اللَّ / “(Allah onu), katından gelecek şiddetli bir azap ile (inanmayanları) uyarmak, salih ameller işleyen mü'minleri, içlerinde ebedi olarak kalacakları güzel bir mükâfat (cennet) ile müjdelemek ve ‘Allah bir çocuk edindi’ diyenleri de uyarmak için dosdoğru bir kitap kıldı.”55 Kur’ân-ı Kerîm sûfîler nazarında müminlerden hiçbirinin Allah katından olduğu konusunda şüphe taşımadığı bir kitaptır.56 Yine bu kitapta kulların din ve dünyevi işlerini düzelten, onlara doğruyu gösteren bilgiler vardır. Ayette belirtilen “kayyimen” ifadesi bu kitabın tutarsızlık ve çelişkiden uzak olduğunu göstermektedir. Zira o Kuşeyrî’nin ifadesiyle Aziz bir Rab’den gelen aziz bir kitaptır.57 Bu kelimeye yüklenen başka bir mana da kitabın başkalarını kemâle erdirici olma vasfıdır.58 Aynı şekilde Kur’ân kendisinden önceki semavî kitaplar için de bir gözetleyicidir. Onların doğruluğuna şahitlik edip onları kontrol eder.59 Allah gökleri ve yeri, dünya nimetlerini, hayatı ve ölümü, hangilerinin amelinin daha güzel olacağı hususunda insanları imtihan etmek için yaratmış ve yine bu maksatla insanı yeryüzünün halifesi kılmıştır.60 İyi ve güzel amellerde bulunan kul bunun mükafatını görürken, kötü amellerde bulunan kullar da bunun cezasını çekeceklerdir. Dinin yapılmasını emrettiği, iyi, faydalı, doğru olan ve kişiye sevap kazandıran salih amel Kuşeyrî’ye göre kabule yarayan ameldir. Kabule yarayan amel ise emredildiği şekilde yerine getirilen ameldir. Başka bir yoruma göre de salih amel sahibinin samimiyetle yaptığı, bununla beraber karşılığında dünyalık bir beklenti içinde olmadığı ameldir. Salih 55 Kehf, 18/2-3-4. 56 Ebû Nasr Serrâc et-Tûsî, el-Lüma’: İslam Tasavvufu, çev. H. Kâmil Yılmaz, İstanbul: Erkam Yayınları, 2019, s. 73. 57 Kuşeyrî, Letâifu’l-işârât, C. 3, s. 364. 58 Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 310. Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, C. 15, s. 95. 59 İbn Acîbe, Bahrü’l-medîd, C. 5, s. 323. 60 Kehf, 18/7; Hûd, 11/7; Mülk, 67/2; Yûnus, 10/14. Süleyman Uludağ, “Amel”, DİA, İstanbul: İSAM, 1991, C. 3, s. 13. 17 amel sahibi bu gibi kimseler için güzel bir ecrin olacağı müjdelenmektedir.61 Onlar o ecrin içinde kesilme, sona erme yahut durumlarında değişme olmadan ebedi olarak kalacaklardır.62 Mutasavvıflara göre Kur’ân, görünen manasından ayrı olarak birçok manaları bünyesinde barındırır. Bu sebepledir ki sûfi müfessirler tefsirlerinde bu manalara da yer vermiş, onları açıklamaya gayret etmişlerdir. Bu manalara tefsirinde yer veren müelliflerden biri olan İbn Acîbe söz konusu ayetleri açıklarken kulluğun kemâline ve bunun neticelerine vurgu yapmıştır. Ona göre kimin kulluğu kemâle erer, bütün kâinatın bağından kurtulup müşâhede makamına yükselerek Allah’tan başkasından hürriyete kavuşursa, Allah onun kalbine hakikat ilmini indirir, kendisini doğru yolu bulmuş kimselerin istikamet üzere gittikleri yola ulaştırır. Allah Teâlâ onun iç alemini batıla kaymaktan, zâhirini de fesat ve inattan muhafaza eder. Böylece Allah o kulun işlerini üstlenir ve onun adına işlerini yürütür. Kendisine insanları irşad etme yetkisi verilirse de sözü dinlenir. İnsanları güzel işlere teşvik ederken kötü işlerden de sakındırır. Yüce Rahman’ın cemâline bakmayı müjdeler ve cehennem azabıyla korkutur.63 Ayetin devamında bahsi geçen şiddetli bir azap ile güzel bir mükâfata sûfîler çeşitli manalar yüklemişlerdir. Buna göre şiddetli azabın dünyada olanı ayrılık, ahirette olanı ise yanmaktır. Başka bir yoruma göre de söz konusu azap Allah’tan uzaklaşmak ve O’nun gazabıyla müptela olmaktır.64 Öte yandan Ni’metullah Nahcivânî ayette ifade edilen güzel mükâfatın, Allah’a kavuşma şerefi, O’nun cemâlini görmeye ermek ve Allah Teâlâ’nın pek değerli varlığına hakkıyla kavuşmak olduğunu söyler.65 Esasen sûfîler nazarında Allah’tan ayrı kalmaktan daha büyük bir azap, Allah’a kavuşmaktan daha güzel bir mükafat yoktur. Ayette dikkat çekilen başka bir hususta İbn Acîbe’ye göre salih amellerin devamlı oluşu ile bu amellerin kabulünün imana bağlı olmasıdır. Bununla beraber ayette uyarının müjdeden önce gelmesi ona göre kâfirlerin içinde bulundukları hal konusunda 61 Uludağ, “Amel, DİA, C. 3, s. 13. Kuşeyrî, Letâifu’l-işârât, C. 3, s. 365. 62 Kehf, 18/3. Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 311. 63 İbn Acîbe, Bahrü’l-medîd, C. 5, s. 326. 64 Kuşeyrî, Letâifu’l-işârât, C. 3, s. 364. 65 Ni’metullah b. Mahmûd, Nahcivânî Tefsîri: El-Fevâtihu’l-ilâhiyye, trc. Ali İhsan Türcan, İstanbul: Yasin Yayıncılık, 2020, C. 2, s. 692. 18 uyarılmalarına önem verildiğini göstermek içindir. Aynı şekilde ayette kalbin manevi kirlerden temizlenmesinin güzel hallerle süslenmesinden önce gelmesine de vurgu yapılmaktadır.66 Allah Kur’ân’ı, “Allah bir çocuk edindi.” diyenleri uyarmak için dosdoğru bir kitap kıldığını bildirmiştir. Kuşeyrî’nin ifadesiyle onların söylemeye cesaret ettiği bu çirkin sözleri, Allah’ın birliğine dair cehaletlerinin bir neticesidir.67 Söylemiş oldukları bu sözle onlar inkârlarının ve sapkınlıklarının ne derece ileri noktalarda olduğunu göz önüne sermiştir. Ayet de onların bulundukları bu durumun iğrençliğini haber vermektedir.68 ﴾لَهُمْ بِهِ مِنْ عِلْمٍ وَلََ لِِبَائِهِمْ ۚ كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ أفَْوَاهِهِمْ ۚ إِنْ يَقُولُونَ إِلََّ كَذِبًامَا ﴿ / “Bu konuda ne kendilerinin, ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ne büyük bir söz (bu) ağızlarından çıkan! Onlar ancak yalan söylüyorlar.”69 Onların Allah’ın çocuk edinmesine dair söyledikleri bu sözler Bursevî’nin ifadesiyle, doğru olması imkânsız olan yalan sözlerden başka bir şey değildir. Onların bu hususta hiçbir bilgileri de yoktur.70 Necmeddîn Dâye, ayette bahsedilen kimselerin yalan ve küfür olarak söyledikleri bu sözlerin Allah indinde günahların en büyüğü olduğuna dikkat çekmiştir. Bu ise o sözü Allah’a nispet etmeleri sebebiyledir.71 Kâşânî de onların kalplerinde söyledikleri bu sözün anlamına dair bir şey olmadığını belirtir. Yakînî ilim tek olan zata, mümkün ve malul varlığın benzemesini imkânsız görür. Dolayısıyla sûfîler 66 İbn Acîbe, Bahrü’l-medîd, C. 5, s. 324. 