2021 Cilt 19 Sayı 2

Permanent URI for this collection

Browse

Recent Submissions

Now showing 1 - 14 of 14
  • ItemOpen Access
    Kronik hastalığa sahip çocukların psikososyal sorunları: Pediatrik sosyal hizmet müdahaleleri odağında bir derleme
    (Galenos Yayıncılık, 2021-07-04) Engin, Ecren Aydın; Yıldırım, Filiz; Purutçuoğlu, Eda
    Kronik hastalığın uzun süren tedavisi; bu hastalığı deneyimleyen çocuğun fiziksel, sosyal, duygusal açıdan pek çok sorun yaşamasına neden olmaktadır. Düşük benlik saygısı, yetersizlik hissi, kendine olan güvenin azalması fiziksel açıdan öne çıkan sorunlar arasındadır. Duygusal sorunlar arasında korku, kaygı, üzüntü, öfke gibi duygular daha belirgin olur. Arkadaşlar arasında, sosyal aktivitelerde ve okul hayatında sorun oluşturan riskler ise sosyal açıdan yaşanabilecek sorunlardır. Kronik hastalığa sahip çocuğun bu sorunlarla baş etmesinde bu sorunların biyopsikososyal yaklaşımla değerlendirilmesi önemlidir. Böyle bir yaklaşım bu hastalığı deneyimleyen çocuğun ve ailesinin sorunlarının bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirilmesini sağlar. Bu çocukların benlik saygısı, duygusal ve davranışsal tepkileri, okul ve sosyal yaşamları, kontrol kaybı ve bilgi eksikliği, ailelerinin işlevselliği gibi pek çok açıdan yaşadığı psikososyal sorunlarla baş etmelerinde, bu yaklaşımı odağa alan pediatrik sosyal hizmet müdahalelerinin önemli bir potansiyele sahip olduğu bildirilmektedir. Bu derleme çalışmanın amacı, kronik hastalığa sahip çocukların ve ailelerinin psikososyal uyumuna etki eden sorunları odağındaki pediatrik sosyal hizmet müdahalelerinin önemini literatür ışığında açıklamaktır. Bu derleme çalışma, kronik hastalığa sahip çocukların sağlığı ve refahı alanında çalışan sosyal hizmet uzmanları başta olmak üzere bu konudaki ekip çalışmasının parçası olan sağlık profesyonellerinin kanıta dayalı uygulamalarına bilgi temeli sağlayabilir.
  • ItemOpen Access
    Precision medicine (hassas tıp) kavramı ve immünolojik hastalıkların tedavisindeki yeri
    (Galenos Yayıncılık, 2021-05-09) Özer, Murat; Bostancı, İlknur
    Alışılagelmiş tıp anlayışında hastalıklar üzerine odaklanılmış, aynı hastalığa sahip farklı bireylerde aynı tedavi yöntemleri uygulanmıştır ancak gelişen tıp bilimi sürecinde aynı hastalığın farklı kişilerde aynı seyretmeyeceği ve dolayısıyla da tedavinin aynı olamayacağı gerçeği doğmuştur. Bu nedenle hastalıktan ziyade bireyler daha ön plana çıkmaktadır ki bu bağlamda gelişen teknolojik altyapı ile beraber hassas tıp (precision medicine) kavramı hayatımıza girmiştir. Hassas tıp terimi nispeten yeni olsa da kavram olarak uzun yıllardır sağlık hizmetlerinin bir parçası olarak yer almaktadır. İmmünolojik hastalıkların tedavisinde hassas tıp tedavi stratejileri temel olarak üç farklı tedavi yaklaşımını içermektedir. Eksik moleküllerin yerine konulması; aşırı aktif hücre içi sinyalizasyonun inhibisyonu ve sitokin blokajı. Hassas tıp İVİG, PEG-ADA ve IFN-γ gibi immünoloji kliniklerinde uzun yıllardır kullanılan tedavi yaklaşımları yanında pleriksafor, sirolimus ve vedolizumab gibi son senelerde bulunmuş daha nadir kullanılan tedavileri de kapsamaktadır. Günümüzde artan teknolojik alt yapı ile yeni moleküler yolakların tanımlanması şüphesiz bir çok hastalığın tedavisinde hassas tıp kavramının daha etkin olarak kullanılacağı günleri getirecektir.