67 Kuşeyrî, Letâifu’l-işârât, C. 3, s. 365. 68 İbn Acîbe ayette bahsedilen bu kimselerin, “Melekler Allah’ın kızlarıdır.” diyen Araplar, “Üzeyir Allah’ın oğludur.” diyen Yahudiler ile “İsa Allah’ın oğludur.” diyen Hristiyanlar olduğunu söylemektedir. İbn Acîbe, Bahrü’l-medîd, C. 5, s. 324. 69 Kehf, 18/5 70 Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 311-312. 71 Muhammed Necmeddîn el-Kübrâ, et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye fî tefsîri’l-işârîs’-sûfî, thk. Ahmed Ferîd el- Mezîdî, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2009, C. 4, s. 118. Kullandığımız kaynakta eserin müellifi Necmeddîn-i Kübrâ olarak verilmişse de tefsir, bu konuda çalışmaları bulunan M. Nazif Şahinoğlu ve Süleyman Ateş’in verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre Necmeddîn-i Dâye’ye aittir. Ayrıca Mehmet Okuyan, doktora tez çalışmasında bahsi geçen tefsirin Dâye’ye aidiyetini detaylıca açıklamaktadır. Bu sebeple çalışmamızda eser, Necmeddîn-i Dâye’ye nispet edilecektir. Bkz. Hamid Algar, “Bahrü’l- hakâik ve’l-meânî” DİA, İstanbul: İSAM, 1991, C. 4, s. 515. Ayrıca bkz. Mehmet Okuyan, Necmuddin Daye ve Tasavvufi Tefsiri, (Doktora Tezi), Samsun: On Dokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1994, s. 62-80. 19 nazarında Allah Teâlâ’nın benzerinin ve çocuğunun olmasının mümkün olması bir yana, ortada O’ndan gayrısı yoktur.72 D. HZ. PEYGAMBER’İ TESELLİ ذَا الْحَدِيثِ أسََفًافَ ﴿ ﴾لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ عَلَىٰ آثَارِهِمْ إِنْ لَمْ يُؤْمِنُوا بِهَٰ / “Demek sen, bu söze (Kur'ân'a) inanmazlarsa, arkalarından üzülerek âdeta kendini tüketeceksin!”73 Sûfîler Peygamber’e (s.a.v) “Neredeyse kendini helak edeceksin.” diye hitap olunmasını, Allah’ın yarattıklarına olan şefkatine bağlayarak açıklamışlardır. Kâşânî Allah’ın yarattıklarına karşı şefkat besleyip onlara merhamet etmenin, Allah’ı sevmenin de bir gereği olduğunu söyler.74 Peygamber (s.a.v) aşırı şefkatinden dolayı onların arkalarını dönüp gitmelerine, iman etmeye yanaşmamalarına üzülmüş, duyduğu bu üzüntü sebebiyle kendini helak edecek duruma gelmiştir. Ayette geçen ifadenin yasaklamak manasında olduğunu söyleyen Dâye açısından burada Peygamber’in bu şekilde davranmaması gerektiği bildirilmektedir. Onların iman etmeye yanaşmamalarının Allah’a bir yararı yahut herhangi zararı yoktur. Şu hâlde ayet bir anlamda Peygamberin kalbine gam ve keder koymasını, onların peşlerinden bu şekilde üzülmesini uygun görmemektedir.75 Bursevî, Peygamber’in bu halini, onun ümmetine olan sonsuz şefkat ve merhameti ile peygamberlik hukukunu tam olarak eda etmesi ve kulluk vazifesini yerine getirmek için gücünün üzerinde çalışması ile ilişkilendirmiştir.76 Nitekim Peygamber (s.a.v) infak etmekle emrolunduğu vakit buna bütün varlığıyla riayet etmiş, sırtındaki gömleği dahil her şeyini bağışlamıştır. Bunun üzerine Allah Teâlâ onu, “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.”77 ayeti ile bunu yapmaktan menetmiştir.78 Ayeti veliliğin halleriyle irtibatlandıran İbn Acîbe’nin nazarında veliliğin başlangıç ve nihayet halleri vardır. Veliliğin başlangıcında Allah’ın kullarının hayra 72 Kâşânî, Teʾvîlâtü’l-Kurʾân, C. 1, s. 686. 73 Kehf, 18/6. 74 Kâşânî, Teʾvîlâtü’l-Kurʾân, C. 1, s. 686. 75 Dâye, et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye, C. 4, s. 118. Kuşeyrî, Letâifu’l-işârât, C. 3, s. 366. İbn Acîbe, Bahrü’l- medîd, C. 5, s. 327. Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 313. 76 Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 313-314. 77 İsrâ, 17/29. 78 Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 313. Dâye, et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye, C. 4, s. 118. 20 yönelmesi konusunda çok gayretli olan veliler, bütün insanların salihlerden olmasını temenni ederler. İnsanlar onlardan yüz çevirdikleri vakit üzülür, davetlerine icabet ettikleri zaman ise onlar adına sevinirler. Bunu da dini yaşantının ve güzel ahlakın artması niyetiyle yaparlar. Bununla beraber artık belli bir aşama kaydedip kendileri için ileri derecede fânilik hali gerçekleşince de kendileri ve başkaları adına hırs göstermez olurlar ve kaçırdıklarına üzülmezler. Veliliğin başlangıç hallerinde bulunanları kemâle erdirmek ve daha kâmil bir makama yükselmelerini sağlamak amacıyla kendilerine uyarı da gelebilir.79 İnsanların hangisinin daha“ / ﴾إِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْْرَْضِ زِينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ أيَُّهُمْ أحَْسَنُ عَمَلً ﴿ güzel amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir ziynet yaptık.”80 Allah Teâlâ yeryüzünü yaratıp süslemiş ve insanların fayda göreceği şeyleri çıkarıp yetiştirmiştir. Bununla beraber bütün bu faydaların yaratılmasının maksadı, insanları mükellef tutarak imtihan etmek olmuştur. Onların buna rağmen inkâr edip isyanlarını sürdürmeleri, verilen nimetlerin kesilmesine sebep olmaz. Allah, onlara verdiği bu nimetleri her halükârda vermeye devam eder. Ayet Râzî’nin ifadesiyle bir anlamda Peygamber’in (s.a.v) onlar kâfir oluyor diye üzülmemesi, hak dine davet etmeyi bırakmaması gerektiğini vurgulamaktadır.81 Öte yandan ayetin Peygamber’i teselli ettiğine dikkat çeken Kâşânî, müşrikler Kur’ân’a inanmayınca Resûlullah’ın kendisinde varlık görüp, halinin eksik olduğunu düşündüğünü zikreder. Bu sebeple Peygamber’in vecdi yükselmiş ve amacına ulaşma isteğiyle nefsini tümüyle kahretmeye karar vermiştir. Zira Kâşânî’ye göre Peygamber (s.a.v) insanların iman etmeyişlerini onların istidatlarının olmamasına değil, kendi zayıflığına bağlıyordu. Bu yüzden Allah Teâlâ “Biz…yaptık.” buyurarak ona teselli vermiştir. Allah bütün sebepleri insanları imtihan etme maksadıyla yokluktan varlık sahnesine çıkarır da sonra bütün bu sebepleri ortadan kaldırıverir. Bunda ise ne hayıflanacak ne de eksiklik duymayı gerektirecek bir durum vardır. Ayetin işârî 79 İbn Acîbe, Bahrü’l-medîd, C. 5, s. 329. 80 Kehf, 18/7. 81 Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, C. 15, s. 104. 21 yorumunda yeryüzünü beden olarak yorumlayan Kâşânî, nefis, nefsin lezzetleri ve şehvetleri, sıfatlarının güçlerini, idrak ve dürtüleri ziynetler olarak yorumlamıştır. Buna göre Allah, hangisinin onu daha çok egemenliği altına alacağı, nefsin rızası için hevâsına daha asi olacağı ve O’nun muvafakatini elde etmek için nefsine muhalefet etmeye güç yetireceği açığa çıksın diye böyle yapmıştır.82 Yeryüzünde bulunan yiyecekler ve giyecekler ile eş ve çocuklar ve hatta yüce yaratıcının varlığına bir delil olması yönüyle bütün varlıklar ayette ifade edilen süsün ve faydanın kapsamına girmektedir.83 Şu var ki sayılan bu şeyler Kuşeyrî nazarında onun gözle görülen ziynetleridir. Yeryüzündeki bazı kimseler ise onun sırlarla bilinen ziynetleridir. İnsanların amel yönünden en güzel olanı en çok Allah rızasını düşünen kimsedir. Bundan daha güzel olanı ise içlerinden yaptığı ameli en çok küçümseyen ve ibadetini en fazla değersiz bulan kimsenin amelidir.84 Bir başka yoruma göre de yeryüzündeki her şeyden maksat peygamberler, alimler ve Kur’ân hafızlarıdır. Bu topluluk yeryüzünün süsüdür ve alemin kıyamı onların vücuduna bağlıdır.85 Allah Teâlâ kimin daha zâhid olduğu ve salih amel ile O’na yöneldiği ortaya çıkıp gözüksün diye sayılan bu şeyleri yeryüzü için bir süs yapmıştır. Bu süs kendisine yönelen kimseyle O’ndan yüz çevireni birbirinden ayırt etmektedir. Kim dünya hayatının süsüne yönelir ve O’ndan uzaklaşırsa o kimse veliliği elden kaçırır ve avam insanlarla birlikte kalır. Şu hâlde dünyanın süsünden ve alayişinden yüz çevirip kalbiyle Allah’a yönelen kimseler de seçkin velilerden ve Allah katında mukarrebinlerden olur. Bu ise ayetin haber verdiği amellerin en güzelidir.86 ﴾وَإِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَعِيدًا جُرُزًا﴿ / “Biz, elbette (zamanı gelince) yeryüzündeki her şeyi bir kuru toprak haline getireceğiz.”87 Allah dünyayı, güzelliği ve parlaklığı ile bakanları hayrette bırakan, gözlere güzel ve hoş gelen manzarasından sonra içerisinde hiçbir bitki bulunmayan kuru bir toprağa 82 Kâşânî, Teʾvîlâtü’l-Kurʾân, C. 1, s. 687. 83 İbn Acîbe, Bahrü’l-medîd, C. 5, s. 327. 84 Kuşeyrî, Letâifu’l-işârât, C. 3, s. 366-367. 85 Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 316. 86 İbn Acîbe, Bahrü’l-medîd, C. 5, s. 328-329. 87 Kehf, 18/8. 22 çevireceğini haber vermektedir. Allah’ın bütün bunlardan maksadıysa insanları imtihan etmektir. Şu hâlde böyle fâni olup gidecek olan bir şeyle ancak aklı olmayan kimseler aldanır. Öyle ise Hz. Peygamber’in bundan dolayı sıkıntıya düşmemesi ve onların hak dinden yüz çevirmesini tuhaf karşılamaması gerekir. Zira onların bunları kavrayacak bir aklı yoktur.88 Sûfîler Allah’ı sevmenin, dünyayı ve şehvetlerini ve hatta ahireti ve derecelerini sevmekle bir arada olmayacağını söyler.89 Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah'ın katındadır.”90 E. ASHÂB-I KEHF KISSASI قِيمِ كَانُوا مِنْ آيَاتِنَا عَجَبًاأمَْ ﴿ ﴾حَسِبْتَ أنََّ أصَْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّ / “Yoksa sen, (sadece) Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakîm'i mi bizim ibret verici delillerimizden sandın?”91 Kehf, dağda bulunan geniş ve büyük mağara anlamında kullanılan bir kelimedir.92 Allah Teâlâ putperest bir toplumdan uzaklaşarak mağaraya sığınan ve tevhid inancını benimseyen bu gençleri kaldıkları yere izafe ederek “Ashâb-ı Kehf” olarak adlandırmıştır.93 Hadis kaynaklarında zikredilmeyen Ashâb-ı Kehf kıssası, tarih ve tefsir kitaplarında çeşitli rivayetler şeklinde geniş olarak nakledilmiştir. Bu rivayetlerden birine göre o zamanın kralı Dakyanus, Rum memleketlerini kendisine bağladığı zaman Efsus şehrine de ulaştı ve burada kendi putları için bir kurban kesme yeri yaptırdı. Şehir halkına da bu putlara tapmalarını teklif etti. Putlara tapanlar kurtulurken, kralın sözünü dinlemeyip inat edenler öldürüldü. Bu şehrin ileri gelenlerinin oğullarından Allah’a ibadet eden altı genç ise bir köşeye çekilip dua ve niyaz ile meşgul oldular. Bu fitneden kurtulmak için Allah’tan yardım istediler. Velhasıl o gençlerin durumu kralın kulağına 88 İbn Acîbe, Bahrü’l-medîd, C. 5, s. 328. Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 316-317. İbn Sina, Arifler ve Olağanüstü Hadiselerin Sırları, şrh: Fahreddin Râzî, çev. Ömer Türker, 4.b., İstanbul: Hayy Kitap, 2018, s. 15. 89 Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 317. 90 Âl-i İmrân, 3/14. 91 Kehf, 18/9. 92 Râgıb el-İsfahâni, Müfredât: Kur’ân Kavramları Sözlüğü, “Kehf” md., çev. Yusuf Türker, 1.b., İstanbul: Pınar Yayınları, 2016, s. 1293. 93 Kuşeyrî, Letâifu’l-işârât, C. 3, s. 368. 