  • ItemOpen Access
    Spinal musküler atrofi (SMA) tedavisinde yeni yaklaşımlar ve onaylı ilaçlar
    (Galenos Yayıncılık, 2021-07-05) Saracaloğlu, Ahmet; Demiryürek, Abdullah Tuncay
    Spinal musküler atrofi (SMA), survival motor neuron (SMN1) genindeki delesyonlar veya mutasyonların neden olduğu otozomal resesif bir nöromusküler bir hastalıktır. Çocuk ölümlerinin en yaygın kalıtsal nedenidir. SMN1, tüm ökaryotik organizmaların genomunda tek kopya olarak bulunur. Genomik duplikasyon ile ikinci bir gen SMN2 insanlarda ortaya çıkmıştır. Hastaların yaklaşık %95’i SMN1 geninin ekzon 7’sinde homozigot delesyonlara sahiptir. Bundan dolayı SMN proteini yeterli miktarda üretilemez. SMN2, ekzon 7’deki sübstitüsyondan (C-T) dolayı küçük miktarda fonksiyonel SMN proteini üretir. SMA; başlangıç yaşı, motor gerilemenin şiddeti ve beklenen yaşam süresine göre beş tip (0-IV) olarak sınıflandırılmaktadır. Tip I (Werding-Hoffmann) en ciddi formudur ve özellikle yenidoğanları etkilemektedir. SMA hastalarındaki fenotipik değişkenlik, SMN2 geninin kopya sayısı ile ilişkilidir. SMN2’nin kopya sayısı hastalığın şiddeti ile korelasyon göstermektedir. SMN proteini, nöronal hücrelerde mRNA transportu, RNA metabolizması gibi anahtar düzenleyici rollere sahiptir. Günümüzde SMA tedavisi için ana hedef; küçük moleküller, oligonükleotidler ve gen replasmanı ile motor nöronlarda SMN seviyesini artırmaktır. SMA tedavisi için kök hücre çalışmaları da yapılmaktadır. FDA, 2016 yılından beri SMA tedavisi için üç yeni ilaç onayladı. Bu ilaçlar; nusinersen (oligonükleotit), onasemnogene abeparvovec xioi (gen replasmanı) ve risdiplam (SMN2 gen modülatörü)’dır. İlaçların etkililiğinde erken tanı önemli bir role sahiptir. SMN bağımlı terapötik yaklaşımlar presemptomatik olarak uygulandığında motor nöron disfonksiyonları reversible olabilir.
  • ItemOpen Access
    Reason for inconsistency between ph monitoring and impedance in detecting acid gastroesophageal reflux: Ph-only events
    (Galenos Yayıncılık, 2021-06-20) Parlak, Ayşe; Doğruyol, Hasan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı.; 0000-0001-7686-2561; 0000-0002-8642-5899
    Introduction: Acid reflux events detected by pH and not identified by impedance are called ‘pH only events’. We aimed to explain the incidence and the possible reasons of ‘pH– only events’. Materials and Methods: The automated multichannel intraluminal impedance (MII) analysis in 50 cases was investigated. Changes in impedance channels during pH-only acid reflux events were examined and grouped. 1. Events that fail to meet the impedance measurement criteria 2. Events with no change in impedance channels 3. Events that meet the impedance criteria, but do not have signs of reflux 4. Artifact 5. Positive deflection due to air. Results: The number of acid reflux events detected in the MII records was 1475, the number of acid reflux events detected in the pH meter was 3093, and the number of pH-only acid reflux events was 1736. 56.1% of the acid reflux events were detected by pH meter not identified by MII. The most common reasons for this were events no changes in impedance channels (68%) and other reasons such as positive deflection due to air (14%), and events that could not meet impedance measurement criteria (10%). 8% of pH-only events that met MII criteria, but were not accepted as reflux by MII. Conclusions: There was more than half of acid reflux events detected by pH meter but not identified by MII. The reason of this situation has been not clear. For the correct decision, it is important to evaluate MII recordings together with pH meter results rather than evaluating automatic analysis alone.