23 ulaşınca, onların huzuruna getirilmesini emretti. Gençler tevhid ehli olduklarından kralın fermanını ve davetini kabul etmediler. Bu sebeple elbiseleri soyuldu94 ve kralın sözünü dinlemeleri için kendilerine mühlet verildi. Kralın şehri terk etmesini fırsat bilen bu gençler kaçmaya karar verdiler. Şehre yakın bir dağa doğru yöneldiler. Yolda onlara bir çoban rast geldi ve onların dinine girdi. Çobanın köpeği de kendilerini takip etti. Öyle ki onu menettilerse de kendilerinden uzaklaştıramadılar. Allah onu dile getirdi de onlara şöyle söyledi: “Benden korkmayın. Ben Allah’ın dostlarını dost edindim. Siz uyuyunca ben size bekçilik ederim.” Dağın yakınına vardıklarında çoban kendilerine sığınabilecekleri bir mağara gösterdi ve oraya sığındılar.95 Ashâb-ı Kehf’in sığınmış oldukları mağaranın nerede olduğu konusunda pek çok yorum dile getirilmiştir. Buna göre İspanya, Cezayir, Mısır, Ürdün, Suriye, Afganistan, Doğu Türkistan ile Anadolu’da Efes, Tarsus ve Efsus/ Üfsus (Afşin), Ashâb-ı Kehf’in mağarası olarak gösterilen yerlerdendir.96 Sûfîler işârî tefsirlerde Ashâb-ı Kehf ile ilgili çeşitli tasavvufi yorumlar yapmışlardır. Meşhur sûfi Hallâc-ı Mansûr (ö. 309/922) Ashâb-ı Kehf’in, halleri değişmeyecek şekilde asli marifetin himayesinde olduğunu söyler. Bu sebeple onların izleri halka gizli kalmıştır.97 İlk devir sûfîlerinden muhaddis ve müfessir İbn Atâ (ö. 309/922), Allah’ın Ashâb- Kehf’i kendilerinden çekip aldığını, onlarla ağyar arasına girdiğini, onları ünsiyet mağarasına sığındırıp yerleştirdiğini, onlara emniyet verdiğini sonra da onları kendilerinden fâni kılıp kendilerinden, iradelerinden ve manalarından geçirdiğini ve böylece onların Allah’ın huzurunda hayrete düştüklerini dile getirir.98 Kâşânî’ye göre ise Ashâb-ı Kehf, daima Hakk’ın emri ile kaim, alemin de kendileri ile kaim olduğu yedi kâmil kimsedir. Onlar yedi gezegenin sayısı kadardır ve tıpkı onlara benzerler. Bazı tefsirlere göre Allah, suret aleminin düzeninin tedbirini bu yedi gezegene tevdi etmiştir. Bütün mana aleminin düzeninin ve suret aleminin kemâle erdirilmesini de 94 İbn Kesîr’in tefsirinde “Kavimlerinin işaretini taşıyan kıyafetlerini çıkarmalarını emretti” ibaresi de mevcuttur. Bkz. İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-azîm, çev. Bekir Karlığa, Bedrettin Çetiner, 1.b., İstanbul: Çağrı Yayınları, 1985, C. 9, s. 4961. 95 Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 321. İbn Acîbe, Bahrü’l-medîd, C. 5, s. 335-336-337. İsmet Ersöz, “Ashâb-ı Kehf”, DİA, İstanbul: İSAM, C. 3, s. 465. 96 Rivayetlerle ilgili bkz. Süleyman Sertkaya, Konulu Tefsir Metodu Işığında Kehf Sûresinin Tahlili, (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009, s. 60-67. 97 Sülemî, Hakâiku’t-Tefsîr, s. 402. Baklî, Arâisü’l-beyân, C. 2, s. 397. 98 Ali Namlı, “Tasavvuf Kültüründe ve Tasavvufî/İşârî Tefsirlerde Ashâb-ı Kehf Kıssası”, Ekev Akademi Dergisi, S. 55, 2013, s. 29. Sülemî, Hakâiku’t-Tefsîr, s. 402. Baklî, Arâisü’l-beyân, C. 2, s. 397 24 öne geçen yedi nefse tevdi etmiştir ki bunların her biri şekli varlık itibariyle bu gezegenlerden birine intisap eder.99 Ayette yer alan bir diğer kavram “rakîm” ile ilgili çeşitli görüşler mevcuttur. İbn Acîbe’nin belirttiğine göre bu konuda meşhur olan görüş rakîmin, Ashâb-ı Kehf’in isimlerinin ve neseplerinin yazılmış olduğu levhanın adı olmasıdır.100 Bursevî’nin nakletmiş olduğu başka bir yoruma göre de rakîm, Ashâb-ı Kehf’in köyünün veya bulundukları dağın yahut onların köpeklerinin ya da bir vadinin veya bir sahranın adıdır.101 Kâşânî, mağarayı işârî olarak bedenin içi olarak yorumlamıştır. Rakîm ise eğer mağara arkadaşlarının isimlerinin yazıldığı levha olarak tefsir edilirse, üzerine duyuların ve azaların suretleri nakşedilen nefsin dışıdır. Şayet dağın ve mağaranın bulunduğu vadinin ismi olarak kabul edilirse bu sefer de ondan maksat, cismanî alemdir. Eğer mağara arkadaşlarının köpeğinin ismi kabul edilirse de o zaman bundan maksadın ulvî alem olduğu kabul edilir. Kâşânî’nin bu yorumları tefsirlerdeki farklı görüşlere göredir.102 Nahcivânî, insanın alışkanlıklarını ve sürekli gördüğü şeylerin tekrarlanışını bir kenara bırakırsa, varlık alemindeki zerrelerden her bir zerrenin meydana gelişine hayret edeceğine dikkat çeker.103 Ashâb-ı Kehf’in kıssası her ne kadar hayret edilecek harikulade bir olay ise de Allah Teâlâ’nın yeryüzünde yaratmış olduğu öyle şeyler vardır ki onlar daha hayret verici sayılır. Nitekim O’nun tek bir maddeden sayılamayacak kadar çeşit ve cinste şeyler yaratmasına nispetle Ashâb-ı Kehf’in kıssasında esasen şaşılacak bir şey yoktur.104 Seyyidü’t-tâife Cüneyd-i Bağdâdî (ö. 297/909) ayeti şöyle yorumlar: “(Ey Muhammed) onlara şaşırma. Senin durumun onların durumundan daha hayret vericidir. Zira sen bir gecede Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya götürüldün ve sidretü’l- müntehâ’ya ulaştırıldın. İki yay arası hatta daha yakın olan bir yakınlıkta bulundun. Sonra gecenin bitiminde yatağına geri getirildin.”105 Necmeddîn Dâye ise Peygamber Efendimizi (s.a.v) kastederek: “Senin ümmetin içinde halleri bunlardan daha ibrete şayan 99 Kâşânî, Teʾvîlâtü’l-Kurʾân, C. 1, s. 688. Baklî, Arâisü’l Beyân, C. 2, s. 398. 100 İbn Acîbe, Bahrü’l-medîd, C. 5, s. 332. 101 Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 320. 102 Kâşânî, Teʾvîlâtü’l-Kurʾân, C. 1, s. 688. Baklî, Arâisü’l Beyân, C. 2, s. 398. 103 Ni’metullah b. Mahmud, Nahcivânî Tefsîri, C. 2, s. 695. 104 İbn Acîbe, Bahrü’l-medîd, C. 5, s. 332. 105 Sülemî, Hakâiku’t-Tefsîr, s. 402. Baklî, Arâisü’l Beyân, C. 2, s. 397. 25 olanlar vardır. Çünkü onların içinde halvet ehli vardır. Onlar tefekkür ve tezekkür için O’nunla baş başa kalmayı tercih edenlerdir. Onların sığınağı, halvet odasıdır. Onların alameti (rakîmi) muhabbet nakışları ile bezenen kalpleridir. Onlar benim sevgilimdir, ben de onların sevgilisiyim. Onların gönül aynası, ledünnî ilimle yaldızlanmıştır.” yorumunu yapmaktadır.106 1. Rablerine İnanmış Gençler ﴾إِنَّهُمْ فِتْيَةٌ آمَنُوا بِرَب ِهِمْ وَزِدْنَاهُمْ هُدًىنَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَأهَُمْ بِالْحَق ِ ۚ ﴿ / “Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz: Şüphesiz onlar Rablerine inanmış birkaç genç yiğitti. Biz de onların hidayetlerini artırmıştık.”107 Kuşeyrî, seçkin velilerden kabul edilen bu gençlerin benliklerinden koparıldıkları için Allah’ın onların kıssalarını anlatmayı üzerine aldığına değinmiştir. Esasen dostların kıssası, dostlardan dinlendiğinden daha yüksek seviyede ve daha muazzam dinlenemez. Bu sebeple Allah, “Biz, anlatıyoruz.” buyurmuştur.108 İmanlarının zâhirî bir delil olmaksızın melekût aleminden bir ilham ve cezbe ile olduğuna dikkat çeken sûfîler109, onların genç diye nitelenmelerini de Rablerine ansızın iman etmiş olmalarına bağlamıştır. Ashâb-ı Kehf, kendilerine vuslat sebepleri gelince beklemeksizin iman etmişler, Allah için ayağa kalkmış ve Allah’a kavuşuncaya kadar da yerlerinde duramamışlardır.110 Necmeddîn Dâye, Allah’ın onları “fitye” olarak isimlendirilmesini taklit ile değil tahkik ile iman etmelerine bağlar. Ashâb-ı Kehf, hidayeti Allah’tan Allah’a ve Allah ile istemişti. Allah ise “Kim bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım.”111 hükmüne göre hareket eder. İmanları sebebiyle Allah fazl ve keremiyle onların hidayet konusundaki isteklerini arttırmıştır. Zira onlar Allah’ın kendilerini Allah’a, peygamberler vasıtasıyla O’nun katından gelenlere, yeniden dirilmeye, haşre ve gayba inanmak suretiyle hidayete erdirmesini istemişlerdi. Allah da üç yüz dokuz sene uyuttuktan sonra 106 Namlı, a.g.m., s. 29. Dâye, et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye, C. 4, s. 119-120. 107 Kehf, 18/13. 108 Kuşeyrî, Letâifu’l-işârât, C. 3, s. 370. 109 Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 328. 110 Kuşeyrî, Letâifu’l-işârât, C. 3, s. 370. 111 Buhârî, “Tevhid”, 50. 26 halleri hiç değişmeden ve hatta elbiseleri dahi eskimeden onları uyandırarak hidayet konusundaki isteklerini artırmıştır. Böylece iman da yakîn, gayb de ayn ve ıyân haline gelmiştir.112 Rûzbihân-ı Baklî Allah’ın onlara olan hidayetini artırmasını, onlara cemâlinden olan nuru artırması şeklinde yorumlamıştır. Onlar sonsuza kadar artmaya devam edecek olan bu nur sebebiyle Allah’ın zatı ve sıfatının bilgilerine ulaşabilmişlerdir.113 Kâşânî, Ashâb-ı Kehf’in istidlal ve mükâşefe yoluyla yakînî imanı elde ettiğini ifade eder. Ona göre Allah Teâlâ onlara ayne’l-yakîn derecesine ve müşâhede makamına ulaştıracak olan bir hidayet bahşetmiş, onları zorluklara karşı sabırla güçlendirmiş, nefse muhalefet etme, tevhid kelimesini kaim kılma, kötülüğü emreden nefsin önünde cisim putuna ibadet etmeyi terk etme, nefsin tehditlerine aldanmama, her zorbanın önünde Hakk’a açıkça davet etme gibi hususlarda onları cesaretlendirmiştir.114 Putperest bir kavmin içinde Allah’ın varlığına ve birliğine inanan bu gençler ile ilgili Kur’ân- Kerîm ayrıntılı bilgiler vermemiş, kıssanın bazı sahnelerini aktarmakla yetinmiştir. Olayın ne zaman vuku bulduğu, bu gençlerin Hz. İsa’dan önce mi yoksa sonra mı yaşadığı meselesi konusunda da bir açıklık yoktur. Rivayet edildiğine göre Medine Yahudileri Nadr b. Hâris ile Ukbe b. Muayt’a, üç şeyi Peygamber’e sormalarını tavsiye ederler. Eğer Peygamber sordukları bu üç şeyi bilirse gerçekten peygamberdir, aksi halde peygamber değildir. Medine Yahudilerinin Peygamber’e sorulmasını istedikleri ilk soru ise Ashâb-ı Kehf ile ilgilidir. Bu sebeple onların Hz. İsa’dan önce yaşamış oldukları söylenmiştir.115 Başka bir yoruma göre ise onlar Hz. İsa’dan sonra yaşamışlar ve onun dinine girmişlerdir.116 İbn Kesîr (ö. 774/1373), onların Hristiyan dininden önce yaşamış olmalarının daha uygun olacağını belirtir. Zira ona göre onlar Hristiyan dinine mensup olsalardı, Yahudi hahamları onların haberlerini ezberleyip anlatmazlardı.117 112 Dâye, et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye, C. 4, s. 121. Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 328-329. 113 Baklî, Arâisü’l-beyân, C. 2, s. 402. 114 Kâşânî, Teʾvîlâtü’l-Kurʾân, C. 1, s. 692. 115 Ersöz, a.g.m., s. 466. Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 319. 116 Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 328. 117 İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-azîm, C. 9, s. 4960. 27 هًاۖ لَقَدْ قُلْنَا إِذً وَرَبَطْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِ ﴿ مَاوَاتِ وَالْْرَْضِ لَنْ نَدْعُوَ مِنْ دُونِهِ إِلَٰ ا شَطَطًا مْ إِذْ قَامُوا فَقَالُوا رَبُّنَا رَبُّ السَّ نٍ ۖ فَمَنْ أظَْ ﴾٤۱﴿ ؤُلََءِ قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ آلِهَةً ۖ لَوْلََ يَأْتُونَ عَلَيْهِمْ بِسُلْطَانٍ بَي ِ ِ كَذِبًا هَٰ نِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّ ﴾لَمُ مِمَّ / “Kalkıp da, ‘Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Ondan başkasına asla ilah demeyiz. Yoksa andolsun ki saçma bir söz söylemiş oluruz. Şunlar, şu kavmimiz, ondan başka tanrılar edindiler. Onlar hakkında açık bir delil getirselerdi ya! Artık kim Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalimdir?’ dediklerinde onların kalplerine kuvvet vermiştik.”118 Allah, Ashâb-ı Kehf’in kalplerini bağlamayı kendisine izafe etmiştir. Baklî’ye göre bunu da kendisini onlara vasıtasız olarak tanıttığı için böyle yapmıştır.119 Allah’ın onların kalplerini kuvvetlendirmesi sebebiyle Ashâb-ı Kehf aile, vatan, nimetler, kardeşleri terk etme gibi konularda sabrın acılığına katlanabilmişlerdir. Bu kuvvet ile korkmadan, çekinmeden Hakk’ı haykırmaya ve zalim krala karşı cevap vermeye cesaret etmişlerdir.120 Nitekim şu hadis-i şerif onların halini yansıtmaktadır: “Cihadın en üstünü zalim sultan karşısında hakkı söylemektir.”121 Bir kısım sûfîler, gençlerin ayağa kalkıp “Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir.” demelerini semâ ve zikir anında vecde gelerek ayağa kalkmaya delil göstermişlerdir. Zira Baklî’nin ifadesiyle kalpler melekût alemine ve kutsî huzura bağlı olduğunda değişik zikirler ve kalbe etki eden semâ icraatları onu harekete geçirir. Ayağa kalkmak bedenle olunca mana bu şekilde düşünülür. Fakat der Baklî, ayağa kalkma ilahi koruma ve gözetme yönünden olur, kalbi bağlama da onu telvîn halinden temkîn haline nakletme yönünden gerçekleşirse o zaman bahsedilen ayeti vecd halinde hareket etmeye değil de sakin olmaya delil göstermek daha güzel olur. Onun bu söyledikleri kalbi bağlama, “onu teskin etme” ve ayağa kalkma, “istikamet” manalarına alınınca böyledir.122 118 Kehf, 18/14-15. 