  • ItemOpen Access
    Bir üniversite hastanesinde pediatrik ve yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde sağlık bakımı ilişkili enfeksiyonların kıyaslamalı değerlendirilmesi: Yedi yıllık retrospektif çalışma
    (Galenos Yayıncılık, 2021-05-07) Özaslan, Zeynep; Çelebi, Solmaz; Köksal, Nilgün; Özkan, Hilal; Ocakoğlu, Gökhan; Yeşil, Edanur; Özer, Arife; Turan, Cansu; Bülbül, Beyhan; Hacımustafaoğlu, Mustafa; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/ Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Enfeksiyon Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nöroloji Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Neonotoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Anabilim Dalı.; 0000-0003-2641-4140; 0000-0002-3536-0263; 0000-0002-6067-3886; 0000-0001-5454-5119; 0000-0002-1114-6051; 0000-0002-8926-9959; 0000-0001-9232-0084; 0000-0003-3146-6391; 0000-0002-5720-1212; 0000-0003-4646-660X
    Giriş: Bu çalışmada Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde Çocuk Yoğun Bakım Ünitesinde (ÇYBÜ) ve Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde (YDYBÜ) saptanan Sağlık Bakımı İlişkili Enfeksiyonların (SBİE) insidansı, dansitesi ve karşılıklı ilişkilerinin genel bir durum tespiti çerçevesinde değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri (CDC) 2015 ve Ulusal Hastane Enfeksiyonları Sürveyans Ağı (UHESA) 2017 kriterleri dikkate alınarak 2012 - 2018 yılları arasında SBİE gelişen 91 ÇYBÜ hastası ve 158 YDYBÜ hastasının verileri retrospektif olarak incelendi. Bulgular: ÇYBÜ ve YDYBÜ de sırasıyla; SBİE hızı, ÇYBÜ’ye göre YDYBÜ’de daha yüksek (%9,6’ya karşı %14,9; p<0,001) ancak SBİE dansitesi ise daha düşük (9,9/1000 hasta gününe karşı 7,8/1000 HG; p=0,061) saptandı. Tüm hastaların yatış günü; YDYBÜ’de daha uzun (sırasıyla 9,7 güne karşı 19,1 gün; p<0,001) saptanırken SBİE tanısı alan hastaların medyan yatış süreleri ÇYBÜ ve YDYBÜ için sırasıyla (49 güne karşı 41,5 gün; p= 0,1), SBİE tanı alma günlerinin medyanı sırasıyla (17 güne karşı 15 gün; p=0,6) saptandı. YDYBÜ’de doğum ağırlığına göre SBİE hızları ve dansiteleri sırası ile ≤750 gr hastalarda %7,8 ve 2,75/1000 HG; 750-1000 gr hastalarda %23,2 ve 6,2/1000 HG, 1001-1500 gr hastalarda %6,1 ve 4,98 HG, 1501-2500 gr hastalarda %44,7 ve 9,2/1000 HG; ≥2501 gr hastalarda %24,6 ve 13,8/1000 HG olduğu bulundu. ≥1501 gr olan bebeklerde SBİE oranları daha yüksek saptandı. Sonuç: ÇYBÜ ve YDYBÜ’de SBİE oranlarında ve önleme stratejilerinde farklılıklar olabileceği ve enfeksiyon kontrol önlemleri için sürekli ve kaliteli biçimde idamesi önemlidir.