119 Baklî, Arâisü’l-beyân, C. 2, s. 403. 120 İbn Acîbe, Bahrü’l-medîd, C. 5, s. 337-338. 121 Tirmizî, “Fiten”, 13. 122 Sülemî, Hakâiku’t-Tefsîr, s. 404. Baklî, Arâisü’l-beyân, C. 2, s. 404. İbn Acîbe, Bahrü’l-medîd, C. 5, s. 340. İbn Acîbe, Rûzbihân Baklî’nin bu yorumlarını naklettikten sonra şu açıklamayı yapar: “Ayetteki ayağa kalkmayı, beden olarak ayağa kalkmak manasında aldığımızda onda manevi terbiyede işin başında olanların zikir ve semâ anında ayağa kalkmasına delil vardır. Manevi olarak düşündüğümüzde ise mana, bir şeye tam manasıyla yönelmek yahut onda istikamet üzere olmaktır. O zaman ayette manevi terbiyede nihayete ulaşmış arifler için zikir ve semâ anında sakin olma ve hareket etmemeye bir delil vardır.” 28 Öte yandan gençlerin Allah hakkında “Rab” ifadesini kullanırken diğerlerine “ilahlar” ifadesini kullanması sûfî müfessirlere göre zalim ve kâfirlere muhalefetlerindeki kararlılıklarını göstermek içindir. Onların kavimleri putlarına ilah ismini veriyorlardı. Esasen onlar bu sözleriyle kulluğun ilahlık vasfına bağlı olarak oluştuğunu vurgulamak istemişlerdir.123 İmanlı gençlerin içinden çıktıkları toplumu nitelemek için kullandığı “şu kavmimiz” ifadesini yorumlayan Dâye, Ashâb-ı Kehf’in delâlet sebebiyle onlardan olduğunu söyler. Allah onlara hidayet ve marifeti nimet olarak vermiş, kendileriyle kavmi arasını riâyet ve inâyet ile ayırmış, onları hevâya, dünyaya ve şehvetlerine ibadet etmekten kurtarmıştır.124 Ashâb-ı Kehf’in kullandığı bu ifadeyi nefs-i emmâre ve onun kuvvetleri olarak yorumlayan Baklî ise şöyle der: “Zira her kavmin ibadet ettiği, matlûbu ve muradı olan bir ilahı vardır. Nefis ise hevâya tapar. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilah edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın?”125 Kim Allah’tan başka bir ilahın olduğunu söylerse haddi aşmış, inkârda ileri gitmiş ve akıl dışı bir söz söylemiş olur. Bu kimse ayetin de haber verdiği üzere zalimlerin en zalimidir. Allah Teâlâ ise bütün bu yakıştırmalardan münezzehtir. Allah’ın bunu söylemeye cür’et edenlere azabı da azapların en şiddetlisidir. Çünkü zulüm, azabı gerektirir ve azabın en şiddetlisi de en zâlim olanadır.126 Ashâb-ı Kehf’in vasıflarını sûfîlerin de belirgin vasıflardan sayan İbn Acîbe’ye göre bu vasıflar şunlardır: “Dinin esası olan iman, kulu marifete ulaştıran yakîn terbiyesi ile bunun sonucu olarak hidayetin artması, Rabbin huzurunda kalbin bağlanması, Hakkı ortaya koymak için ayağa kalkmak ve hiç kimseden çekinmeden hakkı açıkça ortaya koymaktır.”127 123 Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 330. İbn Acîbe, Bahrü’l-medîd, C. 5, s. 338. 124 Dâye, et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye, C. 4, s. 122. Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 331. 125 Furkân, 25/43. Baklî, Arâisü’l-beyân, C. 2, s. 404. 126 Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 332. İbn Acîbe, Bahrü’l-medîd, C. 5, s. 338. 127 İbn Acîbe, Bahrü’l-medîd, C. 5, s. 339. 29 َ فَأْوُوا إِلَى الْكَهْفِ يَنْشُرْ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ رَحْمَتِهِ ﴿ ئْ لَكُمْ مِنْ أمَْرِكُمْ وَإِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ إِلََّ اللَّ وَيُهَي ِ ﴾مِرْفَقًا / “(İçlerinden biri şöyle dedi:) Madem ki onlardan ve Allah'tan başkasına tapmakta olduklarından yüz çevirip ayrıldınız, o halde mağaraya çekilin ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve içinde bulunduğunuz durumda yararlanacağınız şeyler hazırlasın.”128 Ayette itikâdî ayrılığın cismanî ayrılığı da gerektirdiğine işaret edilmektedir. Ashâb-ı Kehf’in Allah’ın varlığını ve birliğini kabul edip onlardan ayrıldıkları gibi bedenen de onlardan ayrılmaları gerekmiştir.129 Kuşeyrî’nin ifadesiyle Allah’tan başkasından yüz çevirip ayrılmak, Allah’a ulaşmayı sağlar. Daha doğrusu Allah’a ulaşmak ancak Allah’tan başkasından yüz çevirip ayrılmakla gerçekleşir.130 Ashâb-ı Kehf kavimlerinden ve onların Allah’ın dışında ibadet ettikleri düzmece tanrılarından, onların istek ve arzularından uzaklaşıp bedenlerinin mağarasına sığınmış, kendilerini riyazete vermiştir. Bu halleri sebebiyle Allah da onların kemâlini artırmış, melekûtî yardımlarla onları güçlendirmiş, yararlanacakları bir yol hazırlayıp insanların onlara bakıp hidayet bulacakları bir yetenek bahşetmiştir.131 Aynı şekilde her kim tedbirinde tercihlerinden kurtulur, haliyle Allah’a rücû eder ve bunda samimi olursa, bununla beraber O’ndan başka kimseden de yardım dilemezse Allah, onu, tıpkı Ashâb-ı Kehf gibi koruması altına alır, bütün işlerinde kendisine yeter ve noksansız sahiplenmesiyle ona, gölgelerinin serinliğinde gölgeleneceği bir yer hazırlar.132 Ayetin tasavvufi manası üzerinde duran Dâye, Ashâb-ı Kehf ile müritte bulunması gereken özellikler arasında bağlantı kurmuş ve ayeti bu şekilde açıklamıştır. Ona göre sıdk ile tövbe eden ve gerçek anlamda talip olan kimse, kavminden ayrılan, sohbet ettiği kimseleri terk eden, arkadaşlarından kopan ve Allah’tan başkasına ibadet edilmeyeceğine inanan kimsedir. Nasıl ki Ashâb-ı Kehf kavminin fitnesinden uzaklaşıp Allah’a sığınmış ise böyle bir kimse de Allah’tan yardım isteyerek, Allah’a tevekkül ederek, Allah’tan başkasından O’na firar ederek mâsivallahtan yüz çevirir. Kendisini terbiye etmesi, hidayetini artırması, Ashâb-ı Kehf’in halinde olduğu gibi kalbini velâyet nuru ve riayet 128 Kehf, 18/16. 129 Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 333. İbn Acîbe, Bahrü’l-medîd, C. 5, s. 339. 130 Kuşeyrî, Letâifu’l-işârât, C. 3, s. 372. 131 Kâşânî, Teʾvîlâtü’l-Kurʾân, C. 1, s. 694. 132 Kuşeyrî, Letâifu’l-işârât, C. 3, s. 372. 30 kuvveti ile metin kılması için kâmil, mükemmil, vâsıl, mûsıl bir şeyhin eteğine yapışır. Dâye, burada Ashâb-ı Kehf’in Allah’ın cezbesine kapıldığından, gönülden O’na bağlanıp O’nun terbiyesinde yetiştiklerinden bahseder. Ona göre Allah Teâlâ’nın bir kimseyi, Ashâb-ı Kehf’in halinde olduğu gibi arada bir nebi yahut resûl vasıta olmaksızın hidayete erdirmesi; arada bir şeyh, mürşid, yol gösterici olmadan inayet cezbeleriyle kurb makamlarına ve velilerin mahalline cezbetmesi Allah’ın kudretindendir ve nadirattan sayılır. Sünnetullah ise Allah’ın kullarını nebi ve resullerle, onlara hilâfeten ve niyâbeten ilimde ileri giden alimlerle ve peygamberlere tabi olan meşâyih ile hidayete erdirmesidir. “Mağaraya sığının” ifadesi ise Dâye’ye göre halvete sığınmaya ve bu yola sülûk ettirmeye gücü yeten meşâyiha sarılmaya işaret etmektedir.133 Ashâb-ı Kehf kıssasına çeşitli yerlerde atıflar yapan Mevlânâ, yardan değil ağyârdan halvet etmekten ve kötü dostla ünsiyet etmekten uzak durulması gerektiğinden bahsederken Ashâb-ı Kehf’i de zikreder. Uyuyarak kötü dosttan uzaklaşan kimsenin durumunu Ashâb-ı Kehf’e benzetir. Ashâb-ı Kehf’in uyanık kalması Dakyanus’a kulluk etmeleri demekti. Uykuları ise onların şeref ve haysiyetlerini korumuş oldu.134 2. Ashâb-ı Kehf’in Mağaraya Sığınması ئْ لَنَا مِنْ أمَْرِنَا رَشَدً ﴿ ﴾اإِذْ أوََى الْفِتْيَةُ إِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَا آتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَي ِ / “Hani o gençler mağaraya sığınmışlardı da ‘Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır.’ demişlerdi.”135 Gençlerin mağaraya sığındıkları sırada Allah’tan bir rahmet istemelerini Sehl et- Tüsterî (ö. 283/896), “Bizi zikrinle muhafaza et.” şeklinde yorumlamıştır.136 Sülemî ise Tüsterî’nin ayet ile ilgili şu yorumunu da nakleder: “Her halimizde bizi zikrinle ve şükrünle rızıklandır. Zira rahmetin çoğu senin katındandır. Bize tevfîk yolunu kolaylaştır ki o, yolların en doğrusudur.”137 133 Dâye, et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye, C. 4, s. 122-123. Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 333-334. 134 Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled Çelebi İzbudak, 4.b., Konya: Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları, 2020, C. 2, s. 4, b.25-36-39. 135 Kehf, 18/10. 136 Tüsterî, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-azîm, s. 189. 137 Sülemî, Hakâiku’t-Tefsîr, s. 406. 31 Ayette geçen rahmeti, “kâmil bir marifet ve kıymetli bir tevhid”138 şeklinde yorumlayan Baklî, ayeti fütüvvet kavramıyla irtibatlandırmış, Ashâb-ı Kehf’in fütüvvetinin Allah’tan başkasından ve kâinatın hepsinden yüz çevirmeleri; Allah ile vuslat mağaralarına, O’nun cemâlinin gölgelerine, ünsiyetinin kalelerine ve kutsiyetinin saraylarına sığınarak Allah’a yönelmeleri olduğunu söylemiştir. Ashâb-ı Kehf nefislerine bir yorgunluk gelmeden Allah için canlarını feda etmişler, O’nu O’ndan istemişler, O’nun yakınlığı ziyaretgâhına ve müşâhedesinin nurlarının indiği yerlere dahil olmuşlardır. Ünsiyet menzillerinde ve kutsiyeti müşâhedede istikamet üzere olup mahbuplarını koruyup gözetme sıfatı ile görünce de bast nuru ve iftikâr sırrı onları daha da yakın olmaya sevk etmiş ve Baklî’ye göre bu sebeple onlar, “Bize katından rahmet ver.” demişlerdir.139 Ashâb-ı Kehf Kuşeyrî’nin ifadesiyle kendi güç ve kuvvetlerinden uzaklaşarak samimi bir şekilde Allah’a dönüş yapmıştır. Allah Teâlâ da onların dualarını kabul ederek sıkıntılarını üzerlerinden defetmiş ve onları kendi himayesi altında güzel bir barınakta barındırmıştır. Öte yandan Allah Teâlâ Ashâb-ı Kehf’i görünürde mağaraya sığındırmış ancak manen iltifat ve inâyetinin gölgesinde barındırmıştır. Bundan sonra Allah onları beşerî benliklerinden koparıp gölgesini üzerlerinden kaldırmış ve onlar bu şekilde maddi varlıklarından kaybolmuş durumdayken üzerlerinde haller icra etmiştir.140 Din psikolojisi alanında yaptığı çalışmalarla tanınan Carl Gustav Jung Ashâb-ı Kehf’in mağaraya sığınmasıyla ilgili olarak şunları söyler: “Bu mağara hem karanlık dünyanın bir mecazı olarak hem de kalp imgesi olarak anlaşılır. Her kutlu mağaraya benzer bir anlam verilir. Kutsal mağara içe doğru dönmüş bir evrendir, kalbin gizli dünyasıdır.”141 138 Baklî, Arâisü’l-beyân, C. 2, s. 400. 139 Namlı, a.g.m., s. 29-30. Baklî, Arâisü’l-beyân, C. 2, s. 399-400. 140 Kuşeyrî, Letâifu’l-işârât, C. 3, s. 368-369. 141 Abdurrahman Kasapoğlu, Carl Gustav’ın değerlendirmelerinden şu sonucun çıkarılabileceğini söyler: “İnsan öldükten sonra yeniden dirilerek farklı bir hayat yaşamaya başlayarak sonsuzluğa erişecektir. Bununla birlikte insan, henüz ölüp yeni bir hayata başlamadan önce dünya hayatında da kalbinin derinliklerinde bu yeniden doğuşun ve sonsuzluğun izlerini bulabilir. Bir mümin için gayb alemi sadece öldükten sonra var olmaz. Mümin kimse müşâhede alemini tecrübe ettiği anlarda da bilinç ötesinin farkındadır, gaybın etkisi altındadır.” Abdurrahman Kasapoğlu, Carl Gustav Jung’ un Kehf Sûresi Tefsiri, 1.b., Malatya: Mengüceli Yayınları, 2006, s. 8-19. 