  • ItemOpen Access
    Çocukluk çağında multipl skleroz: Tek merkez deneyimi
    (Galenos Yayıncılık, 2021-03-24) Bodur, Muhittin; Toker, Rabia Tütüncü; Okan, Mehmet Sait; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/ Çocuk Nöroloji Bilim Dalı.; 0000-0002-2588-8195; 0000-0002-3129-334X; 0000-0002-7155-6634
    Giriş: Bu çalışmada tek bir merkezde 10 yıllık süre boyunca çocukluk çağı multipl skleroz (MS) tanısı alan olguların klinik ve demografik özellikleri sunulmuştur. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma çocuk nöroloji polikliniğine Ocak 2006-2016 tarihleri arasında başvuran ve multipl skleroz tanısı alan ve tedavi başlanan toplam 23 olgunun dosyaları restrospektif olarak değerlendirilerek yapılmıştır. Bu olgulardan izlemde iki yıldan uzun süre kontrollere gelmeyen üç olgu ve trafik kazasında kaybedilen bir olgu dışındaki 19 olgunun verileri değerlendirilmiştir. Hastaların cinsiyet, şimdiki yaş, aile öyküsü, şikayetlerin başlangıç yaşı, tanı yaşı, hastalık izlem süreleri, başlangıç semptomları, manyetik rezonans (MR) bulguları, beyin omurilik sıvısı (BOS) oligoklonal bant pozitifliği, görsel uyarılmış potansiyel (VEP) bulguları, somatosensöriyel uyarılmış potansiyel (SEP) bulguları, kullanılan tedavileri, atak sayıları açısından değerlendirilmiştir. Bulgular: Multipl skleroz tanısı alan ve tedavi başlanan 19 olgunun 13’ü kız(%68,4), 6’sı erkek( %31,5) olarak saptanmıştır, kız/erkek oranı 2,16 olarak saptanmıştır. Olgularda semptomların başlangıç yaşı ortalama 14,09 yıl olarak saptanmıştır. Hastaların ortalama tanı yaşı 15,2 yıl, hastaların çocuk nöroloji polikliniğinde median izlem süresi 2,17 yıl olarak saptandı. Ailede multipl skleroz öyküsü üç olguda (%15,7) pozitif olarak saptandı. Hastalarımızın başlangıç semptomlarına bakıldığında 11 olgunun (%57,8) motor bulgularla, dokuz olgunun (%47,3) duyusal bulgularla, yedi olgunun (%36,8) beyin sapı bulguları, iki olgunun (%10,5) serebellar bulgularla, altı olgunun (%31,5) görme bozukluğuyla ilk başvuru yaptıkları görüldü. BOS’ta bakılan oligoklonal bant olguların 17’sinde (%89,4) pozitif olarak saptanmıştır. Sonuç: Bu çalışmada kliniğimizde, yakınmaları 18 yaş altında başlayan ve çocukluk çağı MS tanısı alan olgularının cinsiyet, yaş, aile öyküsü, şikayetlerin başlangıç yaşı, başlangıç semptomları, MR bulguları, BOS bulguları, VEP, SEP bulguları, kullanılan tedavileri, atak sayıları açısından değerlendirilmiştir. Pediatrik dönemde başlayan multipl sklerozu anlamak için daha büyük çalışma popülasyonlarını kapsayan, çok merkezli, prospektif ve longitudinal çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • ItemOpen Access
    Knowledge levels of vocational high school students about substance addiction and sexually transmitted diseases
    (Galenos Yayıncılık, 2021-03-24) Börekçi, Gülay; Uysal, Derya Akdeniz; Özel, Arzu; Aksu, Döne; Yılmaz, Mualla; Sarı, Ayşe Yüksel; Aşkan, Fahri Aşkan; Yiğit, Ümit; Tekgül, Nilüfer; Coşkun, Adnan Batuhan; Özdemir, Özcan; Emül, Tuba Güner; Uzel, Asiye; Değirmenci, Filiz; Yiğit, Rana; Taşdelen, Bahar
    Introduction: This study was carried out to determine the knowledge levels of vocational high school students about substance addiction and sexually transmitted diseases (STDs). Materials and Methods: 20691 students from 22 vocational high schools were included in this study, and it was conducted with a total of 1929 students selected with stratified sampling. The data obtained in this study was collected using a questionnaire form. Results: The mean age of the students was 16.58±1.17, of which 54.1% were male, and 57.4% were high school 9-10th grade. It was determined that most of the students (95.9%) lived with their families and 25.2% of them came with migration. 