32 3. Uykuya Dalmaları ﴾فَضَرَبْنَا عَلَىٰ آذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِنِينَ عَدَدًا﴿ / “Bunun üzerine biz de nice yıllar onların kulaklarını (dış dünyaya) kapattık. (Onları uyuttuk)”142 Ashâb-ı Kehf’in nice yıllar kulaklarına perde konulması, işitme duyuları alınarak yalnızca Allah’tan işitmeleri, görme duyuları da alınarak sadece Allah’a bakmaları içindir ki böylece onlar başkalarına iltifat etmesinler ve başkalarının da onlar üzerinde bir nasibi olmasın.143 Necmeddîn Dâye, ayetin halvet ehlinin zâhir ve bâtın kulaklarına yaratılmışların kelamı ulaşmasın ve kalp aynalarına nakşolunmasın diye set çekildiğine işaret ettiğini belirtir. Bu sayede onların bütün duyuları kalplerinin nakşından kopar ve ayrılır. Sonra onlar gönül aynasını cilalayan “lâ ilâhe illallah” kelimesine devamla kalplerinden önceden yer eden nakışları imha ederler ve bu imha ile kalplerini aydınlatmış olurlar. Nihayetinde gönülleri “lâ ilâhe” lafzındaki nefy ile Allah’tan başka her şeyin sevdasından arınır. “İllallah” lafzındaki ispat ile de gönülleri ilahi nurun aydınlığına kavuşur. Ledünnî ilmin ziyası kalp aynasına nakşolunca Hak Teâlâ zatı ve güzel sıfatlarıyla onların gönüllerinde tecelli eder. Bu ise Allah’ın onları kendilerinden fâni ve O’nunla bâki kılması içindir.144 Aynı şekilde Rûzbihân Baklî, onların kulaklarına perde konulmasını ağyârın seslerini işitmemelerine bağlamıştır. Allah onları kendisini müşâhede ile ünsiyet ettirmiş, kendilerinden geçirmiş ve onlardan beşeriyet vasıflarını gidermiştir. Ashâb-ı Kehf Hakk’a aralıksız nazar ederek Hak ile kalmışlar, Hakk’ı görünce O’nun kıdeminin nurları içinde hayrete düşmüşler ve O’nun azametinin karşı konulmaz gücü karşısında fâni olmuşlardır. Zâhir kulakları bâtın kulakları olmuş; böylece kalplerinin, ruhlarının ve sırlarının kulakları ile işitmişlerdir.145 İbn Atâ, Ashâb-ı Kehf’in beşerî özelliklerinin alınıp yerine ilahi sıfatların konduğunu ifade eder. Allah Teâlâ onların zâhirlerini ve bâtınlarını takdis etmiştir. Bütün 142 Kehf, 18/11. 143 Sülemî, Hakâiku’t-Tefsîr, s. 402. Baklî, Arâisü’l-beyân, C. 2, s. 401. 144 Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 325. Dâye, et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye, C. 4, s. 120. 145 Namlı, a.g.m., s. 30. Baklî, Arâisü’l-beyân, C. 2, s. 400-401. 33 bunlar Allah’ın kudretiyle gerçekleşmiş ve daha sonra bu gençler bedenlerine ve sıfatlarına iade edilmişlerdir.146 Sûfîler ayette yer alan “nice yıllar” ifadesinin iki türlü değerlendirilebileceğini söyler. İlk olarak bu ifade çok seneyi kastetmek amacıyla kullanılmış olabilir. Şu hâlde bu mana Allah’ın sonsuz kudretini göstermeye daha uygundur. Yahut bu ifade sürenin azlığını belirtmek için kullanılmıştır. Bununla da diğer şaşırtıcı mucizelere nispetle kıssada şaşılacak bir şey olmadığı vurgulanmış olur. Zira Ashâb-ı Kehf’in üç yüz dokuz sene uyutulmaları Allah katında günün bir bölümü gibidir.147 Ashâb-ı Kehf’in halleriyle hallenen kimselerin de tıpkı Ashâb-ı Kehf gibi birtakım nimetlere ulaşabileceğine dikkat çeken İbn Acîbe, bütün varlığı ile Allah’a bağlanan, O’nun özel korumasına sığınıp mahlukatın yardımından ümidini kesen kimseleri, Cenâb- ı Hakk’ın özel gözetimi ve koruması altına alacağını, onun kalp kulağını karışık ve rahatsız edici sesleri işitmekten uzak tutacağını ve basiret gözünü ağyârı görmekten koruyacağını söylemektedir. Onun nazarında kulların bu saadeti elde etmeleri ise yüce Allah’ın bütün zararlara mâni olan rahmetinin koruması altına girmelerine ve her şeyi kapsayan hidayetinin gölgesi altında bulunmalarına bağlıdır.148 ﴾ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ أيَُّ الْحِزْبَيْنِ أحَْصَىٰ لِمَا لَبِثُوا أمََدًا﴿ / “Sonra onları uyandırdık ki, iki zümreden hangisinin bekledikleri süreyi daha iyi hesap ettiğini bilelim.”149 Ashâb-ı Kehf, her ne kadar Dakyanusla karşılaşmaktan korkup mağaraya sığınmışlarsa da aslında onlar Dâye’nin ifadesiyle Allah Teâlâ’ya kaçmışlar ve halvet mağarasına sığınmışlardır. Her ne kadar o gençler, Dakyanus’un şerrinden emin olmayı ve mağaradan kurtulmayı dilemişlerse de esasen onlar nefislerinin şerrinden kurtulmak ve vücud mağarasının karanlıklarından çıkarak Allah’ın cemâl ve celâlinin nurlarına kavuşmayı istemişlerdir.150 Allah Teâlâ da onları uyanıklık hallerine ve temyiz vasıflarına 146 Sülemî, Hakâiku’t-Tefsîr, s. 402-403. Baklî, Arâisü’l-beyân, C. 2, s. 401. 147 İbn Acîbe, Bahrü’l-medîd, C. 5, s. 333. Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 323. 148 İbn Acîbe, Bahrü’l-medîd, C. 5, s. 334. 149 Kehf, 18/12. 150 Bursevî, Rûhu’l-beyân, C. 11, s. 325. Dâye, et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye, C. 4, s. 120. 34 geri döndürmüş, onları cem vasfıyla ıslah etmek suretiyle maddi özelliklerinden koparıp mahviyete erdirdikten sonra ayrılığın tecellileriyle ayağa kaldırmıştır.151 Bursevî, ayetin maksadının, iki gruptan üstün olanla aşağı olanı birbirinden ayırmak değil bilakis iki zümrenin Ashâb-ı Kehf’in kaldığı müddeti hesaplamaktan aciz olduklarını ortaya koymak olduğunu söylemiştir.152 İbn Acîbe’ye göre ise Allah Teâlâ Ashâb-ı Kehf’in kalış süreleri hakkında farklı şeyler söyleyen iki grubun hangisinin isabet edeceğini bilmek ve ezeldeki ilmine uygun olduğu sonucunu görmek için onları uykudan uyandırmıştır. Bununla beraber onların bu konudaki acizlikleri ortaya çıkınca, Ashâb-ı Kehf’in mağarada ne kadar süre kaldıkları bilgisini her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah’a havale ettiler. Allah’ın onların dinini ve bedenlerini koruma konusunda kendilerine yaptığı ihsanı dile getirdiler. Aynı zamanda Allah’ın kudretinin ve ilminin mükemmelliğine olan inançları arttı ve bu sayede öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu kesin bir şekilde anladılar. İbn Acîbe, bütün bunların Ashâb-ı Kehf zamanındaki müminlere bir lütuf, kâfirlere a