95.5% of the students stated that they had information about the health hazards of cigarettes, alcohol and other substances. While 60.9% of students stated knowing HIV/AIDS, 55.7% hepatitis B and 45.2% hepatitis C from STDs, 70.1% stated not knowing genital wart, 76.3% gonorrhea, 76.7% syphilis, 86.7% chlamydia, and 87.6% trichomonas. More than half of students stated knowing that STDs have symptoms like vaginal discharge odor (56%), inguinal pain (52.8%), itch (52.1%), and wart and blister (54.3%) in sexual organs. It was determined that more than half of the students do not know complications of STDs, and 41.5% of students stated that condom usage in every intercourse was necessary. 68.8% of the students did not receive any education about STD. Conclusions: It was determined that the vocational high school students did not have enough information about STD and substance abuse and peer-based education were planned for the students
  • ItemOpen Access
    Preterm ve term bebeklerde konvülziyonların klinik, etiyolojik ve prognostik özelliklerinin retrospektif olarak araştırılması
    (Galenos Yayıncılık, 2021-04-25) Çakır, Salih Çağrı; Toker, Rabia Tütüncü; Köksal, Nilgün; Özkan, Hilal; Okan, Mehmet Sait; Kocael, Fatma; Yörük, Gülce; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/ Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Neonatoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/ Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı.; 0000-0001-5761-4757; 0000-0002-3129-334X; 0000-0002-6067-3886; 0000-0001-5454-5119; 0000-0002-7155-6634; 0000-0002-1787-6872; 0000-0002-3437-3564
    Giriş: Konvülziyon yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde (YDYBÜ) en sık görülen nörolojik sorunlardandır. Sıklığı ve etiyolojisi preterm ve term bebeklerde farklılık göstermektedir. Bu çalışma ile term ve preterm bebeklerde neonatal konvülziyonların özellikleri, nedenleri, tedaviye yanıtı ve prognozu etkileyen faktörlerin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma retrospektif olarak 01/01/2014-01/09/2019 yılları arasında YDYBÜ’de yatarken neonatal konvülziyon tanısı almış olan veya neonatal konvülziyon tanısıyla YDYBÜ’ne yatırılan preterm ve term hastaların dosya verileri alınarak yapıldı. Nörolojik prognoz göstergesi olarak kaba motor fonksiyon sınıflaması, işitme testi sonuçları, epilepsi oranlarına bakılmıştır. Bulgular: Çalışmaya neonatal konvülziyon tanısı alan 43 preterm, 43 term bebek olmak üzere toplam 86 hasta alındı. Term hastalarda hipoksik iskemik ensefalopati (HİE) (%35), preterm bebeklerde intraventriküler hemoraji (İVH) (%54) en sık etiyolojik faktördü. Preterm bebeklerde subtle, term bebeklerde klonik nöbetler daha sıktı. Konvülziyon başlama zamanı term bebeklerde ilk gün ve 4-7 gün arasında, preterm bebeklerde ise yedi günden sonrası daha fazlaydı (p<0,05). Preterm bebeklerde İVH’ye bağlı konvülziyonlar yedi günden sonra, HİE’ye bağlı olanlar ilk gün daha yüksekti (p<0,05). Status epileptikus, pretermler bebeklerde (%30) term bebeklerden (%9,3) daha fazlaydı (p=0,015). İlk tercih antikonvülzan olan fenobarbital tedavisine yanıt term bebeklerde %71, preterm bebeklerde ise %50 idi (p=0,06). Çalışmamızda alınan kriterlere (ölüm, epilepsi, işitme kaybı, otizm ve kaba motor fonksiyon skalası >2) göre kötü prognoz oranları term bebeklerde %52 (n=16) ve preterm bebeklerde ise %75’dir (n=22) (p=0,051). Sonuç: Neonatal konvülziyon etiyolojisinde preterm bebeklerde İVH, term bebeklerde ise HİE ilk sırada bulunmuştur. Yenidoğan döneminde konvülziyon geçiren hastaların nörolojik gelişimlerinin yakın takip edilmesi gerekmektedir.
  • ItemOpen Access
    Exclusive breastfeeding duration, breastfeeding continuation and associated factors among Turkish mothers: A baby-friendly hospital study from Konya, Turkey
    (Galenos Yayıncılık, 2021-04-25) Alp, Esma Keleş
    Introduction: Identifying and understanding the factors on exclusive breastfeeding duration and continuation at the community level in a clinician’s setting is vital for designing interventions to improve. The objective of this study was to evaluate the factors associated with exclusive breastfeeding time and total continued breastfeeding period among mothers in the middle region of Turkey. Materials and Methods: A questionnaire form including; information about women’s and children’s socio-demographic characteristics and breastfeeding habits was used. Results: A total of 1041 mothers were included in the study. Exclusive breastfeeding time and total continued breastfeeding period were found as 5.45±1.98/month and 17.56±8.17/month, respectively. On the other hand, most of the mothers (74.9%) exclusively breastfed their children more than 6 months while only 35% of mothers continued breastfeeding over 24 months. Current study showed that types of first prelacteal feeds, maternity age (30-40 years of age), socioeconomic status, single child birth and doctor/nurse as the source of knowledge about benefits of breastfeeding were strongly associated with the exclusive breastfeeding time of ≥6 months. In addition, young mothers (20-30 years of age), primiparous, breast milk as the first prelacteal feed, lower educational level, low socioeconomic status, nuclear type of family status and doctor/nurse as the source of knowledge about benefits of breastfeeding were found to be strongly associated with total continued breastfeeding period of ≥24 months. Conclusions: Certain factors can be associated with exclusive breastfeeding duration and breastfeeding continuation. So, community-based proposals should be prepared by working on the determined factors to improve breastfeeding duration.
  • ItemOpen Access
    Diagnostic discordance-based inferences regarding imaging modalities in children with a preliminary diagnosis of choledochal cyst: Clinical experience and review of literature
    (Galenos Yayıncılık, 2021-04-25) Özçakır, Esra; Kaya, Mete; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı.; 0000-0002-0773-7430; 0000-0002-8877-5737
    Introduction: Definitive diagnosis is essential for the medical and surgical management of pediatric patients with a preliminary diagnosis of a choledochal cyst. Our study aimed to investigate the roles of Magnetic Resonance Cholangiopancreatography (MRCP), Intraoperative Cholangiography (IOC) in differential and definitive diagnosis of choledochal cyst by comparing their results with the intraoperative gross pathological appearance. Materials and Methods: The medical records of seven pediatric patients preliminary diagnosed with choledochal cyst between May 2014 and January 2021 in our clinic, were retrospectively reviewed. We investigated the clinical characteristics, the MRCP and IOC results, and compared their results with the intraoperative gross pathological findings of patients with preliminarily diagnosed choledochal cyst. We evaluated the outcomes involving the preliminary diagnosis and subtype of choledochal cyst with MRCP preoperatively and with IOC and gross pathological findings intraoperatively. Results: Six patients had undergone a laparotomy and IOC procedure, and their results were: in three, the MRCP and IOC results were consistent, both revealing a Type-I choledochal cyst; in another patient, MRCP revealed a Type IV choledochal cyst, whereas IOC showed a Type-I choledochal cyst; one patient reported having a Type-II choledochal cyst in MRCP turned out to have a duodenal duplication cyst intraoperatively; the sixth operated patient had an MRCP result of Type-I choledochal cyst, but the IOC was consistent with biliary atresia and severe hydropic bile stasis. The last child was a non-operated patient whose MRCP revealed a Type-I choledochal cyst whereas contrast-enhanced liver magnetic resonance showed a simple liver cyst. Conclusions: Even though MRCP is valuable regarding choledochal cyst’s differential diagnosis, we should confirm its diagnosis by IOC and intraoperative gross pathological view because other pathologies might appear similar to choledochal cyst in MRCP.
  • ItemOpen Access
    Clinical characteristics and treatment outcomes of patients with malignant extracranial germ cell tumors: A 20-year single-center experience
    (Galenos Yayıncılık, 2021-04-02) Küpesiz, Funda Tayfun; Tüysüz, Gülen; Akınel, Ayşe Nur; Tekneci, Ayşegül; Sivrice, Ayşe Çiğdem; Melikoğlu, Mustafa; Pestereli, Hadice Elif; Küpesiz, Osman Alphan; Güler, Elif
    Introduction: Germ cell tumors account for 2–3% of all pediatric tumors. The aim of this study was to evaluate the clinical features and treatment outcomes of pediatric patients treated and followed up for extragonadal MGCTs in our center. Materials and Methods: A total of 41 patients diagnosed with MGCTs in the pediatric oncology department of Akdeniz University between June 1999 and June 2019 were evaluated retrospectively. Results: Twenty-nine (71%) of the patients were girls and female dominance (p<0.001). The median age was 3.22 (0–18) years. The most patients in the ≤ 5year age group (p<0.001). Nineteen (44%) of the tumors were gonadal and 22 (54%) were extragonadal. The most common histolology of MGCTs were yolk sac tumor (36%), mixed GCTs (29%), immature teratoma (20%), and dysgerminoma (15%). Twenty-five (61%) patients presented with advanced stage disease and 37 patients (90%) were treated with chemotherapy. The patients with stage I testicular and stage I ovarian germ cell tumors underwent complete tumor resection followed by a watch-and-wait approach with alpha fetoprotein monitoring without chemotherapy. Of six patients with relapse/refractory disease, two patients survived. Two patients who underwent autologous stem cell transplantation showed complete response but later died due to infection. The median follow-up period of the patients was 34.9 (4–190.6) months and the 10-year overall and disease-free survival rates were 77.1±6.8% 77.1±6.8%. Two relapsed refractory patients who underwent autologous transplantation survived at a mean of 33.21 months. Conclusions: The clinical features and treatment outcomes of the patients in our study were consistent with the literature. The fact that most of our patients were symptomatic at presentation and had advanced stage disease when diagnosed highlights the importance of detailed evaluation and examination. Although good outcomes are achieved in patients with early stage disease, new treatment approaches are needed for patients with advanced and relapsing disease
  • ItemOpen Access
    Retrospective evaluation of neonatal morbidities of full-term and early term newborns
    (Galenos Yayıncılık, 2021-05-13) Yarcı, Erbu; Uraş, Nurdan
    Introduction: Newborns having a gestational age between 37 to 416/7 weeks are defined as term newborn. The aim of the study was to investigate the rates and causes of hospitalization, and the differences in neonatal morbidities between early-term and full-term infants as a single-center experience in our hospital. Materials and Methods: This retrospective study was carried out in a tertiary neonatal intensive care unit between January 2013 and December 2014. Maternal characteristics and comorbidities; neonatal characteristics, length of hospital stay, and neonatal morbidities were recorded. Primary outcome measure was need for neonatal intensive care unit (NICU) admission. Results: Maternal comorbidities, ceserean delivery, low birth weight, SGA and multiple gestations were found to be higher in early-term infants and earlyterm infants were at higher risk for respiratory morbidities, respiratory support requirement, hypoglycemia and intravenous antibiotic therapy. After multivariate logistic regression analyses, only higher risk for respiratory morbidity persisted (OR:1.28 [1.02-1.59]; p=0.02). In contrast to that, full-term infants was found to be at higher risk for hypernatremia compared to early-term infants. Conclusions: Early term birth is associated with a higher neonatal morbidity and NICU admissions, and gestational age is known to be the most important determinant of this situation. With advanced maternal care and better understanding of the factors causing early term birth will lead to prevention and successfull management of this risk group.
  • ItemOpen Access
    Evaluation of 36 patients with rare factor deficiency
    (Galenos Yayıncılık, 2021-06-01) Üzel, Veysiye Hülya; Yılmaz, Kamil; Öncel, Kahraman; Tekin, Suat; Söker, Murat
    Introduction: Rare factor deficiencies are predominantly autosomal recessively inherited disorders with a frequency of approximately 1: 500000 to 1: 2000000 in the general population. They account for 3-5% of all inherited coagulation disorders. In this study, we aimed to evaluate the demographic features and clinical findings of 36 patients who were followed up and treated with the diagnosis of rare factor deficiency. Materials and Methods: A total of 36 patients aged between 0-16 years diagnosed with rare coagulation deficiencies were evaluated in terms of demographic, physical examination, clinical follow-up, and laboratory findings at the Dicle University Pediatric Hematology Unit. Ethics committee approval was obtained from Dicle University for the study on 16.03.2018 with decision no 115. Results: Rare factor deficiencies were diagnosed in 36 (35 %) of 103 patients who were followed up with coagulation disorders. Hemophilia a, hemophilia b, and von Willebrand disease constituted 67 of our patients. Familial consanguinity was present in 75, 6 %, and positive family history was found at 16.6% of the patients. 11 (32.4%) of our patients were diagnosed under the age of one year. Most of our patients diagnosed with factor X deficiency (38.8%). The most common symptoms were mucocutaneous bleeding (50%). Intracranial hemorrhage was detected in 7 (%19,5) patients. Conclusions: Early diagnosis and treatment are very important in the case of rare factor deficiency since severe bleeding complications such as intracranial hemorrhage may develop. Rare factor deficiencies are seen more frequently in places where consanguineous marriage is more common than the general population. Families should be informed about this issue, and family screening should be done early.
  • ItemOpen Access
    Kan değişimi gerektiren yenidoğan sarılığında risk faktörleri, tedavi seçeneklerinin nörogelişimsel duruma etkisi
    (Galenos Yayıncılık, 2021-06-14) Benderlioğlu, Elif; Atasay, Begüm; Okulu, Emel; Akın, Ezgi Özalp; Tunc, Gaffari; Köse, Elif; Pekcici, Emine Bahar Bingoler; Erdeve, Ömer; Ertem, İlgi; Arsan, Saadet
    Giriş: Yenidoğan sarılığında kan değişimi, yaşamsal önemde ancak riskleri olan girişimsel bir işlemdir. Kan değişimi gerektirecek hiperbilirubinemi gelişiminin önlenmesi öncelikli yaklaşımdır. Çalışmamızda şiddetli hiperbilirubinemide, kan değişimi risk faktörleri ve ileri dönem nörogelişimsel durumun araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Total serum bilirubin değeri Amerikan Pediatri Akademisi rehberine göre kan değişimi sınırında veya sınırın üstünde, 35 ve üstü gestasyonel hafta doğumlu 104 yenidoğan çalışmaya dahil edildi. Olguların 12-36 ayındayken ulaşılabilen 65’ine Gelişimi İzleme ve Destekleme Rehberi uygulandı. Kan değişimi uygulanan ve uygulanmayanlar sosyodemografik özellikler, risk faktörleri, etiyoloji, tedavi süreçleri ve ileri dönem nörogelişimsel durum açılarından karşılaştırıldı. Bulgular: Kan değişimi olguların %18,3’ünde uygulandı. Başvuru total serum bilirubin ve bilirubin/albümin oranı yüksekliği kan değişimi riskini arttıran temel değişkenlerdi. Kan değişimi riskini artıran eşik değerler, total serum bilirubinde 26,43 mg/dl ve bilirubin albümin oranında 7,43 mg/g saptandı. Sarılık etiyolojisinde ilk üç sırada; hemolitik hastalık, dehidratasyon ve erken anne sütü sarılığı ile prematürelik saptandı. Etiyolojilerle tedavi şekilleri arasında anlamlı ilişki bulunmadı. Postnatal 96 saatten sonra hastaneye başvuranların istatistiksel anlamlı yüsek bilirubinle (≥25 mg/dl) yattığı görüldü. On iki-otuz altı ayında değerlendirilen 65 olgunun %13,8’inde farklı alanlarda gelişimsel gecikme saptandı. Başvuru zamanı, tedavi şekilleri, total serum bilirubin ve bilirubin albümin oranıyla nörogelişimsel durum arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Sonuç: Kan değişimi için başlıca risk faktörleri yüksek total serum bilirubin ve bilirubin albümin oranı bulundu. Hastaneye geç başvuranların daha sıklıkla ciddi hiperbilirubinemiyle yatması, taburculuk öncesi riskli grubun saptanması temel yaklaşımının önemini vurgulamaktadır. Ciddi hiperbilirubinemili olgular gelişimsel gecikmeler için riskli sayılmalı, düzenli izlem ve erken tanıyla müdahale fırsatları kaçırılmamalıdır.